Uploaded by toskariok

SERÇEŞME - Sayı 1 (AĞUSTOS 2004)

advertisement
SERÇESM
¸ E
BÝLÝMLE GÝDÝLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR
BU SAYIDA
HÜNKÂR’IN DÝLÝYLE CANLARA SESLENÝÞ
Derviþlik, hýrkada, taç'da deðildir
Hararet nardadýr, sac'da deðildir
Her ne arar isen insanda ara
Kudüs'te, Mekke'de, Hac'da deðildir
Hacý Bektaþ Veli
VELÝYETTÝN ULUSOY ile Söyleþtik
Hünkâr’ýn Toplumsal Kimliði
Esat Korkmaz, Genel Yayýn Yönetmeni
FÝKRET OTYAM Çaðdaþ Muaviye Ardýllarý Karbelâ
ve Necef’i Bombalarken
ESAT KORKMAZ Nasýl Örgütlenceðiz
ÝSMAÝL KAYGUSUZ Birlik Olmanýn Yolu Hacý
Bektaþ Veli Dergâh’ýndan Geçer
MEHMET TURAN Serçeþme’nin Abdalý
ÖMER ULUÇAY Seçeþme’den Akan Kevser
ÝSMAÝL ÖZMEN Din, Tanrý ve Ýnsan
VAHAP ERDOÐDU Büyük Ortadoðu Projesi
ALÝ KAYA Dersimlilerin Kökeni ve Deylem’de
Alevilik
AHMET KOÇAK Battal Pehlivan’ý Anýyoruz
HASAN HARMANCI Kurban
VÝÞNE KORKMAZ Toplumsal Nirvana
NASUH BARIN Erdemli Olmak Mümkün mü?
ALÝ KENANOÐLU Onbirinci Yýlýnda 2 Temmuz ve
Sivas
BURHAN KOCADAÐ Abdal Musa Sultan’ý Anarken
ARÝF SAÐ ile Söyleþi: Müzik Biçim Olarak
Netleþmemiþ Bizim Ülkemizde
AYLIK DERGÝ
Genel Yayýn Yönetmeni: Esat Korkmaz
Sahibi: Genel Ajans Basým Daðýtým
Organizasyon Ltd. Þti. adýna Ahmet Koçak
Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü: Ahmet Koçak
Yönetim Yeri: Divanyolu Cad. No: 54,
Erçevik Ýþhaný 102, 34110 Eminönü Ýstanbul
Tel/Faks: +90.(0)212.519 5635
E-posta: [email protected]
FÝYATI: TL 3M / € 3 / £ 3
AÐUSTOS 2004
SAYI:
ISSN 1304-986
9 771304 986000
1
A
nadolu insanýnýn özleminin, umudunun, bilimsel bir kaygý gütmeksizin düþ gücünün bir
çocuðudur, Hacý Bektaþ Veli. Anadolu insanýnýn Anadolu topraðýnda yetiþtirdiði, sevip
geliþtirdiði; özlemine, umuduna, düþ gücüne uygun biçimde söylencelerle giydirip kuþattýðý,
doðaüstü yetilerle donattýðý, düþünceleri kýrsal kesimde kitlesellik kazanan, düþünme/davranma özgürlüðünden yana, açýklýðý seven, baskýya karþý savaþan bir öncüdür, Hacý
Bektaþ Veli.
Doðuþ yýllarýnda ortaya konan ilkelerle yaþamaya çalýþan ve deðiþmeyen, tartýþýlamayan,
esnetilemeyen bir inanç kurumu yaratan egemen sýnýfýn ilahi ideolojisi Þeriatçý Ýslamlýðýn
yadsýnmasýnýn bir ürünüdür, Hacý Bektaþ Veli.
Þeriatçý Ýslamlýðýn yaþanan nesnel/toplumsal süreç tarafýndan yadsýnmasýyla ortaya çýkan
inanç boþluðunun çalýþanlar adýna doldurulmasýnýn yaratýsýdýr, Hacý Bektaþ Veli.
Ortaçað koþullarýnda, temel üretim zemininde belirleyici üretici güç durumunda bulunan
Anadolu köylüsünün, çobanýnýn ve zanaatçýsýnýn kendisini kurtuluþa taþýyabilmek ve kurtuluþunu insanlýðýn kurtuluþ düþüne baðlayabilemek için yarattýðý “doðu toplumculuðu”nun
baþat kimliðidir, Hacý Bektaþ Veli.
Tektanrýcý dinin ortodoks kurallarýna kitlenip kalan insaný, can yoldaþlýðý, kavga yoldaþlýðý temelinde önce topraða sonra yaþamdan kaynaklanan, yaþamla gelen bir birikimin ürünü
durumunda olan geleneðe baðlayan süreci baþlatan, doðan, geliþen ve geleceðe uzanacak
olan bir toplumsal olgudur, Hacý Bektaþ Veli.
Ýslamýn getirdiði deðiþmez koþullara karþý yaþama sýzan ve yaþamsal bir tepki olarak beliren bir hizmetlidir, Hacý Bektaþ Veli.
Bu Kimliðin Toplumsal Sonuçlarý
S
ýralanan nedenlerle Hacý Bektaþ Veli düþüncesi, Asya kökenli göçerlerin, yerli halkýn ve
Hz. Ali Yandaþlarý'nýn uygarlýk öncesi çaðlardan taþýyýp getirdiði deðerlerin, bu deðerlerin bir bireþimi biçiminde beliren ve halkýn isyanýný besleyen dünya görüþünün “maya”sýna
dönüþebildi.
Bu “maya” kullanýlarak, inanç kökenli düþünceler baðlamýnda, geleneðin üzerindeki örtü
kaldýrýlabildi ve yaþamla beslenen bir ürün durumuna getirilebildi; düþüncenin yüzü güneþe
gösterilebildi.
Herkesin, her þeyin yazgýsýný çizecek biçimde soyut olarak tasarlanýp kutsanan, sonra da
halkýn toplu belleðine “gerçek varlýk” olarak yerleþtirilen Tanrý algýsý eleþtirilebildi; yaþanan
ve kesinlikle bilimsel olan nesnel süreci onurlandýrmak için bilimsel olup olmadýðý kaygýsý
gütmeksizin, saðduyunun / önsezinin yarattýðý ýþýkla bir gönül kanalý açarak, insanlarý da
peþine takýp gökyüzüne yükselen Tanrý alýnýp yeryüzüne indirilebildi; kara yazgýyý yaþayan
deðil, bu yazgýyý yaratan eleþtirilebildi; insanýn, kendi kaderini kendisinin çizebileceði
gerçeði yaþama geçirilebildi.
Akýnlarýn, savaþlarýn, saldýrýlarýn yoðun olarak yaþandýðý, yoksulun daha yoksul, azgýnýn
daha azgýn olduðu bir ortamda, Anadolu halkýnýn toplu belleðinin, toplu eyleminin/söyleminin bir simgesi olarak güvercin donunda bu topraða ayak basan Hacý Bektaþ Veli, özlemlerin, umutlarýn kucaðýnda beslenerek önce kendi nesnel yaþamýnýn sýnýrlarýný aþtý, sonra da
doða/insan yaþamýnýn sýnýrlarýný aþtý ve evrenin sonsuzluðuna uzanan bir davranýþýn taþýyýcýsý oldu.
(Devamý 2. sayfada)
(Baþtarafý 1. sayfada)
Hünkâr’ýn
Diliyle
Canlara
Sesleniþ
Ve canlara seslendi Hacý Bektaþ Veli:
• Þeriatçý Ýslamlýkla barýþ içinde bir arada yaþama adýna deðil, Asya kökenli paylaþmacý/
dayanýþmacý toplum deðerleriyle uygar eþitsizlikçi toplumda eþitlik adýna muhalefet eden
deðerlerin buluþmasýyla yeni bir bireþim olarak
beliren ve sonralarý Alevilik-Bektaþilik biçiminde kimlik kazanacak olan yaþam görüþü
adýna; bütün gönüllerin aydýnlýða, bütün canlarýn ermiþliðe kavuþmasýný dileyen bir yürek
vuruþuyla seslendi gönül yoldaþlarýna: Gelin
canlar bir olalým.
• Ýçten, dýþtan baskýya uðramýþ, horlanmýþ, sömürülmüþ; esenliðe susamýþ, barýþýn, eþitliðin,
yiðitliðin tadýna vurulmuþ kýr emekçilerine,
göçerlere, çobanlara yüksek dað doruklarýndan
seslendi: Gelin canlar bir olalým.
• Evrenin enginliðinde/zenginliðinde gücü yettiðince/olanaðýnca dolaþmak, gezmek, görmek, söyleþmek, sevilmek, öðrenmek, kýsaca
yaþamak özlemi içinde olanlara “sessizlik”
olarak algýlanan Anadolu insanýnýn toplu dileðiyle seslendi: Gelin canlar bir olalým.
• Arýnmýþ bir yürekle dolaþmak, er olmak, erlerle yaþamak, erenlere karýþmak isteyenlere;
görüþmek, barýþmak, konuþmak, seviþmek
isteyenlere; esriyen gönüllerde kendini bulmak, kendinde baþkalarýný, baþkalarýnda kendini görmek isteyenlere yücelerden seslendi:
Gelin canlar bir olalým.
• Baþeðmek, alçalmak istemeyenlere, yanlýþý
doðruya, çirkini güzele çevirmek isteyenlere,
eylemin olanaklý olduðu yerde eylemek isteyenlere, eylemin olanaklý olmadýðý yerde söylemek isteyenlere “dýþa dönük eylemlerinin
nesnelleþmesi” anlamýnda seslendi: Gelin canlar bir olalým.
• Uygar insanlara özgü bilinç açýklýðýna / davranýþ baðýmsýzlýðýna kavuþmak isteyenlere;
insan denen varlýðýn deðerini, önemini, evrendeki yerini bilmek isteyenlere; bilmenin üstünlüðünü, erdemin öncülüðünü, geliþmenin yaratýcýlýðýný, iyinin/güzelin yönlendiriciliðini anlamak isteyenlere erenler toplantýsýndan seslendi: Gelin canlar bir olalým.
Þeriatçý Ýslamlýðýn uyuþturucu etkisinden kurtulmak, özgürlüðün diriltici/can verici sýcaklýðýna koþmak, yeniyi bulmak, eskiyi yerli
yerine koymak, yani her an yeniden doðmak
isteyenlere yaþamý kucaklayan/onurlandýran
inancýnýn diliyle seslendi: Gelin canlar bir
olalým.
Yaþamýmýzýn “hizmetlisi” Hacý Bektaþ Veli düþüncesini/inancýný canlandýrmak için yola çýkan Serçeþme, Hünkâr'ýn diliyle sizlere sesleniyor: Gelin canlar bir olalým.
®
2
Fikret OTYAM,
Geyiklibayýrý köyü Antalya, 12 Temmuz 2004
ULU ÖNDER Mustafa Kemal Atatürk demiþti ki:
“…Ömer’in etkisiyle Ebubekir’e biat olundu.
Görülüyor ki halifeliðin seçiminde genel eðilimin
doðal bileþiminden çok, kiþisel etki, saptamayý
biçimlendirmiþti. Peygamber’in ölümünden yirmibeþ yýl kadar bir süre sonra Ýslam dünyasý
içinde Ýslamýn en büyük kiþilerinden ikisi karþý
karþýya halifelik savýyla arkalarýndan sürükledikleri ayný din, ayný ýrktaki insanlarý kanlar içinde
býrakmakta sakýnca görmediler. Sonunda
hilesinde baþarýlý olan, saf ve temiz olaný yendi,
ailesini ve çocuklarýný yok ve periþan etti.
Böylelikle halifelik adý altýndaki Ýslam yöneticiliðini yine halifelik ünvaný altýnda bir Ýslam
saltanatýna dönüþtürdü. Emevi saltanatý, büyük
fetihler yapmakla birlikte baþýndan sonuna deðin
kanlý ve üzücü olaylar ile ancak doksan yýl
yaþayabilmiþtir.”
O güzel, o eþsiz insan Mustafa Kemal Atatürk
TBMM’de 1338, yani 1922 yýlýnda tüm Ali evlatlarýna yapýlan haksýzlýðý/hayýnlýðý/zulmü böyle yorumluyordu, kabri elbette her daim ýþýklýdýr O’nun.
O Kutsal Topraklarý/Yerleri Görmek Aþký Aðýr Basanda!
Irak Ankara Büyükelçilik Basýn Müsteþarý Ýbrahim El Dakuki can, aziz dostum, altý yýl yaþadýðý
Ankara’dan merkeze, yani Baðdat’a atandýðýnda “Gider gitmez seni ülkeme davet etmek/ettirmek
ilk iþim olacaktýr ve Kerbelâ’ya bizzat ben götüreceðim”, demiþti ora aþkýmý bildiðinden.
Uzun sürmedi ve Baðdat’taydým Devlet Konuðu olarak, 1 Mayýs akýl almaz bir coþkuyla kutlanýyordu Baðdat’ta, Ýbrahim El Dakuki canla yola koyulduk, Baðdat’tan Mahmudiye’yi geçtikten
sonra Hilla’ya uðramadan sola dönerseniz Ýskenderiye’ye ve Müseyyin’e varýrsýnýz, daha sonra
þehitler diyarý Kerebelâ’ya.
Fotoðraf Çeker misin?
Baðdat’ta, büyük bir alanda üst üste konmuþ küplerden kurulu çok ama çok güzel bir havuz var,
her küpten sular fýþkýran, arabayý durdurup fotoðraf çekiyordum ki üç hamal, evet üç hamal yaklaþtý, kimliklerimizi istedi. Buranýn fotoðrafýný neden çektiðimi sormuþlar Ýbrahim cana, o da
devlet konuðu olduðumu anlatmýþ, pasaportuma baktýlar, notlar aldýlar ve yolcu ettiler saygýyla.
Meðer orada önemli bir devlet büyüðünün de konutu varmýþ!
Heyecandan yüreðim duracak, çünkü Kerbelâ 10 km. yazýlý bir gösterge var yolun saðýnda…
O da ne, yol kapalý!.. Ceep’ten büyük, üzerinde makinalý tüfek ve askerler olan bir askeri araç
yolun tam ortasýnda, stenleriyle iþaret ettiler inmemiz için!... Dedim, küplü havuzun fotoðrafýný
çeker misin a meraklý? Kimliklerimize baktýlar, sonra tepedeki bir yapýyý iþaret ettiler, “Karakol”
dediler! Önde biz arkada stenli askerler tepeye vardýk, dev yapýlý bir yüzbaþý iniyordu merdivenlerden, karþýlaþtýk, selam durdu ve tekmil verdi:
“Men, Kerbelâ belde polis müdürü Nazým Mustafa…. Hoþ gelmiþsiniz, safalar getirmiþsiniz,
buyrun biraz dinlenin, birer kahve içelim.”
Sonra laf lafý açtý, hoþ bir Türkçeyle söyleþiyorduk, ikisi de Kerküklü çýktý, sordular/soruþturdular ve yerlerinden fýrlayýp sarýldýlar birbirlerine gözleri dolu dolu!... Ýbrahim can ve Nazým
Mustafa ilkokul arkadaþlarýydý:
“Emir almýþým sevgili mihman, hep yanýnda olacaðým, þimdi emret hizmete hazýram…”
Önümüzde o makinalý tüfekli araç, arkada biz… Onlar eski günlerini anýyorlar tarifsiz bir
yarenlikle, bense bu tarihsel kentin o kendine has mimarisine yutarcasýna bakýyor, anlatýmsýz duyular içinde ardý ardýna fotoðraf ve 8 mm’lik kamerayla film çekiyordum… Karþýda tarifsiz güzel bir
yapý, kubbesi altýn gibi ýþýlýyor, kimi yerler çiniler içinde.
Burasý, Hz. Muhammed’in torunu, “Gönüller Sultaný” Hz. Ali’nin oðlu Þehit Hüseyin’in yattýðý yerdi.
Ve Ýþte O'nun Yanýndayým
Nazým Mustafa arabadan iner inmez, bazý siviller kendisini “askerce” selamlýyor, resmi giysililer
ise “hazýrol” duruyorlardý ve sayýlarý bir hayli kabarýk idi…
Büyük bir kapýdan avluya girdik. “Nazým Mustafa can, acaba fotoðraf ve film çekebilecek
Sayý 1
Çaðdaþ Muaviye Ardýllarý
Kerbelâ ve Necef’i Bombalarken!
miyim?” “Elbette… Kendi evindeymiþin gibi”, dedi. Avlunun etrafý livan
ve hücrelerden oluþmuþtu. Çiniciliðin en güzel örnekleri…. aralarýnda
siyah çinilerin oluþturduðu Kuran sureleri uzayýp gidiyordu… Ýnsanlar
insanlar… Livanlarýn önünde… Hücrelerin içinde….
Rüya gibi kadýnlar, siyah abalarýn içinde, elleri yüzleri açýk, gözleri
acý dolu… Seyyidler etrafýmýzý sardýlar, “Hoþ geldiniz”, dediler. Nazým
Mustafa anlatýyordu konuk olduðumu… Mavi, sarý, yeþil, osmanlý mavisi… Çiniler… Siyah yazýlar…
Nazým Mustafa durdu. Ellerini açtý, “Dua edelim”, dedi. Biraz sonra,
nice “can”lar arasýnda O’nun yüceliðini, acý ölümünü dinlediðim, milyonlarca insanýn “kanlý gözyaþý” döktüðü Þehit Hüseyin'in yattýðý yere
girecektim. Ýki kapý vardý. Altýn, gümüþ ve bugün için yapýlmasýný
aklýmýn alamayacaðý minelerle seyrine doyum olmayan bu nakýþ cümbüþünün, insanoðlunun ince hünerinin “sanat”laþtýðý iki kapý… Altýnlar
soluk ýþýkta parlýyor, mermerlerin ebrularý bu güzelliðe baþka bir güzellik katýyordu ve içerden yakarýþlar, feryatlar geliyordu ve iki kumru
ötüyordu bir tuhaf, sonra güvercinler…
Bir dakika sonra içerdeyim…
Kubbe, kýrýk aynalardan gümüþlendi, sandukanýn bulunduðu yerin
üstünden bir nur yaðmuru, anlatýmsýz renkler olarak iniyordu gümüþ ve
oyma sanatýnýn en güzel örneði olan sandukaya. Rengarenk avizelerden
süzülen ýþýklar yine kýrýk aynalý kubbeye vuruyor, yine ýþýk, renk olarak
düþüyordu sandukanýn üstüne. Ýnsanlar mýrýltýlarla, gözyaþlarýyla ellerini, yüzlerini, gözlerini sandukaya sürüyor, dönüyorlardý dört bir tarafý.
Ýnsan seline kapýlmýþ katýlmýþtým aralarýna.. Sanki hemen kolumdan
tutup çýkaracaklarmýþ, bu doyumsuz ýþýk, nakýþ, sevgi cümbüþünden beni
yoksun kýlacaklarmýþ gibi her þeyi, ama her þeyi bir anda yutarcasýna
görmek, hafýzama çakmak istiyordum. Elimdeki makinalarý bir o yana,
bir bu yana doðrultuyor, gömleðime asýlý mikrofona o yürek parçalayýcý,
yakarýþ sanki bir senfoni gibi giriyor, ipincecik þeride çiziliyordu. “Bu
Ýmam Hüseyin çocuklarýdýr: Ali Ekber ile Ali Asgar. Burada yatmýþlar.
Ýmam Hüseyin orda yatmýþ. Burada özü tam olan askerler ki yetmiþ iki
kiþiydiler. On Muharrem'de bunlar da Hüseyin ile þehit olmuþlardý…..
Bu köþe Hazreti Hüseyin'i kestikleri yerdir…”
Burasý, her yaný mermer bir bölümdü. Bir seyyid ayakta duruyordu.
Yine dular edildi, gözyaþlarý dökülüyordu asýrlar sonra Þehit Hüseyin'e
ve yakýnlarýna, diðer þehitlere. “Kýrk gün sonra getirdiler, 20 seferde.
Onun için 20 seferde, bütün Türkiye'den… Ýran'dan… Afgan'dan,
Hind'den… Suriye'den, Lübnan'dan, Irak'ýn bütün köþelerinden buraya
gelir, yani baþýn döndürüldüðü gün.. O gün Kerbelâ'nýn nüfusu bir
milyondan fazla olur. Çoluk çocuk gelir herkes.”
“Þurda ne yazýyor Nazým can?”
“Yazýyor… Kale seydin kavneyn.. Hüseyin… mini vane Hüseyin…
Yani… Yazmýþ … Hazret Peygamber… Yani Peygamber efendimiz…
Diyor. Hüseyin bendendir, ben Hüseyindenim. Yani Ýmam Hüseyin'i
bu kadar severdi.”
Türbenin kýble tarafýnda anlatýmsýz güzellikte tezyinat var. Giriþin iki
tarafýnda iki minare, bunlar da alýmlý…
Nazým can anlatýyor:
“Peygamberin torununun baþsýz cesedinin gömüldüðü Kabr al
Hüseyn ismi verilen yer, zamanla Þiiler için vazgeçilmez bir 'ziyaret
mahalli' oldu…
Halk arasýnda, Hüseyin'in türbesi civarýnda gömülenlerin Cennet'e
girecekleri inancý hakim. Bu nedenle birçok yaþlý ve sakat ziyaretçi,
hayatlarýnýn son günlerini yaþamak üzere bu türbe civarýna gelir
veya ölüler buraya nakledilerek türbe civarýnda defnedilir…”
Daha sonra biraz ötesinde Hüseyin'in üvey kardeþi Abbas'ýn da
Aðustos 2004
türbesini ziyaret ettik. Bu türbe de sevgi doluydu, iþleme, nakþ, renk
cümbüþü, sanat doluydu…
Arkama dönüp bir kez daha baktým türbeye;
Ýran'da da, Irak'ta da, Türkiye'nin çeþitli bölgelerinde de çoðu kez
sabahlara kadar O'nun için mersiyeler, yakarýþlar, öyküler derlediðim,
insanlarýn yüreðinde onulmaz bir acý olarak duran Ýmam Hüseyin'in
türbesine.
Ýnsanlar, ta dýþ kapýdan geri geri çýkýyor, kapýya yüz sürüp ellerini
açýyorlardý göðe doðru. Gözleri yaþlý nice insan bir yudum suya hasret
kýlýnýp öldürülen Hüseyin ve yakýnlarý þehitler için asýrlardýr dualarý
dudaklardan eksik etmiyor, sevgisi asýrlardýr insanlardan insanlara geliyor geliyordu…
Bu sadece acýma deðil, haksýzlýða karþý insanoðlunun sonu gelmez
tepkisiydi, insaný insan eden, haksýzlýða karþý tepkisi, isyaný yani, tarifsiz bir sevgiyle karýþýk.
Hazreti Ali'ye Sarýlmaya Durduk…
1 Mayýs 1972. Necef yolundayýz.
Necef’in bir adý da Meþhed-i Ali’dir. Hilla’nýn güneyinde yetmiþ dört
bin nüfuslu bir kent.
Kapýda indik, dua ettik.
Çaðýmýzýn Alçak Yezidleri
Sözüm ona özgürlük. Sözüm ona demokrasi!
Hepsi, ama hepsi yalan/dolan/alçaklýk/hayýnlýk…
Ve bunlar için Irak’a ayak basan çaðdaþ haydutlar, onurlu Kerbelâ,
onurlu Necef halkýný karadan havadan bombalýyorlar, týpký Muaviye
zulmu uyguluyorlar insanlara çoluk çocuk, genç ihtiyar demeden.
Onurlu halk alçaklara karþý, asýrlar sonra yine direniyorlar! Ölüyorlar… ölüyorlar, inançlarýndan tek ödün vermeden! En ileri tekniði bu
inanç karþýsýnda yeniliyor.
“Ali’yi gördüm Ali’yi…”
Nerede?
“Yetiþ yaa Ali!”
Yetiþ yaa, yetiþ ya!... Ali n’itsin, hangi birine eriþsin? Alçaklarýn
bombalarýnýn toz duman ettiði o kutsal yerlerde üzerine inen tozlarý silkeliyor, yine de türkü barlarda kendisini gördüklerini söyleyenlere gönül
komuyor!
Ýki Buda Heykeli
Afganistan’da Bamiyan Vadiinde iki büyük kayaya oyma anýt heykel,
birisi 54, diðeri 57 metre. Birisinin ayaðýnýn yanýna gittim, arkadaþým
fotoðrafýmýzý çekti. Boyum, topuðuna eriþmedi!
Sonra baþka alçaklar/ “Deyyus-u ekberler”(1), Tanrý adýna bu caným
anýt heykelleri “þer’an caiz deðildur deyu” dinamitlerle uçurdular!
Tanrý’nýn gazabý üzerlerine ola!
Bu gözler güzel þeyler gördü, gördüklerini anlatmak bir vefa/ bir
insanlýk borcudur.
Sýrasýyla devam edeceðim.
Gerçeðe Hû.
(1) En büyük deyyuslar.
Meraklýsýna not: O babayiðit, o güzel insan Kerbelâ Belde Polis Müdürü Yüzbaþý Nazým
Mustafa can, Irak-Ýran savaþýnda þehit düþtü.
3
Nasýl Örgütleneceðiz?
Esat Korkmaz
Alevilik-Bektaþilik,
geçmiþin içinden süzülüp gelen bir bilincin/inancýn;
buna göre tasarýmlanmýþ bir toplumsal projenin,
bu projeyi kutsayan toplumsal özlemin
Hacý Bektaþ Veli, Þeyh Bedrettin vb.
kimliklere baðlanarak dýþa vuran, yaþama geçen
bir “doðu toplumculuðu”dur.
B
ugünün somutunda, bu toprak insanýný “esenliðe” kavuþturacak
“devrimci-demokrat” güçlerin baþýnda Alevi-Bektaþi topluluðunun
geldiði savý, hemen herkesin ortak yargýsý durumundadýr. Bu yargý, Alevilerin-Bektaþilerin, Anadolu insanýnýn toplumsal mücadelelerinde
oynadýklarý “onurlu rolün” bilince çýkardýðý bir gerçekliktir.
Geçmiþten bize ulaþan Alevilik-Bektaþilik, zulme, baskýya ve haksýzlýða karþý “isyan” geleneðini, uygarlýk-öncesi sýnýfsýz toplumun “eþitlik”
deðerleriyle besleyerek bugünlere taþýmýþ, halk muhalefetini “tarihle,
kültürle” beslemiþ ve onu sürekli “canlý” tutmuþtur. Bunu nasýl baþarmýþtýr: Bunu;
insanlýðý ve doðayý Tanrý ile özdeþleþtirerek canlý ve cansýz dünyayý
pratik eylemler alaný durumuna dönüþtürdüðü,
doðrudan demokrasi zemininde halkýn demokrasisini politikanýn
mutlak biçimi olarak algýlayan devrimci hümanizmin, yani toplumcu
hümanizmin en üretken felsefesini yarattýðý,
zorbanýn, özgürlük mücadelesi karþýsýnda bir silah olarak taþýdýðý
“ölüm”ü, düþünce özgürlüðüne “þantaj” yapmak için kullanýlan bir
“rehine” olarak algýladýðý ve felsefesinden çekip çýkardýðý,
“özgür bir insan ölümden baþka her þeyi düþünür ve bilgisi ölüm
üzerine deðil, yaþam üzerinedir” yargýsýný öne alarak ölümü ölümsüzleþtirdiði, ölmeden evvel öldüðü ya da yaþarken dirildiði,
zekânýn etik-estetik bir anlatým biçimi olarak düþünceye/inanca
taþýdýðý sevgiyi/aþký, özgürlüðün tek olasý temeli ve toplumsal
yaþamýn tek etik harcý olarak yaþama geçirdiði,
“benliðe” duyulan etik ilgiyi, kendini yaratmanýn bir aracý durumuna
getirdiði,
doða yasalarýndan farklý her türden insan doðasý yasasýný yadsýyarak
doða üzerinde metafizik Tanrý’ya güç veren dinsel düþüncelere karþý
duruþ aldýðý,
ayný gücü doða üzerinde insana veren evrensel bir düþüncenin üreticisi olduðu, için baþardý.
•
•
•
•
•
•
öne çýkan “teorik-pratik” sorunlarý tartýþmak;
kolektif bir “ürün” yaratmak üzere düþünsel “olgunluk, beceri ve yetkinlikleri” amaca yönelik “seferber” etmek;
felsefemizin-inancýmýzýn yaþamasýný olanaklý kýlacak, hak ettiði saygýnlýðý yeniden kazandýracak “araçlarý” biçimlendirmek-örgütlemek,
ve sosyal pratiði bir ucundan yakalayarak “kimlikli bir mücadeleyi”
yaþama geçirmek, ivedi görevler olarak önümüzde durmaktadýr.
Çabalarýmýza koþut olarak yaratýlacak uygun “araçlar” çevresinde
kadrolarýn bir araya toplanmasýný saðlayarak onlarý, “nesnel” düzeyde
demokrasi-laiklik mücadelesinin “öznesi” durumuna getirmek her Alevinin-Bektaþinin “yaþamsal” görevidir.
Böylesi bir “ortamda”; Alevilik-Bektaþilik temelinde örgüt “birimleri” ya da “gruplar”, “kiþiler” arasýnda yaþanmasý “zorunlu” iletiþim ve
diyalog; güven duyulacak “kadro”, “program” ve “örgütlenme” sorunlarý, olmasý gereken “mekânlar”da, baþvurulmasý gereken “ilke” ve “yöntemler”le yapýlamamaktadýr.
Bu olumsuzluðu aþmak, hemen her kafada “biçimlenmiþ” ortak “sorulara” ortak “yanýtlar” bulmak, bulunan ortak yanýtlar üzerine uygulanabilir bir “çalýþma-mücadele programýný” devreye sokarak, bilinçlerdeki “ortaklýðý” yakalayacak ve Aleviliðin-Bektaþiliðin düþünsel ve pratik
sorunlarýný çözecek bir “süreci” baþlatmak temel amaç olmalýdýr.
Yakýcý Sorun: Örgütlenme
Kötülüðün yiyeceði kötülüktür;
besleyeceðine beþikteyken boð gitsin.
•
•
•
•
•
•
A
leviler-Bektaþiler olarak nasýl bir dönemi yaþýyoruz?, sorusunu yanýtlarken “geçmiþimizi” ölçü almak durumundayýz: “Kökümüze”
bakmasýný bilmezsek, þimdimizi ve geleceðimizi “konuþamayýz”.
Pek iç açýcý olmasa da sýralamaya çalýþalým. Günümüzde AlevilikBektaþilik:
Ortodoks Sünni kuþatýlmýþlýða “boyun eðme” ile belirgin “Türk-Ýslam sentezi” zemininde boy veren düþünüþ biçimlerinin tanýmladýðý
“kimliksizliðin” kýrýlamadýðý;
genelde politika alanýnýn “dýþýna” itildiði;
kimi “gruplarýn” ya da “örgütlerin” kendilerini “bâtýni-heterodoksi”
açýdan anlamlandýrabilmek için bu “inancýn-felsefenin” geleneksel
tabanýndan ve günümüzdeki sýnýflar konumlanmasýndaki anlamlý
yerinden “habersiz” bir “kör dövüþü”ne girdiði;
Bâtýni toplum felsefesi ve toplumsal tasarým açýsýndan anlamlý olan
“demokratik” ve “siyasal” mücadelenin bir türlü amaçlanan politik
“öze” kavuþamadýðý bir dönemi yaþýyoruz.
Yaþanan bu sürecin doðal bir sonucu olarak ortaya çýkan;
düþünsel “bulanýklýðý” gidermek;
bu kapsamda “etkinlik”, “eylem” ve “yazýn” ürünleriyle AlevilikBektaþilik temelinde düþünsel “birliðin” saðlanmasýna, davranýþ
düzeyinde “daðýnýklýðýn” giderilmesine katkýda bulunmak;
•
•
•
•
•
•
4
Þ
imdi asýl yakýcý soruna, “örgütlenme” sorununa gelelim. Nasýl örgütleneceðiz?, onu irdelemeye çalýþalým. Alevi-Bektaþi zeminde “iki
tür” örgütlenme vardýr:
a) Geleneksellik zemininde “inanç” öðelerinin ya da “doðal, yüzyüze” ve “kendiliðinden” iliþkilerin biçimlendirdiði “topluluk” örgütlenmesi (yol örgütlenmesi); Örneðin, Serçeþme Hacý Bektaþ Veli Dergâhý ve
bu Dergâh’a baðlý örgütlenme, bu türden bir örgütlenmedir.
b) Çaðdaþlýk zemininde “ussal irade”ye baðlý olarak biçimlenen ve
toplumsal “çýkara” dayalý düþüncelerin uzlaþmasýnýn bir ürünü olarak
beliren “toplum” örgütlenmesi (demokratik örgütlenme); örneðin, þubeli
Hacý Bektaþ Veli örgütlenmesi, Pir Sultan Abdal örgütlenmesi, üst örgüt
anlamýnda federasyon ve konfederasyon örgütlenmeleri, bu türden örgütlenmelerdir.
Gerçek yaþamýn gereksinimlerini karþýlamaya yönelik olan ve “yüzyüze” iliþkilere, “doðrudan demokrasi”ye dayanan “topluluk örgütlenmeleri”, yani gelenek örgütlenmeleri ya “kan-soy”, ya “yer” ya da
“inanç” baðý topluluklarý olarak yapýlanýr. Ancak çaðdaþ toplum, “çýplak
ideolojilerin” yönlendirdiði sýnýf çýkarlarýna dayalý bir toplumsal sistemi
yerleþtirince; “topluluk örgütlenmeleri”nin varlýk nedeni olan “yüzyüze
iliþkiler, kan-soy baðlarý” ve “inanç dayanýþmasý” önemli ölçüde çözüldü ya da örselendi.
Aleviler-Bektaþiler, uzak geçmiþlerinden yakýn geçmiþlerine, Anadolu’nun kýrýnda ve Sünni kuþatma altýnda; “inanç-kültür” karýþýmý bir
yaþama biçimi sergilediler. Bu yaþama biçimi “içe kapanýk”, “kendine
yeten”, “kendi koyduðu kurallarla kendini yöneten” homojen yapýlý köy
birimleri biçimindeydi. Sünni çoðunluðun baskýsý nedeniyle “inançkültür” ortaklýðýna karþýn bu köy birimleri, genelde, Sünni dünya dýþýnda birbirlerine karþý da “yalýtýlmýþ” durumdaydý. Bu yapý içinde AlevilerBektaþiler ya “yer”e baðlý ya da “Ocaklýlar”da olduðu gibi “soya-yere”
baðlý “topluluk örgütlenmeleri” yarattýlar. Sonralarý Sünni kuþatmanýn
zayýf halkalarýný “parçalayarak”, Bektaþilik adý altýnda ve “topluluk kapsamýnda” genel bir örgütlenmeye gittiler. Halkýn sýnýfsal çýkarlarýný korumak için bâtýn kanalda, bir “isyan ideolojisi” oluþturdular. Bu “ideoloji”,
egemen Sünni “ideolojiye” karþý oluþturulmuþ bir tür “karþý Ýslamlýk”tý.
Daha açýk bir anlatýmla, “yaradýlýþ” temelli “metafizik idealist”
Sünniliðe karþý yaþama geçen, “doðaya benzeme” eðilimli, “varoluþ
Sayý 1
tasarýmý” belirleyici, aþkýn öznelerin ve aþkýn kimliklerin dünyalaþtýðý
“düþünceci idealist-maddeci düþünceci” bir “felsefe/inançtý”.
Alevi-Bektaþi “topluluk örgütlenmesi”nin, toplumda benzer
örgütlenmelere yönelen kesimlere göre çok önemli bir “ayrýcalýðý” vardý.
Ortaçað koþullarýnda temel üretim “aracý” topraktý ve topraða baðlý üretim “belirleyici” idi. Alevilik-Bektaþilik “topluluk örgütlenmesi”,
Anadolu’nun “toprak-otlak” insanýný, giderek kentlerin “zanaat”
insanýný örgütlemiþti. Bu kapsamda ve toplumsal düzeyde, Alevi-Sünni
ayrýmýnýn da “ötesinde” Anadolu’nun “üretici-yaratýcý insanýnýn” gerçek
gereksinimlerini dile getiriyordu; ekonomik-demokratik ve siyasal
istemlerine “yanýt” veriyordu. Bu nedenle siyasal olarak öne çýkýp
merkezi otoriteye baþkaldýrdýklarýnda, toplumda büyük “sarsýntýlar” ve
“altüstlükler” yaratabildiler. Yalnýz Alevi-Bektaþi kitlenin deðil Sünni,
Rum, Ermeni vb. halkýn da “devrimci tarihi” ve “kültürel kaynaðý” olabildiler.
Bugün geçmiþ tarihsel süreçten günümüze uzanan Ortaçað deðerleriyle “boðuþuyor” olsak da “sermayenin” egemen olduðu, sýnýfsal
çýkara dayalý bir toplumsal düzeni yaþýyoruz. Artýk, geleneksellik zemininden beslenen “topluluk örgütlenmeleri”, ne denli saðlýklý yapýlanýrsa
yapýlansýn, Alevi-Bektaþi topluluðu dýþýnda toplumun tüm ezilen kesimlerini kucaklayacak bir örgüt durumuna gelemez; bu dönem “kapanmýþtýr”.
Dünün Ortaçað’ýnda ve feodal bir yapý altýnda, Anadolu halkýnýn
memnuniyetsizliðini kucaklayan Alevi-Bektaþi “topululuk örgütlenmeleri”, bugünün Türkiyesinde ve kapitalist bir toplumda ayný iþlevi yerine getirmekten “aciz”dir.
Demek ki “boþluðu” kapatabilmek için demokratik kitle örgütü kapsamýnda “toplum örgütlenmeleri” yapmak zorundayýz. Alevi-Bektaþi
bilincini/inancýný dünden bugüne taþýyan, bugünden yarýna taþýyacak
olan “gelenek örgütü”nü çaðdaþ toplumun karnýnda canlandýrmakgeliþtirmek durumundayýz. Yazýlý kültüre yatkýn, sözel kültüre alýþtýrýlacak olan “çaðdaþ örgüt belleði”; sözel kültüre yatkýn, yazýlý kültüre
alýþtýrýlacak olan “gelenek örgüt belleði” yaratmak, AlevilerinBektaþilerin “olmazsa olmaz koþulu”dur.
Ne Yapacaðýz?
Düþünsel gerçeklerimizi,
inançsal kurgularýmýza boðdurmayalým.
P
eki: Ne yapacaðýz? Nasýl örgütleneceðiz? Geleneksel topluluk örgütlenmelerini, yani “yol örgütlenmesi”ni tümüyle “anlamsýz” mý bulacaðýz? Ya da çaðdaþ toplum örgütlenmesine gitmekten “vaz mý” geçeceðiz?
Öncelikle yapýlmasý gereken açýktýr: Birini anlamlý bulup diðerini
yadsýmayacaðýz; her iki örgütlenme tipini “birlikte” yaratacaðýz ya da
canlandýracaðýz. Çünkü, Alevi-Bektaþi topluluk örgütlenmesi, geçmiþte
oynadýðý , “çalýþanlarýn toplumsal çýkarýna dayalý bir kavgayý yaþama
geçirme” görevini bugün yaþama geçirecek “örgüt yeteneði”nden “yoksun” duruma geldiyse ortaya çýkan “açýðý” kapatabilmek, bir bütün olarak Alevilerin-Bektaþilerin tarihsel açýdan oynadýðý iþlevle örtüþebilmek
için “temsili demokrasi” temelli çaðdaþ toplum örgütlenmesine gitmek,
yani “demokratik kitle örgütlerimizi” yaratmak zorundayýz. Ama diðer
taraftan biliyoruz ki “temsili demokrasi” temelli toplum örgütlenmeleri,
“yüzyüze iliþkileri”, “doðrudan demokrasi temelli deðerleri” ve “inanç
öðelerini” taþýmakta “yeteneksizlik” gösterir. Demek ki gelenek örgütlenmesini de yaratacaðýz ya da yaþatacaðýz.
Gelenek örgütlenmesi, Hacý Bektaþ Veli Dergâhý önderliðinde yaþama geçirilmelidir; tüm gelenek örgütleri, Hacý Bektaþ Dergâhý’na baðlanmalýdýr. Serçeþme’nin önderlik ettiði gelenek örgütlenmesi artýk,
“emeðe- halkýn çýkarýna, yararýna” dayalý düþüncelerin uzlaþmasýnýn bir
ürünü olarak yaratýlan ve bugün federasyon olarak örgütlenmiþ olan
genel toplum örgütlenmesini “besleyen”, “yüzyüze iliþkileri” ve “doðrudan demokrasiyi” canlý tutan, inanca baðlý deðerleri “yeryüzüne indiren”
bir örgütlülük olarak varlýðýný sürdürmelidir. Toplum örgütlenmesine
kucakladýðý tabanýn zenginliðini “taþýyan”, sorunlarýný “aktaran” bir
örgütsellik olarak var olmalýdýr. Çaðdaþ demokratik kitle örgütü olarak
tanýmlayabileciðimiz “toplum örgütlenmeleri” örgüt ya da yönetici
yeteneði anlamýnda ne denli kývrak olurlarsa olsunlar, hiçbir biçimde
Aðustos 2004
gelenek örgütlenmesinin yerini dolduramazlar; doldurma giriþimleri
“geri teper” ve baþarýsýzlýkla sonuçlanýr. Bunun tersi de doðrudur: Gelenek örgütlenmesi, örgüt ya da örgüt yeteneði anlamýnda, ne denli kývrak
olursa olsun, toplum örgütlenmesi zemininde baþarýsýz olur.
Aleviler-Bektaþiler son dönemde, Alevi-Bektaþi kimliðinin öne çýkmasý-çýkarýlmasýyla birlikte “felsefe-inanç” temelinde yaþatageldikleri
“dergâh vb.” örgütlenmelerini, yeni bir ruhla canlandýrdýlar. Canlandýrdýlar canlandýrmasýna ama “birlik” saðlayamadýlar: Serçeþme Hacý Bektaþ Dergâhý’na baðlanacaklarýna çoðunluk “baðýmsýz” yapýlar oluþturdular. Üstelik bu baðýmsýz yapýlarý, “doðrudan demokrasi” temelli olmayan, yüzyüze iliþkileri, inanç deðerlerini taþýmakta yeteneksizlik gösteren “derneklerle” ya da “þirketsi” vakýflarla yönetmeye kalktýlar. Doðal
olarak “kan uyuþmazlýðý” yaþadýlar, yaþayacaklar da. Üstelik þimdi, dernekler ve þirketsi vakýflarla canlandýrýlan “gelenek örgütleri”, federasyonlaþma çalýþmasý içine girdi: Bu süreç, gelenek örgütlerini “yabancýsý”
olduklarý bir “alana sürerek” ya da o “alaný” kendi içlerine çekmeye çalýþarak önü zor alýnýr bir örgüt “yozlaþmasý” yaratacaktýr. “Yozlaþan
örgüt”, taþýdýðý bilinci/inancý da “yozlaþtýrýr; bunu hiçbir zaman unutmayalým.
