HINÇAK VE TAŞNAK'TAN ASALA'YA: OSMANLI'DAN CUMHURİYETE AYRILIKÇI TERÖR Ermeni Sorunu'nun Gelişim Süreci Ayastefanos ve Berlin Antlaşmaları imzalanıncaya kadar Ermenilerle Türkler arasında ciddi bir anlaşmazlığın olmadığı, her iki toplumun bir arada, dostça yaşadıkları hususu tarihçilerin birleştikleri ortak noktadır. Tarihçiler, Türklerle Ermenileri birbirine yaklaştıracak tarihi ve kültürel müştereklerin, onları birbirinden ayıran siyasi noktalardan daha fazla olduğunu da belirtmektedirler. O halde Türklerle Ermeniler arasındaki bu ihtilaflar ne zaman ve nasıl başlamıştır? İki toplum arasındaki ilişkilerin bu hale gelmesine sebep olan etkenler nelerdir? Dahası Ermenileri isyan etmeye sürükleyen nedenler nelerdi? Önce kısaca bu soruların cevaplarına bakmak gerekir. Bu çerçevede meselenin gelişimini daha iyi izah etmek için Ermeni Sorunu’nun ortaya çıkışı üç safhaya ayrılabilir. Birinci safha fikri hazırlık devridir. Misyonerlerin Osmanlı Devleti’nde faaliyetlerini yoğunlaştırdıkları 1820 yılında başlayan ve 1863 Ermeni Millet Nizamnamesi’nin kabulü ile şekillenen milliyetçilik fikrinin temellendirildiği bir dönemdir. İkici safha Berlin Antlaşması ile Ermeni Sorunu’na uluslararası bir hüviyet kazandıran diplomatik teşebbüsler dönemidir. Ermeni Komitelerinin kurulduğu ve isyanların baş gösterdiği üçüncü aşama ise terör dönemidir. Fikri Hazırlık Devresi ve Ermeni Kimliği’ndeki Dönüşüm Osmanlı Ermenilerini fikri anlamda bağımsızlığa hazırlayan unsurların başında misyoner faaliyetleri gelmektedir. Bu anlamda misyonerlerin Osmanlı Devleti’ne gelişleri ve genelde Osmanlı bünyesindeki Hıristiyanlar, özelde ise Ermenileri üzerine yaptıkları faaliyetler önem arz etmektedir. Osmanlı Ermenilerinin fikri anlamdaki değişim sürecinin daha iyi anlaşılabilmesi için misyonerlerin Anadolu’ya gelişleri ve buradaki faaliyetleri üzerinde durmakta fayda vardır. Bu çerçevede Tanzimat’ın önemli gelişmelerinden biri de Osmanlı Devleti’nin batılı misyonerlere açılması ve okullarına izin vermesidir. Bu durum dağınık halde olan Ermeni cemaatini bir arada tutan sosyal bir zamk görevi gören modern anadillerine ait milliyetçi bir edebiyatın oluştuğu on dokuzuncu yüzyılın ilk başlarında Ermeniler arasında kültürel bir 1 Rönesans ortaya çıkarmıştır1. Bu durum milliyetçi bir Ermeni kimliğinin oluşum sürecinin ilk safhasını teşkil etmişti. Bunu işleyecek olan ise Osmanlı topraklarına gelen misyonerler ve onların yoğun çalışmaları olmuştur. Osmanlı ülkesine ilk gelenler XVI. yüzyılın sonlarında Katolik misyonerleri idi2. Özellikle 19. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti’nde her mezhebin bir hamisinin olduğu dikkati çekmektedir. Bu durumun politik sebeplerden kaynaklandığı söylemek mümkündür. Katolikler üzerinde Fransa’nın Ortodokslar üzerinde ise Rusya’nın himaye iddiasında bulunduğu görülmektedir. Fransa ve Rusya’nın Osmanlı Devleti üzerindeki çıkarlarını gerçekleştirmek için bu azınlıkları siyasi birer argüman haline getirmesi İngiltere’ye ilham vermişti. İngiltere Osmanlı topraklarında Protestan olmadığı halde kendi çıkarlarına hizmet etmesi ve Fransa ve Rusya’nın politikalarına karşı dayanak olması adına bir Protestan cemaat oluşturma yoluna gitti3. Osmanlı topraklarına ayak basan ilk Protestan misyoner, 1815 yılında Mısır’a gönderilen İngiliz “Church of Missionary Society”e bağlı bir papazdı. Onu, “American Board of Commissioners for Foreign Missions4” adlı Amerikan misyoner örgütüne bağlı iki misyoner takip etmişti5. Osmanlı topraklarına gelen Protestan misyonerleri Müslümanların ve Musevilerin dinlerini değiştiremeyeceklerini anladıklarından bütün enerjilerini diğer Hıristiyan mezhepler üzerine yoğunlaştırmışlardı6. Yapılan ilk tespitler sonucunda misyonerler Ermenilerin çalışmaları için hedef bir kitle olabileceğine karar vermişlerdi. Bu amaçla iki misyoner Anadolu’ya araştırmalar yapmak üzere gönderildi. “Missionary Researches in Armenia” ismiyle de kitaplaştırılan bu gezi sırasında özellikle Ermenilerin yoğun olarak bulunduğu 1 Donald Bloxham, “Terrorism and Imperial Decline: The Ottoman-Armenian Case”, European Review of History: Revue Europeenne d’Historie, 14:3, s. 301-324. 2 Ahmet Refik, “Türkiye’de Katolik Propagandası” , Türk Tarihi Encümeni Mecmuası, No: 5 (82), 14. sene, Eylül 1340, s. 257-276; Kemal Beydilli, II. Mahmut Devrinde Katolik Ermeni Cemaati ve Kilisesi’nin Tanınması (1830), (nşr. Ş. Tekin, G. Alpay Tekin), Cambridge, Mass. : Harvard Üniversitesi, Yakındoğu Dilleri ve Medeniyetleri Bölümü, 1995; Durmuş Yılmaz, Fransa’nın Türkiye Ermenilerini Katolikleştirme Siyaseti, Konya: S.Ü. Vakfı Yayınları, 2001; Davut Kılıç, “Osmanlı Ermenileri Arasında Katolik Kilisesi’nin Kuruluş Faaliyetleri”, Yeni Türkiye, Ermeni Özel Sayısı II, Mart-Nisan 2001, sayı: 38, s. 726-734. 3 Süleyman Kocabaş, Ermeni Meselesi Nedir, Ne değildir?, Vatan Yayınları, İstanbul 2006, s. 33. 4 “American Board of Commissioners for Foreign Missions”, The Encyclopaedia of Missions, Edited by Rev. Edwin Munsell Bliss, Vol. II, New York,, London: Funk & Wagnalls, 1891, s. 66-83. 5 Jeremy Salt, Imperialism, Evangelism and the Ottoman Armenians 1878-1896, Frank Cass & CO. London, 1993, s. 30. 6 Mim Kemal Öke, Yüzyılın Kan Davası Ermeni Sorunu, İrfan Yayıncılık, İstanbul 2003, s. 120. 2 bölgeler tercih edilmiş ve bu yerlerin coğrafi, sosyal, ekonomik, kültürel özellikleri, nüfus ve iklim bilgileri tespit edilmişti7. 1826 yılında William Goodell’in Beyrut’ta iki Ermeni din adamını Protestanlaştırması dikkatleri Anadolu’ya ve Ermeniler üzerine çekmişti. Anadolu’daki hareketin başkanı olarak Goodell aldığı talimatla 1831’de İstanbul’a gelmiş ve bu tarihten başlayarak çalışmaların tüm ağırlığını Ermenilerden yana koymuştu8. Onların gelişlerinin ardından birkaç yıl içersinde misyonerler okul, matbaa ve İncil Evleriyle İstanbul’da muazzam bir şekilde örgütlenmiş oldular. Misyoner varlığı İstanbul’dan yavaş yavaş Anadolu’ya yayılmaya başladı. Büyük vilayetlerin birçoğunda okul, kolej, kilise, matbaa ve hastaneler açtılar9. Öyle ki artık misyonun resmi adı bile Ermeni Misyonu (Mission to Armenians) olmuştu. İstanbul ise bu misyonun merkeziydi. Birkaç yıl sonra Urumia (1835), Trabzon (1835) ve Erzurum (1839) istasyonları açıldı. Asıl gelişme 1850’lerde yaşandı ve Sivas (1851), Merzifon (1852), Harput (1855), Talas (1854), Diyarbakır (1853), Adana (1852), Maraş (1854), Urfa (1854) ve Tarsus (1859) şehirlerinde misyoner istasyonları kuruldu10. Böylece Anadolu misyoner kuruluşlar tarafından tamamen kuşatılmış bulunuyordu. Bundan sonra yapılması gereken hedef kitle üzerine eğilerek kendi amaçları doğrultusunda yetiştirilmesi olacaktı. Hedef kitleyi eğitmek için bu dönemde misyonerlerin uyguladıkları metotlar ise sohbet, tercüme ve yayın faaliyetlerinden oluşuyordu. Bir yandan yerel dilleri öğrenmeye çalışıyor, dini içerikli kitaplar ve İncil çevirileri hazırlıyor, diğer yandan da her türlü dini seminer, konferans gibi çalışmaları yürütüyorlardı11. Misyonerlerin eğitim alanındaki girişimlerine en büyük desteği yine Ermeni patrikhanesi vermişti. Goodell, İstanbul’a geldikten hemen sonra Ermeni patriğiyle bir görüşme yapmış, bu sırada patrik kendisine böyle okulları desteklediğini söylemiş ve bazı Ermeni papaz ve öğretmenlerinin alınarak bu sistem içerisinde eğitilmesini bile talep etmişti12. Önce misyonerler kendi evlerinde okullar açmışlar daha sonra 1834’ten itibaren ücretsiz eğitim-öğretim veren okullar kurarak13 öğrencileri ve 7 Uygur Kocabaşoğlu, Kendi Belgeleriyle Anadolu’daki Amerika: 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Amerikan Misyoner Okulları, 3. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi, 2000, s. 15, 31. 8 Edward D. G. Prime, Forty Years in the Turkish Empire or Memoirs of Rev. William Goodell, New York: Robert Carter, 1876. 9 Salt, Imperialism, Evangalism and the Ottoman Armenians, s. 31. 10 Howe Lybyer, “America’s Missionary Record in Turkey”, The Current History Magazine, 19:5, February, 1924, s. 802-810. 11 Michael Chamich, History of Armenia: From B.C. 2247 to the Year of Christ 1780, or 1229 of the Armenian Era, Vol. I-II, Calcutta: Bishop’s College Press, 1827. 12 Prime, Forty Years in the Turkish Empire, s. 128. 13 Vartan Artinian, The Armenian Constituniolan System in the Otoman Empire 1839-1863: A Study of its Historical Development, İstanbul, 1970, s. 40. 3 Ermeni ailelerini cezbetmeye çalışmışlardır. Ancak bu okul ve çeşitli hayır kuruluşları sadece Ermenileri ayartmak için hizmet etmişti14. 1834’te bu okulların 2000 öğrencisi vardı ve artık bu okulların etkisini yok etmek için çok geçti. Ermeniler buradan yayılan ışıkla “uyanmaya” başlamışlardı15. Sayıları gün geçtikçe artacak olan bu okullarda Ermeni gençleri Fransız İhtilali’nin milliyetçilik ilkesiyle tanıştılar. Eğitim aldıkları sınıflarda kendilerine Ermenistan coğrafyası, yüceltilmiş edebiyatı ve efsaneleştirilmiş tarihleri öğretildi. Özetle Ermeni gençleri milli bilinçlerini bu kurumlarda kazandılar16. Gregoryen Ermeniler tepkilerine rağmen Protestanlar faaliyetlerine devam ettiler ve Ermeni Evangelical Kilisesi olarak adlandırılan ilk Ermeni Protestan Kilisesi’ni, İstanbul’da 1 Temmuz 1846 tarihinde kurdular17. Ermeni Protestan Kilisesi kurulduktan sonra bu kez de devreye İngiliz Büyükelçisi Sir Stratford Canning18 girdi, onun güçlü nüfuzu sayesinde 27 Kasım 1850’de imparatorluktaki Protestanlar, Osmanlı Hükümeti tarafından resmen tanındılar19. Görüldüğü üzere milliyetçi bir Ermeni kimliğinin oluşmasında misyoner faaliyetleri son derece önemli olmuştu. Burada Avrupalı devletlerin çalışmalarına dikkat çekmek gerekmektedir. Nitekim misyonerlerin çalışmalarını kolaylaştırmak için özellikle İstanbul’daki büyükelçilikler ellerinden geleni yapmışlardı. Tabi bu duruma Osmanlı Devleti’nin o dönemde izlediği siyasetin de etkisi olduğu tartışılmazdır. Tanzimat Fermanı ile başlayan Islahat Fermanı ile devam eden süreç Ermeni kimliğindeki bu dönüşüm için uygun bir ortam sağlamıştı. Dolayısıyla bu fermanların fikri hazırlık aşamasına etkileri üzerinde durmak faydalı olacaktır. Tanzimat ve Islahat Fermanlarının Etkisi Ermeni Sorunu’nun gelişim sürecine etki eden Tanzimat ve Islahat Fermanları doğrudan devlet yapısındaki önemli değişikliklere odaklı olarak yapılmıştı. Ancak Ermeni 14 Babgen Kiwleserean, The Armenian Church, by Papken Catholicos Gulesserian, Translated by Terenig Vartabed Poladian, New York: AMS Press, 1970, s. 45. 15 Mission schools in India of the American board of commissioners for foreign missions, with sketches of the missions among the North American Indians, the Sandwich Islands, the Armenians of Turkey, and the Nestorians of Persia. By Rev. R.G. Wilder, New-York, Boston: A.D.F. Randolph, Crocker & Brewster, 1861, s. 375. 16 Öke, Ermeni Sorunu, s. 121. 17 Hagop A. Chakmakjian, Armenian Christology And Evangelization Of Islam : A Survey of The Relevance of The Christology of The Armenian Apostolic Church to Armenian Relations With its Muslim Environment, Leiden: E. J. Brill, 1965, s. 21. Papazlar yerli Hıristiyanlardan seçiliyordu ve bir müddet boyunca bu papazların maaşları misyonerler tarafından karşılandı. Lybyer, “America’s Missionary Record in Turkey”, s. 806. 18 Stanley Lane Poole, Lord Stratford Canning’in Türkiye Anıları, Çev. Can Yücel, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1999. 19 Leon Arpee, A Century of Armenian Protestantism, 1846-1946, New York: Armenian Missionary Association of America, 1946, s. 249. 4 Sorunu için de son derece önemli gelişmelere neden oldu. Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan bütün vatandaşlara eşit haklar, can ve mal emniyeti vaat ediliyor, mali, askeri ve adli sahalarda bazı reformlar ileri sürülüyordu. Tanzimat devrinde başlayan bu gelişmelerin imparatorluk içerisindeki diğer unsurlara nazaran Ermeni toplumu üzerinde mühim etkileri olmuştu. Tanzimat Fermanı’nın ve özellikle de 1856 Fermanı’nın getirdiği yeni haklarla Osmanlı Devleti içinde yaşayan gayrimüslimler müslümanlarla eşit haklara sahip oldular. Ermeniler açısından özellikle Islahat Fermanı'ndan sonra din-hukuk alanlarında olmak üzere iki önemli gelişme yaşandı. Bu gelişmelerden birincisi, Ermenilerin gerçek anlamda bir “millet” olma yoluna girmeleri, ikincisi ise kilise meclislerine halktan üyelerin girmeye başlaması idi. Böylece millileşme ile laikleşme birlikte başlamış oluyordu 20. Ermeni sorununda önemli bir dönem noktası olan bu süreçte dikkati çeken bir başka gelişme ise millileşme ve laikleşmeye şekil veren Ermeni Millet Nizamnamesi’nin hazırlanmasıdır. 29 Mart 1863 tarihinde “Nizamname-i Millet-i Ermeniyan”21 padişah ve hükümet tarafından tasdik edildikten sonra Ermeni Millet Nizamnamesi adıyla yürürlüğe girdi22. Bundan böyle Ermeni patriğinin seçilme işlemini de meydana getirilecek yeni meclis üyeleri yapacaktı. Nizamnamenin Osmanlı Devleti’nce imzalanmasının nedeni, Avrupa devletlerince hükümete yapılan baskıların hafifletilmesine yönelikti. Ancak tüzük, Osmanlı Ermenilerinin siyasal ve sosyal yapılanmalarında yeni bir çığır açtı23. Yapılan düzenlemelerle Ermeni toplumu bir cemaatin ötesinde siyasi, sosyal, iktisadi, kültürel bütün haklarında ve eylemlerinde, devlet içerisinde yeni bir baskı grubu haline geldi. Bu nizamname ile verilmiş olan izinlerden yararlanan patrikler, daha ziyade milli ve siyasi cephelerde çalışmaya başladılar24. İşte bu noktadan itibaren Ermeni kilisesi fikri hazırlık aşamasında en ciddi görevi üstlenmiş oldu. Ermeni Kilisesi ve Din Adamaları Fikri hazırlık devresinin ve sonrasında Ermeni Sorunu'nun lokomotifi kilise ve din adamları olmuştur. Ruhaniler bütün mesai ve enerjilerini Ermeni Millet Nizamnamesi’nin 20 Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2003, s. 228. Nizamname ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Murat Bebiroğlu, Tanzimat’tan II.Meşrutiyet’e Ermeni Nizamnameleri, İstanbul, 2003; Vartan Artinian, The Armenian Constitunional System in the Ottoman Empire, İstanbul, 1970. 22 Leon Arpee, The Awaeking of The Armenian Church, A History of the Armenian Church (1820-1860), Chicago: University of Chicago, 1909, s. 185. 23 İhsan Sakarya, Belgelerle Ermeni Sorunu, Ankara 1984, s. 34. 24 Davut Kılıç, Osmanlı İdaresinde Ermeniler Arasındaki Dini ve Siyasi Mücadeleler, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, 2006, s. 173; Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, İstanbul 1976, s. 175. 