3 - Beykent Üniversitesi

advertisement
Stratejik Araştırmalar Dergisi / Journal of Strategic Studies 1(2), 2008,160-188
© BEYKENT ÜNİVERSİTESİ/ BEYKENT UNIVERSITY
DÜNDEN BUGÜNE AVRUPA BİRLİĞİ
Mehmet Akif Özer
Özet
Avrupa Birliği, 21. yüzyılın medeniyetler rekabetinde öne çıkan ABD, Çin-JaponyaRusya karşısında kendisine bir kulvar belirleyen ve gelecekte bu ülkelerin önüne
geçebilmek amacıyla oluşturulmuş yeni bir siyasal birlikteliktir. Her ne kadar yeni bir
birlik gibi algılansa da, Avrupa’da birlik fikirlerin geçmişi oldukça eskidir. Son yıllarda
Türkiye’nin Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerine başlamış olması, Birliğin
Türkiye’de yoğun bir şekilde tartışılmasına yol açmıştır. Bu çalışmada, söz konusu
tartışmalara teorik katkı sağlaması açısından dünden bugüne Avrupa Birliği’nin
geçirdiği seyir ana hatlarıyla ele alınmaktadır. Bu kapsamda; geçmişte Avrupa ve birlik
fikri, Avrupa Birliği'nin kuruluşu ve Avrupa birliği'nin genişlemesi gibi konular
incelenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Medeniyetler Rekabeti, Avrupa Birliği, Birlik Fikri, Genişleme,
Siyaset
Abstract
European Union is a new union that wants to be in a course facing to United States,
Chinese, Japan and Russian itself in competition of twenty first century civilizations. In
spite of the perception that this union is new, European Union history is former fairly.
In last years, beginning of Turkey-European Union full membership negotiations made
way for new discussions about Union in Turkey. In this study, for making theoretical
contributions to these discussions, European Union historical backgrounds and some
new events about Union are being evaluated. In this context, Europe and union idea in
the past, foundation of European Union and enlargement of European Union are
analyzed.
Key Words: Competition of Civilizations, European Union, Union Idea, Enlargement,
Policy.
GİRİŞ
Türkiye’nin 1987 yılında Avrupa Topluluğu’na tam üyelik başvurusunda
bulunması, 1959 yılında yapılan ortak üyelik müracaatı ile başlayan TürkiyeAB ilişkilerinde bir dönüm noktası olmuştur. Türkiye, Tanzimat’tan bu yana
Batıya yönelmiş dünyadaki tek Müslüman ülkedir. Ayrıca Türkiye, laik ve

Dr., Gazi Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi Bölümü, [email protected]
Dünden Bugüne Avrupa Birliği
demokratik ilkeleri benimsemiş, Batı dünyası ile ortak sınıra sahip ve ona
komşu AB ülkeleri ile tarihi ilişkileri bulunan dünyadaki İslam ülkeleri
arasında ekonomik, politik, sosyal, kültürel alanlarda en gelişmişler arasında
yer alan, hayat tarzı olarak kendi kültürel değerlerini koruyarak Batı’yı seçmiş
bir ülkedir.
Aslında Türkiye'nin Batı ile ilişkileri çok daha eskilere dayanmaktadır.
Geçmişten beri Türk toplumu için sunulan ve bir kısmının uygulandığı değişik
modeller, Batı dünyası ile aramızdaki farkı kapatmaya yetmemiştir. Ülkemiz
ile AB'ye üye ülkeler arasında bir karşılaştırma yapıldığında gerek sosyal
anlamda gerekse de ekonomik düzeyde AB ülkeleri ile aramızda farklar
olduğu görülmektedir. Ancak, aradaki gelişmişlik farkını ortadan kaldıracak ve
Türk toplumunun AB ülkelerindeki emsallerinin düzeyinde bir yaşama
kavuşturacak çalışmaların yapıldığı da göz ardı edilmemelidir
GEÇMİŞTE AVRUPA VE BİRLİK FİKRİ
Dünya tarihi, siyasal, sosyal, kültürel alanlarda sürekli olarak eskinin yerini
yeninin aldığı kısırdöngüler zincirinden oluşmaktadır. Bu süreçte dünyanın beş
kıtasının her birinde de birçok medeniyet kurulmuş, bunlar misyonlarını
tamamlayınca yerlerini yenilere bırakmış ve bugünkü gelişmişlik düzeyine
ulaşmışlardır. Bu düzey bundan binlerce yıl öncesinde olduğu gibi bugün de
içinde radikal eşitsizlikleri barındırmaktadır. Bugün dünyada gelişmişlik
düzeyinde üst seviyelere çıkan toplumlar olduğu gibi, hâlâ ilkel dönemlerin
kalıntıları ile yaşamlarını sürdüren topluluklara rastlanmaktadır.
Böyle bir ortamda AB; 21. yüzyılın medeniyetler rekabetinde öne çıkan ABD,
Çin, Japonya ve Rusya karşısında kendisine bir kulvar belirleyen ve gelecekte
bu ülkelerin önüne geçebilmek amacıyla oluşturulmuş yeni bir siyasal
birlikteliktir. Her ne kadar yeni bir birlik gibi algılansa da, Avrupa’da birlik
fikirlerin geçmişi oldukça eskidir.
161
Journal of Strategic Studies 1 (2), 2008, 160-188
Mehmet Akif Özer
Avrupa (Europe) terimi, karşımıza ilk kez eski Yunan dünyasında mitoslar
âleminin bir parçası olarak çıkmaktadır. Mitolojide bir prenses ve ilahe adı
olan Avrupa’nın kısa zaman içinde mekana ilişkin bir anlam kazanarak belli
bir kara parçasını adlandırması ve Yunan kolonilerinin yayılmasıyla Avrupa
adının Yunanistan’ın batısında ve kuzeyindeki ülkeleri de kapsar (Yurdusev,
2001: 31) hale gelmesi, bugün söz konusu bu coğrafyayı dünyanın belli başlı
kıtalarından biri haline getirmiştir. Sınırları tam olarak belirlenemeyen bu
coğrafyada birlik oluşturulması fikri, son derece geniş bir tarihsel süreç
içerisinde üretilen düşüncelere, yaşanan deneyimlere ve ilk örgütlenme
girişimlerine dayanmaktadır.
Bunların tümü, birbirleri üzerine eklemlenen, birbirlerini besleyen etkiler
yaratmış ve örgütlü kimliğini 20. yüzyılda da ortaya koymayı başaran AB’nin
ortaya çıkmasını sağlamıştır. İleri sürülen tüm tezler ve projeler, AB’nin
üyeleri arasında homojenlik yaratan düşünsel alt yapıyı oluşturmuş ve bu yolla
AB,
kültür,
uygarlık,
hukuk,
normlar
ve
ilkeler
bütünü
olarak
değerlendirilebilecek “Avrupalılık” kavramını kendisinde toplama olanağı
bulmuştur. Avrupa Birleşik Devletleri oluşturulması biçimindeki önerilerle
Avrupa bütünleşme modellemelerinin yapılmaya başlamış olması da,
günümüzdeki AB’nin kurumsal ve yapısal çerçevesinin çizilmesine katkı
sağlamıştır (Dedeoğlu, 2003/a: 38).
Tarihsel olarak, Avrupa’da modern ve egemen ulus devlet fikri 1648
Westphalia Barışı’ndan sonra ortaya çıkmış ve düşünce konsepti savaş sonrası
döneme kadar dünya tarihinde çok önemli roller oynamıştır. Bu dönemde,
devlet kurma ve ulus bilinci oluşturma girişimleri, birlikte gelişen hareketler
olmuştur. O dönemde Westphalia Barışı’nın ürünü olan egemen devletler
kendi güvenliklerini ve refahlarını sağlamaktan tek tek sorumlu idiler. Devlet,
kendi iç ve dış sorunları ile nasıl başa çıkacağına diğer devletlerden yardım
alarak veya almayarak kendisi karar veriyor ve kendi stratejilerini ve
kararlarını kendisi geliştiriyordu (Tekin, 2002: 71). Bu durum belirli
162
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1(2),2008, 160-188
Dünden Bugüne Avrupa Birliği
bölgelerde kendi sınırları içerisinde kendi iradelerini kullanabilen egemen
devletlerin oluşum sürecini hızlandırmıştır. Ancak gelecek yıllar kendi sınırları
içinde her istediğini yapabilen egemen devlet fikrinin, bölgesel işbirliği ve
ortak karar alma zorunluluğunun hissedilmeye başlanmasıyla, yıpranmasına
tanıklık edecektir.
Doğaldır ki, Avrupa, 17. yüzyılda ortaya çıkan modern ve egemen ulus devlet
aşamasına kolay gelmemiştir. Bu süreçte birçok mücadele yapılmış ve çok
önemli süreçlerden geçilmiştir. Belçikalı iktisat tarihçisi Henry Pirenne,
Avrupa’nın ilk kez 8. yüzyılda denizden karaya yönelerek varlık göstermeye
başladığını belirtmektedir. Pirenne, o dönemde Müslüman Arapların
Akdeniz’e ulaştıklarını, ticari ilişkilerin kesintiye uğradığını ve Antikçağ
döneminden kalma deniz ağırlıklı Avrupa’dan Kıta Avrupa’sına geçildiğini
ifade etmektedir. Bu gelişmenin sonucu olarak; İskenderiye, Antakya, Atina ve
Roma merkezli Hıristiyanlık dünyasının Paris, Aachan ve Magdeburg
bölgelerine kaymasıyla Kuzeybatı Avrupa’da bir yeni siyasal düzen fikri
etrafında siyasal askeri bir güç oluşumu kendini göstermeye başlamıştır
(Canbolat, 1998: 3).