Buna koþut olarak Alevi-Bektaþi zeminde, demokratik kitle örgütü
kapsamýnda pek çok “dernek” türü örgüt yaratýldý. Bu örgütsel çok
parçalýlýk, yaþanmasý gereken bir “karmaþa”yý da beraberinde getirdi.
Þimdi “konfederasyon” düzeyinde bir üst örgüt yaratma çabasýndalar:
Yaratýlacak bu “üst örgüt”ün bir “toplum örgütlenmesi” olduðunun bilincinde olmalýyýz. Bu örgüt, her þeyden önce, Alevi-Bektaþi kesimin aðýrlýkla içinde yer aldýðý “halk yýðýnlarýnýn çýkarýný-yararýný” savunmalýdýr.
Özelde Alevilerin-Bektaþilerin, genelde halkýn çýkarýna yönelik düþüncelerin uzlaþmasýnýn, bu kapsamda bireyden kaynaklanan davranýþlarýn
demokratik olarak kullanýldýðý bir “süreci” temel almalýdýr. Týpký geçmiþte olduðu gibi, Alevi-Bektaþi topluluk örgütlenmesinin/yol örgütlenmesinin “özel konumu” nedeniyle oynadýðý toplumsal rolde olduðu gibi,
yalnýzca Alevilerin-Bektaþilerin deðil, çýkarlarý bir ve ayný olan diðer
halk kesimlerinin demokratik istemlerini kucaklamalý, demokrasi ve
laiklik mücadelesine omuz vermeli, gerektiðinde bu mücadelenin “öznesi” olabilmelidir. Toplumun diðer kesimlerinde kurulmuþ olan örgütlerle
“birlik ve dayanýþma”ya gidebilmelidir. Halkýn siyasal mücadelesini
eðitmeli, doðru siyasal oluþumlar yaratmasýna “katký” yapmalýdýr.
Ancak bunlar gerçekleþtirilebilirse Anadolu Alevilerinin-Bektaþilerinin bu ülke tarihinde ve toplumsal mücadelelerinde oynadýklarý “onurlu
rolle” buluþulabilir. Ancak o zaman, Aleviler-Bektaþiler, kendilerini
yaratan “toplumsal temel”e seslenebilirler; bu temelden kaynaklanan
“memnuniyetsizlik”le beslenebilirler, sürekli canlý kalabilirler. Bu ülkenin demokrasi mücadelesine kalýcý katkýlar verebilirler. Bugün ülkemizdeki halk muhalefetinin, toplumsal memnuniyetsizliðin her þeyden önce
buna “gereksinimi” vardýr. Bu gereksinmeyi karþýlayacak güçlerin baþýnda Aleviler-Bektaþiler gelmektedir. Toplumsal isyan hareketini geçmiþten günümüze taþýyan Alevilik-Bektaþilik, bu baðlamda güçlü bir dinamiktir. Bu dinamiklerini, isyan geleneklerini, yarattýklarý “üst örgüt”
aracýlýðýyla toplumsal muhalefete “aktararak” genel halk hareketinde ve
örgütlenmesinde “çimento” görevi görebilirler, kendilerini özgürleþtirirken Sünnileri de özgürleþtirebilirler.
Bu örgüt diðer yandan, gelenek örgütlenmesini kucaklamalý, onunla
kaynaþmalýdýr. Kaynaþmanýn ve kucaklaþmanýn ölçütü, “Alevi-Bektaþi
evrensel ilkeleri” olmalýdýr. Kendini besleyen ana damardan yoksun ya
da bu damarý dýþta býrakan, görmezlikten gelen, küçümseyen bir toplum
örgütlenmesi “þey” deðil, “hiçbir þey”dir. Gelenek zemininde ve AleviBektaþi inancýnýn-kültürünün yönlendiriciliðinde canlandýrýlacak ya da
kurulacak olan örgütlenmeler aracýlýðýyla Alevi-Bektaþi kimliði “yeniden yapýlandýrýlmalý”, inancýn ve kültürün gereklerini yaþama geçirebilmelidir. Yarattýðý yüzyüze iliþkiler, doðrudan demokrasi ve farklý
inanç algýsýyla, Alevilik-Bektaþilik bilinci sürekli canlý tutulmalý; AleviBektaþi olmaktan kaynaklanan insan haklarý, demokratik haklar “baðlý
olduðu, içinde yer aldýðý üst örgütün eylem, etkinlik” alanýna aktarýlarak
yaþama geçirilmelidir. Bu yolla yaratýlan toplum örgütlenmesine,
Alevilerin-Bektaþilerin yarattýðý bir örgüt “damgasý” vurulmalýdýr.
Gerekliliðine inandýðýmýz ve bilinçlerimizde var olan ortak istemleri
kucaklayacaðýný umduðumuz Alevi-Bektaþi örgütlenmesi çalýþmalarýna
“her can”, elinden gelen katkýyý esirgemeyecektir. Bunun bilinci içinde
örgütlü günlerde buluþmak üzere, diyorum.
“
5
Birlik Olmanýn Yolu Hacý Bektaþ Veli Dergâhý’ndan Geçer
Ýsmail Kaygusuz
B
ugün Alevi demokratik kitle örgütleri, Cem ve kültür merkezleri,
dernekleri, vakýflarý, federasyon-konfederasyon, birlikler ve diðer
kurum ve kuruluþlar tam anlamýyla kaosu, karmaþýklýðý yaþamaktadýr.
Ýnançsal ve düþünsel yorumlarda olsun, siyasal duruþlarda olsun genel
birlik saðlayamadýklarý için savrulup duruyorlar. Bununla da kalýnmýyor,
yapay zýtlýklar-çeliþkiler yaratýlarak kavgalar yaþanmaya baþladý
Hiç kuþkusuzdur ki Alevi-Bektaþi inanç toplumunun sorunlarý, genel
Türkiye toplumunun insan haklarý, özgürlük ve demokrasi sorunlarýndan
soyutlanamaz. Ama biz kendi sorunlarýmýzýn saptanmasý ve mücadele
yöntemlerinde anlaþýp birlik olmazsak, genel sorunlarýn çözümüne nasýl
katkýda bulunabiliriz?
Alevi örgütlenmeleri içinde bir yandan toplumsal tarih gerçeklerini,
heterodoks Ýslam tarihini, yani Alevilik tarihini inceleme ve tanýma gereðini duymadan, bu alanda bilgilenme çabasý göstermeden; tarihsel ve
felsefi bir temeli olmayan ya da kasýtlý ortaya atýlmýþ bir görüþ olan “Alevilik Ýslam dýþýdýr; Hristiyanlýk ve Musevilik vb. gibi Ýslamdan baðýmsýz
bir dindir” varsayýmýný savunanlar. Bir bakýyorsunuz bunun tam tersi
olan “hakýki Müslüman biziz; namaz da niyaz da bizim, ramazan da.
Sünniler Aleviler kardeþtir” sözleriyle Sünniliðe yamayan çýkýþlar var.
Bir yanda, Ali, Ehlibeyt ve Onikimam sevgi ve inancýndan hareketle Ýran
Ortodoks Caferi Þiilerle bütünleþmeye çalýþanlar (ki bu alanda kendilerinin gerçek Alevi olduklarýný söyleyen Caferi Þii örgütlerine mensup
kiþiler birer misyoner gibi çalýþýyorlar), öbür yanda ise Aleviliði Türk ya
da Kürt uluslarýna özgü bir inanç olarak benimsetmek için kökenini
Þamanlýða ya da Zerdüþlüðe baðlayan karþýt Milliyetçiler!
Herkesin bildiði gibi Prof. Dr. Ýzzeddin Doðan’sa her türlü medyatik
aracý kullanarak, kendi icadý “Alevilik-Bektaþilik-Mevlevilik” temelinde
“Alevi Ýslam” anlayýþýna Ortaasya Yeseviciliði’ni de katarak hem devleti, hem de Türkçüleri memnun ediyor.
Alevi-Bektaþi örgütlerindeki bu savrulma ve karmaþýklýk karþýsýnda
devlet alabildiðine memnun görünüyor. Devletin, dolayýsýyla hükümetin
sözcülüðünü yapan Diyanet Ýþleri Baþkaný’nýn aðzýndan Aleviliðe iliþkin
görüþ ve düþünceleri daha önce bazý yazýlarýmýzda (Ýslam’da Reform
Olur ve Olmalýdýr, Diyanet Ýþleri Baþkaný Neler Söylüyor ve Ne Yapmak
Ýstiyor?, Diyanet Ýþleri Baþkanýnýn Yeni Cinlikleri! vb.) irdelemiþtik.
Yine Alevi örgütleri çevresinden bir sonuncular var ki en tehlikeli
olanlardýr. Bunlar, hem devlet ve iktidarla sýcak temastalar, hem da yukarýdaki görüþlerin her biriyle farklý mekân ve zamanlarda karþýlaþtýklarýnda -ya da buluþtuklarýnda- kendileri gibi düþündüklerini söylemekten
çekinmeyen (iki yüzlü deðil) çok yüzlüler, yani yüzsüzler takýmý!
Kýsaca deðindiðimiz gibi Alevi-Bektaþi örgütlülüðünün bu inançsaldüþünsel daðýnýklýðý ve karmaþasý Alevi-Bektaþi toplumunun birliðine
büyük engeldir. Ve biz, bütün tapýnma ve eleþtiri, adalet ve eþitlik gibi
toplumsal kurumlarýyla bâtýni-Alevi inancý temelinde bu birliði saðlayamazsak, siyasal/toplumsal birliði de saðlayamayýz. O zaman ne kimliðimizi kabul ettirebilir ve ne de egemen çoðunluðun, yani Sünni inanç
toplumunun yaþamakta olduklarý inanç özgürlüðünü –ki onlar daha da
fazlasýný istiyor- elde edebiliriz.
Bugün Avrupa ve Türkiye’de Alevi köy dernekleri dahil, öyle sanýyoruz binden fazla Alevi-Bektaþi örgütlenmeleri çeþitli adlar altýnda etkinlik göstermektedir. Önce söylediðimiz gibi Türkiye genelinde birliktelik,
daha doðrusu bir merkezileþme saðlanamamýþtýr. Federasyon, konfederasyon ve Alevi-Bektaþi Kuruluþlarý Birliði gibi bazý merkezi kurumlaþma giriþimlerinin de bunu baþardýðý söylenemez.
Örgütlerde deðiþik düþünce, görüþ ve siyasi anlayýþlarýn bulunmasýna karþý deðiliz. Ancak Alevi inancýnýn temel esaslarýný yok sayma ya da
ortadan kaldýrma eðilimlerine hoþgörü gösterilemez. Örneðin: Aleviliði
Ýslam dýþý sayýp Hristiyanlýða yaklaþtýrma ya da ayrý bir din olarak gösterme gibi. Ondört yüzyýldýr inancýmýzýn merkezinde bulunan, mürþit
saydýðýmýz ve Tanrý’nýn mazharý olduðuna inandýðýmýz, toplu tapýnmalarýmýz Cem’lerde yakarýlan Ali’yi, Þahý Velâyet’imizi ortodoks gözle,
6
daha doðrusu Emevilerin bakýþ açýsýyla tanýmlayarak Alevilerin-Bektaþilerin toplumsal belleðinden silmeye çalýþma eðilimlerine hoþgörü
gösterme, Aleviliði yadsýmaktýr. Tam aksine inancýmýzýn ana ilkeleritemel esaslarý sýk sýk ve geniþçe açýklanarak Alevi-Bektaþi toplumu
aydýnlatýlmalýdýr.
Hiç kuþkusuz bu ilkelerin yorumlanmasýnda ortaya çýkan deðiþik düþünce ve görüþler; tapýnma eylemlerindeki, ritüellerdeki çeþitlilikler,
inanç kültürümüzün büyük zenginliðidir. Ayrýca ilkelerin uygulanmasýnda çaða uygun deðiþimler ve yenilenme, yani reformlar da sözkonusu
olmalýdýr.
Alevi-Bektaþi inanç toplumunun tarihsel miras olarak özünde saklý
olan toplumsal bilincin, birlik ve beraberliðe kanalize edilmesi-yöneltilmesi için geniþ inançsal bilgilendirme ve güven duygusuyla beslenmesi
gerekir.
Bugüne kadar Alevi örgütlenmelerinde, açýkça dile getirilmemekle
birlikte çeþitli siyasal görüþler öncülüðünde birlik saðlanmasý denendi.
Genellikle örgütler önder kadrosunun, açýk ya da kapalý siyasal duruþuyla durum belirlendi. Bu anlayýþ koþutunda kimi örgütler, çeþitli siyasi
partilere aday yetiþtirme kuruluþlarýna dönüþtü. Bünyelerindeki dedeler
bile örgütsel görüþlerin yorumlarýyla Aleviliði açýklamaya, bu çerçevede
temsili cemler yönetmeye giriþtiler.
Bizce artýk, Alevi-Bektaþi toplumunda birlikteliði ve merkezileþmeyi
saðlayamayan siyasal duruþlar ikinci plana düþürülüp, kesinlikle inançsal yapý öne alýnmalýdýr. Tanrý-insan birliði inanç anlayýþýnda insan sevgisini kendisine merkez yapan; “yetmiþ iki millete tek nazarla bak” ilkesiyle eþitliði, musahiplik ve dâr kurumlarýyla paylaþýmý ve adaleti savunan ve bu inançsal kurallarý yaþam düzeni yapmýþ olan Alevilikte hiç
kimse gerici dinsel ögeler arama yanlýþýna kapýlmasýn! Aleviliði siyasal
Ýslama benzetmeðe kimsenin hakký yoktur ve bu doðru deðildir. Alevi
toplumunu, kendi tarihi, inanç özellikleri ve toplu tapýnmalarý, yani cem
yürütmeleri temelinde eðitimi öne alarak, geniþ biçimde aydýnlatma ve
güven verme yoluyla birliðe götürebileceðimize inanýyorum.
Dergâh’ta Birlik
B
irlik olmanýn çözüm yolu Hacý Bektaþ Veli Dergâhý’ýndan geçer;
Anadolu Aleviliðinin ve Alevilerin Serçeþme’si, yani inanç ve bilim, bilgi baþ pýnarýndan. Boþalan kaplarýmýzý bu pýnardan doldurmak ve
daðýlýp savrulmuþ kafalarýmýzý-zihinlerimizi bu bilgi kaynaðýndan beslemek zorundayýz. Serçeþme, “bilim evrendeki bütün deðerlerin üzerindedir. Bilimle gidilmeyen yolun sonu kararanlýktýr. Her þeyden büyük olan
bilim ve hilim, yani yumuþak davranýþ-hoþgörüdür, çünkü Hakk’a bilimle yol bulunur-ulaþýlýr, halk’a yumuþaklýkla-hoþgörüyle. Yolumuz bilim,
irfan, sevgi üzerinde kuruludur. Bir olalým, iri olalým, diri olalým” diyerek XIII.yüzyýl Anadolu’sunda Alevi halk topluluklarýný birleþtirip ilk
inanç birliðini saðlayan Ulu Hünkâr Hacý Bektaþ Veli’dir. XXI. yüzyýlda
bizim birliðimiz de ancak onun kurmuþ olduðu Dergâh’ýn çevresinde
toplanmakla gerçekleþir. Yýllardýr yazýlarýmýzla, kitaplarýmýzla savunduðumuz bu düþünce gerçekleþseydi sorunlarýmýzýn pek çoðu çözülmüþtü.
Hacý Bektaþ Veli Dergâhý ve Hacý Bektaþ evlatlarýndan dönemin postniþini, yani onu-ecdadýný temsilen mürþit postunda oturan ulu kiþinin
inanç önderliðinde birlik olmanýn önemini kavrayamayan; dahasý bazý
politikalarýn veya kiþisel ve kesimsel çýkarlarýn etkisiyle Alevi inancýndan Hacý Bektaþ Veli’yi bile dýþlamaya çalýþan Alevi örgütlerinin bu
olumsuz yaklaþýmlarýna karþý devlet, Dergâh’ta Alevi-Bektaþi birliði
saðlanmasýnýn önemini, ancak kendisi açýsýndan tehlikesini anlamakta
gecikmedi. Neydi bu tehlike? Alevi-Bektaþi toplumu birlik saðladýðý
takdirde, ülke nüfusunun üçte biri gibi hatýrý sayýlýr bir çoðunlukla
Türkiye siyasetine aðýrlýðýný koyabilir, böylece “Alevilerin oylarý çantada keklik” olmaktan çýkardý. Çünkü merkezileþen Alevi toplumunun
yaratacaðý birlik, gerçekten “iri ve diri olur” ve istemediði, destekleme-
Sayý 1
diði bir parti asla iktidar olamazdý. Onun için devlet bir yandan, Alevi
kitle örgütlerinin ayrýlýkçý fikirlerini teþvik ederek, alabildiðince parçalara bölünmesini isterken, öbür yandan, Hacýbektaþ ilçesiyle birlikte
Dergâh’ý öne çýkartýp, kutsal merkez olarak dinsel turizm çerçevesinde
önem kazandýrýyordu.
Bununla da kalýnmadý. Bir dönemin baþbakaný Mesut Yýlmaz, Hacý
Bektaþ Veli’nin Sulucakarahöyük’te 750 yýl önce kurmuþ olduðu bir
çeþit halk üniversitesi olan Dergâh’ýndan esinlenmiþ görünerek,
Hacýbektaþ’ta tarih ve Alevilik araþtýrmalarýnýn yapýlacaðý ve çeþitli bilimlerin okutulacaðý bir Üniversite ya da Fakülte’nin kurulacaðýndan söz
ediyordu. Arkasýndan, hiç de dostça olmayan “Bektaþi Alevileri” ayýrýmcý kavramýný ortaya atan, sonra da “Yavuz’la Þah Ýsmail’i barýþtýrmaya”
soyunan baþbakan Bülent Ecevit, Gazi Üniversitesi/Türk Kültürü ve
Hacý Bektaþ Veli Araþtýrmalarý Merkezi’ne açýktan destek vererek orayý
Alevilik-Bektaþilik araþtýrmalarý yapan ve bu inanç toplumu hakkýnda
bilgi ve siyaset üreten tek devlet (resmi) kurumu durumuna soktu. Özellikle de Hacý Bektaþ Dergâhý çevresiyle sýký iliþkilere girmek ve orayý
yönlendirmekle görevli kýlýndý. Kýsacasý devlet, Alevi-Bektaþi inanç toplumunun Dergâh çevresinde birlik saðlamasý, erinde gecinde geliþtirip
ulaþacaðý süreç olduðunu iyi kavradýðý için, kendi yönlendirmesi altýnda
ve Türk-Ýslam felsefesi anlayýþý içinde bunun gerçekleþmesini düþünüyordu. Daha açýk konuþursak, bu gün devletin (isterseniz siz derin
devletin deyiniz) Alevilik siyasetini bu kurum yönlendiriyor; Diyanet’in
baðlý olduðu devlet Bakaný Prof. Dr. Mehmet Aydýn ve Diyanet Ýþleri
Baþkaný Prof. Dr. Ali Bardakoðlu’na bu konuda öneriler sunduklarý gibi,
zaman zaman onlarý frenliyorlar.
Gazi Üniversitesi bünyesi içinde araþtýrma merkezi olan bu kurum
“Türk Kültürü ve Hacý Bektaþ Veli Araþtýrmalarý Dergisi” aracýlýðýyla
ürettiði bilgileri yayýnlýyor. Kuþkusuz bu konulardaki araþtýrma ve çalýþmalara karþý deðiliz, bilgilerimizi zenginleþtirir. Ama Alevilik-Bektaþilik
inanç ve felsefesine, edebiyat ve tarihine, düþünür ve ozanlarýna iliþkin
makalelerde verilen bilgi ve açýklamalar bizim gerçekliðimizden tamamýyla uzak ve birliði deðil, parçalamayý getirmektedir. Ancak geniþ bütçelerle hazýrladýklarý TV belgeselleri ve yayýnlarýnda, birkaç Ocakzade
Dede ve Babagan Bektaþi Babasý’yla iliþkilerinde etkili oldular.
Bu etkili devlet kurumu, çok uðraþmalarýna, hatta çeþitli vaadlerine
karþýn Hacý Bektaþ Veli Dergâhý’ný ele geçiremedi. Bizim gözümüzde
büyük bir baþarý olan Gazi Üniversitesi’nin bu baþarýsýzlýðý, Hacý Bektaþ
evladý Dergâh postniþini, yani ecdadýnýn postunda oturan deðerli mürþit
Veliyeddin Ulusoy’un aydýn, ilerici ve bilinçli kiþiliði, olgunluk ve bilgi
düzeyiyle birlikte büyük sezgi gücü sayesindedir. Ama peþini býrakmýþ
deðiller; her fýrsatta onlardan çaðrýlar alýyor ve çeþitli bahanelerle sýkça
ziyaretinde bulunmayý sürdürüyorlar.
Bir kez daha yineliyoruz: Devlet, Dergâh’ta birliðin büyük önemine
ve erinde gecinde Alevilerin bunu gerçekleþtirme sürecine gireceklerine
inandýðý için, orada insiyatifi kendi eline almak, resmi siyaset felsefesi
olan Türk-Ýslam sentezi anlayýþýna uygun biçimde yönlendirmek istemektedir. Bu nedenledir ki devlet ziyaret giriþimlerini sýklaþtýrýyor. Alevi-Bektaþi toplumu olarak bu insiyatifi devletin elinden alýp, Dergâhý’mýza sahip çýkarak orada birlik olmayý saðlamazsak, bu parçalanmýþlýðý-savrulmayý ve kaosu hiçbir zaman aþamayýz.
Neler Yapýlabilir? Neler Yapýlmalýdýr?
B
u konuda “Neler yapýlabilir ve neler yapýlmalýdýr?” baþlýðýyla daha
önce yazdýðým ve kimi yayýnlarda yayýmlanmýþ olan makalemin birkaç paragrafýný (küçük parantez içi katkýlarýyla) sizlerle paylaþmak istiyorum:
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu savrulmayý Sünnileþtirilmiþ Türk
Ýslamlýðý’nda toparlama çabasýna girmiþtir. Öyleyse, bu durumda neler
yapýlabilir ve neler yapýlmalýdýr? Ývedi olarak öneriler ve çözümler üretmeliyiz.
Aleviler-Bektaþiler toplum olarak, dernekler, kültür merkezleri, cemevleri ve vakýflar biçimindeki tüm örgütlerinin sokulduðu gericileþtirme
sürecinden çýkarmanýn yollarýný araþtýrmalýdýr (Þimdi bu süreç anlamsýz
temelsiz tartýþmalarla parçalanmýþlýk ve kaosa dönüþmüþtür). Bu bakýmdan, Aleviliðin tarihsel özüne uygun biçimde yeni düzenlemelere ve
örgütsel yapýlanmaya gitmeleri gerekli görülüyor:
Dernekler, kültür merkezleri ve cemevleri, sadece Alevi sanatçýlarý
çaðrýlý geceler ve göstermelik ‘12 Hizmet Cemleri’ düzenleme kuru-
Aðustos 2004
luþlarý olmaktan çýkarýlmalýdýr. (Temsili Cemler daha düzenli yapýlmalý;
eðitici öðretici yönü öne çýkarýlmalýdýr).
a)Yan kurumlar ya da kol etkinlikleriyle eðitim, araþtýrma-inceleme
ve bilgilendirmeye aðýrlýk verilmelidir. Edebiyat ve sanat (müzik-resimdans) ve tiyatro etkinlikleri hýzlandýrýlmalýdýr.
b) Alevi dernekleri, birlikleri ve vakýflarý, ortak amaca yönelik çalýþma ve araþtýrmalarý, hýzla arttýrmalýdýr (Çeviri çalýþmalarýna aðýrlýk verilip, yabancý dillerdeki Alevi kaynaklarý araþtýrýlarak Türkçeleþtirilmelidir.). Böylelikle Aleviliðin evrensel kültür tarihine katkýlarý araþtýrýlýp
ortaya çýkarýlmalýdýr. O zaman bu dernekler, bilimadamlarý ve araþtýrmacýlarý çekecek; inanç, kültür, doðru siyaset ve eðitim merkezlerinin kaynaklanma ve ilgi odaklarý olacaktýr. Hepsinden önemlisi Alevi toplumu,
kendi tarihlerini doðru tanýyacaktýr. Alevi toplumu kendi gerçek tarihini
bilmediði için bugününü deðerlendiremiyor, savrulup duruyor (buna
þimdi kaosu ekleyelim).
Alevilik inanç ve toplumsal-demokratik örgütlenmelerine piramidal
bir biçim kazandýrýlmasý, Alevilerin birliði için önkoþul olmalý. Piramidin tepesinde Hacý Bektaþ Dergâhý ve dergâhýn bulunduðu bu tarihsel
kent bulunmalý. Uzun devrede, tabandan tavana geniþ kapsamlý araþtýrmalar, inançsal-kültürel etkinlik ve çabalarla bu piramit oluþturulabilir.
Kýsa dönemde piramidin oluþturulmasý ise tepeden baþlayarak gerçekleþebilir (Bu gün hiç zaman yitirmeden, hýzla bunun yöntemleri üzerinde
düþünce üretip, öneriler geliþtirmeliyiz).
Önce bir yayýn organý (örneðin Serçeþme dergisi) bu hizmeti üstlenerek, tüm Alevi kurum ve kuruluþlarý ikna edip katýlým ve katkýlarýyla
Hacýbektaþ ilçesinde, bir “Alevilik Bilimsel Üst Kurulu” toplanmasýna
önayak olabilir. Böylesi bir kurul sürekli ve yoðun çalýþmalarý ve oluþturacaðý alt kurul iliþkileriyle “Hacý Bektaþ Alevilik Araþtýrmalarý Yüksek
Enstitüsü ya da Akademisi”nin temellerini atmalýdýr (Bu gün önceliði
Hacýbektaþ’ta Postniþin’in baþkanlýðý altýnda en az üç, en fazla bir hafta
sürecek bir ön toplantý olmalý. Bu toplantýya olabildiðince fazla demokratik kitle örgüt temsilcileri katýlmalýdýr.Temsilci gönderen örgütler
toplantýnýn harcamalarýna maddi katkýda bulunmalý. Temsilciler sadece
“Dergâh’ta Birlik” temelinde önerileriyle gelmelidir. Bu toplantýda bir
yayýn üzerinde karar kýlýnýr ve ilk sayýsýnda bu öneriler yayýnlanarak
geniþ biçimde Alevi-Bektaþi kamuoyunun bilgilendirilmesi saðlanýr ve
tepkisi alýnýr).
Özgiriþimi, mutlaka Alevi toplumunu arkasýna alacak olan bu “Alevilik Bilimsel Üst Kurulu” ele almalýdýr. Hazýrlayacaðý proje çerçevesinde, devletten destek istenmelidir. Proje desteðine olumsuz yanýt
alýndýðý takdirde ilk genel seçimde, “Hak-Muhammed-Ali’yi seven boþ
oy kullansýn!” benzeri Alevi söylemleriyle toplu protesto saðlanmalýdýr.
Keseleriniz söküle, Hak yoluna döküle!
K
ökenine yabancýlaþmamýþ, açýkçasý kazanç ve çýkarlarý için Sünnileþmemiþ; içinden çýkmýþ olduðu toplumun inanç ve geleneksel
kültür ögeleri ve ahlak kurallarýna saygýlý Alevi zenginleri bulunduðuna
inanmak istiyoruz. Bu kiþiler de toplumdaki bu savrulma ve yalpalamalar (ve karmaþa) hakkýnda kafa yormalý; konunun üzerine ciddi ve tarihsel bir sorumlulukla eðilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin hâlâ kurtulamadýðý Sünni-Osmanlý devlet anlayýþýnýn dayattýðý Aleviliði ÞiileþtirmeSünnileþtirme sürecinin önüne maddi varlýklarýyla, harcamalarý ve çeþitli
iliþkileriyle set çekme þevk ve gayreti içinde olmayý görev bilmelidirler.
Onlara diyoruz ki, vicdanýnýz ve cüzdanýnýzla bu sorumluluðu duymalýsýnýz. Ýlk aþamada:
Alevilik ve felsefesini, inanç ve toplumsal tarihini akýlcý, bilimsel
(yani hurafelere sapmadan, kýlýç-gürz kahramanlýklarýndan arýndýrýlmýþ)
yöntemlerle incelemeyi üstlenmiþ bir periyodik yayýna (örneðin
Serçeþme’ye) geniþ maddi destek saðlayabilirsiniz. Laik ve demokratik
siyaset içinde Alevi kültür ve inancý, müziði, dansý ve Türk-Ýslam tarihindeki Alevi hareketlerinin rolü aðýrlýklý programlar yapacak olan bir
Radyo-TV kanalýnýn kurulmasý özel giriþimini gerçekleþtirebilirsiniz.
Alevililik inancý, kültürü, felsefesi, tarihi v.b. üzerinde araþtýrma ve
inceleme yapan bilimadamý ve araþtýrmacýlara yardýmcý olabilir; ürünlerinin yayýmlanmasý ve okuyucuya, halka ulaþtýrýlmasý sürecinde destekleyebilirsiniz Sözünü ettiðimiz “Alevilik Bilimsel Üst Kurulu” projesi ve
“Heterodoks Ýslam (Alevilik) Araþtýrmalarý Enstitüsü” kurulmasý çalýþmalarýna sonuna kadar yardýmcý olabilir; çalýþmalarýn geniþ çapta kamuoyuna duyurulmasýný saðlayacak harcamalar yapabilirsiniz.
“
7
Mýzrabým Hasta
Sazým yaralýdýr mýzrabým hasta,
Perdeleri garip telleri yasta,
Duygularým beni götürmez dosta,
Yoluna gülleri sermek isterdim.
Telleri kýrýlmýþ burulmuþ kolu,
Onunla bulmuþtum doðruluk yolu,
Türkülerim esir yüreðim dolu,
Gönlümü sevene vermek isterdim.
Baðrýnda açýlmýþ bir derin yara,
Yüreði olsaydý düþerdi kora,
Bahtým deðil dostlar günlerim kara,
Gurbetten sýlaya ermek isterdim.
Yalandan gerçeði ayýran teller,
Güzel naðmesiyle savrulan yeller,
Sevda türküsüyle durulan seller,
Sevgiliye türkü dermek isterdim.
Ýlhami’yim kýrýk sazým muradým,
Ben onunla mutluluðu aradým,
Sevgi dolu gönülleri taradým,
Açýlsa gönüller görmek isterdim.
Sazýma mýzrabý vurmak isterdim,
Saati sevgiye kurmak isterdim.
Ýlhami ARSLANTAÞ
22 Ocak 2002
Ýnþallah
Muhammet Ali’yi candan sevenler,
Yorulup yollarda kalmaz inþallah.
Ýmam Hasan'ýn yüzünü görenler,
Þah Hüseyin'den mahrum kalmaz inþallah.
Zeynel Abidin’den bir dolu içtim,
Muhammet Bakýr'dan kaymadým coþtum,
Ýmam Cafer’e vardým ulaþtým,
Bundan özge yollara sapmaz inþallah.
Musa-i Kâzým'dan gelen erenler,
Can baþ feda edip cemler sürenler,
Ýmam Rýza’ya aðý verenler,
Divan'da þefaat bulmaz inþallah.
Bir gün olur okuturlar defteri,
Þah olanýn belindedir teberi,
Uyanýrsa Taki, Naki, Askeri,
Açýlan güllerimiz solmaz inþallah.
Þah Hatayi’m bu iþ bizi bitire,
Özünü kata gör ulu katara,
Mehdi þavklarý þu cihaný dutara,
Þah oðluna sitem olmaz inþallah
8
Serçeþme’nin Abdalý
Mehmet Turan
Hû gerçeðe, gerçeklerin demine.
Merhaba canlar! Ne güzel bir adlandýrma
Serçeþme. Ne kadar hoþ bu muhabbet harmanýnda yaba sallamak. Ve Serçeþme’nin kýrk
kulplu kazaný içinde, gönül dostlarýyla birlikte
er meydanýnda, pir divanýnda dâr’a durmak ne
güzel.
Bu köþemizde, sizlerle, Aleviliðin/Bektaþiliðin aydýnlanma muhabbeti olarak algýlanan
cemlerimizi, cemleri oluþturan sýralý erkânlarý,
farklýlýklarýný ve içeriklerini dilimizin döndüðünce aktarmaya çalýþacaðýz. Olmasý gerekenlerle, olmasý gerekiyormuþ gibi algýlanan
ve uygulanan anlayýþ ve davranýþlarýn irdelemesini de birlikte yapacaðýz.
Bizleri; kendi öz kültürümüz ve onun ana
kaynaðý olan felsefemiz hakkýnda bilgilendirme adýna yapýlan doðrulara ve gerçeklere, birlikte ve sýký sýkýya sahip çýkarken, eksiklerimizi birlikte tamamlayacak, yanlýþlarý ve çarpýtmalarý da birlikte öteleyeceðiz.
Anadolu Aleviliðinin/Bektaþiliðinin önderliðini, günümüze dek umarsýz, çýkarsýz sürdüren dedelerimizin/babalarýmýzýn yadsýnamaz hizmetlerine duyduðumuz saygýyý ve sevgiyi ayný biçimde sürdürmeye devam ederken;
dedelik/babalýk adýna yaptýðýmýz yanlýþlarý,
eksikleri, hatalarý da gözardý etmeyeceðiz
elbette. Ki bu (bilerek-bilmeyerek yapýlan)
yanlýþlýklar, kimi kez, Alevi/Bektaþi süreðine
dýþarýdan yapýlmaya çalýþýlan asimile, köreltme ve kirletme çabalarýnýn da ötesine geçebilmektedir ne yazýk ki.
Sözün özü, atalarýmýzdan öðrendiðimiz
Alevi/Bektaþi yolaðýnýn temel felsefemiz olan
tasavvufunu, günümüz/çaðýmýz biliminin ýþýðýyla da örtüþtürüp taçlandýrarak varmasý gereken yere birlikte ulaþtýracaðýz. Çünkü; talibi
talip eden dede olduðu kadar; dedeyi dede yapan da taliptir, bunu hiçbir zaman unutmayacaðýz. Bildiklerimizin öðretmeni olmayý sürdürürken, bilmediklerimizin öðrencisi olmayý
da sürdüreceðiz; henüz bildiklerimiz, bilmediklerimizin milyonda biri de ondan.
Nedir cem? Neden cemle baþladýk. Neden
Alevi/Bektaþi felsefesiyle deðil de, tarihsel
köken anlatýsýyla deðil de, sosyolojik yapýmýzla deðil de, cemle baþladýk? Birincisi, cem içerisinde, hizmetlerin yerine getirilmesi sýrasýnda felsefe/öðreti ve inanç adýna hemen her
þey özel olarak anlatýlacaðý için. Ýkincisi, öðretilerin akademisyenler, araþtýrmacýlar, yazarlar
tarafýndan Serçeþme’ye taþýnacaðý için.
Cemin önce adlandýrmasýna bakalým: Anadolu Aleviliðinde/Bektaþiliðinde, ayin-i cem,
ayný cem, erkân, oturum, hizmet vb. adlandýrmalarý vardýr cemin. Genel adýyla “bir araya
geliþi, birlikte olmayý içerdiðinden” “cem” en
çok kullanýlan adlandýrmadýr. Ama hiçbir yer
ve zamanda “ayn-ül cem” adlandýrmasý kullanýlmaz. Çünkü “ayn-ül cem”, Mevlevilikte,
özel giysilerle, genellikle geceleri tekkelerde
yapýlan tarikat törenine verilen addýr.
Canlarýn; dede/baba, oniki hizmet görevlileri, görgüsü yapýlacak hizmet sahipleri ve yolaðýn taliplerinin bir araya geldiði, gönüllerini
birleyerek, bedensel, düþünsel ve sezgisel birliði oluþturduklarý, çeraðýn kutsanarak uyandýrýldýðý (yakýldýðý), kurbanýn rýzalýðý alýnýp dualanýp kesildiði, postun kutsanarak serilip üzerinde hizmet sahiplerinin ikrarlarýnýn alýndýðý/görgülerinin yapýldýðý, Hakk’a yürüyenlerin dâr’larýnýn alýndýðý, Telli Kuran’la nefeslerin, düvaz-ý imamlarýn, deyiþlerin, semahlarýn ezgilendirilip söylendiði, özünü muhabbetin oluþturduðu ibadetin tadýna varýldýðý,
semahlarýn dönülüp Kerbelâ, Þah Hüseyin ve
yol uðruna tüm katledilen, yakýlan, yüzülen,
asýlýp kesilen erenler aþkýna saka suyunun
daðýtýldýðý ve serpildiði, lokmalarýn yenilip sonunda da destur (izin) alýnarak canlarýn daðýldýðý bir bütünlük ortamýdýr cem.
Sýrasý geldikçe cemin ayrýntýlarýný anlatýp
paylaþacaðýz sizlerle; deðiþik yöre ve ocaklarýmýzda yöresel olarak sürdürülen çeþitlilikleri, farklýlýklarý da kapsayan cemlerimizi bölümler halinde, bölümlerinin içsel ve dýþsal
(zâhiri ve bâtýni) anlatýmlarýyla aktaracaðýz.
Baþtan söyleyelim, Aleviliði/Bektaþiliði
birkaç muhabbette dinlemekle, birkaç, hatta
pek çok kitap okumakla, birkaç cemde bulunup izlemekle, bütünüyle anlamak, kavramak,
öðrenmek olasý deðildir.
Çünkü, Alevilik/Bektaþilik; bedenli olarak
sürdürdüðümüz sýnýrlý/süreli yaþam boyu bir
“arayýþ”týr; özünü arayýþtýr; kendini arayýþtýr;
varlýðýndaki “Hak” varlýðýný bulmaya yönelik
bir “dalýþ”týr. Hünkâr-ý Pir Bektaþ Veli’nin
“Ara bul” sözünü derinine anlayýp giriþilen bir
özyoklayýþtýr. Ve Yunus’un deyiþiyle;
Ýlim ilim bilmektir,
Ýlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsen,
Bu nice okumaktýr.
Cemlerde dede/baba ile talip-ýþýk ile aþýkbir araya gelir; veriþ-alýþ pazarý kurarlar:
Gülden terazi yaparlar
Gül ile gülü tartarlar
Gül alýrlar gül satarlar
Çarþý pazarý güldür gül
Bu pazardan kârlarý, muhabbet kanalýyla
“kamil insan” olma yolunda atabildikleri adýmlardýr, sezgisel kazanýmlardýr. Ceme daðarcýk
doldurmak için gelinir, muhabbet lokmasýyla
doyulmaya çalýþýlýr. Yoksa cemlerdeki kurban
ve lokmalar, salt bedensel doyum amacýyladýr,
dolular da muhabbettin anahtarý ve esrime
aracýdýr; asýl gýda kelamdýr, muhabbettir.
Aþk-ý muhabbetle… Hâ gerçeðe, gerçeklerin demine.
Türabi cihanda olma serseri,
Anlayan kalmadý dürri gevheri,
Kimsenin kimseden yoktur haberi,
Böyle bir acayip seyran bulunmaz.
Sayý 1
Ali Ulvi Öztürk
Serçeþme’den
Akan Kevser
Hakikat
Ömer Uluçay
K
an, kalbe döner; kalp kaný çevreye gönderir. Ehlibeyt’in, gönül ehlinin sevgi
ýrmaðý, Hacý Bektaþ Veli deryasýna akar. Gel ha
gel, insan ol da gel…
Yirmi yýldýr, aralýksýz Hacýbektaþ’a, gönül
deryasýna akýyorum. Görüyorum ki Serçeþme’den akýyor Kevser, “bir sen iç sevdiðim, bir
de bana ver”.
Yol halini, yolun iklimini, dönemeçlerini,
seyrini gördüm. Yol’da kafileler, duraklar,
menziller gördüm. Özü sözü bir olanlar, yolda
düþkünler, ârifler, erenler, kâmiller gördüm.
Eline, beline, diline, eþine, aþýna sahip olanlarý
ve sitem çekenleri gördüm. “Gördüðünü ört,
görmediðini söyleme” diyenleri dinledim.
Koydan, gýybetten geçti ama, yol hakkýna
sahip çýkanlarý, meydanda, cemde “istekli”
olanlarý gördüm. “El ele, el Hakk’a” deyip birlik olanlar, “tevella” ve “teberra” diyenler,
baþka tavladan kaçýp burada yer bulanlar, kanadý sevdaya deðip uçamayanlar, canlar hepinize
merhaba!
“Kün dedi var eyledi cümle âlemi.” Böylece var etti kendi cevherinden. “Biz O’nu hanemizde mihman eyledik”. Sonra bir tartýþmaya
tanýk olduk: “Ahirette Tanrý görülür mü?”
sorusuna “hayýr” diyenler bir grup oldu. Hz.
Ali’ye sordular: “Ben görmediðime tapmam”,
dedi. Hayali deðil, gerçeði önerdi, söyledi.
Bunun için Alevi, Tanrý’yý bilir, gördüðüne inanýr, Hakk’ý âdemde bilir. Gönül O’na makam
olabilmiþse, þahýs Hak kelamýný söyler.
Bâtýnilikte, tasavvufta, Alevilikte, seyir
yörüngesinin iki merkezi vardýr. Bir merkezi
Ehlibeyt, diðer merkezi de “yaþam gerçeði”dir.
Ehlibeyt; çaðýn yaþam gerçeðini tamamlar. Bu
kadim yola varýr, onu izler.Yaþam gerçeði,
yeniliklerdir. Ali’nin fazileti, Hasan’ýn birlik
isteði ve feragatý, Hüseyin’in direniþ ruhu ve
þehadeti, Oniki Ýmam’ýn inanç ve yaþama biçimi, ona örnektir. Ýnsan-ý kâmil, dünyanýn merkezidir, ona uyulur. O da; yaþamýn rengini,
ahengini, kelâmýný, insanýn iyiliðini, adalet
üzre hükmünü ister. Özde insaný, âdemi savunur, bu noktada 72 milleti bir görür. Pir-mürþit
meydanýnda, “tarik” ve “pençe” ile talip sýrtýnda dile gelir: “Allah-Muhammet ya Ali”.