21 5 onlara sunduğu fırsatlar dahilinde Ermeni milliyetçiliğini harekete geçirecek ve milli uyanışa sebep olacak faaliyetlere ayırmışlardır. Ermeni okul, manastır ve kiliselerinde, gerçekleştirdikleri faaliyetlerle Ermeni gençlerine bu fikirleri aşılamalarının yanı sıra Ermeni halkının da milli duygularının uyanmasına katkıda bulunmuşlardır. Büyük devletler ise ruhanilerin yürüttükleri milliyetçilik hareketinin en büyük destekçisi olmuşlardır25. Özellikle Bazı Patrikler meselenin öncüleri olmuşlardır. İstanbul Ermeni Patrikliği yapmış olan Mıgırdıç Kırımyan, Nerses Varjabedyan ve Mateos İzmirliyan bu konuda öne çıkan figürler olarak dikkati çekmektedir. Ermeni ruhanilerinin bu süreçteki faaliyetleriyle ilgili bir Rus generalinin tespitleri din adamlarının rolünü ortaya koymaktadır. Ermeni din adamlarının ve kilisenin millileşme yoluna girdiğini, Ermeni ruhanilerinin din hususunda çalışmalarının neredeyse hiç olmadığını; buna karşılık milliyetçi fikirlerin yayılması için çaba sarf ettiklerini, senelerdir bu gibi fikirlerin manastırların duvarları arasında gelişip büyüdüğünü dile getirmektedir. Rus Generali Mayewski, bununla birlikte Ermeni okullarının da ruhanilere yardımda bulunduğunu, zaman geçtikçe dini taassubun yerini milli hislerin aldığını belirtmektedir. Devamında ise din yerine milliyet propagandasına girişen Ermenilerin batılı diplomatlarca kullanıldığı, milli hislerini tahrik edilerek bir Ermeni sorununun ortaya çıkarıldığı şeklinde dikkat çekici değerlendirmelerde bulunmuştur26. Fikri Hazırlık Evresi, Misyoner Faaliyetleri, Yenileşme Çabalarının Ermeni Cemaatine Kazandırdıkları, Ermeni Kilisesi ve Din Adamlarının Çabaları neticesinde Ermeni Cemaati İçerisinde bağımsızlık isteyen bir grup ortaya çıktı. DİPLOMATİK TEŞEBBÜSLER DÖNEMİ Misyoner faaliyetleri ve Ermeni Kilisesi’nin çabaları neticesinde milliyetçi bir kimliğe bürünen Ermeni cemaati 1870’lerden itibaren farklı bir politika takip etmeye başladı. Fikri hazırlık devresi ve millileşme tamamlanmış sıra artık sorunun uluslar arası bir platforma taşınmasına gelmişti. Bu manada 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’nı önemli bir fırsat olarak değerlendiren Ermeni cemaati özellikle kilise mensuplarının çabalarıyla bu amacına ulaşmıştı. 1875 yılında Hersek İsyanı başladığında, büyük devletlerin müdahalesi ile burada ıslahat yapılması düşüncesi ortaya çıkınca, Patrikhane bu fırsattan istifade ederek, doğu illeri için bir muhtariyet koparabilme düşüncesine kapılmıştı. 25 Kılıç, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, s. 174-175. Rus General Mayewski’nin Doğu Anadolu Raporu – Van ve Bitlis Vilayetleri Askeri İstatistiği-, Çev., Mehmet Sadık, Haz: Hamit Pehlivanlı, Van Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü, Van, 1997, s. 18. 26 6 Hersek ve Bulgar meselelerinin halledilmesi için toplanan İstanbul Konferansı (Tersane Konferansı) sırasında Patrik Nerses Varjabedyan, İngiliz baş murahhası Salisbury’ye Osmanlı hükümetinin Ermenilere yaptığı baskılar, bunlara karşı alınmasını istediği önlemler ve destek isteklerini içeren bir rapor sunmuştu. Gerek Tersane Konferansı ve gerekse konferans sonrasında yürütülen diplomatik temaslarda bir neticeye varılamayınca Rusya Osmanlı Devleti’ne savaş açtı. Doğu cephesinde savaş ilanı ile birlikte, Rus orduları Doğu Anadolu’da bazı vilayetleri işgal etmiş ve bu bölgede yaşayan Ermenilerle temasa geçmişlerdi27. Savaşın sonucu yani Rusya’nın galibiyeti belli olduğunda ateşkes antlaşması bile imzalanmadan Ermeni Meclisi, daha önce alınan Osmanlı Devleti yanında savaşa katılmak kararını iptal etmişler ve büyük devletlerin Hariciye Vekillerine birer şikayet mektubu göndermişlerdi28. Bunun yanısıra meclis Rus Çarı’na da bir mektup göndererek Fırat’a kadar olan bölgelerin Ararat ili ile birleştirilerek Rusya tarafından işgal edilmesi, toprak işgali olmayacaksa Bulgarlara verilen imtiyazların Ermenilere de verilmesi, Ermeniler tarafından talep edilen ıslahat ve ayrıcalıkların Rus ordusunun işgal bölgesini terk etmeden önce yapılacağının garanti edilmesi taleplerini iletmişti29. Rus ilerleyişine mukavemet edemeyince 31 Ocak 1878’de Edirne Mütarekesi imzalanmıştı30. Bu süreç öncesinde Ermeni Patrikhanesi, Edirne’ye bir heyet gönderilmesine ve Rus İmparatoru II. Alexander ile Başvekil Gorçakoff’a birer dilekçe sunulmasına karar vermişti. Babıâli Ocak ayında barış antlaşmasının ilk şartlarını tespit etmek üzere Edirne’ye temsilcilerini yollarken, Patrikhane de, Edirne’ye bir heyet göndermişti.31. Patrikhane’nin temsilci olarak gönderdiği Rusçuklıyan Filibe’de Kont İgnatieff ile görüşmüştü. Bu görüşmede Rusya’nın İstanbul eski elçisi olan İgnatieff, derhal mücadeleye başlamalarını tavsiye etmişti32. Edirne Mütarekesi’nden bir netice alınamamasının ardından, Ayastefanos’ta devam eden barış görüşmeleri sırasında bizzat Patrik Nerses Varjabedyan, Rus murahhasası başkanı Çar’ın kardeşi Grandük Nikola ile görüşmüştü33. Bu yoğun faaliyetler sonucunda yapılacak antlaşmaya Ermeniler bir madde koydurmayı başarmışlardı. Türk delegasyonunun karşı çıkmasına rağmen, 3 Mart 1878 tarihinde imzalanan Ayastefanos Antlaşması’nın 16. maddesi 27 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, c. VIII, Ankara: Türk Tarih Kurumu,1995, s. 129. Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1983, s. 105. 29 Sonyel, The Ottoman Armenians, s. 46. 30 Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve Rusya, Ankara, 1990, s. 84. 31 Mesrob, K. Krikorian, Armenians in the Service of the Ottoman Empire 1860-1908, London, 1978, s. 6. 32 Küçük, Osmanlı Diplomasisi, s. 3. 33 Erdal İlter, Ermeni Meselesinin Perspektifi ve Zeytun İsyânları (1780-1880), Ankara, 1988, s. 52. 28 7 Ermeni isteklerine olumlu bir cevap niteliğindeydi34. 29 maddeden oluşan bu antlaşmada yer alan Anadolu’nun doğusunda Ermenilerle meskûn yerlerde ıslahat yapılması ve Ermenilerin Kürtler ve Çerkezlere karşı himaye edilmesi gerektiğine dair hüküm35, önceleri bir iç mesele olan Ermeni sorununun uluslararası alana taşınması yolundaki ilk adımdır. Yapılan antlaşma ile Osmanlı Devleti yeni bir yükümlülük altına giriyordu. Rusya ise reform bahanesiyle Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışma hakkı elde etmiş oldu. Rusya’yı, özellikle Doğu Anadolu üzerinde etkili hale getiren bu gelişme, aynı zamanda İskenderun yoluyla Akdeniz’e, diğer taraftan da Dicle-Fırat yoluyla Basra Körfezi’ne çıkma emellerinin gerçekleşmesini hedefliyordu. Böylece Doğu Anadolu’yu da Balkanlaştırmak amacında olduğunu ortaya koyan Rusya, bunların gerçekleşmesiyle Osmanlı Devleti üzerinde nüfuz sahibi olabilecekti36. Ancak antlaşma ile Rusya’nın elde ettiği avantajlardan endişe duyan İngiltere’nin harekete geçmesi kaçınılmazdı. Görüldüğü üzere iki büyük devletin Osmanlı toprakları üzerindeki çıkar çatışmaları siyasetlerinin temelini teşkil ediyordu. İngiltere'nin baskısıyla Ayastefanos Antlaşması’nın bazı kısımlarını yeniden gözden geçirmek ve düzeltmeler yapmak için, Berlin’de devletlerarası bir kongrenin toplanmasına karar verildi. Rusya, yeni bir savaşı göze alamadığı için bu kongrenin yapılmasını kayıtsız şartsız bir şekilde kabul etmek zorunda kalmıştır. Kırım Savaşı’ndan aldığı dersle ihtiyatlı davranan Rusya, savaştan kaçınmış ve İngiltere ile diplomatik arenada kozlarını paylaşmaya karar vermiştir37. Berlin Antlaşması, pek çok konuda olduğu gibi Ermeni meselesi açısından da bir dönüm noktası olma özelliği taşımaktadır. Kongre 13 Haziran 1878 tarihinde Berlin’deki Radziwil Sarayı’nda Şansölye Bismarck’ın başkanlığında, altı büyük devlet ve Osmanlı temsilcilerinin katılımıyla başlamıştı38. Kongre toplanmadan önce Ermeni cemaatinin ileri gelenleri özellikle patrik Nerses yoğun bir şekilde çalışıyordu. Yani Ayastefanos Antlaşması’nın imzalandığı 3 Mart 1878 tarihi ile Berlin Kongresi’nin toplandığı 13 Haziran 1878 tarihleri arasında, yani 3 aylık sürede Ermeniler boş durmamışlardı. 34 K., Tahmazian, Turcs et Arméniens, Plaidoyer et Réquisitoire, Imprimerie H. Turabian, Paris, 1919, s. 57. Vardan Aramovic, Parsamian, Istroria Armianskogo Naroda 1801-1900 gg. Erivan, 1972, s. 259. 36 Şimşir, “Osmanlı Ermenileri ve Büyük Devletler”, s. 122-123. 37 Parsamian, Istroria Armianskogo Naroda, 1972, s. 285. 38 İngiltere’yi Beaconsfield, Salisbury, Odo Russel; Rusya’yı Gorçakoff, Cuvalet, Ubril; Avusturya-Macaristan’ı Andressy Haymer; Fransa’yı Waddington, Saint-Vallier Despres; İtalya’yı Corti temsil etmişti. Ramazan Çalık, Alman Kaynaklarına Göre II. Abdülhamit Döneminde Ermeni Olayları, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2000, s. 84; Mehmet Ali Paşa, Alexander Kara Teodori Paşa ve Berlin Sefiri Rami Sadullah Bey de Osmanlı Devleti adına konferansa iştirak etmişlerdi. Roderic Davison, “The Secret Report on the Congress of Berlin”, Ord. Prof. İ. Hakkı Uzunçarşılı Hatıra Sayısı, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, sayı. 32, Mart 1979, Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul, 1979, s. 639-640. 35 8 Patrik Nerses İstanbul’da yabancı elçiliklerin özellikle İngiltere elçisi Layard’ın kapısını aşındırıyor ve toplanacak kongrede Ermeni isteklerinin dikkate alınması için taleplerde bulunuyor, muhtıralar veriyordu39. Öte yandan Patrik Nerses, kongreye katılacak bütün devletler nezdinde yoğun faaliyetlerde bulunmak amacıyla Avrupa başkentlerine bir heyet gönderme kararı almıştı. Avrupa’ya gidecek bu heyet eski Ermeni patriği Mıgırdıç Kırımyan, Başpiskopos Horen Narbey ve katip-tercüman olarak da Stepan Papazyan ile Minas Çeraz’dan oluşuyordu40. Bu heyet Avrupa başkentlerini dolaştıktan sonra Berlin’de toplanacak kongrede faaliyette bulunacaktı. Kaynaklarda patrikhane tarafından gönderildiği belirtilen bu heyetin büyük devletler tarafından kongreye davet edildiğine dair bilgiler mevcuttur41. Ermeni heyeti, Berlin konferansına katılacak Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve Avusturya heyetleriyle ayrı ayrı görüşmüş, bağımsızlık isteklerini ve Avrupalı devletlerin destek ve yardımlarını beklediklerini dile getirmişlerdi42. Dünya siyasetinde büyük değişikliklere neden olan kongrede, Ermeni meselesinin ele alınmaması Ermenilerin bu derece çabaları göz önünde bulundurulduğunda kaçınılmazdı. Bu çabalar sonucu, Ermeni sorunu 4 Temmuz 1878 tarihinde yapılan toplantının on ikinci protokolünde ele alınmıştı43. 8 Temmuz’da yapılan on beşinci protokolde Ermenilerle ilgili nihai karar toplantıya katılan üyelerce hemen onaylanmıştı44. Berlin Antlaşması’nda kabul edilen bu madde45, daha sonra büyük devletlerin Ermenileri ileri sürerek Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmalarının temelini oluşturacaktı. Bu antlaşmadan Birinci Dünya Savaşı’na kadar geçen otuz beş yıl boyunca büyük devletlerin özellikle Rusya ve İngiltere’nin Ermeni işine karışmaları hep bu maddeden kaynaklanmıştır46. 39 Sonyel, The Ottoman Armenians, s. 51-52 Kurkjian, A History of Armenia, 292; Musa Şaşmaz, British Policy and the Application of Reforms for the Armenians in Eastern Anatolia 1877-1897, Ankara 2002, s. 7. 41 Zeidner’e göre büyük devletler Ermenileri yapılacak kongreye resmi olmayan bir delegasyon ile katılmaya davet etmişlerdi, bu durum Ermeniler için yeni güvenceler anlamına geliyordu. Robert F. Zeidner, "Britain and the Launching of the Armenian Question", International Journal of Middle East Studies, Vol. 7, No. 4 (Oct., 1976), s. 473. 42 Bu heyetin Avrupa başkentleri ve Berlin’deki çalışmaları için bkz. Fikrettin Yavuz, “Ermeni Katogikosu Mıgırdıç Kırımyan ve Ermeni Meselesindeki Rolü”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya 2004. 43 A. O. Sarkissian, History of the Armenian Question to 1885,The University of Illinois Press, Urbana,1938, s. 81. 44 Ali Fuat Türkgeldi, Mesâil-i Mühimme-i Siyâsiyye, c. II, Ankara, 1987, s. 87; Uras, Tarihte Ermeniler, s. 248. 45 Bu maddeye göre; “Babıâli Ermenilerin oturdukları vilayetlerin mahalli şartları dolayısıyla muhtaç oldukları ıslahat ve düzenlemeleri gecikmeden yapmayı, Kürtler ve Çerkezlere karşı emniyet ve huzurlarını korumayı taahhüt eder ve bu konuda alacağı tedbirleri sırası geldikçe bu devletlere tebliğ edeceğinden, adı geçen devletler de bu tedbirlerin uygulanmasına nezaret edeceklerdir.” Hocaoğlu, Arşiv Vesikalarıyla Ermeni Mezalimi, s. 111. 46 Şimşir, Osmanlı Ermenileri, Ankara 1986, s. 212 40 9 Ermeni cemaati Berlin Konferansı’ndan çok şey beklemişti. Osmanlının hezimeti ile sonuçlanan savaşın sonunda bağımsızlıklarını elde edeceklerini ve Balkanlardaki siyasi emellerini gerçekleştirmeye çalışan Rusların kendilerine de yardım edeceğine inanmışlardı. Fakat kongrenin sonunda muhtar bir Ermenistan yerine Doğu Anadolu’da ıslahat yapılması ile ilgili bir hüküm çıkınca, Ermenilerin çoğunluğu büyük hayal kırıklığına uğramışlardır. Ancak Ermenilerin bu antlaşma ile siyasi anlamda büyük fırsatlar elde ettiği de gözden kaçırılmamalıdır. Belki de en önemlisi, 61. madde ile Ermeni sorunu, uluslararası siyasal sistemin gündemine girmiş oldu47. Burada dikkati çeken anlaşmada istenilenlerin elde edilememesi sonucunda bundan sonra takip edilecek olan yöntemdir. Ermeni cemaati artık Avrupa’nın müdahalesini ve bu suretle de bağımsız bir Ermeni Devletini temin etmek için silahlı eylem hareketlerine başlamak ve harekete geçmek zorunluluğuna inanmış bulunuyorlardı. Silahlı mücadele yolunda en önemli dönüm noktalarından biri Berlin Kongresi’ne katılan eski Ermeni patriği Kırımyan’ın İstanbul’a dönüşünde yaptığı konuşmaydı48. Kırımyan bu konuşmasında Ermeni cemaatine nihai bir çağrı yapıyordu. Karadağ, Bulgar ve diğer Balkan milletlerinin kan dökerek bağımsızlıklarını elde ettiklerini, halbuki Ermenilerin isyan edip kan dökmediklerini, Ermeni bağımsızlığının elde edilebilmesi için kan dökmenin gerekli olduğunu belirten Kırımyan konuşmasını şu şekilde sonlandırmıştı: “Ermeni Halkı, elbette sizler silahın neler yaptığını ve neler yapabileceğini çok iyi anladınız. Ve bundan dolayı, değerli ve kutlu Ermeniler, sizler vatanlarınıza, akrabalarınıza ve arkadaşlarınıza döndüğünüz zaman, silahlanın, silahlanın ve yine silahlanın. Ey insanlar, her şeyin üstünde bağımsızlık ümidini ilk önce kendi içinize yerleştirin. Aklınızı ve yumruğunuzu kullanın! İnsan kendi kurtuluşu için mücadele etmeli”49. Kırımyan yine Berlin sonrasında yaptığı bir başka konuşmasında kongrenin toplandığı sarayın kapısında hak güçlülerindir, siyasetin menfaati yok, hak kılıcın ucunda, Ermeniler bu demiri sevin kurtuluşunuz ancak ondadır diyordu50. İşte bu tür çabalar artık Ermeni cemaatini geri dönülmez bir yola sokacaktı. Ermeniler bağımsızlık için silaha sarılacaklardı. Böylelikle Ermeni sorununda fikrî hazırlık ve diplomatik teşebbüslerden oluşan ilk iki kısım tamamlamış ve son kısım olan silahlı mücadele safhasına geçilmiş oluyordu. 47 Mim Kemal Öke, Yüz Yılın Kan Davası Ermeni Sorunu, 2003, s. 129. Konuşmanın tamamı için bkz. Parsamian, Istroria Armianskogo Naroda, s. 291-292; Hayrig, a Celebration of His Life and Vision on the Eightieth Anniversary of His Death (1907-1987), A Publication of the Prelacy of the Armenian Apostolic Church of America, New York, 1987.s. 23-24; Vigen Guroian, “Armenian Jenocide and Christian Existance”, Cross Currents, Fall 91, vol.41, s. 330. 49 Haluk Selvi, Birinci Dünya Savaşı’ndan Lozan’a Ermeni Sorunu, Sakarya, 2004, s. 30-31; http://www.armenianhouse.org/khrimyan-hayrik/loving-father.html, 11.12.2008. 50 Parsamian, Istroria Armianskogo Naroda, s. 292. 