Uluslar aras* Hukukun Tan*m ve Kapsam*

advertisement
Bazı Önemli Kısaltmalar:
AB: Avrupa Birliği
BMÖ: Birleşmiş Milletler Örgütü
IMF: Uluslararası Para Fonu
NATO: Kuzey Atlantik Andlaşması Örgütü
OECD: Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma
Örgütü
UAD: Uluslararası Adalet Divanı
UNESCO: Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim
ve Kültür Örgütü
Uluslar arası Hukukun Tanım ve
Kapsamı

Uluslararası Hukuk (‘Devletler Umimi
Hukuku’ veya ‘Uluslar arası Kamu Hukuku’),
uluslararası toplum üyeleri arasındaki
ilişkileri düzenleyen hukuk kuralları bütünü
dür.

Başka bir tanıma göre de Uluslararası Hukuk;
Uluslar arası hukuk kişileri arasındaki ilişkileri
düzenleyen ilke ve kurallar bütünüdür.

Uluslararası Hukuk Kişiliği:
Uluslararası hukukta hak ve yükümlülük sahibi
olabilmek,
uluslar
arası
hukuk
mekanizmalarını harekete geçirebilmek için
sahip olunması gereken nitelik.
Başlıca
devletler olmak üzere, uluslar arası
örgütlerin ve kısmen de özel kişiler uluslar
arası hukuk kişiliğine sahiptirler.
-Devletler
-Uluslararası örgütler
-Bazen Özel Kişiler (örneğin birey Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi çerçevesinde kişisel
başvuru hakkından yararlandığı ölçüde sınırlı
da olsa uluslararası ehliyetten yararlanır).

Uluslar arası hukuk kişiliği uluslar arası
alanda hak ve borç sahibi olmayı, haklarını
doğrudan doğruya uluslararası alanda
koruma
ehliyetini
ve
uluslararası
sorumluluğun doğabilmesini ifade eder.
 Dolayısıyla, ancak uluslar arası hukuk
kişiliğine haiz birimler uluslar arası hukuk
normları oluşturup andlaşmalar akdeder
(sözleşme yapmak, onaylamak, karar
kılmak), diplomatik ilişki kurabilir, uluslar
arası örgütlere üye olabilir, uluslar arası
mercilere bizzat başvurabilirler.

Uluslar arası Hukuk’tan ayırt edilen bazı
hukuk dalları:
1-) Uluslararası Özel Hukuk: Uluslar arası
hukuktan ayrı bir özel hukuk dalıdır ve iç
hukuk alanında yer alır. Ulusal hukuk
içinde yer alan bir daldır.
2-) Avrupa Birliği Hukuku: Kendine ait
ilkelere ve hukuk düzenine sahip olup, üye
devletlerin üzerinde ulus-üstü nitelik
taşıyan Avrupa Birliği Hukuku, uluslar arası
hukuktan ayrı bir dalı oluşturmaktadır.
Uluslararası Hukukun Tarihi Gelişimi:
Antik Çağlar: İnsan toplulukları eski
çağlardan
beri
aralarında
ilişki
kurmuşlardır. Büyük
imparatorluklar,
(Mısır, Mezopotamya, Pers imp. Vb)
aralarında antlaşmalar yaparak ahde vefa
ilişkisi geliştirmişlerdir.
Buna rağmen
genel olarak bu dönemde gerçek bir
uluslar arası hukuk düzeninden söze
dilemez. Sürekli potansiyel bir savaş
tehlikesi süregeldiğinden uluslar arası
düzen oluşamamıştır.
Ahde Vefa İlkesi: (Pacta Sunt
Servanda)

