HEDEFLER İÇİNDEKİLER İNSAN PSİKOLOJİSİNE GİRİŞ • Psikoloji: Tanımı ve Amaçları • Psikolojinin Alanları • Modern Psikoloji Tarihinde Düşünce Ekolleri • Psikolojinin Yöntemleri • Psikolojinin Diğer Bilimlerle İlişkisi • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • Psikoloji kavramını tanımlayabilecek, • Psikolojinin amaçlarını kavrayabilecek, • Psikolojinin alanlarını açıklayabilecek, • Modern psikoloji tarihindeki düşünce ekollerini ayırt edebilecek, • Psikolojide kullanılan temel yöntemleri bilecek, • Psikolojinin diğer bilimlerle ilişkisini kurabileceksiniz. İKNA VE İKNA PSİKOLOJİSİ ÜNİTE 1 İnsan Psikolojisine Giriş GİRİŞ Psikoloji, insanın kendisinin ve diğer insanların davranışlarını daha güvenilir bir biçimde anlama isteğini karşılamaktadır. İnsanlık tarihi boyunca bütün insanlar, kendilerinin ve diğer insanların ne yaptıklarını, ne düşündüklerini ve ne hissettiklerini sorgulamışlardır. Psikoloji ise, tüm bu soruların yanıtlarına, insan davranışının altında yatan temel nedenleri bulmak için gösterdiği bilimsel bir çabayla katkıda bulunmuştur. İnsanlar hayatları boyunca birey olarak yaşantılarını sürdürdükleri toplum içinde, sosyal ilişki ağları içinde iletişim halindedirler. Tüm bu ilişki biçimleri içinde insan, psikoloji biliminin de yardımıyla önce kendini sonra ilişki içinde olduğu diğer insanları tanıyarak anlamaya ve çok yönlü yaşam biçimini yönlendirmeye çalışmaktadır. Bu bölümün amacı, psikolojiyi tanımlayarak insan ve toplum hayatı üzerindeki önemine işaret etmektir. Ayrıca psikolojinin çalışma alanının kapsamını çizerek, bu bilim üzerinde etkili olmuş ekolleri ve yöntemleri aktarmak, bu bilim dalının diğer bilim dallarıyla ilişkisini ortaya çıkarmak amaçlanmaktadır. Bu bölüm, ilerleyen bölümlerde ayrıntılı bir biçimde verilecek olan ikna süreçlerine ve unsurlarına ilişkin temel bir giriş niteliğindedir. PSİKOLOJİ: TANIMI VE AMAÇLARI Psikoloji, günümüzde var olan tüm bilimsel disiplinlerin en eskilerinden biridir. Konuya olan ilgi, zihinsel sorgulamaların erken dönemlerine dek uzanabilir. M.Ö. 4. ve 5. yüzyıllara kadar uzanan dönemlerde Platon, Aristo ve diğer Yunan düşünürleri, günümüz psikologlarının ilgilendiği pek çok sorunla uğraşmışlardır. Bellek, öğrenme, motivasyon, algı, tutum, ikna, otorite gibi pek çok kavrama ilişkin sorular bu nedenle çok erken dönemlere kadar götürülebilir. Psikolojinin zihinsel temelleri çok eskilere dayansa da modern anlamda aldığı biçim ancak bir yüzyıl ötesine uzanır (Schultz ve Schulz, 2002: 27). Psikoloji en genel anlamda “davranışları ve zihinsel süreçleri inceleyen bir bilim dalı” olarak tanımlanabilir. Hem insanlar hem de hayvanlar üzerindeki çalışmaları kapsar. Psikoloji, diğer bilimlere kıyasla kısa bir geçmişe sahiptir. Bu kısa süre içinde psikoloji değişik biçimlerde tanımlanmıştır. İlk tanım, insan zihninin yapısının incelenmesi biçimindeydi. İnsan zihnini gözleyebilmenin olanaksızlığı karşısında psikologlar, psikolojiyi "gözlenebilen davranışların bilimsel incelemesi" biçiminde tanımlamışlardır. İnsan zihninin davranış üzerindeki etkisini kabul etmeyen bu yaklaşıma, psikoloji içinde tepki oluşmaya başlamış, bellek süreçleri ve düşünme gibi zihinsel işlevleri inceleyen bilişsel psikoloji ortaya çıkmıştır (Cüceloğlu, 1996:34). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 İnsan Psikolojisine Giriş Psikoloji, sistematik gözlemle veri toplayan ve açıklayıcı kuramlar geliştirip öngörülerde bulunan bir bilim dalıdır. Bu gelişmeler, günümüz psikolojisinin tanımını etkilemiştir. Modern psikoloji günümüzde, davranışı ve davranışın altında yatan zihinsel süreçleri bilimsel olarak inceleyen çalışma alanı olarak tanımlanır. Bilişsel süreçleri doğrudan gözleme olanağı yoktur; ancak, organizmanın davranışları gözlenerek ya da nörolojik bulgular kullanılarak varlığı saptanır (Cüceloğlu, 1996:35). Psikologlar çalışmalarında bilimsel yöntemleri esas almaktadırlar. Dikkatli ve sistemli gözlemlerle veri toplarlar; gözlemlerini açıklayabilmek için kuramlar geliştirirler; kuramlara dayanarak yeni tahminlerde bulunurlar. Daha sonra bu tahminlerin doğru olup olmadığını, verilere dayanarak, sistemli bir şekilde sınarlar. Psikologlar da bütün bilimle uğraşanlar gibi; betimleme, açıklama, sonuç çıkarma ve inceledikleri olay üzerinde er ya da geç belirli oranda kontrol sağlamak için bilimsel yöntemlerden yararlanırlar (Morris, 2002:4). İnsanın, bir canlı olarak çevresine uyum sağlama ve kendi içinde dengeli bir gelişme eğilimi vardır. Psikoloji, insan davranışının nedenlerini bu tür yöntemlerle açıklamaya çalışarak, diğer bilim dallarının yaptığı gibi bir neden-sonuç ilişkisi kurmayı amaçlar, elde ettiği yasaları yine insana uygulayarak, onun davranışlarını açıklamaya ve önceden kestirmeye çalışır. Böylece, insana bu gelişim ve uyum sürecinde yardımcı olmayı hedefler. PSİKOLOJİNİN ALANLARI Psikoloji klinik, kişilik ve sosyal, gelişim, deneysel, bilişsel, endüstri/örgüt ve kültürel psikoloji olarak yedi çalışma alanına ayrılabilir. Psikolojiyi bir bütün yapan, davranışa duyulan ilgidir. Ancak bu ilgi çeşitli şekillerde ortaya çıkar ve davranıştan söz etmenin ve onu açıklamanın çok çeşitli yolları vardır. Bu bilgiler birbirinden öylesine farklıdır ki, “Bir psikoloji yoktur, psikolojiler vardır.” diyebiliriz. Ancak sonuç olarak hepsinin ortak noktası davranış üzerine odaklanmalarıdır. Psikolojinin alt dallarını şu şekilde özetlemek mümkündür. Klinik Psikoloji Klinik psikoloji, insanların zeka, kişilik, ruh hastalıkları gibi çeşitli konulardaki sorunlarının teşhis edilmesi ve ilgili olarak geliştirilen çeşitli teknikler üzerinde çalışan uygulamalı psikoloji dalıdır. Klinik psikolojisi, psikolojinin alt alanlarından biridir ve zihinsel, davranışsal ve duygusal bozuklukların nedenlerini, korunma yöntemlerini ve tedavilerini inceler. Kişinin zihinsel, davranışsal ve duygusal bozukluklarının değerlendirilmesi ve tanı konulması da (çeşitli testler ve ölçekler yardımıyla) yine klinik psikoloji alanına girer. Klinik psikologlar bu anlamda günlük sıkıntıların yarattığı stresten fobilere, cinsel işlev bozukluklarına, depresyona birçok ruhsal bozukluğun belirlenmesinde ve tedavisinde büyük rol oynarlar. Kliniklerde çeşitli duygusal bozukluklara tanı koyulur. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 İnsan Psikolojisine Giriş Kişilik Psikolojisi ve Sosyal Psikoloji Kişilik psikolojisi, bireylerin kendilerine özgü davranış, düşünce ve duygu biçimleriyle ilgilenir (Cüceloğlu, 1996:37). Kişilik psikologları normal bireyleri anlamaya çalışırlar. Kişilik psikoloğu, klinik psikolog gibi bireylerle ilgilidir ve testler uygular. Ancak benzerlikleri bu noktadan öteye geçmez. Klinik psikologlar sapkın bireylerin tedavisi ile ilgilenirken, kişilik psikologlar normal bireyleri anlamaya çalışırlar (Morgan, 1995:11). Kişilik psikolojisi bir başka uzmanlık dalı olan sosyal psikolojiyle yakından ilişkilidir. Sosyal psikoloji, bireyleri sosyal ve kültürel ortam içinde inceler. Sosyal psikoloji, birey ve çevrenin karşılıklı etkileşimini ve insanların sosyal gruplara katılmaları sonucunda ortaya çıkan davranışlarını inceler. Sosyal psikolojik analiz, kişinin özelliklerini göz önüne almayan salt sosyolojik analizden ve kişinin içinde bulunduğu toplumun özelliklerini göz önünde bulundurmayan salt psikolojik analizden ayrılır ve kişilik düzeyi ve toplum düzeyi arasındaki etkileşime yönelir (aktaran Kağıtçıbaşı, 1988:1,23). Gelişim Psikolojisi Gelişim psikolojisi, insanın doğum öncesi döneminden başlayarak ölümüne kadar uzanan yaşam sürecindeki gelişiminin evreleri üzerinde çalışmaktadır. Bireyin yaşa bağlı davranış değişikliklerinin tanımlanması, açıklanması ve ölçülmesiyle ilgilidir. Buna ek olarak gelişim psikologları, insan gelişimindeki ortak paydalar, ortak nitelikler; ayrıca kültürel ve bireysel farklılıklar üzerinde uzmanlaşırlar. İnsan gelişimi fiziksel, zihinsel, duygusal, sosyal gelişim olmak üzere çok boyutlu ve karşılıklı etkileşim içinde bir yapıya sahip olduğundan, gelişim psikolojisi de; biyoloji, fizyoloji, tıp, eğitim, psikoloji, sosyoloji, antropoloji gibi farklı alanlardan beslenerek faaliyet gösteren bir alt alan olma niteliği kazanmaktadır. Deneysel Psikoloji Deneysel psikologlar belli bir davranışı etkileyen çevre koşullarını ve uyarıcıları, ayrıntılı bir biçimde tanımlayıp ölçerek, uyarıcının hangi davranışı, nasıl ve ne derecede etkilediğini bulmayı amaçlamaktadırlar (Cüceloğlu, 1996:35). Bu alan, davranışın temel ilkelerini bulma ve anlama gibi konularla ilgilenir. Bu alandaki psikologların ilgi noktası, çoğunlukla duyum ve algı, öğrenme ve bellek, güdü ve duygu ile davranışın fizyolojik temelleri gibi konularda yoğunlaşır. Son yıllarda bazı deneysel psikologlar sosyal davranışlar, kişilik ve davranış bozuklukları gibi konular üzerinde de çalışmaya başlamışlardır. Ancak özel ilgileri ne olursa olsun, deneysel psikologlar uygulama olanaklarını değil, temel konuları incelerler (Morgan, 1995: 13). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 İnsan Psikolojisine Giriş Bilişsel Psikoloji Bilişsel psikoloji, düşünme, hissetme, öğrenme, anımsama, karar verme, dil, problem çözme ve yargılama gibi zihinsel süreçlerin en geniş anlamda incelenmesidir. Yani bilişsel psikologlar; insanların bilgiyi anlama, saklama ve bilincine geri getirmeleriyle ilgilenirler. Bilişsel psikologlar zihinsel süreçlerin incelenebileceğine ve incelenmesi gerektiğine inanırlar. Her ne kadar bilişsel süreçler doğrudan gözlenemeseler de, davranışlar gözlenebilir ve bu davranışların altında yatan bilişsel süreçler hakkında çıkarımlar yapılabilir (Cüceloğlu, 1996:38). Bilişsel psikolojinin temelini oluşturan en önemli fikir, insandaki bilişsel sistemin karmaşık hesaplamalar yapabilen dev bir bilgisayar gibi anlaşılabileceğidir. Bir bilgisayarın yaptığı karmaşık bir hesaplamanın simgeleri ya da ifadeleri saklama, geri çağırma ya da karşılaştırma gibi daha basit işlemlere bölünebilmesi gibi, bir kişinin eylemi de en temel zihinsel bileşenlere ayrılabilir ve bu şekilde incelenebilir (Atkinson vd., 2002:29). Endüstri/Örgüt Psikolojisi Endüstri/Örgüt psikolojisi, çalışanların eğitimi, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve otomasyonun insanlar üzerindeki etkileriyle ilgilenir. Endüstri/Örgüt psikolojisinin çalışma alanı, iş ortamlarındaki insan davranışlarıdır. Personel psikolojisi, örgütsel davranış, mühendislik psikolojisi, mesleki danışmanlık, örgüt geliştirme, endüstri ilişkileri gibi çalışma alanlarını kapsar. Endüstri/Örgüt psikolojisinin ortaya çıkışı işletme yöneticilerinin, üretim faktörlerinden birisini oluşturan ‘insan’a her geçen gün daha fazla önem vermeye başlamalarıdır. Bu alan, teori ve araştırmalarını örgütteki mevcut sorunlara uyarlar ve içindeki insan kaynağının doğru bir şekilde kullanımına yardımcı olmaya çalışır (Yiğit Işık, 1997:17). Kültürel Psikoloji Kültürel psikoloji kültürel yapının insanın zihinsel yapısını ve süreçlerini etkileyen yönleri üzerine çalışmaktadır. Batı’da bilimsel psikoloji, genellikle bütün kültürlere ait insanların aynı psikolojik süreçlerden geçtiklerini varsaymıştır. Psikologları, antropologları, sosyologları ve diğer toplumbilimcileri kapsayan kültürel psikoloji savunucuları bu varsayıma gittikçe daha çok karşı çıkmaktadırlar. Kültürel psikoloji, içinde yaşadığı kültürün -gelenekler, dil ve dünya görüşü- bireyin zihinsel çalışmasını ve psikolojik süreçleri nasıl etkilediği sorunsalıyla ilgilenir. Kültürel yaklaşımı, Batılı ve Doğulu kültürler arasındaki karşıtlıkları da kapsayan iki örnekle gösterebiliriz. Batı’da Kuzey Amerika ile Batı ve Kuzey Avrupa’nın büyük bölümünde- kişiler kendilerini yetenek ve özelliklerinin oluşturduğu bireysel özelikleriyle ayrı ve özerk bir yapıda görürler. Öte yandan, Doğu’daki pek çok kültür -Hint, Çin ve Japon kültürleriinsanların bireyselliklerinden çok, aralarındaki ilişkileri vurgular. Bu tür kültürel Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 İnsan Psikolojisine Giriş farklılıklar insan davranışlarını anlamlandırırken göz önünde bulunması gereken hususlardır (Atkinson vd., 2002: 29). MODERN PSİKOLOJİ TARİHİNDE DÜŞÜNCE EKOLLERİ Psikoloji bağımsız bir bilim haline geldikten sonra bazı düşünürlerin etkisi altında kalmış ve ortaya çeşitli psikoloji ekolleri çıkmıştır. Ekol, belirli alanlarda belirli yöntem ve görüşleri benimseyenlerin oluşturdukları birlikler ve düşünce akımlarıdır. Psikolojinin belli başlı ekolleri arasında Yapısalcılık (Strukturalizm), İşlevselcilik (Fonksiyonalizm), Davranışçılık (Behaviorizm), Psikodinamik Psikoloji ve Gestalt Psikolojisi yer almaktadır. Yapısalcılık Almanya’da Leipzig Üniversitesi’nde fizyolog ve felsefeci olan Wilhelm Wundt, 1879’da ilk psikoloji laboratuvarını resmen kurmuş; insan aklının doğal işleyiş yasalarını ortaya çıkarmayı amaçlayan yöntemler geliştirmiştir. Düşüncenin temel birimlerinin saptayabilmek için duyusal uyarıcılardan anlamlı kalıplar yaratma sürecini incelemiştir. Wundt’un öğrencileri, Leipzig’den ayrılıp yeni bir bilim dalı olan psikolojinin adını dünyaya duyurmuşlardır. Bu öğrenciler arasında Edward Bradford Titchener de bulunmaktadır. Titchener’a göre, psikoloji bilincin bilimidir. En karmaşık düşünce ve duygular bile, fiziksel bir duyum, hissettiklerimiz ve imgeler gibi unsurlara ayrıştırılarak incelenebilir. Psikologların görevi bu unsurları belirlemek ve bunların nasıl bir araya geldiklerini göstermektir. Yaşantıların temel birimlerini ve nasıl bir araya geldiklerini, yani yapısını öne çıkardığı için psikolojideki bu okula Yapısalcılık adı verilir (Morris, 2002: 20). Yapısalcılığın çalışma konusu olan bilinç deneyimi oldukça kesin sınırlarla tanımlanmış ve gözlem, deney ve ölçümü kapsayacak şekilde araştırma yöntemleri kullanılmıştır. Bilinç en mükemmel şekilde bizzat o bilinç deneyimini yaşayan kişi tarafından kavrandığından, bu çalışma konusu için en iyi yöntem, kişinin kendini gözlemi olarak işaret edilmiştir (Schultz ve Schultz, 2002:188). İşlevselcilik Wilhelm Wundt, yapısalcılığın etkisinde kalan bir psikolojik akımın fikir babasıyken; James, aklın ve davranışın işlevsel bir açıklamasını gerçekleştirmiştir. Amerika doğumlu ilk psikolog olan William James; Wundt ve Titchener’in temel yaklaşımının yanlış olduğunu düşünmüştür. James’e göre, Wundt’un ‘yaşantının atomları’ dediği, ilişkilerden arınmış, saf duyumlar diye bir şey yoktur. Zihnimiz sürekli deneyimlerimizi gözden geçirerek, başlayarak, durarak, zaman boyutunda bir ileri bir geri gidip gelerek bağlar oluşturmaktadır. James, bilincin, algılar ve bağlar, duyumlar ve duyguların birbirinden ayrılamadığı, sürekli bir akış içinde olduğunu öne sürmüştür. James’e göre zihinsel bağlar, deneyimlerimizden Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 İnsan Psikolojisine Giriş yararlanmamıza izin verir. Bu düşünce biçimi ile James, aklın ve davranışın işlevsel bir açıklamasına ulaşmıştır. Bu kuram öğrenme, duyum ve algının ötesine geçerek ve bir organizmanın öğrenme veya algı yeteneklerini, bulunduğu çevrede işlev görebilecek şekilde nasıl kullandığını inceler (Morris, 2002: 21). Psikodinamik Psikoloji Viyanalı bir nörolog olan Sigmund Freud, hastalarının çoğunun rahatsızlıklarının fizyolojik olmaktan çok psikolojik olduğunu fark etmiştir. Rüyaların, hastalarının sinirsel şikâyetleri altında yatan bilinçdışı arzular ve çatışmalar hakkında ipuçları verdiğini iddia etmiştir. Freud, klinik gözlemlerini kapsamlı bir zihinsel kurama dönüştürmeyi başarmıştır. İnsan davranışlarının ve düşüncelerinin çoğunun bilinçdışı süreçler tarafından yönlendiriliyor olduğunu iddia eden bu kuram, 1920’lerin sonlarından itibaren psikolojide, diğer sosyal bilimlerde ve sanatta önemli etkiler ortaya çıkarmıştır. Freud, hastanın koltukta uzanması ve aklına gelenleri serbestçe söylemesini içeren yaklaşımıyla ün kazanmıştır. Psikanaliz denilen psikoterapi yaklaşımıyla Freud, insanların davranışlarını etkileyen bilinçdışı arzular ve istekleri ortaya çıkarmayı amaçlamıştır. Kişiliğin, doğumu izleyen ilk birkaç yıldaki kritik dönemlerde oluştuğunu söyleyen Freud’a göre, eğer bu dönemlerde ortaya çıkan çatışmalar başarı ile çözümlenirse, daha ileride ortaya çıkabilecek psikolojik sorunlar engellenebilecektir. Eğer bu dönemlerden herhangi birinde ‘sapma’ ortaya çıkarsa, bu dönemle ilgili kaygı ve aşırı korku duyguları yetişkin döneme taşınabilir. Davranışın insan içindeki çatışmalar gibi bilinçdışı dinamiklerden kaynaklandığını öne süren bakış, psikodinamik psikoloji olarak adlandırılmaktadır. Freud ayrıca birçok bilinçdışı arzu ve çatışmaların kökeninde cinsel bastırmaların yattığını iddia etmektedir. Cinsel isteklerin kişilik oluşumundaki rolü üzerine saptamalarıyla pek çok eleştiriye maruz kalan Freud’un çalışmaları, birçok farklı yoruma rağmen, psikodinamik psikolojinin özellikle kişilik ve normal dışı davranışları inceleyen psikologlar üzerinde büyük etkide bulunmuştur ve etkisi bugün de devam etmektedir (Morris, 2002:21-22). Davranışçılık Davranışçılığın psikolojideki en önemli temsilcisi durumunda olan Watson, bilincin ve ruhun tanımlanması, saptanması ve ölçülmesinin oldukça zor olduğunu ve bilincin bilimsel araştırmaların konusu olamayacağını öne sürmüştür. Watson’a göre, psikoloji ancak gözlenebilir ve ölçülebilir davranışın bilimi olabilir, bilinç “asla görülemez, dokunulamaz, koklanamaz, tadılamaz veya hareket ettirilemez”, bu nedenle de bilimin konusu olamaz (Morris, 2002:22; Schultz ve Schultz, 2002:328). Davranışçı yaklaşıma göre birey, bazı durumlarda çevresindeki kişilerin davranışlarını ve sonuçlarını gözler. Gözlediği davranışlardan sonucu olumlu Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 İnsan Psikolojisine Giriş Pavlov’un köpekler üzerinde yaptığı deney, davranışlar üzerinde koşullanmanın etkisini vurgulamıştır. olanları model olarak alırken, sonucu olumsuz olanları davranış olarak sergilemez. Buna model alarak öğrenme (gözlem yoluyla öğrenme) denir. Örneğin sınıfta doğru cevap veren arkadaşının yüksek not aldığını gören öğrenci, sınıf içinde daha çok söz almaya çabalayabilir, bu da derse katılımı yükseltir. Söz alıp azarlandığını gören öğrenci ise derse katılmama eğilimi gösterebilir. İnsanlar bu şekilde okulda, ailede arkadaşlarından ve kitle iletişim araçlarından pek çok davranış öğrenebilirler. Watson’ın davranışçılığının temel ilkeleri basit, dolaysız ve belirgindir. Watson’ın nesnel psikoloji veya bir davranış bilimi adını verdiği bu anlayış, yalnızca nesnel gözlemler yoluyla değil, etki ve tepki (stimulus-response) açısından nesnel olarak betimlenebilecek gözlemlenebilir davranışsal etkilerle ilgilenir. Watson’ın psikolojiye bakışını özetleyen davranışçılık ekolü, Rus fizyoloğu İvan Pavlov’un ünlü deneylerine dayanmaktadır. Pavlov, laboratuarındaki köpeklerin henüz yemeklerini görmeden, kendilerini beslemeye gelen bakıcının ayak seslerini duyar duymaz ağızlarının sulandığını fark etmişti. Bunun üzerine, köpeklerin bir zil çalındığında aynı tepkiyi verip veremeyeceklerini araştırdı ve zili önce yemek varken, sonra da yemek gelmeden çalarak aynı tepkiyi elde etti. Pavlov bu deneyden sonra, her davranışın çevredeki bir uyarıcıya ya da canlıya verilen bir tepki olduğu sonucuna vardı. Pavlov bu eğitime koşullanma adını vermiştir. Watson, insanların korkularının koşullanma ile ortaya çıkarılabileceğini ve yok edilebileceğini göstererek Pavlov’un bulgularını bir adım ileri taşımıştır. Gestalt Psikolojisi Gestalt psikolojisi, zihnin çalışma ilkelerinin bütünsellik, paralellik ve kendi kendisini düzenleme olduğunu öne süren bir ekoldür. 20.yy’ın ilk yarısında, Almanya’da ortaya çıkmıştır. Gestalt sözcüğü Almanca’da ‘bütün’ ya da ‘biçim’ anlamına gelmektedir. Duyularımızın, özellikle görme duyumuzun şekillendirme eğilimine, parçaları bütünleştirerek algılamasına Gestalt Etkisi denir. Gestalt psikolojisine göre algı bir bütündür. Bütün, parçaların toplamından farklı ve fazladır. Yani parçalar bir araya gelerek kendilerinden daha farklı bir şeyi meydana getirir. Organizma, çevresi ile birlikte ele alınır ve bu bir tedavi yöntemi olarak uygulanır. Gestalt psikolojisinde bütüncül yaklaşım önemlidir, eğer parçalara yoğunlaşıp bütünü göremezsek asıl anlam gözden kaçabilir. Gestaltçılar, Davranışçı Ekolü eleştirmişlerdir. Bu eleştirilerden biri, bilim anlayışlarındaki güvenilirlik, geçerlik ve ölçülebilirliğin görülebilen, gözlemlenebilen davranışlar olduğu şeklindeki yaklaşımlarıdır. Ancak bu saptama, dolaysız olarak gözlemlenemeyen derin işlemler için yetersizdir. Gestaltçıların eleştirdiği bir başka nokta, Davranışçıların insan davranışlarını uyarıcı tepki şeklinde fazlasıyla basite indirgemeleridir. Gestaltçılar, algıya dayalı tepki formülünü önermişlerdir. Algılama, farklı bireylere göre değişen olgulardır ve görecelidir. Fakat genel Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 İnsan Psikolojisine Giriş eğilimler belirlenmiştir. Gestalt Psikolojisi’nde anlam, analiz edilen birimlerin toplamında değil bu birimler arasındaki etkileşimli ilişkilerle bütünlük kazanır. Algısal örgütleme yasalarında şekil-zemin ilişkisi, şekille zemin arasında bir ayrımın olduğunu ve bireyin odaklandığı şeyin, şekil olduğunu ve zeminden daha dikkat çekici, daha çarpıcı özelliklere sahip olduğunu ileri sürer. Neyin şekil, neyin zemin olduğuna karar verilemediği durumlar da yaşanır. Bu karar, bakış açısına göre değişebilir. Şekil olarak algılananın bakış yönü değiştiğinde zemin olarak algılanabildiği durumlar ortaya çıkabilmektedir. Gestalt psikolojisine göre insan, algılamasında benzer maddeleri renk, doku, şekil, cinsiyet ve benzeri özelliklerin bir arada olduğu gruplara ayırarak algılama eğilimindedir. Benzerlik faktörü sadece görsel değil işitsel uyarıcıların algılanmasında da geçerlidir. Birçok kişinin konuştuğu kalabalık ve gürültülü bir ortamda sadece karşımızdakinin konuşmasını algılamamızın nedeni, bu kişinin sesinin bir andan diğer bir ana, devamlılığındaki benzerliktir. Gestalt hareketi algı, öğrenme, kişilik, sosyal psikoloji ve motivasyon gibi alanlarda yaptıkları çalışmalarla psikoloji üzerinde silinmez bir etki bırakmıştır. Geleneksel görüşlere karşı çıkan diğer hareketler gibi Gestalt psikolojisi de psikoloji üzerinde bir bütün olarak canlandırıcı ve teşvik edici bir etki bırakmıştır (Schutlz ve Schultz, 2002:493). Varoluşçu ve İnsancıl (Hümanistik) Psikoloji Varoluşçu psikolojinin etkilediği insancıl psikoloji anlayışı, anormal tutum ve davranışların yanında insanların iyi ve olumlu değerlerini de incelemek gerektiğini öne sürmüştür. Varoluşçu psikoloji, 1940’larda felsefeci, oyun yazarı ve romancı Jean-Paul Sartre tarafından ortaya atılan ‘varoluşçu felsefe’ye dayanmaktadır. Varoluşçu psikoloji, çağdaş yaşamdaki anlamsızlık ve yabancılaşma üzerinde duran ve bu duyguların diğer insanlarda duyarsızlık ve psikolojik sorunlara yol açtığını iddia eden psikoloji ekolüdür. Örneğin, psikanalist Rollo May, çağdaş Amerikalıların kaybolmuş ruhlar, efsaneleri ve kahramanları olmayan insanlar olduklarına inanıyordu. Bir diğer varoluşçu R. D. Laing ise, psikotik davranışlara yönelik tutumların yeniden gözden geçirilmesi gerektiği görüşündeydi. Laing’e göre psikotik davranışlar anormal değil, anormal bir dünyaya verilen makul, normal tepkilerdi. Varoluşçu psikoloji insanları, kendi içlerinde bulabilecekleri ve davranışlarının sorumluluğunu üstlenerek özgürleşmelerini sağlayacak bir kimlik duygusuna yöneltmektedir (Morris, 2002:23-24). İnsancıl psikoloji, varoluşçu psikolojiyle yakından ilgilidir. Her iki ekol de insanların potansiyellerini gerçekleştirebilmeyi öğrenmelerini amaçlamaktadır. İnsancıl psikolojinin ana temaları şunlardır (Schultz ve Schultz, 2002:603): Bilinç deneyimleri üzerinde durmak İnsan doğasının bütünlüğüne inanmak Özgür irade, spontanlık ve bireyin yenilikçi gücü üzerine odaklanmak İnsan koşullarına ilişkin tüm faktörleri araştırmak Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 İnsan Psikolojisine Giriş İnsancıl psikologlar şu soruyu sormuşlardır, “eğer psikologlar sadece ruhsal hastalıklar üzerinde yoğunlaşırlarsa ruhsal sağlık hakkında, olumlu insan özellikleri hakkında nasıl bir şeyler öğrenilebilir?”. Psikoloji, neşeli olma, hoşnutluk, coşku, şefkat ve cömertlik gibi nitelikleri önemsemeyerek, insanın pek çok erdemini göz ardı etmektedir. İnsan doğasının o zamana dek ihmal edilen yönleri üzerine ciddi çalışmalar yapan psikologlar arasında Abraham Maslow ve Carl Rogers sayılabilir (Schultz ve Schultz, 2002: 604-605). Bilişsel Psikoloji Bilişsel psikoloji, düşünme, hissetme, öğrenme, anımsama, karar verme ve yargılama gibi zihinsel süreçleri en geniş anlamda incelemeyi hedefler. Yani, bilişsel psikologlar insanların bilgiyi algılama, saklama ve bilincine geri getirmeleri üzerinde çalışırlar. Davranışçıların aksine bilişsel psikologlar zihinsel süreçlerin incelenebileceğine ve incelenmesi gerektiğine inanırlar. Davranışçıların dışarıda bıraktığı zihinsel süreç ve olayları araştırma merkezlerine almışlardır. Bilişsel psikologlar da davranışı önemserler ancak onların araştırmalarının tek amacı davranışsal tepkileri incelemek değildir. Davranışsal tepkiler, kendilerine eşlik eden zihinsel süreçler hakkında sonuç çıkarma kaynağı olarak kullanılır. Bir diğer önemli nokta ise, bilişsel psikologların zihin deneyimlerinin nasıl yapılandırıldığı veya düzenlendiğiyle ilgilenmeleridir. Ayrıca bilişsel görüşte birey, çevreden aldığı uyarıcıları aktif bir şekilde düzenler ve bazı olaylara bilerek, katılarak ya da bu olayları hafızaya işlemeyi seçerek bilginin elde edilmesi ve uygulanması sürecine katılma yeteneğine sahiptir. İnsanlar davranışçıların iddia ettiği gibi dış güçlere pasif bir şekilde tepki vermezler. Tüm bu nedenlerle, bilişsel psikolojinin zihinsel süreçleri en geniş anlamda inceleyen psikoloji ekolü olduğu söylenebilir (Schultz ve Schultz, 2002:624). PSİKOLOJİNİN YÖNTEMLERİ Yöntem, bir amaca erişmek için izlenen yol anlamına gelmektedir. Psikoloji de insan davranışını bilimsel yöntemlerle incelemektedir. Psikologlar, insanları, düşüncelerini, duygularını ve davranışlarını anlamaya çalışırken her birinin kendine özgü olanakları ve sınırlılıkları olan birçok araştırma yöntemi kullanırlar. Bilimsel bir yöntemin genel özellikleri şunlardır (Cüceloğlu, 1996: 41): Düzenlidir: Konuları gelişigüzel değil, bir düzen içinde inceler. Veriye dayanır: Gözlenebilen, toparlanabilen verilerle uğraşır. Nesneldir: Bu konuda eğitilmiş biri tarafından tekrarlanabilir. Analitiktir: Olguları parçalara ayırarak ve her bir olgunun altında yatan temel değişkenleri ayırt ederek, neden-sonuç ilişkisine ulaşır. Tekrar edilebilir: Yalnız bir kez olan ve bir daha ortaya çıkmayan olaylar bilimsel yöntemlerle incelenemez. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 İnsan Psikolojisine Giriş Psikologların kullandıkları araştırma yöntemleri ise betimleyici ve tanımlayıcı yöntemler (tarama yöntemi, doğal gözlem, görüşme ve vaka incelemesi), korelasyon yöntemler, deneysel yöntemler olarak sıralanabilir. Betimleyici ve Tanımlayıcı Yöntemler Tarama yönteminde kullanılan test ve anketler, önce küçük bir gruba uygulanarak, ölçüm geçerlilik ve güvenilirlikleri saptandıktan sonra tüm gruba uygulanır. Betimleme, bir durum, olay ya da sürecin, bir evrenin konu olarak alınan özelliklerini sayıp dökme anlamına gelir. Betimleyici araştırma ise; ilişki kurucu, varsayım sınayıcı, ilk gözlemlerden hareket ederek olgulara eşlik eden özellikleri belirlemeyi amaçlayan araştırma türüdür. Betimleme ve tanımlama amacıyla gerçekleştirilen araştırmalar; tarama yönteminden, doğal gözlem, görüşme ve vaka incelemesinden yararlanır. Tarama Yöntemi: İncelenmek istenen olayın doğrudan gözlenme olanağı olmadığında soru listeleri aracılığıyla ve mülakat yöntemiyle, dolaylı bir biçimde araştırmada bulunulur. Tarama yöntemi pazar araştırmalarında siyasal oyların dağılımının belirlenmesinde ve kamuoyu yoklamalarında sıkça kullanılır. Soruların içeriği, soruluş biçimi, sıralanması, birbirleriyle ilişkisi, soruları soran kişinin sorma biçimi ve soruyu yanıtlayan kişiyle ilişkisi, göz önüne alınması gereken hususlardır. Kimlere soruların verildiği ve elde edilen bulguların kimlere ne derecede genelleştirilebileceği, dikkat edilmesi gereken yönler arasında yer alır (Cüceloğlu, 1996:43-44). Tarama amacıyla test ve anketler kullanılabilir. Araştırmalarda ölçme aracı olarak bazı testler ve ölçekler kullanarak daha sistematik bir gözlem yapma olanağı vardır. İnsanların yetenekleri, ilgileri, özellikleri, düşünceleri ya da tutumları bu şekilde araştırılabilir. Test ya da anket çalışmalarında toplanan bilginin geçerli olması için soruların çok açık ve anlaşılır olması, anket uygulanan insanların da dikkatli bir biçimde seçilmesi gerekir. İlgili psikologlar oldukça belirgin ve standart işlemler uygulayarak bu türden araçlar geliştirirler. Testin alacağı son biçim karara bağlandıktan sonra, test ilerde uygulanması amaçlanan kişileri temsil edecek nitelikte bireylerin oluşturduğu büyükçe bir gruba verilerek yanıtları kaydedilir (Morgan, 1995:16; Morris, 2002:10). Doğal Gözlem Gözlemin sosyal bilimlerde uzun bir geçmişi vardır. Psikologlar ve eğitim alanındaki araştırmacılar tarafından sıkça kullanılmıştır (Punch, 2005:174). Psikologlar doğal gözleme, hayvan ve insanların davranışlarını laboratuvarda belirlenen koşullar altında izlemek yerine, doğal ortamlarda izlerler. Gerçekçi bir yaklaşımın izini süren psikologlar, bir okuldaki ya da işyerindeki insanların davranışlarına ilişkin yerinde gözlem yapabilirler. Doğal gözlemin avantajlı yanı, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 İnsan Psikolojisine Giriş Bireysel Etkinlik günlük yaşamda gözlenen davranışın daha doğal, daha kendiliğinden ve çeşitli olmasıdır (Morris, 2002:7-8). Doğal gözlemin temel sorunlarından birisi ‘gözlemci etkisi’dir. Gözlemci olarak eğitilmiş psikologlar bile bazen farkında olmadan gördüklerini değiştirerek ya da görmek istedikleriyle uyumlu hale getirerek aktarabilirler. Bu nedenle gözleme dayalı çalışmalarda davranışlar, çoğu zaman görüntü ve ses kayıt cihazları tarafından kaydedilir. Bir diğer sorun ise psikologların, gözlemlerinin ayrıntılı raporlarını tutarken ilgisiz gördükleri davranışları atlayabilmeleridir. Bu nedenle bazen, bir grup eğitilmiş gözlemcinin notlarını bir araya getirip, birleştirerek kullanmak daha uygun olabilir. Bu uygulama genellikle bir gözlemcinin tek başına resmettiğinden daha zengin bir görüntü sunabilir (Morris, 2002: 8). Doğal gözlemden yararlanan araştırmacılar, gözledikleri davranışın belirli bir zamana, yere ve bir grup insana bağlı olması sorunu ile yüz yüze gelirler. Laboratuarda üst üste yinelenebilen deneylerin aksine, herhangi bir ‘doğal’ durum yalnızca bir defa görülecek bir durumdur. Bu nedenle psikologlar, yalnızca doğal gözlemlere dayanarak genel sonuçlar çıkarmamaya özen gösterirler. Bunun yerine edindikleri bilgileri başka durumlara genellemeden önce, laboratuarlarda denetim altında sınamayı tercih ederler. Bu eksikliklerine rağmen, doğal gözlem psikologlar için değerli bir araçtır. İnsan etkileşimlerinin karmaşık dünyasını anlamak ne denli zor olsa da, doğal gözlem psikologlara, laboratuvarda daha sistemli ve ayrıntılı olarak araştırılabilecek yeni konular bulma olanağı sunar (Morris, 2002:8). • Ailenizdeki bireylerin birbirleriyle iletişimleri nasıldır? Doğal gözlem yaparak bu soruyu yanıtlayınız. Görüşme Görüşme tekniğinde sorular sorularak bireyin iç dünyası anlamaya çalışılır. Görüşme, sosyal bilimlerin genelinde özelde de psikolojide oldukça sık kullanılan bir araştırma yöntemidir. 20. yüzyılın son çeyreğinde pek çok alanda görüşme, etkili bir veri toplama yöntemi haline gelmiştir. İlk bakışta görüşme, kolay bir veri toplama yöntemi gibi görünebilir ve sadece konuşma ve dinleme gibi herkes tarafından kullanılan temel becerileri gerektirdiği düşünülür. Ancak görüşme “beceri, duyarlık, yoğunlaşma, bireylerarası anlayış, öngörü ve disiplin” gibi pek çok boyutu kapsar. Görüşme, “önceden belirlenmiş, soru sorma ve yanıtlama tarzına dayalı karşılıklı ve etkileşimli bir iletişim süreci” olarak tanımlanabilir. Görüşmenin amacı, bir bireyin iç dünyasına girmek ve onun bakış açısını anlamaktır. Görüşme yoluyla deneyimler, tutumlar, düşünceler, niyetler, yorumlar, zihinsel algılar ve tepkiler gibi gözlenemeyen anlamaya çalışılır. Bu Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 İnsan Psikolojisine Giriş süreçte, sorulan sorulara, karşı tarafın rahat, dürüst ve doğru bir şekilde tepkide bulunmasını sağlamak gerekmektedir (Yıldırım ve Şimşek, 2006:119-120). Vaka İncelemesi Bir insanı dolaylı olarak gözlemlemenin bir aracı da onun yaşam öyküsünü çıkarmaktır. Araştırmacı, kişinin davranışlarını gözlemlemek yerine onun geçmişte yaptıkları hakkında sorular sorar. Bilimsel amaçlarla çıkarılan yaşam öykülerine vaka tarihçeleri denir ve bunlar, bireyleri inceleyen psikologlar için önemli veri kaynaklarıdır. Pek çok vaka tarihçesi, bir kişinin hatırlanan olaylar ve belgeler temelinde yeniden kurgulanan yaşam öyküsüyle hazırlanır. Yeniden kurgulama zorunludur, çünkü bireyin geçmişi, genellikle kişi bazı sorunlar geliştirene kadar ilgi alanına girmez. Sorunlar ortaya çıktığında, geçmiş hakkında bilgi, şimdiki davranışın anlaşılması bakımından önemlidir. Geriye bakış yöntemi, doğrudan gözleme kıyasla olayların çarpıtılmasıyla ya da göz ardı edilmesiyle sonuçlanabilir, çoğunlukla klinik psikoloji alanında kullanılır (Atkinson vd., 2002:24). Korelasyon Yöntemi Korelasyon, iki ya da daha çok değişken arasındaki ilişkidir. Korelasyon yöntemi ise, iki ya da daha çok değişken arasında kendiliğinden oluşan ilişkileri istatistiki olarak inceleyen araştırma yöntemidir (Morris, 2002:10). Denetleyemediğimiz bir değişkenin bir başka değişkenle birlikte yer alıp almadığını ya da değişkenlerin ilişkili olup olmadığını belirlemek için korelasyon analizlerine başvurulur. Örneğin bazı yetenek, başarı ya da diğer psikolojik özelikleri ölçmek için yapılan testlerde de korelâsyon yöntemi kullanılır. Örneğin zekâ testinden alınan puanla, okuma testinden alınan puan arasında bir korelasyon yapıldığında zekâ puanıyla, okuma becerisi arasında bir korelasyon, bir ilişki biçimi olduğu/olmadığı sonucuna varılabilir. Korelasyon pozitif ya da negatif yönlü çıkabilir. Korelasyonun pozitif biçimde çıkması, karşılaştırılan iki şey arasında anlamlı bir ilişki ve bağlantı olduğu anlamına gelirken; negatif yönde çıkması karşılaştırılanların arasında anlamlı bir ilişki olmadığını göstermektedir (Atkinson vd., 2002:22; Morgan, 1995:23). Deneysel Yöntemler Deneysel yöntemler araştırmacının şartları kontrol etmesine ve değişkenler arası ilişkileri ortaya koymalarına olanak sağlar. Deneysel yöntemlerin temelinde yer alan deneyi yapan araştırmacılar, bir şeyleri değiştirir ya da yönlendirir; diğer koşulları olabildiğince sabit tutar ve değişkenlerin ya da değişimlerin incelenen nesne üzerindeki etkilerine bakarlar (Morgan, 1995:17-18). Deneysel yöntemlerin en belirgin özelliği deney yoluyla değişkenler arasındaki ilişkilerin keşfedilmesidir. Değişkenler, ‘gözlenebilen ve farklı değerler alabilen özellikler’ olarak tanımlanabilir. Örneğin cinsiyet bir Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 İnsan Psikolojisine Giriş Örnek değişkendir, çünkü gözlenebilir bir özelliktir ve erkek-kadın olmak üzere iki farklı değer gösterir. Gözlenebildiği ve farklı değerler alabildiği için ağırlık başka bir değişken olarak tanımlanabilir. Örneğin, ‘cinsiyetle ağırlık arasında bir ilişki var mı?’ sorusu, iki değişken arasında olası bir ilişkiye yöneliktir. Bireyin yaşı ve öğrenme yeteneği de ayrı değişkenlerdir ve ‘yaşla öğrenme yeteneği arasında bir ilişki var mı?’ sorusu bir araştırma konusu olabilir. Deneysel yöntemde, değişkenlerin denetim altında tutulabildiği ortamlar hazırlanır. Bu ortamlara laboratuvar (deney odaları) adı verilir. Deney odaları incelenen değişkenlerin değerlerini saptamaya olanak sağlar. Deneysel yöntemde bağımlı ve bağımsız değişkenler kullanılır (Cüceloğlu, 1996:41). •Deneyi yapan kişi, hatırlama yeteneğinin uyku süresine bağlı olup olmadığını bulmaya çalışıyorsa, geceyi laboratuvarda geçiren çeşitli denek grupları kullanılarak uyku süresi denetlenebilir. İlk grubun, sırayla saat 23.00’te ve 01.00’de uyumasına izin verilirken, üçüncü grup saat 04.00’e kadar uyanık tutulabilir. Deneyci, bütün denekleri aynı saatte, örneğin 07.00’de uyandırarak ve hepsine aynı hatırlama görevini vererek, çok uyuyanların az uyuyanlardan daha fazla hatırlayıp hatırlamadıklarını belirleyebilir. Bu araştırmada uyku miktarı ‘bağımsız değişkendir’. Çünkü deneğin yaptığı işten bağımsızdır (denek ne kadar uyuyacağını karar veremez ve bunu deneyi yapan kişi belirler). Hatırlananların miktarı ise ‘bağımlı değişken’dir. Çünkü bu değişkenin değerleri sonuç olarak bağımsız değişkene bağlıdır. Kısaca bağımsız değişken, deneyi yapan kişinin yönlendirdiği değişken, bağımlı değişken de deney yapan kişinin gözlemlediği değişkendir. Kaynak: Atkinson vd., 2002:18. Deneysel araştırmaların üstün yanı, değişkenlerin ve koşulların deneyi yürüten kişi tarafından kontrol edilebilmesine ve neden-sonuç ilişkileri hakkında yargıya varılmasına olanak tanımasıdır. Ancak laboratuvarın yapay bir ortam olması deneklerin davranışlarını etkileyebilir, beklenmedik ve kontrol edilemeyen değişkenler sonuçları etkileyebilir (Morris, 2002:12). Araştırma ve Etik Tüm araştırmaların etik bir boyutu vardır. Araştırmacılar bir çalışma tasarlarken etik kaygıları göz önünde bulundurmak zorundadırlar. Etik meseleler, araştırma yürütmenin en doğru yoluna dair ortaya çıkan kaygılar, ikilemler ve çatışmalardır. Etik, neyin meşru olup neyin olmadığını ya da ‘ahlaki’ araştırma prosedürünün neyi gerektirdiğini tanımlar. Bu konuda genel doğrulardan çok, üzerinde uzlaşılmış ilkeler mevcuttur. Araştırmacı bir çalışmayı yürütmeden önce, yürütürken ve yürüttükten sonra, araştırma eylemleri üzerine düşünmeli ve vicdanının sesini dinlemelidir. Etik açıdan sakıncalı durumlar şu şekilde sıralanabilir (Neuman, 2007:193-212): Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 İnsan Psikolojisine Giriş Bilimsel Yanıltma ve Sahtekârlık Sorunu Bilimsel yanıltma, bir araştırmacının veriler veya veri toplama yöntemleri üzerinde tahrifat yapması, onları çarpıtması ya da başkalarının çalışmasını çalmasıdır. Ayrıca bilimsel topluluğun araştırma yapma ya da rapor etmeye dönük genel kabul gören pratiklerinden ciddi sapmaları da içerir. Bir araştırmacı gerçekte toplanmamış olan veriler uydurduğunda veya varmış gibi yaptığında ya da araştırmanın nasıl yürütüldüğü konusunda yalan rapor verdiğinde de etik dışı davranmış olur. En ünlü sahtekârlık olaylarından biri, İngiltere’de eğitim psikolojisinin babası sayılan Sör Cyril Burt’ünkidir. Burt, 1971 yılında zekânın genetik temelini gösteren ikizlerle ilgili çalışmaları sayesinde ünlü olan saygın bir araştırmacıdır. 1976 yılında ise verileri ve ortak yazarların isimlerini uydurduğu tespit edilmiştir. İktidar Sorunu Tartışma Araştırmacı ve araştırılan ya da araştırmayı yürüten-araştırmada çalışan arasındaki ilişki, iktidar ve güvenle ilgilidir. Araştırmayı yürüten kişi uzmanlığıyla, eğitimiyle, modern toplumda bilimin üstlendiği rol nedeniyle iktidar sahibidir. Araştırmacı bu yetkisini kötüye kullanmamalı ve incelenen insanlara kılavuzluk etmekten, onları korumaktan ve çıkarlarını gözetmekten sorumludur. •Bir araştırmacı, araştırdığı kişi üzerinde iktidar kurmaktan kaçınmak için ne tür yollar izleyebilir? •Düşüncelerinizi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “tartışma forumu” bölümünde paylaşabilirsiniz. Fiziksel ve Psikolojik Zarar Etik ilkeler gereği araştırmacı katılımcılarına fiziksel, psikolojik, yasal ya da kişinin kariyerine ve gelirine zarar verecek herhangi bir uygulamadan kaçınmalıdır. Araştırmaya katılanların fiziksel bütünlüklerine yönelik zarara ilişkin olarak Zimbardo’nun ‘Hapishane Deneyi’ örnek gösterilebilir. Araştırmaya katılanların fiziksel güvenliği kadar, psikolojik güvenliği de garanti altına alınmalıdır. Psikoloji alanındaki araştırmalarda insanları stresli, utanç verici, kaygıya neden olan ve hoş olmayan durumlara sokmamak gerekir. Milgram, klasik deneyi olan ‘itaat çalışması’yla Nazi soykırımının yol açtığı dehşetin nasıl gerçekleştiğini, otoriteye itaat etmeye yönelik toplumsal baskının gücünü inceleyerek keşfetmeye çalışmıştır. Araştırmaya katılan denekler ‘öğretmen’ olarak atanırken, deneyin kurgusundan ve gerçeklerinden haberdar olan biri ‘öğrenci’ rolü üstlenmiştir. Öğretmen, öğrencinin kelime belleğini test Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 İnsan Psikolojisine Giriş Örnek Milgram’ın deneyi, insanları otoriteye boyun eğdiren nedenleri ortaya koymayı amaçlamıştır. edecek ve öğrenci hata yaptığında elektrik şokunu artıracaktır. Öğrenci yakındaki bir odaya yerleştirilmiştir, öğretmen öğrenciyi duyabilmektedir ama görememektedir. Şok aletinde artan voltaj açık biçimde işaretlenmiştir. Öğrenci hata yaptıkça öğretmen düğmeleri çevirmiş ve öğrenci büyük acı çekiyormuş gibi sesler çıkarmıştır. Araştırmacı orada bulunmakta ve öğretmene ‘devam etmelisiniz’ yorumunda bulunmaktadır. Tehlikeli düzeylere kadar şok veren öznelerin yüzdesi beklenenin üzerindedir. Ancak bu araştırma aldatmanın kullanılması ve öznelerin aşırı duygusal stres yaşamaları yüzünden etik dışı araştırma kapsamına bir örnektir. •Zimbardo, hapishane deneyinde erkek öğrencileri iki rol grubuna ayırmıştır: Gardiyanlar ve mahkûmlar. Deneyden önce gönüllü öğrencilere kişilik testleri uygulanmış ve yalnızca ‘normal’ aralıktakiler seçilmiştir. Gönüllüler iki haftalığına yazılmış, mahkûmlara gözetim altında tutulacakları ve bazı vatandaşlık haklarının askıya alınacağı, ama hiçbir fiziksel kötü davranışa izin verilmeyeceği söylenmiştir. Stanford Üniversitesi’ne ait bir binanın zemin katında oluşturulan hapishane benzeri bir yerde, mahkûmlar kimliklerinden arındırılmıştır. Mahkûmlara standart üniformalar giydirilmiş ve yalnızca numaralarıyla çağrılmışlardır. Gardiyanların kimlikleri ise, üniformalar, coplar ve güneş gözlükleriyle güçlendirilmiştir. Gardiyanlara makul düzeni sürdürmeleri ve 8 saatlik vardiyalarla çalışmaları söylenmiştir. Mahkûmlar ise günün 24 saati kilit altında tutulmuşlardır. Beklenmedik bir biçimde gönüllüler kendilerini rollerine fazla kaptırmışlar, mahkûmlar pasif bir hale gelirken, gardiyanlar saldırgan, keyfî ve insanlıktan uzak davranışlar sergilemişlerdir. Altıncı günde etik nedenlerden ötürü Zimbardo deneyi iptal etmiştir. Bu deneye katılanlar kalıcı psikolojik hasar ve fiziksel zarar görmüşlerdir. Araştırmalarda bütün katılımcılar araştırma hakkında bilgilendirilerek onlardan katılımları yönünde onay alınmalıdır. Açıkça ve özgür biçimde katılmayı kabul etmediği sürece hiç kimse araştırma kapsamına alınmamalıdır. PSİKOLOJİNİN DİĞER BİLİMLERLE İLİŞKİSİ İnsan unsuru sosyal bilimlerin temel ögesidir. Ertürk (2010), psikolojinin diğer bilimlerle ilişkisini insan unsurunun davranışlarını açıklamada bulundukları kapsamında oldukça geniş bir biçimde açıklamaktadır. Ertürk’e göre (2010:3-5), davranış bilimleri kapsamı içinde, insan davranışını konu alan sosyal bilimlerin ana disiplinleri bir araya getirilerek, insanın toplum ve/veya toplumun insan üzerindeki etkisi genel hatlarıyla incelenmeye çalışılmaktadır. Davranış bilimleri davranıştan yola çıkarak, sebep ve sonuç ilişkisi içinde, davranışa yönelten faktörleri inceleyen çeşitli disiplinlerin bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Çalışma alanını bu nedenle tek bir bilim dalı değil, bilimler grubu oluşturur. Sosyal bilimler alanında birbiriyle ilişkilendirilmiş bir bütünü oluşturmaktadır. Bu nedenle sosyoloji, antropoloji, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 İnsan Psikolojisine Giriş Psikoloji, sosyoloji, antropoloji, tarih, ekonomi, hukuk, siyasal bilim gibi sosyal bilim dalları ile ilişki halindedir. psikoloji, tarih, ekonomi, hukuk, siyasal bilimler gibi sosyal bilim dalları ve tıp, fizyoloji, biyoloji gibi davranışı organik olarak açıklayan temel bilim dalları insan zihni ve davranışına ilişkin açıklamaları bir bütün olarak üretmekte ve birbirlerine yardımcı olmaktadır. Psikolojinin insanların iç ve dış etkiler karşısında gösterdikleri tepkileri ve sebeplerini inceleyen bir bilim dalı olduğu daha önce ifade edilmişti. Sosyoloji, psikolojinin yakından ilişkili olduğu bir bilim dalıdır. Bu bilim dalı, toplumu, toplumsal grupları, kültürü, aile, din, siyaset, ekonomi gibi toplumsal kurumları inceler. Bunların insan davranışları üzerindeki etkisini araştırır. Toplumun toplumsal grupların ve kültürün, insan davranışlarını yönlendirme süreçleri üzerinde durur. Sosyoloji, küçük veya büyük grupların oluşmasını, organizasyonunun ve toplumsal değişmek gibi konuları inceler. Sosyal hayatımızda varolan sosyal gerçekleri, insanların meydana getirdiği grupları, grupların davranışlarını ve sosyal kurumları olduğu gibi inceleyen pozitif bir sosyal bilim dalıdır. Tüm açılardan insan davranışını açıklama konusunda psikolojiye yardımcı olmaktadır. Antropoloji, diğer bilim dallarının insana getirdiği açıklamalara ek olarak, özellikle sosyal antropolojik açıklamalarla getirdiği insan davranışı bakışı ile davranış bilimleri içinde önemli bir yerde durmaktadır. Antropoloji, toplumları tüm kuruluşlarıyla birlikte ele alır. Toplum içindeki çeşitli kültürlerin kişi, grup ve organizasyonların etkileşiminde oynadığı rolü araştırır ve bu sosyal yapı içinde her toplumun kendine has davranışları, alışkanlık, örf ve adetlerini inceler. Antropolojinin insanları inceleyen diğer bilimlerden farkı, biyolojik, toplumsal, kültürel, dil bilimsel, tarihsel ve çağdaş bakış açılarının bir karışımı olarak bütüncül bir yaklaşım ortaya koymasıdır. Felsefe, insanı ve evreni tanımaya, bilginin nasıl oluştuğunu anlamaya yönelik zihinsel etkinlikleri içeren bir bilgi alanıdır. Felsefenin en önemli özelliklerinden biri eleştiridir. Bundan dolayı tüm bilimler gibi, psikoloji de felsefe ile sıkı bir ilişki içerisindedir. Davranış bilimleri içinde yer alan bilim dalları içinde, psikoloji geniş bir tabana yayılmış durumdadır. İnsan davranışına getirdiği toplumsal tabanlı bakış açısı ile sosyoloji, psikolojinin açıklayamadığı davranış nedenlerini aktarma niteliğiyle önemli bir katkı sağlamaktadır. İnsan bilimi olarak da ifade edilen antropoloji, özellikle de sosyal antropoloji, kültürel ve yapısal etkileşimiyle insan, toplum davranışlarını ve değişimini konu ederek davranış bilimlerinin bir başka eksik kalmış alanını açıklayarak tamamlar. Hukuk, iktisat, siyasal bilimler, tarih, biyoloji, ekonomi gibi bilim dallarının katkısı da küçük boşlukları doldurarak insan davranışının daha bütüncül olarak ele alınmasını sağlar. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 Özet İnsan Psikolojisine Giriş •Psikoloji kısaca organizmanın davranışlarını ve zihinsel süreçlerini inceleyen bir bilim dalıdır. İncelemelerinde hem insanları hem de hayvanları konu edinir. Önceleri felsefenin alt dallarından biri olan bu çalışma alanı, bu alandaki sistematik ve bilimsel çalışma pratikleri sonucunda ayrı bir bilim dalı olma niteliği kazanmıştır. •Psikolojinin alanları arasında klinik psikoloji, kişilik psikolojisi ve sosyal psikoloji, gelişim psikolojisi, deneysel psikoloji, bilişsel psikoloji, endüstri/örgüt psikolojisi ve kültürel psikoloji bulunmaktadır. Psikolojide zaman içinde pek çok ekol türemiştir. Ekoller belli bir çalışma anlayışı ve yöntemi benimseyen ve savunan görüşlerdir. Modern psikoloji tarihinde yapısalcılık, işlevselcilik, psikodinamik psikoloji, davranışçılık, Gestalt psikolojisi, varoluşçu ve insancıl psikoloji, bilişsel psikoloji gibi çok sayıda ekol bulunmaktadır. Tüm bu ekoller insanların davranışlarına ve bilişsel süreçlerine ilişkin farklı yaklaşımlar ve açılımlar sunmaktadırlar. •Psikoloji, nicel ve nitel olmak üzere pek çok araştırma tekniğini kullanmaktadır. Psikolojideki araştırma yöntemleri temel olarak betimleyici ve tanımlayıcı yöntemler (tarama yöntemi, doğal gözlem, görüşme, vaka analizi), korelasyon yöntemi ve deney yöntemi olarak üçe ayrılır. Tüm bu araştırma yöntemleri uygulanırken araştırmacılar etik ilkeleri ihlal etmemeye özen göstermelidir. Psikoloji; fizyoloji, psikiyatri, sosyoloji, antropoloji, ekonomi, siyaset bilimi, felsefe gibi diğer bilim dallarından, insan zihni ve davranışları üzerine yaptığı çalışmalarda faydalanmaktadır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 Ödev Ödev İnsan Psikolojisine Giriş •Sosyolojinin sosyal ilişkileri, sosyal grupları, kurumları ve örgütleri yani sosyal yapının bütün bileşenlerini incelediğini de göz önünde bulundurarak, psikolojiye nasıl bir katkıda bulunulabileceğini araştırınız. 200 kelimeyi geçmeyecek şekilde hazırlayınız. •Hazırladığınız ödevi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “ödev” bölümüne yükleyebilirsiniz. •Katılımcılara, yürütülen deneyle ilgili bilgi vermeden gerçekleştirilen psikoloji alanındaki bir labaratuvar deneyini yürüten araştırmacı hangi etik sorunlara yol açmış olabilir? Bu konuya ilişkin düşüncelerinizi 200 kelimeyi aşmayacak bir şekilde yazınız. •Hazırladığınız ödevi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “ödev” bölümüne yükleyebilirsiniz. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19 İnsan Psikolojisine Giriş DEĞERLENDİRME SORULARI Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz. 1. Aşağıdakilerden hangisi psikolojinin tanımıdır? a) İnsan davranışlarını inceleyen bilim dalıdır. b) İnsanın zihinsel süreçlerini inceleyen bilim dalıdır. c) İnsanın davranışlarını ve zihinsel süreçlerini birlikte inceleyen bilim dalıdır. d) İnsanların kendilerine bakışlarını inceleyen bilim dalıdır. e) Kişilerarası iletişim süreçlerini inceleyen bilim dalıdır. 2. Aşağıdakilerden hangisi psikolojinin ‘kişilik düzeyi ve toplum düzeyi arasındaki etkileşimi’ ele alan alanıdır? a) Sosyal Psikoloji b) Kültürel Psikoloji c) Gelişim Psikolojisi d) Klinik Psikoloji e) Bilişsel Psikoloji 3. Aşağıdaki ifadelerden hangisi “Gestalt Psikolojisinin” insana bakışını özetlemektedir? a) İnsanlar dış dünyadan gelen etkilere tepki veren varlıklardır. b) İnsanlar dış dünyadan gelen etkilere koşullu tepkiler veren varlıklardır. c) İnsanlar dış dünyaya ilişkin algılamalarında benzer maddeleri, renk, doku, şekil, cinsiyet ve benzeri özelliklerin bir arada olduğu gruplara ayırarak algılama eğilimindedirler. d) İnsanlar özgür iradeleri dahilinde spontan eylemlerde bulunan varlıklardır. e) İnsanlar ödül ve ceza mekanizmalarına göre davranan varlıklardır. 4. Aşağıdakilerden hangisi söz ettiği araştırma yöntemine ilişkin yanlış bir yargıda bulunmaktadır? a) Vaka incelemesinde araştırmacı, kişinin davranışlarını gözlemlemek yerine onun geçmişte yaptıkları hakkında sorular sorar ve yaşam öyküsünü çıkarır. b) Korelasyon yöntemi; iki ya da daha çok değişken arasında kendiliğinden oluşan ilişkileri istatistikî olarak inceleyen araştırma yöntemidir. c) Görüşme tekniği sadece dinleme ve konuşma gibi temel becerileri gerektiren bir yöntemdir. d) Araştırmalarda ölçme aracı olarak testlerin ve ölçeklerin kullanılması, araştırmacıya daha sistematik bir gözlem yapma olanağı verir. e) Doğal gözlemin dezavantajlı taraflarından biri; psikologların bazen farkında olmadan gördüklerini değiştirerek ya da görmek istedikleriyle uyumlu hale getirerek aktarabilmeleridir. 5. Aşağıdaki araştırmalardan hangisi ‘deneklere fiziksel zarar verdiği gerekçesiyle’, etik açıdan bir ihlal sayılır? a) Zimbardo’nun hapishane deneyi b) Milgram’ın itaat deneyi c) Maslow’un deneyleri d) Pavlov’un deneyleri e) Watson’ın deneyleri Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20 İnsan Psikolojisine Giriş 6. Aşağıdakilerden hangisi psikolojinin, “ işyerinde çalışanların eğitimi, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve otomasyonun insanlar üzerindeki etkileriyle” ilgilenen alanıdır? a) Klinik Psikoloji b) Endüstri/Örgüt psikolojisi c) Kültürel Psikoloji d) Deneysel Psikoloji e) Gelişim Psikolojisi 7. Psikoloji ekolleri içerisinde “en karmaşık düşünce ve duyguların bile, fiziksel bir duyum, hissettiklerimiz ve imgeler gibi unsurlara ayrıştırılarak incelenebileceğini” iddia eden ekol hangisidir? a) İşlevselcilik b) Davranışçılık c) Gestalt Psikolojisi d) Psikodinamik psikoloji e) Yapısalcılık 8. Aşağıdaki kişilerden hangisi “varoluşçu psikoloji”nin esin kaynağı olan “varoluşçu felsefenin” temsilcisidir? a) Watson b) Jean-Paul Sartre c) Wundt d) Watson e) Abraham Maslow 9. Aşağıdakilerden hangisi araştırmalarda etik açıdan sorunlu bir durum sayılamaz? a) Araştırmacının araştırdığı kişiler üzerinde iktidar uygulaması b) Araştırmalarda insanlara fiziksel ve psikolojik zarar verilmesi c) Araştırma sonuçlarının kamuoyuna sunulması d) Araştırmalarda gerçekte toplanmamış verilerin sunulması e) Hiçbiri 10. Aşağıdakilerden hangisi psikolojinin diğer bilimlerle ilişkisini yanlış özetleyen bir yargıdır? a) Felsefe insanın zihinsel etkinliklerini konu alan bir bilim dalı olduğu için psikolojiyle ilgilidir. b) Ekonomi, ekonomik koşulların insan davranışı üzerindeki etkilerini açıklamaya yardımcı olduğu için psikolojiyle ilgilidir. c) Sosyoloji de bireyin zihin ve davranış yapısını inceleyen bir bilim dalı olduğu için psikolojiyle yakından ilişkilidir. d) Siyaset bilimi, siyasal sistemlerin insanlar üzerindeki etkilerini konu aldığı için psikolojiyle ilişkilidir. e) Anormal insan davranışlarına ilişkin açıklamalar sunmasından ötürü psikiyatriyle ilişkilidir. Cevap Anahtarı 1.C, 2.A, 3.C, 4.C, 5.A, 6.B, 7.E, 8.B, 9.C, 10.C Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21 İnsan Psikolojisine Giriş YARARLANILAN KAYNAKLAR Atkinson, R. L., Atkinson, R., Smith, E. E., Bem, D. J ve Nolen-Hoeksema, S. (2002). Psikolojiye Giriş. Ankara: Arkadaş. Cüceloğlu, D. (1996). İnsan ve Davranışı: Psikolojinin Temel Kavramları. İstanbul: Remzi. Ertürk, Y. D. (2010). “Davranış Bilimlerini Oluşturan Bilimler ve Davranış Kavramına Genel Bir Bakış”. s. 3-53 içinde Davranış Bilimleri. ed. Yıldız Dilek Ertürk. İstanbul: Kutup Yıldızı Yayınları. Kağıtçıbaşı, Ç. (1996). İnsan ve İnsanlar. İstanbul: Evrim. Morris, C. G. (2002). Psikolojiyi Anlamak. çev.ve ed. H. Belgin Ayvaşık ve Melike Sayıl. Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları. No: 23. Neuman, W. L. (2007). Toplumsal Araştırma Yöntemleri: Nitel ve Nicel Yaklaşımlar. çev. Sedef Özge.1. Cilt. İstanbul: Yayınodası. Punch, K. F. (2005). Sosyal Araştırmalara Giriş: Nicel ve Nitel Yaklaşımlar. çev. Dursun Bayrak, H. Bader Arslan ve Zeynep Akyüz. Ankara: Siyasal. Schultz, D. P. ve Schultz, S. E. (2002). Modern Psikoloji Tarihi. İstanbul: Kaknüs Yayınları. Yiğit Işık, İ. (1997). “Endüstri-Örgüt Psikolojisi’nin Kapsamına Bir Bakış”. s. 17-30 içinde Endüstri ve Örgüt Psikolojisi. ed. Suna Tevrüz. İstanbul: Türk Psikologlar Derneği. Morgan, C. (1995). Psikolojiye Giriş. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü Yayınları. Yayın No: 1. Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2006). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri. Ankara: Seçkin. “Psikolojinin Diğer Bilimlerle İlişkisi”. http://www.webhatti.com/ansiklopedi/621676-psikolojinin-diger-bilimlerleiliskisi.html [Erişim Tarihi: 12.01.2010]. BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR Jung, C. G. (1997). Analitik Psikoloji. (çev. Gürol, E.) İstanbul: Payel. Kağıtçıbaşı, Ç. (2003). Yeni İnsan ve İnsanlar. İstanbul: Evrim. Myers, D. G. (2009). Psychology. New York: Worth Publishers. Shacter, D. L., Gilbert, D. T. and Wegner, D. M. (2010). Psychology. New York: Worth Publishers. Wade, C. and Tavris, C. (2005). Psychology. New Jersey: Prentice Hall. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22 HEDEFLER İÇİNDEKİLER TUTUM VE TUTUMLARIN ÖLÇÜLMESİ • • • • • • • Tutumun Tanımı Tutumu Oluşturan Temel Ögeler Tutumun Oluşumu ve Yapısı Tutumun İşlevleri Tutum ve Kişilik Tutum Kuramları Tutumların Ölçülmesi • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • Tutum kavramını tanımlayabilecek, • Tutumu oluşturan temel ögeleri gösterebilecek, • Tutumun oluşumunu ve yapısını açıklayabilecek, • Tutumun işlevlerini sıralayabilecek, • Tutum ve kişilik arasındaki ilişkiyi kavrayabilecek, • Tutum kuramlarının varsayımlarını ve farklarını ifade edebilecek, • Tutumların ölçümünde kullanılan teknikleri bileceksiniz. İKNA VE İKNA PSİKOLOJİSİ ÜNİTE 2 Tutum ve Tutumların Ölçülmesi GİRİŞ Genel olarak bakıldığında tutum, davranış bilimlerinin, özellikle de psikolojinin anahtar kavramlarından biri olarak dikkatimizi çeker. Tutumlar, bireylerin davranışlarını yönlendiren en önemli unsurlar arasında sayılmaktadır. Tutumlar yaşantı ve deneyimlerle örgütlenirler, bu nedenle de bir öğrenme sürecinin sonucunda oluşurlar. Temelde belirli bir yönde davranmaya hazırlık ya da eğilim olarak görülmekte, onun davranışa ilişkin olarak verebileceği bilgiler vurgulanmaktadır. Kişinin zihinsel ve duygusal dünyasının ve buradan kaynaklanan yaşam deneyimlerinin, algı setinin, onun tutumlarını nasıl yönlendirdiği, bu tutumların da davranışları nasıl etkilediği, genel olarak davranış bilimlerinin ve ikna psikolojisinin temel çalışma alanlarından birini oluşturur. İkna psikolojisinin nihai amacı, insanları davranışa hazırlayan bu temel unsurun yapısını analiz etmek ve gerektiğinde üzerinde bir etki ve değişim sağlamaktır. İkna süreci öncelikli olarak tutumların etkilenmesini/değişimini hedefler. 1940’lardan bu yana özellikle de sosyal psikoloji alanı, tutumların oluşumu ve değişimine diğer konulardan daha fazla zaman ayırmaktadır. Son dönemlerde özellikle de iletişim alanı, tutum kavramını araştırmalarının temel konusu haline getirmiştir. İletişim sürecinde de gerek yüz yüze iletişim gerekse kitle iletişim araçları yoluyla iletişimde tutum üzerine analizler gerçekleştirilmektedir. Bu bölüm, sosyal bilimler alanının tümünde önem kazanmış bir kavramı, tutumu, bütün unsurlarıyla birlikte analiz etmeyi ve tutumların nasıl ölçülebileceğini göstermeyi hedeflemektedir. TUTUMUN TANIMI Tutumlar bütün sosyal etki düzeylerinde işler. Bireysel düzeyde tutumlar insanların algılarını, düşünce ve davranışlarını etkiler. Kişiler arasında ise tutumlar, insanların birbirlerini nasıl tanıdıklarını, birbirlerine nasıl tepki verdiklerini anlamada önemli bir unsurdur. Ayrıca, kişilerarası düzeyde tutum değişimi, insanların birbirlerini farklı davranmak üzere ikna etmeleri anlamına gelir. İnsanlar bir grup kimliği ile hareket ettiklerinde tutumları, kendi grup üyeleri ile öteki grubun üyelerine karşı davranışlarını biçimlendirir (Arkonaç, 2008:137). Tutum kavramı, Latince aptus sözcüğünden türetilmiştir, “eylem için elverişli ve hazır” anlamına gelmektedir. Sözcüğün bu eski anlamı, doğrudan gözlenebilen bir eylemi işaret etse de, bugün tutum araştırmacıları, tutumu doğrudan gözlenebilir olmamakla birlikte, davranışı önceleyen, eyleme ilişkin seçim ve kararlarımıza yön veren bir yapı olarak görmektedirler (Hogg ve Vaughan, 2007:174).Tutum kavramı genel olarak; “bireyin çevresindeki herhangi bir olgu veya nesneye ilişkin sahip olduğu tepki eğilimini” ifade etmektedir (İnceoğlu, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 Tutum ve Tutumların Ölçülmesi Tutumlar davranışlardan çıkarsanabilir ve onlara yön verir. 2004:13). Bu tepki eğilimi, düşünce-duygu-davranış eğilimi anlamına gelmektedir (Kağıtçıbaşı, 1996:85). Tutumlar, bir şey hakkındadır. Bir tutum nesnesi vardır ve buna yönelik bir değerlendirme taşır. Birey için bir anlamı olan, bireyin farkında olduğu herhangi bir nesne anlamına gelir. Herhangi bir şey, o birey için bir tutum nesnesi olabilirken; diğer bir birey için olmayabilir. Belirttiğimiz gibi tutum doğrudan gözlenebilir bir niteliğe sahip değildir, ancak bireyin gözlenen davranışlarından çıkarsama yapılarak o bireye atfedilen bir eğilimdir. Dolayısıyla tutum, sergilenen bir davranış değil, davranışa hazırlayıcı bir eğilimdir (Arkonaç, 2008: 138). Yapılan araştırmaların çoğunda, bireyin çeşitli objelere, fikirlere ve olaylara ne şekilde tepkide bulunacağının büyük ölçüde tutumları tarafından şekillendiği ifade edilmektedir. Bir bireyin tutumunun bilinmesi, gelecekte nasıl davranacağıyla ilgili bir kestirime de olanak tanımaktadır (Karaca, 2006:215). Bu nedenle sosyal bilimler alanında tutum ve tutum ölçümü konusu büyük önem taşımaktadır. Sosyal psikologlar, tarih içerisinde tutumları ana çizgileriyle üç evrede ele almışlardır (McGuire 1986’dan aktaran Hogg ve Vaughan, 2007:174-175): Tutum ölçümünün oldukça durağan (statik) konuları ve bunların davranışla ne şekilde ilişkili olduğu üzerine yoğunlaşma (1920’ler ve 1930’lar). Bireyin tutumlarındaki değişimin dinamikleri üzerine odaklanma (1950’ler ve 1960’lar). Tutum sistemlerinin yapı ve işlevlerini açıklığa kavuşturmaya yönelik hareket (1980’ler ve 1990’lar). Psikoloji ve sosyal bilimlerdeki tutum araştırmaları ortaya çıktığı ilk dönemde büyük ilgi uyandırmıştır. 1960’lar ve 1970’lerde tutum üzerine gerçekleştirilen araştırma ve kuram oluşturma çabaları bir gerileme dönemine girmiş, 1980’lerden sonra yeniden modern bilişsel psikolojinin de katkısıyla bir kez daha sosyal psikologların ilgi odağı haline gelmiştir. TUTUMU OLUŞTURAN TEMEL ÖGELER Tutumun tanımından da anlaşıldığı üzere, bireyin tutumları; deneyimlediği ve edindiği bilgilerin örgütlenmesi ile oluşmaktadır. Tutumlar bir kez oluştuktan sonra değişmeye dirençli bir yapı arz ederler. Genellikle tutumlar, yeni bir gerçek karşısında kolayca değişmez ve bu açıdan bilgilerle karşılaştırıldığında daha karmaşıktır. Ancak tutumlar zaman içinde oluştuklarına göre zaman içinde de değişebilirler, bu olanak her zaman vardır. Örgütlenme belli değerlendirme süreçlerine bağlı olduğuna göre; söz konusu deneyim ve bilgiler biçim değiştirdiğinde tutum da değişebilmektedir (Freedman vd., 2003:339-340; Tavşancıl, 2006:72). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 Tutum ve Tutumların Ölçülmesi Tutumların, bilişsel, duygusal ve davranışsal olmak üzere üç temel ögesi vardır ve genellikle bu ögeler arasında bir tutarlılık olduğu varsayılır. Bu anlayıştan hareketle, bireyin bir konu ile ilgili bildikleri o konuya olumlu bakmasını gerektiriyorsa (bilişsel öge), birey o konuya ilişkin olumluysa (duygusal öge), bunu sözleri ya da davranışları (davranışsal öge) ile gösterir (aktaran Tavşancıl, 2006:72). Bilişsel (Zihinsel) Öge •Bilişsel ögeye ilişkin örnek, bireyin ‘sigara içmeye’ yönelik tutumuz üzerinden verilebilir. Sigara içenlerin bu konuya ilişkin olarak belleklerinde olumlu ya da olumsuz çok çeşitli bilgi toplanmıştır. “Sigara duman çıkarır.”, “Sigara nikotin içerir.”, “Sigara pahalıdır.”, “Sigara kanser ve kalp hastalıklarına neden olur.”, “Sigara tehlikelidir.” gibi düşünceler olumsuzken; “Sigara içmek kişisel ve toplumsal gerginliği azaltır.”, “Sigara çalışmayı kolaylaştırır.”, “İnsan sağlığı için sigaradan çok daha zararlı şeyler vardır.” gibi düşünceler, bu tutuma ilişkin olumlu düşünceleri temsil etmektedir. Bu örnek, tutumlara ilişkin bilişsel ögeyi açıklamak üzere verildi, ancak, gerçek bilişsel topluluğun kişinin sigaraya ilişkin bütün düşüncelerini içine aldığını ve bunlardan çok daha fazla olduğunu unutmamak gerekir. Örnek Bilişsel öge, bir nesneye ilişkin olumlu ya da olumsuz görüşlerimizi barındırır. Tutumun konusunu oluşturan kişi, durum, olay veya nesneye ilişkin olarak sahip olunan her türlü bilgi, deneyim, inanç ve düşünceyi içeren zihinsel ya da bilişsel öge, tutumun önemli bir kesitini oluşturur. Bilişsel öge, bireyin düşünsel işleyiş süreciyle bağlantılı olup, düşünsel ya da zihinsel işleyişin sistemleştirilmesi ve sınıflandırılmasıyla ilgilidir. Bu sınıflandırmalar bir yandan bireyin farklı durumlarla, nesnelerle, kişilerle ilgili algılamalarını etkilerken, diğer yandan da farklı uyarılara karşı tepkilerinin birbirinden farklı olmasını sağlar. Tutumun zihinsel ögesi, bireyin genellikle çevresindeki uyarıcılara ilişkin olarak yaşadığı deneyimlerden kaynaklı bilgi birikimine dayanır. Tutumun konusunu oluşturan bir nesne, bir kişi ya da bir durumla ilgili bu bilgiler çoğu zaman bireyin, o nesne, kişi ya da durumla ilgili olarak yaşadığı deneyimler aracılığıyla edinilir. Kişi, varlığından haberdar olmadığı bir duruma ilişkin tutum oluşturamaz (İnceoğlu, 2004:30). Tutumların bilişsel ögeleri, tutum objeleri ile ilgili gerçeklere dayanan bilgi ve inançlardan oluşmaktadır. Bunlar, çevredeki tutum objeleri hakkında bireylerin edindikleri bilgileri temsil etmektedir (Tavşancıl, 2006:73). Kaynak: Freedman, 1993:341. Duygusal Öge Çevre ile ilgili bilgi, duyum ve deneyimlerin sınıflandırılmasının yanı sıra bu sınıflandırmaların olumlu, olumsuz olaylarla, arzulanan ya da arzulanmayan amaçlarla ilişkilendirilmesi söz konusudur. Böyle bir ilişkinin varlığı, tutumun duygusal ögesini temsil eder. Kişinin tutum objesine karşı edindiği bilgiler, yani zihinsel öge, duygusal ögenin gelişmesinde önemli bir etkendir (İnceoğlu, 2004:27). Tutumu inanç, gerçek ve değerlerden ayıran en önemli özellik, tutumların duygusal Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 Tutum ve Tutumların Ölçülmesi İkna uzmanları tutumlar konusunda bireyin duygusal ve bilişsel yapısıyla çelişmeyen mesajlar göndermeye dikkat ederler. bileşeninin olmasıdır. Tutum objesine olumlu ya da olumsuz duygular beslemek, önceki deneyimlere bağlıdır (Morgan, 1995:363). Duygusal öge ve davranışsal öge arasında bir neden-sonuç ilişkisi vardır. İnsanlar bir objeye karşı duygusal tepkilerini davranışa dökerek gösterirler. Duygusal öge, bilişsel ögeye kıyasla daha yalındır. Herhangi bir konuda tutum geliştirmemize neden olan bilişsel süreçler oldukça karmaşık bir yapı arz etmesine rağmen, duygusal öge daha nettir. Örneğin, sigara içmekten de içilmesinden de hoşlanmayabilirsiniz ya da sigarayı sevmeyebilirsiniz. Tutumun oluşumunda en çok arzu edilen durum, duygusal ve bilişsel unsurların uyumlu ve paralel işleyiş içinde olmasıdır. Bu durumda tutumların oluşum süreci sonunda ortaya çıkan tepki, hem duygusal hem de bilişsel açıdan kabul görür. Tutum ve kanaat oluşturmak için çalışan uzmanlar, genellikle tutumların oluşmasında, bir yandan bireylerin duygu yapılarından hareketle tutumların oluşum süreçlerini belirlemeye çalışmakta, bir yandan da bilişsel yapılarına etki etmek için çaba sarf etmektedirler (İnceoğlu, 2004:29). Davranışsal Öge Bölümün başında bir tutumun bilişsel, duygusal ve davranışsal olmak üzere üç ögesi olduğundan söz etmiştik. Tutum objesine karşı gözlenebilen tüm davranışlar, tutumların davranışsal ögesini oluşturmaktadır. Bu davranışlar sözlü ya da fiziksel olabilir. Herhangi bir objeye karşı geliştirilen tutum zayıf nitelikteyse davranışsal öge de zayıf niteliktedir. Tüm bu ögeler karşılıklı bir etkileşim içindedir. Ancak bir konuda oluşmuş bir tutum her zaman davranışa dökülmeyebilir. Tutum üzerine yapılan ilk dönem araştırmalar, tutum ve davranış arasında büyük bir tutarlılığın bulunduğunu iddia etmekteydi. Fakat zamanla bu iddiaya ilişkin bazı kuşkular belirmeye başlamıştır (Freedman vd., 2003:359). Örneğin, kopya çekme davranışının yanlış olduğu fikrine sahip, kopya çekmekten hoşlanmayan bir öğrenci, zaman zaman kopya çekme davranışı gösterebilmektir. Bu bize tutumun, bilişsel, duygusal ve davranışsal ögeleri arasında her zaman bir tutarlılık olmayacağını örneklemektedir. Bireyler her zaman duygu ve kanılarına uygun biçimde davranmayabilirler. TUTUMUN OLUŞUMU VE YAPISI İnsanlar tutumlara sahip olarak doğmazlar, tutumları sonradan öğrenirler. Bu, tutumların zaman içinde gelişme ve değişme gösterdiği anlamına gelir. Tutumların oluşumuna yönelik araştırmalar bize bu tutumların erken yaşlarda öğrenildiğini göstermektedir. Erken yaşlarda öğrenilen tutumlar, bunu değiştiren önemli deneyimler ve olaylar olmadığı takdirde durağan bir nitelik kazanır ve kolay kolay değişmez; böylelikle kalıplaşmış tutumlara dönüşürler (Kağıtçıbaşı, 1996:100,102). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 Tutum ve Tutumların Ölçülmesi Çoğu tutum, çocukluk döneminde doğrudan deneyim, pekiştirme, taklit ve sosyal öğrenme yoluyla edinilmektedir. Ancak edinilen tutumların kaynağı kişisel deneyimlerden çok ailelerdir. Anne babaların çocukların tutumları üzerinde uzun süreli etkileri vardır. Çocuklar büyüdükçe anne babaların onların üzerindeki etkileri azalmakta, özellikle ergenlik döneminin başlamasıyla diğer sosyal etkenlerin rolü giderek artmaktadır. Bireylerin tutumları genellikle 12-30 yaş arasında son şeklini almakta; daha sonra çok az değişim göstermektedir. Tutumların kristalleştiği bu dönem, kritiktir. Kritik dönem boyunca, tutumların oluşmasında, akranlar, kitle iletişim araçları ve diğer kaynaklardan edinilen bilgi ile eğitim rol oynamaktadır. Televizyon yalnızca haberler ve eğlence programlarıyla değil, pek çok mesajla ve reklamlar yoluyla bir takım tutumların oluşmasında çocuklar üzerinde etkili olmaktadır. Kritik dönem, ergenlik devresi (12-20 yaş) ve ilk yetişkinlik devresi (2130 yaş) olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Ergenlik döneminde tutumlar şekillenmekte, ilk yetişkinlik devresinde de giderek kristalleşmektedir. Bir ergenin tutumları henüz kuvvetle benimsenmemiş, değişebilen tutumlardır. Ancak, 20’li yaşlardan sonra birey, birçok konuda kendini bağlamaya başlar; seçimlerde oy kullanır, eğitimini tamamlar, evlenir, meslek seçer. Tutumlar üzerine bağlantılandırılan bu durumlar da tutumların katılaşmasına yol açabilir ve daha sonra değişmeleri güçleşir (aktaran Tavşancıl, 2006:80-81; Morris, 2002). Tutumların yapısı ve ayırt edici kriterleri kısaca (İnceoğlu, 2004: 35-37): Tutumlara doğuştan sahip olunmaz, tutumlar sonradan kazanılır. Tutumlar, geçici düşünsel durumlar değildir ve bir kez ortaya çıktıktan sonra -kısa veya uzun- belli bir süre devam eder. Tutumlar, birey ile nesneler arasındaki ilişkilere tutarlılık, kararlılık ve düzenlilik kazandırır. İnsan-nesne ilişkisinde, özellikle tutumlar aracılığıyla belirlenen bir etkilenme-güdülenme süreci ortaya çıkmaktadır. Tutumların oluşması ve biçimlendirilmesi için birbirleriyle karşılaştırılabilir birçok ögenin bir arada olması zorunludur. Tutumların bireysel düzlemde oluşumu ile ilgili ilkeler, genellenerek toplumsal tutumların oluşmasına da uygulanabilir. TUTUMUN İŞLEVLERİ Eğer tutumların bir yapısı varsa, bir işlevi de olmalıdır. Tutumların işlevleri şu şekilde sıralanabilir (Katz 1960’tan aktaran Hogg ve Vaughan, 2007:176-177): Bilgi Araçsallık (Hedefe ulaştıran araç) Egoyu savunma (Kişinin kendi öz-saygısını koruma) Değer ifade etme (Kişinin kendisini özgün biçimde tanılayıp tanımlamasına olanak verme) Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 Tutum ve Tutumların Ölçülmesi Tutum, bireye enerji tasarrufu sağlar, birey, ilgili nesne ya da durumla nasıl bir ilişki kurması gerektiği konusunda her defasında ‘sıfırdan başlamak’ durumunda kalmaz. Bu noktada tutumların işlevi ile stereotiplerin sağladığı yarar arasında bir paralellik kurulabilir. Stereotipler; bir sosyal grubun üyeleri hakkında yaygın olarak paylaşılan genellemelerdir. Bunlar çoğunlukla basitleştirilmiş imgelerdir. Bu kestirme imgeler, tutumların oluşumunu kolaylaştırıcı olabilir (Hogg ve Vaughan, 2007:76, 177). Tutumların Bilgi Sağlama İşlevi Tutum oluşumunda bireyin bilgi sahibi olması şart değildir, ancak bilgi sahibi olunan durumlarda tutumlar da bu bilginin niteliğinden etkilenir. Tutumlar, salt istek ve beklentilerin doyumu amaçlı olarak ortaya çıkmaz; bireyin sahip olduğu bilgi birikimi doğrultusunda istediği bilgiye ulaşmasındaki araçsallıkları açısından da oluşturulabilir. Birey, bir nesne, konu veya kişi hakkında hiçbir bilgisi olmaması durumunda, çeşitli araçlar kullanarak, bu nesne, konu ya da kişiye ilişkin olumlu veya olumsuz tutumlar geliştirebilir. Ancak, tutumların salt bilgi esaslı ortaya çıkması ender bir durumdur, yani, salt bilgi, tutumu belirleyemez. Tutum oluşumunda ya da değişiminde bilgi, tek başına yeterli bir etken olmamakla birlikte çoğu zaman önem sırasında öncelikli bir etkendir (İnceoğlu, 2004:42). Tutumların Araçsallık İşlevi Araçsallıkla ifade edilmek istenen, bazı tutumların birey için öncelikli anlamı ve sağladığı yarardır. Bu tür tutumlar bireye yarar sağlayan araçsallıkları bakımından içinde yaşadıkları toplumsal koşullarla bireyi belli bir uyum içinde tutma özelliğine sahiptir (İnceoğlu, 2004:38). Araçsal yaklaşımın esası, bireyin en fazla ödül ya da en az ceza beklentisi varsayımına dayanır. Davranışı işlevsel yollarla sevk ve idare eder. Esasta sosyal öğrenme teorisinin kurallarına oturan bu yaklaşıma göre tutumlar, insanları, ödüllendirici sonuçlara yöneltirken, cezalandırıcı olanlardan kaçınmasını sağlar (Arkonaç, 2008:139). Tutumların Egoyu Savunma İşlevi Tutumlar, bireyin kişiliğini koruyan ve temel değerlerine yönelik her türlü tehdidi önlemeye yönelik bir yapı arz eder. Ego ya da benlik kavramı, bireyin psikolojik yapısında birbiriyle ilişkili tutumlardan meydana gelen gelişimsel bir oluşumdur; bunlar, kişinin kendi bedeniyle, nesnelerle, aileyle, kişilerle, gruplarla, sosyal değerlerle ve kurumlarla ilişkili olarak edindiği ve somut durumlarda kişinin bunlarla ilişkisini tanımlayan ve düzenleyen tutumlardır (Şerif ve Şerif, 1996:581). Ego savunma işlevi, bireyin tanımak ya da bilmek istemediği öz-algılamalardan kendisini koruma isteğini ifade eder. Yani birey, kendisine ilişkin kabul etmediği gerçekleri reddederek, egosuna olan güveni korumaya çalışır (İneoğlu, 2004:40). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 Tutum ve Tutumların Ölçülmesi Tutumun Değer İfade Edici İşlevi Tutumlar bir araç, bir savunma mekanizması ya da kişinin değer atfetmesinin bir yolu olarak görev görebilir. Tutumlar, kişinin kendisi ile benzer değerleri paylaşan diğer insanları tanımlamasını ya da kendisinin bu şekilde tanımlanmasını mümkün kılar. Söz gelimi, grup içinde üyelerin grupla ve diğer üyelerle özdeşleşmelerinde, tutumun bu işlevinin rolü olduğu vurgulanır (Arkonaç, 2008:97). Sosyal benliğin yani kişinin toplumdaki diğerleri tarafından gözlenen yönünün oluşumunda tutumlar önemli rol oynar. Çünkü bu benlik türü, diğerlerinin kabul edilmesi ya da reddedilmesi için sunulan bir benliktir ve mümkün olduğunca değer kazanılması arzulanır. TUTUM VE KİŞİLİK En genel anlamıyla kişilik, bireyin toplumsal ortamda başka insanlarla ilişkilerinde ortaya koyduğu tutarlı, sürekli, değişmez, birbiriyle uyumlu birçok unsurun oluşturduğu tutum ve davranışlarının, kazanılmış deneyimlerin bir bütünüdür (Ertürk, 2010:60). Bu tanımdan da anlaşıldığı üzere tutumlar dış dünyaya karşı pozisyonumuzu biçimlendirir. Kişiliği oluşturan özellikler arasında tutumlar bu nedenle önemli bir yere sahiptir (İnceoğlu, 2004:56). Kişilik gelişimi doğumdan başlayarak sürer. Kişiliğin oluşmasında genetik (kalıtsal özellikler), fiziksel yapı, aile, toplumsal çevre, toplumsallaşma, fiziksel çevre ve diğer bazı faktörler etkili olur. Herkesin her konuda farklı düşündüğü, dünyayı farklı algıladığı ve farklı durumlara farklı tepkiler gösterdiği bilinmektedir. İnsanların görüş ve inançlarını etkileyen farklı kişilik özellikleri vardır. Herkesin kişilik özelliği kendine özgüdür, biriciktir. Kişilik özelliklerinin benzer ve farklı olanlarını bir araya toplamak, pratik bazı yararlar sağlar. Böyle bir gruplama, kişilik özelliklerini tanımlamayı ve kişilik testlerini geliştirmeyi kolaylaştırır. Kişilik özellikleri çeşitli etkenlere bağlı olarak geliştiği için, bu faktörlerdeki her farklılık, kişilik özelliklerinin de farklı olmasına yol açar. Herkes farklı kişilik özellikleri olan anne baba ile yaşar, farklı aile ilişkilerine dahil olur, farklı bireysel yaşantılarla karşılaşır, farklı eğitim süreçlerinden geçer, farklı sayı ve nitelikte savunma mekanizmaları geliştirir, farklı duygulanma, algılama ve kavrama özellikleri gösterir. Bu yönlerden değerlendirildiğinde, insanların kişilik özelliklerinin az ya da çok birbirinden farklı olduğu sonucuna varabiliriz (Ertürk, 2010:64). İnsanlara dair birbirinden farklı tüm bu kişilik özellikleri, başta da belirttiğimiz gibi tutumlar ve inançların toplamıdır. Kişilik yapısı ve tutumların oluşumu arasında kayda değer biri ilişki söz konusudur. Çünkü kişilik yapısı, insanın herhangi bir olayı nasıl algılayacağını, değerlendireceğini, yaşadığı olaya nasıl bir tepki göstereceğini belirleyen önemli bir etmendir. Bu nedenle kişilik yapısını bilen, başka bir deyişle kendini tanıma yönünde çaba sarf eden bir insan, herhangi bir olayı nasıl algılayacağını ve değerlendireceğini, yaşadığı olaya nasıl tepki göstereceğini bilen kişidir (Ertürk, 2010:92). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 Tutum ve Tutumların Ölçülmesi Bireysel Etkinlik Tutumların oluşumunun bireyin kişilik özellikleriyle olan ilişkisi nedeniyle, bireyin kişiliği ve tutumların değişebilirliği arasındaki ilişki oldukça karmaşıktır; çok yönlü ve ayrıntılı analizleri gerektirmektedir. Genellikle kişiliğin bir unsuru olarak kabul edilen zekâ ile tutumların oluşması arasında pozitif bir ilişki olduğu öne sürülmektedir. Diğerinden daha zeki olan bir kimse, karmaşık bir konuda yeni bir tutumu diğerinden daha önce benimser (İnceoğlu, 2004:57). • Bireyin kişiliğinde, zekâ dışında hangi unsurlar tutum oluşumunda etkili olmaktadır? TUTUM KURAMLARI Tutumların nasıl oluştuğu ve nasıl değiştiğiyle ilgili çok çeşitli kuramlar ileri sürülmüştür. Tutum değişikliğine ilişkin çalışmalar, 1930’lu yıllara kadar belli bir kurama dayanmaksızın, daha çok belli tutum konularına karşı bireylerin geliştirdikleri tepkileri ölçmeye yönelik olarak sürdürülmüştür. II. Dünya Savaşı sonrasında tutum değişimi konusunda kuramsal çalışmalar ağırlık kazanmaya başlamıştır. Bu kuramlar, tutumun bilişsel, duygusal ve davranışsal ögelerinin hangi koşullar altında ve hangi biçimlerde birbirleriyle uyumlu olacağına ilişkin araştırmaların sonucunda ortaya çıkmıştır. Tutumlara ilişkin kuramlar, (i) öğrenme kuramı, (ii) sosyal yargı kuramı (iii) işlevsel kuram ve (iv) bilişsel tutarlılık kuramları olmak üzere dört alt başlık altında incelenecektir. Tablo 2.1. Tutumlara İlişkin Kuramlar Öğrenme Kuramı Sosyal Yargı Kuramı İşlevsel Kuram Bilişsel Tutarlılık Kuramları : Heider’in Denge Kuramı Rosenberg ve Abelson’un Bilişsel Dengeleme Kuramı Osgood ve Tannenbaum’un Uygunluk Kuramı Newcomb’un Objektif Denge Kuramı Bilişsel Çelişki Kuramı Öğrenme Kuramı Başlıca temsilcisi Hovland olan bu yaklaşıma göre, öğrenmeyi oluşturan temel süreçler, tutumların gelişimine de doğrudan uygulanabilmelidir. İnsanlar tıpkı bilgi ve olguları öğrendikleri gibi bu olgulara bağlı duygu ve değerleri de öğrenirler (Freedman vd., 2003). Birey, bir tutum geliştirirken, çağrışım, pekiştirme ve taklit gibi süreçler ile bilgi ve duyguları öğrenir. Bir nesne, kişi ya da fikrin nitelik ya da özelliklerini öğrenmek, tutum geliştirmenin önemli bir yönüdür. Tutumların Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 Tutum ve Tutumların Ölçülmesi Tutum; çağrışım, pekiştirme, taklit gibi mekanizmalar aracılığıyla öğrenilebilir bir nitelik taşır. biçimlendirilmesinde, tutum nesnesi ile özellikler arasında bir çağrışımın kurulması en basit etmendir. Bir davranışı gösterme ve bu davranışın başkaları tarafından iyi olduğunun söylenmesi, pekiştirme yoluyla tutumun biçimlenmesini sağlamaktadır. Son olarak da taklit yoluyla tutumlar öğrenilir ve kabul edilir. Çağrışım, pekiştirme ve taklit, tutumların öğrenildiği temel mekanizmalardır (Köklü, 1995:84). Bu konuda yapılan çalışmalar, tutum geliştirme ve değiştirmenin olanaklı olduğunu göstermiştir. Uyaran, tepki, pekiştirici, genelleme gibi öğrenme kavramları özellikle etkileyici iletişimle tutum değişimi konusunda başarıyla uygulanmıştır (Kağıtçıbaşı, 1999’dan aktaran Tavşancıl, 2006:83). İletişim kaynağının özellikleri, iletişimin kendi özellikleri, ortamın özellikleri ve iletişimin hedefinin (dinleyicinin) özellikleri üzerinde durularak, bireydeki tutum değişimini gösteren araştırmalar mevcuttur. Bu durumda iletişim kaynağının özellikleri ‘uyaran’, iletişimin hedefi etkileme derecesi yani kişide ortaya çıkardığı tutum değişimi ise ‘tepki’dir. Böylece tutum değişimi süreci, bir öğrenme süreci olarak ele alınmıştır (Kağıtçıbaşı, 1996:129). Sosyal Yargı Kuramı Sosyal yargı kuramı, iknanın ve tutum değişiminin en kestirme biçimine odaklanır. Kişiye iletilen mesaj, otomatik olarak kişi tarafından daha önceki tutumları çerçevesinde değerlendirilir. Önerilen tutum anında kişinin daha önceki tutumlarıyla kuşatılır (Higgins ve Kruglanski, 1996:571). Sosyal yargı kuramına göre; kişinin kendi görüşüne ne kadar kuvvetle bağlı olduğu oldukça önemlidir. Bu kurama göre, kuvvetle bağlanılan bir tutumun kendinden farklı görüşleri reddetme alanı, kabul etme alanından daha geniştir. Yani zıtlık mekanizmasını kullanarak, o görüşlerinden daha da farklı görüp reddetme olasılığı fazladır. Buna karşılık, fazla kuvvetle bağlanılmamış olan tutumların, farklı görüşleri kabul etme alanı, reddetme alanından daha geniştir; yani, bireyin benzetme mekanizmasını kullanarak o görüşleri kendi görüşüne gerçekte olduğundan daha da benzer görüp kabul etme olasılığı yüksektir. Son zamanlarda yapılan araştırmalar, yargı kuramını destekleyici bulgular sağlamıştır. Bununla birlikte bu kuram, bugün için tutum değişimi hakkında, belirli ölçülebilir ön tahminler yapmaktan çok, tutum değişimini anlamak için kullanılan genel bir çerçevedir (Kağıtçıbaşı, 1996:130). İşlevsel Kuram Tutum gelişmesine ve değişmesine ilişkin önemli bir kuramsal yaklaşım da ‘işlevsel kuram’dır. Smith, Bruner ve White’ın (1956) geliştirdiği bu yaklaşıma göre birey, kendisi için gördüğü psikolojik işlev ya da sağladığı yararı düşünerek benimsemiş olduğu ilk tutumunu seçer ya da yeni bir tutuma geçer. Birey, bir tutumu belirli bir nedenle geliştirir; yeni bir gereksinme söz konusu olursa, tutumda da aynı doğrultuda bir değişme görülür. Bu yaklaşıma göre; birey Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 Tutum ve Tutumların Ölçülmesi amacına ulaşmada herhangi bir tutumu araç işlevi gördüğü için benimseyebilir. Ayrıca birey kendisi için doyurucu olarak gördüğü tutumlara sahip olmak isteyebilir. Ek olarak, tutumun benlik savunucu bir düzenek işlevi de vardır. Diğer önemli bir işlevi de, tutumun bireyin dünyasını anlamasına ve değerlendirmesine yardım etmesidir. Kısaca bu yaklaşım, tutumları, kişi için sağladığı yarar açısından ele almaktadır (Kağıtçıbaşı, 1996:156; Köklü, 1995:84). Bilişsel Tutarlılık Kuramları Tutum değişimi kuramları arasında araştırmalara en çok konu olan, zihinsel tutarlılık kuramlarıdır. Bu konunun ilgi çekmesinin nedeni, insanların zihinsel sistemlerinde, değişik nedenlerle bazı tutarsızlıklar olması ve bunların yaşamlarının bir parçasını oluşturmasıdır. Bu tutarsızlık nedenleri (İnceoğlu, 2004:60-61): İçinde yaşadığımız toplumda, farklı gerçekleri olan çelişkili roller söz konusudur. Aynı anda birbirinden farklı ve çoğu zaman da çelişen roller üstlenmek zorunda kalan kişi, zaman zaman üstlendiği rollerin yapısal ve işlevsel özelliklerinin çelişmesi sonucu, çelişkili zihinsel durumlar içine girebilir. Sosyal yaşam sürekli bir devinim ve gelişme içindedir. Bu durum, bireyin değişimi izleme ve katılma konusunda, zihinsel yapılanmalarını yeniden örgütlemesini zorunlu kılmaktadır. Aksi takdirde bireyin toplumun gerisinde kalması ya da toplumdan soyutlanması durumu ortaya çıkar. Birey ideallerine ters düşen dış baskılar altında olabilir. Kişilerarası etkileşim ya da tutum konusu ile doğrudan ilişkisi nedeniyle birey, daha önce edindiği bilgilere ve yaşam deneyimlerine ters düşen önerileri onaylamak zorunda kalabilir. Tutumlar, bireyin hem kendisiyle hem de toplumla denge durumunda olabilmesinde önemli rol oynar. Bireyin, içinde bulunduğu içsel ve dışsal ortamda sağlıklı ve dengeli ilişkiler kurabilmesi için, zihinsel çelişki durumlarından olabildiğince kaçınması gerekir. İçine girdiği tüm çelişki durumları, bireyin bir yandan ruh ve duygu dünyasında denge durumunun bozulması ve huzursuzluk durumunun yaşanmasına neden olurken; diğer yandan da içinde yaşadığı toplumsal ortama olumsuz yönde yansır. Hem bireysel hem de toplumsal düzeyde denge durumunun sağlanabilmesi için, zihinsel tutarlılık önemlidir (İnceoğlu, 2004: 61). Tutarlılık kuramları arasında Heider’in ‘Denge Kuramı’, Rosenberg ve Abelson’un ‘Bilişsel Dengeleme Kuramı’, Osgood ve Tanenbaum’un ‘Uygunluk Kuramı’, Newcomb’un ‘Objektif Denge Kuramı’ ve Festinger’in ‘Bilişsel Çelişki Kuramı’ sıralanabilir. Heider’in Denge Kuramı Heider, insanların tutumları arasında bir denge aradıklarını öne sürmüştür. Bu konuda yapılan araştırmalar, insanların dengeli tutumsal ortamları dengesiz tutumsal ortamlardan daha rahatlatıcı bulduklarına işaret etmektedir, ayrıca dengeli ortamların dengesiz ortamlara göre daha iyi algılandığı ve hatırlandığı Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 Tutum ve Tutumların Ölçülmesi görülmektedir (Arkonaç, 2008:146). Bireyler kendilerinin hoşlandığı şeylerden başkalarının da hoşlanacağını varsayarlar. Dahası, çoğu insan birbiriyle hemfikir olmayı yeğler. Denge kuramı bireyin bilişsel alanının P-O-X birimi üzerinde odaklanır. Üç değerden oluşan bir yapı düşünelim: Kişi (P), bir başka kişi (O) ve tutum, nesne ya da konu (X) olsun. Bu üçlünün, eğer dengeliyse tutarlı olduğu söylenmektedir; denge kuramında ögeler arası ilişki, tipleri ve bu ilişkilerin sayısıyla değerlendirilmektedir. Sözgelimi, P’nin X’den hoşlanması olumlu (+) bir ilişkidir, X’den hoşlanmaması ise olumsuz (-) bir ilişkidir; O’nun X’den hoşlanmaması da olumsuz bir ilişkidir. Rosenberg ve Abelson’un Bilişsel Dengeleme Kuramı Birbiriyle uyumsuz bir yapı arz eden iki bilişsel unsur oluştuğunda bireyin tutumu değişebilir. Bu kuram da denge kuramı gibi, bireylerin, bilişsel ve düşünce yapılarındaki unsurlar arasında ahenk ve uyumu sağlama çabasında olduklarını öne sürer. Uyumsuzluk durumunun oluşması da dengesizlik durumunun oluşması gibi stres vericidir ve insanı uyum sağlamaya yöneltir. İki bilişsel unsur birbiriyle genel mantık çerçevesinde uymuyorsa, bu iki şey uyumsuz demektir. Karar vermede çelişki ortaya çıktığında tutumda değişme görülebilir. Bu durum bireyin birbiriyle tutarlı olmayan birçok inanç ve değere sahip olmadığında ya da bilişleri tutarlı iken, tutarsızlığa yol açacak yeni bir bilişle karşılaştığında ortaya çıkabilir. Bu kuram, Heider’in denge kuramının biraz daha genişletilmiş biçimde uygulanmasıdır. Denge kuramında konular yalnız olumlu ya da olumsuz olarak ele alınırken bu kuramda bunların yanı sıra nötr ilişki de yer almaktadır (Tavşancıl, 2006:84). Osgood ve Tannenbaum’un Uygunluk Kuramı Osgood ve Tannenbaum, temel olarak Heider’in denge kuramını almışlar ve görüşlerini, çeşitli araştırmalarla geliştirmişlerdir. Uygunluk kuramında, tipik olarak kişinin bir iletişim sonucu zihninde beliren uygunluk (denge) sağlayıcı düzenlemeleri ele alınmaktadır. Bu kuramda, zihinsel ögelere (+) ya da (–) işaret verilmekten öteye gidilerek; her ögenin olumluluk/olumsuzluk derecesi -3’ten +3’e kadar sayılarla belirlenmektedir. Böylece bu kuram, hem Heider’in denge kuramından hem de Rosenberg ve Abelson’un bilişsel dengeleme kuramından daha kesin sayısal ön tahminler yapabilmektedir (Kağıtçıbaşı, 1996:140). Denge kuramını başarıyla uygulayan diğer bir kuramcı, Newcomb, özellikle denge kuramını bir kişinin zihninden çıkarıp kişilerarası algılama ve etkileşim alanına uyarlamaya çalışmıştır. Böylece öznel dengeden objektif dengeye bir geçiş gerçekleştirmiştir. Newcomb’a göre; kişilerarası ilişkiler gelişip durağanlaştıkça objektif denge ortaya çıkacaktır. Başkaları hakkında aynı duyguları besleyen ya da önemli konularda aynı şekilde düşünen kişiler birbirlerinden hoşlanacaklardır. Böylece kişiler arasında genel denge temeline dayanan bir simetri söz konusudur. Newcomb’un bulguları bize, denge kuramının kişilerarası ilişkileri anlamakta da Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 Tutum ve Tutumların Ölçülmesi kullanılabileceğini, sadece bir kişinin zihnindeki tutum değişimini incelemenin dışında da uygulanabileceğini göstermektedir (Kağıtçıbaşı, 1996:144-145). Bilişsel Çelişki Kuramı Bilişsel çelişki kuramının en belirgin odak noktası, inanç ve tutumlarla, açık davranışlar arasındaki tutarsızlıklardır. Tutum ile davranışlar arasındaki tutarsızlık üzerine odaklanan bu yaklaşımın temsilcisi Festinger (1957), insanların tutumlarının tersine hareket ettiklerinde kaygı ve gerginlik hali yaşayacaklarını öne sürmüştür. Bu varsayıma göre, insanların gerginlikle baş edebilmek için geriye dönüp baştan başlama şansları yoktur (Arkonaç, 2008:147). Çünkü tutumlarına ters davranmışlardır. Bu çelişkiyi gidermenin iki temel yolu vardır; belli bir biçimde davranışımızı geri almak (ya da çok önemli olmadığına kendimizi inandırmak) ya da tutumlarımızı davranış doğrultusunda değiştirmek (Freedman vd.,2004:355). Özellikle çelişkinin sonuçları kişi için olumsuzluklar (benlik saygısı, benlik değeri için) taşıyorsa tutum değişimi daha fazla olmaktadır. TUTUMLARIN ÖLÇÜLMESİ Tutum ölçümünde; bireylerin tutumlarının bilinmesi yoluyla onlar üzerinde bir öngörü geliştirilmesi ve denetim kurulması amaçlanır. Tutumların ölçülmesi, günümüzde büyük bir endüstri haline gelmiştir. İnsanların tutumları hakkında bilgi edinmek için sarf edilen bu çabanın nedeni, onların tutumlarını bilmek ve davranışlarını önceden kestirmek ya da kontrol edebilmektir. Tutumların fiziksel bir boyutu olmadığı için -diğer bir deyişle tutumlar soyut kavramlar oldukları için- ölçülmelerinde bazı güçlükler yaşanır. Tutum ölçümünün ana ekseni, bireylerin tutumlarını öğrenmek ve onların düşünceleri, duyguları ve tepki eğilimleri ile ilgili bilgi edinmektir (aktaran Tavşancıl, 2006:101). Tutum ölçekleri, tutum ölçme yöntemleri arasında en önde gelen ve yaygın olarak kullanılan araçlardır. Tutum ölçülürken araştırma konusu olan tutum objesi ile ilgili cümle, sıfat ya da madde/ifadeler dizisi olan bir liste hazırlanır. Bireylerin bu cümle, sıfat ya da ifadeler dizisine gerçek duyguları doğrultusunda tepkide bulunmaları istenir. Bu liste ‘ölçek’ olarak adlandırılır. Yani tutum ölçekleri bireyin iç dünyasını ortaya çıkarmak üzere oluşturulmuş bir dizi cümleye/ifadeye bireyin cevap vermesi için hazırlanmış anketlerdir. Tutum ölçeklerinin kullanılma amaçları aşağıda verildiği şekliyle özetlenebilir (Tavşancıl, 2006:106-107): Tutum ölçekleri, bireylerin belirli tutum ve değerlerinin belirlenmesinde kullanılır. Bireylerin gözlenen tutum ve değer yargılarını etkileyen aile ve genel çevre faktörlerinin incelenmesi amacıyla kullanılır. Kişilik ölçekleri ile birlikte davranışı etkileyen önemli bir faktör olarak bireyin uyum problemlerinin teşhisinde kullanılır. Tutum ölçeklerinde kullanılacak cümlelerin yazımında aşağıdaki hususlara dikkat edilmelidir (aktaran Anderson, 1991:243-244): Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 Tutum ve Tutumların Ölçülmesi Şu andan çok, geçmişe atıf yapan tutum cümlelerinden kaçınmak, Gerçek olayları yorumlayan veya gerçek olaylara dayalı olarak yorumlanabilecek ifadelerden kaçınmak, Hakkında birden fazla yorum yapılabilecek ifadelerden kaçınmak, Ele alınan psikolojik konu ile ilişkisiz tutum cümlelerinden kaçınmak, Hemen herkes tarafından kabul edilebilecek ya da hemen herkesin kabul etmeyeceği ifadeler kullanmaktan kaçınmak, İfadelerdeki dilin basit, açık ve doğrudan anlaşılır olmasını sağlamak, Cümlelerin kısa olmasını sağlamak, en fazla 20 kelimeyi geçmemesine dikkat etmek, Tutum cümlelerinde ‘hepsi’, ‘daima’, ‘hiçbiri’, ‘asla’ gibi sıkça kullanılan ve yanıtlayanları belirsizliğe götüren kapsayıcı sözcükler kullanmaktan kaçınmak, Her cümlenin yalnızca tek bir düşünceyi içermesini sağlamak, ‘Yalnızca’, ‘sadece’, ‘bir tek’ vb. sözcüklerle madde yazımında dikkatli olmak, bu sözcükleri kullanmada ölçülü olmak, Tutum cümlelerini karmaşık ve bileşik cümleler halinde ifade etmekten mümkün olduğunca kaçınmak ve yalın cümleler kurmak, Ölçekte, yanıtlayanların anlayamayacağı kelimeler kullanmaktan kaçınmak, İki olumsuz ifadeyi bir arada kullanmaktan kaçınmak. Tutumların ölçülmesinde kullanılan ölçekler, bu konuda araştırma yaparak farklı ölçekleme türlerini bulan sosyal bilimcilerin adlarıyla anılmaktadır. Bu ölçekler, (i) Bogardus Ölçeği, (ii) Thurstone Ölçeği, (iii) Likert Ölçeği, (iv) Guttman Ölçeği, (v) Osgood’un Duygusal Anlam Ölçeği ve (vi) Fishbein’in Beklenti-Değer Tekniği başlıkları altında sıralanabilir. Bogardus Ölçeği Bogardus Ölçeği, ilk bulunan sosyal uzaklık ölçeğidir. ABD’li Emery S. Bogardus tarafından 1925 yılında gerçekleştirilen ulusal ve ırkçı tutum ve davranışların ölçülmesi amacıyla kullanılmıştır. Bu araştırmada Amerikalıların İsveç, Polonya ve Koreli azınlıklara karşı tutumları, 7 şıklı bir sosyal mesafe ölçeği kullanılarak ölçülmeye çalışılmıştır (Aziz, 1990:85-86). ‘Sosyal mesafe’, belli bir grubun üyelerinin başka grupların üyelerine karşı duyduğu yakınlık ve sempati derecesini ifade eder. Bogardus, araştırmasında sosyal mesafe derecesini temsil eden bir cümle listesi hazırlamış ve deneklerden belli bir grubun üyeleri ile ilgili olarak listede kabul etmeye istekli oldukları cümleleri işaretlemelerini istemiştir. Bu cümlelerde sosyal mesafe en olumludan en olumsuza doğru sıralanmıştır: Evlilik yoluyla yakın akrabalığa, Yakın arkadaşlarım olarak kulübüme, Komşu olarak sokağıma Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 Tutum ve Tutumların Ölçülmesi Tutum ölçekleri onları geliştiren kişilerin (Bogardus, Thurstone, Likert, Guttman, Thurstone, Osgood, Fishbein) adlarıyla anılmaktadır. Aynı işte çalışmaya, Ülkemin vatandaşlığına, Yalnızca turist olarak ülkeme, Ülkeme sokmazdım. Bu kategoriler anket formunun üst kısmında sıralanmıştır. Anket formunun alt kısmında ise 39 ulusal ve etnik grubun adlarına yer verilmiştir. Deneklerden, her grup için uygun buldukları cümleleri işaretlemeleri istenmiştir. Ölçeğin tek eksik noktası, bu sosyal mesafeyi açıklayan şıkların birbirinden uzaklığının eşit aralıklarda olmamasıydı. Bu türden bir ölçeklemeyle yapılan derecelendirmeler yoluyla sosyal mesafe ölçeğinin bir tablosu elde edilebilir. Sosyal bilimciler sosyal mesafe ölçeğini ve çeşitli gruplara karşı dostça tutumları ve önyargıları incelemek üzere 25 yılı aşkın bir süredir sosyal mesafe testini kullanmaktadırlar (Şerif ve Şerif, 1996:518). Thurstone Ölçeği Derecelendirme ölçekleri arasında adını, L. L. Thurstone’dan alan bu ölçek, sosyal uzaklık ölçeğine yeni bir boyut kazandırmıştır. Thurstone, 1929-1931 yılları arasında yaptığı araştırmalarda, birbirlerini izleyen bir dizi öneri hazırlamış ve bu önerileri bir uzmanlar grubuna uygulayarak, derecelendirme yöntemini izlemiştir. Her önermenin birinci şıkkına verilen yanıtlarla en olumlu görüşleri, sonuncu şıkkına verilen yanıtlarla da en olumsuz görüşleri, ölçeğin ortasında (sıfır noktasında) bulunan şık ile de tarafsız görüşleri toplamıştır. Thurstone ölçeğinde, Bogardus ölçeğinin eksik olan ‘eşit aralıklar’ konusu böylece giderilmiştir. Bu ölçeğe göre bir toplumsal olguda süreklilik varsa ölçeklemeye uygundur. Bu ölçeklemede her bir açıklama (şık) bir sonrakinden eşit aralıklarla uzaktadır. Bu ölçekte incelenmek istenen tutuma ilişkin ifadeler oluşturulur ve en az otuz kişiden oluşan bir hakemler grubundan bu ifadeleri incelemeleri istenir. Hakemlerin görevi her bir ifadeyi aşağıdaki kümelere yerleştirmektir. En olumlu 1 En olumsuz Nötr 2 3 4 5 6 7 8 9 10 Şekil 2.1. Thurstone Ölçeğinin Skalası Kaynak: Tavşancıl, 2006:126. Kümelendirilen ifadelerin çeşitli sınıflara göre dağılımlarını veren tablolar yapılır ve grafik olarak gösterilen derecelendirmelere dayanılarak ölçek puanları ve belirsizlik katsayıları hesaplanır. Bu süreç oldukça yoğun çalışmayı gerektirir. Thurstone ve arkadaşları, geliştirdikleri bu ölçeği kullanarak bireylerin savaş, kilise (din), ölüm cezası, siyah ırktan olanlar, doğum kontrolü, sansür, Çinliler gibi konulara olan tutumlarını ölçmüşlerdir (Krech ve Crutchfild, 1994:318). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 Tutum ve Tutumların Ölçülmesi Likert Ölçeği Bu ölçekte, beş puanlık bir ölçek kullanılarak katılımcılara tutum cümleleri verilir ve onlardan kendilerine en uygun şıkkı işaretlemeleri istenir. R. Likert tarafından 1930’larda geliştirilen bu ölçek, Thurstone ölçeğine benzemekle birlikte, kuruluş ve sonuçları değerlendirmesi bakımından ayrılır. Likert ölçeğinde de her önerinin şıkları arasındaki sosyal uzaklık aralığı eşittir. Katılımcılara tutum cümleleri sunulur ve beş puanlık bir ölçek kullanılarak (bu puanlar genellikle “kesinlikle katılıyorum”, “katılıyorum”, “kararsızım”, “katılmıyorum”, “kesinlikle katılmıyorum” diye etiketlenir) her bir cümleye ne derece katıldıklarını belirtmeleri istenir. Bu şıklar, 5 sayısından başlayarak 4, 3, 2, 1 olarak numaralandırılır ve katılımcıların her öneriye verdiği yanıttaki numaralar toplanır. Katılımcıların önerilere verdiği toplam sayı ile her öneriye verilen sayı arasında korelasyon hesapları yapılarak zayıf olan önermeler ayıklanır, güçlü olan önermeler yorumlanır. Bu ölçekleme, ölçekleme yöntemleri arasında en çok kullanılanıdır. Daha kolay ve güvenilirdir. Kurgulanması daha az zaman alır. Tutum puanlarına ilişkin mutlak bir aralığa ulaşmayı amaçlamaz, onun yerine söz konusu aralık, örneklemi oluşturan katılımcıların tutumlarını doğrudan yansıtır (Hogg ve Vaughan, 2007:208; Aziz, 1990:87). Tablo 2.2. Likert’in Beş Puanlık Toplamalı Sıralama Ölçeğinde Yer Alan Maddeler Çiftçilik güzel bir meslektir. Çiftçilik sıkıcı bir uğraştır. İnsanın hayatını çiftçilik yaparak geçirmesi korkunç bir şeydir. Çiftçilik yaşamı bana çekici geliyor. Bu çiftlik, çok sıkı çalışmayı gerektirir. Kaynak: Hogg ve Vaughan, 2007:208. Guttman Ölçeği Bu ölçekte herkesin onaylayacağı cümlelerden, çok az kişinin onaylayacağı cümlelere doğru bir sıralama oluşturulur. Guttman ve ark. tarafından, II. Dünya Savaşı sırasında (1942-1943), askerlerin tutumlarını (orduya katılan kişinin üstlerini nasıl değerlendirdiği gibi) saptamak üzere geliştirilen tekniğe, ‘Guttman Ölçeği’ denir (Tavşancıl, 2006:156). Guttman ölçeği, tek bir özelliğin (tek boyutlu), kabul edilebilirlik açısından kolaydan zora uzanan bir kesiksiz aralığa yerleştirilen bir küme tutum cümlesi tarafından ölçülebileceği varsayımına dayanır. Tutum cümlesi çoğu insanın kolaylıkla kabul edebileceği görüşlerden başlayıp, çok az insanın onay verebileceği görüşlere uzanan bir yelpazi oluşturur. Bu tür ölçek maddeleri birikimseldir, zira bir maddenin kabul edilmesi kişinin uçlarda olmayan bütün maddeleri kabul etmesi Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 Kesinlikle Katılmıyorum Katılmıyorum Kararsızım Katılıyorum Kesinlikle Katılıyorum LİKERT ÖLÇEĞİ Aşağıdaki ifadeler hakkında görüşünüz nedir? Cevabınız gerçek görüşünüzü ifade ediyorsa doğrudur. Bu bir sınav değildir. Hiçbir maddeyi atlamayın, bu beş seçenekten size uygun geleni işaretleyin. Madde Tutum ve Tutumların Ölçülmesi anlamına gelir. Tüm bunlar doğru olduğu ölçüde bizler, bir kişinin, en uçtaki maddeyi kabul edeceği bilgisine dayanarak, diğer tutum cümlelerine yönelik tutumunu çıkarsayabiliriz (Hogg ve Vaughan, 2007:209). Tablo 2.3. Guttman Birikim Ölçeğinde Yer Alan Maddeler GUTTMAN ÖLÇEĞİ Farklı etnik grupların bir arada barınmasına yönelik tutum Kabul edilebilirlik Cümleler derecesi En az Genelde insanlar nerede isterse orada yaşayabilmelidirler. Emlak büroları azınlık gruplarına karşı ayrımcı davranmamalıdır. Belediye meclisi herkese açık konuk edindirme fikrini desteklemelidir. Yerel bir danışma kurulu oluşturulmalı ve bu kurul, konut politikasındaki aşırı ayrımcı vakalarda son sözü söylemelidir. Farklı etnik grupların bir arada yaşamasını zorlayan yasalar çıkarılmalıdır. En çok Kaynak: Hogg ve Vaughan, 2007:210. Osgood’un Duygusal Anlam Ölçeği Osgood’un geliştirdiği ölçek, iki uçlu ve zıt kategoriler arasında bireyin tutumunun nerede olduğunu görmeye yöneliktir. Osgood, tutumları incelerken, insanların belli bir sözcük ya da kavrama verdikleri anlam üzerinde yoğunlaşır. Temelinde ilgili tutum konusunun/objesinin birey için ne anlam taşıdığını ölçmek amaçlanır. Bu ölçek “bir objenin bir birey için anlamını ölçme yöntemi” olarak tanımlanır. Bu ölçek aracılığıyla pek çok kavramın duygusal anlamı ölçülebilir. Ölçek, uluslararası karşılaştırmalı ölçmeye de uygundur. Çeşitli kültürlerin çeşitli olay, obje ve kavramlara verdikleri değer karşılaştırılabilir. Duygusal anlam ölçeği geliştirilirken deneklere “politika”, “ben”, “baba”, “öğretmen” gibi kavramlar verilir ve her bir kavramı değişik iki uçlu değerlendirme ölçeklerinde değerlendirmeleri istenir. Bu ölçeklerin her iki ucunda birbirine zıt sıfatlar bulunur; üzgün/neşeli, mutlu/mutsuz, pis/temiz, çalışkan/ tembel gibi. Yanıt kategorileri, bir uçtan diğerine “7” kategoriden oluşur. Orta kategori “nötr” olmayı gösterir (Hogg ve Vaughan, 2007:211; Tavşancıl, 2006:159). Tablo 2.4. “Nükleer Güç” Kavramının 7 Puanlık Bir Duygusal Anlam Ölçeğinde Derecelendirilmesi DUYGUSAL ANLAM ÖLÇEĞİ Nükleer Güç İYİ KUVVETLİ HIZLI KÖTÜ ZAYIF YAVAŞ Kaynak: Hogg ve Vaughan, 2007:212. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 Tartışma Tutum ve Tutumların Ölçülmesi • Öğrencilere eğitim hayatlarında af çıkarılması hakkında duygusal olarak (iyi-kötü) ne hissediyorsunuz? • Düşüncelerinizi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “tartışma forumu” bölümünde paylaşabilirsiniz. Fishbein’in Beklenti-Değer Tekniği Beklenti-Değer Tekniği, inançların tutumu belirleyici niteliğine verdiği önemden dolayı pazarlama araştırmalarında sıklıkla kullanılmıştır. Fishbein ve Ajzen (1974), tutumun, bir değerlendirme bileşenine ek olarak, ayrıca bir inanç bileşenini de kapsaması durumunda, daha iyi bir tutum-davranış uyumunun gerçekleşebileceğine değinmiş ve ‘Beklenti-Değer Modeli’ni geliştirmişlerdir. Bu modelde; bir tutum alanının gerisinde yatan her bir inancın ağırlık derecesinin, onun tutum nesnesiyle kurduğu ilişkinin gücüne bağlı olduğu iddiası yer alır. Tablo 2.5. Fishbein Beklenti-Değer Ölçeğinde Yer Alan Maddeler FISHBEIN ÖLÇEĞİ Politikacılara yönelik tutum Aşağıdaki ifadelerden her birini, onlara ne derecede inandığınızı göstermek üzere, aşağıdaki ölçek üzerinden değerlendiriniz. Aşağıdaki 4 vasıftan her birini, şu ölçek üzerinden değerlendiriniz. -10 = Hiç arzu edilmeyen 0 = Kesinlikle doğru değil 0 = Nötr 10 = Kesinlikle doğru 10 = Çok arzu edilen Politikacılar: - Güvenilmez - Güvenilmez - Dürüst - Dürüst - Sahtekar - Sahtekar - Zeki - Zeki Kaynak: Fishbein ve Ajzen, 1975’den aktaran Hogg ve Vaughan, 2007:213. Fishbein’in tekniği, diğerlerine göre daha yeni bir tekniktir ve bazı eleştirilere rağmen, pazarlama ve tüketici araştırmalarında, politika alanında ve pek çok tutum konusunun ölçümünde gözle görülür bir etki ortaya çıkarmıştır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 Özet Tutum ve Tutumların Ölçülmesi •Tutumlar, sosyal psikologların ilgisini çeken temel kavramlardan biridir. Tutumun yapısıyla ilgili kuramlar, tutumların sosyal açıdan anlamlı nesnelere (insanlar ve meseleler de dâhil olmak üzere) ilişkin uzun süreli ve genel değerlendirmeler olduğu konusunda uzlaşırlar. Tutumun yapısı en çok bilişsel açıdan incelenmiştir. Heider’ın denge kuramı, insanların kendi inançlarında içsel olarak tutarlı olmaya çalıştıkları varsayımına olan ilgiyi artırmıştır. Tutumlara ilişkin geliştirilen öğrenme kuramları, sosyal yargı kuramı, işlevsel kuram ve tutarlılık kuramları tutuma ilişkin varsayımları özetleyen üst başlıklardır. Tüm bu kuramlar, tutumun bilişsel, duygusal ve davranışsal öğeleri arasındaki ilişkiyi analiz etmektedir. •Tutum ve davranış arasındaki ilişki, hâlâ tartışmalı bir konu olmayı sürdürmektedir. Araştırmaların çoğu ikisi arasında bir uyum olduğunu gösterse de, literatürde tam tersi sonuca varan araştırmalar da mevcuttur. Tutumlar bilişsel, duygusal ve davranışsal öğelerden oluşur. Tutumlar konusunda araştırmaların hemfikir olduğu bir diğer saptama ise; tutumların öğrenildiği, yaşam deneyimi, koşullama, izleyerek öğrenme ve kendi davranışlarından benlik algısı yoluyla çıkarsama yapma gibi yollarla oluşabildiğidir. Tutumları ölçmek ise hem önemli hem de oldukça zor bir iştir. Bu alanda çalışanlar kendi adlarını taşıyan (Bogardus, Thurstone, Likert, Guttman, Osgood, Fishbein) ölçekler geliştirerek insanların çeşitli konulara yönelik tutumlarını ölçmeye çalışmışlardır. Her bir ölçeğin güçlü ve zayıf yanları söz konusudur. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19 Tutum ve Tutumların Ölçülmesi DEĞERLENDİRME SORULARI Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz. 1. Aşağıdakilerden hangisi tutum kavramının tanımıdır? a) Tutum, herhangi bir olayı/nesneyi/ilişkiyi görmek, duymak, tatmak, koklamak, dokunmak, hissetmektir. b) Tutum kavramı genel olarak; “bireyin çevresindeki herhangi bir olgu veya nesneye ilişkin sahip olduğu tepki eğilimini” ifade etmektedir. c) Tutum, yaygın bir biçimde paylaşılan bütünlüklü inanç sistemidir. d) Tutum, kendimiz de dahil olmak üzere etrafımızdaki şeylerin ne olduğuna dair anlamsal malumattır. e) Tutum, bireylerin toplumsal kodlara uyum sistemidir. 2. Aşağıdaki seçeneklerden hangisi tutumları oluşturan ögelerin tamamını bir arada vermektedir? a) Tutum-algı-iletişim b) Bilişsel yapı-şema-stereotip c) Bilişsel öge-duygusal öge-davranışsal öge d) Duygusal öge-algı-davranışsal öge e) Çelişki-denge-tutarlılık 3. Aşağıdakilerden hangisi tutumların temel işlevleri arasında sayılamaz? a) Bilgi b) Araçsallık (hedefe ulaştıran araç) c) Egoyu savunma (kişinin kendi öz-saygısını koruma) d) Kişilerarası ilişkilerde iktidar alanı sağlama e) Değer ifade etme (kişilerin kendilerini özgün biçimde tanılayıp tanımlamalarına olanak verme) 4. Çağrışım, pekiştirme ve taklit yoluyla tutumların öğrenildiğini söyleyen tutum kuramı aşağıdakilerden hangisidir? a) Sosyal yargı kuramı b) İşlevsel kuram c) Tutarlılık kuramları d) Denge kuramı e) Öğrenme kuramı 5. ABD’de ulusal ve ırkçı tutum ve davranışların ölçülmesi için, sosyal uzaklık ölçeği de denilen ölçeği geliştiren ve sosyal mesafeyi olumludan olumsuza doğru sıralanan yedi cümleyle değerlendiren araştırmacı aşağıdakilerden hangisidir? a) Guttman b) Fishbein c) Heider d) Bogardus e) Osgood Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20 Tutum ve Tutumların Ölçülmesi 6. Aşağıdakilerden hangisi tutumların yapısına ilişkin özellikler arasında sayılamaz? a) Tutumlara doğuştan sahip olunmaz, onlar sonradan kazanılır. b) Tutumlar geçici düşünsel durumlar değillerdir ve bir kez ortaya çıktıktan sonra, az ya da çok belli bir süre devam ederler. c) Tutumlar, birey ile nesneler arasındaki ilişkilere tutarlılık, kararlılık ve düzenlilik kazandırırlar. d) İnsan-nesne ilişkisinde, özellikle tutumlar aracılığıyla belirlenen bir etkilenmegüdülenme süreci ortaya çıkmaktadır. e) Tutumlar, anlık olarak oluşurlar ve süreklilik arz etmezler. 7. Aşağıdaki seçeneklerden hangisi kişilik ve tutum arasındaki ilişkiyi nedensel olarak kurmaktadır? a) Kişilikler bireylerde farklı duygulanma, algılama ve kavrama özellikleri ortaya çıkarması nedeniyle tutumları etkilemektedir b) Kişiliklerin oluşumunda genetik (kalıtsal) unsurların belirleyiciliği hakimdir ve bu nedenle tutumlar hayat boyut sabit ve statik yapıda kalır c) Kişiliği oluşturan unsurlardan biri de ailedir, birey aile içinde geliştirdiği tüm tutumlarını dışarıdaki kişi ve gruplara da göstererek genelleştirir. d) Kişilik yapısı bireyin empati düzeyini, buradan hareketle de tutumlarını belirler e) Kişiliği oluşturan unsurlardan biri olan toplumsal çevre, bireyin tutumlarını tamamıyla belirleyen kodlar sunmaktadır, bireyler de kişiliklerine sinen bu tutumları aynen çevrelerine aksettirmektedirler. 8. Aşağıdakilerden hangisi tutuma yönelik tutarlılık kuramları arasında sayılamaz? a) Heider’in denge kuramı b) Rosenberg ve Abelson’un bilişsel dengeleme kuramı c) Smith, Bruner ve White’ın kuramı d) Osgood ve Tannenbaum’un uygunluk kuramı e) Newcomb’un objektif denge kuramı 9. Aşağıdakilerden hangisi tutum ölçeklerinde yazılan ifadelerle ilgili olarak dikkat edilmesi gereken hususlar arasındadır? a) Şu andan çok geçmişe atıf yapan tutum cümlelerinden kaçınmak b) Gerçek olayları yorumlayan veya gerçek olaylara dayalı olarak yorumlanabilecek ifadelerden kaçınmak c) Hakkında birden fazla yorum yapılabilecek ifadelerden kaçınmak d) Ele alınan psikolojik konu ile ilişkisiz tutum cümlelerinden kaçınmak e) Hepsi 10. Katılımcılara bir dizi tutum cümlesi sunduktan sonra beş puanlık bir ölçek kullanarak (“kesinlikle katılıyorum”, “katılıyorum”, “kararsızım”, “katılmıyorum”, “kesinlikle katılmıyorum” ) her bir cümleye ne derecede katıldıklarını ölçmeye dönük ölçeğe ne ad verilir? a) Bogardus Ölçeği b) Likert Ölçeği c) Guttman Ölçeği d) Fishbein Ölçeği e) Osgood Ölçeği Cevap Anahtarı 1.B, 2.C, 3.D, 4.E, 5.D, 6.E, 7.A, 8.C, 9.E, 10.B Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21 Tutum ve Tutumların Ölçülmesi YARARLANILAN KAYNAKLAR Anderson, L. W. (1991). “Tutumların Ölçülmesi”. çev. Nükhet Çıkrıkçı. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi. 24 (1). 241-250. Arkonaç, S. (2008). Sosyal Psikolojide İnsanları Anlamak: Deneysel ve Eleştirel Yaklaşımlar. Ankara: Nobel. Aziz, A. (1990). Araştırma Yöntemleri-Teknikleri ve İletişim. Ankara: İletişim Araştırmaları Derneği. Freedman, J. L., Sears, O. D. ve Carlsmith, J. M. (2003). Sosyal Psikoloji. çev. Ali Dönmez. Ankara: İmge. Higgins, E. T. and Kruglanski, A.W. (1996). Social Psychology: Handbook of Basic Principles. NY: The Guilford Press. Hogg, M. A. Vaughan, G. M. (2007). Sosyal Psikoloji. çev. İbrahim Yıldız ve Aydın Gelmez. Ankara: Ütopya. Krech, D. ve Crutchfield, R.S. (1994). Sosyal Psikoloji. çev. Erol Güngör. İstanbul: Ötüken Neşriyat. Morgan, C. (1995). Psikolojiye Giriş, Ankara: Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü Yayınları. Yayın No: 1. Morris, C. G. (2002). Psikolojiyi Anlamak. Çev. ve ed. H. Belgin Ayvaşık ve Melike Sayıl. Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları. No: 23. İnceoğlu, M. (2004). Tutum Algı İletişim. Ankara: Kesit Tanıtım. Kağıtçıbaşı, Ç. (1996). İnsan ve İnsanlar. İstanbul: Evrim Yayınları. Köklü, N. (1995). “Tutumların Ölçülmesi ve Likert Tipi Ölçeklerde Kullanılan Alternatif Seçenekler”. Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 28 (2). 81-89. Karaca, E. (2006). “Öğretimde Planlama ve Değerlendirme Dersine Yönelik Bir Tutum Ölçeği Geliştirme”. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. 16. 213-230. Şerif, M. ve Şerif, C. W. (1996). Sosyal Psikolojiye Giriş II. çev. Mustafa Atakay ve Aysun Yavuz. İstanbul: Sosyal. Tavşancıl, E. (2006). Tutumların Ölçülmesi ve SPSS ile Veri Analizi. Ankara: Nobel. BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR Cüceloğlu, D. (1996). İnsan ve Davranışı: Psikolojinin Temel Kavramları. İstanbul: Remzi Kitapevi. Freedman, J. L., Sears, O. D. ve Carlsmith, J. M. (2003). Sosyal Psikoloji. çev. Ali Dönmez. Ankara: İmge. Hartley, P. (2010). Kişilerarası İletişim. çev. Ülkü Doğanay, vd. Ankara: İmge. Tolan, B. Isen G. ve Batmaz, V. (1985). Ben ve Toplum. Ankara: Teori Yayınları. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22 HEDEFLER İÇİNDEKİLER SOSYAL ETKİLER VE TUTUM DEĞİŞİMİ • • • • • • Sosyal Etki Sosyal Etkinin Bileşenleri Sosyal Etki Çeşitleri Sosyal Etki Ortamları Tutum Değişimi Araştırmaları Tutum Değişimini Etkileyen Faktörler • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • Sosyal etki kavramını tanımlayabilecek, • Sosyal etkinin bileşenlerini kavrayabilecek, • Sosyal etki çeşitlerini açıklayabilecek, • Sosyal etki ortamlarını ayırt edebilecek, • Tutum değişimi araştırmalarını açıklayabilecek, • Tutum değişimini etkileyen faktörleri sıralayabileceksiniz. İKNA VE İKNA PSİKOLOJİSİ ÜNİTE 3 Sosyal Etkiler ve Tutum Değişimi GİRİŞ Yaşamlarına topluluklar halinde devam etmeye başladıkları günden bu yana, insanların birbirlerini etkileme istek ve çabaları sosyal psikolojinin en temel ilgi alanlarından birini oluşturmuştur. Günümüze kadar bu konu başlığı altında, insanların birbirleriyle iletişime geçme süreçlerinde birbirlerini etkilemeleri, tutumlarını oluşturan düşünce, duygu ve davranışlarını diğerlerine benimsetme istekleri incelenmiştir. Günümüzde birey; aile, arkadaş ve okul çevresi, kitle iletişim araçları (gazete, radyo, televizyon, dergi, internet vs.) gibi pek çok kaynağın etkisi altındadır. İnsanların birbirlerinin tutum, duygu ve davranışlarını etkileme çabasına sosyal etki adı verilmektedir. Sosyal etki yoluyla değiştirilmeye çalışılan tutum, duygu veya davranış; siyasi, sosyal ya da ekonomik nitelikte olabilir. Tüm bu alanlarda gerçekleştirilen faaliyetlerle sosyal etkinin hedefinde bulunan birey etkilenmeye çalışılır. Tutum değişiminin gerçekleşebilmesi için belirli bir soruna ya da konuya ilişkin olarak, belirli bir tutumu olan ve başkalarını bu tutuma inandırmaya çalışan bir iletişimci ya da kaynağın bulunması zorunludur. Bu süreç, aynı zamanda tutumları değiştirilmek istenen bir hedefi, yani bireyin varlığını da kapsar. Kaynak tarafından hazırlanan mesajların bireylere çeşitli araçlarla/yollarla iletilmesinin ardından olası bir tutum değişimi beklenir. Bu bölümün amacı; bireylerin tutumları üzerinde etkide bulunan sosyal etkinin türlerini ve bileşenleri analiz etmek, aynı zamanda tutum değişiminde rol oynayan faktörleri ve tutum değişimi araştırmalarını incelemektir. SOSYAL ETKİ Sosyal psikoloji “bireylerin düşünce, duygu ve davranışlarının başkalarının gerçek ve hayali varlığı karşısında nasıl etkilendiğini anlama ve açıklama çabası” olarak tanımlanabilir. Bu nedenle sosyal etki araştırmaları, sosyal etkiyi irdeleyen sosyal psikolojinin kapsamındaki temel araştırmalardır. Bireylerin tutumlarının, içinde yaşadığı toplumsal çevre tarafından nasıl etkilendiğini konu alırlar. Sosyal etki araştırmaları, 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra sosyal psikoloji alanında yoğunluk kazanmaya başlamıştır. Araştırmaların çoğunluğu, grupların ya da bireyin tutum ve davranışları üzerinde denk bir baskı açığa çıkaracak çoğunlukların, etkilerine odaklanmıştır (Burr, 2002:34). Sosyal yaşam, tartışma, çatışma ve anlaşmazlıklarla dolu bir yapıdadır. Böylesi bir ortamda bireyler ya da gruplar ikna, karşı sav, örnek, emir, propaganda ya da güç yoluyla başkalarının düşünce, duygu ve davranışlarını değiştirmeye çalışırlar. İnsanlar kendilerine yönelik etkileme girişimlerinin farkında olabilirler ve farklı etki türleri karşısında, kendilerinin ve başka insanların nasıl etkilendiğiyle ilgili olarak çeşitli izlenimler oluşturabilirler. Sosyal yaşam, sosyal normlar ve bilgi tarafından da biçimlendirilir (Hogg ve Vaughan; 2007:270). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 Sosyal Etkiler ve Tutum Değişimi Bireysel Etkinlik Sosyal normlar bireyin kültüre, gruplara ve topluma uyumunu sağlamayı hedefler. Sosyal normlar kapsamında kültürel normlar, grup normları ve toplumsal roller sayılabilir. Sosyal normlar, karşımızdakilerin bizden nasıl davranmamızı beklediklerine ilişkin bir kılavuzdur, bizim nasıl davranacağımız konusunda bir rehber işlevi görür. Normlara uyulduğunda, diğerleri tarafından kabul edilmek daha kolaydır ve davranışlarımız normal olarak görülür. Ancak bu normlar çiğnendiğinde, diğerleri tarafından dışlanmak, geri çevrilmek riskini almış oluruz. Yani toplumsal sevilme, sayılma, kabul görme normlara uyması karşılığında bireye verilen ödüller; reddedilme, dışlanma da normlar çiğnendiğinde verilen cezalardır. Böylelikle bireyin sosyal normlara uymasını sağlayacak bir mekanizma işler. • Sizce bireyin üzerinde etkili olan en önemli sosyal etki kaynağı ve biçimi nedir? SOSYAL ETKİNİN BİLEŞENLERİ İnsanın toplumsal bir varlık olması, diğerleri ile etkileşimini öne çıkarr. Bu bağlamda, sosyal etki açığa çıkar. Nitekim sosyal etkinin çok sayıda bileşeni bulunurr. Bunları çeşitli başlıklar altında ele almak mümkündür. Sosyal Normlar İnsan, toplum içinde yaşarken belirli kurallara ve toplumsal beklentilere uymak zorundadır. Bu kural ve beklentilere sosyal norm adı verilir. Sosyal normlar, yazılı olmayan toplumsal kurallar olarak ifade edillir. Bir toplumun sosyal normları, diğer insanlarla etkileşimde kullanılacak davranışın sınırlarını önceden belirlediği için, davranışı önceden kestirme olanağı verir. Böylece karşıdaki kimsenin davranışının ne olacağını her an ‘tahmin etmek’ zorunda kalmayız. Sosyal normların tanımında üç özellik öne çıkar: Belirli bir sosyal durumda davranışın ne olması gerektiği konusunda görüş birliği Davranışın ne olacağı hakkında grubun üzerinde anlaştığı bir beklenti Beklenilen davranış gerçekleştirilmediği zaman herkesin ‘ceza vericiliği’ üzerinde anlaştığı bir tepki Kültürel normlar, grup normları, toplumsal roller, sosyal normların bileşenleridir. Sosyal normlar, belirli durumlarda nasıl davranılması gerektiği hakkında yol göstericiliği olan, beklenilen davranış gerçekleştirilmediğinde ceza verici bir tepki doğurarak yaptırım gücü ortaya çıkaran kurallardır (Cüceloğlu, 1996:546-547). Birçok durumda, diğerlerinin bizden nasıl davranmamızı beklediğine ilişkin bir fikrimiz vardır. Bu, sosyal normlar tarafından oluşturulur. Sosyal normlar; kültür normlarını, grup normlarını ve toplumsal rolleri kapsar. Normlar birdenbire Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 Sosyal Etkiler ve Tutum Değişimi oluşmazlar, bir süreç gereklidir. Ancak bir kere benimsendikten sonra dinamik baskı araçları şekline dönüşürler. Kültürel Normlar Kültürleme, kültürün bireyi etkilemesi, kültürlenme bireyin kültürden etkilenmesidir. Kültürün, ‘bakmak’ ve ‘yetiştirmek’ anlamına gelen Latin fiillerinden colere veya cultura’dan geldiği kabul edilir. Kültürle ilgili yapılmış pek çok tanım vardır. Sözcük, toprağı ekip biçerek işleme düşüncesine mecazi bir anlam yükleyerek türetilmiştir. Kültürün birden fazla tanımının yapılmış olması, kültür tanımı yapanların konularının temelde çok farklı olması ve kendi bilimsel alanlarıyla ilgili bakış açılarından hareketle tanımlamalar yapmalarındandır. Kültür, “belirli insan topluluklarınca oluşturulan değerler, örf ve adetler ve diğer kişilerarası ilişkilerin sonuçlarının tamamı” olarak tanımlanmaktadır. Kültür üzerine yapılan tüm tanımlamaların ortak yönü ise, kültürün öğrenilmiş davranışlar topluluğu olması, toplumun üyelerince paylaşılması, değişebilmesi, insanın biyolojik ve psikolojik gereksinimlerini karşılaması ve bütünleyici bir eğilim taşımasıdır. Kültür aynı zamanda, bireysel düşünceler ya da yaşanan olaylar sonucu çeşitli gruplarla paylaşılanlara, davranışlardan daha ziyade düşünceleri, kanıları, inançları içeren düşünsel düzeylere, ussal olmayan duygusal değer yargılarına ve toplumsal hayatın bilinç dışında oluşan durumlarına da işaret etmektedir (Becerikli, 2007:90). Toplumdaki belirli bir kültürel yapı, toplumu oluşturan bireyleri etkileyerek, bireylerin toplumsal ilgileri, istekleri ve ihtiyaçlarının şekillenmesine yol açmaktadır. Bu kültürel yapı ve kişinin öğrenme davranışı arasında önemli bir ilişki vardır. Kişinin öğrenme süreci kişiliğini doğrudan etkileyen etkenler arasındadır. Bu durumda birey, içinde bulunduğu kültürel yapıda öğrendiklerinin yanında yeni özellikler de elde ederek kişiliğini şekillendirmektedir. Bu öğrenme süreci, toplumdaki kültürel unsurların etkisi ile anlamlı bir bütünlük sergilemektedir (Ertürk, 2010:285). Kültürün özellikleri şu şekilde sıralanabilir (Ertürk, 2010: 287): Kültür öğrenilir. İçgüdüsel ya da kalıtsal değil, her bireyin doğduktan sonraki yaşantısı içinde kazandığı alışkanlıklardır. Kültür, bir kuşaktan diğerine geçerek süreklilik taşır. Kültür, toplumsaldır. Bir grubun üyeleri tarafından paylaşılan alışkanlıklar, kabul edilen davranış, tutum ve değerler o grubun kültürüdür. Kültür, çoğunlukla ideal kurallardan ve davranış örüntülerinden oluşsa da bireysel tutum ve davranışlar önemli ölçüde ‘ideal’den ayrılır. Kişiler aynı kültürün üyeleri oldukları hâlde her zaman kültürel ideale uygun hareket etmezler. Öyleyse bütün davranışlar kültürel ya da ideal değildir. Kültürel faaliyet bir eylem biçimidir. Çünkü eylem bir amacı gerçekleştirmek üzere, ilişkisellik taşıyan ve bir yöntem kullanılarak gerçekleştirilen davranış dizisi zinciridir. Bir işin başından bitirilmesine dek pek çok davranışın sergilenmesi gerekebilir. Bir işin amacına uygun Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 Sosyal Etkiler ve Tutum Değişimi olarak yapılıp bitirilmesi bir eylemdir. Eylemin başarıya ulaşması davranışın istenilen sürede ve yeterlikte yapılmasına bağlıdır. Kültür, toplumlara ve zamana göre değişen dinamik bir yapıdadır. Kültür aynı zamanda toplumsal denetimi sağlama araçlarından biridir. Ayrıca toplumları birbirinden ayıran temel özelliktir. Kültürün toplum içindeki grup ve bireyleri etkileme süreci ‘kültürleme’dir. Bireyin, toplumsal kültürü benimseme sürecidir. Kültürlenme, geniş anlamda toplumsallaşma süreci ile eş anlamlıdır. Kültürleme, kültürün bireyi etkilemesi, kültürlenme bireyin kültürden etkilenmesidir (Ertürk, 2010:289). Grup Normları Gruplar, birden fazla üyesi olan, aralarında ortak bir bilinç, hareket bilinci ve etkileşim olan topluluklardır. Günümüz toplumlarında, kişiler bireyselliklerini korurken bir yandan da çeşitli gruplara girerek aidiyet duygularını geliştirmektedirler. Davranış bilimleri, davranış üzerindeki sosyal etkileri incelerken birey ve grup olmak üzere iki genel yaklaşım üzerine odaklanır. Davranışı etkileyen en geniş kapsamlı grup etkisi toplum ve kültür etkisinde kendini gösterir. Bireylerde olduğu gibi, varlıklarını korumak ve süreklilik sağlayabilmek için mücadele eden gruplar, birbirleriyle etkileşim hâlinde bulunurlar (Ertürk, 2010:252-253). Tutum değişiminde kişinin içinde bulunduğu gruplar da önemli rol oynar. Grup, kendilerini aynı toplumsal kategorinin üyeleri olarak algılayan, kendilerine ilişkin ortak tanımlamada bazı duygusal bağlılıklar geliştiren, gruplarının değerlendirilmesiyle ilgili herkesin hemfikir olduğu bir düzeye ulaşmayı başaran ve bunun bir üyesi olan topluluk olarak tanımlanabilir (Brown, 2007:139). Gruplarda bulunması gereken özellikler (Ertürk, 2010:253-254): İki ya da daha fazla kişinin ismen veya tip olarak tanımlanabilir üyeliğinin olması Kendilerini bir grup olarak gören üyelerde kolektif bir birlik algısı, birbirleri ile bilinçli bir özdeşleşme, yani grup bilincinin olması Grup üyelerinin ortak hedef düşüncesi ile hareket etmeleri Grup üyelerinin ortam amaçlarını başarıya ulaştırmak için birbirlerine bağlı olmaları Grup üyelerinin görüş alışverişinde bulunarak birbirleriyle etkileşim halinde olmaları Grubun adeta tek kişilik bir örgütlenmeymiş gibi bireysel olarak hareket etmesi Gruplar da tıpkı bireyler gibi, yapıcı ve birleştirici nitelikleri olan, sosyal düzene sahip olan oluşumlardır. Grup içindeki etkileşimler grup dinamiğini oluşturur. Grup dinamiği, grubun kendi içindeki kişilerarası etki ve tepkileri ele aldığı gibi grubun bir birim olarak dış şartlara bağlılığını ve grubun diğer gruplarla ilişkilerini de kapsar. Gruplar, bireysel yargılar üzerinde etkilidir. Grup üyeleri tek başlarına daha çekingen ve temkinli davranırken, grup içinde daha fazla risk Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 Sosyal Etkiler ve Tutum Değişimi almaya yönelebilirler. Grup normları insanlar üzerinde güçlü etki açığa çıkarabilir. Grup normları, bir grup üyesinin ne şekilde davranması gerektiğini anlatan ortak inançlardır: Hem betimleyici, hem de emredicidir (olan ve olması gereken) (Hogg ve Vaughan, 2007:329). Tutumlarda etkili bir değişikliğe yol açmak için atılacak en önemli adım, kişinin söz konusu hususla ilgilenmesini sağlamaktır. Bireyde kişisel ilginin ortaya çıkarılması gerekir. Yalnızca bilgilendirme ya da ikna yoluyla tutum değişikliğinin etkisiz kalabilmesinin nedenlerinden biri, değişikliğin çoğu zaman bireyin değer verdiği grup bağlarının kopması anlamına gelmesidir. Ancak, grup üyeleri arasında çok önemli bir konuda yoğunlaşan sosyal bir etkileşim gerçekleşirse, birey grubun yeni kararı ya da normu yönünde tutumunu değiştirebilir. Bu koşullar altında grubun yeni normu, bireyin kendi normu hâline gelir. Bireyin grup normlarına ve kararlarına kişisel olarak da katılması, tutum ve davranışlarda etkili bir değişikliğe yol açabilir (Şerif ve Şerif, 1996:547-548). Grup-birey etkileşimini ele alan araştırmalar ve kuramsal yaklaşımlar üç bölümde toplanabilir. Bunlardan birincisi grup içinde norm gelişmesi ve bireyin bu norma uyması ile ilgili çalışmalardır. İkinci kısım araştırmalarda, grubun bireyin tutum değişimiyle ilişkisi incelenir, grup, bireyde tutum değişmesi ortaya çıkaran ya da tutum değişimine engel olan bir güç olarak ele alınır. Üçüncü kısım araştırmalarda da grubun iş üretimi ile bireyin iş üretimi karşılaştırılır ve bireyin verimliliğine grubun etkisi incelenir. Grup-birey ilişkileri aynı zamanda riske girme davranışı için de ele alınır. Toplumsal Roller Roller, gruplara düzen getirir ve bireyin benlik tanımını oluşturmasına yardımcı olur. Sosyal bilimciler tutumlar üzerine araştırmalar yaparken iki yararlı kavram kullanırlar: Statü ve roller. Statü, belirli bir zamanda bir kişi tarafından işgal edilen bir konum ya da yürütülen bir işlevdir. Rol ise; bir statüyü işgal eden bir kişiden beklenen davranışlar dizgesidir (Morgan, 1995). “Rol” terimi esasında tiyatrodan gelen bir kavramdır. Çeşitli rollerden söz edilirken, bir performans sırasında aktörlerin oynadıkları şey kastedilir. Bazı sosyal bilimciler bunu genel anlamda toplumsal yaşam için bir benzeşme olarak kullanırlar. Kavram, gündelik hayatın oldukça büyük bir kısmında ‘sahnede olduğumuz’ iddiasına dayanır, yani bizler için daha önceden belirlenmiş rolleri oynarız (Hartley, 2010:171). Toplumsal roller, gündelik yaşam içinde işlevsel bir biçimde kullanılır. Örneğin, toplumsal rollerin en temel işlevlerinden birisi iş bölümü sağlamasıdır. Çünkü rol farklılaşması ile sağlanan iş bölümü, grup üyeleri arasında önemli bir motive edici faktör olan grup hedefinin elde edilmesini kolaylaştırır. Rollerin ikinci işlevi, grubun varlığına düzen getirmesidir. Roller, kişinin kendi davranışları hakkındaki beklentileri gösterir. Bu şekilde grup hayatı düzenlilik kazanmış olur. Roller ayrıca kim olduğumuzu, kendimize ait benlik tarifimizi Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 Sosyal Etkiler ve Tutum Değişimi şekillendirir. Toplum, bireyin bir role sahip olmasını ister, bireyden bunu bekler. Aynı şekilde grup içinde de karışıklığın olmaması için bireyin bir role ihtiyacı vardır. Yaşamda insanların üstlendiği birden fazla rol vardır. Bazısı yüksek statü işgal ederken, bazıları toplumsal ve öğrenilmiş rol davranışlarıdır. Örneğin, bir bankanın genel müdürlüğü yüksek statülü bir roldür. Aynı kişinin baba olması ve çocuklarına ilgi göstermesi toplumun ondan beklediği baba rol modelidir (Ertürk, 2010:257). Hartley (2010:172-174) toplumsal rollere ilişkin bir takım kavramlar tanımlamıştır. Bunları, ‘rol dizisi’, ‘rol çatışması’, ‘rol gerekleri’ ve ‘müzakere edilen roller’ şeklinde sıralamak mümkündür. Rol Dizisi Hiçbir toplumsal rol tecrit edilmiş değildir. Verili rol her zaman diğer rollerle ilişki içindedir. Öğrencileriniz yoksa öğretmen olmanız zordur. Verili roller dışındaki rollere, rol dizisi adı verilir. Rol dizisindeki bu roller için önemli olan; her birinin, asıl rolden talepte bulunmasıdır. Asıl rol olarak öğrencileri ele alalım. Her öğrenci, bir öğrenci olarak nasıl davranması gerektiğini bilir. Diğer rollerdeki insanların ondan belli bir şekilde davranmasını beklediğini de bilir. Rol Çatışması Rol çatışması, farklı beklentiler arasında bir uyuşmazlık varsa ortaya çıkar. Rol çatışmalarının çeşitleri vardır. En belirgin olanı ‘rol göndericileri arasındaki çatışma’dır. Öğrenci örneğine geri dönecek olursak, öğrenci öğretmenlerinin tam anlamıyla kendini derslerine adamasını beklediklerini ve diğer öğrencilerle bir araya geldikleri toplumsal etkinliklerde bulunmasını talep ettiklerini görecektir. Öğrencinin düşünmesi gereken başka çatışan baskılar da olabilir. Rol Gerekleri Bir rolün uygulayıcıları farklı şekillerde davranır görünürse, bu, rol gereklilikleri konusunda farklı görüşlere sahip olduklarındandır. Herhangi bir rol, kendisi ile özdeşleştirilen daha geniş yükümlülüklerden sorumludur. Müzakere Edilen Roller Ortaya çıkmış olan bir diğer yaklaşım ise; toplumsal rollerin ne tamamıyla ortaya konduğuna ne de daha önceden belirlenmiş olduğuna vurgu yapar. Tiyatro benzetmesine geri dönecek olursak, pek çok oyunda, oyuncular için tüm replikler ve sahneleme talimatları genellikle yazılıdır. Ancak yönetmen ve oyuncular rolleri nasıl yorumladıklarına bağlı olarak oyunda inanılmaz değişiklikler yapabilirler. Beraber çalışmayı bilirler ve bir rolün diğerleriyle nasıl bağlantı kurduğuna dair bir plan yapmaları gerekir. Diğer bir deyişle roller müzakere edilir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 Tartışma Sosyal Etkiler ve Tutum Değişimi • Bireyin üzerindeki, evlenme ya da çocuk sahibi olmaya yönelik olarak işleyen sosyal etkinin düzeyi günümüzde hâlâ güçlü bir biçimde sürmekte midir? • Düşüncelerinizi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “tartışma forumu” bölümünde paylaşabilirsiniz. SOSYAL ETKİ ÇEŞİTLERİ Sosyal etkinin bileşenlerini ele aldıktan sonra, sosyal etki oluşumunun çeşitleri incelenebilir. Morton Deutsch ve Henry Gerard (1955) iki tür sosyal etki olduğunu belirtirler. Diğer bir deyişle sosyal etki oluşumunu iki tür kaynaktan birine bağlarlar: Sosyal kurallara bağlı sosyal etki ve bilgiye dayalı sosyal etki (aktaran Sakallı, 2006:27-28). Sosyal Kurallara Bağlı Sosyal Etki Birey üzerindeki sosyal kurallara bağlı olarak oluşan sosyal etki, ödüllendirme ve cezalandırma mekanizmalarıyla bireyin topluma uyumunu sağlar. Sosyal kurallara bağlı sosyal etki; bir insanın gruptan veya diğer bir insandan ödül almak (sevilme, sayılma, kabul görme) veya cezadan kaçınma (reddedilme, nefret edilme) için uyum sağlanması ve emirlere boyun eğmesi durumunda oluşur. Bu tür sosyal etkide, insanlar, diğerlerini memnun etmek isterler. Uyumun nedeni sosyal onay almak, kabul görmek veya reddedilmekten kaçınmaktır. Sosyal kurallara bağlı olan sosyal etki, ayrıntılı bir biçimde 4. ünitede ele alınacak ‘uyum’ konusuyla bağlantılıdır. Bu sosyal değişme, çevredekilerden onay almak amacıyla topluluk içinde oluşur. Eğer bu kişi grup içinde değilse, o davranışa devam etmeme oranı yüksektir. Bilgiye Dayalı Sosyal Etki Bilgiye dayalı sosyal etki; bireylerin doğru ve tam bilgi elde etmek için diğer bir kişiye veya gruba uymasıyla oluşur. Sosyal psikologlara göre, hiç kimse her durumda nasıl davranması gerektiği konusunda doğru bilgiye sahip değildir. Bu bilgilere, diğer insanların ne yaptığı incelenerek ve gözlemlenerek ulaşılabilir. Eğer bir durumda nasıl davranılacağı bilinemiyorsa, etraftakilere bakılıp onların davranışlarının doğruluğuna inanılarak onlar gibi davranılır. Böyle bir uymada sosyal açıdan onay alma ve cezadan kaçınma öncelikli değildir. Önemli olan, bilinmez konu hakkında doğru bilgiye ulaşma çabasıdır. Bilgiye dayalı sosyal etki daha çok grup düşüncesinin kabul edilmesiyle ilgilidir. Bu sosyal etki kalıcı bir değişme ortaya çıkarır. Yani, kişi aynı grup içinde olmasa da davranışına devam eder; bu, sosyal değişmenin etkili ve uzun süreli olması anlamına gelir. İnsanlar doğru davranış kodlarını bulmak ve korumak için diğerlerini izler ve insan davranışları diğerlerininkinden etkilenir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 Sosyal Etkiler ve Tutum Değişimi SOSYAL ETKİ ORTAMLARI Kişilerarası düzlem, birey-grup iletişiminin olduğu düzlem ve kitle iletişim araçlarıyla kurulan düzlem, sosyal etkinin oluştuğu kaynaklardır. Toplum ve kültür, tutum ve davranışları etkileyen tüm unsurlar arasında en geniş kapsamlı olanlarıdır. Pek çok kimse bu etkilerden ender olarak sıyrılır ya da hiç kurtulamaz. Kültürel ve sosyal normlar, yaşamımızın tüm koşullarını belirler. Kişi, kültürel değer ve normları toplumsallaşma denilen süreç yoluyla kazanır. Pek çok kültürde, birçok çocuk için ilk toplumsallaşma kaynağı, toplumun temel davranış biçimlerini öğreten ailedir. Okul gibi kurumlar da, toplumsallaşmanın ilk kaynaklarından olup; toplum içinde yaşamı sürdürebilmek için gerekli temel becerilerin kazanılmasında rol oynar. Hem aile hem de okul, kültürün başat değer ve uygulamalarının bazılarını aktarırlar (Morgan, 1995:390). İletişim sürecinin amacına odaklanarak yapılan bu ve benzeri birçok tanımda, iletişimin temel işlevinin ‘hedef üzerinde belirli bir etki açığa çıkarmak’ olduğu vurgulanır. Diğer bir deyişle, iletişimde varılmak istenen nokta, hedef kitlede kaynağın amacına hizmet edecek bir etkinin oluşumudur. Bu nedenle sosyal etki ve ikna, hem kuramsal hem de uygulamalı iletişim çalışmaları içinde en çok ilgi gören konuların başında gelir (Demirtaş, 2004:73). Sosyal psikolojide, sosyal etki, bireysel ve toplu olarak başkalarının algılarımızı, tutumlarımızı ve davranışlarımızı etkileme sürecini ifade eder (Morris, 2002:629). Sosyal etkinin tanımından sonra, sosyal etkinin hangi tür ortamlarda gerçekleşebileceğine değinmek gerekir. Sosyal psikologlar, sosyal etkinin oluştuğu üç tür ortamdan söz ederler (Sakallı, 2006:16-21): Kişilerarası sosyal etki (birebir etkileşim) Birey-grup iletişiminin olduğu ortamlarda sosyal etki Kitle iletişim araçları ile oluşan sosyal etki Kişilerarası Sosyal Etki Kişilerarası iletişim, yüz yüze ya da birebir iletişim olarak da adlandırılır. A kişisi B kişisi ile iletişim kurduğunda, her bir mesaj, B kişisinin başka bir durumda davranacağından farklı bir şekilde davranmasına neden olabilir. Kişilerarası iletişim fikrini, ilişki fikrinden ayırmak zordur. Kişilerarası iletişimin birçok tanımı, aslında ilişkinin tanımıdır. İlişki, iki veya daha çok insan arasındaki dayanışma anlamına gelir. İnsanlar bazı koşullarda bağlantıda bulunduklarında ilişkinin içinde olurlar. Bu bağlantı; ahlaki, ekonomik, toplumsal, duygusal, coğrafi veya kültürel olabilir. Bağlantı, birbirini izleyen bazı nedenlerden dolayı isteyen veya birbirine ihtiyacı olan, iki taraf arasındaki karşılıklı bağın oluşmasına ve etkileşimin kolaylaşmasına yol açmaktadır. Ayrıca ilişki uzun süreli karşılıklı etkileşimi içerir. Bu nedenle, taraflar arasında karşılıklı değişimleri içeren, uzun süreli bağlantı gerekir. Bir kişiyle bir defa karşılaşmak ya da aynı zamanda bir tarafın başka bir tarafa mesaj göndermesi ise ilişki kapsamında değerlendirilmez (Coombs, 2004:55). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 Sosyal Etkiler ve Tutum Değişimi Bireysel Etkinlik Ledingham ve Bruning (1998) örgüt ve tüketici ilişkisinin analiziyle ilgili çalışmalarında, beş boyut ortaya çıkarmışlardır (aktaran Coombs, 2004:62): Güven Açıklık İlgi Yatırım (Emek ve zaman) Vaat (İlişki içinde kalma kararı) • Yakın ilişki içinde bulunduğunuz kişilerle kurduğunuz arkadaşlıklarınızda; güven, açıklık, ilgi, yatırım, vaat gibi boyutlar ne düzeyde bulunmaktadır? Kişilerarası iletişim sürecinin temel özellikleri (Hartley, 2010:40-50): İki katılımcı arasındaki yüz yüze görüşmelerden oluşur. Birbirine karşı değişen rolleri ve ilişkileri olan iki insanı içerir. Her zaman iki yönlüdür. Yalnızca mesajların değiş tokuş edilmesini içermez; esas olarak anlam üretimi ve değiş tokuşunu içerir. Kısmen veya tamamen amaçlıdır. Bir olay veya olaylar dizisinden ziyade devam eden bir süreçtir. Zaman içinde yoğunluk kazanır. Yüz yüze iletişimin esas olduğu kişilerarası iletişim, iki yönlü ve anlam üretimini/değiş tokuşunu içeren bir süreçtir. Kişilerarası iletişim sürecinin temel özelliklerinin yanında temel bileşenleri de bu ilişki biçiminde devreye girmektedir. Toplumsal durumlarımız, toplumsal kimliklerimizi etkilemektedir. Kendimizi nasıl gördüğümüz, diğerlerini nasıl gördüğümüzü ve sahip olduğumuz zihinsel ve bilişsel süreçler ise nasıl davrandığımızı biçimlendirmektedir. Tüm bu sürecin bileşenleri, iletişimimizi nasıl kodladığımızı ve bize yönelik iletişim kodlarını nasıl açtığımız noktasında etkilidir (Hartley, 2010:71). Birey-Grup İletişiminin Olduğu Ortamlarda Sosyal Etki Bir ortamda sosyal etki kaynağı, örneğin bir konuşmacı, bir dinleyici kitlesine seslenir ve bu grubun kendisi ile hemfikir olmasını sağlamaya çalışırsa, birey-grup iletişiminin olduğu bir ortamda sosyal bir etki çabası söz konusudur. Diğer bir deyişle, bu ortamda sosyal etki kaynağının aynı anda birçok sosyal etki hedefini etkileme, ikna etme çabası olduğundan söz edebiliriz. Bu ortam kişisel değildir, çünkü birebir ilişki yoktur. Parti liderlerinin, politikacıların seçmenler karşısında yapıkları konuşmalarla onlara kendi fikirlerini benimsetmeye çalışmaları, bireylerin grubu etkileme ortamına güzel bir örnektir. Bu tür iletişim ortamlarının en büyük avantajı aynı anda birçok kişiye seslenebilmektir. Böyle ortamlarda konuşmacının Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 Sosyal Etkiler ve Tutum Değişimi özellikleri, izleyici ve dinleyicileri etkileme stratejileri ve elbette izleyici ve dinleyicilerin özellikleri, tutum değişimine etki eden faktörlerdir (Sakallı, 2006:18). Kitle İletişim Araçları Yoluyla Sosyal Etki Modern toplumun en önemli özelliklerinden biri, iletişim teknolojisinin bireyin günlük yaşamında yoğun biçimde yer alması ve toplumdaki hemen hemen herkesin kitle iletişim araçları aracılığıyla iletilen mesajlarla karşı karşıya kalmasıdır. Simmel’e göre (2008:19) modern hayatı anlamaya yardımcı olacak en önemli iki kavram; etkileşim ile toplumsallaşmadır. Toplumsal etkileşimin yapısını ve dinamiklerini anlamak, modern dünyayı anlamanın yolu olarak işaret edilir. Günümüzde kitle iletişim araçları, toplumsal etkileşimin yapısına etki etmekte ve aynı zamanda da bu yapıdan etkilenmektedir. İnsan yaşamının ve ilişkisinin temel koşulu olan iletişim, insan faaliyetlerini anlatır. İnsanla birlikte gerçek zaman ve gerçek yerde olan sosyal bir olgudur. Belli ortam ve koşullar altında oluşur ve sürer. İnsanlar, içinde oldukları dünyayı iletişimle biçimlendirir ve anlamlandırırlar. Bu anlamlandırma ve biçimlendirmeyi, diğer insanlarla gerçekleştirdikleri karşılıklı iletişimle; ayrıca kitle iletişim araçlarının iletileriyle yaparlar. Kişilerarası iletişime göre oldukça geniş, birbirinden ayrı ve anonim bir kitleye seslenen ve genel olarak tek yönlü bir ileti akışının olduğu kabul edilen kitle iletişimi; kitap, dergi, gazete, radyo, televizyon ve internet gibi araçların kullanılması yoluyla gerçekleştirilir (Boz, 1999:41). İnsanlık tarihi boyunca iletişim, iletilmek istenen mesajın mimik, jest, resim veya çeşitli seslerle karşı tarafa aktarılmasıyla başlamış; daha sonra sözün devreye girmesi, dilin kullanılması ve en son olarak kitle iletişim araçlarıyla gelişerek günümüze kadar gelmiştir. Günümüzde kitle iletişimi, kavuştuğu karmaşık ve çok yönlü yapı nedeniyle, toplumu anlamaya yönelen araştırmacıların başlıca ilgi kaynağı hâline gelmiştir. Birey ve kitle iletişim araçlarınca iletilen mesajların sosyal tutumları etkileyip etkilemediği, her iki durumda da bu sonucun nedenleri ve gücü üzerinde çok sayıda çalışma mevcuttur. Televizyon, radyo, gazete, dergi, internet gibi kitle iletişim araçları, tıpkı diğer iletişim biçimleri gibi, insanların duygularını, düşüncelerini ve davranışlarını etkilemek için çaba sarf ederler. Dünyanın her yerinde insanların kitle iletişim araçlarının çeşitli şekillerde ve düzeylerde etkisi altında kaldığı bilinmektedir. Kitle iletişim araçları yoluyla sosyal etkide bulunmanın avantajı, mesajların, aynı anda binlerce, milyonlarca kişiye ulaşabilmesidir. Ancak doğası gereği, bu tür bir ortam kişisel düzeyde değildir, birebir bir ilişki öngörmez. İzleyicilerin algılama biçimleri ve düzeyleri, kimlerle birlikte ve nasıl bir ortamda bu yayınları takip ettikleri sosyal etkinin derecesini etkileyebilir. Sosyal etkinin derecesinde kitle iletişim aracının niteliği de önemlidir. Örneğin televizyon yoluyla insanlara ulaşmak daha kolayken, dergi ve gazeteler yoluyla ulaşmak biraz daha zordur. Her bir kitle iletişim aracının sosyal etki sağlamada avantajlı ve dezavantajlı yönleri vardır. Ancak bu üç tür Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 Sosyal Etkiler ve Tutum Değişimi sosyal etki düzleminin birlikte kullanıldığı durumlarda sağlanan sosyal etki düzeyi, tek tek kullanıldıkları düzlemlere oranla daha başarılı olmaktadır. Yani bir mesaj hem birebir iletişim yoluyla diğer insanlarla, hem çeşitli gruplar yoluyla daha geniş orandaki katılımcılara hem de kitle iletişim araçları yoluyla daha fazla sayıda insana ulaştırıldığında, sosyal etki düzeyi oldukça yükselmektedir (Sakallı, 2006:20-21). Kitle iletişim araçlarının iki özelliği sosyal psikoloji açısından özellikle önemlidir (Şerif ve Şerif, 1996:561): 1. Kitle iletişim araçları, sosyal uyaran olarak değer kazanmış ve kişinin psikolojik ilişkiselliğini ve sosyal amaçlarını tanımlayanlar da dâhil olmak üzere tutumları biçimlendirmede kişisel temasların (yüz yüze ilişkilerin) pek çok işlevini üstlenmişlerdir. 2. Kitle iletişim araçları (gazeteler, dergiler, radyo, televizyon, filmler) aynı anda ya da kısa süre içinde milyonlarca kişiye ulaşmaktadır. Tartışma Kitle iletişim araçları, bir anda milyonlarca insana ulaşma gücüne sahiptir. Kitle iletişim araçlarıyla iletişim içeriğine ulaşan bireyler, bir ‘dinleyici kitlesi’ oluştururlar, bunun anlamı milyonlarca kişinin şaşırtıcı derecede kısa sürelerde bu mesajlara ulaşabilmeleridir. Kitle iletişiminde mesajlar, sosyal durumlarda bulanan ya da daha sonra etkileşim durumlarına katılan insanlara ulaşır. İletişime verilen tepki, bireyin iletişimi aldığı etkileşim durumlarıyla, yerleşmiş tutumları ve kişisel özdeşleşmeleri ile üyesi bulunduğu ortamlarla ilişkilidir (Şerif ve Şerif, 1996:562). •Televizyonda kadın erkek ilişkilerini ele alan diziler ya da filmlerde şiddet unsuruna rastlanmakta mıdır? Eğer varsa, bu yolla kadına yönelik şiddet meşrulaştırılmakta mıdır? •Düşüncelerinizi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “tartışma forumu” bölümünde paylaşabilirsiniz. Hedefin İletiye Direnme Biçimleri Hedeflerin kendilere yönelik gönderilen mesajlara çeşitli şekillerde direnme biçimleri vardır. Bunlar kısaca, iletişimi çürütme, kaynağı eleştirme, iletiyi çarpıtma, mantığa bürüme ve savunma amaçlı diğer tepkiler ve iletiyi nedensiz reddetme başlıkları altında ele alınabilir. 1. İletişimi Çürütme: Birey, kendi görüşünden farklı olan mesajın savlarını çürütmeye çalışabilir. İletişimin içeriğiyle ilgili bir tartışma yürütebilir ve kendi görüşünün daha iyi olduğunu savunabilir. Bu tartışma açık ya da örtülü, sözlü ya da sözsüz, hatta bilinçli ya da bilinçsiz olabilir. Hedef, iletişime karşı çıkabilir, kendi konumunu güçlendirecek kanıtlar ortaya koymaya çalışabilir ve genel olarak iletişimin etkisini zayıflatabilmek için büyük çaba sarf edebilir. Birey, iletişimde sunulan görüşü çürütebilmesi ölçüsünde geriliminden kurtulacaktır (Freedman, 2003:367). 2. Kaynağı Eleştirme: Birey kendi görüşünden farklı bir fikirle karşılaştığında, bu farkın neden olduğu bilişsel çelişkiden kaynaklanan Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 Sosyal Etkiler ve Tutum Değişimi gerilimi, iletişim kaynağının güvenilir olmadığına ya da başka açılardan olumsuzluklarının bulunduğuna karar vererek azaltabilir. 3. İletiyi Çarpıtma: İnsanların diğer bir çelişki giderme yolu da, iletiyle kendi konumları ya da görüşleri arasındaki farkı azaltacak biçimde iletiyi çarpıtma ya da yanlış anlamadır. 4. Mantığa Bürüme ve Savunma Amaçlı Diğer Tepkiler: Birey mesajı mantıksallaştırır, sınırlandırır, ikna olmaya çalışır, yön değiştirir ve genellikle bir durumdaki gerginliği gidermek için elinden geleni yapar. 5. İletiyi nedensiz reddetme: En çok kullanılan çözüm yaklaşımlarından biri olan nedensiz reddetmede, birey, mantıksal bir alanda iletişimi çürütmeye ya da kaynağına saldırarak zayıflatmaya çalışmak yerine, bir nedene dayanmaksızın onu reddedebilmektedir. TUTUM DEĞİŞİMİ ARAŞTIRMALARI Tutum değişimiyle ilgili çalışmalar, uzun süre gözlenebilir ya da açık tutumların üretimi ve değiştirilmesiyle ilgili konulara odaklanmıştır. Açık tutumlar bireyin kendisinin de farkında olduğu tutumlarıdır. Son dönemdeki tutum değişimi araştırmalarından bazıları ise, daha üstü örtülü ve fark edilmeyen tutumların değişimi üzerine yoğunlaşmıştır. Şimdiye dek ikna süreçlerinin gizli tutumları değiştirebildiğine dair kanıtlar üretilememiştir. Bu nedenle, tutum değişimi çalışmalarında, açık tutumlar üzerine çalışılması önerilir (Petty vd., 2003:358). Tutum değişiminde açık tutumlara odaklanmanın yanında, tutum değişiminin sınırları hakkında da bir bilgimizin olması gerekir. İnsanlar belirli tutumlarla doğmamakta, gözlem, deneyim, koşullanma ve bilişsel öğrenme olarak sıralayabileceğimiz farklı yollarla tutumlar geliştirmekte ve sosyal deneyimlerle tutumlarını şekillendirmektedir. Bu sayılanlar, oldukça uzun bir zaman almaktadır. İnsanlar sürekli birbirlerinin tutumlarına değiştirmeye çalışmalarına rağmen, tutumlar yavaş yavaş, yeni bilgi ve deneyimler edinildikçe değişmektedir. Bu sürece etki eden faktörler arasında baskı ya da ikna edici iletişim sayılabilir. Tutum değişiminde, kendi düşüncelerimize zıt olan bir düşünceyi söylemeye veya yapmaya baskı aracılığıyla (tehdit veya parasal teşvik) zorlandığımızda tutumun değiştiği görülebilir. Bunun yanında ikna edici bir iletişime maruz kaldığımızda da tutum değişikliği gerçekleşebilmektedir (Tavşancıl, 2006:81). Son zamanlarda gerçekleştirilen tutum araştırmaları bir mesajın içeriğine nasıl tepki verdiğimiz üzerine yoğunlaşmıştır. Tutum değişimi üzerine yapılan araştırmalar genel olarak; ‘detaylandırma-olabilirlik modeli’ ve ‘kestirme yolsistematik yol’ modeli gibi modellerin ürettiği ikili yapılar üzerine kavramlarını geliştirirler. Petty ve Cacioppo ile Chaiken, farklı görüşler taşısalar da, bazı ortak yönleri vardır. Her iki yaklaşım da iki süreç öngörülür ve bellek üzerine bilişsel psikoloji alanında yapılan araştırmalara dayanır (Hogg ve Vaughan, 2007:238-239; Coombs, 2004:58): Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 Sosyal Etkiler ve Tutum Değişimi Detaylandırma-Olabilirlik Modeli DetaylandırmaOlabilirlik Modeli’nde bireyler, mesajları dikkatli bir biçimde izlerlerse merkezi rota, daha yüzeysel davranırlarsa çevresel rota kullanmış olur. Petty ve Cacioppo’nun Detaylandırma-Olabilirlik Modeli’ne (ElaborationLikelihood Model) göre, insanlar iknaya yönelik bir mesaj aldıklarında bu mesajın beraberinde getirdiği argümanlar hakkında düşünürler. Ancak, bu, onların argümanları ince eleyip sık dokuyarak ya da üzerinde titizlikle durarak ele aldıkları anlamına gelmez; çünkü bunu yapmak büyük bir bilişsel çaba gerektirir. İnsanlar, bilişsel bir çaba harcamaya ancak kendileri için önem arz eden konularda yanaşırlar. İkna, insanların mesaj üzerinde çok fazla ya da çok az bilişsel çaba harcayıp harcamadıklarına göre iki ayrı yön izlemektedir. Detaylandırma-Olabilirlik Modeli’nde, eğer mesajla dile getirilen argümanlar yakından izlenirse merkezi rota kullanılır. Argümanları sindirir ve ihtiyaçlarımıza yanıt veren bir noktayı mesajın içinden çekip çıkarır ve hatta kendimizi karşı argümanlara kaptırırız. Eğer ikna için merkezi rota kullanılacaksa, mesajda belirtilen hususlar inandırıcı bir biçimde ortaya konulmalıdır, zira bunlar üzerinde büyük bir bilişsel çaba harcamamız gerekir. Öte yandan argümanlara pek dikkat edilmediğinde çevresel rota izlenir. Bizler çevresel ipuçları kullanarak daha özensiz davranırız; bir tüketim nesnesini yüzeysel bir değerlendirme sonucu satın alırız. Kestirme Yol-Sistematik Yol Modeli Aynı sorunsalla uğraşan Chaiken’in Kestirme Yol-Sistematik Yol Modeli (Heuristic-Systematic Model), biraz farklı kavramlar kullanarak sistematik işlem ile kestirme yol işlemini birbirinden ayırır. Sistematik işlem, insanlar eldeki argümanları iyice inceleyip hesaba aldıklarında gerçekleşir. Kestirme yol işlemindeyse dikkatli bir tartma yapmayız, onun yerine bilişsel kestirme yollara başvururuz (örneğin uzun uzadıya açıklanan argümanların güçlü argümanlar olduğuna inanmamız gibi). İknaya yönelik mesajlar her zaman sistematik bir biçimde işlenmez. Chaiken, bilgi işleme görevini basitleştirmek için insanların kimi zaman bilişsel kestirme yollarına yöneldiklerini ileri sürmüştür. Dolayısıyla bir mesajın güvenilirliği hakkında bir yargıda bulunurken kolay yoldan karar vermek için örneğin ‘istatistikler yalan söylemez’ diyebiliriz. Ruh hâlimizin iyi olması, mutlu olmamız, mesajın içeriğiyle ilgili duyguların yoğunluğu gibi faktörler mesaja gösterdiğimiz ilgi ve tepkileri etkileyen unsurlardır. Ayrıca mesaja yönelik ilginin yüksek olması, insanların bilgiyi nasıl işlediklerini açıklayan bir kriterdir. Mesajlara ilgisi yüksek olan insanlar, mesajın içeriğine, mesajın kaynağından daha fazla odaklanmaktadırlar (merkezi rota), bunun yanında ilgisi düşük insanlar, mesajın içeriğinden çok kaynağa odaklanmaktadırlar (çevresel rota). İlgisi yüksek insanlar, pek çok konu hakkında daha fazla bilgiye sahiptirler ve faal olarak daha çok bilgi aramaktadırlar. Kısaca; insanlar dikkatlerini bir mesaja yöneltmeye ve bu mesaj üzerinde enine boyuna düşünmeye motive olduklarında, mesajı işlemek için Detaylandırma- Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 Sosyal Etkiler ve Tutum Değişimi Olabilirlik Modeli’nde merkezi bir rota kullanırlar ya da Kestirme Yol-Sistematik Yol Modeli’nde mesajı sistematik bir işleme tabi tutarlar. Dikkat ve ilgi azaldığında yani insanlar bilişsel bir tembelliğe kapıldıklarında çevresel bir rota kullanırlar ya da karar almayı kolaylaştıran kestirme yollara başvururlar. TUTUM DEĞİŞİMİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER Tutum değişiminde aşağıdaki faktörler var olduğunda davranış ile tutum arasında sıkı bir ilişki söz konusudur (Cüceloğlu, 1996:525): Bireyin tutumu konusunda kendine güveninin olması ve bu konudaki düşüncelerinin açık ve seçik olması, Tutum konusu olan kişi, grup veya nesneyle kişisel bir yaşantının mevcut olması, Yapılmaya niyetlenilen belirli bir davranışın olması. Bu niyet bireyin tutumuna dayalı olarak gelişmiştir ve birey kendisi için önemli olan diğer kişilerin de kendisi gibi davranacağını düşünür, Geçmişte niyet edildiği şekilde hareket edilmesi. Bu şekilde davranmak bireyin kuvvetli bir alışkanlığıdır. Tutum değişimine yönelik iki yaklaşımdan birincisi mesajın niteliğine vurgu yaparken, ikincisi bireyin katılımı üzerine odaklanır. Eğer tutum ve davranış arasında güçlü bir ilişki yoksa bireyin tutum değişimi göstermesi olasılığı artmaktadır. Tutum değişikliği konusunda yapılan yüzlerce araştırma ve bulguları yorumlarken sergilenen çeşitli bakış açılarından hareketle iki genel yaklaşım üzerinde durulabilir (Hogg ve Vaughan, 2007:224): 1. Birinci yaklaşım; insanların başkalarını, kendi fikirleri ya da davranışlarını değiştirmeye ikna etmek için kullandıkları argümanlar üzerinde yoğunlaşan yönelimdir. Bu alanda yapılan araştırmalar verilen mesajın niteliği üzerinde ‘yani, ikna edici tondaki etkileşim’ üzerinde odaklanmış ve başka birisinin fikrini değiştirmek, belirleyici olabilecek çok sayıda değişkeni hesaba katmıştır. Bu konunun yaygın uygulama alanı siyasal propaganda ve reklamcılıktır. Bu iki alan, ikna konusunda hem temel hem uygulamalı araştırmalar yapılmasını gerekli kılmış, bu yöndeki birçok çalışmanın özendiricisi olmuştur. 2. İkinci yönelim, kişinin etkin katılımı üzerinde odaklanmaktadır. İnsanların belli etkinliklerde bulunmalarını sağlayarak gerçekte onların tutumlarını değiştirmeye çalışıyor olabiliriz. Tutum değişimine giden bu yol bilişsel uyumsuzluk odağıdır. Birinci yönelim sizin, başkalarının düşünce ve davranış biçimini ussal savlarla değiştirmeniz öncülüğünde hareket ederken, ikinci yönelim uslamlamayı dışarıda bırakır. Bu yaklaşımda başkalarını farklı şekilde davranmaya ikna etmek önemlidir, hileye başvurulabilir, daha sonra bu insanlar farklı biçimde düşünmeye başlayıp tutumlarını değiştirebilirler ve ardından istenilen biçimde davranırlar. Retorik ve ikna üzerine uzmanlaşan kişiler, tutum değişiminin gerçekleştirilmesinde, kişinin etkili bir yanıt vermesinin teşvik edilmesi gerektiğini düşünmektedirler. Çalışmalar, pozitif yönlü bir etkinin teşvik edilmesinin, ikna edici Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 Sosyal Etkiler ve Tutum Değişimi Bireysel Etkinlik Tutum değişiminde, kişinin nesnelere yönelik algısı ve güdüleri, daha önce oluşmuş tutumları gibi faktörler etkilidir. mesajlara dönük olarak pozitif bir yanıt almayı artırdığını belirtmektedir. İkna sürecine verilen tepkiler de mesajın birey tarafından zihinsel olarak nasıl işlendiğine bağlıdır (Forgas ve Smith, 2005:177). Tutum oluşumu ya da değişimi kendi kendine olan bir süreç değildir. Tutumlar boşlukta oluşmazlar. Kişi bir tutumu, kişilerarası ilişkilerde, grup ilişkilerinde ya da kitle iletişim araçlarında karşılaştığı bir nesne, kişi, grup, kurum, konu, değer ya da normla ilişkili olarak oluşturur. Ancak bu dış etkiler tek başına tutum oluşumunu ya da değişikliğini açıklamak için yeterli değildir. Büyük oranda tutumların belirlediği seçicilik de dikkate alınmalıdır. Tutum değişiminde hem (i) iç faktörleri hem de (ii) dış faktörleri birbiriyle ilişkili olarak incelememiz gerekmektedir. İç faktörler arasında, kişinin karşılaştığı nesneye, kişiye, konuya ya da iletişime ilişkin güdüleri ve var olan tutumları yer alır. Kişisel ilişkilerle ya da belli bir iletişim kaynağıyla kişiye ulaşan görüşün, kişinin o sırada var olan tutum örüntüsüne uygunluğu, kolayca benimsenip benimsenmeyecek olan yapısı, tutum değişiminde önemlidir. Analiz açısından belirlenmesi gereken dış faktörler arasında ise; sunulan görüş, görüşün sahibi, sunan kişi, sunuş şekli, görüşün sunulduğu ortam, sosyal bağlam (görüşün grup etkileşimi sırasında, toplulukta ya da yalnızken sunulması gibi) sayılabilir. Tutum değişiminde bu iç ve dış faktörlerin karşılıklı ilişkisi, bireyin dış etkileri algılama, yargılama ve değerlendirme biçimine yansır. Kişinin dış uyaran durumlarını algılayışı ve değerlendirişi, daima var olan tutumlarından ve o anda işleyen diğer güdülerinden etkilenir (Şerif ve Şerif, 1996:540). Günümüzde eğitimciler, kişilik gelişiminin insanın yaşamı boyunca sürdüğünü kabul etseler de, kişilik ve tutum gelişiminin en temel özelliklerinin çocukluk döneminde oluştuğu da belirtilmektedir. Sosyal uyum üzerine yapılan çalışmalar, ailenin çocuk üzerindeki etkisinin son derece önemli olduğunu göstermektedir. Aile tutumları ve anne-babanın ve ailenin diğer üyelerinin çocukla olan etkileşimi, çocuğunun yaşantısının örülmesinde büyük önem taşımaktadır. Özellikle okul öncesi dönemde çocuklar, sosyal birer birey olmayı öğrenirken, aynı zamanda özdeşleşebilecekleri bir modele gereksinim duymaktadırlar. Çocuk bu süreçte genellikle anne ya da babayla özdeşleşmektedir. Çocuklar ilk altı yaşlarında, kültür, gelenek, duygu, davranış, inanç ve tutumları öğrenirler. Bu nedenle bu dönem içinde çocuklara olumlu tutumların kazandırılmasının önemi büyüktür (Akkoyun, 2011). Bireyler, tutumlarını çocukluk döneminden başlayarak, diğer insanlarla ilişki içinde geliştirirler. Ayrıca sözünü ettiğimiz gibi, kitle iletişim araçlarının, ait olunan grupların, eğitim sürecinin da tutum oluşumunda belirgin etkileri söz konusudur. •Var olan belirgin tutumlarınızın herhangi birinde bugüne kadar herhangi bir değişiklik oldu mu? Neden? Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 Özet Sosyal Etkiler ve Tutum Değişimi •Sosyal etki kavramı, en geniş kapsamıyla sosyal psikoloji alanı içindeki araştırmalarla incelenmiş bir kavramdır. Günümüzde bireyin toplum içinde bulunduğu her zeminde sosyal bir etkiye maruz kaldığını, iletişim uzmanlarının farklı konularda onların tutum ve davranışlarını etkilemeye çalıştığını söyleyebiliriz. •Bireyin tutumları üzerinde en etkili yapılardan biri olan sosyal normlar; kültürel normlar, grup normları ve toplumsal rollerden meydana gelmektedir. Birey içinde doğduğu toplumun değerlerini öğrenerek ve taklit ederek hayata başlamaktadır. Tutumları ya da tutum değişimleri de yine büyük ölçüde bu mekanizmalar tarafından etkilenmektedir. Yüz yüze ilişkiler, birey-grup ilişkileri ya da kitle iletişim araçları, bireylerin sosyal etkiyle karşılaştığı ortamlar arasındadır. Birey bu ortamlarda kendisine iletilen mesajları değerlendirmede oldukça karmaşık süreçlere sahiptir. •Bireyin ilgisi, duygusal durumu, zekâsı, rolleri, bilgi düzeyi, güdüleri, daha önceki tutumları gibi pek çok faktör devreye girerek, mesajın etkinliği üzerinde rol oynayabilir. Ayrıca sosyal etkinin düzeyinde, sunulan görüş, görüşün sahibi (kaynak), sunan kişi, sunuş şekli, ortam, bağlam gibi pek çok dış faktör de belirleyici durumdadır. Birey iletişimi çürütme, kaynağı eleştirme, iletiyi çarpıtma, mantığa bürüme ya da iletiyi nedensiz reddetme gibi mekanizmalarla mesajın argümanlarına direnir. •Kısaca ifade etmek gerekirse, ‘sosyal etki’ yüzyıla yakın bir zamandır büyük ilgi gören çalışma alanlarından biri hâline gelmiştir ve sosyal etkinin dinamikleri, faktörleri, ortamları üzerine çalışmalar hâlâ sürdürülmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 Sosyal Etkiler ve Tutum Değişimi DEĞERLENDİRME SORULARI Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz. 1. Aşağıdakilerden hangisi sosyal normlar kapsamında sayılamaz? a) Kültürel normlar b) Grup normları c) Toplumsal roller d) İletişimi çürütmeye yönelik kalıplar e) Kişilerarası sosyal etki 2. Aşağıdakilerden hangisi kültürel normların bir özelliğidir? a) Kültür bireyseldir. b) Kültür öğrenilmez, doğuştan getirilir. c) Kültür, onu taşıyan kişiyle birlikte yok olur. d) Kültür yalnızca ailenin verdiği değerlerdir. e) Kültür toplumlara ve zamana göre değişen dinamik bir yapıdadır. 3. Aşağıdakilerden hangisi toplumsal rollerin temel işlevlerinden biridir? a) Toplumsal roller, insanın kendini tek boyutlu olarak tanımlayabilmesini sağlar. b) Toplumsal roller, grup üyelerinin iş bölümü yapmasını sağlar. c) Toplumsal roller, toplumun devamlılığını sağlar. d) Toplumsal roller, birey için bir tecrit mekanizması işlevi görür. e) Toplumsal roller, bireyin mutluluğuna hizmet eder. 4. Aşağıdakilerden hangisi kişilerarası sosyal etki bağlamında Ledingham ve Brunig (1998)’in örgüt ve tüketici ilişkileriyle ilgili gerçekleştirdikleri analizin boyutları arasında yer almaz? a) Güven b) Açıklık c) İlgi d) Yatırım (emek ve zaman) e) Maliyet 5. Aşağıdakilerden hangisi, “bireyin iletişimin içeriğiyle bir tartışmaya girmesini ve kendi görüşünün daha iyi olduğuna inandırmaya çalışmasını” ifade eder? a) İletiyi nedensiz reddetme b) İletiyi çürütme c) İletiyi mantığa bürüme d) İletiyi çarpıtma e) İleti görmezden gelme 6. Psikolojinin hangi dalı daha çok ‘sosyal etki’yle ilgilenmektedir? a) Klinik Psikoloji b) Gelişim Psikolojisi c) Sosyal Psikoloji d) Kültürel Psikoloji e) Endüstri/Örgüt psikolojisi Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 Sosyal Etkiler ve Tutum Değişimi 7. Aşağıdakilerden hangisi grubun özellikleri arasında sayılamaz? a) Grup üyeleri arasında etkileşim yoktur, güç mücadelesi vardır. b) Grup, iki ya da daha fazla kişinin ismen veya tip olarak tanımlanabilir üyeliğini içerir. c) Grupta bir grup bilinci vardır. d) Grup üyeleri ortak amaçları gerçekleştirmek için birbirlerine bağlıdır. e) Grup üyeleri birbirleriyle görüş alışverişinde bulunurlar. 8. Aşağıdakilerden hangisi birey-grup iletişiminin olduğu ortamlarda sosyal etki kavramını açıklar? a) Herhangi bir kişinin kitle iletişim araçları yoluyla gruplara ulaşarak onların tutumlarını değiştirmeye çalışması b) İki kişinin yüz yüze iletişim yoluyla birbirlerini etkilemeye çalışmaları c) Bir kişinin bir kitleye/gruba konuşma yapması yoluyla etki ortaya çıkarmaya çalışması d) Uluslararası örgütlerin diğer ulusların kamuoylarına yönelik açıklama yaparak onların tutumlarını etkilemeye çalışması e) İki grubun yüz yüze tartışma yoluyla birbirlerini ikna etmeye çalışması 9. Sosyal etki araştırmalarına kaynaklık eden modellerden biri olan DetaylandırmaOlabilirlik Modeli, kime aittir? a) Petty ve Cacioppo b) Chaiken c) Festinger d) Ash e) Şerif 10. Sosyal etkiye dair aşağıda verilen ifadelerden hangisi yanlıştır? a) Eğer tutum ve davranış arasında güçlü bir ilişki yoksa, bireyin tutum değişimi göstermesi olasılığı artmaktadır. b) Kestirme yolda, birey mesaja ilişkin dikkatli bir tartma yapmaz, bilişsel kestirme yollara başvurur. c) Sistematik işlem, bireylerin mesajları iyice tartmaları ve değerlendirmelerini ifade eden bir kavramdır. d) Bireyler baskı aracılığıyla tutumlarını değiştirmezler. e) Tutum değişimine ilişkin iç faktörler arasında; kişinin karşılaştığı nesneye, kişiye, konuya ya da iletişime ilişkin güdüleri ve var olan tutumları yer alır. Cevap Anahtarı 1.D, 2.E, 3.B, 4.E, 5.B, 6.C, 7.A, 8.C, 9.A, 10.D Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19 Sosyal Etkiler ve Tutum Değişimi YARARLANILAN KAYNAKLAR Akkoyun, Z. (t.y). “Aile Tutumları ve Çocuk Gelişimi”. http://www.sgk.gov.tr/wps/wcm/connect/02bdf0804dd637faa6dea74b42b e684a/20071211_makale06.pdf?MOD=AJPERES. [Erişim Tarihi: 24.05.2011]. Becerikli, S. (2007). “Örgüt Kültürü, Halkla İlişkiler ve Liderlik”. s. 87-106 içinde Halkla İlişkiler Alanına Örgütsel Davranış Yansımaları. ed. Yıldız Dilek Ertürk. Ankara: Nobel. Boz, H. A. (1999). “Kitle İletişim Araçları ve Suskunluk Sarmalı”. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi. Cilt: 32 (1), 41-48. Burr, V. (2002). The Person in Social Psychology. East Sussex: Psychology Press. Brown, S. D. (2007). “Intergroup Processes: Social Identity Theory”. pp. 133-162 in Critical Readings in Social Psychology. eds. Darren Langdridge and Stephanie Taylor. UK: Open University Press. Coombs, T. (2004). “Kişilerarası İletişim ve Halkla İlişkiler”. s. 53-78 içinde Halkla İlişkilerde Seçme Yazılar: Alana İlişkin Bir Derleme. çev. Nurşen Aygün. ed. Hanife Güz ve Sema Yıldırım Becerikli. Ankara: Alban. Cüceloğlu, D. (1996) İnsan ve Davranışı: Psikolojinin Temel Kavramları. İstanbul: Remzi Kitabevi. Demirtaş, H. A. (2004). “Temel İkna Teknikleri: Tutum Oluşturma ve Tutum Değiştirme Süreçlerindeki Etkilerin Altında Yatan Nedenler Üzerine Bir Derleme”. İletişim. 19. 73-90. Ertürk, Y. D. (2010). Davranış Bilimleri. İstanbul: Kutup Yıldızı Yayınları. Forgas, J. P. and Smith, C. A. (2007). “Affect and Emotion”. pp. 161-189 in The Sage Handbook of Social Psychology. eds. Michael E. Hogg and Joel Cooper. London: Sage. Freedman, J. L., Sears, O. D. ve Carlsmith, J. M. (2003). Sosyal Psikoloji. çev. Ali Dönmez. Ankara: İmge. Hartley, P. (2010). Kişilerarası İletişim. çev. Ülkü Doğanay, vd. Ankara: İmge. Hogg, M. A. ve Vaughan, G. M. (2007). Sosyal Psikoloji. çev. İbrahim Yıldız ve Aydın Gelmez. Ankara: Ütopya. Morgan, C. (1995). Psikolojiye Giriş, Ankara: Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü Yayınları. Yayın No: 1. Morris, C. G. (2002). Psikolojiyi Anlamak. çev. ve ed. H. Belgin Ayvaşık ve Melike Sayıl. Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları. No: 23. Petty, R. E., Wheeler, C. and Tormala, Z. L. (2003). “Persuasion and Attitude Change”. pp. 353-383 in Handbook of Psychology. chief ed. Irving B. Weiner. USA: John Wiley&Sons. Sakallı, N. (2006). Sosyal Etkiler: Kim Kimi Nasıl Etkiler?. Ankara: İmge. Simmel, G. (2008). Modern Kültürde Çatışma. çev. Tanıl Bora, Nazile Kalaycı ve Elçin Gen). İstanbul: İletişim. Şerif, M. ve Şerif, C. W. (1996). Sosyal Psikolojiye Giriş II. çev. Mustafa Atakay ve Aysun Yavuz. İstanbul: Sosyal. Tavşancıl, E. (2006). Tutumların Ölçülmesi ve SPSS ile Veri Analizi. Ankara: Nobel. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20 Sosyal Etkiler ve Tutum Değişimi BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR Higgins, E. T. and Kruglanski, A. W. (1996). Social Psychology: Handbook of Basic Principles. NY: Guilford Press. Arkonaç, S. (2008). Sosyal Psikolojide İnsanları Anlamak: Deneysel ve Eleştirel Yaklaşımlar. Ankara: Nobel. Krech, D. ve Crutchfield, R. S. (1994). Sosyal Psikoloji. çev. Erol Güngör. İstanbul: Ötüken Neçriyat. Kağıtçıbaşı, Ç. (1996). İnsan ve İnsanlar. İstanbul: Evrim. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21 HEDEFLER İÇİNDEKİLER UYMA VE İTAAT ETME • • • • • Uyma Kavramı Gruplar ve Uyma Davranışı Uyma Deneyleri Ash’in Çizgi Deneyi Muzaffer Şerif’in Otokinetik Deneyi • Milgram’ın İtaat (Şok) Deneyi • Uyma Davranışını Etkileyen Faktörler • İtaat Etme • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • Uyum, kabul, itaat ve uyma gibi kavramları tanımlayabilecek, • Grupların uyma davranışına etkilerini kavrayabilecek, • Uyma alanında yapılan klasik deneyleri sıralayabilecek, • Uyma davranışını etkileyen faktörleri açıklayabilecek, • İtaat etmeye etki eden faktörleri anlayabileceksiniz. İKNA VE İKNA PSİKOLOJİSİ ÜNİTE 4 Uyma ve İtaat Etme GİRİŞ Çağdaş psikolojide adı geçen her akım, insanlar arasındaki etkileşimin, bireylerin az-çok tutarlılık gösteren davranış yapıları ve örgütlenmeleri sayesinde olanak kazandığını vurgulamaktadır. Bu etkileşimdeki tutarlılık, bir noktada sosyokültürel sürekliliğin bir aracı olmaktadır. İnsanın hemen her türlü ilişkisi toplumsal ortamlar aracılığıyla geliştiğine göre; bu tutarlılık yapılarının da o ilişkilerde aranması doğru olacaktır. İnsan, kişiliğini ve bireyselliğini, çevresine, yani topluma uyma süreci içinde kazanan, belli ilişki tiplerine bağlı olarak yapılaştıran bir varlıktır. Bireylerin topluma uyup uymayacağı ya da nasıl uyum sağlayacağı kişilik açısından önemli bir sorundur. Bir kez, her toplum bireyinin ‘nasıl davranması gerektiğine’ ilişkin değerler ve normlar üretir. Ayrıca bu normlar, çeşitli zorlayıcı unsurlarla, yani yaptırımlarla desteklenerek bireylerin onlara uymasına çalışılır. Dolayısıyla, bireyin ‘uyum’unun belirlenmesinde her şeyden önce bir değer yargıları sistemi rol oynamaktadır. Toplum, ne tür bir davranışın uygun sayılabileceğini, ‘iyi’ ya da ‘kötü’ diye nitelenebileceğini, bu değer yargılarıyla belirler. Ancak tarihin hiçbir döneminde, bu normlar ve değerler herkesi kapsayıcı olmamış; bazı bireyler bunların çizdiği alanların dışında davranabilmişlerdir. Zaten, çoğu zaman toplumlar da bunu öngörerek kurallarında bir esneklik payı bırakmışlardır. Kültürle çizilen normların sınırlarının aşılması, sosyal psikolojide ‘sapma’ olarak nitelendirilir. Çoğu zaman, sapmada bile, kültürel normların izleri görülmektedir. Bu bölüm; uyma ve bununla ilişkili olan uyum, kabul ve itaat kavramlarını incelemeyi, bu kavramların hem birey hem de toplum için ne ifade ettiğini çözümlemeyi amaçlamaktadır. İkna çalışmalarında oldukça önemli bir yer tutan bu kavramları kullanan araştırmalar incelenecek ve insan davranışının nedenleri analiz edilecektir. UYMA KAVRAMI Uyma kavramının tanımlamasında pek çok değer yargısı devreye girmektedir. Bu nedenle bazı kavramlarla aralarındaki farkların tanımlanması olası bir karışıklığı önleyecektir. Bu ünitenin temel kavramları olan ‘uyum’, ‘kabul’, ‘itaat’ ve ‘uyma’ birbirinden küçük farklarla ayrılan kavramlardır. Uyum ‘Uyum’, bir organizmanın varlığını sürdürebilmek için en uygun olduğuna inandığı yöntemleri benimsemesi olgusudur. Uyum, tutumlarda ve davranışlarda daha köklü, gizli ve kalıcı değişiklikleri ifade etmektedir. Tüm toplumlarda bireyler belli bir düzeyde uyum göstererek varlıklarını sürdürebilirler. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 Uyma ve İtaat Etme Toplumsal kurallara bağlanarak uyum gösterme, bireyin toplumsallaşmasını sağlayan mekanizmalardan biridir. Uyum, bireyin varlığını sürdürmesi için en uygun yöntem olarak toplumsal kurallara bağlanması, çok sayıda bireyin benimsediği bir yöntemdir. Bireyin yaşantısını belirleyen hedefler, hedeflere götüren yöntemler, kültürel değerlerce saptanmakta, birey kendisi için toplumca çizilen kalıplara uymakla yetinmektedir. Freud’un öğrencisi olan Alfred Adler, uyumu; “toplumsal çıkar ile bireyin istek ve yönelimlerinin bir sentezine ulaşmak” olarak tanımlamaktadır. Adler’a göre, birey toplumsal normlara bazen uymasa da olur. Ancak bu sapma yine toplum yararına hizmet etmek zorundadır. Sapmış bireylerin davranışları başkalarının refahına bir katkı gerçekleştiriyorsa, önemli bir toplumsal işlevi yerine getiriyorsa, o zaman bu ‘uyum’ tarzı, bazı normlara uymasa da geçerlidir. Kısaca, bu sistemde bireysel davranış, sağladığı toplumsal yarara göre uygun ya da sapmış olarak nitelendirilmektedir. Bu yaklaşımın tam karşıtı olarak nitelendireceğimiz bir başka yaklaşım ise uyumun ölçütü olarak salt bireysel çıkarı ele almaktadır. Ben merkezli bu yaklaşıma göre; bireye haz ve mutluluk veren bir şey uyumsal bir nitelik taşır. Böyle bir uyum anlayışının aşırı boyutlarıyla uygulandığını düşünürsek, ortaya çıkacak toplumsal kaosu da zihnimizde canlandırabiliriz. Dolayısıyla herkesin her istediğini yapabildiği bir uyum düzeni ‘ideal’ olsa bile, imkânsız görünmektedir (Tolan vd., 1985:110-111). Kabul İnsanlara bir şeyi kabul ettirmek için önce büyük sonra küçük ricalarda bulunmak, ricaları giderek artırmak gibi teknikler kullanılmaktadır. ‘Kabul’, başka bir kişi ya da gruptan gelen açık bir istek üzerine davranıştaki değişmedir. Sosyal psikologlar, insanın, isteklerine başkalarının uymasını sağlayabilmek için kullandıkları pek çok tekniği incelemişlerdir. Bunlardan birisi ‘eşiğe adım atma’ ya da ‘önce küçük sonra büyük rica tekniği’ adı da verilen ilkedir. İnsanlar küçük bir isteğe bir kere razı olduklarında, yani onların eşiğine adım attığınızda, ardından daha büyük bir isteği de kabul edebilirler. İnsanlar önce küçük bir isteği kabul ettikleri için, ardından gelen daha büyük bir isteği kabul etme yükümlülüğü hissetmektedirler (Morris, 2002:632). Bu olgunun incelendiği artık klasik sayılan bir deneyde, Freedman ve Fraser (1966), California’nın Palo Alto kenti sakinlerine kendilerini Güvenli Araç Kullanımı Komitesi üyeleri olarak tanıtarak yaklaşmışlardır. Kent sakinlerinden ‘Dikkatli Araba Kullanın’ yazılı büyük ve çirkin bir panoyu evlerinin ön bahçelerine yerleştirmelerini istemişlerdir. Sakinlerin yalnızca % 17’si bunu kabul etmiştir. Daha sonra diğer sakinlerden güvenli araç kullanımını özendiren bir yasa için imza atmaları istenmiştir. İmza istenilen kişilerden ise daha sonra ‘Dikkatli Araba Kullanın’ levhasını ön bahçelerine asmaları istendiğinde, çarpıcı bir şekilde, imza atanların % 55’i bunu kabul etmişlerdir. Diğer bir deyişle başlangıçta küçük bir isteğin yerine getirilmesi, daha büyük bir isteği kabul etme oranını üç mislinden fazla artırmıştır (aktaran Morris, 2002:632). Bazı durumlarda ise bunun tam tersine ‘önce büyük sonra küçük rica tekniği’ ilkesi işlemektedir. Bazı durumlarda bir isteği reddeden kişi, ikinci bir isteği kabul Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 Uyma ve İtaat Etme edebilir. Örneğin ilk isteğe ‘hayır’ dediğiniz için kendinizi suçlu hissetmişseniz, başka bir isteğe olumlu yanıt vererek, suçluluğunuzu bir nebze hafifletebilirsiniz. Bu ilkeye bir örnek verelim: Bir çalışmada araştırmacılar, öğrencilerden pek mantıklı olmayan büyük bir istekte bulunmuşlardır. Bir ıslah evinde suçlu çocuklara 2 yıl süreyle danışmanlık yapmaları istenmiştir. Hemen hemen herkes bu isteği reddetmiştir. Ancak hemen sonra aynı öğrencilerden çok daha küçük bir istekte bulunulmuş ve hayvanat bahçesi gezisinde küçük çocuklara gözcülük yapmaları istenmiştir. Büyük bir kısmı bu isteği kabul etmiştir. Denekler bu küçük isteği araştırmacının verdiği bir ödün olarak yorumladıklarından buna karşılık vermek için kendilerini baskı altında hissetmişlerdir (Morris, 2002:633). Uyma, bireyin kendi tercihleri pahasına bile olsa, toplum normlarına gönüllü olarak uymasıdır. Var olan ilişkiler düzeninin getirdiği kuralların (normların) birey açısından geçerliliği eksik olsa bile kabullenilmesidir. Uyma aynı zamanda bir uyum biçimidir ancak, bir uyum biçimi olarak benimsendiğinde, bireyin varlığını sürdürmesi için gerekli koşulları sağlamayabilir. Her toplumsal uyum, bir uyma davranışını içermeyebilir (Hogg ve Vaughan, 2007: 689,694; Tolan vd., 1985:110). Kabul konusunda ortaya çıkan bir başka ilke ‘gitgide artan ricalar tekniği’dir. Bu teknikte, başlangıç olarak etkilenmeye çalışılan kişiye küçük bir öneri getirilir. Bu öneri kabul edilip yapıldıktan biraz sonra daha büyük bir öneri getirilir ve bunun da kabul edilmesi durumunda, öneriler artırılarak hedeflenen seviyeye gelene kadar devam edilir. Bu teknik, satış elemanları tarafından sıklıkla kullanılmaktadır. ‘Gitgide artan ricalar tekniği’ konusunda Cialdiani, Cacioppo, Basett ve Miller (1978) bir araştırma yaparak, tekniğin etkililiğini ölçmüşlerdir. Bu deneyin ilk koşulunda, araştırmacı, kampüsteki öğrencileri tek tek telefonla arayarak şu teklifte bulunur: Merhaba, biz bir deney yapıyoruz. Katılmak ister misiniz? Öğrenciler ‘evet’ derse, diğer teklif yapılmaktadır: Bu deney sabah saat 7.00’de, acaba sizin için uygun mu? ‘Evet’ yanıtı alındığında bu istek daha da artırılır: Deneyimizin yapılacağı oda sadece Çarşamba ve Cuma günleri boş. Bu günlerde gelebilir misiniz? Diğer taraftan da bir gruba bu soruların tümü bir arada sorulmuştur: Merhaba, biz bir deney yapıyoruz. Bu deney sabah 7.00’de ve deneyimizin yapılacağı oda sadece Çarşamba ve Cuma günleri boş. Bu nedenle bu günlerden birinde yaptığımız deneye katılabilir misiniz? Sonuçlar göstermiştir ki; “gitgide artan ricalar tekniği”nde; deneklerin % 56’sı deneye katılmayı kabul ederken; diğer durumda yalnızca % 31’i kabul etmişlerdir. Gitgide artan ricalar tekniği büyük ölçüde ‘önce küçük sonra büyük rica tekniği’ne benzer. Ancak aralarında önemli bir farklılık vardır. ‘Önce küçük sonra büyük rica tekniği’nde kişi küçük ricayı kabul ettikten sonra davranışı da yerine getirir. Ancak ‘gitgide artan ricalar tekniği’nde davranış yoktur. Sadece sözlü bir kabul vardır. Ayrıca bu teknikte, diğerinde olduğu gibi küçük bir ricadan sonra zorunlu olarak büyük bir rica gelmeyebilir. Sonradan gelen ricalar da küçük olabilir ancak birbirlerine eklendiklerinde bu ricaların ağırlığı artmaktadır. Kaynak: Sakallı, 2006: 57. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 Bireysel Etkinlik Uyma ve İtaat Etme • Satış görevlilerinin size bir satın alma eylemini gerçekleştirmeye yönelik faaliyetlerinde en çok hangi taktikleri kullandığını düşünüyorsunuz? İtaat ‘İtaat’, bir kişinin, özellikle bir otoriteden gelen emir üzerine davranışında değişme göstermesidir. Kabul etme gibi itaat de açık bir mesaja verilen karşılıktır; ancak bu durumda mesaj, genellikle profesör, müdür, anne-baba gibi emrinin altında gerçekten bunu uygulama gücü bulunan otorite sahibi biri tarafından doğrudan verilen bir komuttur. İtaat, sosyal etkiyi en doğrudan ve en etkili biçimde yansıtır (Morris, 2002:633). Uyma İtaat bir komut/emir eşliğinde otoriteye boyun eğmeyi temsil ederken, uyma gönüllülük esasına dayanır. ‘Uyma’, bireyin kendi tercihleri pahasına bile olsa, toplum normlarına gönüllü uymasıdır. Burada kabul ya da itaatin tersine bireye açık bir mesaj verilmemektedir. Üstü örtülü ve yerleşik kültürel normlar devreye girer. Uyma davranışı, bir kişinin kendi görüşünü, grubun görüşü doğrultusunda değiştirmesi anlamına gelir. Bu noktada, bu değişmenin ölçütü önem kazanmaktadır. Ancak bu ölçüt yardımıyla kişinin fikrini, grubun etkisi altında mı, yoksa kendiliğinden mi değiştirdiğini anlayabiliriz. Önceleri gruptan farklı şekilde düşünen kişi, sonraları fikrini değiştirip grubun görüşüne yaklaştığında, onun gruptan etkilendiğini ifade etmemiz mümkündür. Grubun uyma davranışı gösterme yönündeki baskısı ortadan kalktığında, kişinin nasıl davranacağı, onun yalnızken de, grubun yönünde benimsediği tutum değişikliğine bağlıdır. Grubun diğer üyeleriyle birlikteyken onlara uyan, ama aslında onlarla hemfikir olmayan kişi grubun düşüncesini kabul etmemiş demektir. Buna karşın hem diğer üyelerin önünde hem de kendi başına iken grubun görüşü doğrultusunda düşünen ve davranan kişinin, grup baskısı ortadan kalktığında bu yeni görüşünü sürdürdüğü görülür (Arkonaç, 1993’ten aktaran Alver, 1998:23-24). GRUPLAR VE UYMA DAVRANIŞI Toplumsal örgütlenme, bireyleri birbirinden bağımsız, yalıtılmış, ilgisizi varlıklar gibi kendi başlarına hareket edebilen öğeler olmaktan çıkararak gruplar içine toplar. Bireyin toplumsal yaşamı, gruplar içinde bir anlam ve belirginlik kazanır. Her toplumsal örgütlenme, birden fazla grubu içeren canlı ve yaşayan bir organizmadır. İçinde ailelerden, meslek örgütlerine, sınıf veya sokak gruplarına Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 Uyma ve İtaat Etme Tartışma Bireyin uyma davranışı sosyal psikologların başlıca ilgi alanlarından birini oluşturmuş, bununla ilgili çok sayıda deney gerçekleştirilmiştir. kadar çeşitli grupları barındıran bu bütünlük, bireyin toplumsal bir varlık olabilmesini sağlamaktadır. Bireyler gruplara iki yoldan katılırlar. Birincisi, grup “üyeliğini kazanma” yoludur. İkincisi ise doğal olarak grup içinde bulunma ile gerçekleşir. Birincisine kazanılmış üyelik, ikincisine de doğal üyelik denilmektedir. İster doğal, ister kazanılmış yollarla gruplara girilmiş olsun, bireylerin her türlü grupsal ilişkide belirli yükümlülükleri ve buna karşılık da üye olmaktan doğan bazı hakları vardır. Kazanılmış üyelik, bireyin isteğinin bir sonucudur. Doğal üyelik ise, istek ötesi bir üyelik biçimidir. Dolayısıyla doğal üyelik ve kazanılmış üyelik arasında, yükümlülükler ve haklar açısından farklılıklar vardır. Bireyin bağlı olduğu grup ya da alt kültürde, eğer belli bir davranış doğru olarak nitelendiriliyorsa, grup üyesi olan birey, bunu onaylamasa bile o grup dinamiği içinde o davranışı ortaya koymak zorundadır. Çünkü grup dinamiğinin, dolayısıyla da grup normlarının gruba üye olan bireyler üzerinde oldukça katı yaptırımları söz konusudur. Grup normlarına uymayanlar gruptan dışlanma riskiyle her zaman karşı karşıyadırlar. Ash, Muzaffer Şerif, Milgram gibi araştırmacılar tarafından gruplar üzerine yapılan araştırmalarda, grup normlarının davranışları biçimlenmesinde ve tutumların oluşmasında ne denli etkili oldukları ortaya koyulmuştur (İnceoğlu, 2004: 32). Bu konudaki klasik deneyler arasında, Asch’in Çizgi Deneyi, Muzaffer Şerif’in Otokinetik Deneyi, Milgram’ın Şok Deneyi sayılabilir. • Sizce çeşitli gruplar içinde yer alan bireyler kendi insiyatiflerini kullanmak konusunda ne kadar özgürdürler? • Düşüncelerinizi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “tartışma forumu” bölümünde paylaşabilirsiniz. UYMA DENEYLERİ Ash’in Çizgi Deneyi Ortamın belirsiz olduğu durumlarda ya da kararlarınızdan emin olmadığınız zamanlarda, başkalarının görüşlerinden etkilenmek veya onların görüşlerine uymak sıkça görülen bir durumdur. Ancak başkalarının görüşlerinin, yargılarının yanlış olduğundan eminseniz, bütün düşünce ve duygularınızın size bunun yanlış olduğunu söylediği anda bu yanlışa uyar mıydınız? Ash’in 1950’lerin başında düzenlediği ünlü uyma deneylerinin başlangıç sorusu buydu. Ash, “durum”dan etkilenen bireylerin, grup içindeki oran ve niteliklerini bulabilmek için bir dizi basit deney gerçekleştirmişti. Deneylerin sonuçlarına göre bireyler, grup içine girmeden önce sahip oldukları yargılarını grup içinde değiştiriyorlar ve grup normuna uyma davranışı gösteriyorlardı. Hatta bireyler grup içinde bulunduklarında, tek başlarına Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 Uyma ve İtaat Etme vardıkları yargılardan çok daha fazla sapma göstermekteydiler. Ash’in deneyi çok basit biçimde hazırlanmıştı. Deneyi gerçekleştiren kişi, bir odaya aldığı deneğe önce düz bir çizgi gösteriyor, daha sonra bu çizgiyi diğer üç değişik uzunluktaki çizgiyle karşılaştırmasını istiyor ve bu üç çizgiden hangisinin ilk çizgiye eşit olduğunu soruyordu (Tolan vd., 1985: 287). Şekil 4.1. Ash’in Çizgi Deneyi Kaynak: Tolan vd., 1985:287. Eğer denek doğru yanıt olan B çizgisini göstermişse, odaya deneyi yürüten kişinin asistanları olan, fakat deneğe başka denekler olarak tanıtılan bir grup insan alınıyordu. Bu kez soru, gruptaki diğer kişilere yineleniyor ve sonunda yeniden gerçek deneğe soruluyordu. Gruptaki kişiler olası değişik yanıtları arasında düzmece bir biçimde tartışıyorlar ve sonunda doğru yanıt olduğuna karar verdikleri, yanlış yanıt üzerinde fikir birliğine varıyorlardı. Bunu gören gerçek denek, daha önceki yargısını değiştirerek, grubun oluşturduğu bu yeni yargıya katıldığını ifade ediyordu. Deney büyük sayıları kapsayan örneklere uygulandığında, ilk yargının, grubun oluşturduğu yeni yargı doğrusunda değiştirilmesi davranışının, yani grup normuna uyma hâlinin geniş boyutlara ulaştığı gözlenmiştir (Tolan vd., 1985:287-288). Ash, uymanın, görece ussal olan bir süreci yansıttığına inanıyordu, bu süreçte insanlar kendilerine doğru ve uygun davranışlar belirlemek için başkalarının davranışlarından bir norm oluşturuyorlardı. Ash’in deneyi ve ulaştığı bulgular uyma davranışı konusunda önemli ipuçları barındırmaktadır. Daha sonra diğer araştırmacılar uyma davranışını etkileyen faktörler üzerine farklı araştırmalar yürütmüşlerdir. Muzaffer Şerif’in Otokinetik Deneyi Sosyal kurallar (normlar) Şerif’e göre; belirsizliğin yaşandığı şartlarda davranışa yol göstermek için ortaya çıkar. Çünkü insanlar düşündükleri, yaptıkları, hissettikleri şeylerin doğru ve uygun olduğundan emin olmak ihtiyacı içindedirler. Bu varsayımdan hareketle Muzaffer Şerif, insanların diğer insanların davranışlarına bakarak bir muhtemel davranışlar dizgesi çıkardıklarını ileri sürer. Buna referans çerçevesi denir. Bu çerçevenin merkezinde veya ortalama bir yerlerinde yer alan Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 Uyma ve İtaat Etme Muzaffer Şerif’in otokinetik deneyi, bireylerin algıları ve davranışları üzerindeki grup etkisini kanıtlamaktadır. durumları insanlar diğer insanların pozisyonlarına göre daha geçerli veya daha doğru durumlar olarak algılar ve kullanırlar (Arkonaç, 2008:212-213). Muzaffer Şerif’in bu deneyinde, deneklerin tamamen karartılmış bir odada bir ışık noktasının sağa ve sola ne kadar hareket ettiğini tahmin etmeleri istenmiştir. Gerçekte bu ışık noktası hareketsizdi. Deneklerin tamamen karartılmış odada beş metre uzaklıktan bu ışığı hareket ediyormuş gibi görmelerinin sebebi, otokinetik etki adı verilen yanılsamadır. Denekler bunun bir yanılsama olduğunu ve ışığın aslında hareket etmediğini bilmiyorlardı. Şerif denklerin yarısını odaya tek başlarına almış ve ışığın hareketlerini tahmin etmelerini istemiştir. Denekler bu deney şartlarında kendilerine ait bir referans çerçevesi kurarak tahminlerini bu çerçeveden vermişlerdir. Üç gün sonra Şerif aynı denekleri bu sefer ikili veya üçlü gruplar halinde deneye soktuğunda her şey değişir. Bu sefer denekler kısa bir süre içerisinde birbirlerinin referans çerçevelerini kullanmaya başlamışlardır. Başlangıçta kullandıkları kendi kişisel çerçevelerini terk etmişlerdir. Burada gözlenen en önemli değişiklik grup halinde ortak bir referans çerçevesi oluşturup tahminlerini bu çerçeveden yapan deneklerin, tekrar tek başlarına deneye alındıklarında da aynı ortak referans çerçevesini kullanmaya devam etmeleridir. Tek başlarına iken de beraberce oluşturdukları çerçeveyi, belirsiz ortamda bir bilgi kaynağı olarak kullanmaya devam etmişlerdir (Arkonaç, 2008:213). Şerif’in otokinetik deneyinden sosyal psikoloji için çıkaracağımız sonuçlar şunlardır (İnceoğlu, 2004:100-101): Fiziksel gerçeğin belirsiz olduğu durumda, birey olguyu belirlemek, bir dayanak bulmak ister ve bu amaçlar bir gerçek yaratır. Bu gerçek, kişi yalnız ise kendisi tarafından, eğer başkaları ile beraber ise karşılıklı etkileşim sonucu grup tarafından yaratılır ve bu standarda beraber uyulur. Sosyal psikolojide buna grup dinamiği adı verilmektedir. Buna göre bir grup içinde olan bireyler kendi bireysel istek ve beklentilerinden hareketle değil, çoğu zaman gruplarının kendilerinden istek ve beklentilerinden hareketle birtakım tavır ve davranışlar ortaya koyarlar. Özetle söylemek gerekirse bireyler grup içerisinde çoğu zaman bireysel düzeyde sahip oldukları tutum, tavır ve davranış biçimlerinden kolayca uzaklaşabilmekte ve içerisinde yer aldıkları grubun normları doğrultusunda çok farklı bir takım tutum, tavır ve davranış eğilimleri sergileyebilmektedir. Muzaffer Şerif’in otokinetik deneyi bunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu yönüyle Şerif’in araştırması, sosyal algı ve uyma davranışlarının açıklanması bakımından sosyal psikolojiye büyük olanaklar sağlar. Tek tek birer algı standardı geliştirmiş oldukları bilinen bireylerin, grup hâlindeyken, ortak bir standarda, ortak bir yargıya doğru yönelmeleri ve bireysel olarak geliştirdikleri gerçeğin yerine, içinde bulundukları grubun geliştirdiği sosyal gerçeği kabul etmeleri birey ve grup ilişkisi açısından son derece önemli bir noktadayken, sosyal çevrenin, bireyler üzerindeki etkisinin ne denli önemli olduğu da açıkça ortaya konulmaktadır. Bu da sosyal algı ve uymanın altının bir kez daha çizilmesi gerektiğini gösterir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 Uyma ve İtaat Etme Grup içinde bir norm bir kere oluşunca, o normun, söz konusu grubu oluşturan bireyler tarafından benimsenmesi ve asıl gerçeğin o olduğunun onun yansıttığının birey tarafından kabulünden başka bir seçeneğinin olmadığı görülmektedir. Başka bir deyişle birey, ister inansın ya da inanmasın, kabullensin ya da kabullenmesin içinde bulunduğu grubun ya da sosyal çevrenin gerçeğini kendi gerçeği olarak, inanılması ve benimsenmesi gereken asıl gerçeklik olarak kabul etmek, onun gerektirdiği biçimde davranmak zorundadır. Aksi takdirde sosyal algıda aksaklık ve bunun sonucunda da sosyal uyumsuzluk ortaya çıkar. Böylece hem bireysel hem de toplumsal düzeyde sosyal psikolojik anlamda bir takım sorunların çıkması kaçınılmazdır. Milgram’ın İtaat (Şok) Deneyi Milgram’ın şok deneyi, uyma davranışının boyutlarını ve otoritenin buradaki rolünü göstermesi açısından önemlidir. Uyma davranışının boyutlarının değişkenliği ve doğasını inceleyen bir başka klasik deney dizisi de Stanley Milgram’ın gerçekleştirdiği “şok” deneyleridir. Uyma davranışının çok değişik durumlarda nasıl oluştuğunu açıklaması nedeniyle, bu deneyi geniş bir biçimde açıklayacağız (Tolan vd., 1985: 289-294): Milgram “bir kişinin diğer bir kişiye, üçüncü bir kişiyi yok etmesi ya da ona acı vermesini emretmesi”ni olabildiğince derin ve güçlü bir psikolojik ortamla birlikte gözlemekle işe başlar. Milgram’ın amacı; savaş gibi örgütlenmiş düşmanlıklarda otorite, yürütücü ve kurban üçlüsü arasındaki ilişkiyi, gerçek yaşamda rastlanabilecek nitelikteki laboratuvar koşullarında ölçmekti. Bu deney aynı zamanda, uyma davranışının değişik durumlardaki boyutlarını da ortaya çıkarır. Deneyin konusu, deneğin diğer bir kişiye bir başkasının buyruğu altında ne kadar elektrik şoku verebileceği ya da vermeye razı olabileceğiydi. Bu deneyde gerçek deneğe, öğrenme sürecindeki bellek gücü üzerinde araştırma yapıldığı yalanı söylenir. Gerçek denek, yalancı deneğe kelime çiftleri öğretecek ve daha sonra bu çiftlerden ne kadarını anımsadığını ölçecektir. Eğer yalancı denek bu çiftlerden birini anımsayamazsa, deneğe giderek artan bir oranda elektrik şoku verecektir. Yalancı denek (öğrenci) bir jenaratörle gerçek deneğe (öğretmene) bağlanmıştır. Bu arada gerçek deneğe emir verecek bir de uzman kişi bulunmaktadır (otorite). Bu üçlü ilişki, elektrik şoku gibi hayli ağır bir yaptırımla bütünleştirilerek gerçek yaşamdaki psikolojik gerilim oluşturulmaya çalışılmıştır. Gerçekte jeneratör elektrik üretmemektedir, ayrıca yalancı deneğin acılar içinde bağırması daha önce doldurulmuş bir ses bandı aracılığıyla sağlanmaktadır. Ancak gerçekte denek bütün bunları bilmemektedir. Gerçek deneğe (öğretmen), örgencinin yapacağı her yanlışta elektrik şiddetini bir derece artırması gerektiği söylenmektedir. Eğer denek bir noktadan itibaren şok vermeyi geri çevirirse, yanındaki uzman devam etmesi gerektiği yönünde onu uyarmaktadır. Bu arada yalancı deneğin acıları banttan giderek daha şiddetli bir biçimde ve gerçek deneğin dayanamayacağı bir düzeyde yansıtılmakta, bu yolla deneğin direncinin kırılmasına çalışılmaktadır. Denek bir yandan kurbanın acı içinde kıvranması, diğer yandan uzmanın emirleri ve kendi Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 Uyma ve İtaat Etme Bu deneyde denek, aldığı buyruklarla hareket etmekte kendi aklını ve muhakeme yeteneğini devreye sokamamaktadır. vicdanı arasında bocalayıp durmaktadır. Böylece, sıradan insanların otoriteye boyun eğme derecelerinin boyutları ve uyma davranışında görülebilecek özellikler ortaya çıkarılmış olacaktır. Sahte jenaratör 15 volttan 450 volta kadar değişen 30 ayrı voltaj düzeyine sahiptir. Panel üzerine yerleştirilmiş düğmeler aracılığıyla çalışmaktadır. Şok düzeyleri aygıt üzerinde hem sayısal olarak hem de “hafif” şoktan, “şiddetli” ve “tehlikeli” şoka kadar sözcüklerle belirtilmiş bulunmaktadır. Bununla amaçlanan, deneği olabildiğinde sayısal, sözel ve görsel baskı altında tutabilmek ve direncinin bütün boyutlarını görebilmektir. Bu direnci daha güçlü bir biçimde sınamak için, yalancı deneğin (öğrenci) tepkileri standart biçimde kayıt altına alınmaktadır. Öğrenci 75 voltta homurdanmaya başlamakta, 150 voltta deneyi bırakmak istemekte, 180 voltta acılara dayanamayacağını haykırmakta, 300 volta geldiğinde ağlayarak deneyi bırakmak istediğini ve artık sorulara yanıt vermeyeceğini ifade etmektedir. Böylece baskının psikolojik ortamı da güçlü bir şekilde hazırlanmış olmaktadır. Deney dizisi dört değişik koşulu kapsayıcı bir biçimde düzenlenmiştir. İlk koşulda öğrenci denekten ayrı bir odada bulunmakta ve denek, yapılan düzenlemeler aracılığıyla yalnızca onun sorulara verdiği yanıtları duymaktadır. Bunun dışında cereyan 300 volta çıkarıldığında öğrenci duvarı yumruklayarak deneğe acısını iletmektedir. Uzman ise doğal olarak denekle aynı odada bulunmakta ve ona komut vermektedir İkinci koşulda, bu verilerin yanı sıra denek bu kez öğrencinin tüm haykırışlarını duyabilmektedir. Üçüncü durumda öğrenci deneğin bulunduğu odaya alınmış olup her ikisi de birbirlerini görebilmektedir. Dördüncü koşul ise, biraz farklıdır. Öğrenci ancak elini madeni bir plakanın üzerinde koyduğunda şok verilmektedir. 150 voltluk düzeyde öğrenci serbest bırakılmak istemiştir, ancak uzmanın emriyle denek öğrencinin elini şok plakasına sokmaya zorlanır, bu koşul denek ile öğrencinin fiziksel yakınlık içinde ne kadar uyma göstereceğini ölçmek için hazırlanmıştır. Bulgular, “öğrenci” kurbanın deneğe yaklaştırıldığı oranda uyma davranışının azaldığını göstermektedir. İlk koşulda karşı gelme eğilimi daha azken, son koşula doğru bu eğilim artmaktadır. Milgram’a göre birinci ve ikinci koşullarda öğrencinin çektiği acı, denek için uzak ve oldukça soyuttur. Denek, acı verdiğini uzaktan ve soyut olarak algılamakta, gerçeği hissetmemektedir. Üçüncü ve dördüncü koşulda ise, acıyı öğrenci ile birlikte yaşamakta, dolayısıyla da duyarlılığı artmaktadır. Denek, yaptığı işi bilimsel bir işlem olarak görmekte, mantığa vurma yoluyla kendini bir insana acı veren kimse olmaktan ziyade, yararlı bir deneye yardımcı olan bir kimse olarak görmektedir. Bu da denek için, acı vermesinin ve uyma davranışında bulunmasının gerekçesini oluşturmaktadır. Uzman ya da bir başkası tarafından içeriği tam olarak anlaşılamayan bir buyrukla yönlendirilebilen insanlar, öğrenilmiş doğal davranışsal eğilimleri yüzünden bu tür uyma davranışları gösterebilirler. Milgram’ın deneyleri, uyma davranışının çeşitli boyutlardaki oluşumunu gözler önüne sererek açıklayıcı bulgular sağlamıştır. Milgram’ın deneyinden çıkan Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 Uyma ve İtaat Etme sonuçlar, günümüz insanı için uyma davranışının, korku verici boyutlara varabildiğini göstermiştir. Otoritenin içeriği ve anlamı, uyma ve itaat davranışında belirleyici bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Şekil 4.2. Milgram’ın İtaat Etme Deneyinde Kullandığı Odanın Planı Kaynak: Sakallı, 2006:72. UYMA DAVRANIŞINI ETKİLEYEN FAKTÖRLER Kişilik Özellikleri Kişilik özellikleri uyma davranışını etkileyen faktörler arasında sayılmaktadır. Her kişi aynı konuda aynı ölçüde uyma davranışı göstermeyebilir. Bazıları kendilerine zarar geleceğini ya da dışlanacaklarını bilseler de grup normlarına uymayabilirler. Bazıları ise kendilerine bir zarar gelmeyeceğini bildikleri hâlde grup normlarına uyabilirler. Sevilme ihtiyacı içinde olan kişiler, daha fazla uyma gösterir. Çocukluktaki eğitime bağlı olarak insanların diğerlerine ihtiyaç duyma ve diğerleri tarafından sevilme düzeyleri farklılık gösterebilir. Bazı bireyler grup tarafından kabul görmeyi ve sevilme ihtiyaçların grubun her yaptığına uyarak karşılarken, diğerleri bunu fazla önemsemeyebilirler. Sevilme ihtiyacı içinde olan kişiler diğerlerinin kendileri hakkında ne düşündüklerini ve onları ne kadar sevecekleri konularını çok önemsedikleri için grupların kararlarına daha çok uyum gösterebilirler. Gruptan farklı olmaya ihtiyacı olan kişiler ve yaşamlarında birçok şeyi “kontrol etme isteği” içinde olan kişiler de daha özgür davranabilirler. Bu kişilerin grup davranışına uyum gösterme oranları düşüktür. Olumlu bir benlik sunma isteği, uyum davranışını etkileyen bir başka kişilik özelliğidir. Diğerlerinden farklı ve daha açık fikirli olma çabası içindeki bireyler daha az uyma davranışı gösterirler. Uyma ile ilişkili olan diğer bir bireysel farklılık eğitim ve zekâdır. Bireyin herhangi bir konudaki bilgisi ya da eğitim düzeyi arttıkça daha az uyma gösterdiği Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 Uyma ve İtaat Etme gözlenmiştir. Ancak konunun türü ve kendine güvenme eğitim ve uyma arasındaki ilişkiyi etkiler. Kendine güvenmeyen bireyler daha fazla uyma davranışı göstermektedir (Sakallı, 2006: 40-41). Grubun Üye Sayısı Uyma meselesiyle ilgili olarak en çok araştırılan iki durumsal faktör; grubun büyüklüğü ve grubun söz birliğidir. Oy birliği içindeki çoğunluğun giderek artması durumunda uyma oranının arttığı, ama sonrasında hafif bir düşüş olduğu saptanmıştır. Bazı araştırmalar grubun büyüklüğü ve uyma arasında doğrusal bir ilişki olduğu sonucuna varsa da, en kesin bulgu; uyma davranışının üç, dört ya da beş kişinin çoğunluğu oluşturduğu gruplarda en etkili olduğudur. Bundan sonra eklenen her üye uyma yönünde çok az bir etkide bulunmaktadır. Campbell ve Fairey’in (1989) araştırmaları da grubun büyümesiyle kişinin etkilenme olasılığının yükseldiğini bulmuştur (Hogg ve Vaughan, 2007:286). Grupta Söz Birliği Uymaya yol açan çok önemli bir unsur, grup görüşünde söz birliğidir. Bir kişi, herkesin üzerinde anlaştığı bir grup kararıyla karşılaştığında, kendini uyma yönünde zorlayan büyük bir baskı altındadır. Bu koşullar altında hiç değilse, Ash’in gerçekleştirdiği deney koşullarında, % 35 uyma görülmektedir. Ancak grupta söz birliği yoksa uyma oranında ciddi bir düşüş görülmektedir. Bir kişi bile grubun geri kalan üyelerine karşı çıktığında uyma davranışında hemen alışılmış düzeyin yaklaşık dörtte birine düşülmektedir (Freedman, 2003:263). Grup Birlikteliği Birbirine bağlı bireylerin oluşturduğu bir grupta, bireylerin uyma davranışı artmaktadır. Grup üyeleri arasındaki birbirine bağlılık, grup üyelerini memnun etme isteği, onlar tarafından reddedilme korkusu bireylerin gruba uymasına neden olmaktadır. Kısaca grup birlikteliği bireylerin bağlı oldukları grup kuralların uyma davranışını artırmaktadır (Sakallı, 2006:43). Kişinin Konuya İlgisi Bireyin konuya ilgisi, uyma davranışını etkileyen bir diğer unsurdur. Uyulması istenen konu kişinin ilgi alanına giriyorsa ve kişi ele alınan konuda olumlu tutuma sahipse uyma davranışı gözlenebilir. Ancak birey ilgi alanına giren konu hakkında grup üyelerinden farklı bir tutuma sahipse, yapılması istenen davranışı yapmayacak, grup kurallarına uymayacaktır (Sakallı, 2006:43). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 Uyma ve İtaat Etme Cinsiyet Son dönemdeki çalışmalar kadın ve erkek olmanın uyma davranışıyla ilişki olmadığını ortaya çıkarmıştır. Kollektif kültürün hakim olduğu toplumlarda, uyma ve itaat davranışları yüksek orandadır. Kadınların erkeklerden daha fazla uyma davranışı gösterdiğini kanıtlayan eski çalışmalar mevcuttur. Ancak yeni çalışmalar cinsiyetin uyma davranışında etkili bir faktör olmadığını ortaya koyar. Kadınla erkek arasındaki ilişkileri belirleyen sosyal kuralların, eğitimin, ekonominin değişmesi ve kadın hakları savunucularının faaliyetlerine dayanan gelişmeler bu farkı ortadan kaldırmıştır (Sakallı, 2006:43-44). Kültürlerarası Fark Hofstede, kültürel değerleri üç düzeyde tanımlar; evrensel, kolektif ve bireysel. Evrensel düzeydeki değerler; insanların zihinsel programları tarafından paylaşılan, gülmek, ağlamak gibi dışa vurulan davranışları içerir. Kolektif düzeydeki değerler; tüm insanlar tarafından değil de “belli bir gruba ya da kategoriye ait insanlar” tarafından paylaşılan değerlerdir. Bireysel düzeydeki değerler ise; en eşsiz olanlardır ve aynı kolektif kültür içinde davranışların farklılaşabileceğine işaret eder. Hofstede’in çalışması, uyma ve itaat davranışı açısından önemli sayabileceğimiz; “bireysellik-kolektivizm” boyutunu da içermektedir (Vasquez ve Taylor, 1999:24). Bireyci kültürler, “bireyler arasındaki bağların gevşek olduğu ve yalnız kendisi ve yakın aile üyelerinin bakımını ve belirli bir yaşa kadar sorumluluğunu üstlendiği” kültürlerdir (Kartari, 2001:76). Bireysellik verili toplumda egemen olan birey ve toplum arasındaki ilişkiyi tanımlar. Bireyselliğin yüksek olduğu toplumlarda bireysel ihtiyaçlar, değerler ve hedefler, kolektif olanlardan üstündür. Birey için toplumdan önce kendisi gelir. Bu nedenle uyma ve itaat davranışı bu kültürlerde daha az görülmektedir. Kolektif kültürler, “toplumun çıkarlarının onu oluşturan bireylerin çıkarlarından üstün tutulduğu” kültürlerdir. İnsanların çoğunluğu bu tür kültürlere mensuptur. Kolektif kültürlerde örgütün gereksinimleri bireylerin gereksinimlerinin üstündedir. Kolektif kültürlerin üyeleri “doğuştan itibaren, kendilerini yaşam boyu koruyacak ve bu nedenle de koşulsuz sadakat bekleyen, güçlü ve kapalı ‘biz gruplarına entegre’ olmuş bireylerdir (Hofstede’den aktaran Kartari, 2001:74,76). Toplumun varlığı bireyin varlığından önce geldiği için, birey kendini yalnızca toplumun varlığıyla tanımlayabildiği için, bu kültürlerde uyma ve itaat davranışları daha fazla görülmektedir. Tüm bu faktörler uyma davranışını etkilemektedir. Uyma davranışı üç farklı sürece bağlı olabilir. Bunlar; itaat, özdeşleşme ve benimsemedir. İtaat, başkaları tarafından kabul edilmek, özdeşleşme, değer verilen kişi ya da gruba benzemek; benimsemek de gerçeği anlamak şeklinde kişiye yarar sağlamaktadır. Son olarak uyma davranışının hem kişisel hem de ortamsal etkenlerin etkileşimi soncu ortaya çıktığı söylenebilir (Kağıtçıbaşı, 1988:80-81). Kolektif kültürün hâkim olduğu toplumlarda, uyma ve itaat davranışları yüksek orandadır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 Tartışma Uyma ve İtaat Etme •İçinde yaşadığınız toplumun bireysel kültüre mi, kolektif kültüre mi daha yakın olduğunu düşünüyorsunuz? •Düşüncelerinizi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “tartışma forumu” bölümünde paylaşabilirsiniz. İTAAT ETME Buraya kadar anlatılan sosyal etki ve uyma davranışıyla ilgili yaklaşımların ortak ve birbirinden ayrılan birtakım özellikleri vardır. Sosyal etkide, etkinin çıktığı kaynak ile bu kaynağın ulaşmak istediği hedef arasında mevki farkı yoktur. Hedef ile etki kaynağının mevkileri birbirine denktir. Etki kaynağının yaydığı baskı gücü gizlidir ve kendisine karşı gösterilen direnmeyi doğrudan kontrol etme ya da yaptırım uygulama girişiminde bulunmaz. Örneğin Ash’in deneyinde yer alan bütün denekler öğrencilerden oluşmaktaydı ve çoğunluk sadece, denekten farklı bir görüş bildirerek üstü örtülü bir biçimde baskı uygulamaktaydı. Denek verdiği yanıtlar yüzünden olumsuz bir tepkiyle karşılaşmamaktaydı. Etkinin bunlardan tamamen farklı olduğu başka bir bağlam ise; kişinin kendi görüşü her ne yönde olursa olsun, yüksek bir mevkide bulunan bir otorite (etki kaynağının) emrine doğrudan itaat ederek davranışını değiştirmesidir. İtaat biçimindeki sosyal etkide, kaynağı ile hedefi arasında mevki farkı vardır. Kaynak, etkide bulunmak ister ve hedefinin boyun eğişini denetler (Arkonaç, 2008:226). Örneğin Milgram’ın deneyinde deneğin yanında otorite konumunda bulunan ve deneyi yürüten bir uzman vardı. Denek otorite figürü olarak gördüğü uzmandan gelen emirleri büyük ölçüde yerine getirmekteydi. Deneğin uzmanın görüşlerini dinleme oranını artıran faktörler arasında ikisinin zamansal ve mekânsal yakınlığı büyük önem taşımaktadır. Uzman laboratuvardan uzaklaştığında itaat davranışında düşme yaşanmaktadır. Denek üzerinde araştırmacının etkisi kuvvetlidir, çünkü araştırmacının önemli bir üniversitede profesör olduğu bilinmektedir. Profesör deneğe kuralları aynen uygulaması gerektiğini söyleyerek baskı yapmıştır. İtaat olgusunu güçlendiren bir başka durum ise; araştırmacının sonuçtan kendisinin sorumlu olacağını söylemesi ve böylece deneğin sorumluluk duygusundan kurtulmasıdır (Cüceloğlu, 1996:535-536). Araştırmacının deneğe zamansal ve mekânsal yakınlıkta bulunması ve sorumluluğu üzerine alması, onun otorite olarak kabul edilmesine eşlik ederek, itaat düzeyinin artmasını sağlamıştır. Birey herhangi bir sosyal etkiye karşı, önce itaat sonra özdeşleşme ve nihayet benimseme yoluyla uyma davranışının geliştirebilmektedir. Örneğin bir çocuk, babasının sözünü önce cezalandırılmaktan korktuğu için, sonra babasına benzeyebilmek için ve daha sonra doğru bulduğu için dinleyebilir (Kağıtçıbaşı, 1988: 73). Bireyin itaat etmesi için, bir otorite figürünün olması zorunludur. Ayrıca bu otorite figüründen “doğrudan emir” alması gerekir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 Uyma ve İtaat Etme Şekil 4.3. Uyma Davranışı Şeması Kaynak: Kağıtçıbaşı, 1988:72. İtaatin oluşumunda belirli ünvanlara ve otoriteye sahip yani güce sahip insanlara boyun eğme söz konusudur. Sosyal etkiler kapsamında, bireylerin neden otorite figürünün emirlerine karşı çıkmadan uydukları, yani itaat ettikleri ayrıntılı bir biçimde araştırılmış olgular arasında yer alır. Genel anlamda itaat etme; bir otoritenin emirleri ile oluşan davranış değişmesidir. İtaatin temelinde otoriteden gelen bir emre uyma söz konusudur. Otoritenin en kolay belirleyici sembolü ünvanlardır. Profesör, müdür, uzman gibi bir takım ünvanlar bireylerin sahip olduğu otoriteyi belirleyen en güçlü simgelerdir. Ünvanlar, bir kişinin nasıl algılandığını gösterir. Otoritenin bir başka göstergesi üniformadır. İtaatten bahsedildiği zaman çoğunlukla bir otoritenin, bütün bu göstergelerle birlikte varlığı söz konusudur. Bu otorite figürleri daha çok gücü elinde bulunduran, genellikle devlet ve siyaset dünyası içinde bulunan bireylerdir. İtaatin nedeni ne olursa olsun, bireyin itaat etme davranışı politik amaçla ilgili psikolojik bir mekanizma olarak görülmektedir (Sakallı, 2006:64-65). Sosyal etkiye verilen çeşitli tepkileri iki ayrı boyut üzerinde gruplamak, hem uyma hem de uymama davranışının niteliğini anlamak açısından önemlidir. Aynı gruplama sosyal etkinin türü de göze alınarak yapıldığında aşağıdaki çizelge açıklayıcı olmaktadır (Kağıtçıbaşı, 1988: 74): Şekil 4.4. Sosyal Etkiye Uyma ve Uymama Davranışı Şeması Kaynak: Kağıtçıbaşı, 1985:74. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 Uyma ve İtaat Etme İtaat konusunda Türk ve Amerikan askerleri üzerinde yapılan deney, yerleşik ve güçlü tutumların beyin yıkama faaliyetleriyle değiştirilemeyeceğini ortaya koymuştur. İtaat ettirme ve beyin yıkama denilen olgu da grup faktörlerinden yararlanılarak gerçekleştirilmektedir. Bu konuda Kore Savaşı’ndan sonra yapılmış pek çok araştırma vardır. Kore Savaşı sırasında Çinlilerin esir aldıkları askerlerin tutumlarında, hatta giderek dünya görüşlerinde yarattıkları değişim, sosyal psikologları bu konu hakkında araştırma yapmaya sevk etmiştir. Beyin yıkamada esas olarak gerçekleştirilen, grubun yapısını bozarak kişileri tek başlarına bırakmak ve sonra bu kişileri, inanmış olduklara değerlere zıt propagandaya tabi tutmaktır. Grup desteğinden yoksun kalan esirlerin karşı tarafın değerlerini kolaylıkla kabul ettiği görülmüştür. Örneğin, Kore’deki esir kamplarında, er, subay ayırt etmeden bütün askerlere aynı elbise giydirilmiş, en alt kademedeki kişilere en büyük sorumluluklar verilmiş ve benzeri diğer tedbirlerle gerçekte çok katı olan askeri hiyerarşi ve normlar yıkılarak grup yapısı ortadan kaldırılmıştır. Bu arada sürekli yapılan propaganda, grubun dağılması ile soyutlanmış durumda kalan birey üstünde etkili olmaya başlamış ve Amerikalı askerlerin bir kısmı Çinlilerin değerlerini benimsemişlerdir. Aynı yöntemle tutumları değiştirilmeye çalışılan Türk askerlerinde ise başarı sağlanamamıştır. Çinlilerin büyük gayretlerine rağmen, Türk askerleri grup yapısını korumuşlar ve tek tek bireyler hâline gelmemişlerdir. Bunun sonucu olarak da grup desteğini kaybetmemiş ve eski tutumlarını sürdürmüşlerdir. Bunun nedeni; Amerikalı askerlerin, askeri normlara daha çok “itaat” yoluyla uyması, Türk askerlerinse “benimseme” yoluyla uymasıdır. Türk askerleri aralarındaki ilişki biçimini benimsedikleri için, koşullar değişse bile yine normlara uygun davranmışlardır (Kağıtçıbaşı, 1988:208-209). Biraz önce uyma davranışına etki eden bütün faktörler arasında saydığımız kişilik özellikleri ya da kültürel farklılıklar, itaat etme üzerinde etkili olan faktörler arasında da sayılmaktadır. Otoriteye itaat etme bazı durumlarda olumlu sonuçlar yaratabilir. İtaat etme sosyal kontrole ve sosyal savunmaya katkıda bulunur. İtaat etmek birçok çalışma alanı için önemli bir olgudur. Bu konu sağlık, hükümet, iş yerleri, okul, ordu gibi kuruluşlarda büyük bir öneme sahiptir. Örneğin orduda emirlere itaat etmek ordu düzeninin korunması açısından son derecede önemlidir (Sakallı, 2006:83). Ancak bazı durumlarda itaatin sağlanması için oluşturulan baskı dozunun aşırıya kaçması, bireylerde savunma mekanizmalarını harekete geçirerek karşıt tepkiler geliştirmesine neden olabilmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 Özet Uyma ve İtaat Etme •Uyma çoğu kez bireylere yaşamla başa çıkmada yardımcı olmaktadır. Çünkü başkalarıyla etkileşimde ve uzlaşmada bulunma gereklerini taşıdığımız bir toplum içinde yaşıyoruz. Başkalarının davranışları bize bazı koşullarda en uygun davranışın ne olduğu konusunda bilgi verebilir. Ancak uyma davranışı, çoğu kez kendi düşüncelerimizi ve doğrularımızı bir kenara bıraktığımız bir süreci de beraberinde getirebilir. Bu nedenle uyma davranışında temel ilke, bireylerin gruplardaki normları ve davranışları akıl süzgeçlerinden geçirmeleri ve bu doğrultuda bir karara varmaları olmalıdır. •İnsanlar çoğu kez; başkalarından bilgi aldıkları, başkalarına güvendikleri, ayrı düşmekten ve karşı çıkmaktan korktukları için uyma davranışı gösterebilmektedirler. Grubun geri kalanının bir konuda söz birliğine varmış olmaları, grubun büyüklüğü, uzmanlığı ve bireyin kendine güvenindeki eksiklikler, uymayı artıran faktörlerdir. Klasik uyma deneyleri arasında bize bu bulguları sağlayan, Ash’in, Şerif’in ve Milgram’ın deneyleri sayılabilir. Bu deneylerin sonuçları günümüzde dahi insan davranışını anlamlandırmaya çalışan araştırmalara ışık tutmaktadır. •İtaat gibi otoritenin doğrudan devreye girdiği ve bireyi belli bir davranışta bulunmaya zorladığı durumlarda uyma davranışı, ödül, tehdit, ceza gibi baskılarla artırılabilmektedir. Ancak çok fazla dış baskı, zaman zaman geri tepebilmekte ve bireyde karşıt tepkiler gelişmesine neden olabilmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 Ödev Uyma ve İtaat Etme •Bireyin hayatında itaat ve uyma davranışı gösterdiği durumlarda anne-baba figürü, öğretmen figürü, yönetici figürü, arkadaş figürü gibi figürlerden hangisi daha etkili olmaktadır? Yakın çevrenizdeki insanlarla görüşerek ve onların deneyimlerini esas alarak konuyu araştırınız ve 200 kelimeyi geçmeyecek şekilde hazırlayınız. •Hazırladığınız ödevi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “ödev” bölümüne yükleyebilirsiniz. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 Uyma ve İtaat Etme DEĞERLENDİRME SORULARI 1. Aşağıdakilerden hangisi “uyma”nın tanımıdır? a) Uyma, bir kişinin, özellikle bir otoriteden gelen emir üzerine davranışında değişme göstermesidir. b) Uyma, bireyin kendi tercihleri pahasına bile olsa, toplum normlarına gönüllü uymasıdır. c) Uyma, başka bir kişi ya da gruptan gelen açık bir istek üzerine davranıştaki değişmedir. d) Uyma, bir organizmanın varlığını sürdürebilmek için en uygun olduğuna inandığı yöntemleri benimsemesi olgusudur. e) Uyma, otoritenin emri üzerine bireyin davranışında değişme göstermesidir. 2. Aşağıdakilerden hangisi gruplarda “doğal” ve “kazanılmış üyeliklere” ilişkin doğru bir yargı bildirmektedir? a) Grup açısından doğal ve kazanılmış üyeler farklı yükümlülüklere ve haklara sahiptirler. b) Gruplarda bireyler bir istek ve çaba göstererek doğal üye vasfını kazanırlar. c) Gruplarda bireyler hiçbir çaba göstermeden kazanılmış üyelik vasfını kazanırlar. d) Gruplarda gerçek kişiliğine en uygun davranışları sergileyen bireylere doğal üye denir. e) Gruplar çok çaba sarfederek kendi bünyelerine kattıkları bireylere kazanılmış üye adını verirler. 3. Uyma konusunda denekler üzerinde çizgilerin boylarının karşılaştırılması konusunda, grup etkisini ölçen araştırmacı kimdir? a) Milgram b) Şerif c) Ash d) Campbell ve Fairy e) Hofstede 4. Aşağıdakilerden hangisi “diğer insanların davranışlarına bakarak bir muhtemel davranışlar dizgesi çıkarmayı” ifade etmektedir? a) İtaat çerçevesi b) Uyum çerçevesi c) Uyma çerçevesi d) Kabul çerçevesi e) Referans çerçevesi 5. Muzaffer Şerif’in, grubun birey davranışlarında belirsizliğin yaşandığı şartlarda yol gösterdiğini kanıtlayan deneyi aşağıdakilerden hangisidir? a) Çizgi deneyi b) İtaat (şok) deneyi c) Otokinetik deneyi d) Şartlı refleks deneyi e) Koşullanma deneyi Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19 Uyma ve İtaat Etme 6. Amacı; otorite, yürütücü ve kurban üçlüsü arasındaki ilişkiyi, gerçek yaşamda rastlanabilecek nitelikteki laboratuar koşullarında ölçmek olan deney aşağıdakilerden hangisidir? a) Çizgi deneyi b) İtaat (şok) deneyi c) Otokinetik deneyi d) Şartlı refleks deneyi e) Koşullanma deneyi 7. Aşağıdakilerden hangisi uyma davranışını etkileyen faktörler arasında sayılamaz? a) Kişilik özellikleri b) Grubun üye sayısı c) Gruptaki söz birliği d) Cinsiyet e) Kişinin konuya ilgisi 8. Aşağıdakilerden hangisi uyma davranışında etkili olan faktörlere ilişkin doğru bir yargı bildirmektedir? a) Grubun içinde bir konuya ilişkin oybirliği davranışının artması uyma davranışını azaltmaktadır. b) Eğitim ve zeka, uyma davranışıyla ilgili olan özelliklerdir. c) Grupta söz birliğinin azalması uyma davranışını da azaltmaktadır. d) Sevilme ihtiyacı olan kişiler, grubun normlarına aykırı davranma yoluyla dikkat çekmek isterler. e) Kollektif kültürlerde uyma ve itaat davranışı daha düşük düzeydedir. 9. Aşağıdakilerden hangisi itaatin bir özelliğidir? a) İtaat biçimindeki sosyal etkide, kaynağı ile hedefi arasında mevki farkı vardır. b) İtaatte, birey otorite figüründen dolaylı olarak emir alır. c) Sosyal etki konusunda itaat üzerine yapılmış hiçbir araştırma yoktur. d) Otoriteye itaat etme, tamamen olumsuz sonuçlar doğurur. e) Otoritenin itaat için baskı yapma dozu aşırıya vardıkça, bireyin karşıt tepki geliştirmesi mümkün olmaz. 10. Aşağıdakilerden hangisi itaat olgusunun olumlu sonuçlar doğurduğu alanlardan biri sayılamaz? a) Okul b) Ordu c) Hükümet d) İş yeri e) Arkadaş grupları Cevap Anahtarı 1.B, 2.A, 3.C, 4.E, 5.C, 6.B, 7.D, 8.B, 9.A, 10.E Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20 Uyma ve İtaat Etme YARARLANILAN KAYNAKLAR Alver, B. (1998). Bireylerin Uyum Düzeyleri ile Empatik Becerileri Arasındaki İlişkiler. (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). Erzurum: Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Arkonaç, S. (2008). Sosyal Psikolojide İnsanları Anlamak: Deneysel ve Eleştirel Yaklaşımlar. Ankara: Nobel. Cüceloğlu, D. (1996). İnsan ve Davranışı. İstanbul: Remzi. Freedman, J. L., Sears, O.D., Carlsmith, J.M. (2003). Sosyal Psikoloji. çev. Ali Dönmez. Ankara: İmge. Hogg, M. A., Vaughan, G.M. (2007). Sosyal Psikoloji. çev. İbrahim Yıldız ve Aydın Gelmez. Ankara: Ütopya. İnceoğlu, M. (2004). Tutum Algı İletişim. Ankara: Kesit Tanıtım. Kağıtçıbaşı, Ç. (1988). İnsan ve İnsanlar. İstanbul: Evrim. Kartari, A. (1997). Farklılıklarla Yaşamak, Kültürlerarası İletişim. Ankara: Ürün. Morris, C. G. (2002). Psikolojiyi Anlamak. çev. ve ed. H. Belgin Ayvaşık ve Melike Sayıl. Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları. No: 23. Sakallı, N. (2006). Sosyal Etkiler: Kim Kimi Nasıl Etkiler? Ankara: İmge. Tolan, B., İsen, G., Batmaz, V. (1985). Ben ve Toplum. Ankara: Teori. Vasquez, G.M., Taylor, M. (1999). “What Cultural Values Influence American Public Relations Practitioners?”. Public Relations Review. 25 (4): 433-449. BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR Hartley, P. (2010). Kişilerarası İletişim. çev. Ülkü Doğanay, vd. Ankara: İmge. Krech, D. ve Crutchfield, R. S. (1994). Sosyal Psikoloji. çev. Erol Güngör. İstanbul: Ötüken. Morgan, C. (1995). Psikolojiye Giriş. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü Yayınları. Yayın No:1. Silah, M. (2005). Sosyal Psikoloji: Davranış Bilimi. Ankara: Seçkin. Şerif, M. ve Şerif, C. W. (1996). Sosyal Psikolojiye Giriş I-II. çev. Mustafa Atakay ve Aysun Yavuz. İstanbul: Sosyal. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21 HEDEFLER İÇİNDEKİLER İKNA VE İKNA EDİCİ İLETİŞİM • • • • • • İkna Kavramı İknanın Unsurları İknanın Psikolojik Etkileri İkna Edici İletişim İkna Edici İletişimin Unsurları İkna Edici İletişimin Süreçleri • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • İkna kavramını tanımlayabilecek, • İknanın unsurlarını gösterebilecek, • İknanın psikolojik etkilerini tanımlayabilecek, • İkna edici iletişimi kavrayabilecek, • İkna edici iletişimin unsurlarını ayırt edebilecek, • İkna edici iletişim sürecini anlayabilecek, • İkna edici iletişimi sınıflandırabileceksiniz. İKNA VE İKNA PSİKOLOJİSİ ÜNİTE 5 Uyma ve İtaat Etme GİRİŞ Bireysel, örgütsel ve toplumsal yaşam biçimlerinde iletişim bir ihtiyaçtır. Bir sosyal yapı içinde iletişime ihtiyaç duymayan hiçbir iş yoktur; çünkü iletişim insanların birbirlerini anlamaları için gerekli olan köprüdür. İletişimin temel unsurları arasında kaynak, mesaj ve alıcıyı sayabiliriz. Ancak iletişim yalnızca kaynaktan alıcılara bir mesaj gönderimi değildir. Çünkü mesajı gönderen kaynağın genellikle bir amacı vardır ve kaynak gönderilen mesaj doğrultusunda alıcıda bir tutum ya da davranış oluşumunu, pekiştirmesini ya da değişimini talep eder. Etkin ve tam bir iletişim süreci, alıcının kaynağın görderdiği mesaj doğrultusunda istediği davranışı gerçekleştirmesiyle ölçülür. Yani öğrenmek, öğretmek, anlamak, anlatmak, etkilemek, etkilenmek ve paylaşmak için iletişim kurarız. İkna edici iletişim sürecinde kullanılan aşamalar; iknanın gücünün iletilmesinde ve bireyin davranış ve tavırlarının değiştirilmesinde önemli rol oynamaktadır. Bu aşamada öncelikle sunulan iletinin alıcının dikkatini çekmesi gerekmektedir. Daha sonra ise; iletiye dikkat edilmesi sağlanır ve görsel/işitsel unsurlarla kavrama oluşturulur. Bunun ardından alıcı, içeriği kabul ya da reddeder, böylelikle bir karar ve tutum biçimlenmiş olur ve davranış ya da tepki şeklinde eyleme dökülür. İkna sürecinde etkili bir iletişim sürecinin işletilmesi, alıcıda eylem aşamasına kadar giden bir sürecin oluşturulmasında önemli bir rol oynamaktadır. Bu ünitede ikna kavramının ne olduğu ve unsurları açıklandıktan sonra, ikna edici bir iletişim sürecinde rol oynayan faktörler açıklanacaktır. İKNA KAVRAMI Bir fikrin, bir görüşün, bir konunun benimsenmesini, onaylanmasını sağlamak ya da bu görüş ve düşüncelerden uzaklaştırmak olarak algılanan ikna, başkalarından bir şeyler öğrenme ve ortak bir çözüme ulaşabilme sürecidir. İkna süreci insanların paylaştıkları ya da paylaşmadıkları bir görüşe yöneltilmesi, planlı bir hazırlık sonucunda, görüşü destekleyici kanıtların sunulmasını ve hedef ile duygusal ve ussal bir uyum sağlanmasını gerektirir. İkna sözlük anlamı olarak “bir kanaati kabul ettirme, bir kanaat uyandırma, inanmasını sağlama, razı etme” şeklinde tanımlanır. İnandırma, inanma, sunuş, kanaat gibi anlamlarla ifade edilmektedir. İkna, diğer kişi veya kişilerin tutum ve davranışlarını etkileme eylemi olarak tanımlanmaktadır (Gürüz ve Temel Eğinli, 2008a: 97). İkna uygulamaları hemen hemen her alanda vardır. Kişilerarası iletişim, kitle iletişim araçları yoluyla iletişim, iş dünyası, gündelik hayat gibi pek çok alanda ikna çalışmaları yürütülmektedir. Özellikle iş dünyasındaki değişiklikler ikna konusunu her zamankinden daha önemli hâle getirmiştir (Luecke, 2007: 71): Günümüz dünyasında, emir-komuta anlayışı yerine eş konumdakilerden kurulu birimler arası takımlar ya da şirketler arası ortaklıklar söz konusudur. Çünkü eski anlayış üretken olmayan bir yaklaşım olarak görülmektedir. Çalışma hayatındaki birçok insan otoriteyi sorgulayarak büyümüştür. Bu insanlar kendilerine ne yapmaları gerektiğinin söylenmesinden hoşlanmamakta ve bu tarz isteklere olumlu tepki vermemektedirler. Mantıklı bir biçimde ikna edildiklerinde ve yapılacak işlerin ya da Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 Uyma ve İtaat Etme gösterecekleri tutum/davranış biçiminin yararları uygun yolla anlatıldığında, olumlu tepki vermektedirler. Manipülasyon, ne pahasına olursa olsun karşıdaki kişi/kişilerin tutum ve davranışlarının değiştirilmesini amaçlarken, ikna iki tarafın üzerinde uzlaşacağı ve iki tarafın da kazanacağı bir süreç üzerine yükselir. Bireysel Etkinlik Günümüzde zor ve baskı işe yaramayan yöntemlerdir, modern toplumlarda bunun yerine ikna geçmiştir. İş dünyasındaki yönetsel değişim, hem örgütlerin kendi içlerindeki personelle hem de örgütlerin müşterileriyle yürüttükleri ilişkilerde ikna konusunu gündeme getirmektedir. Güç ilişkilerinin, güç çatışmalarının ve buna bağlı olarak da kıyasıya bir rekabetin çeşitli düzeylerde (uluslararası, toplumlar arası, kültürler arası) söz konusu olduğu günümüzde, iletişim biçimlerinin büyük bölümünün arka planında olan bir kavram hâline gelmiştir. Bu nedenle iş dünyası da dâhil olmak üzere, insanların herhangi bir konuda arzu edildiği gibi davranmasını sağlamak adına yürütülen çalışmalarda, ikna kavramı merkezi bir konumda bulunmaktadır. İkna etmek, bir kimseyi bir konuda bir şey yapmaya razı etmektir. İkna etmek kimi zaman başkasını kandırmakla eş anlamlıymış gibi görülür. Oysa kandırmada işbirliği değil kontrol söz konusudur. İkna ettiğiniz insanlar ise sizinle işbirliği yapar. Kandırmanın bir sonucu olarak bir taraf kazanır, diğer taraf kaybeder. Kandırmada diğer taraf için iyi bir şey yoktur. Oysa ikna etmede her iki taraf da yarar sağlar (Dicleli, Akkaya, 2000:207). Tutum ve davranışları değiştirmek isteyen kişiler, ikna çalışmaları yürütürler. Halkla ilişkiler, reklamcılık, propaganda çalışmaları, ikna edici iletişimin yoğunlukla kullanıldığı alanlardır. Çeşitli kampanyalar, toplantılar, konferanslar, medyadan yapılan yayınlar insanlarda tutum/davranış değişikliği yaratmayı hedefler. İkna karşımızdakileri savunduğumuz duygu ve düşünceye inandırmak için etkili iletişim teknikleri kullanarak gerçekleştirilen, uzlaşmanın esas alındığı bilim ve sanattır. Çoğu zaman manipülasyonla karıştırılır. Manipülasyon, yönlendirme, seçme, ekleme, çıkarma yoluyla bilgileri değiştirme işidir. Manipülasyondan iknayı ayıran en önemli fark, ikna çabasında bulunan kişinin niyetidir. Bu nedenle iknanın, manipülasyondan daha olumlu bir çaba olarak değerlendirildiğini söyleyebiliriz. İkna, iki ya da daha fazla insanın üzerinde uzlaşacağı zeminden ve inançlardan oluşan bir atmosfer yaratmayı hedeflemektedir (Lakhani, 2005:x, 15). • Herhangi bir konuda kolayca ikna olur musunuz? Sözü edilen tüm ikna çalışmalarında üç tip ikna söz konusudur (Reardon, 2002:140-141): Tepki Şekillenmesi Tepki şekillenmesi, sınırlı deneyim ya da durumun yeniliği nedeniyle, birey duruma nasıl tepki göstereceğini bilmediği zaman ortaya çıkar. Örneğin, bir ebeveyn çocuğunun yürüyen merdiven için tepkisini şekillendirmeyi arzu edebilir. Korku duymaması için, ebeveyn merdivene bir oyun olarak binme davranışı Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 Uyma ve İtaat Etme gösterebilir. Böylece çocuk merdiveni korkudan çok oyunla bağlantılandırır. Burada çocuğun daha önce hiç karşılaşmadığı bir nesneye ilişkin ilk tepkisinin şekillendirilmesi amaçlanmıştır. Burada ikna için eğlence motifi seçilmiş ve bunun sonucunda bir tepki şekillenmesi beklenilmiştir. Belirli bir davranış tarzının seçilmesi ve davranışın ortaya çıkmasının ödüllendirilmesi söz konusu olmuştur. Tepkinin Pekiştirilmesi Tepkinin pekiştirilmesi, değişmeye direnen mevcut davranışın ya da sürmesi istenen tutumların sürekliliğinin sağlanmasını içermektedir. Tepkinin pekiştirilmesi, değişmeye direnen mevcut davranışın ya da sürmesi istenen tutumların sürekliliğinin sağlanmasını içermektedir. Tepki şekillendirilmesi, iknanın arada sırada bir anlık bir çaba olarak sergilenmesidir. İnsanların davranışlarını sürdürmeleri için teşvik edilmesi gerekir, aksi halde onları yani var olan davranışları kullanmayı kesebilirler. İkna, uzun soluklu bir çaba ve süreci ifade eder. Onlar bir kez ikna edildikten sonra bu süreç bitmez, bu iknanın zaman içinde pekiştirilmesi gerekmektedir. Tepki Değişmesi Bireysel Etkinlik Bireyler tepki şekillenmesi, tepki pekiştirilmesi ve tepki değişmesi yoluyla üç tip iknaya maruz kalırlar. Tepkinin değişmesi, bireyde var olan mevcut düşünce ve davranışların değişmesini ifade eder. Tepki pekiştirilmesi gibi, tepki değişmesi de çoğu kez uzun süreli bir süreçtir. İnsanlar geçmişte var olan yaşadığı tutum ve davranışları sürdürmeyi tercih ederler. Onlar yalnızca yaptıklarının yanlış olduğuna inanırlarsa değişmeyi isteyebilirler. Bu genelde zaman alır ve yavaş yavaş gerçekleşir. • İkna olduğunuz durumlarda, bu durum daha çok tepki şekillenmesi mi, tepki pekiştirilmesi mi, tepki değişmesi mi olmaktadır? İKNANIN UNSURLARI İkna, temel olarak hazırlık ve planlama süreçlerini gerektirir. Günlük hayatımızda ikna etmeyi gerektiren etkinliklerle yüz yüze gelmemize rağmen, bu nadiren düşündüğümüz bir şeydir. İkna etmenin beş adımını şöyle açıklayabiriz (Dicleli ve Akkaya, 2000: 208-212): Dikkat Kazanma Karşınızdakinin dikkatini ancak verdiğiniz mesaj onun çıkarlarına ve yaklaşımlarına uygunsa kazanabilirsiniz. Bunu anlamanın yolu ise; kendimize şu soruları sormamızdan geçer: Konuştuğum kişinin söylediklerimi anlayabilmesi için hangi bilgiler gerekli? Konuyu nasıl algılıyor? Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 Uyma ve İtaat Etme Bu görüşü benimserse, karşımdaki kişinin yaşamında nasıl bir değişiklik meydana gelecek? Farklılık taşıyan görüşüm karşımdaki kişi açısından ne kadar önem taşıyor? Söylediklerim veya önerdiklerim dinleyicinin çıkarları ve değerleriyle ne kadar uyuşuyor? Konuyla ilgili olarak her ikimiz de hangi değer ve çıkarları paylaşıyoruz? Bu soruları yanıtlayabiliyorsak, ikna etme yönünde ilk adımı atmış sayılırız. Karşıdaki insanın görüşlerine kulak vermek ve onu dinlemek her zaman kazandıran bir yöntemdir. Size vermek istediğiniz mesajın en iyi nasıl aktarılması gerektiğini, hangi engellerin nasıl aşılabileceğini gösterir. Olayın bütününü kavramak, her iki tarafı birleştiren değer ve çıkarları kavramak, bu sürecin ilk adımıdır. Anlamayı Sağlama Son derece açık ve canlı bir dille anlatır, olayı gözünde canlandırabileceği örnekler kullanırsanız, anlamayı sağlama yönünde adım atabilirsiniz. Kişinin ikna olabilmesi için, neyi niçin yapması gerektiğini anlaması gerekir. Bu nedenle canlı bir dil ve somut örnekler kullanılarak anlatımınızı iyileştirmeniz gerekir. Burada “bildiğiniz gibi”, “çağımızın gereği olarak” türünde sık sık sarf edilen sözcükler de, “-melidir”, “-malıdır” şeklindeki buyruklar da işe yaramamaktadır. Klişeleşmiş sözcükler insanları etkilemekten uzaktır. Burada sorulacak sorular şunlardır: Kullandığım sözcüklerde klişeler, basmakalıp sözler var mı? Beni dinleyen kişi açısından bir anlam taşıyor mu? Söylediklerimin anlaşılmasını sağlamak için canlı bir dil kullanıp somut örnekler verdim mi? İnandırma İnandırma sürecinde konuyla ilgili, inandırıcı ve hazır halde bulunan kanıtlar kullanılmaktadır. İnanmak, söylediklerinizin karşınızdaki tarafından psikolojik olarak onaylanmasıdır. Bu olmadan hiçbir olumlu tepki alamazsınız. İnsanların sizi yürekten onaylamasını nasıl sağlarsınız? Bu sorunun yanıtı pek çok şeye bağlıdır. O kişinin sizinle olan geçmiş deneyimleri; sizin kişiliğiniz, sosyal konumunuz, dürüstlüğünüz ve nesnelliğiniz, beden diliniz (görünüşünüz, sesinizin tonu, konuşma hızınız, fiziksel davranışlarınız vs.). Ama inandırmayı sağlamada başrolü coşku ve kanıtlar oynamaktadır. Söylediklerinizi coşkuyla anlatıyorsanız, sizi dinleyen söylediğinize inanmış olduğunuzu düşünür. Bunun için güzel konuşmada usta, çok akıllı, duygusal veya ünlü bir kişi olmanız gerekmez. Söylediğinize gerçekten inanıyorsanız, zaten bunu coşkuyla anlatır ve karşınızdakine de söylediklerinize gerçekten inandığınızı göstermiş olursunuz. İnandırma sürecinde konuyla ilgili, inandırıcı ve hazır hâlde bulunan kanıtlar kullanılmaktadır. İknada inanmayı sağlayan en önemli ikinci unsur; kanıtlardır. Kanıt, sınanması mümkün olan bilgilerdir. Örneğin sigorta sektöründe çalışıyorsunuz ve bir müşterinizi sizinle birlikte çalışmaya ikna etmeye çalışıyorsunuz. Kanıtınız şu olabilir: Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 Uyma ve İtaat Etme Sağlık sigortanız……………tedavisinde hastane masraflarını kapsamıyor. İsterseniz poliçe maddelerini kontrol edebilirsiniz. Bizimki bunu kapsıyor. Buyurun okuyun. Bu durumda ikna sürecinde bir kanıt kullanılmış oldu. İnandırmak için kanıtların doğrudan konuyla ilgili, inandırıcı ve el altında bulunması gereklidir. Kanıtların inandırıcı olup olmadığını ortaya çıkarmanın en iyi yolu, karşınızdaki insanın bakış açısını bilerek şunları sormaktır: Bu bilgiler beni dinlemekte olan kişinin önerdiğim çözümü anlamasına yardım eder mi? (konuyla ilgili olma) Dinleyicim bu bilgileri güvenilir buluyor mu? Bu verileri toplayan kişi ya da kaynağa güvenecek mi? (güvenilir olma) Dinleyicim istediği an bu bilgileri sınayabilir mi? (el altında bulundurulması) Tartışma İnandırıcı kanıtlar karşımızdaki kişinin soru ve kuşkularını gidererek onu inanmaya hazırlar. Amacınız kendinizin doğru olduğunu kanıtlamak değil, onun sizin görüşünüze dayanarak davranmasının doğru olacağını kanıtlamaktır. •Herhangi bir konuda sunulan kanıtlar ikna sürecini hangi boyutlarda etkilemektedir? Tartışınız. •Düşüncelerinizi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “tartışma forumu” bölümünde paylaşabilirsiniz. Aralıklarla Tekrarlama İkna eyleminde tekrar, verdiğiniz mesajın sizi dinlemiş olan kişi tarafından hatırlanmasını sağlamaktadır. Araştırmalar, bize sürekli olarak tekrarlanan olguları ve bilgileri daha iyi hatırladığımızı ortaya koymaktadır. Aralıklarla tekrarlama hatırda tutmayı sağlar. Bu aşamada şunları sormamız gerekir: Söylediklerim arasında hangi noktaları insanların hatırlamasını istiyorum? Ana fikri unutulmaz kılacak şekilde nasıl ifade edebilirim? İkna sürecinde aralıklı olarak mesajı tekrarlanır ve bireye eyleme geçmesi yönünde çağrıda bulunulur. Ana fikri, basit bir cümle ya da bir sözle ifade edip konuşma boyunca bunu tekrarlayabilirsiniz. Bazı durumlarda dinleyicinizin ortaya koyduğunuz olguları değil, bunlarla ilgili en olumlu tepkileri hatırlamasını istersiniz. Bu amaçla da, bütün bir konuşma boyunca tek bir soru sorar ya da aynı cümleyi tekrarlarsınız. Örneğin; Firma için yaptığınız her atılım aslında kendinizi geliştirmek için yarattığınız bir fırsattır. Bu tür ifadelerin aralıklarla tekrarlanması, dinleyicinin mesajınızı ya da mesajınızın ilettiği duyguyu hatırlamasına yardımcı olacaktır. İkna sürecinde aralıklı olarak mesajı tekrarlanır ve bireye eyleme geçmesi yönünde çağrıda bulunulur. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 Uyma ve İtaat Etme Eylemi Sağlamak İçin Talepte Bulunma İkna etmenin beşinci aşaması eylem talebinde bulunmaktır. İlginç, açık, güvenilir ve akılda kalıcı fikirler sunmuş olabilirsiniz. Eğer sizi dinleyen kişi bunlara dayanarak harekete geçmiyorsa, ikna etmiş sayılmazsınız. İkna etmenin nihai ürünü eylemdir, bir değişimin gerçekleşmesidir. Karşınızdakini hangi konuda ne yapmaya razı etmek istiyorsunuz? Sizi dinleyen kişiden nasıl bir davranış bekliyorsunuz? İkna sürecinde arzu ettiğiniz başarıya ulaşamadığınızı gördüğünüzde, bu beş aşamayı tekrar gözden geçirip, nerede bir eksiklik ya da hata olduğunu bulmamız gerekir. Konu ne olursa olsun, bireyden istediğiniz davranışın gerçekleşmesini talep etmelisiniz. İkna faaliyetlerinin başarısız kalmasının nedenlerinden birisi, eyleme yönelik talepte bulunma aşamasından vazgeçmemiz ya da süreci yeterince takip etmememizdir. Bizi dinleyen kişinin “mesajı aldığını” ve bizim görüşlerimize dayanarak harekete geçeceğini sanırız. Ancak süreç çoğu kez bu şekilde işlemez. Çünkü dinleyici sadece bizim değil, pek çok kişinin fikrinin etkisi altındadır. Bir araştırmaya göre; insan zihni bir gün içinde yaklaşık on bin fikirle uğraşır. Oysa bunların çok azı doğrultusunda harekete geçer. Eylemin hemen gerçekleşmesini talep etmemiz daha yerinde olur, zaman geçerse önerinize olan ilgi azalabilir. İKNANIN PSİKOLOJİK ETKİLERİ İkna stratejilerinin gelişiminde iknanın psikolojik etkileri önemli bir yer tutmaktadır. İkna staretileri geliştirilirken karşılıkta bulunma, tutarlılık ve toplumsal kanıt vs. gibi önemli stratejiler, yüksek düzeyde etkinlik sağlamaya yardımcı olmaktadır (Cialdini, 2004: 35-203; Cialdini 2001’den akt. Gürüz ve Temel Eğinli, 2008a: 127-128): Başkalarının iyiliklerini, karşılığında hiçbir şey vermeye çabalamadan kabul ederek, karşılıkta bulunma kuralına uymayan kişi, hiçbir kültürde hoş karşılanmaz. Karşılıkta Bulunma Karşılık kuralı; kendimizi bize yönelik olan iyiliklerin, hediyelerin, davetlerin ve benzeri şeylerin bedelini ödemekle yükümlü hissetmemizi ifade etmektedir. Kendimize bize dönük olarak gösterilen iyiliklerin karşılığında borçlu hissederiz. Karşılık verme, kültürden kültüre göre değişmemekte, bütün insanlık kültürünün genel bir eğilimini yansıtmaktadır. Tutarlılık Kişiler genellikle tutarsız bir durum içinde bulunmaktan rahatsızlık duyarlar. Tutum konusunda daha önce denge kuramlarında değinilmişti. Tutarlılık ilkesinde; insanların tutum ve davranışlarında dengede olmaları ya da tutarlılık göstermeleri esastır. Tutarlı olmak ya da görünmek, bazen bizi kendi çıkarlarımıza karşı olan davranışlara sürükleyebilen güçlü bir toplumsal etki aracıdır. Çünkü tutarlılık toplumsal olarak çoğu koşulda değer verilen bir özelliktir. Tutarsızlıksa, genellikle istenmeyen bir kişisel özellik olarak değerlendirilir. Tutarlılık; mantığın, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 Uyma ve İtaat Etme rasyonelliğin, kararlılık ve dürüstlüğün özünü oluşturur. Bütün kültürlerde sağlam bir kişisel tutarlılığa değer verilmektedir. İkna edici mesajlar, kişilerin karar vermesinde tutarlı olma gereksinimine bağlı olarak inandıkları ve yaptıklarının aynı doğrultuda olmasını zorunlu kılmaktadır. Toplumsal Kanıt İnsanlarının genelinin bir düşünce içinde olması ya da onu doğru bulması, birey için toplumsal kanıt ilkesine karşılık gelmektedir. Toplumsal kanıt ilkesine göre; kişiler neyin doğru neyin yanlış olduğuna ilişkin diğer kişilerin düşüncelerini öğrenme eğilimi gösterirler. Doğrunun ne olduğunun tanımlanmasında karar vermek için uygulamaya geçilir. Söz konusu konuda başkalarının davranışı, düşüncesi, inancı ne kadar fazla ise onun doğru olduğuna karar verilir. Genellikle topluma bakarak kanıt toplandığında yanlış karar verilmeyeceği yönünde bir inanış mevcuttur. “Birçok kişi böyle yapıyorsa, doğrusu budur” şeklinde düşünmek kişilerin mesajlara karşı hem güçlü hem de zayıf olduklarını gösterir. Önemli olan mesajın toplumun çoğunluğunu kapsamasıdır. İnsanlarının genelinin bir düşünce içinde olması ya da onu doğru bulması, birey için toplumsal kanıt ilkesine karşılık gelmektedir. İKNA EDİCİ İLETİŞİM İletişim Kavramı İletişim kavramının İngilizce ve Fransızca karşılığı “communication”dur. Kavram Latince “communis” den gelmektedir. Günümüzde haberleşmeyi de içine alacak şekilde iletişim karşılığında kullanılmaktadır. Günümüzde iletişim sosyal yaşantının vazgeçilmez bir parçası hâline gelmiş ve dolayısıyla evrensel ve disiplinlerarası bir görünüm arz etmektedir. Bu husus, sosyoloji, psikoloji, yönetim bilimleri, dilbilim gibi birçok bilim dalının iletişim olgusuyla ilgilenmesinden açıkça anlaşılmaktadır. Bu nedenle de herkesin üzerinde anlaştığı bir tanım bulmak zordur. İletişime dair ilk çalışmaların II. Dünya Savaşı sırasında ikna ve etkileme amaçlı kitle iletişimi ile başladığı, iletişim sürecinin iletim yönünü vurgulayan; bir fikrin, bir duygunun, bir tutumun birinden başkasına nasıl aktarıldığını ortaya koyan, doğrusal-çizgisel iletişim anlayışından, karşılıklılık, ortak algılama ve paylaşma gibi noktaları vurgulayan iletişim modellerine doğru geliştiği bilinmektedir. Zaman içinde iletişim sürecindeki ana tema, iknadan çok etkileme ve insanların birbirlerini anlamasına kaymıştır. Özetle; iletişim çalışmaları ve araştırmaları kitle iletişiminde kişilerarası iletişime doğru bir seyir izlemektedir. Aşağıda şimdiye kadar yapılan iletişim tanımlarından bazılarından örnekler verilmektedir (Kaya, 2010: 4-5): İletişim, düşüncenin sözel olarak (konuşma) karşılıklı değiş tokuşudur. İletişim, sayesinde dünyayı anlamlı kıldığımız ve bu anlamı başkaları ile paylaştığımız insani bir süreçtir. İletişim, katılanların, bilgi/sembol üreterek birbirlerine ilettikleri, bu iletileri anlamaya, yorumlamaya çalıştıkları bir süreçtir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 Uyma ve İtaat Etme İletişim insanların, toplu halde yaşamaya başlamalarından itibaren, toplumsal etkileşimlerde rol oynayan, sembolik mesajların karşılıklı ulaştırılmasıyla bazı anlamları aralarında paylaşması sürecidir. İletişim, iki birim arasında birbirleriyle ilişkili mesaj alışverişidir. İletişim, iki kişiyi ilişki içine sokan psiko-sosyal bir süreçtir. Kişilerarası iletişim, bilgi, duygu, düşünce, tutum ve kanılarla, davranış biçimlerinin kaynak ile alıcı arasındaki bir ilişkileşme yoluyla bir insandan (insanlardan), diğerine (diğerlerine) bazı kanallar kullanılarak ve değişim amacıyla aktarılması sürecidir. Duygu, düşünce veya bilgilerin akla gelebilecek her türlü yolla başkalarına aktarılması, bildirişim, haberleşme. Bir düşüncenin, bir duygunun yüz anlatımı, el, kol ve baş hareketleri, konuşma yoluyla ya da yazı, telefon, radyo, televizyon gibi bildirişim araç ve gereçlerinden yararlanarak bir kimseden başka bir kimseye iletimidir. İletişimin toplumsal işlevleri arasında şunlar yer alır (Kaya, 2010: 15): Topluma çeşitli konularda haber ve bilgi sağlama, Bireylerin toplumsallaşma süreçlerine katkıda bulunma, Toplumu belirli amaçlara güdüleme, Tartışma ortamı hazırlama, Eğitime katkıda bulunma, Kültürün gelişimine katkıda bulunma, Eğlendirme, Bireyler, gruplar arasında toplumsal bütünleşmeye katkıda bulunma. İletişim; bilgi verme, toplumsallaşma, güdüleme, eğitime katkıda bulunma, eğlendirme vs. gibi işlevlere sahiptir. İletişim; bilgi verme, toplumsallaşma, güdüleme, eğitime katkıda bulunma, eğlendirme vs. gibi işlevlere sahiptir. İkna edici iletişim; alıcının belirli bir nesneye ilişkin tutumlarını değiştirmeyi amaçlayan iletişime denir. Diğer bir ifade ile, ikna edici iletişim, bir kişi ya da grubun, başka bir kişi ya da grupla tutumlarını belirleyip biçimlendirerek, denetim altına almak ya da değiştirebilmek için giriştiği bilinçli bir iletişim etkinliğidir. İkna edici iletişim, mesajları alma ve değerlendirme ile ilgili bir süreçtir. İkna edici iletişim sürecini, dikkat, kavrama, kabul, saklama ve eylem olarak özetleyebiliriz (Gürüz ve Temel Eğinli, 2008b: 98). İKNA EDİCİ İLETİŞİMİN UNSURLARI İkna edici iletişimin unsurları daha önce kitle iletişim sürecini açıkladığımızda ele aldığımız kaynak, mesaj ve alıcıdır (hedef kitle). Bu üç faktör olmadan, iletişim sağlanamaz. İletişim olgusunun etkinliğini kaynak, mesaj ve alıcının etkinlik düzeyleri belirler. Ayrıca iletişim sürecinde kodlama-kod açma, kanal, geri besleme, ileri bildirim, gürültü gibi kavramların da detaylı bir şekilde açıklanması gerekmektedir. Bu unsurları ve süreçleri, ikna edici iletişim çerçevesinde şu şekilde açıklayabiliriz (Bu bölüm; Arkonaç, 2008: 98-113; Tutar ve Yılmaz, 2010: 29-44; Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 Uyma ve İtaat Etme İnceoğlu, 2004: 178, 179,185; Gürüz ve Temel Eğinli, 2008b: 16-17,58; Kaya, 2010:11-12 esas alınarak oluşturulmuştur): Kaynak Kaynağın konuya ilişkin bilgisi, mesajı nasıl ileteceğine vakıf olması, güvenilir olması, tanınması, rolüne uygun davranması, onun etkinliğini artırmaktadır. İletişimde kaynak, bilgiyi veren ve iletişimi başlatandır. Kime/kimlere, hangi mesaj kaynaklarına inanılır? Hangisi daha güvenilirdir? İnanılır kaynak olmanın şartları ne olabilir? Bu soruların yanıtları, alıcıların mesajı kabul etme ihtimali üzerinde oldukça etkilidir. Kaynağın alanında uzman oluşu, iyi görünümlü oluşu, kişilerarası iletişimdeki ve söze hakimiyetteki becerisi, yani mesajı nasıl ilettiği, kullandığı dilin ne derecede açık ve sade olduğu, ne derecede hızlı ya da yavaş konuştuğu, kaynağı dinleyici karşısında inanılır ve güvenilir kılan en önemli özelliklerdir. Bunların yanı sıra dinleyicilerin mesajı veren kişi ya da kişileri, kaynağı çekici bulması, kendine yakın hissetmesi ve bunlardan hoşlanıyor olması da etkili faktörlerdir. Çekici, popüler ve hoşlanılabilir konuşmacılar her zaman daha ikna edicidirler. Kaynağın konuya ilişkin bilgisi, mesajı nasıl ileteceğine vakıf olması, güvenilir olması, tanınması, rolüne uygun davranması, onun etkinliğini artırmaktadır. Kaynak iletişim sürecinin başlatıcısı olduğu için, o olmadan iletişim kurulamaz. Burada en önemli sorumluluk kaynağa aittir; çünkü iletişim sürecinin başlatanı da mesajı kodlayarak gönderen de odur. Kaynağın taşıması gereken unsurları açıklamamız gerekirse; Kaynak bilgili olmalıdır: Kaynak göndereceği mesaj konusunda bilgili olmalıdır. Kaynak, bilgisi oranında kodlama, mesajı gönderme gücüne sahiptir. Bilgi, mesajın kodlanma biçimini belirlediği gibi, içeriğini, alıcıdan beklenecek olan davranışı da etkiler. Kaynağın bilgili olması, iletişimin sürekliliğini etkiler. Eğer kaynak gerekli bilgiye sahipse, alıcının istediği bilgileri aktarabilir, aksi takdirde aktarıcı olmaktan öteye geçemez. Kaynak kodlama özelliğine sahip olmalıdır: Kaynak, alıcıya göndereceği mesajın nasıl kodlanacağını, sözlerin ve işaretlerin anlamının ne olduğunu bilmelidir. Yanlış ya da yetersiz biçimde kodlanan mesaj, etkin olmaz, aksine istenmeyen bir davranışı da yaratabilir. Kaynağın kodlama özelliği, alıcı ile kültür bağı kurmuş olmasına bağlıdır. Kaynak, alıcıyla benzer kültür özelliklerine sahipse, ya da alıcının kültürel özelliklerini çok iyi biliyorsa, mesajı daha kolay kodlayabilir. Özellikle beden diliyle kurulan iletişimde kültürel yakınlık ve kaynağın kültürel kodları bilmesi daha önemlidir. Kaynak düzlem ve rolüne uygun davranmalıdır: Kaynak bulunduğu düzleme uygun davranmalı, göndereceği mesaj ile statüsü ve rolü arasında ilişki olmalıdır. Kaynağın, davranışını gerçekleştirdiği statü ve role uygun düşmeyen bir mesajın gönderilmesi halinde, mesaj ya algılanmaz ya da olumsuz etkileşime neden olur. Kaynak bir davranışa neden olmak için mesaj gönderiyorsa, bu davranış bulunduğu rol davranışı ile ilişkili olmalıdır. Kaynak tanınmalıdır: Etkin bir iletişim için, alıcı kaynağı tanımak ister. Alcı aldığı mesajı değerlendirirken, kaynağın özelliklerine göre değerlendirir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 Uyma ve İtaat Etme Kaynak, alıcı tarafından ne ölçüde tanınırsa ve bu tanıma ne ölçüde olumluysa, iletişim o ölçüde etkin olur. Tanınmayan veya olumsuz tanınan kaynağın gönderdiği mesajlar, alıcı üzerinde olumlu etki oluşturmaz. Kaynak, etkin ve tam bir iletişim kurabilmek için, ses, yüz, beden, sözcükler gibi sembolleri etkin biçimde kullanmalıdır. Mesajların etkili olabilmesi için, mesajları ileten telefon, radyo, televizyon, film, yazılı basın, internet vs. gibi kanalların yani kitle iletişim araçlarının da kullanılması gerekir. İletişim sürecinde, kaynağın iletişim becerisi kadar, mesajın iletildiği aracın da önemi büyüktür. Mesajı hedeflenen alıcı kitlesine iletebilecek en uygun araç seçilmelidir. Mesaj (İleti) Mesaj, bilginin içeriği, bir başka deyişle ürünün kendisidir. İletilmek istenen bilgi ve fikir mesajı oluşturur. Herhangi bir yerde bir biçimde açığa vurulan bir dizi sözcük veya imgeyi temsil eder. Mesaj, kaynağın fikirlerinin ve isteklerinin sembollere dönüşmüş halidir. Sembollerin tek başına bir anlamı yoktur. Anlamları, sembollere gönderici ve alıcı yükler. Eğer kaynağın verdiği anlamla, alıcının algıladığı anlamlar birbirine uygunsa, “tam iletişim” söz konusudur. İletişim sürecinde etkin bir yapı arzu ediliyorsa, kaynağın gönderdiği sembolleri alıcının tanıması ve algılaması gerekir. Çünkü iletişim süreci, kaynağın gönderdiği mesajın, alıcı tarafından algılanmasıyla kurulur. Mesajı; düşünce, duygu veya bilginin kaynak tarafından kodlanmış biçimi olarak tanımlayabiliriz. Mesaj, bir duygu veya düşünceyi aktarmayı isteyen kaynağın ürettiği sözel, görsel ve işitsel simgelerden oluşur. Mesaj, kaynağın alıcıya gönderdiği iletidir. Mesaj bir konuşmaysa, duyulan bir mesaj; yazılı sözcüklerse, okunan bir mesaj; jest ise, görülen ve hissedilen bir mesaj niteliğindedir. Mesajın etkin bir iletişim sağlayabilmesi için yani hedefin olumlu geri bildirimde bulunmasını sağlayabilmesi için şu özelliklere sahip olması gerekir: Hedefin, bilgi, düşünce ve deneyimlerine uygunluk, Hedefin inanç ve değerlerine uygunluk, Hedefin ihtiyaç, istek ve amaçlarına uygunluk, Hedefin ilgi alanlarına uygunluk, Hedefin toplum içindeki rollerine ve konumuna uygunluk. Mesaj açık ve anlaşılır olmalı, uygun bir kanalda ve doğru zamanlamayla iletilmelidir. Mesaj açık ve anlaşılır olmalı, uygun bir kanalda ve doğru zamanlamayla iletilmelidir. Mesaj anlaşılır olmalıdır: Anlaşılırlık, hem şekil hem de içerik açısından olmalıdır. Öncelikle olaya göre; sözel veya sözel olmayan mesajlardan seçilmeli ve seçilen mesaj, anlaşılır biçimde kodlanmalıdır. Anlaşılırlık, alıcı ve kaynağın bilgisine, yeteneğine, kültürel özelliklerine bağlıdır. Anlaşılamayan mesajların başarıya ulaşması ve alıcı tarafından kodunun çözülmesi mümkün değildir. Mesaj açık olmalıdır: Açıklık, kaynağın gönderdiği mesajla, alıcıdan ne istediğini net bir şekilde belirtmesidir. Mesaj, açık olsa dahi, beklenen Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 Uyma ve İtaat Etme mesaj belirsiz ise, kolaylıkla anlaşılmayacaktır. Açıklık, alıcı açısından da geçerlidir. Mesajın alıcısının kim olacağı, hangi alıcıdan ne yapmasının istendiği, mesajdan anlaşılmalıdır. Mesaj doğru zamanda iletilmelidir: Her iletişim etkinliğinin bir yeri ve zamanı vardır veya iletişim, mesajın içeriğine uygun zamanda etkin olur. Bu nedenle, mesajın gönderileceği zaman iyi belirlenmelidir. Ayrıca, alıcıdan beklenilen davranış da zamanlı olmalıdır. Mesaj uygun kanalı izlemelidir: Mesaj, bir kanal (iletişim ağı) tarafından alıcıya ulaştırılır. Mesaj uygun yolu izlemeden alıcıya varırsa, etkinliğini kaybeder; alıcı ile kaynak arasındaki ilişki yetersiz kalır. Aynı şekilde mesaj, izlediği yolda engellenmemelidir. Mesaj, kaynak ve alıcı arasında kalmalıdır: Mesaj kaynaktan alıcıya ulaşana kadar değişik kişi ve kademelerden geçebilir. Mesajın kaynaktan alıcıya ulaşması esnasında, aktarıcılar mesajın içeriğini gerektiği ölçüde kavramadan veya etkilendikleri biçimde yeni bir kaynak durumuna geçip, alıcıya farklı mesajlar gönderebilirler. Bu durumda mesaj, ilave anlamlar kazanır ve alıcı bu tür bir mesajla karşılaştığında beklenmeyen davranışlar gösterebilir. İkna edici iletişimde mesaj içeriğinde alıcının ödüllendirileceğine dair bir içerik varsa, bu içerik genellikle mesajın güdüleyici özelliğini açığa çıkarmaktadır. Ayrıca alıcının mesajlara aktif olarak katılması, pasif katılmaya oranla daha çok tutum değişimi yaratmaktadır. İkna edici mesajdaki içeriğin iki yanlı olarak sunulması, çoğunlukla tek yanlı sunulmasından daha etkilidir. Hovland’ın yaptığı laboratuvar deneylerinde, özellikle propaganda kampanyalarında tek yanlı propaganda yerine, iki yanlı propagandaya yer verilmesi yani iki tarafın da görüşlerine yer verilmesi gerektiği ortaya çıkmıştır. Yani bir iletişim sürecinde, aynı zamanda rakip kişi ya da grubun fikrini yansıtan mesajların da değerlendirilmesi, kendi hedef kitlesine iletilmesi ve yine onların tanıklığında bu savların çürütülmesi gerekmektedir. Mesajda duygusal içeriğin olmasının, tamamen bilgi verici mesajlara göre daha etkin olup olmadığı ise; ortam etkenlerine ve alıcının psikolojik farklarına bağlı bir durumdur. Araştırmalar aynı zamanda mizah anlayışının mesajlara yerleştirilmesinin, yetişkinler için etkiyi artırmadığını ancak çocuklar üzerinde tutum değişikliğine olumlu bir etki yaptığını göstermiştir. Kanal (Araç) İletişim aracı ya da kanalı, mesajın gönderilmesinde ya da iletilmesinde kullanılan yoldur. Kitle iletişim sürecinde araç ya da kanal medya olarak adlandırdığımız ve daha önce detaylı bir biçimde incelediğimiz; radyo, televizyon, gazete, sinema ya da internet olabilir. Ancak araç kullanılarak yapılan iletişim her zaman kitle iletişimi değildir. Örneğin telefonla yapılan iletişim de aracılı iletişimdir ama kitle iletişimi değildir. Aynı şekilde mektup ya da e-posta yoluyla gerçekleştirilen iletişim de aracılı iletişimdir; ancak kitle iletişimi değildir. O hâlde araç kullanılarak gerçekleştirilen iletişimi aracılı ya da dolaylı iletişim olarak Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 Uyma ve İtaat Etme Yeni iletişim teknolojileri, iletişim sürecininin olanaklarını çeşitlendirmektedir. adlandırırken, bunu da kendi içinde kitlesel iletişim ya da kitlesel olmayan iletişim olarak ikiye ayırmak gerekmektedir. Örgüt içindeki iletişim kanalları ise resmî ya da gayri resmî nitelikte olabilir. Resmî iletişim kanalları, yönetim tarafından belirlenen ve kabul edilen iletişim kanallarıdır. Örgütsel iletişim daha çok yukardan aşağıya, aşağıdan yukarıya ve çapraz olarak işler. Gayri resmî nitelikteki iletişim kanalları ise daha çok söylenti ve dedikodu mekanizmalarıdır. Günümüzde giderek yaygınlaşan yeni iletişim teknolojileri iletişim kanallarının yapısını çeşitlendirmiştir. İnternet, e-mail, örgütsel iletişimde kullanılan yerel iletişim sağlayan intranet önemli iletişim kanalları hâline gelmişlerdir. Yeni iletişim teknolojileri, iletişim sürecininin olanaklarını çeşitlendirmektedir. Alıcı İletişimin gerçekleşmesi için en az iki kişiye ihtiyaç vardır. Bunlardan biri kaynak diğeri de alıcıdır. Bireyler aktif bir dinlemeden çok, savunmaya yönelik ya da kendi söyleyeceklerine odaklanan bir dinleme eğilimi göstermekte, bu da iknanın etkisini azaltmaktadır. Kodlanmış mesajı alan ve kodunu açan kişi, alıcıdır. Alıcı açısından, alıcının kişilik özellikleri, cinsiyeti, sosyal statüsü, zekâ, bağlılık gibi unsurlar etkili olmaktadır. İkna edici mesajlar karşısında alıcının etkileneceği mesaj türleri, vereceği tepkiler, ikna edici iletişime karşı gösterdikleri direnç vs. farklılık arz etmektedir. Kendine güveni olan kişilerin, diğer kişilerden gelen öneri ve talepler karşısında daha dikkatli ve tedbirli davrandıklarından dolayı ikna edici iletişime karşı dirençleri artmaktadır. Kendine daha az güvenen kişiler ise, diğer kişilerin görüşlerine daha fazla önem vermekte ve kendi görüşlerinden emin olamadıklarından ötürü, başkalarının önerilerine daha açık hâle gelmektedirler. Bir başka faktör olan zekâ ise; ikna edici iletişime karşı alıcıların gösterdikleri tepkileri ve tepki düzeylerini belirlemektedir. Buna bağlı olarak da yüksek zekâ düzeyine sahip kişilerin daha karmış, tutarlı ve mantıksal yönleri bulunan mesajlardan daha çok etkilenebilecekleri, zekâ düzeyi daha düşük olan alıcıların ise daha basit, anlaşılır mesajlardan etkilenecekleri açıktır. Alıcının cinsiyeti de bireylerin ilgi alanlarında farklılık yaratan bir faktördür ve ikna edici iletişimde göz önünde bulundurulmalıdır. Alıcının taşıması gereken özellikler şunlardır: Tam ve etkin bir iletişim için, alıcının aktif bir dinleyici olması gerekir. Alıcı iyi bir dinleyici olduğu sürece, iletişim süreci etkin olur. Ancak bu sayede hedef mesajı algılayabilir ve bilgilerinin elvermesi durumunda mesajın kodunu çözerek geri bildirimde bulunabilir. Alcının mesajı tam olarak algılaması, referans çerçevesinin olmasına, mesajın anlaşılmasına ve bilgilerinin elvermesine bağlı olduğu kadar, aynı zamanda aktif dinleme yeteneğinin olmasına da bağlıdır. Aktif bir dinleme için alıcının; Etkin sessizlik içinde olması, Dinlerken her türlü önyargı, değerlendirme ve genellemelerden kendini uzak tutması, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 Uyma ve İtaat Etme Göndericiye karşı empati göstermesi, Sabırlı olması ve konuşmacının sözünü kesmemesi gerekir. İkna edici iletişimin unsurları Şekil 5.1’de açıklanmıştır. Kaynaktan belli bir mesajın, bir aracı yoluyla alıcılara ulaştığını ve hedefin başarıya ulaştığını/ulaşmadığını görüyoruz. Çünkü alıcılar mesajı önce dikkat, sonra anlama, daha sonra da onaylama, saklama, anımsama yoluyla algılarlar. Daha sonra mesaja bir eylemde bulunarak (sözlü/yazılı) yanıt verirler. Duruma bağlama ve mesajın niteliğine göre; öneriyi kabul edip, tutum değişiminde bulunabilirler ya da buna direnç gösterirler. Şekil 5.1. İkna Edici İletişimin Unsurları Kaynak: İnceoğlu, 2004:176. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 Uyma ve İtaat Etme İKNA EDİCİ İLETİŞİMİN SÜREÇLERİ Kodlama-Kod Açma Kaynak ve alıcı arasındaki referans çerçevesi ne kadar geniş olursa, iletişim sürecinin etkinliği o kadar artmaktadır. Bilginin, düşüncenin mesaj hâline getirilmesine kodlama denir. Kodlama, mesajların oluşturulması davranışını ifade ederken; kod açma, mesajların anlaşılması davranışını tanımlamaktadır. Kaynağın aklından geçirdiği ve iletmek istediği düşünceler, alıcının anlayabileceği simgelerle kodlandığında mesaja dönüşür. Kodlama basit bir el hareketinden, karmaşık bir matematik formülüne kadar farklı biçimlerde olabilir. Kodlama, simgelerin anlama dönüştürülmesidir. İletişimin gerçekleşmesi, kaynağın mesajı alıcıya kodlayarak ulaştırmasıyla, iletişimin etkinliği ise; gönderilen mesajın anlamı ve etkisinin, alıcıya tam olarak ulaşmasıyla ölçülmektedir. Gerçek iletişim etkinliği, hedefte istenen davranışın sağlanmasıyla gerçekleşmektedir. Bu ise; kodlanan mesajın, kaynağın kodladığı gibi, alıcı tarafından açılmasıyla mümkündür. Mesajın alıcı tarafından yorumlanarak anlamlı bir şekilde algılanmasına kod açma denir. İletişim süreci içerisinde mesajlar, ancak kod açma yoluyla, kâğıt üzerindeki anlamsız işaretler veya bir takım ses ve görüntü sinyalleri olmaktan çıkıp anlam kazanırlar. Kodlama kaynak, kod açımı ise alıcı tarafından yapılır. Kodlama ve kod açımı arasındaki uyum, kaynak ve alıcının arasındaki referans çerçevesine bağlıdır. Referans çerçevesi, kaynak ve alıcının, mesaja aynı anlamı vermesine yol açan, ortak dil, yaşantı ve deneyimlerdir. Kaynak ve alıcı arasındaki referans çerçevesi ne kadar geniş olursa, iletişim sürecinin etkinliği o kadar artmaktadır. Şekil 5.2. Gönderici ve Alıcı Arasındaki Referans Çerçevesi Kaynak: Tutar ve Yılmaz, 2010:35. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 Tartışma Uyma ve İtaat Etme •İletişim sürecindeki yanlış anlamalar sizce neden kaynaklanmaktadır? Tartışınız. •Düşüncelerinizi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “tartışma forumu” bölümünde paylaşabilirsiniz. Geri Besleme Alıcının, kendisine gönderilen mesaj ya da enformasyona ilişkin olarak ortaya koyduğu tepkiye, “geri besleme” adı verilir. Buna göre iletişim sürecinin istenilen yönde gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği, kaynağın alıcı üzerindeki istek ve beklentilerinin ne ölçüde sağlandığının ölçülmesinde geri besleme oldukça önemli bir yere sahiptir. Kaynak, alıcı tarafından başlatılan geri besleme sürecinden hareketle, gönderdiği mesajın etkisinin ne olduğunu anlayabilir ve daha sonraki mesajlarını ona göre aynı biçimde göndermeye devam edebilir, iletişim tarzını değiştirebilir ya da tümüyle sonlandırabilir. Geri bildirim mesajın içeriğine göre; olumlu ve olumsuz olmak üzere iki kısma ayrılır: Olumlu geri bildirim; bir davranışı zaten ilerlemekte olduğu yönde destekleyen ya da pekiştiren geri beslemedir. Olumsuz geribildirim; kaynağa mesajın amaçlandığı şekilde alınmadığını bildirmek suretiyle; düzeltici bir işlev gören geribildirimdir. İletişimde mesaj alıcı tarafından anlaşılmıyor veya eksik anlaşılıyorsa buna negatif geri bildirim denir. Etkin ve ikna edici bir iletişim pozitif geribildirim sayesinde kurulabilir. Kitlesel iletişim sürecinde alıcı, geri beslemeyi dolaylı olarak gösterir; gazetelere gönderilen okuyucu mektupları, tirajlar, televizyon kanallarının izlenme, radyo kanallarının dinlenme oranları, sinema için bilet satışları vs. hedef kitlenin geri besleme etkinliği olarak kabul edilir. Kitlesel olmayan iletişim sürecinde, yüz yüze iletişimde ise; hedef ve kaynak arasındaki iletişim ve geri besleme süreci anında gerçekleştirilebilir. İletişim sürecine, özellikle kişilerarası iletişim sürecine bakıldığında; geri besleme kaynak ve alıcı arasında gidip gelen mesajların doğru algılanıp algılanmadığını test etmektedir. Gürültü Kaynaktan çıkan mesajın alıcı tarafından tam ve doğru olarak algılanmasını etkileyen her şey “gürültü” olarak tanımlanır. Kaynaktan çıkan mesajın alıcı tarafından tam ve doğru olarak alınmasını etkileyen faktörler üç grupta incelenebilir ve buna bağlı olarak üç tür gürültü tanımlanabilir: Kaynaktan kaynaklanan etkenler, Alıcıdan kaynaklanan etkenler, Kanaldan kaynaklanan etkenler. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 Uyma ve İtaat Etme Gürültü, iletişim sürecini bozan bir unsurdur. Gürültü, kaynaklarına bağlı olarak üçe ayrılır: Fiziksel gürültü, Nöro-fizyolojik gürültü, Psikolojik gürültü. Uzaktan size seslenen arkadaşınızın ne söylediğini tam olarak anlayamıyorsanız, bu aradaki mesafeden, yanınızda çalışan ve ses çıkaran bir alet nedeniyle arkadaşınızı duyamıyorsanız bu ortamdaki sesten kaynaklanan bir fiziksel gürültüdür. Bu durumda mesajın alıcıya ulaşmasını engelleyen her türlü fiziksel engel bir fiziksel gürültü kaynağıdır. Nöro-fizyolojik gürültü ise; gerek kaynağın gerekse alıcının duyu organlarındaki yetersizlikler nedeniyle mesajın tam ve doğru olarak alıcıya ulaşamamasıdır. Örneğin; görme engelli birinin iletişim hâlinde bulunduğu diğer insanların beden diliyle gönderdiği mesajları alamaması, işitme engelli birinin de sözlü mesajları tam ve doğru olarak alamaması nöro-fizyolojik gürültüye girmektedir. Bu gürültünün kaynağı bireyin mesajları algılamada kullandığı organlarının eksikliğidir. Psikolojik gürültünün kaynağı; alıcının psikolojik dünyasıdır. Alıcı kaynaktan gelen mesajı iç psikolojik çevresine göre algılar, yorumlar ve bir sonuç çıkarır. Bu algılama ve yorumlama sürecinde alıcının bilişsel ve duygusal süreçleri, tutumları, değerleri, geçmiş deneyimleri önemli bir rol oynar. Buraya kadar anlatılanlar özetlendiğinde; belli bir kültür içinde, kendilerine özgü kişisel yaşam alanları olan iki insandan biri (kaynak) bir mesajı belirli bir işaret/işaretler sistemi ile kodlar ve bu kodlanan mesajı belirli bir yol/araç (kanal) ile karşısındaki kişiye gönderir. Karşıdaki kişi (alıcı) duyu organları yoluyla gelen mesajı alır ve kodlanmış olan mesajın çözümünü yapar (kod açımı) ve ardından iç psikolojik çevresine göre bunu yorumlayarak bir anlam oluşturur. Ardından kendisi bir mesaj üretir ve üretmiş olduğu mesajı diğer kişiye gönderir. Gönderilen bu mesaj aynı zamanda diğer kişi için bir geribildirimdir ve o kişi bu durumda alıcı konumundadır. Kişilerden her mesaj gönderildiğinde kaynak alıcı rolü değişir. Bir kez oluşan bu iletişim süreci karşılıklı bir şekilde evrilerek sürer gider. İleri Bildirim Temel mesajdan önce gönderilen ve temel mesaj hakkında bilgi veren mesajlara “ileri bildirim” adı verilmektedir. İleri bildirim mesajları, iletişim sürecinde çeşitli fonksiyonlara sahiptir. Bu fonksiyonlar şu şekilde ifade edilebilir: İletişim kanalı açmak: 1923 yılında antropolog Malinowski, iletişim bilgisinden önce iletişim kanallarını açmak için kullanılan mesajlara phatik iletişim adını vermiştir. Phatik iletişim, geri bildirim mesajlarının en etkili olanıdır. Bu mesajdan sonra gelecek bilgi kişiler için oldukça normal, beklenilen, kabul edilen bir şekilde geldiği için etkili Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 Uyma ve İtaat Etme İletişim süreci bir döngü hâlinde sürekli gözden geçirilmeli, aksayan yönlerin tesbiti hâlinde tüm unsurlar tekrar yapılandırılabilmelidir. olabilmektedir. Bu durumda kişiler genellikle iletişim kurmaya daha istekli hâle gelmektedirler. Mesajın ön izlenimini sağlamak: İleri bildirim mesajları genellikle diğer mesajlar hakkında bilgi vermekte ve kişileri haberdar etmektedir. Örneğin “Üzgünüm ki sana kötü haberlerim var.” gibi mesajın içeriği hakkında, “Önce beni dinlemelisin.” gibi mesajın önemi hakkında, “Bu konu hakkında sana tüm detayları anlatacağım.” gibi mesajın stili hakkında, “Duyacakların hiç hoşuna gitmeyecek.” gibi mesajın negatif olduğu hakkında, “Sana söyleyeceklerimle havalara uçacaksın.” gibi mesajın pozitif olduğu hakkında bilgiler iletebilmektedir. İnkâr etmek: Kişilerarası iletişimde taraflardan birinin diğerinin verdiği mesajı kabul etmeyeceğini ya da negatif bir tepki vereceğini, mesajın olumsuzluk içerdiğini haber veren mesajlardır. Örneğin “ben senin söylediklerine katılmıyor değilim, ancak…….” ya da “ ben de senin gibi düşünüyorum ancak benim bu konudaki düşüncem tam olarak…..” gibi temel mesajdan önce olumsuzluğun gelebileceğini bildirmektir. Değişikliği bildirmek: İletişimde taraflardan birinin vereceği yanıtlarda belirli bir rol, durum ya da yer değişikliğiyle ilgili bir kararın olacağını bildirmektedir. Örneğin “ İnsan kaynakları departmanının sorumluluklarına yenilerini eklemeyi düşünüyoruz, senin de böyle bir görev için uygun olduğunu düşündük…”gibi temel mesaj sunulmadan önce ortaya çıkacak bir değişiklik durumu haber verilmelidir. İkna edici iletişimle ilgili incelediğimiz tüm bu unsurlar ve süreçlere ilişkin olarak, her bir maddenin iletişim sürecinde dikkatle tasarlanması gerektiğini söyleyebiliriz. İkna edici iletişim kapsamında arzu edilen etkinin ortaya çıkmadığı görüldüğünde, iletişim sürecini oluşturan bütün unsurlar tekrar ele alınmalı, nerede hata yapıldığı saptanmalı ve gerekli değişiklikler yapılarak mesaj yeniden gönderilmelidir. İletişim sürecinin kendini sürekli yeniden yapılandıran ve yenileyen bir yanı olduğu unutulmamalıdır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 Özet Uyma ve İtaat Etme •Güç, etki ve ikna her zaman toplumsal sistemlerin parçası olmuşlardır. Kurumsal otoriteler hâlâ hayatımızda varolmalarına rağmen, demokratik sistemler etki ve iknanın işlevlerinin önem kazandığı sistemlerdir. İkna, etkiyle yakından ilgilidir. İkna kaba bir güç değildir ve zorlayıcı ögeleri bulunmamaktadır. Tam aksine, görüşleri, tutum ve davranışları karşıdaki bireyin ya da topluluğun rızasına dayalı olarak değiştirmeyi hedeflemektedir. İnanılır düşünceler önermek, dinleyicileri anlamak, etkili bir iletişim kullanmak yoluyla bu tutum ve davranışlar etkilenmeye çalışılır. Karşılıkta bulunma, tutarlılık ve toplumsal kanıt gibi psikolojik faktörlerden yararlanıldığında, ikna süreci daha başarılı hâle gelmektedir. •Kaynak, mesaj, kanal (araç) ve alıcı gibi kavramlar iletişim sürecinin temel unsurlarını oluşturur. Bu unsurlardan her birinin sahip olduğu özellikler, iletişim sürecindeki etkinlik düzeyinin belirleyicileridir. İkna edici iletişim sürecinde yer alan kodlama/kod açma, gürültü, geri besleme, ileri besleme gibi kavramlar da, bu sürecin nasıl işlediğini anlamamıza yardımcı olmaktadır. İkna edici iletişim; etkilerine göre, yönüne göre, kullanılan kod sistemine göre, ilişki sistemlerine göre, bireylerin grup içindeki konumlarına göre, zaman ve mekân boyutuna göre farklı biçimlerde sınıflandırılmaktadır. •İkna edici iletişim halkla ilişkiler, reklam ve propaganda faaliyetleri kapsamında sıkça kullanılmaktadır. Günümüzde bireylerin siyasi, kültürel, ekonomik vs. alanlarında kendilerine iletilen mesajları benimsemeleri bütün kurum ve kuruluşlar için önem taşımaktadır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19 Uyma ve İtaat Etme DEĞERLENDİRME SORULARI Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz. 1. Aşağıdakilerden hangisi iknanın tanımıdır? a) İletişimde kaynak ile hedef arasındaki kanallardır. b) İkna, diğer kişi veya kişilerin tutum ve davranışlarını etkileme eylemidir. c) İnsanın deneyimlediği ve edindiği bilgilerin örgütlenmesidir. d) Düşünce, duygu ve bilginin kaynak tarafından kodlanmış biçimidir. e) Bilginin ve düşüncenin mesaj hâline getirilmesidir. 2. Aşağıdakilerden hangisi günümüzde ikna kavramının önem kazanmasını açıklamaktadır? a) Kişilerarası iletişimin zorlaşması b) Kitle iletişim araçlarının önem kazanması c) İletişimin kaçınılmazlığının artışı d) Güç ilişkilerinin doğurduğu rekabet ortamının artması ve demokratikleşme hareketleri sonucu rızanın önem kazanması e) Günümüzde propaganda faaliyetlerinin çoğalması 3. Aşağıdakilerden hangisi manipülasyon ve ikna arasındaki temel farkı özetlemektedir? a) Manipülasyon, ne pahasına olursa olsun karşıdaki kişi/kişilerin tutum ve davranışlarının değiştirilmesini amaçlarken, ikna iki tarafın üzerinde uzlaşacağı ve iki tarafın da kazanacağı bir süreç üzerine yükselir. b) Manipülasyon kişinin zihin yapısında uzun dönemli değişimler öngörürken, ikna daha kısa dönemli çalışmalar yürütür. c) Manipülasyon kitlelerde tutum ve davranış değişikliği amaçlarken, ikna bireylere yönelir. d) Manipülasyon stratejik planlar ve hazırlıklar yaparken, ikna sürecinde planlama yer almaz. e) Manipülasyon kitle iletişim araçlarını kullanırken, ikna yüzyüze iletişimi kullanır. 4. Aşağıdakilerden hangisi iknanın unsurları arasında yer almaz? a) Dikkat kazanma b) Anlamayı sağlama c) İnandırma d) Aralıklarla tekrarlama e) Dikkati başka yöne kaydırma 5. Kendimize yönelik olarak yapılan iyiliklerin karşılığını ödeme yükümlülüğü hissetmemiz, iknanın hangi psikolojik etkisine işaret etmektedir? a) Karşılıkta bulunma b) Tutarlılık c) Toplumsal kanıt d) İletişimin etkinliği e) Kaynağın etkililiği Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20 Uyma ve İtaat Etme 6. Aşağıdakilerden hangisi “düşünce, duygu ve bilginin kodlanmış halini” ifade etmektedir? a) Kaynak b) Hedef c) Mesaj d) Kanal e) Alıcı 7. “Mesajın alıcı tarafından yorumlanarak anlamlı bir şekilde algılanması” aşağıdakilerden hangisidir? a) Kodlama b) Kod açma c) İleti d) Geri besleme e) İleri bildirim 8. “Temel mesajdan önce gönderilen ve temel mesaj hakkında bilgi veren mesajlara” ne ad verilmektedir? a) İleri bildirim b) Geri besleme c) Kodlama d) Kaynak e) Algıda seçicilik 9. Aşağıdakilerden hangisi aktif bir dinlemenin koşulları arasında yer almaz? a) Etkin sessizlik içinde olmak b) Dinlerken her türlü önyargı, değerlendirme ve genellemelerden uzak durmak c) Göndericiye karşı empati göstermek d) Sabırlı olmak ve konuşmacının sözünü kesmemek e) Karşımızdaki konuşurken kendi söyleyeceklerimizin planını yapmak 10.“Kaynaktan çıkan mesajın alıcı tarafından tam ve doğru olarak algılanmasını etkileyen her şeye………….. denir” cümlesindeki boşluk, aşağıdaki ifadelerin hangisiyle en uygun biçimde doldurulabilir? a) Referans çerçevesi b) Gürültü c) Geri besleme d) Ortak tecrübe alanı e) Göndericinin tecrübe alanı Cevap Anahtarı 1.B, 2.D, 3.A, 4.E, 5.A, 6.C, 7.B, 8.A, 9.E, 10.B Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21 Uyma ve İtaat Etme YARARLANILAN KAYNAKLAR Arkonaç, S. (2008). Sosyal Psikolojide İnsanları Anlamak: Deneysel ve Eleştirel Yaklaşımlar. Ankara: Nobel. Cialdini, R.B. (2004). İknanın Psikolojisi. (Çev. Fevzi Yalım). İstanbul: MediaCat Yayınları. Dicleli, A.B., Akkaya, S. (2000). Konuşa Konuşa: İletişimin Sırları. İstanbul: MESS Yayınları. Gürüz, D., Temel Eğinli, A. (2008a). İletişim Becerileri. Ankara: Nobel. Gürüz, D., Temel Eğinli, A. (2008b). Kişilerarası İletişim. Ankara: Nobel. İnceoğlu, M. (2004). Tutum Algı İletişim. Ankara: Kesit Tanıtım. Kaya, A. (2010). “İletişime Giriş: Temel Kavramlar ve Süreçler. Alim Kaya (Ed.). Kişilerarası İlişkiler ve Etkili İletişim. Ankara: Pegem Akademi Lakhani, D. (2005). Persuasion. NJ: John Wiley&Sons. Luecke, R. (2007). Güç, Etki ve İkna. İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları. Reardon, K.K. (2002). “Kişilerarası İletişimde İkna”. (Çev.Sacide Vural). Joseph A. Devito, Kathleen K. Reardon. Kişilerarası İletişim. Bişkek: Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Yayınları. Tutar, H., Yılmaz M.K. (2010). Genel İletişim: Kavram ve Modeller. Ankara: Seçkin. BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR Hogan, K. (2007). Başkalarını Sizin Gibi Düşünmeye Nasıl İkna Edersiniz? İstanbul: Pegasus. Hogan, K. (2007). Gizli İkna Taktikleri. İstanbul: Yakamoz. Lakhani, D. (2008). Subliminal Persuasion. NJ: John Wiley&Sons. Nirenberg, J.S. (2009). 10 Adımda İkna Gücü. İstanbul: İkarus Yayınları. Packard, V. (2006). Çaktırmadan İkna. (Çev. Gürkal Aylan). İstanbul: MediaCat Yayınları. Steward C.J., Smith C.A., Denton, R.E.(2007). Persuasion and Social Movements. USA: Waveland Press. Vitale, J. (2007). Kelimelerle İkna Etmenin Yolları. (Çev. Zeynep Yaman, İlke Haydaroğlu). İstanbul: MediaCat Yayınları. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22 HEDEFLER İÇİNDEKİLER KİTLE İLETİŞİMİ VE PROPAGANDA • Kitle İletişim Kavramı • Kitle İletişiminin Unsurları • Kitle İletişiminin Araçları • Kitle İletişiminin Amaçları • Propaganda Kavramı • Kitle İletişimi Yoluyla Yapılan Propaganda Çalışmaları • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; •Kitle iletişimi kavramını tanımlayabilecek •Kitle iletişiminin unsurlarını analiz edebilecek •Kitle iletişimi araçlarını ve olanaklarını kavrayabilecek •Kitle iletişiminin amaçlarını çıkarsayabilecek •Propaganda kavramını açıklayabilecek •Kitle iletişimi yoluyla yapılan propaganda faaliyetlerini ayırdedebileceksiniz. İKNA VE İKNA PSİKOLOJİSİ ÜNİTE 6 Kitle İletişimi Ve Propaganda GİRİŞ Kitle iletişimi ve insan üzerine etkileri, günümüzde iletişim araştırmalarının başlıca çalışma konularından birini oluşturmaktadır. Kitle iletişim araçları içerikleri ve örgütlenme biçimleriyle çeşitlilik gösterirler ve toplum üzerinde etkili olabilecek geniş bir alandaki faaliyetleri kapsarlar. Bireyler, gruplar, kurumlar kitle iletişim mesajlarından tutumlarını ve davranışlarını biçimlendirme konusunda etkilenmektedirler. Kitle iletişiminde, mesajı gönderenle izleyiciler arasında yüz yüze bir ilişki kurulması olanaksızdır. İletişim süreci kaynak, kod, kanal, mesaj, hedef kitle, geri besleme gibi unsurlardan oluşur. Tüm bu süreçteki unsurlar, kitle iletişimi için de söz konusudur. Ancak kitle iletişimiyle gerçekleşen iletişim sürecinde, geri besleme imkânı yoktur; bu nedenle alıcının tepkisi anında ölçülememektedir. Günümüzde yazılı ve görsel/işitsel kitle iletişim araçlarına, yeni iletişim teknolojilerinin sunduğu olanaklar da eklenmiştir. Bu araçlardan iletilen mesajlar, belge niteliği ve değeri taşıdıklarından inandırıcılık ve hedef kitleleri etkileme özelliğine sahiptir. Bu özelliğinden ötürü de; kitle iletişim araçları uzun yıllar boyu, yönetimler tarafından propaganda amaçlı olarak kullanılmıştır. Çoğulcu demokratik sistemlerde kavramsal olarak varlığı ortadan kalksa da, propagandanın bazı temel ilke ve kuralları hâlâ kullanılmaktadır. Kitle iletişim araçlarının da propaganda çalışmalarıyla doğrudan bir ilişkisi vardır. Bu ünitenin amacı; kitle iletişimi kavramını ve araçlarını tanıtarak, özelliklerini ve kitle iletişim araçlarının propagandayla olan yakın ilişkisini açıklamaktır. KİTLE İLETİŞİMİ KAVRAMI Kitle iletişimi, günümüzde çok sayıda insana, anında ulaşabilme özelliğinden ötürü en etkili iletişim araçları arasında sayılmaktadır. Kitle iletişimi, medyayı kullanarak kitlelerle iletişim kurmayı ifade eder. Burada iki kavram öne çıkmaktadır; kitle ve kitle iletişim araçları (medya). Kitle kavramı; sosyal sınıflar ve özel tabakalarının aksine bir ülkenin bütün halkının oluşturduğu büyük bir yapı olarak da tanımlanmaktadır. Bu bakımdan kitle kavramı nüfusun bütün üye ve gruplarına ulaşmakta onları içine almaktadır. Zira kitle herhangi bir sınıfla eş değildir. Boyutlarına sınır çizilemese bile her toplumsal sınıftan insanı kapsamaktadır. Kişilerin kültür seviyesi veya mesleki farklılıkların kitlenin oluşmasında etkisi yoktur (Bıyık ve Güven, 2009: 175). Kitle iletişimi, herkes için iletişimdir, mesajların türdeş olmayan toplumsal kümelere kolektif bir şekilde iletilmesidir. Kitle iletişimiyle tek bir mesajın milyonlarca insana ulaşması mümkün hâle gelmektedir. Bu özelliği nedeniyle diğer iletişim türlerinden farklıdır; tek yönlü bir iletişimdir; nadir olarak okur, dinleyici ve izleyiciler için görüş bildirme imkânı sağlar. Medya insanları etkilemekte ve onları dönüşüme uğratmaktadır. Özellikle toplumda var olan düşünceleri güçlendirmeye, yeni davranışlar oluşturmaya veya mevcutları pekiştirmeye katkıda bulunmaktadır (Güven ve Bıyık, 2009: 175). Kitle iletişimi sürecinde, bir takım bilgilerin/sembollerin, birtakım kaynaklar tarafından bir hedef doğrultusunda üretilmesi, geniş insan topluluklarına iletilmesi ve bu insanlar tarafından yorumlanması söz konusudur. Kitle iletişiminde, kaynak ile hedef arasındaki kanallara ise “kitle iletişim araçları” adı verilir. Kitle iletişim araçları denildiği zaman akla genellikle, radyo, televizyon, gazete, dergi ve benzeri yayınlar gelmektedir. El ilanlarını da kitle iletişim aracı sayabileceğimiz gibi, romanları, çizgi romanları, tiyatroları, hikâye, masal kitaplarını vb. de kitle iletişim aracı kabul edebiliriz (Dökmen, 2002: 38-39). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 Kitle İletişimi Ve Propaganda Tartışma Kitle iletişimi, iletileri gönderen birey, kurum, kuruluş, örgüt veya grup ile iletiyi alan okuyucu ya da izleyiciler arasında süre giden bir süreç ya da içinde hedef kitlece algılanan anlamların yaratıldığı olaylar dizisinin bir akışıdır. Bir başka deyişle; bilgilerin veya sembollerin insan, grup, kurum veya kuruluş tarafından üretilmesi, kitleye aktarılması ve onlar tarafından yorumlanması sürecidir. İletiler, kitle iletişimi aracının türüne göre kodlanır; neyi nasıl söylediklerine göre de algılanırlar. İletişim fiziksel ya da toplumsal bir bağlamda sürdürülür. (Tutar ve Yılmaz, 2010: 201). Günümüzde, Marshall McLuhan’ın deyimiyle “global bir köy” de yaşıyoruz. Bugün artık merkezi hiçbir yer, çevresi her yer olan bir dünyanın içindeyiz. Dünyayı global bir köye dönüştüren kitle iletişim teknolojileri alanında yaşanan gelişmelerdir. Hiçbir insan toplumu veya topluluğu iletişimsiz yapamaz; çünkü insan topluluğu etkileşim içinde olan bireyler topluluğudur. İletişim kuramcılarından olan Marshall McLuhan, medyanın kitle ve birey üzerindeki etkilerini açıklamak üzere bir model geliştirmiştir. McLuhan; kitapları, dergileri ve gazeteleri sıcak medya olarak nitelendirmektedir. Sıcak medya, okurken veya izlerken yoğun bir dikkat gerektiren medyadır. McLuhan’a göre; kitabı, gazeteyi ve dergiyi okurken televizyonu izlediğimiz gibi ilgisiz kalmayız. Yoğun bir dikkat göstermedikçe sıcak medyayı takip edemeyiz. Sinema da sıcak bir medyadır. Kapalı ve karanlık bir ortamda, insanın çevresinden soyutlandığı dev bir ekran önünde dikkatini fiziksel anlamda dağıtacak hiçbir engelin bulunmadığı bir ortamda, insan bütün dikkatini film üzerinde yoğunlaştırır. Soğuk medya ise; okurken veya izlerken yoğun bir gayret ve entelektüel bir çaba gerektirmeyen medyadır. McLuhan, elektronik iletişim araçlarını, soğuk iletişim aracı olarak nitelendirmektedir. Soğuk iletişim araçlarının en açık örneği McLuhan’a göre; televizyondur (Tutar ve Yılmaz 2010: 202-203). • Kitle iletişim araçları tarafsız ve nesnel bilgi ileten araçlar mıdır? Tartışınız. KİTLE İLETİŞİMİNİN UNSURLARI Kitle iletişimi temel olarak kaynak, kod, kanal, mesaj ve hedef kitle gibi unsurlardan oluşur. Bunları sırasıyla inceleyecek olursak (Tutar ve Yılmaz, 2010: 204-206): Kayna, mesajı oluşturan ve içeriğini belirleyen kişi/kişilerdir. Mesajı oluşturan kişi, örgüt ya da grup, birer kaynaktır. Dolayısıyla kaynak mesaj üretimine katkı sağlayan kişi ya da grubu kapsayabilir. Kitle iletişiminde kaynak, mesajı oluşturan ve bir kanal ile hedef kitleye ulaştıran birim olarak tanımlanabilir. Bu, çoğu kez bir tek bireyden oluşmaz; bazen bir grup, bazen bir örgüt, bazen de bir kurum veya kuruluş olabilir. Kod, mesajın işaret hâline dönüşmesinde kullanılan simgeler ve bunlar arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallardır. Belirli bir kültürel mutabakata dayanan bir anlam sistemi olarak ifade edilebilen kodlar, insanların anlamlı mesajları değiş-tokuş edebilmelerine imkân sağlar. Bu bağlamda dil, bir kod sistemi olarak nitelendirilebilir. Kaynağın mesajı etkin olarak iletebilmesi için her şeyden önce mesajın kodlarının kitlenin kültür kodlarına göre Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 Kitle İletişimi Ve Propaganda Kitle iletişiminde hedef kitle, heterojen bir yapıdadır, yaşları, cinsiyetleri, meslekleri, eğitim düzeyleri ve ilgi alanları çok çeşitli insanlardan oluşur. düzenlenmesi gerekir. Etkin bir mesajın kodu, kitlenin sosyal psikolojik ve normatif değerlerine uygundur. Kanal, iletinin aktığı oluk olarak da nitelendirilen kanal, kaynak tarafından oluşturularak kodlanan iletilerin, hedef kitleye iletilmesinde kullanılan araçtır. İster yüz yüze iletişimde, isterse kitle iletişiminde olsun, iletileri kaynaktan alıcıya ulaştırmak için mutlaka bir kanala ihtiyaç vardır. Kitle iletişiminde kullanılan kanallar (resim, ses, görüntü), kitlenin kültür kodlarına göre oluşturulmalıdır. Kanal seçiminde kitlenin kültür kodlarının yanında, eğitim durumuna da dikkat edilmelidir. Örneğin, mesaj gazete ile iletilecek ise hedef kitlenin okuma yazma oranının göz önünde bulundurulması gerekir. Bunun yanında, hedef kitlenin yaş, cinsiyet, gelir ve eğitim durumu gibi sosyokültürel ve sosyo-ekonomik özellikleri kanal seçiminde dikkate alınmalıdır. Mesaj, kaynak tarafından oluşturulmakta, kodlanarak bir kanal ile hedef kitleye sunulmaktadır. Böylece işaretler dizisi olan mesaj yardımıyla kaynak ve hedef kitle arasında bir ilişki kurulmuş olur. Mesajı, kodlayarak, bir kanal ile hedef kitleye gönderen kaynak, bu mesaj hedef kitlenin de kendi istediği gibi algılamasını bekler. Bunu sağlamak için, kaynağın mesajını dikkat çekici ve ilgi uyandırıcı bir biçimde hazırlayıp, sunması, uygun zaman ve uygun içerikle hedef kitleye ulaştırması gerekir. Hedef kitle, mesajın ulaşması amaçlanan kişi, küme ya da kitle olarak adlandırılır. İletişim sürecinde seslenilmek istenen kişi ya da toplumsal kesimler, birer hedef kitle olarak kabul edilir. Bu bağlamda; gazete için okuyucuları, radyo için dinleyicileri, televizyon için izleyicileri hedef kitle olarak nitelendirmek mümkündür. Hedef kitle, farklı toplumsal sınıf ve statülere sahip insanlardan oluşur. Kaynağın hedef kitlenin o anki toplumsal ortamını ve grup ilişkilerini iyi bilmesi gerekir. Kaynak, hedef kitleye mesaj iletirken kendi düzlemine ve toplumun davranış düzlemine dikkat etmelidir. Bu durumda kaynak, mesajın hedef kitle üzerinde nasıl bir etki uyandıracağına dair bazı ipuçları elde eder. Geri besleme; yansıma olarak da ifade edilir ve iletişim sürecinin son aşamasıdır. Geri besleme, kaynağın gönderdiği mesaja karşılık hedef kitlenin verdiği cevap, mesaj olarak tanımlanabilir. Hedef kitle mesajları zihinsel süzgecinden geçirir yani bir tür filtre kullanır. Kısaca geri besleme, hedef kitle olarak kabul edilen alıcının, kaynağın mesajına verdiği cevaptır. İletişimde geri besleme yoluyla konuşmacı, konuşmasını hedef kitlenin istek, beklenti ve telkinlerine göre yeniden şekillendirme imkânı bulur. Böylece geri besleme yoluyla, iletişimin etkin olup olmadığı test edilir. Şekil 6. 1. İletişim Sürecinin Unsurları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 Kitle İletişimi Ve Propaganda KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARI Bireyler, kitle iletişim araçları sayesinde dünyada olup biteni öğrenmektedirler. Gazete, televizyon, radyo, internet gibi kitle ilişim araçlarının kendisi ve kitle iletişim süreçleri giderek artan bir şekilde sistematik çalışmalara konu olmaktadır. Kitle iletişiminin günümüzde giderek artan öneminin nedenlerini şu şekilde sıralamamız mümkündür (Mcquail, 1994: 2): Kitle iletişim araçları, istihdam sağlayan, mal ve hizmet üreten, giderek büyüyen ve değişen endüstrilerdir. Kitle iletişim araçları toplumsal güç kaynaklarıdır. Toplumsal yönetim ve yenilik konularında kontrol aracı olarak işlev görürler. Kitle iletişim araçları, hem ulusal hem de uluslararası boyutta, giderek artan bir şekilde toplumsal hayatın sorunlarının sergilendiği bir alandır. Kitle iletişim araçları, çoğunlukla kültürdeki gelişmelerin alanıdır. Bu durum kendisini sanatta, davranışlarda, tavırlarda, modada ve hayat biçiminde gösterebilir. Kitle iletişim araçları sadece bireyler için değil, aynı zamanda kolektif olarak gruplar ve toplumlar için de toplumsal gerçekliğin belirleyici tanımları ve görüntüleridir. Kısaca kitle iletişim araçları hayatımızın her alanında oldukça etkili ve belirleyicidir. Bireylerin bütün dünyayla ilişki kurmalarının temel araçları hâline gelmiştir. Kitle iletişim araçlarını; yazılı araçlar, görsel işitsel araçlar ve yeni iletişim araçları olarak üç ana grupta toplayabiliriz. Yazılı Araçlar Yazılı araçlar; gazeteler, dergiler, broşürler ve el kitapları, afişler ve pankartlardan oluşur. Yazılı araçlar, okuyucunun dikkatini çekmek, ilgilendirmek ve etkilemek için hazırlanan mesajları iletmektedirler. Gazeteler, dergiler, broşürler ve el kitapları, afişler ve pankartlar yazılı kitle iletişim araçlarıdır. Yazılı araçlar; gazeteler, dergiler, broşürler ve el kitapları, afişler ve pankartlardan oluşur. Gazeteler; belirli periyotlarla yayımlanan her türlü politika, kültür, ekonomi, spor ve bunlar gibi pek çok konuda haber, bilgi ve reklam içeren, basılan ve dağıtımı yapılan bir kitle iletişim aracıdır. Genel olarak yayınlandığı gibi, özel bir konu üzerinde de yayınlanabilir, günlük ve haftalık olarak çıkabilir. Gazeteler, olaylardan sürekli olarak halkı haberdar ederek kamuoyunu düzenler, yönetici otoriteleri uyarır (Özer, 2009: 52). Dergiler; belli aralıklarla genellikle de haftada bir ya da ayda bir yayımlanan, haber, röportaj ve magazin ya da birtakım ilgi alanlarına (spor, sanat, sinema, teknoloji vb.) ağırlık veren yazılı basın araçlarındandır. Gazeteler için geçerli olan nitelikler dergiler için de geçerlidir. Dergilerin de özelliklerine göre okuyucu kitleleri vardır. Tümüyle gençlik sorunlarına eğilen, ev kadınlarına hitap eden, aydınların gereksinmelerini karşılamaya çalışan vb. değişik toplum kesimlerini hedef almış dergiler yayınlanmaktadır. Dergiler genellikle haftada ya da ayda bir yayınlanır. Dergilerin, gazetelere oranla güncel bir olayı derinlemesine inceleme olanağı vardır. Özenle seçilmiş materyaller, özellikli hedef kitleye ulaşma imkânı sağlamaktadır (Kazancı, 2009: 360; Bıyık ve Güven, 2009: 180-181). Broşürler ve el kitapları, herhangi bir konu hakkında özel bilgi veren araçlardır. Broşürün içeriği tümüyle kontrol altındadır. Gerek dağıtım, gerekse içerik açısından geniş imkânlar sağlar. Broşürler genellikle az sayfalı bol resimlidir. Sayfa düzeni iyi bir şekilde hazırlanmalı, kitleye verilecek mesajlarda sade bir dil kullanılmalıdır (Tengilimoğlu ve Öztürk, 2008: 146). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 Kitle İletişimi Ve Propaganda Broşürlerde mesajlar daima basittir. Amaçları bilgilendirmek, ikna etmek veya eğitmektir (Özer, 2009: 54). Broşürler hazırlanırken; amaç açık biçimde tanımlanmalı, amaç etrafında odaklanacak bir kavram geliştirilmelidir. İçerik önceden saptanmalıdır. Verilecek bilgi, biçimsel özellikler, kullanılacak görsel malzeme, renk ve beyaz boşluk belirlenmelidir. Gerektiğinde yeniden çoğaltılacak biçimde basılmalıdır (Özer, 2009: 54). El kitapları ise, herhangi bir konu ya da kuruluş hakkında daha fazla bilgi sunmak gerektiği durumda başvurulan yazılı araçlardır. El kitapları daha çok, büyük örgütlerde örgüt elemanlarının ve örgütle sıkı ilişkisi bulunan kişi ve kurumların yararlandığı araçlardır. Bu kitaplar kullanılarak örgütün bölümleri ve bu bölümlerde yapılan işler öğrenilir. (Tengilimoğlu ve Öztürk, 2008: 146). El kitaplarında kuruluş tarafından hedef kitlelere ulaştırılmak istenen mesajlar, tek sayfalık metin şeklinde hazırlanır. El kitaplarındaki mesajlar sadece yazı ile kodlandığı gibi, kimi zaman görsel unsurlarla da (resim, grafik, fotoğraf) güçlendirilebilir. Hedef kitleyi kuruluşla ilgili bilgilendirmeyi amaçlar (Özer 2009: 58). Afişler ve pankartlar; insanlara olayları sürekli hatırlatması açısından, etkin ve çok kullanılan bir kitle iletişim aracıdır. Afişler genellikle, alanlara duvarlara, günümüzde bilboard denilen panolara, taşıtların iç ve dış yüzeyleri gibi alanlara asılmaktadır. (Özer, 2009: 55) Afişin ilk amacı, çekici bir görsel düzenleme ile göze çarpmasıdır. Dolayısıyla bir afişte yazıdan çok, resim, fotoğraf gibi görsel ögelere ağırlık verilmelidir. Bir sürü cümle ile doldurulmuş bir afiş, dikkati çekmeyeceği gibi okunmaz da; çünkü böyle bir afiş bildiriyi andırır (Bıyık ve Güven, 2009: 184). Pankart hazırlamada da hedef kitlenin dikkatini çekmek önemlidir. Hedef kitlenin görebileceği alanların dikkatli bir gözlemle belirlenerek pankartların bu alanlara yerleştirilmesi okunmasını sağlayacaktır. Pankartlarda ki amaç, iletilerin en çarpıcı ve dikkat çekici biçimde hedef kitleye ulaştırılmasıdır. Afişlere göre daha az ve öz ifadeler kullanılır (Özer, 2009: 56). Görsel-İşitsel Araçlar Radyo; kitle iletişim araçları yönünden hedef kitlesi en geniş olan araçtır. Gelişen teknoloji ile birlikte taşınabilen radyoların üretilmesi, hatta cep telefonlarının geliştirilerek taşınabilir radyo hâlini almasıyla birlikte bu iletişim aracı hayatımızın vazgeçilmezi arasına girmiştir (Özer, 2009: 62). Radyo, özellikle toplumsal konularda çok etkin bir kitle iletişim aracıdır. Geniş bir dinleyici kitlesini etkiler, kişilerde alışkanlık ve güven oluşturur. Ayrıca, canlı yayın yapılan programlarla diğer araçlara göre daha hızlı bir haber dağıtma özelliğine sahiptir (Tengilimoğlu ve Öztürk, 2008: 151). Televizyon, kitle iletişim araçları arasında insanın gözü ve kulağına aynı anda ulaşan tek elektronik araçtır. Televizyon, kulaktan çok göze hitap eder. Ses, görüntüyü destekleyen bir yardımcı öge işlevini görür. Televizyon insan benliğini iki yönden sarmaktadır. İlki, sunulan mesajın içeriği diğeri ise, bu mesajın sunuluş biçimidir. Televizyon, mesajları olduğundan daha dramatik, daha gösterişli bir biçime dönüştürür (Bıyık ve Güven, 2009: 187). Televizyonun söyleneni görüntüyle güçlendirmesi, görüntüyü ön plana getirip belirli düşünce ve görüşleri oluşturmaya yardımcı olması kuşkusuz onu daha etkili duruma getirmektedir (Becerikli, 2004:40).Sinema, bir ışık kaynağından çıkan ışınları, üzerinde resimler bulunan bir film şeridinden geçirerek, gerçekte olduğu gibi hareketli görüntüler meydana getirme işi ve bu şekilde meydana gelmiş olan görüntüdür. Televizyon izleyicileri ile sinema izleyicilerinin özellikleri birbirinden farklıdır. Sinemada izleyici, karanlıkta, büyük bir salonda ve Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 Kitle İletişimi Ve Propaganda kalabalık içinde ve genellikle yanında yakınları ile birliktedir. İzleyicinin dikkati büyük bir perdede yoğunlaşmaktadır. Ayrıca, sinema izleyicisi, film ve sinema konusunda tercihini de kullanabilmektedir (Özer, 2009: 64). Yeni Kitle İletişim Araçları Yeni kitle iletişim araçları, günümüzde birbirini hiç tanımayan insanlar arasında fikir alışverişine olanak tanımaktadır. İnternet, günümüzün en etkili iletişim araçlarından biri hâline gelmiştir. Bilgisayar ağları ya da cep telefonları üzerinden iletişim, zaman ve mekanı ortadan kaldırarak bilgiye ulaşmanın yeni yollarını kapsamaktadır. İnternet iletişim ağı kişi ve kuruluşlara pratik ve ekonomik haberleşme imkânı vermekte, ayrıca sağlık, bilim, eğitim, ticaret vs. gibi alanlarda büyük kolaylıklar sağlamaktadır. İnternetten yararlanma biçimleri şöyledir (Tengilimoğlu ve Öztürk, 2008: 156-157): Web sayfalarında gezinti (www adresleri) Elektronik posta (e-mail) Dosya transferi (FTP) Arama motorları Haber grupları (news) Sohbet odaları Tüm bu olanaklar, bireylerin çok sayıda kişiye, çok farklı konu ve alanlar üzerinden görüşlerini dolaşıma sokma imkânı vermektedir. Kitle iletişim araçlarının bireyler üzerindeki etkisine ilişkin çok sayıda araştırma yürütülmüştür. Kitle iletişim araçlarından iletilen mesajların bireylerin tutum ve davranışları üzerinde güçlü etkilere sahip olduğunu saptayan araştırmalar olduğu kadar, izleyicilerin/dinleyicilerin daha aktif bir süreçle bu mesajları çözümledikleri ve o güne değin oluşturduğu bilişsel ve davranışsal yapılarla tutarlı bir biçimde değerlendirdikleri sonucuna varan araştırmalar da mevcuttur. PROPAGANDA KAVRAMI İlk defa 17. yüzyılın ilk yarısında Hristiyanlık inanışında ortaya çıkan yeni görüşlerin papalığın otoritesini sarsmaya başlaması ile sistematik olarak kullanılan propaganda, hangi amaç için kullanılırsa kullanılsın, propagandayı uygulayan kuruluşça, diğer kişi ve kuruluşların hareket tarzlarını kendi çıkarları için etkilemeye yönelik tek yönlü bir uygulamadır. Yunanca ve Latince kökleriyle “yayma” ve “propaganda” terimleri, yüzyıllardan beri çeşitli dinlerin yayılma faaliyetlerini, siyasal grupların oy kazanma kampanyalarını, savaşan devletlerin dış destek ve yardım arayışında olan programlarını tanımlamak için kullanılmaktadır (Göksel ve Yurdakul, 2006: 111-112). Her dönemde ve dünyanın her yerinde bir siyasal sistemi benimsetme, yönetime ve düzene bağlılığı sürdürme, rejim değiştirme, bir din veya mezhebin yayılmasını sağlama amacıyla, devlet adamları, seçilmişler, diktatörler, politikacılar, misyonerler faaliyetler göstermektedirler (Ayhan, 2007: 37). Propagandanın en temel görevi, insan düşüncelerini her türlü imkândan yararlanarak etkilemektir. Bu yapılırken kişinin serbest iradesini kullanarak bir karara varması büyük ölçüde etkilenirken, bireye verilmesi istenilen düşünce şekli otomatik olarak bilinçaltına yerleştirilir. Diğer taraftan, propagandanın temel amacının; yığınları belli bir yöne sevk etmek üzere onlara birtakım mesajlar vermek üzere olduğu göz önünde tutulduğunda, gönderilecek mesajların da birtakım özelliklere sahip olması gerektiği açıktır. Propaganda da mesajlar tek elden yönetilir, pek çok araç kullanılarak ve aynı mesaj tekrar edilerek kitleler mesaj bombardımanına tutulur. Mesajlar sürekli bir denetimden geçerek iletilirler. Nitekim propaganda amacı ile hazırlanan Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 Kitle İletişimi Ve Propaganda Hedef kitle analizi, propaganda faaliyetlerinin ilk adımıdır. mesajların mutlaka doğru bilgileri içermesi esas teşkil etmekle birlikte, kaynak alıcılara pek çok doğru içinden sadece kendi seçtiklerini iletebilir. Böylece bir bütünün sadece bir kısmı hakkında bilgilendirilen kişiler eksik bilgilendirildikleri kısımlar hakkında fikir sahibi değillerdir (Kazancı, 2009: 50; Göksel ve Yurdakul, 2006: 112-113) Propaganda, günümüzde dünyanın hemen her yerinde olumsuz bir algılanmayla karşı karşıyadır. Propagandanın giderek olumsuz algılanması da ağırlıklı olarak; Nazilerin propagandayı İkinci Dünya Savaşı yıllarında etkin bir biçimde kullanmasıyla ilgilidir. Nazilerin, özellikle Hitler ve propaganda bakanı Joseph Goebbels’in, Birinci Dünya Savaşı’nda cephedeki yenilgilerden ülkedeki Yahudi ve Komünistleri sorumlu tutmaları, propagandanın kullandığı yöntem ve doğası da olumsuz algılanmayı destekler. Propagandanın totaliter devlet yönetimlerinde başarıyla uygulanması sonucu, çoğulcu toplumlarda “propaganda” sözcüğü kavram olarak ürkütücüdür (Ayhan, 2007: 38). Sözcük olarak yalan, çarpıtma, hile, manipülasyon, zihin kontrolü, psikolojik savaş, beyin yıkama, palavra anlamlarıyla bitiştirilmektedir (Jowett ve O’Donnel, 2006: 2-3). Propaganda konusunda başarılı olabilmenin ön koşullarından birisi de, hedef kitleyi iyi çözümleyebilmektir. Çünkü propaganda yapacak kesim; kişi ya da grup kendisine hedef olarak belirlediği kitleyi olabildiğince çözümleyerek gereğini gerçekleştirme yolunda önemli bir adım atmış olacaktır. Hedef kitlenin eğilimlerini, sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik düzeyinin profilini çıkarmak uygulanacak iletişim stratejisi, propaganda yöntem ve araçlarının seçimini kolaylaştıracaktır (Ayhan, 2007: 43 – 44). Bir diğer koşul da, hedef alınan kişi veya kitlenin dikkatini çekmeyi başarmaktır. Dolayısıyla propaganda yapanın söylem gücü, ses tonu, inandırıcılık, tartışmadan kaçmak gibi bazı ölçütleri bilmesi ve uygulaması gerekir. Bu nedenle karşısındakine, önceden saptanmış değer yargılarını, hazır reçeteleri kabul ettirmek için çaba sarf eder. Bunu yaparken propagandacı da, önce fikirlerini rahatça aşılayabileceği bir ortamın oluşması için çaba harcar. Propaganda insanlara nasıl düşünüleceğini değil, ne düşünüleceğini öğretmeye çalışır. Bunu üç aşamada gerçekleştirir: Dikkat çekip ilgi uyandırır, ruhsal uyarıcıyı gerçekleştirir ve böylece belirmiş olan gerginliğin nasıl giderileceğini açıklar. Örneğin; yoksulluğun, işsizliğin, açlığın pençesinde acı çeken toplumların beklentilerine koşut olarak; iş, aş, refah vadeden politikaları pompalayan propagandalar kitleler tarafından dikkate alınır. Çünkü beklentisi olan insan, doymuş insandan faklıdır. Ne var ki, siyasal iletişim kampanyalarının yoğunlaştığı dönemlerde benzer vaatleri duymaya alışık ve beklentilerinin gerçekleşme olasılığının düşük olduğunu geçmiş deneyimleriyle bilen kitleler, her şeye karşın, gerçekleri görmek ve kabullenmek yerine hiçbir şey olmamış gibi davranma eğilimindedirler. Bu ilke, kalabalıklar içerisinde insanın gerçekleşme olasılığı çok düşük olan, ancak gerçekleşmiş görmeyi arzuladığı şeylere inanma eğiliminde olmalarıyla açıklanabilir (Ayhan, 2007: 44). En geniş anlamda propaganda çalışmalarının farklı yöntemlerle farklı kitlelere göre gerçekleştirildiği düzlemler ise şöyledir: Ülke içerisindeki kendi halkına yönelik propaganda İşbirliği içerisinde bulunan dost ülke halklarına yönelik propaganda Tarafsız ülke halkalarına yönelik propaganda Düşman halklarına yönelik propaganda Görüldüğü gibi propagandanın halklara yönelik olması propaganda yapanlar için en önemli olgudur. Çünkü uluslararası çıkar savaşında ülke Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 Kitle İletişimi Ve Propaganda yönetimlerini propaganda çalışmalarıyla etkilemek ve bir amaca ulaşmak tek başına yeterli değildir. Yönetenler sıradan, sokaktaki insan değildir. Ne var ki, sokaktaki insanı, propaganda yapanın istediği yönde düşünmeye ve hareket etmeye kanalize etmek, ülke içerisindeki ve hatta uluslararası arenada yöneticilik yapanların üzerinde kamuoyu baskısı yaratarak sonuç alınması olasıdır. (Ayhan, 2007: 53). Bir faaliyetin propaganda olması için öğrettiğinin gerçek olmasına ya da gerçek olmasına inanılmasına gerek yoktur. Bir faaliyetin propaganda olması için, propagandanın öğrettiği materyali kullanan propagandacıda okuyucu, izleyici veya dinleyici kitlelerde belirli durumlara karşı onun istediği yönde tutum değişikliği yaratma amaç ve isteğinin bulunması yeterlidir (Özer, 2009: 223). Hedef kitle propaganda aracılığıyla verilen mesaja sempati duymazsa, propaganda faaliyeti başarıya ulaşamaz. PROPAGANDANIN TEMEL KURALLARI Propagandanın temel kurallarını Goebbels’in ortaya koyduğu şekliyle şöyle açıklayabiliriz (İnceoğlu, 1985’ten aktaran Akarcalı, 2003: 85-86): Sempati Kuralı: Propaganda seslendiği kitlenin tutum, davranış ve beklentilerine denk düşecek bir seslenme biçimi bulup bir sempati ortamı kurmadıkça başarılı olamaz. Sentez Kuralı: Kabul ettirilmek istenen tezin ana fikri birkaç cümlede özetlenmelidir. İçerik yoğunsa her konu ayrı ayrı ele alınıp incelenmelidir. Sürpriz Kuralı: Kabul ettirilmek istenen görüş doğrultusunda sürpriz bir etki yaratmak başarı şansını artıracaktır. Yineleme Kuralı: Fikri zorla kabul ettirmenin en uygun yöntemi, defalarca tekrardır. Zamanı ve sıklığı iyi belirlenmelidir. Orkestrasyon Kuralı: Propaganda tek bir kurum tarafından planlanmalı ve uygulanmalıdır. Zamanlama Kuralı: Bir propaganda kampanyası en uygun anda başlamalıdır. Bireyi optimum anda ve eyleme itebilirse başarılı olur. Abartma ve Çarpıtma Kuralı: Hedef kitlede istenen etkinin uyandırılabilmesi için mesaj içerikleri gerektiğinde abartılıp çarpıtılabilir. Basitleştirme ve Tek Hedef Kuralı: Propaganda mesajı basit olmalı ve tek bir hedefe odaklanmalıdır. Uyumlaştırma Kuralı: Toplumun genel eğilimine uymaya ters düşen düşüncelere karşı hoşgörüsüzlük yaratmak propagandacının işini kolaylaştırır. Yayılma Kuralı: Propaganda önceden var olan bir temele dayanarak harekete geçer. (Ulusal bir efsane, mit, geleneksel duygu ve düşünceler vs.). Aynı olaya ve kişiye çarpıcı bir sıfat ve slogan takmak yayılmayı hızlandırır. Devamlılık ve Süreklilik Kuralı: Başarılı bir propaganda bireyin yaşamının her anını kapsamalıdır. Devamlılık ve süreklilik sağlayan bir bütünlük taşımalıdır. İyi yönetilen bir propaganda kampanyası, gelecekle ilgili olayları, ulaşılmak istenen hedeflere göre işleyerek, karşıdaki toplumun bekleyiş ve umutlarını kendi istekleri doğrultusunda değiştirir. Bu amaca ulaşmak için ideolojilerin diliyle değil, günlük hayatta kullanılan dille konuşulur, o toplumu yakında ilgilendiren belirli konular ele alınarak istenilen biçimde işlenir. Bu çalışmalarda en önemli nokta; toplumun görüş ve bekleyişlerini daima canlı tutarak istenilen Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 Kitle İletişimi Ve Propaganda yöne çevirebilmektir. Bu bakımdan toplumun ilgi alanlarından ve beklentilerinden haberdar olmak zorunludur (Özsoy, 2002: 199). Herhangi bir konuda propaganda yapan kişi konuşmalarında veya bununla ilgili programlarında ve uygulamalarında açık ve net olmalıdır. Propaganda tek tek bireylerin üzerine kurulmaktan ziyade, grupları kendisine hedef seçer. Propagandacının hedefi yalnızca tutum değişikliği oluşturmak değil, aynı zamanda eylem olarak görülebilen bir davranış değişikliği yaratmaktır (Özsoy, 2002: 199). Propaganda gibi faaliyetler çoğunlukla herhangi bir konuda kararsız kalmış kitleleri daha yoğun biçimde etkilemektedir. Bu kararsız kişiler çoğunlukla herhangi bir konuda net bir kararı, tutumu ve davranışı olan kitleden çok daha geniştir. Özellikle savaş, bunalım gibi koşullarda propagandanın başarılı olmasının nedenlerinden biri de; bu tür dönemlerde bireylerin umutsuz ve kararsız olmalarıdır (Domenach, 1995: 114). PROPAGANDA TÜRLERİ Propaganda sahası, kapsamı, konusu ve niteliği bakımından farklı türlere ayrılmaktadır. Özsoy (1998: 18-22) ve Özer (2009: 227) propagandanın türlerini şu şekilde açıklamaktadırlar: Sahası Bakımından Propaganda Türleri Dış propaganda, ağırlıklı olarak devletin rol oynadığı bir alandır. Çünkü bütün devletlerde dış politika partiden partiye fazla bir değişiklik arz etmez. Bu konuda genelde ortak bir politika ve görüş birliği söz konusudur. Dış propaganda daha durağan, ciddi ve biraz da resmî niteliktedir. İç propaganda, daha çok demokratik ülkelerde partilerin iktidar mücadeleleri sırasında kendini gösterir. İç propaganda da etkili olan en önemli faktör, kitle iletişim araçlarıdır. Kapsamı Bakımından Propaganda Türleri Propaganda çalışmaları konu bakımından; siyasi, ekonomik, kültürel ve askerî olmak üzere ayrışırlar. Genel propaganda Sınırlı propaganda Kişisel propaganda Genel propagandanın hedef kitlesi büyük kalabalıklar iken, sınırlı propagandanın muhatabı ise, bir ülkenin belirli bir bölgesinde meydana gelen bir hoşnutsuzluğu gidermek veya buraya yakın insanları belli bir istikamete yönlendirmek için yapılan propaganda eylemidir. Kişisel propaganda şahıslara yönelik yapılır ki, bunun en çok kullanıldığı alan dış alandır. Bunun en önemli örneğini diplomatlar gösterir. Diplomatlar karşılıklı temaslar yoluyla birbiri üzerinde büyük etki gösterirler. Konusu Bakımından Propaganda Türleri Siyasi propaganda Ekonomik propaganda Kültürel propaganda Askerî propaganda Siyasi propagandalar, tarih boyunca diğerlerini gölgede bırakacak kadar önemli olmuştur. Çünkü devletin olduğu kadar, kamuoyunun ilgisini çeken konuların başında da siyasi konular gelmektedir. Propagandanın en acımasız ve etkili olanı da budur. Ekonomik propagandayı bir şirketin veya belli ticari grupların reklamıyla karıştırmamak gerekir. Uluslararası ilişkilerde bir ülkenin genel çıkarları göz önüne alınarak yapılan ve o ülkenin ekonomik politikasını yansıtan propaganda örneğidir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 Kitle İletişimi Ve Propaganda Kültürel propaganda bir ulusun başka uluslardan sempatizan kazanma gayretidir. Nitekim Batılı büyük ülkelerin diğer ülkelerde yaygın biçimde, kültür merkezleri bulunmaktadır. Bu asırlardır devam eden bir olgudur. Batılı büyük devletler diğer ülkelerde okullar açarak bunun profesyonel ve kalıcı örneklerini vermişlerdir. Askerî propaganda hem iç hem de dış propaganda sahalarında etkindir. Her devler komşu ülkelerine ve diğer memleketlere güçlü görünmek ister. Propaganda çalışmalarıyla bu etki güçlendirilerek oluşturulur. Niteliğine Göre Propaganda Türleri Bütün dünyada propagandalar, ulusların siyasi, iktisadi, felsefi görüşlerine, ticaret ve endüstri güçlerine göre çeşitli şekillerde ve niteliklerde yapılmaktadır. Buna göre; Gri veya Bulanık Propaganda Beyaz ve kara propaganda arası bir propaganda yöntemidir. Hakikat ve yalanı birbirine karıştırarak yapılır. Yalan ve gerçek iç içedir ve kaynak gizlidir. Olaylar çarpıtılarak sunulur. Olumlu bir şeyi gölgelendirerek değerden düşürmeye çalışır. Bu propaganda da verilecek haberin ilgi çekici ve zihinleri kurcalayacak türde olmasına özen gösterilir. Kara veya Sinsi Propaganda Beyaz propagandanın tam tersidir. Gerçek kaynak her zaman gizlidir. Haber başka bir kaynaktan çıkıyormuş gibi gösterilmek suretiyle yapılır. Kaynağı gizlemek ve herhangi bir kaynağın olabileceği inancını yaymak için her türlü yola başvurulur. Burada kaynak ne kadar gizli olursa o kadar başarı sağlanmış demektir. Yalan, iftira ve sahte kanıtlara başvurulur. Gerçeği çürütmek, ortalığı karıştırmak, inançları sarsmak surtiyle faaliyette bulunulur. Hedef kitle, bilgiyi kendi kaynağından aldığını zanneder. Bireysel Etkinlik Beyaz propaganda kaynağın ve mesajın doğruluğu söz konusuyken, gri propaganda da bu unsurlar gözetilmez. Beyaz veya Açık Propaganda Bu propaganda türünde, kaynak resmîdir ve güvenilirdir. Haberlerin kaynakları saklanmaz aksine tanınmak ister. Beyaz propaganda yapılırken çok dikkatli olunmalıdır; çünkü hedef kitlelerin tereddütsüz kabul etmeye alıştıkları bir propaganda çeşididir. Bu nedenle gerçeklerden en ufak bir ayrılmanın ortaya çıkması büyük bir güvensizlik doğurur ve bunun sonucunda dinleyiciler yeni kaynaklar aramaya başlarlar. Beyaz propaganda meşru bir hakkın savunmasını yapar. Propaganda konuları çoğunlukla hükümetin kontrolünden geçtiği için haberler yarı resmî sayılır. Hakikatten ayrılmaz. Gelişmiş demokratik ülkelerde bu tür propaganda yöntemine sıkça başvurulur. Beyaz propagandanın zayıf tarafı yayılma alanının sınırlı olmasıdır. Serbestçe dolaşamaz. Düşman kendini korumak için karşı propaganda olanaklarını hemen kullanırsa bu durum tehdit ve bozulmayla sonuçlanabilir. Yapılan propaganda hakkında toplumda şüphe uyandırıyorsa eğer, silah geri tepmiş olur, böylece de güven zayıflamış olur. •Sizce propagandanın hangi türü daha kabul edilebilirdir? Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 Kitle İletişimi Ve Propaganda PROPAGANDADA ARAÇLAR Propaganda etkinlik düzeyini artırmak ve kitlelere ulaşmak için pek çok araç kullanır. Kitle iletişim araçlarını bu ünitenin başında ayrıntılı olarak görmüştük. Şimdi propaganda çerçevesinde nasıl kullanıldıklarını inceleyeceğiz (Özer, 2009: 228-229; Kuruoğlu, 2006: 8): Yüz Yüze İletişim Araçları Bireysel Etkinlik Yüzyüze iletişim propagandada en etkili iletişim yöntemlerinden birisidir. Yüzyüze ilişki sosyal etkiyi artırıcı bir rol oynamaktadır. Yüzyüze iletişimin etkisi, mesajı iletenin yani kaynağın tanınmış ve saygı duyulan birisi olmasıyla da büyük ölçüde artmaktadır. •Yüzyüze iletişimin propagandada en etkili yöntemlerden birisi olmasının nedenleri neler olabilir? Göze Hitap Eden İletişim Araçları Özellikle gazeteler propaganda uygulamalarında önemli ve etkili bir rol oynamaktadır. Diğer yandan dergiler ve kitaplar da propaganda faaliyetlerinin bir başka etkili boyutunu oluşturmaktadır. Kulağa Hitap Eden Haberleşme Araçları Bu türdeki iletişim araçlarının başında gelen radyo, bilinçli kullanıldığı zaman büyük ölçüde fayda sağlamaktadır. Radyoda yapılacak program hedef kitlelere uygun mesajlar ile donatılmış; bilgi verici, aydınlatıcı, eğitici-öğretici, eğlendirici olabileceği gibi stüdyo dışı canlı yayınlar biçiminde de olabilir. Özellikle radyo, televizyonun insanların hayatına henüz girmediği dönemlerde en etkili kitle iletişim aracıydı. Bu nedenle işitsel yayıncılık tarihine siyaset ve propaganda tarihine “Radyo Savaşları”, “Radyonun Altın Yılları” olarak adını yazdırmıştır. Öncelikle iktidarlar kendi ideolojilerini yaymada ya da bağımsızlıkları için mücadele eden ülkeler ve çeşitli topluluklar radyonun bu gücünü kullanmışlardır. Günümüzde bile hâlen televizyonun çok yaygın olmadığı ve okuma yazma oranının çok düşük olduğu Afrika, Asya ve Latin Amerika gibi ülkelerde, Amerika ve bazı Avrupa ülkeleri radyoyu en etkili propaganda aracı olarak kullanmaktadırlar. Yine günümüzde, farklı kimliklere sahip topluluklar kendilerini ifade edebilmek için radyoyu kullanmaktadırlar. Göze ve Kulağa Hitap Eden Haberleşme Araçları Günümüzde televizyon ve sinema en etkili haberleşme ve propaganda araçlarının başında gelmektedir. Günümüzde özellikle televizyon en yaygın haberleşme aracı hâline gelmiş olup, ses, görüntü ve hareket gibi üç ana özelliği ile diğer haberleşme araçlarının etkilerini tek başına karşılayabilmektedir. Bunların etkileme ve öğretmedeki başarıları yüksektir. İletinin akılda tutulması ve unutulmaması açısından da güçlü oldukları ortaya çıkarılmıştır. Televizyonun demokratik ülkelerde bile doğrudan ya da dolaylı olarak yönetim tarafından veya belli merkezler tarafından kontrol altında tutulduğu ve ne isteniyorsa kamuoyuna onun verildiği ve özellikle kültür ihracında kullanılan televizyon programlarıyla ülkelere yönelik yoğun bir propagandanın yapıldığı gözlenmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 Kitle İletişimi Ve Propaganda Kitle iletişim araçları proganda faaliyetlerine, iletilen mesajın çok sayıda insana ulaşmasını sağlama bakımından kolaylık sağlar. Propaganda kitle iletişim araçlarını, hizmet ettiği görüşün lehinde davranış değişiklikleri yaratabilmek için kullanır. Etkin bir propaganda, kitleyi, propagandacının kitleden yapmasını istediği şeyi yapmak konusunda istekli hâle getiren propagandadır. Propaganda uzun süreli bir propaganda ise; böyle bir propagandanın etkinliği sorunu ele alındığında, dinleyici kitlesinin isteklerinin değiştirilmemesi hâlinde, bu isteklere saygı ve anlayış gösterilmesi gerektiği unutulmamalıdır (Lerner, 1985: 278-279). Propaganda pek çok kitle iletişim aracından yararlansa da kaynağı ve hedefi insandır. Bu nedenledir ki, propaganda hem psikolojik hem sosyolojik olaylarla ilişkili bilimsel bir olgu ve tekniktir. Demek ki propagandacı için psikoloji ve sosyoloji bilimleri temel hareket noktaları olmaktadır. Propagandacı hem bu hareket noktaları eşliğinde hem de kitle iletişim araçları yardımıyla insanlar üzerinde etkili olmaya çalışır (İnceoğlu, 1985: 69). KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARI VE PROPAGANDA Propagandacı belirli bir zamanda, belirli bir gruba seslenmek durumundadır. Böyle bir grubu etkilemek istiyorsa, grubun yapısını, grubun propaganda da ele alınan konuya ilişkin tutumlarının niteliğini ve bu tutumların nasıl oluştuğunu çözümleyebilmesi gerekir. Özellikle deneysel psikoloji alanındaki son bulgular pek çok alanda olduğu gibi propagandacılar tarafından yoğun biçimde kullanılmaktadır. Propagandacının seslendiği grubun büyüklüğü arttığı oranda grubu yönlendiren motivler de o denli karmaşık bir nitelik kazanmaktadır. Bir ulus kadar büyük bir birime seslenildiğinde de propagandacı toplumun birbiriyle çelişik yanlarına aynı anda seslenmek durumundadır (İnceoğlu, 1985: 69). Propagancının geniş çaplı insan gruplarına seslenebilmesi ise ancak kitle iletişim araçlarını kullanabilmesine bağlıdır. Biraz önce propagandada kullanılan kitle iletişim araçlarına değinmiştik. Tüm bu araçlar kendi olanakları ve sınırlılıkları dâhilinde propagandacının mesajlarını kitleye iletmesinde büyük önem taşımaktadır. Toplumsal denetimin sağlanması için, toplumsal biraradalığı sağlamaya yarayan önerilerin kitleye aktarılması hayati önem taşımaktadır. Kitle iletişim araçları bu işlevi yerine getirirken bellik bir çalışma mekaniği içinde hareket ederler. Kitle iletişim araçları, yeni davranışların kazanılmasında ve önerilen tiplere benzememizde ya da önerilen görüşleri benimseyip davranışa dökmemizde etkilidir (Akarcalı, 2003: 45). Propagandacılar da bu gerçeğin farkındadırlar, bu nedenle hazırladıkları mesajların, kitle iletişim araçlarından kitlelere aktarılması için büyük çaba gösterirler. Ancak, kitle iletişim araçları da bağımsız yapılar değillerdir. Belli çıkar gruplarının mülkiyetinde ve denetimindedirler. Demokratik yapılarda kitle iletişim araçlarının egemen güçlerin kontrolünde olması, kitlelerin manipüle edilmesinin fark edilir olmasını da engellemektedir. Çünkü kitle iletişim araçlarındaki çeşitliliğe karşın tüm dünyada medyadaki tekelleşme ve diğer alanlarda da kontrolün bu grupların eline geçmesi, yanlış bilgi iletme olgusuyla birlikte kaynağı belirsiz propagandaya da zemin hazırlamaktadır (Ayhan, 2007: 134-135). Kitle iletişim araçları enformasyonu denetleme gücüne sahiptir. Kitle iletişim araçlarının kasıtlı bir biçimde propaganda amacıyla kullanıldığı, içte ve dışta egemenliği sağlamanın bir aracı oldukları yönündeki görüşün savunucusu Noam Chomsky’dir. Chomsky’e göre, kitle iletişim araçlarının ana görevlerinden en önemlisi, “propaganda”dır. Sınıf çıkarları çatışmasının var olduğu bir dünyada, medyanın üstlendiği rolü gerçekleştirmesi ve sistemli bir propaganda yapması gerekir. Propaganda modeline göre medya; haberlerin ve çözümlemelerin çatısını, yerleşik ayrıcalıkları destekleyen bir çerçevede kurarak Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 Kitle İletişimi Ve Propaganda ve bu doğrultuda her türlü tartışmayı sınırlayarak, birbiriyle sıkı sıkıya kaynaşmış olan devletin ve şirketlerin çıkarlarına hizmet etmektedir. Bu modelde haberler, firmaların kâr amacı, reklamcıların etkisi, gazetecilerin enformasyon kaynağı olarak hükümete, iş çevrelerine ve uzmanlara dayanması gibi çeşitli süzgeçlerden geçerek biçimlenmekte ve uygun olanlar yayınlanmaktadır (Tekinalp ve Uzun, 2004: 181). Kitle iletişiminin geldiği noktada kodlanan iletiyi tek yönlü aktaran kanal olarak, kitle iletişim araçlarının gücünün yadsınamayacağı bir gerçektir. Özellikle medya, gerçekle algılanan gerçek arasındaki farkı yaratan bir güce sahiptir ve görsel medyanın bir özelliği de algıyı denetleme ve değiştirme gücüne sahip olmasıdır. Yani, kitle iletişim araçlarının olay yerindeki varlıkları olayların seyrini değiştirmekte, biçimlendirmekte; bu nedenle, siyasal olayların seyrinin bile planlanmasını etkilemektedir. Aslında gündelik yaşamda televizyon ekranlarından izlediğimiz görüntülerle, işittiğimiz seslerle, gerçek arasında inanılmaz farklılaşmaların olması medyanın sahiplik yapısını göz önünde bulundurduğumuzda hiç de şaşırtıcı değildir (Ayhan, 2007:45, 252253). Görüldüğü üzere, kitle iletişim araçları, propagandacılar için oldukça geniş olanaklara sahip mecralardır. Son dönemde internet gibi yeni iletişim teknolojilerinin ürünü olan bir mecra da yine propagandacıların çalışma zeminlerinden birini oluşturmaktadır. Her türlü siyasi, ekonomik, kültürel anlatı biçimi bu mecralardan geçerek milyonlarca insana ulaşmaktadır. Bu nedenle propaganda faaliyetlerinde mesajların hazırlanması kadar hangi mecradan ve kimlere iletileceği de önemlidir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 Özet Kitle İletişimi Ve Propaganda •Kitle iletişim araçlarının tümü toplumda belli işlevleri üstlenmekte ve yerine getirmektedir. Kitle iletişim araçları toplumda haber verme/bilgilendirme, toplumsallaştırma, kültürel aktarım ve eğlence gibi işlevleri yerine getirir. Buna göre kitle iletişim araçları toplum ve dünyada olan olaylar ve şartlar hakkında bilgi sağlamak, güç ilişkilerine işaret etmek, yenilik, uyum ve ilerlemeyi kolaylaştırmak gibi işlevlere sahiptir. Her bir aracın kendine göre olanakları ve sınırlılıkları vardır. İletilmek istenen bilginin niteliğine göre araç değişebilir. Bu araçların bireyler üzerinde de farklı etkileri bulunmaktadır. •Kitle iletişim araçları propaganda amacıyla da kullanılabilmektedir. Propagandanın tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Ancak modern iletişim araçlarının doğuşundan sonra daha sistematik bir özellik kazanmıştır. Çünkü kitle iletişim araçları anında ve birbirinden çok farklı özelliklere sahip milyonlarca insana ulaşabilmektedir. Toplumsal dengeyi ve denetimi sağlamak üzere harekete geçmek propagandanın ilk amaçlarından biridir. Daha sonraları belli görüşlere sahip kişi ya da grupların çok farklı amaçlarla da propaganda tekniklerini kullandıklarını görmekteyiz. Propaganda kapsamında efsaneler, mitler, bayraklar, anıtlar, sloganlar, marşlar, para vs. gibi pek pek çok aracın yanında yüz yüze iletişim, görsel araçlar, işitsel araçlar, hem görsel hem de işitsel araçlar kullanılmaktadır. Yeni iletişim teknolojilerinin sağladığı imkânlar da göz önünde bulundurulduğunda, kitle iletişimi propagandacılara zengin olanaklar sunmaktadır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 Kitle İletişimi Ve Propaganda DEĞERLENDİRME SORULARI Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz. 1. Aşağıdakilerden hangisi kitle iletişiminin özellikleri arasında sayılamaz? a) Kitle iletişimi medya yoluyla kitlelere ulaşma biçimidir. b) Kitle iletişim herkes için iletişimdir. c) Kitle iletişimi yüzyüze iletişimi de içinde barındırır. d) Kitle iletişimi, çeşitli araçlar yoluyla yapılır. e) Kitle iletişiminde kaynak, mesaj, alıcı gibi unsurlar vardır. 2. Aşağıdakilerden hangisi “soğuk medya” nın tanımıdır? a) Soğuk medya; okurken veya izlerken yoğun bir gayret ve entelektüel bir çaba gerektirmeyen medyadır. b) Soğuk medya, okurken veya izlerken yoğun bir dikkat gerektiren medyadır. c) Soğuk medya, okurken ve izlerken kısmen dikkat gerektiren medyadır. d) Soğuk medya, izleyicisiyle/dinleyicisiyle mesafeli bir duruşu olan medyadır. e) Soğuk medya, kaynağın izleyiciye/dinleyiciye soğuk davrandığı medyadır. 3. Aşağıdakilerden hangisi kitle iletişiminin unsurları arasında yer almaz? a) Kaynak b) Kod c) Kanal d) Mesaj e) Davranış 4. Yazılı araçlar kapsamında, genellikle haftada bir ya da ayda bir yayımlanan haber, röportaj ve magazin ya da birtakım ilgi alanlarına (spor, sanat, sinema, teknoloji vb.) ağırlık veren araca ne ad verilmektedir? a) Gazete b) Dergiler c) Broşürler d) El kitapları e) Afişler ve pankartlar 5. Hedef kitlesi en geniş olan kitle iletişim aracı hangisidir? a) Televizyon b) Broşür c) Gazete d) Radyo e) İnternet 6. Aşağıdakilerden hangisi internetin sağladığı yararlardan biridir? a) Web sayfalarında gezinti b) E-mail gönderme/alma c) Dosya transferi d) Sohbet odalarına katılma e) Hepsi 7. Aşağıdakilerden hangisi propagandanın kuralları arasında sayılamaz? a) Sürpriz kuralı b) Sentez kuralı c) Kesintililik kuralı d) Yineleme kuralı e) Abartma ve çarpıtma kuralı Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 Kitle İletişimi Ve Propaganda 8. Aşağıdakilerden hangisi konusu bakımından propaganda türlerine girmez? a) Siyasi propaganda b) Ekonomik propaganda c) Kültürel propaganda d) Askeri propaganda e) Kişisel propaganda 9. Hakikat ve yalanı birbirine karıştırarak yapılan propaganda türüne ne ad verilir? a) Kara propaganda b) Gri propaganda c) Beyaz propaganda d) Açık propaganda e) Sinsi propaganda 10. Kitle iletişim araçlarının kasıtlı bir biçimde propaganda amacıyla kullanıldığı, içte ve dışta egemenliği sağlamanın bir aracı oldukları yönündeki görüşün savunucusu kimdir? a) Noam Chomsky b) Laswell c) Metin İnceoğlu d) Lazarsfeld e) McQuail Cevap Anahtarı 1.C, 2.A, 3.E, 4.B, 5.D, 6.E, 7.C, 8.E, 9.E, 10.A Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 Kitle İletişimi Ve Propaganda YARARLANILAN KAYNAKLAR Akarcalı, S. (2003). İkinci Dünya Savaşında İletişim ve Propaganda. Ankara: İmaj Kitabevi. Ayhan, A. (2007). Propaganda Nedir?. İstanbul: Literatürk Yayıncılık Becerikli, S. (2004). Pazarlama ve İletişim Stratejileri. Ankara: Ablan. Bıyık, A. ve Güven, A. (2009). Kitle İletişim Araçlarının Halkla İlişkilerde Kullanımı. Konya: Eğitim Akademi Yayıncılık. Domenach, J. M. (1995) Politika ve Propaganda. İstanbul: Varlık Yayınları. Dökmen, Ü. (2002). İletişim Çatışmaları ve Empati. İstanbul: Sistem Yayıncılık Göksel, B.A. ve Yurdakul, N.B. (2007). Temel Halkla İlişkiler Bilgileri. İzmir: Ege Üniversitesi Basımevi Işık, M., Akdağ, M.(Ed.). (2009). Dünden Bugüne Halkla İlişkiler (ss. 175-195). Ankara: Eğitim Akademi Yayınları. İnceoğlu, M. (1985). Güdüleme Yöntemleri. Ankara: A.Ü. Basın Yayın Yüksek Okulu Yayınları. Jowett, G.S., O’Donnell, V. (2006) Propaganda and Persuasion. USA: Sage Publication. Kazancı, M. (2009). Kamu ve Özel Kesimde Halkla İlişkiler. Ankara: Turhan Kitabevi. Kuruoğlu, H. (2006). Propaganda ve Özgürlük Aracı Olarak Radyo. Ankara: Nobel Yayınları. Lerner, D. (1985). “Propaganda Etkinlik: Şartlar ve Değerlendirme”. (Çev. Ünsal Oskay). Kitle Haberleşmesi Teorilerine Giriş. (ss. 267-280). Ankara: A.Ü. SBF ve Basın Yayın Yüksekokulu Basımevi. McQuail, D. (1994). Kitle İletişim Kuramı. (Çev. Ahmet Haluk Yüksel). Eskişehir: Kibele Sanat Merkezi. (1987). Özer, M.A. (2009). Halkla İlişkiler Dersleri. Ankara: Adalet Yayınevi. Özsoy, O. (1998). Propaganda ve Kamuoyu Oluşturma. İstanbul: Alfa Basım Yayım. Özsoy, O. (2002). Türkiye’de Seçmen Davranışları ve Etkin Propaganda. İstanbul: Alfa Basım Yayım. Tekinalp, Ş. ve Uzun, R. (2004). İletişim Araştırmaları ve Kuramları. İstanbul: Derin Yayınları. Tengilimoğlu, D. ve Öztürk, Y. (2008). İşletmelerde Halkla İlişkiler. Ankara: Seçkin Yayıncılık Tutar, H. ve Yılmaz, K. (2010). Genel İletişim Kavramlaı ve Modeller. Ankara: Seçkin Yayıncılık. BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR Ayhan, B. (2007). Milli Mücadelede Basın: Olağanüstü Durumlarda Propaganda. Konya: Tablet Yayınları. Bernays, E. (2004). Propaganda. NY: Ig Publishing. Bilgili, C., Tan Akbulut, N. (2009). Kitle İletişimi ve Toplumsalın Üretimi. İstanbul: Beta Yayıncılık. Laughey, D. (2010). Medya Çalışmaları. (Çev., Ali Toprak).İstanbul: Kalkedon Yayınları. Mutlu, E. (2005). Kitle İletişim Kuramları. Ankara: Ütopya Yayınları. Shabo, M.E. (2008). Techniques of Propaganda and Persuasion. Clayton; DE: Prestwick House, Inc. Türkoğlu, N. (2004). Kitle İletişimi ve Kültür. İstanbul: Naos Yayıncılık. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 HEDEFLER İÇİNDEKİLER İKNA, OTORİTE VE SOSYAL İLİŞKİLER • Sosyal Etki ve Uyma/İtaat Davranışı • Önyargı • Saldırganlık • Sosyal İlişkiler Kapsamında Bireyin Gruba Uyma/İtaat Davranışının Nedenleri • Otorite • Otoriter Kişilik Kuramına Getirilen Açıklamalar • Otoriter Kişiliğin Ölçülmesi • Sosyal İlişkiler ve Grubun Etkileri • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • Sosyal etki ve uyma/itaat davranışı arasındaki ilişkiyi kavrayabilecek • Önyargının öğelerini tanımlayabilecek • Saldırganlığa neden olan faktörleri açıklayabilecek • Saldırganlığın nasıl önlenebileceğini/azaltılabilece ğini kavrayabilecek • Sosyal ilişkilerin ve grup yapılarının ikna üzerindeki etkilerini ayırt edebileceksiniz. İKNA VE İKNA PSİKOLOJİSİ ÜNİTE 7 İkna, Otorite ve Sosyal İlişkiler GİRİŞ İnsanın en önemli özelliklerinden biri onun “sosyal bir varlık” oluşudur. O, içinde yaşadığı toplumdan etkilenir ve içinde yaşadığı toplumu etkiler. Sosyal etki, kişinin tutum ve davranışlarının önemli bir belirleyenidir. İnsanlar ait oldukları çok çeşitli grupların değer ve normları içinde, bu değer ve normlara uyma/itaat davranışı gösterebilirler. Sosyal gruplar, gündelik yaşamımızda büyük öneme sahiptir. Hepimiz herhangi bir grup ortamında çalışır, eğlenir ya da grup ortamında sosyalleşiriz. Düşüncelerimizi grup aracılığıyla dile getiririz. Nasıl yaşayacağımız, nasıl bireyler olacağımız, hangi tutum ve davranışlarla kültürel özellikler göstereceğimiz grupların etkisi altındadır. Gruplar, bireyin bağımsızlığı, özerkliği ve bireyselliği üzerinde yoğun ve kapsamlı bir etkide bulunmaktadır. Grup, üyeler arası etkileşimin ürünü olarak ortaya çıkan sosyal bir olgudur. Grubu grup yapan, grup üyeleri arasında oluşan etkileşimdir. Etkileyici iletişim, bir kaynaktan hedefe yöneltilen değer, tutum ve davranışları değiştirme/etkileme amacı taşıyan ve geri beslemesi olan karşılıklı bir alış veriştir. İnsanlar, grup içi ve gruplar arası ilişkilerde, otorite olarak algıladıkları kişilere sorgusuz, sualsiz itaat etme, uyma eğilimi gösterebilmektedirler. İkna edici iletişim başarıya ulaşabilmek için, bireyin içinde yer aldığı grupların dinamikleri ve iletişim yapılarını göz önünde bulundurmak zorundadır. Sosyal psikoloji alanında grup içi ve gruplar arası iletişim üzerine gerçekleştirilen çok sayıda araştırma mevcuttur. Bu bölümün amacı; önyargı, saldırganlık, sosyal ilişkiler ve grubun uyma/itaat davranışını açıklayarak, otoriter kişilik tipi üzerinde durmak ve ayırt edici özelliklerini ortaya koymaktır. SOSYAL ETKİ VE UYMA/İTAAT DAVRANIŞI İnsanlar yaşadıkları toplumdaki sosyal etki nedeniyle benzer tutum ve davranışlar gösterirler. İnsan sosyal bir varlık olarak pek çok grubun ve ilişki ağının içinde bulunur. Özellikle birey-grup ilişkileri içinde liderlik niteliklerine sahip olan üyeler, gruptaki bireylerin tutum ve davranışlarını etkileyerek yani sosyal bir etkide bulunarak, yönlendirici olabilirler. Lider ve grup üyeleri arasındaki ilişki tek yönlü itaat-bağlanma (liderin söylediklerini sorgulamadan kabul etme) şeklinde olabilir. Lider, grup üyelerinin davranışlarını doğrudan etkileyebildiği gibi dolaylı bir şekilde yani ima yoluyla da onları yönlendirebilir. Grup yapısı ve üyeler arası iletişim biçimlerine göre gerçekleşen etkileşim yapıları farklılaşmaktadır. Bazı gruplar daha merkezi bir örgütlenme biçimine sahipken, bazıları daha esnek ve tüm grup üyeleri arasında etkileşimin gerçekleştiği modellere göre örgütlenebilmektedirler. Bireylerin, kişisel farklılıklarına rağmen birbirlerine benzer davranışlar göstermelerinin nedeni, benzer tutum ve inançlara sahip olmalarıdır. Benzer tutum ve davranışlara sahip olmanın kökeninde ise “sosyal etki” yatmaktadır. Birey, biraz önce bahsettiğimiz grup yapılanmaları içinde ve sosyal etki nedeniyle “gruba uyma” davranışı gösterir. Bu da insanların davranışlarındakini benzerlik düzeyini ve sosyal davranış düzenliliğini yansıtmaktadır. Grubun birey üzerindeki sosyal etkisinin sonucu üç şekilde gözlenebilir (Silah, 2005: 162): Grup, bireye sosyal baskı yaparak, kendi görüş ve kararlarını zorla kabul ettirebilir. Her şeye rağmen birey gruba karşı, kendi görüş ve kararları doğrultusunda davranabilir ve gruptan soyutlanabilir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 İkna, Otorite ve Sosyal İlişkiler Birey, grubun görüş ve kararlarını, değer, inanç ve normlarını benimseyip onlara uyarak, o yönde karar verir ve davranabilir. Grup üyesi birey, kendisi için üst olan bir otoritenin emrine uyabilir ya da uymayabilir. Kişinin davranış ve tutumlarını içinde bulunduğu grubun davranış ve tutumlarına göre oluşturmasına “uyma”, kişinin otoriteden gelen emre uyarak davranışını değiştirmesine de “itaat” adı verildiğini daha önce ele almıştık. “Uyma” ve “itaat” arasındaki farkları şimdi kıyaslayarak özetleyecek olursak (Silah, 2005: 163): Uyma davranışında, bireyin kendi eşitlerinden ve aynı statüde olan diğerlerinden gelen bir etki ya da yönlendirme vardır. İtaatte ise, kişinin davranış ve yönelimleri, daha yüksek statüdeki bir otoritenin baskı ve tesirlerinden etkilenmektedir. İtaatte, otoritenin etkilemek istediği astlarından, kendisine direnç göstermeden boyun eğme beklentisi vardır. Uymada, grubun bireyi tek yönlü olarak etkilemesi söz konusu değildir. Burada birey, grubun görüş ve yaklaşımlarını bilerek, ona uyma ihtiyacı hissetmektedir. Ayrıca grubun bireyin varlığından haberdar olması da gerekmemektedir. Uymada, gruba uyan kişi, tüm grup üyeleriyle benzer davranışlar gösterir ancak itaat eden kişi, itaat ettiği otoriteden farklı bir davranış göstermektedir. Uyma konusunda grubun birey üzerine olan etkilerini Ash’in “Çizgi Deneyi”nde görmüştük. Ash, bireyin doğru bildiğini sandığı bir konuda, grup bunun tersini iddia ederse, bireyin uyma davranışının ne olacağını araştırmıştı. Birey, kendisine gösterilen çizginin, diğerlerinden hangisine benzer olduğu sorulduğunda, gruptaki diğer üyelerin verdiği yanlış yanıtların etkisinde kalarak, gerçeğe aykırı olduğu hâlde, diğerlerinin yargısına katılmıştır. Milgram’ın İtaat (şok) Deneyi ise; itaat konusunda yapılan klasik çalışmalar arasında sayılmaktadır. Burada da bir otorite figürünün verdiği emirlere uyan deneğin, tanımadığı birisine zarar verme konusunda, otoriteye itaat düzeyi araştırılmıştı (Silah, 2005: 165,167). Bireylerin itaat etmesinin nedenleri arasında; insanlar tarafından kabul edilmek, ödüllendirilmek ya da cezalandırılmaktan kaçınmak yer almaktadır. Bireyin itaati konusunda otorite figürü ve sosyal etki önemli rol oynamaktadır. Önyargı Önyargı kaçınılmaz bir biçimde bütün insanlarda var olan, duygusal ve düşünsel unsurları bulunan bir yapıdır. Ön yargı yaşamın bir parçasıdır. Farkında olmadan düşünce davranışlarımızda ön yargıları kullanırız. Çoğu kez önyargıların kendimizde olduğunu kabul etmeyiz ve farkına varsak bile, onların etkisini tümüyle ortadan kaldırmakta büyük zorluk çekeriz. Önyargı; her çeşit gerek bilgi ve değerlendirmeden yoksun olarak, belli bir gruba yönelik olarak geliştirilen olumsuz tutumlardır. Kısaca, araştırma ve inceleme yapılmadan ileri sürülen peşin hükümdür (Güney, 2009: 15). Ön yargının iki temel ögesi vardır (Cüceloğlu, 1996: 543): Bir grup ya da kişiye karşı olumsuz bir duygu, Kalıp yargı, bireyleri tanımadan onları bir grubun üyesi olarak yargılamak (sterotip). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 İkna, Otorite ve Sosyal İlişkiler Ön yargıda hem duygusal hem de düşünsel ögeler bulunur. Bu iki ögenin etkisi altında birey ayırt edici davranışta bulunur. Ön yargılarla ilgili genel olarak şunları söyleyebiliriz (Hogg ve Vaughan, 2007: 232): Ön yargı, bir sosyal gruba yönelik olan ve kendini ille de davranışlarda açık ayırımcılık olarak dışa vurması gerekmeyen bir tutum olarak düşünülebilir. En yaygın ön yargılar, cinsiyet, ırk, etnik köken, yaş, cinsel yönelim ile fiziksel ve zihinsel engelliliğe dayanan ön yargılardır. Çoğu Batı ülkesinde yasalar ve sosyal tutumlar son yıllarda bu ön yargıları önemli ölçüde azaltmıştır. Yasalar ve toplumun onay vermeyişi, ön yargının daha aşırı bir tarzda dışavurumunu baskılamaktadır. Ön yargıyı, gizli tutulduğunda ya da sınırlı ortamlarda dışa vurulduğunda saptamak daha zordur ve bu olgu günlük sıradan varsayımların, dilin ve söylemin içinde yerleşik olduğu için fark edilmeyebilir. Kendisine ön yargılı davranılan kişiler, maddi ve psikolojik dezavantajlardan, düşük öz-saygıdan, damgalanmaktan, özlemlerinin boşa çıkmasından ve fiziksel/sözel açıdan kötüye kullanılmaktan mustariptirler. Ön yargı, hedeflere ulaşmanın engellenmesine gösterilen göreceli sıradan bir tepki olarak düşünülebilir. Bu perspektife göre, insanlar bu engellenmişliklerinin acısını daha zayıf kişi ve gruplardan çıkarırlar. Ön yargı, genellikle önyargılı kişilikler geliştirmiş olan kişilerce dışa vurulan anormal davranışlar olarak da görülebilir. Bu bazı bireylerin niçin ön yargılı olduğunu açıklayabilir, fakat ön yargıyı teşvik eden bir sosyal çevrenin varlığı daha güçlü bir etken olarak gözükmektedir. Ön yargıya getirilen bu tür açıklamalar, bu olgunun yaygın/kolektif doğasını yeterince değerlendirememekte, insanların birbirleriyle iletişim içerisinde oldukları, propaganda ile kitle iletişim araçlarından etkilendikleri gerçeğini göz ardı etmektedir. Bireysel Etkinlik • Ön yargılı olduğunuz kişi ve gruplar var mı? Neden? Saldırganlık Saldırganlık duygusu, doğrudan gözlenemeyen bir iç durumdur. Kızgınlığı zaman zaman hepimiz yaşarız ancak bu duyguları her zaman açığa vurulup davranışa dönüştürmeyiz. Bu nedenle saldırganlık duyguları, genel olarak bireylere ne hissettikleri sorularak ya da psikolojik ve davranışsal belirtilerine bakılarak incelenebilir. Araştırmacılar, saldırganlığın insan doğasında mı yoksa bazı toplumlarda yer alan toplumsallaşma süreçlerinde mi yattığını araştırmışlardır. İnsanlarda saldırganlık, başkalarına fiziksel veya psikolojik zarar verme niyeti taşıyan tüm davranışları içerir. Niyet, saldırganlığın temel ögesidir. Bir Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 İkna, Otorite ve Sosyal İlişkiler Bireyler saldırganlık dürtülerini, yapıcı sosyal aktivitelere aktararak sağaltabilmektedirler. görüşe göre; saldırganlık acılar veya engellenmeyle tetiklenmiş olan evrimsel geçmişimizin bir kalıntısıdır. Acı veya engellenmenin saldırgan davranışı başlatacağına dair bazı kanıtlar vardır. Ancak engellenme her zaman saldırganlığa yol açmayabilir. Bireyler engellenmeye karşı çok farklı tutumlar sergileyebilirler. Bazıları yardım ve destek ararken, bazıları engellenmenin kaynağından uzaklaşmaktadırlar. Engellenme, sadece saldırganlığı hoş olmayan durumlarla başa çıkma yolu olarak öğrenmiş kişilerde saldırganlığa yol açmaktadır. Ayrıca, çok farklı uyarıcılara gösterilen öğrenilmiş bir davranış şeklidir. Herhangi olumsuz bir olay, saldırganca bir patlamaya neden olabilir (Morris, 2002: 421). Freud ise saldırganlığı, doyum sağlayıncaya kadar tırmanan, açlık ve susuzluk dürtüleri gibi doğuştan gelen bir dürtü olarak ele almıştır. Ona göre; toplumun önemli işlevlerinden biri; saldırganlık dürtüsünün spor, tartışma, yarışma gibi yapıcı ve sosyal açıdan kabul edilebilir kanallara yöneltebilmektir. Freud’un analizini doğru kabul edersek, saldırganlık dürtüsünü ifade etmenin bu dürtüyü azaltması beklenir. Ancak bu her zaman geçerli olmamaktadır. Bazen saldırganlıklarını ifade etmeye özendirilen öfkeli kişiler, öfkelerinin yok olduğunu görmektedirler. Ancak bunun yanında, öfkeli olmadığı hâlde saldırganlık ifade etmeye özendirilen kişiler, daha fazla sakinleşmedikleri gibi daha da saldırgan hâle gelebilmektedirler (Morris, 2002: 422). İnsanlarda saldırganlığın acıya veya engellenmeye karşı doğuştan gelen bir davranış olmadığına ve boşaltılıncaya kadar zaman zaman biriken bir saldırganlık dürtüsünün bulunmadığına ilişkin bilgiler temelinde psikologlar, günümüzde saldırganlığın büyük ölçüde öğrenilmiş bir davranış biçimi olduğunu kabul etmektedirler. Örneğin çocuklarda, saldırgan bir modeli görmek bile, model ister cezalandırılsın isterse ödüllendirilsin, ister canlı olsun, ister sadece filmlerde yer alan bir karakter olsun, çocuklarda saldırganlığı artırabilmektedir (Morris, 2002: 422). Saldırgan davranış biçiminde bireyin mesajları; diğer kişi üzerinde üstünlük sağlamaya ve onu alçaltmaya yöneliktir (Kaya, 2010: 205). Saldırganlığa neden olan faktörlerden bazıları şöyledir: İçgüdü: Freud, McDougall, Lorenz ve daha pek çok kişi, insanların doğuştan saldırganlık dürtülerinin ya da içgüdülerinin bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Ancak başka dürtülerde olduğu gibi, saldırganlık duygularıyla bağlantısı kurulabilecek bilinen hiçbir fizyolojik mekanizmanın bulunmamasına karşın, saldırganlık temel dürtülerden biri olarak görülür (Freedman vd., 2003: 252). Rahatsız Edilme: Birisi tarafından rahatsız edildiğimizde ya da bir saldırıya uğradığımızda, o kişiye karşı saldırganlık duyma eğilimindeyizdir. Trafik ışığının kırmızıdan yeşile dönmesini bekleyen bir araba sürücüsünün, daha yeşil yanmadan habire korna çalmaya başlayan arkadaki arabanın sürücüsüne olan tepkisi, bu duruma örnek verilebilir. Biri, bir başkasına hoş olmayan bir şey yapmıştır. İncinen ya da zarar gören kişi, bunu nasıl algıladığına bağlı olarak, rahatsız edilmiştir ya da kendisine saldırıda bulunulmuştur. Bu kişi büyük bir olasılıkla kızacak ve saldırının kaynağına karşı saldırgan eğilimler taşıyacaktır (Freedman vd., 2003: 254-255). Engellenme (Zorlanma): Engellenme-saldırganlık arasındaki ilişki, özü itibariyle saldırganlığın engellenme koşuluna bağlar. Engellenme bir amaca ulaşmanın engellenmesi ya da yavaşlatılmasıdır. Eğer biri bir şey elde etmek isterse bir eylemde bulunur, eylemi önlenirse engellendiğini, dolayısıyla Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 İkna, Otorite ve Sosyal İlişkiler zorlandığını söyleriz. Engellenmenin etkisi, daha geniş bir açıdan toplum genelinde görülebilir. Ekonomik krizler, herkesi etkileyen engellenmelere neden olur. İnsanlar iş bulamaz, ihtiyaçlarını karşılayamaz ve yaşamlarının tüm yönlerinde büyük ölçüde kısıtlanırlar (Freedman, 2003: 255-256). Bu tür durumlarda otoriter eğilimlerin güçlendiği, otoriteye uyma davranışının arttığı ya da saldırganlık davranışının çoğaldığı gözlemlenmektedir. Genel Heyecansal Uyarılma: Saldırgan davranışların diğer bir kaynağı, “kızgınlık” olarak adlandırılan heyecansal uyarılmalardır. Herhangi bir kaynağın neden olduğu uyarılma, kızgınlık olarak adlandırıldığı sürece, saldırgan davranışlara neden olabilir. Çok gürültülü sesler, rekabetçi bir ortam vs. gibi etkenlerin kızgınlığa neden olduğunu gösteren araştırmalar mevcuttur. Tartışma Araştırmalar net bir sonuca varmasa da, kitle iletişim araçlarının çocuklarda şiddet eğilimine yol açıp açmadığını araştıran çok sayıda çalışma mevcuttur. Kitle İletişim Araçları: Kitle iletişim araçlarının, özellikle görsel medyanın saldırganlık üzerindeki etkisi, son yıllarda araştırma ve kuramların başlıca odağı olmuştur. İnsanların, filmlerde ve televizyonlarda gösterilen saldırı, tecavüz ve cinayetleri neredeyse birebir taklit ettiği pek çok örnek bulunmaktadır. Çocukların şiddeti öğrenmelerinde kitle iletişim araçlarının rolünü irdeleyen pek çok araştırma bulunmaktadır. Sürekli olarak gösterilen şiddet sahnelerinin en azından çocukları ve gençleri şiddetin sonuçlarına ilişkin duyarsızlaştırdığı ileri sürülmektedir. Medya daha sonra gerçekleştirilecek davranışlar için bir model olmaktadır. Bu konudaki tartışmalar hâlâ sürmektedir (Hogg ve Vaughan, 2007: 509, 522). Tüm bu faktörler, saldırganlığa yönelik açıklama biçimleridir. Sosyalleşme süreci toplumdaki saldırganlık davranışının öğrenilmesi açısından önemlidir. Kişiler içgüdüsel bir durumun yanında, hangi davranışların saldırganlık sayılıp hangilerinin sayılmayacağını, kimlere saldırıp kimlere saldırılmayacağını, hangi durumlarda saldırıp hangi durumlarda saldırmayacaklarını vs. toplumsallaşma sürecinde öğrenmektedirler. Yani toplumsallaşma süreci, insanlara hiç saldırmamayı değil, saldırganlığın uygun yer ve zamanını öğretmektedir. Öğrenmeyi sağlayan süreçlerden birisi taklit diğeri pekiştirmedir. Ödüllendirilen saldırganlık davranışı tekrarlanmaya, cezalandırılan saldırganlık davranışı uzak durmaya yol açabilmektedir (akt.Göksu, 2003: 62). •Kitle iletişim araçlarında şiddet içerikli programları izleyen çocukların gözlemlediğiniz davranışlarından yola çıkarak, TV ve şiddet arasında bir ilişki olduğunu söyleyebilir misiniz? •Düşüncelerinizi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “tartışma forumu” bölümünde paylaşabilirsiniz. Saldırganlığın Önlenmesi ve Azaltılması Buraya kadar saldırganlığın ne olduğunu tanımaya ve saldırganlığın hangi faktörlere bağlı olduğunu açıklamaya çalıştık. Bu noktadan sonra saldırganlığın nasıl önlenebileceğini ele almaya çalışacağız. Bir kişinin saldırganlık içgüdüsü ile o durumda saldırgan davranışlarda bulunmayı öğrenme düzeyi, o kişinin belli bir durumda saldırgan olup olmayacağını belirlemektedir. Yani rahatsız edilmenin, engellenmenin, zorlanmanın derecesi, kişinin buna ilişkin öğrendikleri, bunlara nasıl tepki verileceğine dair edindiği bilgi ve içinde bulunulan durum, kişinin saldırganlık davranışı gösterip göstermeyeceğini ya da ne düzeyde göstereceğini belirlemektedir. Diğer taraftan, insanlara engellenme ve saldırılara karşı Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 İkna, Otorite ve Sosyal İlişkiler saldırgan olmayan tepkiler verme yolları da öğretilebilir. Saldırganlığı önleme/azaltma yaklaşımları arasında; boşalma (katarsis), cezalandırılma ve misilleme korkusu, ket vurma, yön değiştirme ve kontrollü gevşeme sayılabilir (Göksu, 2003: 65-69): Boşalma (Katarsis): Bu görüş ilk olarak Freud tarafından ortaya atılmış ve daha sonra geliştirilmiştir. Buna göre; tüm insanlarda saldırganlık enerjisi birikir ve bu uygun bir şekilde ifade edilirse azalır. Kişiyi engelleyen, kızdıran kişiye bir başkasının saldırması, kızan kişinin kızgınlığını azaltmaktadır. Bunun yanında kızgın kişiye saldırganlıkla ilgili mizah unsurları gösterildiğinde, kişilerin saldırganlık enerjilerinin boşaldığı görülmüştür. Bu görüşü destekleyen bulguların yanında bunun tam tersine, saldırganlığı artırdığı şeklinde bulgular da vardır. Cezalandırılma ve Misilleme Korkusu: Kişi, yaptığı saldırgan Öğrenilmiş Ket Vurma (Kendini Tutma): Saldırganlığa ket vurmanın temelinde, kişinin iç kontrolle saldırganlığı önlemesi yatmaktadır. Saldırganlık kaygısı ve saldırganlık suçluluğu saldırganlığa ket vurmanın temelindeki psikolojik olgudur. Buna göre saldırganlık davranışı göstermek üzere olan bir kimse kaygı duymaya ve sonuçta geri çekilmeye başlar. Yön Değiştirme: Saldırganlıkta yön değiştirme, saldırganın saldırganlığını kendisini engelleyene değil de bir başka hedefe yöneltmesidir. Bunun her iki taraftan da kaynaklanan nedenleri vardır. Engelleyen kimse çok güçlü, saygın, erişilemez vs. olabilir, ya da engellenen kendinde engelleyen güce karşı koyma cesaretini bulamayabilir. Saldırganlığın yöneleceği hedef gerçek hedefe yakın ya da benzeyendir, yani onunla özdeşleştirilebilendir. Bireysel Etkinlik Suç ve cezası arasında kurulan dengeli ilişki, insanları suç işlemekten alıkoyabilir. davranış sonucunda cezalandırılacağını bilirse, kendini saldırganlık davranışından alıkoyacaktır. Bu açıdan suçluların kanundan kaçamayacağı ve yaptığının cezasını çekeceğini bilmesi önemlidir. Toplumda saldırganlar suçları oranında ceza çekmiyorsa, bunun caydırıcılığı olmaz. Misilleme korkusu da saldırganlığı azaltmaktadır. Bu konuda yapılan deneylerde, misilleme korkusunun bazen açıktan saldırganlığı önlediği görülmüştür ancak yakalanması ya da cezalandırılması daha güç olan gizli bir saldırganlığa yol açabilmektedir. • Saldırganlık duygusuna kapıldığınızda, bununla baş edilmek için ne tür mekanizmalar kullanıyorsunuz? SOSYAL İLİŞKİLER KAPSAMINDA BİREYİN GRUBA UYMA/İTAAT DAVRANIŞININ NEDENLERİ Toplumsal yaşam içerisinde bireysel özelliklerin farklılığı kısmen yok olur. Bir yandan kişinin davranışı özgürlüğü vurgulayan toplumsal değer yargıları (özgürlük, eşitlik, girişimcilik, yaratıcılık vs.) diğer yandan toplumsal ilişkileri sürdürebilme çabası (ahlak, din, görgü, hukuk kuralları vs.) uyma davranışındaki çelişkiyi yansıtır. Tek başına olduğumuzda, başkalarıyla birlikte olduğumuzdan farklı davranıyorsak, bu durum kişiliğimize yönelmiş bir tehdit olarak değerlendirilebileceği gibi, aynı zamanda toplumda benimsenebilmemizi kolaylaştıran çıkarcı bir davranış olarak algılanabilir. Genel bir toplumsal kurala uyma ya da itaat etme, sosyal ilişkilerin temel taşı olduğundan, kişiler hangi Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 İkna, Otorite ve Sosyal İlişkiler toplulukta olurlarsa olsunlar, mutlaka bu topluluğun kurallarına uyma/itaat gösterirler. Fakat toplumsallık aynı zamanda bireysel özelliklerin bir bileşkesi olduğuna göre, gerek uyumun gerekse uyma davranışının tek tek egemen toplumsal davranış kalıbı hâline gelmesi, toplumsal yaşamı olumsuz yönde etkileyecektir (Tolan vd.,2005: 282). İnsan hem içinde bulunduğu toplumu kuran hem de bu toplum tarafından kurulan bir varlıktır. Çıkarcı olsun veya olmasın, herkesin topluluk normuna kayıtsız şartsız uyma göstermesi, toplumun gelişebilmesinde bireylerin farklı yaşam tarzlarının zenginliği içinde değişik ve daha yaratıcı biçimlerde dünyayı algılayabilmelerine olanak bırakmaz. Yani bir yandan bireysel özelliklerin farklılığından kaynaklanan bir toplumsal dinamiğin varlığı, öte yandan da toplumsal kurallara uyma gerekmektedir. Bu çelişkili durum toplumsal yaşamla bireysel yaşamın birbiri içinde erimesi gibi insanlık tarihi içinde bugüne kadar gelen bir sorunu ortaya çıkarmıştır: ”Bireyler toplumsal kurallara ne ölçüde uymalıdır?”, “ Bireysel özgürlük ile toplumsal uyumun kısıtlamaları nerelerde kesişmektedir?”, “Birey ile toplum arasındaki seçimimiz hangi ölçülere uymalıdır?”, “Sınırsız özgürlük isteği ile kayıtsız şartsız uyum göstermek arasında sıkışıp kalmak, insanlığın yazgısı mıdır?” Bu tür soruların yanıtları bugünkü toplumsal yaşam içinde verilmesi zor yanıtlardır. Toplumun dengesi için birey mi feda edilmeli, yoksa toplum mu vurgulanmalıdır?” (Tolan vd., 2005: 283). Aslında sosyal sistemin insan için mutlaka uyulması gereken kuralları olan, değişmez bir yapı mı, yoksa insanlar tarafından değişime uğratılan bir yapı mı olduğu sorularına verilecek yanıt, aynı zamanda sosyal insanın tanımını da ortaya çıkaracaktır. İnsan olayların akışına kendini kaptırmış iradesiz bir varlık mıdır, yoksa toplumu değiştirebilecek, etkileyecek bir güce sahip midir?” Bu sorulara genellikle iki karşıt biçimde yanıt verilmiştir: “İnsan ya sosyal kurumlar tarafından yaratılan bir varlıktır, ya da bu kurumları yaratan bir varlıktır” (Lipson 1978’den akt., Özyurt, 2005: 24-25) Siyaset bilimci Lipson’a göre (1978’den akt., Özyurt, 2005:25); sosyal davranışın, örgütlerin ve kurumların hepsi, insanın gelmiş geçmiş çabalarının ürünüdür. Toplumda varolan her şey insan tarafından yapılmıştır, bunun için de insan tarafından bozulabilir bir niteliğe sahiptir. İnsan hem tarihin nesnesi, hem de öznesidir. Bir taraftan toplumsal kurumları biçimlendirirken, diğer taraftan bu kurumların etkisi altında bulunur. İnsan bir taraftan toplumu biçimlendirirken, diğer taraftan da topluma ve tarihe bağlıdır. Her insan ailesinin yetiştirme tarzı, okul öğrenimi ve yurttaşlık eğitimiyle toplumun damgasını taşır. Sosyalleşme süreci içinde insan toplumun bir ürününe dönüşür. Toplumun insanlar tarafından biçimlendirilmesi göz önüne alındığında, insan ile toplum arasında karşılıklı bir ilişkinin var olduğu açıklık kazanmaktadır. Toplumsal açıdan bireyin uyma/itaat davranışı, bir kişinin davranış ve görüşlerini gerçek ya da örtülü bir baskı aracılığıyla değiştirmesi ve baskı yönüne doğru uyum göstermesi demektir. Uyma davranışının derecesi, baskının şiddetine bağlı olarak artar ya da azalır. Bir toplumdaki uyma ya da uymama davranışlarının hem yararlı hem de zararlı işlevleri bulunmaktadır. Toplumsal açıdan uymacı davranışın tarihte rastlanan en uç örneklerinden biri, bir insanlık felaketine yol açan Hitler döneminde görülmüştür. Hitler’in danışmanlarından Albert Speer, daha sonra yayınladığı anılarında, Hitler çevresinde toplananların katı bir uyma davranışı içinde bulunduğunu, hiçbir sapma davranışına izin verilmeyen bir örgütlenme biçimiyle bu insanların her kararın tek doğru olduğuna inanan bir sürece dönüştürüldüğünü ve böylece her yanlışın yeni yanlışlar doğurduğunu söylemektedir (Tolan vd., 2005: 284-285). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 İkna, Otorite ve Sosyal İlişkiler İngiliz düşünürü ve siyasetçisi Harold Laski, uymacı davranışın boyutlarını sorguladığı “İtaatin Tehlikeleri” adlı eserinde şöyle demektedir: “….Uygarlık, her şeyden önce, gereksiz acı çektirmemeyi bilmektir. Bu tanıma göre, otoritenin buyruklarına kayıtsız şartsız boyun eğenler uygar insan olduklarını kanıtlayamazlar. Eğer tümüyle anlam ve öneminden soyutlanmış bir yaşam sürdürmek istemiyorsak, görevimiz, temel yaşantılarımıza aykırı düşen hiçbir şeyi, bunlar gelenek ve otoriteden kaynaklanıyor olsa bile kabul etmemektir. Belki de yanılgılara düşeceğiz. Ama eğer kabul etmemizi istedikleri gerçekler yaşantımızdaki gerçeklere uymuyorsa, kendi kendimizi tanımamız kökünden yıkılmış demektir. Bunun içinde özgürlüğün koşulu, güçlüğünün ve otoritenin üzerinde ısrarla durduğu düzenleme ve yasaları her zaman kuşkuyla karşılamaktır”. Laski’nin çok köktenci bir biçimde yaklaştığı otoriteye boyun eğme süreci ile uymacı davranış arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Grup baskısına insanlar neden boyun eğerler? Grup baskısının doğası nedir? Grup baskısının niteliği ile uymacı davranışın boyutları arasında ne tür bir ilişki vardır? Bu sorulara yanıt bulmaya çalışan araştırmacılar, değişik yaklaşımlarla konuya eğilmektedirler. Otoritenin ne olduğunu açıkladıktan sonra, otoriteye uyma davranışının boyutlarını iki temel yaklaşım içinde ele alacağız (Tolan vd., 2005: 286-303; Hogg ve Vaughan, 2007: 416): Otorite Otorite, genel anlamda bireyin, grupların ya da toplumsal kurumların toplumun değişik düzlem ve alanlarında hukuksal ve meşru olduğu yaygın olarak benimsenen etkidir. Dar anlamda ise, “yap” ya da “yapma” şeklinde özetlenebilecek buyruk verme gücüdür. Max Weber’e göre; otoriteden söz edebilmemiz için şunlar gereklidir (Bozkurt vd., 1998: 261-262): Otoriteyi elinde bulunduran kişi ve kişilerin varlığı, Otorite altında bulunan kişilerin olması, Otorite altında bulunanların davranışlarını etkilemeye yönelik bir irade (buyruk), Karizmatik otorite daha çok liderin kendine ait olağanüstü özelliklerine vurgu yapar. Bu iradeye yüksek oranda uyulması. Otorite, her hangi bir konuda bir şeyin yeterliliğine herkesi inandırarak bir kişinin kendine sağladığı itaat ve güven; hâkimiyet ve emretme kudreti; yaptırım koyma ve kullanma gücü olarak tanımlanabilir. Max Weber, otorite tiplerini 3'e ayırır; geleneksel otorite, karizmatik otorite ve hukuksal (demokratik) otorite. Geleneksel otorite, geleneklerin büyük saygı gördüğü, toplumsal düzenin ağır değiştiği toplumlarda ve kurumlarda görülür. Bu gibi ortamlarda iktidarın kaynağı; gelenekler ya da yerleşik inançlardır. Karizmatik otorite, önderin olağanüstü gibi görünen niteliklerinden doğar. İktidarın kaynağı, bizzat kişinin doğuştan sahip olduğuna inanılan özelliklerdir. Büyük bir kahraman ya da çok zor koşullar içinde toplumu çıkış yoluna sokabilmiş olan bir önderin iktidarının kökeninde, karizmatik otorite bulunur. Hukuksal (demokratik) otorite, ne geleneklerden, ne de olağanüstü kişisel niteliklerden kaynaklanır. Bu tür otorite söz konusu olduğunda, iktidarın kaynağını akıl ve kurallar oluşturur. Kişiler belli kurallara göre iktidara gelir, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 İkna, Otorite ve Sosyal İlişkiler belirli sınırlar içinde yetkilerini kullanır ve belirli kurallara göre iktidardan uzaklaşırlar. Sosyal ilişkilerin olduğu her yerde otorite figürleri karşımıza çıkmaktadır. Otoriteye boyun eğme, güçlü bir önder arzulama ve bu tür bir güç biçimine sorgusuz itaat etme, her toplumda görülebilen kişilik eğilimlerini yansıtır. Bu nedenle otoriteye boyun eğmen isteği evrensel nitelikleri olan bir eğilim olarak görülmektedir. Bu durumda, bu tür bir eğilimi taşıyan bir kişilik yapısının varlığından söz edilebilir. Otoriteye boyun eğme eğilimlerinin temelinde “ön yargı” yatmaktadır. Kişinin kendi dışındaki kişilere karşı bir tür düşmanlık duygusu beslemesi anlamında kullanılan ön yargı, ulusal veya uluslararası düzeyde kültürel ve etnik özellikleri içeriyorsa “etnosantrizm” adını almaktadır. Bu tür bir ortam içinde otoriteye boyun eğme, otoriteyi saygı ile benimseme biçiminde değil, abartılmış ve duygusal bir baş eğme olarak görülür. Gerek etnosentrizmde, gerekse otoriter kişilik yapısının yargısı, kendi bilincindeki düşünsel etkinliklerden ziyade, dıştan gelen baskılara karşı duyarlı olmasından kaynaklanmaktadır (Tolan vd.,1985: 297). Uyma davranışının nedenlerini açıklayan iki temel yaklaşımdan söz etmiştik. Birinci yaklaşımda, uymacı davranışın, grup baskısının oluşturduğu koşullara göre değişik boyutlar göstereceğini ileri sürenler ve koşullara ağırlık tanıyanlar bulunmaktadır. Bunlara genel olarak “durumsalcılar” adı verilmektedir. İkincisi ise daha çok kişiliğin yapısından kaynaklanan bir uyum isteği ile uymacı davranışı açıklayan “psikanalitik yaklaşım” dır. Bu ikinci yaklaşım otoriter kişilik kuramına temel olan açıklamalara da yer vermektedir. Bu iki yaklaşıma sırasıyla göz atalım (Tolan vd., 287-303): Otoriter Kişilik Kuramına Getirilen Açıklamalar Durumsalcılar açısından uyma davranışı Bu görüş, kişilerin içinde bulundukları durumları soyutlamakta, bu durumları belirleyen koşulları göz önüne alarak davranışları gerçekleştirdiklerini varsaymaktadır. Durumsalcı yaklaşıma göre; uyma davranışı gösteren kişi, kendi dışındaki baskıların oluşturduğu zorunluluklar yüzünden toplumsal ve grupsal düzenlemelere boyun eğer. Yani birey ancak durumlarla ilişkili olarak uyma ya da itaat davranışında bulunabilir. Bu doğrultuda daha önceki ünitelerde görmüş olduğumuz Ash’in çizgi deneyi, Milgram’ın itaat (şok) deneyi ve Muzaffer Şerif’in otokinetik deneyi en iyi örnekleri oluşturur. Tüm bu deneylerde birey, toplumsal yapıdan etkilenmekte ve topluluk içinde yaşama zorunluluğu kişiyi grup normlarına uymaya itebilmektedir. Bireyler, toplumdan dışlanma korkusuyla kişisel özgürlüklerinden vazgeçebilmektedir. Psikanalitik yaklaşım açısından uyma davranışı Uyma davranışının psikanalitik açıdan incelenmesi, 1930’lu yıllarda Almanya’da Hitler’in işbaşına gelmesiyle ve kitleler hâlinde uyma/itaat davranışının gerçekleşmesiyle başlamıştır. İnsan doğasında bir uyma isteğinin varolabileceğinden kuşku duyarak, kişilik yapılarındaki otorite isteğinin nedenlerini sorgulamaya başlamışlardır. Bu kişilik yapısına “otoriter kişilik” özelliği adını vermişlerdir. Uyma davranışının psikanalitik boyutları önce Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 İkna, Otorite ve Sosyal İlişkiler Otoriter kişilik tipine daha çok, çocukken otoriter bir aile içinde yetişmiş kişiler arasında rastlanmaktadır. Frankfurt Okulu adı verilen bir araştırma enstitüsünde yer alan araştırmacılar tarafından daha sonra da bu enstitüden ayrılan Erich Fromm tarafından ortaya koyulmuştur. Fromm, kuramının temeline Freud’un kişilik çözümlemesi için başvurduğu yöntemi, yani psikanalizi yerleştiriyor ve uyma davranışının boyutlarını bu temelden hareketle değerlendiriyordu. Fromm’a göre; Orta Çağ’da egemen olan ilahi otoritenin yıkılmasından sonra, Batılı insan özgür ve onurlu olmanın yükümlülüklerinden kaçmakta ve karmaşık bir kararsızlık duymaktaydı. Oldukça hiyerarşik bir otorite sisteminin bozulması, insanlarda bilinçdışında bir korku yaratmış ve bu korku aynı zamanda yine bilinçdışı bir otorite isteği doğurmuştu. Böylece kişiler totaliter baskıya karşı bir istek duymuş, özgürlükten kaçmaya başlamışlardı. Fromm’a göre; özgürlükten kaçan bireyler sonunda otoriteye gereksinim duymakta ve ona sığınmaktaydılar. Otoriter kişilik özellikleri, çocukluğun erken dönemlerinde filizlenmeye başlar. Sert ve disiplinli bir aile ortamında yetişen çocukların duygusal bağımlılık ve itaatle birlikte bir muğlaklık yaşadığı ve bu muğlaklığın içinde anne babalarını hem sevip hem de onlardan nefret ettikleri görülmektedir. Gerginlik yaratan bu muğlak durumun giderilmesi gerekir. Suçluluk duygusu ya da korkudan dışa vurulamayan bu nefret bastırılır ve zayıf kişilere yöneltilir, bu arada da ebeveynlerin temsil ettiği iktidar ve otorite idealleştirilir. Bu tür kişiler, aynı zamanda otoriteye karşı bilinçdışı bir isyan ve saldırganlık da duyarlar. Ancak anne ve babasına ya da diğer güçlü görünen kişilere karşı duyduğu düşmanlık hissini bastırmış ve sürekli bir boyun eğme durumuna gelmiştir. Bu saldırganlık çoğu kez yön değiştirerek, dış gruplara, örneğin azınlıklara ya da etnik gruplara yönelebilir. Otoriter kişilik yapısı, otoriteye ihtiyaç duyan ve bu gücü ele geçirdiğinde de gücünün altındaki kişilere bunu acımasızca uygulayan bir karakter taşır. Otoriter kişilik, günlük yaşamda güçlü kişilere yakınlaşma çabası gösterir. Tek başına kaldığında güçsüz olduğunu düşünür ve güçlü olmayı arzular, ancak gücü ele geçirip kullanabilme yeteneğinden çoğu zaman yoksundur. Başkalarında gördüğü güce hayran olan bu kişilik yapısı, güce boyun eğme eğiliminden doğacak zayıflıktan da utanç duymaktadır. Gücü ele geçiremediğinde, güçlü kimselerle dostluk kurmaya, böylece hem kudretli olma isteğini hem de otoriteye boyun eğme gereksinimini karşılamaya çalışır. Görüldüğü gibi, otoriter kişilik yapısının kullandığı pek çok psikolojik mekanizma vardır. Bunlardan yaygın olanları; güç ve güçsüzlük, doyum ve doyumsuzluk, gereksinim duymak ve duymamak, elde etmek ve elde edilmek gibi ikilemli yapılardır. Otoriter Kişiliğin Ölçülmesi Adorno ve arkadaşları F Ölçeğini geliştirerek, otoriter davranışın boyutlarını ortaya çıkarmayı hedeflemişlerdir. Otoriter kişilik yapısı üzerinde araştırmalar çoğaldıkça, bu konuda yeni ölçekler geliştirilmeye başlanmıştır. Adorno ve arkadaşları (1950) İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından Nazi düşüncesinin temelindeki düşüncelerden olan Yahudi düşmanlığını anlamak amacıyla ilk kişilik çalışmalarından birini başlatmışlardır. En belirgin hedefleri; bazı insanların ön yargılı hâle gelmesine yol açan nedenleri bulabilmektir (Arkonaç, 2008: 195). Adorno ve arkadaşları tarafından geliştirilen F Ölçeği, otoriter davranışların güncel ve siyasal yaşamdaki boyutlarını ölçmektedir. F Ölçeği, otoriter ve etnosentrik özelliklerin daha genel anlamlarda ortaya çıkabileceğini ve kişilik yapısının derinliklerinden güncel yaşama yansıyabileceğini gösteren olgular dikkate alınarak ortaya konulmuştu. Denek ölçekte yer alan olumlu Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 İkna, Otorite ve Sosyal İlişkiler yapıdaki cümlelerle uyum gösterirse, kendisinde anti-demokratik eğilimlerin bulunduğu sonucuna varılmaktadır (Tolan vd., 1985: 300-302): Tutuculuk: Gelenekçilik ve orta sınıf değerlerine bağlılık olarak tanımlanmaktadır (Örnek cümleler: 1. “Boyuneğme ve saygı çocukların öğrenmesi gereken temel niteliklerdir.” 2. “İşadamı ve fabrika sahibi, bir toplum için sanatçı ve profesörden daha değerlidir.”). Boyun eğme: İç grupların ahlaksal ve idealize edilmiş otoritelerine karşı eleştirel olmayan bir boyun eğişi göstermektedir (Örnek cümleler: 1. “Gençler bazen isyancı bir tutuma sahip olabilirler; fakat yaşlandıkça bu davranışlarını törpülemeleri gerekir.”, 2. “Bilimin önemli bir yeri vardır; fakat insan aklının hiçbir zaman bilemeyeceği daha birçok şey de bulunmaktadır.”). Saldırganlık: Geleneksel değerleri tanımayan ve uygulamayanları dışlama, suçlama, cezalandırma eğilimini belirtmektedir (Örnek cümle: “ Eğer insanlar daha az konuşur ve daha çok çalışırlarsa, toplum daha iyiye gider.”). Karşı-yaratıcılık: Öznel olana, yaratıcı düşünceye, nezaket vs. anlayışlılığa karşı duyulan düşmanlığı tanımlar (Örnek cümle: “Bugünlerde insanlar, özel ve karışılmaması gereken işlere giderek daha fazla burnunu sokuyorlar.”). Batıl inanç ve tektipçilik: Kişinin yazgısının mitik güçlere bağlı olduğunu düşünme ve insanları katı kategoriler içinde değerlendirme eğilimini göstermektedir (Örnek cümle: “Bazı insanlar yüksek mevkilere çıkmak için yaratılmışlardır.”). Güçlülük ve sertlik: İnsan ilişkilerini egemen-boyuneğen, güçlü ve zayıf, lider-kitle boyutlarıyla ele alma, güç figürleriyle özdeşleşme, insanları geleneksel değerlerle yargılama, güce ve sertliğe abartmalı bir önem atfetme eğilimlerini tanımlamaktadır (Örnek cümleler: 1.” İnsanlar iki sınıfa ayrılırlar: zayıflar ve güçlüler.”, 2. “Birçoğumuz insanların kapalı kapılar ardında oluşturulan gizli planlarla yönetildiğini bilmiyor.”). Yokedicilik ve küçük düşürme: İnsana karşı genel bir yıkıcı düşmanlık eğilimi göstermektedir (Örnek cümleler: 1.