48 10 İSYANLAR/TERÖR DÖNEMİ Ermeniler Berlin Konferansı’ndan sonra oluşan ortam neticesinde bir şeyi daha iyi anlamışlardı, o da yabancı devletlerin desteği ve doğrudan müdahalesi olmadan bağımsız bir devlet kuramayacaklarıydı. 1880 tarihine kadar yabancı devletlerin Ermeniler lehine yaptıkları müdahalelerde fazla ısrarlı olmayışlarının sebebi, Osmanlı topraklarında göze batacak ve Avrupa kamuoyunu harekete geçirecek Ermeni olaylarının meydana gelmemesinden ileri geliyordu51. Bu amaçla özellikle Ermeni kilisesinin önderliğinde harekete geçme kararı alındı. Seslerini yükseltme kararı almaları, sadece dil ve kilise ile birbirlerine bağlı olan Ermenileri, komiteler kurma yoluna sevk etmiştir52. Yani bağımsızlık fikrini gerçekleştirmek isteyen Ermeni milliyetçileri büyük devletler tarafından yeterince dikkate alınmadıklarını görünce, terörizm yoluyla bu devletlerin dikkatlerini Ermeni sorununa çekmek istediler53. Görüldüğü üzere bağımsızlık isteyen Ermenilere göre Avrupalı devletlerin dikkatini çekmek için tek yol kargaşa çıkarmaktan geçiyordu. Bu amaçla ilk olarak Doğu Anadolu’da isyanlar çıkartılarak buradaki halk tahrik edilmeli Müslümanlar ise misilleme amacıyla Ermeniler üzerine gönderilmeliydi. Böylelikle burada bir kargaşa ortamının çıkması kaçınılmazdı. Güvenlik güçlerinin aldığı tedbirler komitelerin batıdaki propaganda bürolarınca katliam şeklinde kamuoyuna aktarılacak ve büyük devletlerde bu baskı ve kan dökümüne son vermeye davet edilecekti. Yani batı müdahalesi vazgeçilmez bir şarttı. Terör ise bağımsızlık isteyen Ermenilere göre o günün şartlarında bu müdahaleyi getirecek olan tek yoldu 54. Bu planın gerçekleştirilmesi için yapılacak ilk şey Anadolu’nun her yerinde komiteler kurmaktı. Planın sistemli işlemesi için bu kaçınılmaz bir durumdu. Ermeni Komitelerinin Kurulması Terörü bir yöntem olarak kullanarak batı müdahalesini sağlamaya çalışan Ermeni komiteleri daha ziyade 1880’den sonra kurulanlardı. Ancak bu tarihten önce sosyal amaçlı kurulmaya başlayan derneklerin varlığından söz edilebilir. Bu dernekler önem arz etmektedir. Nitekim devlete karşı silah kullanarak Türk Ermenilerini ayaklandıran komitelerin ilk 51 Karal, Osmanlı Tarihi, c. VIII, s. 135. Edwin Munsell Bliss, Turkey and the Armenian Atrocities, Edgewood Publishing Company, New York, 1896, s. 334. 53 Mim Kemal Öke, Uluslararası Boyutlarıyla Anadolu-Kafkasya Ekseninde Ermeni Sorunu (1914-1923), İstanbul: İz Yayıncılık, 1996, s. 116. 54 Öke, Ermeni Sorunu, 1996, s. 116-117. 52 11 belirtileri ve çekirdekleri bu derneklerdi. Bu nedenle komitelerden önce bu dernekleri kısaca incelemekte yarar vardı. Yardım amacıyla kurulan ilk dernek Adana’da 1860’ta kurulan Hayırseverler Cemiyeti’ydi. Bunu müteakip Fedakârlar Derneği kurulmuştu55. Özellikle 1870 ve 1880 yılları arasında bu derneklerde büyük bir artış görüldü56. Sosyal amaçlı kurulduğu belirtilen bu cemiyetler zamanla siyasi muharip çeteler ve köy çeteleri kurmaya başladılar. Kendi aralarında savaşçı birlik, yardımcı birlik, silah ve cephane birliği ve posta teşkilatı olarak çok ayrıntılı bir şekilde organize olmuşlardı57. Kurulan bu cemiyet ve derneklerin hepsinde ortak amaç, bağımsız bir Ermenistan devletini kurmak arzusunu yerine getirmekti. Bu amaca hizmet etmek üzere 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında Ermeni cemiyetleri, okulları ve kiliseleri, kanuni ve dini bazı dokunulmazlıklardan istifade etmek suretiyle isyan, ihtilal hazırlıklarının yapıldığı birer siyasi büro ve silah ve mühimmat deposu haline gelmişlerdir58. Richard Hovannisian ise kurulan bu cemiyetlerin genel amacının Ermenilerin din ve kültürlerini hiçe sayan Türklere ve Kürtlere karşı cemaatlerini korumak olduğunu, küçük ölçekli olarak kurulan bu cemiyet üyelerinin yasak diye tabir ettiği ihtilalci kitaplar okuduklarını atış talimi yaptıklarını belirtmektedir59. Kurulan bu cemiyetlerin özellikle Kürt beylerinin artan baskıları sonucunda ortaya çıktığını, amaçlarının kendilerini Kürtlere karşı korumak olduğunu belirtilen yazarlar da vardır60. Ancak bu cemiyetlerin bağımsızlık amacını güttüğü yine Ermeni yazarlarca belirtilmektedir. Örneğin 1881’de Erzurum’da kurulan Anavatan Müdafileri derneğinin sloganı “bağımsızlık veya ölüm” idi61. Bu dernekten önce Van’dan kurulan İttihat ve Halas cemiyetine katılmak isteyen çevre köylerdeki Ermeniler de bağımsızlıkları için her şeyi yapabileceklerini belirten mektuplar gönderiyorlardı 62. 55 Halil Metin, Türkiye’nin Siyasi Tarihinde Ermeniler ve Ermeni Olayları, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1992, s. 87. 56 Bu sürede Van bölgesinde “Araratlı”, merkezleri Muş’ta bulunan “Okul Severler”, “Doğulu” ve “Kilikya” dernekleri kurulmuş ve 1880 yılında bu dernekler bir çatı altında toplanarak “Ermenilerin Birleşik Derneği” adını almıştı. 1879’da “Milliyetçi Kadınlar Derneği”, 1880’de Erzurum’da “Silahlılar Derneği”, Kafkasya’da “Genç Ermenistan Derneği”, 1872’de Van’da “İttihat ve Halas Derneği” ve “Karahaç Derneği” kurulmuştur. Turgay Uzun, “Osmanlı Devleti’nde Milliyetçilik Hareketleri İçerisinde Ermeniler”, Osmanlıdan Günümüze Ermeni Sorunu, Ankara 2001, s.169. 57 Ergünöz Akçora, “Ermeni Sorunu ve Türklere Yaptıkları Katliamlarda Ermeni Komitelerinin Yeri”, Yeni Türkiye, Ermeni Özel Sayısı II, Mart-Nisan 2001, yıl: 7, sayı: 38, s. 747-764. 58 Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Van: Yüzüncü Yıl Üniversitesi, 1990, s. 51. 59 Richard Hovannisian, The Armenian Question in the Ottoman Empire, s. 212-213. 60 Donald Bloxham, “Terrorism and Imperial Decline: The Ottoman-Armenian Case”, s. 306. Donald Bloxham, The Great Game of Genocide, Imperialism, Nationalism, and the Destruction of the Ottoman Armenians, Oxford University Press, New York 2005, s. 46-47. 61 Hovannisian, The Armenian Question, s. 213. 62 Gönderilen bir mektupta bağımsızlıkları için her şeyi yapacaklarını şu şekilde dile getirmişlerdi. “Şu anki durumumuza alternatif olarak Ruslaşmamız gerekiyorsa, hep birlikte Ruslaşalım, göç etmemiz gerekiyorsa, göç 12 Anlaşıldığı kadarıyla dernek adıyla kurulan bu cemiyetlerin asıl amaçları sosyal içerikli faaliyetler değildi. Asıl hedefin bağımsız bir Ermenistan kurmak olduğu açıktı. Nitekim Ermeni kaynaklarının satır aralarında hedefin bu olduğu rahatça görülebilmektedir. Bu cemiyetlerle ilgili söylenebilecek şey küçük ölçekli olarak kurulmalarına rağmen sonradan gelen ve daha organize komitelere örnek teşkil etmiş olduklarıdır. Armenakan&Hınçak ve Taşnak Komiteleri Osmanlı topraklarındaki ilk organize Ermeni komitesi 1885’te Van’da kurulmuş olan Armenakan idi. Komite Ermeni yazarlarca, programı ve harekât alanı sınırlı olmasına rağmen genellikle ilk siyasi parti olarak kabul edilir63. Bu komitenin fikir babası ise Mıgırdıç Portakalyan’dır64. Eski Patrik Mıgırdıç Kırımyan ve Portakalyan’ın Van’da kurmuş oldukları gizli Ermeni Yurttaşlar Birliği adlı örgüt Mıgırdıç Avedisyan tarafından yönetilecek olan Armenakan Partisi’nin kuruluş temelini oluşturmuştur65. Portakalyan’ın okuldan yetişmiş öğrencilerin kurduğu bu komitenin amacı Ermenilere ihtilal vasıtasıyla kendi kendilerini yönetme hakkı elde etmekti. Yöntem olarak ise Ermenileri örgütlemek, onlardan para yardımı almak, ihtilalci fikirlerin yayılmasını sağlamak, meşru müdafaa ruhunu onlara aşılamak, askeri disiplin içerisinde silah kullanmasını öğretmek, silah ve para desteğinde bulunmak ve gerilla kuvvetleri oluşturmaktı. Yöntemler kısmında dikkati çeken maddelerden biri ise genel bir ihtilal için dış dünyadaki şartların uygunluğuna yani büyük devletlerin ve komşu ırkların desteğini kazanmaya dikkat edilmesiydi. Yöntemler kısmında en dikkati çeken nokta ise olağanüstü şartlarda gösteri, terör ve ölüm cezalarına başvurulmamasıydı 66. Ancak Armenakan partisinin daha sonraki faaliyetlerinde teröre başvurduğu görülmektedir. Mayıs 1889’da Armenakan’a mensup üç komiteci dört zaptiyeyle silahlı çatışmaya girmişlerdi. Bu komite mensuplarının karışıklık çıkarmak için kışkırtıcılık yaptıkları ve teröre başvurdukları edelim, ölmemiz gerekiyorsa ölelim, fakat özgür olalım. Bizim arzumuz budur”. Nalbandian, Armenian Revolutionary Movements, s. 81. 63 Hovannisian, The Armenian Question, s. 213. 64 Mıgırdıç Portakalyan 1848 yılında İstanbul Kumkapı’da doğmuştur. İstanbul Ermeni okullarında öğrenim görmüş, Ermeni Milli Meclisi komite çalışmalarına katılmıştır. 1867-69 yılları arasında Tokat’ta öğretmen olarak bulunmuş, orada Türkçe konuşan Ermenilere, Altruistic adı verilen Ermenice Pazar kursları açmıştır. Bu faaliyetleri dönemin patriği Mıgırdıç Kırımyan tarafından takdir edilmiştir. 1869’da tekrar İstanbul’a dönen Portakalyan Ararat Cemiyeti’nin en önde gelen üyelerinden biri olmuş, aynı yıl bu cemiyet tarafından Van’a gönderilmiştir. 93 Harbi sırasında Van’da bulunan Portakalyan’ın faaliyetleri engellenmiş, fakat kendisi Tiflis’e geçerek, iki sene önce tanıştığı Rusya Ermeni liderleri ile işbirliğine girişmiştir. Mıgırdıç Portakalyan 1878-1881 arasında tekrar Van’da bulunmuş faaliyetlerinden dolayı buradan uzaklaştırılmış, daha sonra Marsilya’ya gitmiştir. Ağustos 1885 tarihinden itibaren burada “Armenia” adlı bir dergi yayınlamıştır. Daha fazla bilgi için bkz. Nejat Göyünç, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, s. 62-63; Nalbandian, The Armenian Revolutionary Movement, s. 90-95; Çelebyan, Antranik Paşa, s. 43-50. 65 Çelebyan, Antranik Paşa, 2003, s. 43. 66 Nalbandian, The Armenian Revolutionary Movements, s. 97-98. 13 üç olaydan bahsedilmektedir. Bunlardan birincisi Avedisyan ve üç adamının bir Kürt aşiret reisini öldürme teşebbüsleridir. İkincisi Türk ve Kürtlere karşı Kürt kökenli iki Armenakan komitecisinin suikastları, üçüncüsü ise 1892’de Van’da Nuri Efendi adlı bir polisin dört Armenakan komitecisi tarafından öldürülmesidir. Haziran 1896’da Van’da baş gösteren olayların tertipçileri de Hınçak ve Taşnakların yardımıyla yine Armekan komitesine mensup kişiler olmuştu67. Temelde bağımsızlık çabasında olan bu hareket görüldüğü üzere terör yöntemini amaca ulaşmak için kullanmayı meşru saymıştır. Daha sonra bu yönteme başvuran diğer komitelere örnek teşkil ettiği de söylenebilir. Armenakan komitesinin ardından doğrudan olmasa da Portakalyan’ın fikirlerinden etkilenen öğrencilerce Ağustos 1887’de Cenevre’de kurulan Hınçak Komitesi Ermeni sorununda isyanlar aşamasındaki en önemli rollerden birini oynamıştı. “Hınçak” kelime olarak Ermenice’de “çan sesi, çıngırak” anlamına gelmektedir. Bu komiteyi kuranlar yirmili yaşlarında olup hayatlarında Osmanlı Devleti’ne ayak basmamış, eğitim için Avrupa’ya gönderilmiş, hali vakti yerinde burjuva ailelerin, ideoloji olarak Marksizm’i seçmiş gençleriydi68. Önemli bir kısmı Kafkas Ermenisidir. Bu durum ideolojisindeki idealizmi ve aşırılığı açıklayıcı önemli bir öğedir. Bölge gerçeklerinden habersiz bir grup genç, bağımsız ve hayallerindeki Ermenistan’ı kurmak için yola çıkmışlardır. Sol ideolojik bağlantıları aşırılığı ve hayalperestliği daha da arttırmıştı69. Avetis Nazarbekian, Marie Vardanian ve Gevorg Gharadjian tarafından hazırlanan ihtilalci Hınçak Komitesi’nin programına göre; bugünkü düzen bir ihtilalle ortadan kaldırılmalı ve onun yerine ekonomik gerçeklere, sosyalizme dayanan yeni bir düzen oluşturulmalıydı. Partinin ilk hedefi Türk Ermenistanı’nın siyasi ve milli bağımsızlığıdır. Hınçaklar bu bölgeye yoğunlaşmalı ve burada köle olarak yaşayan Ermenileri kurtarmalıdır. Bu hedefe varmak için kullanılacak metotlar ise propaganda, tahrik terör ve teşkilatlanma idi. Tahrik ve terör halkın cesaretini arttırmak için gerekliydi. Hükümete karşı gösteriler, vergi ödemeyi reddetme, reform talepleri, aristokrat sınıfa karşı kin yaratmak tahrik kampanyasının başlıca yolları idi. Halk bu suretle düşmana karşı kışkırtılacak ve düşmanın misilleme hareketinden de “kâr” sağlanacaktı. Terör yöntemi ise halkı korumak ve Hınçak programına güven duymalarını sağlamak için kullanılacaktı. Osmanlı hükümetini yıldırmak hedefleniyordu, böylece rejimin prestiji azalacak ve tamamen parçalanmasına neden olunacaktı. Hükümet bu terörist taktiklerinin tek hedefi değildi. 67 Nalbandian, The Armenian Revolutionary Movements, s. 100-103. Gürün, Ermeni Dosyası, s. 130-131. 69 Sedat Laçiner, Türkler ve Ermeniler Bir Uluslararası ilişkiler Çalışması, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu Yayını, Ankara 2005, s. 301. 68 14 Hınçaklar, hükümet için çalışan Ermeni ve Türkleri ve bunlara ek olarak bütün casus ve muhbirleri de yok etmek istiyordu70. İhtilal grubunun yapacağı başlıca işler arasında yer alan beşinci madde komitenin silah sağlama ve karışıklık çıkarmasıyla ilgili çarpıcı bilgiler içermektedir71. Kısacası amaç terör yoluyla bağımsız Ermenistan’ı kurmaktı. Nazarbekian da kitabının girişinde komitenin yöntemlerinden bahsetmiştir. Anlattıklarına göre Hınçaklar Süryani, Yezidi hatta Müslümanları dahi hareketin içine çekmeye çaba göstermişler, Makedon, Girit ve Arnavut ihtilalcilerle işbirliği yapmayı planlamışlardı. Osmanlı Devleti tam anlamıyla alevler içerisinde kaldığı zaman, Avrupalı devletlerin harekete geçeceğini ve küçük milletlerin haklarını koruyacaklarını ümit ediyorlardı. Böylece Türk, Rus ve İran Ermenileri tek bir sosyalist devlet çatısı altına alınabilecekti72. Kısacası Hınçakların amacı Türkiye Ermenilerini kurtararak, Rus ve İran Ermenileri ile birleştirmek ve bağımsız bir Ermenistan meydana getirmekti. Bunu başarabilmek için ise terör ve isyan yolu takip edildi. Osmanlı hükümetine karşı genel bir ayaklanmanın ve Anadolu’da asayişin bozulmasının gerekliliğine inanıyorlardı. Terör bu komitenin savunması için bir araç, insanları kışkırtmak için adeta bir silah haline gelmişti. Ermeni sorunun isyanlar safhasında, Taşnak Komitesi’nin de çok önemli bir rolü vardır. Ermenice federasyon manasına gelen Daşnaksütyun/Taşnaksütyun kelimesi Türkçe’de kullanılırken kısaltılmış ve değiştirilmiş, kısaca Taşnak denilmiştir. Özellikle Rusya’dakiler olmak üzere çeşitli Ermeni grupların bir araya gelmesiyle ortaya çıktığı için bu komiteye federasyon ismi verilmişti73. 1890 yılında Tiflis’te kurulan Taşnaksütyun, Ermenilerin önemli bir kısmının yaşadığı Osmanlı Devleti’ni kendilerine ilk ve en mühim hedef seçmişti. Avrupalı devletlerin dikkatlerini Ermenilerin üzerine çekebilmek için yürüttüğü terör ve gerilla faaliyetlerinin üssü olarak ise Rus Ermenistanı’nı kullanmıştı74. Taşnakların 1891’de75 yayınladıkları manifestoları dikkate değer ifadeler içermektedir. Bu manifestoda, Ermeni sorununun yeni bir çağa girdiği, yüzyıllardır köle durumunda olan Türk Ermenistanı’nın artık bağımsızlık istediği dile getiriliyordu. En dikkati çeken nokta ise “ya özgürlük ya ölüm”, 70 Nalbandian, The Armenian Revolutionary Movement, s. 108-110. Buna göre, hükümetin silah bulunan depolarına, vali, mutasarrıf ve kaymakam konaklarına saldırılmalı, silahları alınmalı ve hükümet nüfuzunu kırmak suretiyle memurlar işlerinden uzaklaştırılmalı, heyecan oluşturmaya gayret edilmelidir. Bazı bina ve müesseseler yıkılmalı, yüksek derecedeki memurlar zor kullanılarak kaçırılarak esir edilmeli ve serbest bırakılmaları için de hükümetten fidye istenmelidir. Selvi, Ermeni Sorunu, 2004, s. 33. 