Avrupa kavramının siyasi ve ayırıcı bir medeniyet kimliği kazanması ise
nispeten daha yakın bir zamana rastlamaktadır. Bunda ilk aşama, İslam’ın
ortaya çıkması, Akdeniz’in güneyinin İslam devletinin denetimi altına geçmesi
ve kuzeye doğru bir basıncın oluşmasıdır. İslam akınları denizden, İber
Yarımadası’ndan ve Anadolu’dan, Avrupa kıtası üzerindeki Hıristiyan
kavimleri sıkıştırmış, adeta belli bir coğrafyaya, yani Akdeniz’in kuzeyine
hapsetmiştir. Çaresizlik içinde birbirlerine yaklaşan bu halklar zaman içinde
ortak düşmana ek olarak benzeşen yönlerini ön plâna çıkarmaya başlamışlardır
(Laçiner, 2005: 16).
Avrupa son iki yüzyılda kolonilerinden ayrılmış ve yaşadığı büyük savaşlardan
önemli dersler çıkarmayı başarabilen bir coğrafi bölge olmuştur. Ancak bu
başarı büyük bedeller ödenerek ortaya çıkmıştır. Hitler Almanyası ve
163
Journal of Strategic Studies 1 (2), 2008, 160-188
Mehmet Akif Özer
uygulamaları, faşizm, iki dünya savaşındaki kayıplar, ırkçılık, sömürgelerdeki
insanlık dışı uygulamalar, sosyal ve ekonomik alanda, 19. yüzyıldaki insan
haklarına aykırı uygulamalar, bunlardan sadece bir kaçıdır. Öncelikle Avrupa
bu acı tecrübelerden hareketle yeni bir savaşın çıkmamasını ve insan haklarını
korunması ve geliştirilmesini en önemli önceliği saymıştır. AB’nin kurulması
ve genişlemesi bu düşünce temelinde kendine yer bulmuştur. Bu başarı,
bölgesel entegrasyon teorilerini şaşırtacak şekilde gelişmiştir. Temelinde ise
askeri caydırıcılık yerine ortak paylaşım, ortak değerlerde uzlaşı ve herkesin
kazanımını esas alması bulunmaktadır. Paradigmalarda değişim yaşanmakta,
başkalarının kaybı bizim kazanımız söylemi yerine başkalarının kazanımı
bizim de kazanımız söylemi Avrupa ulusları arasındaki uluslararası ilişkilerin
temel taşlarından birisini oluşturmaktadır (Bal, 2005: 156).
Ancak belirtilen bu savlar, bizlere, tarih boyunca bu bölgede her zaman büyük
güçler arasındaki savaşımların çok boyutta yaşandığı gerçeğini göz ardı
ettirmemelidir.
Dünya politikasına yön vermiş birçok ulus tarafından
bölüşülmenin yol açtığı kutuplaşma süreci, burada tarihin en eski çağlarından
soğuk savaş dönemine dek sürekli bir rekabet ortamının oluşmasına neden
olmuştur. Bu süreç aynı zamanda tarihin evrimine yön vermiş, büyük güçlerin
soğuk savaş sonuna dek bu coğrafyayı bir savaş alanına dönüştürmesine de
tanık olmuştur. Bununla birlikte, Soğuk Savaş sonrası dönemde yaşlı kıtadaki
ideolojik kutuplaşmalar, yerlerini daha uzlaşmacı yapılara bırakmaya
başlamışlardır. Bu bağlamda, ikili ilişkilerin karşılıklı iyi niyet çerçevesinde
yeniden tanımlanması söz konusu olmuş ve bu şekilde çok taraflı diplomatik
girişimler sayıca artmaya başlamıştır (Büyükakıncı, 2003: 329).
SOMUT ADIMLARLA AVRUPA BİRLİĞİ'NE
Her ne kadar Avrupa’nın sınırlarını nereler olduğu tartışması yoğunluk
kazanmış olsa da, yaşanan ekonomik, sosyal ve stratejik sorunlar, Avrupa’da
birleşme fikrini her zaman canlı tutmuştur. Bunun yanında 20. yüzyılda
164
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1(2),2008, 160-188
Dünden Bugüne Avrupa Birliği
dünyada yaşanan hızlı değişim, doğal olarak Avrupa kıtasını da çok
etkilemiştir. Bu dönemde Avrupa haritası yaşanan iki dünya savaşı ile önemli
değişimlere uğramış ve özellikle 2. Dünya Savaşından sonra oluşan
bloklaşmalar sonucunda gerek siyasi gerekse ekonomik anlamda ikiye
bölünmüştür. Bu bloklaşmanın bir tarafında kapalı ekonomileriyle Varşova
Paktı üyesi ülkeler, diğer tarafında ise, liberal ekonomik politikaları
uygulamaya çalışan Batı Avrupa ülkeleri yer almıştır (Yetkin, 2005: 1). Böyle
bir ortamda Avrupa devletleri, yaşanan tüm olumsuzluklar karşısında sağlanan
barış ortamının devamı için her türlü fedakârlığın yapılması gerektiğine
inanmışlardır. Victor Hugo’dan sonra bu düşünceyi somutlaştıran ilk kişi ise,
yapmış olduğu bir konuşmada “Birleşik Avrupa”dan bahseden Winston
Churchill olmuştur. Bu konuşma sonrasında Avrupa’da birleşmelerin yolu
açılmış ve söz konusu süreç hızlanmıştır.
2. Dünya Savaşı sonrası Winston Churchill’in somut olarak ortaya attığı
Avrupa’da birleşme fikri ile gündeme gelen yeni siyasal süreç, ilk olarak Kont
Richard Kalergi’nin 1922 yılında Pan-Avrupa girişimini başlatması ve 1923’te
Pan Avrupa başlıklı küçük bir kitap yayınlaması ile başlamıştır. Ona göre
barışın teminatı, Avrupa’da kurulacak siyasal bir birlikten geçmektedir. Bu
birlik, işbirliğini geliştirirken siyasal sistemlerin modernizasyonuna da hizmet
edecektir. Avrupa’nın kuracağı birliğin, dünyanın diğer bölgelerindeki birlik
çabalarını teşvik edeceğini ve bunun dünya barışını sağlayacağını ileri süren
Kalergi, SSCB’yi de Avrupa devletlerinden saymıştır.
AB’nin 26 üye devletin temsilcilerinden oluşan bir Temsilciler Konferansı
gerçekleştirmesini,
karşılaşılan
anlaşmazlıkların
Antlaşmalarla
düzenlenmesini, Birlik dilinin evrensel dil olan İngilizce olmasını ve bir
gümrük birliği oluşturularak Avrupa Federasyonu Anayasası hazırlanmasını
savunmuştur. Kalergi’nin çizdiği bu model aşamalı bir bütünleşmeye işaret
etmektedir. Buna göre ilk aşamada, homojen ekonomik alan oluşturulacak ve
bu alanı yönetecek bir Pan Avrupa Konferansı, bir Hakem Divanı ve Gümrük
165
Journal of Strategic Studies 1 (2), 2008, 160-188
Mehmet Akif Özer
Birliği oluşturulacaktır. İkinci aşamada ise, federasyon kurulacak ve Avrupa
Anayasası ilan edilecektir. Bu yolla kurulacak Avrupa Birleşik Devletlerinin,
biri halklardan diğeri her üye ülkenin bir temsilcisinden oluşan iki meclisli
parlamentosu bulunacaktır (Dedeoğlu, 2003/b: 43).
1927 yılında Fransa Dışişleri Bakanı Aristide Briand’ın Kalergi’nin kurduğu
Pan Avrupa Birliği’nin başkanlığını kabul etmesi ise yukarda belirtilen sürecin
siyasal ortamda da somutlaşmasını ve Avrupa’da birleşme fikirlerinin ön plana
çıkmasını hızlandırmıştır. Briand birleşme konusunda bir rapor hazırlamış ve
muhtıra şeklindeki bu çalışma 1930 yılında Milletler Cemiyeti’ne üye 26
Avrupa Devletine dağıtılmıştır. Muhtırada kurulacak federasyona üye
devletlerin
hiçbir
şekilde
egemenliklerinden
fedakarlık
etmeyecekleri
belirtiliyordu. Kurulacak yeni yapı, Milletler Cemiyetine üye bütün Avrupa
devletlerinin temsil edileceği bir Avrupa Konferansı, Bir Sekretarya ve bir de
Daimi Siyasi Komiteden oluşan bir örgüt yapısı öngörüyordu (Kabaalioğlu,
1997: 35).
Churchill, 5 Mart 1946 tarihinde, İngiltere’de Westminster Kolejinde yaptığı
konuşmada; "Avrupa Kıtası, Adriyatik Denizi'nden Baltık Denizi'ne doğru
uzanan bir demir perde ile bölünmüştür. Bu perdenin gerisinde ise, Merkezi ve
Doğu Avrupa'nın eski ülkeleri; Varşova, Berlin, Prag, Viyana, Belgrat,
Budapeşte, Bükreş ve Sofya bulunmaktadır. Bu, uğruna savaştığımız
'Özgür Avrupa' değildir." ifadesini kullanmıştır. 19 Eylül 1946 tarihinde
Zürich Üniversitesinde yaptığı başka bir konuşmada ise, Batı Dünyasında
doğal gruplaşmaların bulunduğunu, Birleşik Krallığın da (İngiltere) İngiliz
Uluslar Topluluğunun bir parçası olduğunu ve söz konusu gruplaşmaların,
Dünyadaki yapılanmayı desteklediğini belirtmiştir.
Zürich konuşmasında, ayrıca, benzer bir yapılanmanın;
Avrupa Birleşik
Devletleri’nin, Fransa ve Almanya’nın önderliğinde Avrupa’da da oluşturulması
için derhal harekete geçilmesi gerektiğini açıklamış ve İngiltere, A.B.D. ve
Sovyetler Birliği’nin de böyle bir girişimi destekleyeceğini vurgulamıştır.