Alevilikte, Bâtýnilikte iyi olan ölmez, sevgi
ölmez, eþit ve âdil olan ölmez. “Don deðiþtirir”
sadece, “Hacý Bektaþ donunda gelen kendidir
billah”. Cem içinde, halkýmýz ve hulkumuz
içinde dâr’ýmýz vardýr. Öteye kalmaz, burada
“divan”ýmýz vardýr. Her þeyin baþýnda
“rýza”mýz ve bir de “ikrar”ýmýz vardýr. Yol’un
bekçisi, gözcüsü, menzili, duraðý, soraný, yol
göstereni, düþkün kaldýraný vardýr. Darda kalýnca insan, canýna koþan “Hýzýr” ve zorda kalýnca toplum, rehber olan “Mehdi” vardýr. Öyle ise
yol gidenin, cem tutanýndýr. “melamet” sýrrýna
Aðustos 2004
vardýn ve kendini bildin ise elbette Hakk’ýn
varlýðýna varacaksýn. “Kendini bilmeyen seni
ne bilsin”. Pir, mürþit de bir taliptir. Onun da
bir “istek” meydaný var. Sitemi, talibin iki katý,
çünkü bilmesi ve uymasý gerekli. Hepsi yol
içinde.
Söz ve musiki birbirini tamamlar; yolcu’ya
aþk ve þevk verir. Terk-i dünya ve terk-i terk
eder de mirac’dan dönersin. Sevgi ve barýþ ister
de; birlik, dirlik içine düþersin. Farklarý hoþ
görür, renkleri cümbüþ edersin.
Yol içinde kafileler vardýr, halleri farklý,
yükleri farklý. Ama “ulucan”lar, Yediler;
“Yolumuz Cafer’e düþtü, Caferiyiz Caferi” derler. Ehlibeyt katarýný sürerler. Böylece Yol’un
bir genel kabul görmüþ “ortodoksi” görüþü,
yaþama biçimi oluþur. Kadim yoldur, gider.
Þimdi farklý kervanlar belirdi; kavmiyetçi, ideolojik, mozaik seven ve böylece Yol’u sadece
kendisine hak bilenler çýkýyor. Ýç-dýþ görüþmelerde, tartýþma eksik olmuyor, “istek” olmaktan
çýkýp hakarete varýyor. Oysa ki Yol’un halini
yolcu bilir. Öyle ise her þey yol içinde kalmalý.
Kavmiyetçi Ýslamiyet ve Alevilik söylemleri,
bütüncü olmaktan çýkýyor. Sevginin halinde
renk, dil, ýrk farký olur mu? Sevgi harmanýnda,
aþkýn cilvesinden baþka þey olur mu? Karýþsa
bile onunla hiç yol alýnabilir mi?
Alevilik hak isteme ve korunma yoludur.
Ýnsan kazanýmlarýnýn motoru ve mirasýdýr. Bu
nedenle; Mazdeki, Babeki, Hüseyni, Babai
olan yaþam tarzýnýn devamýdýr. Güvercin donunda þahin gagalý ve doðan pençelidir. Alevilik,
evrensel insanlýk deðerlerinin sahibidir.
Derde derman Serçeþme’den, bir tas kevser
içmeli de insanlýk hizmetine geçmeli. Hem tek
olmaz, “Allah-Muhammet-Ali” aþkýna üçlemeli.
Ne öncem var ne de sonram,
Ben bu yolun adsýz bir yolcusuyum.
Sonsuzdan geldim sonsuz arasýndayým,
Ýki sonsuzun ortasýndayým.
Silkinir döner, çile çekerim,
içimdedir çilehanem.
Hem tohumum hem yaprak,
taþýn parçasý topraðýn hasý benim.
Hem bir hiçim hem her þey,
Bir damlayým ve içinde derya,
Denizim, dalgayým ayrýlmaz parça,
Enel Hak diyende Mansur’um
ve de Nesimi.
Kim miyim,
ben bir hiçim.
Hem de aynadaki ben,
Cennet’in gizi kevser þarabý,
Meleklerin secde ettiði benim.
En yüksek kutup hem eriþilmeyim,
Hem öðretmen hem öðrenciyim.
Turnayým semahýmý dönerim
yýllarca,
kuzeyden güneye, güneyden kuzeye,
Hem turnayým hem kanatlarýmý kaldýran
yel benim.
Olgunlaþýp dalýndan düþen yemiþim,
gönlüm toprakla bir
hem yükseðim.
Benim tarifim yok,
ben aynadaki benim.
Ben birlik kandilindeki ýþýk
Þah-ý Merdan’ý yaratan
o nur benim.
Ulaþtýðý yerdeyim her insan-ý kâmilin,
Ben eriþilmez eriþilmeyim.
Kýrklarýn Cemi’nde çatýdan damlayaným,
Ben kýrkýncý makam dördüncü kapýyým.
Ben benim, ben senim.
gönül gözüyle görülen
dostun cemaliyim.
Ben en yüce, en kutsal doruk,
Ben Hakikat’ým….
YENÝ ÇIKAN KÝTAPLARIMIZ
Alevilik Dizisi
Musahiplik – Ýsmail Kaygusuz 2. Baský
Sivas Katliamýnýn Onuncu Yýlýnda
Onlar Iþýk Oldular – Ahmet Koçak
Siyaset Dizisi
Kafa Tutan Günler - Esat Korkmaz
Ya Sosyalizm Ya Barbarlýk – Y. Zamir
TKP, Doðuþu, Kuruluþu,
Geliþme Yollarý – S. Üstüngel
Ýrtica ve ABD Kýskacýnda Türkiye – Lütfi
Kaleli 2. Baský
Küreselleþmeyi Anlamak – Yusuf Zamir
Sosyalizm Nedir – R. Yürükoðlu
Ütopik ve Bilim-Dýþý
Sosyalizm – R. Yürükoðlu
Günümüz ve Türkiye – R. Yürükoðlu
Öykü
Dünden Bugüne Alevi Olmanýn
Bedeli– Ýsmail Kaygusuz
Þiir
Yirminci Yüzyýlýn Ýnsanlarýyýz – Aþýk Kul
Hasan
Atatürk Aydýnlýðýný Karanlýkçý Diþler
Kesmez – Ali Yüce
TOPLU SÝPARÝÞLERDE %40 ÝNDÝRÝM YAPILIR
Divanyolu Cad. No 54 Erçevik Ýþhaný 102,
34110 Eminönü-Ýstanbul
Tel/Faks: +90(0)212.519 5635
www.alevyayinlari.com
9
TASAVVUFUN KANATLARI
Din, Tanrý ve Ýnsan
Ýsmail Özmen
YARGITAY 17.HUKUK DAIRESI ÜYESI
Ü
nlü Alman filozofu Geörg Wilhelm Firedrich Hegel “Farklý dinler
tek ve ayni þeyin farklý görünümleridir” derken, psikanalist ekolünün kurucusu ve babasý Sigmund Freud ise dini “okyanus duygusu” þeklinde deðerlendirip betimler. Yine, Hegel ayný konuda ayný imgeyi kullanarak “Deniz bize bilinmeyenin, sýnýrsýz olanýn tahayyülünü öngörür;
insan kendini bu sonsuzluk içinde algýlayarak, sýnýrlý ve kapalý olandan
çýkma, onu aþma cesaretini kendinde bulur,” der. Hegel, “Doðada safi,
katýksýz fizikçi olanlar hayvanlardýr, çünkü onlar düþünemezler; buna
karþýn, düþünen bir varlýk olarak insan doðuþtan metafizikçidir.”, görüþünü sergilerken tamamen gerçeði yansýtýr. Aslýnda, din gibi kavramlara
kayýtsýzlýk, sadece sýð ruhlarýn sýðýnaðýdýr. Dinde insan, kendinin üstüne
çýkarak dýþarýdaki evrene kendi özlemlerini anlatýr, onu sezdirmeye çalýþýr. Gerçekte ise insan, var olan ve olmayan evrenleri kendine ulaþmak
için aþar. Öyleyse hemen soralým: Tanrý kim ve nerede? Binlerce yýldan
beri insan bu sorunun peþinde. Bunun için her belâya giriyor, her taþa
baþýný çalýyor. Gizemci bir Yahudi tarikatý üyesi olan Hasid bu konuda
hemen kestirip atýyor: “Tanrý onun girmesine izin verdiðimiz yerdedir.”
Ýþ bu deðin basit mi, elimizde olan bir þey mi, kendi egemenlik alanýmýzda mý, biz mi Tanrý’nýn koyunuyuz, Tanrý mý bizim emrimizde? Ýþ oraya
varýnca çatallaþýyor, sorular sorularý izliyor.
Bir baþka açýdan, Augustinus’un deyiþiyle, konuya daha deðiþik bir
yönden bakýp deðinmeye çalýþalým: Bakýn bu konuda o büyük düþünür
ne diyor, nasýl düþünüyor: “Qui fecit te sine te, non te salvabit sine te.”
(Seni sen olmadan yaratan seni sen olmadan tamamlayacaktýr.) Yani
Teilhard Chardin’in açýkça belirttiði gibi “Bu kozmik evrimde eþit ve
baðýmsýz menfaatler önceden verilmiþtir. Doða insanýn erginleþmesine
kendi erginleþmesiyle gelmektedir.” derken, Teilhard’ýn yarattýðý teoloji,
insanýn üzerinde duran en yüksek varlýk olarak, telkin edici eski Tanrý
imajýný kabule yanaþmýyor. Bunun yerine dinsel deneyim öneriyor. Çünkü içindeki sevgi yetisinin kendine meydan okuduðunu, bunun dinsel
deneyimin bir örneði olduðunu gösteriyor. Sevgi konusunda Ernst Bloch
olaya biraz daha deðiþik açýdan bakýyor: “Sevgi kendi eþitine yöneliyor,
þiþip geniþlemiyor, insaný yukarý yerine, oluþturulmasýný tamamlamak
üzere ileri doðru çekiyor.”; Pavlus ise “Baðýmsýzlýk ve eþitlik onun içinde mevcuttur; gerçek sevgi, tahta oturan Tanrý imajýnýn anýmsatmaya
çalýþtýðý hükümdar ya da kul olmayý kaldýrmaz. Böyle bir Tanrý’ya seslenmek olanaklý mýdýr?” derken, T. Chardin, bu soruyu olumlu biçimde
yanýtlýyor. Ona göre, “Tanrý, kiþi olan bir varlýk deðildir, ancak kiþiden
kiþiye geçebilir, bizim dýþýmýzda varlýk olabilir. Bütün þeylerin sonuçsal
ufku olarak; ona ancak bu þekilde ve kiþisel olarak seslenmek olanaklýdýr.” Tanrý hakkýndaki görüþlerini bu þekilde sergileyen T. Chardin,
kozmik evreni bir kurtuluþ tarihi olarak görüyor, öyle deðerlendiriyor.
Bütün bunlar bizi, yaratýlýþýn tamamlandýðý an olarak deðerlendirilen ve
“Omega Noktasý” olarak nitelendirilen doruða ulaþmaya çabalayan bir
süreç anlamýnda bu yalýn olgu bize, çölde Yahova’nýn ýþýk sütununu
izleyen Hz. Musa’nýn kavmini anýmsatýyor. Ýþte ünlü teolog T. Chardin,
Tanrý’yý böyle bir kozmik süreç içine sýzan bir çekim gücü olarak görür
ki, acaba bu imaj doðruyu mu göstermektedir?. Bilinemiyor. Hatta yine
Chardin’e göre, böyle bir nitelendirme olgusu içinde olan Tanrý’nýn etkisiyle yaratýlan “madde” ilk patlamadan (Big-bang) bu yana evreni giderek daha karmaþýk, daha komplike bir hale getirerek durmadan þekillendirmektedir. Bu hâl, onu günün birinde kendi baþýna örgütlenmeye baþlayýncaya kadar sürükleyip götürecek midir? Yoksa, Tanrý kendi isteyerek
mi, böyle bir sonuca doðru tüm varlýklarý iletmektedir?. Aslýnda görülen
odur ki, kosmos tarihi, bir öðrenme sürecidir. Þimdiye deðin Tanrý, bu
süreç içinde, ‘kör olan evrimin gözlerini açmaya baþladýðý’ bir öðrenme
evresine girmiþtir. T. Chardin, bu sav üzerinde yürüyerek, her þey bu
sürecin içindedir, en küçük zerrecikten tutun da, þarký söyleyen balinalara kadar, insan bilinci de dahil her þey... Gerçekte ise, bu olgu, her þeyi
aþýyor, geleceðinin karþý durulamaz çekimi içinde ileri atýlan evrim,
görevini onun için, Tanrý’da tamamlamak istiyor. Þunu hiç unutmayalým
ki, Tanrý dediðimiz o büyük çekici güç, bu süreçli geliþimde sadece
10
yardýmcý bir rol almýþtýr. Bunun için ünlü Ýngiliz astrofizikçi Stephen
Hawking, geliþim çizgisini iþaretleyerek “Ýnsan ýrký ancak yýldýzlara
ulaþtýktan, orada yerleþilebilir dünyalar bulduktan sonra güvende olabilir.” derken bu evrim sürecini örtülü biçimde de olsa vurgulamaktadýr.
Bazýlarýna ve bana göre din, inanýlmaz bir sözcük. Bu sözcük bir çok
çekimsel anlamlar içerse bile, her þeyden önce erkek odaklý. Böyle bir
yönü de var. Çarpýk bir anlam içermekte. Dünyanýn her yerinde ve her
zaman, ister Budizm olsun, ister Musevilik olsun, isterse de Hýristiyanlýk
ya da Ýslamiyet olsun hepsinde erkek egemendir, onun gölgesi vardýr,
onun sözü geçer, onun kokusu ve korkusu duyulur. Ve de þu da bir gerçek
ki, dinler dünyanýn her yerinde var. Ama hepsi de geçimsiz kardeþler,
birbirleriyle dövüþüp sürtüþüp duruyorlar. Devlet güçleriyle birleþip taht
ve mihrabýn patlayýcý bir karýþýmýný oluþturuyorlar. Ýþte, bütün bu ritüeller, ayinler, kurum ve kuruluþlar, savaþlar, yobazlar, zýndýklar, müminler
ve sözler yýðýnaðýna biz hiçbir duraksama göstermeden kýsaca “din” diyoruz. Aslýnda ise konumuza buradan baþlamak lâzým.
Bir önceki yüzyýlýn varoluþçularý insanýn bu dünyadaki durumunu
“fýrlatýlmýþ” olarak nitelendirdiler. Bunlarýn içinde özgün bir yeri olan
ünlü Fransýz düþünürü Albert Camus ‘Sisyphos Söyleni’ adlý denemesinde bu olgu ve durumu “Çýkýþý olmayan bir kovulmuþluk” olarak görüp
betimledi. Ona göre, “insan sadece buradadýr, bu varoluþla idare etmek
zorundadýr. Bu olgu, týpký yukarýya çýkarmaya çalýþan, ama kaya sürekli aþaðýya yuvarlandýðý için asla tepeye ulaþamayan ve her seferinde
yeniden baþlayýp sonsuza deðin sürecek olan Sisyphos serüveni gibidir.”
Her insan bunu yaþar. Ýster bu görüþe inanýn, isterse de Arnulf Zitelmann
gibi inanmayarak, kendi yaþantýnýzý sonsuz bir mutluluklar, rastlantýlar
zincirine borçlu olduðunuz olgusuna daha yakýn bulun. Herkes yaþamýný
ilk patlamaya dayandýrabilir. Ama her þey bir bütün içinde ileriye, kendi
içerisinde ise geriye doðru koþmaktadýr. Bu da bir gerçek. Zitelmann “Þu
anda yazý yazarken parmaklarýmý hareket ettiren atom yapýlarýnýn oluþtuðu, 15 milyar yýl önce meydana gelen o üç dakikalýk kozmik sürece,
dahasý gezegenimizin üzerinde, sonunda insana ulaþan bir evrim zincirine, rastlantý ve zorunluluðun sýnýrlandýrýcý geliþimine borçluyuz”
derken, bu gerçeði vurgulamak istiyor.
Zitelmann yine ayný yapýtýnda, “Burada olmamý, yaþamýmý bugüne
kadar sürdürebilmemi sadece anneme deðil, sayýsýz insana, canlýya,
toprak anaya, onun meyvelerine, hayvanlarýna, olmasa nefes alamayacaðým oksijen yüklü havasýna borçluyum. Yaþamlarý benim hayatýmda iz
býrakan insanlara, dinlediðim müziðe, okuduðum kitaplara borçluyum
kendimi” diyor. Devamla, “Ama nerede durmalýyým? Daha doðrusu
nereden baþlamalýyým, bilemiyorum, ama sonuçta ben buradayým, birlikte ve benzersiz olarak” dedikten sonra düþüncelerini þöyle sürdürüyor: “Gelecekteki milyarlarca yýlda ben bir daha olmayacaðým, en azýndan þimdi olduðum gibi. Bizler her birimiz biriciðiz. Kendimizi buna da
borçluyuz. Kime? Ya da neye? Neden gen piyangosundaki büyük çekiliþte tutup da ben çýktým?. Trilyon kere trilyonda bir olasýlýk!. Ýstatiksel
olarak aslýnda benim olmamam gerekirdi. Buna raðmen iþte ben varým.
Hayatýmýz muazzam büyüklükteki bir rastlantýya dayanýyor. Ama din, bu
rastlantýsal varoluþumuzu bir þans haline getirmeyi, rastlantýsal bir
anlam vermeyi taahhüt ediyor”. Büyük dinlerin yaratýcýlarýndan Çinli
Laotse, Hindli Budha, Yahudi Musa ile Ýsa ve Arap Muhammet’in, yani
hepsinin dinsel felsefelerinin ortak paydasý bu olup burada din, vahþi
rastlantý olgusuna karþý geriye dönük bir sigorta gibi iþliyor. Elbette, her
insan, büyük bir olasýlýkla, yaþamýnýn herhangi bir anýnda “nereden nereye?” sorularýný kendine ve diðerlerine soracaktýr. Yine büyük bir olasýlýkla, galaksimizin ya da diðer galaksilerin herhangi bir yerindeki gezegenlerde yaþayan diðer canlýlar da belki de bu iþi yapacaklardýr. Böyle varlýklar mevcutsa ve zamaný bizim gibi algýlýyorlarsa; bu tür sorularý ve
benzerlerini sorma olasýlýklarý vardýr.
Tasavvuf, Tanrý Ve Ýnsan
Z
itelmann’a göre mistik, sözsüz dindir. Bence tasavvufun bundan
daha güzel bir tanýmý yapýlamaz. Sigmund Freud “Dinin son nedeni
insanýn çocuksu aczidir” derken Karl Marx benzeri bir görüþ sergileyerek “Din halkýn afyonudur” diyerek dini uyuþturucu bir madde olarak
nitelendirip dine sosyal bir fonksiyon yükler. Aslýnda din diðerlerinin
yanýnda masum ve biçâre kalýr. Aslýnda Marx ve benzerleri dinde “sýkýþmýþ canlýnýn iç çekiþmelerini” görmektedirler. Dahasý onlar, dinde “insanýn alçaltýlmýþ, köleleþtirilmiþ, terk edilmiþ, aþaðýlanmýþ, horlanmýþ bir
Sayý 1
varlýk haline getirildiðini” kötü toplumsal koþullara karþý sergilemeye
çalýþtýðý güçsüz bir protestosunu görüyorlardý. Freud’a göre “Her dinin
içinde bir porsiyon baþkaldýrý, dahasý güçlü bir babaya karþý gizli bir
evlat baþkaldýrýsý” vardýr. Gerçekte din, bir kucaklaþma duygusundan,
bir aþk eiapopeia’sýndan fazla bir þeydir. Tarihsel süreç versiyonunda
bütün büyük dinler bir protesto hareketi olarak baþladý. Aslýnda bütün
dinlerin kurucularý, ayný zamanda birer din eleþtirmenleri idiler. Ýþlevleri
bunlarý gerektiriyordu. Özetlersek; her dinsel dehada gizli bir din eleþtirmenliði vardýr. Çünkü þeylerin sonuçsal ufku bizim usumuzdan çok daha
büyüktür. Her dinin ve dehasýnýn ortaya attýðý görüþler gerçeðe sadece
bir yaklaþýmdýr. Ýþte Ýslamiyet’te bu din eleþtirmenlerinin büyük çoðunluðu mutasavvýflardan oluþur.
Aslýna bakarsanýz nihaî gerçek denilen bir þey yoktur. Bunun için din
kendine karþý hep eleþtirel olmalýdýr. Sonsuz gerçeklikler yoktur ve sonuçta her þey yoldadýr, henüz oluþum halindedir. Hiçbir þey þimdiden
sonuçsal olarak belirlenmemiþtir. Dahasý sonsuz gerçeklikler katildir.
Onlar kurbanlarýnýn kanlarýyla beslenirler. Dinin en iyi yaný zýndýklar
üretmesidir. XX. yy. filozoflarýndan Ernst Bloch, “Bütün din kurucularý
büyük zýndýklardý, aslýnda birer asilerdi” Din kurucularý büyük “yenilikçiler” olarak nitelendirilmelidir. Aslýnda yenilikçi olmak her dinde bulunan potansiyel ve itici bir güçtür. Bu yönleri olmasa bütün dinlerin hepsi
çoktan yeryüzünden silinip giderlerdi.
Bütün dinlerin mensuplarý hakkýnda, evrensel nitelik arzeden þu
görüþü ise ünlü filozof Voltaire bir sözünde þöyle ifade ediyor: “Kendisini baþkalarýnýn kurtarmasýný bekleyen kiþiler yalnýzca kölelerdir”
20.yy’a damgasýný vurmuþ ünlü Fransýz filozofu Jean-Paul Sartre ise
Cennet’te yasak meyveyi yiyerek gözleri açýlýp iyi ile kötüyü fark eden
Âdem ile Havva’nýn þeytan aracýlýðýyla Cennet’ten kovuluþlarýna bir
baþka açýdan bakarken: “Bakýlan olma deneyimi beni kendime geri fýrlatýyor, baþkalarýnýn bakýþý benim yargýcýmdýr. Benim tek günahým baþkasýnýn varoluþudur.” sözleriyle, verilmek istenen evrensellikleri doðruluyor. Demek ki, gözlerinin açýlmasýndan itibaren her insan giderek daha
köktenci biçimde yalnýzlaþýyor, sonsuz bir yabancý ve farklý olmaya
lânetleniyor. Tanrý’da ve özellikle de o Âdem ve Havva’nýn uygun eþi
olamaz, çünkü onlar onun sesini duyar duymaz, insan ve insan-karýsý,
Tanrý Yahova görmesin diye aðaçlarýn arasýna saklandýlar.
Þöyle ya da böyle, iþte baþta Hýristiyanlýk olmak üzere bütün tektanrýlý dinlerin insana bakýþý ve durum bu. Hatta Nobel ödüllü biyolog
Jaques Monod insanýn bu acýklý görünümünü þöyle betimlemektedir:
“Ýnsan artýk kendi yerinin bir Çingene gibi, kendi müziðine saðýr olan,
umutlarýna, acýlarýna ya da suçlarýna aldýrmayan evrenin bir kenarý
olduðunu biliyor.” Demek ki, söylediklerimizin hepsini özetlersek; insan
eþi olmayan bir yaratýktýr, dünyaya uymayan bir hayvandýr. Baþka türlüsü de zaten düþünülemez. Yoksa insan, gerçekten Tanrý’nýn bir hatasý
mýdýr, kýzarak fýrlatýp attýðý bir ucûbe midir ya da bir evrim kaçaðý mýdýr
dememiz gerekir.
Bu durum ve gerçeði gören Blais Pascal, bir matematikçi ve mistik
bir filozof olarak bu düþüncenin peþine düþüp sonuna deðin iþi sürdürüp
gidiyor ve sonunda da diyor ki: “insanýn, sonsuza kadar insanýn üzerine
týrmandýðýný kavra ve derinlemesine algýlamaya çalýþ”. Zira þu bir
gerçek ki, insan hep “kendi kendini aþmaktadýr” en azýndan bu iþlevi
gerçekleþtirmek için elinden geleni ardýna koymayacak bütün çabayý
göstermektedir. Ama henüz bir yere varamamýþtýr, yalnýzlýðý sürmektedir. Hz. Ýsa bu konuda, “Tilkilerin ini var, gökyüzü kuþlarýnýn yuvasý var,
buna karþýn insanoðlunun kafasýný koyabileceði hiçbir yeri yok” derken
insanýn bu yalnýzlýðýný, lâ-mekân oluþunu açýk ve acýklý biçimde dile
getiriyor. Bu çok trajik bir durumdur.Týpký, Beethoven’in saðýrlýðýnda
yarattýðý müziðin, onun varlýðýnda içsel olarak oluþturduðu duyuma
koþut bir görünüm sergilemekle eþ deðerli bir durumdur. Aydýnlanmacý
filozof Ýmmanuel Kant’ýn “Doða, eylemi diken haline getiren acýyý
insana yerleþtirdi, o bundan kaçamaz. Yoksa yaþamda mutlu olmak
eylemsiz bir durgunluk hali olurdu. Ama böyle bir þey, insanýn entelektüel yaþamýyla birlikte süremezdi” Aksi halde, insan doðasý itibarýyla
gerçekliðe baþka türlü dayanamaz.
Bu olanaksýzlýðý giderip karþýlayan tek þey kültür dediðimiz olgudur.
Bunun için insan, doðanýn kendisinden esirgediði þeyi, yani uyumu sonsuza kadar arama gayreti içine düþmüþtür. Ýþte kültürün tek iþlevi bu
uyumu saðlamaktýr. “Doðru söz hep eðri görünür”. Doðu, Batý’nýn araþtýrýcý, analizci görüþü karþýsýna “acýlarýn temsilcisi olma” fikrini çýkarýr.
Ama bu görüþlerden hangisinin haklý olduðu henüz yanýtlanamamýþtýr.
Aðustos 2004
Tasavvuf acýnýn kanatlarý altýnda yürür. “Acýyý bal eyleme” sloganý peþinde koþar, bu eylem daha tamamlanmamýþtýr.
Aslýnda din, birbirinden farklý görüþ, inanç, düþünüþ, yorum ve özelliklerin ritüelsel yarýþýnýn görünmez bir arenasýdýr. Orada herkes özel iç
giysilerini sergiler. Tasavvuf ise, dine karþý þiirsel, ezgisel ve romantik
biçimde sürdürülen gizli bir ayaklanmadýr. Orada çýðýr açýcýlar, yeni
soluklar öne çýkar, bayrak olur. Zamanla da bütün deðiþiklikler kendi
içinde kemikleþir, sarmallaþarak donar. Bunun için, bütün dinler, bir
mezhepler, tarikatlar ve benzeri görüþ ve inançlarýn bir kombinezonudur,
yamalý bohçasýdýr, mozaikler atlasýdýr. Dini bu durumunda yakalayan,
onu bu donukluktan, karýþýk labirentlerinden, bunaltý ve boðuntularýndan
kurtarmaya çalýþan uzun yol mistisizmdir, tasavvuftur. Bunalan insan bu
kez de kendini bu dipsiz kuyuya, engin denize attý, kendini içinde yine
hep kendisinin olduðu bir sonsuz ummanda buldu, kurtuluþunu orada
aradý. Bu bir tür sonsuzluk deniziydi. Ýlk bulduðu noktadan, acayip
yarýktan sýzýp gitti. Bu yarýk tasavvuf deliðiydi, özgürlüðe açýlan pencere, kurtuluþa taþýyan bir gemi idi, pek öyle karýþaný, görüþeni de yok
gibiydi. Birden kendisini “baký körlüðü”nden kurtulmuþ olarak görmeye
baþladý. Ýþin en güzel yaný burada, insan hep kendi kendineydi, hep içiyle
meþguldü, uç kurgulamalar serbest býrakýlmýþtý, yaratýcýlýk, içsel gücün
önceliði ve yüceliði kiþiye bir tür haz verme kaynaðý idi. Özgün ve derinlik ummanýnda her þeyi kutsallýk boyasý ile boyamak elinizdeki bir fýrsattý. Kýsaca her türlü þekle, kesin baðlayýcý yargýlara, dogmalara bir
anlamda karþý çýkmanýz böyle bir ortamda olanaklý hale gelmiþti.
Tasavvuf her yönüyle bir depremdir, ayaklanmadýr, ama þiddeti ve derinliði tamamen size býrakýlmýþ bir olgu da diyebiliriz ona. Kendini ve
evreni kendi varlýðýnýzda fethetme olayýdýr bu. Bir tür iþgaldir, statükonun sonudur.. Her sözcükte kendini görme ve tanýma iþidir bu. Baþtan
sona deðin hep bir çýkýþ olarak gözükür. Yöntemleri hep orijinal ve marjinal olmaya yöneliktir. Kendini ve konularýný taným çerçevesine sýðmayacak biçimlerde sunmayý sever. Bütün körlüklere karþý çýkar, bilinmezliklere koþarken yeni bilinmezlikler yaratmaktan da geri durmaz. Sýnýr
tanýmaz, duvarlarý yýkmayý, surlarý ve sýnýrlarý aþmayý görev sayar.
Aslýnda o, insanlýðýn en eski bir süreði olduðu kadar, durmadan da kendini yenileyen bir düþünme biçemidir. Hep içseldir, gizlilik örtüsüyle
örtünür, ama çarþaf altýnda hep çýrýlçýplak gezer, bundan da çekinmez.
Kendi içinde kendini, Tanrý içinde yine kendini arar. Ýnsan-ý kâmil
yetiþtirmek, yani insan mükemmeliyeti tüm tasavvuf araþtýrmalarýnýn
merkezidir. Her mistik evreni bu odaktan görüp anlamlandýrýr. Her þeye
kendi damgasýný vurur, o bir tür özgünlük ekolüdür. Uçlarda yaþar ve
uçlarda bir çekiþme biçimlendirir. Giderek antik ve klasik öðelerin
göbeðinde yeni etikler oluþturur. Tasavvufta durgunluk yoktur, o potansiyel enerjilerin ana deposudur. Ona göre her yer mabettir, o mabette
evrenin ve insanýn kitabý bir yandan yazýlýrken bir yandan da okunur.
Çaðdaþ perspektivizmin, nihilizmin ve kutsallýðýn insanda yatan kökleri üzerine uç kurgulamalarýn oluþturduðu gerçeði ve bilinmeyeni yükleyerek ayný deðirmene taþýyýp öðüterek un etmek kolay olsa bile, piþirip
ekmek etmek ve bunu diðerlerine benimsetip sevdirerek yedirmek hayli
emek isteyen bir iþ ve iþlem manzumesidir. Unutmayalým ki, büyük kurgular kendini hep Tanrý yerine koymayý sever. Tasavvufta da bu özellik
vardýr, ama gizlemeyi sever. Her þeyin içine dalmayý, her çiçekten bal
almayý, kuralsýz çýplak gezmeyi, bilinmezleri çözmeden bilmeyi en çok
sezip algýlayan tasavvuftur. Bunlarý gizlerin sultaný tasavvufa sormak
gerekir. Herkesin dogmacýlýðý kendiyle sýnýrlýdýr dersek, bu görüþe daha
çok yaklaþmýþ oluruz. Demek ki; tasavvuf baðlamýnda bütün dinler,
inançlar, mezhep ve tarikatlar aynýdýr. Musa’nýn, Ýsa’nýn, Muhammet’in,
Budha’nýn farký bitmiþtir. Böyle bir ortamda kimse kimseden ayýrtýlamaz, herkes birdir, giysiler atýlmýþtýr, iþ çýplaðýn türküsünü söylemeye
kalmýþtýr. Yine bu baðlamda, arzunun ýþýðý muhabbetin ýþýðýdýr. Muhabbetin bolluðu ise düþkünlük ýþýðýdýr. Arzu, düþkünlük ýþýðý sayesinde
kalpte kaynar. Yaratan, insanýn gönlündeki bu lambayý yaktýðýnda,
insanýn kendisi de bu lamba ile birlikte yanar, yanýp bitene kadar da
coþkuyla yanar, acý, sancý duymaz. O sönerse insan boþ kovana döner,
enerjisi biter, boþ bir çuval olur, Allah’ýn ýþýðý kimi terk ederse o karanlýkta kalýr. Ýslam’ýn büyük vicdanlarýndan Bistamlý Bâyezid’e sordular:
“Kâbe’yi ziyarete neden gitmiyorsun?”. Elini kalbinin üstüne koyarak
yanýt verdi: “Tanrý, o sizin dediðiniz eve, yapýldýðýndan beri hiç gitmedi;
ama bendeki þu evden, yapýldýðý günden beri hiç çýkmadý. Siz esas bu evi
kutsal tutun!”
Lamý cimi yok, iþte tasavvuf budur.
11
BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP
Büyük Ortadoðu Projesi
Vahap Erdoðdu
BÖLÜM 1
1. BOP’un Tarihsel Kökeni
“Orta Doðu” coðrafi bir terim olmaktan çok siyasal bir kavram olarak
algýlanagelmiþtir. Ýngiltere’nin 1. Dünya Savaþý sýrasýnda bu bölgede
kurduðu “Ýngiliz Orta Doðu Komutanlýðý” adýndan kaynaklanmaktadýr.
Coðrafi anlamda Yakýn Doðu olarak bilinen Yunanistan, Bulgaristan,
Türkiye ve Mýsýr’ý da kapsayan bu bölge, klasik anlamda Arap Yarýmadasý, Mezopotamya, Ýran ve Afganistan coðrafyasýný içerir.
Birinci ve Ýkinci paylaþým savaþlarýnýn ana hedefi olan Orta Doðu
adýyla anýlan bu yapay ayýrýmýn temel nedeni, bölgenin, dünyanýn en
zengin petrol ve doðal gaz yataklarýna sahip olmasý ve kültürel, dinsel
ortak bir tarihsel yazgýyý paylaþmýþ olmalarýdýr.
Üç kýtanýn kavþaðýnda yer alan Orta Doðu, Avrupa sömürgeciliðinin
gündeme gelmesiyle birlikte stratejik önemi de artarak bugünkü “Büyük
Orta Doðu Projesi”nin, bir baþka anlatýmla ABD emperyalist dünya egemenliðinin, temel amacý haline gelmiþtir.
Orta Doðu tarihi, güçlü bir deniz gücünün desteði ile bölgede saðlanabilecek bir egemenlik karþýsýnda dünya ölçeðinde üstünlük saðlamanýn pek kolay olmadýðýný tanýtlamaktadýr. Napoleon da, Hitler de Orta
Doðu’ya egemen olmadýkça, ciddi bir dünya gücü olunamayacaðý gerçeðini kavramýþlardý.
Geçtiðimiz iki yüzyýlda Britanya Ýmparatorluðu en temel politikalarýný Orta Doðu’ya dayandýrmýþtý. Ýngiliz ordusunun Britanya Adasý’nýn
savunmasýndan sonra ikinci görevinin Orta Doðu’yu savunmak olduðu,
devletin temel politikasý olarak benimsenmiþti.
ABD’nin uluslararasý politikasýna kýrk yýldan beri damgasýný vuran
Zibigniew Brzezinski ünlü Satranç Tahtasý kitabýna “Beþ yüz yýl kadar
önce kýtalar siyasal olarak karþýlýklý etkileþmeye baþladýklarýndan buyana, Avrasya dünya iktidarýnýn merkezi olmuþtur.”, saptamasýyla baþlýyor.
Bu doðru bir saptamadýr. Ama Avrasya’nýn merkezi de Orta Doðu
olmuþtur. Orta Doðu’nun kalbi ise Mezopotamya’dan baþlayýp Filistin
ve Suriye’yi içerisine alan coðrafyadýr. Bu bölge, jeopolitik önemini binlerce yýldan beri koruyagelmiþtir. Mýsýr firavunlarýndan Pers Ýmparatorluðu’na, Roma, Bizans imparatorluklarýna, Arap Ýslam Ýmparatorluðu’ndan Osmanlý Ýmparatorluðu’na, Ýngiliz, Fransýz sömürgeciliðine kadar
bütün küresel güçler bu bölgeyi ellerinde tuttuklarý sürece kýtasal egemenliklerini koruyabilmiþlerdir.
Bu tarihsel gerçek günümüzde de geçerliliðini korumaktadýr. ABD
imparatorluðunun kýtalararasý gücünü korumak için, bu bölgeyi ve ona
baðlý olarak Afganistan’a uzanan bölgeyi kayýtsýz þartsýz elinde tutmayý
istemesi bu yüzdendir. Bin Ladin’in teröristliði, Saddam’ýn diktatörlüðü
bu politikalarýn araçlarý olduklarý sürece, ABD’nin umurunda bile olmamýþtýr.
ABD’nin Avrasya politikasý 19. yüzyýlýn ikinci yarýsýnda baþlar.
Bölgedeki ülkelerde misyonerlik okullarý ve gayrimüslim unsurlarla (genellikle de Ermenilerle) olan baðlantýlarý, Yirminci Yüzyýl’ýn baþlarýnda
Baðdat demiryolu projesi (Chester Projesi) ile netlik kazanýr. Bölgedeki
Ýngiliz, Fransýz etkinliði, özellikle petrolün öneminin artýrmasýyla gizli
bir rekabete dönüþür.
Arap-Amerikan Petrol Þirketi (Standard Oil ile Teksas þirketinin
ortak giriþimi) 1 Mayýs 1939’da Ýran Körfezi’ndeki Ras Tamura derin su
limanýnýn açýlýþýný yaptý. Bu kutlama Arap petrolünün ilk kez uluslararasý
piyasaya açýlýþýný simgeliyordu. Cidde, Mekke ve Riyat’tan çölü aþarak
gelen iki binden fazla konuðu 4000 otomobil taþýmýþtý. Kral Ýbni Suud,
krallýk ailesinden on yedi kiþi, dört bakan, dört yüz kiþilik muhafýz gücü
ile törene katýldý. Dahran’da 350 çadýrda konuklar aðýrlandý. (John A. De
NOVO, American Ýnterest and Policies in the Middle East, The University of Minnesato Press, 1963, p. 167).Bu tören ABD’nin Orta Doðu
petrollerinde söz sahibi oluþunun tarihi olarak ilanýdýr.
12
Ýkinci Dünya Savaþý, küresel politikalarýn belirlenmesinde Avrupa’nýn egemenliðini sona erdirdi. ABD Orta Doðu’da Ýngiltere’nin egemenlik mirasýný devralmýþtý. Egemenlik savaþýmý ABD ile Sovyetler arasýnda sürdürüldü.
Ýkinci Dünya Savaþý’nýn sonuna gelindiðinde ABD Irak Petrol Þirketinin dörtte birini, Suudi Arabistan ve Bahreyn petrolünün tümünü,
Kuveyt petrolünün yarýsýný, Ýran petrolünün yüzde kýrkýný ele geçirmiþti.
ABD bir yandan bölgedeki Ýngiliz petrol þirketlerine ortak olurken,
bir yandan da ABD þirketleri petrol kaynaklarýný kontrol altýna alýyordu.
Orta Doðu’daki ABD-Sovyet rekabetinde Sovyetler ilerici, demokrat, laik ulusalcý hareketleri desteklerken, ABD en gerici, en tutucu, en
baskýcý rejimlerin arkasýnda duruyordu: Bu gericiliðin ideolojik temeli
Ýslam’a dayandýrýlýyordu.
Sömürgeciliðin Geleneksel Aracý: “Ýslam”
1671’de Alman filozofu ve matematikçisi Leibniz, Fransýz Kralý XIV.
Luis’ye bir mektup göndermiþti. Mektubun baþlýðý Consilium
Ægyptiacum (Mýsýr’a dair Öðütler) idi: “Mýsýr’ýn fethini öneririm...
Mýsýr’a sahip olmak, Doðunun en zengin topraklarýna en kýsa yolun
kapýsýný açacaktýr.” Bu öneriyi yüz yirmi beþ yýl sonra Napolyon hayata
geçirmek isteyecekti.
Napolyon Mýsýr’a Ýslam’ý kurtarma kimliði ile gelmiþti. Kimden kurtaracaktý Ýslam’ý? Hýristiyan Ýngiliz sömürgecilerinden. “Ýslam kurtarýcýsý” Napolyon, 19 Mayýs 1796’da 38 asker, 4 gemi ile Toulon’dan hareket etti. Akdeniz’i geçerek 1 Temmuzda Ýskenderiye’ye ulaþtý. Ertesi gün
kenti ele geçirdi. Napolyon Memlükler’le yaptýðý bu savaþta 10 ölü 30
yaralý vermiþti. Memlükler ise iki binden fazla asker, dört yüz deve, elli
top kaybetmiþlerdi.
“Kurtarýcý” beraberinde bilimadamlarý, modern Avrupa edebiyatýndan oluþan zengin bir kütüphane, bilimsel araþtýrmalar için bir laboratuar, Arapça metinleri basacak bir matbaa getirmiþti. Batý’nýn bilimsel ve
lâik düþüncesi geri Ýslam dünyasýný aydýnlatacaktý! Napolyon kendisini
Mýsýr’a uygarlýðýn ve aydýnlanmanýn taþýyýcýsý olarak sunuyordu.
Memlükler’i yendikten sonra yayýnladýðý Arapça bildiride, Napolyon
Mýsýr’ý yabancý egemenliðinden kurtarmak için geldiðini, Ýslamiyet’e
çok saygýlý olduðunu belirtiyor, “Buraya haklarýnýzý elinizden alan iþgalcilerden sizi kurtarmaya geldim. Ben Memlükler’den daha çok Tanrý’ya
tapýyorum. Muhammet’e ve Kuran’a onlardan daha çok inanýyorum.
Allah katýnda herkes eþittir. Onlarý birbirinden ayýran akýl, erdem ve
bilimdir”, diyordu.
Napolyon “kurtarýcýlýðýný” tescil ettirmek için El Ezher þeyhinden
fetva istedi. Þeyh, Napolyon’un þarap içtiðini ve sünnetsiz olduðunu,
þarabý býrakýp, sünnet olursa fetva verebileceðini söyledi. Napolyon hasta
olduðunu, doktorlarýn þarap içmesini zorunlu kýldýklarýný gerekçe gösterdi. Napolyon fetvayý alamamýþtý ama pek çok Müslüman’ý “mümin” bir
Müslüman olduðuna inandýrmýþtý.
Napolyon Süveyþ’te üstlenerek Ýngilizlerin Hindistan yolunu kesmek, oradan da Osmanlýlar’a saldýrarak Orta Doðu’yu denetim altýna
almak istiyordu.