72 Sonyel, The Ottoman Armenians, s. 113. 73 Gürün, Ermeni Dosyası, 1985, s. 132. 74 Aviel Roshwald, Ethnic Nationalism and the Fall of Empires: Central Europe, the Middle East and Russia (1914-1923), London ; New York : Routledge, 2001, s. 52-53. 75 Nalbandian bu manifestonun 1890 tarihinde yayınlandığını belirtmektedir. Nalbandian, Armenian Revolutionary Movements, s. 156. 71 15 Ermeni artık istirham etmeyecek elinde silahla talep edecek, şeklindeki ifadelerdi. Manifestoda nihai amacın “Türk Ermenistanı”nın siyasi ve ekonomik özgürlüğü olduğu belirtilmekteydi76. Taşnak liderlerinin temel amacı bu şekildeydi. Ancak bu amaca ulaşmak için kesin bir programları yoktu. Bu birçok üye için sükûtu hayal anlamına gelmişti77. Marks’ın bir düzine program yerine bir eylem daha önemlidir sözünden hareketle bir düzine silah sevk edecek çete, bir düzine programdan daha etkilidir diye düşünüyorlardı78. Taşnaklar 1892’deki ilk programlarını, Rusların Narodnaya Volya (Halkın İradesi) teşkilatından aldılar. Aslında komitenin kurucusu olan Christopher Mikaelyan da bu teşkilatta yetişmiş birisiydi. Taşnakların sembolü, partinin başarıya ulaşması için gerekli olan üç unsurdan meydana gelmekteydi. Kalem, aydınları; kürek, işçileri, hançer ise savaşçıları ve fedaileri sembolize ediyordu79. Taşnakların programın en dikkat çeken bölümü amaçlarına ulaşmada başvuracakları yöntemlerdi. Komite programının yöntemler kısmı terörü içerisinde barındıran maddelerden oluşuyordu. Propaganda, savaşçı askeri birlikler ve onların fikri anlamda hazırlanması, halkın ihtilalci maneviyatının güçlendirilmesi, halkın silahlandırılması, ihtilalci komitelerin oluşturulması, ülke içerisinde casusluk yapma, resmi organlar ve partinin yayın organlarıyla Türk Ermenistanı’ndan bilgi alış verişi sağlamak. Yöntemler kısmında en dikkati çeken nokta bozulmuş yöneticilerin, tüm istismarcıların, Ermeni ihbarcıların ve “tüm hainlerin” öldürülmesiydi. Programın son kısmında eşkıyaların saldırılarına karşı halkın savunulması, silahların taşınması amacıyla yol inşası ve hükümet kurumlarının sabotaj ve yağmalanması maddeleri yer almıştı80. Ancak Taşnak komitesinin parola haline gelmiş en önemli sloganı ise “Türk’ü, Kürt’ü, sözünden dönenleri, hafiye ve hainleri her yerde ve her türlü şartlar altında vur, öldür, intikam al” şeklindeydi81. Bu parola ile yola çıkan Taşnak komitesi Ermeni olaylarının en üst seviyeye çıktığı 1890’lı yıllarda Hınçak komitesi ile birlikte batı müdahalesini sağlamak için büyük çaba göstermişlerdi. 76 Ara Caprielian, The Armenian Revolutionary Federation: The Politics of a Party in Exile, New York University, Political Science, International Law and Relatins, Ph.D. 1975, s. 215. 77 Nalbandian, Armenian Revolutionary Movements, s. 157. 78 Semiha Ayverdi, Türkiye’nin Ermeni Meselesi, Kubbealtı Yayınları, İstanbul 2007, s. 48. 79 Erdal İlter, Türkiye’de Sosyalist Ermeniler ve Silahlama Faaliyetleri 1890-1923, Turan Yayıncılık 1995, s. 27. 80 Caprielian, The Armenian Revolutionary Federation, s. 63. 81 Selvi, Ermeni Sorunu, s. 36. 16 I. DÖNEM ERMENİ TERÖRÜ 1890'dan 1905 Yıldız Suikastı'na Ermeni Komitelerinin Terör Çağı Büyük çaplı Ermeni olaylarını başlatanlar önce Hınçaklar olmuştu. Hınçakların organize ettiği başlıca olaylar, Erzurum olayı, Kumkapı gösterisi, Sasun isyanı, Babıâli olayı ve Zeytun isyanıdır. Taşnakların organize ettiği başlıca olaylar ise, Osmanlı Bankası Baskını, II. Sasun isyanı ve Yıldız Suikastı’dır. Büyük çaplı bu olayların dışında özellikle 1895-96 yıllarında Anadolu’nun hemen her bölgesinde Hınçak ve Taşnakların öncülüğünde Ermenilerin bazı olaylar çıkardığı görülmektedir82. Tüm bu olaylarda Hınçak ve Taşnak komitesinin başvurduğu yöntemler terör unsurlarını içerisinde barındırıyordu. Büyük çaplı olayların hemen hepsinde yabancı devletlerin konsolosları araya girmiş ve olaylara sebep olanlar özellikle liderler herhangi bir ceza almaksızın, yurt dışına gönderilmişlerdir. Hınçak ve Taşnak komitelerinin amaç ve eylemleri ele alındığında, bu grupların ilk özelliklerinin ideolojik anlamda bazı farklılıklar taşımalarına rağmen, milliyetçilik akımının etkisiyle bağımsız bir Ermenistan devleti kurma hedefi olduğu söylenebilir. Bu amaçla giriştikleri eylemlerin amaçları, olayların ve isyanların gelişmesi ve sonuçlanmasında büyük benzerlikler olduğu görülmektedir. 1890 Erzurum olayı ile başlayıp 1896 Banka Baskını ile en üst seviyeye ulaşan olayların amaçları temelde aynıdır. İlk etapta amaçlanan Berlin’de alınmış kararların yerine getirilmesi ve bunun için Avrupalı devletlerin dikkatini Ermeni sorununa çekmekti. Ancak nihai hedef Avrupalı devletlerin müdahalelerini sağlayarak bağımsızlık elde etmekti. Olaylarda istenen elde edilemedikçe, bir sonraki olayda şiddetin dozu daha da arttırılmıştır. Şiddetin 1890’lardaki doruk noktası ise Banka Baskını olayıdır. Bu çerçevede sonrakilere nazaran küçük çaplı olduğu söylenebilecek ilk şiddet olayı Erzurum’da gerçekleştirildi. Saint Asalyan Kilisesi ve Sanasaryan Ermeni Okulu’nda silah imal ve depo edilmekte olduğu haberi üzerine bir arama yapılması Erzurum olayını başlatmıştı. Ancak bu olaydaki asıl amaç, hükümetin vergileri azaltması, askerî bedel usulünün kaldırılması, kirlenen kutsiyeti bozulan 82 Ermeni kaynaklarında genelde büyük çapta olaylar ele alınmıştır. Bu olaylarla ilgili karşılaştırmalı olarak bkz. Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, İstanbul, 1976; Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1983; Mehmet Hocaoğlu, Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeni Mezalimi ve Ermeniler, İstanbul, 1976; Louise Nalbandian, The Armenian Revolutionary Movement: The Development of Armenian Political Parties Through the Nineteenth Century, Berkeley and Los Angeles: University of California, 1967; Vahakn N. Dadrian, The History of the Armenian Genocide: Ethnic Conflict from the Balkans to Anatolia to the Caucasus, Berghahn Books, New York-Oxford, 2003; Peter Balakian, The Burning Tigris, The Armenian Genocide and America’s Response, HarperCollins Publisher, New York, 2003; The Armenian Massacres 1894-1896, British Media Testimony, ed. Arman J. Kirakossian, The Armenian Research Center, University of Michigan-Dearborn 2008. 17 kiliselerin yıkılarak yerlerine yenilerinin yapılması ve Berlin Antlaşması’nın 61. maddesi gereğince yapılması lüzumlu olan yeni düzenlemelerin bir an önce sonuçlandırılması isteğiydi83. Taleplere bakıldığında asıl amacın ilk etapta özerlik olduğu ve şehirdeki Ermenilerin harekete geçirilmek istendiği de söylenebilir. Ermeni kaynakları ise olayın kilise ve okulda herhangi bir silah bulunamamasına84 rağmen Ermeni evlerinin başıbozuk Türkler tarafından yağmalanması nedeniyle başladığını dile getirmektedirler85. Erzurum olayı ile batının dikkatini çekmek için ilk adım atılmış oldu. Olayların devam edeceği belli olmuştu. Nitekim Hınçaklar bir süre sonra başkentte Kumkapı’da bir gösteri gerçekleştirmişlerdi. Ermeni olaylarındaki ortak amaç olan Avrupalı devletlerin dikkatini çekmek gayesiyle İstanbul’da düzenlenen Kumkapı Gösterisi’nin temel amacını Nalbandian, Ermenilerin uyandırılması ve sefaletlerinin Babıali’ye duyurulması olduğunu dile getirmektedir 86. Ancak harekâtı idare eden Cangülyan asıl hedefin İstanbul’daki yabancı elçiliklerin gözü önünde bir olay gerçekleştirerek Avrupa’nın dikkatinin çekilmesi olduğunu belirtmektedir87. Merzifon, Kayseri, Yozgat olaylarında durum biraz daha organize bir şekilde gerçekleştirilmişti. Bu olaylardaki hedef ise yine aynı amaca yönelik olarak Ermenilerin yaşadığı şehirlerde gösteriler düzenleyip ayaklanmalar çıkarmaktı88. Hovanissian ise bu olaylardaki hedefin Müslüman halkı Sultan’a ve baskıcı rejimine karşı ayaklandırmak olduğu dile getirmektedir89. Bu olaylardan sonra Hınçak komitesi asıl hedef olan batı müdahalesini gerçekleştirmek için şiddetin dozunu biraz daha arttırdı. Bu amaçla geniş çaplı bir harekât yani Sasun isyanı uygulamaya koyuldu. Sasun’daki olayların tam anlamıyla isyan niteliği taşıdığı söylenebilir. Nitekim Ermeni yazarlar da Sasun’u ilk büyük çaplı silahlı direniş olarak görmektedirler90. Nalbandian isyanın çıkmasını Hınçak komitesi mensubu Damadyan’ın Kürtler ve Ermeniler arasında ihtilaf çıkarmak amacıyla tahrikatta bulunmasına bağlamaktadır91. Onunla birlikte hareket eden Hamparsum Boyacıyan’ın takip ettiği gaye ortak amaç doğrultusundaydı. Yani Ermenileri 83 Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, s. 458-459; Gürün, Ermeni Dosyası, s. 140-141; Sakarya, Belgelerle Ermeni Sorunu, s. 94; Hocaoğlu, Tarihte Ermeni Mezalimi, s. 191. 84 Hınçak Komitesi’nin kurucularından Khan Azad, Hayrenik Gazetesi’ndeki yazısında okulun aranacağı haberi üzerine şüpheli her şeyin oradan kaldırıldığını belirtmektedir. Ahmet Hulki Saral, Ermeni Meselesi, s. 78. 85 Hovannisian, The Armenian Question, s. 218. 86 Nalbandian, Armenian Revolutionary Movements, s. 118. 87 Uras, Tarihte Ermeniler, s. 461. 88 Nalbandian, Armenian Revolutionary Movements, s. 119. 89 Hovannisian, The Armenian Question, s. 219. 90 Hovanissian, The Armenian Question, s. 219. 91 Nalbandian, Armenian Revolutionary Movements, s. 120-121. İngiliz konsolosu Graves de gönderdiği raporda, Damadyan’ı Ermeni tahrikçi olarak tasvir etmektedir. Bilal Şimşir, British Documents on Ottoman Armenians (1891-1895), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1989, s. 479. 18 bölge aşiretlerine saldırtmak ve ordunun müdahalesini sağlayarak, Ermeniler katlediliyor diye Avrupa’yı ayağa kaldırmaktı92. Ermeni kaynakları ise genellikle bu olayların başlamasına sebep olarak çifte vergi sistemini göstermektedirler. İsyanın hem devletin hem de Kürt ağalarının olağanüstü vergi taleplerine (Ermeniler aynı zamanda devlete de vergi veriyorlardı) karşı koymalarından ileri geldiğini, sonuçta yaş ve cinsiyete bakılmaksızın Osmanlı askerleri tarafından binlerce Ermeninin katledildiğini iddia etmektedirler93. İsyan sonucunda istenen olmuş ve Avrupa’da Osmanlı hükümetin karşı muazzam bir propaganda kampanyası açılmıştır. Nihayet elle tutulur bir Avrupa müdahalesi İngiltere’nin ön plana çıkmasıyla gerçekleşmişti. İngiltere Sasun olaylarının ısrarla takipçisi oldu ve olayları araştırmak için kurulan komisyona yabancı devlet temsilcilerinin katılmasını sağladı94. Komisyon’un hazırladığı raporlar Ermenilerin masum ve katliama maruz kalmış olduklarını gösterememesine rağmen95, Dadrian yabancı konsolosların dahi komisyonda olmalarına rağmen hazırlanan raporun Sultan’ın istediği doğrultuda olduğunu iddia etmekte, Avrupa’nın Sasun’a zayıf bir tepki verdiğini dile getirmektedir96. Öyle ya da böyle isyanların ortak amacı olan batı müdahalesi Sasun isyanı ile bir adım daha ileriye götürülmüş oldu. Ancak Ermeni komiteleri istediklerini elde etmek için daha da ileri gideceklerini Babıali’de yaptıkları gösteriyle ortaya koydular. Sasun neticesinde istenen ilgiliyi çekemediklerini düşünen Hınçaklar yüzlerini yine başkente çevirmişlerdi. Ermeni kaynakları gösterinin amacının Sasun katliamını, taşradaki Ermeni ahalinin yaşadığı zorlukları ve merkezi otoritelerin hareketsizliğini protesto etmek amacıyla dilekçe vermek isteyen yaklaşık 4000 Ermeninin katılımıyla Babıali’ye yapılacak yürüyüşten ibaret olduğunu dile getirmektedirler97. Hınçak komitesi gösteriden iki gün önce ise elçiliklere gönderdiği 28 Eylül 1895 tarihini taşıyan mektupta tamamen barışçıl bir gösteri düzenleyeceklerini dile getiriyorlardı98. Ancak 30 Eylül 1895 tarihinde gerçekleştirilen gösteride barışçıl bir tutum sergilenmediği görülmektedir. 92 Gürün, Ermeni Dosyası, s. 147. Vahakn N. Dadrian, Ermeni Soykırım Tarihi Balkanlardan Anadolu ve Kafkasya’ya Etnik Çatışma, çev. Ali Çakıroğlu, Belge Yayınları, Belge Yayınları, İstanbul 2008, s. 181; Hovanissian, The Armenian Genocide in Perspective, Transaction Publishers, 1986 s. 24-25. 94 Gürün, Ermeni Dosyası, s. 149. 95 Ayrıntılı bilgi için bkz. Osmanlı Arşivi, Yıldız Tasnifi, Ermeni Meselesi, Talori Olayları, c. I-II, İstanbul 1989. 96 Dadrian, Ermeni Soykırımı Tarihi, s. 188. 97 Dadrian, Ermeni Soykırım Tarihi, s. 189. 98 Gönderilen mektup şu şekildeydi; “İstanbul Ermenileri, Ermeni vilayetlerinde yapılacak ıslahatlarla ilgili isteklerini bildirmek için kısa bir süre sonra tamamen barışçıl bir gösteri düzenlemeye karar vermiştir. Hiçbir şekilde saldırgan bir tutum taşımasına niyet edilmeyen bu gösteriyi engellemek için polis veya askerin müdahalesi üzücü sonuçlar doğurabilir ki bunun tüm sorumluluğunu peşinen reddederiz” Nalbandian, Armenian 93 19 Olay öncesinde binlerce Ermeni’nin Patrikhane’de toplandığını dile getiren Walker, bazı kadın göstericilerle patrik arasında kısa konuşmaların olduğunu patriğin onlara sabırlı olmalarını tavsiye ettiğini dile getirmektedir. Ardından Sasun’lu bir adamın “ya özgürlük ya ölüm” diye bağırdığını, göstericilerin ise “Erzurum Ermeni dağlarından bir ses çınladı” (Tsain me hnchets Erzrumi Haiots lerneren) marşı ile bağırarak patriğin tavsiyesini dinlemediklerini belirtmektedir99. Çarpışmaların başlaması ile ilgili senaryoda Ermeni yazarlar olayları engellemek için görevlendirilmiş olan Server beyi suçlu göstermektedirler. Dadrian, Server beyin olayı engellemek isterken Ermenilere hakaretler yağdırdığını söylerken100, Walker biraz daha ileri giderek Server beyin bir Ermeniye “Allahın belası kafir” diyerek kılıcıyla vurduğunu, bunun üzerine Ermeninin silahını çekerek Server beyin beynini dağıttığını belirtmektedir101. Zamanın Zaptiye Nazırı Hüseyin Nazım Paşa ise Ermenilerin Server beyi Müslüman halkın gözleri önünde vahşi bir biçimde parçalayarak Müslümanlara hitaben, hepinizi ayakaltına alıp mahvedeceğimiz gün bu gündür dediklerini dile getirmektedir102. İki görüş arasındaki fikir ayrılığı sadece bununla sınırlı kalmamaktadır. Olayın içerisinde bulunan kimselerin tasvirleri de farklıdır. Dadrian, toplananların çoğunun suçsuz Ermeniler olduğunu ima ederek, bu kişilerin çoğunluğunun, başkentte geçimlerini sağlayıp, iç kesimlerde yaşayan ailelerini geçindirmek için para biriktirmeye çalışan hamallar, emekçiler ve hizmetçiler gibi mütevazı taşralılar olduğunu belirtmektedir103. Nurşen Mazıcı ise yürümeye başlayan Ermenilere, Muş, Van ve Bitlis’ten gelen grupların eklendiğini, yolda ilerlerken silah atıldığını “Yaşasın Ermenistan” diye bağırıldığını, özellikle Çatalhan’dan gelen 500 Ermeni’nin jandarma ve polise ateş edip, kama bıçak gibi kesici aletler kullandıklarını ifade etmektedir104. Ermeni kaynaklarında belirtilmeyen başka bir husus ise İstanbul’un diğer bölgelerinde baş gösteren olaylardır. Ermeni kaynakları genel olarak gösterinin devamında softa diye tabir ettikleri medrese öğrencilerinin ellerine geçirdikleri tüm Ermenileri polis tarafından kendilerine verildiğini iddia ettikleri sopa ve kamalarla öldürüldüklerini belirmektedirler105. İstanbul’un çeşitli semtlerinde Ermeniler tarafından çıkarılan olaylara ise neredeyse hiç değinilmemektedir. Revolutionary Movements, s. 123-124. Elçiliklere gönderilen mektubun tam metni için bkz. Uras, Tarihte Ermeniler, s. 479-480. 