Afrika'da sömürgeleşme ve direniş Açıklama: Sömürgeci Avrupa Devletleri"nin Afrika kıyılarına yerleşmeleri bazen zorla, bazen antlaşmalarla oluyordu. Özellikle Batı, Güney ve Doğu Afrika kıyılarına yerleşmeye çalışan Avrupalılardan, yerli halk hiç hoşnut değildi. Ancak şiddetle ve kanlı bir biçimde etkisiz hale getiriliyorlardı. Kategori: Tarihten Olaylar Eklenme Tarihi: 28 Eylül 2011 Geçerli Tarih: 18 Temmuz 2017 16:34 Site: İHSANİDER URL: http://www.ihsanider.org.tr/haber_detay.asp?haberID=1726 Esra Çifci / Tarih Dosyası / Dünya Bülteni “Afrika, batı genel tarihinin kara sayfalarını oluşturmaktadır” ifadesi yaygın bir kanaat haline gelmeye başlamıştır. Sömürgeci güçlerin uzun yıllar Afrika kıtasını işgal etmeleri neticesinde, birçok Afrika ülkesi kendi tarihini unutup yitirerek batı tarihinin kararmış sayfalarına dönüşmeye başlamıştır. Peki Afrika’da bu sömürge hareketleri ne zaman başlamış ve nasıl yayılmıştır? Yıllarca köleliğe mahkum edilen Afrikalılar, özgürlükleri için mücadele vermiş midir? Habeşistan hicretleri neticesinde İslam’la tanışmaya başlayan Afrika kıtası, Doğu Afrika’nın İslamlaşmasının ardından uzun yıllar Kartaca ve Roma sömürgesi olan Kuzey Afrika’nın fethi ile daha hızlı Müslümanlaşıyordu. Genellikle fetih hareketleri ile Müslümanlaşan Afrika’da, bir süre sonra fetihler yerini tasavvuf ve tarikatlara bırakacaktı. Zira Batı ve Sahra Altı Afrika’sının Müslümanlaşması, daha çok tarikatların üstün hizmetleri sayesinde olmuştu. Afrika’da tekke demek okul, yetimhane, yoksulların sığındığı yer, yardımlaşma merkezi demekti. Afrika sıcağından bunalan, açlık çeken bir yolcu, tekkelere gider yiyecek ve yatacak yer bulurdu. Her tekkenin eğitim hizmeti verdiği okullar vardı ve bu okullarda öğrencilere okuma, yazma, din dersleri ve Kur’an eğitimi verilirdi. Afrika’da iç çatışmalar Tarikatlar sayesinde önlenirdi Afrika’daki siyasi ve tasavvufi hareketler, dünyanın birçok yerine göre çok daha aktif, çok daha siyasi ve direniş ruhluydu. Halk ile yöneticiler arasında iletişimi sağlayan, halkın istek ve taleplerini yöneticilere kolaylıkla ileten en önemli organ tarikatlardı. Hatta birçok batılı yazar, Afrika’da tarikatların müspet faaliyetleri neticesinde kabileler arası iç savaş ve harplerin yatıştırıldığını, bölünme ve tefrikanın onlar sayesinde önlendiğini, halkları ve hasımları birleştirmede ve barıştırmada büyük bir tesirlerinin olduğunu vurgular. Afrika’da İlk Sömürgecilik Faaliyetleri Nasıl Başladı? 15. yüzyılın başlarından itibaren Avrupalılar, ekonomik amaçlarla Afrika kıtasına yönelmeye başlamışlardı. Altın, baharat ve köle ticareti amacıyla ilk olarak İspanyollar ve Portekizliler Afrika kıyılarına göz dikmişlerdi. Ekonomik, stratejik ve ticari amaçlarla Afrika kıyılarına yerleşerek üsler, çiftlikler ve mini koloniler kuruldu. Portekizliler, Fransızlar, İngilizler ve Hollandalılar arasında 17. yüzyılın başlarından itibaren rekabetler başladı. Sömürgeci Avrupa Devletleri’nin Afrika kıyılarına yerleşmeleri bazen zorla, bazen antlaşmalarla oluyordu. Özellikle Batı, Güney ve Doğu Afrika kıyılarına yerleşmeye çalışan Avrupalılardan, yerli halk hiç hoşnut değildi. Ancak şiddetle ve kanlı bir biçimde etkisiz hale getiriliyorlardı. İlk dönem altın ticaretinin yerini on yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda fildişi, palmiye yağı, özellikle de köle ticareti alıyordu. Bu dönemlerde Afrika’dan götürülen köle sayısı tam olarak bilinememekle birlikte, taşıma ve avlanma sırasında ölenlerle otuz milyona yakın olduğu tahmin edilmektedir. Afrika kıtasının sömürge haritası Avrupa devletleri Afrika ülkelerine önce seyyahları gönderdiler ve ardından misyonerler bu seyyahların da tecrübelerinden yararlanarak Afrika kıtasına dağılmaya başladılar. Misyonerler özellikle putperest Afrikalıların yaşadıkları bölgelerde etkili oluyorlardı. Bu çalışmaları neticesinde 1875’de Afrika kıtasının sadece onda biri sömürge halinde iken 1895’lerde bu oran onda dokuza yükselmiştir. Osmanlı Devleti’nin güçlü olduğu dönemlerde Afrika ülkelerinin bir çoğu güven altındaydı. Sömürgeci devletler her ne kadar bu kıtada bazı sömürge faaliyetleri yürütseler de bizzat bu ülkeleri kendi denetimleri altına alamıyorlardı. Ancak Osmanlı Devleti’nin zayıflamaya başladığı son dönemlerinde ilk sömürgecilik faaliyetine başlayan ülke Fransa olmuştu. Cezayir’i