166
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1(2),2008, 160-188
Dünden Bugüne Avrupa Birliği
Churchill, ayrıca, A.B.D. Başkanı Truman'a yazdığı bir mektupta ise,
İngiltere'nin Avrupa'daki
içerisinde
yer
bütünleşme
çabalarını
almayacağını belirtmiştir.
destekleyeceğini, ancak
Churchill’e
göre,
İngiltere;
Avrupa'daki yeni yapılanmada, ABD ve İngiliz Uluslar Topluluğu arasında
"hayati bir bağ" işlevini görecektir (Kavalalı, 2005: 3).
Esasında Churchill’in bu görüşlerinin arkasında 2. Dünya Savaşı’ndan sonra
Avrupa’nın “geleneksel güç dengesinin merkezi olma özelliğini kaybetmesi ve
ABD ile Sovyetler Birliği’nin iki süper güç olarak ortaya çıkmış olması
yatmaktadır. Ayrıca bu dönemde Avrupa’nın büyük güçleri, Avrupa dışındaki
siyasal ve ekonomik sömürgelerin başkaldırısı ile karşılaşmışlardır. Diğer
taraftan savaştan hemen sonra Doğu Avrupa ülkelerinin çoğunda komünist
yönetimler oluşturulmuş ve Avrupa Sovyetler Birliği’nin güdümündeki Doğu
Bloğu tehdidine karşı, öncelikle “Batı Avrupa olarak bir araya gelme gereğini
duymaya başlamıştı (Canbolat, 2002: 81). Bu dönemde Hıristiyan ve hümanist
dünya
görüşü
temelinde
komünist
tehlikeye
karşı
Batı
Avrupa’nın
birleşmesinin zorunluluğuna herkes inanmaya başlamıştı. Artık süreç daha
sağlam bir zemine dayanarak gelişmeye başladı.
Bu sürece ivme kazandıran diğer gelişmeler ise, özellikle sömürgelerinden
büyük gelirler sağlayan ülkelerde görülmeye başlanmıştır. 1947 yılında,
İngiltere'nin Hindistan'ın koşulsuz olarak bağımsızlığını tanımasıyla birlikte,
sömürgelerin İngiliz İmparatorluğundan ayrılma süreci ivme kazanmıştır.
Benzer bir şekilde, Fransa, Hollanda, Belçika ve Portekiz de sömürgelerini
kaybetmişlerdir. Böylece, söz konusu ülkeler, özellikle, ucuz ham madde ve
pazar kaybı bakımından, geleneksel ekonomik avantajlarını kaybetmişler,
ancak sömürgelerin savunması ve idari harcamalarının azalması bakımından
ise belli ekonomik kazançlar elde etmişlerdir (Kavalalı, 2005: 3).
Sömürge gelirlerinin azaldığı bir dönemde, Avrupa entegrasyonu projesiyle
Fransa ve Almanya arasında büyük sorunlara yol açan geleneksel gerginliğin
ortadan kalkacağı ve Batı ittifakı için gerekli olan Almanya’nın desteği ve
167
Journal of Strategic Studies 1 (2), 2008, 160-188
Mehmet Akif Özer
katılımının sağlanacağı düşünülmüştür. Bu düşüncenin en büyük destekçileri
olan ABD yöneticileri, böyle bir Avrupa’nın oluşturulabilmesi için gerekli
büyük çapta mali desteği Marshall Plânı’yla sağlamış ve Avrupa entegrasyonu
için uygun bir ortamın oluşmasında önemli rol oynamışlardır (Eralp, 1997: 88).
Marshall Plânı, savaş sonrasının olumsuzluklarının en fazla hissedildiği
zamanda, ekonomik sorunlarına çözüm arayan ve bir taraftan da Sovyet
tehlikesini hissetmeye başlayan Avrupa için adeta bir “kurtarıcı” olmuştur.
ABD, bu şekilde Avrupa’nın bütünleşmesine yardımcı olmaya başlamıştır.
ABD Dış işleri Bakanı George Marshall 1947 yılında Harvard Üniversitesinde
yaptığı bir konuşmada; Avrupa’nın ekonomik sorunlarının çözümünde
yardımcı olacaklarını, ancak bunun için Avrupa’nın ekonomik kaynakların
ortaklaşa kullanılmasına ve kendi aralarında işbirliğine hazır olmaları
gerektiğine vurgu yapmıştır (Canbolat, 2002: 96).
AVRUPA BİRLİĞİ'NİN KURULUŞU
Marshall’ın yukarda özetlenen çağrısı üzerine 1947 Paris Konferansında bir
araya gelen Avrupa ülkeleri, çeşitli önerileri tartıştıktan sonra, 1948’de Avrupa
Ekonomik işbirliği Örgütünü (OEEC) kurdular. 18 ülkenin katılımıyla kurulan
bu örgüt ulusal devletler arasında işbirliği esasına dayanıyordu ve daha çok
İngiltere tarafından temsil edilen geleneksel görüşe uygundu. Ancak İngiltere,
uluslar üstü örgütlerin her türlüsüne karşıydı. Buna rağmen, Avrupa Ekonomik
İşbirliği Örgütü, bu farklı pozisyonun ortaya çıkması ve AB’nin ileriye dönük
gelişimi bakımından tarihsel bir rol oynadı (Canbolat, 2002: 97).
Dört bir koldan AB için sivil toplum örgütleri kurulmasına girişildi.
Hollanda’nın La Haye kentinde 7-11 Mayıs 1948’de bir kongre toplandı.
Kuşkusuz bu kongre, Avrupa’nın bütünleşmesi sürecinde önemli bir yere
sahiptir. Sonraki sürecin rengi de bu kongrede belirlenmiştir (Coşkun, 2001:
40). 16 ülkeden 663 delegenin katıldığı Kongreyi çok sayıda gözlemci
izlemiştir. Kongrenin amacı; AB yolunda geniş desteği sergilemek, harekete
168
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1(2),2008, 160-188
Dünden Bugüne Avrupa Birliği
canlılık katmak ve amaçlarını gerçekleştirebilmek için uygulanabilecek tavsiye
kararları almaktı (Kabaalioğlu, 1997: 53). Kongrede bu doğrultuda
Federalistlerle Birlikçilerin görüşleri, tartışmaların odağında yer almıştır.
Sonuçta bu iki görüşün üzerinde uzlaştığı bir politik metin kabul edilmiştir.
Kongre, bir Avrupa Konseyi kurulması önerisini kabul etmiştir(Coşkun, 2001:
41).
Savaşın olumsuz etkilerinin çok fazla hissedilmeye başlandığı bu dönemde,
Avrupa’da yeniden yeşeren birlik olma eğilimi kısa sürede somut sonuç
vermeye başlamıştır (Bulaç, 2001: 18). Ayrıca bu ortamda Sovyet tehdidinin
yarattığı baskı, İngiltere, Fransa ve Benelüks ülkeleri arasında, ekonomik ve
askeri işbirliği amaçlı Brüksel Antlaşması'nın 17 Mart 1948 tarihinde
imzalanmasına neden olmuştur (Kavalalı, 2005: 3). Ardından da 1950
Mayıs’ında Fransa Plânlama Teşkilatı adına Jean Monnet ve Dışişleri Bakanı
Robert Schuman, Fransız ve Alman demir-çelik üretimini, üst yetkilerle
donatılmış
ortak
bir
kurumun
denetimine
bırakacak
bir
bildirge
imzalamışlardır.
Schuman deklarasyonu olarak bilinen bu sözleşme kısa sürede, Belçika, İtalya,
Lüksemburg ve Hollanda’nın katılımıyla Paris Antlaşması ismi ile resmilik
kazanmış ve böylelikle de Avrupa Kömür-Çelik Topluluğu (AKÇT) kurularak,
bugünkü AB’nin ilk temeli atılmıştır. 2. Dünya Savaşı sonrasında 1950’lilerin
Batı Avrupa’sı, hızla sömürgeciliğin tasfiye edildiği, sosyal devlet ilkesinin
yerleştiği ve liberal ekonominin tüm kurumlarıyla uygulandığı bir blok haline
gelmiştir. Yine aynı dönemde, ticarette uygulanan liberalizasyon politikaları
doğrultusunda imzalanan uluslararası ticaret Antlaşmaları, 1950'lerden beri
devam eden tarife oranlarındaki düşüşler ve bunların yanı sıra Uruguay Round
Görüşmeleri çerçevesinde, ülkelerin tarife dışı engelleri aşamalı olarak
kaldırmaları, dünya ticaret hacminin dünya üretiminden daha hızlı artmasına
yol açmıştır (Yetkin, 2005: 1). Avrupa’da 1950’den sonra tasarruflar ve
teknoloji belli düzeyin üstüne çoktan çıktığından, yan koşullar tamamlandığı
169
Journal of Strategic Studies 1 (2), 2008, 160-188
Mehmet Akif Özer
için serbest mal dolaşımı politikası taraftar toplamış ve özellikle Amerikan
firmalarının rekabeti Avrupalı büyük sanayicileri uyandırıp bir an önce
harekete geçme konusunda teşvik etmeye başlamıştır (Aytür, 1970: 87).
Ancak tüm bu çabalara rağmen, Avrupa birliğinin kurulması yolundaki bütün
girişimler zayıf bir karakterde kalmıştır. Kendisini toparlayan bir Almanya’yı
denetleyebilecek güçte hiçbir merkezi örgüt kurulamamıştır. Bu sebeple
Fransızların gözünde Alman sorunu çözülmemiştir. Diğer taraftan da işgal
altında olan ve kendilerini savunmaktan aciz, tehdit altında hisseden Almanların
bu durumu ise geçici bir aşama olarak kabul edilebilirdi. Bu nedenlerden dolayı,
özellikle Fransa’nın önderliğinde AKÇT, BAB, AST, AAET gibi birliklerin
kurulması gündeme gelmiştir (Bozkurt, 2001: 60).