Latince "pacta sunt servanda" olarak
adlandırılan ahde vefa ilkesi, antlaşmaların
uygulanmasına esas teşkil eden ilkelerin
başında gelmektedir. Bu ilke gereği taraflar
antlaşmadaki
hükümlerden
doğan
yükümlülükleri iyi niyet ilkesi (the
principle of good faith) ile yani
antlaşmanın amacına aykırı eylemlerden ve
işlemlerden kaçınarak yerine getirmek
durumundadır.
Orta Çağlar: Feodal sistem gereği ülkesel
yetki bölünmüş bulunmaktadır. Modern
anlamda
egemen
devletler
henüz
oluşmadığı için ortaçağın ilk dönemlerinde
devletler arası hukuktan tam anlamıyla söz
edilemez. Ancak
deniz
ticaretinin
gelişmesiyle beraber orta çağların sonuna
doğru egemen bağımsız devletlerden
oluşan bir uluslar arası toplum ortaya
çıkmıştır.
Modern Çağ:
-1492 Amerikanın Keşfi
-XVI yy. da ticaretin artışıyla gümrük
duvarlarının belirmesi
- Diplomasinin gelişmesi
-Mutlak Monarşiye geçiş
- Westphalia Barışı
- Fransız Devrimi/ Ulus Devlet Egemenliği
- Uluslar arası kongre ve konferanslar
(Londra(1840)Paris (1856) Viyana (1815) vb)
- Haberleşme ve iletişim araçlarının gelişmesi
ve yaygınlaşması Telgraf ve matbaa gibi

Westphaliya Barışı (1648)
Avrupa'da otuz yıl savaşları bitiren barış
antlaşması. Bu savaşları bitirecek olan
konferans, Avrupa'nın ilk en büyük
konferansı sayılabilir.
 En önemli özelliklerinden biri, daha önceki
uluslararası toplantılar dini nitelikteyken,
Westphalia'nın devlet, savaş ve iktidar
sorunlarının tartışıldığı laik bir konferans
olmasıdır.




İkinci olarak Kilise'nin gücü sınırlandırılmış,
Augsburg Barışı'nın hükümleri yenilenmiş ve
Almanya'da Katoliklik, Protestanlık ve
Calvinizm geçerli dinler haline gelmiştir.
Üçüncü
olarak,
uluslararası
hukuk
bakımından
da
Kutsal
Roma
İmparatorluğunun
parçalanmış
olduğu
doğrulanmıştır.
Bundan sonra Avrupa, kendi yasalarına göre
hareket eden, kendi siyasal ve ekonomik
çıkarlarını izleyen, serbestlik içinde ittifaklar
kuran ve bozan, savaş ile barış arasında, güç
dengesi kurallarına göre durum değiştiren,
elçi gönderip kabul eden bağımsız ve özgür
devletlerden oluşacaktır.
Özetle,
 Belirli kurallara göre hareket eden ve
aralarında düzenli ilişkiler bulunan
parçaların (devletlerin) oluşturduğu bütün
uluslararası sistem ve uluslar arası
hukukun temel kişiliği görünen bağımsız
eşit devletler bugün anladığımız anlamda
Westphalia ile doğmuştur.

Son Dönem Gelişmeler (100 yıllık)
--Birinci Dünya Savaşı ve Sonrasında
Savaşları engelleyici yaptırım gücü olarak
1919 yılında Milletler Cemiyetinin
kurulması ve yargı organı olarak Milletler
Cemiyetine bağlı Sürekli Adalet Divanı’nın
oluşturulması.
--İmparatorlukların parçalanması ve devlet
sayısının artması
--II. Dünya Savaşı sonrası yeni ülkelerin
bağımsızlıklarını kazanarak ortaya çıkması.
-Uluslar arası Örgütlerin çoğalması
 -Uluslar arası işbirliğinin artması
 -Dünyanın globalleşmesi (küreselleşmesi):
Sermaye, bilgi ve işgücünün dünya çapında
dolaşımını engelleyen duvarların ortadan
kalkması
 -Tüm bu gelişmeler egemen bağımsız
devletlerin birbirleriyle daha sık ilişkiye
girmesine yol açmış ve uluslar arası
hukuku kaçınılmaz kılmıştır.