işgal eden Fransa, daha sonra Senegal, Gine ve Batı Afrika kıyılarında da ilerlemeye başladı. Tunus’un işgalinin ardından ise Fransa, Orta Afrika’nın kilitlerini açmış, Mali, Çad, Nijer ve diğer bazı Orta Afrika ülkelerini işgal etmeye başlamıştı. Fransa, elbette Afrika kıtasından yararlanmayı isteme konusunda yalnız değildi, Trablusgarp’ın işgalinin ardından İtalya’da Doğu Afrika ülkelerinin kapısını aralayarak Eritre ve Somali’yi sömürgesi haline getirmişti. İngiltere ise Sudan, Nijerya ve Kenya gibi ülkelere yerleşmeye çalışmaktaydı. Sömürge devletlerinin ekonomik yapıları, tamamen sömürgeci Avrupa ülkelerinin ekonomik ihtiyaçlarına ve çıkarlarına uygun olarak işletilmekteydi. Bu nedenle; bu sömürgeci devletler Afrika’nın ekonomisini tek tipleştirmeye zorladılar ve her şey Avrupa ülkelerinin pazarlarına ihraç edilmek üzere yetiştirilecekti. Bu amaçla, örneğin Uganda kahve üretimine tahsis edilirken, Nijerya pamuğa ayarlanmıştı. Avrupa ülkelerindeki sanayi çarkını işletmek üzere başlattıkları tarım, Afrika halkının ihtiyaçlarını karşılamakta olan geleneksel tarım sistemini yok etti. Sömürgeci ülkelerin Afrika’yı sömürüleri haline getirebilmek için ele aldıkları bir diğer konu ise eğitim sistemleriydi. Genellikle misyonerler tarafından yönetilen okullarda, batılı ideallerle yetiştirilen bir seçkin zümre oluşturmuşlardı ve bu zümre yerli halkın lehine çalışmaktan çok sömürgeci ülkelerin lehine hareket ediyorlardı. Afrika kıtası, her ne kadar sömürgeler kıtası izlenimini zihinlerde çağrıştırsa da aslında bu devletlerin Afrika’yı sömürgeleştirmeleri hiçte kolay olmamıştı. Özgürce yaşamaya alışık olan Afrika kabileleri, çoğu kez bir devlet bünyesi altında bile nadiren bir araya gelirken bir sömürge ülkesi olmayı ve yabancılar tarafından yönetilmeyi hiç kabul edemiyorlardı. Ancak gerek yerel idarelerin baskısı ve gerekse ortaya çıkan ilk dönemdeki Fransız işgalleri halkı çaresiz bırakıyor, direnişleri sırasında Afrikalıların yıpranmasına sebep oluyordu. Fransa, Batı Afrika ülkelerine girmeye çalıştığında güçlü bir direnişle karşı karşıya kalmıştı. Çünkü artan olumsuz şartlar tarikatların daha çok cazibe merkezi haline gelmesine yol açıyordu ve halk İslam çatısı altında kabile ayırımını görmezden gelerek birleşmeye başlıyordu. Müslüman Afrika ülkelerinde, Fransızlara karşı en büyük direniş işte bu tarikatlar sayesinde gerçekleştiriliyordu. Bu durumun farkında olan Fransızlar ise tarikatları ve liderlerini yakın takibe alıyor ve kendisine destekçi olarak bulduğu bazı kişiler sayesinde bu tarikatları karalama kampanyaları başlatıp, söylentileri yayarak halkı tarikatlardan uzaklaştırmaya çalışıyordu. Bu sayede ise Afrika halkında bölünmeler, iç çatışmalar başlıyor, Fransızların sömürgeleştirme çabalarına imkan sağlıyordu. Cezayir, Tunus, Mağrib’in yanı sıra Moritanya, Senegal, Nijerya gibi birçok batı Afrika ülkesinde ilk direniş hareketlerini başlatan en büyük ve önemli tarikat ise Ticaniyye tarikatıydı.1845 yılından itibaren Batı Afrika ülkelerinde güçlü bir direniş gösteren Ticaniyye tarikatı, halkı bir araya topluyordu. Bu sıkıntılı dönemlerde de birçok yeni kabilenin Müslüman olmasına vesile oluyor, böylece kendi direniş bölgesinin bir nevi sınırlarını belirlemeye başlayarak devlet kurma yolunda ilerliyorlardı. Durumdan rahatsızlık duyan Fransızlar, bölgeden uzak durmak zorunda kalmıştı. Ticaniye Tarikatı’nın liderlerini sürekli takip altına alan Fransızlar, son dönemlerde tarikat liderlerini yakalamış ve birçok kez sürgüne göndererek halkın direnişini kırmaya çalışmıştı. Ticaniyye tarikatının etkili olduğu alan sadece Batı ve Kuzey Afrika değildi. Ortadoğu’da da tanınan ve taraftarları bulunan Ticaniler, Sultan Abdülhamid döneminde İstanbul’a ziyaretlerde bulunmuştur. Afrika coğrafyasında oldukça yaygın olan tarikatın bu durumunu gören Sultan Abdülhamid, kendisinin İslam birliği siyasetinde tarikattan yararlanma yollarını aradığı söylenmektedir. Hatta İstanbul’da zaviyelerinin açılmasına izin verilmiştir. Daha sonraki dönemlerde ve özellikle 20. y.y.’ın başlarında, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti hükümeti tarafından gerçekleştirilen inkılaplara karşı çıkmaları ile ticaniler tepki çekmiştir. Ancak tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla Ticaniyye tarikatının da zaviyeleri kapatılmıştır.