AKÇT’nin uluslar üstü statüsü Fransa’yı öylesine heyecanlandırmıştır ki, bu
örgütün kurulmasının hemen ardından, Fransa doğrudan savunma alanında
birleşmeyi gündeme getirmiştir. Ancak AKÇT üyelerinin silahlı kuvvetlerinin
uluslararası bir ortak yönetime bırakılmasını öngören Avrupa Savunma
Topluluğu girişimi, 1954 yılında bizzat Fransız Parlamentosunun muhalefetine
takılmıştır. Bu nedenle bütünleşme hareketinin, başlangıçta öngörülmüş
olduğu gibi yavaş seyretmesini doğal karşılamak gerekmektedir (DPT, 2005:
2).
Aslında
söz
konusu
kuruluşlarda
Fransa
hakimiyetinin
olması;
Almanya’nın ekonomik gücünün 1914, 1938, 1939 yıllarında olduğu gibi,
tekrar politik ve askeri yönden egemen olma taleplerine dönüşme tehlikesini
ortadan kaldırmak için Batı Almanya’yı ekonomik olarak bünyesine almak
şeklinde yorumlanmıştır (Stapelfeld, 2001: 56).
1950 yılında AKÇT ile ekonomik alanda elde edilen başarıların yanında, 1952
yılında Avrupa Savunma Topluluğu ve 1953 yılında Avrupa Siyasal Topluluğu
gibi bütünleşme girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır. 1952 tarihli Avrupa
Savunma Topluluğu, 1954 tarihinde onaylanmak üzere getirildiği Fransız
parlamentosunda reddedilmiştir. Bu siyasi topluluğu oluşturma çalışmalarının
başarısızlığa uğraması ve federasyon düşüncesinin terk edilmesi sonucunu
170
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1(2),2008, 160-188
Dünden Bugüne Avrupa Birliği
doğurmuştur. Bu sebeple ekonomik entegrasyon gerçekleştirilmeksizin siyasi
entegrasyona ulaşılamayacağı şeklindeki görüş ortaya çıkmış ve bu doğrultuda
ekonomik entegrasyon çabaları yoğunluk kazanmaya başlamıştır (Yazgıç,
2005: 17-18).
AKÇT’nin kuruluşundaki ve bununla ilgili uygulamadaki başarılar, Avrupa
ülkelerinin farklı yeni oluşumlara gitmelerine yol açmıştır. Bu süreçte
Venedik’te “Genel Bir İktisadi Birlik ve Nükleer Alanda Bir Birlik Kurulması
İmkânları” başlıklı rapor kabul edilmiş, AKÇT’ye üye ülkeler 1955’te Messina
Konferansında daha geniş kapsamlı bir Avrupa Ekonomik Topluluğu ve
Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (EURATOM) kurulmasını benimsemişlerdir.
Amaç, gümrük birliği ve ortak pazar yoluyla Avrupa’nın entegrasyonunu
kolaylaştırmaktı. Her iki topluluğun kuruluşuna ilişkin sözleşmeler 1957’de
Roma’da imzalandı. Kuruluşlar ise 1958 başında Brüksel’de etkinliklere
başladılar. Bünyesinde komisyon, bakanlar konseyi, parlamento ve adalet
divanı bulundurmaları ile, bu iki topluluk da Avrupa Kömür ve Çelik
Topluluğu modeline uygundu (Canbolat, 2002: 98).
Bu önemli gelişmelerin ilk adımı ise 6 Mayıs 1956’da Belçika Dışişleri Bakanı
Paul-Henry Spak’ın, AKÇT üyelerine Avrupa Ekonomik Topluluğu ve Avrupa
Atom Enerjisi Topluluğu kurulmasına ilişkin bir proje sunmasıyla başladı.
Spak’ın projesi kısa sürede olumlu karşılandı ve 29 Mayıs 1956 tarihinde
Venedik’te toplanan üye ülkelerin dış işleri bakanları, bu iki topluluğun
kurulması için görüşmeler yapmak üzere bir hükümetler arası konferans
düzenlenmesine karar verdiler. 26 Haziran 1956 günü ise AET ve AAET
kurulması için Brüksel’de görüşmelere başlandı (Coşkun, 2001: 48). Bu
konferansta iki yeni Avrupa Topluluğunun daha kurulması kararlaştırılmıştır.
Uzun süren görüşmeler ve teknik çalışmalardan sonra 25 Mart 1957’de bu kez
Roma’da imzalanan antlaşmalar ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ve
Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (EURATOM) kurulmuştur (Yazgıç, 2005:
18).
171
Journal of Strategic Studies 1 (2), 2008, 160-188
Mehmet Akif Özer
AB’nin kurulmasındaki en önemli temel taşı kabul edilen, Avrupa Ekonomik
Topluluğu (AET) 1957 yılında altı Batı Avrupa Devleti (Almanya, Fransa,
Belçika, Hollanda, Lüksemburg ve İtalya) arasında imzalanan “Roma
Antlaşması” ile kurulmuştur. AET’ye hukuken ve fiilen uluslararası bir
kuruluş olma niteliğini kazandıran Antlaşma, 01 Ocak 1958 tarihinde
yürürlüğe girmiştir. Üye devletler arasındaki gümrük birliği ise, 1 Temmuz
1968’de gerçekleşmiştir (Ertan, 2005: 1). Avrupa Topluluğu (AT) 1951 Paris
Antlaşması ile kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) ve Roma
Antlaşması ile kurulan Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ve Avrupa Atom
Enerjisi Topluluğu (EURATOM)’dan oluşmaktadır (Emirhan-Gün, 2001: 42).
Organların birleştirilmesi esnasında AKÇT’yi kuran Paris Antlaşması ile
Avrupa Ekonomik Topluluğu, Avrupa Atom Enerjisi Topluluğunu kuran
Roma Antlaşması yerine geçecek tek bir anlaşmayla kurulacak bir Avrupa
Topluluğu oluşturulması doğrultusunda ilk adımdır (Noel, 1980: 6).
Tüm bu Antlaşmalar; Avrupa ülkeleri arasında daha sıkı bir işbirliğinin
kurulması,
ekonomik
gelişmenin
sağlanması,
Gümrük
Birliğinin
oluşturulması, istihdam koşullarının ve yaşam kalitesinin sürekli iyileştirilmesi
gibi birçok amacın gerçekleştirilmesi sürecinde ilk adımlar olmuştur. Bu
süreçte oluşturulan Birliğin temel amacı ise, üye ülkelerin, önce ekonomik ve
sonuçta da siyasal birlik içinde bütünleşmesini sağlamaktı. Ancak böylece
ortaya çıkacak olan büyük bir pazarın yaratacağı imkânlardan yararlanılarak
Avrupa’ya eski gücünü kazandırmak ve Birliğe katılan ülke halklarının refah
seviyesini yükseltmek mümkün olacaktır (Bulaç, 2001: 26). Bu amaçla
Avrupa’da bir federal devlet oluşturmaya öncülük edenler 1957 yılında kabul
edilen Roma Antlaşmasıyla AET’nin kurulmasına razı olmuşlardır. Ama
ekonomi alanında bir birleşmeyi öngören bu antlaşmanın Avrupa’yı gelecekte
bir siyasal birliğe götüreceği umudunu korumuşlardır. Bu umut Antlaşmada
“ever
closer
union-her
geçen
gün
Birliğe
daha
yakın”
ibaresinde
somutlaşmıştır (Tekeli-İlkin; 2000: 563).
172
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1(2),2008, 160-188
Dünden Bugüne Avrupa Birliği
AET, kuruluşunun ertesinde, Avrupa’nın bütünleşmesinde temel araç işlevini
görmeye başlamıştır. Ancak, başarılı olduğu genel olarak kabul edilmekle
birlikte Avrupa'daki bütünleşme süreci, dört genişleme hareketi sonucunda
kurucu altı üye ülkeye zaman içerisinde katılan dokuz yeni üye ülke ile sadece
Batı Avrupa ülkelerini kapsayan bir bütünleşme hareketinden oluşmuştur
(Kavalalı, 2005: 1). Bu sürecin somut ürünü olan AET ise, kısa bir müddet
içinde dünyanın en büyük ithalâtçısı ve ikinci büyük ihracatçısı olması, söz
konusu bu genişlemeye zemin hazırlamıştır. AET ülkelerinde 1958-1962
yılları arasında milli gelir %21 (ABD’de %18) ve sanayi üretimi %37
(ABD’de %28) artmıştır (Koçdemir, 2000: 57).
AB’nin, üye ülkelerin bir anlamda ulusal yetkilerinin bir kısmını uluslar üstü
bir teşkilata devrederek, istikrara ve refaha dayalı Birleşik bir Avrupa’nın
oluşturulması yönünde entegrasyonu sağlama ve ortak politikalar oluşturma
hareketi olduğunu söyleyebiliriz. Demokratik yollarla seçilen Parlamentosu,
periyodik aralıklarla toplanan Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi, kurucu
anlaşmaların ve yürürlükteki birlik müktesebatının koruyucusu Komisyonu,
birlik hukukuna yönelik ihlalleri önleyen Adalet Divanı, birliğin akçalı
yönetimine ilişkin işlemleri izleyen Sayıştay, birlik bünyesinde projeleri,
finanse eden Bankası ve danışma niteliğindeki çeşitli komitelerle, sosyal ve
bölgesel çıkar gruplarının temsil eden grup ve kurulları ile topluluk (Pıtırlı,
2000: 17), bu çapta bir kuruluş için fazla sayılamayacak yarım asırlık bir
zaman süreci içinde uluslararası camiada güçlü ve saygın yerini almıştır
Bugünkü AB’nin temeli ve başlangıçta B.Almanya, Fransa, İtalya ve üç
Benelüks ülkesi Belçika, Hollanda ve Lüksemburg tarafından kurulan AET’nin
üye sayısı 1970’lerde İngiltere, İrlanda ve Danimarka’nın katılımıyla 6’dan 9’a
yükselmiştir. 1980’lerde Yunanistan, İspanya, Portekiz, 1990’larda Avusturya,
İsveç, Finlandiya’nın katılımı ile Topluluk 15 üyeye ve 375 milyon nüfusa
sahip büyük bir pazar haline gelmiştir. Nihayet 1990’ların başında imzalanan
Maastrich Antlaşması ile topluluk ekonomik birliktelikten siyasal birliğe doğru
173
Journal of Strategic Studies 1 (2), 2008, 160-188
Mehmet Akif Özer
kurumsal yapılanmasında önemli adımlar atmıştır (Dartan, 2002: 99).