99 Walker, Survival of a Nation, s. 154. 100 Dadrian, Ermeni Soykırımı, s. 189. 101 Walker, Survival of a Nation, s. 154. 102 Hüseyin Nazım Paşa, Ermeni Olayları Tarihi I, s. 85. 103 Dadrian, Ermeni Soykırmı, s. 189. 104 Nurşen Mazıcı, Ermeni Sorunu’nun Kökeni, s. 40. 105 Hovanissian, The Armenian Question, s. 222. 20 Mesela Beyoğlu, Balıkpazarı, Galata, Hatip Kapı, Çukurçeşme, Kasımpaşa, Karagümrük, Eyüp ve Vaniköy’de meydana gelen olaylarla ilgili hiçbir bilgiye yer verilmemektedir106. Kısacası Ermeni kaynaklarında üzerinde durulan husus masum Ermenilerin öldürüldüğüdür. Neticede Babıali Gösterisi bastırılmıştı. Ancak ortak amaç olan Avrupalı devletlerin dikkatinin çekilmesi bir adım daha ileriye götürülmüştü. Almanya, Avusturya ve İtalya’nın desteklediği İngiltere, Fransa ve Rusya, Sultan’dan Mayıs 1895 ıslahatını uygulamaya koymasını talep ettiler. Avrupalı hükümetlerin bu baskısı sonucunda 17 Ekim 1895’te yani Babıali Gösterisi’nden bir ay sonra Sultan Ermeni ıslahat programını uygulamaya koymak zorunda kaldı107. Hınçaklar ise organize ettikleri bu olayların sonucunda Sultan’ın bunu yapmaya mecbur kaldığını düşünüyorlar ve bunun kendilerinin büyük bir zaferi olduğunu dile getiriyorlardı108. Fakat Hınçak komitesinin nihai hedefinin önce özerklik sonra ise bağımsızlık olduğu gösterinin başında elçiliklere gönderdikleri mektuptaki ifadelerden anlaşılmaktadır. Bu mektupta 6 doğu iline genel vali tayin edilmesini, Adana ve Halep’te ıslahat yapılmasını, bu illerin gelirlerinin yöresel ihtiyaçlara sarfedilmesini ve genel af ilan edilmesini talep ediyorlardı109. Tüm bu çabalara rağmen görünen Hınçak komitesinin bu gösteriden istediği verimi alamadığıdır. Nitekim bir süre sonra komite içerisinde bir ayrılık meydana gelmiştir. Üyelerden birçoğu Avrupalıların kendilerini desteklemekten vazgeçmiş olduklarını düşünerek bunun nedeni komitenin sosyalist doktrinine bağlamışlar ve sosyalizmin programdan çıkarılmasını istemişlerdi. Diğer grup ise mevcut program dahilinde çalışmaya devam edilmesini istiyorlardı110. İşte bu gelişmeler somut Avrupa müdahalesi yolunda Hınçakların bir adım daha atmasına ve tekrar Anadolu’ya yönelmelerine neden olmuştu. Bu sefer ki amaç uzun yıllar sürekli problem çıkaran Zeytun bölgesi olmuştu. Zeytun çevresinde 18. ve 19. yüzyıllarda otoriteye karşı birçok harekâtın gerçekleştirildiği görülmektedir111. Dadrian, Zeytun İsyanı’nın başlama nedenini, Sasun dağ köylüleri gibi Zeytunluların da imparatorluk dahilindeki hak ihlallerine karşı koymalarından kaynaklandığını dile getirmektedir112. İsyanı başlatan Aghasi ise günlüğünde Sasun’daki gelişmeleri dikkate alarak Müslümanların muhtemel saldırılarına karşı Ermenilerin savunma 106 Bu olaylarla ilgili olarak bkz. Hocaoğlu, Ermeni Mezalimi, s. 222-224. Nalbandian, Armenian Revolutionary Movements, s. 125-126. 108 Walker, Survival of a Nation, s. 156. Nalbandian, Armenian Revolutionary Movements, s. 126. 109 Abdurrahman Çaycı, Türk Ermeni İlişkilerinde Gerçekler, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2000, s. 38. 110 Nalbandian, Armenian Revolutionary Movement, s. 129. 111 Avedis Nazarbek Osmanlı otoritesine karşı elli yedi “savaşın” yapıldığını dile getirirken Nalbandian bu sayının 1780-1895 tarihleri arasında on altı ile elli yedi arasında değişebileceğini belirtmektedir. (Nalbandian, Armenian Revolutionary Movements, s. 68. 196). 112 Dadrian, Ermeni Soykırımı, s. 201. 107 21 tedbirlerini hazırlamaya çalıştığını, Ermeni gençlerinin çağrısına kulak vererek savunma hazırlığına giriştiklerini belirtmektedir113. Aghasi ve yanındaki komiteciler bu bölgede bir isyan çıkınca Kilikya bölgesindeki diğer Ermenilerin de hemen onları takip edeceğini ümit ediyorlardı114. Başka bir Ermeni kaynağı ise Zeytun olaylarını ele aldığı kısımda 1891 ve 1895 yılları arasında, Hınçak komitesi üyelerinin Ermeni direnişi özendirmek için Kilikya ve Zeytun bölgesinde dolaşıp Hınçak partisine yeni şubeler açtıklarını belirtmekte, II. Abdülhamid’in 1895-96 Ermeni katliamları dönemleri diye tabir ettiği bu sırada Ermeni muhtariyetinin yegane kalesini olarak sunduğu bu bölgeyi tamamen ortadan kaldırmak istediğini iddia etmektedir115. Esat Uras ise isyanın başlamasıyla ilgili olarak Zeytun yakınlarında Arekin köyünde birkaç yabancı Ermeninin faaliyette bulunduklarının haber alınması üzerine bu kişilerin hükümet tarafından takip ettirildiklerini, bu kişilerin merkezi Londra’da bulunan, Nazarbek’in liderliğindeki Hınçak komitesince isyan çıkarmak için buraya gönderildiklerini dile getirmektedir116. Netice Zeytun bölgesinde büyük bir isyanın çıktığı görülmektedir. Bazı Ermeni kaynakları bunun bir isyan olduğunu, bazıları ise silahlı 6000 bin Ermeninin direniş amacıyla toplandığını belirtmektedir. Mesela Dadrian, 19. yüzyılın ikinci yarısında bir dizi sınırlı ayaklanmanın deneyim birikiminden yararlanan ve birkaç Hınçak lideri tarafından esinlendirilip yönetilen Zeytunluların “Bu sefer dağlarımız cezaevlerimiz olacaktır” diyerek açıkça isyan ettiklerini117, Kurdoglian ise, bu bölgeyi bir savaş alanı olarak göstermekte ve silahlı 6000 kişinin direniş amacıyla hareket ettiğini dile getirmektedir118. Dört ay süresince devam eden şiddetli çatışmalar yabancı konsolosların araya girmesiyle sona erdi. Kaynaklarda isyan esnasındaki gelişmelerle ilgili olarak ihtilaflı bilgilere yer verildiği görülmektedir. Türk kaynaklarında iki bini silahsız, dört bini silahlı, altı bin Ermeni’nin, kışla ve hükümet konağını sararak, içerideki Türkleri tutsak ettiğini, 600 er ve 50 subayın Zeytunlu kadınlarca öldürüldüğü belirtilmektedir119. Aynı hususa Ermeni kaynaklarında da yer verilmektedir. Harekata geçen Ermenilerin öncelikle yakındaki kaleyi fethederek işe giriştikleri, 600 Türk askerini esir alarak onları Ermeni kadınların gözetimine bıraktıkları, 113 Gürün, Ermeni Dosyası, 1983, s. 159. Nalbandian, Armenian Revolutionary Movement, s. 127. 115 Kurdoghlian, Mihran (1996). Badmoutioun Hayots, Volume III. Athens, Greece: Hradaragoutioun Azkayin Oussoumnagan Khorhourti, s. 28 116 Uras, Tarihte Ermeniler, s. 491. 117 Dadrian, Ermeni Soykırımı, s. 202. 118 Kurdoghlian, Badmoutioun Hayots, s. 29. 119 Gürün, Ermeni Dosyası, 1983, s. 160, Mazıcı, Ermeni Sorunu’nun Kökeni, s. 41. 114 22 kaçmaya çalışan bu kişilerin ise öldürüldükleri dile getirilmektedir120. İngiliz belgeleri de askerlere karşı girişilen bu öldürme eyleminin ayrıntılarına yer vermektedir121. İsyan’ın lideri Aghasi de bu öldürme olaylarını anlatırken, kadınların balta, tabanca, kama ve sopalarla kaçan Türk esirlerinin arkasından koşup bunların büyük bir kısmını öldürdüklerini, sadece 56 askerin kurtulduğunu belirtmektedir122. İsyan sonunda Türk ölü sayısının daha fazla olduğu kaynakların hemfikir olduğu bir husustur. Ermeni kaynakları Türk ordusunun bu “savaşı” kaybettiğini, 20.000 asker öldürüldüğünü, Ermenilerin ise sadece 150 fedayi 123 yitirdiklerini dile getirmektedirler124. Fransız yazar Pierre Quillard da Türk kayıplarının 20.000 olduğunu belirtmektedir125. Görüldüğü üzere Ermeni kaynakları dahi Türk ölü sayısının daha fazla olduğunu belirtmektedir. Zeytun İsyanı Hınçak komitesinin organize ettiği ve batı müdahalesini davet eden isyanlar zincirinin en önemli halkalarından birini teşkil etmişti. İsyanlardaki ortak amaç olan batı müdahalesi isyanın sona erdirilmesinde açık bir şekilde görülmüştür. Halep’teki Rus, İtalyan, Fransız ve İngiliz konsolosları 31 Ocak 1896’da Zeytun’a geldiler. Yapılan uzlaşma teklifi kabul edildi ve neticede savaştıkları silahların teslimi, genel af, beş komitecinin yurt dışına çıkarılması, geçmiş vergilerin affı, miri verginin azaltılması şartları ile asiler teslim oldular ve böylece isyan sona erdi126. Burada en dikkati çeken tıpkı Sasun İsyan’ında olduğu gibi elebaşlarının batılı devletlerin araya girmesiyle herhangi bir ceza almaksızın yurt dışına çıkarılmasıydı. Anlaşmanın ikinci maddesinde Avrupalı devletler, Babıali’nin bu komitecilere gerekli saygıyı göstermesini, sağ ve salim bir şekilde Avrupa’ya kadar hareketlerini ve masraflarının dahi ödenmesini zorunlu tutmuşlardı127. Özellikle İngiltere’nin öncülüğünde Avrupalı devletlerin bir savaşa son vermiş gibi hareket ederek suçluları mahkemeye verme hakkını bile Osmanlı hükümetine tanımaması ilginç olduğu kadar düşündürücüdür de. İsyanı 120 Kurdoghlian, Badmoutioun Hayots, 1996, s. 29. Katolik bir papaz olan Padre Emanuel askerlerin öldürülmelerini evinin çatısından izlemiş ve durumu İngiliz Konsolosu Barnham’a anlatmıştı. Bahram ise 2 Şubat 1896’da yaptığı araştırmada Ermenilerin Türkleri çok vahşi bir şekilde öldürmüş olduklarına şahit olduğunu belirtmektedir. Ayrıntılar için bkz. Blue Book: Turkey 1896, No: 2, No. 8. 122 Gürün, Ermeni Dosyası, 1983, s. 160. 123 Aslında Ermeni hadiselerini çıkaran ve bir bakıma bu cemiyetlerin kararlarını uygulayanlar Fedayilerdi. Ermeni halkının belleğinde ihtilal hareketi fedailerin hareketiyle özdeşleşmiştir. İster Kafkasyalı, ister Osmanlı, ister aydın ya da papaz, ister köylü olsun fedai, yaşamını eylemleri ve ölümüyle uyandırdığı halkına adayan silahlı bir çete idi. Fedailiğin temeli Ermeni köy eşkıyalığına dayanıyordu. 10 ile 15 silahlıdan oluşan seyyar çetelerin ilk hedefi Ermeni köylülerini silahlandırmaktı. Ermenilerin bugün en çok yad ettikleri bu fedayiler Serop, Antranik, Dro, Hamazsp v.b. isimlerdir. Haluk Selvi, "Sevk ve İskanın 100. Yılında Ermeni Sorunu İle Yüzleşmek" - Yeni Türkiye Ermeni Meselesi Özel Sayısı - Vol.V - s.3419-3730. 124 Kurdoghlian, Badmoutioun Hayots, p. 29. 125 Dadrian, Ermeni Soykırımı, s. 206. 126 Gürün, Ermeni Dosyası, 1983, s. 160. Yapılan barış şartlarının ayrıntıları için bkz. Uras, Tarihte Ermeniler, s. 492-493. 127 Uras, Tarihte Ermeniler, s. 492. 121 23 çıkaran Aghasi ve arkadaşları İngiliz Konsolosluğu himayesinde 13 Şubat’ta Zeytun’dan ayrılıp, 12 Mart’ta Mersin’den Marsilya’ya hareket etmişlerdi128. Avrupalı devletlerin bu tavrının Ermeni komitecilerine cesaret verdiğini söylemek mümkündür. Nitekim Ermeni olaylarını organize eden, yöneten komiteci ve fedayiler ceza olmadan kurtulmuşlardı. Sasun ve Zeytun örneğinde olduğu gibi Van’da meydana gelen olayları organize eden komiteciler de konsolosların araya girmesiyle firar etmişlerdi129. Bu örneklerin, sonraki olayları gerçekleştiren komitecilere ilham vermiş olduğu, Avrupalı bu devletlerin tavırlarının müdahale yolunda komitecilere büyük cesaret vermiş olduğu söylenebilir. Netice itibariyle Zeytun’daki isyanla Hınçak Komitesi’nin en aktif olduğu dönem sona ermiş oldu. Nalbandian’ın dediği gibi komitenin faaliyetlerinin 1887’den beri temel amacı Türk Ermenistanı’nın özgürleştirilmesi adına Avrupa müdahalesini temin etmekti130. Ancak bu konuda çok başarılı olamadıklarını düşünen Ermeni komitecileri bu müdahale uğruna daha ileri gidilmesini düşünüyor olmalıydılar. Hınçak Komitesi’nin kendi arasındaki çekişmeler ve komitenin ikiye bölünmesinden sonra, bu amaçla Avrupa müdahalesi işini ele alan Taşnak Komitesi olmuştur. Ermeni komitelerinin, Osmanlı Devleti’nde silahlı ve bombalı terör saldırıları 1890’lı yıllarda ciddi bir hız kazanarak irili ufaklı birçok yerleşim birimine sıçramıştı. Başta İstanbul olmak üzere pek çok şehir ve kasaba bu saldırılardan etkilenmiş, bunların sonucunda binlerce insan hayatının kaybetmişti. 1890-96 yılları arasında meydana gelen vilayetlerdeki ve özellikle İstanbul’daki karışıklıklar daima aynı temel özellikleri taşıyordu. İlk olarak, şehrin herhangi bir yerinde bir saldırı yapılıyordu. Mekân olarak çalışmanın konusu olan Osmanlı Bankası veya Ermeni Patrikhanesi’nin çevresi gibi yerler seçiliyordu. Avrupalı gazeteciler ise bu olayların gerçekleştirildiği yerlere davet ediliyordu. Olayların failleri her zaman yurt dışına gönderiliyorlardı. Bunun sebebi kısmen dış baskılar kısmen de Babıâli’nin affetmenin yatıştırıcı bir etki yapacağını düşünmesiydi. Bu durum komite elebaşlarına saldırı üstüne saldırı yapma cesareti veriyordu. Hatta bazen ihtilalcilerin arzuladığı şekilde insanları sinirlendiriyordu: Ermeni ölü ve yaralılarının olduğu ayaklanmalar bir kez daha dünyada haber oluyordu. İşte bu eylemler arasında özellikle 26 Ağustos 1896 tarihinde meydana gelen Osmanlı Bankası Baskını ve aynı anda İstanbul’un farklı noktalarında gerçekleşen saldırılar başkentte 128 Gürün, Ermeni Dosyası, s. 160. Çaycı, Türk Ermeni İlişkilerinde Gerçekler, s. 40. 130 Nalbandian, Armenian Revolutionary Movement, s. 127. 129 24 ciddi kargaşa yaratmıştı. Baskın amaç ve eylemin türü itibariyle diğerlerinden ayrılmaktadır. Bu eylemde amaç Ermeniler için Avrupa müdahalesi yolunda bir adım daha ileriye gidebilmekti. Bu sayede Osmanlı Devleti ile batılı ülkeleri karşı karşıya getirmek isteyen Ermeni komitecileri güçlerinin ötesinde hedeflere ulaşabilmek için dolaylı yolları kullanmak istemişlerdi. Olayı Taşnak Komitesi organize etmişti. Hareketi idare edenler Kafkasya’dan gelmiş Varto, Mar ve Boris isimli üç Ermeni idi. Armen Garo takma adını kullanan ve 1908’de Erzurum mebusu olarak Osmanlı Mebusan Meclisi’ne giren Karakin Pastırmacıyan, genç komitecilerden Bedros Paryan ve Haik Tiryakiyan adlı komiteciler Banka Baskın’ını yapan grubun liderleri olmuşlardı. Komiteciler Osmanlı Bankası’nı işgal ederek her tarafa bomba atmaya başlamışlardı. Dışarıya sürekli bomba atan işgalciler hükümet ile pazarlığa giriştiler, büyük devletlerin diplomatlarının, özellikle de Rusya, İngiltere ve Fransa, komitecilerin lehinde devreye girmeleri Osmanlı Devlet adamlarının ellerini kollarını bağlamıştı. Kısmen daha fazla kan dökülmemesi ama aslında elçilerin baskılarından ötürü II. Abdülhamit komitecilerin Banka müdürü Edgar Vincent ve Rus büyükelçiliği baş tercümanı Maksimoff ile birlikte müdürün yatına ve oradan da Fransız Gironde gemisi ile Marsilya’ya gitmelerine izin vermişti. Baskın sırasında İstanbul’un her tarafında olaylar çıkmıştı. Daha önceki olaylar nedeniyle teyakkuz halinde olan Müslüman halk toplumsal bir refleks göstererek çeşitli mekânlara gizlenerek etrafa bomba atan Ermeni komitecilerine saldırmıştı. Bu nedenle ölü sayısı hayli artmıştı. Ancak olay Batı basınına farklı şekilde yansıtılmış, bankayı basan Ermenilerden fazla bahsedilmemiş ve bu olay neticesinde Ermenilerin Türkler tarafından katledildiği haberleri yayınlanmıştı. Baskını gerçekleştirenler ise Ermeniler tarafından kahraman ilan edilmiş, Osmanlı Hükümeti’nin tek taraflı hoşgörüsü ve çözüm arayışları ise netice vermemiştir. Bu olay sonrasında nispeten eylemleri azalan Ermeni komitelerinin bu konuda attıkları nihai adım Osmanlı padişahına yönelik suikast teşebbüsleri olmuştu. 