Uluslar arası Hukuk’un İç Hukukla
Karşılaştırılması
 Ulusal düzende bir yasa koyucu ve
zorunlu bir yargı sistemi bulunup, herkesin
mahkeme önünde hakkını arama imkanı
vardır.
 Oysa uluslar arası hukukta devletlerin
egemenliği ve eşitliği temel ilkeyi teşkil
ettiğinden uluslar arası toplumda bir yasa
koyucu bulunmaz.

Temel Farklar:
1-)
Kuralları
oluşturan
bir
üst
otoritenin/iradenin Bulunmaması
Ulusal Hukuk, kural koyan, yargılama işlevi
gören, kuralı zorla uygulattıran bir devlet
aygıtına dayanmaktadır.
İç hukuku yönlendiren temel ilkeler, devletin
üstünlüğü, eşit kişilerin devletin tabiiyeti
altında yaşamaları ve faaliyet
göstermeleridir.

Aynı şekilde iç hukukta hukuk normlarının
oluşmasını sağlayan bir kanun koyucu
vardır ve ulusal düzen normlar
hiyerarşisine tabidir.
Oysa uluslar arası toplum hiyerarşik bir
yapıda değildir. Uluslar arası hukuk sujeleri
(özneleri) özellikle devletler egemen ve
eşittirler, herhangi başka bir birime tabi
değildirler.

Dolayısıyla, kural koyan bir üst otorite
olmadığı için, uluslar arası hukuk
kurallarını bizzat bu normlara uyacak olan
egemen devletler koyar.
2-) Zorunlu Bir Yargı Merciinin
Bulunmaması
İç hukukta zorunlu bir yargılama mercii
(Ulusal Mahkemeler) bulunurken, Uluslar
arası
alanda
zorunlu
yargı
mekanizmasından söz edilemez.
 Bazı yargı organları (UAD gibi) mevcut
olsa da bir uluslar arası yargı organının
uyuşmazlığı görmesi, ilgili devletin rızasına
bağlıdır.

Örnek: Uluslar arası Adalet Divanının
(UAD)
bir
hukuki
uyuşmazlığı
inceleyebilmesi için, uyuşmazlığa taraf her
iki devletin de yargı yetkisini kabul etmiş
olmaları gerekir.
 X ve Y iki ayrı devlet olmak koşuluyla X ve
Y arasında var olan andlaşmaya rağmen
hukuki uyuşmazlık yaşanırsa her iki
ülkenin de yargılama sürecine rıza
göstermeleri gerekir.

3-) Tek Elden Bir Yaptırım Uygulayacak Bir
Organın Bulunmaması
Uluslar arası alanda türlü yaptırımlar
mevcut olmasına rağmen (Örneğin,
Zarara karşılık misilleme, askeri müdahale
gibi tek taraflı yaptırımlar) tek elden
yaptırım
uygulayacak
bir
organ
bulunmadığından, bizzat ihkak-ı hak
önemli bir yer tutmaktadır.
İhkak-ı Hak: Haklıya hakkını vermek. Hakkı,
usulü dairesinde yerine getirmek.
Böylece, bir uluslar arası polis ve ordu
mevcut olmadığından, yaptırımlar bizzat
devletler
tarafından
kararlaştırılıp
uygulanmaya konulmaktadır.
 Kuvvete başvurma yasağı da bir genel
hukuk normudur. (paradoksal yapı). Kendi
hakkını alma (kuvvet kullanma) çağdaş
uluslar arası hukukun dışladığı bir yoldur;
fakat, bunun yerine konulan bir yaptırım
mekanizması da mevcut değildir.