Bu amaçla Kýzýl Deniz’i Akdeniz’e baðlayacak olan Süveyþ projesini gerçekleþtirmek üzere mühendisler de getirmiþti. Ne ki mühendisler
Kýzýl Deniz’in seviyesinin Akdeniz’in düzeyinden 15 cm kadar yüksek
olduðu (!), kanal açýlýnca Okyanus sularýnýn Akdeniz’e akacaðý sonucuna varýnca, projenin gerçekleþmesinden vazgeçildi. Fransýz matematikçi
Laplace bu görüþlere karþý çýkmýþtý ama sözünü dinletememiþti. Oysa
Osmanlýlar daha 1568’de yani 250 yýl önceden Süveyþ ile Kýzýldeniz’i
birleþtirecek projeyi hazýrlamýþlar, öte yandan 1567’de Volga ile Don’u
birleþtirecek kanalý da kazmaya baþlamýþlardý.(*)
Sayý 1
BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP
Batýlý büyük güçlerin Orta Doðuyu rekabet alaný haline getirmesi bu
olayla baþladý. Beþ yüz yýldýr Hýristiyan dünyasýna karþý Ýslam dünyasýný
koruyan Osmanlý, Ýslam coðrafyasýnýn bu en yumuþak karnýndan hançerleniyordu.
Napolyon’un hayallerini þarap içmeyen, sünnetli bir Boþnak yýktý.
Cezzar (Kasap) Ahmet Paþa Akka Kalesi eteklerinde, Ýngilizler’in de
desteði ile Napolyon’a yenilginin þarabýný sundu. Bu yenilgi Vaterlo’nun
da habercisiydi.
Birinci Paylaþým Savaþý Büyük Orta Doðu’nun
Paylaþým Savaþýydý
Osmanlý Ýmparatorluðu’nun Birinci Paylaþým Savaþým sonunda tarih
sahnesinden silinmesinden sonra Ýslam dünyasý, sembolik de olsa, manevi önderinden yoksun kalmýþtý. Bu nedenle gözler Anadolu’da kývýlcýmlanan kurtuluþ hareketine çevrilmiþti. Tehlikeyi sezinleyen emperyalist
güçler, karþýt bir hareketi oluþturmakta gecikmediler. Ulusal kurtuluþçu
hareketlerin karþýsýna “Ýslamý” çýkardýlar.
Yeni Cumhuriyet kurulurken lâik, ulusalcý bir devlet amaçlanýyordu.
Çünkü bir din olmanýn ötesinde bir yaþam biçimi de olan Ýslam, devletin
oluþumundan uzak tutulmadýðý sürece, uluslaþma süreci tamamlanamazdý. Kuruluþtan sonra ardarda gelen devrimler bu amaca yönelmiþti.
Halifeliðin kaldýrýlmasýnýn ardýndan tekkeler, zaviyeler, tarikatlar
yasaklandý. Bireyi yurttaþ yapan çaðdaþ bir medeni kanun kabul edildi.
Eðitim birliði yasasý ile laik eðitim düzeni kuruldu. Harf devrimi yapýldý.
Kýlýk kýyafet yasasý çýkarýldý. Ýslam coðrafyasýnda laik, ulusalcý, halkçý,
demokratik, anti-emperyalist bir Türkiye Cumhuriyeti böyle oluþturuldu.
Bu devrimlerin en baþýnda, dört yüz yýl boyunca Ýslam dünyasýný
temsil eden halifeliðin kaldýrýlmasý geliyordu. Halifeliðin kaldýrýlýþý,
Ýslam dünyasýný karþýt iki kampa ayýrmýþtý.
Dini liderini yitirmiþ, baþsýz kalmýþ bir Ýslam dünyasý. Bu dünyanýn
liderliðini Ýngilizler’in desteðindeki Hicaz Emiri Hüseyin çekiyordu.
Emir Hüseyin halifeliði Hicaz’da yeniden canlandýracak, bu kutsal
kurum yeniden ana topraðýna dönerek Arap yarýmadasýnda büyük Ýslam
imparatorluðunun temellerini atmýþ olacaktý.
Orta Doðu Gericiliðinin Baþ Destekçisi ABD
Daha da önemlisi, Kemalist hareketin Ýslam dünyasýnda kývýlcýmladýðý
ulusalcý, laik, anti-emperyalist hareketleri ezebilmenin yolu böyle açýlmýþ olacaktý. Gerçekten de Malezya’ya kadar uzanan Ýslam coðrafyasýnda Mustafa Kemal örneði þu ya da bu boyutta laik, ulusalcý hareketlere
örnek oluyordu.
Türk laisizmi, Ýslam tarihinin en büyük reform hareketidir. Bu laisizmin temeli Kemalist ideolojiye dayanýr. Bu baðlamda Mustafa Kemal,
20. Yüzyýlýn en büyük devrimcilerinden biridir. Mustafa Kemal bu yönüyle, yalnýzca ulusal boyutlarda deðil, uluslararasý boyutlarda da, özellikle de Ýslam dünyasýnda, ulusal kurtuluþ hareketlerinin esin kaynaðý olmuþtur.
Örneðin Libya Sunisi þeyhinin önderliðinde ulusalcý Arap liderleri
1921’de Sivas’ta sömürgenlere karþý savaþým yollarýný saptamak üzere
bir toplantý düzenlemiþlerdi.
Kemalist Türkiye’nin öncü niteliðini iyi kavrayabilmek için, Mustafa
Kemali örnek almýþ iki önemli lideri de anmakta yarar var.
Bunlardan biri komþumuz Iran’dadýr. Iran’da Rýza Han 1925’te ulusalcý, anti-emperyalist bir söylemle iktidara geldi. Ýngilizler Rýza Han’a
karþý kuzeyde Kürt aþiretlerini, güneyde Arap aþiretlerini harekete geçirdi (ayný tarihlerde Doðu Anadolu’daki Þeyh Sait hareketini anýmsayalým). Rýza Han bu hareketlerin baþlamasýnýn ardýndan, önce güçlü bir
ordu oluþturdu. Ardýndan, ulaþým sistemini geliþtirdi, yeni demiryollarý
döþedi. Çay ve þeker üzerine tekel kondu. Dinsel ayrýcalýklarý kaldýrdý,
tarikat mallarýna elkoydu. Çaðdaþ bir ilk ve orta öðretim düzenine geçildi. Kýz ve erkek öðrenciler ayný sýnýflarda öðrenim görmeye baþladý.
Kadýn haklarýný geniþletti. Peçeyi yasakladý. Yurt dýþýna öðrenci gönderdi. Ancak bu atýlýmlarý kalýcý kýlacak alt yapýyý oluþturamamýþtý. Yönetim
kiþisel gücüne dayanýyordu. Giderek artan despotluðuna emperyalist tertipler de karýþýnca sonuç alýnamadý. Ýran gerici-emperyalist ittifaka teslim oldu.
Aðustos 2004
Ýkinci bir örnek de Emanullah Han’ýn Afganistan’ýdýr. Emanullah
Han Kemalist hareketin ödünsüz izleyicilerinden biri idi. Bütün yetiþkinlere oy hakký saðlayan bir anayasa yaptýrdý. Bu anayasa kadýnlara oy
hakký tanýyan ilk anayasa idi. Peçeyi yasakladý. Erkeklerin Batýlýlar gibi
giyinmelerini özendirdi. Kâbil okullarýnda karma eðitim baþlattý. Batýya
eðitim için öðrenci gönderdi vb...
Bu geliþmelerden endiþe duyan Ýngiltere, Han’ý devirmek için harekete geçti. Yeni Delhi Elçiliði’ne danýþman olarak atanan o ünlü T. E.
Lawrence, Kerim Þah adý altýnda bir Arap âlimi kimliði ile Afgan kabile
reislerini satýn aldý.Kýsa sürede dinci bir muhalefet oluþturdu. Bilinçli bir
kadýn haklarý savunucusu olan Emanullah Han’ýn eþi Prenses Süreyya’nýn montajla deðiþtirdiði “çýplak” fotoðraflarýný aþiretlere daðýttý.
1929 yýlýnda kral bir darbe ile devrildi.
ABD, Orta Doðu’da egemenliði Ýngiltere’den devralýrken, Ýngiliz
sömürgeciliðinin geleneksel politikalarýný da devralmýþ oluyordu:
Toplumun en geri, en tutucu kesimleriyle iþbirliði. Mýsýr’da Nasýr’a karþý
Müslüman Kardeþleri, Endonezya’da Sukarno’ya karþý Sarekat-i Ýslamý,
Pakistan’da Butto’ya karþý Cemaat-i Ýslami’yi, Afganistan’da laik-komünist Necibullah’a karþý Taliban’ý, Ýran’da demokratik, ulusalcý muhalefeti susturmak için Þah’ý destekledi. Mollalar’ýn hareket alanlarýný
geniþletti. Petrolü ulusallaþtýrmak isteyen Musaddýk’ý devirmek için
CIA’nin gerici mollalara 5 milyon dolar daðýttýðý ABD resmi belgeleriyle tanýtlanmýþtýr. Demokratik yoldan iktidara gelen ve Þah Rýza
Pehlevi’yi tahtýndan indirerek Ýran’ý terketmeye zorlayan Musaddýk’ý
devirip yerine 15 yýl kanlý diktatörlüðünü kuran Þah’ý geri getirmiþtir.
Irak’ta Ýslamcý bir grup yoktu. Komünistler ve demokratlarýn ülkede
belirli bir aðýrlýðý vardý.O nedenle Baas Partisi içerisindeki bir kesimi
hareket geçirerek, komünistleri ve petrol iþçileri sendikasý iþçilerini saf
dýþý etmek görevini Saddam’a vermiþti.
1967 zaferi sonrasý Ariel Sharon 1971’de, Ýsrail’e karþý gerilla savaþý
vermek üzere yeniden örgütlenen FKÖ’yü kanlý bir biçimde ezmesinin
ardýndan, geçtiðimiz günlerde Sharon’un füze ile öldürdüðü, Þeyh
Ahmet Yasin, Mujamah adý altýnda Ýslamcý bir örgütlenmeye giriþti.
Örgüt önceleri gençlik kulüpleri, spor tesisleri, saðlýk klinikleri, Kuran
okullarý açtý. Müslüman Kardeþlerle iþbirliðine giren örgüt, petrol zengini Arap ülkelerinden destek saðlamakla kalmadý, Ýsrail’den de maddi
destek gördü. Ýsrail Þeyh Ahmet Yasin’in örgütünü destekleyerek,
FKÖ’ün gücünü azaltmak istiyordu. Bu örgütlenmeye paralel olarak
Seyyit Kudup’un ideolojisini izleyen Ýslami Cihad Örgütü kuruldu.
Hamas (Ýslam Devrimi Örgütü) bu iki örgütün üyelerinden oluþturuldu.
Burada yeri gelmiþken Seyyit Kutup’un Müslüman Kardeþler
Örgütü’nün en önde gelen ideoloðu olduðunu, Ýngiliz gizli servisi ve
CIA desteðiyle Nasýr’a karþý düzenlenen suikasta katýldýðý için idam
edildiðini belirtelim.
Seyyit Kutup’a göre, Batýlý güçler M. Kemal’i Ýslam’dan kurtulmak
için baþa geçirmiþlerdi. Öteki Ýslam ülkeleri Türkiye örneðini izlemedikleri için Nasýr’ý desteklemiþlerdi.
Seyyit Kutup, dindarlarla laiklik taraftarlarýnýn ayný toplumda yaþamalarýnýn olanaksýz olduðunu söylüyordu. O nedenle Müslümanlar bu
tür yönetimleri devirmekle yükümlü idiler. Komünizm tanrýtanýmazdý,
demokrasi Tanrý nizamýnýn gaspetilmesiydi. Bütün bunlar cahiliyenin
göstergeleriydi. Tanrý’nýn yerine insanlýða tapmaktý. Muhammet zamanýnda “cahiliye” bilgisizlikten kaynaklanýyordu, þimdiki cahiliye ise
Tanrý’ya bilinçli baþkaldýrýþtý. (Karen Armstrong, The Battle For God,
New York 200, s. 244).
Petrol dolarlarýyla Ýslam dünyasýnda desteklenip, laik, demokratik,
ulusalcý hareketlere karþý kullanýlagelen Müslüman Kardeþler Örgütü,
Orta Doðu’da Anglo-Amerikan politikalarýnýn uygulanmasýnda en etkili
örgüt kimliðini kazanmýþtýr. 1982’de Suriye’de, Hama’da ayaklanan
Müslüman Kardeþler 10 bin insanýn yaþamýna malolmuþtur.
Örgüt, 1981’de Enver Sedat’ý öldürdü. Sedat’ýn yerine geçen Mübarek radikal Ýslamcýlar’a pek çok ödün vermesine, af çýkarmasýna karþýn,
bu örgütün kanlý eylemlerinin önüne geçemedi. 1987’de eski içiþleri
bakanýný, al-Musava adlý haftalýk derginin baþyazarýný öldürdüler. 1990
Ekiminde Parlamento Baþkaný Rýfat Mahcup’u öldürdüler. 1992’de laikliðin önde gelen savunucularýndan Faraj Fo’yu öldürdüler. 1997’de
Luxor’da, çoðu turist olmak üzere 58 kiþiyi öldürdüler.
13
BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP
1979’da Zülfikâr Ali Butto’yu devirip düzmece gerekçelerle (üçe
karþý dört oyla) idam ettiren Ziya-ül Hak, þeriat yasalarýný uygulayacaðýný ilan etmiþti. Ziya-ül Hak gerekçesini þöyle özetlemiþti: “Pakistan
Ýsrail’e benziyor, ideolojik bir devlet. Ýsrail’den Yahudiliði alýn, göreceksiniz kâðýttan bir þato gibi çökecektir. Pakistan’dan da Ýslam’ý alýn ve
onu laik bir devlet yapýn, çöker”. Bu uygulamaya göre bir kadýnýn ýrzýna
geçildiðinin kanýtlanmasý için dört erkeðin tanýklýðýna gerek vardý. Suud
ve CIA paralarýyla ülkede 2500 medrese açýlmýþtý. Yoksul halk çocuklarý
buralarda yediriliyor, giydiriliyor, eðitiliyordu. Taliban’ýn kadrolarý bu
medreselerde yetiþtiriliyor, buradan Afganistan’a gönderiliyordu.
Pakistan ordusu içerisinde Ýslamcý radikalizm yaygýnlaþtýrýlmýþtý. Ancak
kitlesel destek bulamamýþlardý. Seçimlerde yüzde 2-3 oy alabiliyorlardý.
Afganistan’da savaþan mücahitler CIA pasaportu saðlanarak Amerikaya getiriliyor, Newyork’ta Brooklyn’de kurulan Al-Kifah kampýnda
eðitiliyorlardý. O dönemlerde Pakistan Devlet Baþkaný olan Benazir
Butto, baba Bush’a “bir Frankeþtayn yaratýyorsunuz” uyarýsýný yapmýþ
ama bir yanýt alamamýþtý.
Bu mücahitler ABD’de de boþ durmadýlar. Kampýn lideri El Said
Nasýr, Marrot otelinin salonunda herkesin gözleri önünde fanatik bir
Yahudi’yi öldürdüðünde, yakalanýnca, evinde büyük binalarý tahrip edebilecek bomba yapýmýna iliþkin bilgiler, Empire State Building ve Dünya
Ticaret Merkezi’nin fotoðraflarý bulundu. ABD polisi olayý geçiþtirdi.
1993’te bir tona yakýn patlayýcý yüklü bir minibüs Dünya Ticaret
Merkezi bodrumunda patladý. 6 kiþi öldü 1000 kiþi yaralandý. Yakalananlarýn Kör Ýmam olarak bilinen Þeyh Ömer Abdurrahman’ýn müritleri
olduðu saptandý. Amerika’daki camilerde imamlýk yapan Þeyh Abdurrahman, Enver Sedat cinayeti ile ilgisi belirlenince CIA yardýmýyla
ABD’ye kaçýrýlmýþtý.
Dünya Ticaret Örgüt binasýnýn bombalanmasýnýn tertipçilerinden
Remzi Yusuf ve ayný daireyi paylaþan Abdul Hamit Murat, Papa’ya
suikast ve Amerikan havayollarýna yönelik saldýrý planlarýný gerçekleþtirmek üzere yaptýklarý bombalarýn patlamasýyla içeride yangýn çýkýnca yakayý ele vermiþlerdi. Murat ABD’de pilotluk dersi almýþtý. Bu ikili
bir uçaðý patlayýcýlarla doldurarak, CIA merkezini ve bazý nükleer kompleksleri hedeflediklerini söylemiþlerdi.
2. BOP’un Gerekçeleri
Büyük Orta Doðu Projesinin coðrafi kapsamý Kuzey Afrika’dan baþlayýp
Çin Seddi’ne dayanmaktadýr. Kafkasya, Somali, Arabistan Yarýmadasý,
Türkiye, Ýran, Pakistan, Afganistan bu projenin içerisindedir. Bir baþka
anlatýmla bütün bir Ýslam dünyasý bu projenin temel hedefidir. Projenin
ana ilkeleri þöyle sýralanabilir:
a) ABD dünyanýn tek egemen gücüdür.ABD’nin askeri gücünün karþýsýna durabilecek hiçbir küresel güç yoktur.Birleþmiþ Milletler’e üye
187 ülkenin 100’ünde askeri üs kurmuþtur. Roma “Ýmparatorluðunun
doruk noktasýna ulaþtýðý dönemde merkez dýþýna yayýlmýþ Romalý askerlerin sayýsý üç yüz binden az deðildi... 1996’da çok daha kalabalýk bir
nüfusa sahip olan üstün güç Amerika’nýn, egemenlik alanýnýn dýþ noktalarý, denizaþýrý ülkelerdeki 296 000 profesyonel askerle” korunmaktadýr.
(Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtasý, s. 13). Üstelik en büyük
rakibi Sovyetler tek bir kurþun atýlmadan tarih sahnesinden silinmiþtir.
ABD dünyanýn tartýþmasýz en büyük askeri gücü deðil, ayný zamanda dünyanýn en büyük savaþ ekonomisinin de sahibidir.
I. Dünya Savaþý ile birlikte, askeri amaçlarla tüketilecek mallarýn üretimi önem kazanmaya baþlamýþtý. Kapitalist ekonomiler savaþa baðýmlý
hale geldi. II. Dünya Savaþý ile bu baðýmlýlýðý daha da güçlendi.
Bugün ABD ekonomisi önceden olduðu gibi, dünya pazarýnda baskýn
bir ekonomi deðildir. Dünyanýn ürettiði ürünler ABD pazarýndadýr. Bu
durum, ABD’yi korumacý olmaya zorlamaktadýr. ABD bu zaafýný silah
ticareti ile gidermektedir. Dünya pazarlarýnda ABD mallarýnýn pek çok
rakibi oluþmuþtur. Yalnýzca askeri güç ve askeri teknoloji alanýnda rakibi yoktur. Bu rakipsizliðini sürdürebilmek için, Avrupa’nýn kendinden
baðýmsýz askeri bir güç olmasýný hiçbir zaman istememiþtir. ABD silah
sanayi barýþçýl dönemlerde geliþmesini durdurmamýþ, tam tersine daha da
geliþtirmiþ ve büyütmüþtür.
ABD’nin 2003 yýlý savunma bütçesi 355 milyar dolardý. Bu, Çin,
Rusya, Hindistan, Almanya, Fransa savunma bütçelerinin toplamýndan
14
daha fazladýr. Buna askeri yardým harcamalarý da eklenince dünya toplamýnýn yüzde 80’nine ulaþmakta, Afganistan için harcanan 100 milyar,
Irak için harcanan 100 milyar da eklenince 2003 yýlý savunma bütçesi
Türkiye’nin yýllýk ulusal gelirinin üç katýný bulmaktadýr. ABD ulusal
toplam üretiminin dörtte biri askeri amaçlý ürünlerdir. ABD’nin bir uçak
gemisinin silah gücü, orta büyüklükteki pek çok devletin silah gücünden
daha fazladýr.
ABD’nin 2001 yýlý savunma bütçesi 343,2 milyar, 2003 yýlý 382,2
milyar, 2004 yýlý 400 milyar dolardýr. Afganistan ve Irak’ta harcananlar
bu rakamlarýn dýþýndadýr.Irak savaþý haftada 3.5 milyar dolara malolmaktadýr. Bush’un “teröre karþý savaþ” ilan ettiði 2001-2003 döneminde askeri harcamalar yüzde 36 artýþ göstermiþtir.Ayný yönetim 2004-2010
dönemindeki askeri harcamalarý 2,7 trilyon dolar olarak öngörmüþtür.
Dünyanýn en büyük 10 silah tekellerinin 7’si ABD kökenlidir. 2003
yýlýnda ABD silah tekellerinden 70 milyar dolarlýk silah almýþtýr. Uluslararasý silah ticaretinin yüzde 46’sý ABD tekellerinin elindedir.
Bir ülkenin örneðin sivil havacýlýðýný güçlendirmek için devlet yardýmlarýna baþvurmasý, Dünya Ticaret kurallarýna aykýrýdýr. Ama Pentagon’un askeri uçak üretimi ve ticaret yapan tekellere çeþitli biçimde
destek aktarmasý Dünya Ticaret Örgütü’nün kurallarýna aykýrý deðildir.
Bunlar “ulusal güvenlik” kapsamýnda kabul edildiði için bu kurallarýn
dýþýnda tutulmaktadýr.
Aslýnda hiçbir uluslararasý kural ABD çýkarlarýnýn dýþýnda olamaz.
Amerika dünyadýr, dünya da Amerika’dýr. Amerikanýn çýkarlarý dünyanýn çýkarlarýdýr.Bu çýkarlara karþý gelenleri, ya da bu çýkarlar doðrultusunda hareket etmeyenler ABD’nin evrensel adaletine hesap vermek
durumundadýr
ABD’nin müdahaleci politikalarýnýn temel mantýðý budur. 1890’dan
günümüze kadar, Uzak Doðudan Orta Doðuya, Avrupa’dan Latin Amerika’ya, irili ufaklý 135 müdahale gerçekleþtirmiþtir. ABD’nin müdahalede bulunmadýðý Latin Amerikan ülkesi yok gibidir. 1973’te demokratik
bir seçimle iktidara gelen Allende’yi öldürterek askeri darbe ile
Pinoche’yi iktidara getirdi. Allende ile birlikte binlerce insan öldürüldü,
iþkenceden geçirildi. 1980’lerde Nicaragua’de Sandinistalar’a karþý
Contralar’ý örgütledi. 1983’de küçük bir ada olan Granada’yý iþgal etti.
Bolivya, Brezilya, Küba, Dominik, Ekvator, El Salvador, Guatelama,
Haiti, Honduras, Jamaika, Meksika, Panama, Peru, Surinam, Uruguay
ABD’nin açýktan ya da örtülü müdahale ettiði Latin Amerika ülkeleridir.
Bütün bu müdahalelerin gerekçesi “demokrasi” ve “insan haklarý” olarak gösterildi. Ama insan haklarý ve demokrasinin en acýmasýz karþýtlarýydý iktidara taþýdýklarý.
ABD’nin bu müdahaleci politikalarý giderek sýklaþmaktadýr. Ýkinci
Dünya Savaþý’nýn sonuna kadar yýlda ortalama 1.15 müdahale yapmýþken, bu oran soðuk savaþ döneminde 1.29’a, Berlin duvarýnýn yýkýlmasýndan sonra 2’ye yükselmiþtir.
Soðuk savaþýn sona ermesiyle, ABD’nin askeri politikalarýnda görülen bir baþka önemli deðiþim de, Fransa’nýn sömürgelerinde kullandýðý
lejyonerler örneðinde olduðu gibi, deðiþik etnik ve dinsel kökenli profesyonellerden oluþan uluslararasý birliklerin kurulmasýdýr. Bunlar özel þirketlerin askeri birlikleridir. Bu þirketler baþka ülkelerin askerlerine,
polislerine, jandarmalarýna eðitim vermekle kalmýyorlar, yabancý devletlerin, þirketlerin de korumalarýný yapýyorlar. Sorgu ve iþkencelere katýlýyorlar, gerektiðinde kiralýk birlikler olarak çatýþmalara giriyorlar.
Özellikle Afrika’da faaliyet gösteren büyük þirketler, bu askerleri
kullanarak kendilerini yerlilere karþý korumakta, gerektiðinde yerli halkýn bir kesimi ile iþbirliði yaparak, yönetime karþý isyanlar çýkarmaktadýrlar. Fildiþi Sahili, Sierra Leone, Liberya, Ruanda’da bu paralý askerler
darbe, karþý-darbe ve katliamlara giriþmiþlerdir. Hýrvatistan ve Kolombiya’da çatýþmalara katýlmýþlardýr.
Northbridge Service Group adlý Amerikan-Ýngiliz þirketinin komando tugayý Afrika’da pek çok isyan ve katliama karýþmýþtýr. Þirket 4 milyon dolar karþýlýðýnda Morovia’ya giderek Charles Taylor’u yakalama
önerisinde bulunmuþtur.
Washington’daki Brookings Enstitüsü’nden Peter Siniger’in hesaplamamalarýna göre 1991 Körfez Savaþý’ndan bu yana, Irak’ta faaliyet
gösteren bu þirketlerin sayýsý beþ kat artmýþtýr. 1994 ile 2002 arasýnda
ABD Savunma Bakanlýðý ile bu tür askeri þirketler arasýnda 3 binden
Sayý 1
BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP BOP
fazla anlaþma imzalanmýþtýr.Anlaþmalarýn parasal tutarý ise 300 milyar
dolarý aþmaktadýr. Bu þirketler Irak’ta güvenlik güçlerini, Bosna’da, Kosova’da sivil polisleri eðitmiþ, Afganistan’da Dyn Corp adlý þirket
Karzai’nin korumasý görevini üstlenmiþtir.
Newsweek’e göre Irak’ta gerilla sabotajlarýna karþý ABD’li özel
askeri þirketler korumacýlýk yapýyorlar. El Garip hapishanesindeki sorgulamada bu þirketlerin uzmanlarýnýn da bulunduðu bilinmektedir.
Bu geliþmeler, savaþlarýn da giderek “serbest piyasa” koþullarýnda
“özelleþeceði” düþüncelerini güçlendirdiði izlenimini veriyor. Birinci
Körfez Savaþý’nda ABD güçlerinin komutaný General Barry McCoffrey,
ABD’nin Dünya ölçeðindeki varlýðý aðýrlýk kazandýkça, dýþarýdaki görevi bu tür þirketlerin daha çok yükleneceklerini vurgulamaktadýr.
b) Ekonomik olarak ABD, Japonya ve Almanya ile bazý alanlarda
rekabet etse de, küresel ekonominin ana lokomotifi olma konumunu
korumaktadýr. 2000 yýlýnda dünyanýn en büyük 200 þirketinin 90’ý ABD,
17 si Japon, 16’sý Ýngiliz, 13’ü Alman 13’ü Fransýz kaynaklýdýr.
Sermaye büyüklüðüne göre dünyanýn en büyük 500 þirketinin 239’u
(10.8 trilyon dolar) ABD, 64’ü Japon (1.8 trilyon dolar), 40’ý Ýngiliz (1.6
trilyon dolar), 28’i Fransýz (0,9 trilyon dolar), 21’i Alman (2.1 trilyon
dolar) dýr. Ýlk 100 þirketin ise 69’u ABD kökenlidir.
ABD’nin en büyük dört yatýrým bankasýnýn küresel ölçekteki payý
yüzde 40’týr.
c) Teknolojik olarak ABD en kritik alanlarda üstünlüðünü rakipsiz
olarak korumaktadýr. Özellikle askeri teknoloji açýsýndan yalnýzca bugün
deðil, görünür gelecekte de ABD ile boy ölçüþecek bir güç olasýlýðý söz
konusu deðildir.
d) Kültürel olarak özellikle dünya gençliðine Amerikan tarzý yaþam
benimsetilmiþtir.ABD televizyon programlarý ve filmleri dünya pazarýnýn yüzde 70’ten fazlasýna sahiptir. Önemli sektörlerden biri haline gelen
reklam sektörünün gelirlerinin yüzde 75’i ABD’ye dönmektedir.
“Bu dördünün birleþimi Amerika’yý yegane kapsamlý süper güç yapmaktadýr.” (Brzezinski, s. 26).
ABD bu üstünlüðünü sürdürmek için dünya enerji kaynaklarýnýn kontrolünü tartýþmasýz güvence altýna almak zorundadýr.
Bu konuda BOP’un iki ayaðý vardýr:
Birinci ayak petrol yataklarýnýn denetim altýna alýnmasýdýr. Bölgede,
Irak ve Ýran dýþýnda, (bu ülkelerde petrol devlet denetimindedir), petrol
yataklarý büyük tekellerin denetimine girmiþtir. Kýsa erimde Irak petrolleri, uzun erimde Ýran petrolleri, bu iki ülkenin “þeytani” yönetimleri
askeri müdahale ile “demokratikleþtirilerek” çözümlenmiþ olacaktýr. Bu
“demokratikleþme” “piyasa demokrasisi” (market democracy) kurallarý
kapsamýnda gerçekleþtirilecektir. Bir baþka anlatýmla, haritasý yeniden
çizilecek olan bölgeye pazar ekonomisinin gerektirdiði bütün olanaklar
sunulmuþ olacaktýr.
Ýkinci ayaðý daha da önemlidir. Topraðýn altýndaki petrol pazara ulaþmadýðý sürece, bir deðer taþýmazdý. Bunlarýn dünya pazarlarýna ulaþtýrýlmasý için, boru hattý aðý kurulmalýydý. Daha da önemlisi, boru hatlarýnýn
geçeceði yerlerin güvenliðiydi.
Kafkas ve Orta Asya cumhuriyetlerinin petrol ve doðal gazýnýn doðu
pazarýna ulaþýmý Ýran Körfezi’ne uzatýlacak boru hattý ile gerçekleþmeliydi. Bu hatta kilit ülke Afganistan ve ikincil olarak Pakistan’dý.
Batýya Bakü-Ceyhan boru hattý ile de Akdeniz’e ulaþmalýydý. “Petrol
ve doðal gazýn Avrupa’ya naklinde Türkiye ‘kilit ülke’ konumunda
bulunmakla birlikte, hatlar projesinin gerçekleþmesinin baþlýca
koþullarýndan biri, siyasal güvenlikti ve ikincisi ‘sýcak çatýþma’ alanýnda bulunmamasýydý” (M. Ýlhan Erdost, Üç Sivas, 1996, s. 51.)
Batýya yönelen ikinci bir kanal da “Koridor 8” yoluyla Adriyatik Denizi’ne ulaþmaktýr. Bu hat Kafkasya’dan Karadeniz yoluyla Bulgaristan’ýn Burgaz limanýna, oradan Makedonya’nýn Üsküp ve Arnavutluk’un
Dürses limanýna, oradan da Ýtalya’nýn Bari ve Bridisi limanýna baðlanacaktýr. Bu kapsamda ABD sermayesi ile desteklenen AMBO’nun
(Arnavutluk-Makedonya-Bulgaristan Petrol Þirketi) hazýrladýðý proje
ABD ve Ýtalya’dan destek aldý. Bu hatla Washington Batý’ya taþýnan
petrolü denetiminde tutmakla kalmayacak, Almanya’nýn Tuna yolunu da
denetim altýna almýþ olacaktýr (Michel Collon, International Tribunal for
U.S., 10 Haziran, 2000).Makedonya ve ardýndan Kosova’da görev yapan
General Micheal Jakson (KFOR’un komutaný) Ýtalyan gazetesi Sole 24
Ore’ye Nisan 1999’da þunlarý söylemiþtir: “Bugün, burada yaratmýþ
Aðustos 2004
olduðumuz koþullar deðiþmiþ bulunmaktadýr. Þimdi, Makedonya’nýn
istikrarýnýn ve NATO’ya katýlmasýnýn güvence altýna alýnmasý son derece
önem kazanmýþtýr. Burada daha uzun süre kalarak bu ülkeden geçecek
enerji koridorlarýnýn güvenliðini saðlamamýz gerekiyor” (Michel
Collon) Bu geliþmeler, baþta Rusya olmak üzere, irili ufaklý pek çok
devletin Balkanlar’dan ellerini çekmek istemeyiþlerini de açýklamaktadýr. Bu baðlamda, suyun baþýnýn, yani Kafkasya’nýn ABD’nin BOP
politikalarý açýsýndan güvenliði ve istikrarý da büyük önem taþýmaktadýr.
Sovyetlerin daðýlmasýnýn mimarlarýndan biri olan o zamanki Sovyet
Dýþiþleri Bakaný olan Þvartnaze’nin izlediði kiþilikli politikalar yüzünden kadir bilmez Bush tarafýndan “kadife eldiven” hareketi ile Gürcistan
Devlet Baþkanlýðý’ndan azledilip yerine Amerika’dan ithal Sarkaþvili’nin getirilmesi, ardýndan Abazya’nýn liderinin derdest edilip Moskova’ya postalanmasý da açýklýk kazanmaktadýr.Þimdi gündemde Gürcistan
ve Azerbaycan’ýn NATO’ya katýlmalarý vardýr. Bu sorun da NATO’nun
Ýstanbul toplantýsýnda büyük olasýlýkla çözümlenmiþ olacaktýr.
ABD’nin Kafkasya üzerinde oluþturduðu politikalar Rusya’yý öteden
beri rahatsýz ediyordu. “Azerbaycan’da petrol aramak ve üretim yapmak
amacýyla ABD aðýrlýklý bir konsorsiyum oluþturulmasýnýn (21 Eylül
1994) ardýndan, Yeltsin’in dýþ politika yardýmcýsý, Sergei Karaganov, bu
anlaþmayý tanýmayacaklarýný belirtirken petrol boru hattýnýn ‘yalnýz ekonomik deðil, ayný zamanda siyasal sorun olduðunu’ ileri sürerek,
Türkiye ile Rusya arasýnda, Kafkaslar ve Orta Asya’da bir etkinlik
savaþýmýnýn geliþtiðini, bunun yeni bir olay deðil, bir yüzyýl boyunca
oynanan oyunlara geri dönüþ olduðunu söyleyecektir” (Üç Sivas, s. 64.)
Böylece ABD’nin Türkiye’nin Karadeniz limanlarýnda üs kurma
isteminin arkasýndaki mantýk da yerli yerine oturmuþ bulunuyor.
Büyük Ortadoðu Projesi’nin siyasal haritasýndaki bu bölüm neredeyse tamamlanmak üzeredir. Tamamlanmasý gereken Irak-Suriye-Ýsrail
üçgenidir. Whashington’un hazýrlamýþ olduðu plan gereðince, BM ve
AB dýþlanarak, ABD güdümündeki dost ülkelerden oluþacak koalisyon
güçleriyle Irak iþgal edilecek, ülke etnik ve mezhepsel temel üzerinde
üçe bölünerek, küçük devletçikler (olmaz ise federe devletler) oluþturulacaktý. Özellikle Irak petrol rezervlerinin yüzde 65’ine sahip Kerkük
bölgesinin Kürtler’in denetimine verilerek, Birinci Arap-Ýsrail Savaþý’ndan (1948) bu yana iþlemez haldeki eski Kerkük-Hayfa boru hattýnýn
yenilenerek, bölge petrolü ve gazýnýn Hayfa Limaný’na ulaþtýrýlmasý
öngörülüyordu. Böylece Ýsrail’in eline çok güçlü bir silah verilmiþ olmasýnýn yanýnda, yeni bir Ýsrail-Kürt baðlaþmasýyla ABD, bölgede “stratejik ortaklýðýný” tamamlamýþ olacaktý.
Irak, iþgal sonrasý günlük 270 bin varile düþen petrol üretimi (Irak’ýn
iç tüketiminin yarýsý) günde 3.5 milyon varile çýkarýlarak Suudi Arabistan’ýn ardýndan ikinci büyük petrol ihraç eden ülke konumuna getirilecekti. Petrolü Irak’ýn güney bölgesindeki petrol yataklarý ise Basra’ya
yerleþen Ýngiltere’nin gözetimine verilmiþti.
Bu projeyi “Büyük Orta Doðu” yapan bölge ise Kuzey Afrika’dýr.
Libya ve Cezayir’in bu projeden dýþlanmasý düþünülemezdi. Bilinen rezervleriyle dünya sýralamasýnda 11. olan Libya’nýn ayrýca gaz rezervleri
de vardýr Pan Am uçaðýnýn düþürülmesinden bu yana (1986) ABD ve
Ýngiltere ile kanlý býçaklý olan Kaddafi, Blair’le el sýkýþarak Bush’a gönderdiði selam , Kuzey Afrika petrol bölgesinin BOP coðrafyasýnda yerini aldýðýnýn ilk sinyalleri olarak algýlanýyordu.
Bugün Körfez ülkelerinde üretilen petrolün yüzde 90’ý Asya’ya gidiyor. ABD’nin petrol ithalatýnýn bölgedeki payý yüzde 18’dir. 2050’lerde
pay yüzde 70’e çýkacaktýr. Nüfus yoðunluðunun yüksek olduðu Uzak
Doðu ülkelerinin enerji gereksinimleri ve baðýmlýlýklarý giderek artmaktadýr. Dünyanýn en hýzlý geliþen ülkelerinin baþýnda gelen Çin’de kiþi
baþýna düþen araba sayýsý batý ölçülerine ulaþacak olsa, yerkürenin bilinen enerji kaynaklarýnýn beþ yýl içerisinde tüketileceði hesaplanmaktadýr.
(*) Kanal projesi M.Ö. on üçüncü yüzyýlda Ramses II tarafýndan gerçekleþtirilmiþti.
Kum fýrtýnalarý zamanla kanalý doldurmuþtu. Bundan yedi yüz yýl sonra, M.Ö.
600’ün sonlarýnda Firavun Necho kanalý yeniledi. Heredot’a göre kanal bir uçtan bir
uca dört günde geçiliyordu. Kanalýn yeniden yapýmýnda yüz yirmi bin Mýsýrlý
yaþamýný yitirmiþti. Pers hükümdarý Darius M.Ö. 5. yüzyýlda kanalý geniþletti. Kanal
50 metre geniþliðinde, 7 metre derinlikte idi.Yedinci yüzyýl ortalarýnda Halife
Ömer, Mýsýr’ý aldýktan sonra kanalý yeniden iþler hale getirdi. (Conquest My Man,
Paul Herrmann, Newyork 1954, s. 356-358).
15
Hacýbektaþ Dergâhý Postniþini
Veliyettin Ulusoy’la Söyleþtik
BÖLÜM I
ayýrým yapmak haddimize deðil. Her birisi bir
kutup, bugünün deyiþiyle bir önder. Bütün
bunlara raðmen, Kalender Çelebi beni çok etkilemiþtir. Toplum ve inancý için haksýzlýklarýn
karþýsýnda durmuþ ve bu uðurda canýný ortaya
koymuþtur. Ayný Hz. Hüseyin gibi.
Ahmet Koçak’ýn yaptýðý bu söyleþinin
ikinci ve son bölümünü gelecek sayýmýzda
okuyabilirsiniz
Bize kendinizi kýsaca anlatýr mýsýnýz?
1
942’de doðdum. Ýlk ve ortaokulu Hacýbektaþ’ta tamamladýktan sonra, liseyi Kayseri’de yatýlý olarak okudum. Liseden sonra yurtdýþý sýnavlarýna girerek Almanya’ya gittim.
Orada mimarlýk okudum. Bir müddet çalýþtýktan sonra 1974 yýlýnda Türkiye’ye döndüm.
Askerlikten sonra Sosyal Sigortalar Kurumu
Genel Müdürlüðü Yapý Ýþleri Daire Baþkanlýðý’nda bir yýl çalýþtým. Oradan ayrýldýktan
sonra Hacýbektaþ Belediye Baþkanlýðý Fen ve
Ýmar Ýþleri Müdürü olarak iþe baþladým. 2002
yýlýnda emekli oldum. Hacýbektaþ’ta yaþýyorum.
Hacý Bektaþ Veli Dergâhý postniþinisiniz.
Postniþinlik Nedir? Ne zamandan beri bu
görevi yürütüyorsunuz? Ecdadýnýz Hacý
Bektaþ Veli postniþinlerinden uzak ve yakýn
geçmiþte, kiþilikleri ve eylemleriyle sizi en
çok etkileyen ve size örnek oluþturan kimlerdir? Onlardan biraz söz eder misiniz?
H
acýbektaþ Veli Dergâhý postniþini olmak
çok yüce bir makamdýr. Biz sadece bu yolun bir hizmetkârýyýz. Bu yol bizi bir hizmetkâr
olarak kabul ederse bizim için makamlarýn en
yücesidir.
Postniþinlik nedir? Post bir simgedir. Postta
oturma yetkisi, bu makama layýk görülen ve
toplumdan da kabul gören zatlara aittir. Alevilik-Bektaþilikte oniki, simgesel post vardýr. Tarikatta eðitici olan bir makamdýr. Hizmetlerin
temsil edildiði postlarýn tamamý Hacý Bektaþ
Veli’ye ait olan Horasan Postu’na baðlýdýr. Post
merkezdir.
Horasan Postu’nu, Hacý Bektaþ Veli’ye,
Horasan’dan ayrýlýrken Lokman Perende, Ahmet Yesevi’yi temsilen vermiþtir. Bu postun
Hz. Ali’ye ait olduðuna ve Hz. Ali’den geldiðine inanýlýr. Bu postta kimse oturamaz. Pir
makamýdýr. Yolun özüdür.
Kiþilikleri ve eylemleriyle beni etkileyen
postniþinlere gelince: Bu sorunun cevabý gerçekten zor. Bu postu temsil edenler arasýnda
16
Dergimizin de ismine esin kaynaðý olan
Serçeþme Pir Hacý Bektaþ Veli’yi bir de sizden dinlemek isteriz. Neden Serçeþme denmiþtir?
A
li Celalettin Ulusoy’un, “Hünkâr Hacý
Bektaþ Veli ve Alevi-Bektaþi Yolu” adlý
eserine baþvuralým: Alevi-Bektaþilerce, Hünkâr Hacý Bektaþ Veli, bütün ocaklarýn baðlandýðý, inancýn kaynaðý ve yolun piri olarak bilinir.Hünkâr Hacý Bektaþ Veli’ye baðýlýlýk
sadece inanç olarak kalmamýþ, çevresinde Horasan Pirleri ve Rum Erenleri diye adlandýrýlan
ve daha sonra adlarýna ocaklar kurulan erenlerin soyundan gelenler de müritlerini görüp
yol hizmetlerini yürütürken, Hacý Bektaþ Veli
yoluna baðlý kalmýþlardýr.