21 Temmuz 1905 Yıldız Suikastı 21 Temmuz 1905 tarihinde Sultan II. Abdülhamid’in Cuma Selamlığı’nı131 müteakip saraya dönüşü esnasında yapılan ve tarihe “Yıldız Suikastı” olarak geçen saldırı, Ermeni komitelerinin 1890’da başladıkları siyasi mahiyetteki ayaklanmalarının II. Abdülhamid'in saltanatındaki zirve noktasıdır. 1904 yılında Sofya’da yapılan Taşnak Komitesi’nin 131 Osmanlılarda hükümdarın halka açık bir camide Cuma namazı kılması ve bu sırada yapılan tören için kullanılan tabir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Mehmet İpşirli, “Cuma Selamlığı”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt. 8, İstanbul 1993, s. 90-92. 25 kongresinde yabancı müdahalesini sağlamak için İstanbul’da geniş çaplı karışıklıklar çıkarılmasına karar verilmişti132. Kongrede Taşnaksütyun Komitesi’nin (Ermeni Devrimci Federasyonu) kurucularından Christopher Mikaelyan133 suikast teklifinin fikir babası olmuş ve teklif kabul edilmişti. Plan daha geniş kapsamlı olayları kapsıyordu ve bu plana göre suikastı müteakip Babıali, Galata Köprüsü, Tünel, Osmanlı Bankası, yabancı büyükelçilikler ile diğer bazı özel ve resmi kuruluşlar havaya uçurulacak, böylelikle müthiş bir kargaşalık ve ihtilal çıkarılarak, İstanbul adeta yangın yerine döndürülecekti134. Mikaelyan alınan karar gereği, Rubina Fayn ve Lipa Rips adlı kişilerle İstanbul’a bomba malzemelerini de temin ederek gelmişti. Vram Şabuh Kendiryan, Singer Şirketi’nde memur olarak çalışan Belçikalı Edward Joris ve karısı Anna Nellins, Silvio Riçi, Torkum ve Maria Zayts’ın ön planda olduğu kırk kadar komitecinin katılmış olduğu suikast için çeşitli öneriler yapılmıştı135. Karşı çıkılsa da Selamlık esnasında el bombası atılması fikrinde ısrar eden Mikaelyan, bomba denemesi yapmak üzere Bulgaristan’a gitmiş ve denemeler esnasında Kendiryan ile birlikte hayatını kaybetmişti136. Liderliği ele alan Rips bu işi arabaya yerleştirilen bir bomba vasıtasıyla yapmak istiyordu. Bunun için Viyana’daki Nesseldorfer fabrikasından “milor” markalı bir arabayı özel bölme yaptırtarak satın almış ve İstanbul’a getirtmişti. Patlayıcının ana maddesi olan melenit Fransa’dan getirtilmiş ve seksen kilosu olaydan bir gün önce arabanın gizlendiği ahırda özel olarak hazırlanmış sandığa yerleştirildi. Bu patlayıcı maddeye “mitray” denilen bazı çelik ve demir parçaları da ilave edilmişti ve ağırlığı yüz kiloyu aşıyordu. Bombanın elektronik kısmı ise İstanbul’da yaptırılmıştı. Zaman ayarlı bomba düzeneği için gerekli piller sipariş edilmiş, teller bir borudan geçirilerek bombanın saatine bağlanmış ve hazırlanan elektronik düzenek arabaya yerleştirilmişti137. Patlayıcı madde yerleştirilen araba, 21 Temmuz 1905 Cuma günü Selamlık töreni için Yıldız Camii’ne gelen yabancı elçilik arabalarının arasına bırakılmış ve saatli bomba devreye sokulmuştu. Sultan Abdülhamid namazı müteakip camiden çıkmış ve arabasına binmek üzere giderken karşılaştığı Şeyhülislam Cemalettin Efendi ile konuşmak için duraklamış ve konuşmaya başlamıştı. İşte bu sırada bomba büyük bir gürültüyle patlamış ve etrafta büyük 132 Uras, Tarihte Ermeniler, s. 524. Kısa biyografisi için bkz. Hratch Dasnabedian, History of Armenian Revolutionary Federation Dashnaktsutiun (1890-1924), Trans. Bryan Fleming and Vahe Habeshian, Milano, 1990, s. 200. 134 Yahya Bağçeci, “Abdülhamid’e Ermeniler Tarafından Düzenlenen Bombalı Suikast”, Devr-i Hamid Sultan II. Abdülhamid, ed. M. Hülagü vd., Cilt 5, Erciyes Üniversitesi Yayınları, Kayseri 2011, s. 281. 135 Tahsin Paşa, Abdülhamid Yıldız Hatıraları, Yay. Haz. Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi, Ankara 2008, s. 225. 136 Ayrıntılı bilgi için bkz. Süleyman Kani İrtem, Ermeni Meselesi’nin İç Yüzü, (Yay. Haz. Osman Selim Kocahanoğlu), Temel Yayınları, İstanbul 2004, s. 102-104. 137 Selvi, Sultan’a Suikast, s. 16-17. 133 26 bir panik hâsıl olmuştu. Sultan ise bu müthiş patlamaya rağmen herhangi bir telaş eseri göstermemişti. Yanındaki Mabeyn Başkâtibi’nin söylediğine göre iki defa korkmayınız diye bağırmış ve herkesin yerinde durması emrini vererek merdivenden inmeye başlamıştı. Arabasına binip atların dizginlerini eline alan Sultan, cami kapısından çıkıp Saray’a doğru ilerlemeye başlamıştı. Set üzerinde ve elçilere ayrılmış merasim köşkünde bulunanlar geçmiş olsun dileklerini ifade etmek için, Yaşa Sultan, yaşa! anlamına gelen Vive le Sultan, vive! diyerek Sultan’ı alkışlamışlardı. Bu kişilere tebessümle karşılık veren Sultan Abdülhamid, bir süre sonra Çit Köşkü’ne ulaşmıştır. Mutad olduğu üzere burada yabancı elçileri kabul edip, yirmi dakika kadar görüşmüş, elçiler gittikten sonra ise Sadrazam Ferit Paşa ve vekillerin tebriklerini kabul edip suçluların yakalanması emrini vermiştir138. Patlamadan sonra yapılan araştırma neticesinde hazırlanan rapora göre, olayda üçü asker olmak üzere 26 kişi hayatını kaybetmiş, 58 kişi de yaralanmıştı. Ayrıca yirmi kadar araba parçalanmış ve bir o kadar da hayvan telef olmuştu. Soruşturma komisyonu parçalanan araba enkazından yola çıkarak kapsamlı bir tahkikat sonucunda lider kadrodan yurt dışına kaçmayan, Singer Şirketi’nde çalışan ve Belçika vatandaşı olan Edward Joris’e139 ulaşmıştı. Sorgulama neticesinde Joris suikastla ilgili bütün teferruatı anlatmış, olayın aydınlanmasını sağlamıştı140. Sultan Abdülhamit’in suikast girişiminde kurtulması hoşuna gitmeyen şair Tevfik Fikret "Bir Lâhza-i Ta'ahhur" (Bir anlık duraklama) adlı şiirinde şu mısraları yazmıştır: Ey şanlı avcı, damını bihûde kurmadın. Attın fakat yazık ki, yazıklar ki, vurmadın “Ey sayın patlayış, ey intikamcı duman, Kimsin nesin?… Bu saldırışa seni yollayan kim, sebep ne? Arkanda binlerce gözetleyen varken sen orada yoksun; Sen görünmeyen, fakat kurtarıcı bir eli andırıyorsun. 138 Tahsin Paşa, Abdülhamid’in Yıldız Hatıraları, s. 376-378. Joris Belçika vatandaşı olduğu için bu olay Osmanlı devleti ile Belçika arasında diplomatik bir krize sebep olmuştur. Ayrıntılı bilgi için bkz. Vahdettin Engin, “Sultan II. Abdülhamid’e Düzenlenen Suikast ve Bu Sebeple Belçika ile Yaşanan Diplomatik Kriz”, Belleten, c. LIX, sayı. 225, Ankara 1995, s. 413-428. 140 Selvi, Sultan’a Suikast, s. 18-19. Ayrıca konuyla ilgili olarak Joris’in hapisteyken yakın arkadaşı olan Victor Resseller’e gönderdiği mektupların derlendiği bir çalışma için bkz. Walter Resseler, Benoit Suykerbuyk, Dynamiet voor de sultan: Carolus Eduard Joris in Konstantinopel, Antwerp: B+B, 1997. 139 27 Dehşetle, asırların sakat görenek ve batıl an’anelerini Silkerek milletleri en çetin uykularından uyandırırsın. Ey şanlı avcı, tuzağını beyhude kurmadın; Attın, fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın! Bir milleti çiğnemekle bugün eğlenen alçak, Bu keyfiyetini biraz gecikme anına borçludur! Sultan Abdülhmaid, vatanı korumaktaki kararlılığı karşısında aleyhine yazılan bu şiire çok üzülmüş, düşüncelerini şöyle dile getirdiği rivayet edilir: “Hiçbir namuslu Ermeni, Padişahı’na kast eden eli bombalı ırktaşına şanlı avcı diyecek kadar hayâsız olmamıştır. 1890'da başlayıp 1905'te II. Abdülhamid'e suikasta varan Ermeni komitelerinin isyan ve terör faaliyetlerinin temel gayesi Avrupalı devletlerin dikkatlerini Ermeni Sorunu'na çekmekti. Ancak bu süreç Avrupa'da Almanya'nın milli birliğini sağlamasını müteakip şekillenmeye başlayan Üçlü İttifak ve İtilaf bloklarının oluştuğu döneme denk geliyordu. Büyük devletlerin kendi aralarındaki sömürge mücadelesi ve silahlanma yarışı Ermenilerin isyan ve terör faaliyetleriyle bekledikleri neticeyi elde edememelerine sebep olmuştu. Bir süre sonra İstanbul'da meydana gelecek değişimle Meşrutiyetin ilanı Ermeni Sorunu'nda da yeni bir sürecin başlamasına sebep olacaktı. 28 MEŞRUTİYET VE ERMENİ SORUNU Jön Türk hareketi ülkeye eşitlik özgürlük ve adalet getirmek amacıyla ortaya çıkmış bu hedefe ulaşmak amacıyla da her kesim ile beraber hareket etmişti. Ermeni komiteleri de uluslararası desteği elde edemedikleri için Jön Türklerle anlaşma yoluna gitmişlerdi141. Taşnaksütyun, İttihatçılarla Meşrutiyet'in ilk yıllarında beraber hareket etti. Fakat Taşnaklar içerisinde ötenden beri var olan ayrılıkçı grubun bilhassa uluslararası gelişmeleri takip ederek tavır değiştirmesi, 1915'e giden süreçte Ermeni Sorunu'ndaki son aşamaya geçilmesine sebep oldu. Ermeni komitelerinin 1890'lı yıllarda aldıkları bir karar vardı. Bu, tüzüklerinde yazılı olan Osmanlı Devleti zor durumda kaldığında harekete geçme kararıydı. Bu kararı almak için uygun zamanı beklediklerini gösteren şey Osmanlı Devleti'nin Balkan milletleri ile giriştiği ve önemli kayıplar verdiği Balkan Savaşları esnasındaki tavırları olmuştu. Balkan Savaşı başladığında Doğu'da Rus teşviki ile komitecilerin harekete geçtiğini gösteren onlarca yazışma söz konusudur. Daha 1913 yılı temmuzunda Rusçuk'taki komite toplantıları hakkında bilgiler alınıyor, komitelerin Anadolu'ya geçerek olay çıkarmak istedikleri bildiriliyordu. Payitaht'ın elde ettiği bilgilere göre Aralık 1913'te silah tedarik ve sevkiyatı hızlanmıştı. Örneğin İskenderun'da, Pire'den getirilen 1000 fişek ile 3000 tüfek yakalanmıştı142. Bu esnada Ermeniler bir yandan da tekrar ıslahat meselesini gündeme getirdiler. Rus yetkililerle irtibat halinde olan Ermenilerin çabaları ve büyük devletlerin baskısı ile 8 Şubat 1914'te Osmanlı hükümeti ıslahatı kabul etmek durumunda kaldı. Bu ıslahat projesine göre, Doğu Anadolu iki bölgeye ayrılacak, bu bölgeler Hollandalı Westenek ve Norveçli Hoff adlı iki Avrupalı müfettiş tarafından idare edilecekti. Bu müfettişler, bulundukları bölgelerde tam bir bağımsız idareye sahip olacakları gibi görevlerini yerine getirmek konusunda askeri güçleri de kullanabileceklerdi143. 25 Mayıs 1914'te bu konudaki kontrat imzalandıysa da müfettişler görevlerine başlayamadılar. Zira Birinci Dünya Savaşı çıkışı ve Osmanlı Devleti'nin Almanya safında savaşa katılması, müfettişlerin görevlerinin iptali ile sonuçlanmıştı144. 141 Haluk Selvi, Birinci Dünya Savaşı'ndan Lozan'a Ermeni Sorunu, Sakarya Üniversitesi Rektörlüğü. Sakarya 2004, s. 41 142 Kemal Çiçek, "Osmanlı Ermenilerinin Zorunlu Göç Ettirilmeleri ve Sonuçları", Sevk ve İskanın 100. Yılında Türk-Ermeni İlişkileri, ed. Haluk Selvi, İBB Kültür AŞ. Yayınları, İstanbul 2014, s. 155 (153-172) 143 Zekeriya Türkmen, “İttihat ve Terakki Hükümeti’nin Doğu Anadolu Islahat Müfettişliği Projesi ve Uygulamamaları”, Ermeni Araştırmaları, Sayı: 9, (Bahar.2003), s. 48, 70 144 Kuran, “Ermeni Meselesinin Milletlerarası Boyutu”, s. 244. 29 Bir yandan söz konusu ıslahat için çaba sarf eden komitelerin savaşın başlamasına daha aylar varken silah tedariki konusundaki faaliyetlerine devam ettiğine dair net bilgiler alınıyordu. Ocak ve Şubat 1914 tarihleri arasında yapılan yazışmalar komitelerin kaos ortamı oluşturma hazırlıkları içerisinde olduğu gösteriyordu. İngiltere'nin Van konsolosu, Taşnakların silah sevk ettiklerine dair bilgi verirken, Samsun ve Bafra'dan gelen Hınçakların huzursuzluk çıkardığına dair haberler, durumun daha da kötüye gideceğinin işaretleri oldu. Temmuz 1914'te Amasya ve Sivas'ta bomba imalatı için alet edevatlar ele geçirilmişti. Sözün kısası Ermeni komiteleri Balkan felaketi sonrası muhtemel bir büyük savaşta Osmanlı Devleti'nin paylaşılacağına kanaat getirmiş olmalılar ki bu tür faaliyetlerini hızlandırmışlardı. Yani komiteciler artık zamanı geldi diye düşünüyorlardı145. Kısacası sorulacak soru şuydu? Osmanlı Devleti'nin savaşa girişiyle Ermeni komitelerinin ayaklanmasının aynı ana denk gelmesi acaba rastlantı olabilir mi? Birinci Dünya Savaşı'nın ayak seslerinin duyulduğu 1914 yılı yazında ilk anlardan itibaren bilhassa Doğu vilayetlerinden gelen raporlarda Ermeni komitelerinin özellikle bu bölgelerde yoğun bir faaliyet içerisine girdiklerinden bahsediliyordu. Bilhassa II. Meşrutiyet'in getirdiği özgürlük ortamında çok rahat ve engellenmeksizin teşkilatlanan komiteler silah ve mühimmat konusunda hazır halde idiler. Öyle ki Esat Uras'ın ifadesiyle savaş esnasında herhangi bir saldırıyı karşılayabilecek silah ve mühimmata sahiptiler146. Osmanlı Devleti savaşa girmeden Ermeniler görünürde devletin yanındayız tavrı takınmakla birlikte, özellikle Ermeni komite liderleri Rusya ile temasa geçmişlerdi.Mesela 1896'daki Osmanlı Bankası Baskını'nın lider kadrosundaki Karekin Pastırmacıyan Kafkasya'ya, Taşnaksutyun komitesi tarafından hazırlıkları tamamlamak üzere gönderilmişti. Mesela hazırlanan bir genelge Rusya ile olan irtibatı net ifadelerle ortaya koyuyordu. Genelgedeki, "Ermeni milletinin Rusya'ya karşı değişmeyen sadakatini göstermesinin zamanı gelmiştir" ifadesi Ruslarla öteden beri olan irtibatın göstergesiydi147. 28 Haziran'da Veliaht Franz Ferdinand'ın suikast neticesinde öldürülmesini müteakip Hınçak Komitesi bir beyanname yayınlayarak niyetini ortaya koydu 148. Hınçak komitesinin beyannamesinde dikkat çekici ifadeler yer alıyordu. Bu ifadelere daha önce birçok beyannamede de yer verilmiştir. Söz konusu ifadelere bakıldığında bu durum net bir şekilde 145 Bakar, Ermeni Tehciri, s. 54-55. Uras, Tarihte Ermeniler, s. 580. 147 Uras, Tarihte Ermeniler, s. 580. 148 Ayrıntıları için bkz. Bakar, Ermeni Tehciri, s. 57-58. 146 30 görülmektedir. "Hınçak komitesi Osmanlı zorbalığını kanda boğmak için arenaya iniyor...Rus ordularının müttefiki sıfatı ile....Hayatlarını Ermenistan'ın kurtuluşu için feda etmeye hazır olan kahramanlar.... Üçlü Antant'ın himayesi altında yaşamaya ve serbest politika hakları olduğunu ispat ederek bağımsızlıklarını sağlayabilsinler". Osmanlı Devleti 3 Ağustos 1914'te seferberlik ilan etti. Sonrasında ilk isyan Zeytun'da komiteciler tarafından gerçekleştirildi ve komiteciler yüzden fazla Osmanlı askerini soyup öldürdüler jandarmalar ile çatışıp Maraş'a giderken birçok Müslümanı da katlettiler. Ekim 1914'te Kağızman'da 8 binden fazla Ermeni kuvvetinin toplandığı bildiriliyordu. Savaşın başında Kasım 1914'te Van valisi ileri gelen Ermenilerle yaptığı görüşmelerde onları ve eğer hadise olursa Osmanlı Ermenilerinin tamamının bu durumdan etkileneceğini ifade etti. Aralık 1914'te başlayıp kısa sürede bir felaketle sonuçlanan Sarıkamış Harekatı sonrası Şubat ayı ile birlikte Van ve Bitlis Ermenileri askerlere saldırdılar. Erciş'te 2000 Ermeni'nin dağa çıktığı ve Ruslara casusluk eden Ermenilerden Van'da İsyan hazırlığı yapıldığı öğreniliyordu. Aynı anda Kafkasya'daki faaliyetlerin arttığı da görülüyordu. Ermeni çete reisi Antranik149 hakkında binden fazla kuvvetle Ruslarla birleşmek niyetinde olduğu haber alınmıştı. Yine komitecilerden Dro lakaplı Drastamat Kanayan ve Armen Garo lakaplı Karatekin Pastırmacıyan'ın bir araya gelerek Van'a saldırma planları yaptıkları bildirilmişti. Öte yandan komitecilerden Hamazap ve Keri de Kars'ın batısında mevzi tutmuşlardı150. Bu gönüllü alayların her biri yaklaşık 4000 bin kişiden oluşuyordu ve özellikle birinci alayın başındaki Antranik, Balkan Savaşları'nda Bulgar ordusundaki Ermeni alaylarının başında mücadele etmişti. İkinci Alay'ın başında Dro ve Pastırmacıyan, Üçüncü ve Dördüncü alaylarda Argoutian, altıncı alayda ise Avşaryan vardı151. Taşnaksutyun, Antranik'e Ermeni askerleri ile Van'a gelince Taşnak savaşçılarının dağa çıkıp isyan başlatmalarını nisan ayında bu isyanın gerçekleştirilmesi talimatını vermişti152. Bu esnada komiteciler Ermenilerin yaşadığı köylere yönelik propaganda yapmak amacı ile bazı talimatlar yolluyorlardı. 