Her ne kadar BM örgütü Güvenlik
Konseyi uluslar arası barışın bozulduğu,
tehdit edildiği veya saldırı durumlarında
bir takım yaptırım kararı alabilse de bu
kararları uygulamak devletler tarafından
yerine getirildiğinden güçlü olan devletin
hakkını daha iyi koruyabildiği bir uluslar
arası alanın varlığı kaçınılmaz olmaktadır.
Bu da uluslar arası hukukun varlığını
tartışmalı kılmaktadır.
Uluslar arası Hukukun Varlığı Sorunu
İç hukukla karşılaştırıldığında Uluslar arası
Hukukun zaafları görülmektedir. Bu durumda
uluslar arası hukuk düzeninden söz edilebilir
mi?
 Söz Edilebilir Çünkü;
 Uluslar arası hukuk kuralları iç hukuk
normlarından daha sık ihlal edilmemektedir.
Uluslar arası hukuk kurallarına andlaşmalar,
diplomatik kurallar, yargı ve hakemlik
kararları aracılığıyla genelde uyulmaktadır.

 Hiçbir
devlet uluslar arası hukukun varlığını
inkar etmez. Genellikle davranışlarını uluslar
arası hukuka dayandırma çabası içinde olurlar.
İnsani müdahale ya da meşru müdafaa
yöntemiyle hukuki gerekçeler sunarak
davranışta bulunurlar.
 Hukuk Normlarının bizzat var olması, uluslar
arası hukuk düzeninin mevcudiyetini tek
başına
ortaya
koymaktadır. Hukukta
yaptırımdan çok kurala uyma bilinci önemli
olduğundan Uluslar arası Hukukun gerçek
bir hukuk sistemi teşkil ettiği söylenebilir.
 Uluslar
arası hukuk, devletlerin öncelikle
gözettikleri işlev ve amacını yerine
getirmektedir: aralarındaki olağan, günlük
ilişkilerin düzen içinde yürütülmesi ve
öngörülür esaslara bağlanması .
Dolayısıyla uluslar arası hukuk iç hukuka
nazaran farklı olmasına rağmen bir uluslar
arası hukuk düzeninden söz edilebilir.
ULUSLARARASI HUKUKUN
VARLIĞINI AÇIKLAYAN
KURAMLAR

A-) Doğal Hukuk Görüşü: İki temel
yaklaşıma dayanır.
1-) Dini Yaklaşımlara Göre: Hukuk kuralları
tanrısal iradeyle oluşmuştur ve bu kutsal
yasalara tüm devletler uymalıdır. Tanrıdan
gelen kutsallık hukukun asıl kaynağını
oluşturmaktadır. Günümüzde Vatikan yani
Papalık bu anlayışı benimser.
2-) Din dışı yaklaşım:
İnsanların akıl ve vicdan yoluyla algıladığı
bir takım üstün kurallar doğal hukukun
kaynağını oluşturur. Bu görüşün en önemli
temsilcisi XVII. Yy da yaşamış Hugo
Grotius’tur.
Grotius’a göre, devletler
tarafından inşa edilen iradi (Pozitif) hukuk
kuralları, doğal hukuk ilkelerine ters
düşmemelidir.
Yazarın Başlıca Eseri “De jure belli ac pacis”
(Savaş ve Barış) 1625’te kaleme alınmıştır.