Hacý Bektaþ Veli’den sonra ülkenin her
yanýnda bulunan ocakzadelerin Hacý Bektaþ
Veli Dergâhý’nda postniþin olan ve Hacý Bektaþ Veli evladýndan olan kiþiden icazet alma
zorunluluðu vardý. Bunun dýþýnda “dede, baba,
abdal, sultan ve derviþ” namýný taþýyanlarýn tümünün, tekke ve zaviyelerde görev yapabilmeleri, Hacý Bektaþ Veli Dergâhý’nda bulunan ve
Hacý Bektaþ Veli’nin evlatlarýndan olan postniþinin icazet vermesine baðlý idi. Bu, tekkedeki hizmetlerin ve vakýflarýn yönetilmesi için
de ayný zamanda resmi bir zorunluluktu.
Bu yasal zorunluluðun dýþýnda Hünkâr
Hacý Bektaþ Veli’nin Horasan Pirleri ve Rum
Erenleri’nin soyundan gelenleri kendi dergâhýna baðladýðý, Hacý Bektaþ Veli Dergâhý’ndan
icazet almayanlar için “Nasip aldýðý eli týrmalayanýn yediði haram, yuduðu murdar, tac’ý delik,
kendi murtattýr”, diyerek yolun dýþýna çýkardýðý
yaygýn bir kamu inancý olarak uygulanýyordu.
Bazý ocakzadelerin, “Hacý Bektaþ Veli Dergâhý mesafe-i baidededir(uzak yerdedir”, diyerek Dergâh’a gitmedikleri ve “Bizim soyumuz
da seyyiddir. Hacý Bektaþ Dergâhý’na gitmek
lazým deðildir”, þeklinde konuþtuklarý olmuþsa
da bunlarýn zamanla, Hacý Bektaþ Dergâhý’ndaki kayýtlarý silinmiþ ayrýca, müritlerince
de ciddiye alýnmaz duruma düþmüþlerdir. Böylece Hacý Bektaþ Veli’ye olan geleneksel baðlantýya olumsuz yönden etken olamamýþlardýr.
Örneðin, Pir Sulatan Abdal oðullarýndan
Ýnce Mehmed’i talipler, Pir Sultan evladý olarak kabul etmiþler; o da Hacý Bektaþ Veli Dergâhý’na giderek zamanýn mürþidinden icazet
almýþtýr. Anlatýldýðý gibi, Anadolu ve Rumeli’nde bulunan ocakzadelerin kayýtlarý Hacý-
bektaþ Dergâhý’nda tutulmaktadýr. Bu konuda
karþýlaþýlan güçlükler orada çözümlenmektedir.
Alevi-Bektaþilerin yaygýn inançlarýndan
biri de Hacý Bektaþ Veli’nin çað ve ad deðiþtirmiþ Ali olduðudur. Güvercin donunda Sulucakarahöyük’e konan ve cümle evliyalardan üstün olduðunu kanýtlayan Hacý Bektaþ Veli, gösterdiði iþaretlerle Ali olduðunu ârif olanlara
açýklamýþtýr.
Alevi-Bektaþi inancýnda Þah-ý Velâyet
Ali’dir. Velilik ondan sadýr olmuþ ve cümle veliler ona baðlanmýþtýr. Hünkâr Hacý Bektaþ
Veli, Ali’nin Veli adýyla, velâyetini yeryüzüne
doðrudan doðruya tanýtmak amacý ile tecellisidir. Velâyet, Tanrý’nýn kendine dost kýldýðý ve
verdiði ilhamla yaratýcý varlýðýna kattýðý kiþiye
verilen sýfattýr. Velâyete sahip olan kiþi “Veli”
veya “Veliyullah”, Tanrý’nýn buyruðunu, hüküm ve tasarrufunu bâtýni yoldan gerçekleþtirir. Bu itibarla ölümle sona ermez. Tanrý’nýn
emri ve Veli’nin bildirimi ile soyundan bir baþkasýna geçer. Bir baþka tecellisidir bu. Uyarma
ve yüceltme görevi bu yoldan sonsuza kadar
sürecektir.
Pir, Tanrý’ya ulaþmayý amaçlayan bir yolun
kurucusudur. Erenlere ve ulu kiþilere de pir
denilmekte ise de terim olarak anlamý bir yol
(tarikat) kuran kiþidir. Hacý Bektaþ Veli, velilik
yanýnda “Pir” olarak da tanýmlanmýþtýr.
Hacý Bektaþ Veli’nin yolu kendi soyundan
gelen ve genellikle “mürþit” olarak adlandýrýlan postniþinler tarafýndan yürütülüyordu.
Alevi-Bektaþiler tümü ile Hacý Bektaþ Veli’yi
“Pir” olarak kabul ettikleri ve bu yolda ikrar
verdikleri için doðrudan doðruya veya ocakzadeler aracýlýðý ile Hacý Bektaþ Veli soyundan
gelmiþ olan bu mürþide baðlý bulunuyordu.
Mürþit, onlarýn nazarýnda ayný zamanda “Kutbül-aktab”(Tanrý’nýn velilere verdiði güç ve yetkiye sahip kiþi) idi.
Alevi-Bektaþilerin böylesine zincirleme
baðlantýsý “el ele, el Hakk’a”, diye tanýmlanýyordu. Mürþidin manevi yönetimindeki inanç
birliði ve “Tarik-i Mustakim” (doðru yol),
“Tarik-i Nazenin” (yüce yol, ince yol) olarak
adlandýrýlýyordu. Bu yola uyanlar insan-ý kâmil
olup, Güruh-u Naci’ye (kurtulmuþ, selamete
çýkmýþ) katýlmýþ oluyorlardý.
Hz. Muhammet’in, birçok sahabe tarafýndan rivayet edilen “Ümmetim yetmiþüç bölük
olacak, bunlardan yalýnýz bir bölüðü necat
bulacak” (Cehennem’den kurtulacak) sözünden kaynaklanan, necat bulmuþ topluluk anlamýna gelen “güruh-u naci”ye girebilmek, Alevi-Bektaþilerin itikatýnca, cümle evliyanýn serçeþmesi olan, Hacý Bektaþ Veli’ye baðlanmak
ve O’nun yolunda yürümek ve O’nun tertemiz
suyunda yýkanýp temizlenmekle mümkündür.
Sayý 1
Alevi-Bektaþi inancý ve felsefesi hakkýndaki
görüþlerinizi anlatýr mýsýnýz?
A
levi-Bektaþi inancý ve felsefesini yazýlý
veya sözlü olarak eksiksiz ifade etmek
olanaksýz, çünkü sýnýrý yok. Bu inancý yaþarsanýz anlayabilirsiniz. Alevilik-Bektaþilik akýl
ve sevgi (gönül gözü-kalp) sentezidir. Akýl insana verilmiþ en büyük nimet, insaný insan
yapan, Allah’a ulaþmaya layýk kýlan nitelik.
Akýl, sebeple netice arasýnda, saðlam baðlantý
kurma yeteneði, insana özgü.
Ama unutmamak gerekir ki zayýflýk, vesvese de insana özgü. Aklýn, yani düþünmenin
öðeleri, bilinenle karþýlaþtýrma yaparak bilinmeyenle nedensellik iliþkisini bulabilmektir.
Ýki kere ikinin dört ettiðini bilince, iki kere
dördün sekiz edeceðini bir kýyaslamayla öðrenip beller. Ya iliþki denklemi kuramadýðýmýz
olaylar? Ya bilinmeyenin, hiç kýyasa gelmeyenin davranýþlarý ve bu davranýþlarýn neticeleri?
Hemen þu gerçek karþýmýza çýkýyor; aklýn el
atamayacaðý sahalar var. Bu sahalarda ýsrarla
aklý kullanmaya çalýþmak, on mumluk ampulle, gece karanlýðýnda ufku taramaya benzer.
Sonuç olsa olsa gölgeler ve hayaletlerdir.
Aklýmýz, kiþisel akýl, tasavvuf deyimiyle
cüz’i akýl, ilahi aklýn yanýnda denizde bir damla bile deðil, olsa olsa ilahi akýldan bir misaldir.
Ýlahi akýldan esintileri yakalama aracý ise akýl
deðil, gönüldür. Seziþ, duyuþ… Çünkü gönül,
tek… Akýl gibi kýsýmlara ayrýlmýþ deðil.
Cümle âlem tek gönülde. Ýlahi aklýn yayýnýný, o
akýldan bir duyuþ diye ifade edebileceðimiz
gönlün anteni yakalar. Alevilik-Bektaþilikte
buna “gönül gözü” diyoruz. Öyleyse þu sonuca
varabiliyoruz demektir. Tek gönlün kudreti
bireysel varlýðýmýzý sardýðý, gönlün yayýný,
kiþiliðimizin parazitlerinden arýnabildiði oranda, ilahi aklýn keyfini süreriz.
Büyük keþiflerin, birden içe doðuþ þeklinde
fýþkýrdýðýný hatýrlarsak, dediðimizin doðruluðunu kanýtlamýþ oluruz. Þaire ilham gelmesi
gibi… Kendi mütevazi hayatýnýzda da en saðlam kararlarýn, en umulmadýk eserlerin böyle
meydana geldiðini görmüyor musunuz? Cüz’i
aklýn sanat eseri yaratmamasý da bundan deðil
mi? Þüphesiz yukarýda dediðimiz gibi akýl en
büyük lütuf. Ama esas kaynaktan (Tanrý) uzak
tutulduðu ve kiþilik sevdasýna, “ben” iddiasýna sebep olduðu, yani gönülle
baðý kesildiði oranda vesvese kutusudur. Ve tersine,
gönüle yol verdiði oranda
da katre-umman birleþiminde kapýyý açan sadýk
hizmetkâr olur.
Yanlýþ anlaþýlmamasý
için vurgulamamýz gerek;
cüz’i aklýn rolü büyük. Þaþýrtsa, benlik sarhoþu olsa
bile rolü büyük; iç âlemimizi alacaya bulayan, tek hakikat rengini, pirizmanýn binbir
noktasýndan yansýyan
çeþitli renklere dönüþtüren, aradýðýmýzý kay-
Aðustos 2004
bettirip sonra bulmamýza imkan saðlayan,
varoluþu dinamik kýlan cüz’i akýldan baþkasý
deðildir. Þu ilahi dengeye çok dikkat etmek
gerek; kararýnda kullanýlan her þey bizi hakikat
varlýðýyla ayný gayeyi paylaþtýrmaya götürür,
karardan ayrýlýp eski tabirle ifrada düþmek ise
sapýklýða vardýrýr. Azgýn inkârcýyla azgýn sofu,
aklýný her þey zanneden kurnazla, aklý kullanmaya hiç yanaþmayan softa, aykýrý yollara
koþar görünseler de ayný hedefi paylaþýrlar.
Alevi-Bektaþi inancýnýn temelinin Hz. Ali
ve Hacý Bektaþ Veli’nin deðeri ölçülemez kiþi-
Azgýn inkârcýyla
azgýn sofu,
aklýný her þey zanneden kurnazla,
aklý kullanmaya yanaþmayan softa,
aykýrý yollara koþar görünseler de
ayný hedefi paylaþýrlar
liklerine baðlý olmasý, Hacý Bektaþ Veli’nin Hz.
Ali soyuna baðlý olduðu inancý, hatta isim
deðiþtirmiþ Hz. Ali olduðuna olan itikat ve
inanç, temelde birbirinden farký olmayan
Alevilik ve Bektaþiliði ayrýlmaz bir þekilde birleþtirmiþtir. Hacý Bektaþ Veli her þeyden önce
bir Ýslam mutasavvýfýdýr. Kiþiyi daha kapsamlý,
daha özgür bir düþünce ve inanç sistemine de
ulaþtýrabilen tasavvuf, Hacý Bektaþ Veli felsefesinde kiþisel yöneliþler ve zevkler olmaktan
çýkarak toplumun huzur ve mutluluðuna yönelik bir biçim almýþtýr.
Tasavvuf, genel hatalarýyla daha geniþ,
daha kapsamlý ve daha özgür bir düþünce sistemini de özünde barýndýrýr. Ýþte bu özellik Hacý
Bektaþ Veli’yi tasavvuftan toplum için yararlanma yoluna itmiþtir. Hacý Bektaþ Veli düþüncesinde, ilk gördüðümüz þey insan ve insan
sevgisidir. Ýnanç, insaný yüceltmenin, sevmenin ve saymanýn bir aracý olarak ele alýnmýþtýr.
Böyle olunca da inanç tüm insanlara mutluluk
daðýtacaktýr.
Bu mutluluðun daðýtýcýsý Alevi-Bektaþi
inancýna göre kâmil insandýr. Kâmil insan ise
hakikat kapýsýna ulaþmýþ velilerdir. Bu makama ulaþmanýn yolu, her “yüksek huyu” almak
ve her “alçak huyu” býrakmak þeklinde özetlenebilir. Burada kastedilen yüksek huy tanrýsaldýr. Alevi-Bektaþi inancýna göre insandaki
tanrýsal taraftýr. Hakk’ýn âdemde mevcut olmasýdýr. Bunun yanýnda “alçak huy” olarak adlandýrýlan kýsým, insanýn nefsi, yani þeytani kýsmýdýr. Bu düþünceye göre insan aklýný kullanarak,
þeytani kýsmýný ne kadar atarsa, kendinde mevcut olan tanrýsal kýsmýna o kadar yaklaþýr ve
sonuçta Hakikat’a ulaþýr. Hakikat’a ulaþmak,
bir katrenin, ummana ulaþmasý ve ummanda
kaybolmasýdýr. Bu gerçeði anlamak için gerekli olan “gönül gözü” veya duyularüstü idrak
ancak dört kapýdan geçen velilere ve kâmillere
ait bir özelliktir. Fransýz düþünür ve matematikçisi Pascal buna; “Sonsuzu yakalayan idrak”, diyor.
Hacý Bektaþ Veli Dergâhý’nýn Alevi-Bektaþi
tarihindeki önemini ve iþlevini anlatýr
mýsýnýz Bugün ayný iþlevini yerine getirebiliyor mu? Getiremiyorsa nedenleri nelerdir? Farklýlýklarý hangi koþullar yaratmýþtýr? Kalender Celebi Olayý Dergâh açýsýndan ne gibi sonuçlar doðurmuþtur?
H
acý Bektaþ Veli’den, Kalender Çelebi’ye
kadarki zaman diliminde Anadolu ve Balkanlardaki Alevi-Bektaþi toplum yapýlanmasý
þu þekildedir. Baþta Hacý Bektaþ Veli Dergâhý,
Dergâh’a baðlý dede ocaklarý, dede ocaklarýna
baðlý talipler. Dedenin tayini, azli, görev yeri
ve görev daðýtýmý Hacý Bektaþ Veli Dergâhý’ndan yapýlýyordu. Dergâh’tan alýnan icazetle(izin belgesi) dedeler görev yerlerine gidiyor, ellerindeki icazetleri taliplerine gösterdikten sonra göreve baþlayabiliyorlardý. Yani dedeleri kontrol eden bir iþlevi vardý Hacý Bektaþ
Veli Dergâhý’nýn.
Ayrýca dedelerin yetiþtirilmeleri yine Dergâh’a aitti. Dedeler sadece dini yönden deðil,
hukuk, ziraat, madencilik ve tarým gibi alanlarda da bilgi sahibiydiler. Toplumun sosyal, ekonomik ve dinsel ihtiyaçlarýný karþýlayabilecek
düzeydeydiler. Yakýn zamana kadar AleviBektaþi köylerinin mahkemelik bir iþi olduðu
görülmemiþtir. Problemler daha büyümeden
dedeler kanalýyla çözülmüþtür. Dedeler, toplumun öðretmeni, doktoru, danýþmaný ve dini lideri olmuþlardýr.
Sonuç olarak Hacý Bektaþ Veli Dergâhý dedeleri, dedeler talipleri arýtmýþlardýr. “El ele, el
Hakk’a” deyimi de buradan kaynaklanýyor. Bu
düzen Kalender Çelebi dönemine kadar sorunsuz devam ediyor. Olayý daha iyi anlayabilmek
için Kalender Çelebi dönemini biraz açýklamamýz gerekiyor. Bu konuda Ali Celalettin
Ulusoy’un “Hünkâr Hacý Bektaþ Veli ve AleviBektaþi Yolu” adlý kitabýna baþvuralým:
Balým Sultan’ýn ölümü üzerine Hacý Bektaþ
Veli postuna kardeþi Kalender Çelebi geçiyor
(1476-1528). 39 yaþýnda postniþin olan Kalender Çelebi kültürlü ve þair tabiatlýdýr. Postniþinliðinin ilk 11 yýlýnda sessiz bir hayat geçiren
Kalender Çelebi’yi, 1527’de Kanuni Sultan
Süleyman’a karþý büyük bir ayaklanma hareketinin baþýnda görüyoruz. Çok þiddetli biçimde
patlak veren ve hýzla yayýlan bu ayaklanma,
Saray’ý telaþa düþürüyor. Osmanlý Devleti’nin
en güçlü hükümdarý Kanuni Süleyman, Sadrazam Ýbrahim Paþa’yý büyük bir orduyla isyancýlarýn üstüne gönderiyor. Karaman, Sivas ve
Dulkadir vilâyetleri askerleriyle de güçlendirilen Ýbrahim Paþa’nýn ordusu ilk karþýlaþmada
darmadaðýn oluyor.
Kalender Çelebi isyaný, Osmanlý yazarlarýnýn çoðunun iddiasýnýn tersine, ekonomik nedenlere dayanýyordu. Kanuni Süleyman tahta
geçtiði zaman, para darlýðýna bir çare bulmak
üzere arazi yazýlmasýný yenilemiþti. Bu iþlem
keyfi tutumlarla sürdürülüyor, itiraz edenlere
cezalar veriliyordu. Týmarlý sipahilerin ve köylülerin zararlý çýktýðý bu arazi yazýmý, ülke çapýnda geniþ olaylar çýkmasýna neden oldu.
Ayaklanmanýn tabanýný Bozok, Sivas, Maraþ,
Adana, Tarsus köylü Türkmenleri oluþturmak-
17
la beraber, ayaklanmaya bir o
kadar da AleviBektaþi olmayan
sipahi ve köylü
katýlmýþtý.
Bozgun üzerine Sadrazam Ýbrahim Paþa, Kalender Çelebi safýnda
bulunan týmarlý
sipahilerle gizli
iliþki kurdu, hepsinin
arazisini
geri vermeyi kabul etti ve onlarý köylü-Türkmen isyancýlardan ayýrmayý baþardý. Böylece
ikinci karþýlaþmada Kalender Çelebi ordusu
bozuldu ve kendisi de öldürüldü. Osmanlý tarihinde en büyük köylü ayaklanmasý olan Kalender Çelebi kýyamý bu biçimde sonuçlandýktan sonra köylü bir daha uzun süre baþkaldýramayacak þekilde ezildi.
Kalender Çelebi ayaklanmasýnýn tarihsel
nedenlerinden biri de Yavuz Selim’in Anadolu’nun çoðu Türkmen halkýna karþý giriþtiði
kanlý kovuþturma hareketidir.Bu yöntem,
yatýþtýrma saðlamak þöyle dursun, yýkýcýlýk ve
soygun olaylarýný doðal hale getiren sürekli karýþýklýklar yaratmýþtýr.
Ölümünden sonra Kalender Çelebi, büyük
kardeþi Balým Sultan’ýn türbesinde topraða
verilmiþtir.Kalender Çelebi isyanýndan sonra
Alevi-Bektaþi toplumunun içine ikilik sokmak
ve Hacý Bektaþ Veli soyunun etkinliðini yok
etmek amacýyla, Hünkâr’ýn mücerret (evlenmemiþ) olduðu söylentisi çýkarýlýyor. Bundan
önceki üç asýrda yok böyle bir düþünce; ama
Alevi-Bektaþi toplumunun, Hünkâr soyu çevresindeki güçlü birliði Osmanlý’yý korkutuyor.
O yýl, 1552 yýlý, Dergâh’a Sersem Ali Baba
adýnda biri “Dede-Baba” unvanýyla oturuyor,
evlenmemiþ derviþler yerleþtiriliyor, hatta
Nekþibendi þeyhleri yollanýyor. Bu tarihe
kadar Hacý Bektaþ Veli Dergâhý’nda mücerret
(evlenmemiþ) derviþ, dedebaba diye bir þeyler
yoktur. Bu olaydan sonra “Hacý Bektaþ Veli evliydi, deðildi” tartýþmalarý, zaman zaman alevlenerek günümüze kadar sürmüþtür. Hatta Anadolu’da bazý ocaklarda. Hacý Bektaþ Veli’nin
evlenmemiþ olduðu fikrini kendi çýkarlarý açýsýndan veya Osmanlý’nýn etkisiyle benimsemiþlerdir.
Böylece Hacý Bektaþ Dergâhý’nýn kontrol
mekanizmasý kaldýrýlmýþ, Osmanlý açýsýndan
da parçalanmýþ ve merkezi birlikten uzak toplumlar oluþmuþtur. Yavuz Sultan Selim tarafýndan Mýsýr’dan Elahram Üniversitesi’nden
getirilen din bilginleri (?) Osmanlý idaresinde,
þeriatý en etkin biçimde uygulamýþ ve AleviBektaþi toplumunun nefes alacak ufak bir penceresi bile kalmamýþtýr. Alevi-Bektaþi toplumu
yapýlan bu baský ve can korkusuyla, kuþ uçmaz
kervan geçmez, gözden uzak bölgelere yerleþerek Dergâh’tan kopmuþ, içine kapalý toplumlar oluþturmuþlardýr.
Bunun yanýnda, Hacý Bektaþ Veli Dergâhý’ndan kopmayan büyük bir çoðunluk da var.
Zaman zaman gizli, zaman zaman aleni bir iliþki bugüne kadar sürüyor. Özellikle Hacý Bektaþ
18
Veli Dergâhý’ndan uzak olan yöreler (o
zamanýn ulaþým imkânlarý da dikkate alýnýrsa)
zamanla baðlarýný koparmýþ ve küçük topluluklar oluþturmuþlardýr. Bugünkü parçalanmýþlýk
bence buradan kaynaklanýyor. Kendi içlerinde
Hacý Bektaþ Veli Dergâhý’nýn yerini dolduracak ocaklar oluþmuþ, bu ocaklar “Seyyid-i
Saadet” yani Oniki Ýmamlar’dan geldiklerini,
Hacý Baktaþ’ýn dünkü bir olay olduðunu, kendi
nesillerinin Hz. Ali’ye ve Hz. Peygamber’e dayandýðýný iddia etmiþlerdir. Bilerek veya bilmeyerek bu iddialar toplumun parçalanmasýndan, merkezden kopmasýndan baþka bir iþe
yaramamýþtýr.
Ancak þu gerçek de yadsýnamaz, yüzyýllarýn getirdiði köklü bir sistem var. Bu sistem
sayesinde, merkezden kopmuþ olsalar bile,
esastan ayrýlmamýþlar, sadece ufak tefek farklýlaþmalar olmuþtur. Bu yol, dedelerin, babalarýn
büyük özverisi sonucu bugüne kadar gelmiþtir.
Burada âþýklýk geleneðinin de büyük katkýsý
olmuþ, bu erdemli dedeler, babalar, âþýklar, sadýklar köy köy dolaþarak toplumun öðretmeni,
doktoru, dini görevlisi, adalet daðýtýcýsý olmuþlardýr. Tüm acýlara raðmen, topluma mutluluk
vermiþlerdir. Dinin, inancýn da amacý mutluluk
daðýtmaktýr. Yüzyýllar süren bu yaþamdan
sonra bugün temelde ayný olmasýna raðmen,
farklý seslerin duyulmasý normaldir. Yapýlacak
þey, inancýmýzýn bize verdiði güzellikleri,
bizim baþkalarýna vermemiz lazým, sevilmemizi beklemeden, sevmemiz gerekir. Ýnancýmýzýn temeli de zaten bu sevgidir.
Bu yol, dedelerin, babalarýn
büyük özverisi sonucu
bugüne kadar gelmiþtir.
Bu erdemli dedeler, babalar,
âþýklar, sadýklar
köy köy dolaþarak toplumun
öðretmeni, doktoru, dini görevlisi,
adalet daðýtýcýsý
olmuþlardýr.
Babalýk (Babagan/Babayan Kolu) hakkýndaki düþünceleriniz.
D
erviþ Bektaþiliði veya Babayan Kolu, çok
sýnýrlý bir çevrede kalmýþ, özellikle Ýstanbul’daki Alevi-Bektaþi toplumunca benimsenmiþ olmasýna raðmen, Ýstanbul’da aydýn çevre
ile temas kurmuþ, devlet katýnda görev üstlenmiþlerdir. Bosnalý Vahdeti, Türabi, Mirati,
Vehbi, Mehmet Ali Hilmi, Ýbrahim Mihrabi
gibi güçlü þairler yetiþtirmiþlerdir. Bu nedenle
Alevi-Bektaþi Yolu ile ilgili bilgiler bu kanaldan dýþarýya yansýmýþ, kitaplarda ve ansiklopedilerde yer alan bilgiler babalardan, onlarýn
çevrelerinden iþitilen sözlerden oluþmuþtur.
Ansiklopedilerde ve bu konuda yapýlan bazý bilimsel araþtýrmalarda, Alevi-Bektaþi Yolu’nun
kurallarýna uymayan hayali bilgilerin verilmiþ
olmasýný, bu nedene baðlamak gerekiyor.
Bektaþiliðin bu bölümünün yaygýnlaþmamýþ olmasýnýn baþlýca sebebi, temelinde soydan gelen bir Alevi-Bektaþi topluluðunun bulunmamasýdýr. Bu kolda mücerretlik
(evlenmemek) Hacý Bektaþ Veli’nin
özyaþamýna iliþkin farklý bir yorum getirilerek gerekçelendirilmiþ ve önemli bir yol
kuralý olarak kabul edilmiþtir. Ailenin
teþekkülüne olanak vermeyen bu “mücerret
derviþlik” müessesesi, toplum yaþantýsýný
zaafa götüren bir yöntem olarak, küçük insan
gruplarýný bir tekkenin içine veya bir babanýn
çevresine sýkýþtýrmýþtýr. Anadolu Alevi-Bektaþiliðinde “musahiplikle” de ayrýca güçlendirilen aile sisteminden yoksun kaldýðý,
doðuþtan ailenin bilinçli ve geleneksel
inancýndan faydalanamadýðý için “Derviþ
Bektaþiliði” Hacý Bektaþ Veli felsefesinin
hayata uygulanmasýnda çok sýð ve yüzeysel
kalmýþtýr.
Günümüz Aleviliðini ve Alevi-Bektaþileri
nasýl deðerlendiriyorsunuz. Bu baðlamda
Alevi-Bektaþi örgütlülükleri (dergâhlar,
dernekler, vb.,) hakkýndaki düþünceleriniz
nelerdir? Farklýlýklarýn ortadan kalkmasý, Alevi-Bektaþilerin bir çatý altýnda
örgütlenmesi için yapýlmasý gereken
þeyler nelerdir? Bu birliðin Serçeþme
Hacý Bektaþ Veli Dergâhý çevresinde toplanmakla mý gerçekleþecek? ‘Dergâhta
Birliðin’ çerçeve koþullarý nasýl çizilmelidir?
Z
aman, gördüðümüz her þeyi yýpratýr. Tüm
canlýlar zaman içerisinde var olur, yaþar
ve ölürler. Ýnançlar da zaman içerisinde
yýpranýr, deðiþir, erozyona uðrar. AleviBektaþi toplumu son kýrk elli yýlda büyük bir
sosyal patlama yaþadý. Ekonomik yönden çok
zayýf olan toplum, büyük þehirlere ve yurtdýþýna göçmek zorunda kaldý. Ekonomik yönden biraz toparlanýnca, inancýna sahip çýkmaya baþladý. Bu amaçla dernekler kurulmaya baþlandý. Bu dernekler sivil toplum
kuruluþlarý olarak güzel hizmetler verdi ve
bugünkü duruma gelindi.
Daha önce köy ortamýnda yaþayan AleviBektaþi toplumunun yol kurallarý bu ortama
uygun olarak yüzyýllar boyu devam etmiþti.
Ortam ve sosyo-ekonomik þartlar deðiþince
yol kurallarý da zorlanmaya baþladý. Bu zorlama sonucunda þekilcilik, en büyük tehlike
olarak topluma hakim olmaya baþladý.
Bilindiði gibi Alevi-Bektaþi inancýnda,
þekilcilik yoktur, gönülden inanma, iç temizliði, kendi kendine hesap verme esastýr. Musahiplik, toplumu tarih boyunca kaynaþtýrdý,
bir tuttu. Bugün artýk sadece adý kaldý, uygulamasý þekilcilikten öte geçemiyor. Türkiye’de iþsiz ve zor yaþayan birinin musahibi,
yurtdýþýnda ise aralarýnda ekonomik yönden
büyük farklýlýklar oluyor. Býrakýn namus
dýþýnda her þeyin ortak olduðunu, fakir olan
musahibine borç bile vermiyor. Hatta yurtdýþýndaki musahip kardeþ suç iþlemiþse, Türkiye’deki onun yüzünden yola alýnmýyor. Dünyadaki hangi hukuk sisteminde iþlemediði
suçtan ceza gören bir hukuk anlayýþý var.
Evvelden köy ortamýnda ekonomik yönden
Sayý 1
aþaðý yukarý eþittiler, birisi suç iþlemeye niyetliyse musahip kardeþi ikna ederek vazgeçirebiliyordu.
Ayný durum cem ayinleri yani toplu ibadet
için de geçerli. Bilindiði gibi ceme girenler tertemiz olacaklar, kimseye küs dargýn olmayacak, yüz kýzartýcý bir suç iþlememiþ olacak,
gönlünde kin, kibir, güman olmayacak. Böyle
bir durum varsa, sorun ortaya konup gönül
hoþluðuyla tatlýya baðlanacak, problem çözülemezse suçlular cemi terketmek zorunda kalacaklar. Çünkü, cemden amaç gönül birliði ile
Tanrý huzuruna çýkmak O’na ibadet etmektir.
Tanrý huzuruna, küs, dargýn, suçlu çýkýlmaz.
Bugünkü cemlerin ne yazýk ki pek çoðunda, býrakýn küs, dargýn olmayý, ceme girenlerin
pek çoðu birbirlerini tanýmýyorlar. Birbirlerini
tanýmayanlar nasýl gönül birliðiyle “AllahAllah” diyecekler? Bu örnekleri çoðaltabiliriz,
çok hýzlý bir þekilde bu þekilciliðe çare bulamazsak, Alevi-Bektaþi inanç sisteminde çöküþler baþlayacak, benlikler öne çýkacaktýr. Yol
kurallarýný öðreneceðiz fakat günlük hayatýmýza uygulayamayacaðýz, böylece yol kurallarý deðerlerini kaybedip, sadece þekil olarak
kalacaklar.
Alevi-Bektaþi toplumu, özellikle Kalender
Çelebi isyanýndan sonra, yapay olarak parçalara bölünmüþ, bu parçalar ayný inanç ve kökten gelmelerine raðmen, kýþkýrtmalar sonucu
Artýk kendimize
çekidüzen vermek zorundayýz.
Hacý Bektaþ Veli’den
Kalender Çelebi dönemine
kadarki zaman dilimini kendimize
örnek almalýyýz.
bazen birbirlerine karþý tavýrlar almýþ, yýllar süren mücadeleler etmiþlerdir.
Artýk kendimize bir çekidüzen vermek zorundayýz. Tekrar tarihe dönüp, Hacý Bektaþ
Veli’den Kalender Çelebi dönemine kadarki
zaman dilimini kendimize örnek almalýyýz. Bugünün sosyo-ekonomik þartlarýný da dikkate
alýp esastan ayrýlmayarak yapý piramidimizi
oluþturmalýyýz.
Tüm ocaklar, dernekler, vakýflar, federasyon ve konfederasyonlar bu birleþme yolunda,
benlik ve siyasetten uzak, hemþeri kayýrmasýz,
sýrf bu topluma ve onun yoluna hizmet için birbirlerine sevgiyle yaklaþarak birliði kurabilirler. Yolun güzelliklerini, günlük hayatýmýza
uygulayabildiðimiz oranda da bunda baþarýlý
oluruz.
Dergâh’ta birliðin çerçeve koþullarý yine
yukarýda bahsettiðim zaman diliminde var, bu
zaman dilimini çok iyi irdelemek gerekir. Toplumumuzda yetiþmiþ insan sayýsý düþündüðümüzden çok fazla. Bu nedenle tarihçi, sosyolog, antropolog, hukukçu, yazar, öðretim üyesi
vb.’nin fikir ve düþünceleri önemle dikkate
alýnmalý, tabii ki ocak sahipleri dedelerin ve
toplumun görüþlerine de çok önem verilmelidir.
Aðustos 2004
Sizce Laiklik nedir? Laik bir devletin din
hizmetlerini yürüten bir kurumu olabilir
mi? Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’nýn varlýðýný
nasýl deðerlendiriyorsunuz? Alevilere Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’nda yer verilmesi
meselesi son günlerde yine gündeme getiriliyor. Siz bu konuda ne düþünüyorsunuz?
L
aiklik, en basit tarifiyle din ve devlet iþlerini birbirinden ayýrmak anlamýna geliyor.
Ancak derine indikçe farklý görüþ ve tarifler de
ortaya çýkýyor.
Alevilik-Bektaþilik felsefesi açýsýndan bu
konuya baktýðýmýzda þu gerçeði görüyoruz:
Temelde kurumsal þekilci dine, iktidarlarýn
elinde oyuncak olan dine karþýdýr. Bu dinin adý
ne olursa olsun, bizler böyle bir din anlayýþýnýn
karþýsýndayýz.
Hatta laikliðin bir üst kavramý olan “sekularizm” bizim inanç felsefemize çok daha yakýndýr. Sekuler devlet, kendini dinin dýþýnda
sayan devlettir. Devletin dini olmaz. Farklý
inançtaki vatandaþlara ayný uzaklýktadýr. Yöneten yönetme yetkisini halktan alýr. Din konusunda mutlak tarafsýzdýr.
Bugün Türkiye’de laiklik konusunda bir
kavram kargaþasý yaþamaktayýz. Hatta laiklik
bazý çevrelerce dinsizlik olarak kabul edilmektedir. “Ben laik deðilim”in anlamý; “Ben kendi
inancýmý zorla veya kandýrarak sana kabul
ettireceðim, kabul etmezsen gerisini sen düþün” demektir.
Halbuki laiklik dinsizlik demek kesinlikle
deðildir. Devlet cemaatlarý serbest býrakmalý,
ancak kontrol etmelidir. Bu kontrollük görevi
tarafsýz olmalýdýr. “Ben kimsenin inanç ve düþüncelerine karýþmýyorum, kimse de benim
inanç ve düþüncelerime karýþmasýn, devlet
bunu saðlasýn” demektir.
Yurdumuzda çoðunluk Müslüman olmakla
birilikte farklý mezheplerden ve farklý dinlerden vatandaþlarýmýz var. Devletin yalnýz Sünni
mezhepten olan vatandaþlarýna hizmet eden bir
kurumu varsa bence iki yönden sakýncalýdýr.
Birincisi, zaten laik bir devletin böyle bir
kurumu olamaz. Ýkincisi, Anayasamýzýn eþitlik
ilkesine aykýrýdýr.
Ayrýca Sünni olmayan vatandaþlarýmýzýn
vergisinden bu kuruma aktarýlan miktar ne
dereceye kadar “helal” sayýlýyor. Devlet hiçbir
cemaata yardým etmesin, her cemaat kendini
finanse etsin; devlet hakemlik yapýp kontrol
etsin.
Bazý çevrelerce Alevilere Diyanet Ýþleri
Baþkanlýðý’nda yer verilmesi meselesi gündeme getiriliyor. Bunu kesinlikle doðru bulmuyorum. Eðer ben kendi Müslümanlýðýmý veya
inancýmý istediðim gibi yaþayamýyorsam, birileri bana kendi Müslümanlýk anlayýþýný yaþatmak zorunda býrakýyorsa, böyle bir kuruluþta
temsil edilmek istenmesi bizim inanç felsefemize uymaz.
Alevi-Bektaþi topluluðu, laik bir toplumdur. Laikliði yürekten destekleyen bir toplumdur. Böyle bir durumda hem laikliði savunacaksýnýz hem de laik olmayan bir devlet
kurumunda temsil edilmek isteyeceksiniz.
Bunu anlamakta zorluk çekiyorum.
“
EDOÐAN ALKAN
Yurt
Sivas’ta Madýmak Oteli’nde
yakýlarak öldürülen canlarýn anýsýna
Evlere ateþ düþtü
Daðlar duman içinde
Nice acýlar gördük
Biz bu zaman içinde
Yaðmaladýlar mülkü
Yetim koydular halký
Bozuk düzenin çarký
Dönüyor kan içinde
Dað taþ cesetle dolu
Kopmuþ bacaðý kolu
Baþýnda kuþlar döner
Kurt kaynar ten içinde
Bülbül kesmiþ sesini
Arar yavuklusunu
Yitirmiþ kokusunu
Gül gülistan içinde
Sivas iline vardým
Sultan Abdal’ý sordum
Yanmýþ bedenler gördüm
Alev duman içinde
Kýrýlýrken fidanlar
Solarken körpe canlar
Ýnsan eti yiyenler
Gezer meydan içinde
Alkan Divan’a çýktým
Bir ateþ de ben yaktým
Duruþmamýz kapalý
Ellerim kan içinde
ÂÞIK KUL HASAN
Bilmem
Ben derdimi nazlý yare aðlasam
Akan göz yaþýmý siler mi bilmem
Kabe eþiðine yüz sürem desem
Beni dergahýndan kovar mý bilmem
Gel beraber konup göçelim desem
Pir aþkýna candan geçelim desem
Doldur aþk badesin içelim desem
Benim ile bade içer mi bilmem
Kul Hasan’ým yare bendeyim desem
Senden ayrýlalý gamdeyim desem
Sen bendesin bende sendeyim desem
Mürüvvet kapýsýn açar mý bilmem
1992, Ankara
19
Dersimliler’in Kökeni Ve Deylem’de Alevilik
Ali Kaya
D
ersimliler, “Deylemliler/Daylamlýlar olarak anýlan, Hazar Denizi'nin güneybatýsý ile Tahran'ýn kuzeyine düþen bölgede yaþayan bir
toplum olarak bilinir. Siyasi anlaþmazlýklar, dýþ baskýlar, iklim koþullarý,
inanç farklýlýklarý, ekonomik, vb., çeþitli nedenlerle göç eden veya ettirilen bu halkýn büyük çoðunluðunun Güneybatý Ýran'a gidip orada 'Büveyhoðullarý Devleti'ni kuranlar olduklarý görüþü yaygýndýr. Öte yandan
Goranlýlar'ýn da yine Deylemliler olduðu anlaþýlmaktadýr. Deylemliler,
bölgedeki iþgal ve geliþmelerden sonra, bu bölgeyi de terk ederek Fýrat,
Muret (Dicle) nehirleri ve Dersim bölgesine 933-1055 yýllarýnda yerleþirler. Bölgenin yerli halkýyla kaynaþarak bugünkü Dersim halkýný oluþtururlar.”(1)
Yine Dersimliler'in atalarýnýn Deylemliler olduðu ve Dersim'de
konuþulan Zazaca (Dýmili)-Dersimce'nin bir Kürt lehçesi olmadýðý,
Zazaca'nýn Hint-Avrupa dil kümesinin Doðu Grubu'na dahil olduðu ve
Ýrani dillerinin kuzeybatý sýnýflandýrmasý içinde yer aldýðý görüþü bazý
batýlý bilim adamlarý tarafýndan desteklenmektedir.(2-3)
M.Ö. 628-551 yýllarý arasýnda Dersim ve çevresi Dýmili dilini
konuþan coðrafya anlamýnda “Dilaman” olarak biliniyordu. Dilaman,
Part egemenliðinin sürdüðü M.Ö. 247-M.S. 226 yýllarý arasýnda, yarý ya
da tam baðýmsýz bir krallýk durumundaydý ve 300 yýl boyunca Part
Federasyonu'nun bir üyesi olarak kaldý.(4)
M.Ö. VI. yüzyýldan M.S. IV. ve V. yüzyýllar arasýnda kalan yaklaþýk
1000 yýllýk süreçte, bugünkü Kirmançlar-Zazalar'ýn oturduðu coðrafya
Dilaman (Deylem) adýný taþýyordu. Günümüzde ise Ýran'ýn kuzeydoðu
Eyaleti Kuzey Horasan, Mazendaran, Rast, Gibal, Gilan, Taberistan,
Chalus, Kalar, Enzeli, Varemin, Lahican, Siya Kal, Koh Pir, Pulur,
Fumen, Gerskerd, Bar, Tulem, Rud-sar, Muvaz, Lesteneþar, Kohaman,
Hasan Rud, Astara Vajagah, Emurluh, Rahmandabad, Barfajan,
Pankuh, Hesen Beg ile Hazar Denizi arasýnda kalan bölge Deyleman
(Dilaman)-Gilan adýyla anýlmaktadýr (1358-1590).
Bizans tarihçilerinden Agathias'ýn “Historres” adlý yapýtýnda da
M.S. 551-552'de Dýmilliler’in Dicle'nin kýyýlarýnda yaþadýðýný
belirtmektedir. Ayrýca Agathias'ýn ustasý Procopius da Dýmililer'in
ülkesi olarak yaklaþýk coðrafyayý göstermektedir.
Zazalar'ýn Deylemliler olduðunu söyleyen Ermeni Atrasnik, bu
görüþünü Zhomas Arcruni'ye dayandýrarak ileri sürüyor (5)
Minorsky, M.Ö. X. yüzyýlda, Hazar Denizi'nin daðlýk bölgelerine
inen son Ýran kabilelerinin batýya doðru yöneldiklerini belirtir. Ancak bu
kabileler karþýlarýnda Kürtleri bulurlar. Bunlarýn kullandýklarý sözcükler
Deylemliler'in kullandýklarý sözcüklerden farklýdýr. Belki de
Deylemliler, Kürtlerin arasýna karýþýp Kuzey Mezopotamya bölgesine
yerleþen Zazalar'ýn atalarýdýr.
Terry Leynn Zodd, Dýmilice'den hareketle, Zazalar'ýn ayrý bir halk
olduðunu belirtmektedir.(6) Benzer biçimde Ýngvar Savnberg de araþtýrmalarý sonunda Zazalar'ýn ayrý bir halk olduðu kanýsýna varýr.(7)
Ýslami Fetihler Döneminde Deylem
H
alife Ömer devrinde Ahnef komutasýndaki Arap ordusu Horasan
(Khurasan) yöresini aldý. Sasani Þahý III. Yezdigirt'i yenilgiye
uðratmasýyla Sasani varlýðý sona erdi ve Ýran Devleti ortadan kaldýrýldý.