Böylesine bir süreçten geçen Avrupa bütünleşme hareketinin temelinde
yepyeni bir felsefenin ürünü yatmaktadır. Ulusal düşmanlıkları aşan,
üyelerinin farklı çıkarlarını ortak hedefler çevresinde birleştiren bu felsefe,
doğal olarak, ortak ilke ve değerlerle anlam kazanmıştır. Bu ilke ve değerler,
demokrasi, insan hakları ve temel özgürlüklerdir. Bunları benimsemiş
insanlardan oluşan toplumlar, bu toplumların demokratik kurallarla seçecekleri
yönetimler,
kuşkusuz,
Avrupa’da
birlik
ve
beraberliğin
güvencesini
oluşturacaktır. Bu ilke ve değerlerin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması
amacıyla Avrupa Konseyi kurulmuştur (DPT, 2005: 2).
AVRUPA BİRLİĞİ'NİN GENİŞLEMESİ
AB’nin bugünkü konumuna ulaşması, daha çok genişleme sürecinde elde
edilen başarılardan kaynaklanmaktadır. Bu sürece biraz daha ayrıntılı
baktığımızda 1969 yılına kadar gitmek gerekmektedir. Bu tarihte AB’yi kuran
6 temel ülke için “görev başarılmış” bir ortam söz konusu idi. Çünkü yola
çıkışları sadece ekonomik birlik ve bundan güç sağlamaktı. Ancak neden bu
ülkeler bu noktada durmadılar ve genişleme için çaba harcadılar? Bu soruya
çeşitli şekillerde cevap veriliyor. Öncelikle özellikle tarım ve rekabette
uygulanan
politikaların
uygulanması
için
yönetim
mekanizması
gerekmekteydi. Bunun yanında hiçbir zaman ideal bir ortak pazara
ulaşılamamıştı. Bu süreçte ortaya çıkan boşlukların doldurulması ve
eksikliklerin giderilmesi gerekiyordu (El-Agraa, 2004/a: 414-515). Bunun
yönteminin ise genişlemek ve bir an önce kurumsal yapıyı güçlendirmek
olduğu yönünde kamuoyunda yaygın bir konsensüs bulunmaktaydı.
AB’nin genişlemesinin teorik temelleri; 21 Ekim 1970’te topluluk üyesi
devletler Lahey’de alınan kararlar doğrultusunda siyasal işbirliğinin ve bu
amaçla üye devletlerin dışişleri bakanlarının periyodik olarak toplanmasını ve
üye ülkelerin dış politikalarının uyumlaştırılmasını öngören Davignon
174
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1(2),2008, 160-188
Dünden Bugüne Avrupa Birliği
Raporu’nu onaylamalarıyla atılmıştır. Yine hükümet ve devlet başkanları; bu
rapora paralel bir şekilde; Ekim 1972’de gerçekleştirilen Paris Zirvesi’nde
çevre, enerji ve bölgesel konularda yeni politikaların geliştirilmesi, Aralık
1974 zirvesinde ise, Topluluğun uğraştığı iç sorunlardan kurtularak, hızlı, aktif
ve verimli çalışması üzerinde durmuşlar ve bunun sonucunda bir hareket plânı
hazırlamışlardır.
Buna göre, Avrupa Parlamentosu üyelerinin doğrudan halk tarafından
seçilmesi ve hükümet ya da devlet başkanlarının katıldıkları zirvenin Avrupa
Konseyi’ne dönüştürülmesi kararlaştırılmıştır. Bu sırada Belçika Devlet
Başkanı Leo Tindemans’ın hazırladığı rapor ise; dış politika, savunma ve
ekonomi gibi konuların ve ilişkilerin ortak hale getirilmesi, topluluk içinde
bölgesel dengesizliklerin giderilmesi için gerekli çalışmaların yapılması, AB
konusunda halkın desteğinin güçlendirilmesi ve ortak kurumların yetkilerinin
artırılması gibi hususları gündeme getirerek, genişleme sürecinin teorik
temellerinin atılmasına önemli katkı sağlamıştır.
Bu dönemde hazırlanan Genscher Colombo Plânı ise Avrupa Konseyi’ni ortak
karar sürecine dahil etmek, Avrupa toplulukları ve siyasi işbirliği konularında
tek bir bakanlar konseyi oluşturmak, Avrupa Parlamentosu’nun gücünü
artırmak, siyasal işbirliğini yürütecek bir sekretarya oluşturmak gibi yeni
öneriler gündeme getirmiştir (Özer, 2003: 58). Önerileri bu tarihte pek kabul
görmese de, söz konusu rapor daha sonra hazırlanacak Tek Avrupa Senedine
ilham kaynağı olmuştur.
Yukarda belirtilen çalışmalar ve hazırlanan raporlarla teorik alt yapısı
hazırlanan Topluluğun ilk genişlemesi, 1973 yılında gerçekleşmiştir.
Topluluğun ilk kez genişlemesi, 10 Ocak 1973’te İngiltere, Danimarka ve
İrlanda’nın katılımıyla olmuştur. Norveç ise, halkının referandum sonucu
katılımı istememesi nedeniyle, 1973 yılında Topluluk ile sadece serbest ticaret
anlaşması imzalamıştır. İngiltere’nin AB içindeki konumu tarihsel açıdan hep
farklılıklar içermiştir. Bu ilk genişleme dalgasının en önemli aktörü ise yine
175
Journal of Strategic Studies 1 (2), 2008, 160-188
Mehmet Akif Özer
İngiltere olmuştur. Nitekim bu ülke AB’ye uzun yıllar sıcak bakmamış ve
temelleri 1957’de atılan Birliğe ancak 1973’te üye olabilmiştir. Gerçi
1960’ların sonunda Fransa’nın vetosuyla karşılaşmış, De Gaulle İngiltere’yi
Avrupa Topluluğu içinde ABD’nin bir “Truva Atı” gibi görmüş ve üyeliğine
karşı çıkmıştır (Hacısalihoğlu, 2001: 78).
İngiltere, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, 1948 yılında imalat sanayi üretim
endeksi en yüksek ülke iken, 1967 yılında oldukça düşük endekse sahip
olmuştur. Bu durumun, 1961 yılı itibarıyla, Almanya'nın yabancı sermayeyi
özendirici düzenlemeleri azaltma yönüne gittiği ve diğer ülkelerden iş gücü
talebinde bulunduğu bir dönemde, İngiltere'nin neden AT'ye üye olma
talebinde bulunduğunu, ekonomik yönden açıkladığı düşünülmektedir. Böyle
bir ortamda İngiltere’nin, 1959 yılında, tamamen ekonomik hedeflere yönelik
ve uluslararası yapıda ve bir bakıma AET’yi dengeleme amacını da güden,
"Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi’nin (EFTA)" kurulmasına öncülük etmesi ise
hiç şaşırtıcı olmamıştır.
Ancak, eski sömürgeleriyle özel ilişkileri bulunmakla birlikte, İngiltere'nin
ucuz
ham
madde
ve
avantajlarının erozyona
pazar kaybı bakımından geleneksel ekonomik
uğradığı bir dönemde, EFTA'nın kuruluşundan
beklenen ekonomik kazanımları yeterince sağlayamadığı da söylenebilir
(Kavalalı, 2005: 1-3). Böylece, EFTA kurucu üyelerinden İngiltere ve
Norveç, sırasıyla, 9 ve 10 Ağustos 1961 tarihlerinde, İrlanda'nın 31 Temmuz
1961 tarihinde yaptığı başvurunun ardından, AT'ye üye olmak için resmen
başvuruda bulunmuştur. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi Fransa Devlet
Başkanı General de Gaulle, İngiltere'nin üye olmak istediğinden kuşku
duyduğunu 14 Ocak 1963 tarihinde yaptığı bir basın toplantısında dile getirmiş,
bir kaç gün sonra ise, adaylık başvurusunda bulunan ülkelerle ilgili müzakereler
askıya alınmıştır.
İngiltere, 11 Mayıs 1967 tarihinde, AT'ye katılmak için tekrar başvuruda
bulunmuştur. İngiltere'nin üyelik başvurusunu, İrlanda, Danimarka ve
176
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1(2),2008, 160-188
Dünden Bugüne Avrupa Birliği
Norveç'in başvuruları izlemiştir. Ancak, General de Gaulle, İngiltere'nin AT'ye
katılma isteğini kabul etme konusundaki olumsuz tutumunu sürdürmüştür.
Bununla birlikte, Komisyon, İngiltere, Danimarka, İrlanda ve Norveç’in AT'ye
üyelik başvuruları konusunda görüşünü 13 Eylül 1967 tarihinde bildirmiştir.
Konsey, 22-23 Temmuz 1969 tarihlerinde gerçekleştirdiği toplantıda,
Komisyonun anılan ülkeler ile ilgili görüşünü güncelleştirmesini talep etmiş ve
Komisyon, 1 Ekim 1969 tarihinde görüşünü güncelleştirmiştir (Kavalalı, 2005:
3). 30 Haziran 1970 tarihinde ise, aday ülkeler ile katılım müzakereleri
Lüksemburg'ta başlamış ve Danimarka, İrlanda ile İngiltere 1 Ocak 1973
tarihinde AT’ye katılmışlardır. Norveç’in katılma Antlaşması ise, bu ülkede
yapılan bir referandum ile reddedilmiştir (Ertan, 2005: 1).1969 yılında yapılan
La Haye Zirvesinde, Topluluklara katılma talebinde bulunan İngiltere, İrlanda,
Danimarka ve Norveç ile konuya ilişkin müzakerelerin başlatılması zaten
kabul edilmişti (Manisalı, 2002: 52).