B-) İradeci Görüşler
İradeci görüşlerde uluslararası hukuk,
temelini
devletlerin
iradesinde
bulmaktadır. Genel olarak iradeci görüşler
Hegelci devlet anlayışına dayanmaktadır.
Hegelci anlayışta en üstün birim olan
devlet, kendi iradesi dışında hiçbir
otoriteye tabii değildir ve yetkileri ancak
kendi iradesiyle sınırlanabilir. Bu anlamda 2
temel kuram geliştirilmiştir.
1-) Kendi Kendini Sınırlama (Autolimitation)
Bu kurama göre devlet sınırsız olan
yetkilerini ancak kendisi sınırlar. Devlet bu
yetkilerini sınırlandırdığı kadar uluslar arası
hukuktan bahsedilebilir.Yani Uluslar arası
hukuku var eden devletin kendi kendini
sınırlama anlayışıdır.
2-) Bileşik İrade Kuramı
(Vereinbarung)
Bu kurama göre, devletlerin iradeleri bir
ortak irade olarak birleşince uluslararası
hukuk meydana gelir. Bu anlayışa göre, iç
hukuk ve uluslar arası hukuk ayrı
alanlardır. Uluslar arası hukuk devletler
arası ilişkileri düzenlerken iç hukuk kişiler
arasında veya kişilerle devlet arasındaki
ilişkileri düzenler.
Uluslararası hukukun iç hukuka dahil
edilmesi için devletin bu yönde iradesi
(iktibası) şarttır. Böylece uluslar arası
andlaşmanın iç hukuka etkisi anayasa ile
belirlenir ve iç hukuk uluslar arası hukuka
üstündür.
C- Pozitivist Yaklaşımlar
Deneyle doğrulanan gerçek olgulardan
hareket eden pozitivist yaklaşımlara göre
hukuk belli bir zamanda yürürlükte bulunan
kurallar bütünüdür. Hukukun kökeninde
irade dışı veriler vardır. Bu görüşü
destekleyen iki ekol vardır.
1-) Toplumbilimci (Sosyolojik Ekol)
Bu ekole göre hukuk kuralları insanın
iradesi dışında toplumsal koşulların
sonucu ortaya çıkmıştır. İradeci görüşe zıt
olan bu kurama göre insan herhangi bir
iradesi dışında toplum içinde yaşar ve bir
toplumsal dayanışma oluşur. Hukuk
kuralları da böyle bir toplumsal
dayanışmanın ürünüdür. Yasama organı
bile aslında kendiliğinden sosyal koşullar
tarafından oluşan hukuk normlarını
biçimsel olarak açıklamakla yetinmektedir.
Teoriyi uluslar arası toplumu esas alarak
geliştiren Scelle’ye göre, benzer bir
mekanizma sonucu, uluslar arası toplumun
henüz gelişmesini tamamlamadığı aşamada,
devlet, bir görevsel ikileşme yoluyla hem
ulusal, hem de uluslar arası hukuk kurallarını
belirlemektedir.
2-) Marksist Ekol:
Marksizm’e göre uluslar arası hukuk
ekonomik ve sosyal yapılardan
soyutlanamaz. Üretim ilişkilerinin alt yapı,
hukuk ve ahlaki değerlerin bunun ürünü
olarak üst yapı kabul edildiği Marksizmde
uluslar arası ilişkilere diyalektik yöntem
uygulandığında, uluslar arası hukuk kuralları
‘toplumsal çelişkilere belirli bir dönemde
getirilen çözümler’ olarak tanımlanabilir
Marksizm başta hukuk olmak üzere uluslar
arası hukuku da ekonomik determinist ve
diyalektik materyalizm yöntemiyle
tanımladığından pozitivist yaklaşımı
destekler niteliktedir.
D-Normativist Kuram
Olması gereken üzerine yoğunlaşan
Normativist kuram genelde bilimsel
normlardan yola çıkan hukuk öğretilerini
eleştirir.
Bu kurama göre; bilimsel normlar ‘olan’ı bir
takım neden-sonuç ilişkileri sistemini tespit
ederken, hukuk normu bundan farklı olarak
olması gerekeni, yani belirli bir davranışın ne
gibi sonuçlar doğurması gerektiğini belirler.
Bu kuramdaki normlar hiyerarşisine göre,
her hukuk normu bağlayıcılığını bir üst
normdan alır.Tüm sistemin temelini ise
Grundnorm (Temel Norm) oluşturur.
Bu üst norm, ulusal düzende anayasadır.
(Sonra Yasalar, ve kararnameler). Uluslar
arası düzende ise pacta sunt servanda (ahde
vefa ilkesi) temel normu teşkil eder.
Temel Norm’un ne olması gerektiğinin
açıklanmayışı ise bu kuramın zayıf yönünü
oluşturmaktadır.
Download