“ İnsan doğası böyle olduğu sürece savaş ve yıkım olacaktır.”, 2. “Yakınlaşma, küçük düşürmeyi doğurur.”). Yansıtma: Dünyada vahşi ve tehlikeli bir ortamın sürüp gittiğini ve benlikte bastırılmış içgüdülerin gerçekte dış grupların bir ürünü olduğunu sanma eğilimini tanımlamaktadır (Örnek cümle: “Savaşları ve sorunları, belki bir gün tüm dünyayı yok edecek bir deprem ortadan kaldırabilir.”). Cinsellik: Cinsellikle abartılı olarak ilgilenme eğilimini yansıtmaktadır (Örnek cümle: “Eski Yunan ve Romalıların cinsel yaşamları bile, bugünlerdekinin yanında hafif kalır.”). Adorno ve arkadaşlarının araştırması, baskılanmış duyguların ilerde yön değiştirerek başkalarını hedef alabileceğini ortaya koymuştur. F Ölçeği, otoriter kişilik örüntüsünün genel boyutlarını ortaya koymaktadır. Kişiliğin derinlerinde yatan bu özellik, gerekli koşullar oluştuğunda belirli bir baskı altında olan tüm bireylerde açığa vurulabilecek bir davranış biçimidir. Otoriter kişilik yapısı; uyma davranışının altında yatan nedenlerden birisi olarak gösterilebilir. Adorno ve arkadaşları; otoriter kişilik vasıfları beyan eden insanların, çok sert bir çocukluk ve yetişme dönemi geçirmiş olma eğilimi taşıdıklarını bulmuşardır. Ebeveynleri, bu kişilere katı ve esnemez kurallar koymuş, kurallara uymadıklarında da sert bir biçimde cezalandırmışlardı. Adorno ve arkadaşları düşüncelerini, psikodinamik teorilerin, çocuk yetiştirme uygulamalarının yetişkin kişiliği üzerindeki etkileri ve çocuklukta geçen olayların Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 İkna, Otorite ve Sosyal İlişkiler etkisi hakkındaki yaklaşımlarından geliştirdiler. Otoriteryanizmin baskılanmış saldırganlık davranışının bir sonucu olduğu kararına vardılar. Bu tarzda yetiştirilen çocukların kötü muameleden ötürü ebeveynlerine karşı düşmanca duygular yaşayacaklarını ama ebeveynlerinin baskı kurucu kontrolleri nedeniyle çocukken bu duygularını ifade edemeyeceklerini ve öfkelerini diğer insanlara yönelttiklerini göstermişlerdir (Arkonaç, 2008: 195). Bu durumda kişinin ön yargılı ayırımcı tutumu, aslında kendisinin de farkında olmadığı bir gereksinimi karşılamaktadır. Bu gereksinme, yıpranmış egosunu tamir etmek, yükseltmektir. Kişiliğin derininde yatan bu tür bir gereksinme kolay kolay ortadan kalkamayacağı için, böyle bir gereksinimi tatmin eden bir tutum da kolay değişmeyecek demektir. Araştırmalar, bu tür tutumların, kişiye tutum objesi hakkında olumlu bilgi verme gibi mantıklı yollarla değiştirilemeyeceğini göstermektedir (Kağıtçıbaşı, 1996: 156). İnsanların neden kendilerinden daha üst mevkilerde bulunan otoritenin emirlerine boyun eğdiği sorusu pek çok araştırmanın yapılmasına yol açmıştır. Daha önce gördüğümüz Milgram’ın itaat ve otorite ilişkisini açıklamaya çalışan deneyinde bu konuyla ilgili şu sonuçlara varılmıştır (Arkonaç, 2008: 230): Deneydeki denekler ve insanların büyük bir kısmı otoriteye itaatin ödüllendirildiği uzun bir geçmişe sahiptirler. Otoritenin güvenilir ve meşru olduğu fikrine sahiptirler. İkincisi, hem deneyde hem de gerçekte, bağlayıcı ve tuzağa düşürücü faktörler sürece dahil olmaktadır. İtaatsizliğe karşı psikolojik bir takım engellerin olduğu gerçektir ancak insanların kendileri bağlayan eylemlere kademeli olarak kaydıklarını da unutmamak gerekir. Üçüncüsü, Milgram otoritenin etkisi karşısında iki ayrı psikolojik durum tarif eder. Bunlardan birincisinde eğer kişi kendini sorumlu tutup, o ortamda yapılacak olan doğru davranışı bulmada tek rehber olarak kendini düşünüyorsa, özerk olma durumundadır. Bunun tersine, kişi kendini hiyerarşik yapının bir parçası olarak algılıyorsa, kendini yaptığı davranışlardan sorumlu tutmayıp üst mevkilerdekini yani otoriteyi sorumlu görür. Dolayısıyla da otoritenin emirlerini yerine getirir. Milgram’a göre bu kişi görevli olma durumundadır. Kişi, Milgram’a göre; ailede, okulda ve işinde otoriteye boyun eğerek elde ettiği ödüllere göre içinde bulunduğu ortamı yasal bir otorite olarak algılar ve özerk olma durumundan görevli olma durumuna kayabilir. Yaptığı işin sürekli olması, otoriteyi sarsma endişesi, yasal bir otoriteye karşı itaatsizlikte bulunma endişesi gibi faktörler kişinin görevli olma durumundan çıkışını zorlaştırabilir. Otoriter karakter tipine ilişkin olarak Fromm, bu karakter tipinin yaratıcı olmayan karakter tipinin içine girdiğini belirtmektedir. Ona göre; otoriter kişilik sadist davranış biçimlerini içinde barındırır ve çalışan, seven, düşünen gibi yaratıcı karakterlerin tam zıddında yer alır (Özyurt, 2005: 129-130). Sosyal İlişkiler ve Grubun Etkileri İnsan yaratılışının, onun toplum içinde yaşamasını gerekli kılan iki temel yönü vardır. İnsan, doğa karşısında zayıf bir varlıktır. Doğa durumunda yaşamak için gerekli donanımlardan yoksundur. İnsan fizyolojik varlığını devam ettirebilmek için doğayı dönüştürmek zorundadır. Bunu da yalnız başına gerçekleştirmesi mümkün değildir. Tek başımıza bütün ihtiyaçlarımızı Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 İkna, Otorite ve Sosyal İlişkiler karşılayamadığımız için gruplar hâlinde yaşamak zorundayız. İnsanların fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçları ile güvenlik ihtiyacı, ancak toplum yaşantısı içinde sağlanabilmektedir. İnsanların her yerde gruplar hâlinde yaşıyor olması, onun sosyal bir varlık olarak tanımlanmasına yol açmıştır (Özyurt, 2005: 23-24). Bu gruplar zaman zaman birbirinden bağımsız olmalarına rağmen, çok kere karşılıklı ilişki içerisindedirler, bir grubun varlığı diğerinin ortaya çıkmasına ya da biçim değiştirmesine yol açmaktadır (Silah, 2005: 141). Grup içi ve gruplararası ilişkiler konusuna ilk eğilen kişilerden birisi Muzaffer Şerif’tir. Şerif, “gruplararası ilişkiler” kavramını “bir grubun üyesi olan kişilerin tek başlarına veya bir bütün olarak grup kimlikleri bağlamında başka bir grup veya başka bir grubun üyeleriyle etkileşime girmeleri” olarak tanımlar. Şerif, gruplararası ilişkilerin grup içi ilişkilerden bağımsız olmadığını kabul eder; ancak gruplararası etkileşimlerin işlevsel özelliklerinin grup üyelerinin kendi aralarında süregelen ilişkilerce belirlenemeyeceğine de dikkat çeker (Hortaçsu, 2007: 145). Gruplararası ilişkilerle ilgili çalışmaların çoğunda iki grubun rekabet ve çatışma hâlinde oldukları durumlar incelenmiştir. Bu koşullarda, iletişim hem önemli hem de zordur. Bu koşullarda aşağıdakileri de içine alan ve sürekli tekrarlanan davranış kalıpları ortaya çıkmaktadır (Hartley, 2010: 337-338). Grup üyeleri ön yargılı algılar geliştirirler. Kendi çabalarının değerini abartırlar ve aslında öyle olmadığı hâllerde bile, diğer grubun konumunu bildiklerinden oldukça emindirler. Grup, birbirine çok bağlı ve uymacı bir hâle gelir. Göreve iyice odaklanırlar (bu görev genelde diğer grubu yenmek olur). Her grup, otoriter ve göreve iyice odaklanmış liderler seçerler. Gruplar üzerine yürütülen deneyler, gruba aidiyet hissi ve uyma/itaat davranışını açıklamaya çalışmıştır. Gruplar her fırsatta birbirlerinin aleyhinde davranırlar. Bu ilişkilerde iletişimin sonuçları çok açıktır. Gruplar arasındaki alışverişin soğuk ya da düşmanca olması muhtemeldir. Mesajlar yanlış anlaşılacak ya da yanlış yorumlanacaktır ve muhtemelen giderek kızışan bir çatışma ortamı ortaya çıkacaktır. Bu durumun klasik bir örneği Muzaffer Şerif’in yaz kampı deneylerinde ortaya çıkar. Şerif ve arkadaşları 1949, 1953 ve 1954’te üç ayrı yaz kampı yönetmiş ve aslında birer denek olduklarından habersiz katılımcıların hareketlerini gözlemleyip incelemişlerdir. Gruplararası ilişikleri araştıran bu deneylerden en çok bilineni; adını yaz kampından alan Robber’ın Mağarası deneyidir. Ortaya çıkan çatışmanın ayrıntılı dökümleri bulunmaktadır. Herkesin, karşı grubun başlattığını düşündüğü kavgalar, karşılıklı hakaretler, birbirinin eşyasına zarar veren gruplar olmuş ve her deneyde çatışma, bir anda dayanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Çalışmayı yürütenler ciddi bir kargaşanın çıkmasını önlemekte zorlanmışlardır (Hartley, 2010: 338). Farklı gruplar arasında olabildiğince çok kişisel ilişki kurulmasının kültürlerarası ilişkileri iyileştirmenin en iyi aracı olduğu sıkça savunulmuştur (Adorno, 2011: 39). Bu denli yüksek seviyede bir çatışma yarattıktan sonra Şerif ve arkadaşları bu çatışmanın seviyesini azaltmak için samimi bir toplumsal iletişim kurma girişimini başlatmış ve başka bir kampa karşı ortak oynanan oyunlar gibi pek çok adım atmıştır. Çatışmayı azaltan tek yaklaşım “üst hedef” diye adlandırdıkları şey olmuştur. Değişim yaratabilmek için, eşit taraflar arasındaki iletişimin iki grubun bütün üyelerinin kaynak ve enerjilerinin kullanılmasını gerektiren bir karşılıklı bağımlılığı içeriyor olması gerekliydi. Çevrelerinde, görmezden gelemeyecekleri ve her birinin ulaşmaya gereksinim duyacakları bir hedef olduğunda bu değişim gerçekleşebilmiştir (Hartley, 2010: 338-339). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 İkna, Otorite ve Sosyal İlişkiler Grup üyelerinin, grupla özdeşim kurması, grup dışındakilere karşı ayırımcılığa neden olmaktadır. Bu çalışmalar; ayırımcılık ve çatışmaya daha temel bir toplumsal kimlikleştirme sürecinin sebep olduğu sonucuna varmışlardır. Başka bir deyişle, bireylerin kendilerini belli bir toplumsal kategoriye yerleştirmeleri, bireylerin toplumsal kimliğinin bir parçası olmaktadır. Bunun anlamlı olması için grubun (kategorinin) diğer kategorilerle karşılaştırılması gerekmektedir. Bu karşılaştırmayı yaparken özel ve olumlu şeyler bireyin kendi grubuna atfedilir. Bu da bireyin, değerli bir insan olma güdüsünü tatmin eder (Hartley, 2010: 340). Sosyal kimlik, bireyin toplumsal anlamda üstlendiği rolleri dayanak alan ancak pek çok sürecin bir araya gelmesiyle oluşan karmaşık bir yapıdır. Grup davranışında ortaya çıkan ve bireyler arası davranıştan farklılık gösteren yapıları kısaca; kendi grubunun en iyi olduğuna inanma, grup içi ön yargı ve taraflılık, dış gruplarla rekabet ve onlara yönelik ayrımcılık, kalıpyargılar geliştirmek, grup içi bağlılık, bütünleşme ve uyum/itaat gösterme olarak özetleyebiliriz. Sosyal kimlik üzerine çalışmalar yürütenler; bireyin ait olduğu sosyal kategorilerin de (milliyet, din, politik düşünce, spor takımı ya da çalışma grupları) birey için referans çerçevesi olduğunu, sosyal kimliğin önemli bir unsurunu oluşturduğunu vurgulamaktadırlar. Bireyin içinde bulunduğu bütün bu sosyal kategoriler onun repertuarını oluşturur ve bireye diğerlerinden farklı bir kimlik kazandırır. Bireyin toplumsal kimliği, onun toplum içindeki karmaşık bir iletişim ve etkileşim ağında, belli bir konumda olmasını sağlar (Hogg, 1997: 94-95). Başkalarının varlığı, bize kendimizi anlamamızı sağlayacak referanslar sağlar. Bizim inançlarımız, değerler yargılarımız ve etkinliklerimiz diğer insanlarınkiyle ayrılmaz bir biçimde iç içe geçmiştir. Bunlar, kendimizi görebileceğimiz bir çeşit ayna görevi görür. Fakat bunun ödenmesi gereken bir bedeli vardır. Bu bedel, bir bireyle diğeri veya bir bireyle grup ya da toplum arasında bir bağ oluşurken ortaya çıkan beklentilerdir. Bu, diğerleri gibi düşünme ve koşulların gerektirdiği davranışı gösterme beklentisidir. Dahası, bireyler ait olmadıkları, referans grupları diye bilinen gruplarla özdeşleşmek isteyebilirler. Bu özdeşleşme inançlarda, tutumlarda ve etkinliklerde karmaşık değişimlere yol açabilir. Bu grupların ve ilişkilerin tutum değişimleri üzerinde etkilerini gösteren sayısız araştırma vardır (Jamieson, 1996: 161-162). Sosyal ilişkilerin yapısına ilişkin olarak şunları söyleyebiliriz. (Duck, 2007: 238): Sosyal ilişkilere dair bütün unsurlar mesajlarda içsel bir biçimde sözlü ya da sözsüz olarak bulunur, bu tüm iletişim sürecinin zorunlu katmanıdır. İlişkiler sadece basit duygusal yapılar değillerdir, dinamik ve interaktif bir süreç içinde bulunurlar. İlişkiler insanlar tarafından yönetilirler ve oynanırlar. İlişkiler bireylerin kimliklerini yönetirler ve insanların hem kendilerinin hem de diğerlerinin bu kimlikleri onaylamasının yollarını gösterirler. İlişkiler, diğer ilişki ağlarının içinde yürütülen yapılardır. İlişkiler sosyal kontrole tabidir ve diğer insanların kamusal gözlemi dâhilinde gerçekleşir. İlişkiler bireyin arzu ve isteklerinin ötesinde, bir takım toplumsal standartlara bağlı olarak gelişir. İlişkiler toplumsal arzu ve beklentilerle sınırlandırılır ve yönlendirilir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 İkna, Otorite ve Sosyal İlişkiler İlişkiler, insanların genel olarak uzlaştığı konular ya da medyanın ilişkilere yönelik temsilleri gibi faktörleri yansıtabilir ya da onlar tarafından yönlendirilebilir. Görüldüğü gibi; sosyal ilişkilerin yapısında yer alan temel nitelikler arasında ilişki ağlarından, toplumsal standartlardan ve diğer bireylerin kamusal gözlemleri dahilinde gerçekleşmesinden söz edilmektedir. Burada karşımıza birey-grup etkileşimi çıkmaktadır. Birey-grup ilişkisinin bazı özellikleri uyma ya da itaat davranışında oldukça etkilidir. Örneğin, ödül açısından birey ve grubun karşılıklı bağımlılık düzeyi, bireyin grup tarafından çekilme derecesi ve grup tarafından kabul edilme düzeyi, grup içinde bireyin statüsü gibi özellikleri kapsamaktadır (Silah, 2005: 174): Grubu oluşturan bireyler, ortak bir ödüle yönelmeleri hâlinde uyma ve itaat davranışı artmaktadır Ödül Açısından Birey ve Grubun Karşılıklı Bağımlılık Düzeyi: Ödül açısından birbirine bağımlı olmanın etkisi konusunda yapılan araştırmalar, grup üyelerinin ortak bir ödüle yönelik olarak çalışmaları durumunda, gruba uyma ve itaatin, bireysel ödüllerin söz konusu olması hâline oranla daha yüksek olduğunu göstermektedir. Buna karşılık, ödüllerin bireysel olması hâlinde, yani karşılıklı bağımlılık yokken, bireyin sapmasının olumsuz sonuçlarının diğerlerine yansımayacağı düşünülebilir. Bununla birlikte, ödülün ortak olduğu bazı gruplar, eğer uyma ve itaatin ödüle ulaşma olasılığını azaltacağı bilincine varırlarsa, çok az uyma göstermektedirler. Grubun Çekim Gücü ve Grup Tarafından Kabul Edilme Düzeyi: Grubun çekim gücünün uyma ve itaate etkisi çok net değildir. Bazı araştırmalar birey için grup ne kadar cazipse, bireyin o kadar çok uyma davranışı göstereceğini vurgulamaktadır. Fakat bu sonucu desteklemeyen çalışmalar da vardır. Grubun cazibesinin uymayı nasıl artırdığını anlamak için, bireyin grup tarafından kabul edilme konusundaki düşüncesini de dikkate almak gerekmektedir. Araştırmalara göre; eğer birey grupta kabul görme konusunda şüpheli ise ve uyma gösterdiğinde diğerleri tarafından benimsenme şansının artacağına inanıyorsa, bir gruba daha çok uyma davranışı göstermektedir. Bireyin Grup İçindeki Konumu: Bireyin grup içindeki konumunda genellikle statü ve kabul görme bir arada gelmektedir. Grupta yüksek statülü kişiler benimsenmekte, daha alt statüdekiler ise; benimsenmemektedir. Bu sonuca göre; bir grupta orta statüdekilerden daha çok uyma beklenmektedir. Bireyde gruba uyma ve itaati etkileyen bu faktörler zamanla değişebilen özelliktedirler. Birey ve grubun karşılıklı bağımlılık dereceleri, gruba duyulan ilgi, grup tarafından benimsenme duygusu ya da bireyin statüsü sabit değildir, değişken niteliktedir. Birey-grup ilişkisinin bu yönlerinde meydana gelen değişmeleri, bireyin uyumu ya da itaat davranışı üzerinde etkili olmaktadır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 Özet İkna, Otorite ve Sosyal İlişkiler •Otorite, toplumsal bir sistem içinden çıkan meşru güçtür ve otoriter birey, bu güce sahip olan bireydir. Buna karşın, meşru olmayan, yasal bir temeli bulunmayan otorite, güç ve zor yoluyla kazanılan ve ödül ve ceza sistemiyle sürdürülen bir otoritedir. Belli bir alandan, bir bireyin uzmanlık bilgisine, sahip olduğu özel yeteneklerine ve olağandışı kavrayışına bağlı olarak da ortaya çıkabilir. •Ayırımcılık, ön yargı ve saldırganlık davranışları, otoriter kişilik yapısıyla yakından ilgilidir. Yüzyıllar boyunca insanlık tarihi açısından yıkımlara yol açan pek çok örneği vardır. Bu nedenle özellikle bireyin ait olduğu grup yapılarından beslenen bu olumsuz tutum ve davranışların, hem bireysel hem de toplumsal açıdan kontrol edilmesi gerekmektedir. •Uyma/itaat davranışına yönelik iki temel yaklaşım biçimi söz konusudur; durumsalcı yaklaşım ve psikanalitik yaklaşım. Durumsalcı yaklaşım; bireyin içinde bulunduğu koşullar ve bağlam nedeniyle uyma/itaat davranışı göstermeye yönlendirildiğini iddia etmektedir. Psikanalitik yaklaşım ise; insan doğasında bir uyma/itaat davranışının olabileceğinden kuşku duyarak temel savlarını geliştirmiştir. Bu yaklaşım otorite, uyma/itaat gibi kavramların kişilik yapılarına bağlı olarak ortaya çıkabileceği varsayımından hareketle, bireyin ebeveynleriyle ilişki yapılarını sorgulayarak, bu ilişki biçimlerinin ileriki yıllardaki izlerini sürmeye çalışmıştır. •Kısaca, birey ve toplum arasındaki ilişkiyi karşılıklı ve etkileşim içinde bir ilişki olarak ele almamız mümkündür. Birey ait olduğu gruplar tarafından biçimlendirildiği kadar bunları etkileme ve dönüştürme gücüne de sahiptir. Tüm bu yapılar, aileyle birlikte bireyin kişiliğin biçimlenmesinin de temel taşlarını oluşturmaktadır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 İkna, Otorite ve Sosyal İlişkiler DEĞERLENDİRME SORULARI Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz. 1. Aşağıdakilerden hangisi itaat davranışının özellikleri arasında sayılamaz? a) Kişinin davranışları, kendinden daha yüksek bir otoritenin baskısından etkilenir. b) İtaatte, otorite bireylerden direnç göstermeden boyun eğmesini ister. c) İtaat eden kişi otoritenin yaptığını değil istediğini yapar. d) İtaat davranışında itaat isteyen ve itaat eden olmak üzere iki taraf vardır. e) İtaat, bireyin otorite figürüyle davranış konusunda yaptığı görüş alış verişinden doğar. 2. “Her çeşit gerek bilgi ve değerlendirmeden yoksun olarak, belli bir gruba yönelik olarak geliştirilen olumsuz tutumlara” ne ad verilmektedir? a) Saldırganlık b) İçgüdü c) Rahatsız edilme d) Ön yargı e) Engellenme 3. Aşağıdakilerden hangisi “başkalarına fiziksel veya psikolojik zarar verme niyeti taşıyan tüm davranışları” ifade etmektedir? a) Rahatsız edilme b) Rahatsız etme c) Saldırganlık d) Ön yargı e) Engelleme 4. Aşağıdakilerden hangisi saldırganlığa neden olan faktörler arasında sayılamaz? a) İçgüdü b) Genel Heyecansal Uyarılma c) Kitle İletişim Araçları d) Engellenme e) Yön değiştirme 5. Aşağıdakilerden hangisinin saldırganlığı önleme/azaltma işlevi yoktur? a) Erteleme b) Cezalandırılma ve misilleme korkusu c) Boşalma d) Ket vurma (Kendini tutma) e) Yön değiştirme 6. Aşağıdaki düşünürlerden hangisi “toplumdaki bütün davranışların/örgütlerin ve kurumların tamamının insan eliyle yapıldığını, yine insan eliyle de bozulabileceğini” iddia etmiştir. a) Laski b) Lipson c) Weber d) Şerif e) Freud Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 İkna, Otorite ve Sosyal İlişkiler 7. Aşağıdakilerden hangisi otoriteyi oluşturan koşullar arasında yer almaz? a) Otoriteyi elinde bulunduran kişi ve kişilerin varlığı b) Otorite altında bulunan kişilerin olması c) Otoriteye uyan kişilerin birbirlerinden uzak olması d) Otorite altında bulunanların davranışlarını etkilemeye yönelik bir irade (buyruk) e) Bu iradeye yüksek oranda uyulması. 8. Aşağıdakilerden hangisi otoriter kişilik özelliğini ölçmeye yönelik olarak geliştirilmiş ölçektir? a) Z Tipi Ölçek b) O Tipi Ölçek c) F Tipi Ölçek d) K Tipi Ölçek e) Otorite Ölçeği 9. Aşağıdakilerden hangisi Muzaffer Şerif’in gruplararası ilişkileri incelemek için gerçekleştirdiği deneylerden biridir? a) Robber’ın Mağarası b) Karşılaştırmalı grup deneyi c) Susan ve Joe deneyi d) Milgram’ın itaat deneyi e) Ash’in Çizgi Deneyi 10. Aşağıdakiler hangisi sosyal ilişkilerin yapısına yönelik olarak yanlış bir ifadedir? a) İlişkiler, diğer ilişki ağlarının içinde yürütülen yapılardır. b) İlişkiler sosyal kontrole tabidir ve diğer insanların kamusal gözlemi dahilinde gerçekleşirler. c) İlişkiler bireyin arzu ve isteklerinin ötesinde, bir takım toplumsal standartlara bağlı olarak gelişirler. d) İlişkiler toplumsal arzu ve beklentilerle sınırlandırılır ve yönlendirilirler. e) İlişkiler tamamen bireyin karakter yapısı ve beklentileri doğrultusunda gelişir. Cevap Anahtarı 1.E, 2.D, 3. C, 4.E, 5.A, 6.B, 7.C, 8.C, 9.A, 10.E Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19 İkna, Otorite ve Sosyal İlişkiler YARARLANILAN KAYNAKLAR Adorno, T.W. (2011). Otoritaryen Kişilik Üstüne. (Çev. Doğan Şahiner). İstanbul: Say Yayınları. Arkonaç, S. (2008). Sosyal Psikolojide İnsanları Anlamak: Deneysel ve Eleştirel Yaklaşımlar. Ankara: Nobel Yayınevi. Bozkurt, Ö., Ergun, T., Sezen, S. (1998). Kamu Yönetimi Sözlüğü. Ankara: TODAİE Yayınları. Cüceloğlu, D. (1996). İnsan ve Davranışı. İstanbul: Remzi Kitabevi. Duck, Steve (2007). Human Relationships. Great Britain: Sage Publications. Freedman, J.L., Sears, O.D., Carlsmith, J.M. (2003). Sosyal Psikoloji. (Çev.Ali Dönmez). Ankara: İmge Kitabevi. (1993). Göksu, T. (2003). Toplumsal Psikoloji. Ankara: Emniyet Genel Müdürlüğü Basımevi. Güney, S. (2009). Sosyal Psikoloji. Ankara: Nobel Yayınları. Hartley, P. (2010). Kişilerarası İletişim. (Çev. Ülkü Doğanay, Melike Aktaş Yamanoğlu, Burcu Şimşek, Pınar Özdemir, Halise Karaaslan Şanlı, İnan Özdemir Taştan). Ankara: İmge Yayınevi. Hogg, M. (1997). Sosyal Psikolojik Açıdan Grupta Bütünleşme. (Çev. Aliye Mavili Aktaş). İstanbul: Sistem Yayıncılık. Hogg, M.A. Vaughan, G.M. (2007). Sosyal Psikoloji. (Çev. İbrahim Yıldız, Aydın Gelmez). Ankara: Ütopya Yayınları (2005). Hortaçsu, N. (2007). Ben Biz Siz Hepimiz: Toplumsal Kimlik ve Gruplararası İlişkiler. Ankara: İmge Kitabevi. Jamieson, H. (1996). İletişim ve İkna. (Çev. Nejdet Atabek, Banu Dağtaş). Eskişehir: Anadolu Eğitim Sağlık ve Bilimsel Araştırma Çalışmaları Yayınları. Kaya, A. (2010). Kişilerarası İlişkiler ve Etkili İletişim. Ankara: Pegem Akademi. Morris, C.G. (2002). Psikolojiyi Anlamak, (Çev.ed. H. Belgin Ayvaşık, Melike Sayıl). Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları, No: 23. Silah, M. (2005). Sosyal Psikoloji: Davranış Bilimi. Ankara: Seçkin Yayıncılık. Özyurt, C. (2005). Modern Toplumun Çözümlenmesi. İstanbul: Açılım Kitap. Tolan, B., İsen, G., Batmaz, V. (1985). Ben ve Toplum. Ankara: Teori Yayınları. BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR Mendel, G.(2005) Bir Otorite Tarihi: Süreklilikler ve Değişiklikler. (Çev. Işık Ergüden). İstanbul: İletişim Yayınları. Sennett, R. (2005). Otorite. (Çev. Kamil Durand). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Şerif, M. (1984). Sosyal Kuralların Psikolojisi. (Çev. İsmail Sandıkçıoğlu). İstanbul: Alan Yayıncılık. Weber, M. (2005).Bürokrasi ve Otorite Adres Yayınları: Ankara. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20 HEDEFLER İÇİNDEKİLER İKNAYA KARŞI OLMA • İknaya Karşı Koyma Kavramı • İknaya Karşı Koyma Nedenleri • İknaya Karşı Koyma Biçimleri • İknaya Karşı Koymada Kişisel Farklılıklar • İtaat Etmeyi Azaltma Yolları • İknaya Karşı Koymada Önemli Unsurlar • İknaya Karşı Koyma Yolları • İkna Edici İletişimde Karşı Koymanın Üstesinden Gelmek • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; •İknaya karşı koymayı tanımlayabilecek •İknaya karşı koyma nedenlerini ve biçimlerini gösterebilecek •İknaya karşı koymada önemli olan kişisel farklılıkları ayırt edebilecek •İtaat etmeyi azaltma yollarını açıklayabilecek •İknaya karşı koymada önemli unsurları kavrayabilecek •İknaya karşı koyma yollarını kavrayabilecek •İknaya karşı koymanın üstesinden gelme yollarını açıklayabileceksiniz. İKNA VE İKNA PSİKOLOJİSİ ÜNİTE 8 İknaya Karşı Olma GİRİŞ İkna edici iletişim ister yüz yüze isterse kitle iletişim araçlarıyla olsun, bu süreç içinde bireyin mesajları değerlendirme sürecinde, hem bireysel hem de toplumsal faktörler devreye girmektedir. Yaş, cinsiyet, eğitim gibi demografik faktörlerin yanında, bireyin psikolojik yapısı ya da içinde yaşadığı toplumun sosyolojik yapısı, onun mesajları algılama, değerlendirme, kabul etme ya da etmeme davranışını etkilemektedir. Tepki gösterme eğilimi, bilişsel denge, kişilik özellikler, sosyal baskı gibi pek çok faktörün rol oynadığı bir süreçtir. Bireylerin ikna edici iletişim sürecinde kaynağın iletilerine yönelik belirli tepkiler göstermesine, dinlememesine ya da kabul etmemesine iknaya karşı koyma adını veriyoruz. Bu süreç şimdiye değin gördüğümüz uyma ve itaat davranışlarının tam tersini ifade etmektedir. Birey, pek çok faktörün etkisiyle kendisine gönderilen mesajın içeriğine ya da kaynağına direnebilir. Herhangi bir gerekçe göstererek ya da göstermeyerek mesajı reddedebilir. İkna ve iknaya karşı koyma süreçleri; iletişim, psikoloji, sosyoloji, siyaset bilimi gibi pek çok alanın araştırma konuları arasında yer almaktadır. İletişim süreçlerinin ve etkilerinin çözümlenmesinden, bu mesajların bireyin psikolojik yapısıyla girdiği etkileşime, oy verme davranışına, birlikte yaşama alışkanlarına kadar pek çok süreç mercek altına alınmıştır. Bu bölümde iknaya karşı koyma kavramını açıklayarak, bu sürecin ortaya çıkma nedenlerini, biçimlerini, kişilik yapısının nasıl devreye girdiğini ve iknaya karşı koymayla baş etme stratejilerini inceleyeceğiz. İKNAYA KARŞI KOYMA KAVRAMI İnsanların çevreleriyle ilişkilerini kolaylaştıran ve anlamlandıran konulardan biri tutumlardır. Çünkü tutum, kişinin çevresindeki soyut-somut, canlı-cansız her şeye karşı sahip olduğu bir ön eğilimi ifade eden bir kavramdır. Her insan kendi kişisel özellikleri ve kriterleri doğrultusunda ön eğilimler ve buna bağlı olarak davranışlar geliştirir. Tutumların aynı zamanda bireyin toplumsallaşmasını sağlayan bir özelliği de vardır. Tutumlar insanların davranışlarına yön veren konuların başında gelmektedir. Dolayısıyla insanların tutumlarının bilinmesi sergileyecekleri davranışlardan bazılarını tahmin etmemizi ya da denetim altına almamızı kolaylaştırmaktadır (Güney, 2009: 14). Bireyler içinde bulundukları ortamlarda uyma/itaat davranışı gösterebilecekleri gibi tam tersi bir davranış içine de girebilirler. Tutumlar, kişilerin grup ya da toplum içinde bir yer edinmelerine de katkı sağlamaktadır. Çünkü insanlar grup ya da toplumsal yapıya uygun tutum geliştirme eğilimindedirler. Gruba ya da topluma ters gelen tutum oluşturmaları biraz zordur. Ancak bunun da gerçekleştiği, yani bireyin grubun/toplumun kendisinden beklediği tutumları göstermediği, ikna edici iletişimin mesajlarına karşı koyduğu zamanlar da vardır. Daha önce tutumların bilişsel, duygusal ve davranışsal olmak üzere üç unsurdan oluştuğundan söz etmiştik. Tutumun bilişsel unsuru, kişinin genellikle çevresindeki uyarıcılara ilişkin olarak yaşadığı deneyimlerden kazandığı bilgi birikimi ile yakından ilgilidir. Çünkü tutum konusu olan nesne, kişi, olay ya da durumla ilgili bilgiler genellikle kişinin tutum nesnesiyle ilgili olarak yaşadıkları neticesinde elde edilir. Duygusal unsur, insanların tutum nesnesine ilişkin bütün duygu ve değerlendirmelerinden oluşur. Duygusal yapı, insanların tutuma konu olan canlı-cansız, soyut-somut olan şeylere karşı heyecansal yoğunluğunu ifade etmek için kullanılır. Davranışsal unsur ise; insanların tutum Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 İknaya Karşı Olma nesnesine ilişkin sahip olduğu bilgi ve duygulara uygun olarak hareket etme eğilimini ifade etmektedir (Güney, 2009: 134-135). Tutum konusu olan konu, olay, kişi, durum ya da mesaja yönelik olarak geliştirilen karşı koyma girişimi de yine bu üç unsur üzerinden kendini gösterir. Birey herhangi bir ikna edici iletişim kapsamında kendisine gönderilen mesaja, bilişsel, duygusal ya da davranışsal olarak karşı koyar. Herhangi bir mesajın içeriğine ilişkin örneğin; “Buna inanmıyorum.” derse bilişsel, “Bundan hoşlanmadım.” derse duygusal, “Bunu yapmayacağım.” derse de davranışsal unsurlar çerçevesinde karşı koymuş olmaktadır. Karşı koyma, bireyin değişim yönünde uğradığı baskıya direnmesidir. Bireyin karşı koyuşu, seçim özgürlüğüne yönelik dıştan algıladığı bir tehditle birlikte ortaya çıkar. Birey, birinin onun özgürlüğünü sınırlandırmaya çalıştığını düşündüğü anda, özgürlüğünü yeniden elde etmek konusunda bir motivasyon geliştirir. Burada iki türlü faktör dizgesi, kişinin karşı koyma çabasının miktarını belirler. Birincisi; tehdit edilen özgürlükle ilgilidir. Bireyin daha çok sayıda ve daha önemli konularda özgürlüğü tehdit ediliyorsa, kaybetme riski büyüdüğü için, karşı koyma çabası artar. İkincisi; bireye yöneltilen tehdidin doğasıyla ilgilidir. Bireye yönelik tehdit; keyfi, aşikâr, doğrudan ve kaba tehditler, meşru, daha üstü örtülü, dolaylı ve nazik olanlardan daha fazla karşı koyma çabası yaratmaktadır (Knowles ve Linn, 2004a: 6). İkna konusu, günümüzde psikoloji, siyaset bilimi, iletişim, pazarlama gibi alanlarda oldukça önemli ve çeşitli araştırmalara konu olmuş bir alandır. Aynı biçimde araştırmacılar iknaya karşı koymanın nedenlerini inceleyerek, ikna edici iletişim için gerekli ipuçlarını sağlamaya çalışmaktadırlar. İKNAYA KARŞI KOYMANIN NEDENLERİ Bir konu hakkında güçlü kanaatlere sahipsek görüşümüzü değiştirmeye yönelik girişimlere inatla karşı çıkarız. Şimdiye kadar iknanın bileşenleri ve nasıl gerçekleştirilebileceğini ele almaya çalıştık. Ne var ki, ikna etmeye yönelik girişimler çoğunlukla başarısızlığa uğramaktadır. Araştırmacılar iknaya karşı koymayı üç temel nedene bağlamaktadırlar; tepkisellik, ön uyarı ve aşılama (Hogg ve Vaughan, 2007: 261-265): Tepkisellik Bireyler ikna etme amacını belli eden mesajlara karşı kendilerini savunma eğilimindedirler. Bireyler, kendilerine iletilen mesajların ikna etmeye yönelik bir niyet taşımadığını düşündüklerinde daha kolay ikna olmaktadırlar. İkna girişiminin arkasında gizli bir niyet olduğundan kuşkulanıldığında bir tepkisellik süreci devreye girmektedir. Bir kaynak bireyin tutumlarını açıkça değiştirmeye çalıştığı anda, birey bu girişime sert bir tepki verebilir. Hatta mevcut tutumunu biraz daha katılaştırır ve karşıdaki kişinin görüşüne daha şiddetli bir biçimde karşı çıkar. Brehm (1966) bu süreci anlatmak üzere “tepkisellik” terimini kullanmaktadır. Tepkisellik, birinin bizim kişisel özgürlüğümüzü kısıtlamaya çalıştığında yaşadığımız psikolojik durumdur. Araştırmalar böyle bir durumda bizim çoğunlukla tam tersi yöne kaydığımızı (olumsuz tutum değişimi) göstermektedir. Brehm, tepkiselliğin altında yatan başlıca nedenin kişisel özgürlüğümüzün tehdit edildiği/kısıtlandığı yolunda bir duyguya kapılmamız olduğunu belirtir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 İknaya Karşı Olma Ön Uyarı Ön uyarı, ikna etmeye yönelik bir niyet taşındığının önceden bilinmesidir; yani birisine onu etkilemeye çalıştığınızı anlatmanızdır. Araştırmalar, önceden bilmemiz durumunda, iknanın gücünün azaldığını ortaya koymaktadır. Bu nokta, önemli olduğunu düşündüğümüz konu ve tutumlar açısından özellikle doğrudur. İnsanlar, bir konu hakkındaki görüşlerini değiştirmeyi hedefleyen bir girişimde bulunulacağı yönünde önceden uyarıldıklarında, kendilerini savunmak üzere karşıt görüşlere başvurmaktadırlar. Bu açıdan, ön uyarı özel bir aşılama durumu olarak görülebilir. Aşılama Aşılama bir tür korunma yöntemidir. Biyolojide aşılamanın anlamı, zayıflatılmış mikropların hastaya enjekte edilmesiyle, güçlü mikroplara karşı bedenin direncini artırmaktır. Sosyal psikolojide de ikna etmeye yönelik fikirlere karşı kendimizi savunmak için benzer bir yöntem oluşturma arayışına girebiliriz. Buradaki teknik, kişiyi zayıf bir karşıt görüşe maruz bırakmaya dayanmaktadır. McGuire ve arkadaşları, 1950’lerin başlarında Kore Savaşı sırasında Çin kuvvetlerinin Amerikalı tutsaklara uyguladıkları “beyin yıkama” faaliyetlerinin ardından bu tekniklerle ilgilenmeye başladılar. McGuire araştırmasının sonucunda; bu askerlerinin çoğunun genç ve deneyimsiz kimselerden oluştukları ve kendi yaşam tarzına yönelik saldırılara daha önce maruz kalmadıkları için kendilerini savunacak düşünsel donanıma sahip olmadıkları saptamasında bulunmuştur. Biyolojideki aşılama metaforunu kullanan McGuire; hastalıklarla baş etmenin bir başka temel yolunun da; diyet, egzersiz ve benzeri yöntemlerle vücudumuzun hastalıklara olan direncini artırmak olduğunu söylemiştir. İkna edici iletişim bağlamında bu durum McGuire’ı iki savunma biçimini birbirinden ayırt etmeye götürmüştür: Destekleyici Savunma: Kişinin direnci onun özgün inançlarını destekleyen ek görüşlerle güçlendirilebilir. Aşılamayla Savunma: Kişi, karşıt görüşlerin neler olduğunu öğrenir ve bunların nasıl çürütüleceğini görürse, kendini daha etkin bir biçimde savunabilir. Destekleyici savunma, kişinin sahip olduğu görüşe yönelik saldırılar açıkça anlaşıldığında en etkin olan yöntemdir. Bireyler böylelikle yerleşmiş ve daha önce sınanmış destekleyici argümanları yardıma çağırırlar. Ancak dinleyici yeni bir argümanla karşılaşmışsa daha çok aşılamayla savunmadan yanadır. Daha öncesinde kendi görüşüne yönelik olarak yumuşak bir saldırıyı savuşturan dinleyici, güçlü bir saldırı karşısında çok daha donanımlı bir görüş ileri sürebilir. Aşılamayla savunma, çift yönlü bir iletişimin avantajlarından yararlanır. Bu tür bir savunma, kişinin sahip olduğu görüşe hafif bir saldırıyla başlar. Daha sonra kişiye bu görüşün güçlü bir temele dayanmadığı, kolayca çürütülebileceği anlatılır ya da bu zayıf saldırıyı karşılayabilecek bir iddia dillendirilir. İnançlarımızı savunma doğrultusunda motive olduğumuzda ve bunun için gerekli araçlarla donandığımızda, ikna girişimlerine karşı daha güçlü bir direnç gösterdiğimiz düşünülmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 Bireysel Etkinlik İknaya Karşı Olma • İkna çalışmalarına karşı koyduğunuz durumlarda, bunu hangi nedenlere bağlarsınız? İKNAYA KARŞI KOYMA BİÇİMLERİ Sosyal etki, uyma ve itaatle ilgili yapılan tüm araştırmalarda, tüm bu etkilere gösterilen uyma ya da itaat davranışında, davranışta görülen değişmenin altında gerçek tutum ya da fikrin değişmediğini görürüz. Özdeşleşme ya da benimsemede, kişinin davranış değişimiyle birlikte gerçek tutum değişimi de söz konusu olabilmekteydi. Ancak itaat yoluyla uymada, bireyin gözlenen davranışı, gerçek tutumunu yansıtmaz. Uyma davranışının tersi “uymama” davranışıdır. Ancak uyma davranışı gibi, uymama davranışı da karmaşık bir süreci yansıtır. Uymama davranışı bağımlı uymama ve bağımsız uymama olarak ikiyi ayrılabilir (Kağıtçıbaşı, 1996: 73): Örneğin; annesi, Ayşe’ye bluzunu giymesini söylemişse, Ayşe ise o bluzun gideceği yere uygun düşmeyeceğini düşündüğü için o bluzu giymezse, bu, bağımsız uymama davranışı olur. Ancak, Ayşe sırf annesi “giy” dediği için, inat ederek o bluzu giymezse bu bağımsız değil, bağımlı bir ters tepki davranışı olur. Bağımlıdır çünkü sosyal etkiye bağlıdır, ancak bu etkiyi negatif bir referans noktası olarak nitelendirir. O norm neyse, ona bağımlı olarak onun tersini yapacaktır. Özdeşleşme kişinin davranışıyla birlikte tutumunun da değiştiğini gösterirken, uyma/itaat davranışında beraberinde tutum değişimi gerçekleşmeyebilir. Bağımsız uymama ile ters tepki göstererek uymama arasındaki fark; bağımsız uymamada dıştan gelen sosyal etki, bir bilgi olarak ele alınmakta ve bu bilgi doğru bulunmadığı için sosyal etkiye uymama davranışı gösterilmektedir. Ters tepki göstererek uymama davranışında ise; yapılması gereken norm ya da kurala karşı bir direniş söz konusu olup, bu direnişin, etkinin birey tarafından doğru ya da yanlış olarak yorumuyla ilgili değildir. Önemli olan sadece etkiye karşı direnmektir. Şekil 8.1. Bağımlı ve Bağımsız Uymama Davranışı Kaynak: Kağıtçıbaşı, 1996:73. İKNAYA KARŞI KOYMADA KİŞİSEL FARKLILIKLAR Araştırmalar bazı insanların diğerlerinden daha fazla ikna edilmeye açık, bazılarının ise daha kapalı olduğunu ortaya koymaktadır. Örneğin daha önce bahsettiğimiz otoriter kişilik tipinde, bireyin görüşleri çoğunlukla sabit ve katıdır ve değişime direnç gösterir (Brinol, 2004: 87). Buradan hareketle kişilik Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 İknaya Karşı Olma konusunu genel bir bakışla incelememiz ve davranışlarımıza etkisini görmemiz gereklidir. Kişilik zekâ, ilgi düzeyi, mizaç, ruhsal yapı ve yetenekler gibi pek çok faktörün toplamından oluşur. Kişilik konusu, bütünleyici bir konudur. Pek çok etkenle ilgilidir ve insan davranışlarını çok yönlü olarak etkiler. Kişilik sosyal bir konudur, çünkü toplum içinde insanların nasıl davrandığını açıklamada yardımcıdır. İnsanlar kişilik yapıları nedeniyle diğer insanlardan ayrılırlar ve onları farklı etkilerler. Bu nedenle toplumsal incelemeler yapılırken, insanın kişisel özellikleri önemli bir değişken olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha genel bir açıdan bakıldığında, kişilik kelimenin tam anlamıyla insanlığın özüdür. Kişilik konusunu bu kadar zor ve etkileyici yapan, karmaşıklığıdır. Kişilik özellikleri kavramıyla bir kişinin en belirgin özelliklerini anlatmak isteriz. Bir bireyin kişilik özelliklerini belirtmek için çok sayıda sıfat kullanılır; iyi-kötü, girişken-çekingen, sıcakkanlı-soğukkanlı, cesur-korkak gibi (Ertürk, 2010: 59). Kişilik; bireyin davranış ve düşünme biçimlerinin, ilgilerinin, ruhsal durumlarının, yeteneklerinin bütünleşmesi durumudur. Kişiliğin oluşumunda kalıtsal (genetik) faktörler, fiziksel yapı, aile, toplumsal çevre, toplumsallaşma süreci, fiziksel çevre gibi pek çok faktör devreye girmektedir (Ertürk, 2010: 59, 62-64). Catell’e göre; kişiliğin 16 temel özelliği vardır (akt, Güney, 2009: 321): 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 Tablo 8.1. Catell’e Göre Kişiliğin 16 Temel Özelliği Sıcaklık İyi kalpli ve dışa dönük olmak, tersi ise; eleştirel ve mesafeli olmak Mantıklı Düşünme Net ve soyut düşünme, tersi ise; daha az zekice ve somut düşünmek Duygusal Kararlılık Duygusal açıdan kararlılık ve sakinlik, tersi ise; sinirlilik ve değişken duygulu olmak Üstünlük Girişkenlik ve saldırganlık, tersi ise; uysallık ve uzlaşmacı olmak Neşelilik Neşelilik ve isteklilik, tersi ise; resmî ve ciddi olmak Kural Bilinci Öz disiplin ve ahlaklı olmak, tersi ise; menfaatçilik ve kural tanımamazlık Sosyal Cesaret Rahatlık ve gözüpeklik, tersi ise; utangaçlık ve çekingen davranmak Hassaslık Sevecenlik ve hassasiyet taşımak, tersi ise; sertlik ve kendi kendine yetmek Tedbirlilik Şüphecilik ve tedbirlilik, tersi ise; insanlara güvenme Dalgınlık Hayalcilik ve dalgınlık, tersi ise; gerçekçi olmak ve ayağını yere sağlam basmak Hususiyet Süslülük ve abartılı olma, tersi; dosdoğru olmak ve olduğu gibi görünmek Endişe Duygusu Güvensizlik ve kaygılı olma, tersi ise; kendinden emin ve memnun olmak Değişikliğe Açıklık Özgür düşünce deneyselcilik, tersi ise; tutucu ve geleneksel olmak Kendine Yetme Kendine yetme ve bireysellik, tersi; katılımcı ve grup odaklı olmak Mükemmeliyetçilik Kontrollülük ve zorlayıcılık, tersi; disiplinsiz ve gevşek olmak Gerginlik Harekete hazır olmak ve gerginlik, tersi; rahat ve sakin olmak Kaynak: Güney, 2009:321. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 İknaya Karşı Olma Bireysel Etkinlik Bireyin kişilik özelliklerine ilişkin olarak çıkarılan bu tabloda görüldüğü üzere; bazı kişilik yapıları kendilerine yönelik ikna çabalarına olumlu tepki verebilecek yapıda gözükürken, bazıları daha olumsuz tepkiler geliştirebilmektedirler. Örneğin, dışa dönük olmak, net ve soyut düşünebilmek, şüpheci ve tedbirli olmak, özgür düşünce sahibi olmak, bireyselliği ve kendine yeterliliği ön plana çıkarmak gibi kişilik özellikleri, mesajların içeriğini ve kaynağın özelliklerini tartışabilmeyi sağlar ve bu nedenle de karşı koyma davranışını artırır. Ancak, uyumlu, uzlaşmacı, uysal, çekingen, insanlara güvenen, katılımcı ve grup odaklı kişilik yapıları, ikna edici mesajların kabul edilirliğini artıran kişilik özellikleri olarak değerlendirilebilir. Bireyin kişilik yapısı ve ikna edici iletişime yanıt verme biçimi/kapasitesi arasında göz ardı edilemeyecek bir ilişki vardır. • Çevrenizdeki insanların iknaya karşı koyma davranışlarının nedenleri ve süreçlerinde ne tür farklılıklar gözlemliyorsunuz? İTAAT ETMEYİ AZALTMA YOLLARI Bireyin gerçekleştirdiği eylemlerden sorumlu tutulması, verilen her emre uymamak gerektiği yönündeki sosyal kurallar ve eğitim, itaat etme düzeyini azaltabilir. Birey ya da toplum üzerinde yıkıcı bir biçimde sonuçlar doğuran itaat etme davranışını azaltma yollarını şöyle sıralayabiliriz (Sakallı, 2006: 80-81): Emri yerine getiren kişi, yaptığı işten sorumlu tutulabilir. Örneğin Milgram’ın deneyinde, öğrenciye gelecek zarardan sorumlu tutulan deneklerin şok verme olasılıklarının düştüğü gözlenmiştir. Yani, insanlara emre uyma sırasında herhangi bir zarar oluştuğunda onların sorumlu olacağı söylenirse itaatte azalma görülebilir. Oysa sorumluluk kendisinde olmadığı zaman, bireyler kendi davranışlarını dışsal bir nedene bağladıkları için daha rahat ederler ve daha fazla negatif davranışta bulunabilirler. İnsanlara belli bir noktadan sonra yıkıcı emirlere uymanın uygun olmadığını gösterecek sosyal kurallar oluşturulabilir. Bu kurallara uyulması için çocukluktan itibaren bu fikir öğretilmeye çalışılabilir. İnsanlarda itaat etmeye karşı yeni bir bilinç oluşturulabilir. Bazı sosyal psikologlar ise itaatle ilgili çalışmaları bilmesinin bireye yardımcı olacağını belirtmişlerdir. Yani kitaplardan okuyarak ya da dersler alınarak itaat etme ve itaati etkileyen unsurlar hakkında bilgi sahibi olmak kişilerin itaate karşı yaklaşımını değiştirebilir. İKNAYA KARŞI KOYMADA ÖNEMLİ UNSURLAR Modern hayat, bireyi medya yoluyla ve çeşitli kaynaklar aracılığıyla, ikna edici mesajlarla kuşatır. Örneğin; bazı reklamlar bizlere idealize edilmiş hayatlar ve imgeler sunar. O reklamlarda söylenenleri gerçekleştirdiğimizde, ürün ve hizmetleri satın aldığımızda, kendimizin ve hayatımızın değişeceğini düşünürüz. Toplumsal hayatın içinde bu şekilde ikna edici amaçlarla hazırlanmış pek çok enformasyonla karşı karşıya kalırız. Bütün bu mesajların ve iletişim süreçlerinin çekiciliğine karşın, hepimiz belli bir direnç gücünü de taşırız. Direnç, bireyin eylem ya da düşünce özgürlüğünü kullanmasıyla ilgilidir. İknaya karşı direnç çalışmaları belli bir geçmişe sahiptir. İknaya karşı koyma sürecinde birey iletişim sürecini analiz edebilir ve sunumdaki daha üst mesajların farkına Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 İknaya Karşı Olma varabilir. Önceden vaad edilen şeylerin yerine getirilmesi olan güvenilirlik, iknaya karşı koymada önemli bir rol üstlenmektedirler (Jamieson, 1996:199211): Güvenilirlik İknaya karşı koymayla ilgili literatürde “güvenilirlik” kavramının özel bir yeri vardır. Güvenilir iletişimci ikna etme sürecini etkileyebilir, ancak güvenilir olmayan iletişimci iknaya karşı bir direnç oluşmasına neden olabilir. Bu ilkeden hareketle bazı reklamların neden başarılı olamadığını anlayabiliriz. Çünkü hedef kitle otomatik olarak ürün ya da hizmete güven duymaz. Hovland ve Yale Üniversitesi’ndeki ekibinin çalışması sonucunda, çok güven veren bir iletişimcinin, düşük güven verene oranla daha etkili olduğu görülmüştür. Yüksek güven verebilen iletişimcilerin, ileti üzerine yoğunlaşmaksızın, hedef kitleyi savunulan şeyler konusunda etkileme gücüne sahip olduğu görülmüştür. Ancak yine aynı çalışmada iletişimcinin güvenilirliğinin kısa dönemli bir etkisinin olduğu ve zaman geçtikçe iletilerin kendisinin iletişimcilerin performansından daha önemli hâle geldiği görülmüştür. Başka bir deyişle, eğer ileti savunulamayacak durumdaysa, iletişimcinin güvenilirliği ile özdeşleşen retorik kabul edilmez. Başka bir faktör ise bireyin niyetidir. Eğer birey mesajın içeriğini uzun dönemli olarak aklında tutmaya niyetli olmazsa ya da az bir niyet beslerse, etkiler de buna bağlı olarak azalacaktır. Öğrenme İletişimin etkililiği bir çeşit öğrenmedir. Aynı şekilde ikna etmenin de öğrenme boyutu vardır. Ticari ikna çabalarının pek çoğunda görülen eğilim, rekabet hâlinde bulunulan diğer ürünlerin/hizmetlerin değerini düşürmeden, onları dışlayabilmek ve sadece sunulan ürüne ait bir çerçeve oluşturabilmektir. İkna edici iletişimin başarısı, kendisiyle yarışan enformasyonlara olan direnci değerlendirebilme kabiliyetiyle ölçülebilir. Bu durumda bireyin mesajları algılaması, enformasyonu öğrenmesi, aklında tutması gibi unsurlar, kendisiyle birlikte bireye iletilen diğer mesajlara da bağlıdır. Birkaç istisnai durumun dışında, bireylerin büyük bölümü alternatifleri olmadığında ya da çok az olduğunda daha az direnç göstermektedirler. Bireyin seçebileceği alternatifler çoğaldıkça, kendisine gönderilen her mesajı kabul etme oranı da düşecektir. Birey aynı zamanda kapalı ve hareket kabiliyetinin sınırlı olduğu ortamlarda rıza göstermeye zorlanabilir. Açık yani serbest ortamlarda, fikrini dile getirmeye uygun platformlarda ise direnç gösterebilir. Alışkanlıklar İknaya karşı koymanın doğasını anlamak için dikkatimizi onun altında yatan tutumlar üzerine odaklamamız gereklidir. Bireyin geçmişten bugüne kadar taşıdığı özellikler, deneyimler, alışkanlıklar ve bakış açıları bugünkü tepkilerini de etkiler. Eğer ikna edici iletişim sürecinde bireye iletilen mesaj, bireyin birikimine ters düşüyorsa birey karşı koyar ve ikna olmuş gibi gözüktüğü anlarda bile bunun gerçekliği düşüktür. Gruplar İkna her ne kadar doğrudan bireyin kendisi ile ilgili olsa da, bireyin diğer insanlarla olan birlikteliğiyle de ilgilidir. Eğer birey diğer insanların da kendisi gibi düşündüğünü görürse, sahip olduğu düşünceyi güçlendirme eğilimi gösterir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 İknaya Karşı Olma Özgürlük Tartışma İkna edici iletilerin algılandığı ortamlarda özgürlüğün önemi, ileti hakkında doğru ya da yanlış kararın alınmasında rol oynar. Örneğin hem özgürlük hem de önem oranı yüksekse, ikna edici mesajlara karşı gösterilen tepki de maksimum düzeye ulaşmaktadır. Bireyin özgürlük alanı genişlediğinde, ikna edici mesajlara tepki verme olasılığı da artmaktadır. Seçim yapabilme şansı da bir tür özgürlüktür, alternatifler arttığında seçme şansı da artacaktır. Bireyin ikna edici mesajın yüzeydeki etkisine karşı belli bir direnç gösterme eğiliminde olduğu, ancak yüzeyin altındaki anlamın mesajları ikna edici kılabileceğini söyleyebiliriz. İknaya karşı koymayı bir bütün olarak düşündüğümüzde, yüzeyin altındaki anlamın dikkatle incelenmesi gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Bireyin son kararı, mesajın yüzeydeki anlamına göre değil, alt katmanlarda verilir ve bunun da çoğu kez dirençle karşılaştığı söylenebilir. • Güvenilir bir kaynaktan gelen yanlış bir mesaj mı, güvenilmez bir kaynaktan gelen doğru bir mesaj mı daha çok ikna edicidir? Tartışınız. • Düşüncelerinizi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “tartışma forumu” bölümünde paylaşabilirsiniz. İKNAYA KARŞI KOYMA YOLLARI Bireyler iletişimin içeriğini çürütme, kaynağı kötüleme, iletiyi çarpıtma, mantığa bürüme ya da nedensiz reddetme gibi yollarla iknaya karşı direnebilirler. İkna sürecini başlatan kişi, iknayı etkili kılan olumlu/olumsuz mesajlar, alıcılar ve oluşan geribildirim ikna sürecinin akışında iletişim sürecine benzer bir işleyiş göstermektedir. Mesajların bulunması, hazırlanması ve iletilmesi aşamalarında karşılıklı bir öğrenme eylemi gerçekleşmektedir. (Gürüz ve Eğinli, 2008: 99). Dinleyicilerin iknaya nasıl karşı koyduklarını şu şekilde inceleyebiliriz: İletişimi Çürütme Birey kendi görüşünden farklı mesajların savlarını çürütmeye çalışabilir. Bu tartışma açık ya da örtülü, sözlü ya da sözsüz, hatta bilinçli ya da bilinçsiz olabilir. Hedef, iletişime karşı çıkabilir, kendi konumunu güçlendirecek kanıtlar ortaya koyabilir ve genel olarak iletişimin etkisini zayıflatabilmek için elinden geleni yapabilir. İletişimde sunulan görüşü çürütebilmesi ölçüsünde gerilimden kurtulacaktır. (Freedman, Sears ve Carlsmith, 2003: 367) Kendi görüşüyle kaynağın sunduğu arasındaki farkın dinleyicide yarattığı gerilimin bu yolla azaltılmasındaki sorun iki yönlüdür; oldukça tembel olan hedef ya da dinleyici, genellikle daha uzman bir kaynakla karşı karşıyadır. Çoğu insan, çoğu kez karmaşık görüşleri ayrıntılı olarak çözümlemek konusunda pek güdülenmemiştir. Dahası, etkileyici iletişimler genellikle saf mantıksal temelde reddedilebilmeleri güç olacak biçimde hazırlanır. İletişim yazarları, doğal olarak elerinden geldiğince güçlü bir iletişim hazırlamaya çalışırlar ve kaynak genellikle konuştuğu ya da yazdığı konuda dinleyiciden daha bilgili ve hazırlıklıdır. Dolayısıyla, kendininkinden farklı olan görüşe karşı çıkmaya ve onu reddetmeye çalışma, mantıklı bir çözüm yolu olmakla birlikte bu yolu seçmek genellikle pek kolay olmaz. (Freedman, Sears ve Carlsmith, 2003: 367). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 İknaya Karşı Olma Kaynağı Kötüleme Kendi görüşünden farklı bir iletişimle karşılaşan bir kişi farkın yarattığı bilişsel çelişkiden kaynaklanan gerilimi, iletişim kaynağının güvenilirliği olmadığına ya da başka açılardan olumsuzluklarının bulunduğuna karar vererek azaltabilir. İnsanlar olumsuz kaynaklarla anlaşamazlar. Kişi kaynağı olumsuz olarak değerlendirebilir ya da verdiği bilginin güvenilmez olduğuna karar vererek sistemi dengeleyebilir ve gerilimi ortadan kaldırabilir. İletişimin kaynağına bu şekilde karşı koymalar politikada, resmi olmayan tartışmalarda, mahkemelerde ve karşıt görüşlerin çarpıştığı her türlü karşılaşmada yaygındır. Bu yöntem çok etkilidir. Çünkü yalnızca sunulan görüşten kaynaklanan tehdidi ortadan kaldırmakla kalmaz, aynı zamanda karşıt görüş kaynağının gelecekte sunacağı bütün iletişimleri de daha zayıf hâle getirir. Bir karşıt görüş kaynağı böylece güvenilmez hâle getirildiğinde, söylediği her şey daha az ciddiyet ve ağırlık taşımaya başlar. Dolayısıyla, iletişimin kaynağına saldırma farklı bir görüşün ortaya çıkardığı gerilimi azaltmanın etkili bir yoludur (Freedman, Sears ve Carlsmith, 2003: 367-368). İletiyi Çarpıtma İnsanların bazen uygulamaya koydukları diğer bir çelişki giderme yolu da, kendi konumları ya da görüşleriyle arasındaki farkı azaltacak biçimde iletişimi çarpıtma ya da yanlış algılamadır. Sağlık Bakanlığı, kanserin önemli nedenleri arasında olduğu ortaya çıkmış olan sigaranın çok zararlı olduğunu söylemektedir. Bir sigara tiryakisi bu iletişimi (mesajı) okur ve sağlık idaresinin sigara kullanımında bir düşüş ya da azalma öğütlediğine, fakat akciğer kanserine ilişkin kanıtların henüz bir yargıya varmaya yetecek düzeyde olmadığına karar verir. Bir tiryaki bunu, okuduğu bir yazıyı hafızasında büyük ölçüde çarpıtarak ya da belki makalenin yalnızca bir bölümünü okuyup zihninde kalanı kendisi tamamlayarak yapabilir. Böylece nasıl yaparsa yapsın, sonuç değişmez, yazıda sunulan görüş kendisininkiyle daha az farklı ya da davranışları daha az çelişkili duruma gelir (Freedman, Sears ve Carlsmith, 2003: 368). Bireyler mesajla çeliştikleri bir durumda, iletişimin içeriğini olduğundan daha fazla abartabilirler. Bireyin çelişkisini azaltmasının bir yolu da, gülünç duruma düşürecek biçimde iletişimin içeriğini abartmaktır. Birçok çevreci gelişmemiş alanların geliştirilmesini yavaşlatmak ve kirliliğe yol açan fabrikaların ve binaların yapımının sınırlandırılması taraftarıdır. Müteşebbisler ve işadamları, doğal olarak çevrecilerin önerdiği kısıtlamalara karşı çıkmaktadırlar. Çevrecilerin, hiçbir fabrikanın yapımını istemediklerini ve her türlü ekonomik gelişmeye karşı olduklarını ileri sürerek onların görüşlerini abartarak çarpıtırlar. Çarpıtılmış görüş mantıktan yoksun olmasına rağmen, tartışmaların yoğunlaştığı ortamlarda sıkça kullanılır (Freedman, Sears ve Carlsmith, 2003: 368). Hovland, iletişimin çarpıtılmasının belirli kurallara göre mümkün olabileceğini ileri sürmüştür. Farklı iletişim bireyin görüşüne yakın olduğunda, gerçekte olduğundan daha da yakın olarak algılanır. Buna benzeştirme etkisi denir. İletişim dinleyicininkinden çok farklı olduğunda ise, gerçekte olduğundan daha da farklı olarak algılanır. Bu sürece de zıtlaştırma etkisi denir. Bir tutum değişimi durumunda her iki türden yanlış algılamanın da iletişimin dinleyicide ya da hedefte yarattığı bilişsel çelişkiyi azaltması beklenir. Farklı iletişimi benzeştirme, onun dinleyicinin görüşüne gerçekte olduğundan daha yakın görünmesine yol açar. Bu durum da, iletişimci ve dinleyici arasındaki çelişkiyi ve dolayısıyla bu çelişkinin yarattığı gerginliği azaltır. Tam tersi bir durum da, yani iletişimin farkını abartma ise, iletişimin içeriğini o kadar aşırılaştırır ki, inandırıcılığını yitirmesine neden olur. Bir iletişim kaynağı inanılmaz olduğunda, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 İknaya Karşı Olma ona tepki olarak tutumunu değiştirmesi yönünde dinleyici üzerinde hiçbir baskı kalmaz. Böylece hem benzeştirme hem de zıtlaştırma farklı ya da çelişkili bir iletişimin yarattığı baskıyı azaltmanın en iyi yollarıdır (Freedman, Sears ve Carlsmith, 2003: 368-369). Mantığa Bürüme ve Savunma Amaçlı Diğer Tepkiler Abelson (1959) tarafından yazılan bir makale, duygusal çatışmalara karşı geliştirilen savunma mekanizmalarına benzeyen, zekice ve karmaşık bir dizi çelişki giderme biçimi ortaya koymuştur. Birey karşı koymak için mesajı; mantıksallaştırır, sınırlandırır, inkâr eder, yön değiştirir ve genellikle bir durumdaki gerginliği en aza indirebilmek için elinden gelen her şeyi dener. Abelson, bir kişinin kendi görüşüyle kaynağın sunduğu arasında, farklı konular olduklarını ileri sürerek bir farklılığın bulunmadığına nasıl karar verdiğini şu örnekle açıklar. Bir kişinin yurttaşlık haklarını ve herkes için özgürlük görüşünü desteklediğini düşünelim. Öte yandan aynı kişi, yerleşme yeri ya da semt seçme konusunda ayırımcılığı yasaklayan yasalara da karşıdır. Bu kişi, bir tutum değiştirme girişimi için bulunmaz bir hedef olacaktır. Ona siyahlara kentlerde eşit semt seçme hakkı vermemenin onları özgürlükten yoksun bırakmak olduğunu söyleyebilirsiniz. Fakat kendinin ve sizin özgürlükle farklı şeyleri kastettiğinizi, sözcüğe farklı anlamlar yüklediğinizi ileri sürerek sorundan, dolayısıyla gerilimden kaçacaktır. İnsanların istediklerini yapmada özgür olmalarını istemektedir ve beyazları siyahlara ev kiralamaya zorlamak özgürlüğü ortadan kaldırır. Ona göre, ev sahipleriyle anlaşmak koşuluyla siyahlar istedikleri evi kiralamakta özgürdürler. Fakat hiç kimse hiç bir şeyi yapmaya zorlanmamalıdır. Tartışmayı iki soruna ayırma, onun için tutarsızlığı ortadan kaldırmıştır (Freedman, Sears ve Carlsmith, 2003: 369). Tutarsızlıkları biraz hileyle ve mantıksallaştırarak ortadan kaldırmanın çok çeşitli yolları vardır. Bunlar da bireyin bilişsel sisteminde başka türden tutarsızlıklara, dolayısıyla gerilimlere yol açabilir. Fakat genellikle çelişkili iletişimlerden kaynaklanan gerginliği azaltmada başarılıdır. İletişimci için sorun bu yolların kullanılmasını önlemek ve tutum değişikliğinin gerçekleştirilmesini sağlamaktır (Freedman, Sears ve Carlsmith, 2003: 370). İletiyi Nedensiz Reddetme İknaya karşı direncin geliştiği durumlarda uzmanlar kişilerin çıkarlarını, duygularını inceleme, mesajları daha ikna edici ve tutarlı hâle getirme vs. gibi yollar geliştirirler. En çok kullanılan karşı koyma stratejilerinden biridir. Birey, mantıksal alanda iletişimi çürütmeye ya da kaynağına saldırarak zayıflatmaya çalışmak yerine, birey herhangi belirli bir nedene dayanmaksızın onu reddedebilmektedir. Bir tiryakinin sigara içmeye karşı, iyi nedenlere dayandırılmış mantıksal bir iletişime alışılmış bir tepkisi, ileri sürülen görüşlerin sigarayı bırakmasına yetecek kadar güçlü olmadığını söylemektir. Yanıt vermek zahmetine bile katlanmadan yalnızca reddeder. Birey, burada kanıtlara inanmadığını söyleyerek direnmeyi sürdürür. İnsanları bir şeye inandırmak için genellikle iyi bir tartışmadan daha fazlası gerekmektedir (Freedman, Sears ve Carlsmith, 2003: 370). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 İknaya Karşı Olma İKNA EDİCİ İLETİŞİMDE KARŞI KOYMANIN ÜSTESİNDEN GELMEK İletişimciler tarafından çok dikkatli hazırlanmış mesajlar bile biraz önce anlattıklarımız nedeniyle dirençle karşılaşabilirler ve bunun pek çok kaynağı bulunabilir. Bir kişi önerinize tamamen zıt bir konum alabilir, bir başkası daha teknik nedenlerden ötürü düşüncenize karşı çıkabilir. Bakış açınıza karşı çıkan bir direnci nasıl etkilersiniz ya da ikna edersiniz? Bu sorunun yanıtı direnç gösteren kişilerin pozisyonlarının anlaşılmasında daha sonra da düşüncenizin yararlarının direnç sahiplerinin değerleriyle uyum içinde sunulmasında yatmaktadır. Bunun için yapılacaklar şunlardır (Luecke, 2007: 104-107; Knowles ve Linn, 2004b: 120-126): Mesajlara Karşı Koyanların Çıkarlarını Saptayın Herkesin kendi deneyimleri bulunmaktadır. Bu deneyimler dünya görüşlerimizi biçimlendirir ve başkalarının düşüncelerine nasıl tepki vereceğimizi belirler. Önerinizi sunduktan sonra dirençle karşılaşırsanız, kendi düşüncenizi kabul ettirmek için ısrar etmekten kaçınmakta yarar vardır. Bunun yerine direnenlerin size neden karşı çıktığını anlamaya çalışın ve yanıtlarınızı buna göre belirleyin. Mesajlara Karşı Koyanların Duygularını Anlamaya Çalışın Mesajlara karşı koymanın temelinde iki duygu bulunmaktadır; güvensizlik ve korku. Güvensizlik: Dinleyicileriniz ya sizden ya da önerilerinizden hoşlanmamış olabilirler. Bu durumda kendinize “Kaynağa duyulan güvenin ardında yatan kişisel özellikler nedir?” sorusunu sormanız gerekir. Korku: Dinleyicileriniz düşüncelerinizden hoşlanmıyor olabilir çünkü onlar için potansiyel olarak olumsuz sonuçlar doğuracağından korkmaktadırlar. Mesajların İkna Boyutunu Artırın Bunun için başvurulan ilk seçenek, gelişmiş bir retorik (söz söyleme sanatı) kullanımıdır. İnsanlar bir iletiyi dinleyebilecek arzu ve imkâna sahip olduklarında, iletiyi kodlama önceliklerini, zayıf söylemlere kıyasla, ikna yönünden daha güçlü olan tartışmalardan yana kullanırlar. Araştırmacılar, mesajların ikna boyutunun artırılması için, bu iletilerin eylemler ve inançlar doğrultusunda daha gerçekçi ve inandırıcı ögeleri içermesi, alıcının ilgi alanlarına vurgu yapılarak dikkatin sağlanması ve de daha kolay anlaşılabilir bir metinsel dizgiye başvurulması gerektiğini öne sürmüşlerdir. İletiler yeniden gözden geçirilerek, etkinliği azaltan noktalar saptanmalıdır. Bu araştırma çerçevesinde ayrıca, iletilerin ikna boyutlarına etki edebilecek diğer nitelikler de tanımlanmıştır. Mesajın netliği, duygu ve korkulara olan atfı/hitabı ve mizahi boyutu, durumsal olarak ikna boyutunun ileti içerisinde hangi durumlarda artıp hangi durumlarda azalacağı olasılıklarını da kapsayacak şekilde incelenmiştir. Tartışmaların, okuma ya da başka bir kaynaktan dinlemeye kıyasla, direkt olarak esas kaynaktan alıcıya ulaştığında daha ikna edici ve etkin olduğu gözlemlenmiştir. Sürekli olarak tekrar edilen geçerli iletilerin de, tek bir defa dinlenen ileti dizilerine kıyasla daha ikna edici olduğu da kuşkusuz bir gerçektir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 İknaya Karşı Olma Güven Oluşturun İlişkileri ilerletmenin bir yolu da güven oluşturmaktır. Mesajlarınıza direnenlerin kaygılarını, dikkatlice dinleyerek güven oluşturabilirsiniz. Onları dinleme sayesinde, birey olarak onlara değer verdiğinizi ve kaygılarını önemsediğinizi göstermiş olursunuz. Kendilerinin dinlendiğini ve düşüncelerine değer verildiğini hissettiklerinde, onlar da sizin düşüncelerinizi dikkate alma konusunda daha açık bir hâle gelirler. Dinleyicilerinizin aklından geçenleri anladığınızı göstermek için aşağıdaki teknikleri kullanabilirsiniz: Başka sözcüklerle açıklama: Mesajlara direnenlerin görüşlerine ayna tutun. Örneğin; “Benim sadece bir grubu savunduğumu sanıyor ve bunu söylüyorsunuz.” Başka sözcükler kullanmak, dinleyicilerinizin, “Evet aynen öyle” gibi yorumlarda bulunmalarına yol açmaktadır. Kişiye en azından küçük bir onay sözü söyleterek ortak bir nokta yakalar ve sizin düşüncelerinizi almaya eğilimli olmasını sağlarsınız. Meseleleri aydınlatın: Mesajınıza karşı direnç gösterenlerin asıl ve öncelikli kaynaklarını saptayın. Örneğin; “Söylediklerinizden iki temel kaygınızın olduğunu anladım. Belirttiğiniz ilk kaygı, muhtemelen daha önemli, doğru mu?”Burada da tekrar bir anlayış ve anlaşma düzeyi yakalamış olursunuz. Ayrıca, önemli olan ve olmayan soruları birbirinden ayıklama yeteneğiniz olduğunu da göstermiş olursunuz. Genel yaklaşıma göre, iletinin uzman ya da güvenilir bir kaynaktan alınması, ikna ortamının güçlü olmasını sağlar. İkna ortamı üzerinde etki yapan kaynak/temel nitelikler arasında, hedef odaklı olma ve de kaynağın çekiciliği bulunmaktadır. Ancak, alıcının rasyonel ve eleştirel bir yaklaşım belirlemesi, ileti kaynağının güvenilirliğinin ikna ortamı üzerindeki etkilerini azaltabilir. Sözlü ve Sözsüz Mesajlarınız Tutarlı Olsun Sözlü mesajların sözsüz mesajlarla tutarlı bir yapı arz etmesi bireylerin ikna düzeyini artırmaktadır. Beden diliniz ve ses tonunuz mesaj göndermektedir. Bu iletişim araçlarının sözlü mesaj içeriğiyle uyumlu olduğundan emin olun. Eğer uyumlu olmazlarsa, size direnç gösteren kişiler, sizi güvenilmez ve kendi konumuyla çelişen biri olarak görür, direnişlerini daha da sertleştirerek güvensizliklerini derinleştirirler. İkna etme sanatında etkili olan kişiler, kızgın ve duygusal olduklarında başarılı olamadıklarını fark etmektedirler. Çünkü kaynağın, kızgın ya da duygusal olması, ikna edilmek istenen insanlarda da aynı duyguları yaratır. Bu tür bir şey oluştuğunda kaynak, durumu kabullenerek dinleyicilerinden özür dilemelidir. Kaynağın kendi yanlışını açıkça kabullenme cesareti göstermesi, dinleyicilerde güven ve inanılırlık oluşturmaya yardımcı olur. Kendi Görüşlerinizden Önce Direnç Gösterenlerin Görüşlerini Aktarın İleteceğiniz mesaja direnç gösterileceğini düşünüyorsanız, onlarınki ve sizinki olmak üzere; iki taraflı bir sav hazırlayın. Sunum süresince size direnç gösterenlerin düşüncelerine öncelik verin. Böyle yaparak size karşı çıkma olanaklarını ortadan kaldırır ve onları savunmasız bırakmış olursunuz. Bu olanaktan yoksun kaldıklarında, tartışmaya daha açık hale gelecekler ve eldeki sorunun çözümüne katkıda bulunacaklardır. Daha sonra kendi savınızı ileri sürün. Savınıza karşı çıkanların savlarından daha güçlü çözümler sağladığınızı gösterin. Mümkünse çözümlerinizin onların düşüncelerini, çıkarlarını, değerlerini ve kaygılarını nasıl içerdiğini de gösterin. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 İknaya Karşı Olma Teşviğe Başvurun Değişikliğin sağlanabilmesi için başvurulan bir başka yöntem ise, ücrette/talepte kısıntılara başvurarak ya da başka teşvik unsurlarını öne sürerek, anlaşma ortamını sağlamlaştırmaktır. Etkili satış stratejilerinin arasında “ödüller”, “atılımlar” ve de “hepsi bu değil” gibi söylemler bulunmaktadır. Burger (1986), anlaşma ortamının oluşturulabilmesi için esas olanın yumuşak olmak değil, yumuşak görünmek olduğunu belirtmektedir. Böylece, satış fiyatı 1 TL olan kekin yanında hediye olarak sunulan kurabiye, daha cazip görünecektir. Teşvik unsurlarının finansal olması ya da ürünle ilgili olması büyük önem taşımaktadır. Böylelikle, satış elemanı bu anlaşmadan sadece maddi değil, dostluk ve saygı doğrultusunda manevi bir getiri de elde etmiş olur. Ortak Kanaatin Sağlanması İnsanlar, uygun görülen ya da istenen davranış ve oluşumları savunmak ve de kendi faaliyetlerini meşrulaştırabilmek amacıyla, diğer insanların faaliyet ve kişilerine sıkça atıfta bulunurlar. Cialdini (2001) bu yaklaşımı “sosyal kanıt etkisi ilkesi” olarak adlandırmıştır. İnsanların bu referans yönlendirmelerine karşı ilgi duyduğu algısı, kişinin bu alternatif kaynağa karşı olan takdirinin artmasını sağlar. Delilik ve de panikler, bunun en güzel örneklerindendir. Böylece, alternatif kaynağın en popüler kanaat önderi olduğuna, ya da insanların bu seçimi yaptığına dair bir strateji oluşturulur. Ancak bireylerin kendilerini eşsiz görme arzuları çerçevesinde bu stratejinin geri tepme olasılığı da olduğundan, bu yaklaşım son derece dikkatli bir biçimde uygulanmalıdır. Enderliğin Vurgulanması İnsanlar ender olan şeylere sahip olma yönünde bir arzu duyarlar, enderliğin vurgulanması ikna sürecinde etkili bir yöntemdir. . İnsanlara bir ürüne ulaşmanın zorluğu, ürünün enderliği ya da karar sürelerinin kısıtlılığı ile ilgili iletilerin gönderilmesi, etkili bir strateji olabilir. Enderlik, birkaç işlemin başlatılmasıyla vurgulanabilir. İlk olarak, toplumsal boyuttaki enderlik algısı, ender olan ürünün azlığının yoğun talep doğrultusunda ortaya çıktığı yönündedir. İkinci işlem ise, enderliğin rekabetle ilgisi bulunduğu, dolayısıyla, ender bulunan bir ürüne sahip olan bir insanın bir yarışma kazandığı ya da büyük bir başarı gösterdiği yönündeki algısal yaklaşımın sağlanmasıdır. Üçüncü faktör, özellikle zamansal kısıtlılığın, karar sürecinin daha sezgisel bir yaklaşımla gerçekleşmesi zorunluluğunu teşkil etmesidir. Karşılık Anlayışın Oluşturulmasının Kişilerarası ilişkilerde gözlemlenen sorumluluk ve zorunlulukların eksiksiz bir biçimde yerine getirilmesi, tekliflerin cazipliğini artıran bir unsurdur. Bu strateji, bir kişiden bir ricada bulunmadan önce, ona küçük de olsa bir iyilik yapılmasını kapsar. Bu jestler, etkileşimin sağlanmasını, karşılık anlayışının oluşumunu ve de yapılan iyiliğe karşılık verilmesi zorunluluğunu da beraberinde getirir. Regan’ın bulguları (1971), potansiyel bir müşteriye içecek ikram ederek, içeceğin 2.5 katı fiyata satılan piyango biletlerinin satışının ikiye katlanabileceği yönündedir. Bu karşılık stratejisi, en katı ve en itici satış elemanları için bile faydalı bir yaklaşımdır. Bu etki faktörü, kişilerce belirlenen geniş boyuttaki talepler için de zemin hazırlar. Etki eden faktörün müşteriyle hemfikir olma ya da hizmet etme yönünde gerçekleştireceği herhangi bir hareket, müşterinin Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 İknaya Karşı Olma karşılık verme zorunluluğunun artmasını sağlayabilir. İçecek ikramı, kapı açma, hemfikir olma ve hediyeler, karşılık zorunluluğunu artıran etmenlerdir. Tutarlılığın ve Bağlılığın Oluşturulması Uyum ve rızayı sağlamak için başvurulan bir başka teşvik modeli ise; kişinin öz benliğinin hareketleriyle tutarlılık göstermesidir. Tutarsızlık, öz saygı önünde bir tehdit unsurudur. Kişilerin bir fikir ya da eylem için vaatlerde bulunmasını sağlamak, ilerleyen zamanlarda talep edilecek hususların gerçekleşme ihtimalini artırır. Küçük rızayla ileride gerçekleşecek talepler arasındaki benzerlik ne kadar fazlaysa, ısrar etkisi o kadar ikna edici olur. Bağlılık, bireyin faaliyetleriyle ve hareketleriyle olan ilişkisini bir arada tutan güçlü bir yapıştırıcıdır. Başlıca bağlılıkların belirsiz hareketler yaklaşımıyla olan ilişkisi, konuyla ilgili kesin bilgiye sahip olmayan bireylerin, kesin detayları öğrendikten sonraki olası fikir değişimlerinin de önüne geçer. Alfa ve Omega Stratejileri Alfa stratejisinin adımlarından biri de, karşılıklı faydanın sağlanacağının vurgulanmasıdır. İknaya karşı koymanın üstesinden gelmeyle ilgili Alfa ve Omega Stratejileri geliştirilmiştir. Alfa stratejileri literatürü ne kadar zengin olsa da, aynı şeyin Omega stratejileri için geçerli olduğu söylenemez. Bu bölümün esas amacı, değişikliğe karşı olan direnci azaltmayı gaye edinmiş olan çeşitli stratejileri bir arada toplamak ve tanımlamaktır. Aşağıdaki tablolarda bu stratejiler belirlenmiştir. Bu doğrultuda klinik psikoloji, sosyal psikoloji, iletişim bilimleri ve pazarlama alanındaki değişiklikler üzerinde çalışmalar yapan yazarların eserlerinden oluşan geniş bir çerçeve üzerinde incelemeler yapılması gerekmektedir. Tablo 8.2. Alfa İkna Stratejileri Mesajları daha ikna edici hâle getirin. Teşvik edin. Kaynağın güvenilirliğini sağlamaya çalışın. Herkesin bu konuda uzlaştığı bilgisini verin. Mal ve hizmetin enderliğini vurgulayın. Karşılıklılık ilkesi oluşturun. Tutarlılık ve bağlılığı vurgulayın. Eylemi doğrulayan ve gerçekleştirmeye mecbur eden argümanlar yaratın. İtaati sağlamak için ekstra nedenler gerçekleştirin. İkna ediciliği artırmak için daha uzman ve çekiciliği yüksek kaynaklar kullanın. Kaç kişi bunu yapıyor, istiyor gösterin. Hedef kitlenize az bir zaman için kısıtlı mal ve hizmet olduğunu belirtin. Karşılıklı faydanın sağlanacağına ilişkin ifadeler kurun. Arzu edilen davranışla tutarlı görünen küçük eylemler talep edin ve hedef kitlenizin öncelikli eylemlerini yeniden tanımlayın. Kaynak: Knowles ve Linn, 2004:120. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 İknaya Karşı Olma Tablo 8.3. Omega İkna Stratejileri Kaçınmaya Karşı Dayanıklılık Doğrudan Hedef Dayanıklılığı Dolaylı Hedef Dayanıklılığı Dikkat Dağıtmaya Karşı Dayanıklılık Aksatmaya Karşı Dayanıklılık Tüketime Karşı Dayanıklılık Değişikliğin Sağlanması İçin Dayanıklılara Başvurma İknaya karşı koymayla baş edilmek için uzmanlar pek çok strateji geliştirmişlerdir. Etkileşimlerin danışma ve de iletişimden arındırılması suretiyle yeniden tanımlanması Ücrette azaltmaya gitmek, endişeleri gidermek ve de garanti vermek suretiyle isteksizliğe karşı bir iletişim modeli geliştirilmesi İsteksizliği kırmak amacıyla güven, saygı ve yeterlilik ortamının oluşturulması Endişelerden arındırma amaçlı dikkat dağıtma hareketi İletilere odaklanmanın sağlanması için hoşnutsuzluktan bertaraf olunması Eleştirel yaklaşımlara ya da dayanıklılığa yer verilmemesi için fırsatlar oluşturulması Paradoksal buyruklar ve zıtlık psikolojisi gibi araçlar yardımıyla mesajın somutlaştırılarak değişikliğe karşı tüm olumsuz kanaatlerin giderilmesi Kaynak: Knowles ve Linn, 2004: 125. Görüldüğü üzere iknaya karşı koymayla baş edebilmek için sosyal bilimciler pek çok strateji geliştirmişlerdir. Bu stratejiler, bireyin bir eyleme ya da fikre doğru harekete geçmesini sağlamak üzere yapılandırılmıştır. Bu stratejiler, iknayla doğrudan mücadele etmek yerine farklı ve daha dolaylı yollar izleyerek karşı koyma davranışını kırmayı amaçlamaktadır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 Özet İknaya Karşı Olma •İnsanların çevrelerindeki kişi, konu ya da durumlara ilişkin geliştirdiği tutumlar olumsuzluk arz edebilir. Birey, ikna edici iletişimin mesajlarına ve kendisine önerilen tutum değişimine direnç gösterebilir. Mesajı hazırlayan kaynağa duyduğu güvensizlik, bunun arkasında başka bir niyet yattığını düşünmesi, etkilenmeye çalışıldığını fark etmesi gibi nedenler yüzünden, mesajların içeriğini reddedebilir. Bu şekilde gerçekleşen uymama davranışı, kendisine verilen bilgiyi doğru bulmayışı ya da ters tepki göstermesiyle ilgili olabilir. •İknaya karşı koymayı etkileyen önemli bir unsur da; hepimizin sahip olduğu kişilik yapılarıdır. Dışadönük, özgürlüğüne düşkün, karar verirken mantıklarını kullanan, soyut düşünce yeteneği gelişmiş, bireyselliği önemseyen bireyler, mesajın içeriğini ve kaynağın yeterliliğini tartışabilirler. Bu da karşı koyma davranışını artırır. Bireyin öğrenme düzeyi, kaynağa duyduğu güven, alışkanlıkları, içinde bulunduğu gruplar, özgürlüğe verdiği önem de, yine kişilik faktörlerinin yanında, karşı koyma davranışını etkileyen diğer unsurlardır. •Birey iletişimi çürütme, kaynağı kötüleme, iletişimi çarpıtma, mantığa bürüme ya da nedensiz reddetme yollarını kullanarak ikna edici iletişime karşı koyabilir. Mesajlara karşı koyanların çıkarlarının saptanması, duygularının anlaşılması, mesajların ikna boyutunun artırılması, güven oluşturulması, sözlü ve sözsüz mesajların birbiriyle tutarlı olması gibi faktörler, iknaya karşı koymayı azaltma/önleme teknikleri olarak belirtilmektedir. Ayrıca; direnç gösteren kişilerin görüşlerine yer verilmesi, dinleyicilerin farklı şekillerle teşvik edilmesi, ortak bir kanaat sağlanması için çaba gösterilmesi, karşılıklı anlayışın, tutarlılığın ve bağın oluşturulması da yine iknaya karşı koyma davranışına karşı geliştirilen yöntemler arasında yer almaktadır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 Ödev 2 Ödev 1 İknaya Karşı Olma •Çevrenizdeki insanlar iknaya karşı koymada hangi yolları daha fazla kullanmaktadırlar? Araştırarak, yorumunuzu 200 kelimeyi geçmeyecek şekilde bir rapor hâline getiriniz. Hazırladığınız ödevi yandaki linki kullanarak gönderebilirsiniz? •Arkadaşınızı ona faydalı olacağını düşündüğünüz bir kitabı okumaya ikna etmek istediğinizi düşünelim. Arkadaşınız bu öneriye direndiğinde, bunun üstesinden nasıl geleceğinizi açıklayan, 200 kelimeyi geçmeyecek biçimde hazırladığınız raporu, yandaki linki kullanarak gönderiniz. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 İknaya Karşı Olma DEĞERLENDİRME SORULARI Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz. 1. Aşağıdakilerden hangisi “iknaya karşı koymayı” tanımlamaktadır? a) Karşı koyma, bireyin değişim yönünde uğradığı baskıya direnmesidir. b) Karşı koyma, bireyin bilişsel, duygusal ve davranışsal yapısıdır. c) Karşı koyma, bireyin tutum nesnesine ilişkin sahip olduğu bilgi ve duygulara uygun olarak hareket etme eğilimidir. d) Karşı koyma, kişinin çevresindeki soyut-somut, canlı-cansız her şeye karşı sahip olduğu bir ön eğilimdir. e) Karşı koyma, bireyin kaynağın iletilerine yönelik olumlu tepkiler göstermesidir. 2. Aşağıdakilerden hangisi bireyin iknaya karşı koymasının nedenleri arasında yer almaz? a) Bireyin kendisine iletilen mesajın ikna etmeye yönelik bir niyet taşıdığını fark etmesi b) Bireyin, ikna sürecinde özgürlüğünün tehdit altında kalacağını düşünmesi c) Bireyin ikna edilmeye yönelik bir niyetin varlığını önceden bilmesi d) Bireyin otoriter bir kişilik yapısına sahip olması e) Bireyin içinde bulunduğu grup yapılarına uyma isteği 3. “Annesi Ayşe’ye bir şeyi yapmasını söylediğinde Ayşe de bunu sırf annesine inat olsun diye yapmadığında” Ayşe hangi tür uymama davranışını göstermiştir? a) Kuralsal sosyal etkiye dayalı uymama davranışı b) Bilgisel sosyal etkiye dayalı uymama davranışı c) Bağımsız uymama davranışı d) Bağımlı uymama davranışı e) Alışkanlıkla uymama davranışı 4. Aşağıdaki kişilik özelliklerinden hangisi ikna edici mesajların kabul edilme oranını artırmaktadır? a) Özgür düşünce sahibi olmak b) Grup odaklı bir kişilik yapısına sahip olmak c) Net ve soyut düşünebilmek d) Bireysel olmak e) Şüpheci ve tedbirli olmak 5. Aşağıdakilerden hangisi iknaya karşı koymada önemli sayılan unsurlar arasında yer almaz? a) Unutma b) Güvenilirlik c) Öğrenme d) Alışkanlıklar e) Gruplar 6. Aşağıdakilerden hangisi “bireyin kendi konumları ya da görüşleriyle arasındaki farkı azaltacak biçimde iletişimi yanlış algılamasını” ifade etmektedir? a) İletişimi nedensiz reddetme b) Mantığa bürüme c) İletişimi çürütme d) Kaynağı kötüleme e) İletişimi çarpıtma Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19 İknaya Karşı Olma 7. Aşağıdakilerden hangisi bireyin, “mesajın kaynağına dayalı olarak karşı koyma davranışı içinde olmasını” ifade etmektedir? a) Kaynağı onaylama b) Kaynakla çelişme c) Kaynağı kötüleme d) Kaynağı çarpıtma e) Kaynağı çürütme 8. Aşağıdakilerden hangisi “mesajın ikna boyutunun artırılmasında” başvurulan yollardan biri değildir? a) İletilerin eylemler ve inançlar doğrultusunda daha gerçekçi ve inandırıcı öğeleri içermesi, b) İletilerin tamamen silinip, yerine yenilerinin oluşturulması c) Alıcının ilgi alanlarına vurgu yapılarak dikkatin sağlanması d) İletilerin, daha kolay anlaşılabilir bir metinsel dizgiye başvurarak aktarılması e) İletilerin yeniden gözden geçirilerek, etkinliği azaltan noktaların yeniden gözden geçirilmesi 9. Aşağıdakilerden hangisi “dinleyicide güven oluşturan” unsurlardan biridir? a) Kaynağın, mesajlara direnenlerin düşüncelerini dikkate almadan, sabit ve değişmez bir tutum izlemesi b) Kaynağın popüler olması c) Kaynağın erkek olması d) Kaynağın konusunda uzman olması e) Kaynağın gündelik yaşamda tanıdığımız kişilere benzemesi 10. Sosyal bilimcilerin “iknaya karşı koymayla mücadelede geliştirdikleri stratejilerin” adları nedir? a) Alfa ve Beta b) Beta ve Omega c) Alfa ve Omega d) Gama ve Omega e) Alfa ve Gama Cevap Anahtarı 1.A, 2.E, 3. D, 4.B, 5.A, 6.E, 7.C, 8.B, 9.D, 10.C Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20 İknaya Karşı Olma YARARLANILAN KAYNAKLAR Brinol,P. Rucker, D.D.,Tormala, Z.L.,Petty, R.E. (2004). “Individual Differences in Resistance to Persuasion: The Role of Beliefs and Meta-Beliefs”. Eric. S. Knowles ve Jay A. Linn (ed.) Resistance and Persuasion. (s.83-104). Mahwah, New Jersey: LEA. Ertürk, D. (2010) Davranış Bilimleri. Ankara: Nobel Yayınları. Güney, S. (2009). Sosyal Psikoloji. Ankara: Nobel Yayınları. Gürüz, D., Temel Eğinli, A. (2008a). İletişim Becerileri. Ankara: Nobel Yayınları. Freedman, J.L., Sears, O.D., Carlsmith, J.M. (2003). Sosyal Psikoloji. (Çev.Ali Dönmez). Ankara: İmge Kitabevi. (1993). Hogg, M.A. Vaughan, G.M. (2007). Sosyal Psikoloji. (Çev. İbrahim Yıldız, Aydın Gelmez). Ankara: Ütopya Yayınları (2005). Luecke, R. (2007). Güç, Etki ve İkna. (Çev. Turan Parlak). İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Jamieson, H. (1996). İletişim ve İkna. (Çev. Nejdet Atabek, Banu Dağtaş). Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Eğitim Sağlık ve Bilimsel Araştırma Çalışmaları Yayınları. Knowles, E.S., Linn, J.A. (2004a). “The Importance of Resistance to Persuasion”. Eric S. Knowles ve Jay.A. Linn (ed.). Resistance and Persuasion. (s.3-9). Mahwah, New Jersey: LEA. Knowles, E.S., Linn, J.A. (2004b). “Approach-Avoidance Model of Persuasion: Alpha and Omega Strategies for Change”. Eric S. Knowles ve Jay.A. Linn (ed.). Resistance and Persuasion. (s. 117-148). Mahwah, New Jersey: LEA. Kağıtçıbaşı, Ç. (1996). İnsan ve İnsanlar. İstanbul: Evrim Yayınları. Sakallı, N. (2006). Sosyal Etkiler. Ankara: İmge Yayınları. BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR Hogan, K. (2007). Başkalarını Sizin Gibi Düşünmeye Nasıl İkna Edersiniz?.(Çev. Timuçin Seyit Güneş, Emel Karanimoğlu). İstanbul: Pegasus Yayınları. Nirenberg, J.S. (2009). 10 Adımda İkna Gücü. (Güler Ateş). İstanbul: İkarus Yayınları. Packard, V. (2006). Çaktırmadan İkna. (Çev. Gürkal Aylan). İstanbul: Media Cat Yayınları Vitale, J. (2007). Kelimelerle İkna Etmenin Yolları. (Çev. Zeynep Yaman, İlke Haydaroğlu). İstanbul: MediaCat Yayınları. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21 HEDEFLER İÇİNDEKİLER İKNA EDİCİ KONUŞMA • Konuşma Kavramı • Karşılıklı Konuşmanın Yapısı • İkna Edici Konuşmanın Temel Unsurları • İkna Edici İletişimin Temel İlkeleri • Kendinden Emin Konuşmak • Telefonla Konuşmak • Kötü Konuşmalar • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • Konuşma kavramını tanımlayabilecek • Karşılıklı konuşmanın yapısını kavrayabilecek • İkna edici konuşmanın temel unsurlarını ayırt edebilecek • İkna edici iletişimin temel ilkelerini açıklayabilecek • Kendinden emin konuşmanın nasıl gerçekleştirileceğine ilişkin bilgi sahibi olabilecek • Telefonda etkin bir konuşma gerçekleştirebileceksiniz • Kötü konuşmalardan kaçınmayı öğrenebileceksiniz. İKNA VE İKNA PSİKOLOJİSİ ÜNİTE 9 İkna Edici Konuşma GİRİŞ Konuşma yeteneği sözlü iletişim sürecinin esas dinamiğidir. Ayrıca, konuşma yeteneği, insan hayatında ve ikna edici iletişim sürecinde önemli bir yer tutar. Konuşması güzel ve düzgün insanlar daha rahat iletişim kurarlar ve karşıdakiler üzerinde daha ikna edicidirler. Karşılıklı konuşma, katılanlar arasında işbirliği ve eşgüdümün yaratılması sonucunda gerçekleştirilir. Konuşmada katılımcılar, konuşmanın süresi, konuşurken onlara eşlik eden beden dili, mekân, ses tonu gibi konularda oluşan belirli kurallara uyarlar. Bu kurallar hakkında bilgi sahibi olmak, konuşmacıyı daha etkin kılmakta ve ikna sürecini daha başarılı kılmaktadır. Konuşma, söz aracılığıyla insanları ikna etmek, cezbetmek, büyülemek, tartışmaya ve muhakeme etmeye sevk etmek gibi pek çok amaca hizmet etmektedir. Özellikle iletişim alanında uzmanlaşmış kişiler, konuşmanın insanlar üzerindeki bütün olanaklarından yararlanmak için kendilerini geliştirmektedirler. Bu bölümün amacı; ikna edici iletişim sürecinde konuşma kavramını açıklamak, ikna edici konuşmanın unsurlarını analiz etmek ve kişilerarası iletişimdeki önemine değinmektir. KONUŞMA KAVRAMI Sözlü iletişim denildiğinde, kişinin kendini ifade etmesinde ve diğer kişileri anlamasında temel araç konuşma olduğu için, ilk olarak konuşma dili akla gelmektedir. Sözlü iletişim ile aynı anlamda değerlendirilen konuşma, burun, yutak, nefes borusu, akciğer ve daha fazlasını içeren son derece karmaşık bir mekanizma olarak ifade edilmekte, büyük ölçüde kontrollü ses ve havanın birleşiminin konuşmaya yol açtığı görülmektedir. Konuşma özelliği insanı diğer canlı varlıklardan ayıran en önemli özelliklerden biridir. İnsanın konuşma sesi zengin bir içeriğe sahiptir ve sonsuz sayıda cümle kurarak kendini ifade etmesine olanak tanımaktadır. Konuşma; toplumun belirli seslere yüklediği anlamları bellekte tutabilmeyi ve dizgisel bir biçimde kullanabilmeyi öğrenmektir. Konuşma, insanın toplumsal olarak kabul edilmiş bir anlaşma olan dili, dolayısıyla toplumun kurallarını yeni kuşaklara öğretmesi anlamına gelmektedir (Gürüz ve Eğinli, 2008: 95-96). Konuşma eylemi, mesajı aktarmak için kullanılan sözel davranış tarzlarıdır. Söz konusu tarzlar konuşmayı yapanların amaçlarına göre farklılaşır. Bazı konuşma eylemi tarzları; ricalardır, savlardır, öğütlerdir, sorulardır, açıklamalardır, yorumlardır, eleştirilerdir ve önerilerdir (Reardon, 2002: 111112). Sözlü iletişim; yüz yüze görüşmeler, toplantılardaki konuşmalar, sözlü brifingler, halka hitaplar, sözlü sunumlar, telefonda yapılan görüşmeler, eğitim kursları, konferanslar, resmî konuşmalar, komiteler ve oryantasyon (uyum) programları gibi çeşitli biçimlerde kurulur. Sözlü ve sözsüz iletişim, iki temel iletişim kurma yöntemidir. Sözlü ve sözsüz, her iki iletişim biçimi de, iletişim sürecinde anlam iletiminde kullanılır (Tutar ve Yılmaz, 2010: 55). İkna edici iletişimle ilgilenen ilk uzmanlar, konuşma yetisini geliştirmek üzerine çalışmışlardır. İletişim alanındaki büyük gelişmelere karşın yine de insanoğlunun çevresindekilerle anlaşmasını sağlayan en etkili araç, onun konuşma yetisidir. Ailede olsun, okulda olsun, toplumun başka kurum ve kesimlerinde olsun, bireyselliğimizi ancak konuşma yoluyla kanıtlayabiliriz. Birçok etkinliğe konuşma düzleminde katılırız. Düşündüklerimizi, tasarladıklarımızı, özlemlerimizi, öfkemizi, konuşma aracılığıyla ifade ederiz (Özdemir, 2010: 21). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 İkna Edici Konuşma Konuşmanın nasıl doğduğu ve günümüze kadar nasıl geldiği merak edilen bir konudur. Özellikle insanın ilk olarak hangi dili konuştuğu ve hangi kelimeleri söylediği dil bilim alanında dikkat çeken bir konudur. Ancak bu soruların çoğunun tam olarak bir yanıtı yoktur. Geçmişe dönük bilgiler ancak yazılı metinlerden elde edilenlerdir. En eski yazılı metinlerin Sümerlere ait olduğu bilinmektedir. Konuşma ve dile yönelik ilk çalışmalar ise Eski Yunan döneminde gerçekleştirilmiştir (Gürüz ve Eğinli, 2008: 96). İkna, dilin özelliklerini ve belli tartışma yapılarını, sözle veya yazıyla ifade edilebilen duygusal hitaplarla birleştiren tekniklerin uygulaması olan retorikten etkilenir (L’Etang, 2002: 190). Bu dönemlerde retorik olarak da adlandırılan etkili konuşma sanatı, üç unsura sahip olarak tanımlanmıştır; ethos, pathos ve logos. Bu üç unsuru şu şekilde açıklayabiliriz (Meyer, 2009:25-38): Ethos (Etik) Yunanlılara göre; ethos (etik) ben imgesi, karakter, kişilik, davranış özellikleri, yaşam ve amaç tercihleridir. Konuşmacının sahip olduğu erdemler, doğru ve iyi tavırlar onun imgesini oluşturur ve ona bir otorite kazandırır. Konuşmacının etiği, onun uzmanlığı ve otoritesinin kaynağıdır. Sözgelimi, babasına sürekli “niçin?” diye soran bir çocuğu düşünelim. Çocuk aslında babasının verdiği yanıttan çok, onun her soruya nokta koyacak yanıtları bilme kapasitesiyle ilgilenmektedir. Babasına güvenmek istemektedir. Konuşmacının kendi yaşam biçimini sürdürürken seçtiği araçlar (sosyal özellikler, gelenek, görenek, dikkat, cesaret vs.) ve amaçları (adalet, mutluluk vs.) onun kendi değerini kanıtlar. Kurumsal açıdan düşündüğümüzde ethos, itibar anlamına gelmektedir. İnsanların kişinin ya da kurumun tutarlılığına, dürüstlüğüne, yeterliliğine duyduğu inançtır. Karşımızdakine verdiğimiz güvendir. Pathos (Duygu) Konuşmacılar, dinleyicilerinin duygularını dikkate almak zorundadırlar. Pathos; dinleyicinin sorularını, bu sorular ve yanıtlar karşısında hissettiği heyecanları, kendisine göre bu soruların yanıtlarını doğrulayan değerleri ifade etmektedir. Umut, umutsuzluk, korku, heyecan, coşku gibi duygular konuşmanın içeriğine ve biçimine yedirildiğinde, ikna edici konuşma biçiminin duygu eksenli tarafı tamamlanmış olur. Konuşmalar bazen duyguya bazen kanıtlara ve mantığa dayalı olarak kurgulanabilir. Duygular, dinleyiciyi bir savı desteklemesi için harekete geçiren güçlü bir depodur. Pathos, empati yeteneğidir, insanların ihtiyaçlarına ve söylediklerine duyarlı olmayı kapsar. Logos (Mantık) Logos, konuşmacının mantığını ve muhakeme yeteneğini kullanmasıdır. Konuşmacı kendi iddialarıyla karşıdakilerin iddialarını bir arada çözümlemeye çalışır. Bunu sağlamak için güçlü kanıtlara başvurur. İyi bir konuşma etik, duygu ve mantık unsurlarını barındırmalıdır. Günümüze kadar yapılan çalışmalar ikna edici konuşmada, bu üç unsurun temel oluşturduğunu göstermektedir. Bu üç unsurun ağırlığı ve kullanılma oranları, ortama, konuya, karşıdaki kişi/kişilerin özelliklerine göre değişmektedir. Bazı konular üzerinde ve birey/bireyler karşısında pathos’u yüksek bir konuşma daha ikna edici olurken, bazılarında logos ya da ethos ön plana çıkmaktadır. Bireylerin herhangi bir konuda ikna olmaları için önce konuşmacıya güvenmeleri, konuşmacının heyecan ve tutkusunun onlara da geçmesi ve konuşulanların mantıklı ve gerçekçi olması gerekmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 İkna Edici Konuşma KARŞILIKLI KONUŞMANIN YAPISI Konuşma zannedildiğinden daha karmaşık bir etkinlik sürecidir ve oldukça örgütlenmiş bir yapıya sahiptir. Katılanların nasıl konuşacakları konusunda işbirliği kurallarını kullanmaları nedeniyle, devam etmeleri ya da konuşmayı sonlandırmaları gerekir. Konuşma zannedildiğinden daha karmaşık bir etkinlik sürecidir ve oldukça örgütlenmiş bir yapıya sahiptir. Katılanların nasıl konuşacakları konusunda işbirliği kurallarını kullanmaları nedeniyle, devam etmeleri ya da konuşmayı sonlandırmaları gerekir (Reardon, 2002: 107-108). İnsanlar bir konuşmada ne söylemesi ya da ne söylememesi gerektiği konusunda kuralları kararlaştırmadan önce, karşılıklı konuşmanın etkileşim ifadelerinin yapısını bilmesi gerekir. Aşağıdaki listede tanımlanan beş safhayı, karşılıklı konuşma modelinin yapısı olarak önerebiliriz (Reardon, 2002: 110-111): Başlangıç safhası: İnsanların birbirleriyle selamlaştıkları zamanki safha. Kural tanımlama safhası: Etkileşim tipi ya da onun gerektirdiği zaman süresi konusunda bir müzakere ve uzlaşmaya varma dönemi. Kuralı doğrulama safhası: İletişimciler arasındaki etkileşim tarzının düşünülmesi ve onun için ayrılacak zaman miktarında uzlaşma safhası. Stratejik gelişme safhası: Karşılıklı konuşma konusunun tartışılması sırasındaki safha. Sonlanma safhası: Veda ya da konunun değişmesini içeren safhadır. Bu safhalara uygun bir konuşma görelim: J: Selam S. her şey yolunda mı? S: Önemli bir şey yok. Ama seninle konuşmaya ihtiyacım var. J: Dersime gidiyorum, onun için çok kısa olsun. S: Bana iki dakika ver. Konuşurken seninle yürürüm. J: Tamam. Neyin var? S: Geçen hafta iki tarih dersini kaçırdım. Sınav yaklaşıyor ve birinin notlarını ödünç almam gerekli. Sen ne dersin? J: Sorun değil. S: Çok iyi. Teşekkürler J. sonra görüşürüz. J: Tamam. Kendine iyi bak. Bu örnekte, başlangıç safhası selamlaşmayı içermektedir. Kural tanım safhası J’nin konuşmayı arzu edip etmeme ve süresinin ne kadar olacağını tartışmayı içermektedir. Kural doğrulama safhası J ve S’nin özet olarak konuşmada anlaştıkları zaman ortaya çıkmaktadır ve S, J ile birlikte yürümeyi önermektedir. Stratejik gelişme safhası bu karşılıklı konuşmanın ana bölümü, ödünç alınan notların tartışmasını ve daha sonra buluşmanın düzenlenmesini içermektedir. Vedalar sonuç safhasını meydana getirmektedir. Bütün karşılıklı konuşmalar bu beş safhadan oluşmayabilir. Bazı karşılıklı konuşmalar açık selamlaşmayı, kural geliştirmeyi, kural doğrulamayı, stratejik gelişmeyi ve sonlanmayı gerektirmez. İKNA EDİCİ KONUŞMANIN TEMEL UNSURLARI Sözlü iletişim “dil” ve “dil ötesi” olmak üzere iki bölüme ayrılmaktadır. Dil ötesi iletişimde bulunanların seslerinin niteliği ile ilgilidir. Ses tonu, sesin ahengi, sesin hızı, tonlama, sesin şiddeti, hangi kelimelerin vurgulandığı, duraklamalar ve benzeri özellikler, dil ötesi iletişim sayılmaktadır. Dille iletişimde kişilerin “ne” söyledikleri, dil ötesi iletişimde “nasıl” söyledikleri Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 İkna Edici Konuşma Söylenenlerin niteliği kadar söyleme biçimi de önem taşımakta ve sesli anlatımın canlılığı konuşmaya renk katmaktadır. önem taşır. Araştırmalar, insanların birbirlerine ne söylediklerinden çok, nasıl söylediklerine dikkat ettiklerini göstermektedir. Karşımızdakinin sözlerinin kapsamı kadar, ses tonundaki canlılık da, bizi ilgilendirir. Mesaj iletilirken sadece kullanılan kelimeler değil, onların söyleniş biçimine de dikkat edilir. Mesajın doğru iletilmesi, seçilen kelimelere bağlıdır, ancak algılanması önemli ölçüde dil ötesinde gerçekleşir. Sözlü iletişimde etkinlik bakımından sesin büyük önemi vardır. Ses, insanının tutumunu, duygularını ve iç dünyasını yansıtır ve bir ayna işlevi görür. Sesli anlatımın başlıca unsurları şunlardır (Tutar ve Yılmaz, 2010: 56-57): Ses Hacmi: Yüksek ses, fikirleri vurgulamak amacıyla etkili bir biçimde kullanılabilir. Buna karşın, gereksiz yere sesin yükseltilmesi mesajı olumsuz yönde etkileyebilir ve dinleyicileri sinirlendirebilir. Diğer taraftan bazı insanlar çok yumuşak bir biçimde konuşurlar. Ses hacmi ya da tonunda hiçbir değişim olmadığı için bunların konuşma biçimleri monotondur. Ses Perdesi: Etkili konuşmacılar anlamı güçlendirmek ve kullandıkları sözcüklere canlılık kazandırmak amacıyla, seslerini alçaltır ya da yükseltir. Ses perdesinin uygun kullanımı anlamı berraklaştırır. Hız: Konuşmacının sözcükleri söyleme hızının farkında olması ve bunu kontrol etmesi gerekir. Konu karmaşık olduğu zaman konuşma hızı düşürülmelidir. Kalite: Kalite, kişinin sesinin kendine özgünlüğünü anlatır, ama duygusal ve fiziksel durumlarda etkide bulunur. Tonlama ve Telaffuz: Tonlama, konuşma seslerinin yapısını anlatır. Telaffuz ise seslerin sözcükler içinde kaynaşmasıdır. Stil: En çekici stil, sohbet biçiminde olanıdır. Ezbere konuşmak yerine dinleyicilerden her birine sanki kendisiyle konuşuluyormuş hissini veren konuşma tarzıdır. Dinleme: Etkili iletişim, hem dinlemeye hem konuşmaya bağlıdır. İki tür dinleme vardır; aktif ve pasif dinleme. Aktif dinleme; dikkatli suskunluğu, etkin sessizliği ve az yanıt vermeyi içerir. Diğer kişinin fikirlerini istediği gibi ifade etmesine izin verir. Konuşmacı uzunca bir sözlü etkileşim beklemez. Suskunluk ya da tek bir sözcük yeterli olabilir. Bazen sözsüz bir karşılık daha uygun düşebilir. Pasif dinlemede ise insan, karşıdakini dinler gibi gözükür, ancak onu sadece duyar. Dinlerken karşısındaki kişinin dilini, hızını, konuşmasının içeriğini izlemez. Geri Besleme: Alıcının mesajı algılayarak, tepkisini/görüşünü kaynağa iletmesine geri besleme denir. İki tür geri bildirim vardır. Sözlü geri bildirim; ses perdesi, ses tonu ve konuşma hızıyla birlikte kullanılan sözcükleri kapsar. İkinci tür geri bildirim ise; sözlü anlatımdır. Sözlü anlatımda, konuşmacı mesajını dinleyicilere aktarır. Beden Dili: Konuşmacı dinleyicisiyle karşılaştığı anda ilk izlenimini oluşturmuş olur. En iyi strateji; emin adımlarla yürümek, notları hızlı bir biçimde düzenlemek, dinleyicilere bakmak ve derin bir nefes alarak konuşmaya başlamaktır. Öz-farkındalık: Öz-farkındalık kişinin kendini görme biçimidir. Bir sistem içinde kendimizi belli bir düzeye koyarız. Birçok sistemin parçası olduğumuz için, kendimizi gördüğümüz düzey, sistemden sisteme değişebilir. Kendini Açığa Vurma: Kendimizi daha iyi anlamanın yolu, kendimizi başkalarıyla paylaşmaktır. Kişinin kendini açığa vurması, kendisini başkalarına gösterdiği zaman ortaya çıkar. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 İkna Edici Konuşma Bir konuşmada kendini samimiyetle ifade etme, beden dilini doğru kullanma, aktif dinleme, geri besleme alma ve sesi iyi kullanma etki gücünü artırmaktadır. Sözlü iletişim biçimlerinde jest ve mimikler, dil ve dil ötesi anlamlar, kişiden kişiye ve kültürden kültüre göre değişmektedir. İkna edici konuşma için dil ve dil ötesi unsurlar kadar, iletişim yöntemlerinin de başarıyla kullanılması gereklidir. Buna göre, sözlü iletişim kurmak, bir informel iletişim biçimidir ve bu tür iletişimde aynı zamanda sempatik kanallar kullanılır. Sözlü iletişim, iletişimin en yaygın biçimidir. Sözlü iletişimin birçok avantajı vardır; verilen mesajın anlaşılma derecesi denetlenebilir, soru sorulabilir, verilen yanıtlar kontrol edilebilir, anlaşılmayan bir konu varsa açıklık getirilebilir. Eş zamanlı olarak geri bildirimde bulunulabilir. Tüm bu nedenlerle yüz yüze iletişim ve konuşma eylemi bütün iletişim türleri içinde ayrıcalıklı ve önemli yerini korumaktadır. Dinleyici, Ortam ve Konuşmacının Nitelikleri: Konuşma eylemi, insanın sosyal ilişkilerini sürdürebilmesi için en fazla ihtiyaç duyduğu becerilerden biridir. İletişim konusunda yapılan araştırmaların sonuçları, konuşmanın iletişimdeki önemini açıkça ortaya koymuştur. Dinleyici, ortam ve konuşmacının niteliklerine ilişkin şunları söyleyebiliriz (Özdemir, 2010: 33-42): Dinleyicileri Tanımak Her konuşma, bir kişiye bir şey hakkında bir şey söyleme işidir. Buna göre; konuşmayı oluşturan ilk unsur; kendisine söz söylediğimiz kişi ya da kişilerdir. Bunu “dinleyici” kavramıyla karşılıyoruz. Konuştuğumuz kişi ya da kişiler eğer yakın çevremizden insanlarsa, onlar hakkında şimdiye kadar oluşmuş bir görüşümüz vardır. Ancak bir topluluk önünde ya da hiç tanımadığımız biriyle konuşuyorsak durum değişir. Konuştuğumuz kişilerin yaş durumu, cinsiyeti, sayıları, işleri ve uğraş durumları konuşmamızın yönünü ve tarzını belirleyebilecek önemli unsurlardır. Ortam Konuşmanın ortamı da konuşmamızın yönünü etkileyebilecek unsurlardan biridir. Bir toplantı kapsamında konuşacaksak; toplantının amacını bilme, konuşmamızın özelliklerini etkileyecektir. Konuşmanın yeri ve süresine göre, konuşmamızı yapılandırabiliriz. Konuşmacının Nitelikleri Güzel ve etkili konuşabilmek için; dinleyicilerimizi tanımak, konuşma ortamımızı tanımak, bunları iyi değerlendirip çözümlememiz gereklidir. Bunun yanında konuşmacının da güzel ve etkili bir konuşma yapabilecek niteliklerinin olması gereklidir. Konuşmacı hem konuştuğu kişilere hem de topluma saygılı olmalıdır. Konuşmacı yaptığı işin önemine inanmalı ve konuşmasının sorumluluğunu taşımalıdır. Sözleriyle davranışları arasındaki tutarlılık, dinleyicilerin ona olan güvenini artırır. İyi bir konuşmacı, dinleyicilerine tepeden bakmaz. Düşüncelerini, duygularını, içtenlik ve dürüstlükle ifade etmelidir. İçtenlik, dinleyici karşısında olduğumuz gibi görünmek ya da göründüğümüz gibi olmaktır. İnandığımızı söylemekten kaçınır, söylediğimize kendimiz de inanmazsak, dileyicilerimizi de kendimize inandıramayız. İyi bir konuşmacı saygılı tavırları, samimiyeti, konu üzerindeki hakimiyeti ile dikkat çeker. İçtenlikle, dürüstlük yan yana yürür. Dinleyicilerimize söyleyeceklerimizi dolaylamalara başvurmadan, doğrudan doğruya anlatmalıyız. Dürüst bir konuşmacı, karşısındakini yanıltmak için söz oyunlarına başvurmaz. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 İkna Edici Konuşma Konuşmamızda net ifadeler kullanmalı ve konuşmamızı canlı bir tonda yapmalıyız. Bireysel Etkinlik Etkili bir konuşmacı, özellikle konuşacağı konu üzerinde düşünsel bir yetkinliğe sahip olmalıdır. Gözlemlerimiz, yaşantılarımız, öğrendiklerimiz çerçevesinde oluşturduğumuz bilgi dağarcığımız, konuşma boyunca bize destek verecektir. • Günlük yaşamda etkili ve ikna edici bir konuşmacı olduğunuzu düşünüyor musunuz? Neden? İKNA EDİCİ KONUŞMANIN TEMEL İLKELERİ Konuşma uzmanları, güzel, etkili ve ikna edici konuşmanın ilkelerini 10 madde altında toplamışlardır. Bunlar değişmez ve sabit ilkeler değildir. Ancak yaptığımız ya da dinlediğimiz bir konuşmayı değerlendirebilme açısından bu ilkeleri ölçüt olarak kullanabiliriz (Özdemir, 2010: 23-27): İyi Bir Konuşma, Yıkıcı Değil, Yapıcıdır: Konuşma insanları etkilemede önemli araçlardan biridir. Bu etkileme onları yanlış bir yöne yöneltme biçiminde olmamalıdır. İster halk ya da topluluk önünde, isterse arkadaş ve dost çevrelerinde bizi dinleyenlerin, inançlarını, değer yargılarını göz önünde bulundurmalıyız. Bunları yadsıyan bir konuşma biçimi tepkilere yol açar. Elbette ki her konuşmanın bir mesajı vardır ve dinleyicileri bir görüşe ulaştırmayı, belli bir davranış yönünde ikna etmeyi amaçlar. Ancak gerçekleri bir yana atıp, salt duygulara seslenen bir konuşmayla, karşımızdakinin duygularını sömürmekten kaçınmalıyız. Yapıcı konuşma, dinleyicilerin inançlarını, değer yargılarını, düşüncelerini olumlu bir yönde değiştirmeyi amaçlar. İyi bir Konuşma İlginç ve Değerli Konuları Kapsar: Konuşma konusu, hem kendimiz hem de dinleyicilerimiz için ilginç olmalıdır. İlgi duymadığımız bir konuda rahatça konuşamayız. Konuşmanın düzeyini belirlemede seçilen konunun büyük önemi vardır. İyi Bir Konuşma Konuşmacının Kişiliği ile Bütünleşir: Konuşmacının kişisel nitelikleriyle, konuşma arasında sıkı bir bağlantı vardır. Örneğin, yalancılığı ve ikiyüzlülüğüyle bilinen birinin “yalancılığın kötülükleri” üzerinde yapacağı bir konuşma ikna edici olmaz. İnsanlar, konuşmacının sözleriyle, nitelikleri arasında bir tutarlılık beklerler. Konuşmacının kişiliğine duyulan güven, ikna edici bir konuşmanın temel ölçütleri arasında yer alır. İyi Bir Konuşma Belli Bir Amaca Yönelir: Amaç, dinleyiciler üzerinde konuşmacının bıraktığı etkidir. Dinleyicilere ne vermek istiyorsunuz?, Onları neye, hangi gerçeğe yöneltmek istiyorsunuz? Konuşma boyunca bu soruları aklımızda tutmak zorundayız. Bir amaca yönelmeyen konuşma, dağınık ve etkisiz kalacak, dinleyicilerde bir karşılık uyandırmayacaktır. İyi Bir Konuşma, Konuşmayı Etkileyen Etkenleri Çözümleyerek Oluşturur: Konuşmayı etkileyen unsurlar; konu, dinleyici, ortam ve konuşmacıdır. İyi bir konuşma için bu unsurları bir bütün olarak değerlendirmeliyiz. Üzerinde konuşacağımız konunun boyutları nelerdir?, Dinleyicilerimiz yönünden önemi nedir?, Kimler için konuşacağız?, Konuşacağımız kişilerin toplumsal, kültürel, ekonomik Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 İkna Edici Konuşma durumları, yaş, cinsiyet özellikleri nelerdir?, Nerede, ne kadar süreyle konuşacağız?, Konuşmacı olarak durumumuz nedir? Bu soruların üzerinde durup, bunları değerlendirmeliyiz. Konuşmamızı düzenleme, hazırlama aşamasında bu soruları göz önünde bulundurmazsak başarılı bir konuşma yapamayız. Canlı ve hareketli bir üslupla, sağlam bilgilere ve kanıtlara dayalı, dinleyicinin dikkatini toplayan, yapıcı ve ilgi çekici konulardaki konuşmalar, amacına ulaşmaktadır İyi Bir Konuşma, Sağlam Bir Konuşma Yöntemi Üzerine Kurulur: Konuşma yöntemimizi, konuşma unsurlarını değerlendirmemize göre seçeriz. Genellikle tartışma, savunma, öğretme ve duygulandırma olmak üzere dört ana yöntemden bahsedebiliriz. Amaçla yöntem arasındaki bağlantıyı kurmak, başarılı bir konuşmanın ön koşullarından biridir. İyi Bir Konuşma, Dinleyicilerin İlgi ve Dikkatini Toplar: Konuşmada hangi konuda olursa olsun, dinleyicinin ilgi ve dikkatinin dağılmasını önlemek gerekmektedir. İlgi ve dikkatin canlı kalması, dinleyicilerin merakını uyandırı ve onları güdüler. Bunun için dinleyicileri iyi tanımak, söylediklerimizle onların arasında bir bağ kurmak gerekmektedir. İyi Bir Konuşma, Sağlam Bilgilere Dayanır: Hangi konuyu seçersek seçelim, o konu üzerinde rahatça, doğal bir biçimde konuşabilmemiz, konunun gerektirdiği bilgileri, araç ve gereçleri edinmemize bağlıdır. Düşüncelerin dinleyicilere iletilmesi sadece sözcüklerle olmaz, bunları konunun ve durumların gerektirdiği gereçlerle de somutlamamız gerekir. Kullanacağımız sayılar, resimler vs. bize bu konuda yardımcı olabilir. İyi Bir Konuşma, Etkili Bir Ses Tonu, El ve Yüz Hareketleri Gerektirir: İkna edici ve etkili konuşmalar, etkili bir ses tonuna dayanmalı, el ve yüz hareketleriyle desteklenmelidir. Sözcüklerin anlam ve duygu yükü, ses tonumuzla, el ve yüz hareketlerimizle zenginleşir. İyi Bir Konuşma, Canlı Bir Dil, Hareketli Bir Üslup Gerektirir: Konuşma, geniş anlamda sözlü bir iletişim biçimidir, temel aracı sözcüklerdir. Amacımıza uygun sözcükleri seçme, bunları cümle içine yerleştirme, her birinin ses ve anlam hakkını vererek doğru söyleme, konuşmamızın etkisini ve gücünü artırır. Buraya kadar sıraladığımız ölçütler, kendi konuşmalarımızın ya da başkalarının konuşmalarının etkinliğini değerlendirmede kullanabileceğimiz ölçütlerdir. Bu ölçütlere dayanarak, daha tatmin edici konuşmaların; karşılıklı saygı doğuran, zaman ayrılan, görüşler farklı olsa bile insanların birbirini dinlediği konuşmalar olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca bu konuşmalar ilişkilerimizi güçlendirmeye, önemli soru ve sorunları ortaya koymaya, herkesin bir şeyler öğrenmesine yaramaktadır (Harkins, 2002: 10). KENDİNDEN EMİN KONUŞMAK İkna edici konuşmanın en önemli özelliklerinden biri kendinden emin konuşmaktır. İnsanlarla konuşurken genellikle üç farklı tutum takınırız (Dicleli ve Akkaya, 2000: 106): Saldırgan Pasif Kendinden Emin Saldırgan bir ifadeyle konuşmamız gereken anlar da olmasına rağmen, bu süreçte karşımızdakini dinlemez ve sadece kendi duygu ve düşüncelerimizi saldırgan bir biçimde ifade ederiz. Ancak bu ifade biçimi, karşımızdakilerin de Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 İkna Edici Konuşma saldırgan bir biçimde davranmasına neden olabilir ve kendimizi ifade edememiş oluruz. Susmamız ve görüşlerimizi kendimize saklamamız gereken durumlar da hayli çoktur. Konuşmacıya gülümser, konuşulanları onaylıyormuş gibi yapar, hatta “Ben bu işin uzmanı değilim.”, “Tam olarak bilmiyorum.” gibi ifadeler kullanırız. Alçak bir ses tonuyla ve titrek bir sesle konuşuruz. Ellerimiz terler, göz temasından kaçınırız, yere ya da başka bir yere bakarız. Ancak, bu tutum sürekli iletişim tarzımız hâline gelirse, kendinden emin olmayan biri olarak nitelendirilebiliriz. Ayrıca her zaman susmak, düşüncelerimizi ve isteklerimizi söyleyememek istenmeyen sonuçlara yol açabilir. Kendimizi kızgın ya da mağdur hissedebiliriz. Konuşmalarda saldırgan bir tutumdan çok uzlaşmacı ve kendinden emin bir tutum izlenmelidir. Kendinden eminlik, kişinin kendi meşru haklarından yola çıkarak, düşünce, duygu, ihtiyaç ve gözlemlerini başkalarının onurunu ve haklarını zedelemeden ifade etmesidir. Karşınızdakini dikkatle dinler, geri bildirimde bulunur ve kaçamak tutumlarını fark ettiğinizi belirtirsiniz. Müzakereye ve uzlaşmaya açık olursunuz, ama haklarınızı da gözettiğiniz için rahatsınızdır. Vücut duruşunuz dik, sesiniz güçlü ve yumuşak, gözleriniz karşınızdakinin gözlerindedir. Başkalarını rahatlıkla övebilir, size yöneltilen güzel sözleri kabul edebilirsiniz. Eleştirileri, savunma mekanizmalarını işletmeden değerlendirebilir, hata yaptığınızda özür dileyebilir ya da doğru değilse bunu açıkça söyleyebilirsiniz. İletişim açısından en doğru ve elverişli tutum budur. Bu konudaki yanlış ön kabulleri ve meşru haklarımızı şu şekilde sıralayabiliriz (Dicleli ve Akkaya, 2000: 108): Yanlış Önkabuller Tablo 9.1. Yanlış Ön kabuller ve Meşru Haklar Meşru Haklar Kendi ihtiyaçlarımı belirtmem bencilliktir. Hata yapmak ayıptır. Her durumda üste çıkmam gerekir. Eğer başkaları duygularımı anlamıyorsa, bunlar kötü ya da yanlış duygulardır. Başkalarının, özellikle de üstlerin görüşlerine her zaman saygı gösterilmelidir. Farklı düşünüyorsam bunu kendime saklamalıyım. Her zaman karşımdakileri memnun etmem gerekir, yoksa benimle iletişim kurmazlar. Her zaman çevreye uyum göstermeliyim. Sorgulamak ayıptır. Her zaman mantıklı ve tutarlı olmalıyım. Yaptıklarımı ve duygularımın gerekçesini her zaman açıklamalıyım. Bazen kendi ihtiyaçlarımı öne almam gerekir. Herkes gibi, ben de ara sıra hata yapma hakkına sahibim. Duygularımla ilgili en önemli karar merkezi benim ve bunları meşru kabul etmeliyim. Kendime ait inanç ve görüşlerimin olması meşru bir haktır. Hayır deme hakkına sahibim. Hoşuma gitmeyen, doğru bulmadığım her türlü hareket ve eleştiriye karşı çıkabilirim. Fikir değiştirip farklı kararlar verebilme hakkına sahibim. Yaptıklarım hakkında başkalarına gerekçe bildirmem gerekmeyen durumlar da vardır. Kendinden emin bir konuşmanın; durumu sizin açınızdan ortaya koyması, durumun sizde yol açtığı duyguları dillendirmesi ve durumla ilgili kendi isteklerinizi belirtmesi biçiminde özetlenebilecek üç unsuru vardır. Konuşmalarda soru sorma, karşınızdakine katılmadığınız yönleri ifade etme, “hayır” deme hakkına sahipsiniz. Kendinden Emin Bir İletişim İçin Öneriler Hepimiz etkili konuşma yapabiliriz. Bu yetenek hepimizde saklı olan bir özelliktir. Bu konuda kendimizden emin bir duruş sergilemek, konuşmacı olarak etkinliğimizi artıracaktır (Evliyaoğlu, 1973: 84). Kendinden emin bir iletişim için gerekli önerileri şu şekilde sıralayabiliriz (Dicleli ve Akkaya, 2000: 111-113): Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 İkna Edici Konuşma Karşınızdaki kişiyle fikir ayrılığınızı yumuşak bir dille ifade edin: Karşınızdaki kişinin görüşlerine katılmadığınızda, sürekli olarak huzuru bozmamak için katılıyormuş gibi yapmanız gerekmez. Eğer durum açıkça konuşmanıza elverişli değilse, başınızı başka tarafa çevirerek, kaşlarınızı kaldırarak ya da konuyu değiştirerek de farklı düşündüğünüzü ifade edebilirsiniz. Fikir Ayrılığını Açıkça Belirtin. Kendi fikrinizin doğruluğundan emin olduğunuzda, bunu belirtirseniz, hem kendinizi daha rahat hissedersiniz hem de karşınızdaki insanlara sizi daha iyi tanıma fırsatı verirsiniz. Bunun için saldırgan bir iletişim tarzı kurmanız gerekmez. “Bu konuda farklı düşünüyorum.”, “Kanımca bu şöyle.”, “Bence sizin söyledikleriniz şunları göz ardı ediyor.” diye başlayıp, düşüncelerinizi ifade edebilirsiniz. Karşınızdakinden kendisini daha açık ifade etmesini talep edin. Karşınızdaki insan size karmaşık, dağınık açıklamalar yaptığında veya üstü kapalı emirler verdiğinde ondan tam olarak ne istediğini açıklamasını istemek hakkınızdır. Konuşmadan kafası karışmış olarak ayrılmak ya da tam olarak ne istediğini açıklamasını istemek hakkınızdır. Soru sorma yöntemleriyle konuya açıklık getirebilirsiniz. Neden sorun: Size pek anlamlı ya da uygun gelmeyen bir şey istendiğinde, bunu hemen yapmanın sizin açınızdan yol açtığı ruhsal ve sosyal durumları akıldan çıkarmayın. “Bunu yapmamı neden istiyorsunuz?” diye sormak hakkınızdır. Haklarınızı koruyun: İstemediğiniz bir şeye “Hayır” demeyi öğrenin. Haklarınızı nazik bir dille ifade edip, buna göre davranılmasını talep edebilirsiniz. Örneğin,; “Affedersiniz, sıra benim.”, “Özür dilerim, görüşmemizi burada kesmemiz gerekiyor, saat 11.00’de başka bir randevum var.” gibi. Fikirlerinizi aşırı derecede savunmaktan kaçının: Fikirlerimiz her zaman kabul görmeyebilir. Özellikle de karşımızda farklı bir görüşü kabul etmekte zorlanan birileri varsa sürekli bir tartışma ortamı yaşanabilir. “Neden?” diye sorar veya kendi görüşünü benimsememiz için ısrar eder. Böylesi durumlarda konuşmayı sürdürmeyi kibarca reddedebilirsiniz. Örneğin şunları söyleyebilmelisiniz; “Bu konuda benim fikrim bu.”, “Sizi dinledim ve benim değer yargılarım farklı, sizinkine katılmıyorum.”, “Görüşmemizin onaylanmasını istiyorsunuz, ben de görüşlerimin onaylanması ihtiyacını hissediyorum; bu konuyu tartışmayı bırakmak yerinde olacak.”. Tekrardan kaçınmamayı öğrenin: Geçerli bir şikâyetiniz olduğunda, diğer kişi karşı koysa da, şikâyetinizi tatminkâr bir yanıt alıncaya kadar tekrarlamaktan korkmayın. Duygu ve düşüncelerinizi ifade etme yeteneği kazanın: Zevklerinizi, isteklerinizi rahatça ve genellemelere başvurmadan ifade edebilmelisiniz. Örneğin; “Bu çorba çok güzelmiş.” yerine “Ben bu çorbayı çok beğendim.” diyerek işe başlayabilirsiniz. Gerektiğinde “Ben ………………düşünüyorum.”, “Ben……………..hissediyorum.” diyebilmelisiniz. Kendiniz hakkında konuşabilin: İlginç ve kayda değer bir şeyler yaptığınızda, bunu başka insanlarla paylaşmak güzeldir. Benmerkezci davranmadıkça, bu karşınızdakiler açısından ilginç bir deneyimi öğrenmek anlamına gelir. Konuşma başlatın: Daha yakından tanımak istediğiniz insanlara karşı daha dışa dönük ve yakın olabilmelisiniz. Yüzünüzü yere eğerek hafif bir Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 İkna Edici Konuşma sesle, “Merhaba” yerine, içten bir gülümsemeyle “Sizi gördüğüme ne kadar sevindim.” diyerek söze başlayabilmelisiniz. Övgüleri kabul edin: Birisi sizi övdüğünde, bunu kibarca kabul edebilmelisiniz. Siz de sevdiklerinize, arkadaşlarınıza iltifat edebilmelisiniz. Uyumlu iletişim içinde olun: Ses tonunuz, yüz ifadeniz, el kol hareketleriniz ve sözleriniz aynı duyguları ifade edebilmelidir. Konuştuğunuz kişinin gözlerinin içine bakabilmelisiniz. Tartışma •Kendi iradesini ve görüşlerini ortaya koyamayan ve her şeye “Evet” diyerek her konuda uyum gösterme çabasına giren kişiler, toplumdaki diğer insanlar tarafından nasıl değerlendirilmektedir? Tartışınız. •Düşüncelerinizi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “tartışma forumu” bölümünde paylaşabilirsiniz. TELEFONLA KONUŞMAK Bireysel Etkinlik Telefonda arayanın amacını öğrenmek ve talebini hızlı bir şekilde karşılamaya çalışmak başarınızı artıracaktır. İnsanların çalışma yaşamında önemli bir yer tutan telefonla konuşma, hızlı ve pratik iletişim kurmayı sağlar. Etkili ve doğru kullanılmalıdır. İyi bir telefon konuşması yoluyla insanlar, üretkenlikleri artırır ve iletişimlerini gerçekleştirerek, diyalog kurmak zorunda oldukları kişilerle iyi ilişkiler kurarlar. Telefon görüşmeleri hafife alınmamalı ve telefon görüşmesi yapacak kişilerin bir plan yapması gereklidir; “Bu görüşmedeki amacım nedir?”, “Aradığım kişi kim?”, “İstediğim olumlu sonucu elde etmem için ne söylemem gerek?”, “En etkili yaklaşım yolu ne olmalı?” türünden bir plan dahilinde telefon görüşmesi yapılmalıdır. Telefonda karşınızdaki kişiden bilgi almak istediğinizde, bunu kısa bir sürede başarabiliyorsanız, telefonda iyi konuşuyorsunuz demektir. Çünkü iyi bir telefon görüşmecisi, aynı zamanda karşısındaki kişiyi de yönlendirir. Sizden bilgi istendiğinde bunu da kısa bir sürede gerçekleştiriyorsanız, bu konuda da iyi olduğunuz anlamına gelir. Telefon görüşmeleri yüz yüze olmadığı için, görüşme süresi önemlidir. Sizi arayan kişi, kısa sürede almak istediği bilgiyi alıp görüşmeyi sonlandırmak isteyecektir. Telefonda konuşmak her ne kadar günlük yaşamın sıradan bir parçası olarak görülse de aslında beceri gerektiren bir iştir. Bu konuda beceri geliştirebilmek için şunlara dikkat etmeliyiz (Tunalı, 2010: 217-218): Arayan kişinin sizden ne istediğini öğrenin. Sorun varsa çözüme odaklanıp nasıl çözeceğinizi anlamaya çalışın. Vermek istediğiniz mesajı mümkün olan en kısa sürede verin. Karşınızdaki görmese de beden dilinizi mutlaka kullanın. Konuşurken gülümseyin. Çünkü bu sesinizin tonunu ve canlılığını etkileyecektir. • Telefonla konuşma sizce gündelik yaşam içerisinde vakit kazandıran mı, vakit kaybettiren mi bir etkinliktir? Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 İkna Edici Konuşma İyi bir telefon konuşmasının özelliklerini ve telefonda düzgün konuşma tekniklerini şu şekilde açıklayabiliriz (Selçuk’tan aktaran e-nedir, 2011): Öfkeli telefonlarla baş etmenin ilk adımı sakinliğimizi korumak ve kendimizi kontrol altında tutmaktır. Hoş ve cana yakın, doğal, aceleci olmadan, normal tonlarda konuşmalıyız. Konuya hâkim, kendinden emin, hataları kabul eden, gereksiz savunma duvarı oluşturmamış insanlar profesyonel telefon görüşmelerini daha rahat gerçekleştirmektedirler. “Lütfen” ve “Teşekkür ederim.” cümlelerini sıkça kullanmalı, gerektiğinde özür dilemesini bilmeliyiz. Öfkeli telefonlarla başa çıkmayı bilmek, herkesin öğrenmesi gereken bir beceridir. Telefonda, ister işletme dışından, isterse işletme içinden olsun, belirli teknikler kullanarak karşınızdakinin öfkesini yatıştırabilirsiniz. Öfkeli biriyle konuşurken kesinlikle aynı duyguya kapılmamalıyız. Bunun yerine karşımızdakini bu duruma getiren nedeni anlamaya çalışmalıyız. Çoğu zaman müşteriler, can sıkıcı bir durumla karşılaştıkları zaman kızarlar. Bu durumlarda; sakin olmalı ve olaya tarafsız gözle bakmalı, şirketinizin ya da sizin hatanız varsa hemen kabul etmelisiniz. Arayanla ya da aradığınızla tartışmaya girmemeli, arayanın olumsuz tavırlarının üzerinde durmamalısınız. Bunlar öfke anında söylenen şeylerdir. Konu doğrudan sizi ilgilendirmiyorsa bile hemen sahip çıkmalısınız. O sırada telefonu başka birine aktarmak ya da sonra aramasını söylemek kızgınlığı daha da artıracaktır. Doğru soru sormayı öğrenmek her türlü telefon konuşmasının akışını denetim altına almanın yollarından biridir. Bu yüzden telefon görüşmelerini yönetirken en büyük rol, soru sorma becerisine düşmektedir. Bir soru karşısında gelecek en doğal tepki cevaptır. Ama önemli olan, herhangi bir cevap değil, ihtiyacınız olan cevabı alabilmektir. Önce nasıl bir cevap istediğinize karar verin. Uzun ve iyice düşünülmüş bir cevap mı yoksa az ve öz mü? Böylece sorunuzu nasıl yönelteceğinizi bilirsiniz. Konuşmalarınızda mesleki bir dil kullanmayın. Akıl karıştırdığı gibi diğer insanları da sizden uzaklaştırır. Karşınızdakini sabırsızlandırmamak ve zaman kaybetmemek için konuyla ilgili bilgileri başından alın. Telefonda düzgün konuşma teknikleri Konuşmanıza günaydın ya da iyi günler diyerek başlayın ve sonra isminizi söyleyin. Çok kısa, yetersiz ve kaba cevaplar vermeyin. Nezaket her zaman geçerlidir. Eğer şirketin başka bir bölümünü arayan bir çağrı ise, tekrar aramalarını söylemek yerine hattı aktarmayı deneyin. Telefonun başından uzun süreli ayrılmayın. Bir süre için bakamayacağınız durumlarda mutlaka yerinizi alacak birini bulun. Telefonun uzun süre çalmasına izin vermeyin. Başkalarını rahatsız edebileceğiniz gibi çok önemli bir çağrı cevapsız kalabilir. Beklemeye aldığınız durumlarda, geri dönerek o kişiyi unutmadığınızı hissettirin. Bekleme durumunun ne kadar süreceğini bilemiyorsanız, bekleyen kişiye bir tercih hakkı tanıyın ve şöyle deyin: “Dilerseniz daha sonra biz sizi arayalım. Yoksa beklemeyi mi arzu edersiniz?” Karşınızdaki kişiye ismiyle hitap edin, vurgulamayı kullanın ve güven uyandırın. Tane tane konuşun, konuşurken ağzınızda yiyecek, sakız, gibi şeyler bulundurmayın. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 İkna Edici Konuşma Telefonla iletişimde temel nezaket kurallarına uymak ve karşı tarafı önemsemek, iletişim sürecini verimli hâle getirmektedir. Acil bir çağrı varsa ve yönetici toplantıdaysa toplantıyı bölmeyin. Not alıp iletin. Yöneticinizle görüşmek isteyen biri arıyorsa, dışarıda olduğunu söylemeden önce sakın o kişinin ismini sormayın. Aksi takdirde, arayan kişi yöneticinin görüşmek istemediğini ve “perdelediğini” sanabilir. Yöneticiniz gerçekten de “perdelemenizi” isterse; yani görüşüp görüşmeme konusunda karar vermeden önce kimin aradığını bildirmenizi isterse, bunu hissettirmeyin. Görüşmelerinizi her zaman için karşı tarafın “pat diye kapattı” izlenimine kapılmayacağı bir biçimde sona erdirmeye çalışın. Eğer çağrı sırasında yönetici dışarıdaysa “Ben yardımcı olabilir miyim?” diye sorun. Telefonu cevaplamakla o kişiye bir iyilikte bulunuyormuşsunuz tavrı takınmayın. Telefonda sesinizi değiştirmeyin. Doğal konuşun ve karşı tarafın sizi anlayabilmesi için hızınızı ayarlayın. Telefonu açan taraf kapatmalıdır. Telefon, arayan başka birine yanıt vermek için, ya da başka birini aramak için beklemeye alınmamalıdır. Telefondaki sesimiz, yüzümüzü görmeden konuşan karşı taraf için, tüm duygu ve mimiklerimizi ileten çok önemli bir enstrümandır. Telefonla görüşürken yanımızda bir başkası da varsa, aynı anda iki tarafla da konuşmamalı, tercihimizi yapmalıyız. Telefonda uzun süreli bir görüşme için aradığımız kişiye, önce zamanının uygun olup olmadığını sormalıyız. Telefonda arama yaparken, arama yapacağınız kişinin uygun zamanını ya önceden öğrenin ya da aradığınızda uygun bir zaman olup olmadığını sorun. Görüşmenin sağlıklı olması için, arama yaptığınızda kendinize şunları sormalısınız (Tunalı, 2010: 224): Neden arıyorum? Ne zaman arayabilirim? İstediğim kişi yoksa ne söyleyeceğim? Kendimi nasıl tanıtacağım? Konuşacağım bilgiler hazır mı? Telesekreter çıkarsa ne söyleyeceğim? Nasıl konuşmam gerekiyor? Kişinin telefonla birini aradığında öncelikle kendisini tanıtması ilk aşamadır. Daha önceden de belirttiğimiz gibi, telefon konuşmaları yaparken gülümsemek sesinize yansıyacaktır. Telefonla hizmet veren pek çok firma, elemanlarına telefonda konuşurken kendilerini izlemelerini önerir. Çünkü bu sayede gülümser ve iyi şeyler düşünürler. Çağrı merkezlerindeki ve birçok telefonla hizmet veren kişileri aradığımızda sesleri bize sıcak ve samimi gelir. Çünkü konuşurken gülümserler. Kendinize gülümsemek için çeşitli bahaneler bulabilirsiniz. Örneğin, telefonunuzun yanına hoş ve güzel bir not bırakabilirsiniz. Bu notlar esprili, kısa sözcükler olabilir ya da masanıza baktığınızda tebessüm edeceğiniz, tanıdığınız bir insanın resmini koyabilirsiniz (Tunalı, 2010: 225). Kendinizi tanıtmayı unutmayın. Genelde yapılan en büyük hata, kendini tanıtmadan görüşmek istenilen kişiyi belirtip, onu telefona istemektir. Görüşmelerde nezaketi elden bırakmamak gerekir. Görüşmemiz istediğimiz Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 İkna Edici Konuşma sonuca ulaşmasa da, zaman ayırıp yardımcı olduğu için teşekkür etmeliyiz. Telefonda uygun olan ve olmayan konuşma biçimlerine şu örnekleri verebiliriz: Tablo 9.2. Telefonda Uygun Olan ve Olmayan Konuşma Biçimleri Uygun olmayan konuşma biçimleri Ahmet Bey’le görüşecektim. Konuyla ilgili bilgi istiyorum. Lütfen bağlar mısınız? Bilmiyorum. Bir saniye bekleyin/bekleyin biraz. Hayır, yok, olmaz vs. Yapmak zorundasınız. Uygun olan konuşma biçimleri Ahmet Bey’le görüşebilir miyim? Konuyla ilgili bilgi alabilir miyim? Rica etsem, bağlayabilir misiniz? Araştırıp temin etmem gerekiyor. Biraz bekleyebilir misiniz? Maalesef, üzgünüm. Yapmanız gereken….. Kaynak: Tunalı, 2010:226. Bu arada konuşma hızımıza dikkat etmeliyiz. Ne anlaşılmayacak kadar hızlı ne de bıktıracak kadar yavaş konuşmalıyız. Konuyu dağıtmadan aradığınız ana konu hakkında görüşmeyi yürütmelisiniz. Karşınızdaki kişide kalıcı ve olumlu duygular bırakmaya özen göstermelisiniz. Konuşmaya başladığınızda, karşıdaki kişide yaklaşık 10 saniye içinde sizinle ilgili bir izlenim oluşur. Bu nedenle sözü edilen konulara dikkat etmelisiniz (Tunalı, 2010: 228). Telefona yanıt verirken de yine kendinizi tanıtarak yanıtlamanız önemlidir. “Evet”, “Efendim”, “ne var” gibi telefon konuşmaları nezaketten uzaktır. Bunların yerine şöyle bir ifade kullanılmalıdır: “Ben…….firmasından Aslı. Nasıl yardımcı olabilirim.” Telefonlara yanıt verdiğimizde gülümsemek, tıpkı aradığımızda olduğu gibi önemlidir ve sesimizin tonunu canlandırır ve samimi kılar. İyi bir dinleyici olduğunuzu karşınızdakine hissettirmelisiniz. Bunun için sizi arayan kişi konuşurken, ara sıra “evet”, “elbette”, “anlıyorum” gibi dinlediğinizi gösteren ifadeler kullanmalısınız. Konuşmayı kontrol altında tutmak için çalışmalı ve konunun dağılmasını önlemelisiniz. Yine kalıcı ve olumlu duygular bırakarak, telefon konuşmasını sonlandırmalısınız (Tunalı, 2010: 233-235). KÖTÜ KONUŞMALAR Kötü Konuşmaların Özellikleri Kötü konuşmalarda hiçbir sonuca varılmadığı gibi, insanlar görüşmelerden olumsuz duygularla ayrılırlar. Etkili ve ikna edici konuşmaların yanı sıra gündelik hayatımızda sıkça kötü konuşmalar da yaparız. Kötü konuşmalardan kaçınmak, ikna sürecini tamamlamanın ön koşuludur. Harkins (2005: 92-111), kötü konuşmaların özelliklerini, kaynaklarını ve sonuçlarını şu şekilde açıklamaktadır: Kötü bir konuşma, etkili bir konuşmanın tam tersidir. Kötü konuşmalar, yıkıcı ve duyguları körelticidir. İnsanların enerjileri tükenir, zaman kaybı gerçekleşir ve fırsatlar kaybolur. Kötü bir konuşmanın ardından ilişkiler üzerinde uzun zaman olumsuz bir hava hâkim olur. Kötü konuşmalarda gündem gelişmez. Dahası, önceden herhangi bir amaç ya da hedefle ilgili olarak bir ilerleme kaydedildiyse bile, kötü konuşmalar bu süreci tersine çevirebilir. Bu tür konuşmalarda taraflar, daha önce verilmiş sözleri, iddia edilen varsayımları inkâr edecek ya da unutacak kadar ileri giderler. Kötü bir konuşmada noktalar belirtilir, açıklamalar yapılır ve olgular tartışılır, fakat bilgi paylaşılmaz ve öğrenme gerçekleşmez. Bu, her katılımcının katı bir bakış açısına kilitlenmesinden veya diğer katılımcılardan çok farklı konulardan söz etmesinden kaynaklanabilir. Savunmacı alışkanlıklar, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 İkna Edici Konuşma çoğunlukla yeni düşünme biçimlerinin ortaya çıkmasını sağlayacak her türlü fırsatı engeller. Bazen de, bir kişi konuşurken, basit hareketlere ya da duygusal patlamalara yenik düşer, suçlar, özür sunar, şikâyet eder. Tüm bunlar eğer yerli yerinde yapılmadıysa, bilgi paylaşımına ve öğrenme sürecine engel olur. Kötü bir konuşmanın sonucunda ilişkiler gelişmez, gelişmediği gibi zarar görer. Karşıdaki kişide oluşan kötü duygular o kişinin güveninin sarsılmasına ve sizinle olan uyumunun bozulmasına neden olabilir. Konuşmalar son derece olumsuz bir seyir izlemeye başladığında ve olumsuz davranışlar sabit bir hâl aldığında, ilişki düzelemeyecek kadar zarar görebilir. Kötü konuşmaların özelliklerini kısaca şu şekilde özetleyebiliriz: Belirsiz, kötü ifade edilmiş veya yeterince anlaşılmayan içerik, Gelişigüzel hazırlanmış odaksız veya çok sayıda olgu, kaygı, istek ve ihtiyaçla doldurulmuş bir içerik, Sinyallerle bilgi alışverişinin sağlıksız bir hâl almasına ve havanın elektriklenmesine neden olan sık müdahaleler, Toplantıya ilgisiz kalma ve aktif dinlemenin yokluğu, İfade edilmemiş duygu ve inançlar, korunan arzular ve ortaya konmamış istek ve ihtiyaçlar, Dolaylı dil ve beraberinde etkili bir şekilde iletişime sokulamayan olgu ve varsayımlar, Genellikle mesajla ilgisi bulunmayan çatlak ses veya vurgular, Sözcüklerle ilgisi bulunmayan ve olumsuz duygular uyandıran sözsüz işaretler, Yanlış göz teması, başka yere bakmak ve kollarını kavuşturmak gibi tepkisiz beden dili. Kötü Konuşmaların Kaynağı Alanında uzman iletişimciler dahi, kötü konuşmalardan tamamen kaçınamazlar. Hepimizin mantığımızı kullanmadığımız, duygusal patlamalar yaşadığımız, kendimize acıdığımız ya da kendimizi suçladığımız zamanlar vardır. Tüm bunlar kötü konuşmaları besleyen kaynaklardır. Kötü konuşmalar bazen kasıtlı bazen de kasıt olmadan gerçekleşir, ancak bu yine de bizim sorumluluğumuzu azaltmaz. Kasıtlı olmadan gerçekleştirilen kötü konuşmalar genellikle, iletişimde yetenek eksikliğinden ya da etkili konuşma ilkelerine ilişkin bir kavrama yoksunluğundan kaynaklanır. Yanlış yorumlama, sabırsızlık ya da duyguların yeterince paylaşılamaması insanı kasıtsız bir biçimde kötü konuşmaların içine çekebilir. Konuşma iyi başlar, ancak sonra bozulur. Anlamlar yitirilir, görüşler bozulur, savunma tepkisi artar. Söylenen şeyle niyet edilen şey eşleşmez. Açıklık oluşturulamaz, sözsüz ifadeler sözlü olanlarla çelişebilir. Değerler, kültürler ve davranış normları genellikle çarpışır. İkna edici konuşmanın temel ilkelerini kavramış olan konuşmacılar, bu tehlike işaretlerini fark edebilir ve bu olumsuz sürüklenişi azaltmak veya tersine çevirmek için uygun basamakları yürürlüğe koyarlar. Kötü Konuşmaların Sonuçları Kötü konuşmalarda her iki taraf da kaybeder. Kötü konuşmalar kötü duygular uyandırır. Kötü konuşmalarda dinleme ve duygu, düşünce ve inanç gibi paylaşım düzeyleri düşüktür. Bu tür konuşmalara katılmış kişiler, anlayışsızlık ve paylaşım eksikliği nedeniyle incinebilir. Hepimiz sonradan pişman olduğumuz konuşmalar yaparız. Kısaca kötü konuşmalar, taraflar arasında kötü duyguların oluşmasına neden olmaktadır. Kötü konuşmalar ayrıca kötü akıl yürütme biçimlerinin devreye Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 İkna Edici Konuşma girmesine neden olmaktadır. Olgu ve koşulların yanlış ya da yetersiz olmasının bir sonucudur bu. Kötü akıl yürütmelerin sonucunda kötü kararlar alınır. Kısaca, kötü konuşmaların kazananı olmadığını söyleyebiliriz. Bu şekilde gelişen bir süreç, her iki taraf için de zaman ve enerji kaybıdır. Ayrıca ilişkilerimiz, daha sonrasında tamir etmek için çok daha fazla zaman ve enerji gerektirecek şekilde bozulabilir. İkna edici konuşmalar çerçevesinde yapmamız gerekenleri görmüştük. Bu aşamada da ise; yapmamamız ve kaçınmamız gereken hususlara değindik. İkna edici bir konuşmanın en temel koşullarından biri de; kötü konuşmalardan kaçınmaktır. ANİMASYON İki farklı telefonla görüşme biçimini animasyonla canlandıralım. Konuşmalardan bir tanesi kötü konuşma örneği, diğeri iyi bir konuşma örneği olsun. Kötü konuşma örneğinde, üniversite mezunu bir gencin iş görüşmesi için randevu talep ettiğini düşünelim. Kötü konuşma örneği olarak telefonu kendini tanıtmadan “Alo kiminle görüşüyorum?” diye açsın, karşıdaki kişi de “Ben Mehmet, ben kiminle görüşüyorum?” diye yanıtlasın. Arayan “Ben Barış Kurtoğlu, iş başvurusunda bulunmak istiyordum.” desin. Karşıdaki kişi “Peki Barış bey, hangi pozisyon için başvuracaktınız?” diye yanıtlasın. Barış da “Eeeee, bilemiyorum şimdi, siz hangi pozisyonu önerirdiniz?” desin. İkisi arasında bir sessizlik olsun ve daha sonra Mehmet “ Siz ne istediğinize ve kiminle görüşeceğinize karar verdikten sonra arayın en iyisi.” dedikten sonra kapatsın. İyi konuşma örneğinde de, diyaloglar şu şekilde gelişsin: -Alo, iyi günler dilerim. Ben Barış Kurtoğlu. Nasılsınız? -Teşekkür ederim Barış Bey, siz nasılsınız? -İyiyim teşekkür ederim. Ben şirketinizin insan kaynakları biriminde çalışmak üzere başvuruda bulunmak istiyorum. Birimin yöneticisi Zeki Bey’le görüşmem mümkün mü? -Elbette Barış Bey, sizi kendisine aktarıyorum. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 Özet İkna Edici Konuşma • İnsan toplumsal bir varlıktır. Çevresiyle ilişki kurmak zorundadır. Bunu gerçekleştirirken konuşmak durumundadır. Bireyler konuşma yoluyla, açılan bir konu üzerinde orada bulunanlara karşı görüşlerini ve bildiklerini birbirlerine aktarırlar. • Konuşma eyleminde inandırıcılık, içtenlik, güven yaratma, bilgilerin gerçekliği, görüşlere saygı göstermek, dikkatle dinlemek gibi bazı unsurlar, konuşmanın etkinliğini ve ikna ediciliğini belirleyen ilkelerdir. İkna edici bir konuşma için bu ilkeler göz önünde bulundurulmalı ve dinleyiciler, konuşma ortamı, konuşmadan önce analiz edilmelidir. Konuşmacının nitelikleri konuşmanın kendisiyle bütünleştiğinde, dinleyiciler üzerinde olumlu bir etki bırakmaktadır. • İkna edici iyi bir konuşma yapıcı olmalı, ilginç ve önemli konular üzerine yükselmeli, bir amaca dönük olarak gerçekleştirilmeli, sağlam ve gerçekçi bir bilgiye dayanmalı, etkili bir ses tonu ve canlı bir üslupla renklendirilmeli, kendinden emin bir duruşla sergilenmelidir. • İş hayatında en önemli konuşma biçimlerinden biri; telefonla yapılan konuşmalardır. Burada da uymamız gereken temel ilkelerden söz edebiliriz. Kötü konuşma biçimlerinden uzak durmak, bireye hem iş hayatında hem de gündelik hayatını sürdürürken büyük kolaylıklar sağlamaktadır. İkna edici konuşma, ikna edici iletişimin en önemli bileşenlerinden biridir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 İkna Edici Konuşma DEĞERLENDİRME SORULARI Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz. 1. “Konuşmacının mantığını ve muhakeme yeteneğini kullanmasına…………denir” cümlesindeki boşluğu dolduracak en uygun ifade aşağıdakilerden hangisidir? a) Ethos b) Pathos c) Logos d) Logo e) Portos 2. Aşağıdakilerden hangisi konuşma yapısının beş safhasını doğru sırayla vermektedir? a) Başlangıç safhası- kural tanımlama safhası- kuralı doğrulama safhasıstratejik gelişme safhası-sonlanma safhası b) Kural tanımlama safhası- başlangıç safhası- kuralı doğrulama safhasısonlanma safhası stratejik gelişme safhası c) Kuralı doğrulama safhası-kural tanımlama safhası- başlangıç safhasıstratejik gelişme safhası - sonlanma safhası d) Stratejik gelişme safhası-kuralı doğrulama safhası-kural tanımlama safhası- başlangıç safhası- - sonlanma safhası e) Stratejik gelişme safhası- başlangıç safhası- kural tanımlama safhası- kuralı doğrulama safhası- -sonlanma safhası 3. Konuşma sürecinde, alıcının mesajı algılayarak görüşünü/tepkisini kaynağa iletmesine ne ad verilmektedir? a) Dinleme b) Beden dili c) Öz-farkındalık d) Kendini açığa vurma e) Geri besleme 4. Aşağıdakilerden hangisi konuşmacının nitelikleri arasında sayılamaz? a) Konuşmacının söyleyeceklerini dolaylı yollardan anlatması b) Konuşmacının saygılı olması c) Konuşmacının yaptığı işin önemine inanması d) Konuşmacının yaptığı işin önemine inanması e) Konuşmacının içten ve dürüst bir tavır göstermesi 5. Aşağıdakilerden hangisi iyi bir konuşmanın temel ilkeleri arasında sayılamaz? a) İyi bir konuşma yapıcıdır. b) İyi bir konuşmada önemli noktalar tartışılır ama bilgi paylaşılmaz. c) İyi bir konuşma canlı bir dil ve hareketli bir üslupla yapılır. d) İyi bir konuşma, konuşmacının kişiliği ile bütünleşir. e) İyi bir konuşma, ilginç ve değerli konuları kapsar. 6. “Kişinin kendi meşru haklarından yola çıkarak, düşünce, duygu, ihtiyaç ve gözlemlerini başkalarının onurunu ve haklarını zedelemeden ifade etmesine” ne ad verilmektedir? a) Saldırgan ifade b) Pasif ifade c) Kendinden emin ifade d) Kendini beğenmiş ifade e) Alçakgönüllü ifade Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 İkna Edici Konuşma 7. Aşağıdaki ifadelerden hangisi kişinin “meşru hakları” içerisinde yer almaktadır? a) Kendi ihtiyaçlarımı belirtmem bencilliktir. b) Eğer başkaları duygularımı anlamıyorsa, bunlar kötü ya da yanlış duygulardır. c) Yaptıklarımı ve duygularımın gerekçesini her zaman açıklamalıyım. d) Her zaman çevreye uyum göstermeliyim. e) Herkes gibi, ben de ara sıra hata yapma hakkına sahibim. 8. Aşağıdaki yargılardan hangisi “kendinden emin bir iletişim” süreci için söylenemez? a) Konuşmacının haklarını koruması b) Fikirlerin aşırı derecede savunulması c) Konuşma başlatmak d) Karşıdakinden kendisini daha açık ifade etmesini istemek e) Fikir ayrılığını açıkça belirtmek 9. Aşağıdakilerden hangisi telefonla düzgün konuşma ilkeleri arasında yer almaz? a) Telefonu açan taraf kapatmalıdır. b) Karşınızdaki kişiye ismiyle hitap edin, vurgulamayı kullanın ve güven uyandırın. c) Beklemeye aldığınız durumlarda, geri dönerek o kişiyi unutmadığınızı hissettirin. d) Hem yanınızdaki kişilerle hem de telefondaki kişiyle aynı anda konuşmak, iletişim yeterliliğinizi gösterir. e) Çok kısa, yetersiz ve kaba cevaplar vermeyin. 10. Aşağıdakilerden hangisi kötü konuşmaların sonuçları arasında yer almaktadır? a) Karşımızdaki kişiler anlayışsızlık ve paylaşım eksikliği yüzünden incinebilir. b) Karşımızdaki kişilerin hatalarını anlamalarına neden olur. c) Dostluklarımızı ve ilişkilerimizi pekiştirir. d) Bir kez daha bu kişi/kişilere zaman ve enerji harcamamız gerekmez. e) İlişkilerde tarafların net bir biçimde kendini ortaya koyabilmesine yol açar. Cevap Anahtarı 1. C, 2. A, 3. E, 4. A, 5.B, 6.C, 7.E, 8.B, 9.D, 10.A Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19 İkna Edici Konuşma YARARLANILAN KAYNAKLAR Dicleli, A.B. ve Akkaya, S. (2000). Konuşa Konuşa: İletişimin Sırları. İstanbul: MESS Yayınları. Evliyaoğlu, G. (1973). Konuşma Sanatı: Diksiyon, Fonetik, Retorik. Ankara: Ankara Gazeteciler Cemiyeti Yayını. Gürüz, D. ve Temel Eğinli, A. (2008). Kişilerarası İletişim. Ankara: Nobel Yayınları. Harkins, P. (2002). Etkili Konuşmanın Gücü. (Çev. Gürol Konca). İstanbul: Alfa Yayınları. L’Etang, M. (2002) “Halkla İlişkiler ve Retorik”. (Çev. Gülcan Işık). Jacquie L’Etang ve Magda Pieczka (ed). Halkla İlişkilerde Eleştirel Yaklaşımlar (ss. 189-213). Ankara: Vadi Yayınları. Meyer, M. (2009). Retorik. (Çev. İsmail Yerguz). Ankara: Dost Yayınları. Özdemir, E. (2010) Güzel ve Etkili Konuşma Sanatı. İstanbul: Remzi Kitabevi. Reardon, K.R. (2002). “Karşılıklı Konuşma”. Sacide Vural (ed.,çev.).Kişilerarası İletişim. (ss.107-138). Bişkek: Kırgızistan-Manas Üniversitesi Yayınları: 27. Tunalı, M. (2010). Başarılı ve Güzel Konuşma Sanatı. İstanbul: Yakamoz Yayınları. Tutar, H., Yılmaz, K. (2010). Genel İletişim: Kavram ve Modeller. Ankara: Seçkin Yayıncılık. Telefonla Konuşma Teknikleri, Erişim Tarihi: 17.02.2010, http://www.koniks.com/topic.asp?TOPIC_ID=6059. Telefonla Konuşma Kuralları, Erişim Tarihi: 17.02.2010, http://www.enedir.com/telefonla-konusma-kurallari-nelerdir. BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR Akbayır, S. (2003). Dil ve Diksiyon. Ankara: Akçağ Kitabevi. Uçan, D. (2007). “Konuşma Eğitimini Etkileyen Faktörler”. Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 22 (1), 59-67. Kantemlir, E. (1991). Yazılı ve Sözlü Anlatım. Ankara: A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları. Kavcar, C., Oğuzkan, F., Aksoy, Ö. (2002). Yazılı ve Sözlü Anlatım. Ankara: Anı Yayıncılık. Stuart, C. (2001). Etkili Konuşma. (Çev. Murat Sağlam). İstanbul: Alfa Yayınları. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20 HEDEFLER İÇİNDEKİLER İKNA EDİCİ KONUŞMANIN DÜZENLENMESİ VE PLANININ OLUŞTURULMASI • Dinleme • Dinlemenin Önündeki Engeller • Dinleyiciyi Araştırmak • İkna Edici Konuşma Yapıları • Konuşmayı Planlama • Konuşmanın Sunuluşu • Giriş • Ana bölüm • Bitiriş • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; •Aktif dinlemeyi kavrayabilecek •Dinlemenin önündeki engelleri görebilecek •Dinleyicilere ilişkin araştırma yapabilecek •İkna edici konuşma yapılarını ayırt edebilecek •İkna edici bir konuşmayı planlayabilecek •Konuşmanın sunuluşunu açıklayabileceksiniz. İKNA VE İKNA PSİKOLOJİSİ ÜNİTE 10 İkna Edici Konuşmanın Düzenlenmesi Ve Planının Oluşturulması GİRİŞ Gündelik hayatımızda pek çok konuşma türü yürütürüz. Söyleyecek sözlerin planını yapmak için zamanın bulunmadığı ve ansızın yapılan konuşmalar; hazırlıksız konuşmalardır. Örneğin, toplumsal ilişkilerde ihtiyaç doğduğunda yapılması gereken konuşmalar, hazırlıksız konuşmalara örnektir. Hazırlıksız konuşabilmek bilgi ve deneyim gerektirir. Hazırlıklı konuşmalar ise; bir plan doğrultusunda yapılan konuşmalardır. En az birkaç saat, mümkünse birkaç gün ya da hafta önceden tasarlanır. Öğretmenlerin öğrencilerine anlattıkları dersler, bilimsel konularda verilen konferanslar, kitle önünde yapılan konuşmalar, açık oturum, panel ve sempozyumlarda yapılan konuşmalar, bu tür konuşmalara örnek olarak verilebilir. Toplumsal ilişkiler kapsamında, gündelik hayatta yürüttüğümüz hazırlıksız konuşmalarda, bir plan ve düzenlemenin şart olmadığını söyledik. Ancak yine de hem gündelik ilişkilerimiz kapsamında hem de topluluk önünde yürüttüğümüz konuşmalarda, zihinsel ya da yazılı olarak kabataslak bir plan, bir çerçeve hazırlarız. Bu planlama süreci, hazırlıklı konuşmalarda daha ayrıntılı ve yazılı olarak yürütülmektedir. Bu bölümün amacı; ikna edici konuşmaların temelini oluşturan karşımızdakini etkin bir şekilde dinlemekten başlayarak, konuşmaların nasıl düzenleneceğini ve planın nasıl oluşturulması gerektiğini açıklamaktır. DİNLEME Konuşma, bir kimsenin başka birine ya da dinleyici topluluğuna duygu ve düşüncelerini sözle aktarmasıdır. Konuşma, insanların duygularını, düşüncelerini, isteklerini açığa vurmasına; yaşamını sürdürebilmesine olanak tanır (Ercan, 1999: 7). Etkili ve ikna edici bir konuşma yapmak istiyorsak, insanların nasıl dinlediklerini bilmemiz gerekir. Çok az insan, dinlerken etkili bir şekilde yoğunlaşabilmektedir. İyi bir konuşmacı olabilirsiniz, ancak sözleriniz zihinlerde yer ediyor mu?, Dinleyicileriniz için doğru sözcükleri seçebiliyor musunuz? Konuşmalarınızı sizi kolayca anlayabilecekleri şekilde yapabiliyor musunuz? İkna edici bir konuşmayı tasarlamadan ve planlamadan önce bu soruların yanıtlarını vermeliyiz. Birçok insanın kendi düşünceleri ya da iç sesleri yüzünden dikkatlerinin dağıldığını görürüz. İnsan zihni dakikada yaklaşık 500 sözcük işlemektedir; ama biz konuşurken dakikada yaklaşık 150 sözcük kullanırız. İkisi arasındaki fark 350 sözcüktür. Dinleyici kendini kapattığında bu zihinsel olarak bu boşluğu doldurmaktadır. Bazen sizin de dikkatiniz dağılır, dinleyicilerin söylediği bir şey yüzünden siz de kendinizi başka bir şeyi düşünürken ya da onun söylediklerine karşı ne söyleyeceğinizi düşünürken bulabilirsiniz kendinizi. İyi bir dinleyici olmanın dört temel ilkesi vardır (Harkins, 2005: 45): Konuşmaya odaklandığını gözle görülür biçimde belli etmek, İhtiyaç ve istekleri araştırmak ve bölümlere ayırmak, Konuşmanın içeriğini olduğu kadar konuşmayı yönlendiren duyguları da fark etmek, Soru, destek ve yargıyı dengelemek. Bir kişiyi dikkatle dinleyebilmek, büyük bir yetenektir. Karşımızdaki kişinin sözlerinin yanı sıra duygularına ara vermeksizin odaklanmak ve Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 İkna Edici Konuşmanın Düzenlenmesi Ve Planının Oluşturulması Tartışma Aktif bir dinleme, karşımızdakine ilgili olma, onun isteklerine duyarlı olma, duygularını fark etme ve doğru soruları sorabilmeden oluşur. odaklandığınızı o kişiye belli etmek son derece önemlidir. Burada temel olan; karşımızdaki kişiyi gerçekten dinlemek ve dinlediğimizi belli etmektir. Ancak bu sayede konuşan kişi tam bir samimiyet hissedecektir. Aktif dinleme, ikna edici konuşmanın önünü tıkayan engellerin aşılmasını sağlayacaktır (Harkins, 2005: 45). İyi dinleyiciler, bir konuşmada gerçekten nelerin söylendiğini araştırma yeteneği de gösterirler. Konuşulanları yakından dinleyerek bir kişinin ne istediğiyle, o kişinin neye ihtiyacı olduğunu birbirinden ayırt edebilirler. Çoğu iletişim sözsüz dilin yanısıra dolaylı ifadelerle doludur. Beden dili genellikle mesajın büyük bir bölümünü oluşturur. Ortalama bir dinleyici, tümüyle mesajın içeriğine odaklanır ve içeriğin ardındaki duyguları fark edemez (Harkins, 2005:47). İyi dinleyicilerin sahip olduğu bir başka önemli yetenek de soru, destek ve yargıyı dengelemeyi bilmeleridir. Yargılamadan soru sorarlar, böylece gerçeklerin ardındaki gerçekleri anlayabilirler. Aynı zamanda size sizin yanınızda olduklarını gösterirler. Sonunda konuşmayı yorumlamak için kendi yargılama yeteneklerine de sahiptirler (Harkins, 2005: 47). • Etrafınızdaki kişileri ne kadar aktif bir biçimde dinliyorsunuz? Dinlemenin Önündeki Engeller Etkin bir dinlemenin, ikna edici konuşmalardaki önemi açıktır. Ancak her zaman karşımızdakini etkin bir şekilde dinlemeyiz. Farklı dinleme türlerine şu örnekleri verebiliriz (Dicleli ve Akkaya, 2000: 44): Görünüşte Dinleme: Dinlermiş gibi yapmak, ama aslında biraz sonra söyleyeceklerimizi aklımızdan geçirmek gibi, başka şeyler düşünmek. Savunmada Dinleme: Dinlerken söylenenler içinde bize yönelik bir eleştiri ya da saldırı olup olmadığını araştırmak. Seçerek Dinleme: İlk önce görünüşte dinlemedeyken daha sonra ilgimizi çeken bir konudan söz edildiğinde kulak kesilmek. Tuzakçı Dinleme: Konuşanın sözlerine, bir açığını yakalayıp üzerine çullanmak amacıyla kulak vermek. Nezaketen Dinlemek: Dinlememek ayıp olduğu için dinlermiş gibi yapmak. Ürkek Dinleme: Karşımızdakini dinlemek istemediğimizi açıkça söyleyemediğimiz için dinleme pozu takınmak. Yaltaklanmacı Dinleme: Karşımızdakinin hoşuna gitmek için dinliyormuş izlenimi yaratmak. Tüm bu dinleme türleri, etkin bir dinlemenin dışındadır. Bu nedenle ikna edici konuşmaların en temel adımı olan “önce dinlemeyi” öğrenmemiz gerekmektedir. Ancak böylelikle karşılıklı konuşmaları verimli ve ikna edici bir düzeye ulaştırabiliriz. Dinleyiciyi Araştırmak İkna edici bir konuşma yapmayı amaçlıyorsak; ister küçük isterse büyük gruplardan oluşan dinleyicilerimizle ilgili araştırma yapmalıyız. Dinleyicilerimiz hakkında bir şeyler öğrenmek, konuşmalarımızı onlarla ilişkili kılar ve Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 İkna Edici Konuşmanın Düzenlenmesi Ve Planının Oluşturulması Dinleyicilerin araştırılması bize konuşmamızı nasıl yürütmemiz gerektiğiyle ilgili ipuçlarını verecektir. konuşmalarınızı izleme konusunda yaşadıkları güçlükleri ortadan kaldırır. Dinleyicilerimiz hakkında şunları bilmemiz gerekir (Stuart, 2001: 15-22): Neden buradalar? Ne umuyorlar? Ne istiyorlar, ihtiyaçları nelerdir? Dinleyicilere ilişkin tüm bu soruların yanıtlanması, konuşma akışını güçlendirecek ve kolaylaştıracaktır. Dinleyicilerinizin konuştuğunuz konuya ilişkin bilgi düzeyleri, ne kadar bildiklerini düşündükleri, ne kadar bilmek istedikleri, sizin amaçlarınıza erişmeniz için ne kadar bilmelerinin yeterli olacağı gibi noktalarda da bilgi sahibi olmalısınız. İKNA EDİCİ KONUŞMA YAPILARI Dinleyiciler konuşmacının sözcüklerini izlemekte güçlük çekebilirler, bu yüzden onlara bazı ön bilgiler vermelisiniz. Eğer dinleyiciler sizin konuşma yapınızı bilirlerse, sizinle birlikte konuşmanın çatısını takip edebilirler. İkna edici konuşma yapıları; sorun/çözüm, kronolojik yapı, tematik yapı, mekânsal yapı, kuram/uygulama olmak üzere beşe ayrılırlar. Bu bölümde, ikna edici bir konuşma yapılarına göz atarak, konuşmamıza uygun bir yapı seçeceğiz (Stuart, 2001: 31-32): Sorun/Çözüm Bu yaygın bir yapıdır; genellikle sorunun incelenmesini çözüm önerisinin takip ettiği iş sunumlarında kullanılır. Sorunu tanımlayarak, çözüm önerilerinizi sunarsınız. Her bir çözüm önerisinin güçlü ve zayıf yanlarını tek tek anlatırsınız. Daha sonra da kendi çözümünüze odaklanarak, neden bunu seçtiğinizi gerekçelendirirsiniz. Kronolojik Yapı Bu yöntemde, anahtar noktalar doğal bir zamansal sıralama içinde sunulur. Örneğin, sorunun kökenini belirterek, yıllar içinde nasıl karmaşık bir hâle geldiğini gösterebilirsiniz. Eğer tarihsel bir bağlam içine yerleştirmek istiyorsanız, bu yöntem sunumunuz için yararlı olabilir. Böylelikle dinleyici, zaman sırasına göre anlamlı bir gidişi görebilir. Bu ardışık yapılar, fikrin ya da olayın ilişkili olan yanlarını görmemiz için faydalıdır. Tematik Yapı Nitelik yapılandırması olarak da bilinmektedir. Bu yöntemde, değineceğiniz noktaları, en önemlisi en başta olacak şekilde, önem sırasına göre sunarsınız. Eğer dinleyicilerin konuşmanızın tamamına yoğunlaşamayacaklarını düşünüyorsanız, bu yöntem yararlı olabilir. Genel olarak dinleyicilerin dikkatlerinin yoğunlaşması, konuşmanın başında en yüksek noktadadır ve bunun avantajları kullanılabilir. Mekânsal Yapı Bu yapıyla özelden başlayıp, genele doğru hareket edilebilir ya da tam tersi biçimde genelden başlayıp özele doğru gidilir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 İkna Edici Konuşmanın Düzenlenmesi Ve Planının Oluşturulması Kuram/Uygulama Bu yapıyla kuramı açıklar sonra da pratikte nasıl uygulandığını gösterirsiniz. Her zaman kuramı dinleyicilerin mevcut bilgileriyle ilişkilendirmek sonra da bilmedikleri konulara taşımak yararlı olmaktadır. KONUŞMAYI PLANLAMA Planlı ve doğru zamanı gözeterek yapılan konuşmalarda başarı oranı yüksektir. Etkin bir dinleme yoluyla konuşma sürecimizi yürütürken, bir plan yapmak zorundayız. İster hazırlıksız olarak ister hazırlıklı konuşmalarda söyleyeceklerimizi bir çerçeveye yerleştirmeliyiz. İkna edici konuşmaları planlarken; gündeminize ilişkin yürüteceğiniz konuşmaları organize etmeli ve başkalarının gündemlerini tahmin etmelisiniz. Arzuladığınız sonucu tanımlamalı ve başkalarının arzuladığı sonuçları düşünmelisiniz. Daha sonra, sizin arzuladığınız sonuçlar ve başkalarının arzuladığı sonuçlar arasındaki çakışma noktalarını belirleyip, sizi amacınızdan uzaklaştıracak noktaları ayıklamalısınız. Ayrıca zamanlamaya dikkat etmeli ve doğru zamanda konuşmanızı yapmalısınız. Bir konuşmaya hazırlık yapılırken, ister hazırlıklı konuşmalarda isterse hazırlıksız konuşmalarda konuşmacının elinde sunuşun çerçevesini yansıtacak bir plan olması gerekir. Bir metne bağlı olarak yürütülen ya da yürütülmeyen bütün konuşmalarda, şu hususların belirtildiği bir yazı olması önerilir (Evliyaoğlu, 1973: 90): Konuşmanın planı, çatısı, iskeleti Giriş sözleri ve giriş özeti Ana başlıklar Mutlaka okunması gereken cümleler Hangi konuda konuşma yapacaksanız, o konuda bilgi toplamakla işe başlamalısınız. 10-15 dakikalık bir konuşma için, mümkün olduğu kadar çok, örneğin bir saat konuşacakmışsınız gibi malzeme toplamak sizi rahatlatacaktır. Söyleyecek şeyi olmayanlar lafı uzatırlar. Bu da dinleyicilerin sıkılmalarına yol açar. Konuşmanızda en önemli noktaların tekrar edilmesi hem yararlı hem de gereklidir. Konuşma sanatında, önce dinleyicilerinize kendilerine ne anlatacağınızı söyleyin. Sonra bunu anlatın. Sonunda da onlara ne söylediğinizi bir kere daha tekrar edin. En önemli noktaların tekrarı çok önemlidir. Çünkü dinleyiciler söyledikleriniz içinde üç ya da dört önemli noktadan fazlasını hatırlayamazlar. Tekrar etmek, aynı zamanda insanların ikna olmasını sağlar. Bütün söyleyeceklerinizi gözden geçirdikten sonra, bunların başlıklarını alt alta yazın. İlk defa konuşacaksanız ya da başkalarının önünde konuşma deneyiminiz azsa, konuşmanızı yazın ve defalarca okuyun. Saat tutarak size ayrılmış süreyi geçmemeye çalışın. Konuşacaklarınızı kaydedebilirsiniz. Tüm bu noktaları ayrıntılarıyla açıklayacağız (Dicleli ve Akkaya, 2000: 192-193). Konuşmamızı planlama temel olarak; beş aşamada gerçekleşmelidir: Konuyu seçme Amacımızı belirleme Söyleyeceklerimizi saptama Söyleyeceklerimizi planlama ve yazılaştırma Konuşmanın sunuluşu Konuyu Seçme Her anlatım ve yazım sürecinin temeli konudur. Güzel ve etkili bir konuşmanın ilk koşulu, konuşma konusunu iyi seçmektir. Günlük Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 İkna Edici Konuşmanın Düzenlenmesi Ve Planının Oluşturulması Tartışma konuşmalarımızda böyle bir seçimle karşı karşıya değilizdir. Gündelik yaşam, konuşacağımız konuları da beraberinde getirir. Ancak bir topluluk önünde, tanımadığımız kişilerle, belli bir amaç için konuşacaksak, durum değişir. Neyin üzerinde, ne hakkında söz söyleyeceğimizi önceden seçmek ve belirlemek zorundayız. Buna “konuyu seçme” adını veriyoruz (Özdemir, 2010: 86). Eğer konuşacağımız konu bize önceden verilmişse bu konuda bir seçim yapamayız. Ancak konuyu seçmek bize bırakılmışsa, en çok ilgi duyduğumuz konuyu seçmekte fayda vardır. Ayrıca size tanınan süre ve olanaklarla konuşmayı gerçekleştirebileceğiniz bir konu olmasına da dikkat etmelisiniz. Konu günlük olaylardan alınabileceği gibi, insanlar arası ilişkilerden, toplumsal gerçeklerden, sorunlardan, bilim ve teknolojiden, sanattan, kısaca yaşamın her kesitinden seçilebilir. Söz gelimi "aşk" duygusal, "eğitim" toplumsal, "optik" bilimsel bir konudur. Bu konular çok geneldir, bu ana konuların alt başlıklarla sınırlandırılması gerekir. Yine konular; nesnel ise somut konular, nicel ise soyut konular diye de ayrılır. Konu alanı olarak toplumun her kesimi alınabilir. Örneğin, okul öncesi eğitimi konu alan bir yazı için köy, varoş, gecekondu, aydın kesim, Amerika, Japonya vs. gibi alanlardan biri seçilebilir. Kişiler konularını; ilgi alanlarına, bol okuma yaptığı konulara, gözlem yaptığı konulara, merak ettiklerine, şikâyet ettiklerine, mutlu olduklarına, onları korkutan ya da üzen şeylere ya da beklentide oldukları durumlara göre seçerler (Geray, 2004: 13-15). Konu genel hâliyle bırakılmamalı, konuşma süresinin sınırları göz önüne alınarak muhakkak daraltılmalıdır. Konuşma konumuz ilgi çekici ve konuşma süresine göre sınırlandırılmış olmalıdır. • Bir konferansa konuşmacı olarak çağrılsanız ve konu seçimi size bırakılmış olsa, hangi konuyu neden seçerdiniz? Konu seçilirken dikkat edilmesi gereken noktaları şu şekilde sıralayabiliriz: Kişi, konu seçerken bildiği ya da ilgi duyduğu, dinleyicilerin de ilgi duyabileceği konuları seçmelidir. Konu, geliştirmeye uygun olmalıdır. Konu, bilimsel gerçeklerle çelişmemelidir. Konu, türlü yorumlara yol açmayacak kadar inandırıcı ve açık olmalıdır. Konumuzu seçmede etkili olan kaynaklar; yaşantı ve deneyimlerimiz, özel ilgilerimiz, okuduklarımız ve dinlediklerimiz, dış dünyamızdır. Bunları şu şekilde açıklayabiliriz (Özdemir, 2010: 87-89): Yaşantı ve Deneyimlerimiz: Hepimizin yaşam deneyimlerimizden kaynaklı bir yaşam birikimi vardır. Çocukluk yıllarımızdan bu yana pek çok olay ve olgunun içinden geçerek bugüne kadar geliriz. Eğer çocukluğumuzda, çevrenin etkisiyle kötü alışkanlıklar edindiysek ya da böyle kişilere şahit olduysak, “çevrenin çocuklar üzerindeki etkisi” başlıklı bir konu seçebiliriz. Çocukluk yıllarımızdan kalma, insanların yaşayışları, gelenekleri, görenekleri, gündelik hayat tarzları, inançları üzerinde deneyim sahibiysek, yine konuşma konumuzu buralardan çıkarabiliriz. Yaşantı ve deneyimlerimizin bir bölümü de işimiz veya uğraşımızla ilgilidir. Yaptığımız işlerle ilgili kazandığımız deneyimler arasından da konu seçebiliriz. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 İkna Edici Konuşmanın Düzenlenmesi Ve Planının Oluşturulması Özel İlgilerimiz: Özel ilgilerimizden de değişik konuşma konuları çıkarabiliriz. Edebiyata, sinemaya, folklora, müziğe ya da farklı spor dallarına karşı ilgi duyabiliriz. İlgi duyduğumuz bu alanlarla ilgili konuşma konuları, dinleyicilerimizin ilgisini çekebilir. Kendi ilgi duyduğumuz alanlar, dinleyicilerimizin ilgi duyduğu alanların örtüşmesi, konuşmaya ilişkin merakı ve ilgiyi artıracaktır. Okuduklarımız ve Dinlediklerimiz: Konuşma konularımızı bulmada, seçmede kaynaklarımızdan biri de, okuma ve dinlemedir. Dergiler, gazeteler, araştırma ve incelemeler, romanlar, öyküler, bize pek çok yeni konunun ipuçlarını verir. Örneğin “işsizlik” konusunda bir öykü ya da makale okuduysak, bunu kendimize konuşma konusu hâline getirebiliriz. Dış Dünyamız: Konuşma konularımızı seçmede en önemli kaynaklarımızdan bir tanesi de dış dünyamızdır. Bizi kuşatan, çevreyi, olayları, olguları, görme, işitme, okuma ve dinleme yoluyla kavrarız. Kavradığımız bu olay, olguyu, durumları, yeni bir bakışla, yeni bir yorumla konulaştırarak dinleyicilerimize sunabiliriz. Konulaştıracağımız bu olay, olgu, durumlar güncel olabileceği gibi, bunları genelleştirerek yeni boyutlar kazandırabiliriz. Amacımızı Belirleme Konuşmalarımız bir hedefe yönelik olarak gerçekleşmeli ve konuşma sonucunda hedefimize ulaşıp ulaşmadığımızı saptayabilmeliyiz. Bir geziye başlamadan önce ne tarafa yoluculuk yapacağınızı ve ne ile karşılaşacağınızı, başka bir deyişle yönünüzü bilirsiniz. Daha sonra, bu yöne ulaşmak için sizi ona götürecek patikayı seçersiniz, eğer nereye gideceğinizi bilmezseniz oraya nasıl ulaşılacağını da bilmezsiniz. Konuşmanız için bir tema seçmek, bir yön seçmek gibidir. Ne söylemek istediğinizi dahi belirlemeden öne “Neden konuşuyorum?” sorusunu sormalısınız. “Ulaşmak ve başarmak istediğiniz şey nedir?”, “Dinleyicilerinizden en çok almak istediğiniz tepki nedir?”. Bu aşamada yalnızca gerçekleştirmek istediğiniz şeyi belirlemelisiniz. Konuşmalar şu genel amaçları gerçekleştirir (Stuart, 2001:10-15): Bilgilendirme/öğretme/eğitme Harekete geçirme/güdüleme/teşvik etme İkna/inandırma/satma Keşfetme/tartışma/pazarlık Eğlendirme/güldürme Amaçlarımızı açık ve seçik terimlerle belirtmek çoğu zaman zordur. Ancak genel amaçlarla yola çıktığınızda bunlar size yardımcı olabilir. Bazen birçok amacın bir bileşimine sahip olduğunuzu unutmayın. Bir konuda amacınız; hem bilgilendirmek, hem karşımızdakini teşvik etmek, hem ikna etmek vs. olabilir. Bu tür durumlarda iç içe geçmiş, pek çok amaç söz konusu olabilir. Ancak bir tanesi, diğerlerinden daha belirgin olmalıdır. Amaçlarınızı yazdığınızda, hem belirgin hem de ulaşılabilir olmasına dikkat etmelisiniz. Yani amaçlarımız; yazılı, belirgin ve ulaşılabilir olmalıdır. Amaçlarımızı belirlerken, tam olarak neye ulaşmak istediğimizi ve başarımızı nasıl ölçeceğimizi de belirlememiz gerekmektedir. Bazen bu süreci, bir eylem izler. Örneğin satış elemanıysanız, müşterinin satın alma kararını vermesi ve eyleme geçmesi, sizin konuşmanızdaki amacı gerçekleştirdiğinizin göstergesidir. Dinleyicilerinizden beklediğiniz tepkiyi tanımlamanız gerekmektedir. Böylelikle tanımladığınız tepkinin gerçekleşip gerçekleşmediğini ölçebilme imkânınız olacaktır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 İkna Edici Konuşmanın Düzenlenmesi Ve Planının Oluşturulması Söyleyeceklerimizi Saptama Konuşmamızı hazırlarken ilk adım, konumuzu seçmek ve sınırlandırmak, ikinci adım amacımızı belirleme ve sınırlandırma, üçüncü adım ise; belirleyip sınırlandırdığımız amaç doğrultusunda bilgi toplamadır. Konuşma; bir kişiye bir şey hakkında bir şey söyleme işi olarak tanımlanırsa, “ne söyleyeceğimizi” bulma işi konuşmamızı hazırlamada önemli bir yer tutmaktadır. Konuşmamızda söyleyeceklerimizi bulup çıkarma işine “bilgi toplama” diyoruz. Amacımızı gerçekleştirmeye yarayacak gerçekler, kanılar, gözlemler, gerçek ya da varsayımsal örnekler, karşılaştırmalar, tanımlar, betimlemeler, görsel gereçler, sayısal veriler vs. kısaca konumuzla ilgili her şeyi bilgi kavramı içinde düşünüyoruz (Özdemir, 2010: 117). Söyleyeceklerimizi saptarken düşünmek, gözlem, başkalarıyla iletişim kurmak ve okumak bize yardımcı olan kaynaklardır. Bunları şu şekilde açıklayabiliriz (Özdemir, 2010: 119-126): Düşünmek: Seçtiğimiz konu üzerinde söyleyeceklerimizi saptarken ilk işimiz; kendi bilgi dağarcığımızı, birikimimizi tartmaktır. Bildiklerimizin, konumuz ve amacımızla olan bağlantısını gözden geçiririz. İlgili olanları saptarız. Bilgi üretme işini, kendimiz de uygulayabiliriz. Yani önce seçtiğimiz konuda bir birikimimiz olup olmadığı araştırırız, varsa bunlardan yararlanırız. Anılarımızı, çocukluk yıllarımızı, ilkokuldan bu yana okuduklarımızı, gezip görerek edindiklerimizi kullanırız. Konuyla ilgili olanlar üzerinde düşünüp, bunları yazıya geçiririz. Bunun yanında, belirlediğimiz amaç için kanılarımızı, inançlarımızı da yazarız. Böylece elde ettiklerimiz, düşünerek bulduklarımızdır. Eğer bu süreç içinde konuya ilişkin bir şey bulamamışsak, bu konuda konuşamayacağımız anlamına gelir. Bu durumda bilgi toplamanın diğer yollarına başvurmalıyız. Konuyla, yaşantımız arasında kurduğumuz bağlar yeterliyse, ek bir hazırlık yapmamız gerekmez. Ancak zenginleştirilmesi gerekiyorsa bunu diğer kaynaklardan yararlanarak yapmalıyız. Gözlem: Gözlem; herhangi bir kişiyi, olayı, varlığı, durumu, belli bir amaç dâhilinde, planlı olarak incelemektir. Gözlemin yararlarını şu şekilde sıralayabiliriz: Kişide araştırma, inceleme alışkanlığı kazandırır. Kişileri daha dikkatli yapar. Gözlem yoluyla elde edilen bilgiler daha kalıcıdır. Gözlemde kişi daha bilinçli çalışır. Gözlem, kişinin planlı çalışmasını sağlar. Gözlem, kişinin etkin olmasını gerektirir. Gözlem yoluyla çevremizde olup bitenleri bilinçli ve dikkatli bir biçimde inceleyerek, konuşmamız için bilgi toplarız. Gözlemde, insan bütün dikkatini bir araya toplayarak bütün ayrıntıları inceden inceye gözetler. Beceri, sabır ve alışkanlık isteyen bir iştir. Gözlem yoluyla pek çok şey öğrenebiliriz. Gözlem; uzun süreli ya da kısa süreli olabilir. Ayrıca; konuşmanın öncesinde ya da sonrasında yapılabilir. Gözlem, bilinçli bir bakma eylemi olduğu için, görülenler belli bir amaç doğrultusunda ayırt edilir, yorumlanır ve değerlendirilir. Doğru ve sağlıklı bir gözlemin nitelikleri nelerdir? Konuşmamızda kullanacağımız bilgi ve verileri gözlem yoluyla nasıl bulabiliriz? Öncelikle sağlıklı bir gözlem süreci, belli bir amaca yönelik olmalıdır. Bunun için bir ön düşünme süreci ve hazırlığı yapılmalıdır. Öncelikle konuşma için gerekli bilgi ve veriler saptanmalı, saptanan bilgi ve verileri, neyi, nerede, ne zaman gözlemleyerek, nasıl elde edeceğimiz konusu bilinmelidir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 İkna Edici Konuşmanın Düzenlenmesi Ve Planının Oluşturulması Doğru ve sağlıklı bir gözlemin en önemli özelliklerinden biri de; doğruluk ve nesnelliğidir. Konuşmamızda gözlem yoluyla elde ettiğimiz bilgilerin, verilerin, gereçlerin geçerliliği, inandırıcılığı buna dayanır. Ancak hiçbirimiz gözlemlediğimiz olayları tam, doğru ve nesnel bir şekilde yorumlayamayız. Bunun için “neyi görmek istediğimizi” değil “ne gördüğümüz” üzerinde düşünmeliyiz. Gözlem yoluyla elde ettiğimiz bilgiler, birinci elden toplanmış bilgilerdir. Elbette başkalarının bu konuya ilişkin gözlemlerinden, deneyimlerinden de yararlanabiliriz. Ancak bu şekilde gelen bilgi ikinci el bilgi olmaktadır ve geçerliliği/güvenilirliği sorgulanmaktadır. Şimdi başkalarıyla iletişim kurarak bilgi toplamayı görelim. Başkalarıyla iletişim kurarak: Üzerinde konuşacağımız konuyla ilgili bilgi toplamanın bir diğer yolu; başkalarıyla iletişim kurmaktır. Başkalarıyla konu üzerine yaptığımız konuşmalar, düşünce alışverişini sağlar. Yakın çevremizde konuyla ilgili uzmanlaşmış kişilerle yapacağımız konuşmalar da bunun bir parçasıdır. Bu yoldan şu üç yöntemle yararlanabiliriz: Konuşma ve Tartışma Görüşme Okuma Konuşma ve tartışmalarda konunun uzmanı kişilerle tartışarak, yeni şeyler öğrenmeye, bilgilerimizi genişletmeye ve zenginleştirmeye çalışırız. Görüşmelerde ise, yine konunun uzmanı ya da yetkili bir kişi varsa onunla görüşürüz. Görüşmelerden umduğumuz yararı sağlayabilmek için, görüşmelere hazırlıklı bir şekilde gitmeliyiz. Soracağımız soruları, bize yol gösterici ve anlamlı yanıtlar almaya olanak verecek şekilde oluşturmalıyız. Görüşme yapacağımız kişinin durumunu ve uzmanlık alanını yakından tanımalıyız. Böyle bir tanıma, yerinde ve gerekli sorular sormamızı sağlayacaktır. Görüşme günümüzün yerini, saatini ve konusunu önceden kararlaştırmalıyız. Sorularımızı, konumuz ve amacımız açısından önceden düzenlemeliyiz. Sorularımız birbiriyle bağlantılı, açık, belirgin ve karşımızdaki kişinin uzmanlık alanıyla ilgili olmalıdır. Görüştüğümüz kişiyi nazik bir biçimde ve saygıyla dinlemeliyiz. Sözünü kesmemeli, önemli gördüğümüz yerleri not almalıyız. Görüşmeyi, konu dışına çıkmamak için belirli bir zaman dilimine sığdırmalıyız. Konuşmamızın içeriğini oluşturacak bilgileri ve verileri; düşünerek, gözlemleyerek, başkalarıyla iletişim kurarak, okuyarak elde ederiz. Bireysel Etkinlik Okuma: Okuyarak da konuşma konumuz hakkında bilgi edinebiliriz. Gazeteler, dergiler, kitaplar, pek çok konuyla ilgili yazı içermektedir. Konuşma konumuzla ilgili kütüphanelerden ya da kitapçılardan konu başlığıyla ilgili yapacağımız taramalar, konuyla ilgili bilgi toplamamızı kolaylaştıracaktır. •En son okuduğunuz kitap itibariyle ilginizi çeken konu neydi? Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 İkna Edici Konuşmanın Düzenlenmesi Ve Planının Oluşturulması Söyleyeceklerimizi Planlama ve Yazılaştırma Konuyu seçip, amacımızı belirledikten sonra ve bilgileri topladıktan sonra; elde ettiğimiz bilgileri düşünsel bir plan dahilinde ele almalıyız. Konuşmalarımızda söyleyeceklerimiz, belli bir sıra izlemelidir. Söyleyeceklerimizi bir sıraya koyup, neyi nerede söyleyeceğimize ilişkin bir çalışma gerçekleştirmeliyiz. Konuşma planı, konuşmamızda söyleyeceklerimizin ilgi ve önem derecesine göre sıralanmasıdır. Bu sıralamayı şematik bir düzenle gösterebiliriz (Özdemir, 2001: 141-142): I………………………………… A. ………………………………. 1. .……………………………. 2. .……………………………. (1) ………………………...... (2) ………………………..... (a) ………………………… (b) ………………………… B. ………………………………... Bu kesitte, Romen rakamları, konuşmamızın amacını destekleyen ana düşüncelerdir. Büyük harflerle (A ve B) belirtilenler, ana düşünceleri açıklayan ya da geliştiren noktalardır. Buna bağlı olarak ayraç içinde verilenler de birbirlerini destekleyen düşüncelerdir. Planlamamızı yaparken dikkat etmemiz gereken hususları şu şekilde sıralayabiliriz (Özdemir, 2010: 142): Belirtmek istediğimiz her noktayı özlü ve açık cümlelerle ya da sözcüklerle biçimlendirmeliyiz. Böylece, söylediklerimizin hem kendi zihnimize hem de dinleyicilerimizin zihinlerine kolayca yerleşmelerini sağlarız. Planımızda yer alan noktalar, birbirlerinin yinelemesi niteliğinde olmamalıdır. Her nokta konuşmamızın temel amacıyla ilgili olmalı, birbirini bütünleyen, açıklayıp geliştiren nitelikte olmalıdır. Her bölüm için uygun ana başlıklar seçilmelidir. Konuşmanın metne dökülmesinde ise; bu plan dâhilinde konumuzu tanıtma işine girişiriz. Konuşma metnindeki bu bölümün görevi; ele aldığımız konuyu dinleyicilerimizin ilgisini çekebilecek bir tarzda ortaya koymaktır. Bu bölümün uzunluğu, nitelikleri, doğrudan ya da dolaylı oluşu, içinde bulunduğumuz koşullara, dinleyicilerin durumuna ve konunun türüne bağlıdır. Düşündüklerimizi aktarırken, tanımlardan, örneklerden, sayılardan, öykülerden, özdeyiş ve atasözlerinden yararlanabiliriz. KONUŞMANIN SUNULUŞU Konuşmacılar sunuş çeşitlerinden kendilerini en çok rahat ettiklerini ve konuşma konusuna en uygun olanını seçmelidirler. Konuşmalarda bütün bu hazırlıklar ve planlamalar yapıldıktan sonra, eylem noktasına yani konuşmanın sunuluşuna geçiyoruz. Konuşmanın bu aşamasına ilişkin Akbayır (2003: 179-180) şunları söylemektedir: Konuşmalarımızın amaçları arasında saydığımız; “eğlendirme” eylemini bu işin ustalarına bırakarak öğretme ve ikna etme konularındaki konuşmaların ön plana çıktığını söyleyebiliriz. Genel amaç saptanırken, dinleyicilerden neler beklediğinizi, umduğunuzu da dikkate almalısınız. Bunun için de dinleyicinin ekonomik, sosyal ve kültürel durumlarını bilmeniz gerekecektir. Planlı bir Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 İkna Edici Konuşmanın Düzenlenmesi Ve Planının Oluşturulması Her konuşma giriş, ana bölüm ve bitirişten oluşmaktadır. şekilde hazırladığınız konuşma metninizi, sunuştan önce birkaç kere çok dikkatli bir biçimde kontrol ediniz. Konuşma metninizin yeterli olduğuna inanmanız, size cesaret verecektir. Konuşmaların sunuluşunda başlıca üç çeşit uygulama görülmektedir; okuma, ezberleme ve serbest sunuş. Konuşmaların sunuluşunda en çok gördüğümüz teknik, okumadır. Kurallara uygun bir biçimde yapıldığında dinleyicilere zevk verebilecek bir okumanın yeteneksiz konuşmacıların elinde, dinleyenlere sıkıntılarla dolu dakikalar geçirmekten başka bir şeye yaramadığını gösteren çok sayıda örnek vardır. Metindeki bütün vurgu ve durakların gerektiği gibi yapılması, noktalama ve söyleyiş özelliklerinin yerine getirilmesiyle, okuma biçimindeki bir konuşma dikkat çekici, ilgi toplayıcı olabilir. Ancak, çoğu konuşmacı gözlerini kâğıttan ayırmadan, nefes nefese ve konuşma süresini bir an önce bitirmeye çalışarak, hem kendilerini hem de dinleyicilerini sıkıntıya sokarlar. Ezberleme ise, uzun metinlerde çok zor olduğu için pek tercih edilen bir yöntem değildir. Ayrıca metnin unutulması hâlinde ortada kalma, kâğıt üzerinde geriye dönüş yapamama ve ezber havasının monoton bir atmosfer yaratması gibi tehlikeler vardır. Konuşmada yetkin kişilerin iyi bir hazırlık döneminden sonra, serbest bir biçimde, ama planlı sunuşla konuşmalarını sunmaları, idealdir. Özellikle kısa açıklama ve bilgi verme türünden konuşmalarda, serbest sunma tekniğinin uygulanması yerinde olacaktır. Konuşma yaparken dikkat edilmesi gereken hususları şöyle sıralayabiliriz (Akbayır, 2003: 180): Konuşmamız sırasında, konunun tek bileni olduğumuzu iddia etmemeliyiz. Alçakgönüllü bir tutum, her zaman konuşmacıya avantaj sağlamaktadır. Heyecan bir konuşmacının en büyük düşmanıdır. Heyecanını yenemeyen konuşmacı, başarılı olamaz. Kendine güven ve konuda yetkinlik, heyecanın yenilmesinde önemlidir. Dil konusunda, konuşmacı özgürdür. Ancak dinleyicilerinizin özelliklerini göz önünde bulundurmanız faydalı olacaktır. Mikrofon sistemi yoksa konuşma yerindeki herkesin sizi duyabileceği bir biçimde konuşunuz. Konuşma hızınızı, iyi ayarlayınız. Çok yavaş tempo, dinleyicileri sıkar, çok hızlı konuşmak ise dinleyicilerin anlamasını engeller. Konuşma uzmanları dakikada 125-175 arası sözcüğün söylenilmesini normal bulmaktadırlar. Bu tempoyu tutturmaya çalışınız, bu da 1 sayfalık bir metnin 3 dakikada okunması anlamına gelmektedir. Bir konuşmanın başarıya ulaşmasında ana özellik “hitap” niteliğini taşımasıdır. Dinleyicinin çok dikkatle sizi hem dinlediğini hem de izlediğini aklınızdan çıkarmayın. Her sözcüğün telaffuzu, her mimiğiniz dinleyiciler tarafından gözlenmektedir. Dinleyicilerinizin hem zihnine, hem gözüne hem de kalbine hitap edebilmelisiniz. Konuşma metni içindeki cümlelerde bulunan bazı sözcüklere zaman zaman diğerlerinden daha fazla vurgu yapınız. Cümledeki her sözcüğü aynı tonda vurgulamak, monotonluk yaratır. Konuşma sırasında ses tonunuzu zaman zaman yükseltip, alçaltarak ritim sağlayınız. Bu ritmi sağladığınızda, dinleyiciler nezdinde güzel bir etki yaratırsınız. Bu cümlenin yarısını alçak, diğer yarısını yüksek sesle söylediğiniz zaman bile, bu ritim yaratılmış olur. Bu konuda alıştırma yapmalısınız. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 İkna Edici Konuşmanın Düzenlenmesi Ve Planının Oluşturulması Vurgulamak istediğiniz sözcük veya cümlelerden önce duraklamanız, dikkati toplamanızı sağlayacaktır. VİDEO http://www.uzmantv.com/etkili-bir-konusma-icin-jest-ve-mimiklernasil-kullanilir Giriş Konuşmaları, dürüst bir duygu, inanç ve fikirle oluşturmak gerekmektedir. Böylelikle kendinizin inandığı bir görüşe, başkalarını daha kolay ikna edebilirsiniz. Konu giriş, gelişme ve sonuç olmak üzere üç ana bölümden oluşur. Konuşma kürsüsüne geldiğinizde, söze başlamak için acele etmeyiniz. Beş on saniyelik bir hazırlık süresini, dinleyicileriniz size vereceklerdir. Salonda gözlerinizi gezdirin. Bakışlarınızı dinleyicilerinize yöneltin ve konuşurken muhatabınızın yüzüne bakın (Akbayır, 2003: 181). Konuşmalarda giriş kısmı, hazırlık yapıldıktan sonra en sonda hazırlanmalıdır. Konuşmanızdaki amaç ve hedef, düzgün bir metin hâline getirildikten sonra, dinleyicileri etkileyecek bir giriş hazırlanır. Dikkat çekici bir giriş, konuşma boyunca dinleyicinin merakını size yöneltebilir. Bu yüzden, girişe özel bir önem vermelisiniz. Bir konuşmaya başlamak oldukça güç bir iştir. Çünkü dinleyicilerinizin zihni henüz tazedir ve söylediğiniz her şeyi almaya hazırdır. Bu nedenle konuşmaya başlangıç, dikkatle hazırlanması gereken bir aşamadır. Başlangıç gayet kısa, sadece bir veya iki cümleden kurulmuş olmalıdır. Genellikle konunun bütününü ortaya koyacak nitelikte olmalıdır (Carnegie, 1983: 180). Konunun boyutlarına göre söze başlamanın etkili olması için, önerilen birkaç yol bulunmaktadır. Bunlar; konu ile ilgili çok ünlü birini anma, ilgi çekici bir hikâye, fıkra ya da açıklama ile giriş, ünlü bir söz, ilgi çekici ve dramatize edilmiş konuyu güçlendiren gerçekler; dinleyicilere genel bir soru sorarak başlama, güncel bir olayın konu ile ilgisini ilginç bir biçimde vurgulama biçiminde sıralanabilir (Akbayır, 2003: 181). Konuşmaya başlarken dinleyicileri küçümseyici sözler kullanılmamalı, yersiz anlatılan ve izleyiciyi konuşmaya ısındırmaktan çok soğutan fıkra ya da öykülerden kaçınılmalıdır. Ancak çok resmî girişler de dinleyicilere sempatik gelmez. Kısa bir girişten sonra, içten bir yaklaşımla konunuza girmelisiniz (Akbayır, 2003: 181). Giriş bölümünde dikkat etmeniz gereken ayrıntılardan biri de duruşunuzdur. Kimi konuşmacılar ellerini kollarını nereye koyacaklarını bilemezler ya da konuştukları platformda nerede duracaklarını kestiremezler. Bu da dinleyiciler açısından gülünç bir durumdur. Burada unutmamamız gereken, konuşmacının duruş, mimik ve jestlerine de dikkat edildiğidir (Akbayır, 2003: 181). Giriş bölümü, dinleyicilerin dikkatini toplar, karşılıklı iyi niyet yaratır, dinleyicileri içeriğe yöneltir ve konuşmanın tonuna ilişkin fikir verir. Giriş bölümünün en önemli fonksiyonu, konuşmanın ana temasının açıklanmasıdır. Bazı konuşmalarda bu işlem daha sonraya da bırakılabilir. Niyetinizi özetleyebilecek, etkileyici bir cümleyle ana bölüme geçiniz. Bu, dinleyicilerinizle bütünleşmenizi sağlayacak bir kolaylıktır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 İkna Edici Konuşmanın Düzenlenmesi Ve Planının Oluşturulması Ana Bölüm Konuşma, yapılma sıklığı arttıkça kolaylaşan ve etkinleşen bir eylemdir. Konuşmada süreyi kullanma son derece önemlidir. Dinleyiciyi sıkmayacak bir sürede konuşmayı tamamlamak gerekir. Ne kadar iyi bir konuşmacı olursanız olun, dinleyicilerinizin belirli bir dinleme tahammülü olduğunu aklınızdan çıkarmamalısınız. Metinden ayrılarak, konudan konuya geçmek hem siz hem de dinleyicileriniz için zaman kaybı olabilir (Akbayır, 2003: 182). Dinleyiciler karşısında sinirli ve gergin bir tavır, başarıyı engeller. Heyecan, sinirlenmenize neden olan faktörler arasındadır. Çok belirgin bir heyecan içindeyseniz, konuşmanın ilk birkaç dakikasında fazla hareket etmemenizde, dinleyicinin dikkatini hazırladığınız görsel malzemelerin üzerine çekmekte fayda vardır. Derin soluk almak da yine önerilen çözümler arasındadır. Konuşma sırasında hata yapmak, gülünç duruma düşmek gibi kaygıları aklınızdan çıkarmalısınız. Kişinin kendine güveninin başarısının anahtarı olduğunu hatırlamalısınız. Konuşma korkusuyla baş etmenin en iyi yolu ise sıkça bunu yapmaktır. Deneyimin en büyük öğretmen olduğu unutulmamalıdır (Akbayır, 2003: 182). Konuşma korkusu iki temel nedene dayanır; dinleyiciler ve konuşmacının kendi kusurları. Dinleyicilerin çoğunluğu konuşma konusuna, konuşmacı kadar vakıf değillerdir. Konuşmalara da genellikle sempatiyle yaklaşırlar. Bunu kavrayan konuşmacılar, dinleyicilerden kaynaklanan korkularını yenebilirler. Konuşma esnasında kendi kendinizi incelememenizde ve kusurlarınıza yoğunlaşmamakta fayda vardır. Kendinize odaklanmaktan çok konuşmanıza odaklandığınızda sunumunuzun başarısını yükseltme ihtimaliniz artmaktadır (Kantemir, 1991: 52). Bitiriş Başlangıç ve bitiriş bir konuşmanın en önemli bölümleridir. Bir konuşmanın başarısı büyük ölçüde giriş ve bitiriş bölümlerine bağlıdır. Konuşmacının en son sözleri ya da konuşmasının son bölümleri, kulakta en çok kalan ve en çok anımsanan bölümlerdir. Bu yüzden bitirişte de dikkatli olmak gerekir. Konuşmayı birdenbire bitirmemek gerekir. Bu, dinleyicilerde yarım bırakılmışlık duygusu yaratır. Konuşmaya son verecek sözleri özenli bir biçimde seçmemiz gereklidir. Konu ile ilgili tüm bilgiler, konuşmanın boyutları içerisinde verildiği için, konuşma son derece etkili cümlelerle ve samimi bir şekilde bitirilmelidir (Akbayır, 2003: 183). Konuşmanın bitişinde, o ana kadar söylemek istediklerinizi özetleyebilirsiniz. Ancak bu da çok uzun sürmemeli ve dinleyicileri bıktırmamalıdır (Carnegie, 1983: 201-202). Soru sormak isteyenlere konuşmanızın bitiminde yer vermelisiniz. Dinleyicinin zihninde konuşmanıza ilişkin herhangi bir soru işareti kalmamalıdır. Sözlü anlatımda, yazılı anlatımda olduğu gibi ifade edeceklerimizi tekrar tekrar gözden geçirme ve düzeltme imkânımız yoktur. Bu nedenle güzel bir konuşma yapmak güzel bir yazı yazmaktan daha zor bir süreçtir. Güzel ve etkili konuşmak kolay bir iş olmasa da, bu konudaki örnekleri incelemek, özenli bir planlama yapmak ve konuşma yanlışlarından sakınmakla daha iyi konuşmalar yapmak mümkündür. Yere, zamana, duruma ve hedef kitleye uygun konular seçerek, saygılı ve güvenli bir tavırla konuşmak, sözlerimizin düşüncelerimizi tam olarak ifade etmesine gayret göstermek, sözü gereksiz yere uzatmamak, muhakkak hazırlıklı olmak, ses tonu, jest ve mimiklere dikkat etmek gibi noktalara dikkat edildiğinde konuşmanın başarısının arttığı görülecektir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 Özet İkna Edici Konuşmanın Düzenlenmesi Ve Planının Oluşturulması •Konuşmanın düzenlenmesi ve planlanması ikna edici bir konuşmanın en önemli unsurudur. Özellikle hazırlık gerektiren ve gruplara/kitlelere yönelik olarak yapılan konuşmaların planlı olması, anlaşılmak ve etkili olmak için zorunludur. •Konuşmalar hazırlanırken öncelikle dinlemeyi öğrenmek gerekmektedir. Ardından bir konuşmanın temel yapısını oluşturan, konuyu seçme, amaç belirleme, söyleneceklerin saptanması, planlanması, yazılması ve sunuluşu olan aşamalar gerçekleştirilmelidir. •Konuşmaların sunuşunda okuma, ezberleme ve serbest sunuş teknikleri vardır. Konuşmacı kendi özelliklerine, dinleyicilerin niteliklerine, konuşmanın konusuna ilişkin olarak en uygun tekniği seçmelidir. •Her konuşma; giriş-gelişme-sonuç bölümlerinden oluşur. Konuşmanın girişinin kısa ve konuşmanın kapsamı hakkında fikir verici olması gerekir. Konuşmanın bütünündeki üslup, dürüst ve samimi olmalıdır. Konuşmanın başlangıcından bitişine kadar olan süreçte, tutarlı bir yapı sergilenmesi, konuşmanın ikna ediciliğini artıracaktır. Sonuç bölümü de diğer bölümler gibi planlanmalı ve fazla uzatılmadan kısa bir özet niteliği taşımalıdır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 İkna Edici Konuşmanın Düzenlenmesi Ve Planının Oluşturulması DEĞERLENDİRME SORULARI 1. Aşağıdakilerden hangisi “iyi bir dinleyici olmanın” ilkeleri arasında yer almaz? Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz. a) Konuşmaya odaklandığını gözle görülür biçimde belli etmek b) İhtiyaç ve istekleri araştırmak ve bölümlere ayırmak c) Konuşmanın içeriğini olduğu kadar konuşmayı yönlendiren duyguları da fark etmek d) Soru, destek ve yargıyı dengelemek e) Karşımızdaki konuşurken, söyleyeceklerimize odaklanmak 2. Aşağıdaki ifadelerden hangisi konuşmalarda dinleyiciyi araştırmanın sonuçlarından birini ifade etmektedir? a) Dinleyicilerimiz hakkında bir şeyler öğrenmek, konuşmalarımızı onlarla ilişkili kılar. b) Dinleyicilerde sorgulanma hissine neden olur. c) Dinleyicileri tedirgin eder. d) Dinleyicilerin tutumlarını değiştirir. e) Dinleyicilerin konuşmacıya olan saygısını artırır. 3. Konuşma yapıları içinde, değineceğiniz noktaları, en önemlisi en başta olacak şekilde, önem sırasına göre sunmanıza ne ad verilmektedir? a) Sorun/Çözüm b) Kronolojik Yapı c) Tematik Yapı d) Mekânsal Yapı e) Kuram/Uygulama 4. Aşağıdaki sıralamalardan hangisinde, konuşma planının aşamaları doğru bir sırayla verilmiştir? a) Amacımızı belirleme, konuyu seçme, söyleyeceklerimizi saptama, söyleyeceklerimizi planlama ve yazılaştırma, konuşmanın sunuluşu b) Konuyu seçme, amacımızı belirleme, söyleyeceklerimizi saptama, söyleyeceklerimizi planlama ve yazılaştırma, konuşmanın sunuluşu c) Söyleyeceklerimizi saptama, konuyu seçme, amacımızı belirleme, söyleyeceklerimizi planlama ve yazılaştırma, konuşmanın sunuluşu d) Konuyu seçme, söyleyeceklerimizi planlama ve yazılaştırma, amacımızı belirleme, söyleyeceklerimizi saptama, konuşmanın sunuluşu e) Söyleyeceklerimizi saptama, konuyu seçme, amacımızı belirleme, konuşmanın sunuluşu, söyleyeceklerimizi planlama ve yazılaştırma 5. Aşağıdakilerden hangisi konumuzu seçerken etkili olan kaynaklar arasında sayılabilir? a) Yaşantı ve deneyimlerimiz b) Özel ilgilerimiz c) Okuduklarımız ve dinlediklerimiz d) Dış dünyamız e) Hepsi 6. Aşağıdakilerden hangisi bir konuşmanın amaçları arasında sayılamaz? a) Zihin dağıtma b) Bilgilendirme c) Harekete geçirme d) İkna e) Eğlendirme Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 İkna Edici Konuşmanın Düzenlenmesi Ve Planının Oluşturulması 7. Konuşmada söyleyeceklerimizi saptarken; herhangi bir kişiyi, olayı, varlığı, durumu, belli bir amaç dahilinde, planlı olarak inceleyerek bilgi toplamaya ne ad verilir? a) Düşünmek b) Başkalarıyla iletişim kurmak c) Gözlem d) Okumak e) Tartışmak 8. Aşağıdakilerden hangisi konuşmaların sunuluşunda en ideal sunum biçimidir? a) Serbest sunuş b) Ezbere dayalı sunuş c) Okuma d) Anlatma e) Tartışma 9. Aşağıdakilerden hangisi konuşmaların giriş bölümünde yapılması gerekenler arasında sayılabilir? a) Giriş bölümünün tamamını esprilere ve fıkralara ayırmak b) Konuşmaya hemen başlamak c) Giriş bölümünü uzun tutmak d) Duruşunuzu ve beden dilinizi ikinci planda tutmak e) Konuşmanın ana temasını açıklamak 10. Aşağıdakilerden hangisi bir konuşmanın bitirilişinde gerçekleştirmemiz gerekenler arasında yer alır? a) Uzun bir şekilde sohbet etmek b) Aniden bitirmek c) Dinleyicilerin zihinlerinde soru işareti uyandırmak d) Konuşma boyunca söylenenleri kısaca özetlemek e) Dinleyicilerden soru almamak Cevap Anahtarı 1. E, 2.A, 3.C, 4.B, 5.E, 6.A, 7.C, 8.A, 9.E, 10.D Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 İkna Edici Konuşmanın Düzenlenmesi Ve Planının Oluşturulması YARARLANILAN KAYNAKLAR Akbayır, S. (2003). Dil ve Diksiyon: Yazılı ve Sözlü Anlatım Bozuklukları. Ankara: Akçağ Yayınları. Carnegie, D. (1983). Söz Söyleme ve Kendine Güvenme. (Çev. Nihal Akkaya). İstanbul: Ak Kitabevi. Dicleli, A.B. ve Akkaya, S. (2000). Konuşa Konuşa: İletişimin Sırları. İstanbul: MESS Yayınları. Ercan, N. (1999). Güzel Konuşma ve Yazma Sanatı. İstanbul: Kaya Yayınları. Geray, H. (2004). Toplumsal Araştırmalarda Nicel ve Nitel Yöntemlere Giriş. Ankara: Siyasal Kitabevi. Harkins, P. (2005). Etkili Konuşmanın Gücü. (Çev. Gürol Konca). İstanbul: Alfa Yayınları. Kantemir, E. (1991). Yazılı ve Sözlü Anlatım. Ankara: Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Yayınları. Stuart, C. (2001). Etkili Konuşma. İstanbul: Alfa Yayınları. BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR Gürüz, D. ve Temel Eğinli, A. (2008). Kişilerarası İletişim. Ankara: Nobel Yayınları. L’Etang, M. (2002) “Halkla İlişkiler ve Retorik”. (Çev.Gülcan Işık). Jacquie L’Etang ve Magda Pieczka (ed). Halkla İlişkilerde Eleştirel Yaklaşımlar (ss. 189213). Ankara: Vadi Yayınları. Meyer, M. (2009). Retorik. (Çev. İsmail Yerguz). Ankara: Dost Yayınları. Reardon, K.R. (2002). “Karşılıklı Konuşma”. Sacide Vural (ed.,çev.).Kişilerarası İletişim. (ss.107-138). Bişkek: Kırgızistan-Manas Üniversitesi Yayınları: 27. Tutar, H. ve Yılmaz, K. (2010). Genel İletişim: Kavram ve Modeller. Ankara: Seçkin Yayıncılık. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 HEDEFLER İÇİNDEKİLER İKNA EDİCİ KONUŞMANIN DESTEKLEYİCİSİ OLARAK SÖZSÜZ İLETİŞİM • Sözsüz İletişim Kavramı • Sözsüz İletişim ve Kişilerarası Duyarlılık • Sözsüz İletişimin Unsurları • Sesli İletişim • Sözsüz İletişim (Beden Dili) • Nesnel İletişim İKNA VE İKNA PSİKOLOJİSİ • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; •Sözsüz iletişim kavramını tanımlayabilecek •Sözsüz iletişimin özelliklerini açıklayabilecek •Sözsüz iletişim ve kişilerarası duyarlılığın ilişkisini gösterebilecek •Sözsüz iletişim unsurlarını kavrayabileceksiniz. ÜNİTE 11 İkna Edici Konuşmanın Destekleyicisi Olarak Sözsüz İletişim GİRİŞ Sosyal psikoloji alanında çalışan araştırmacıların vardığı sonuçlara göre; insanların birbirleriyle kurdukları ilişkilerde sözsüz iletişim yoluyla iletilen mesajların etkisi oldukça büyüktür. Sözsüz iletişim yoluyla karşı tarafa aktardığımız mesajlar, onlar üzerinde bıraktığımız ilk izlenimde etkili olmaktadır. İçine girdiğimiz bütün iletişim süreçlerinde bedenimiz, bilinçli ya da bilinçsiz olarak bize eşlik etmektedir. Bedenimizin verdiği bu sözsüz mesajlar, duygularımızı ve niyetimizi yansıtmakta önemli bir rol üstlenmektedir. Kullandığımız beden dili ve ilettiği anlamlar kadar, karşımızdaki kişilerin kullandıkları beden dilinin anlamlarını bilmek, iletişim sürecinde karşımıza çıkan sorunlu alanların çözümünde gerekli ipuçlarını sağlamaktadır. Bu bölümün amacı; sözsüz iletişim kavramını tanımlamak, sözsüz iletişimin özelliklerine değinmek, sözsüz iletişimin kişilerarası duyarlılığa nasıl yansıdığını göstermek ve sesli iletişim, sözsüz iletişim (beden dili) ve nesnel iletişim gibi konuları barındıran sözsüz iletişimin unsurlarını ele almaktır. SÖZSÜZ İLETİŞİM KAVRAMI Sözsüz iletişim mesajları, sözlü iletişim mesajlarını destekleyici bir mekanizma olarak çalışmaktadır. Sözsüz iletişim, iletişimin en temel türlerinden biridir. Çünkü tek bir kelime bile konuşmadan, birbirimizin gözlerine bakarak ya da bakmayarak, kıyafetlerimizle, duruşumuzla, oturuşumuzla ya da yürüyüş tarzımızla ve diğer insanlarla aramıza koyduğumuz fiziksel mesafe gibi görsel simgelerle, birbirimiz hakkında çok fazla bilgi edinebiliriz. Bunun yanı sıra, insan düşüncelerini, bilgilerini iletmedeki en temel araç olan konuşma; yani sözlü iletişim, duyguların, heyecanların, coşkuların iletilmesinde yetersiz kalmaktadır. Bu yüzden birçok durumda, duygularımızı dışa vurmamıza yardımcı olacak el ve kol hareketlerinden yararlanırız. Sözsüz iletişim ayrıca sözlü iletişim mesajlarının yorumlanmasına dair ipuçları sağlamaktadır. Aynı sözlerin değişik vurgularla söylenmesi ya da kişiyle göz teması kurarak, gülümseyerek söylenmesi iletilmek istenilen mesajın etkinliği üzerinde fark yaratmaktadır. Sözsüz iletişim mesajları çoğu durumda, sözlü iletişim mesajlarından daha güvenilir bulunmaktadır. Çünkü insanların gerçek duygu ve düşüncelerini rahatlıkla yansıtabilir. Bunun yanı sıra tek bir sözsüz iletişim işaretini de iletişimin gerçekleştiği ortam ve koşullardan ayrı düşünemeyiz. Örneğin kolların kenetlenmesi, değişik ortam ve durumlarda korkma, savunma ve üşüme gibi farklı duyguları yansıtabilir. Kısaca sözsüz iletişim simgelerini kurmadan bir iletişim sürecine girmemiz imkânsızdır. Sözel olmayan davranışın iletişim için önemi artık sosyal psikoloji alanında çok iyi bilinmektedir. Ancak bu konuda araştırma yapmak oldukça karmaşık bir süreci de beraberinde getirmektedir. İnsanlar 20.000 farklı yüz ifadesi ve 1000 farklı yüz ifadesi üretebilirler. Yaklaşık olarak 700.000 farklı fiziksel jest, yüz ifadesi ve hareketi vardır. En kısa etkileşimde bile bu iletişim araçları çok büyük sayıda, anlık ve kendiliğinden kullanılabilir. Bu kadar önemli olan sözsüz iletişim davranışı çeşitli amaçlara hizmet etmektedir (Hogg ve Vaughan, 2007: 629): Duygu ve niyetler hakkında bilgi sağlayabilir (Sözel olmayan ipuçları birisinin sizden hoşlanıp hoşlanmadığını gösterebilir). Etkileşimleri düzenlemekte kullanılabilir (Sözel olmayan ipuçları bir konuşmanın bitimini ya da bir başkasının söz almak istediğini gösterebilir). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 İkna Edici Konuşmanın Destekleyicisi Olarak Sözsüz İletişim Samimiyet ifade etmek için kullanılabilir (Dokunma ya da karşılıklı göz teması). Egemenlik ve denetim oluşturmak için kullanılabilir (sözel olmayan tehditler). Amaca ulaştırmayı kolaylaştırmak için kullanılabilir (işaret etme). SÖZSÜZ İLETİŞİMİN ÖZELLİKLERİ Sözsüz iletişimin kişinin gizlemeye çalıştığı duygularını açığa vurması gibi bir özelliği vardır. İletişim, bütün insan ilişkilerinde sözlü olarak yapılagelen bir etkileşim olarak algılanmasına rağmen, simgeler aracılığıyla gerçekleştirildiği düşünüldüğünde, sözsüz iletişimin önemi daha açık kavranacaktır. İnsanlar toplumda izlenim oluştururken, sözsüz iletişimden geniş bir biçimde yararlanırlar. Günlük yaşamda gerçekleştirilen ilişkilerde sıkça başvurulan bir yöntemdir. Sözsüz iletişim bazen anlam yaratmada, çoğu kez bilincinde olmaksızın ama kaçınılmaz olarak sürekli kullanılan bir iletişim biçimidir. Sözel olmayan ve sözle gösterilemeyen tüm ögeleri kapsar. Zaman, mekân, vücut hareketleri, yüz hareketleri, ses tonu, objelerin kullanış şekli, kullanılan alan, oturuş ve yürüyüş şekli, renkler, giysi ve aksesuarlar gibi ögeler sözsüz iletişim içerisinde yer alır. Sözsüz iletişimin genel özelliklerini şu şekilde ifade edebiliriz (forumlopedi, 2010): Sözsüz iletişim etkilidir. İnsanlar mesajlarının büyük kısmını sözsüz yolla iletirler. Hem kendi mesajlarımızı vermek hem de başkalarının mesajlarını almak için sözsüz iletişimden daha çok yararlanılır. Bazen bir bakış, bir duruş ve bir dokunuş konuşmaktan çok daha etkili olur. Bir resmin binlerce sözcüğün anlatamadığı özellikleri anlattığı gibi, bir bakış, bir duruş, bir dokunuş binlerce sözcüğün anlatamadığı duyguları anlatabilir. Bu nedenle sözsüz iletişim sözlü iletişime göre daha etkili olur ve sıkça kullanılır. İletişim kurmamak mümkün değildir. Sözlü iletişimde duygu ve düşünceler konuşarak ifade edilir. Konuşmadan duygu ve düşünceleri ifade etmek mümkün değildir. Ancak sözsüz iletişimde her davranışımız bir mesaj yüklüdür. Yorulmuş ya da mutsuz bir insanın davranışını hemen anlarız. İki kişinin birbirine bakışından, yan yana oturmuş iki kişinin davranışından aralarındaki ilişki anlaşılabilir veya bu ilişkinin niteliği yorumlanabilir. Yaptığımız her hareket, oturma biçimimiz, kullandığımız alan, renkler ve nesneler ile giysilerimiz birer mesaj niteliğindedir. Sözsüz iletişim kurmamak ya da bundan kaçınmak mümkün değildir. Sözsüz iletişim duyguları belirtir. İnsanlar konuşarak duygularından çok düşüncelerini anlatırlar. Ancak sözsüz iletişimle düşünceden çok duygular anlatılır. Kızgın, yorgun ve mutsuz birini konuşmadan hemen anlayabiliriz. Çünkü kişinin birçok davranışı onun duygularını yansıtır. Kişi bunları ne kadar gizlemeye çalışırsa çalışsın, beden dili bunları hemen açığa çıkarır. İç Anadolu bölgesinin iklim özelliklerini anlatmak veya ülkemizin eğitim sorunlarını belirlemek için mutlaka sözlü ve yazılı iletişim kurmak gerekir. Ancak sevincimiz, üzüntümüz, her türlü heyecanlarımız, korkularımız gibi duygularımız konuşmaktan ve yazmaktan çok beden dili ile anlatılır. Bu nedenle duygularımızı anlatmada en etkili yol beden dilidir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 İkna Edici Konuşmanın Destekleyicisi Olarak Sözsüz İletişim Farklı anlamlarla iletişim sağlar. Bazı durumlarda sözlü iletişim ile sözsüz iletişim farklı hatta zıt anlamlarda mesajlar verebilir. Herhangi bir nedenle kızmış birinin bağıra bağıra “kızmadım” demesi buna bir örnektir. Sözle kızmadığını ifade eden birinin ses tonu, el kol hareketleri, yüz ifadeleri kızdığını gösterebilir. Böyle durumlarda sözlü ve sözsüz iletişim iki farklı mesaj iletir. Beden diliyle verilen mesajlar sözlü iletişime oranla daha etkili ve güvenilirdir. İnsanlar konuşarak gerçeği gizleyebilir ancak beden dili yalan söylemez. Bu nedenle beden diliyle verilen mesajlar daha gerçekçidir. Sözsüz iletişim belirsizdir. Sözsüz iletişimde bazı mesajları anlamlandırmak zor hatta imkânsızdır. Örneğin, beraber oturan eşlerden veya arkadaşlardan birinin mutsuz olmasının nedenini, beden diliyle anlamak mümkün değildir. Çünkü bu mutsuzluk; yorgunluk, hastalık, kızgınlık gibi nedenlerden kaynaklanabilir. Beden dili kişinin mutsuzluğunu gösterir ancak bunun nedenlerini anlamak için yine sözlü veya yazılı iletişime ihtiyaç duyulur. Ayrıca, bireysel ve kültürel farklılıklar sözsüz iletişimdeki belirsizliği artırabilir. Bireyin sözel olmayan davranışlarını doğru anlamak, yorumlamak ve değerlendirmek için tüm iletişim kanallarını kullanmak gerekir. İletişimde kullanılan ses tonlaması, yüz ifadeleri, mimikler, beden hareketleri, jestler sözsüz iletişimin bir parçasıdır. Bu özellikler ancak sözlü iletişimle birlikte etkin olur. Sözsüz iletişim, iletişim yokluğunu olanaksızlaştırma, duygu ve coşkuları yetkin biçimde dile getirme, bireyler arası ilişkileri tanımlama ve belirlemede, güvenilir iletiler sağlamada önemlidir. Tüm bunlar kültüre göre biçimlenir. Değişik kültürlerde farklı anlamlar taşıyan sözsüz iletişimin sembolleri vardır. SÖZSÜZ İLETİŞİMİN İŞLEVLERİ Kişinin iletişim sürecinde söylediklerini yeterince kavrayabilmek için sözlü ve sözsüz iletişim unsurlarının bir arada değerlendirilmesi gerekmektedir. Sözsüz iletişim; kullanıldığı bağlama dayalı olarak çok sayıda amaca hizmet etmektedir. En önemli işlevlerinden biri; konuşmanın yerine geçebilmesi ya da onu tamamlayabilmesidir. Sözsüz iletişim, kişilerin konuşmasının mümkün olmadığı durumlarda bile beden diliyle anlaşmaya olanak vermektedir (Gürüz ve Temel Eğinli, 2008: 132). İletişim süreci içinde sözsüz davranış, alıcı ve verici arasındaki iletişim akışını düzenlemektedir. Sözsüz davranışlar çoğu zaman iletişim sürecinin başlamasını ve devam etmesini sağlamakta, etkileşimcilerin geribildirim alarak iletişimi sürdürmelerini mümkün kılmaktadır. Diğer kişilerin duygu ve düşünceleri hakkında anlam oluşturduğu gibi iletişim kuran kişilerin davranışlarını tanımlamaya yardımcı olmaktadır. Tüm sosyal ortamlarda, uygun davranışın gerçekleştirilmesine yardımcı olduğu gibi, uygun olmayan davranışlara ilişkin ipuçlarının algılanmasına da yardımcı olmaktadır. Sözsüz davranışlar birçok durumda sözlü ifadelerin tamamlayıcısıdır. Konuşan kişinin konuşmasının etkili olmasına yardımcı olur (Gürüz ve Temel Eğinli, 2008: 132). Sözlü ve sözsüz iletişim arasında ortaya çıkan uyumsuzluklar bazen iletişim etkinliğinin kırılmasına yol açmaktadır. Yüzün kızarması, terlemek, titremek vb. kişilerin kontrolü dışında gerçekleşmekte ve kişilerin duygusal durumları hakkında sözsüz olarak bilgi vermektedir. Sözsüz davranışın amacı, iletişim kurulan kişiye, tutumları, duyguları ve tavırları belirtmektir. Sözsüz Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 İkna Edici Konuşmanın Destekleyicisi Olarak Sözsüz İletişim kanalın kullanılması, konuşmaya eşlik ederek söylenenleri grafiksel olarak göstermektir. Kişilerin konuşmasına kattığı yüz ifadeleri konuşmanın çeşitli yönlerini ortaya koymaya yardımcı olduğu gibi aynı zamanda daha iyi anlaşılmayı da sağlamaktadır. Sözsüz davranış, sözlü iletişim ile ifade edilmek istenen birçok konuda sözcüklerdeki vurgu vb. şeklinde daha önemli bölümlerin aktarılmasına olanak sağlamaktadır. Bununla birlikte, çoğu zaman sözsüz davranış, sözlü iletişim ile ifade edilen kelimelerden daha fazla etki yaratmaktadır. Kişilerarası iletişimde sözsüz mesajlar, iletişimin doğru olarak anlamlandırılmasında oldukça önemli roller üstlenmektedir. Kişilerarası iletişim sürecinde, sözsüz mesajların yerine getirdiği işlevleri şu şekilde açıklayabiliriz (akt. Gürüz ve Temel Eğinli, 2008: 133-136): Tamamlama Sözsüz mesajlar, bazı durumlarda sözlü mesajlara eşlik etmektedir. Sözsüz iletişimin bu özelliğine tamamlama adı verilir. Bir sözsüz mesaj, sözlü mesaja eklenti yapabilir, sözlü mesajı açıklayabilir, güçlendirebilir ve ayrıntıları ortaya kayabilir. Genel olarak, sözsüz mesajlar kişilerin duygularını da yansıttığından dolayı, sözel mesajlardan daha güvenilir kaynaklardır. Bazı durumlarda ve koşullarda kişiler gerçeğinden farklı biçimde düşüncelerini ya da duygularını iletirler. Bu durumlarda sözsüz mesajlar tamamlama işlevi ile sözel mesajları destekleyen bir nitelik taşımakta ve sözel olarak anlatılamayanların anlaşılmasını sağlamaktadır. Tekrarlama Sözsüz mesajlar çoğu zaman, sözlü olarak ifade edilenlerin tekrar edilmesini, vurgulanmasını, farklı bir biçimde açıklanmasını sağlamaktadır. Görsel iletişim, genellikle sözlü iletişimin yorumlanmasında, başka deyişle sözel iletilerin anlamlandırılmasında, ipuçları verir. Aynı sözlerin değişik tonlarda ve bedensel olarak söylenmesi değişik anlamları içerir. Görsel iletişimin, ilişkilerin ve sözel iletişimin içeriğinin nasıl anlaşılması gerektiğini bildiren bu özelliğine, üst düzey iletişim sağlama özelliği adı verilmektedir. Vurgulama Kişilerarası iletişim sürecinde bazı durumlarda, konuşma dili ya da sözel iletiler anlatılmak istenenin iletilmesinde ve duyguların dile getirilmesinde yetersiz kalmaktadır. Bununla birlikte, sözcükler genel olarak bilişsel ve içerikle ilgili bilgileri taşırken, sözsüz mesajlar da duygusal bilgiyi taşırlar. Böylece, sesli olarak ifade edilen mesajların sözsüz işaretlerle altının çizilmesi sağlanmaktadır. Bakışlar, dokunuşlar, sevgi ya da hayranlık duygularını daha etkili bir şekilde belirtmektedir. Sözsüz mesajlar çoğu zaman, sözlü mesajın önemini, dikkat edilmesi gereken noktaları belirtmekte ve dikkat çekmektedir. Konuşmacının bazı sesleri yüksek sesle söylemesi buna örnek olarak verilebilir. Çelişme/Çift Anlamlılık Kişilerarası iletişim sürecinde, kişilerin sözlü veya sözsüz mesajları arasında farklılıklar ortaya çıkmasına, çelişme/çift anlamlılık adı verilmektedir. Kişiler gerçek mesajı göndermede isteksiz olduklarında, niyet etmedikleri sözsüz davranışlar da iletildiği için çelişkiler yaşanabilir. Sinirli olan kişi bunu gizlemek isterken, yüz ifadesi, sesinin tonu ve bedeni kızgınlık dolu mesajlar göndererek çelişki yaratabilir. Diğer bir deyişle, sözsüz mesajlar sözlü mesajları tamamlamanın yanı sıra, birçok durumda da yalanlamakta ya da iki mesaj Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 İkna Edici Konuşmanın Destekleyicisi Olarak Sözsüz İletişim arasında farklılığı ortaya çıkararak çatışma yaratmaktadır. Bu durumda karşıya karışık bir anlam iletilmektedir. Bu tür mesajlar, kişilerin anlam vermesini zorlaştırdığı gibi, aynı zamanda kendini kötü hissetmesine neden olarak kişilerarası iletişimi olumsuz yönde etkileyebilir. Karışık mesajlar gizleme, abartma, ima etme vs. biçimlerinde verildiğinde; aldatma, yalan ve yanıltma söz konusu olabilmektedir. Yerine geçmek Sözsüz mesajlar birçok durumda, sözlü mesajların yerine geçerek aynı anlamı iletmektedir. Örneğin, birine kötü söz söylemek yerine, dik dik bakmak da aynı anlama gelmektedir. “Evet” demek ya da onaylamak için başını aşağı doğru sallamak gibi ifadeler de, sözün yerine geçebilmektedir. Sözsüz iletişim yoluyla bazen tek bir söz bile sarf etmeden ne demek istediğimizi anlatabiliriz. İlişkileri Tanımlama Kişilerarası iletişimde ses tonu, mesafe, giyim kuşam özellikleri, duruş vs. sözsüz iletişim ögeleri ilişkilerin nasıl anlaşılması gerektiğini belirlemektedir. Bu türden iletiler, ikincil ilişkilerde birbirini tanımayan kişiler açısından olduğu kadar, birincil ilişkilerde de önemlidir. Çünkü ilişkilerin biçimi ve yönü hakkındaki tanımlamalar, o andaki iletişim biçimini ve gereklerini de etkiler. Düzenleme Sözlü etkileşimler yönlendirme ve düzenleme yoluyla aktarılmaktadır. Bu düzenleme ve yönlendirme ise genellikle sözsüz mesajlar aracılığıyla olmaktadır. Bu düzenleyici mesajlar, diğer bir kişiye bir noktayı işaret etmek amacıyla kullanılabilir. Bir yöneticinin odasına gelen bir çalışanına “buyurun oturun” ifadesi ile birlikte, eliyle oturmasını istediği sandalyeyi işaret etmesi, buna örnek olarak verilebilir. Aynı zamanda bir konuşmanın bitmesi gerektiğini göstermek üzere ses tonunun giderek azalması gibi düzenlemeler de yapılabilir. İzlenim Oluşturma Sözsüz iletişim kişinin kendisiyle ve karşıdakiyle ilgili hissettiklerini ya da tam tersinden karşıdakinin kendisiyle ve onunla ilgili hissettiklerini anlamasına yardımcı olmaktadır. Kişilerarası iletişim sürecinde karşılıklı taraflar, belirli bir izlenime sahip olarak kendisini tanıtmakta ve ifade etmektedirler. Kişiler kendilerini tanıtırken ya da açıklamalar yaparken, sözsüz davranışları aracılığıyla da çok sayıda mesaj gönderirler. Kişinin giyim tarzı, yüz ifadesi, ses tonu, beden duruşu diğer kişilere kendisi, düşünceleri, duyguları hakkında mesajlar vermektedir. “İlk izlenim etkisi” kişilerin ilk karşılaşmalarında çoğunlukla sözsüz mesajlara bağlı olarak oluşturmakta ve anlamlandırdıkları mesajlar yolu ile oluşmaktadır. Sözsüz iletişim ile iletilen mesajların temel noktası, kişilerin “odak noktaları”dır. Kişinin ne söylediği, nasıl söylediği, kendisini nasıl hissettiği, karşıdaki kişiler tarafından nasıl algılandığı odak noktaları tarafından etkilenmektedir. Odak noktaları; sözsüz davranışları dört biçimde etkilemektedir: Kişinin kendi hakkında hissettikleri: Genellikle ilk tanışmalarda, odaklanılan noktalardır. Kişi birisiyle konuşurken “kendisini nasıl hissediyorsa” bu etki ile sözsüz davranışları yönlendirmektedir. Örneğin, kişi kendini rahat, enerjik, sıkılmış, sinirli vs. şekilde hissettiği durumlarda farklı sözsüz ifadeler göstermektedir. Kişinin karşısındaki kişi hakkında hissettikleri: İlk karşılaşma sırasında kişi eğer karşısındaki kişiye odaklanmışsa, bu etki sözsüz ifadelerini karşıdaki kişinin tavırları, hareketleri vs. ölçütlerine göre düzenlemektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 İkna Edici Konuşmanın Destekleyicisi Olarak Sözsüz İletişim Bireysel Etkinlik Karşıdaki kişinin sizinle ilgili hissettikleri: Kişi karşısındaki kişide olumlu bir izlenim bırakmak istediğinde, bu izlenimi yönlendirmek için karşısındaki kişinin nasıl hissettiğine odaklanarak, sözsüz davranışlarını yönlendirmektedir. Karşıdaki kişinin kendisi hakkında hissettikleri: Kişi, karşısındaki kişinin kendi hakkında nasıl hissettiğine yönelik bir odak noktası oluşturduğunda ise, sözsüz davranışları bu yönde belirlenmektedir. • Siz sözsüz iletişimi daha çok hangi işlevleri yerine getirecek biçimde kullanıyorsunuz? SÖZSÜZ İLETİŞİM VE KİŞİLERARASI DUYARLILIK Kişilerarası duyarlılık, farklı şekillerde tanımlanabilecek olan bir kavramdır. Bu duyarlılığın oluşumunda sözel ve özellikle de sözlü olmayan iletişimin etkisi vardır. Kişilerarası duyarlılık, bireylerin kişisel, kişilerarası ve sosyal çevrelerini hissedebilme ve algılama becerileridir. Bu duyarlılık, diğerlerinin sözel olmayan ifadelerine, bireylerin nasıl tepki verdikleriyle ilgilidir. Verilen tepki biçimi, kişilerarası duyarlılığı olumlu ya da olumsuz yönde etkilemektedir (Yazıcı, 2010: 179-180). Göz teması, oturma, beden duruşu ve giyim kuşamı uygunsuz olan kişilere karşı tepkisiz kalınması, duyarlılık düzeyinin düşük olduğu anlamına gelir. Burada vurgulanan tepki, iletişim kurmaya yönelik ve sorun çözmeye dönüktür. Beden dili, duyguları ifade etmede kullanılan en etkili yoldur. Duygusal ifadeleri doğru olarak algılamak, sosyal uyumu, akıl sağlığını ve iş performansını olumlu yönde etkileyebilmektedir. Beden dilinin verdiği duygusal mesajları anlayabilmek, kişilerarası duyarlılığın en temel özelliğidir. Bu durum, iletişim sürecini ve kişilerarası etkileşimi pozitif yönde etkiler (Yazıcı, 2010:179180). SÖZSÜZ İLETİŞİMİN UNSURLARI Sözsüz iletişimi oluşturan üç unsur vardır: Sesli iletişim (sesin tonu, hızı, vurgular vs.) Sessiz iletişim (beden dili) Nesnel iletişim (kıyafetler, aksesuarlar, kokular, kullanılan renkler, kişiler arasındaki mesafe, yürüyüş ve oturuş biçimi) Sesli İletişim Dilde iletişim sadece söylediklerimizle değil nasıl söylendiğiyle de gerçekleştirilir. Sözsüz dil, konuşmanın dilsiz ögelerine yani “aaa” ve “eee”lere, iç çekmelere, hıza, ses tonuna ve ses aralıklarına dayanır. Bunlar iletişimdeki mesajın nasıl verildiğinin önemli yönleridir. Sözsüz dil ögeleri aynı zamanda heyecanların taşınmasında da önemli bir yere sahiptir. Örneğin Türkçede alçak sesle konuşulduğunda, kişinin sizinle bir sır paylaşmak istediği ya da sizden çekindiği bilgisini taşırken, yüksek ve hızlı sesle konuşmak sevinci, telaşı, coşkuyu ya da öfkeyi taşır. Birey, farklı insanlarla farklı bağlamlarda konuşurken, ayrı ayrı tarzları izler (Arkonaç, 2008: 85). Deneysel psikologlar bu konuda çok fazla araştırma yapmaktadırlar. Çünkü konuşma tarzları, insanların sosyal bağlama nasıl tepkide bulunduklarının hassas bir göstergesidir. Özellikle kişinin konuşma tarzı ya da Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 İkna Edici Konuşmanın Destekleyicisi Olarak Sözsüz İletişim Konuşmada sesin tonu ve şiddetini ayarlamak, dinleyicileri sıkılmaktan alıkoyar. aksanı ya da kullandığı deyimler, jargonlar, karşısındaki kişiye, onun milliyeti, sosyo-ekonomik düzeyi, yaşadığı bölge hakkında birçok şey söyler (Arkonaç, 2008: 85). İkna sürecinin en önemli belirleyeni olan dilde, sözlü anlatım ve sözsüz anlatımlar birbirlerine sıkı sıkıya bağlıdır. Özellikle dil, duyguların anlatımında kullanıldığında durum böyledir. Sosyal karşılaşma türlerinin getirdiği yüz yüze iletişim ortamlarında, yüz ifadeleri ve beden dili duygularımızı ilerletme ve ikna etme açısından oldukça önemlidir. Sözsüz iletişimin, duyguların hızla ortaya çıkmasına ve yükselmesine yardımcı olduğunu söyleyebiliriz. Yalnızca duygularını anlatmak isteyen biri bilinçli olarak bu yöntemlerle duygularını aktarmaz, politikacılar da halkın karşısında bu yollara başvurabilirler (Jamieson, 1996: 112). Genellikle doğrudan etkiyi sağlayan, içerikten ziyade retoriktir. Konuşurken ses tonundaki yükseliş ve düşüş çarpıcı el kol hareketleri, konuşmacının anlattıklarının havasına girdiğinin bir göstergesidir. Bu yalnızca konuşmacının değil, aynı zamanda dinleyicilerin de aynı havaya girmesini arzulamasının bir belirtisidir (Jamieson, 1996: 113). İnsan iletişimi, sözlü ve sözsüz iletişim unsurlarının bir arada kullanılmasıyla oluşur. Sözsüz iletişim, dil ve daha geniş kültürel gelenekler çerçevesini içeren bir ortamda geçer. Bu iki sistem (sözlü-sözsüz) arasında bazen farklılıklar görülür. Ne söylendiği ve nasıl söylendiği arasında bir fark ortaya çıktığında, sözsüz iletiler mesajla ilgili olarak daha güvenilir yorumlar sağlar. Kandırmak ya da kendini başka biçimde göstermek için kullanılabilen sözel ve sözsüz anlamlar arasında çelişki doğduğunda, ikna süreci sözsüz işaretlere uyumlu bir biçimde gelişebilir. Sözsüz araçların kullanımı, tutumların değiştirilmesinde bir ölçüye kadar ikna edicidir (Jamieson, 1996: 113-114). Sözsüz iletişimin, sesli yönünü; sesin tonu, şiddeti ve konuşmanın akıcılığı oluşturur. Kişilerarası ilişkilerde yaşanan en küçük gerginlik kendisini önce ses tonunda ortaya koyar. Günlük ilişkilerde canlı, neşeli, enerjik bir ses tonu, insanlar üzerinde olumlu bir etki bırakır. Ayrıca ortada bir gerginlik ya da sorun varsa ses tonunun yumuşak ve sakin olması çatışmayı önleyerek işbirliğini kolaylaştırır. Monoton, dinleyicilerde bıkkınlık yaratan, kolayca dikkatin dağılmasına neden olan bir konuşma tarzıyla kişi ortaya ne kadar özgün fikirler ortaya koyarsa koysun, karşısındakini ikna etmekte güçlük çekecektir. Konuşurken sesin üç özelliğine dikkat etmek gerekmektedir. Ses tonunuz öfkeli mi, yumuşak mı, çekingen mi güvensiz mi, heceleri veya sözcükleri vurguluyor musunuz yoksa monoton bir şekilde mi konuşuyorsunuz? Bu soruları yanıtladıktan ve konuşmanızda bu noktalara dikkat ettikten sonra, konuşmanızın etki gücü yükselecektir. Sessiz İletişim (Beden Dili) Kişilerle yüz yüze iletişimde beden dilinin çok önemli bir rolü vardır. Bu ilişkiler içerisinde hiçbir söz etmesek bedenimiz konuşur. Beden dili jestler ve mimiklerle gerçekleşir. Yüz kasların bir anlam ifade eden ya da anlam oluşturmak için kullanımı, mimikleri, diğer bir değişle yüz ifadesini; baş, el, kol, ayak, bacak hareketleri ya da bedenin tümünü kullanmak jestleri oluşturur. Bunlar aynı zamanda kültürel özellikler taşımaktadır. Bunları şu şekilde açıklayabiliriz (Gürgen, 2007: 38-40; Hogg ve Vaughan, 2007: 630,634,640; Reardon, 2002: 120 ): Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 Bireysel Etkinlik İkna Edici Konuşmanın Destekleyicisi Olarak Sözsüz İletişim • Beden dilinizi doğru ve etkin bir biçimde kullandığınızı düşünüyor musunuz? Susma Susma, sessiz iletişimde kullanılan etkili yöntemlerden bir tanesidir. Susmanın anlamına ve ilişkilerde üstlendiği rollere göz atalım. Sessizlik ya da susma, istenilen ya da gerekli olan durumlar dışında, bireye çoğu kez, sıkıntı ve bazen acı veren olgudur. Çok uzun süre susmak ya da başkaların sürüp giden sessizliği gerilimlere neden olabilir. Eşler arasında uzun süre suskunluğun kavgadan daha kötü ve etkili olduğunu unutmayalım. Bireyler arası iletişimde iletişim yokluğunun kötü bir iletişimden daha olumsuz sonuçlara yol açar. Çünkü tarafların birbirine açık bir şekilde davranması, ilişkilerdeki sorunların gelecekteki çözümlerini de barındırabilir. Fakat susma tüm bunları yok eder. Bazı durumlarda, örneğin yeni tanışmış kişilerin birbirlerine ne söyleyeceklerini bilmemeleri de rahatsızlık yaratabilmektedir. Taraflar ne söyleyeceklerini bilmemenin verdiği rahatsızlıkla ve susmanın ağırlığıyla, kendilerini bir şeyler söylemek zorunda hissederler. Böylelikle bazen anlamsız söyleşiler ortaya çıkabilir. Susmanın İşlevleri ve Tipleri Susmanın üç tipinden söz edebiliriz; psikolinguistik susma, etkileşimsel susma, sosyo-kültürel susma. Gürgen (2007: 38-39) bunları şöyle açıklamaktadır: Psikolinguistik susma; konuşma süreci içinde sözlerin gerekli yerlerde ve değişik biçimlerde durdurulması ya da ayrılması olarak tanımlanabilir. Bu tip susmanın işlevi hem kaynağa hem de hedefe düşünme süresi sağlar. Psikolinguistik susma, kısa ve uzun süreli olmak üzere ikiye ayrılır. Kısa süreli susmalar, daha çok dilin yapısından kaynaklanır. Uzun süreli susmalar ise, zihinsel süreçlerle ilgilidir. Yaşantıların derinliği, bellekteki bilişsel malzemenin karmaşıklığı da susma süresini uzatır. Etkileşimsel susma; kaynak ve hedef arasındaki etkileşimden doğar. Üç türü vardır; karar verme ile ilgili susma, akıl yürütme ile ilgili susma, denetim kurma amacıyla susma. “Karar verme ile ilgili susma”; konuşmaya kimin başlayacağının iletiye nasıl tepki verileceğinin bilinmemesi gibi belirsiz durumlarda ortaya çıkar. Uzaması durumunda gerginlik yaratabilir. Çoğu kez tarafların birbirini tanımaması ya da aralarındaki statü farkının büyük olması bu tür susmaya yol açar. “Akıl yürütme ile ilgili susma”; hedefin kaynağın söylediğini anlamaya ve yorumlamaya, amacını kavramaya yönelik sessizliğidir. “Denetim kurma amacıyla susma” ise; dikkati çekmek için ya da otorite kurmak için yapılır. Sosyo-kültürel susma; iletişimde bulunan kişilerle değil, iletişimin içinde gerçekleştiği toplum ve kültürle ilgilidir. Bu nedenle kişisel tepkilerin boyutunu aşar. Suskunluk bazen olgunluğun, bilgeliğin, bazı durumlarda akıllıca önlem almanın bir ifadesi olabilir. Susmanın ya da sesiz kalmanın değişik nedenleri vardır. Bunlar rastlantısal değildir. Her susmanın iletişimde değişik yorumlara ve sonuçlara yol açabilecek, kendine özgü bir anlamı vardır. Bazen kızgın Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 İkna Edici Konuşmanın Destekleyicisi Olarak Sözsüz İletişim Bedensel Temas Bedensel temas, vurmak, itmek, tutmak, el sıkmak, dokunmak, öpmek, kucaklamak gibi bedensel hareketleri kapsar. Bu hareketlerin kullanımları durumdan duruma farklılaşmakta ve kişilerarası ilişkilerin çeşitli biçimlerinde anlamları değişmektedir. Örneğin karşıt cinsler veya kamusal ve özel alan mekânları arasında değişim göstermektedir. Bedensel temasa Batı kültürlerinde daha az rastlanırken, Doğu ve Akdeniz kültürlerinde daha sık rastlanmaktadır. Dokunma belki de öğrendiğimiz en eski iletişim biçimidir. Dili öğrenmeden önce, hatta beden dili ve duruşlarda ustalaşmadan önce, dokunma yoluyla bilgi alışverişinde bulunuruz. Vücudun farklı bölümleri (örneğin, el, omuz, gövde) için çok farklı dokunma türleri vardır. Dokunmanın türüne, dokunmanın gerçekleştiği bağlama, kimin kime dokunduğuna ve etkileşimciler arasındaki ilişkiye (örneğin karı-koca, doktor-hasta, iki yabancı) bağlı olarak değişir. İnsanlar arasında gerçekleşen 1500 vücut temasının anlamlarından yola çıkan araştırmacılar; olumlu, şakacı, denetim, törensel ve iş gereği olmak üzere, beş ayrı dokunma kategorisi saptamışlardır: Olumlu: Takdir, şefkat, teminat, anlayış, bakıp büyütme ya da karşı cinse ilgiyi anlatmak için kullanılır. Şakacı: Mizah ve neşeyi anlatmak için kullanılır. Denetim: Dikkat çekmek ya da uyum telkin etmek için kullanılır. Törensel: Törenselleşmiş gereksinimleri doyurmak için kullanılır (selamlaşmak ve vedalaşmak gibi) İş gereği: Bir işi yapmak için kullanılır (hemşirenin nabız ölçmesi, keman hocasının öğrencinin elini düzeltmesi vs.). Tüm bu dokunma biçimlerine, olumsuz ya da saldırgan dokunuşlar da eklenebilir (tekme, tokat, itme vs.). Tartışma İletişimde suskunluk değişik iletileri ya da yanıtları yansıtır. olduğumuzdan dişlerimizi sıkarak, bazen karşımızdakilerin iletileri dikkatimizi çektiğinden dinlemek için susarız. Bazı durumlarda sıkıldığımız zaman susar başka yerlere bakarız. Bazen de söyleneni anlamadığımız için susar dinleriz. Bazı durumlarda suskunluğumuzun kaynağı onayladığımızı, bazılarında ise onaylamadığımızı gösterir. Bazen de huzur için sessiz kalırız. Susmanın anlamını doğru anlamını belirlemede, iletişim ortamı, iletişimdeki bireylerin özellikleri, yüz yüze iletişimin durumunda yüz ifadeleri, mimikler, beden hareketleri ve jestler de yardımcı olur. İnsan bedeni, jestler, mimikler ve diğer bedensel özelliklerin bir araya gelmesiyle oluşan bir iletişim ortamıdır. Sözsüz iletişimde kullanılan simgelerin anlamlarında gruptan gruba, kültürden kültüre farklılık olmasına rağmen, bu simgeler hemen hemen bütün insan topluluklarında bulunmaktadır. Şimdi bunları ayrıntılı olarak görelim (Tolan vd., 1985: 210-212; Ker Dinçer, ?: 2-4; Cooper, 1989: 100): • Daha resmî ilişkiler içinde olduğumuz kişilere yakın bir bedensel temas, daha samimi ilişki içinde olduğumuz insanlara ise daha uzak bir bedensel temas kurmak, nelere yol açabilir? Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 İkna Edici Konuşmanın Destekleyicisi Olarak Sözsüz İletişim Yakınlaşma Kişilerarası uzaklık, diğer birçok etkenle birlikte karşılaşmanın başlamasını ve bitişini işaret eder. Aynı zamanda iki kişi arasındaki sevmeçekicilik ölçütü olarak değerlendirilebilir. Yine Akdeniz ve Doğu kültürlerinde kişiler, Batı kültürlerine oranla daha yakın hareket etmektedirler. Birbirine Yönelme Sözsüz iletişimin birçok biçimi kültürel olarak farklı anlamlara ve göstergelere sahiptir. Birbirine yönelme, kişilerin otururken ya da ayaktayken, karşılıklı mekânsal konumlarını gösteren bir kavramdır. İnsanlar birbirleriyle yüz yüze, karşı karşıya, yan yana bulunabilirler. Bu tür yönelmeler, kişilerarası ilişkilerin niteliğini gösteren bedensel simgelerdir. Birbirleriyle dayanışma içinde bulunan insanlar, örneğin bir toplantı masasında genellikle yan yana otururlar. Kültürlerarası değişimler bu bedensel yönelimlerle de etkilidir. Duruş Şekli ve Pozisyon Kişiler otururken, yatarken, ayakta dururken belli duruşlar ve pozisyonlar takınırlar; ya da belirli yerlerde belli duruşlar almak zorunda kalabilirler. Örneğin okulda ya da işyerinde takınılan duruşla, evde takınılan duruş farklıdır. Duruş ve pozisyonlar genellikle, duygusal istekleri simgeler. Bazen ast-üst ilişkisinde takınılan duruşlara bakarak bir yargıya varılabilir. Ses, koku ve temas gibi bedensel hareketlere nazaran daha az denetlenebilir bir özellik taşır. Kişinin psikolojik yapısıyla ilgili bazı ipuçları da barındırabilir. Baş Hareketleri Baş ile verilen işaretler, bir kişiyi onaylama “evet” ya da “hayır” demek, etkileşimin ve konuşmanın izlendiğini gösterme gibi hareketleri de kapsar. Başı yana çevirme, değerlendirme veya derin düşünce işareti olarak da değerlendirilir. Kafa sallamalar aynı zamanda konuşmayı kesme ya da sürdürme gibi anlamlara sahiptir. Kültürden kültüre değişim gösterebilir. Örneğin Avrupalı ya da Amerikalılar, “hayır” yerine başlarını iki yana sallarlarken, bizler aşağıdan yukarı bir baş hareketi yaparız. Yüz İfadeleri En yakın olduğumuz ve en çok kullandığımız sözsüz simgeler olan yüz ifadeleri, konuşmayı tamamlar ve pekiştirir. Konuşmanın bağlamını da yine yüz ifadeleri belirler. Bu kişinin konuşmalarının niteliği, yüzündeki değişimlerle birlikte yorumlanır. Yüz ifadesiyle ilgili bilimsel araştırmalar, büyük ölçüde bunların duyguları ne tarzda ilettiği üzerine odaklanmışlardır. Az sayıda evrensel duygu ve bunlarla bağlantılı yüz ifadesi söz konusudur. Yüz ifademizle ilettiğimiz altı temel duygumuz vardır; mutluluk, şaşırma, üzüntü, korku, iğrenme ve öfke. Temel duygular belirli yüz kası hareketleriyle ilişkilidir; örneğin, şaşırınca kaş kalkar, ağız açılır, alt göz kapakları düşer. Bu duygu ifadelerinin evrenselliğine rağmen, buna ters düşen bazı kültürel ve durumsal faktörler de söz konusudur. Bunlara sergileme kuralları denir. Bu kuralların var olmasının nedeni, yüz ifadelerinin önemli bir iletişimsel işleve sahip olmasıdır. Örneğin, Akdeniz kültürlerinde kadınların, duygularını ifade etmeleri teşvik edilirken, Avrupa ve Asya kültürlerinde erkekler bundan men edilirler. Japonya’da insanlara olumsuz duyguları dışa vuran yüz ifadelerini denetlemek ya da öfke ve hüznü gizlemek için gülümsemeyi kullanmak öğretilmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 İkna Edici Konuşmanın Destekleyicisi Olarak Sözsüz İletişim Gözler; “ruhun aynası” olarak nitelendirilen ve beden dili açısından en çok konuşan organdır. Jestler: Genel olarak tüm el ve kol hareketleri jest olarak adlandırılır. Jestler verilen mesajı, yapılan konuşmayı renklendiren, güçlendiren özelliklerdir. Bu konuda dikkat edilmesi gereken, jestleri konuşmadaki eksik kelimeleri tamamlayacak bir araç olarak kullanmamaktır. Jestler, el ve kol hareketlerinden oluşan bir bütün olduğundan, her iki uzvun, sözsüz mesajları nasıl ilettiği üzerinde ayrı ayrı durulmalıdır. Eller: İnsanın kendisini ifade etmedeki en etkili ve duyarlı organıdır. Elleri açarak, iletişime hazır olunduğu, avuç içi gösterilerek de dostça bir yaklaşım içinde olunduğu karşıdaki kişilere yansıtılabilir. Ayrıca ellerin hareketi konuşmaya ritim ve vurgu katarak, düşüncelerin duygusal tonunu ortaya çıkarır. Kollar da beden dili açısından özel bir öneme sahiptir. Kendilerine güvenen kişiler, bir doğallık ve güven içinde kollarını hareket ettirirler. Mimikler: Yüz ifadesi ya da hareketlerine verilen bir diğer ad mimiktir. İnsanlar mimikleri sayesinde o anki duygularını kolaylıkla ifade edebilirler. Bu durumun nedenini yüz kaslarının 250.000 değişik şekle sokulabilmesi oluşturur. Yüz de, kendi içinde parçalardan oluşan bir bütündür. Bu bütünü oluşturan parçalar; genel olarak yüz şekli ve oranı, alın, kaşlar, göz kapakları, gözler, burun, dudaklar, çene, kulaklar ve ten rengidir. Bakışlar: Bakışlar pek çok açıdan sözel olmayan iletişim kanallarının en bilgilendiricisi ve önemlisidir. Belirli koşullarda göz teması rahatsız edici ve utandırıcı olsa da dürtülerimiz bizi başkalarının gözlerindeki bilgiyi aramaya iter. Göz davranışının yokluğu cesaret kırıcı olabilir. Gözlerini göremediğimiz biriyle ya da göz temasından sürekli kaçınan biriyle etkileşime geçmek can sıkıcı olabilir. Tersi bir biçimde, kendi göz davranışımızı başkalarından saklamak, güvenlik ve mahremiyet duygularımızı güçlendirebilir. Bakışın süresi ve türü insanların duyguları, statüleri, inanılırlıkları, dürüstlükleri, becerileri ve dikkatleri hakkında zengin bir bilgi kaynağıdır. İnsanlar daha ziyade hoşlandıkları ve sevdikleri insanlara daha uzun süre bakma eğilimindedirler. Gözlerin renklerinden, bakış yönlerine, büyüklüklerine kadar birçok konu üzerinde incelemeler yapılmış ve çeşitli bulgular elde edilmiştir. İnsanlar ilgi duydukları nesnelere ya da kişilere bakarken gözbebekleri farkında olmadan büyümekte, hoşlanmadıkları şeylere bakarken de küçülmektedir. Yönü ise, konuşulan kişiye yönelikse samimiyeti ve ilgiyi, yere bakılıyorsa da üstünlüğü kabullenmeyi ifade etmektedir. Uzun ve dik bakışlar karşıdaki kişiyi sıkmakta, kısa süreli olanlar ise kayıtsızlığı göstermektedir. Ayrıca bağlama göre uzun süre birinin gözlerinin içine bakmak, şaşırtıcı ya da sinirlendirici olabilmektedir. Dudaklar: Hareket olarak da bükmek, kıvırmak; üstünlük ve somurtma gibi duyguları dışa vurur. Dudaklarla yapılabilecek en güzel hareket ise, gülümsemektir. Unutulmaması gereken nokta, en güzel çıktığımızın fotoğrafların, gülerek çekildiklerimiz olduklarıdır. Ayrıca gülümsemek bulaşıcıdır. Karşınızdaki birine gülümsediğinizde, ilişkiniz sert gidiyor bile olsa yumuşama ihtimali yükselir. İnsan ilişkilerinde mimikler büyük önem taşır. Üzüntünün veya kızgınlığın gülümseyen bir ifadeyle, sevincin çatık kaslarla ifade edilmesi uygun düşmez. Güvenli bir ifade, verilen mesajla uyum içindedir. Bu konudaki becerilerinizi geliştirmek istiyorsanız, ayna karşısında, çeşitli mimikler yaparak, bunların etkilerini inceleyebilirsiniz. Eğer yüzünüzdeki ifadenin farkında olursanız, öfke, sevinç, üzüntü vs. gibi duygularınızı buna uygun yüz ifadelerinizle ve doğru olarak karşınızdaki kişilere iletirsiniz. Bacaklar: Bacakların duruşu, beden dilinin bir diğer konuşma biçimidir. Bacak bacak üstüne atarak, kendimizi korumaya alırız. Bu hareket kenetlenmiş kollar ve konuşan kişinin gövdesini uzaklaştırmasıyla desteklendiğinde anlam Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 İkna Edici Konuşmanın Destekleyicisi Olarak Sözsüz İletişim değişir ve artık saldırı için hazırlığın tam olduğu ya da tümüyle olaydan uzaklaşıldığı izlenimini verir. Tıpkı gövde ve baş hareketlerinde olduğu gibi, ayakların duruşuyla da ilişki kurulan kişiye veya konuya ilgi duyulup duyulmadığı aktarılabilir. Konuşulan kişiye doğru bacak bacak üstüne atmak, bu hareketi ayakların konumuyla da desteklemek, iletişim içinde bulunulan kişiye karşı ilgili olunduğunu yansıtır. Nesnel İletişim Girdiğimiz ortama göre giyinmek bize gösterilen tavırları olumlu etkileyecektir. Nesnel iletişim, sözsüz iletişimde kişilerarası mesafeyi, yürüyüş ve oturuş biçimini, giyim kuşam tarzını, kullanılan renkleri, kokuları ve aksesuarları kapsamaktadır. Bunların da iletişim kurduğumuz kişi üzerinde oluşturduğu anlamlar vardır. Koku: Parfüm, kolonya vs. gibi yapay kokular çoğu kültürde vardır. İnsanların ilgisini çekme ve çekiciliği artırma unsuru olarak da kullanılmaktadırlar. Günümüzde parfüm benzeri çoğu kokunun reklamlar yoluyla yaratılan kendine has bir imgesi vardır. Kişiler bu parfümleri kullandıklarında bu imgelere de sahip olduklarını düşünürler. Giyim Tarzı: Giyinmenin birinci nedeni, kişilerin korunması ve rahat etmesidir. Mahremiyet duygusu nedeniyle gizlenmeyi sağlar. Ayrıca giysiler, kişiler hakkındaki algıları etkilemektedir. Bir yanıyla kişinin statüsü, cinsiyeti, yaşı, sosyo-ekonomik durumu, içinde yer aldığı meslek ve statüsüne de bağlıdır. Bilinçli giysi seçimi ve giyime özen gösterme, insanların diğerlerinin kendilerini fark etmesi isteğinin bir sonucudur. Kişilerarası iletişimde giyimin önemi büyüktür. Yerine, zamanına uymayan giyim çok değerli konuşmaların, değer yitirmesine neden olabilir. Örneğin iş yerinde ya da bir topluluk önünde konuşma yaparken, günlük yaşamda tercih edilen spor ve rahat giysilerin seçilmesi, ortamın ya da konuşmanın ciddiyetiyle çelişebilir. Tutarlı bir anlatı tarzı oluşturmaya çalışarak, ortama uygun kıyafetler ve renkler seçmeliyiz. Örneğin; bir topluluğun önünde konuşma yapmaya hazırlanan bir kişi, günlük yaşamında giydiği kot ve tişörtle konuşmasını yapmak istediğinde, insanlar daha onun konuşmasını nasıl olduğunu düşünmeden ciddiye almayabilirler. Aksi biçimde, bir arkadaş toplantısında konuşmak istediğinde de takım elbise ya da döpiyes giyerse, tuhaf karşılanabilir. Bu nedenle giyim tarzımızı önemsemeli ve içinde rahat hissettiğimiz ve ortama uygun kıyafetler seçmeliyiz. İnsanların kıyafetleri, onlar hakkındaki izlenimlerimiz oluşurken önemli ipuçları barındırabilir. Onların yaptıkları iş, sosyal statüleri, beğenileri üzerinde fikir sahibi olabiliriz. Aksesuarlar: Giyim tarzı kişinin kişilik, statü, güç, tutum, meslek ve kendine güven gibi özellikleri hakkında bilgi vermektedir. Giyimi tamamlayan unsurlar olarak değerlendirilen araçlar, aksesuarlardır. Genellikle mücevherler, gözlükler, şapkalar, cüzdanlar, çantalar, tokalar, küpeler, bilezikler, yüzükler gibi araçları, aksesuar olarak adlandırırız. İş yaşamında; sade ve abartılı olmayan takılar, yaka iğneleri, saatler ve evlilik yüzüğü gibi göstergeler taşınması normal kabul edilmektedir. Kişisel Mesafe: Her insanda bir kişisel mesafe algısı kavramı vardır. Kişisel mesafe, insanın kendi gövdesinin derinin yüzeyi ile sınırlanmadığı düşüncesine dayanır. Psikolojik mesafe algısını yansıtan bu düşünce, izin verilmedikçe bir başkasının giremeyeceği, bireyin gövdesini çerçeveleyen, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 İkna Edici Konuşmanın Destekleyicisi Olarak Sözsüz İletişim kendisi için belirgin olan bir sınırla çizilmiş, özel bir alan anlayışından kaynaklanır. Bu alana zorla girmek saygısızlık, kışkırtma ya da saldırı olarak değerlendirilir. Kişilerarası mesafede özel alan, kişisel alan, sosyal alan, açık alan gibi alanlar, sırasıyla bedenden giderek daha fazla uzaklaşan alanlardır. Kişilerarası mesafe, samimiyet, hoşlanma ya da statü hakkında bilgi verecek biçimde kullanılabilir. Asansörde birbirini tanımayan insanlar arasında oluşan yakın mesafe, bir rahatsızlık kaynağı olabilir. Bu nedenle kişilerarası mesafe, yanımızda olan insanların bizimle yakınlık derecesine göre doğru bir biçimde ayarlanmalıdır. Kişilerarası mesafe uygun bir biçimde ayarlanmadığında, kişinin rahatsızlık duyması söz konusudur. Tüm bu unsurların kültürel olarak değişen anlamlara sahip olduğunu daha önce belirtmiştik. La Barre’in (2007) aktarımıyla şimdi bazı beden dili işaretlerinin kültürlerde nasıl farklılaştığına değinelim. Çünkü, konuşma dili dışı davranışlar, kültürden gelen ve açıkça simgesel nitelik taşıyan iletişim davranışlarına dönüşmüştür. Kişilerarası ilişkilerde yer alan motor alışkanlıkların da "içgüdülere dayalı" olduklarını savunmak çok güçtür. Bu türdeki davranışlar farklı kültürlerde birbirinin tam karşıtı anlamlar kazanabilmiş oldukları gibi, çoğu zaman da birbirinin eşdeğeri olmayan durumlara bağlı olarak kullanılmaktadırlar. Örnekse, "sıslamak" şeklinde tanımlayabileceğimiz bir ses çıkarımı, Japonya’da kişinin üstlerine gösterdiği bir saygı anlatımıdır. Basutolar da alkış anlamına kişileri "sıslarlar". Buna karşılık İngiltere'de, sahnede beğenilmeyen bir aktör yada onaylanmayan bir konuşmacı yine "sıslanarak" cezalandırılır. Örneğin, dünyanın pek çok yöresinde kişinin yüzüne ya da üzerine tükürülmesi küçümseyici ve aşağılayıcı bir davranıştır; fakat Afrika'da Masailer arasında bir sevgi ve kutsama anlatımıdır. Birkaç karşıt anlamlı davranıştan daha söz edelim. Batı kültürlerinde kişi üstlerinin huzurunda ayağa kalkar; Fijililer ve Tongalar ise aynı saygıyı oturarak dile getirirler. Batı kültürlerinde genellikle kişilere saygı olarak üzerimize bir şeyler daha giyeriz; Arkadaş Takımadalarında ise üzerinde bulunan birkaç şey çıkarılır. Güney Hindistan'da yaşayan Todalar bir saygı anlatımı olarak, sağ eli yüz hizasına kaldırıp, başparmağı burun direği üzerine koyarlar; aynı davranış Avrupalılar arasında bağışlanmaz bir saygısızlık anlatımıdır. Eskiden Yeni Zelanda'da Maoriler arasında, sağ elin işaret parmağının ikinci eklemden bükülerek burnun ucuna götürülmesi dostluğun ve çoğu zaman da koruma isteğinin işareti sayılırmış. Buna karşılık 18.yy. İngiltere'sinde yine aynı parmağın burnun sağ tarafına götürülmesi, konuşmakta olan birisinin aklından ya da zekâsından kuşku duyulduğunu anlatırmış. Yirminci yüzyılda aynı anlamı, aynı parmağımızla kafanın sağ yarım küresi üzerinde çemberler çizerek dile getiriyoruz. Avrupalılar arasında birisine dilini çıkarırken ayrıca suratını çarpıtmak gibi davranışlar hakaret anlamı taşır. Bu tür işaretler çoğu zaman açık saçık bir tahrik veya karşısındakinin gücünün hafife ya da alaya alma niteliğini kazanmıştır. Böyle davranışları kimi zaman çocuksu davranışlarla bağdaştırırız. Oysa Maya heykellerine baktığınızda tanrılarının dillerini bir karış dışarda görürsünüz. Maya yazısını henüz okuyamadığımız için, bu işaretlerin anlamını tam olarak bilemiyoruz; ancak bizdekiyle aynı olmadığı kesindir. Bunun yanı sıra çağımızda ise, özellikle Güney Çin yörelerinde, dilini bir an için çıkarıp geri çekmek, kişinin bir çam devirmiş olduğunu anlayarak, utandığını göstermesi anlamına gelmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 İkna Edici Konuşmanın Destekleyicisi Olarak Sözsüz İletişim Kısaca etkili bir iletişim sağlamak için, sözsüz iletişimin bu unsurlarını birbiriyle uyumlu bir biçimde kullanmalıyız ve kültürlerarası farkları önemsemeliyiz. Sözsüz iletişimin, sözlü iletişim kadar gündelik hayat ve iş hayatında önemli olduğunu da unutmamalıyız. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 Özet İkna Edici Konuşmanın Destekleyicisi Olarak Sözsüz İletişim •Sözsüz iletişim, iletişimin en temel türlerinden biridir. İletişimin ilk ve en önemli aracı dildir. Ancak mesajın iletilmesinde ya da alınmasında, iletişime katkı sağlayan başka faktörler de vardır. Sözsüz iletişim; sesli iletişim, sözsüz iletişim (beden dili) ve nesnel iletişimden oluşmaktadır. Bunların üçü bir arada, sözlü iletişimi destekler biçimde kullanıldığında, etkili bir iletişim ve ikna süreci gerçekleşmektedir. •Sözsüz iletişim unsurları, sözlü iletişimi desteklemekte ve gücünü artırmaktadır. Jest ve mimikler, bedensel temas ve dokunma, beden duruşumuz, yüz ifadelerimiz, giyim tarzı, kişisel mesafe, aksesuarlar, sözlü iletişimi tamamlayan önemli göstergelerdir. •Kişilerarası iletişimde ses tonu, araya koyulan mesafe, giyim kuşam özellikleri, vücudun duruşu vs. gibi özellikler, ilişkinin düzeyini yansıtır. Ne söylediğimiz, önemli ölçüde nasıl söylediğimizden, yani beden dilimizden, sesimizin tonundan, davranışlarımızdan geçerek bir anlam ifade etmektedir. İkna edici konuşmaların etkileri ve gücü, sözsüz iletişim unsurlarının başarılı bir şekilde kullanılmasına bağlıdır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 İkna Edici Konuşmanın Destekleyicisi Olarak Sözsüz İletişim DEĞERLENDİRME SORULARI Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz. 1. Aşağıdakilerden hangisi sözsüz iletişim davranışının amaçları arasında sayılamaz? a) Duygu ve niyetler hakkında bilgi sağlayabilir b) Etkileşimleri düzenlemekte kullanılabilir c) Samimiyet ifade etmek için kullanılabilir d) Egemenlik ve denetim oluşturmak için kullanılabilir e) Amaca ulaştırmayı zorlaştırmak için kullanılabilir 2. Aşağıdaki ifadelerden hangisi sözsüz iletişimin özelliklerinden biri değildir? a) Sözsüz iletişim duygulara değil düşüncelere ilişkin fikir verir. b) Sözsüz iletişim belirsizdir. c) Sözsüz iletişim etkilidir. d) Sözsüz iletişim farklı anlamlar iletişim sağlar. e) Sözsüz iletişim kaçınılmazdır. 3. Sözsüz mesajların, sözlü mesajlara eşlik etmesine ne ad verilmektedir? a) Tekrarlama b) Vurgulama c) Tamamlama d) Çelişme e) Düzenleme 4. Aşağıdakilerden hangisi sözsüz iletişimin kişilerarası ilişkilerde duyarlılık yaratmasının nedenidir? a) Beden dilinin verdiği duygusal mesajların kişilerarası iletişimi olumlu etkilemesi b) Sözsüz iletişimin kişilerarası iletişimde çelişme/çift anlam yaratması c) Sözsüz iletişimin sözlü iletişimin yerine geçmesi d) Sözsüz iletişimin vurguyu artırması e) Sözsüz iletişimin sözlü iletişimi tekrarlaması 5. “İlk izlenim oluşturmaya” ilişkin verilen ifadelerden hangisi doğrudur? a) İlk izlenim, kişilerin uzun süre birbirlerini tanımalarından sonra oluşur. b) İlk izlenim, tamamen sözlü iletişim unsurlarından etkilenir. c) İlk izlenimde odak noktası kişinin karşısındaki kişi hakkında hissettiklerinden ibarettir. d) İlk izlenim, kişilerin ilk karşılaşmalarında çoğunlukla sözsüz mesajlara bağlı olarak oluşturmakta ve anlamlandırdıkları mesajlar yolu ile oluşmaktadır. e) İlk izlenim fazla önemli değildir. 6. Aşağıdaki seçeneklerden hangisinde sözsüz iletişim unsurları tam ve doğru olarak verilmiştir? a) Sesli iletişim-sessiz iletişim-öznel iletişim b) Sesli iletişim-sessiz iletişim-nesnel iletişim c) Sesli iletişim-yanlı iletişim-nesnel iletişim d) Eksik iletişim-sessiz iletişim-nesnel iletişim e) Sesli iletişim-nesnel iletişim Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 İkna Edici Konuşmanın Destekleyicisi Olarak Sözsüz İletişim 7. Aşağıdakilerden hangisi sosyo-kültürel susmayı açıklamaktadır? a) Konuşma süreci içinde sözlerin gerekli yerlerde ve değişik biçimlerde durdurulması ya da ayrılması olarak tanımlanabilir. b) Kaynak ve hedef arasındaki etkileşimden doğar. c) İletişimde bulunan kişilerle değil, iletişimin içinde gerçekleştiği toplum ve kültürle ilgilidir. d) Dikkati çekmek ya da otorite kurmak için gerçekleştirilir. e) Hedefin kaynağın söylediğini anlamaya ve yorumlamaya, amacını kavramaya yönelik sessizliğidir. 8. Aşağıdakilerden hangisi “takdir, şefkat, teminat, anlayış, bakıp büyütme” gibi anlamlar taşıyan dokunma türüdür? a) Şakacı dokunma b) Törensel dokunma c) Denetim sağlayan dokunma d) Olumlu dokunma e) İş gereği dokunma 9. Aşağıdaki seçeneklerin hangisinde yüz ifadeleri yoluyla ilettiğimiz duygulardan biri değildir? a) Mutluluk b) Şaşırma c) Üzüntü d) Korku e) Çekingenlik 10. Aşağıdakilerden hangisi nesnel iletişim kapsamına giren sözsüz iletişim unsurlarından biri değildir? a) Koku b) Bakışlar c) Giyim tarzı d) Aksesuarlar e) Kişisel mesafe Cevap Anahtarı 1.E,2.A,3.C,4.A, 5.D, 6.B, 7.C, 8.D, 9.E, 10.B Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 İkna Edici Konuşmanın Destekleyicisi Olarak Sözsüz İletişim YARARLANILAN KAYNAKLAR Arkonaç, S. (2008). Sosyal Psikolojide İnsanları Anlamak: Deneysel ve Eleştirel Yaklaşımlar. Ankara: Nobel Yayınları. Cooper, K. (1989). Sözsüz İletişim. İstanbul: İlgi Yayınları. Gökcan, K. (…) Sözsüz İletişim Nasıl Sağlanır? (Erişim Tarihi: 20.02.2011). http://www.kigem.com/content.asp?bodyID=2966&G=1 Gürüz, D., Temel Eğinli, A. (2008). Kişilerarası İletişim. Ankara: Nobel Yayınları. Hogg, M.A. Vaughan, G.M. (2007). Sosyal Psikoloji. (Çev. İbrahim Yıldız, Aydın Gelmez). Ankara: Ütopya Yayınları (2005). Jamieson, H. (1996). İletişim ve İkna. (Çev. Nejdet Atabek ve Banu Dağtaş). Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Eğitim Sağlık ve Bilimsel Araştırma Çalışmaları Yayınları. Ker Dinçer, M. (…) Sözsüz İletişim. (Erişim Tarihi: 20.02.2010). http://www.sistempatent.com/LinkClick.aspx?fileticket=tri1fa%2FY398 %3D&tabid=138&mid=881 La Barre, W. (2007). “Duygu ve Davranışlarımızın Kökeni ve Beden Dili”. (Çev. Yalçın İzbul). Erişim tarihi: 26.05.2011, http://www.ingilizceders.com/ceviritercume/beden-dili/05-el-isaretleri.html Reardon, K.R. (2002). “Karşılıklı Konuşma”. Sacide Vural (ed.,çev.).Kişilerarası İletişim. (ss.107-138). Bişkek: Kırgızistan-Manas Üniversitesi Yayınları: 27. Yazıcı, H. (2010). “Kişilerarası İlişkilerde Sözsüz İletişim”. (ed. Alim Kaya). Kişilerarası İlişkiler ve Etkili İletişim. (ss. 178-194). Ankara: Pegem Akademi. İletişimin Sınıflandırılmasında Sözsüz İletişim. (Erişim Tarihi: 20.02.2011). http://www.forumlopedi.net/halkla_iliskiler_ve_iletisim/iletisimin_sinifl andirilmasinda_sozsuz_iletisim-t12489.0.html BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR Akbayır, S. (2003). Dil ve Diksiyon. Ankara: Akçağ Yayınları. Hartley, P. (2010). Kişilerarası İletişim. Ankara: İmge Yayınları. Hogan, K. (2007). Başkalarını Sizin Gibi Düşünmeye Nasıl İkna Edersiniz?. (Çev. Timuçin Seyit Güneş, Emel Karanimoğlu). İstanbul: Pegasus Yayınları. Stuart, C. (2001). Etkili Konuşma. (Çev. Murat Sağlam). İstanbul: Alfa Yayınları. Tutar, H. ve Yılmaz, M.K. (2010). Genel İletişim: Kavramlar ve Modeller. Ankara: Seçkin Yayıncılık. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19 HEDEFLER İÇİNDEKİLER İKNA AMAÇLI MESAJDA ETKİ I: MEKÂN VE ZAMAN • Mekân Kavramı • İletişim ve Mekân • Kişilerarası İletişimde Mekânın Dili • Zaman Kavramı • Zaman Yönetimi Konusunda Yanılgılar • Zamanın Bölünmesi • Zaman Planlaması • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; •Mekân kavramını tanımlayabilecek •İletişim ve mekân ilişkisini kurabilecek •Kişilerarası iletişimde mekânın dilini kullanabilecek •Zaman kavramını açıklayabilecek •Zaman yönetimi konusundaki yanılgıları gösterebilecek •Zamanın bölünmesinin nasıl önlenebileceğini kavrayabilecek •Zaman planlamasının aşamaları hakkında bilgi sahibi olabileceksiniz. İKNA VE İKNA PSİKOLOJİSİ ÜNİTE 12 İkna Amaçlı Mesajda Etki I: Mekân Ve Zaman GİRİŞ İnsanların birbirleriyle iletişim kurmak için kullandığı araçlar oldukça karmaşık ve çeşitlidir. Mekân ve zaman sözsüz iletişim unsurları arasında yer alan araçlardandır. Mekân, insanoğlunun koruma hissi duyduğu alanıdır. Kişilerarası iletişimde, iletişim kurduğumuz kişinin bize yakınlığına göre bu görünmez alanlarımızı koruruz. Kişilerarası iletişimde var olan mekân aralıkları iletişim kurduğumuz kişiye bağlı olduğu kadar kültürel özelliklerimize göre de değişmektedir. Zaman kavramı ise yine görünmeyen ancak hepimizin eşit şekilde sahip olduğu bir varlıktır. İlişkilerimizi insanlara ayırdığımız zamanlarla yönetiriz. Bu nedenle zamanımızı planlamak ve yönetmek hem iş yaşamında hem de özel yaşamımızda etkili bir unsur hâline gelmektedir. Sözsüz iletişimin bu unsurun kullanımı da, mekân gibi, kültürden kültüre farklı anlamlar taşımaktadır ve farklı algılanmaktadır. Bu bölümün amacı; mekân ve zaman kavramlarını tanımlamak, iletişim ve mekân/zaman ilişkisini kurmak, kişilerarası iletişimde bunların yerlerine ve önemlerine işaret ederek, etkili bir zaman yönetiminin nasıl gerçekleştirileceğini açıklamaktır. MEKÂN KAVRAMI İnsan davranışlarının belirli biçimlerinin öğrenildiğini, belirli biçimlerinin de insanoğlunda kalıtımsal olarak varlığını sürdürdüğü genel olarak kabul edilmiş bir gerçektir. Örneğin, kuşlar arasındaki belirli ezgisel seslerin bile öğrenildiğini öne sürenlerin yanı sıra, mekân duygusu dışında hiçbir şeyin kalıtsal olarak varolmadığını ileri sürenler vardır. Ardrey’e göre; insanoğlunun kalıtsal olan ve kolay kolay değişmeyen duygularından biri; “yaşam alanına sahip çıkma” olgusudur. Mekânın kullanımı ve gereksinimlere bağlı olarak oluşan özelliklerin korunması isteği insanlarda da vardır. Mekânın korunması isteğinin, sosyolojik olarak “yurtseverlik”, “sıla hasreti” gibi kavramlarla somutlaşan belirgin biçimleri olduğunu söyleyebiliriz. Burada sözsüz iletişim için önemli olan, bireylerin davranışlarını ve tutumlarını etkileyen mekânın, özgül kullanım biçimlerine bağıl olarak nasıl bir “mesaja” dönüştüğü sorunudur (Tolan vd., 1985: 204). Tolan ve arkadaşları (1985: 204-210) mekânın sözsüz iletişim içindeki önemini, bir örnek yoluyla şu şekilde aktarmaktadırlar: Julius Fast, başından geçen bir olayı, sözsüz iletişimin mekânsal boyutuna bir örnek olarak vermektedir. Yazar bir gün, bir arkadaşıyla yemek yerken bir konuda tartışmaya başlar. Psikiyatr olan arkadaşı, tartışma başladığında sigarasını yaktıktan sonra paketi masanın tam ortasına koyar. Tartışma ilerledikçe arkadaşı ikinci bir sigara yakar ve paketi bu kez kendinden biraz daha uzağa, Fast’ın yakınına koyar. Her sigara içişinden sonra paketi Fast’a biraz daha yaklaştırmaktadır. Tartışma Fast’ın kendi düşüncesinin yanlış, arkadaşınınkinin ise doğru olduğunu kabul etmesiyle biter. Gerçekte Fast’ın arkadaşı, masayı ilk önce iki eşit bölgeye ayırmış ve sigara paketini de bunun bir işareti olarak kullanmıştır. Arkadaşı, tartışma süresince masalardan kendine ayırdığı mekânı gittikçe büyültmüş, bu yolla Fast’a psikolojik bir baskı uygulamaya başlamıştır. Bu sözsüz mesaj Fast üzerinde tartışmanın biçimlenmesi açısından gerilim yaratmış ve Fast, mekânı daraldıkça yanlış düşündüğü kanısına varmıştır. Bu olayı daha sonra deneysel koşullarda yineleyen Fast, mekânsal baskı ile bir düşünce veya yargının bireylere kabul ettirilebilmesinin olanaklı olduğunu vurgulamıştır. Bu deneyden çıkan sonuca Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 İkna Amaçlı Mesajda Etki I: Mekân Ve Zaman Bireysel Etkinlik Fast’in deneyi mekân kullanımının örtülü bir biçimde mesaj niteliği taşıdığını kanıtlamıştır. göre; insanoğlunda kalıtsal bir içgüdü olarak varolan mekânın korunması isteği, kişinin bireysel psikolojik mekanizmalarını biçimlendirmekte ve bir ölçüde yargılarını, davranış biçimlerini, tutum ve kanaatlerini oluşturmakta veya etkilemektedir. İnsanların yaşadıkları çevre ne kadar kalabalık olursa olsun, her bireyin kendi çevresinde yarattığı ve özenle koruduğu “kendine özgü bir mekânı” vardır. Mekânsal bir içgüdü olduğu varsayılan bu düşünce aracılığıyla insanlar, sözsüz iletişimin ilk biçimini oluşturmaktadırlar. Mekânı korumak, bedensel hareketlerin başlangıcıdır. Mekânın içindeki bu bedensel hareketler, başka insanlarla olan etkileşimin de temelini oluştururlar. • Yaşamınızda size ait olarak tanımladığınız mekanları başkalarıyla paylaşırken ne hissediyorsunuz? İLETİŞİM VE MEKÂN Mekân, kişilerin kendilerini tanımlama ve egemenlik alanlarını tanımlama araçlarından biridir. İletişim en basit ifadeyle karşılıklı mesaj alışverişidir. Bir insanla bir diğer insan, bir insanla topluluk, insanla mekân, insanla çevre, toplumla çevre arasında gerçekleşen etkileşimdir. Mesaj, verilen ya da gönderilen bilgi, ileti ve anlatılması amaçlanan duygu ve düşüncelerdir. Bu alışverişte bir mesaj ileten bir de mesajı algılayan vardır. Bir iletişim modelindeki unsurlar; kaynak ve hedefler, mesaj, kanal ve iletişim ortamıdır. Kaynak, mesaj göndermek işiyle, hedefse kendisine gelen mesajı almak ve yorumlamakla meşguldür. Hedef, mesajla ilgili geribildirimde bulunduğunda, işlevleri bakımından kendisi de kaynak hâline gelir. Kaynak ve hedefler arasında yer alan ve gösterge hâline dönüşmüş mesajın gitmesine olanak tanıyan yola kanal denir. Her duyu organına denk düşen bir kanal vardır; görsel kanal, işitsel kanal, dokunsal kanal, kokusal kanal, tatsal kanal. İletişim sürecini etkileyebilecek nitelikte ve iletişim durumu içinde olan kişi, nesne ve olayların tümüne iletişim ortamı adı verilmektedir. İnsanlararası bir iletişimden söz ediyorsak kullanılan araçlar; iletişim ortamı, kaynak ve hedef, mesaj ve geribildirimdir. İnsan-mekân iletişim sistemi içinde araçlar; iletişim ortamı olarak konut, kaynak olarak mekân, mesaj olarak mekânsal unsurlar, hedef olarak kullanıcı, geribildirim ise davranışlardır. (Günal ve Esin, 2007: 22-23). Mekânlar fiziksel, fonksiyonel ve psikolojik özellikler taşırlar ve kendilerini bir mesaj olarak kullanıcıya iletirler. Kullanıcı görsel, işitsel, dokunsal, kokusal, tatsal unsurlarla mekânla iletişim içine girer. Bireyin beklentileri, gereksinimleri ve ait olduğu kültürün özellikleri onun duyum ve algılamasını etkiler. Algıladıklarını bilişsel bir süreçten ve değerlendirmeden geçiren birey, tanıma, anlama, süzgeçten geçirme, tatmin olma/olmama özellikleri gösterir. Daha sonra mekâna uyum sağlama, mekânı kendilerine uydurma ya da mekânı reddetme gibi davranışlar ortaya çıkar. Mekânlar kişilerde mahremiyet gereksinimi, kişisel mekân yaratma, kişiselleştirme, egemenlik alanı oluşturma, kulis davranışı ve yönelme davranışı ihtiyaçlarından ötürü ortaya çıkarlar ve bir işlevsellik kazanırlar. Görüldüğü üzere kişinin mekân olarak tanımladığı fiziksel yapılarla girdiği iletişim süreci bu şekilde gelişmektedir. Bunun yanında kişilerarası iletişim biçimlerinde görünmeyen bir alan (mekân) devreye girerek, iletişim sürecini ve niteliğini etkileyebilecek bir işlev görebilmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 İkna Amaçlı Mesajda Etki I: Mekân Ve Zaman Şekil 12.1. Kişi-Mekân İletişim Süreci Kaynak: Günal ve Esin, 2007:24. KİŞİLERARASI İLETİŞİMDE MEKÂNIN DİLİ Pek çok iletişim unsurunda olduğu gibi, mekân da kültürel kodlara göre değişen anlamlara sahiptir. Bir iletişimci için kendisi ve alıcı arasındaki fiziksel mesafe, iletişim sürecini etkiler. Mekânın kullanımı, iletişimde çok kapsamlı biçimde etkili olduğu için, mekân kullanımının öneminin ve değerinin çoğu kez farkına varılmaz. Mekân, genellikle kişilerin göremediği ancak hissettiği çizgilerden oluşmaktadır. Bir kişinin diğer kişinin ihlal edilmesi sonucu, “Niye bu kadar yaklaştı?”, “Tanışıyor muyuz?” şeklinde tepkiler, bu görülmeyen alanın varlığına işaret etmektedir. Tüm insanlar çevresinde bu alanlarını, bulundukları farklı ortamlarda (evde, işte, gezmede, eğlencede, asansörde, toplu taşım araçlarında vs.) çeşitli tepkilerle korumaya çalışmakta ve diğer kişilere bu alanın varlığını hatırlatmaktadır. Söz konusu bu alanın merkezinde kişi yer almakta ve alanın sınırları, çapları farklı olan çemberler biçiminde devam etmektedir. Alanın uzaklığı ise, kültürden kültüre, toplumdan topluma değişiklik göstermektedir (Gürüz ve Temel Eğinli, 2008: 200). Edward T. Hall’a göre; her insan, belirli bir mekâna gereksinim duyar. Bu mekânı düzenleyişi, mekân içinde aldığı konum, bu mekânı koruma biçimi ve derecesi gibi etkenler, başkalarına gizli bir takım mesajlar iletmektedir. Örneğin bekâr bir üniversite öğrencisinin arkadaşlarıyla birlikte kaldığı evdeki odasını düzenleyiş biçimi (eşyaları yerleştirmesi, yatağın kapı yanında ya da geride olması, belirli kitapların komidinin üzerinde bulunması, giysilerin dağınıklığı ya da düzenliliği vs.) içeriye ilk kez giren her kişi için belirli ve değişik anlamlar ortaya koymaktadır. Farkında olalım ya da olmayalım, çıkardığımız bu anlamlar aracılığıyla gelen mesajları bilişsel olarak çözümlemeye başlarız. Sonunda da, hiçbir sözel davranış olmadığı hâlde belirli bir izlenim oluştururuz (Tolan vd., 1985: 205). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 İkna Amaçlı Mesajda Etki I: Mekân Ve Zaman Mekânı ilişkiler ve etkileşimler bağlamında değerlendirenler, dört tür mekân anlayışı belirlerler. Bunlar; özel alan, kişisel alan, sosyal alan, açık alandır. Bu alanların kullanımı, bireysel ve kültürel farklılıklara göre farklı algılanabilmektedir. Özel Alan (0-25cm) Kişilerarası iletişimde insanlarla aramıza koyduğumuz mesafe, özel alandan açık alana doğru giderek artan bir uzaklıktır. Özel alan, kişinin 25 santimetreye kadar olan uzaklık alanını kapsar. Aile üyelerini kutlamak, arkadaşlarımızı teselli etmek, korumak vs. gibi eylemlerde kullanılır. Ayrıca güreş, basketbol gibi yakın mücadele gerektiren sporlarda ve sinema, asansör, kalabalık caddeler gibi ortamlarda zorunlu olarak kullanılır. Özel alan, genellikle bize yakın olma hakkına sahip kişiler için ayrılmıştır. Bu yakınlık uzun zaman ve emek gerektiren, duygusal derinliğin ve bağlılığın sağlandığı kişilerle gerçekleşir. Duygusal yakınlaşma olmadan bazen fiziki yakınlaşmanın olması (asansörde), kişilerde gereğinden fazla yakın olmanın yol açtığı tedirginliğe neden olur (Cooper, 1989: 28-29). Özel alan, kişinin psikolojik korunma sınırıdır. İlk 15 cm mesafede konuşulan konular, genellikle çok özel konulardır. 15-35 cm aralığında gerçekleşen konuşmalar da gizli konular olarak değerlendirilir (Gürüz ve Temel Eğinli, 2008: 202). En yakın uzaklık biçimi olan özel alanda, ilişki içinde olduğumuz bütün diğer nesnelere ve kişilere en yakın durumda oluruz. Hall, ikili bir özel alan kavramı geliştirmiştir. Bunlardan birincisi, yakın özel alandır, gerçek teması içermektedir. Birbirini öpen iki kişinin ya da anne ile bebeğinin ilişkisini bu alanın içinde sayabiliriz. Uzak özel alan ise, 10 cm-25 cm arasında olan mesafeyi kapsamaktadır. Bu uzaklık, mekânları olduğu kadar kişilerin davranışlarını da etkilemektedir (Tolan vd., 1985: 206). Yakın özel alandaki davranışlar insanların birbirleriyle olan ilişkilerinin belirlenmesini sağlar. Örneğin, fazla fiziksel yakınlıktan hoşlanmadığını bildiğimiz bir kişinin bizimle ya da arkadaşlarımızdan biriyle tokalaştığını görürsek, bu görünüm bize, o kişi ile bizim ya da arkadaşımızın arasında bir yakınlığın oluştuğu mesajını verir. Yine yakın özel alanda kurulan ilişkiler, kişilerin birbirlerine olan saygısının da bir ölçütü olmaktadır. Çeşitli kültürlerde bu kişisel uzaklık içine giren herkesi o kültürün normlarına göre sınıflandırmamız mümkündür. Uzaklık içinde belirli anlamları olan hareketler yaparız, ancak iletişim bu hâliyle, belirli istekleri ifade etmenin önüne geçemez. Bu hareketlerin anlamlarını iletebilmeleri için, sözsüz iletişimin bu yakın uzaklıktaki mekânsal biçimlerini sözel davranışlarla tamamlamamız gerekir (Tolan vd., 1985: 206). Kişisel Alan (25-100 cm) Kişisel alan 25-100 cm aralığını kapsamaktadır. Kişisel uzaklık, normal olarak iki arkadaşın konuşurlarken korudukları uzaklıktır. Kişiler arasındaki samimi ilişkilerin bulunması, sevgi ve saygı ilişkisinin yaşanması durumunda ortaya çıkan alandır. Sosyal ortamlarda, iş yerinde birbirini tanıyan ve arkadaş kabul eden insanlar, birbirleriyle bu mesafeden iletişim kurarlar. Kişisel alanda kişilerin hâkimiyetleri altında tutmak istedikleri ve kendileri için bir hareket kabiliyeti sağlayan bir alan söz konusudur. Yakın kişisel alan, 35-60 cm arasındadır ve yakın ilişkileri içerir. Uzak kişisel alan ise; 60-80 cm arasındadır ve arkadaşları içine almaktadır. Kişisel alan içindeki ilişkilerde saygının korunması temel alınmaktadır (Cooper, 1989: 30; Gürüz ve Temel Eğinli, 2008: 202). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 İkna Amaçlı Mesajda Etki I: Mekân Ve Zaman Bu uzaklık aynı zamanda bireyin hâkimiyeti altında tutmak istediği ve hareket için gereksinme duyduğu en az uzaklığı göstermekte, ayrıca kişilerin kendilerini nasıl algıladığının da bir ölçütü olmaktadır. Uzaklığın, kendilerine saygı duyulmasını isteyen kişiler tarafından nasıl kullanıldığını incelediğimizde, bunun tipik bir örneği ile karşılaşırız. Bu tür kişiler, diğerlerini belli uzaklıklarda tutarak, çevrelerinde bir güvenlik ve egemenlik alanı oluştururlar. Bu alanı ihlal etmek, çeşitli beden hareketleriyle engellenir. Bu da insanların arasında çeşitli anlamları olan jestler ve mimikler yoluyla gerçekleştirilir (Tolan vd., 1985: 206207). Sosyal Alan (1-2.5 m) Sosyal alan 1 metreyle 2.5 metre arasındaki mesafeden kurduğumuz ilişkileri kapsar. İş hayatında sosyal alan genellikle çalışma masalarıyla temin edilir. Çalışma masası, karşılıklı oturan iki kişi arasında otomatik olarak bu mesafeyi sağlar. Kişilerin toplumsal rolleri, statüleri vs. gibi konumlar nedeniyle oluşmaktadır. Kişiler, kendilerini içinde bulundukları ortama göre konumlandırarak, etraflarındaki sınırları da buna göre çizerler. Genellikle resmî bir özelliğe sahip olan bu tür bir iletişimde, bilgilendirme, ortak hareket etmek, işlevsellik sağlama gibi amaçlarla sosyal alan oluşturulur ve sürdürülür. Yakın sosyal alan; 80-140 santimetredir ve iş görüşmeleri ve sosyal buluşmalar için ideal bir uzaklıktır. Uzak sosyal alan ise; 1.5 metre ile 2 metre arasındadır ve işyeri toplantıları için uygundur (Cooper, 1989: 37; Gürüz ve Temel Eğinli, 2008: 202). Sosyal alanın kullanılma biçimlerinin daha çok, kişilerin statülerinden kaynaklandığını belirtmiştik. Yani algılama sürecinde bir bakıma statünün belirlenmesi amacıyla kullanılır. Örneğin bir genel müdürün masası ile en yakın oturma koltukları arasındaki mesajı, ya da bir yönetim kurulu başkanının toplantı sırasında oturduğu koltuğun diğer üyelerden uzaklığı, kişinin toplusal statüsünün dolaylı bir göstergesidir. Bu tür bir uzaklık beden dilinin kullanımına fazla olanak tanımaz, ancak sözel davranışlarla güçlendirilebilen bir yapı taşır (Tolan vd., 1985: 207). Açık alan (2.5 m…) Tartışma Kişilerarası iletişimde insanlarla aramızdaki mesafenin olması gerektiğinden daha az ya da daha çok olması, rahatsızlık verici bir duygudur. Aramızda 2.5 metrelik mesafe ve fazlası bulunan kişiler, ilgi duymadığımız veya herhangi bir ilişki kurmaya çalışmadığımız yabancılardır. Topluma açık alanlarda birbirleriyle hiç tanışmayan kişiler arasında oluşan bir alandır. Otobüs terminalleri, tren garları vs. gibi alanlarda bu mesafe korunur. Bu mesafeden yürütülen iletişimlerde daha yüksek bir ses ve daha resmî bir dil kullanılır (Cooper, 1989: 32; Gürüz ve Temel Eğinli, 2008: 202). • Bireyler özel, kişisel, sosyal ve açık alan mesafelerine uyulmadığında ne tür tepkiler göstermektedirler? Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 İkna Amaçlı Mesajda Etki I: Mekân Ve Zaman Şekil 12.2. Kişisel Mekan Aralıkları Kaynak: Gürüz ve Temel Eğinli, 2008:201. Leipold’un çalışması içe ve dışa dönük karakterlerin mekânda yer seçiminde farklı davranış biçimlerine sahip olduğunu ortaya koymuştur. Mekân kullanımı yoluyla belirli mesajlar iletmenin en açık örneklerinden biri liderlik statüsünde görülmektedir. Liderlik, mekânsal açıdan genellikle “yükseklik” aracılığıyla anlatılır. Bir grup içinde daha yüksekte duran birinİ gördüğümüzde, onun grubun önde gelen kişilerinden biri olduğunu algılarız. Yüksek olma aynı zamanda bir mekânsal denetim olanağı sağladığından, bu tür yerlerde olanlar genellikle lider olarak algılanırlar. Hatta bir kişinin önünde hafifçe de olsa eğilmek, onun üstünlüğünün benimsenmesi anlamına gelir (Tolan vd., 1985: 208). Bireylerin kendilerini mekâna yerleştirmeleri ve durumlarına en uygun yerleri seçmeleri de, sözsüz iletişimin önemli mekânsal boyutlarından biri olmaktadır. Kişilerin kendilerini mekânda bir yere yerleştirmeleri, onların birtakım psikolojik özelliklerini ve kişilik yapısını açığa vuran bazı ipuçları taşımaktadır. Yer seçiminin içedönük ve dışadönük kişiliğe sahip olanlar açısından oldukça farklılaştığı bilinen bir gerçektir. Leipold’un bir araştırmasında bu durum kanıtlanmıştır (Tolan vd., 1985: 209): Denek olan öğrencilere içe-dışa dönüklük testleri uygulanmış ve sonuçlar onlara bildirilmeden, öğrenci bürosuna uğrayıp son sınavlarda aldıkları notları öğrenmeleri istenmiştir. Öğrencilerden bir bölümüne öğrenci bürosunda sert ve kaba bir davranış gösterilmiş, hocanın notlar hakkında onlarla konuşacağı belirtilerek yandaki odaya geçip oturmaları istenmiştir. Diğer bir bölümüne ise daha yumuşak davranılmış ve aynı istek tekrarlanmıştır. Son gruba ise, çok kibar bir biçimde hocanın birazdan yandaki odaya gelip onlarla konuşacağı belirtilmiştir. Birinci gruptaki içedönük öğrenciler odaya girer girmez arka koltuklardan birine oturmuşlardır. Dışadönük kişilik özellikleri gösterenler ise, ön koltuklara oturarak beklemişlerdir. Üçüncü gruptaki her iki kişilik yapısına sahip öğrenciler ise, karışık bir biçimde oturmuşlardır. Bu deneyden edinilen gözlemlere göre, kişilik yapısı, bazı baskı koşullarında yer seçimini ve mekân kullanımını etkilemektedir. Kişiler kendilerine ne kadar çok güven duyuyorlarsa o kadar çok diğerlerinin özel ve kişisel alanlarına girmelerine izin vermektedirler. Kendilerinden emin olmayanlar ise genellikle yaşamlarında denetleyebildikleri Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 İkna Amaçlı Mesajda Etki I: Mekân Ve Zaman Günümüz bireylerinin tam bir mesaj bombardımanına maruz kalması, mekânlarının sürekli ihlal edildiği duygusu onları denetleyebildikleri daha fazla alan yaratmaya sevketmektedir. durumlar çok az olduğu için, özel ve kişisel mekânlarını daha çok koruma altına almaktadırlar. Sözsüz iletişim unsurları üzerine çalışılmış en önemli konular arasında kişisel alan ve mekân konusu gelmektedir. Örneğin Şekil 12.3’te gösterilen konumlarda kafede bir masa etrafında oturan altı insan düşünelim. Hangi çiftin birbirleriyle konuşması daha olasıdır? Şekil 12.3. Kafede Masa Etrafındaki Konumlar Kaynak: Hartley, 2010:238. Araştırmalar en yüksek konuşma olasılığının F ile A arasında olduğunu göstermektedir. Diğer olası modelleri ise şöyle sıralayabiliriz (Hartley, 2010: 238-239): Diğer karşılıklı konuşmalar başlıca B ve C ile C ve D konumundaki kişiler arasında gerçekleşecektir. F ve A’nın, birbiriyle konuşma olasılığı, B ve C’ninkinin iki katıdır. B ve C ise, C ve D’nin üç katı kadar fazla konuşma olasılığına sahiptir. Bu konumumuzun konuşmayı nasıl olası kıldığını göstermektedir. Başka araştırmalar da konumumuzun dahil olacağımız olası konuşma türlerini etkilediğini öne sürmüştür. Masanın ucuna doğru olan sağ açılı konum, masada karşılıklı yüz yüze oturan insanların durumuna göre daha samimidir. Ancak mekânın bu etkisi, tüm diğer sözlü ve sözsüz işaretlerin eşliğinde bir anlam kazanmaktadır. ZAMAN KAVRAMI Zaman, sözsüz iletişimin önemli bir unsurudur. “Zaman kullanımı”, “harcanan zaman”, “vakit nakittir” gibi ifadeler, zamanın bizlerin yaşantısındaki yerini ve önemini göstermektedir. Zaman, sözsüz iletişimde önemli bir yere sahiptir. Zaman değerli bir maldır ve paradır. İşte harcadığımız zaman için para alırız. Zaman aynı şekilde güç ve itibardır. Size ne kadar zaman ayrılırsa o kadar güçlü ve itibarlı olduğunuz anlamına gelir. Size verilen randevulara ne kadar itibar gösterilirse, kendinizi de o kadar önemli sayar, randevularınızın Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 İkna Amaçlı Mesajda Etki I: Mekân Ve Zaman Bireysel Etkinlik Zaman yönetimi insanların yapmaları gerektiğe işlere daha fazla zaman ayırabilmesi ve verimlilik yaratması için kullanılmaktadır. aksatılmasından veya randevunuza gelinmemesinden size verilen değeri ölçmeye çalışırsınız (Tutar ve Yılmaz, 2010: 64). Araştırmacılar, kültürden kültüre zamanın insanı farklı biçimde etkilediğini belirtmektedirler. Örneğin Batı kültürlerinde zaman geçmişte, şimdi ve geleceği doğuran çizgisel/uzaysal bir değer olarak görülür. Ancak diğer kültürlerde zaman, geçmiş ve geleceğin değil, yaşanılan her günün ve içinde bulunduğu anın duyumsanması olarak kavranabilir (Tutar ve Yılmaz, 2010: 65). Zamanı iyi kullanamayan insanlar, asıl yapmaları gereken işlere daha az zaman ayırırlar. Yaşantımızın büyük bir bölümünü yapmaya zorunlu olduğumuz işlerle geçirirken, ailemize, dostlarımıza ve kendimize gerektiği gibi zaman ayırmakta güçlük çekeriz. İletişim sürecinin önemli unsurlarından biri olan zamanı iyi yönetebilirsek, hem kendimizi geliştirmek ve kendimize ayıracak zaman bulmak, hem de kişilerarası iletişim süreçlerinde vakit ayırmamız gereken insanları ihmal etmeyiz. Çünkü insanlara ayırdığımız zaman sözsüz iletişim biçimleri içinde, bu ilişki biçimlerine verdiğimiz önemi göstermektedir. Zaman yönetimi şu ihtiyaçlardan kaynaklı olarak doğmuştur (Smith, 1998: 15-16 ve Mackenzie, 1990: 14): İşyerinde zamanı daha etkin kullanmak ve zamanın iyi kullanımıyla aynı anlama gelen verimliliği oluşturmak, Kişisel ve profesyonel amaçları gerçekleştirebilmek için ihtiyaç duyulan zamanı yaratmak, Mevcut zamanda daha çok iş yapmak ve işyerinde ve ailemiz için harcadığımız zaman arasında uygun bir ayarlama yapmak ve işleri yetiştirememekten kaynaklı stresi önlemek, Zaman yönetimi konusunda kendimizi daha rahat ve güvenli hissetmek. •Zamanınızı gerektiği gibi yönetebiliyor musunuz? Modern örgütlerde iş anlayışı ve örgütlenme beş tür kaynağın yönetimine dayanır; sermaye, insan gücü, bilgi, fiziksel şartlar ve zaman. İnsan kaynaklarını yönetebilirsiniz, işgücünüzün boyutlarını artırır ya da azaltırsınız. Sermayenizi yönetebilirsiniz, onu arttırabilir, biriktirebilir, harcayabilir ya da yeni üretim kaynaklarına yatırabilirsiniz. Ancak zaman görünmez bir kaynaktır, tektir ve sınırlıdır, daha fazla edinemezsiniz. Zamanı hızlandıramaz ya da yavaşlatamazsınız. Zaman kullandığımız diğer kaynaklara benzemez. Çünkü onu satın alamayız, satamayız, kiralayamaz, ödünç alıp veremez, depolayamaz, üretemez ya da değiştiremeyiz. Belki de bu noktada “zaman yönetimi” yanlış bir adlandırma olabilir. Çünkü aslında zamanı değil, zamanla olan ilişkilerimizde kendimizi yönetiriz. Ne kadar zamanımız olacağını değil, onu nasıl kullanacağımızı kontrol edebiliriz ( Mackenzie, 1990: 11-12; Douglas ve Douglas,1980:3). Zaman herkes için eşit olan belki de tek kavramdır. Herkesin bir gün içinde yirmi dört saati vardır (Misra ve Misra, 1987: 9) Zamanınızı başarıyla yönetme, sizin açınızdan gerçekten önemli ve anlamlı olan şeyleri yapma fırsatı yaratacaktır. Yüzyıllardır filozoflar ve bilim adamları zamanı açıklamak için büyük çabalar gösterdiler. Sir Isaac Newton zamanın mutlak olduğunu, evren var olmasa da oluştuğunu söyler. Leibniz ise, “Zaman kendi başına bir varlık Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 İkna Amaçlı Mesajda Etki I: Mekân Ve Zaman değil, yalnızca olayların sırasıdır” diyerek Newton’un tanımını altüst etmiştir. Albert Einstein da Leibniz gibi “Zamanı olayların sıralanışına göre ölçeriz, bu olayların dışında, bağımsız bir varlığı yoktur” demiş, ondan sonra da “eş zamanlı olaylar adını verdiği bir düşünce geliştirmiştir. Sözlük tanımına göre ise; “zaman; olayların geçmişten bugüne gelip geleceğe doğru birbirini takip ettiği kesintisiz bir süreçtir”. Zamanın temel ögesi bir olaydır. Her şey bir olaydır. Sabah yataktan kalkmak, arabanızı sürmek, işe gitmek, telefonunuzun çalması bir olaydır. Zaman bu olayların sırayla, birbiri ardından oluşmasıdır. Kısaca; hayatınızı kontrol etmek, zamanınızı kontrol etmek, zamanınızı kontrol etmek de hayatınızdaki olayları kontrol etmek demektir (Smith, 1998: 23-24). Özsaygı Psikolojisi adlı kitabın yazarı olan psikolog Nathaniel L. Branden, özsaygı ile üretkenlik arasındaki dolaysız ilişkiye işaret etmişti. Branden’ın gözlemine göre; işin özünde, kendin hakkında ne kadar iyi duyguların varsa o derece üretken olursun, ne kadar üretken olursan kendin hakkında o derece iyi duyguların olur. Bu eşitlik denklemine H. Smith “olay kontrolü” nü de ekler: Olay kontrolü, üretkenlik ve özsaygı. İnsan hayatındaki olayları daha fazla kontrol ederse, daha üretken, daha organize olabilir ve kendisi için değer taşıyan uğraşlara daha fazla zaman ayırabilir (Smith, 1998: 32-33). ZAMAN YÖNETİMİ KONUSUNDA YANILGILAR Zaman yönetimi yapmak ve günlük plan yapmak sizin için yeni olabilir ancak bir kez öğrendikten sonra birkaç dakika bu işe ayıracağınız zaman, saatlerinizi kurtaracaktır. Zaman yönetimi konusundaki yanılgıları şu şekilde özetleyebiliriz (Mackenzie, 1990: 10-11): Ben baskı altında daha iyi çalışırım ancak zaman yönetimi ile bu baskıdan ve dolayısıyla da motivasyondan uzaklaşıyorum. Kimse baskı altında daha iyi çalışamaz, yalnızca var olan şartlar altında en iyisini yapmaya çalışırlar. Baskı altında en iyisini yaptığını iddia etmek zaman yönetimini ertelemek için bilinçaltında geliştirdiğimiz savunma mekanizmalarından olan rasyonelleştirmeden başka bir şey değildir. Bir takvim tutmak ve yapılacakların bir listesini çıkarmak yeterli değil mi? Pek çok insan işini bir düzene sokmak için bu yolu seçer. Ancak takvim size bugün nerede olmanız ya da ne yapmanız gerektiğini söyler. Ancak takvimler gelecekte kaybedilecek ya da geçmişte kaybedilmiş zamanı geri getiremezler. Zaman yönetiminin en iyi yönü; bütünlüklü bir sistem olmasıdır. Bu sistem bilgi edinmenize, projeleri izlemenize, amaçlarınıza odaklanmanıza ve önemli kararları kaydetmenize olanak tanır. İnsanlar zaman yönetimini fazla ciddiye alırla bu da yaşamın bütün eğlencesinin, tadının, tuzunun kaçmasına yol açar. Eğer sürekli stres, randevularınızı unutmak gece yarılarına kadar çalışmanın eğlenceli bir tarafı yoktur. Zaman yönetimi eğlenceye ayırabileceğiniz bir vakti yaratmak için gereklidir. Zaman yönetimi özgürlüğümü alıp götürür, ben günlük yaşamayı seven biriyim. Gerçek özgürlük ancak disiplinle gelir. Zaman yönetimi bazı işlerin yürümesi için iyi olabilir, ancak benim işim yaratıcılık gerektiren ve rutin işleyişleri kaldırmayan bir iştir. Zaman yönetimi rutinliği değil, disiplini getirir. Etkili zaman yönetimi, yaratıcılık için size gerekli zamanı verir. Zaman yönetimini öğrenmek zamanımı alır, o kadar zamanım yok. Zaman hırsızları; bize dayatılanlar ve kendi yarattıklarımız olarak ikiye ayrılabilir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 İkna Amaçlı Mesajda Etki I: Mekân Ve Zaman Bize dayatılan/kendi yarattığımız ve zamanımızı gereksiz yere alan şeyleri sıralayalım (Smith, 1998:36-38): Tablo 1: Bize Dayatılan ve Kendi Yarattığımız Zaman Hırsızları Bize Dayatılan Kendi Yarattıklarımız Zamanımızın bölünmesi İşi diğerleriyle paylaşmamak Herhangi birinden yanıt gelmesini Yanlış tutum beklemek Yeterince açık olmayan iş tanımı Kişisel dağınıklık Gereksiz toplantılar Unutkanlık Çok fazla çalışma Dinlememe Önceliklerin yer değiştirmesi Kararsızlık Cihaz arızaları Sohbet toplantıları Dağınık yönetici Yorgunluk, dalgınlık Bürokrasi Kendini disiplin altına alamama Önceliklerin çatışması İşleri yarım bırakma İşyerinde moral bozukluğu Kâğıt karıştırma Eğitimsiz personel Sürüncemede bırakma İş arkadaşı/dost istekleri Dış uğraşlar Otorite eksikliği Dağınık çalışma ortamı Ofis içi dolaşmalar Yeterince açık olmayan kişisel amaçlar Başkalarının hataları Mükemmeliyetçilik Son teslim tarihi değişiklikleri Kötü planlama Toplantılar Çok fazla işe birden girişme ZAMANIN BÖLÜNMESİ İstenmeyen telefonlar ve ani ziyaretçiler yapmamız gereken ve yüksek öncelikli işleri tam ortadan bölmektedir. Bu bölünmeleri gereksiz bölünmeler, gerekli bölünmeler ve zamansız bölünmeler olarak üçe ayırabiliriz (Smith, 1998:38-39): Gereksiz Bölünmeler: Bir kişi yanlış bir varsayımla sizin ilgilendiğinizi, onun aradığı bir bilginin sizde olduğunu ya da sorumlu olduğunuzu düşünerek aniden ziyaretinize gelir veya telefon ederse ortaya çıkar. Bunlardan ikisi de gerçek değilse o zaman bu gereksiz bir bölünmedir, bir zaman kaybıdır. Bu kaçınılması ya da hemen sona erdirilmesi gereken bir bölünmedir. Gerekli Bölünmeler: Gerçekten ilgilendiğiniz, hakkında bilginiz ya da sorumluluğunuz olan bölünmelerdir. Gerekli bir bölünme bir değer taşır ve zamansız değilse ilgilenmeniz gerekir. Zamansız bölünmeler: Zamansız bölünmeler gereklidir ama uygunsuz ya da kötü bir zamanda gerçekleşmiştir. Bunlar programınızda daha uygun bir zamana alınmalıdır. Bireylerin zamanın bölünmesine neden olan faktörlerin farkına varması ve bunları kontrol altında tutması gerekmektedir. Sürüncemede Bırakma: İşimizin bölünmesi en sık görülen “dış kaynaklı” zaman hırsızıyken, sürüncemede bırakmak da en sık görülen kendimizin yarattığı bir zaman hırsızıdır. Bilinçli sürüncemede bırakma, tanınması ve belirli önlemler alınması en kolay olanıdır. Bilinçsiz sürüncemede bırakma ise biraz daha zordur. Çünkü kendimizi onu yaparken yakalamamız gerekir. Sürüncemede bırakmanın iki şeklinin de fırsat maliyeti yüksektir. Neden sürüncemede bırakırız? Üretken, başarılı ve sağlıklı olmak için genellikle rahatlık bölgemizden çıkmamız gerekir. Tatsız işleri erteleme doğal bir tepkidir. Fakat ertelediğimiz olaylar bizi kontrol eder ona bağlı olarak üretkenliğimiz ve Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 İkna Amaçlı Mesajda Etki I: Mekân Ve Zaman özsaygımız azalır. Bu aşağı inen sarmaldan kurtulmasının tek yolu, hayatımızdaki olayları, bazıları tatsız da olsa kontrol altına almaktır. İşleri sürüncemede bırakmamızın nedenleri arasında; Bazı işlerin büyüklükleri ve karmaşıklıklarının o işin gözümüzde büyümesine neden olması, Aşırı iş üstlenme, Bilgi eksikliği, Amaç belirsizliği, Başarısızlık korkusu, Kötü zamanlama ve genel düzensizlik gelmektedir. Sıkıcı bir işe başlamadan önce işle ilgili planlarınızı yapın ve bu planı düşünmek için durmaksızın eyleme dönüştürün. İlk önce en kötü işten başlayın. Büyük işi küçük parçalara ayırın. İşe bir bitirme tarihi koyun. Dikkatinizi dağıtacak şeylerden uzak durun. İşin belli aşamalarında ve bittiği zaman kendinizi ödüllendirin (Smith, 1998: 41-43; 101). İşi sürüncemede bırakma alışkanlığını yenmek için bir son tarih saptayıp, ivedilik durumu yaratabilirsiniz. En tatsız işleri en önce yaparak, daha zevkli işleri sona ayırıp, gününüzü olumlu duygularla bitirebilirsiniz. İşi oyun hâline dönüştürüp, can sıkıcı şeyleri eğlenceye dönüştürebilirsiniz. Bir ödül saptamak da sizi işi çabuk bitirmeye teşvik edecektir. Drucker’a göre; “Zaman en az bulunan kaynaktır. Eğer o doğru yönetilemiyorsa, hiçbir şey yönetilmiş sayılmaz.”. Pek çok insan zamanını doğru kullanamadığı için asla kendisini suçlamaz. Aniden gelen ziyaretçiler, toplantılar, yeterli olanakların olmaması, beklenenden daha az performans gösteren çalışanlar, yanlış aktarılan bilgi, telefon kesintileri gibi nedenler gösterilir. Ancak zamanın boşa kullanımının gerçek nedeni, zamanın boşa harcanmasına izin veren insandır (Mackenzie, 1990:6). ZAMAN PLANLAMASI Zaman planlamasında cep telefonu vs. gibi araç gereçlerin yardımından yararlanabiliriz. Zamanın iyi kullanılması için planlanması zorunludur. Zamanı orta ve uzun vadede daha iyi değerlendirmek için, belirlenen hedefler için her aşamada yapılması gerekenleri, ne zaman uygulamaya konulacaklarını saptamak gereklidir. Zaman bu belirlenen aşamalar arasında etkili ve uygun bir şekilde paylaştırıldığında, her bölümün tamamlanması için belli zaman sınırlamaları koyulması şarttır (Smith, 1998: 34). Ne kadar meşgul olursanız olun, plan yapmaya zaman ayırmalısınız. Plan yapmak için günün başında ya da sonunda on dakika ayırmanız yeterli olacaktır. İnsanların çoğu plan yapmamalarına neden olarak; vakitlerinin olmamasını, plan yapmanın günlerini böldüklerini, zaten ne yapmaları gerektiklerini iyi bildiklerini ve plan yapmaya ihtiyaçları olmadığını, ya da plan yapmanın yöntemini bilmediklerini gösterirler (Smith, 1998:126-129). Zaman planlamasında ajanda, cep telefonları ya da not tutmak bize yardımcı olabilir. Bu tür araçların amacı, planlamayı etkin hâle getirmektir. Ancak sonuçta bu tür araçlar bizim yardımcımızdır. Bu tür araç gereçlere örnek olarak; günlükler ve planlayıcılar, duvar tablolarını, listeleri ve programları verebiliriz. Planlamanın temel araçlarından biri de, zamanı programlamaktır. Ancak program yapmak sadece yapmanız gereken işleri uygun saatlere yerleştirmek demek değildir. Aynı zamanda yapmak istedikleriniz için de zaman bulmak demektir. Zaman programı yapmanın önemli bir ögesi de “birincil zaman”dır. İç birincil zaman, sabah, öğlen ve akşamları en iyi çalıştığınız zamanlardır. Dış Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 İkna Amaçlı Mesajda Etki I: Mekân Ve Zaman Eyleme geçmemiş bir zaman planlamasının kendisi de zaman kaybı sayılır. birincil zaman, işinizde sosyal hayatınızda ve evde ilgilenmek durumunda olduğunuz diğer insanlara ulaşmak için en uygun zamandır. İç birincil zaman sizin en iyi konsantre olabildiğiniz zamandır. İç birincil zamanlara birincil projelerinizi ayırmaya çalışın. Dış birincil zaman da, dış kaynaklara kararlar, sorular ve bilgi alışverişi için en rahat ulaşılabilecek zamandır (Lakein, 1995: 4649). Zamanınızı programlarken ortaya çıkabilecek beklenmedik durumlarla başedebilmek için esnek olmanız gerekir. Beklenmeyen gelişmelerin de zamana ihtiyaçları vardır. Karşınıza çıkacak bu tür beklenmeyen krizleri halledebilmeniz ya da fırsatları değerlendirebilmeniz için esnek bir zaman kullanımına ihtiyacınız vardır. Bu yüzden her zaman günde bir saatinizi boş bırakmanızda yarar vardır. Hiçbir esnekliği ve çeşitliliği olmayan ağır programlar yapma ve bunlara harfiyen uyma çabası, insanlarda saat tarafından yönetildiği hissini yaratır ve hep saate bağlı olarak yaşamayı da beraberinde getirir. Özenli planlanan ve sonra da iyi kullanılan birbiriyle dengelenmiş, programlı ve programsız zamanlar hayatınızın daha rahat akmasını ve daha az sorun çıkmasını sağlayabilir (Lakein, 1995: 50-51). İyi tanımlanmış hedefler ve önceliklerle dolu, özenli düşünülerek hazırlanmış bir plan zamanınızı (ve de hayatınızı) kontrol altına alma yolunda atılmış dev bir adım da olsa, iyi planlamacıların bile çoğunlukla unutmayı başardıkları bir ayrıntı vardır; her araç gibi bir plan da sadece kullanılırsa değerlidir (Lakein, 1995: 102). Ayrıca zaman planlanmasına ilişkin bir kural da daha ayrıntılı planların ardından eyleme geçme oranının o kadar fazla olduğudur. Mackenzie’nin planlama için önerdiği sıralama şöyledir: 1. Uzun dönemli ve kısa dönemli amaçlarınızı ortaya koyun: Amaçlarınızdan bazıları bireysel amaçlarınız kadar önemli olan şirket amaçlarıdır. İyi işleyen bir şirkette örgütlerin uzun dönemli amaçları tüm çalışanlar tarafından bilinmeli ve benimsenmelidir. Tüm yöneticiler birimlerin önceliklerini ortaya koymak ve bu önceliklerin herkese net bir biçimde iletilmesi için bu amaçlarını kullanmalıdırlar. Amaçları ortaya koyma işlemi uzun dönemli amaçların ortaya çıkışıyla başlar. Bu uzun dönemli amaçlar daha sonra küçük parçalara ayrılır ve kısa dönemli amaçlar saptanır. Amaçları saptarken şunları dikkate almalıyız ( Mackenzie, 1990: 29-34, Douglass, Douglass, 1980:84-85, Scott, 1993:67-68): Amaçlarınız kişisel ya da profesyonel olabilir. Amaçlarınız kendinize ait olmalıdır. Kendi kendinize koyduğunuz amaçların tamamlanması daha kolaydır. Bu içinde bulunduğunuz örgütün amaçlarını paylaşmamanız anlamına gelmez. Bir amaç onu başarmakla yükümlü olan tarafından benimsenmek zorundadır. Amaçlar yazılmalıdır. Amaçları yazmanın amacı, onların netleşmesini sağlamaktır. Ayrıca yazılı amaçlar günün yoğunluğu ortasında daha az unutulurlar. Ayrıca benzer nitelikteki amaçlarınızı birleştirmenizi, aralarındaki çelişkileri görmenizi de kolaylaştırır. Amaçlarınız birbirleriyle uyumlu olmalıdır. Bir amaç en iyisinin yapılması için motive edici olmalıdır. Bir amaç gerçekçi ve başarılabilir olmalıdır. Gerçekçi ve başarılabilir amaçlar seçmek, küçük amaçların peşinde koşmak demek değildir. Amaçlar sizi güçlendirmeli ve geliştirmelidir. Sizi zorlayabilir ancak ulaşılabilir olmalıdır. Bir amacın çok yüksekte olduğunu düşünürseniz, Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 İkna Amaçlı Mesajda Etki I: Mekân Ve Zaman onun başarılabileceğine asla inanmaz ve amacınızı gerçekleştirmek için herhangi bir eyleme başlayamazsınız. Bir amaç spesifik ve başarılıp başarılmadığının anlaşılabilmesi için ölçülebilir olmalıdır. Bir amaç esnek yapılı olmalıdır. Eğer amacınızı etkileyecek şartlar değişiyorsa amaçlarınızı yeniden gözden geçirip, yeniden oluşturmalısınız. Amaçlarınızı gerçekleştirmek için mutlaka bir zaman takvimi oluşturmalısınız. Bitirmeyi hedeflediğiniz tarihleri saptamak kişinin motivasyonunu artırır. 