VII. yüzyýlda, Horasan, Harizm ve Semerkant bölgelerinde bir dizi
direniþ oldu. Kutabye bin Müslim Al Bahil, Haccac bin Yusuf, Yezid
bin Muhallab gibi komutanlar yörede kimi fetihler gerçekleþtirdi.
Rüstem Behrem'in amcasý Deyleman ve Horasan bölgelerini egemenliði altýna aldý. Kadiriye çevresinde (642) 4000 kiþilik Deyleman
halký Ýslamiyeti kabul etmek zorunda kaldý.Daha sonra Deylemanlýlar
Celula bölgesinde Araplarla beraber Kufe askerlerine karþý savaþtýlar.
873 yýlýnda çoðu Zerdüþt olan Deyleman halký, Hasan bin Zeyd'in
yardýmýyla Ýslamiyeti kabullendiler.
Buna raðmen Alevi önderleri her zaman Deylem'e yardýmcý oldular
ve koruyuculuðunu üstlendiler. 825’ten 1058’e kadar Deyleman
bölgesi, Alevi önder Castaniyan tarafýndan yönetildi.(8) 912 yýlýnda ise
Hasan bin Ali, Alevi aþiretlerini Hazar Denizi kýyýsýna yerleþtirdi.
20
Taberistan ve Deylemistan halkýnýn çoðu Ýslam dinine girdi. Kangariler
ile akraba olan Salariler 942 yýlýndan baþlayarak Selçuklular zamanýna
kadar Azerbaycan'da hüküm sürdü. Ancak Deylemliler'in kurduðu
devletlerin en önemlisi, Baðdat'ý fetheden ve 12 gün sonra Halife Ali
Mustakfi'yi tahttan indiren Beveyhoðullarý'nýn kurmuþ olduðu devletti
(932-1056).
Ayrýca Deylem'de Hicret'in baþlangýcýndan IV. Hicriye kadar Alevi
boylarýndan Albuye (931-1065), Ziyarhandaniler(931-1078), Veshvetan,
Almakan, Benkak gibi soylar Deylemistan'ý yarý-baðýmsýz yönettiler
(865-1005)
Hz. Ali'nin kardeþi Cafer soyundan Yahya bin Abdullah, Kerbela’daki katliamdan kurtulduktan sonra Deyleman'a kaçtý. Horasan ve
Taberistan'da yaklaþýk 1000 kiþilik bir kuvvet toplayan Yahya bin
Abdullah Deylemistan’a girince Deylem hükümdarý Castaniyan kendisine kucak açtý (825-1058). Bölgeyi siyasi ve dini çalýþmalarýnýn merkezi durumuna getiren Yahya bin Abdullah, ünlü din bilginlerinin de desteðini alarak Abbasilere baþkaldýrdý. Öldürülünce yerine El Hasan bin
Zeyd geçti. Zeyd, Rey þehrini terk etti ve Taberistan'a yerleþti. Bölgedeki
Hz. Ali taraftarlarý, Hasan bin Zeyd'i davet ederek Hasan bin Ali'nin
önderliðinde Abbasi baskýsýna karþý ayaklandýlar. Ayaklanma baþarý ile
sonuçlandý ve Hasan bin Zeyd Deylemistan'da 20 yýl padiþahlýk yaptý.
Ölümünden sonra Seyd Mehmed bin Zeyd baþa geçti ve 16 yýl DeylemGilan'da padiþahlýk görevini yürüttü; inanç hizmetlisi olarak bölgede
Aleviliði yaymaya çalýþtý. Bu dönemde Deylemliler'in çoðu Cafer-i
Sadýk mezhebini kabul etti (917-920). X. yüzyýlýn ilk yarýsýnda
Deylaman'dan batýya göç eden Deylemliler, yüzyýlýn ikinci yarýsýnda
Abbasileri devirip Deylem, Azerbaycan, Dicle ve Fýrat kýyýlarýnda ve bu
bölgeleri Hazar Denizi'ne baðlayan yörelerde kimi devletler kurdular.
Yazar’in çektiði fotoðrafla Gilan
Abbasi halifesini temsilen Mehmed bin Saluk Amor'a gelerek Taberistan'da padiþahlýðýný ilan etti. Mehmed bin Saluk'un ölümünden sonra
Alevi önderleri, Gilan-Deyleman topraklarýný geniþletmek için baþta
Horasan olmak üzere çevredeki ülkeleri kendilerine baðlayarak baðýmsýz
devletler kurdular.
Moðol hükümdarý Cengiz Han Ýran'ý ele geçirdikten sonra, Gilan
üzerine sefer düzenledi. Bölge daðlýk olduðundan egemenlik kuramadý.
Ancak Moðol saldýrýlarý süreklilik gösterince bölge güçleri zayýfladý.
Moðol güçlerinin karþýsýnda daha fazla direnemeyeceðini anlayan Deyleman-Gilan halkýnýn bir bölümü önce Kuzey Horasan'a çekildi, sonra
Dersim-Sivas yöresine gelip yerleþti (1223-1258). Deylem halkýnýn bir
kýsmý da….
Selçuklu hükümdarý Tuðrul Bey 1055 yýlýnda Büveyhoðullarý devletini ortadan kaldýrdý. Bunun üzerine Deylemliler yavaþ yavaþ yerli halkla
karýþtý ve önemli bir kýsmý da batýya göç ederek Dersim-Fýrat ve Dicle
yörelerine kaydý. 1256 yýlýnda Deylemliler'in son kalesi Alamut'un
Moðol hükümdarý Hülagu Han tarafýndan alýnmasý bu halkýn güçlerini
büsbütün zayýflattý. Ýzleyen süreçte Deylemistan küçük beyliklere ayrýldý. Ardýndan Gilan, Karkýyalýlar'ýn eline geçti. Geri kalan Deylemliler,
Giller'e karýþtý ve Deylem adý ortadan kalktý; yerine Gilan adý egemen
oldu.
Sayý 1
Sonuç olarak bölgede yaþayan Kürtler'den
ayrý tarihi, kültürü, dili, inançlarý, örf, âdet ve
alýþkanlýklarý olan, bugün Horasan(9) coðrafyasýnda yaþayan Deylemliler'le-Dersimliler'in ortak paydalarý bulunduðu ve örtüþtüðünü, 2000
yýlýnda Deyleman'a yaptýðým alan çalýþmasýnda tanýk oldum. Bugün Dersim halký deyince 126 aþiretten ve boydan oluþan, alýþkanlýklarýnýn ortak paydasýnda buluþan Deylem-Gilan'da yaklaþýk 2.5 milyon, Türkiye'de yaklaþýk 4.5 milyon Deylem-Gilan kökenli halk
anlaþýlýr. Dersimliler 700-1258 yýllarý arasýnda
çeþitli nedenlerle Deyleman'dan göç ederek
Dersim, Bingöl, Sivas, Malatya, Elazýð, Erzincan, Erzurum, Diyarbakýr, Siverek, Muþ, Varto
ve Adýyaman bölgelerine yerleþtiklerini ve
atalarýnýn Deylemliler olduðu gerçeðini bir kez
daha gözledim. Var olan bulgu ve veriler de
bunu doðrulamaktadýr.
NOTLAR
1) Ali Kaya; Dersim Tarihi; sayfa: 41
2) M.B. Loomood, A. Panoroma of Indo-European
Languages, London 1972)
3) People and Culture of the Middle East, New
York 1981
4) Bk.: Enc. of Britannica; cilt: 19; sayfa: 35-36;
16 nolu harita.
5) Ausgabe, St. Petersburg, 1887; sayfa: 202
6) Gramme of Dýmili; Michigan 1985
7) Invandrars Fran Turkiet Eniskoch Sociokulture
Variation, Upsala, 1985
8) Ali Kaya; Deylem'den Dersime; sayfa: 72
9) Horasan: Xoresan, Xuresan, Xuristan, Khurasan.
Sözlük anlamý “Güneþ'in yeridir”. Ateþperest Zerdüþtiler Güneþ'e tapýnma ülkesi anlamýnda da
kullanmaktadýrlar. Klasik Eremeni coðrafyacý
Khoerenli Moise Horasan'ý Hazar Denizi'nin
güneydoðusundaki Curcan, Kamýþ, Badahþan,
Tabarisatan, Amuderya'nýn yuakarý mýntakalarýyla
Bamýyan ve Hindukuþ daðlarý arasýndaki bölge
olarak belirtir. Ýslam tarihçilerinden Belazuri'ye
göre Horasan 4 bölgeye ayrýlmýþtýr: 1. Bölge;
Niþabur, Kuhistan, Herat, Tabesya, Busange,
Badgis ve Ballý. 2. Bölge; Harzem, Zama, Amul ve
Buhara. 3.Bölge; Fariyap, Çüzcan, Toharistan,
Ulahs, el Quzuadyan, Haiþet, Andaraba, Bamyan,
Baðlan, Waligþak, Týrmýz, el Saðaniyan Zamm,
Aþaðý Tohoristan, Hulm ve Simingan. 4. Bölge;
Buhara, Þaþ, Turarban, Saðdiyanu, Necef,
Rubistan, Usruþana, Sanam, Ferguna, Semerkand,
Abarlat, Banakat ve Türk illeirini kapsamakta
olduðunu belirtir.
KAYNAKÇA:
Ýran'a Seyahat; Can Yayýnlarý; Ýstanbul, 2002
Kaya, Ali; Dersim Tarihi; Can Yayýnlarý;
Ýstanbul, 2000
Minorsky, La Deminotion Des Etudes
Ýraniennes; Paris ,1932
Todd Terry Lynn; Gramer of Dýmili;
Michigan, 1885
Mac Kenzie'de Kurdich Dialect Studies;
London, 1981
Aðustos 2004
ÖLÜMÜNÜN ONUNCU YILINDA
Alevi Aydýnlýðýnýn ve Kavgasýnýn
Çalýþkan Aydýný
Battal Pehlivan
Ahmet Koçak
1994 yýlýnýn 5 Mart’ýnda Kervan dergisinin
Kartal’da düzenlediði “Laik Demokratik Türkiye Ýçin El Ele, Gönül Gönüle, Birliðe” adlý
geceye konuþmacý olarak katýlan Battal aðabey, toplantý sýrasýnda geçirdiði bir kalp krizi
ile yaþamýný yitirdi. Bu kriz, büyük olasýlýkla
uzun mücadele yýllarýnýn biriktirdiði gerginlik
ve yorgunluða baðlýdýr.
Serçeþme yola çýkarken, Battal Pehlivan’ýn
kavga yoldaþlarý olarak, onu. yýllar boyu yürüttüðü çileli ve zorlu mücadelesini; karanlýklar
içinden yükselen ilk seslerden biri olmasýný;
Alevi-Bektaþi sancaðýný nice zorluða karþýn
yükseltiþini unutamayýz. Yaþamý boyunca
mücadeleden, emekten, demokrasiden yana
tavýr almýþ olan Battal Pehlivan bugün aramýzda olsaydý, hiç kuþkusuz bu gün yine bizimle
ayný sayfalarda yer Bu boþ bir sav deðil, Battal
aðabeyin düþüncesidir. Bakýn ölümünden
birkaç saat önce neler söylemiþ:
“Biz yetmiþ üç millete ayný nazarla bakarýz.
Aleviler zaten ezelden beri zulme baþkaldýrmýþ, ezilenin yanýnda yer almýþlardýr.
Tarihten gelen böyle bir yapýlarý vardýr.
Diðer yanda bugün böyle düþünmeyen ve
her türlü gericiliðe, zulme karþý koymayan,
laiklikten, demokrasiden yana tavýr koymayan Aleviye ben Alevi demem zaten.
Aleviliðin niteliði budur. Ama diðer yandan, son birkaç yýldýr Aleviler de hak arama, kendi kimliklerini kazanma doðrultusunda bir mücadele vererek örgütleniyorlar. Örgütlenirken de, diðer ilerici, demokrat kesimlerle birlikte, ortak talepleri
yönünde birliktelik arýyor ve bunu gerçekleþtirmeye çalýþýyorlar. Yani biz mezhep
ayrýmý gibi bir durum yaratmýþ olmuyoruz.” (Kervan, s. 36, Nisan 1994)
Baðnazlýðýn kanlý katliamlarýnýn son örneklerinden biri olan 2 Temmuz Sivas kýrýmýndan
þans eseri kurtulan Battal Pehlivan, bu kurtuluþa sevinememiþti. Yaþadýðý bu olaydan yola
çýkarak o günlerde ülkenin ne halde oluðunu þu
sözleriyle anlatmýþtý:
“Ülkemiz kritik günlerden geçiyor. Baþta
þeriatçý-gericiler olmak üzere sað güçler
ülkede karanlýk günleri egemen kýlmak
istiyor. Her türlü baskýyla laik ve demokratik güçlere zulmetmek istiyorlar. Kadýnlarýmýzý çarþafa sokmak, þeriatý hakim kýlmak
istiyorlar. Karanlýk, kötü günleri yaþamak
istemiyorsak var gücümüzle çalýþmalý, sesimizi yükseltmeliyiz.” (Agy.)
On yýl önce bu sözleri söyleyen Pehlivan,
yaþadýðýmýz bugünleri görseydi, uðruna müca-
BATTAL PEHLÝVAN 1947-1994
dele ettiði bu toplumun ve “aydýnlarýnýn” daðýnýklýðý ve tutarsýzlýklarý yüzünden herhalde
kahrýndan ölürdü.
Battal aðabey 1947 yýlýnda Ceyhan’da doðdu. 1970 yýlýnda Ankara Ýktisadi Ticari Ýlimler
Akademisi’ne baðlý Gazetecilik ve Halkla Ýliþkiler Yüksek Okulu’nu bitirdi. Ankara ve Ýstanbul’da çeþitli gazetelerde çalýþtý. Yazýlarý
Memleket, Yenigün, Demokrat, Akþam, Günaydýn, Bugün, Meydan, Sabah, Gönüllerin Sesi,
Aydýnlýk gazetelerinde yayýnlandý. Ayrýca Adana’da çýkan Düþün dergisi ile ülke çapýnda
yayýmlanan Edebiyat 81, Somut, Halkçý Oluþum, Söyleþi, Demokratik Birlik, Cem, Kervan,
Kavga dergilerinde de makaleleri yayýnlandý.
Her zaman kavga adamý olan Battal Pehlivan altmýþlý yýllarýn sonunda Birlik Partisi’nin
Adana örgütünde görev almýþtý. 80’lerin sonunda Alevilerin örgütlenme çabalarýnýn merkezinde yer aldý ve “Alevi kültürünü yaymayý
ve yaþatmayý” amaçlayan Semah Kültür
Vakfý’nýn kurucularý arasýnda yer aldý.
Battal Pehlivan’ýn ilk kitabý 1976 yýlýnda
yayýmlanan Kara Þavga oldu. 80’li yýllarýn baþýnda halk bilimine yöneldi. Bu çerçevede
yürüttüðü araþtýrma ve derleme çalýþmalarý bir
dizi kitap olarak yayýnlandý. Bunlarýn arasýnda
Aþýk Veysel, Dadaloðlu, Bahçe Biziz Gül Bizdedir (Türkülerimiz), Ruhi Su, Aþýk Mahzuni
(Dom Dom Kurþunu), Alevi-Bektaþi Düþüncesine Göre Allah, Anadolu’da Alevilik, AleviBektaþi Fýkralarý, Pir Sultan Abdal (Resimli
Roman), Aleviler ve Diyanet.
Battal Pehlivan çok yönlü bir aydýndý.
Kavga arkadaþý Lütfi Kaleli ölümünden sonra
yazdýðý anma yazýsýnda, Battal Pehlivan’ýn bu
yönünü vurguluyordu: “Salt öykü yazarlýðýnda
kalmadý Pehlivan. Halk bilimine ilgi duydu.
Türkülerimizi derledi. Anadolu kültürünün
önemli bir parçasýný oluþturan Aleviliðe yöneldi.” (Kervan, sayý 36, Nisan 1994)
Çok erken, daha kýrk yedi yaþýnda yaþama
gözlerini kapatan Battal Pehlivan çalýþkan ve
üretken bir aydýndý. Yazar, gazeteci, araþtýrmacý kimliðiyle kýsacýk yaþamýna yaklaþýk yirmi
kitap, sayýsýz makale-röportaj sýðdýrmýþtý.
Namuslu, dürüst ve cesur bir aydýn olarak
tanýnan Battal Pehlivan’ýn yapýtlarýnýn çoðu ne
yazýk ki, bugün okuyucularý tarafýndan bulunamýyor. Bunun için Battal Pehlivan’ýn bugüne
kadar yayýnlanmýþ ve yayýnlanmamýþ yapýtlarýnýn tümünün yeniden yayýnlanmasý gerekli
diye düþünüyorum. Bir yayýncý olarak, bu
konu da üzerimize düþen görevi caný gönülden,
seve seve yapmaya hazýrým.
Ölümünün onuncu yýl dönümünde Battal
Pehlivan’ý saygý ve sevgiyle anýyorum.
21
'
Arif Sað: Müzik Biçim Olarak Netleþmemiþ Bizim Ülkemizde
SÖYLEÞÝ AHMET KOÇAK
I. BÖLÜM
Hocam yeni bir dergi çýkartýyoruz Serçeþme. Okuyucularýmýz
için sizin aðzýnýzdan bir kez daha kýsaca yaþam öykünüzü,
dinleyebilir miyiz?.
1
946 senesinde Erzurum’un Aþkale kazasýnýn Dallý köyünde Ayþe ile
Yusuf’tan dünyaya geldim. Her köylü çocuðu gibi, belli bir süre o
köydeki yaþamý yaþadým. Dana otlattým, kuzu otlattým, tarlaya gittim,
çayýra gittim,vs. Ýlkokula baþlamadan önce baðlama ve kaval çalmaya
baþladým.
Daha sonra o süreçte babamýn mesleðinden dolayý (deðirmencilik
yapardý ) gezgincilik dönemim oldu. Erzincan’a, Erzurum’un köylerine
gittik. 1960’da Ýstanbul’a geldi. O zaman, Türk Müziði cemiyeti vardý,
Cumhuriyet gazetesinin karþýsýnda, ilk oraya gittim. Nida Tüfekçi orada
ders veriyordu. Müzikle ilk ciddi anlamda çalýþmam o süreçte baþladý.
Yani ilk nota, solfej bilgilerini orada aldýnýz.
E
vet. Beþ yýl oraya devam ettim. Daha sonra Nida Tüfekçi ile müzikle ilgili birlikteliðim devam etti. Yani nota ve müzik bilgilerini ilk
orada aldým, kendimi yetiþtirdim. O dönem, radyoda sýnav açýldý, sýnava
girdim. Uzun yýllar radyoda müzik çalýþmalarým oldu. Sonra konservatuar açýldý Ýstanbul’da. Konservatuara öðretim görevlisi olarak çaðýrdýlar.
82’ye kadar da akademik çalýþmalarým oldu. O akademik çalýþmalarda
ben öðreticilik yaptým ama, iþin baþka bir gerçeði de, ben müziði öðretirken öðrendim. Çünkü biliyorsunuz, Türkiye’de bugüne kadar, bu konservatuara benzer bir konservatuar olmadýðý için, konservatuar bitirmiþ
öðretim elemanlarý da yoktu. Burada pratikten gelen insanlar öðretim
üyeliði yapýyordu, benim gibi. 82’de ben ayrýldým konservatuardan.
82’den sonra Þan Tiyatrosu Resitalleri ile baþlayan bir süreç vardýr.
Baðlama, belki çok geniþ kitleler tarafýndan seviliyordu ama, aydýnlar ve
entelektüeller tarafýndan raðbet görmüyordu, fazlaca da bilinmiyordu.
Dolayýsý ile Türkiye’deki aydýn, okumuþ kesimle baðlamayý, ilk o resitaller de karþý karþýya getirdik. Daha sonra ise Muhabbet kaset serileri
baþladý. Müzik yaþamýmda mutfak diye bir þey vardýr. Müziðin mutfaðýndaki çalýþmalar (aslýnda müziðin vitrininden daha çok çalýþýlan bir
alan), þu anda olduðu gibi o günlerde de devam ediyordu.
Onlarca sanatçýya albüm yönetmenliði yapmak, baðlama çalmak,
ritim sazlar çalmak. Mutfak çalýþmasý deyince bunlarý anlýyorum.
E
vet stüdyo kýsmý. Akademik anlamda baðlamanýn tekrar, yeniden
notalandýrýlmasý, yeniden açýlandýrýlmasý, yeniden evrensel müzik
aletlerinin arasýna girmesi açýsýndan, ona metodik bir boyut kazandýrmak, o çalýþmalar devam ediyor. Bu çalýþmalar sýkýntýlý çalýþmalardýr.
Örneðin baðlama metodu yazabilmek için, bugüne kadar, dünyadaki
diðer enstrümanlardan yüzlercesinin metodunu inceledik. Nasýl yazmýþlar, nasýl çözmüþler. Belki bizim müziðimiz bize has bir müziktir, baðlama bize has bir enstrüman ama, bir de dünya dili var müzikte. Hem kendi
amacýmýzýbir yere oturtmak, hem de evrensel boyuta taþýyabilmek ve
müzikteki evrensel dili kullanarak yazmak gibi bir sýkýntý var.
Bizim müziðimiz polifonik bir müzik deðil, makam müziði, melodiye dayalý bir müzik. Dünya müziði ile o noktada biraz sýkýntýya da giriyoruz. Seslerimiz bize has, farklý sesler kullanýyoruz. Bir dolu seslerimiz
belki dünya müziði ile örtüþüyor ama, bir takým seslerimiz de dünya
müziði içinde yok. Bazýlarý Ortadoðu, Asya müzik türlerinin içerisinde
belki var, ama komþumuz Bulgaristan’ý aþtýðýmýz noktada, o sesler yok.
Yani kendimize has seslerimiz, kendimize has ritmik yapýlarýmýz var, bu
arada da evrensel müzikle de birtakým iliþkileri var.
Tüm bunlarý göz önünde bulundurarak müziklerimizi dünyanýn diðer
müzikleri ile tanýþtýrmak, ayný potada eritmek. Tabii bunlar düþünce
düzeyinde herkesin diyebileceði laflar ama, uygulamaya geçtiðin zaman
22
zorluk baþlýyor. Ben 75’de konservatuara baþladýðým zaman, ders notlarým vardý, aþaðý yukarý 29-30 sene benim ders notlarýmýn dýþýnda hiçbir
þey yazýlmadý. 30 yýldýr ben o metodu kitap haline dönüþtüremedim.
Sebebi de henüz baðlamayý. Baðlama geliþmeye devam ediyordu.
Devam ettik. Baðlamanýn o zamanlar çalýþ tekniði tek tarz üzerineydi.
Baðlamada bozuk düzen, baðlama düzeni, þelpe,-parmak çalma, o kadar
çok teknik çýktý ki, bu tekniklerin her biri baðlamayý yere taþýdý. Dolayýsý
ile ben 75 yýlýnda bir metot yazmýþ olsaydým, bugün baðlamanýn geliþtiði
yere cevap veremeyecekti. Bugün yazdýðýmýz da, belki de bundan 30
sene, 40 sene, 50 sene sonrasýna cevap vermeyecek. Ama önümüzdeki
30 - 40 seneyi þekillendirecek bir kitabýn ortaya çýkmasý gerekiyor diye
düþünüyorum.
Baðlama metodu ne zaman çýkacak?
V
allahi çok enteresan, biz süreci þöyle yaþýyoruz. Aþaðý yukarý iki
senedir Erdal (Erzincan) ile hem dövüþüyoruz, hem barýþýyoruz,
tekrar kavga ediyoruz, tekrar yazýyoruz, 200-300 sayfa yazýyoruz, sonra
oturuyoruz haydi onlarý yeniden siliyoruz. Bu çok zaman alýyor.
Biz nota yazýyoruz, notalarýn üzerine bir sürü iþaretler, metodik iþaretler koyuyoruz. Bir gün geliyor siliyoruz, iþaretlerden de, yazdýklarýmýzdan da vazgeçiyoruz. Haydi yeniden! Niye? Çünkü müzik biçim
olarak netleþmemiþ bizim ülkemizde. Adýný koyamamýþýz, bir türlü oturtamamýþýz. Edebi isimler mi verelim, müzikal isimler mi verelim, böyle
bir kaos yaþanmýþ bu ülkede. Makam mý diyelim, dizi mi diyelim, bunlar da karýþtýrýlmýþ.
Klasik Türk müziðinde makamlar konulmuþ. Zaman zaman bizim
müziðimiz de, o makamlarýn bazýlarýnýn adýný kullanmýþ. Ama bir bakýyorsunuz bizim müziðimizde edebi ayaklar kullanýlmaya baþlanmýþ.
Kerem’in türkülerinin söylendiði ayaða Kerem ayaðý denmiþ. Halbuki
ayak müzikal bir olay deðildir, þiirden, uyaktan kaynaklanýr. Ama gel gör
ki, bilinçsizce veya çaresizlikten biz bu ayaklarý makam gibi görmeye
baþlamýþýz.
Âþýk Garip’in türkülerinin söylendiði üsluba Garip ayaðý denmiþ.
Sümmani aðzý diye bir þey var. Genellikle Segâh düþünüp, Segâh kurgusu üzerine oluþturulan parçalarýn büyük bir bölümüne Sümmani aðzý
denmiþ. Sümmani aðzý diye bir aðýz olmaz. Koçaklamalarýn büyük bir
bölümüne, Köroðlu’nda baþlayan sürece, Köroðlu tarzý (tavrý) denmiþ.
Böyle garip garip þeyler.
Tabii bu deyimlerle bir müzikal yapý kuramýyoruz, oturmuyor, çünkü
sen Hicaz makamýna Garip diyorsun. Gidiyorsun Urfa’ya, Urfa’da da,
Hüseyni makamýna Garip deniyor. Böyle büyük bir çeliþki. Birbirinin
zýttý olan iki dizi, ayný adý kullanýyor, baþka bir yere gidiyorsun, tam aksi
bir dizi ayný adý kullanýyor. Sadece bir metod yazmaya kalksaydýk
þimdiye kadar çoktan çýkmýþtý. Ama sorun sadece metot deðil, bir de
müzikal yaný var, onu da düzelterek götürüyoruz.
Sayý 1
Bu arada halk müziði bilen veya bildiðine inandýðýmýz insanlarla da
zaman zaman oturup tartýþýyoruz. Hatta konservatuarda arkadaþlarla bile
tartýþýyoruz. Ama bir noktaya getirdik, taþýdýk. Çözümler ürettik. Yani o
dizilere belki makam ismi vermeyeceðiz, onlara biz þifreler a, b, c, d
þifreleri yazabiliriz. Dünya müziðinde gamlarla ilgili, dizilerle ilgili,
majörler, minörler üzerine oturtmuþ, götürmüþler. Bizim makamlarý belki
majör, minör üzerine oturtamýyoruz ama müzikal yapýsýný, dizisini
algýlayýp, a, b, c gibi bir çalýþma içerisine girdik.
Bir noktaya geldik, doðru durmaya baþladýk. Yani bence doðru, çünkü yeniden isimlendirmek gerek. Dizilerin adýný koymak doðru durmuyor. Niye Hüseyni makamý, ne demek Hüseyni makamý? Veya niye
Hicaz, niye Garcihar, niye Rast? Kelime anlamý oradaki diziyi anlatýyor
mu acaba? La’dan Re’ye taþýyorsun bir þey söylüyorsun; La’dan Mi’ye
taþýyorsun baþka bir þey söylüyorsun, anlatabildim mi? Diyelim Kürdi
makamda bir þey çalýyorsun, Sol üzerine taþýdýðýn zaman adýný baþka bir
þey söylüyorsun, böyle garip garip þeyler var. Eleþtirme açýsýndan söylemiyorum. Niye yapmýþlar zamanýnda? Ama þimdi bize zorluk çýkarýyor.
Tanýmadýklarý için de baðlama ile ilgili doðru yazamýyorla, çünkü baðlamanýn prosedürünü bilmiyorlar. Hangi ses nerede, nasýl rahat çýkar,
bilemiyor. Nasýl yazarsam, hangi tarz üzerine oturtturursam, icracý bunu
doðru çalar, bilmiyor. Bir melodi yazýyor, bakýyorsunuz baðlamaya
uygun bir melodi deðil. Ya yaylý ya da nefesli sazlar için yazýlmasý
gereken bir melodiyi getirip baðlamaya yazýyor.
Geliþme Adýna Yozlaþma Var Türkiye’de
Bu halk müziðinde baþka bir keþmekeþ yaratmýyor mu? Bu da
yozlaþmaya neden olmuyor mu?
G
eliþme adýna yozlaþma var Türkiye’de. Hepiniz dinliyorsunuz
kasetleri, CD’leri. Yaylýlarýn yapacaðý þeyleri baðlama ile yapýyorlar. Bizim çocuklar da böyle garip uçuþlar içerisinde, uçmuþlar.
Baðlamayý süratli çalmak baþka þey, baðlamayý iyi çalmak baþka þey.
Ama baðlamayý baðlama gibi çalmak, en doðru olan o.
Baðlamayý baðlama gibi çalacaksýn. Baðlamayý baðlama gibi çalarKlasik Türk müziðinden, sanat müziðinden hareket ederek, halk
ken, hýzlý çal, duygusal çal, iyi ses çýkar, bunlara hiç itiraz etmem. Ama
müziðini formüle edemiyoruz, diyebilir miyiz?
baðlamayý keman grubu gibi düþünerek, baðlamalarla baþka bir þey çalmaya kalkarsan, bu doðru deðil. Çünkü baðlamayý riske sokarsýn.. Baðem edemeyiz, hem de, diyelim formüle ettik, oraya uyum saðladýk;
lamanýn týnýsý bozulur, sevimliliði gider.
bu sefer de dünya müziðine adapte
Baðlamayý uluslararasý arenaya taþýmak
olamýyorsun. Ýyi bilinen ‘Beþli Aralýk’a
isterken, baþkalarý bize bakýp bundan bir þey
bakalým. Beþli aralýkda Fa sesi ile Si Bemol
Türkiye’deki folklor, kültür içinden
olmaz diyecek. Böyle bir noktaya götürüyor.
sesi ayný perdeye geliyor. Eðer biz, klasik
Alevi edebiyatýný ve müziðini
Yozlaþma noktasý orasý.
Türk müziðini mantýðýna göre hareket ederçekip aldýðýmýz zaman,
Biz bunu durdurma adýna ne yapýyoruz?
sek, bu iki sesi ayný perdede çalamayýz,
belki
biter
sözü
doðru
deðil
ama,
Diyoruz
ki, bakýn, baðlama böyle bir enstrüçünkü birbirinden bir koma farklýlýk yaratabüyük
bir
zayiata
uðrar
mandýr,
açlýmý
da budur, yapýlabilecekleri de
cak orada. Bazýlarýna göre Si Bemol beþ
bunlardýr.
Yapýlmasý
gerekenler ve yapýladiye düþünüyorum
koma olmasý gerekirken, yani La ile Si
bilecekler
ile
normali
bu, baðlama budur.
Bemol arasýnda beþ koma aralýk gerekirken ,
Ayrýca
zorladýðýn
zaman
neler çýkabilir, daha
Mi ile Fa arasý dört komalýk bir aralýktýr,
neler
yapabilirsiniz,
bunu
da
açýyoruz.
Ama
her
alatin
müzikal duygusu
dolayýsý ile bir koma fark var. O zaman ben baðlamanýn üzerinde binvardýr.
Siz
alete
o
müzikal
duygusunu
vermedikten
sonra,
isterseniz uçun
lerce perde görmek zorunda kalacaðým. Bir yaný bu, diðer yaný bütün
bir
þey
deðiþmiyor.
Baðlamada
da
o
müzikal
duygusallýðý
ortaya koyabunlarý düþündüðünüz noktada, dünya müziði ile entegre olmanýzýn
bilmenin
yolu,
baðlamayý
aslýna
uygun
þekilde,
kendi
kapasitesine
uygun
olanaðý yok.
þekilde
çalmak.
Ama çalýþmamýzýn sonunda þu sonuç çýktý, gördük ki; her sesi
Belki bu çalýþmalar sonuçta doðru müzik yazýmýna doðru götürecek
ortadan ikiye böldüðünüz zaman olayý çözüyor. Çünkü baðlama düzeni
ve
yozluðun
önüne o noktada geçilecek. Bu kitabýn böyle de bir faydasý
ancak öyle çalýnabiliyor. Bozuk düzende de ayný þey var. Bozuk düzenolacak
diye
düþünüyorum.
de, diyelim alt teli La, üst teli Sol yaptýðýnýz noktada, sen nereye taþýrsan
taþý, aralarýnda bir ses, bir koma var. Ama komalarý düþündüðün noktaya
Müzikte yozlaþmadan söz ettik. Arabeskten, fantezi müzikten etkitaþýdýðýn zaman, üst ile alt telin geldiði perdeler, bastýðýn perdeler
lenme oluyor. Ama bunlar saman alevi gibi parlýyor ve sönüyor.
deðiþik olmak zorunda. Birisini bir koma yukarý, birisini bir koma aþaðý
Öte yandan halk müziði deyince bir de sözler var. Pir Þultan’ýn
taþýyacaksýn. Yani bir sýkýntý var orada. Tabii bunlarý biz müzik adamlarý
sözü beþ yüzyýl taþýnabiliyor. Âþýk Veysel belki daha yüzlerce yýl
ile bilimsel olarak tartýþtýðýmýz zaman bir yere varýrýz ama, kamuoyu
gidecek. Günümüz þiirleri geleceðe eriþebilecek mi?
önüne çýkýp tartýþamýyoruz. Kamuoyuna bunu açýklamamýzýn olanaðý
yok. Bu sýkýntýlar var. Bu sýkýntýlarý aþmak için, tabii ki zaman ve emek
afan estiði gibi roman yazamazsýn. Geleneksel bir roman yazma
vereceksiniz, kolay deðil bunlar.
kurallarý vardýr. Her ne kadar özgür yazýyorsan da, bir yazým kuralý
H
K
Görünüyor ki, bu metot çalýþmasý zaman karmaþayý ortadan kaldýracak. Beste yapanlara, halk müziði formatýnýn, nota dizininin;
bunlarýn ritim, tezene ve tavýrla birlikteliði için bilimsel bir
kýlavuz olacak.
B
ir aranjörü düþünün. Aranjör kemancý deðildir, gitarcý deðildir,
obuacý deðildir, saksofoncu deðildir, aranjör çok genel bakar olaya.
Bu genel bakýþta ne yapar? Bu saydýðým enstrümanlar bilimsel açýdan
metotlaþmýþtýr, oluþmuþtur, hepsi bellidir, adam onu önüne almýþtýr.
Bestesini yaparken, o bilgilerine dayanarak enstrümanlara partisyon
yazar. Ýcracýlar da ona göre çalar. Ama aranjör baðlamayý tanýmýyor.
Aðustos 2004
vardýr; virgülü koyacaksýn, noktayý koyacaksýn, soru iþaretini koyacaksýn. Yani bir kurallar manzumesi vardýr. Müziðin üzerine döþenmiþ olan
söz de edebiyatýn þiir bölümü. Þiir, konuþma üslubundan, cümlelerinden,
dilinden farklýlýklar taþýr. Þiirin böyle bir özelliði vardýr. Herkese anlasýn
diye, günlük konuþma dilinde þiir yazarsan, bence o þiir olmaz.
Türkiye’de böyle bir kaos yaþanýyor bence. Türkiye’deki edebiyatçýlar, sairler, yazarlar, çizerler, sizler yani, iþin bu noktasýnda müdahale
etmeniz gerektiðine inanýyorum. Yozlaþma sadece müzik de deðil ki.
Sözler de yozlaþýyorsa, Arif Sað’ýn iþi deðil ki bu. Bu edebiyatçýlarýn iþi,
yazarlarýn iþi, yani adres ben deðilim o noktada. Sen niye beni adres gösteriyorsun?
23
vardýr. Alevi müziði içerisinde, sevda türküleri, gurbet türküleri hepsi
Türkiye’de, dünyanýn diðer ülkelerindeki gibi sözsüz müzik
vardýr. Genel yapýyla baktýðýn zaman, ödünsüz geliþmiþ müzik türleridir.
geleneðimiz de yok. Sözsüz müzik dinlenmiyor, alýþmamýþ insanlarýmýz.
Hesabý yok, kitabý yok, kaç kuruþ kazanacaðým yok, okursam beni
Bunu da saygýyla karþýlamak lazým. Bizde müzik dediðiniz zaman,
alkýþlayacaklar yok, öyle derdi yok. Diðer müzik türlerinin hepsinde bu
üzerinde sözleri olan beste gerek. Dolayýsý ile müzik adamlarýnýn
hesap var.
muhabbetinin içerisine söz de giriyor, benim girdiðim gibi.
O açýdan bugün Alevi müziði, gelmesi gereken yere gelmiþtir.
Edebiyatçý olmadýðým halde, edebiyatçýlarýn iþine müdahale etmiþ
Kimileri Alevi müziði diyor, hýzlý atýlým yaptý, yok onlara katýlmýyorum.
gibi bir vaziyet alýyorum. Zaman zaman sýkýlýyorum da, çünkü saygýlý
Alevi müziði gelmesi gereken yere getirilmemiþtir yakýn çaða kadar.
olmam gerektiðine inanýyorum. Edebiyatçýlarýn iþine karýþmýþ gibi bir
Bence yakýn gelecekte daha da önemli yerlere
durum oluyor. Beni baðýþlasýn edebiyatçý arkagelecektir. Alevi müziðinin iki temel noktasý var:
daþlarýmýz, dostlarýmýz ama, onlar da hiç ses
Alevi kültürünün iki temelinin
Birisi müzik, diðeri edebiyat. Alevi müziðini
çýkarmýyorlar. Bu þiirler, müzikler, Türkiye’de
birisi müzik, diðeri edebiyat.
oluþturan bu edebiyat bölümünde de dikkat ederyapýlan bir dolu þeyleryd otokontrol denilen þey
seniz, çok evrensel bir bakýþ açýsý vardýr. Yani
yok. Her þey yasalarla halledilemez. Müzik de
Edebiyat bölümünde evrensel
bireyci deðildir, toplumsaldýr. Sadece kendi
öyle. Bir müzisyen önce müzik ahlakýný öðrenbir bakýþ açýsý vardýr.
sorununu anlatmaz. Benim aþkým, benim çilem,
melidir, yani sadece müziði öðrenmekle olmuyMüzikte de bu böyledir.
benim fukaralýðým yoktur, böyle bir anlayýþ yokor.
tur. Biz varýz orada hepsi var, insanlar var, kitle
Sen gazeteci olarak, kalemi eline aldýðýn
var öyle deðil mi, orada güruh var, zulmedilenler var, haklarý yenilenler
noktada bir ülkenin kaderi ile oynuyorsun. Sen meslek ahlakýný benimvar. Þiir içinde hep bu temalar iþlenmiþtir. Dolayýsý ile bir evrensel dil
semiþsen, senin kaleminden zarar gelmez. Ama o ahlaký benimsemekullanýlmýþtýr.
miþsen, senin kaleminden kan akar. Ülkemizde bunlar var; yapýlýyor. O
Müzikte de bu böyledir. Müziðin çalýnýþ yapýsýna baktýðýmýz zaman,
açýdan buradaki genel bakýþým þudur -sadece müzik acýsýndan bakmýyobaðlamadaki semahlarý, teknik olarak irdelediðimiz zaman, hepsi çaðdaþ
rum- her konuda iþin mesleki ahlakýný çok güçlendirmeliyiz diye düþüeserler olarak duruyor karþýmýzda. Ama bugüne kadar dikkat çekmemiþ.
nüyorum Türkiye’de.
Bakýn Türkiye’nin en ünlü popçularý bile, programýna türkü almaya yeltenirse, ya Âþýk Daimi’den ya Veysel’den ya Pir Þultan’dan bir þey okuAlevi Müziði Kendini Bugünlere
mak lazým diyor. Bu da þunu gösteriyor ki; Amerika’daki caz müziðinÖdünsüz Taþýmýþ
den verdiðim örnek gibi Türkiye’de de halk müziði giderek yerini alacak
ve Amerika’dakine eþ konuma gelecek.
Alevi-Bektaþi müziðinin folklorumuzdaki, halk kültüründeki yeri
Tabii folklorun diðer boyutlarý da var. Orada da doðru þeyler yapýlnedir? Yýllardýr horlandý, küçümsendi bu müzik tarzý ama, bugün
mýþtýr. Aðýt edebiyatýnýn büyük bir bölümün Alevi edebiyatý ile iç içedir.
bakýyoruz ki kabul gören bir müzik haline geldi.
Halimeyi samanlýkta bastýlar diye türkü yakmaz Alevi ozaný. Veya bir
Alevi sanatçý böyle bir türkü okumaz. Ben öyle bir türküyü okumam, o
ýllarca Amerika’ya, Afrika’dan götürülen zenciler, pamuk tariçerikte bir þeyi okumam. Ama ben bir zeybeði okurum, o da türküdür.
lalarýnda, bahçelerde, ahýrlarda koyun gibi kullanýldý, satýlýr-alýnýr
Ýlla Alevi müziði olmasý gerekmiyor, ama adam gibi bir içerik, adam gibi
meta durumuna dönüþtürülerek yýllarca kullanýldý. Ama bu yýllarýn, o
bir bakýþ varsa, ben bir gurbet havasýný, uzun havayý, Karadeniz türkütarlalarda ninniler, aðýtlar bugün Amerikan müziðinin en üstünde duran,
sünü, Trakya türküsünü okurum.
caz ve bluz müziðini oluþturdu. Zenciler çok hakarete uðramýþtýr, hakir
Türkiye’deki folklor, kültür içinden Alevi edebiyatýný ve müziðini
görülmüþtür. Ninnileri de, aðýtlarý da hakir görülmüþtür, ama zaman
çekip aldýðýmýz zaman, belki biter sözü doðru deðil ama, büyük bir zayigetirmiþtir, zencilerin o müziðini bugün, Amerika’da dinlenen müziðin
ata uðrar diye düþünüyorum.
en üstüne oturtmuþtur. Her þey tartýþýlýr dünyada ama caz müziði tartýþýlmaz, öyle deðil mi?. Bluz müziðini getirmiþ oraya oturtmuþ, hatta klasik
Alevi Deyiþlerinin Hepsi Cemde Söylenir
müziði giderek cazýn içinde görmeye baþlýyorsun. Caz tek baþýna görüDiye Bir Kural Yok
nen bir müzik türü iken, bir bakýyorum senfoni içerisine sokulmaya
baþlanmýþ.