1971 yılı bütünleşme sürecinin gelişmesinde durgunluk dönemecidir. Avrupa
ekonomilerinin para ve genişleme sorunları, 1973-1974 yıllarında enerji
kriziyle daha da büyümüştür. Kriz, daha ileri bir genişleme ile 1975'te 46
Afrika, Karaip ve Pasifik ülkesiyle, 1976’da COMECON ülkeleri, 19761977’de Kuzey Afrika ve bazı Orta Doğu ülkeleri, 1978’de Çin ile yeni
kurulan veya tazelenen ticari bağlantılar aracılığıyla çözülmeye çalışılmıştır.
1970’li
yıllarda
bütünleşmenin
derinleşmesine
ilerleyişi
ise
Avrupa
Parlamentosu’nun doğrudan seçimlerle oluşturulması ve 1979’da Avrupa para
sisteminin işlerliği kavuşturulması için yapılan girişimler de somutluk
kazanmıştır (Güler, 1988: 166).
AB’de ilk genişleme dalgasının görüldüğü 1970’lerde tüm dünyada
uluslararası sistemde önemli ekonomik ve siyasi sorunlar baş göstermiştir.
Bretton Woods düzeninin önemli bir öğesi olan ve uluslararası para
piyasalarında istikrarı sağlamayı amaçlayan sabit kur sistemi bu dönemde
çözülmüştür. Bu sistemin çözülmesinde; ABD, Avrupa ve Japonya arasındaki
177
Journal of Strategic Studies 1 (2), 2008, 160-188
Mehmet Akif Özer
1950 ve 1960’lardaki uyumun bozulmasının, ekonomik politikalarda
işbirliğinin azalmasının ve ekonomik rekabetin artmasının büyük etkileri
olmuştur.
ABD sabit kur sisteminde doların devalüe edilmemesinden dolayı doların
değerinin arttığını ve Amerikan dış ticaretini olumsuz etkilediğini savunurken,
Avrupalılar
ABD’nin
doların
Bretton
Woods
sistemindeki
merkezi
konumundan yararlanarak uluslararası piyasalara haddinden fazla dolar
sürdüğünü iddia etmişlerdir. Uluslararası para sistemine ilişkin bu tartışmalar
1973 yılındaki petrol fiyatlarındaki aşırı artışlardan sonra daha da ivme
kazanmıştır. Bu durum ise Batı ittifakında petrol ithalâtına bağımlı olan
Avrupa ülkelerini ve Japonya’yı ABD’den daha fazla sarsmıştır (Eralp, 1997:
94). Böyle bir ortamda Avrupa ülkeleri mevcut politikalarını gözden
geçirmeye başlamışlardır.
AB’nin ikinci genişlemesi ise 1975 yılında Yunanistan’ın tam üyelik
başvurusunda bulunmasıyla gerçekleşmiştir. Bu başvuru ile başlayan
müzakereler 6 yılda tamamlanmış ve ikinci genişlemenin tek ülkesi olan
Yunanistan ancak 1 Ocak 1981’de Topluluk üyesi olabilmiştir. Yunanistan’ın
ardından Topluluğa tam üye olabilmek için İspanya ve Portekiz, 1977 yılında
başvuruda bulunmuşlar, ancak 1986 yılında tam üye olabilmişlerdir. Bu
şekilde her iki ülke de, Avrupa Topluluğunun üçüncü genişlemesinde yerlerini
almışlardır.
Avrupa Topluluğunun ikinci ve üçüncü genişlemesi; Yunanistan'ın "Albaylar
Cuntası (1967-1974)", İspanya'nın "Franco Rejimi (1939-1975)" ve Portekiz’in
ise "Salazar Rejimi (1932-1968)"nden sonra demokrasiye geçişleri, özellikle
demokrasiyi yaşatma çabalarının bir sonucu olarak, Topluluğa ayrı ayrı üyelik
başvuruları ve bu başvuruların, esasen siyasi gerekçelerle Topluluk tarafından
desteklemesi ile, anılan ülkelerin Topluluğa katılımları ile tamamlanmıştır.
Topluluk 1994 yılında dördüncü büyük genişlemesini gerçekleştirmiştir. Bu
tarihte Topluluğa tam üyelik için başvurularını yapmış olan Avusturya, İsveç
178
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1(2),2008, 160-188
Dünden Bugüne Avrupa Birliği
ve Finlandiya ile katılım müzakereleri başlatılmış, 30 Mart 1994 tarihinde
üyeliğe kabul edilmeleri ve bu kararın 1 Ocak 1995’te yürürlüğe girmesi ile
üçüncü genişleme gerçekleşmiştir. Böylece AT’nin üye sayısı 15’e
yükselmiştir.
Avrupa Topluluğunun söz konusu bu dördüncü genişlemesi; 9 Kasım 1989
tarihinde Berlin Duvarının yıkılmasının ardından, "tek kutup"lu ve tarafsızlığın
"Soğuk Savaş" dönemine göre öneminin kalmadığı bir dönemde ve AB
Antlaşmasının 1 Kasım 1993 tarihinde onay işlemlerinin tamamlanarak
yürürlüğe girdiği, böylece AB tarafından Ortak Dış ve Güvenlik Politikasının
oluşturulması sonrasında, belirtilen üç ülkenin AB'ne katılımları ile
gerçekleşmiştir (Kavalalı, 2005: 3).
1 Mayıs 2004 tarihinde Estonya, Litvanya, Letonya, Macaristan, Çek
Cumhuriyeti, Slovakya, Polonya, Kuzey Kıbrıs, Malta ve Slovenya Avrupa
Birliği’ne üye olmuştur. Bu genişlemenin son aşaması da geçtiğimiz günlerde
1 Ocak 2007 tarihinde Bulgaristan ve Romanya’nın da Birliğe katılmasıyla
tamamlanmıştır. Avrupa Birliği artık 27 üye ülkeyi içeren geniş bir politik
oluşum olarak dünya konjonktüründe yerini almıştır.
Son genişleme, Avrupa kıtasının büyük bir kısmını kapsayarak Avrupa
Birliği’nin küresel platformda özellikle uluslar arası güvenlik ve işbirliği gibi
konularda daha fazla söz sahibi olmasını sağlayarak Avrupa Birliği’ne dünya
politik gündeminde daha etkin bir rol yüklemiştir. Bu şekilde, son genişleme
ülkelerinin üyelik süreçleri ve nihai üyelikleri, demokrasi, azınlık hakları gibi
kavramların Avrupa Birliği bünyesinde daha etkin bir biçimde ele alınarak
Birliğin normatif yapısı daha fazla ön plana çıkmıştır.
Avrupa Birliği, ekonomik bir birlikten politik bir oluşuma doğru bütünleşme
sürecinde ilerlerken bugün geldiği noktada kendini bu normatif yanıyla ve
liberal demokratik değerlere bağlı kalınarak uygulanan çok yönlü uzlaşım
politikalarıyla tanımlayan bir oluşum olarak dünyadaki yerini belirlemektedir
ve bu değerler çerçevesinde Avrupalı kimliğini yaratmaktadır. Bu durum,
179
Journal of Strategic Studies 1 (2), 2008, 160-188
Mehmet Akif Özer
Birliğe üye olmak için çaba gösteren ülkeler açısından farklı zorlukları
beraberinde getirecektir. Avrupa Birliği üyeliği, özellikle 1980’ler boyunca
devam eden ve Yunanistan, İspanya ve Portekiz’in Birliğe katıldığı dönemde
süregelmiş olan politikaları kısmen geride bırakarak normatif yanı ağır basan
bir oluşum içine girmiştir. Bu oluşum özellikle son genişleme ile pekişerek
aday ülkelerin şartlarını zorlamaktadır (Erdin, 2008: 1).
AB bütünleşme sürecinde ilerlerken, hem uluslararası sistemden, hem de AB
sisteminden kaynaklanan çeşitli krizlerle karşılaşmıştır. Bu krizler sonrasında,
AB'nin, kaybettiği dinamizmi genişleme hareketlerinde aradığı ve yakalamayı
başardığı, ayrıca, genişleme süreçleri sonucunda bütünleşmeye kaldığı yerden
devam ettiği düşünülmektedir. Bütün genişlemeler sırasında çözülmesi
gerekenin, altı kurucu ülke için oluşturulan sistemin daha fazla sayıda ülke için
nasıl işletileceği sorununda olduğu şeklinde yaygın bir konsensüs oluşmuştur.
Bu sorun, esasen kurucu antlaşmalarda yapılan değişikler ile giderilmeye
çalışılsa da, 27 üyeli AB’nin halâ nasıl genişleyeceğinin tartışıldığı günümüzde
de çözüm beklemektedir.
SONUÇ
AB, iyimser bir bakış açısıyla, demokratik ilkelerin hakim olduğu, üye
ülkelerin sosyal politikalarında çağdaş demokratik ve liberal, insan hak ve
özgürlükleri ve hukukun üstünlüğünün gözetildiği, yönetenlerle yönetilenlerin
genelde uyum içinde olduğu, dünya çapında önemli bir birlik görünümündedir.
Tüm dünya geneline baktığımızda AB’ye üye ülkeler, sanayileşmiş hatta çoğu
sanayi
devrimini
başlatmış
ülkeler
grubunda
yer
almaktadırlar.
Sanayileşmeden kaynaklanan sosyal sorunların çözümü için demokratik
mekanizmalar geliştirmişlerdir. Birlikte eskiden beri yerleşmiş olan sanayi ve
ticaret geleneği ve bunun bir sonucu da sermaye birikimi mevcuttur. Bu ve
sahip olduğu kalifiye işgücü ile Birlik, 21. yüzyılda bir sanayi ötesi toplumu
olma hedefindedir.