15 maddeden oluşan bu talimatın özü terör neyi gerektiriyorsa onu yapmaları yönünde idi. Silahlanın!! İsyan edin!!153. 149 Antranik'in I. Dünya Savaşı'ndaki faaliyetleri hakkında bkz. Haluk Selvi, "Anadolu'dan Kafkasya'ya Bir Ermeni Çete Reisi: Antranik Ozanyan", Sekizinci Askeri Tarih Semineri Bildirileri I, (24-26 Ekim 2001 İstanbul) ATAŞE Yay., Ankara 2003 s. 460-463. Ayrıca bkz. Bülent Yıldırım, "Ermeni Çeteci Antranik ve Gerçekler", 1915'e Hapsedilen Tarih Ermeni Meselesi, Ed. Ferudun Ata, Kombassan Vakfı, Konya 2016, s. 57-72. 150 Bakar, Ermeni Tehciri, s. 62. 151 Karacakaya, Ermeni Sorunu ve Türk Kamuoyu, s. 243-244. 152 Uras, Tarihte Ermeniler, s. 604. 153 Talimatın tamamı için bkz., Süslü, Ermeni Tehciri ve Gerçekler, s. 101-102. 31 Ermeni komitelerinin her geçen gün daha pervasızca hareket ettiklerini gösteren gelişmeler söz konusu idi. Şubat ve Mart 1915'te Anadolu'nun çeşitli vilayetlerinden gelen raporlar bunu teyit eder nitelikte idi. Ermeni komitecileri Elazığ'da Ermeni köylerinde askerlere ateş ediyorlardı. Sadece bu iki vilayette Sivas ve Erzincan'da bulunan silah sayısı 30000 rakamına ulaşmıştı. Öte yandan Kayseri Develi'de Ermeni mezarlıklarında gömülü olan barut ve silahlar ortaya çıkarılmıştı154. Tehcir kararı alınmadan 2 ay önce Kars ve Ardahan civarında katledilen Müslüman sayısının 30000 kişiye yaklaştığı yine bu dönemde 700-800 kadar Ermeni komitecinin isyan ettiğini, üzerlerine gönderilen Osmanlı askerlerinden 20'sini katledip Jandarma Binbaşı Süleyman Beyi de şehit ettiklerini görüyoruz. Ermeni komitelerinin bu faaliyetleri üzerine Zeytun ve Maraş bölgesindeki Ermenilerin Konya'ya sevk edilmelerine karar verildi ancak bu daha büyük bir isyan hazırlığını önleyememişti. Kısa süre önce Van'da başlayan isyan hareketi şiddetini arttırarak devam etti. Bir süre sonra Rusların Osmanlı Ermenilerinin öncülüğünde Van'a girmesi, Türk askerinin şehri terk etmesine sebep oldu. Şehri ateşe verip Müslüman nüfusunu katletmekten geri durmayan Ermeniler Van'ı Ruslara teslim ettiler155. Bir süre sonra Ermeni İsyanı diğer bölgelere de yayılınca Tehcir kararı alındı. 27 Mayıs 1915 tarihli sevk ve iskan kanunu "Vakti -i seferde (savaş sırasında) icraat-hükümete (hükümetin icraatlarına) karşı gelenler için cihet-i askeriyece (askeri yönden) ittihaz olunacak tedabir (alınacak olan önlemler) hakkında kanun-ı muvakkat (geçici kanun)" başlığı ile dört maddeden oluşuyordu. Söz konusu geçici kanunda herhangi bir etnik unsurun adı geçmediği gibi başka unsurların da tehcir edildiğini söylemek gerekir156. Tehcir uygulamasının bir süre sonra batı vilayetlerinde de uygulanma zarureti ortaya çıktı. Özellikle Bursa Adapazarı ve İzmit bölgesindeki Ermeniler komiteler kurarak çeteleşerek sivil halka saldırdılar. Bu sebeple tehcirin kapsamının genişletilmesi kaçınılmaz bir hal almış oldu. Burada şu hususa da değinmek gerekir ki Birinci Dünya Savaşı başladıktan sonra Anadolu’da Ermenilerin yaşadığı hemen her bölgede hazırlık içerisinde oldukları ele geçirilen silahlardan, yaptıkları yayınlardan ve teşkilatlanmalarından anlaşılıyordu 157. 1915 yılı başlarından itibaren Ermeni komitelerinin sebep olduğu olaylar, alınan tüm önlemlere 154 Salahi Sonyel, The Great War and the Tragedy of Anatolia, Ankara 2000, s. 101-102, Bakar, Ermeni Tehciri, s. 65. 155 Van İsyanı hakkında bkz. Cemalettin Taşkıran, Van'da Ermeni Devleti Denemesi-Belgelerle-, Platin Yayınları, Ankara 2006,s. 35-114, Justin McCarthy vd., The Armenian Rebellion at Van, Salt Lake City 2006, s. 176-258. 156 Sevk ve İskan Kanunu'nun tam metni için bkz. Süslü, Ermeni Tehciri, s. 111. 157 Bakar, Ermeni Tehciri, s. 74-77. 32 rağmen azalmak yerine daha tehlikeli bir hal almaya başlayınca hükümet 27 Mayıs 1915 tarihli sevk ve iskan geçici kanununu çıkarmak zorunda kaldı. Ve savaş bölgesindeki ve komitelerin karışıklık çıkardığı yerlerdeki Ermeniler sevke tabi tutuldular. İşte bu kararı alan İttihat ve Terakki liderleri tehcir sonrasında II. Dönem Ermeni terörünün kurbanları olacaklardı. II. DÖNEM ERMENİ TERÖRÜ&NEMESİS158 Tehcir kararının alınmasına sebep olan Ermeni ayrılıkçıların terör yöntemini kullanarak ayaklanmalarının başarısızlığa uğraması kaçınılmazdı.Ancak asıl terör yöntemlerini ayaklanmadan sonra kullanmışlardı. Bu başarısızlığı hazmedemeyen ayrılıkçılar tehcirin intikamını almak için harekete geçtiler.Daha doğru bir ifade ile tehciri bahane ederek Nemesis adı verilen Taşnakların kurguladığı büyük bir suikast operasyon başlattılar. Eski Yunan'da adalet ve intikam tanrısı olarak geçen Nemesis'i kendilerine isim olarak seçen bu gruplar, bir anlamda bu olayların intikamını alırken batıya da bir mesaj vermek niyetindeydiler. Yani tehcir esnasında Ermenilere büyük bir katliam yapıldığını bu şekilde göstermiş olduklarını düşünüyorlardı. Hedeflerinde ise tehcirden sorumlu tuttukları İttihat ve Terakki'nin üst düzey yetkilileri vardı. Savaş sonrasında çeşitli nedenlerle yurt dışına çıkmış olan bu kişiler ayrılıkçılar için kolay hedeflerdi. Bu çerçevede Nemesis operasyonu 1919'da İstanbul ve Erivan'da yapılan toplantılarla kararlaştırılmıştı. Erivan'da yapılan toplantıda Talat Paşa, Cemal Paşa, Sait Halim Paşa, Dr. Nazım, Bahattin Şakir ve Cemal Azmi Bey gibi İttihat Terakki'nin liderlerinin, sözde Ermeni katliamlarından sorumlu tutularak gıyaplarında idamlarına karar verilmişti.Toplantıda ayrıca operasyonları yapacak kişiler tespit edilmiş ve hedefte olan kimselerin yaşadıkları yerlerde infaz edilme kararları verilmişti. Bu operasyonu yürütmek üzere görevlendirilen kişi, asıl adı Hagop Der Hagopyan olan Şahan Natali kod adını kullanan bir komiteciydi. Bu sırada Avrupa'da Ermeni terörünün işini kolaylaştıracak bir ortamda vardı. Hedeflerden biri de Mustafa Kemal Paşa idi. Hedefte olanlardan birçoğu suikastlara kurban gitmişti. Mustafa Kemal'e de bu sırada iki suikast teşebbüsü gerçekleştirildi. Birincisi 5 Mayıs 1925'te Ermeni komitecilerden Manuk Manukyan tarafından yapılmıştı. Ancak suikastçı yakalanmış ve suikast planı da akim bırakılmıştı. İkinci suikast teşebbüsü 1927 yılı Eylül ayında Mercan Altunyan ve bir birkaç komiteci tarafından Dolmabahçe Sarayı'nda 158 Bu kısım, Sedat Laçiner, Türkler ve Ermeniler Bir Uluslararası İlişkiler Çalışması, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu Yayını, Ankara 2005'den derlenmiştir. 33 gerçekleştirilmek istenmişti. Başarısız olan saldırı esnasında iki komiteci ve 2 polis memuru hayatını kaybetmişti. Nemesis operasyonunda ilk suikast Talat Paşa'ya yapıldı. 15 Mart 1921'de tarihinde eski Dahiliye Nazırı olan Talat Paşa Berlin'de bir caddede yürürken Tehliryan adlı bir genç Ermeni komiteci tarafından vurulmuştu. Cinayet çok açık bir şekilde işlenmiş olsa da olayın mahkemesi Türklerin suçlandığı siyasi bir arenaya dönüştürülmüş ve katil Tehliryan Alman mahkemesi tarafından adeta masum ilan edilmişti. Mahkemede Türklerin Ermenileri toptan yok etmek istediklerini iddia eden Ermeniler olayın bütün sorumluluğunun Talat Paşa'da olduğunu ve cinayette ağır tahrik bulunduğunu iddia etmişlerdi. Tehliryan bu tarihten sonra Ermeniler için ulusal bir kahraman haline dönüştü. Alman mahkemesinin verdiği bu karar daha sonra gerçekleşecek olan terör hadiselerinin de zeminini hazırladı. 1970'li ve 80'li yıllarda Türk diplomatlarına karşı gerçekleştirilen suikastlardan sonra Ermeniler tarafından sık sık bu davaya atıfta bulunularak ağır tahrik iddiaları ileri sürülmüştü.Talat Paşa'yı katleden Tehliryan bugün hala Ermeniler tarafından kahraman olarak görünmekte, filmlere ve belgesellere konu edilmektedir. Operasyonda alınan karar gereği Talat Paşa suikastını diğer suikastlar takip etti. Eski hariciye nazırı Sait Halim Paşa Roma'da Arşavir Şıracıyan tarafından 5 Aralık 1921'de katledildi. 17 Nisan 1922'de ise Bahattin Şakir Bey ve Cemal Azmi Bey Berlin'de suikasta kurban gitmişlerdi. Birkaç ay sonra ise bu sefer hedefte olan Cemal Paşa idi. 25 Temmuz 1922 tarihinde Tiflis'te Cemal Paşa ve yaverleri Binbaşı Nusret ve Süreyya Bey suikastla kurban edildiler. Sonuçta tüm bu cinayet terör ve katliamlara rağmen Ermeni ayrılıkçılar ve silahlı gruplar hedeflerine ulaşamadılar. Dışa bağımlı olarak kurulan Ermeni komiteleri Osmanlı dahilinde de teşkilatlandılar ve planları gereği bazen zorla bazen isteyerek Osmanlı Ermenilerini de bu olaylara kattılar. Ve nihayet Osmanlı Devleti sona ererken yüzyıllardır birlikte yaşadıkları toprakları da terk etmek durumunda kaldılar. III. Dönem Ermeni Terörü'ne Giden Süreç (1920-1973) Cumhuriyetin ilk elli yılında Türkiye'de ve dünyada Türklere yönelik ciddi bir Ermeni terör olayı yaşanmadı.Fakat bu dönem özellikle Ermeni terörünün zemininin hazırlandığı ve güçlendiği bir dönem oldu.1915 öncesinde bağımsız Ermeni Devleti hedefleyen Ermeni komiteleri başarısız olmuşlardı. Bu da yeni hedefler belirlemelerine sebep oldu.Komiteler için 34 I Dünya Savaşı'ndan sonra özellikle dünyanın her tarafına artık iyice dağılmış olan Ermenilerin bir arada tek bir kimlik etrafında toparlanması gerekiyordu. II Dünya Savaşı'ndan sonra da Ermeniler yoğun olarak yaşadıkları ülkelerinden göç etmek zorunda kaldılar.Bilhassa Ortadoğu'da yaşayan Ermeniler, Batı Avrupa ülkelerine ve Kuzey Amerika'ya göç etmeye başladılar. Bu durum göç eden Ermenilerin asimile olma ve gittikleri toplumların içerisinde erime tehlikesi ile karşı karşıya kalmalarına neden oldu. Bu tehlike karşısında özellikle Ermeni Kilisesi ve siyasi partileri ilk hedef olarak Ermenilik bilincinin yeniden inşa edilmesi için ellerinden geleni yaptılar. Dünyanın çok farklı ülkelerinde çok farklı diller konuşan ekonomik ve kültürel yapıları farklı olan Ermenilerin kimliklerini unutmamaları icap ediyordu. Bu kimliğin hatırlanması için 1915'te gerçekleşen Sevk ve İskan Ermeniler için birleştirici bir unsur haline gelmişti. Bu süreçte Ermenilerin küçük yaşlardan itibaren etnik kimliklerini Türk karşıtlığı üzerine oturttukları söylenebilir.Özellikle Ermeni kilisesinin bu konuda ön plana çıktığı ve okullarında Türkleri ve Türkiye'yi görmemiş genç nesilleri adeta siyasi amaçları doğrultusunda şekillendirdiklerini söylemek mümkündür. Kiliseye göre Ermeniler 1915 olaylarında Türkler tarafından yok edilmek istenmişti. Kendilerini Nuh'un torunu olarak gören ve "Hayk'ın Çocukları" olarak tanımlayan Ermeniler bu durumlarını Nuh Tufanı ile özdeşleştirdiler ve bir gün anavatanlarına tekrar döneceklerine inandırıldılar. Ermeni Kilisesi'nin Türkleri bir doğal afet olan Nuh Tufanı ile bir tutması aslında yeni bir şey değildir. Ortaçağ'dan itibaren Avrupa'da Türkler Tanrı'nın, işlemiş oldukları günahlarına karşı ceza olarak gönderilmiş kimseler olarak görülürlerdi. (Tanrının Kırbacı/Scorge of God) Yani batıdaki algı Türklerin her türlü kötülüğü yapabilecek bir ırk olduğu şeklindeydi. Türklerin konuşulmaz, iletişim kurulamaz olarak sunulması Ermeni kimliğinin inşasının da bu şekilde negatif bir tavırla şekillenmesinde etkili oldu. Bu anlayışla eğitilen ve yetişen her Ermeni'nin en önemli görevi olayları unutmamak, unutturmamak ve günün birinde vatanına dönerek o günlerin intikamını almak olmuştu. Bu süreçte dünyanın birçok bölgesine yayılmış bir şekilde yaşamlarını sürdüren Ermeniler için asimilasyon tehlikesi arttıkça Türklere karşı nefret duygularının daha yoğun bir şekilde işlendiğini söylememiz gerekir. II Dünya Savaşı'ndan sonra Yahudilerin yaşadıklarından dolayı dünya kamuoyunda ortaya çıkan durum ve İsrail devletini kurmaları, bu süreçte Ermeni Sorununa da yeni bir boyut getirmişti. Buna göre Ermeniler de Yahudiler gibi soykırıma uğramışlardı. Dolayısıyla onlara da Yahudi örneğinde olduğu gibi haklarının iade edilmesi gerekiyordu. Bu şekilde yetişen yeni nesil Ermeniler Türkleri nihai düşman olarak gördüler ve dünyanın kendilerine 35 yardım etmesi için hararetle çaba sarf ettiler. Böylelikle aslında şiddeti meşrulaştırıcı haksızlığa uğramışlık hissi daha fazla ön plana çıkmaya başladı. Dolayısıyla Türklerden adeta geçmişin intikamını almak için kimsenin kendilerini anlamadığını düşünen gençler, bu işi aşırı örgütler aracılığıyla şiddet kullanarak yapabileceklerine inanmaya başladılar. Ermenilerin bu değişim sürecine ek olarak büyük devletlerin güç politikalarının da 3. Dönem Ermeni terörünün zeminini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Özellikle Sovyetler Birliği'nin bu noktada etkili olduğunu söylememiz gerekir. II Dünya Savaşı'nı müteakip Türkiye'den toprak talep eden, boğazları isteyen Sovyetlerin Stalin dönemi ve sonrasında gizliden gizliye Ermeni terör örgütlerini özellikle Hınçakları desteklediği aşikardı. III. DÖNEM ERMENİ TERÖRÜ II Dünya Savaşı'ndan sonra özellikle 1960'lı yılların ortalarına gelene değin yukarıda bahsedilen çabaların netice vermeye başladığı ve bu çabaların bir süre sonra şiddet ve teröre dönüştüğü görülmektedir. 