Ayný þeyi Türkiye’ye dönüþtürdüðün zaman karþýmýza inanç boyutu
Özellikle son yýllarda geliþen bir eleþtiri var. “Alevi müziði her
ile hakir görülmüþ, hakarete uðramýþ, hatta sýnýflandýrmanýn içerisine
yerde söylenmeye baþlandý. Deyiþ ve semahlar barlarda, düðünbile konulmamýþ bir topluluk var: Aleviler. Alevilere insan olarak saygý
lerde okunuyor. Alevi müziði de yozlaþmala” kaygýsý var. Bu
duymadýklarý için, inanç boyutuna saygý duymadýklarý için, müziðine de
konuda ne diyorsunuz?
saygý duymamýþlar. Caz ve bluz müziði ile ilgili söylediðim þey bugün
Türkiye’de geçerlidir. Müzik yapýyorum diyen adam, eðer oradaki Alevi
levi deyiþlerinin hepsi cemde söylenir diye bir kural yok. Cemde
müziðini görmezlikten gelirse müzik yapmýþ olmaz.
söylenen deyiþler belirlenmiþtir, duazlardýr, semahlardýr. Tabii ki
Aleviliði reddeden bir sürü insan, Alevi müziði dinlerken büyük
çok derinlemesine baktýðýnda bunlarý baþka yere taþýmak, yozlaþtýrmak
keyif alýyor, çünkü Alevi müziðinin özelliði þu; Alevi müziði kendini
doðru deðil. Ama bunu yasak koyarak frenlemeye çalýþmak da doðru
ödünsüz bugünlere taþýmýþ. Alevi müziði kendini taþýrken rant hesabý
deðil. Bu tutum da baþka zararlar getirir. Düþünün, kasette duvazimam
yaparak taþýmamýþ. 600 yýllýk Anadolu’yu düþün, Osmanlý sarayýndaki
okumuþum. Ama kasete koymuþ olduðum duazimamý sana okutturmabütün bestecilerin yaptýðý müzik, her besteyi, padiþahtan kaç tane daha
mak lazým. Bu mantýk bunu getirir arkasýndan. O zaman kasetlere duazfazla altýn koparýrýz mantýðý üzerine oturtmuþ. Onun için rant var,
imam okunmasýn. Semah okunmasýn, çünkü kaseti cem olmayan yerde,
yapacaðý her melodide, her bestede rant hesaplamýþ. Ama Alevi müziðiarabada dinleyeceksin. Cem yok, ibadet esnasýnda deðil, normal zamanni oluþturan ozanlarýn aklýndan rant geçmemiþ.
da. Þimdi Arif Sað’ýn su kasetini dinlemek için gereken zamaný nasýl bir
Tam tersi kendisi rant olmuþ, kullanýlmýþ, eziyet edilmiþ, saldýrýlmýþ.
belirleyeceksin? Düðünde de çalýnabilir o kaset, öyle deðil mi? Bir alanBütün duygularýn, direniþin, gerçeðin müziðini ürettiði için müzikal
da da çalýnabilir, bir lokantada da çalýnabilir, herhangi bir yerde de çalýahlak ve içerik zenginliði vardýr Alevi müziðinde. Sadece din boyutunnabilir, içkili bir yerde de çalýnabilir, çalýnýr. Burada bence bir tehlike
da, sadece ibadet boyutuyla götürdüðü için deðil. Ama aþk türküleri de
var.
Y
A
24
Sayý 1
Bence bu rahatlama sürecinin getirmiþ olduðu bir olaydýr bence. Bu
kadar uzun yýllar yasaklanmasý, TRT’nin yasaklamasý, Alevi müziðinin
üzerinde baskýlar… Deyiþlerin bugün rahatça okunmasý, Alevi
örgütlülüðünün kendi çabasý ile, bir sürü baþka þey ile birlikte geliþti.
Ýnatlaþma, her yerde okurum semahlarýmý, deyiþlerimi gibi bir direniþten
belki de bu gidiþ. Bence bu da kendiliðinden durgunlaþýr.
Yasakçý bir zihniyetle bakarsak olaya, olayý rayýndan çýkarýrýz gibi
bir korkum var. Barda söylenmesini yasakladýðýnýz zaman, düðünde de
söylenmez. Düðünde yasakladýðýnýzda, konserde de söylenmez, konser
de cem deðil. O zaman Alevi deyiþlerini ceme hapsedersiniz. Açýlýmý
kapatýrsýnýz. Ben aksini düþünüyorum. Ben bu deyiþlerin ibadet maksadýyla da söylenmesinde, toplumun diðer katmanlarýna ulaþabilmesi
için aleni söylenmesinde de yarar vardýr düþüncesindeyim.
T
ürkiye’de medya çok enteresan. Sanatçýlara diyor ki, siz kendi kameramanýnýzý, kendi gazetecinizi yanýnýzda taþýyacaksýnýz. Yaptýðýnýz
iþleri de o bize haber olarak gönderecek. Böyle bir kolaycýlýðýn içine girmiþlar. Türkiye’deki ünlü sanatçýlar bir yere gidiyorlar, yanýnda bir
kameraman ordusu da gidiyor, koruma ordusu da gidiyor. Orada kendine
göre haber üretiyor. Sanatçýnýn orada yaptýðý iþ hep olumlu, çünkü ölçütlerini de kendileri yapýyor. Bu durum, magazin basýnýna yansýyacak
olaylarý teþvik ediyor. Bu alýþkanlýk olmuþ.
Ben, Avrupa’ya gidip konser verirken, sanat çalýþmalarý yaparken
arkamýzda korumalarý, gazetecileri, kameramanlarý taþýyacak durumumuz yok. Bunu çok ahlaklý da bulmuyorum. Ben haber merkezi deðilim
ki! Ben habersem, sen medyasýn, benim haber olmamý sen saðlýyorsun.,
Ben deli miyim, çýkýp ortaya kendimi haber yapayým.
Ama medyanýn veya belli sanatçýlarýn yarattýðý bu sistemi Türkiye
Þöyle bir þey sonuç çýkar mý sözlerinizdin? Bin yýldýr gelmiþ bu
yutmuþ. Haber peþinde koþmaya gerek yok, haber kendiliðinde geliyor.
kültür, bin yýldýr yozlaþmamýþ, bu saatten sonra yozlaþtýrmaya da
Dünyanýn her yerinde magazin haberleri var. Bu tamam, ama sanat sadekimsenin gücü yetmez.
ce magazinle anlatýlmaz, sanatýn anlatýldýðý baþka þeyler de var. (Söyleþi
sýrasýnda odaya giren Erdal Erzincan’a dönerek-AK) Erdal iki gün önce
etmez derken, eserin kendi müsaade etmez yozlaþmaya. Ama
gitti, Viyana’da senfoniyle konser verdi, geldi. Kimsenin haberi var mý?
yasakçý zihniyet, olayý baþka yere götürür.
Yok. Erdal’ýn yaþýnda baþka bir herif gitseydi,
Yine kapalý kutumuza döneriz, yine kalýplý ama
orasýný-burasýný açsaydý bilmem nerede, bunu
kapalý bir toplum oluruz. Biz 800 yýl bundan
Sorun küreselleþme adýna
her taraf yayýnlardý. Erdal kara bir çocuk, býyýkrahatsýz olmadýk mý? Peki rahatsýz olduðumuz
asimile olmak deðil,
lar, iþte olay bu.
þeyi tekrar arzu etmek çok akýllý duruyor mu?
Onun için biz iþin bu tarafýna hiç bakmýyküreselleþme
içinde
kültürümüzü
Çok akýllýca durmuyor bence.
oruz.
Medya beni yazmýþ, çizmiþ, bakmýþ, etmiþ
evrensel kültürün içerisinde
Alevi kültürünü yaymamýza, tanýtmamýza
hiç umurumda deðil. Ben kendi yaptýklarýmla,
kapýlarý kapatýrsýnýz böyle bir sýkýntý doðar. O
yaþatmak bence.
ne yapabiliyorsam, onu görüyorum, onu izliyozaman Alevi deyiþlerini CD’lere, kasetlere okurum ve çocuklarýmýza da onu söylüyorum. Bunmak doðru deðil. Bu mantýk onu da getiriyor
larý ciddiye almayýn, çünkü bunlar gelip geçicidir. Yarýn sanat yine magarkasýnda, çünkü onu nerede dinleyeceði belli deðil dinleyicinin. Ýnsan
azinin üstüne çýkacaktýr. Sanat sanattýr, sanatý hiçbir þey yok edemez.
evinde oturup içerken de CD dinleyebilir, ne farký var ki? Tartýþmamýz
Onun için rahatsýzlýk yaþarýz. Bunlar da aþýlýr. Bunlar aþýlmasa idi,
gereken þu: Barda okuyan arkadaþlarýmýzýn bu parçalarý bozarak okumaelli senelik ben Arif Sað oturup bu ahkamlarý kesmezdim. Elli senedir
malarýný saðlamak. Adam gibi okursa bir sýkýntý çýkmaz.
önümüzü kesmek için neler yaptýlar, ama bitiremiyorlar. Artýk bu saatten
sonra Arif Sað’ýn olmasý da pek önemli rol oynamýyor. Gençlik inanmýþ
O zaman, bugünkü kaygý icra noktasýnda çýkýyor ortaya.
bu iþe. Yani baþarýlmýþ, olay bir noktaya gelmiþ… Böyle de bir durum
vet. Semah ekipleri var, kusura bakmasýnlar, bunlarýn çoðu benim
var þu anda. Bu durumdan ben rahatsýz da deðilim.
dostlarým, Alevi örgütlerinin içerisindeler. Karacaahmet, Þahkulu,
Hocam, yaptýðýn çok kültürlü çalýþmalardan da bahseder misin?
bir sürü kuruluþta vardýr. Þimdi eleþtiriyoruz, acaba bu semahlarý çalýp,
söyleryenler doðru elemanlar mý? Yani semahlarý iyi baðlama çalan, iyi
öln Flarmoni ile verilen konser bence müziðimizin dünya müziði ile
deyiþ söyleyen adama mý çaldýrýp, söyletiyorlar? Orada da bir sýkýntý yok
tanýþmasý. Bence ilk. Ondan önce þunlar, bunlar yapýlmýþtýr, denemu?
meler olmuþtur. Ama, bu denli üst düzey Avrupalýlarýn gelip, müziðimizi
Oralarda da sýkýntýlar var. Müzikal anlamda doðru gelmeyen insano þekliyle izlemesi bence ilktir. Bu çalýþmanýn devamý da oldu. Fransa’da
lara, çocuklara çaldýrtýyorlar. Zaman zaman rahatsýzlýk veren ölçüde
da konser verildi. Cemal Reþit Rey’de de verildi o konser, Rumeli Hisaakortsuz, kötü, dengesiz çalmalar oluyor. Bunlar da zarar vermiyor mu?
rý’nda üç gün verildi. Yani bir süreç olarak devam etti.
Bunlar da, en az bardaki yozlaþma kadar, yozlaþmadýr.
Daha sonra dünya müziði ile küçük çapta karþý karþýya geliþleri de
Baþka bir þey söyleyeyim size; semah ekipleri konserlerde, gösterildenedik. Mesela Tomatito ile Gerar du Niyas ile Lübnanlý udcu Marsel
erde çýkýp semah dönmüyorlar mý? Falan yerdeki konserde semah dönile de böyle denemeler yaptýk. Ve bu denemeler ciddi bir þekilde izlendi.
mekle, barda semah dönmenin ne farký var? Bu Alevilerin ibadet müzMesela Gerar du Niyas ile birlikte Ýþ Sanat’ta konser verdik, bayaðý üst
iðidir, sadece cemde çalýnýr, söylenir mantýðýyla gidersek, bunu da
düzey bir seyirci gelmiþti. Ben ilk defa Türkiye’de genel müdürlerin
tartýþýrýz. Ýçki varsa çalýnmasýn, içki yoksa çalýnsýn gibi bir mantýk çýkar
cebinden mendil çýkarýp aðladýðýný gördüm o konserde. Demek ki, bir iþi
ortaya; olmaz yani.
doðru yaparsanýz, geliyor bir yerde, yerine oturuyor.
Þunu söylemek istiyorum; az önce meslek ahlakýna deðindim. Yine
geliyor iþ, meslek ahlakýna dayanýyor. Barlarda çalýp söyleyen arkadaþDünyada sýnýrlarýn zorlandýðý bir süreç yaþanýyor, internet gibi
larýmýz, o ahlak içerisinde yapmýþ olsalar, bu tartýþmalar çýkmayacak.
geliþen teknoloji ile dünya küçülüyor. Bu size nasýl yansýyor?
Gecenin saat biri, ikisi, insanlar sarhoþsa, o zaman semah çalmanýn
anlamý yok, çalmamalýdýrlar.
üçülüyor ama tek mutfaða dönüþmüyor. Dönüþmemesi lazým. Tek
dile dönüþmüyor. Tek insan, tek insan rengine, tek kültüre dönüþKöln Flarmoni orkestrasýyla, ünlü gitarist Tomatito ve Gerardo
müyor. Bu baþka bir þey, bunlarýn bir arada yaþadýðý bir küreselleþme.
Niez ile konser verdin baþka ülkelerde. Halk müziðini, dünya
Yani sorun bu süreçte küreselleþme adýna asimile olmak deðil, küreselmüziði ile birleþtiren çalýþmalar yaptýn. Ama bunlar medyada yer
leþme içinde kültürümüzü evrensel kültürün içerisinde yaþatmak sorunu
almadý, bilinmedi. Bunlarý anlatýr mýsýnýz?
bence. Burada da sanatçýlara, yazarlara, aydýnlara, entelektüellere, adam
gibi düþünenlere çok görev düþüyor, diye düþünüyorum.
“
Y
E
K
K
Aðustos 2004
25
Þiddetin ve Mutluluðun Uzun Evrimi: Kurban
Hasan Harmanýcý
K
utsala ait belgeleri inananlarýn zihnindeki oluþ biçimiyle görmek
gerekir. Ýnananýn ifade biçimi Tanrý’yý, ayini ve kozmogoniyi anlamamýz için yeterli bir düzlemdir. Teologlar için kutsal olan her þeyin bir
tezahürü vardýr. Toplumlarýn kutsalý kendi ekonomik, sosyal, ruhsal ve
coðrafik bütünlüðü içinde olduðu gibi deðerlendirilmelidir. Kültürel
yaþamýn en arkaik dönemlerden baþlayarak insan yaþamýný besleyen ve
yaþama ait sorularýna yanýt veren inançlar tümüyle doðuþ ve ilk anlamýndan farklý deðerlendirilemez. Dinsel hayat ne kadar geliþir ve evrensel
bilgi ve kutsallýklarla ne kadar örtüþürse örtüþsün yaþamýmýzý saðlayan
emekten, çoðalmamýzý saðlayan cinsellikten, doðadan saðladýðýmýz beslenmeden baðýmsýzlaþtýrýlamaz. Ýnançsal formlardaki derin anlamlýlýk
sürekli þekil deðiþtiriyor olmasýna karþýn ayinsel içeriði çoðun -eðer
köken yitirilmemiþse- ilk anlama hizmet etmeye devam eder. Kurban
sunma törenleri de bu durumu içeren bir zaman dizimine sahiptir.
Kurban’ý açýklamak noktasýnda teoloji, antropoloji ve etnoloji gibi bilim
dallarýnda ciddi aþamalar kaydedilmiþtir.
Kurbanla ilgili kültürel algýlamayý “insanlýk tarihi kadar eski olan ve
insan düþüncesinin bir ürünü olarak karþýmýza çýkan doðaüstü tasarýmlar için çeþitli amaçlarla kan akýtma ritüelleri olarak adlandýrabileceðimiz kurban olgusunun, genelde din dýþý bir yaklaþýmla”i kökeni ortaya konulmalýdýr. Bu tez aslýnda kurban kavramýnýn sadece dinsel boyutu
ile ilgi görmediðinin doðrulanmasýdýr. Toplumlarýn çoðunda olduðu gibi
bizde de katý bir yaptýrým gücüne sahip olan dinsel normlarýn, kurban
kavramýný kendi dýþýnda tartýþtýrmamasýna karþýn bilimsel bir altyapýnýn
son zamanlarda oluþtuðu anlaþýlmaktadýr.
Türkiye’de bu yönde çalýþmalarýn belli bir noktadan sonra tartýþýlmamasý kavramýn olabildiðince “kutsal” ve dinsel boyutta kalmasý amaçlýdýr. Kurban, kutsal ve þiddet iliþkisinin aktarýlmasý sanki bir þeyleri
parçalayacak veya yeniden yorumlanmasýný gerektirecekmiþ gerekçesiyle çokta girilmeyen bir alandýr. Bilim dünyasýnda bu alandaki ilk
yazýlý görüþün Platon’a ait olduðunu düþündüðümüzde tartýþmada ne
kadar geriye düþtüðümüz anlaþýlýr. Platon’a göre kurban; “Tanrýlara
sunulan hediyedir.” Kurban kavramýyla bilim dünyasýnda ilgilenen ilk
antropolog ise E.B. Tylor’dur. Tylor’a göre “kurban, doðaüstünün lütfunu güvence altýna almak ve onun düþmanlýðýný en aza indirmek için,
doðaüstüne sunulan özgün hediyedir.”
Kurban Kuramý
Kurban kavramýna psikanalitik temelden bakanlar ise “insanlýðýn belki
de ilk bayramý olan totem þöleni, bu cinayetin toplumsal örgüt, ahlak
kurallarý, din gibi birçok þeyleri baþlatan bu unutulmaz olayýn tekrarlanmasý ve anýlmasý olmuþtur”, biçiminde yorumluyorlar.ii
M. Eliade ise dini ve dindýþý kutsal olaný içeren kavramlarý incelediði
çalýþmasýnda kurban kavramýna da yer vererek, “insan bu kanlý kurban
ediþi, bazen insan da öldürerek, bir köy, tapýnak veya sadece bir ev kuracaðýnda tekrarlamaktadýr” ve ekliyor: “Burada vurgulanmasý gereken,
dindar insanýn deliliðe, aþaðýlýk olana ve cinayete yaklaþan eylemlere
sürüklendiði ve buna inandýðýdýr.”iii Ayrýca Eliade din, kutsal, mitoloji,
yaratýlýþ, ve kurban gibi kavramlar üzerine yaptýðý çalýþmalarý konuyu
daha geniþ bin antropolojik ve etnolojik altyapý ile güçlendiriyor.
Kurban üzerine çalýþmalar konusunda son dönemlerde yeterli araþtýrmanýn oluþmasýyla birlikte kuramsal çerçevesi de çizilmektedir. Antropolog M. Haris, kuramsal çalýþmalarý son dönemlerde öne çýkan bir araþtýrmacýdýr. Harris’in kurban kuramýna göre:
“Ekolojik ve ekonomik maliyet ve kazançlar ile dinsel inanç ve uygulamalarý belirleyen koþullar arasýnda her zaman bir geri besleme
(feedback) bulunduðunu kabul ediyorum. Bir yandan hayvansal proteinlerin tükenmesi ile öte yandan insan kurban edilmesi ve yamyamlýk, dinsel daðýtým þölenlerinin geliþmesi ve bazý hayvanlarýn etinin
yasaklanmasý arasýndaki baðlantý maddi maliyetlerin ve kazançlarýn
ruhsal inançlar üzerindeki kuþku götürmez nedensel önceliði ispatlanmaktadýr”iv
Trobriand Adasý’nda yaþayan yerli halk üzerinde yaptýðý etnolojik
çalýþmalarýyla tanýnan B. Malinowski, “hasat þenlikleri, totem toplantýlarý, ilk ürüne ve törensel yiyecek sergilerine kurban verme gibi diðer
kültlerde de dinin yine bolluðu ve güvenliði kutsadýðýný veya iyicil
doðaüstü güçlere saygý gösterilmesini talep ettiðini görüyoruz”v diyerek
Harris’in kuramsal çalýþmalarýný destekliyor.
Kurban’ýn Gerekçesi
Din kurban iliþkisini inceleyen Erginer, “dinsel davranýþ biçimleri, bu tür
doðaüstü güçlerin þu ya da bu biçimde yardýmýný saðlamaya; onlarla iliþki kurmaya; üründen paylarýný vermeye; sayýlýp sevildiklerini göstermeye; her þeye yetkin olduklarýný vurgulayýp onlarý yüceltmeye yönelik”
doðaüstü ile bað kurma yollarýný altý baþlýk altýnda topluyor. Kurban
(hediye verme) eylemini de bu baðlardan biri olarak sayýyor. G. Childe
þu görüþe ulaþýyor:
“Son buzul devrinin bitiminde, tundra bölgesi kuzeye kayarken,
rengeyikleri de kuzeye göç ettiler ve insanlar onlarýn arkalarýna
takýldýlar…Bu avcýlar yüzlerce rengeyiðini öldürmeyi baþardýlar.
Fakat her yýl öldürdükleri rengeyiðini yemediler. Öldürdükleri bu ilk
hayvanýn cesedine bir taþ baðlayarak, onu sürünün ruhuna ya da o
topraklarýn koruyucu cinine bir kurban olarak göle attýlar. Eðer bu
yorum doðru ise bu kaba vahþiler, kurban fikrine ve kurban fikri ile
iliþkili olan öfkelerinin yatýþtýrýlmasý ve kendileriyle barýþýlmasý
gereken bazý ruhlarýn bulunduðu düþüncesine, en az 10.000 yýl önce
varmýþ olmalýlar”vi
Ölümden sonra gökyüzüne ulaþmayý amaç edinen ve tanrýlara yakýn
oturmak isteyen toplumlarýn kendilerine insan-üstü bir durum saðlamak
için sunduklarý kurbanlar ise öte- dünya kavramý alanýnda yeniden
doðuþa inanýlan inançlarda daha çok baþvurulan bir yöntemdir. Kutsal
kurbanla özdeþleþmeyi getiren bu tören, kiþinin o anda kutsal davranýþlar
da sergilemesini zorunlu kýlar. Bu durum da kutsal metinlerden çeþitli
pasajlar okuyarak çözülür. Eliade bunu þöyle açýklýyor:
“Hayatýn kutsal bir kökene sahip olduðuna ve insan varoluþunun dinsel olduðu ölçüde, yani hakikate katýldýðý ölçüde tüm bu olabilirlikleri güncelleþtirdiðine inanmaktadýr. Tanrýlar insaný ve dünyayý
yaratmýþlar, medenileþtirici kahramanlar Yaradýlýþ’ý tamamlamýþlar
ve bütün bu tanrýsal ve yarý-tanrýsal eserlerin tarihi efsanelerde
muhafaza edilmiþtir. Ýnsan kutsal tarihi yeniden güncelleþtirirken,
tanrýsal tavrý taklit ederken, tanrýlarýn yanýna, yani hakiki ve anlamlýnýn içinde yerleþmekte ve burada tutunmaktadýr.”vii
Kutsalýn sadece kurbanla açýklanmamasý; dansýn, çocuk oyunlarýnýn,
toplumlarýn mitlerinin kökeninden gelenlerin de dikkate alýnmasý gerekir. Etnologlar “kutsal” olana kendisinden farklý bir anlam veya boyut
yüklendiði için kutsallýk kazandýðý kanýsýndadýrlar. Üzerinde veya içinde
taþýdýðý güç semboliktir ve kutsallýk kategorisi vardýr. Kutsallýk iki yönlüdür; tapýnýlan ve kaçýnýlmasý gereken özelliklere sahip olunanlar. Kutsal, Vergilius’da da iki anlamlýdýr. “Sacer” sözcüðü hem kutsalýn bildiðimiz anlamýna hem de “lanetli” anlamýna gelir.
26
Sayý 1
Girard, kutsal kurban sunumunu “çoðu kültürde birbirinin tersi olan
iki ayrý biçim” olarak görmekte ve “aðýr ihmal dýþýnda geri durulamayacak”, “çok aziz bir þey” olarak deðerlendirmesi yanýnda “yine aðýr rizikolara girilmeden iþlenemeyecek türden bir suç”viii olarak göstermektedir.
Modern toplumlarca akýldýþýlýk olarak anlaþýlan “þiddet” ilkel inançta aslýnda kendine gayet iyi nedenler bulmaktadýr. Girard’a göre doyurulmamýþ þiddet her zaman bir yedek kurban yaratmasý ile kendisine çözüm
oluþturur. Girard’ýn, insan ve “kutsal kurban” arasýndaki iliþkiyi açýklarken, seçilen hayvan türlerinin nitelikçe “en insani”ler olduðunu tespit
etmesi ise kurban-insan-hayvan (evcil) iliþkisini daha da ilginç hale
getiriyor.
Ýnsan Kurban Etme
Tektanrýlý dinlerde kurban anlatýmlarý Tevrat’ta ve Kuran’da yer alýr. Her
iki kitaptaki mitolojik anlatým ve anlam birbirine yakýndýr. Ýncil’de ise
kurbanla ilgili bir anlatým bulunmamaktadýr. Kuran’ýn Saffat suresinde,
Tevrat’ýn ise Tekvin bölümünde konuya açýklýk getirilir. Her iki kutsal
metinde de insan kurban etme olayýnýn ilkseli Ýbrahim Peygamber kaynaklý ve Ortadoðu orijinlidir. Burada ilk erkek çocuklarýn (ilk ürün) kurban edilmesi aþamasý ve ilahi güçlerce durdurulmasý ise dönemin anaerkil’den ataerkil’e geçiþi olarak görülmelidir.
Bir baþka öne çýkan boyut da hayvanlarýn evcilleþtirilme ve ilk kurbanýn dönemsel olarak “ilk ürün” hayvana yönlendirilmesidir. Ýncil’de
yer almamasýna karþýn Hristiyanlýk’taki “kurban” anlayýþýnýn varlýðýný
kilise törenlerinde görmek mümkündür.
“Hristiyan komünyonundaki þarap ve ekmeðin daðýtýlmasý törenini
yöneten papazýn ekmek için ‘bu Ýsa’nýn eti’, þarap için ‘bu Ýsa’nýn
kaný’ benzetmesi Hristiyan toteminin (kökensel olarak) eti ve kanýndan baþka bir þey deðildir”ix
Kurban daha çok ikame biçiminde hayvan türlerine dönüþtürülmüþ
boyutuyla deðerlendirilmemelidir. Toplumlarýn sorunlarýný çözen ve
“kurban bunalýmý” olarak görülen kurban burada insanýn bir þeye karþý
kurban edilmesidir. Ýnsan kurbanýyla toplumun huzurunun saðlanacaðý,
bunalýmýn sonlandýrýlacaðýna inanýlmaktaydý. Aslýnda bu açýk bir kurban
biçiminde sürmese de toplumlar “günah keçisi” olarak her zaman
“oybirliðiyle” birini veya birilerini seçerler ve mutlu son (uzlaþma) bu
kurbanla gerçekleþir.
Hayvan kurban ediliþine en iyi örneklerden birisi de Dionysos törenlerinde yapýlan boða ve keçi kurbanlarýdýr. Þenliklerde Dionysos’un
boða þeklinde göründüðüne inanýldýðý için boða canlý haldeyken diþlenerek ve elle parçalanarak kurban gerçekleþtirilmekteydi. Dionyzak, bu
törendeki canlý canlý parçalama, tapýnanlarýn Tanrý’nýn etini yiyerek ve
kanýný içerek onun gücünü kendi üzerine taþýma amaçlýdýr.
Meksika’da gerçekleþtirilen insan kurban etme töreni ise bu noktaya
insanýn konulduðunu göstermektedir. Frazer bu töreni þöyle anlatýr:
“Putlarýna kurban etmeden önce, adýna kurban edileceði putlarýn
adýný veriyorlardý ona ve ayný putu temsil ettiðini söyleyerek putlarýyla ayný þekilde giydirip süslüyorlardý. Putlarýna taptýklarý tarzda tapýyorlar ve saygý gösteriyorlardý ona; bu süre içinde esir yiyor,
içiyor, eðleniyordu. Sokaklardan geçtiðinde insanlar ona tapmak için
çýkýyorlardý bulunduklarý yerden, her biri ona sadaka veriyor, kutsamasý ve iyileþtirmesi için çocuklarýný ve hastalarýný getiriyordu,
dilediði her þeyi yapmasýna izin veriliyordu. Bu þölen bitince ve o þiþmanlayýnca, onu öldürüyorlar, vücudunu açýyorlar ve yiyorlar, onu
bir kurban yapýyorlardý kendilerine.”x
Bu törene Frazer, Meksikalýlarýn tanrýlarýnýn bedenlenmiþi olarak
baktýklarýný (insaný) kurban etmeleridir, diyor. Buraya eklememiz
gereken bir nokta da kansýz kurbanlardýr.Kansýz kurbanlar da daha çok,
bazý hayvanlarýn doðaya salýverilmesi veya köle olanlara özgürlüklerinin
verilmesi olarak gerçekleþiyor. Kurban kuramlarý içinde yeri yok gibi
Aðustos 2004
görünse de ayný noktadan çýktýðýný eklemek gerekir.
Toplumlarýn yaþadýklarý belirli bunalýmlar var ki bunlar özellikle kurban gerektiriyor. R. Girard, “topluluðun birliðini tehlikeye düþüren, anlaþmazlýklara ve uyuþmazlýklara dönüþen toplumsal bunalýmlar karþýsýnda ‘deðerli’ ve zorunlu kurban sunumlarý gerçekleþtirilerek”xi toplum
düzeninin saðlandýðýna dikkat çekiyor. Kurban geleneðinin yitirilmesinin; kirli þiddet ile arýndýrýcý þiddet arasýndaki farkýn yitirilmesi
olarak görülmesi gerektiðini ve bu farkýn yitirilmesi durumunda artýk
arýnma olanaðýnýn kalmayacaðýný ve karþýlýklý þiddetin tüm topluma
yayýlacaðýný ve bunun da “kurban bunalýmý” anlamýna geleceðini ifade
ediyor.
Burada önümüze çýkan þey dinsellik çürüyünce, tehdit altýnda kalan,
sadece fiziksel güvenlik deðil, kültürel düzenin de tehditle karþý karþýya
kaldýðýdýr. Kültürün yaþamasýný saðlayan kurumlarýn canlýlýðýný yitirmesi, toplumun zýrhýnýn incelip çözülmesine, tüm deðerlerin önce yavaþ
yavaþ sonra da hýzlý bir biçimde yozlaþarak yok olmasýna neden
olduðudur. Görülmesi gereken þey; her kutsal görülen þeyin dinsel bir
temelde açýklanmamasýdýr. Kutsalýn, toplumlarýn kendilerini var kýlmalarý veya sorunlarýný aþmak için günlük veya dönemsel “zorunlu” çözümleri kapsadýðýný bilmektir. Kültürel unsurlarý tek noktadan çözmeye
çalýþmak veya geçmiþe sünger çekmek yaþadýðýmýz kültür unsurlarýnýn
bize sunduðu örüntüleri ciddi anlamlandýrmamayý getirir. Ýnsan bilimleri
artýk her topluma ait kültür unsurlarýný kutsal metinleri ihmal etmeden
mitoloji ve kurban tören anlarýnda gerçekleþtirilen ritüellerin özgün
haliyle çözülmesini önermektedir. Çünkü efsaneler de, kutsal metinler de
bir anlamda toplumsal zihnin dilidir. Bu dil ayný zamanda insanýn kendi
özgünlüðünün bilincine varma sürecidir. Simgeler, törenler ve kalýntýlarý
-sözlü ya da yazýlý- insanlýðýn kültür tarihinden baðýmsýz tutulamayacaðýna göre kavramlarý sözlük dilindeki anlamýndan öte yaþayan
anlamýyla algýlamamýz gerekir. Yaþadýðýmýz kültür atmosferine bu noktadan bakýnca, kurbanýn uzun evriminin netleþmesi; insanlýðýn kendisini
þiddetten kurtaracaðý ya da koruyacaðý ve mutlu yaþamasýný saðlayacaðý
araçlarýný çoðaltmasýný getirecektir.
NOTLAR:
i
G. Erginer, Kurban; Kurbanýn Kökenleri ve Anadolu’da Kanlý Kurban
Ritüelleri, 1997.
ii S. Freud, Totem ve Tabu, 1977.
iii M. Eliade, Kutsal ve Dindýþý,1991.
iv M. Haris, Yamyamlar ve Krallar: Kültürlerin Kökeni, 1994.
v B. Malinowski, Büyü, Bilim ve Din, 1990.
vi G. Childe, Tarihte Neler Oldu?,1974.
vii M. Eliade, Kutsal ve Dindýþý, 1991.
viii R. Gerard, Þiddet ve Kutsal, 2003.
ix B. Esinoðlu, Dinlerin Gizemi: Kurban –Yaratýlýþ - Tufan Efsaneleri, 1996.
x J.G. Frazer, Altýn Dal: Dinin ve Folklorun Kökleri, Cilt.2, 1992.
xi R. Gerard, Þiddet ve Kutsal, 2003
27
Avrasyacý Öðreti ve Dinlere Yüklediði Anlam:
Toplumsal Nirvana
Viþne Korkmaz
Yaratýcýmýz izin ver gitmemize,
Özgür býrak bizi susamýþlýðýmýzdan,
Barýþýn sýrat köprüsünde,
Arzuladýðýma geri döndüm tekrar.
Lermontov
L
ermontov bu satýrlarý yazdýðýnda, anlatmak istediðinin Avrasyacýlýða
ne kadar uygun düþeceðinin belki de farkýnda deðildi. Ýçinde yaþadýðý romantik milliyetçi/devrimci dönemin isyan dolu yakarýþýný yapýyordu aslýnda. Ama þair gibi romantiklerin beslendiði, yurtla özdeþleþmiþ birey idesi; kolektif bilincin açýða çýktýðý topraðý anlatmak için
kullanýldýðýndan, kolektif yaratýnýn özü Tanrý ve kolektif yaratýnýn biçimi din; bireysel iradenin özgürlükle kendini sýnayabildiði bir alan olarak
ortaya çýkmaktaydý. Üstelik toprak irade ve özgürlüðün sýnýrlarýný da
keskin bir biçimde çiziyordu. 1920’lerde siyasal düþüncenin
köþelerinden birini tutacak olan Avrasyacýlar1 bu sýnýrlarý doðru tespit
etmekte gecikmediler: Bütünü (kolektifi) yaratmak ve ayakta tutmak.
Din ve toprak arasýnda bu tür bir iliþki kurulduðunda, çoðulculuktan
çok bir sentezin ortaya çýkmasý beklenebilirdi. Yükseklerden topraða
bakýp sadece ekili olduðunu görmeye benzerdi bu. Sýnýrlarýn belirginsizleþmesi, Avrasya merkezi gücünün-ki bu madde ve kuvveti fikirsel
olarak kurumsallaþtýran devletti- dinsel/dilsel/etnik kimliðinin hem
melezleþeceði, hem yayýlacaðý anlamýna geliyordu. Avrasyacýlara göre
böyle bir yayýlma ancak batý teolojisinin bir sonucu olabilirdi. Batý þarka
doðru ilerledikçe, batýlý entelektüeller bir yandan kiliseler arasý birliði,
diðer yandan Hýristiyanlýkla doðu dinlerini, Konfüçyanizmi, Ýslamý,
Buddizm-Hinduizmi, Sufizm ve Kabalacýlýðý yakýnlaþtýrmak ve bütünleþtirmekten bahsetmekteydiler. Kendisi de bu þarkiyatçý iklimi soluyan
Avrasyacý Trubetzkoy’a göre batýlý bu çaba, Avrasyacý düþünün prensiplerinden biri olan Sobornost’u temsil etmemektedir. Sobornost, Avrasyacýlýkta sadece bütünün (Avrasya kolektifliðinin) yaratýlmasý manasýna
gelmez. Aksine, bu yaratma sürecinin Hegel mistisizminde olduðu gibi
bireyin devamlý geliþen bilinci sonucunda oluþmadýðýnýn bilinmesi anlamýna gelir. Bütün, ayný coðrafyayý paylaþan; ama sorunlarý paylaþýmdan
çok “barýþ” olan2 -büyük ihtimalle batýlýnýn vahþi dediði- insan topluluklarýnýn/halklarýn gereksinimleri sonucu ortaya çýkmýþtýr. Dolayýsýyla
halklar bilinç açýsýndan eþit bir öznelliðe sahiptirler. Çoðulculuðun kaynaðý olan farklýlýklarý ise “tutkularýna”, duygularýna, yani mitlerine dayanmaktadýr.
Bu noktada dinler önemlidir ve sadece ruhsallýða indirgenemezler;
daha çok maddi dünyanýn tutkuyla yeniden üretilmesinin bir yoludurlar.
Bu nedenle; topraðý, yani maddi alaný paylaþtýklarý için birbiriyle karþýlaþacak olan doðu/Avrasya dinlerini ruhsal seviyede birbirleriyle uyumsuz görmek, bir doðulu için þaþýrtýcý deðildir. Tanrýsallýðý yeryüzüne
kurumsal araçla (devlet-yönetici) taþýyan Doðu Hýristiyanlýðýyla (Ortodoksluk), tanrýsallýðý, tanrý ve þeytanýn bireye kazandýrdýðý yetkede
bulan Buddizmi iliþkilendirmeye çalýþmak, mitlerin, tutkularýn eþitliðine
karþý çýkmaktýr.
Özelikle klasik dönem Avrasyacýlarýn dinleri kullanarak eriþtikleri bu
hassas ve kendi içerisinde çeliþkili olabilecek eþitlik anlayýþý, farklý bir
yoldan eþitsizliði, yani kolektifliðin sýfatýný besler: Doðululuk. Doðululuk öznelliði yaþama biçimidir. Avrasya dinleri birbiriyle uyum saðlayamasalar da, dini yaþama biçiminde birbirleriyle uyumludurlar. Trubetskoy dinsel bir prensip olarak reddettiði nirvanayý, benliðinden benliði
için vazgeçmenin yolu olarak benimser.3 Baþka bir Avrasyacý Suvchinsky için benliðinden vazgeçmenin, kendini feda etmenin toplumsal
hayatta tek bir anlamý vardýr: Devrim. Devrim öznelciliðin yani bencil-
28
liðin doruk noktasý olarak trajediden baþka bir þey deðildir.4 Ama bu
-baþta bireyin katlanmak zorunda olduðu- trajedi, toplumsal ve ulusal
egoizm, toplumlarýn, uluslarýn ve kültürlerin nirvanasýdýr. Avrasyacýlara
göre, toplumsallaþan mit, Frobenius’un, dünyayý evi gibi gören batýadamýna karþý sadece maðarasýný (topraðýný, bölgesini, kültürünü örneðin
sadece Avrasya’yý) evi olarak gördüðü için kapalý tuttuðu doðu-adamýný
maðarasýndan çýkarmanýn bir yoludur.5 Burada din bireysel bilinç için
deðil, bireyin siyasal ve toplumsal ihtiyaçlarý için aþkýnlýðýn bir aracý
haline gelir.
Sonuç olarak hem kolektifin (Avrasya/doðu...), hem öznelin (toplumlar/ulusal kültürler-mitler...) koruyucusu olarak ortaya çýkan dinin,
kolektif alanýn politik yanýna destek veren bir unsura dönüþmesi 1990
sonrasý geliþen Avrasyacý hareketi özellikle etkilemiþtir. Alexander
Dugin’e göre batý güvenlik araçlarý doðuya “Yeni Dünya Düzeni” çaðrýsý
altýnda girerken, Avrasya için “nirvana” devrim olmuyordu ama, “yeni”
“Yeni Dünya Düzenini” tanýmlama kararlýlýðý oluyordu. Bu noktada
Avrasyacýlar, post-modernliði ya da yeni-yeni dünya düzenini, “yeni dindarlýða” bir geçiþ olarak dillendirmek konusunda birleþtiler. Ancak,
amaçlarý bölgesel bir savunma hattý kurmak olduðu için günümüz
Avrasyacýlarý, dinlerin öznelliðinden çok, paylaþtýklarý ve mitselleþtirdikleri ortak yaþam biçiminden dem vurmayý tercih ettiler:
Yeni dindarlýk hem Dugin, hem Sergei Panarin, hem de Gennady
Zyuganov için ilk anda Ortodoksluðu ve Ýslam’ý kapsamaktaydý.6 Bu iki
dinin ritüelleri üzerinde yükselen Avrasya medeniyetinden söz ederken
Panarin, Asya’daki güçlü ekonomik ve politik merkezlerin ruhsal yönelimlerini, örneðin Buddizmi de Avrasya dinlerinin arasýna katýyor ve
Zyuganov gibi “kozmopolit kültür, tüketim toplumu ve bireyciliðe”7 karþý
düþünülen bir toplumsal modelin siyasal ve iktisadi savunmasýný Doðuya-Asya’ya yayýyordu. Sonuçta umulan sadece savunmada kalmayacak,
“yeni barbarlarýn” rolünü üstlenecek arkaik kültlerin; Ortodoksluk,
Ýslam, Buddizm, Hinduizm ve Taoizmin birlikteliðiydi.
Yeni-Avrasyacýlar, klasik dönem Avrasyacýlardan farklý olarak dinsel, öznellikle siyasal birliktelik/toplumsal kolektiflik arasýndaki uyumdan çok emin deðildiler. 1920’lerin Avrasyacýlarý gibi savaþ ve devrimle
kendini sýnamýþ, nirvanaya ulaþmýþ, dolayýsýyla toplumsal ve siyasal
eylemin sonuna gelmiþ bir coðrafyadan bahsetmiyorlardý. Bu nedenle
Aleeksev’in söylediði gibi Avrasya dinlerinin ortak pratiðinde yüceltilen
“sessizlik” yerine eskatolojik mücadeleyi8 ön plana çýkardýlar. Aslýnda
bu þekilde dinsel aracýn siyasallaþma zemini geniþlemiþ ve batý siyasal
arenasýnda görülen çalýþmalara (Medeniyetler Çatýþmasý tezi gibi) pareler olarak stratejik bölgeselleþme ile bölgesel ve ekolojik güvenliði kapsar hale gelmiþti. Bu nedenle Dugin’in Katolik kurumsal güç ve Protestan bireyci geliþim olgularýna karþý Ortodoksluðun yanýna, eskatolojik
nüve taþýmalarý sebebiyle oturttuðu Ýslam ve Musevilik, coðrafyalarý
bakýmýndan özellikle dikkat çekiciydi. Buna raðmen, dinler ve strateji
arasýnda uyum kolay deðildi. Örneðin Dugin, Musevilik konusunda RusAvrasyacý geleneðinde var olan kuþkuculuðu, Museviliðin bâtini yorumunu ortodoks yorumundan ayýrarak aþmýþtý. Ona göre, geleneksel
Yahudi mistisizmi, Kabalacýlýk, Hasidizm ve Sebatayizm gibi yorumlar,
týpký Ýslam’ýn, eskatolojik yönelimi güçlü biçimde barýndýran kollarý,
Þiilik, Ýsmaililik, Alevilik, ve “Kaiim” inancýný barýndýran diðer kollarý
gibi Avrasya ruhsallýðýnýn parçasýydýlar, çünkü, amaçladýklarý yeni bir
düzen deðil, sadece diriliþti.9
Yeni-Avrasyacýlarýn kullandýðý diriliþ imgesi, klasik Avrasyacýlýðýn
Sobornost idealine, öznellikle kolektifliði çoðulculuðu destekleyecek
þekilde bir arada tutma idealine nispeten, kuramsal olarak daha ham,
siyasal strateji açýsýndan daha davetkâr görünmektedir. Çünkü diriliþ, bir
noktada “muhafazakâr” özü iþaret etmekte, yani mevcut toplumsal, ruhsal güçlerin siyasal toplumsal amaçlar doðrultusunda yeniden anlam-
Sayý 1
Erdemli Olmak Mümkün mü?