180
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1(2),2008, 160-188
Dünden Bugüne Avrupa Birliği
Avrupa’da birlik fikirlerinin hararetle tartışılmaya başlandığı 20. yüzyılın
başından
sonuna
dek,
Avrupalıların
ekonomik
ve
siyasal
güçlerini
birleştirebilecekleri bir birlik oluşturmaları fikrinin arkasında da bu düşünceler
yatmaktadır. Yani AB’de, küreselleşen dünyada ABD, Japonya, Çin, Rusya
gibi aktörlerin önünde en güçlüsü olmak istemektedir. En güçlü olan süreçten
en çok katkıyı elde edecektir. Ancak AB’nin çok güçlü bir birlik olması,
karşılaştığı sorunları çok çabuk çözmesi kadar kolay görünmüyor. Kuruluş
aşamasında dahi birçok sorunla karşılaşan, bütçesini oluştururken üyeleri
anlaşamayan, henüz herkesin kabul ettiği bir Anayasası olmayan bir Birlik,
nasıl dünyanın en güçlü küresel aktörü olacaktır? Bu sorunun cevabını kimse
bilmiyor.
Bugünden baktığımızda, AB’yi gelecekte bugün olduğundan çok daha büyük
sorunların beklediği çok açık olarak görülmektedir. Özellikle küresel rekabet
konusunda karşısında önemli rakipler bulunmaktadır. Bunlar ABD ile birlikte,
Çin, Rusya ve Japonya’dır. Bu veriler gelecekte dünyanın çok kutuplu bir yapı
sergileyeceğinin mesajını vermektedir. Eğer AB süper güç olmak istiyorsa,
Türkiye gibi büyük bir gücü de arkasına almak zorundadır. Türkiye’nin
yüzyıllar boyunca bölgesinde yaşadığı tecrübe ve ilişki düzeyinin verdiği
stratejik güç, AB’ye katkı sağlayabileceği en önemli unsurları başında
gelmektedir. Ayrıca Türkiye’nin AB’nin çok önem verdiği doğal gaz ve petrol
kaynaklarının dünyaya ulaşması için gerekli yolların tam üzerinde güvenli bir
ülke olarak bulunması da, AB’nin Türkiye’yi yanına almasının gerekliliğini
ortaya koyan çok önemli bir nedendir. Körfez petrol yatakları sona erdikten
sonra dünya petrol ihtiyacını ve doğal gaz ihtiyacını karşılayabilecek en
önemli rezervler Orta Asya’da ve Kafkasya’da bulunmaktadır ve bu
kaynakların AB ülkelerine güvenilir bir şekilde aktarılabilmesi için
Türkiye’den daha önemli bir ülke bulunmamaktadır (Demir, 2006: 2).
AB ile ilgili yapılan değerlendirmelerde, bugüne kadar AB’nin yalnızca siyasal
bir toplum oluşturmadığı, aynı zamanda bir birliğin paylaşması gereken
181
Journal of Strategic Studies 1 (2), 2008, 160-188
Mehmet Akif Özer
değerleri de ortaya koyduğu belirtilmektedir. Öncelikle AB halkı üzerinde
doğrudan etkisi ve uygulamaları olan hükümetlerce uygulanan bir yönetişim
sistemi geliştirmiştir. Bunun yanında hükümetlere kaynak kullanma ve
yargılama hakkı vermiş ve AB hukukunun uluslar üstü olmasının tüm üyelerce
kabul edilmesini sağlamıştır. AB yargılamasının başarısızlığı veya diğer
olumsuzluklar karşısında üye devletlerin inisiyatifi sürdürülerek, üyelere
içişlerinde bir serbestlik tanınmıştır. Azınlıkların görüşlerini de dikkate alan,
Adalet Divanı ile üye ülkeler arasında çıkan anlaşmazlıkları üst bir irade ile
çözen, seçilmiş vekillerden oluşan parlamentosu (El-Agraa, 2004/b: 524-525)
ile demokrasiyi işleten böyle bir birliğin, gelecekte, temelini iyi kurmasından
dolayı çok başarılı olacağı söylenmektedir. Ancak bu başarı yine AB’nin
kendisine bağlıdır. Özellikle genişleme gibi süreçleri iyi yönetemeyen bir
AB’nin gelecekte karşılaşacağı büyük açmazlarla nasıl mücadele edeceği
bilinmemektedir.
Bu açmazların en büyüğü de yakın gelecekte Avrupa Birleşik Devletleri yerine
daha çok konfederal yapıyla işleyen bir birlik modeli kurulmasında
yaşanacaktır. Bu durumda ise dış politikada ve jeopolitik yönelimlerde üyeler
arasında farklılıkların olması kaçınılmaz olacaktır. AB’nin kendi içinde ayrışan
jeopolitik reflekslerine karşın, Fransa ve özellikle de Almanya’nın ekonomik
potansiyellerini ve Avrupa kıtasının özellikle batısında olgunlaşan kültürel
gücünü arkasına alarak, küresel çapta söz sahibi olma, siyasal etki
oluşturabilme arzuları besledikleri söylenebilir. Özellikle Almanya’nın AB
içindeki nüfus ve ekonomik güç bakımından taşıdığı ağırlığın önemiyle ve son
yıllarda özellikle yüksek teknolojik gelişme çizgisini artırabilme çabaları
gözden kaçmamaktadır (Hacısalihoğlu, 2001: 81). Bu durum ise doğal olarak
Birliğin diğer ağır topu İngiltere’yi oldukça rahatsız etmektedir.
Son dönemde AB kurumları tarafından alınan birçok karara İngiltere’nin karşı
çıkması,
bütçe
sürecini
sekteye
uğratması
hep
bu
tedirginliğinden
kaynaklanmaktadır. AB’nin başarısı öncelikle Avrupa bütünleşmesi sürecinin
182
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1(2),2008, 160-188
Dünden Bugüne Avrupa Birliği
başarısından geçmektedir. Bunun için de Avrupa halkı ve kimliği duygusunun
geliştirilmesi gerekmektedir. Ancak Avrupa bütünleşmesinin başarısını doğru
olarak ölçebilmek için ekonomik büyümeye, sosyal refah düzeyine, bölgesel
sistem içindeki pozitif güvenlik dinamiklerine bakmak büyük önem
taşımaktadır. Bu durum doğal olarak AB’nin jeopolitik konumunu ön plâna
çıkarmıştır (Stefanova, 2005: 51). Artık bu çerçevede oluşturulan genişleme
ve güvenlik politikaları üzerinde durulmaya başlanmıştır.
Son yıllardaki gelişmelere baktığımızda AB’nin genişlemesinin; Merkezi
Doğu Avrupa (MDA) ülkelerinden AB’ye katılımların sağlanması (bu süreç
tamamlanıyor) ve coğrafi yayılmanın gerçekleri, Batı balkanlarla uzun dönemli
bütünleşme
stratejisinin
gerçekleşmesi
ve
Avrupa’nın
genişlemesi
çerçevesinde demokratikleşme ve politik istikrar ve açıklık aracılığıyla Avrupa
Komşuluk Politikasının kademeli olarak geliştirilmesi şeklindeki üç boyutlu
bir süreçten oluşmaktadır. Henüz bu sürecin başındayız ve görülüyor ki süreç
beklenenden daha uzun sürecek. Ancak bu süreci inceleyip, AB’nin genişleme
ekseni içine giren ülkeleri ve coğrafi konumlarını dikkate aldığımızda, AB’nin
siyasal
refleksinin
ekonomik
entegrasyon
arayışının
önüne
geçtiğini
görüyoruz.
AB’nin siyasal entegrasyonda başarılı olabilmesi ise, söz konusu sürecin
meşruiyetin sürekli sağlanmasını gerektirmektedir. Resmi düzeyde, AB’nin
politika üretme mekanizmalarının demokratik olarak denetlenebilmelidir.
Genel siyasi destek düzeyinde ise, prosedürlerin daha saydam olması ve
kişiselleşmesi şarttır. Siyasi sorumluluk ile karar mekanizmalarındaki
denetlenebilirlik arasındaki çizgi belirgin değildir. Avrupa politikalarının
meşruiyeti, AB’nin geleneksel değerleri olan kamu refahı ve kamu güvenliğine
yapacağı katkının artmasına dayalı olarak gelişecektir.
Bugün sürecin meşruiyetinin sağlanmasında AB kurumları, yeterince etkin
olarak çalışmamaktadır. Yönetim birimlerinin büyüklükleri, prosedürlerin
karmaşıklığı ve Birliğin yetkilerinin dağılımı ile ele alınış biçimlerine dayanan
183
Journal of Strategic Studies 1 (2), 2008, 160-188
Mehmet Akif Özer
tartışmalar, kamuoyunda gitgide kötü yönetim uygulamaları olarak görülmeye
başlanmıştır. Genişleme sürecinde AB’nin desteğini almaya başlayan aday
ülkeler, gerek kendi kurumsal yapısının gerekse de AB’nin kurumsal yapısının
olumsuzluklarının giderilebilmesi için önemli taahhütler altına girmektedirler
(Esfahani, 2003: 824).
Gerek bütünleşme gerekse de bunun bir sonucu olan genişleme süreci, federal
dengedeki gerçek ve beklentisel rahatsızlıklardan, başka bir deyişle,
merkezkaç ve merkezcil kuvvetler arasındaki denge ile büyük ve güçlü
üyelerle
küçük
ve
zayıf
üyeler
arasındaki
dengeden
ciddi
olarak
etkilenmektedir. Güçler dengesi tarzı taktikler ve kayıplarla kazançların
birbirini götürdüğü pazarlık politikaları (Janning, 1997: 30), son olarak 2006
Brüksel Zirvesinde de görüldüğü gibi AB’nin ortak tarım politikasının
belirlenmesinde ve 2008-2013 bütçe rakamlarının onaylanması sürecinde, AB
ülkeleri arasında hararetli tartışmaların çıkmasına yol açmıştır. Tüm bunlara
rağmen bugün Avrupa Birliği 30'a yakın üyesiyle dünyada en önemli küresel
aktör olma yolunda ilerlemektedir. Böylesine büyük bir gücün kendi içinde
sorunlar yaşamasını da doğal kabul etmek gerekir. Önemli olan ABD, Japonya,
Çin ve Rusya karşısında AB belirlediği hedeflere nasıl ulaşacağıdır.