1973 yılında başlayan ve neredeyse 1990'lı yılların ortalarına kadar devam eden 3. Dönem Ermeni teröründe birçok Türk diplomatı katledilirken, bu süreçte birçok ülkenin vatandaşı da eylemler neticesinde hayatını kaybetmişti. Dünyada 1970'lerdeki terör atmosferi dikkate alındığında Ermeni terörünün dönemin en şiddetli terör hadiselerinden biri olduğu söylenebilir. Bu olayların detaylarına girmeden önce nedenlerinin daha ayrıntılı bir şekilde ele alınması icap etmektedir. Bu çerçevede üçüncü dönem Ermeni terörünün ortaya çıkışının iç nedenlerini ve dış nedenlerini ayrı başlıklar halinde değerlendirmek faydalı olacaktır. İç Nedenler Dünyanın farklı coğrafyalarında dağınık halde yaşayan Ermenilerin asimile olmaya karşı kendilerini bir arada tutacak bir unsura ihtiyaçları vardı. Soykırım kavramı ortaya çıktıktan bir süre sonra diasporayı birleştirici en önemli unsur haline geldi. Bir anlamda aslında onların varlık nedenini teşkil etti. 1970'lere gelindiğinde Türk düşmanlığının kan davasına dönüşmesi ve bunun şiddetle buluşması da kaçınılmaz oldu. Terörün tırmanmasının önemli nedenlerinden biri de radikal grupların kendilerini gösterme çabalarıydı. Burada bilhassa sol ve sağ olarak iki gruba ayrılan Ermeni siyasilerinden sol gruplar komünist Sovyetler Birliği ile birlikteliği savunurken sağcılar yani Taşnaklar tam bağımsız bir Ermenistan istemişlerdi. Bu iki örgütün rekabeti teröre hizmet etmiş ve örgütler Ermeni davasına en çok kendilerinin katkıda bulunduklarını gösterebilmek 36 ve bunu kanıtlamak için Türkiye'ye en çok zarar veren grup olarak ön plana çıkmak istemişlerdi. Onlara göre en iyi Ermeni Türklere ve Türkiye'ye en çok zararı verebilen Ermeni idi. Ermeni terörünün ortaya çıkmasında özellikle ideolojik sebepler de etkili olmuştu. Nitekim 1970'li yıllar sadece Ermeniler açısından değil tüm dünyada terörün hüküm sürdüğü yıllar olmuştu. Bu süreçte bilhassa Latin Amerika, Asya ve İrlanda'da hasılı dünyanın hemen her bölgesinde sol ve sağ gruplar, terörü bir araç olarak benimsemiş ve kullanmışlardı. Bu dönemde Marksist terör örgütlerinin öne çıkması Ermenilerin de sol kanattan daha güçlü bir şekilde canlanmalarının önünü açtı. Nitekim Sovyet deneyimi sol Ermeni grupların teröre daha yakın olmasına ve Ermeni Sorunu'na ek olarak mücadelelerine ideolojik bir boyut katmanlarına sebep olmuştu. Bir diğer sebep bilhassa Ortadoğu coğrafyasında yaşayan Ermeni diasporasının terör olaylarına çok yakın yaşıyor olmalarıydı. Mesela Lübnan'da yaşayan Ermeniler terör hadiseleri ile iç içe idiler ve bundan son derece etkileniyorlardı. Zaman içerisinde diğer gruplarca aktif bir şekilde kullanılan terör, Ermenilere de böylelikle örnek teşkil etmiş oluyordu. Dış Nedenler Ermeni terörünün dış nedenlerine baktığımızda en temel sebebin Soğuk Savaş ortamı olduğunu söyleyebiliriz. Bu dönemde güç mücadelelerinin yaşandığı çok hassas bir bölgede bulunan Türkiye, coğrafi konumu nedeniyle doğrudan veyahut dolaylı birtakım baskı ve saldırılara maruz kalmıştı. Dolaylı birçok saldırı ve terör hadisesi tecrübesinin yaşandığı Türkiye için Ermeni terörü bu sürecin bir parçası olarak değerlendirilmelidir. Sovyetler ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki rekabete Türkiye, Sovyetlere sınırdaş olması hasebiyle doğal hedeflerden biri haline gelmişti. NATO üyesi olarak Türkiye'ye verilecek her zarar aslında Sovyetler Birliği açısından karşı tarafa verilmiş ve karşı tarafı zayıflatacak bir adım olarak görülüyordu. Türkiye'deki azınlıklar üzerinden gerçekleştirilecek herhangi bir faaliyet ülkede karışıklıklara sebep açabileceği gibi ülkeyi bir yönetim değişikliğine dahi sürükleyebilirdi. Bu da Sovyetler açısından Türkiye üzerinde nüfuz elde etme ihtimali doğurabilir ve böylelikle Türkiye Batı bloğundan kopartılabilirdi. Bir diğer dış neden Türkiye'nin kötü komşuluk ilişkileriydi. Ermeni terörü Türkiye'nin Yunanistan, Suriye, Rusya, Bulgaristan ve Kıbrıs Rum Kesimi ile olan ilişkilerini doğrudan 37 etkilenmişti. Söz konusu ülkelerden Sovyetler Birliği'ne yakın olan veya doğrudan Doğu bloğu ülkeleri Sovyetlerin istediği şekilde hareket etmişlerdi. Bu doğrultuda adı geçen devletlerin Ermeni terörüne en büyük lojistik desteği sağladığını söylememiz gerekir. Yunanistan ve Kıbrıs faktörü en az Sovyetler Birliği kadar etkili oldu. Kıbrıs çatışması nedeniyle 1970'li yıllarda Türkiye'de ve Türkiye dışında ortaya çıkan her türlü terör örgütü ile Yunanistan arasında sıkı bir bağ olduğunu ifade etmek gerekir. Bu süreçte Ermeni terörünü hazırlayan sebeplerden biri de Türkiye ile batı arasındaki ilişkilerin bozulması olmuştu. Amerika Birleşik Devletleri ile haşhaş ekimi ve Kıbrıs meselesinden patlak veren süreç silah ambargosu uygulanmasına kadar gitmişti. ABD bu süreçte müttefiki olmasına rağmen Türkiye'yi yalnız bırakmıştı. Avrupa Ekonomik Topluluğu da Türkiye'yi demokratikleşme insan hakları vesaire gibi konularda yetersiz bularak bir anlamda ilişkilerin yakınlaşmasının önünü almıştı. Özetle Ermeni terörünün kısmen hoş görülmesini sağlayan uluslararası ortamda Türkiye'nin hemen her blokla olan sorunlu ilişkilerinin büyük bir etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Ermeni terörünün ortaya çıkışında Türkiye'nin iç nedenlerinin de etkileri olduğunu kabul etmek gerekir. Burada en fazla dikkati çeken unsur Türkiye'deki ekonomik sıkıntılar ve problemlerdi. Bu süreçte Türkiye tarihinin en ağır ekonomik krizlerinden birini yaşıyor, bu da ülke içerisindeki çekişmeleri körüklüyordu. İlk Eylemler Üçüncü Dönem Ermeni terörünün ayak sesleri 1972 yılında Fransız Ermenisi bir ressamın oğlunun Marsilya'da Türkiye'ye karşı eylem çağrısında bulunmasıyla duyulmuştu. İlk etapta bu çağrı bir karışıklık bulmamıştı. Fakat çok kısa bir süre sonra ilk eylem gerçekleşecekti. Üçüncü Dönem'in ilk eylemi Yanıkyan adında eski bir Osmanlı Ermenisi tarafından gerçekleştirildi.78 yaşında Kaliforniya'da yaşayan bu Ermeni, Anadolu'da kaybetmiş olduğu ailesi nedeniyle Türkiye'yi suçluyordu. Sözde bunun intikamını almak için bir plan yapan Yanıkyan, Türkiye'ye tarihi eserler hediye etmek bahanesiyle dönemin Los Angeles başkonsolosu Mehmet Baydar ve yardımcısı Bahadır Demir ile görüşmek istedi. 27 Ocak 1973 tarihinde yapılan görüşme esnasında söz konusu tarihi eserleri de yanında getirmiş olan bu komiteci, Türk diplomatları katletti. Yanıkyan bir süre sonra yakalanmış ve yargılanmıştı. Santa Barbara cinayeti olarak da bilinen Los Angeles'taki bu katliam bireysel bir eylem gibi 38 gözükse de daha sonra Ermeni terör örgütlerine Türklere karşı nasıl etkili bir eylem yapılacağını da göstermiş oluyordu. Nitekim ilk cinayete Amerikan basını da büyük yer ayırmıştı. Fakat cinayet olayında katilden çok maktullerin mensup olduğu Türkiye suçlanmıştı. Böylelikle 1970'lerin ortasından itibaren uzun süre büyük eylemlere imza atacak Ermeni örgütleri için de yöntem bulunmuş oldu. Bireysel bir eylem olmakla birlikte aslında bu olayın temellerinin bir süreden beri atıldığı da aşikardı. Nitekim olaydan önce bazı radikal Ermeniler Türkiye ve Türkler aleyhine menfi propaganda yapıp ortamı germişlerdi. Hatta Los Angeles'teki diplomatik temsilciliğin yapmayı planladığı programlar, tehditler nedeniyle ertelenmiş, bazıları ise iptal edilmişti. Toplantıların iptaline sebep Ermenilerin bombalı saldırı yapacaklarına yönelik ihbarlardı. Bu da aslında artık Ermeni olaylarının fitilinin ateşlenmeye hazır olduğunu gösteriyordu. Nitekim 1975'te ilk organize terör eylemi ile suikastlar dizisi başlatılmıştı. Ermeni Terör Örgütleri Sol Terör Örgütü / ASALA ASALA'nın (Ermenistan'ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu) kesin olmamakla birlikte 20 Ocak 1975'te Lübnan'da kurulduğu ve liderinin Agop Agopyan olduğu tahmin edilmektedir. Sol görüşlü bir örgüt olarak Sovyetler Birliği tarafından kurulduğu ileri sürülen bu örgütün kurulması ve eğitilmesi için Filistinli sol fraksiyonların kullanıldığı ileri sürülmektedir. Örgüt üyelerinin Kırım'da askeri bir akademide eğitim aldıkları, buradaki eğitimin ardından Filistinli militanlarca terör teknikleri ve arazi eğitimine tabi tutuldukları da iddialar arasındadır. Aslında bu dönemde dünyanın neredeyse bütün sol örgütlerinin işbirliği içerisinde olduğu söylenmektedir. Böyle bir işbirliği için sadece ideolojik yakınlığın yetmeyeceği, bu örgütleri koordine edecek bir devlete ihtiyaç olduğu ve bu görevi de Sovyetler Birliği'nin yerine getirdiğini ileri sürülmektedir. Bu da terörün dışa bağımlılığının net göstergesidir. ASALA'nın hedefinin Doğu Anadolu bölgesini Sovyet Ermenistanı'na katmak ve aslında Ermenileri Sovyet çatısı altında toplamak olduğu bilinmektedir. Sol bir örgüt olması hasebi ile dünya düzeni ile ilgili politik hedefleri de söz konusuydu. Sovyetler Birliği'ni doğal müttefik olarak gördüğü için kapitalist düzeni temsil ettiğini düşündüğü bütün ülkelere de karşıydı. 39 ASALA'nın temel özelliklerine bakıldığında teorik ve teknik açıdan militanlarının mükemmel eğitim almış olduğu görülmektedir. Kitlesel eylemlerden ziyade politik hedefleri seçip nokta atışı saldırılar gerçekleştirmişlerdir. Öte yandan eylemlerinde sağ yakalanan ASALA militanı sayısı oldukça azdır. Bu durum organize bir suç örgütü olduğunu göstermekle birlikte örgüte yönelik koruma ve sempati ağının da olduğunu ortaya koymaktadır. Bu da örgütün istihbarat desteğinin çok güçlü olduğa delalet etmektedir. Nitekim terör ve istihbarat uzmanları bu tür profesyonel eylemlerin uzman desteği olmadan yapılabilmesinin mümkün olmadığını ifade etmektedirler. Birçok devletin istihbarat biriminin kapasitesini aşan bütün dünyayı operasyon sahası olarak gören ASALA bunda başarılı da olmuştur. Örgüt yaptığı eylemlerde sayı bakımında IRA'dan sonra ikinci sırada gelmektedir. Gizliliğe büyük önem vermiş ve Lübnan dışında hücreler şeklinde teşkilatlanmıştır. Lider ve bazı yöneticilerinin gerçek isimleri bugün dahi bilinmemektedir. Bütün terör örgütlerinde olduğu gibi çok sayıda takma ad kullanılmıştır. En fazla Fransa ve Yunanistan'da eylem gerçekleştirmiş olan ASALA sadece Türk hedeflerine saldırmamış bir süre sonra batılıları da işbirlikçi ve kapitalist olmaları gerekçesiyle hedefe koymuştur. Suikastları daha ziyade yirmili yaşlardaki gençler gerçekleştirmişti. Militan olmayı tercih eden gençlerin büyük bir kısmı şiddetin sıradan hale geldiği 1970'li yıllarda iç savaş yaşanan Lübnan'dan gelmekteydi. Böyle profesyonel bir örgüt halinde teşkilatlanan ASALA ilk terör eylemini 22 Ekim 1975'te Viyana'da Türkiye'nin Avusturya Büyükelçisi Daniş Tunalıgil'i katlederek başlattı. Örgütün diğer göze çarpan eylemleri ise şunlardı: İsmail Erez (24 Ekim 1975 - Paris / Fransa) Suikastı Doğan Türkmen Suikastı (6 Şubat 1980 - Bern / İsviçre) Galip Özmen Suikastı (31 Temmuz 1980 - Atina / Yunanistan) Lyon Türk Konsolosluğu Saldırısı (5 Ağustos 1980 - Lyon / Fransa) Selçuk Bakkalbaşı'ya Başarısız Suikast Girişimi (26 Eylül 1980 - Paris / Fransa) Ahmet Erbeyli Suikastı (13 Ocak 1981 - Paris / Fransa) Reşat Moralı ve Tecelli Arı Suikastı (4 Mart 1981 - Paris / Fransa) Cavit Demir Suikastı (3 Nisan 1981 - Kopenhag / Danimarka) Mehmet Savaş Yergüz Suikastı (9 Haziran 1981 - Cenevre / İsviçre) 40 Paris THY Bürosu Baskını (11 Haziran 1981 - Paris / Fransa ) Paris Türk Başkonsolosluğu Baskını (24 Eylül 1981 - Paris / Fransa): Gökberk Ergenekon Suikastı (25 Ekim 1981 - Roma / İtalya): Kani Güngör Suikastı (8 Nisan 1982 - Ottawa / Kanada): Esenboğa Baskını (7 Ağustos 1982 - Ankara): Kapalıçarşı Baskını (16 Haziran 1983 - İstanbul): Orly Katliamı (15 Temmuz 1983 - Paris / Fransa): Beyrut Elçiliği Baskını (29 Ekim 1983 - Beyrut / Lübnan): Işık Yöner Suikastı (28 Nisan 1984 - Tahran / İran): Sarayburnu Olayı (3 Eylül 1984 - İstanbul): Sağ Ermeni Terörü JCAG (Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları) Adalet komandoları olarak bilinen bu örgütün 1976 yılında kurulduğu tahmin edilmektedir. Ermeni milliyetçisi olan bu örgütün kurucuları Taşnaklar ve Nemesis üyeleridir. Irkçı ve anti-komünist olan bu örgüt ASALA'nın tersine batılı hedeflere saldırmadığı gibi Sovyetlerin güdümünde bir Ermenistan'da istememektedir. Bu örgütün teröre başvurması ASALA'nın bu yolla sağladığı başarının etkisiyle olmuştur. ASALA yaptığı eylemlerle sesini duydukça Taşnaklar bilhassa Ermeniler arasındaki etkilerini kaybetme korkusuyla harekete geçip adeta bir tür rekabet sonucunda teröre vurmuşlardı. Hatta ASALA onları taklitçilik dahi suçlamıştı. Gerçek şu ki ideolojik farklar olsa da diğer tüm terör örgütleri örneğinden farklı olarak bu iki örgüt ortak hedefte birleşmişlerdi. Sağ veya sol fark etmeksizin Ermeni örgütlerin tek hedefi Türkiye'yi vurmaktı. JCAG'ın ASALA ile arasındaki temel fark sadece ideolojikti. Bu örgütlerin dışında ASALA'dan ayrıldığı tahmin edilen ARA (Ermeni İhtilal Ordusu) JCAG benzeri bir yapılanma olarak ortaya çıktı. Örgüt 1983 ve 84 yıllarında Brükse, Lizbon ve Viyana'da Türk diplomatlarına ve temsilciliklerine saldırılar düzenledi. Bir diğer örgüt Yeni Ermeni Direnişi anlamına gelen NAR örgütü idi. Adını ilk kez 1977'de duyuran bu örgüt 1980'e kadar 7 saldırının sorumluluğunu üstlenmişti. Bunların dışında NUPA, VEDO 41 (Fransa Menşeli), GEGE (Beyrut Kökenli), Ermeni Yeraltı Ordusu, Yeni Ermeni Uyanışı gibi daha birçok küçük ölçekli örgütten bahsedilmektedir. Örgütlerin Yöntemleri ve Temel Özellikleri 1979 yılına kadar sadece Türkleri hedef alan bu örgütlerin özellikle elçilikler, havayolu şirketleri ve seyahat acentelerini hedeflerine koyduklarını söyleyebiliriz. 1979'dan sonra ASALA kapitalist ülkeler ve Türkiye ile işbirliği yapan bütün ülkeleri hedef listesine ekledi. Bu tür bir kararın alınmasındaki sebeplerden biri de Ermeni teröristlerin batılı devletler tarafından tutuklanmasıydı. ASALA'yı öne çıkaran bir diğer husus ulaştığı eylem gücüdür. Dünya üzerinde 500'e yakın eylem ile IRA'dan sonra en fazla eylem gerçekleştiren örgüt olduğu kaydedilmektedir.ASALA'nın en fazla eylem gerçekleştirdiği ülkeler Fransa, İsviçre, İtalya, Lübnan, Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye ve İtalya'dır. Basın ve medyayı çok iyi bir şekilde kullandıkları için batı toplumundaki işbirlikleri neticesinde gerçekleştirilen suikastlar haklı birer öç alma eylemi olarak dünyaya lanse edilmiştir. Saldırıları gerçekleştiren teröristler birer kahraman olarak sunularak özellikle genç Ermenilerden geniş bir destek görmüşlerdir. Ermeni terörünün dışa bağımlılığı, terörün gücünü artırırken bazen hareket alanını da kısıtlayabiliyordu. Bunun en önemli dezavantajı diğer ülkelerin çıkarlarına göre eylemlerini şekillendirmesiydi. Bu süreçte Sovyetler Birliği ve onun uydusu olan ülkeler ile sıkı bir işbirliği içerisinde olunduğu dikkati çekmektedir. Türkiye ile ilişkileri gergin olan Yunanistan ve dolayısıyla Kıbrıs Rum kesiminin de aktif bir şekilde bu örgütleri desteklediği görülmektedir. Yakın zamanda benzer bir durum terörün dışa bağımlılığına dikkati çekici bir örnek olarak gösterilebilir. Suriye'nin Ermeni terörü sona ererken PKK'ya verdiği desteği artırması aslında Ermeni terörünün sadece bir araç olarak görüldüğünü ve dışa bağımlılığın ne kadar etkili olduğuna işaret etmesi açısından dikkate değerdir. Sonuçta temel gayenin Türkiye'yi zayıflatmak ve terörü bir dış politika aracı olarak kullanmak olduğu aşikardır. Öte yandan Sovyetler Birliği'nin politikalarını Ortadoğu'da uzunca bir süredir uygulaya gelen Suriye'nin Ermeni terörü ile bağlantılı olması da bu noktada şaşırtıcı olmamalıdır. Kürt terör grupları ile de yakın bir işbirliği içerisinde olan Ermeni örgütlerinden bazıları terörü PKK'ya devretmek görüşünü dahi öne sürmüşlerdir. PKK ile aktif işbirliğinin günümüze değin devam ettiğine yönelik emareler de gündemdedir. 42 ASALA ve Ermeni Terörünün Eylemsizliğe Geçişi Ermeni terörünün 1980'lerin ortasında etkisinin azalmaya başladığı görülmektedir. Kimilerine göre bu Türkiye'nin başarısıdır. Buna göre Türkiye terör örgütleri ile tüm dünyada aktif bir mücadeleye girişmiş ve militanları ortadan kaldırmayı başarmıştır. Pek tabii şunu ifade etmek gerekir ki hiçbir terör örgütünü sadece fiziksel mücadele ile sona erdirmek mümkün değildir. Dolayısıyla Ermeni teröründeki bu duraklama ve gerilemeyi sadece Türkiye'nin izlediği politikalarla açıklamak doğru olmaz. Bu çerçevede Ermeni terörünün böyle bir duruma evrilmesinde birtakım faktörlerin rol oynadığını söylememiz gerekir. Ermeni terörünün batılı ülkelere vurmaya başlaması ve bu ülkelerin terörü bertaraf etmek amacıyla önlemler alması, Ermeni terör gruplarının emperyal devletlerin desteğinden yoksun kalmalarına sebep oldu. Üstelik PKK terörünün Ermeni teröründen çok daha etkin bir unsur olarak ortaya çıkışı Ermeni terörünün azalmasında psikolojik bir etki de yarattı. Pek tabii Ermeni terörünün etkisizleştirilmesinde Türkiye'nin bu konuda daha aktif bir tutum takınması ve mücadeleyi artırması da çok etkili olmuştur 43