Nasuh Barýn
H
landýrýlmasýný içermektedir. Dolayýsýyla kullandýðý dinsel retorik ne
kadar yoðun olsa da günümüz Avrasyacýlarý, öznelliðe, örneðin dinlere,
klasik Avrasyacýlara göre daha az özgürlük alaný tanýmýþlardýr. Çünkü
artýk sadece dini “doðulu” bir biçimde yaþamak önemli deðildir, dinin
özü, tutkusu, miti dediðimiz alanýn toplumsal-siyasal alana yansýmasýnýn
da doðulu olmasý önemlidir. Bu kurgulayýþ nedeniyle Avrasyacýlar,
Avrasya dinleri olarak zikrettikleri dinsel yöneliþleri daha seküler bir
alanda, toplumsal siyasal yönelimde eþitlemiþlerdir. Tek tutku budur.
Yeni-Avrasyacýlar klasik dönem Avrasyacýlar gibi nirvanayý tutkuyla
beklememekte, ona doðru koþmayý hayal etmektedirler. Ama trajediye
koþmayý kim ister ki... Bu sebeple Yeni-Avrasyacýlýðýn nirvanasý trajik
olmaktan daha uzaktýr, en azýndan daha umut doludur. Söylemde dinler
umudu korkuyla beraber verebilecek güce sahiptirler. Diriliþ bu deðil
midir...Bu sadece dinlerin toplumsallýðýnýn deðil, tarihselliðinin de bir
sonucudur. Batý romantikleri ancak þarkiyatçýlýða, ya da arkaizme
kayarak dinlerin bu iki özelliðini beraber kullanmayý baþarabildiler.
Oysa, tarihsellikle toplumsallýðý uyuþturmak Avrasyacýlar için bir sorun
deðildi. Çünkü onlar 1920’lerden itibaren ruhsal alaný, en azýndan eylem
alaný haline getirmeyi baþarmýþlardý: Nirvana hiçbir zaman romantik bir
istek olmadý, bilinen, baþa gelmiþ, hatta korkulan bir istenç oldu.
NOTLAR
1
2
3
4
5
6
7
8
9
Klasik Avrasyacýlýk 1921’de Sofya’da yayýnlanan “Doðuya Dönüþ” (Iskhod
k Vostoku) kitabý ile Rus Devrimi sonrasý Rusya’yý terketmiþ göçmen entelijensia arasýnda bir düþünce hareketi olarak baþlar, 1926 sonrasý siyasal bir
hareket haline gelir ve 1930’larda Rusya’da hareket mevcut siyasal ortam
içerisinde erir. Hareketin baþlýca düþünürleri Petr Savitsky, Petr Suvchinskii,
Sergeevich Trubetskoy, Georges Florovsky’dir. Daha sonra harekete Nikolai
N. Alekseev, Lev P. Karsavin, D. Mirskii, Roman Jakobson, Georgii V. Vernadskii gibi isimler katýlýr. Sovyet döneminde Leo Gumilyev, Olcas
Süleymanov gibi tarihçiler Avrasyacýlýðý politik içeriðinden bilinçli bir
biçimde soyutlayarak kullanmýþlardýr, ancak bu kullaným 1990 sonrasýnda
hareketin tekrar politikleþmesinin zeminini hazýrlamýþtýr. Doksanlardan
sonra ortaya çýkan Yeni-Klasik Avrasyacýlýk, Popov, Stankevic ve
Ponomorev’in demokratik, Zyuganov ve Primakov’un sosyalist Avrasyacýlýðýný, S.A. Panarin’in Doðu-Avrasyacýlýðý ile Alexander Dugin’in önderliðindeki Müslüman ve Musevi Avrasyacý ideologlarý da içine alan jeopolitik
Kuzey-Avrasyacýlýðýný kapsamaktadýr.
Leo Gumilëv, Eski Ruslar ve Büyük Bozkýr Halklarý, Kýpçak, Peçenek,Hazar,
Yahudi, Guz, Burtas,Çerkez, Tatar ve Moðollar, Selenge Yayýnlarý, D. Ahsen
Batur (çev.), Ýstanbul, 2003, s,77.
N.S. Trubetzkoy, “ Religii Indii i Khristianstvo” Na Putiakh, Berlin, 1922,
çeviri ve aktarýmý için bkz. N.S. Trubetzkoy, “The Temptation of Religious
Union” The Legacy of Genghis Khan, and Other Essays on Russia’s Identity,
Anatoly Liberman (der.), Michigan Slavic Publications, Ann Arbor, 1991, ss,
134-135.
P.P.Suvchinskii, “The Age of Faith” Exodus to East, (Iskhod k Vostoku)
Forebodings and Events, An Affirmation of the Eurasians, Sofia, 1921,
Charles Schlacks Jr., Publisher, 1996, ss,17-28.
N.N. Alekseev, “Spiritual Reasons of the Eurasist Civilisation” Archivio
Eurasia, http://utenti.tripod.it/ArchivEurasia/index.html#indexalpha
A.Dugin, “Ideology of World Government” Editorial of Elements
(Arctogaia), 1991. Archivio Eurasia, http://utenti.tripod.it/ArchivEurasia/index.html#indexalpha. Ve Marlène Laruelle, “The Two Faces of Contemporary Eurasianism: An Imperial Version of Russian Nationalism”
Nationalities Papers, Vol. 32, no. 1, March 2004, s, 124.
Foreign Policy of Communists, Finnish Institute of International Affairs tarafýndan hazýrlanan rapor, 1998-1999, Helsinki.
Dinsel öðretilerde dünyanýn sonuyla ilgili olgularý kapsar. Bu olgular dört
tanedir: Dünyanýn sonu; Tanrý’nýn insaný son kez yargýlamasý; ölümden sonra
insanýn ödüllendirilmesi veya cezalandýrýlmasý. Varlýðýn yeryüzündeki mevcut düzeni deðiþtirecek (muhtemelen iyiler ve kötüler arasýnda geçecek) bir
son savaþa (Armageddon) atýfta bulunularak ifade edilmesidir.
A.Dugin, “The Paradigm of the End” Archivio Eurasia, http://utenti.tripod.it/ArchivEurasia/index.html#indexalpha
Aðustos 2004
iç kuþkusuz erdemli olmak, Alevi-Bektaþi neþe, meþrep ve hayat
tarzýnýn olmazsa olmaz bir ön koþuludur. Bu olgunun somutlaþtýðý
durak da “ehl-i hal”, “kâmil” ve “insan-ý kâmil” anlayýþýyla kategorize
edilir. Ne var ki anlatýp, açýklayýp düþünsel olarak ortaya koymak yetmez bu olguyu. Mesele; bunu yaþamak, yaþayabilmektir. Burada mürþitmürit iliþkisi gündeme gelir. Yolun edeb ve erkâný insanlara öðretilmeye
çalýþýlýr. Öðretilenler elbet insanýn eylemlerinde somutlaþýr. Kendi
bildiði “doðruyu” sonuna dek savunmak da yetmez. Çünkü herkesin
kendince bir doðrusu vardýr zaten. Ancak herkesçe kabul görmüþ ya da
görülebilecek doðrular düsturunda yaþamak Bektaþi etiðinin temel
taþýdýr. Fýkralara yansýyan genel geçer deðer yargýlarýyla dalga geçmenin
ardýnda yatan derin tasuvvufi neþede görürüz bunu.
Zor olanýn baþladýðý eþikte burasýdýr zaten; otorite kiþinin kendisidir.
Kiþinin vicdani geliþiminde o kiþi bu düsturlardan nasibini ne derece alýr
sorusu, ayný zamanda baþkalarý tarafýndan da sorgulanmayý içerir elbet.
Çünkü yaptýðýmýz her eylem, sahilde bir bardak çay içmek bile sonuçta
sosyal bir edimdir. Ve bir süreci barýndýrýr bünyesinde…
Attýðý her adýmýn yanlýþlarla dolu olabileceði varsayýmýndan yola
çýkan bir düþünce kendinden nasýl emin olacaktýr o zaman? Ýþte burada
düsturlar, yani emir kipleri ister istemez devreye girer. Âdetler, gelenekler ve göreneklere, kutsal metinler de eklendiðinde insan ya teslim olacaktýr yahut isyankâr.
Bu da bizi yazgý kavramýný düþünmeye doðru iter ister istemez.
“Kahpe felek kimine kavun kimine kelek” sendromu yani.
Hem günümüzde baþarý dediðimiz çevremizi kuþatmýþ, vazgeçilmez
ve herkesin peþinde koþtuðu bu olgu ile erdemin bir ilintisi olabilir mi?
Maddi dünyanýn manevi dünyamýz üzerinde kurduðu bu hegemonyadan
“bir lokma, bir hýrka” deyip kurtulamadýðýmýza göre nasýl edeceðiz de
manevi bir huzura varacaðýz. Bilen varsa beri gelsin!..
“Her þeyden vazgeçmiþ geçmiþ zaman derviþleri” ölmeden ölmeyi
þiar etmiþlerdir. Günleri geldiðinde de göçmüþ gitmiþlerdi bu dünyadan
sessiz ve sakin. Hiçbir þey istemeksizin. Ya biz, biz öyle miyiz? Onlar
nelerden vazgeçtiklerini biliyorlardý; ya biz, vazgeçme kelimesini bile
tanýmýyoruz.
Yalan-dolan, mal-mülk, baþarý-mangýr hüyelasý içinde sahtekâr bir
hayat sürüp gidiyoruz ne yazýk!
Serçeþme’nin Yýllýk Abone Bedeli
m
Türkiye 40 TL - Avrupa Birliði 50 Euro - Ýngiltere 40 Sterlin
Adý
Soyadý
Kuruluþ
Telefon - Ýþ
Telefon - Ev
Telefon - Cep
Faks
E-posta
Posta Adresi
Sokak No
Semt - Ýlçe
Posta Kodu
Þehir - Ýl/Eyalet
Ülke
Abone bedelini Genel Ajans Basým Daðýtým Organizasyon Ltd Þti
adýna Posta Çeki Hesabýna (No 1629127) yollayýn. Lütfen yukarýdaki
formu okunaklý doldurun ve dekont ile birlikte bize faks ile iletin:
+90.(0)212.519 5635
29
Abdal Musa Sultan’ý Anarken
Burhan Kocadað
H
er yýl olduðu gibi bu yýl da Abdal Musa Törenleri 25-26-27 Haziran
melidir. Ayrý bir “baþkanlýk” düþünmek ya da tek taraflý zemin hazýrlagünleri yapýldý. Konvoyumuz Afyon-Burdur üzerinden hareket edemak yanlýþtýr. Birlikte mücadele edilmesi durumunda baþarý saðlanabilerek Cuma sabahý saat sekiz sularýnda Tekke köyüne ulaþtý.
cektir.
Tekke köyü, dümdüz bir ovanýn üzerinde kurulmuþ, eski ve bakýmlý
Bu ve benzeri eleþtirilerin yaný sýra Türbe’nin hemen yanýnda yaptýbir yerleþme. Göz alabildiðine uzanan ovanýn kuzeyinde Batý Toroslar
rýlmýþ olan Bayram Kaya Parký’nýn güzelliðine de deðinmek gerekiyor:
sýralanmakta. Kimi yerler yeþillik ve ormanlýk, kimi yerler ise çýplak.
Bu parký, kendi olanaklarýyla yaratan Sayýn Bayram Kaya’ya AlevilerKöyün hemen güneyindeki tepeler, çam ormanlarýyla bezenmiþ.
Bektaþiler olarak teþekkür borçluyuz.
Türbe, köyün sonlarýna doðru geniþ bir düzlüðün üzerinde bulunuyor.
Abdal Musa Türbesi, kesme taþtan duvarlarý, çinko kaplý konik çatýsý ile
Abdal Musa Sultan’ýn Kimliði Ve Kiþiliði
yeþillikler içinde hemen dikkati çekiyor. Türbeyi süsleyen bahçe ve betonarme su arký, duvarlarla çevrilerek koruma altýna alýnmýþ. Türbe’nin alt
Abdal Musa Sultan Hazretleri, Hacý Bektaþ Veli gibi Horasan’dan Anayanýna, Kültür Bakanlýðý tarafýndan beþ bin kiþilik bir anfitiyatro yapdolu’ya gelmiþ, Bursa’nýn fethi sýrasýnda Orhangazi saflarýnda büyük
týrýlmýþ. Genelde, anma törenleri ve þölenler burada yapýlmaktadýr.
yararlýklar göstermiþ bir ermiþ ve düþünürdür.
Açýlýþ töreni Cumartesi gününe ertelendiðinden ziyaretçiler, gruplar
Bursa’nýn alýnmasýndan sonra diðer Bektaþi babalarý ve ermiþler ile
halinde Uçarsu’ya giderek kurbanlarýný týðladýlar, lokmalar verdiler.
birlikte halkla yakýn iliþkilerde bulunmuþtur. Bir söylenceye göre Uludað
Ayný gün Türbe gezildi, dualar edildi. Köyün Türbe Yolu ve caddeleri,
eteklerinde ikamet ederken Geyikli Baba’ya pamuk içinde ateþ gönderaçýk hava lokantalarý, çay bahçeleri ve hediyelik eþya, kitap, Hz. Ali,
miþ, ondan da bir tas içinde geyik sütü almýþtýr. Kerametini takdir edenHacý Bektaþ Veli, Atatürk ve Alevi-Bektaþi ulularýnýn posterlerinin satýllere karþý Geyikli Baba’yý överek büyük tevazu gösterdiði anlatýlýr. Daha
dýðý tezgâhlarla dolu.
sonralarý, kendisine verilen görev gereði maiyeti ile birlikte Tekke köyüTören, ilin valisi, ilçe kaymakamý, dernek yöneticileri, konuklar, kimi
ne göç eder ve dergâhýný orada kurar.
bakan ve milletvekilleriyle açýldý. Siyasi ve kültürel konuþmalardan
Abdal Musa Sultan Hazretleri, Horasan bölgesindeki Hoy kentinsonra þenlik ve gösterilere geçildi. Gece boyu ozanlar, baðlama eþliðinde
dendir. Hacý Bektaþ Veli’nin amcasýnýn oðludur. Hacý Bektaþ Veli ve aile
deyiþler ve türküler söyledi. Gündüzleri de paneller yapýldý, tiyatro
efradý ile birlikte Anadolu’ya gelmiþ, ayný erenler ekibi içinde yerini
gösterileri sunuldu. Türbe bahçesinde ve Anfitiyatro’da cemler tutuldu,
almýþtýr.
semahlar dönüldü.
Tekke köyünde dergâhýný kurduktan sonra çevredeki insanlarla yakýn
Abdal Musa Anma Törenleri, bu yýl, beklenildiði gibi sönük geçti.
sosyal iliþkilere girmiþtir. Anlatýlan bir söylenceye göre Alanya Beyi
Programý, Cem Vakfý, tek taraflý olarak düzenlemiþ ve bu tavrýyla vaHüsamettin Mahmut’un oðlu Alaattin Gaybi, Türbe’nin güney tepelerinkýflar arasý çekiþmelere zemin hazýrlamýþ. Onun için, Þahkulu Sultan ve
deki ormanlýk yamaçlarda avlanýrken bir geyiði okla yaralar. Yaraladýðý
Karacaahmet dergâhlarý, Hacý Bektaþ vakýf ve
geyiði kovalamaya baþlar; geyik onu Dergâh’ýn
þubeleri ile diðer dernek ve cemevleri, tepki gösteriçine kadar getirir. Dergâh’ýn kapýsýna dayanan Alaerek Anma Törenleri’ne katýlmadýlar.
attin, derviþlerden avýný ister. Tartýþma çýkar; Abdal
Kim ne bilir bizi, nice soydanýz
Bu tür çekiþmeler, hepimizi üzmektedir. Abdal
Musa Sultan Hazretleri olaya müdahale eder.
Ne zerrece oddan, ne de sudanýz
Musa, Hacý Bektaþ Veli gibi ulu evliyalar, hepGaybi’den okunu tanýyýp tanýmayacaðýný sorar.
Bize meftun olan marifet söyler
imizin önderleridir. Bir kuruluþun tek baþýna bu
Gaybi de okunun üzerinde Alanya Beyliði’nin damBiz Horasan elindeki boydanýz.
törenlere “damgasýný” vurmasý ve çekiþmelere yol
gasý olduðunu söyler.Bunun üzerine Abdal Musa sol
Bizim zahmýmýza merhem bulunmaz kolunun altýndan oku çekerek gösterir ve “Okun bu
açmasý doðru deðildir. Ne yazýk ki Cem Vakfý’nýn
Biz kudret okun gizli yaydanýz
kimi militanlarý, kahve köþelerinde yüksek sesle
mudur?”, diye sorar. Gaybi oku tanýr ve hayretler
Yedi derya bizim keþkülümüzde
tartýþmalara girerek diðer Alevi kuruluþlarýna
içinde kalýr. Abdal Musa’nýn ayaklarýna kapanýr, af
Hacým umman ise biz de göldeniz
hakaretten geri kalmadýlar. Üzüntü ve acýyla,
diler ve kendisine mürit olmak ister. Abdal Musa;
istemeden de olsa kulak misafiri olduk.
“Gaybi, babandan izin aldýn mý? Senin baban bir
Hýzýr Ýlyas bizim haldaþýmýzdýr
Bu tartýþmalarýn yaný sýra törenin yapýldýðý
bey. Bu isteðini kabul eder mi?”, diye sorar. Gaybi
Ne zerrece günden, ne hod aydanýz
Anfitiyatro’nun kapýsýna ve türbinlerin üst tarafýna
de; “Ben 18 yaþýmý bitirdim. Kendi kararýmý kendim
Yedi tamu bize nevbahar oldu
“Alevi Ýslam Din Hizmetleri Baþkanlýðý” yazýlý afiþverecek yaþtayým. Babam benim kararýma ve yaþam
Sekiz uçmak içindeki köydeniz
ler asýldý. Doðrusu bunu anlamakta zorluk çektik.
tarzýma karýþmaz. Ben bunu sizden diliyorum”. diyMusa gibi lenterani deniriz
Aleviler için ayrýca “Alevi Din Hizmetleri Baþkanerek yalvarýr, yakarýr. Ýsteði üzerine Abdal Musa
Aslýmýzý sorar isen Hoy’danýz
lýðý” adýyla bir kuruluþun oluþturulmasýný anlamaktarafýndan, kendisine derviþ kýyafeti giydirilir. Adý
Abdal Musa oldum, geldim cihane
ta zorluk çektik. Yeni bir Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý
da Kaygusuz Abdal olarak deðiþtirilir.
Ârifler anlar bizi nice sýrdanýz
mý düþünülmektedir? “Sünni Ýslam, Hanefi Ýslam,
Söylenceye göre Alanya Beyi oðlunu, Abdal
Þafii Ýslam” tabirleri ne kadar yanlýþsa “Alevi Ýslam”
Musa Dergâhý’ndan kurtarmak için türlü yollara
tabiri de o kadar yanlýþtýr. Eðer böyle bir baþkanlýk
baþvurur. Ancak baþaramaz. Son çare olarak büyük
düþünülüyorsa, mevcut diyanetin içinde;
bir ateþ yaktýrýr; Abdal Musa ve müritlerini bu
a) Sünni Cemaati Daire Baþkanlýðý, b) Alevi Cemaati Daire Baþateþte yaktýrmak ister. Abdal Musa derviþleriyle birlikte alevlerin
kanlýðý, c) Ýsevi Cemaati Daire Baþkanlýðý, d) Musevi Cemaati Daire
üstünde semah dönerek ateþi söndürür. Alanya Beyi de oðlunun
Baþkanlýðý vb. baþkanlýklar olmalýdýr. Çünkü, “Diyanet” geneldir. VatanDergâh’ta kalmasýna razý olur.
daþlarýn verdiði vergilerden oluþan bütçeden Diyanet’e ayrýlan ödenekte
Abdal Musa XIII. ve XIV. yüzyýllar arasýnda yaþamýþ ünlü bir Bekher kesimin hakký vardýr ve her kesime hizmet olarak dönmek zoruntaþi düþünürüdür. Ayný zamanda nefes ve deyiþleriyle güçlü bir ozan
dadýr. Yalnýzca Sünni kesime hizmet götürülmesi büyük bir haksýzlýktýr.
olduðunu kanýtlar. Bu nedenle Hacý Bektaþ Veli Dergâhý’ndaki 12 postBu haksýzlýk seksen yýldan beri devam etmektedir. Cem Vakfý, diðer
tan “Ayakçý Postu” Abdal Musa adýna kurulmuþtur. Tekke köyündeki
Alevi kuruluþlarýyla görüþ ayrýlýðýna düþmüþse bunun mücadelesini verdergâhý, Anadolu’daki 5 büyük dergâhtan biridir.
Ð
30
Sayý 1
Onbirinci Yýlýnda 2 Temmuz ve Sivas
Ali Kenanoðlu
1993 Yýlýnda yaþanan 2 Temmuz katliamýnýn, insanlýk tarihinin en utanç
verici olaylarýndan birisi olduðu konusunda demokratik çevreler fikir
birliði içerisindedir.
Bu insanlýk dýþý vahþet yaþanalý henüz 11 yýl oldu; yani, “gelecek
zaman”a taþýnmýþ deðiliz. Bu kýsa geçmiþe karþýn günümüzdeki yansýmasý ve belleklerdeki “izi” sorgulanmasý gereken bir durumdur.
2 Temmuz Katliamý’nýn bir Alevi katliamýndan çok, Cumhuriyet
rejimine karþý bir kalkýþma olduðu konusunda da fikirler birdir. Fakat
geçenlerde Birgün gazetesinde okuduðum bir yorum ve cevap yazýnýn,
olayýn Alevi kýsmýný “yok sayma” boyutunu bir hayli abarttýðýný gördüm.
Buna da dikkat etmek gerekiyor.
Demokrat kesimimiz olayýn bir Alevi meselesi olmadýðýný söylerken
kendisini çok haklý görüyor ama ayný haklýlýðý anma etkinliklerine
katýlýmda göremiyoruz.
Bu yýlki 2 Temmuz anmasý, Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun Sivas’ta Pir Sultan Abdal Cemevi temel atma töreni ile birlikte gerçekleþtirildi. 2 Temmuz anmasýný, Alevi–Bektaþi Federasyonu ile
Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu birlikte gerçekleþtirdiler.
Avrupa örgütümüz aylar öncesinden düzenledikleri etkinliklerle hazýrlýklarýna baþladýlar. Türkiye ve Avrupa’dan gelenlerle birlikte 2 Temmuz
günü Sivas’ta buluþuldu.
Biz de Ýstanbul’dan Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneði ve Hacý
Bektaþ Veli Anadolu Kültür Vakfý Okmeydaný Þubesi, iki otobüsle
hareket ettik. Ýki gün öncesinden Sivas’a gideceklerin listesi ile otobüslerin plakalarý emniyete bildirildi. Sivas’a giriþte otobüsler durduruldu
ve aramalar yapýldý. Emniyet mensuplarý bizleri elde kameralarý ile birlikte sýcak bir þekilde karþýladýlar. Bu sýcak karþýlamadan sonra polis
kontrolünde þehre girdik. Tertip Komitesi’nin düzensiz uygulamalarý
nedeniyle bir hayli sýkýntýlar yaþadýk. Daha sonra yürüyüþe baþlayacaðýmýz yer olan Hacý Bektaþ Veli Anadolu Kültür Vakfý’nýn arazisine
geçtik.
Sivas’ta güvenlik önlemleri günler öncesinden baþlamýþtý, 2 Temmuz
günü ise en üst düzeyine çýktý. Sadece polis teþkilatý deðil, askeri birlikler de hazýr tutuluyordu.
Bizler Örgüt yöneticileri olarak götürdüðümüz kitlenin de sorumluluðunu üstümüzde hissediyorduk. Bu yýlki anma etkinliklerinin cuma
gününe denk gelmesi ve namaz saatlerinde, bizlerin Sivas meydanlarýnda, caddelerinde olmamýz ister istemez tedirginlik yaratýyordu.
Yürüyüþümüzün ilk etabý meydandaki Atatürk Heykeli idi; oraya iki
koldan oluþan kortejle ulaþtýk. Kortej yaklaþýk bin kiþiden oluþuyordu.
Burada yapýlan saygý duruþu ve çeþitli kitle örgütlerinin çelenklerini
býrakmasý sonrasýnda Madýmak Oteli’ne doðru yürüyüþe geçtik. Yürüyüþ
sýrasýnda resmi kýyafetli bir polisin kortejin önünü keserek yaþatmaya
çalýþtýðý gerginlik, yine bir sivil polisçe engellendi.
Madýmak önünde toplanýldý. Alevi federasyonlarýnýn çelenkleri
Madýmak önüne býrakýldý. Saygý duruþu yapýldý. Saygý duruþunda
katliamda hayatýný kaybedenlerin isimleri okundu ve karanfiller atýldý.
Sivas’ta bulunan sendika ve sivil toplum kuruluþlarý temsilcileri konuþmalarýnda katliamý lanetlediler.
Biz Madýmak önündeyken, polis tarafýndan sýký güvenlik önlemleri
alýnmýþ ve binalarýn üstüne keskin niþancýlar yerleþtirilmiþti. Diðer
taraftan Madýmak Oteli’nin hemen hemen çapraz karþýsýnda bulunan
binanýn içerisine gizlenen askeri birliði fark edebiliyorduk. Bu kadar sýký
güvenlik önlemlerini gören kiþiler, “11 yýl öncesinde neredeydiniz?”,
demekten kendilerini alamadýlar.
Sivas Katliamý Sivas’ta Anýlýr
Sivas’ta düzenlenen anma etkinliklerine katýlýmýn beklenenin çok altýnda
gerçekleþmesinin ana nedenlerinden birisi, kimi kurumlarýn Sivas’a
gelmek yerine bulunduklarý bölgelerde bu anma etkinliðini gerçekleþtirmeleridir. Özellikle 2 Temmuz Katliamý’ný sahiplenen Pir Sultan
Abdal Kültür Derneði’nin, 2 Temmuz’da, kitlelerinin Sivas’a gitmeyip
bulunduklarý bölgelerde anmalarý gerçekleþtirmeleri yönünde baðlayýcý
karar almalarýdýr. Sivas Katliamý’ný gerçekleþtiren ve ona yandaþ olanlarýn da arzusu budur. Onlar “Sivas’a gelmeyin’’, “ne iþiniz var Sivas’ta’’
gibi sesler çýkartýrken bizlerin katliamýn yaþandýðý yere gitmememiz de
oldukça düþündürücüdür.
Ayrýca 2 Temmuz Katliamý anmasýna birkaç Alevi örgütü ve özellikle de Avrupa Konfederasyonu dýþýndaki Alevi örgütlerinin itibar etmemesi de irdelenmesi gereken konulardandýr.
Sivas katliamýna sahip çýkmayan Alevi örgütlülüðü amacýný ve kuruluþ sürecini yeniden gözden geçirmelidir.
2 Temmuz Katliamý’nýn 11. yýlýnda hükümet, tarihin en barbar katliamýný gerçekleþtirenleri serbest býrakma çabalarý içerisindedir. Geçen yýl
çýkartýlan bir af yasasý kapsamýna girmek için bu katiller müracaatta
bulunmuþlar ve müracaatlarýna yapýlan itiraz çerçevesinde davalarý sürmektedir. Ankara DGM’de yapýlan bir duruþmalarýna ben de katýldým.
Dava Federasyonumuza baðlý avukatlarca takip edilmekte ve bu vahþi
katillerin serbest býrakýlmalarýna engel olunmaktadýr.
Serçeþme Sizlerin Katkýsýyla Çýkacak ve Daðýtýlacak
Serçeþme’nin arkasýnda medya ve iþadamlarý yoktur. Gerçek sahibi
Serçeþme’den niyaz alan okuyucularýdýr. Serçeþme’yi çýkaranlar yurt
içinde ve dýþýnda çalýþan, emeðiyle geçinen insanlardýr. Serçeþme okuyucusunun özverisine, paylaþýmcýlýðýna, çalýþkanlýðýna güvenerek ve zorluklarý birlikte çalýþmayla aþma gücüne dayanarak yola çýkýyor.
Eli kalem tutan tüm canlardan yazý, haber, fotoðraf, yorum, yazýlar ile
nefeslerinizi, deyiþlerinizi bekliyoruz. Tüm canlarý, Serçeþme’ye abone
olmaya, abone yapmaya, temsilcilik görevini üstlenmeye, bulunduklarý
yöreye derginin toplu getirtilmesini, elden daðýtýlmasýna el vermeye
çaðýrýyoruz.
BUGÜNE DEK TEMSÝLCÝLÝK GÖREVÝNÝ ÜSTLENEN CANLAR:
Almanya: Darmstad Hüseyin Akýn +49 179 107 88 56; Frankfurt Sedat Bican +49
170 751 25 35; Gladbach Behcet Soguksu; Hanau Kemal Nayman +49.173.667
7291; Kassel Hüseyin Öztürk +49 162 153 33 20; Oberhausen Mehmet Kaz +49
173 612 01 95; Stuttgart Kýlavuz Bakýr +49 162 909 70 70; Avusturya: Tirol
Hüseyin Polat +43 650 841 55 99; Belçika: Brüksel Kazým Bakýrdan +32 473 49
37 12; Danimarka: Aarhus Yücel Tanrýverdi +45 5124 0283; Fransa: Paris Ahmet
Kesik +33 672 96 33 44; Hollanda: Gelderland Ali Rýza Aðören +31 651 25 63 19;
Ýsviçre: Basel Ýbrahim Bakýr +41 78 808 40 07; Norveç: Oslo Ali Kýlýnç +47 9208
6450.
Yurtiçi: Adýyaman: Merkez Ýmam Bakýr 0532 791 03 20; Gölbaþý Kenan Tezerdi
0535 949 43 13; Merkez Aþýk Özeni 0532 624 83 09; Ankara: Maltepe Önder
Aydýn 0533 337 02 50; Sýhhiye Timur Özmen 0532 313 87 78; Merkez Ýsmail Metin
0532 644 95 37; Antalya: Merkez Ýlyas Þimþek 0544 578 22 99; Burdur: Merkez
Mehmet Turan 0248 234 37 17; Denizli: Merkez Tekin Özdil 0546 237 32 96;
Diyarbakýr: Merkez Mehtap Ürer 0535 872 63 03; Ýstanbul: 4. Levent Hüseyin
Düzenli 0555 204 73 79; Acýbadem Koray Berktaþ 0533 244 61 25; Alibeyköy
Aðustos 2004
Veysel Köse 0544 305 39 23; Avcýlar Mustafa Kýlçýk 0536 552 68 75; Bahariye
Zehra Ünder 0533 722 03 91; Baðcýlar Haydar Erdoðan 0212 657 17 77; Beyazýt
Bekir Delibaþ 0212 516 23 14; Çaðlayan Ali Ulvi Öztürk 0212 224 22 42; Esenyurt
Ýlhami Arslantaþ 0544 218 48 25; Fatih Rukiye Delibaþ 0536 396 83 56; Fikirtepe
Murat Ýlgin 0216 420 48 20; Ýçerenköy Yýlmaz Gürbüz 0535 524 49 12; Kadýköy
Kazým Erol 0216 347 14 41; Kaðýthane Aydýn Deniz 0212 320 18 18; Kayýþdað
Veli Göynüsü 0532 687 31 09; Sarýgazi-Taþdelen Ergül Þanlý 0532 410 51 79;
Soðanlýk Hasan Harabati 0532 787 7098; Sultanbeyli Sadegül Çavuþ 0535 491 07
58; Ümraniye Ýsa Polat 0536 968 99 75; Üsküdar Sabri Karaman 0533 263 02 43;
Yenidoðan Salih Arslan 0535 941 15 09; Ýzmit: Gebze Gülay Türkoðlu 0535 497
89 92; Konya: Beyþehir Hüseyin Kutlu 0535 522 75 11; Beyþehir Salman Zebil
0542 431 56 91; Malatya: Merkez Hamza Doðan 0536 264 83 57; Maraþ: Elbistan
Ali Kaya 0535 466 38 43; Mersin: Merkez Cemal Kayhan 0542 662 12 47;
Nevþehir: Hacýbektaþ Erhan Çetin 0536 426 94 33; Samsun: Merkez Cem
Sultan Ermiþ 0532 700 49 61; Tekirdað: Merkez Hasan Arslan 0282 263 05 79;
Urfa: Kýsas Ahmet Aykut 0536 777 63 47.
31
SERÇESM
¸ E
BÝLÝMLE GÝDÝLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR
Dergâh’a Varalým
Çýkarken Canlara
Talip ol gel Pir’e necat bulasýn
Destur alýp ol Dergâh’a varalým
Ýkrâr ver ki görülüp sorulasýn
Destur alýp ol Dergâh’a varalým
G
Muhammet Ali’den kalan Yol paktýr
Dergâh’a baðlanýp sürdürmek haktýr
Ayrý baþlar çekmek Yol’u yýkmaktýr
Destur alýp ol Dergâh’a varalým
Serçeþme hem kutup Bektaþ Veli’ye
Kalender Sultan, Kýzýl Deli’ye
Manada yüz sürüp güzel Ali’ye
Destur alýp ol Dergâh’a varalým
Hacý Bektaþ Veli soyu mürþiddir
Onun eþiðine varan reþiddir
Derviþ Baba der ki en doðru iþtir
Destur alýp ol Dergâh’a varalým
Açýklýk, Kendi Açtýðý
Yarayý Ýyileþtiren Kýlýçtýr
Serçeþme, Alevi-Bektaþi toplumunu
ilgilendiren tüm fikirlere açýktýr.
Serçeþme, Alevi-Bektaþi hareketinin farklý
kesimlerini, görüþlerini, örgütlerini temsil eden yazarlara açýktýr.
Serçeþme, farklý görüþlerin yan yana yer
aldýðý, hoþgörü, tartýþma ve eleþtiri platformu olacaktýr.
Serçeþme, imzasýz yazýlara, kiþisel ve örgütsel çekiþmelere yer vermez.
Serçeþme'de yayýmlanan yazýlarýn içerdiði
fikirler yalnýz yazarlarýný baðlar.
Serçeþme, yollanan yazýlarý içerdiði fikirler
nedeniyle sansür etmez.
Serçeþme, bilimsel çalýþmaya, araþtýrmaya
dayalý nitelikli yazýlara aðýrlýk verir.
Serçeþme, tartýþmalý konularý gündeme
getirmekten kaçýnmaz.
Serçeþme, kýsa ve özlü söze öncelik verir,
boþ sözlerden ve bilinenlerin tekrarýndan
kaçýnýr.
Serçeþme, olanaklarý sýnýrlý bir dergidir.
Yollanan yazýlarý yayýmlamamak,
kýsaltarak ya da bölerek yayýmlamak ve
düzeltmek hakkýný saklý tutar. Ancak
fikirleri deðiþtirmemeye ve yazarýn
onayýný almaya özen gösterir.
Serçeþme'ye gönderilen yazýlar yayýmlansýn,
yayýmlanmasýn iade edilmez.
Esat Korkmaz, Genel Yayýn Yönetmeni
eceyi gündüze ekledik ve karþýnýza çýktýk. Karanlýklarý aydýnlatmak için barýþ güvercinlerini dört bir yana salalým, bugün her þeyden çok gereksindiðimiz demokrasi ve özgürlük
adýna herkesi selamlayalým istedik.
Serçeþme, çaðdaþ, laik ve demokrat bir çizgiyi kendine rehber edinmiþ bir yayýn organýdýr.
Alevi-Bektaþi felsefesinin/ inancýnýn ve yaþama biçiminin sesi olma yolunda üzerine düþen
görevi elinden geldiðince yapmaya çalýþacaktýr. Eðilim duruma gelen geleneði fýrsat bilerek
"yayýn ilkelerimizi ve içeriðimizi” açýklamak istiyoruz:
 Serçeþme; hiçbir zaman tek boyutlu bir “yayýn-düþünce” çizgisi izlemeyecektir.
 Serçeþme; demokrasi-laiklik mücadelesinin öznesi olan bir toplumsal muhalefetin devingen
tabanýný oluþturan bir kitlenin yayýn organý olma bilinci/sorumluluðu içinde, yapýmýzdaki
düþünce çeþitliliðini zenginlik olarak algýlayacak, genelde tüm demokrat-laik güçlerin, özelde
Alevilerin-Bektaþilerin “eli-dili-gözü” olacaktýr.
 Serçeþme; kendini hiçbir biçimde Alevilik-Bektaþilik'le sýnýrlamayacak; Alevilerin-Bektaþilerin de içinde yer aldýðý halkýn yararýný öne çýkaracak; bu yarara dayalý kavganýn/mücadelenin
üretken bir halkasý olacaktýr.
 Serçeþme; ülkemizde ve dünyamýzda nerede bir insanlýk sorunu varsa ona kendi sorunu gibi
yaklaþacak; “kör-saðýr ve dilsiz” olmayacaktýr.
 Serçeþme; sorunlarý açýklýkla ve cesaretle ortaya koyacak, ödünsüz tartýþarak en doðru
çözümlerin üretilmesine katký verecek ve bu duyarlýlýðý kendi varlýk nedenlerinden biri olarak
görecektir.
 Serçeþme; ýrk, din, dil, cinsiyet, vb., bir ayrýma gitmeksizin tüm insanlarý eþit görecek; her
türlü ayrýmcýlýðý yadsýyacak; Alevi-Bektaþi kimliðinin yeniden yapýlanmasýna, bu kimliðin
içinin, yaþanan aný yeniden üretecek biçimde doldurulmasýna katký vererek bu kimliksiz ortamda kimlikli ve temsil edici bir düþünsel-inançsal çizgiyi yaþama geçirmeye çalýþacaktýr.
 Serçeþme; ülkemiz halkýnýn kendi sorunu olarak gördüðü Alevi-Bektaþi sorununu, kendi
kazanýmý olarak algýladýðý Alevi-Bektaþi felsefesini/inancýný, her koþulda tartýþmayý, vazgeçilmez ilkesi sayacaktýr.
 Serçeþme; çaðdaþ-laik-demokrat bir yayýn çizgisi zemininde ve genelde geçmiþten günümüze uzanan her türden Ortaçað deðerine/kurumuna, özelde köktendincilere, köktendinciliðe
ve her türden milliyetçiliðe karþý bir kanalda insanlýk üzerine ya da Alevilik-Bektaþilik üzerine
yazý yazan/düþünce üreten her yazara/araþtýrmacýya sayfalarýný açacaktýr.
 Serçeþme; sýraladýðýmýz ilkelerin güdücülüðünde, sayfalarýný bir tartýþma platformu durumuna dönüþtürerek Aleviliðin-Bektaþiliðin inançsal/düþünsel sorunlarýna çözüm olacak
seçenekler üretmeyi; bunu yaparken günceli yakalamayý; yaþanan somutta okuyucunun
düþüncelerini/önerilerini sayfalarýna taþýmayý; ülke aydýnýnýn/bilimadamýnýn ve bilimkadýnýnýn
Alevilik-Bektaþilik hakkýnda neler düþündüðünü sergilemeyi, onlarý bu inancýn/felsefenin
bakýþý açýsýndan sorgulamayý; Alevilerin-Bektaþilerin inancýndan/felsefesinden kaynaklanan
demokratik haklarýný/istemlerini mücadele alanýna taþýmayý, onlarýn kalýcý kazanýmlar durumuna gelmesini saðlamayý; en önemlisi Alevilerin-Bektaþilerin de içinde yer aldýðý ortak yarara
dayalý örgütlü halk mücadelesine omuz vermeyi temel amaç görecektir.
Olasý güdümlü kýþkýrtmalara karþý “uyanýk” olacaðýmýz günleri yaþýyoruz. Dinsel ya da
etnik çeliþkileri sýcak noktalara taþýmak isteyenlerin oyunlarýný bozalým. Türklüðün ya da Kürtlüðün þoven ve Ýslamcý algýlanýþý üzerinde kendilerine kimlik edinen ýrkçýlara/faþistlere ve
Sünni Ýslam þeriatý üzerinde kendilerine kimlik edinen ve bugün iktidarda olan köktendincilere
karþý ilerici toplumsal güçlerle demokrasi ve özgürlük zemininde buluþarak, herkesin kendi
kimliðiyle yer alacaðý, konuþan ve tepki gösteren, denetleyen ve hesap soran örgütlü bir toplum
yaratmak zorunda olduðumuzu unutmayalým. Sorumluluðumuzu bilincimizle yederek düþünsel
çabalarýmýzý aksatan, örgütsel mücadelemizi daraltan zaaflarý bir an önce aþalým.
Bu amacý gerçekleþtirme yolunda; yanlýþlarýmýzý doðruya çevirecek, eksikliklerimizi giderecek katkýlarýnýzý bekliyoruz. Vereceðiniz onurla bizi yüreklendirecek, yapacaðýnýz eleþtiriyle
bizi uyanýk kýlacaksýnýz. Vereceðiniz/önereceðiniz tepki tepkimizle örtüþtüðünde “ortak” bir
tavrý yakalamýþ olacaðýz. O noktaya taþýndýðýmýzda bunun onuru hepimizin olacaktýr.
Bizlerden katkýlarýnýzý esirgemeyin. Gönülden gönüle, gönülden insana, insandan topluma;
aydýnlýk yarýnlara doðru…
“
Download