KAYNAKÇA
AYTÜR, Memduh: “Ortak Pazar”, Amme İdaresi Dergisi, C.3, 1970.
BAL, İhsan: “The Security Policies of the Turkey-EU Axis in Fighting Global
Terror: An Alternative?”, EU With Turkey-The Possible Impact of Turkey’s
Membership on the EU, Ed.S.Laçiner, M.Özcan, ISRO Pub., Ankara, 2005.
BAŞLAR, Kemal: “AB’nin Normatif Supranasyonelliği”, Amme İdaresi
Dergisi, C.30, 1997.
BOZKURT, Veysel: “Avrupa Birliği ve Türkiye”, Vipaş Yay., Bursa, 2001.
BULAÇ Ali: “AB ve Türkiye”, Eylül Yay., İstanbul, 2001.
184
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1(2),2008, 160-188
Dünden Bugüne Avrupa Birliği
BÜYÜKAKINCI, Erhan: “AB-Rusya Federasyonu İlişkilerinde Güvenlik
Sorunsalı”, Dünden Bugüne AB, Der. B. Dedeoğlu, Boyut Yay., İstanbul,
2003.
CANBOLAT İbrahim S.: “Uluslarüstü Sistem AB, Bir Dönüşümün Analizi”,
Geliştirilmiş 2. Baskı, Alfa Yay., İstanbul, 1998.
CANBOLAT, İbrahim S.: “AB, Genişleme Sürecinde Türkiye İle İlişkiler”,
Güncelleştirilmiş 3. Baskı, Alfa Yay., İstanbul, 2002.
CANSEL, Erol: “Türk Hukukunun AT Hukukuna Uyumu”, Amme İdaresi
Dergisi, C.25, S.2, Haziran, 1992.
COŞKUN, Enis: “Bütünleşme Sürecinde AB ve Türkiye”, Cem Yayınevi,
İstanbul, 2001.
DARTAN Muzaffer: “Türkiye-AB İlişkileri”, Tüm Yönleriyle Türkiye-AB
İlişkileri, Ed.M.Aykaç-Z. Parlak, Elif Kitabevi Yay., İstanbul, 2002.
DEDEOĞLU Beril: “AB Bütünleşme Süreci I: Tarihsel Birikimler”, Dünden
Bugüne AB, Der. Beril Dedeoğlu, Boyut Yay., İstanbul, 2003/a.
DEDEOĞLU, Beril: “AB Bütünleşme Süreci II: AB’nin Yakın Geçmişi”,
Dünden Bugüne AB, Der. Beril Dedeoğlu, Boyut Yay., İstanbul, 2003/b.
DEMİR, Recep: “AB ve Türkiye
İlişkileri”, http://www.geocities.com/
begunay13.htm (20.03.2006).
DPT: “Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Plânı”, Türkiye-AB İlişkileri Özel İhtisas
Komisyonu Raporu, DPT Yay., Ankara, 2005.
El-AGRAA Ali: “Has The EU Been Successful?”, Ed. A. El-Agraa, The EU,
Economics&Policies, Seventh Edition, Prentice Hall, England, 2004/a.
El-AGRAA, Ali: “The Future of the EU?”, Ed. A. El-Agraa, The EU,
Economics&Policies, Seventh Edition, Prentice Hall, England, 2004/b.
EMİRHAN P. Narin, GÜN Rengin: “AB’nin Gelişme Perspektifi Açısından
Türkiye’nin Ekonomik ve Siyasi Durumu: Konverjans (Yakınlaştırma) ve
Kopenhag Kriterleri Bazında Makro Göstergelerin Karşılaştırmalı Analizi”, 9
Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 3, Sayı:3, 2001.
185
Journal of Strategic Studies 1 (2), 2008, 160-188
Mehmet Akif Özer
ERALP Atila: “Soğuk Savaştan Günümüze Türkiye Avrupa Birliği İlişkileri”,
Türkiye ve Avrupa, Ed. Atila ERALP, İmge Yay., Ankara, 1997.
ERYILMAZ, Bilal: “Türkiye’nin Avrupa Topluluğuna Üyeliğinde Kültür
Sorunu”, Türk İdare Dergisi, S.391, 1991.
ESFAHANİ, Hadi Selahi: “Fatal attraction: Turkey’s troubled relationship
with the EU”, The Quarterly Review of Economics and Finance, Vol.43, 2003.
GÜLER, Birgül: “Avrupa Topluluğu ve Tek Avrupa Yasasının Getirdikleri”,
Türk İdare Dergisi, S.379, 1988.
GÜNUĞUR, Haluk: “Avrupa Birliği Bütünleşmesinin Tarihsel Gelişimi
(Dünü, Bugünü, Yarını)”, Avrupa Birliği El Kitabı, Ed.M.Özdemir-S.Altınışık,
T.C. Merkez Bankası Yay., Ankara, 1995.
HACISALİHOĞLU, Yaşar: “Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye-Jeopolitik
Analiz”, Çantay Kitabevi, İstanbul, 2001.
IŞIKTÜRK, M. Bilge: “Türkiye Kriterleri ve AB”, Tanı Yay., Ankara, 2005.
JANNING, Josef: “Avrupa Birliği’nin Reforme Edilmesi: Hükümetlerarası
Konferans’ta Konular ve Bakış Açıları”, Çev.E. Zeybekoğlu, Avrupa Yeniden
Yapılanırken Türkiye, Friedrich Ebert V., İstanbul, 1997.
KABAALİOĞLU, Haluk: “AB Kurumları ve Avrupa Hukukunun Uluslarüstü
Özellikleri Işığında Avrupa Birliği ve Kıbrıs”, Yeditepe Üniversitesi Yayını,
İstanbul, 1997.
KAVALALI, Murat: “AB’nin Genişleme Süreci”, DPT Yay, Ankara, 2005.
KOÇDEMİR, Kadir: “AB Hukuku ve Mahalli İdareler”, Türk İdare Dergisi,
S.428, 2000.
LAÇİNER, Sedat: “Possible Impacts of Turkey’s Full Membership To EU’s
Foreign Policy”, EU With Turkey-The Possible Impact of Turkey’s
Membership on the EU, Ed.S.Laçiner vd., ISRO Pub., Ankara, 2005.
MANİSALI, Erol: “İçyüzü ve Perde Arkasıyla Avrupa Çıkmazı”, Otopsi,
İstanbul, 2002.
NOEL, Emile: “Avrupa Topluluğu Organları”, Ankara, 1980.
186
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1(2),2008, 160-188
Dünden Bugüne Avrupa Birliği
ÖZER, Ahmet: “Avrupa Birliği”, Türk İdare Dergisi, S.432, Eylül, 2001.
ÖZER, Ahmet: “Tanzimat’tan Bugüne Batılılaşma ve Avrupa Birliği”, Elips,
Ankara, 2003.
PITIRLI, Ali: “AB’nin Eşiğinde İnsan Hakları ve Mülki İdare”, Türk İdare
Dergisi, S.428, 2000.
SANDIKLI, Atila: “Türkiye’nin Dış Politikasında AB ve Alternatifleri”, Harp
Akademileri Komutanlığı Yay., İstanbul, 2001.
STAPELFELD Gerhard: “AB’nin Ortak Ekonomik ve Para Birliği-Avrupa
Entegrasyonunun Prensipleri ve Sorunları”, Avrupa Yolunda Değişim
Sürecinde İki Aday Ülke, Konrad Adenauer V, Ankara, 2001.
STEFANOVA, Boyka: “The European Union As A Security Actor-Security
Provision Through Enlargement”, World Affairs, Vol.168, No.2, Fall, 2005.
TANUGİ, L. Cohen: “The End of Europe”, Foreign Affairs, 84, No.6, 2005.
TEKELİ İlhan, İLKİN Selim: “Türkiye ve Avrupa Birliği 3-Ulus Devletini
Aşma Çabasındaki Avrupa’ya Türkiye’nin Yaklaşımı”, İstanbul, 2000.
TEKİN, Kazım: “AB ve Egemenlik Kavramı”, Türk İdare Dergisi, S.434, 2002.
TEZCAN, Ercüment: “AB’nin Kurumsal Yapısı ve Karar Alma Mekanizması:
Üye Devletlerin Rolü Üzerine Değerlendirmeler”, Dünden Bugüne AB, Der.
Beril Dedeoğlu, Boyut Yay., İstanbul, 2003/a.
TEZCAN, Ercüment: “AB Rekabet Politikasının Hukuksal Boyutu”, Dünden
Bugüne AB, Der. Beril Dedeoğlu, Boyut Yay., İstanbul, 2003/b.
YAZGIÇ, Suavi Kemal: “Avrupa Birliği”, İnsan Yay., İstanbul.
YURDUSEV, Nuri: “Avrupa Kimliğinin Oluşumu ve Türk Kimliği”, Türkiye
ve Avrupa, Ed. Atila ERALP, İmge Yay., Ankara, 1997.
YÜKSEL, Mehmet: “Küreselleşme, Ulusal Hukuk ve Türkiye”, Siyasal
Kitabevi, Ankara, 2001.
Web Siteleri:
ERDİN, Müjde: “Son Dönem Avrupa Birliği Gelişmeleri”, www.tasam.org/ab
(20.03.2008).
187
Journal of Strategic Studies 1 (2), 2008, 160-188
Mehmet Akif Özer
ERTAN, İren: “AB Sürecinde Türkiye-AB İlişkilerinde Ortaya Çıkacak
Gelişmeler”, www.cetarisparibus.com (20-10-2005).
YETKİN, Münir Nuri: “Türkiye-AB İlişkilerinin Tarihsel Gelişimi ve
Değerlendirilmesi”, www.cetarisparibus.com (20.10.05).
188
Stratejik Araştırmalar Dergisi 1(2),2008, 160-188
Download