2. Uzun dönemli ve kısa dönemli amaçlarınız arasında bir öncelik sırası belirleyin: İnsanlar çoğu zaman uzun dönemli amaçlarını, kısa dönemli amaçlarını ve önceliklerini karıştırırlar. Öncelikler amaçlarınızın önem derecesine göre sıralanmasıyla oluşturulur. Öncelik kavramının iki özelliği vardır: Uzun dönemde önemli, kısa dönemde acil olanlar ( Mackenzie, 1990: 34-35, Labovitz ve Baird, 1987:71-72). 3. Kişisel enerji döngünüzü keşfedin ve ideal çalışma zamanlarınızın taslağını çıkarın: Pek çok insanın bir gün içinde kendini daha enerjik ve zihinsel anlamda daha verimli hissettiği zamanlarla daha az verimli hissettiği zamanlar vardır. Planlarınızı en iyi çalıştığınız zamanlara göre yapmalısınız. Çıkardığınız amaçları, öncelikleri ve ideal çalışma zamanlarınızı bir güne uyarlayın ve yazın. Zaman yönetimi, bu tür bir planlama dâhilinde size zaman kazandıracak ve sözsüz iletişim unsurlarından biri olarak kişilerarası iletişimde daha etkin kullanacağınız bir araç hâline gelecektir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 Özet İkna Amaçlı Mesajda Etki I: Mekân Ve Zaman •İletişim ortamını oluşturan unsurlardan biri olan mekânın kullanımı, ilettiği mesajlar açısından önem taşımaktadır. Fiziksel bir mekânın dizayn edilme biçimi ya da kişilerarası iletişimde, iki kişi arasındaki mekânın kullanımı farklı anlamlara gelmektedir. Kişilerarası iletişimde kullanılan görünmez mekan, iki kişinin birbirine yakınlık ve samimiyet derecesine ya da tam tersine ilişkinin daha formel bir yapısı olduğuna işaret eden bir göstergedir. Özel alan, kişisel alan, sosyal alan ve açık alan, giderek artan mesafelere göre ayarlanır ve kişilerarası iletişimde statü/saygınlık/hiyerarşi/yakınlık gibi anlamlar taşır. •Zaman ise, yine sözsüz iletişimin unsurları arasında yer alan ve karşımızdaki kişiye verdiğimiz önemi gösteren bir unsurdur. Bir randevuya zamanında gitmek ya da o kişiye ayırdığımız zamanın fazlalığı, bu iletişim sürecine atfettiğimiz önemle belirlenir. Bu nedenle zamanımızı iyi planlamak ve yönetmek, bu iletişim süreçlerini de doğru bir şekilde yönetmeyi beraberinde getirir. Zaman hakkındaki yanlış düşüncelerimizi ve önyargılarımızı bir yana bırakmamız ve zamanımızı bölen faktörleri kontrol altına almamız gerekmektedir. Zaman planlaması içinde dikkat etmemiz gereken en önemli hususu, hedeflerimizi ve bunlara ulaşırken yapmamız gerekenleri doğru bir şekilde saptamak ve gerçekleştirmek istediğimiz amaçları önem sırasına göre dizmektir. •Mekân ve zaman ilişkilerini doğru ve etkin bir şekilde ayarlamak, kişinin ikna edici iletişim performansını artıran bir özelliktir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 İkna Amaçlı Mesajda Etki I: Mekân Ve Zaman DEĞERLENDİRME SORULARI 1. İnsanlarda mekân kavramının oluşması hangi duygudan kaynaklanmaktadır? Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz. a) b) c) d) e) Yaşam alanına sahip çıkma duygusu Yaşam alanını başka insanların yaşam alanlarına doğru genişletme arzusu Yaşam alanını sınırlandırma duygusu Yaşam alanını paylaşma duygusu Diğer yaşam alanlarıyla kaynaşma duygusu 2. Julian Fast’in mekânın kullanımı üzerine verdiği örnekten hangi sonucu çıkarabiliriz? a) Mekânın korunması isteğinin tutum ve davranışların oluşumuna herhangi bir etkisi yoktur. b) Mekânın korunması isteği insanın sadece bilişsel yapısı üzerinde etkilidir. c) Mekânın korunması isteği bireyin psikolojik yapısını etkileyerek, yargılarını, davranış biçimlerini, tutum ve kanaatlerini oluşturmakta ya da etkilemektedir. d) Mekânın korunması isteği, insanlarda olumsuz duyguların oluşmasına neden olmaktadır. e) Mekânın korunması isteği, sözlü bir biçimde dile getirildiği zaman karşıdaki üzerinde etkili olmaktadır. 3. İnsan-mekân iletişimde araçlar, aşağıdakilerden hangisinde doğru verilmiştir? a) İletişim ortamı olarak konut, kaynak olarak mekân, mesaj olarak kullanıcı, hedef olarak mekânsal unsunlar, geribildirim olarak davranışlar b) İletişim ortamı olarak konut, kaynak olarak mekân, mesaj olarak mekânsal unsurlar, hedef olarak kullanıcı, geribildirim ise davranışlar c) İletişim ortamı olarak mekânsal unsurlar, kaynak olarak mekân, mesaj olarak konut, hedef olarak kullanıcı, geribildirim ise davranışlar d) İletişim ortamı olarak davranışlar, kaynak olarak kullanıcı, mesaj olarak konut, hedef kitle olarak mekânsal unsurlar, geribildirim olarak konut e) İletişim ortamı olarak mekân, kaynak olarak konut, mesaj olarak kullanıcı, hedef olarak mekânsal unsurlar, geribildirim ise davranışlar 4. Aşağıdakilerden hangisinde kişilerası iletişimde kullandığımız alanlar doğru ölçülerle verilmiştir? a) Özel Alan ( 0-25 cm ), Kişisel Alan (1-2.5 m ), Sosyal Alan (25-100cm), Açık Alan ( 2.5-…) b) Özel Alan (2.5-…), Kişisel Alan (1-2.5 m), Sosyal Alan (25-100cm), Açık Alan (0-25 cm) c) Özel Alan ( 0-25 cm ), Kişisel Alan (2.5-…), Sosyal Alan ( 1-2.5 m ), Açık Alan (25-100cm) d) Özel Alan ( 0-25 cm ), Kişisel Alan (25-100cm ), Sosyal Alan ( 1-2.5 m ), Açık Alan (2.5-…) e) Özel Alan (25-100cm), Kişisel Alan (0-25 cm), Sosyal Alan ( 1-2.5 m ), Açık Alan ( 2.5-…) 5. Aşağıdakilerden hangisi kişilerarası iletişimde kurduğumuz mesafelere ilişkin yanlış bir yargıdır? a) Özel alan; aile üyelerini kutlamak, arkadaşlarımızı teselli etmek, korumak vs. gibi eylemlerde kullanılır. b) Kişisel uzaklık, normal olarak iki arkadaşın konuşurlarken korudukları uzaklıktır. c) Sosyal alan; kişilerin toplumsal rolleri, statüleri vs. gibi konumlar nedeniyle oluşmaktadır. d) Açık alanda, insanlarla aramızda 2.5 metre ve daha fazlası bulunur. e) Açık alan; yakınlarımızla, dostlarımızla kurduğumuz iletişim mesafesidir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 İkna Amaçlı Mesajda Etki I: Mekân Ve Zaman 6. Aşağıdakilerden hangisi zamana ilişkin yanlış bir yargıdır? a) Diğer insanların bize ayırdığı zaman, gücümüzün ve itibarımızın göstergesidir. b) Zaman, sermaye, insan gücü, bilgi ve fiziksel şartlarla birlikte modern örgütlerin kaynakları arasında sayılır. c) Zaman algısı kültürden kültüre göre farklılaşmaz, her yerde aynıdır. d) Zamanı iyi kullanamayan insanlar, asıl yapmaları gereken işlere daha az zaman ayırırlar. e) Zamanı iyi kullanarak kendimizi geliştirecek olanaklara sahip olabiliriz. 7. Aşağıdakilerden hangisi zaman yönetimini doğuran ihtiyaçlardan biri değildir? a) İşyerinde zamanı daha etkin kullanmak ve zamanın iyi kullanımıyla aynı anlama gelen verimliliği oluşturmak b) Belirli bir stres dozunu yükselterek, verimliliği artırmak c) Kişisel ve profesyonel amaçları gerçekleştirebilmek için ihtiyaç duyulan zamanı yaratmak d) Mevcut zamanda daha çok iş yapmak ve işyerinde ve ailemiz için harcadığımız zaman arasında uygun bir ayarlama yapmak e) Zaman yönetimi konusunda kendimizi daha rahat ve güvenli hissetmek ihtiyacından doğmuştur. 8. Aşağıdakilerden hangisi zaman yönetimi konusundaki yanılgılardan birisidir? a) Zaman yönetimi için, bir takvim tutmak ve yapılacakların bir listesini çıkarmak yeterlidir. b) Zaman yönetimi eğlenceye ayırabileceğiniz bir vakti yaratmak için gereklidir. c) Zaman yönetimi kişi üzerindeki baskı ve stresin azalmasına yardımcı olur. d) Zaman yönetimi rutinliği değil, disiplini getirir. e) Zaman yönetimi bütünlüklü bir sistemdir. 9. Aşağıdakilerden hangisi bizim yarattığımız zaman hırsızları arasında sayılır? a) b) c) d) e) Zamanımızın bölünmesi Yeterince açık olmayan iş tanımı Gereksiz toplantılar Unutkanlık Otorite eksikliği 10. Aşağıdakilerden hangisi zaman planlamasına ilişkin doğru bir ifade değildir? a) b) c) d) e) Uzun ve kısa dönemli amaçlarımızı ortaya koymak Uzun ve kısa dönemli amaçlar arasında öncelik sırası gözetmek İdeal çalışma zamanlarımızın taslağını çıkarmak Çıkardığımız amaçları ve ideal çalışma zamanlarımızı bir güne uyarlamak Uzun ve kısa dönemli amaçlarımızdan önce orta vadeli amaçlarımıza odaklanmak Cevap Anahtarı 1. A,2.C,3.B,4.D,5.E, 6.C, 7.B, 8.A, 9.D, 10.E Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 İkna Amaçlı Mesajda Etki I: Mekân Ve Zaman YARARLANILAN KAYNAKLAR Cooper, K. (1989). Sözsüz İletişim. İstanbul: İlgi Yayınları. Douglass, M.E., Douglass, D.N. (1980). Manage Your Time, Manage Your Work, Manage Yourself. USA: Amacom. Günal, B., Esin, N. (2007). “İnsan-Mekân İletişim Modeli Bağlamında Konutta Psiko-Sosyal Kalitenin İrdelenmesi”, İTÜ Dergisi, 6 (1), 19-30. Gürüz, D., Temel Eğinli, A. (2008). İletişim Becerileri. Ankara: Nobel Yayınları. Hartley, P. (2010). Kişilerarası İletişim. Ankara: İmge Yayınları. Labovitz, G. H., Baird, L.S. (1987). Managing Time: Positive Clock-Watching, Time. Management of Time. (der., A. Dale Timpe). USA: Facts on File Publications. Lakein, Alan ( 1995). Zaman Hayattır. İstanbul: Rota Yayınları Mackenzie, A. (1990). Zaman Tuzağı.(Çev., Yakut Güneri). İstanbul: İlgi Yayıncılık. Misra, J., Misra, P. (1987). “Time Management: Getting the Best Out of Your Time”. Management of Time. (der., A. Dale Timpe). USA: Facts on File Publications. Scott, D. (1993). Zamanı İyi Değerlendirmek. (Çev., Prof. Dr. Necati Ağıralioğlu). Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. Smith, H. W. (1998). Hayatı ve Zamanı Yönetmenin 10 Doğal Yasası. İstanbul: Sistem Yayıncılık. Smith, J.(1998). Zaman Yönetimi. (Çev., Ali Çimen). İstanbul: Timaş Yayınları. Tolan, B., İsen, G., Batmaz, V. (1985). Ben ve Toplum. Ankara: Teori Yayınları. Tutar, H., Yılmaz, K. (2010). Genel İletişim. Ankara: Seçkin Yayıncılık. BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR Baltaş, Z., Baltaş, A. (2009). Bedenin Dili. İstanbul: Remzi Kitabevi. Çamur, D., Altıntaş, E. (2005). Sözsüz İletişim: Beden Dili. İstanbul: Alfa Aktüel Yayıncılık. Hinde, R.A. (1975). Non-verbal Communication. Britain: Cambridge University Press. Koester, J.,Lustig, M. (2005). Intercultural Competence, Interpersonal Communication Across Cultures. USA : Allyn & Bacon. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 HEDEFLER İÇİNDEKİLER İKNA EDİCİ MESAJDA ETKİ II: RENK VE SÖZCÜK SEÇİMİ • Renk Kavramı • Renklerin İşlevleri • Renklerin Fizyolojik ve Psikolojik Etkileri • Renklerin Görsel İletişimdeki Anlamları ve Renk Dizaynı • Renklerin İş Yaşamında Kullanımı • Mesajları İletmede Sözcük Seçimi • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; •Renk kavramını tanımlayabilecek •Renklerin işlevlerini gösterebilecek •Renklerin fizyolojik ve psikolojik etkilerini açıklayabilecek •Renklerin görsel iletişimdeki anlamlarını ve renk dizaynını kavrayabilecek •Renklerin iş yaşamında kullanımını açıklayabilecek •Mesajları iletmede doğru sözcük seçimlerini kullanabileceksiniz. İKNA VE İKNA PSİKOLOJİSİ ÜNİTE 13 İkna Edici Mesajda Etki II: Renk Ve Sözcük Seçimi GİRİŞ Günlük yaşam içerisinde kullandığımız kıyafetlerle ve eşyalardaki renkler, iletişim sürecinde önemli bir yer tutar. Renkler, bireylerin davranışlarını etkilediği gibi, duygu ve düşüncelerimizi ifade etmek için de etkili bir araçtır. İnsanoğlu en eski çağlardan bu yana renkleri bir iletişim aracı olarak kullanmıştır. Bu nedenle renklerle, ilettiği duygular ve kişilik yapıları arasındaki bağlantıyı çözümlemeye çalışan çok sayıda araştırma yapılmıştır. Kurum kimliği ve marka oluşturma çabaları çerçevesinde iletişim uzmanları, renklerin hedef kitle tarafından nasıl algılandığına ilişkin verileri, bu araştırmaların bulgularından edinmişlerdir. Renklerin çeşitli mekânlarda kullanımı, ikna edici mesajları oluştururken sözsüz iletişim kullanımının belirgin bir unsurudur. Ayrıca hem kişilerin hem de kurumların hedef kitleye mesajlarını iletirken kullandığı sözcüklerin yapısı da mesajların ikna ediciliğini etkilemektedir. Doğru renk ve doğru sözcük seçimi iletişim sürecinin ortak çerçevesini kurarken yardımcı unsurlar arasında sayılmaktadır. Bu bölümün amacı; renk kavramını açıklayarak, işlevlerine değinmek, renklerin fizyolojik ve psikolojik etkileri üzerinde durarak, görsel iletişimdeki anlamlarını kavramak, iş yaşamında nasıl kullanılacağını ele alarak, mesajları iletmede kullanacağımız sözcük seçimine yol göstermektir. RENK KAVRAMI Renk sözcüğü Farsça olup, çeşitli cisimlerden yansıyarak gelen ışınların görsel algı sonucu kişilerde oluşturduğu duyguyu ifade eder. Diğer bir deyişle renk, “ışığın cisimlere çarptıktan sonra yansıyarak görme duyumuzda bıraktığı etkiye” denir. Tarihin en eski dönemlerinden itibaren insanlar, iletişimi çeşitli araçlarla kurmaya çalışmışlardır. Bazen bir ateşin dumanı, bazen de mağara duvarlarına çizilen şekillerle bu iletişim gerçekleştirilmiştir. Renkler de insanlar için bir iletişim aracı olmuştur. Mağara resimlerinde rengin kullanılması, doğal bir iletişim aracı olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. O hâlde rengin tarihini, insanların tarihiyle eşitlememiz mümkündür (Kotan ve Kaya, 2010: 84). Renklerin iletişimde kullanılması, daha çok psikolojik duygularla ilgilidir. Çünkü renklerin, insanlar üzerinde güçlü zihinsel ve duygusal etkiler bıraktığı birçok kişi tarafından bilinmektedir. Renk algısı insanın kişisel tecrübe dünyasında önemli bir yere sahiptir ve iç dünyasını derinden etkilemektedir. Bunu başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, çeşitli ruh hâllerinde bulunan insanlar farklı renkleri severler. Örneğin kişi, onda iyi anılarını canlandıran renkleri sevebilir, onda iyi etkiler bırakmayan anıları hatırlatan renklerden hoşlanmayabilir (Kotan ve Kaya, 2010: 85). Renklerin tam olarak anlamları çözülememiş olmasına rağmen, örneğin evrensel çapta kırmızının şiddet, tehlike, sıcaklık, ateş, heyecan, sevgi ve coşku anlamlarına geldiği bilinmektedir. Renkli nesnelerin daha kolay algılandığı ve hatırlanma oranlarının yüksek olduğu da bir gerçektir. Renkli reklamların siyah beyaz reklamlara göre %50 daha etkili olduğunu gösteren araştırmalar mevcuttur. Renkli gazeteler daha yüksek tirajlara sahiptir. Günümüzde hem reklamcılık hem de pazarlama iletişimi alanında rengin önemi daha da belirginleşmiştir. Kurum/marka kimliği oluşturma çalışmalarında renklere özel bir önem atfedilmektedir. Renk, tıpkı logo veya ambalaj gibi hedef kitlenin algısını etkileyen önemli bir unsur hâline gelmiştir. Aynı pazar içerisinde yer alan firmaların birbirlerinden farklılıklarını ortaya koymak amacıyla farklı renklerin kullanıldığı, kullanılan bu renkler aracılığıyla açık mesajların yanında Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 İkna Edici Mesajda Etki II: Renk Ve Sözcük Seçimi Renkler insanoğlunun en eski tarihlerinden bu yana iletişimde kullandığı unsurlardan biridir. belli bir algı zemininin oluşturulmaya çalışıldığı görülmektedir (Yeygel ve Yakın, 2007: 109). Renk, kurum ve marka kimliğine ilişkin oldukça etkin bir ögedir. Renkler kurumsal açıdan ürünlerde, ambalajlarda, üniformalarda, reklamlarda ve mekân dizaynında kullanılır. Renkler yalnızca estetik kaygılarla kullanılmamaktadır, hepsinin ayrı bir anlamı vardır ve kavramları iletmekte birer araçtırlar (Akyürek, 2005: 3). RENKLERİN İŞLEVLERİ Renkler, iş yaşamında ve gündelik yaşamda oldukça önemli bir rol oynarlar. Renklerin hayatımızda üstlendiği işlevleri şu şekilde sıralayabiliriz (Sözen, 2003: 64-65): Boyut izlenimi yaratmaktadır. Aynı nesnenin açık renkli boyanmışı, koyu renklisine göre daha büyük gözükür. Ağırlık izlenimi verir. Aynı nesnenin açık renkli olanı koyu renklisine göre daha hafiftir. Araştırmalar sonucunda, koyu renklerin daha ağır göründüğü, açık renklerin ise sanki ağırlıksız olduğu gibi bir izlenim verdiği üzerinde görüş birliğine varılmıştır. Hareket izlenimi verir. Mavi-mor renkler durağanlık, sarı-kırmızı renkler ise hareket ifadesi taşır. Sıcak ya da soğuk izlenimi yaratırlar. Örneğin mavi tonlu renkler soğukluk, kırmızı-turuncu tonlu renkler ise sıcaklık izlenimi verir. Bir nesneyi eski veya yeni gösterebilme yetisine sahiptir. Nesnenin tanınmasında tipik bir özellik olarak çoğu zaman öne çıkar. Nesneler çoğunlukla adıyla birlikte rengi, hatta bazen sadece rengi söylenerek tanımlanırlar. Bir nesneye albeni sağlayarak ona değer kazandırabilir. RENKLERİN FİZYOLOJİK VE PSİKOLOJİK ETKİLERİ Renklerin anlamı üzerinde genel bir uzlaşı olsa da, kültürden kültüre bu anlam değişebilmektedir. Renkler yoluyla zihnin uyarılması, psikolojik durumlar üzerindeki etkisi, kişilik özellikleriyle olan bağlantısı, pek çok bilimsel araştırmanın konusu olmuştur. Renkler bazen duyguların, bazen belli düşünce ve ideolojilerin, bazen de bireylerin toplumsal hiyerarşi içindeki statü ve konumlarının simgeleri olarak, iletişimde belli bir rol oynarlar ve sözsüz iletişimin önemli unsurları arasında sayılırlar (Yüksel, 2007: 47). Renklerin algılanması ile dünyanın kavranışı arasındaki ilişkileri inceleyen araştırmacılara göre, renk kendi başına bir varlık kazanmadan ve kendisiyle ilgili değişik yorum ve açıklamalara konu olmadan önce, herhangi bir şeyin rengi, renkleri onun yüzeysel bir işareti olarak değil, o şeye içten ve o şeyin doğasında bulunan özüne ait bir nitelik sayılmıştır. Renkler teknik ve ekonomik anlamda da önemli işlevlere sahiptirler. Toplumsal olarak rengin anlamı, uzlaşımsal olarak belirlenir ve çok çeşitlidir (Yüksel, 2007: 47). Renklerin anlam oluşturma özellikleri sinemada da kullanılmaktadır. Bazı sinema kuramcıları renklerin kültürden kültüre göre değiştiğini ve rengin anlamının da içerikle birlikte değişebileceğini söylemektedirler. Bu özellikler örneğin, çocuk programlarında konunun içeriği ile birlikte verilmektedir. Doğrugüzel-iyi genellikle açık ya da canlı renklerle temsil edilirken, kötü-yanlış-çirkin ise koyu renklerle verilmektedir (Yüksel, 2007: 49). Sıcak ve soğuk renkler, onları ilişkilendirdiğimiz olaylar ve nesnelere bağlı olarak görüntü boyu içinde uzaklık-yakınlık, genişlik-darlık ve psikolojik zaman kavramını açıklamak için estetik bir öge olarak kullanılırken, yanılsama olarak Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 İkna Edici Mesajda Etki II: Renk Ve Sözcük Seçimi yaratılan üçüncü boyutu, ekranın derinliğini belirleyen en temel unsurlardan biri olmuştur. Renkler bir yandan da görüntü boyutu içinde yeni ufuklar açmış ve sanatçıların ifadelerini zenginleştirmiştir. Nesnelerin belli renkleri çağrıştırması nedeniyle, ağacı resmetmek isteyen yeşili, denizi resmetmek isteyen maviyi kullanmıştır. Fakat sanatçılar nesneye bağlı olarak rengi kullanmamış ve rengi özgürleştirmişlerdir. Fransız izlenimcileri, rengin nesnel değil, kişilerin yüklediği öznel bir nitelik olduğunu iddia etmişlerdir. Onlara göre renk bir hissediştir (Yüksel, 2007: 49-50). Renklerin hem fizyolojik hem de psikolojik alandaki etkileyici gücü kolayca gözlenebilir. Eğer pembe kırmızıdan açık görünüyorsa bu açıkça duyusal (fizyolojik) bir olaydır. Bununla beraber eğer pembe kişiye bir yakınlık ve yumuşaklık hissi veriyorsa, bu da psikolojinin alanına girmektedir. İnsan fizyolojisinde renklerin algılanmasıyla beraber bazı hormonların harekete geçişi arasında da bir takım ilişkilerin var olduğu saptanmıştır. Sözgelimi bakılan renkler monoton veya kusursuz bir armoni içinde olduğunda; kalp atışı ve nabız gibi vücudun ritme dayalı çalışma sistemlerinde değişiklik olmakta, vücut ritmi yavaşlamaktadır (Sözen, 2003: 52). Sonuçta bütün bunların birer genelleme olduğu unutulmamalıdır. Tüm bunlar kişilere ve yaşanılan coğrafyaya göre farklılıklar gösterebilir. Yapılan bir araştırmada, Amerika’nın batısında yaşayan insanlarda değişik renklerin değişik duygular uyandırdıkları saptanmıştır. Bu insanlar için; kırmızı tehlikeyi, sarı ihtiyatı, yeşil güveni, mavi soğukluğu ifade etmektedir. Yine Amerika’da, mavi renk; sağlık personeli için ölümü, işletmelerdeki yöneticiler için ise güvenirlik, birleşme/bütünleşme gibi bir niteliği simgelemektedir. Beyaz renk Uzak Doğu’da ölüm ya da yası sembolize ederken, Amerika’da saflık ve mutluluğu çağrıştırır. Mor renk birçok Latin Amerika ülkesinde ölümle ilişkilendirilir. Mavi, Hollanda’da kadınlıkla, İsveç ve Amerika’da erkeklikle ilişkilendirilir. Kırmızı, Nijerya ve Almanya’da şanssızlık ve olumsuzluk, Danimarka, Romanya ve Arjantin’de olumlu duygular çağrıştırır. Çin’de gelinler kırmızı giyerler, fakat İngiltere ve Fransa’da kırmızı erkeğin rengidir. Görüldüğü gibi renkler kültürden kültüre farklı anlamlar taşıyabilmektedir (Sözen, 2003: 53; Elden vd., 2005: 271). Rengin bireyler üzerinde yaptığı etkilerin ölçülmesi için pek çok araştırma yapılmıştır. Söz gelimi Mellinger adlı araştırmacı, 1932’de 821 ilkokul çocuğuna, aynı harfleri hem siyah-beyaz hem de renkli biçimde sunmuş ve neredeyse bütün çocukların 3 renkli harfleri seçtiğini görmüştür. 1936’da yapılan bir başka araştırmada ise; çocukların renksiz nesnelere göre renkli olanları yeğledikleri, zekâ seviyesi düşük bireylerin ise daha çok parlak kırmızı ve parlak mavi renge yöneldikleri görülmüştür. Bu konuda yapılan birçok araştırmanın sonucunda; insanların çevrelerini incelerken, önce renkleri daha sonra biçimleri algıladıkları saptanmıştır. Bu saptama; renk olgusunun yaşamda öncelikli bir yere sahip olduğunun bilimsel düzeyde ispatlanması anlamına gelmektedir. Renkle ilgili araştırmalar ve bu alanda yapılan çalışmaların büyük bir bölümü fizik, fizyoloji ve psikoloji gibi bilim dallarının içine girmektedir. (Sözen, 2003: 53-54). Renkler üzerinde en çok kırmızının insan fizyolojisi üzerinde etkisi olduğu saptanmıştır. Yapılan incelemeler sonucunda kırmızı rengin kan dolaşımını hızlandırdığı ve solunumu sıklaştırarak, heyecanı arttırdığı gözlenmiştir. Benzer şekilde, açık sarı renk de; kan dolaşımı üzerinde olumlu etkiler yapmakta, morali bozuk ve psikolojik çöküntüde olan insanları neşelendirmektedir (Sözen, 2003: 55). Renklerin insan psikolojisi üzerindeki etkisi oldukça belirgindir. Örneğin, canlı ve parlak renkler insanı harekete geçirip coştururken, pastel ve soğuk Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 İkna Edici Mesajda Etki II: Renk Ve Sözcük Seçimi Renkler insanların zihin dünyasında bir takım çağrışımlara sahiptir, renklerin sakinleştirici etkisi onların tedavi amacıyla kullanılmalarına neden olmuştur. renkler kişinin durgun ve ciddi bir havaya bürünmesine neden olmaktadır. Renkler bir yandan insanlar üzerinde belirli duygular uyandırırken, diğer yandan da bir insanın içinde bulunduğu psikolojik durumu saptamakta önemli ipuçları olarak kullanılabilir. Renklerin insanlar üzerinde oluşturduğu psikolojik etkilerin varlığı eski çağlardan beri bilinmektedir. Eski Yunan ve Mısır toplumlarında renkler tedavi amaçlı olarak kullanılmaktaydı. Eski Mısır’da Helipolis güneş kentinde bulunan tedavi tapınaklarında renkli ışıklardan yararlanılarak hastalar tedavi edilmeye çalışılmaktaydı. Benzer uygulamalara Eski Türklerde de rastlanır. Yeşil rengin ruh hastalarının sinirlerini yatıştırmaktaki faydasını bilen eski Türk hekimleri, akıl hastanelerini yeşil renge boyatma yoluna gitmişlerdir. İnsanların ibadet ettiği yerlerde çoğunlukla yeşil ve mavi gibi sükûn ve huzur veren renklerin kullanılmasının rastgele bir seçim olmayıp, bilinçli bir tercihin sonucudur (Sözen, 2003: 55-56). Renklerin verdiği psikolojik etkiler farklılıklar gösterse bile yine de genel geçerliliği olan anlamlara sahiptir. Yani renkler kendilerine özgü fikirler uyandırmakta, duygular yaratabilmekte ve bellekte çeşitli çağrışımlar yapabilmektedirler. Tablo 13.1. Renklerin Duygusal Etkileri RENK ETKİSİ Kırmızı Mavi Yeşil Sıcaklık, hiddet, tehlike, şiddet duygusunu uyandırır. Yumuşaklık, serinlik, sükûnet, sonsuzluk duygusu uyandırır. Yumuşaklık, serinlik, berraklık, ümit, rahatlık ve güvenirlik duygusu uyandırır. Sertlik, canlılık, aydınlık, ılıklık, kudret ve tehlike duygusu uyandırır. Ilıklık, sükûnet, ihtişam ve gösteriş duygusu uyandırır. Sıcaklık, aydınlık, parlaklık, ışık vericilik duygusu uyandırır. Temizlik, düzen, sıcaklık ve açıklık duygusu uyandırır. Keder, kapalılık ve aktiviteyi azaltıcı duygu uyandırır. Turuncu Mor Sarı Beyaz Siyah Kaynak: Sözen, 2003:57. Renklerin insanlar üzerindeki etkileri pek çok bilim dalında araştırma konusu hâline gelmiştir. Psikologlar yaptıkları araştırmalarda renkleri önce sıcak ve soğuk renkler diye ikiye ayırmakta ve buradan genel sonuçlar çıkarmaktadırlar. Bu araştırmalardan elde edilen genellemelere göre sıcak renkler aktif ve yakınlık; soğuk renkler dinginlik ve uzaklık duygusu verirler. Gri ve beyaz renkler ise nötr olarak algılanır. Tabiatta en çok yeşil renk görülmektedir ve insanlar da doğanın yeşilliği ile çevrelenmiş olduklarından bu renge görsel olarak alışkındırlar. Fizikçiler bu nedenle yeşil rengi “sanal anlamda” nötr renkler grubuna dahil etmektedirler. Açık ve sıcak renklerin, koyu olanlara göre duygusal yönden yarattığı etkiler daha belirgin ortaya çıkmaktadır. Söz gelimi parlak kırmızı, alev gibi çeker ve tahrik eder. Göz, limon sarısına uzun süre bakmaya zor dayanır ve sonunda huzursuz olup dinlenmek için fark etmeden maviyi ya da yeşili arar. Bazı renkler yumuşaklık hissi vermesinin yanında bazıları da -kobalt mavisi gibisertlik duygusu uyandırır (Sözen, 2003: 62). Her kültürde renklere farklı anlamlar yüklendiği göz önüne alındığında, renkler ve kişilik arasındaki ilişkide bir genellemeye gidilemeyeceği çok açıktır. Bilgi vermesi amacıyla Batı kültürüne yönelik olarak geliştirilen bir kişilik-renk bağıntısı burada örnek olarak verilmiştir (Sözen, 2003: 65-66): Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 İkna Edici Mesajda Etki II: Renk Ve Sözcük Seçimi Tablo 13.2. Renkler ve Kişilik İlişkisi RENKLER KİŞİLİK Kırmızı-turuncu Sarı Yeşil Mavi Lacivert Yaşamı ve aşkı dolu dolu yaşama isteği Hayattan çok fazla şey bekleyen ve hakları ihlal eden, agresif kişilikler Uyumlu, arabulucu ve olaylara açık bir kişilik Soğukluğun ve duygularını gösteremeyen bir kişilik Gelişmiş bir hayal gücü, idealistçe bir yaklaşım ve iletişim yetisi kuvvetli bir kişilik İroninin ve entrikayı seven bir kişiliğin Yoğun duygular yaşamaktan uzak, saf kişilik Hassasiyetini saklayan bir karakter, açılamayan duygular ve içedönüklük Duygusallıktan korkan, kontrollü olan ve her şeye güven duyan kişilik kabul edilmektedir. Mor Beyaz Siyah Gri Bireysel Etkinlik Daha önce belirtildiği gibi renkler ve kişilikler arasında olmazsa olmaz bir ilişki biçimi yoktur ve bunlar genellemezler. Yine de genel olarak dışa dönük kişiliklerin, kırmızı ve/ya kırmızıya yönelik renkleri; içe dönük kişiliklerin ise daha çok mavi ve/ya maviye yönelik renkleri tercih ettikleri belirtilmektedir. Bu yönelimin nedeni pek de anlamsız değildir. Çünkü kırmızı sıcak renklerin en dinamik olanıdır ve organizmayı hızla harekete geçirmekte; buna karşın mavi renk renklerin en durgunu, sakini ve değişmeyen olanı olarak kişiye dinginlik duygusu vermektedir. Sıcak renkleri sevenler; dış etkilere açık, sosyal çevrelerinde istekle hareket eden, duygusal hayatlarında sıcak, güçlü ve kolay etkilenen duygulara sahip, beyinsel fonksiyonları hızlı ve uyumlu, nesne-özne ilişkisinde özneyi önde gören insanlardır. Soğuk renkleri seven insanlar ise, dış dünyadan kopuk, yeniliğe kolayca adapte olamayan, kendini rahatça ifade edemeyen, duyguları soğuk, hareketleri kontrollü ve özne-nesne ilişkisinde nesneye daha ağırlık veren insanlardır (Sözen, 2003: 65-66). • Sevdiğiniz renkler sizin kişilik yapınızı yansıtmakta mıdır? RENKLERİN GÖRSEL İLETİŞİMDEKİ ANLAMLARI VE RENK DİZAYNI Renk ambalajlamada çok önemli bir konudur ve toplumdan topluma belli farklılıkları ifade eden bir unsurdur. Bu nedenle başarılı bir marka yöneticisi, markasının yerel konumunda içinde bulunduğu toplumun zevk ve beğenisine bağlı kalarak ambalaj rengi konumlandırmasını yaparken, global konumlandırmaya geçtiğinde markasını, pazarlayacağı toplumların özelliklerini dikkate alarak konumlandırır. Kırmızı; dünya genelinde güzel ve pozitif bir renk iken, altın rengi ise; genellikle kalitenin simgesidir. Yeşil sağlığın simgesiyken, ABD’de düşük kiloyu ve ince bir bedene sahip olmayı çağrıştırır. Ambalaj konumlandırmasında; kadınsı renkler, sağlıklı renkler (kozmetik ve sağlık gereçleri için tercih edilir), doğal renkler (gıda), teknolojik renkler (makine parçaları, madeni yağlar vs.), erkeksi renkler (traş malzemeleri, erkek kozmetik ürünleri), gibi tanımlar kesin bir kuralı olmamakla birlikte tasarım aşamasındaki ambalajların şekillendirilmesinde pazarlamacılar ve tasarımcılar arasında kullanılır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 Renklerin bireyler üzerindeki etkileri ve yaptığı çağrışımlar nedeniyle, pazarlama uzmanları ambalaj tasarımlarında bu unsuru gözetmektedirler. İkna Edici Mesajda Etki II: Renk Ve Sözcük Seçimi Merkle, renk etkilerini ve tüketiciler üzerinde uyandırdığı etkileri şu şekilde sıralamıştır (Ar, 2004: 83-85): Tablo 13.3. Markanın Renklere Atfetmiş Olduğu Değerler Karakteristik Renkler Atfedilen Değer 1. a) Renk Tonları Temel renkler Kırmızı Turuncu Sarı Yeşil Mavi Erguvan -Siyah, beyaz renkler Beyaz Gri Aktif, dinamik, güçlü Olgunlaşmış, ışıldayıcı, parlak, sıcak Neşeli, güneşli, açık, temiz Doğal, canlı, genç Semavi, soğuk, ferahlatıcı, açık, uzak Sıradışı, sır dolu, mahrem Saf, temiz, klinik, açık Terbiyeli, tutucu, göze batmayan Dikkat çekici, profesyonel, göze batmayan Rahat, doğal, sıcak, göze batmayan Siyah -Toprak renkleri b) Renk karışımları -Metalik renkler Gümüş Altın Bronz Pastel renkler Çağdaş, teknik Asil, güncel Sıcak Dişi, şefkatli, mahrem, bakımlı, koruyucu Erkeksi, kusursuz, tutucu, göze batmayan Parlayıcı, profesyonel, çağdaş Mat renkler 2. Açıklık/Güçlülük 3. Parlaklık 4. Renk yerleşimi 5. Renk şekli Metalik renkler Soluk Güçlü Yüksek parlak Yarı mat Mat Yukarıda Aşağıda Solda Sağda Merkezi -Şekil Muntazam Muntazam olmayan -Büyüklük Büyük Dişi şefkatli, ihtiyatlı, pasif Erkeksi, kuvvetli, güç dolu, yoğun, canlı, aktif Parıldayıcı, temiz, parlak Yumuşak, net olmayan, hoş İhtiyatlı, basit Hafif, uzak, uzakta Zor, sağlam, sabit, temel Pasif, geriye itilmiş Aktif, kurtarıcı Önemli, göze batıcı, ön plana çıkan Sakinleştirici, tanınmış, aşina Göze çarpıcı, ilginç, yeni Önemli, göz alıcı, hükmedici, yüksek sesli İhtiyatlı, terbiyeli, sessiz Küçük İletişim sürecinde renk kullanılırken, örgüt ve hedef kitle için o rengin ifade ettikleri göz önüne alınmalıdır. Renk bir görsel objeyi oluşturan yapıtaşlarından sadece biridir. Bu nedenli bir tasarımcının insanların renk tercihlerini dikkate alması gerekir. Sıcak renkler, görenleri uyarır ve neşelendirirken; soğuk renkler sakinleştirir ve dinlendirir. Lokantaların daha çok sıcak renklerle boyanmış olmasının nedeni, insanların çabucak yemeklerini bitirip gitmelerini, hastanelerin soğuk renklerde boyanmasının nedeni ise panik hâlindeki insanların sakinleşmelerini sağlamak içindir. Soğuk renklerin aşırı kullanımında kasvetli ve moral bozucu bir etki ortaya çıkabilir. Yine sıcak renklerin fazla kullanımı, insanları şiddete yöneltebilir. Grafik yüzeylerde, sıcak renkler sayfadan çıkacakmış izlenimi Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 İkna Edici Mesajda Etki II: Renk Ve Sözcük Seçimi verirler ve önde görünürler. En önde görünen renk sarıdır. Soğuk renkler ise uzaktaymış izlenimi vermektedir (Mısırlı, 2010: 241). Renklerin insanlar üzerinde inkâr edilemez bir etkisi vardır. “Zevkler ve renkler tartışılmaz.” sözünde olduğu gibi her ne kadar tartışılmasa da, bilim adamlarına göre her rengin bir anlamı vardır ve insanda farklı duygular uyandırmaktadır. Sinema salonlarının hep koyu renkli, sınıfların niçin açık renk boyandığını, hızlı yemek yenen restoranların neden canlı renklerde boyandığını düşündünüz mü? Renkler, karşınızdakilere sizinle ilgili bilgileri sizden önce ulaştırmaktadır. Bunun farkında olan işletmeler renkleri kendi amaçları doğrultusunda kullanmaya başlamışlardır (Mısırlı, 2010: 241). Grafiksel iletişim araçlarında renk seçimi konusunda, rengin kültürel çağrışımını, hedef kitlenin renk tercihi, firma ya da ürünün karakteri, tasarımdaki yaklaşım biçimi dikkate alınmalıdır (Mısırlı, 2010: 243). RENKLERİN İŞ YAŞAMINDA KULLANIMI Tartışma Renkler iş yaşamında da önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Renklerin iş yaşamında kullanımlarını detaylı olarak açıklayalım (İzgören, 1999: 125-129, 131; Mısırlı, 2010: 242-243; Sözen, 2003: 72-73,76- 80, 85-90, 93): Kahverengi: Kansas Üniversitesinden bazı araştırmacılar, bir sanat müzesinde yaptıkları araştırma için halının altını elektronik bir sistemle donatmışlar, duvar rengini beyaz ve kahverengi olarak değişebilir yapmışlardır. Arka fon beyaz kullanıldığında, insanlar müzede yavaş yavaş hareket etmiş, daha uzun süre kalıp, daha fazla alanda dolaşmışlardır. Arka fon kahverengiye döndüğünde ise, insanlar müzede çok daha hızlı hareket edip, daha az alanda dolaşmış ve müzeyi çok daha kısa sürede terk etmişlerdir. Bu yüzden dünyadaki fast-food restorantların hepsinin sandalyeleri ve masaları kahverengi, duvar boyaları ise kahverengi-şampanya-pembe karışımıdır. Amaçlanan, müşterilerin daha kısa zamanda yemek yemelerini sağlamaktır. Aynı zamanda planlı ve sistematik bir imge yaratmaktadır. Renklerin insanlar üzerindeki yadsınamaz etkisini fark eden Batılı şirketler bunu iş yaşamında sıklıkla kullanmaktadırlar. Logo seçiminden, ürünün beyninizde yaratacağı imaja kadar renklerin insan üzerindeki etkileri dikkate alınmaktadır. • Renk seçimi insanların marka ya da firma tercihinde bulunmalarını etkiler mi? Kahverengi aynı zamanda teklifsiz, rahat bir renk olarak kabul edilir. İşi gereği insanlarla görüşen ya da mülakat yapan kişilere önerilir. Karşınızdakinin kendisini resmiyetten uzak daha rahat hissetmesini ve açılmasını sağlar. İş görüşmelerinde ve profesyonel toplantılarda ise; kahverengi giyilmemesi gereken bir renktir. Kırmızı: İnsanların üzerinde yadsınmaz nörolojik etkiler bırakmaktadır. Kırmızı iştahı açar o yüzden dünyadaki gıda firmalarının çoğunun logosu kırmızı renktir. Coca Cola, Pizza Hut, Tgi Friday’s, Mc Donalds, Ülker, Burger King, Lay’s gibi pek çok markanın rengi kırmızıdır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 İkna Edici Mesajda Etki II: Renk Ve Sözcük Seçimi Kırmızı dinamik ve dikkat çekici bir renk olduğu için, özellikle gençlere yönelik ürün ve hizmet sunan işletmeler tarafından tercih edilmektedir. Kırmızı aynı zamanda tansiyonu yükseltir ve kan akışını hızlandırır, o yüzden gençliğe hitap ürünler de logo ve ürünlerinde kırmızıyı tercih ederler. Levi’s, Le cop Sportif, The Little Big, Nike, Puma ve daha pek çok gençlere yönelik markalar da bu rengi tercih ederler. Spor arabalarda da kırmızı, ateş, adrenalin gençlik simgesi olarak kullanılır. Kırmızı, eski çağlarda Asya ve Mısır’da kan ve suçun sembolüdür. Koyu kırmızı her yerde kanın rengi olarak kabul edilmiştir. Öte yandan bu renk birçok kültürde Mars gezegenini sembolize etmiştir. Çin’de ise kibarlık ifadesi ve imparatorluk prensinin ikinci asalet rütbesini sembolize etmesinin yanında yön olarak güney istikametini; varlık olarak ateş, bakır, güneş ve dış ülkeleri ifade etmede kullanılmıştır. Bu renge yüklenen olumlu yaklaşımların bir başka örneğini yine bir Asya ülkesi olan Hindistan’da da görmek mümkündür. Kırmızı renk onlarda namus ve hakikatin ifadesi olarak ele alınmıştır. Bu renk canlılığın ve dinamizmin rengidir. Mutluluğu temsil etmektedir. Kırmızı renk, fiziksel olarak; ataklığı, canlılığı ve duygusal bağlamda; bir işi sonuna kadar götüren azmi ve kararlılığı göstermektedir. Yeşil: Frederic Portal yeşil rengin iki karşıt anlamı olduğunu vurgular. Portal’a göre yeşil, yeniden doğuşu gösterdiği gibi çöküşü, deliliği de gösterebilmektedir. Söz gelimi Yunan tiyatro geleneğinde yeşil ile mavinin bir karışımı olan koyu yeşil umutsuzluğu ifade eder. Oysa aynı renk hem Müslümanlara hem de Hristiyanlara yeniden doğuşu çağrıştırmaktadır. Bu renk, eski çağlardan günümüze değin birçok toplumda ümit ve ilkbaharı ifade etmede kullanılagelmiştir. Türkçedeki yeşil sözcüğü, “yaşlı” dan, yani “yaş”tan gelir. Yaş kelimesi de ağaçların yaş olduğu taze ve yeşil olduğu zamanı yani ilkbaharı tanımlamaktadır. Ateşe uzak olan soğuk renklerin ilki yeşildir. Bu renk, yeniden doğuşun müjdecisi, baharı, güzelliğin, mutluluğun ve huzurun ifadesi olarak kullanılır. Çünkü insanlara doğayı hatırlatmakta, çiçekleri, yaprakları ve canlı ağaçları çağrıştırmaktadır. Doğadaki en rahatlatıcı ve huzur verici renktir. Bu renk izleyenlerde açıklık, ferahlık, dinlendiricilik duygusu uyandırmakta bundan dolayı da gençleştirici, yumuşatıcı, rahatlatıcı ve dinlendirici bir etki yaratmaktadır. Yeşile boyanmış mekânlarda insanların daha az mide ağrısı çektikleri tespit edilmiştir. Bundan dolayı havaalanı salonlarında, uçuş öncesi gerilen sinirleri yumuşatmak için genellikle yeşil renkli dekorasyonlar uygulanmaktadır. Görsel düzenlemelerde, diğer renklerle zıtlık yaratma özelliğinden ötürü bu rengin plastik sanatlarda oldukça önemli bir yeri vardır. Gri ile karıştırılınca tembellik, sarı ile karıştırılınca canlılık verir, maviye yaklaştıkça ise ruhsal yöndeki etkileri daha bir artmaya başlar. Renk düzenlemeleri yapıldığında çoğunlukla arka planlarda kullanılır. Soğuk renklerin içinde yer alan yeşil, yine de sıcağa en yakın olanıdır. Ona bu sıcaklığı içindeki sarı ve turuncu renkler vermektedir. Yeşil, insanlarda güven duygusu uyandırır. O yüzden bankaların logolarında en çok tercih ettikleri iki renkten biridir. Giyside de yeşil rengin olumlu anlamları vardır. Yeşil giyinmiş birisi diğer insanları rahatlatmakta, karşısındakine güven vermektedir. Yeşil renkli araba ise, sahibinin denge ve uyuma yönelik bir anlayışa sahip olduğunun göstergesi olarak kabul edilir. Koyu yeşil, kişinin denetiminin güçlülüğünü, açık yeşil ise, kişinin dışa dönük eğilimini deyim yerindeyse biraz da boşvermişliğini simgelemektedir. Siyah: Birçok toplumda siyah renk, ölümün, hırsın ve kötülüğün sembolü olarak ele alınmıştır. Mısır’da gecenin, matemin ve sefaletin sembolüdür. Aynı olumsuz anlamları Eski Türklerde de görmek mümkündür. Hemen bütün Doğu Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 İkna Edici Mesajda Etki II: Renk Ve Sözcük Seçimi Siyah ülkemizde gücün ve matemin rengidir. toplumlarında siyah renk ile ölüm neredeyse özdeşleşmiş gibidir. İran’da ise siyah renk, Satürn gezegenini ifade etmiş; yine bir Doğu ülkesi olan Çin’de; suyun, demirin ve kışın ifadesinde ve yön olarak da kuzeyin gösteriminde kullanılmıştır. Sessizliğin rengidir. Siyahta geleceksiz ve umutsuz bir sessizlik vardır. Karanlığı, yokluğu, üzüntüyü, acıyı ve ölümü temsil ettiğinden; duygu olarak korkuyu, kaygıyı, çöküntüyü ve tiksinmeyi anlatır. Bununla birlikte siyah rengin; gücü, tutkuyu ve hırsı ifade eden bir yönü de vardır. Kullanıldığı yerlerde, ciddiyet ve resmî (formel) olmayı gösteren anlamlar yüklenmesi bundan ötürüdür. Fonda kullanıldığında karamsarlığı çağrıştırır. Işığı yok eder. Konsantrasyonu en çok gerektiren renktir. Örneğin devlet başkanları ve işadamlarının makam otomobillerinin renklerinin siyah olması bu rengin etkinlik ve gücü temsil etmesinden kaynaklanır. Sivil insanların siyah renkte araba seçmelerinin altında bu güç ve egemenlik dürtülerinin ağırlıklı bir yer aldığı kabul edilmektedir. Siyah renk, küçük yüzeyler üzerinde kullanıldığında canlılık, buna karşın büyük yüzeylerde kullanıldığında ise endişe ve korku hisleri doğurur. Siyah bir yanıyla gücü ve tutkuyu temsil etmesinin yanında, duygusallığın ve hüznün de rengidir. Türkiye’de ve Batı ülkelerinde siyah, matemi temsil ederken, Japonya’da siyah mutluluktur. Siyah, fonda kullanılırsa karamsarlığı çağrıştırır. Mavi: Günümüz Batı dünyasında mavi çok sevilen bir renktir. Oysa bu renk, eski Anglo-Sakson kültüründe, hüzünle ve melankoliyle sembolize edilmiştir. İngilizcedeki “to have the blues” (mavilerdeyim, maviler geldi, maviler bastı) deyimi melankolik bir ruh hâlini anlatmak için kullanılmıştır. Zenci kölelerin müziği olarak doğan Blues’un da adını, mavi rengin bu, “keder”, “efkâr” ve “melankoli” anlamlarına gelmesinden ötürü aldığı sanılmaktadır. Eski Türklerde koyu mavi renk, sadakat ve koruyuculuğun ifadesi olarak kullanılmıştır. Bu renk boyanmış elbiselik kumaşları oldukça sevmiş ve bu renge “Dar-mekân” demişlerdir. Bu sözcük “zarardan koruyucu” anlamına gelmektedir. Eski İran’da ise bu renk karşıt anlamları birlikte içermekteydi. Mavi hem kederin rengi olarak hem de İran halılarında büyük mavi kısımlar cennetin sembolü olarak kullanılmakta ve aynı renk bu ülkede gökyüzünü ve Merkür gezegenini de sembolize etmekteydi. Bu rengin farklı anlamlar yüklenmesine ilginç bir örnek olarak iki Asya ülkesinde aldığı farklı anlamlar verilebilir: Mavi renk, Hindistan’da sessizliğin rengi olarak; Moğollarda ise kudret ve kuvvetin ifadesi olarak kullanılmıştır. Mavi ve özellikle lacivert kozmik bir renk olarak kabul edilir; sonsuzluğu, otoriteyi ve verimliliği çağrıştırır. O yüzden dünyadaki firmaların yarısından fazlası logolarında maviyi kullanırlar. Mavi, yeme içgüdüsünü de azaltan bir renktir. Fast food zincirleri bu renkten kaçınırken, süt ve süt ürünleri de sağlıklı ve şişmanlatıcı olmadıklarını anlatmak için maviyi ve yeşili tercih ederler. Mavinin en önemli özelliklerinden birisi çok uzaklardan fark edilebilmesidir. Kırmızı ise doğa içinde en dikkat çekici renklerden birisi olmasına rağmen yakından kolaylıkla fark edilebilirken, uzaktan daha zor seçilmektedir. Mavi rengin; düşünme, karar verme kabiliyetini arttırıp, yaratıcı fikirlerin doğmasına yol açtığı kabul edilmekte; bundan ötürü de soyut düşünebilmenin, akılcılığın ve kendini denetleme yetisinin dışavurumu olarak ele alınmaktadır. Ciddi, soğuk ve sakinleştirici bir renk olan mavinin koyu tonları, insanlarda saygı ve ciddiyet duygusu uyandırır. Bu renk giysiler aynı zamanda sosyal kişiliğin de göstergesidir. Mavi giyinenlerin ciddi ve iyi bir insan oldukları, çevreleriyle Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 İkna Edici Mesajda Etki II: Renk Ve Sözcük Seçimi Turuncu renk, herkes tarafından ulaşılabilir ve canlı bir renk olduğu için işletmeler tarafından tercih edilmektedir. uyum kurabildikleri görüşü yaygındır. Üst düzey yöneticilerin genellikle mavi rengin koyu tonları veya lacivert renkli takım elbiseler giymelerinin altında bu rengin sonsuzluğu, verimliliği, mantığı ve organizasyonu çağrıştırması yatmaktadır. Turuncu: Kırmızıdan sonra ateşe en yakın olan renktir. Onun kadar olmasa da yine de bir kişide; dinamizm, hareketlilik, coşku ve canlılık duyguları uyandırır. Yaşamak arzusunu ve kudretini arttırmakta, canlılık ve moral vermektedir. Bu renk, kişiyi doğrudan doğruya boşaltılamayan bir dışa dönüklüğe, aşkınlığa yöneltmektedir. Bunun için çabuk öfkelenen, aşırı sinirlenen ve gerilim altında olan insanların bu renkten uzak durmalarında yarar vardır. Bu renk kahverengiye doğru yaklaştıkça canlılığını yitirerek, sükûnet duygusu uyandırmaya başlar. Turuncuya boyanmış ürünler sıradan olma, herkes için olma imajını uyandırır. Tıpkı bunun gibi turuncu mekânlar da genel olma yani bütün insanlara açık olma gibi bir izlenim uyandırırlar. Bu renk iştah açıcı bir etkiye sahip olmasından ötürü dekorasyonda daha çok yemek yenilen mekânlarda kullanılır. Kadın giyiminde turuncu kullanımı, diğer çarpıcı renklere göre daha çok tercih edilir. Gri: Bu renk siyah ve beyazın bir karışımı olmasından dolayı içinde tüm renkleri barındırmakta ve bu yüzden de tüm ışık oyunlarını daha iyi yansıtabilmektedir. Kendine özgü hiçbir özelliği yoktur, ne beyaz gibi olasılıklarla dolu, ne de siyah gibi pasiftir. Hiçbir şey açığa vurmayan, devinimi olmayan ve etkin hiçbir gücü içinde barındırmayan yapısıyla bu renk; enerji eksikliği, kararsızlık ve nötr olan ruh durumunun ifadesi olarak kullanılır. Bu nedenle bitip tükenmek bilmeyen bir duvarı veya dipsiz, sonsuz bir delik gibi, devinimsiz bir direnişi sembolize eder. Özetle gri renk yansımasız ve devinimsizdir; belirsizlik, durgunluk vb. kavramların varlığını ortaya çıkartır. Birlikte bulunduğu renklere –nesnelerin yapılarına göre- aydınlığı, durgunluğu, zaman zaman solgunluğu hatta bazen renksizliği getirebilir. Genelde solukluk, tekdüzelik ve suskunluk niteliğini taşımakta, böylece diğer renklerin varlığını vurgulamakta ve öne çıkartmaya yaramaktadır. Açık gri, gizli bir umut olma özelliği taşırken, gri koyulaştıkça umutsuzluk etkisi vermekte ve boğuculuk yönü daha bir öne çıkmaktadır. Korku, monotonluk ve depresyon uyandırma gibi duygular gri karardıkça artar. Koyu gri, kir ve pisliğin rengi olarak ele alınabilir. Parlak gri bir oranda hoşa giderken, solgun gri korkuyu, yaşlılığı ve yaklaşan ölümü yansıtır. Mor: Renk skalasında yeri zor belirlenen ve tanımlanması kolayca yapılamayan mor rengin, kırmızı ve mavinin etkinliği altında verdiği etkiler de farklılaşabilmektedir. Bir başka deyişle, bu renk, mavi ve kırmızı ile olan karışım oranına göre, insan psikolojisi üzerinde sıcak ya da soğuk etkiler yaratabilir. Örneğin kırmızının daha baskın olduğu kırmızı-mor renk; aşk, hiddet, öfke vb. duygular uyandırırken, bunun aksine mavinin baskın olduğu mavi-mor ise; depresyon, çekilme, gizem vb. duyguları uyandırır. Bu nedenle biricisi kendine güvenenlerin, ikincisi ise daha içe dönük olanların tercihi olmaktadır. Mor rengin sıkça kullanımı, kişideki nevrotik duyguları açığa vurmanın, daha çok da kadınlarda bilinçaltında yaşatılan bir korku duygusunun dışavurumunun göstergesi gibidir. Bu renk; sonsuz bir karamsarlık, üzüntü, pişmanlık duygusu verip melankoli uyandırdığı için, hüznün ve içedönüklüğün rengi olarak kabul edilir. Bu rengin olumlu yönleri de vardır: Ruhsal enerjiyi ve hayal gücünü harekete geçirip sezgilerin yanısıra düşünce gücünü de arttırmakta, bu nedenle Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 İkna Edici Mesajda Etki II: Renk Ve Sözcük Seçimi Renkler ve kişilik arasında kurulan ilişkide sarı renk, iyimser ve neşeli bir kişiliğin göstergesi olarak kabul edilir. Beyaz renk saflık ve temizlik duygusu uyandırır. de verimli çalışmalar yapılmasını sağlamaktadır. Bir başka deyişle mor, gerçekleşmesi zor olan yaratıcı fikirlerin yaratılmasına yol açan bir renktir. Dinlendirici, sakinleştirici ve huzur verici bir duygu uyandıran bu renk; geniş bir yüzey üzerinde uygulandığında veya bir mekânda yoğun biçimde kullanıldığında, kişide tedirginlik yaratmakta ve böyle bir mekânda uzun süre kalındığında, unutkanlığa ve sabırsızlığa yol açmaktadır. İhtişam ve lüksün son basamağı olarak da düşünülür. Tarihçiler, yüksek sınıfların, saray mensuplarının daima mor giydiklerini kaydederler. Nevrotik duyguları açığa çıkardığından, insanların bilinçaltını olumsuz etkilediği saptanmıştır. Pembe: Bu renk, insanlar üzerinde yumuşaklık duygusu uyandırmakta ve daha çok da kadınsı çağrışımlar yaratmaktadır. Bir kurumda bu renk giysiler giyen bayan personelin, insanlar üzerinde rahatlık ve hoşnutluk duyguları uyandırdığı gözlenmiştir. Hizmet sektöründe yer alan kurumların, alt kademede çalışan personellerine çoğunlukla bu renk giysi giydirmeleri bundan ötürüdür. Uyumun, neşenin, şirinliğin ve sevginin simgesidir. Rahat hissettiren ve dinlendiren bir renktir. Sarı: Eski dönemlerde hanedan armacılığında aşkı, bilgeliği, doğruluğu çağrıştıran sarı renk, çağımızda anlam değiştirmiştir. Sarı artık ihaneti ve kötülüğü sembolize etmektedir. Mısır’da yüksek hayatın, kuvvetin ve dinçliğin sembolü olarak kullanılmıştır. İran’da sarı, güneşi; kızıl-sarı ise ay’ı ifade ederdi. Çin’de bu rengin bu olumlu anlamları neredeyse doruğa çıkmaktadır: Sarı, hükümdarlığı temsil etmiş, intizam, haysiyet, inanç ifadesinde kullanılmıştır. Altın’ı simgelemesi bir diğer olumlu anlamıdır. Bu renk, aynı zamanda yeryüzü ve ekvatoru temsil etmede kullanılmıştır. Buna karşın Batı dünyasında bu renge önceleri olumlu sonraları ise olumsuz anlamlar yüklenmiştir. Sıcak renklerin sonuncusu olan bu rengin, insanlar üzerinde nasıl bir etki yaptığı henüz tam olarak çözülebilmiş değildir. Renklerin en ışıklısı ve parlağı olduğundan aydınlık etkisi vermekte bu da insanda iyimserlik, sevinç ve neşe duygusu uyandırmaktadır. Açık sarı renge bakan kişi, güneş ışınlarını hissetmiş gibi davranmaya başlamakta ve bu da daha çok melatonin salgılanmasına yol açmakta, melatonin sayesinde de kendini iyi hissetmektedir. Parlak sarı ışık, kan dolaşımı üzerinde olumlu etkiler oluşturmakta; hafif yeşile kayan sarı ışık ise rahatlık hissi uyandırmaktadır. Sarı, bir anlamda yaz mevsiminin rengidir. Çünkü etkisi güneşten gelmekte ve onun gibi sıcaklık hissi vererek insanın içini ısıtmaktadır. Ruhsal bozukluğu olanların parlak sarı rengi pek sevmedikleri bilinmektedir. Bundan ötürü deliliğin, sinirliliğin, çılgınca öfkenin betimlenmesinde kullanılmaktadır. Ruhsal bozukluğu olan insanların fiziksel güçlerini her yana saçtıkları ve onu amaçsız ve sınırsız bir biçimde tüketinceye dek kullandıkları gözlemlenmiştir. Bu rengi seven insanların ise genellikle sosyal tipler olduğu kabul edilmektedir. Elbisede sarı rengi tercih edenlerin genellikle umut dolu, iyimser ve neşeli kişiler oldukları gözlenmiştir. Bunlar çok yönlü bir kişiliğe ve daha dışa dönük bir yapıya sahiptirler. Beyaz: Bu renk tıpkı Asya’da olduğu gibi Mısır’da da saflığın ve suçsuzluğun sembolü olarak kullanılmıştır. İran’da beyaz renk Venüs’ü ifade eder. (Eski kültürlerde Venüs’ün kadınlığı simgelediği kabul edilir.) Olumlu anlamlarına karşın bu renk, Çin ve Hindistan’da herhangi bir kazadan dolayı meydana gelen ölümlerde matemin ifadesi olarak kullanılmıştır. Çin’de yön olarak batının ifadesidir. Eski Türklerde beyaz (ak) renge her zaman olumlu anlamlar yüklenmiştir. Örneğin “bey” beyaz giymelidir. Çünkü siyah (kara) kul Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 İkna Edici Mesajda Etki II: Renk Ve Sözcük Seçimi rengidir. Renkler böylece sosyal statüyü belirlemekte de kullanılmıştır. Eski Türk düşünce hayatında ak’lık iyiliği; kara’lık da kötülüğü ifade etmiştir. Birden fazla rengin bileşimiyle meydana gelen beyaz renk, çok eski çağlardan beri sürekli olarak temizlik kavramıyla özdeşleşmiştir. Saflığı ve dürüstlüğü temsil eder. Temizlik, saflık ve ferahlık duygusu uyandırır. Fiziksel bakımdan oldukça güçlü olduğu için diğer renkleri susturur. Bazı renkler beyazın üzerinde dağılıp zayıflamakta veya hafif bir yankı bırakabilmektedir. Örneğin beyazın üzerinde açık sarı deyim yerindeyse eriyip gider. Bu renk de siyah gibi bir sessizlik, boşluk ve belirsizlik duygusu uyandırır. Fakat bu bir ölüm sessizliği değil, yaşayan ve olasılıklarla dolu olan mutlu bir sessizliktir. Bu rengi seven insanların kişiliğinde, mükemmeliyetçiliğin ağır bastığı kabul edilmekte ve kişisel anlamda ihtişam ve gururu temsil etmektedir. Beyaz giysiler, onu giyen insanın her açıdan temiz, titiz ve güvenilir olduğu imajını uyandırır. MESAJLARI İLETMEDE SÖZCÜK SEÇİMİ Renkler insanların algılama dünyasında önemli etkilerde bulunurlar. Bunun yanında kişiler ya da kurumlar bir takım sözcükleri kullanarak da hedef kitlelerine ulaşırlar. Sözcükler iletişim kurarken kullandığımız kodlardır. Tüm kodların sahip olduğu bir takım özellikler vardır (Hartley, 2010: 200): Tanımlanmış işaretler ya da semboller dizisi Bu işaretleri bir araya getirmek için kurallar Bu işaretlerin ne anlama geldiğinin farkında olan bir grup kullanıcı Bu bilgiden yoksun olan diğer gruplar İşaretleri yorumlamada farklı uzmanlık seviyeleri Eğer insanların kullandığı dil üzerine düşünüyorsak, bu hususların tümü geçerlidir. Toplum içindeki belirli gruplar, o gruplara üye olmayanlar tarafından kolayca anlaşılamayan bir biçimde dili kullanmanın belli yollarını geliştirirler. Mesleki jargonlar da böyle ortaya çıkarlar. Her mesleğin kendi içinde oluşturduğu özel bir dil kullanımı vardır. Örneğin doktorlar ya da bilgisayar mühendisleri kendi çalışma alanları ile ilgili bir dizi özel terimi kullanarak konuşurlar. Aynı meslekten iki kişinin konuşması sırasında bu terimlerin kullanılması iletişim sürecinde herhangi bir aksaklığa yol açmaz. Ancak bu meslekten olanlarla olmayanlar arasındaki iletişim sürecinde, bu özel terimlerin kullanılmasından kaçınmak gerekir. Örneğin, eğer bir doktor size “Ağrınız kronik mi?” diye sorarsa bunun anlamını düşünürsünüz. Bazı insanlar kronik bir ağrıyı “şiddetli bir ağrı” olarak bazıları ise “düzenli bir ağrı” olarak yorumlayabilirler (Hartley, 2010: 202). Bu durum doktorların hastalığı teşhis etmesinde önemli bir veri sağlamaktadır. Yanlış bir yanıt, yanlış bir teşhis ve tedaviyi de beraberinde getirebilir. Bu nedenle konuşmalarımızda herkesin anlayabileceği kavramlarla konuşmalıyız. Sözcükler bizim anlam yüklediğimiz kodlardır. Anlam yükleme süreci, insanın içinde yaşadığı toplumsal ve kültürel yapı ile yakından ilgilidir. Bir şeyi söylüyor olmamız, iletişimde bulunduğumuz anlamına gelmemelidir. İçinde bulunduğumuz biçimsel iletişim sürecinde kullandığımız sözcükler ve terminoloji, iletişim kurduğumuz karşımızdaki alıcı ile ortak anlayış çerçevesinde buluşmalıdır. Aksi takdirde iletimizi bizim iletmek istediğimiz anlamda ve doğru anladığı konusunda bir garanti veremeyiz (Demiray, 2007: 275). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 İkna Edici Mesajda Etki II: Renk Ve Sözcük Seçimi Ödev Bireysel Etkinlik Sağlıklı iletişim sürecinin gerçekleşebilmesi için gerekli olan bir diğer nokta, açık iletişime olan yatkınlıktır. Kapalı iletişime yatkın, bir başka deyişle kapalı bir kişilik yapısı ve davranış özellikleri, ortak anlayış çerçevesinin oluşumu ile iletişim sürecinin gerçekleşmesinde önemli bir engeldir. Yaşantı ve buna bağlı olarak elde edilen deneyimlerin insanların olayları değerlendirip yorumlamasında önemli bir belirleyici olduğu unutulmamalıdır (Demiray, 2007: 275). Kişilerarası iletişimde ister telefonla, ister yüz yüze ilişki biçimlerinde olsun, kişi konuyla ilgili duygu, düşünce ve isteklerini doğru sözcüklerle ifade edebilmeli, ilişkiyi zenginleştirebilmelidir. Karşıdaki kişiyle konuşurken genel ifadelerden kaçınmalı ve somut, belirgin ifadelere yönelmelidir. Kişilerarası ilişkilerde insanlar bazen kendilerini “daha farklı” ve “daha üstün” göstermek için, karmaşık ifadeler ve bilinmeyen sözcükler kullanmaktadırlar. Bu durum onların anlaşılmasını daha da güçleştirmektedir. Dinleyen kişide “acaba ne demek istedi?” biçiminde bir düşünce oluşturmaktadır (Yüksel-Şahin, 2010: 45). Sözcükler “bir hareket veya bir duyguyu simgeleyen sembol ve işaretlerdir” ve hem kişilerarası iletişimde hem de iş dünyasında etkin bir biçimde kullanılırlar. Günümüzde işletmeler markalarını oluştururken, kurum kimliklerini oluşturan renkleri olduğu kadar sözcükleri de seçmektedirler. Şemalar, grafikler ve resimlerin yanında sözlü ve yazılı iletişimle vermek istedikleri mesajları aktarırlar. Bazen bir kelime ya da birkaç kelime grubundan oluşan marka sloganları müşteriye verilmesi gereken mesajı etkili ve anlamlı bir biçimde iletirler. Volvo (Emniyet), BMW (Sürüş Performansı), Federal Express (Bir gecede), Mercedes (Mühendislik), Beko (Bir Dünya Markası), Lassa (Dünyaya bakın, Lassa’yı göreceksiniz) gibi. Diğer taraftan kullandıkları semboller de markaları ile özdeşleşmiştir ve o sembolleri görür görmez aklımıza hemen o markaları getiririz (Ar, 2004: 114). Renkler ve sözcükler hem kişilerarası iletişimde hem de kurumsal iletişim ve pazarlama alanlarında, hedef kitle üzerinde etkileri yüksek olan unsurlardır. Bu nedenle kişilerin ya da kurumların faaliyet alanlarını, söylemek istediklerini net ve somut bir biçimde aktaracak renkler ve sözcükler seçerek iletişim sürecine katılmaları önerilmektedir. • İşletmelerin sloganlarında kullandıkları sözcükler sizin satın alma davranışınızı etkilemekte midir? •Vakıfbank, İş Bankası ve Ziraat Bankasının logolarında bulunan renkleri araştırarak, bu renklerin hangi nedenler seçilmiş olabileceğine ilişkin düşüncelerinizi 200 kelimeyi geçmeyecek şekilde bir rapor haline getiriniz ve yandaki linki kullanarak gönderiniz. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 Özet İkna Edici Mesajda Etki II: Renk Ve Sözcük Seçimi •Renklerin insanlar üzerinde çok çeşitli fizyolojik ve psikolojik etkileri vardır. İletişim sürecinde renkler bu nedenle hem kişilerarası iletişim süreçlerinde hem de kurumsal iletişim programlarında kullanılmaktadırlar. Renkler hedef kitlenin kişiye ya da kuruma yönelik algısını etkileyen unsurlardır. •Renklerin insanlar üzerindeki etkileriyle ilgili çok sayıda araştırma yürütülmüştür. Bu araştırmaların vardığı bir takım sonuçlar vardır ancak bunlar genellenemez. Renklerin anlamları kültürden kültüre, hatta kültürlerin zaman içinde geçirdiği evrelere göre farklılaşan anlamlar kazanmaktadırlar. Renklerin kişilik özellikleriyle olan bağlantısına dikkatimizi çeken çalışmalar da mevcuttur. Ancak bunlar da renklerin anlamlarında olduğu gibi genellenemezler. •Renkler gibi sözcükler de algılama dünyasını biçimlendiren unsurlar arasında sayılırlar. Doğru zamanda doğru biçimde sarfedilen sözler ikna edici iletişim sürecini beraberinde getirmektedir. Kişisel ya da kurumsal anlamda iletişim sürecinde sarfedilen sözlerin somut, net ve anlaşılır bir nitelik taşıması, teknik terim ve jargondan uzak olması, iletişimin tarafları arasında ortak bir çerçeve kurulması açısından önem taşımaktadır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 İkna Edici Mesajda Etki II: Renk Ve Sözcük Seçimi DEĞERLENDİRME SORULARI 1. “Rengin tanımı” aşağıdakilerden hangisidir? Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz. a) Göz yardımıyla bir şeyin varlığını algılamak b) Bir nesnenin, olayın veya bir gerçeğin, niteliklerinin bilinmesi amacıyla, dikkatli ve planlı olarak ele alınıp incelenmesi c) Çeşitli cisimlerden yansıyarak gelen ışınların görsel algı sonucu kişilerde oluşturduğu duygu d) Gözle bir şeyi algılama yetisi e) Cisimlerin ışık yansıtması 2. Renk insanoğlunun hangi dönemine ait bir kavramdır? a) b) c) d) e) Rönesans Yazının bulunmasından sonraki dönem Tarım toplumuna geçiş Kentleşme dönemi Tarih öncesi ilkel yaşamdan günümüze 3. Aşağıdakilerden hangisi rengin işlevleri arasında sayılabilir? a) b) c) d) e) Boyut izlenimi verir Ağırlık izlenimi verir Hareket izlenimi verir Sıcak ya da soğuk izlenimi yaratır Hepsi 4. Aşağıdakilerden hangisi renklerin ifade ettiklerinden biri değildir? a) b) c) d) e) Renkler duyguları ifade eder. Renkler evrensel anlamlar taşırlar. Renkler belli düşünce ve ideolojileri yansıtır. Renkler bireylerin toplumsal statü ve konumlarını simgeler. Rengin anlamı toplumsal olarak uzlaşımla belirlenir. 5. Aşağıdakilerden hangisi “renk olgusunun önemini bilimsel olarak kanıtlayan” bir bulgudur? a) İnsanlar önce renkleri, sonra biçimleri algılarlar. b) İnsanlar önce biçimleri, sonra renkleri algılarlar. c) Çocuklar renkli nesneleri, renksizlere tercih ederler. d) Çocuklar renksiz nesneleri, renklilere tercih ederler. e) Bazı renkler kan dolaşımını artırır. 6. Aşağıdaki verilen renk-duygu eşleştirmelerinin hangisi yanlıştır? a) Kırmızı: Sıcaklık, hiddet, tehlike, şiddet b) Mor: Ilıklık, sükûnet, ihtişam ve gösteriş c) Beyaz: Keder, kapalılık ve aktiviteyi azaltıcı duygu d) Yeşil: Yumuşaklık, serinlik, berraklık, güven e) Sarı: Sıcaklık, aydınlık, parlaklık 7. Aşağıdakilerden hangisi renk-kişilik eşleştirmesine ilişkin doğru bir ifadedir? a) Yeşil: Yaşamı ve aşkı dolu dolu yaşama isteği b) Beyaz: İroni ve entrikayı seven bir kişilik c) Kırmızı: Uyumlu ve arabulucu bir kişilik d) Sarı: Duygusallıktan korkan ve kontrollü kişilik e) Lacivert: Gelişmiş bir hayalgücü, idealist yaklaşım ve iletişim yetisi kuvvetli kişilik Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 İkna Edici Mesajda Etki II: Renk Ve Sözcük Seçimi 8. Grafiksel iletişim araçlarında “renk seçimi konusunda” aşağıdakilerden hangisine dikkat edilmelidir? a) Rengin kültürel çağrışımı b) Hedef kitlenin renk tercihi c) Firma ya da ürünün karakteri d) Tasarımdaki yaklaşım biçimi e) Hepsi 9. Fast-food restoranların mekân tasarımında ağırlıklı olarak kahverengiyi tercih etmelerinin nedeni aşağıdakilerden hangisidir? a) Müşterinin iştahını açmak b) Müşterinin daha kısa zamanda yemek yemesini sağlamak c) Müşteriyi rahatlatmak d) Müşterinin hoşgörüsünü artırmak e) Müşterinin daha uzun süre kalmasını sağlamak 10. Aşağıdakilerden hangisi mesaj iletirken doğru sözcük seçmemizi kolaylaştıran unsurlardan biri değildir? a) Somut kavramlar seçmek b) Mesleki jargon yansıtan sözcükler seçmek c) Net kavramlar seçmek d) Alıcı ile ortak anlayış çerçevesinde buluşmamızı sağlayacak sözcüklere başvurmak e) Açık bir iletişim tarzını yansıtacak sözcükler kullanmak Cevap Anahtarı 1. C, 2.E, 3.E, 4.B, 5.A, 6.C, 7.E, 8.E, 9.B, 10.B Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 İkna Edici Mesajda Etki II: Renk Ve Sözcük Seçimi YARARLANILAN KAYNAKLAR Akyürek, R. (2005). Kurumsal İletişim Yönetimi. Eskişehir: AÖF Yayınları. Ar, Aybeniz A. (2004). Marka ve Marka Stratejileri, Ankara: Detay Yayıncılık. Demiray, U. (2007). “İletişim Ötesi İletişim”. Uğur Demiray (ed.) Genel İletişim.(ss.265-294). Ankara: Pegem Yayıncılık. Hartley, P. (2010). Kişilerarası İletişim. Ankara: İmge Yayınları. İzgören, Ahmet Ş. (1999). Dikkat Vücudunuz Konuşuyor: Beden Dili İş Yaşamı ve Renkler, Ankara: Academy International. Elden, M., Ulukök, Ö., Yeygel, S. (2005). Şimdi Reklamlar. İstanbul: İletişim Yayınları. Kotan, Y., Kaya, T. (2010). “Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı Romanında Renk Metaforu”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 14 (2), 83-103. Mısırlı, İrfan (2010). Genel ve Teknik İletişim: Kavramlar İlkeler Uygulamalar, Ankara: Detay Yayıncılık Sözen, Mustafa (2003). Sinemada Renk: Sembolik Anlamlar, Ankara: Detay Yayıncılık. Yeygel, S., Yakın, M. (2007). “Kurumsal Reklamlarda Göstergeler Aracılığıyla Marka Kimliğinin İletilmesi”. Selçuk İletişim, 5(1), 102-117. Yüksel-Şahin, F. (2010). “İletişim Becerilerine Genel Bir Bakış”. (ed. Alim Kaya). Kişilerarası İlişkiler ve Etkili İletişim. (ss. 35-68). Ankara: Pegem Akademi. BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR Cooper, K. (1989). Sözsüz İletişim. İstanbul: İlgi Yayınları. Griffin, E. (2008). A First Look at Communication Theory. McGraw Hill. Gürüz, D., Temel Eğinli, A. (2008). İletişim Becerileri. Ankara: Nobel Yayınları. Ketenci, H.F. (2006). Görsel İletişim ve Grafik Tasarım. İstanbul: Beta Yayıncılık. Lantz, D., Steffire, V. (1964). “Language and Cognition Revisited”. Journal of Abnormal and Social Psychology.69 (5), 472-481. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 HEDEFLER İÇİNDEKİLER İKNA AMAÇLI MESAJDA ETKİ III: STATÜ VE KARİZMATİK KİŞİLİK • • • • Statü Kavramı ve Tanımı Liderlik Kavramı İkna ve Liderlik İlişkisi Liderlik Kavramının Tarihsel Gelişimi • Liderlerde Bulunması Gereken Stratejik Özellikler • Karizmatik Liderlik (Kişilik) • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • Statü kavramını tanımlayabilecek • Liderlik kavramını tanımlayabilecek • İkna ve liderlik ilişkisini kurabilecek • Liderlik kavramının tarihsel gelişimini açıklayabilecek, • Liderde bulunması gereken stratejik özellikleri ayırt edebilecek • Karizmatik liderliği kavrayabileceksiniz. İKNA VE İKNA PSİKOLOJİSİ ÜNİTE 14 İkna Amaçlı Mesajda Etki III: Statü Ve Karizmatik Kişilik GİRİŞ Statü ve liderlik olguları, sosyal psikoloji ve iletişim alanında sıkça araştırma konusu olmuş olgulardır. Bireyler, toplumsal yapı içinde gerçekleştirdikleri rollerle birlikte çok sayıda statünün de sahibidirler. Her bir statüden beklenen rol kalıpları farklıdır. Bireylerin içinde yer aldıkları gruplarda da liderlik, statü açısından en üst noktayı temsil etmektedir. Liderlik, grup içi ilişkilerle olduğu kadar örgüt ve yönetim alanlarıyla da yakından ilişkilidir. Liderlik; bireyleri ve grupları, karar verme sürecinde çeşitli iletişim araçları kullanarak, grubun ve örgütün amaçlarının başarılmasında ve geliştirilmesinde diğer birey ve grupları bu amaçlar doğrultusunda etkileme sürecidir, şeklinde tanımlanmaktadır. Zamana göre değişen anlamlar yüklense de, liderlikle ilgili çalışmalarda; değişimci, bilgi temelli, karizmatik özellikler vurgulanmaktadır. Liderlerin karizmatik özellikleri, vizyon oluşturma ve sürdürme kavramlarıyla birlikte ele alınmaktadır. Karizma kavramı, yeni liderlik yaklaşımlarında sıkça bahsedilen bir kavramdır. İş hayatında ve yönetimin çeşitli alanlarında karizmatik kişiler, daha çok güçlü bir hatip ve diğerlerini etkileyebilen kişiler olarak tanımlanmaktadırlar. Bu bölümün amacı; statü kavramının yaşamımızdaki anlamına değinmek, gruplarda statünün en üst noktasını temsil eden liderlik kavramını ele alarak, ikna süreciyle bağlantısını kurmaktır. Ayrıca, liderlik kavramının tarihsel gelişimine değinilerek, liderlerde bulunması gereken strateji özellikler saptanacak ve karizmatik lider yapısı ortaya konulacaktır. STATÜ KAVRAMI VE TANIMI Statü, kişinin dâhil olduğu davranış düzlemiyle ilişkisinden doğan bir kavramdır. Her bir birey toplum yaşantısı içinde çok sayıda statüye sahiptir. Her davranış düzlemi, birey için ayrı bir statü sağladığına göre, kişinin işgal ettiği çeşitli statülerin tümü onun sosyal statüsünü meydana getirir. Değişik davranış düzlemlerindeki değişik statülerin birleşmesiyle sosyal statü, kişinin genel olarak toplumdaki pozisyon veya sosyal durumunu da gösterir (Eroğlu, 1996: 77). Sosyal statü, davranış düzlemleri içerisinde bireylerin bulundukları ilişkiler alanıdır. Bazı sosyologlar, sosyal statüyü, toplumun bireye, çeşitli davranış düzlemleri aracılığıyla verdiği mevki olarak düşünmektedirler. Bunlara göre; kişinin statüsü, onu işgal eden kişiden ayrıdır. Çünkü statü, sadece bir haklar ve yükümlülükler toplamıdır. Statü, bir kişi tarafından işgal edilen konum ya da yürütülen bir işlevdir. Bu bakımdan, kişinin sosyal statüsü, onun toplumdaki toplam yetki ve sorumluluklarının alanını verir. Bu yönüyle, bir sosyal statü bir sosyal sistem içinde belirli bir pozisyonu ve konumu gösterir. Mesela, “profesör” ve “öğrenci” sözcükleri, sosyal düzen içindeki belirli statüleri ifade eden kavramlardır (Eroğlu, 1996: 77; Morgan, 1995: 401). Kişinin dahil olduğu davranış düzlemlerine bağlı olarak, statülerinden birinde veya birkaçında önemli değişmeler olursa, kişinin toplumdaki sosyal statüsünde de aynı yönde değişmeler meydana gelebilir. Örneğin, çocuk, yetişkin olarak okulunu bitirdiği ve iyi bir iş bulduğu zaman, önceki statülerinin sağladığı düşük seviyedeki sosyal statüsünü, sonraki statülerine bağlı olarak daha üst seviyede bir sosyal statü hâline dönüştürecektir. Bu durumda, alt statülerde meydana gelen önemli ve anlamlı değişiklikler, genel olarak bu statülerin bütününü teşkil eden sosyal statüde de önemli ve anlamlı bir farklılaşma meydana getirebilir (Eroğlu, 1996: 77). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 İkna Amaçlı Mesajda Etki III: Statü Ve Karizmatik Kişilik Bireysel Etkinlik Kişinin elde ettiği statüleri ve ona verilen statüleri bulunmaktadır. Bireyin üstlendiği roller birbirine eşit değildir. Bazı roller daha değerlidir ve daha fazla saygı görür. Dolayısıyla o rolü üstlenen kişiye daha büyük bir statü sağlar. Çoğu grupta en yüksek statülü rol, liderin rolüdür. Gruplarda statü hiyerarşileri de sabit değildir; zamanla ve bir durumdan ötekine değişiklik gösterebilir. Grup içerisindeki bazı roller daha güçlü ve etkilidir, çekici ve arzu edilir oldukları için çok fazla taliplisi vardır. Bu rollerle ilgili başarı gösterenler, diğerlerinden daha üstün sayılırlar (Hogg ve Vaughan, 2007: 334-335). Toplumsal düzenlemelere uyumlu davranmaları amacıyla toplum tarafından bireylere atfedilen statülere “verilen statüler”, bireyin kendi çabası sonucu aldığı statülere ise “elde edilen statü” adı verilmektedir. Anne-baba olmak, cinsiyete dayalı rollere ve statülere bürünmek vs. gibi roller toplum tarafından bireylere verilen statülerdir. Elde edilen statüler ise; toplum tarafından atfedilmeyen fakat bireyin kişisel irade ve çabası ile kazanılan statülerdir. Bu gibi statüler, çoğunlukla başarı, yetenek, toplumsal prestij gibi özellikler aracılığıyla kazanılır (Tolan vd., 1985: 232-233). Kişilerarası iletişimde, kişilerarasındaki statü farklılıkları, iletişimin yönünü ve sıklığını belirlemektedir. İnsanlar genellikle kendi statüsünden daha aşağıda statüdeki bireylerle iletişim içinde olmak istemezler, ya eşit statüde ya da daha üst statüde olanlarla iletişim kurmaya eğilimlidirler. İşyerlerinde statü farklılıkları bazen yöneticiler ve diğer çalışanlar arasında iletişimi kısıtlayıcı etkide bulunmaktadır. İşletmelerde çalışanlar, iletişim hiyerarşisindeki bir üst düzey yöneticiyle iletişim hâlindedirler. Statü farklılıkları büyük bir iletişim engeli hâline gelebilir (Mısırlı, 2010: 32). • İnsanlarla arkadaşlık kurarken onların statülerini de dikkate alır mısınız? STATÜ FAKTÖRLERİ VE STATÜ SEMBOLLERİ Bireylerin sosyal statülerinin toplumsal hiyerarşide kapladığı alanları veya sosyal konumları etkileyen birçok faktör vardır. Sosyal statünün önem derecesini belirleyen bu faktörlerin bir kısmı, doğrudan bireyin kendi kişisel özellikleri ile ilgiliyken, bir kısmı da içinde yaşadığı sosyo-ekonomik çevre şartlarıyla ilgilidir. Kişisel ve çevresel özellikler yoğun bir karşılıklı etkileşim içinde bulunurlar. Eroğlu (1996: 78-80) bunları şu şekilde açıklamaktadır: Toplumumuzda eğitime büyük önem verilmekte ve eğitim yoluyla edinilen doktorluk, öğretmenlik gibi bir takım meslekler diğer uğraş alanlarından daha statülü kabul edilmektedir Bireylerin sosyal statülerini veya sosyal konumlarını etkileyen önemli faktörlerin bir kısmını şöyle sıralayabiliriz; bireysel yetenekler, eğitim düzeyi, yaş ve cinsiyet durumu, gelir seviyesi ve tüketim kalıpları, sahip olunan meslek, ailenin soyluluğu, doğum sırası, oturulan yer ve semt, soy veya ırk durumu, medeni hâl. Bireysel yetenekler, davranış düzlemi içinde bireylerin yapabilecekleri işlerin sınırlayıcısı durumundadır. Bu nedenle, her davranış düzlemi içerisinde bireylerden istenen bazı görevler vardır. Bu görevler statüyü oluştururken, söz konusu statüyü işgal edecek olan kişiden istenen yetenekleri de belirler. Buna göre her statüyü işgal edecek kişide, belirli bir yetenek seviyesi aranır. İşte, daha yüksek seviyede yetenek gerektiren statülerin önemi de daha fazladır. Eğitim seviyesi de önemli bir statü belirleyicisidir. Bu durumda, statünün özellikleri gereği, eğer pozisyonu dolduracak kişide yüksek eğitim seviyesi Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 İkna Amaçlı Mesajda Etki III: Statü Ve Karizmatik Kişilik aranıyorsa, bu statünün, daha düşük seviyede eğitim ve öğretim seviyesi gerektiren statülere göre daha önemli olduğu varsayılır. Yaş ve cinsiyet durumu, statü belirleyen diğer değişkenlerdendir. Yaşlı olmak, bazı durumlarda bazı kişilere avantaj sağlayabilir ve bir statü kaynağı olabilir. Ancak bazı durumlarda tam tersine genç olmak, statü belirleyicisi konumundadır. Cinsiyet faktörü de statüye önem kazandırabilir. Ancak, tıpkı yaşta olduğu gibi, bazı durumlarda erkek olmak bir statü için daha avantajlıyken, bazı durumlarda da kadın olmak daha avantajlı olabilir. Statünün sağladığı gelir seviyesi ve satın alma gücü de statüler arası önem farklılığını yaratan faktörlerden biridir. İyi bir hayat standardını sürdürmek için gerekli geliri sağlayan statüler, diğerlerine nazaran daha önemli sayılmaktadır. Tüketim kalıpları da edinilen gelir düzeyiyle yakından ilgilidir. Bireyin sahip olduğu iş ve meslek türü de statünün önem derecesini belirlemektedir. Türk toplumunda bazı meslekler diğerlerinden daha statülü sayılmaktadır. Doktorluk, öğretim üyeliği, hakimlik ve savcılık, öğretmenlik gibi meslekleri buna örnek verebiliriz. LİDERLİK KAVRAMI Çoğu grupta liderler, en yüksek statüdeki kimlikler olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Lider sözcüğünün varlığı 1300’lü yıllara uzansa da, liderlik kavramı çok yeni bir kavramdır. 19. yy’ın ilk yarısından sonra ortaya çıkmıştır. Bu kavramın ortaya çıkışı İngiliz parlamentosunun baskısı ve politik etkilere dayanmaktadır. Liderlik kavramının diğer dillere geçişi ise çok daha yeni tarihlere denk düşmektedir (Cafoğlu, 1997: 134). Liderliğin günümüze değin onlarca tanımı yapılmış olsa da, bu tanımların ortak noktası; bir etkileşimi barındırdığı, etki ve ikna kavramlarının söz konusu olduğudur. Liderlik, temel beşeri, toplumsal ve evrensel olgulardan biridir. İnsanların grup, örgüt, topluluk olarak birlikte yaşadıkları ve faaliyet gösterdikleri tüm zamanlarda ve yerlerde, liderlik söz konusudur. Ayrıca liderliğin oldukça önemli bir kavram olduğu konusunda bir fikir birliği vardır. Ekonomik, siyasi, askerî başarılar ya da başarısızlıklar büyük ölçüde liderlere atfedilmiştir. Bu yüzden üzerine çokça konuşulan, yazılan, araştırılan ve farklı şekillerde tanımlanan bir olgudur (Acar, 1997: 363). 1949’a kadar olan literatürü inceleyen Bentz, 130 farklı liderlik tanımı çıkarmıştır. Sonraki yıllarda bu tanımlar daha da artmıştır. Farklı açılardan ve değişik biçimlerde tanımlanmış olsa da, liderliğin “kişilerarası etkileşimle ilgili olduğu” insanları “etkileme” ve “ikna etme süreci” olduğu yaygın olarak kabul edilmektedir. Burada sözü edilen etkileme ise; “kişilerin davranışlarında değişmeye yol açma” veya “kişinin davranışlarıyla başka kişilerin davranışlarını değiştirmesi” olarak tanımlanabilir (Acar, 1997: 363). İlgili tanımlara bakıldığında liderlik ya bir süreç (lider ile üyeler arasındaki bir etkileme) ya da önderlik rol ve işlevlerini yerine getiren kişilerin sahip olduğu bir özellik olarak tanımlanmaktadır. Süreç olarak liderlik, grup üyelerinin amacın gerçekleştirilmesi doğrultusunda faaliyetlerinin (davranışlarının) yönlendirilmesi ve koordine edilmesi için zorlayıcı olmayan etkinin kullanımıdır. Sahip olunan bir özellik olarak ise liderlik, söz konusu etkilemeyi başarılı bir şekilde gerçekleştirdiği kabul edilen kişiye atfedilen özellikler topluluğudur. Tüm bu açıklamalardan sonra liderlik, “belli amaçların gerçekleştirilmesi yönünde insanların etkilenmesi, davranışlarının değiştirilmesi süreci olarak tanımlanabilir. Lider ise, bu etkilenme işlevini gerçekleştiren kişi ya da kişilerdir (Acar, 1997: 363). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 İkna Amaçlı Mesajda Etki III: Statü Ve Karizmatik Kişilik Ünlü Alman Sosyoloğu Max Weber, örgütleri kendi içlerindeki otorite ilişkileri bağlamında karakterize etmektedir. Weber, otorite tiplerini; geleneksel, karizmatik ve yasal-rasyonel olarak sınıflandırmaktadır. Weber’in ortaya koyduğu otorite güç kavramından farklı olarak kullanılmaktadır. Güç; “insanları itaat etmeye zorlamak” olarak tanımlanırken, otorite “emirlere gönüllü olarak itaat etme” biçiminde tanımlanabilir. Toplumlar ilerledikçe ve gelişme gösterdikçe otorite tipi de gelenekselden, rasyonel olana doğru aşama kaydedecektir Bu otorite tiplerini şu şekilde açıklayabiliriz (Büyükçolak, 1997: 322): Geleneksel otorite ya da lider tipi, “daima varolduğuna inanılan” otoriterinin meşru olduğu inancına dayanır. Geleneksel liderin liderliği, tıpkı bir babanın ailesi üzerindeki liderliği gibi rutindir. Böyle bir sistemde liderin sahip olduğu otorite, devraldığı statüsünden kaynaklanır. Liderlik doğuştan kazanılmış bir hak olarak görülür ve babadan oğla geçebilir. Lideri sınırlandıran ve yönlendiren tek şey, geleneklerdir. Karizmatik otorite ya da lider, kendine has yetenekler ve özellikler olduğuna inanılan liderdir. Karizmatik liderler genellikle kriz zamanlarında ortaya çıkarlar. Yasal-ussal otorite ya da liderlikte ise; otorite ve liderlik belli kurallar çerçevesinde gerçekleştirilir. Sistem yasaldır, çünkü kullanılan araçlar belli bir hedefi gerçekleştirmek için tasarlamıştır. Weber, bürokrasi olarak nitelendirdiği yasal-rasyonel otoriteyi “bilgi” yoluyla hâkimiyet kurmak olarak tanımlamıştır. İKNA VE LİDERLİK İLİŞKİSİ Conger (2008: 11-12) günümüzde yaygın olan inanışın tersine, ikna bir fikri satmakla ya da karşıtlarınızı meseleleri sizin açınızdan görmeye ikna etmekle aynı şey olmadığını ileri sürmektedir. Ona göre; tam tersine ikna, başkalarından öğrenme ve paylaşılan çözümü müzakere etme sürecidir. Bu bağlamda ikna; inandırıcılık tesis etmek, ortak zemin bulmak için çerçeveyi çizmek, güçlü kanıtlar bulmak ve duygusal bağ kurmak gibi dört temel unsurdan oluşur. İnandırıcılık iki temel kaynaktan gelmektedir; ilki ürün ya da süreç bilgisinin bir fonksiyonudur. İkincisi ise; başkalarını dinleme ve onların yararına çalışma deneyimidir. İkna edici kişinin, inandırıcılığı yüksek olduğunda bile, aldığı konum da dinleyicilere mantıklı gelmelidir. Bu nedenle, iknacının konumu, yararları, etkisini hissedecek olan herkese gösterecek şekilde dile getirilmelidir. İkna, daha sonra bir kanıt sunma meselesi hâline gelmektedir. İknacı, çizelgeler, rakamlar, öyküler, örnekler, mecazlar vs. yoluyla kişisel görüşlerini hayata geçirebilmelidir. Son olarak da iknacılar dinleyicilerin duygusal durumunu doğru olarak kavrama ve duruma uygun doğru tepkiyi gösterme yeteneğine sahip olmalıdırlar. Bu bazen kendi duygularını bastırmaları, bazen de daha çok yoğunlaştırmaları anlamına gelmektedir. İkna süreci; dikkatli bir kavrayış, özenli bir planlama ve uzlaşma yönünde verilen bir süreçtir. Cialdini (2008: 57-58) davranış bilimcilerin yıllardır yaptıkları deneysel araştırmalar sayesinde, iknanın nasılı ve niçiniyle ilgili kavrayışımızın, her zamankinden daha geniş, derin ve daha ayrıntılı hâle geldiğini savunur. İknanın ağırlık kazandığı ve içinde yaşadığımız bu yüzyılda, büyük ölçekli reklamcılığın, halkla ilişkiler çabalarının, enformasyonun ve kitle iletişim kampanyalarının ortaya çıkmasına tanık olmaktayız. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 İkna Amaçlı Mesajda Etki III: Statü Ve Karizmatik Kişilik Günümüz yönetimleri için de ikna temel çalışma konularından biri olmayı sürdürmektedir. Çünkü bugün işletmelerde yeni bir yaşam biçimine geçiş olarak adlandırabileceğimiz bir yönetim anlayışı egemen olmaya başlamıştır. Bu anlayış; kısaca müşterilerin isteklerini miktar, kalite ve hizmet olarak en iyi düzeyde karşılayabilmek, işletmenin gerçek amaçlarına uygun doğru işleri yapmak, bu işleri en doğru biçimde yapmak, sürekli gelişimi yenilenerek sağlamak, çalışanlara yüksek iş doyumunu vermek, işletmeyi geleceğe hazırlamak biçiminde özetlenebilir. İşletmelerin önlerine koydukları bu hedefleri gerçekleştirebilmeleri için de, çok iyi yönetilmeleri gerekmektedir. Bu görevleri yerine getirmeye aday yöneticilerin ise; üstlendikleri görev ve sorumlulukların niteliği nedeniyle liderlik özelliklerine sahip olmaları gerekmektedir (Nalbant vd., 1997: 18). Liderler büyük insan topluluklarını yönlendirebilen ve düşünceleri doğrultusunda ikna edebilen kişilerdir. Liderlerin ilettiği mesajlar, ortaklaşa bir hareket tarzına davet biçiminde, güven uyandırıcı ve inanılır, hedef kitlelerin düşünceleriyle çelişmeyen bir yapıda olmalıdır. Liderin amacı; hedef kitlesini olduğundan olması gereken yere götürmek olduğundan, ikna etme yeteneğinin de güçlü olması gerekmektedir. Lider, konuşan (anlatan) ve bu konuşmasını en üst düzeye, söyleme ulaştıran kişidir. Lider, birincil işlev olan konuşmasının yanında beden dilini “tutumu, duruşu, davranışları, el-kol-baş hareketleri, mimikleri” de çok iyi kullanmalıdır. Lider, hedef kitlesine ulaşırken amacını çok iyi belirlemelidir. Ayrıca toplumsal bağlamı da göz ardı etmemelidir. Toplumsal bağlam diğer bir deyişle; liderin hedef kitlesinin, “kültürü ve dili, onuyla ilgili bilgisi, ön yargıları, bilgi birikimleri, kişisel özellikleri” gibi unsurlardan oluşur. Lider için ayrıca iletişimin gerçekleştiği mekân ve zaman da önemlidir. Liderin dil kullanımında, açık bir şekilde anlatma kabiliyeti ve seçtiği sözcükler de etkiyi artırmaktadır (AkgünÇomak, 1997: 66). İkna ve karizmatik liderlik (kişilik) yapısı arasında sıkı bir ilişki biçimi vardır. Lider kişilik tüm bunları gözeterek izleyicileriyle ikna edici bir iletişim sürecine girer. Lider, bilgi ve deneyimini, dilini etkin ve kurallara uygun olarak kullanabildiği sürece izleyicilerine ulaşabilecek ve onları yönlendirebilecektir. Çağımız iletişim çağıdır. Açıköz’ün de (1997: 75) belirttiği gibi; lider kendini başkalarına açıklıkla, içtenlikle, çekinmeden, akıllıca, azim ve irade ile belli bir plan ve proje dâhilinde bir amaca binaen (gruba, topluma, dünyaya ya da önce kendine) liderlik özellikleriyle iletebildiği ve kendine başkaları (bireyler, gruplar, topluluklar, toplumlar) tarafından çekinilmeden korkusuzca iletilebilindiği sürece vardır ve ayakta kalır. Liderin izleyicilerle iletişim kurarken dikkat etmesi gereken noktaları şöyle ifade edebiliriz (Atayeter, 1997: 260): Mesajı algılayanlar, mesajın konusuna ilgi duymalı ve mesajın kapsamını kavrayabilmelidir. Mesajın konusu, alıcının (hedefin) yerleşmiş düşüncelerine aykırı olmamalıdır. Mesaj, alıcının, bir takım kişisel gereksinimlerini karşılayacak nitelikte olmalıdır. Mesaj, kapsamı bakımından algılayana güven verici, inanılır ve amaçları gerçekleştirebilir nitelikte olmalıdır. Mesaj korkutucu ve ürkütücü olmamalıdır. Tehdit yüklü mesajlar, alıcının kaynağa olan sempati ve güvenini sarsar. Mesaj, cezalandırmaya değil, ödüllendirmeye dönük olmalıdır. Mesajın üslubu sert, onur kırıcı değil, yumuşak ve onurlandırıcı olmalıdır. Mesaj, soğuk ve emir verici değil, ortak bir eyleme davet şeklinde olmalıdır. Mesaj, alıcıya güç ve enerji vermelidir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 İkna Amaçlı Mesajda Etki III: Statü Ve Karizmatik Kişilik Tartışma İkna edici iletişim süreci oldukça karmaşık bir olgudur. Çünkü herhangi bir iletişim süreci, her şeyden önce bir konuyla ilgilidir. Kişilerin bu konuyla ilgili görüş ve tutumları etkileşim içine girer. Ayrıca bu kişilerin bir de karşıdaki ile ilgili görüş ve tutumları vardır. Bunlar da etkileşime katılır. Bunun da ötesinde her bir tarafın birbirlerini nasıl algıladıkları hakkında bazı görüşleri vardır. Bunlar etkileşime katılırlar. Bütün bunlar iki kişi arasındaki ilişkiyi dolayısıyla iletişimi etkilemektedir. • Liderleri ikna edici kılan özellikleri nelerdir? Tartışınız. • Düşüncelerinizi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “tartışma forumu” bölümünde paylaşabilirsiniz. LİDERLİK KAVRAMININ TARİHSEL GELİŞİMİ Lider ve liderlik kavramı, tarihsel gelişim içerisinde ayırt edici yaklaşım, stil yaklaşımı, durumlara göre yaklaşım ve yeni liderlik yaklaşım olmak üzere dört yaklaşımda incelenmektedir (Cafoğlu, 1997: 134): 1. Ayırt edici Yaklaşım Bu yaklaşım lider olunamayacağını, lider olarak doğulacağını belirtmekte ve liderin ayırt edileceğini üç başlık hâlinde toplamaktadır: a. Fiziki özelliği (Beden yapısı, görünüşü) b. Zekâsı (konuşma etkinliği, bilgi hazinesi) c. Şahsiyeti (Başkaları üzerindeki etkisi, uyumluluğu, kendine güveni ve kendini kontrolü) 2. Stil Yaklaşımı 1940’lardan sonra, liderlerin stillerini, davranışlarını anlamaya yönelik çalışmalar başlatılmıştır. Liderin ne yaptığı tanımlanıp, etkililiği ve başkalarını yönlendirebilmesi için gereken davranışların saptaması yapılmıştır. Bu yaklaşım; eğer liderlik davranışları belirlenirse, kişinin bu davranışları elde etmek üzere eğitilebileceği tezini savunarak ayırt edici yaklaşımın tezini çürütmeye çalışmıştır. 3. Durumlara Göre Yaklaşım Liderliğin etkililiğinin bir süreci olarak liderlik çalışması, bu yaklaşıma göre durumlara göre olmalıdır. Yani her duruma uygun liderlik ölçütleri yoktur. Bir durum için uygun olan ölçütler, bir başka durum için uygun olmayabilir. Genel bir yaklaşım biçiminden söz edemeyiz ve her durum için ayrı liderlik davranışları söz konusudur. 4. Yeni Liderlik Yaklaşımı Bu yaklaşıma göre; lider örgütün geleceğini görebilen ve örgütü o geleceği yönlendiren kişidir. Liderlerin sahip olduğu yetenekler, onların değişime duydukları isteği artırmaktadır. Lider, karizmaya sahip yaratıcıdır. Liderin yaratıcılığı, analitik tarafından çok, duygusal tarafından gelmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 İkna Amaçlı Mesajda Etki III: Statü Ve Karizmatik Kişilik LİDERLERDE BULUNMASI GEREKEN STRATEJİK BECERİLER Liderde bulunması gereken stratejik liderlik becerilerini şu alt başlıklar etrafında toplayabiliriz (Karslı, 1997: 267-269): Liderin Sorumlu Olduğu Grup ve Bireylerin Gereksinimlerini ve Özelliklerini Anlama Becerisi Bu özellik stratejik becerilerin başında gelir. Örgütlerin, grupların ve bunların üyesi olan her bireyin belirli özellikleri ve gereksinimleri vardır. Lider bu özellikleri anlamak ve gereksinimleri gidermeye çalışmak durumundadır. Bunun için lider: Liderler grupların sahip oldukları bilgi, beceri, inanç vs. değerleri optimum şekilde kullanmaya çalışırlar. Grubun her bir üyesinin özelliklerini ve gereksinimlerini kestirebilmeli, bunlardan haberdar olmalı ve bunları anlayabilmelidir. Bu, her insanla birey olarak ilgilenmede, bireylere saygı kurallarına göre davranmada ve bir insanın gelişmesine katkıda bulunmada lidere çeşitli kolaylıklar sağlar ve yardımcı olur. Başkalarının gereksinimlerini ve özelliklerini anlayabilmek için, lider önce kendini tanımalı, kendi özellik ve gereksinimlerini bilmelidir. Bunları işlerin planlamasında ve gerçekleştirilmesinde kullanmalıdır. Bu anlayışa sahip olan lider, güven uyandırır ve grup üyeleri arasında dayanışma oluşmasını sağlar. Grup Kaynaklarının Bilinmesi ve Kullanılması Becerisi Kaynakları, işin yapılmasında gerekli olan her şeyi içerir. İnsan kaynağı bunların arasında en önemlilerinden biridir. Liderler, insan kaynağını en etkin ve verimli şekilde kullanmanın yollarını geliştirirler. Bilgi, beceri, tutum, inanç gibi pek çok değişkeni üst düzeye çıkarmaya çalışırlar. İletişim Becerileri Liderlik eğitimlerinin başında iletişim becerileri konusu gelmektedir. Etkili bir lider bilgi almada başarılı olabilmek için şunları gerçekleştirmelidir: Özen gösterme, dikkat etme, etkili dinleme Not tutma, kısa açıklamalar yapma Soru sorma, söylenenleri kaydetme Lider, bilgi vermede başarılı olmak için ise, şunları yapmalıdır: Konuşmadan önce, dinleyicilerin kendini dinlediğinden emin olma Yavaş, açık ve net bir biçimde konuşma Gerekli olduğu durumlarda, dinleyicinin dikkatini canlı tutmak için görsellerden, şekillerden, tablolardan ve resimlerden yararlanma Dinleyicilerin söylenenler hakkında ne anladıklarına ilişkin geribildirim alma, bunu sorularla teşvik etme ve soru sormalarını sağlama Planlama Becerisi Planlama, yapılan her şeyin açıklanmasında en önemli kısımdır. Bu yönüyle planlama, lider açısından önemlidir ve şu süreçlerden oluşur: Görevinizi ve amaçlarınızı düşünün. Neyi başarmak istiyorsunuz? Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 İkna Amaçlı Mesajda Etki III: Statü Ve Karizmatik Kişilik Kaynakları, donanımı, bilgiyi ve tutumları dikkate alın. Neyle donanımlısınız? Alternatifleri ve beyin fırtınasını deneyin. Nasıl zenginleştirebilirsiniz? Bir karara ulaşın. Her tercihi ve seçimi deneyin. Daha iyisini yapabilir misiniz? Planı kaydedin ve göreve göre yeniden gözden geçirin. Değişme ve gelişmelere açık mısınız? Grup Ediniminin Kontrol Edilmesi Lider, eylemleri yoluyla grup ve bireysel olarak üyelerin performansını iyileştirir. Eğer bir plan doğru olarak uygulanırsa, liderin çabaları yönlendirmesine olan gereksinim kaçınılmaz olur. Herhangi bir görevde lider, üyelerle birlikte çalışırken şunlara dikkat etmelidir: Sürekli olarak grubu gözlemek Bilgileri açık ve uygun hâle getirmek Üyelerle yan yana çalışmak, gerektiğinde yardım etmek Öz disipline doğru görevi yönlendirmek Ortaya çıkan karışıklıklarla ilgilenmek Değerlendirme Becerisi Liderlik açısından değerlendirme, biri işi yapmak için bir araya getirilen ve birlikte çalışan grubun performansının artırılması amacıyla önem kazanır. Ölçmenin amacı; var olan durumu belirlemek ve daha iyiye götürmeye çalışmaktır. Bu tür bir değerlendirme de şu sorular sorulmalıdır: İş yapılmış mıdır? İş doğru yapılmış mıdır? İş zamanında yapılmış mıdır? Grup üyeleri arasındaki ilişkiler faydalı mı, yoksa zararlı mı olmuştur? Katılım, grup üyeleri arasında eşit olarak dağıtılmış mıdır? Grup, yapılan işten hoşlanmış mıdır? Grup, çatışmaları iyi yönetebilmiş midir? Örnek Olma Becerisi Liderler kendi davranışlarıyla da yönlendirdikleri gruplara örnek olmak durumundadırlar. Liderlik üzerine yapılan çalışmaların ortaya çıkardığı en önemli noktalardan biri; örnek olma hâlidir. Örnek oluşturma, liderlik açısından başkalarına kendi kendilerini idare etmenin yolunu göstermesi açısından önemlidir. Bazen sözlü iletişimden daha etkili bir yöntemdir. Liderliğin Paylaşılma Becerisi: İyi bir lider, görev yapacak üyelere kendi sahip olduğu becerileri kazandırmak ister. Bu becerileri yalnızca kendisi için veya kendini geliştirmek için kullanmaz. Üyelere, liderlik olanakları sunar ve onlara liderlik için gereksinim duydukları becerileri öğretir. Danışmanlık Becerisi Danışmanlığın önemli olmasının nedenlerini şöyle sıralayabiliriz: İnsanların sorunlarını çözmek için yardım etmek Teşvik ve güven sağlamak Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 İkna Amaçlı Mesajda Etki III: Statü Ve Karizmatik Kişilik Bireyin kendi potansiyeline en üst düzeyde ulaşabilmesine yardım etmek Grubu Temsil Etme Becerisi ve Etkili Öğretim Becerisi: Grubu temsil etmede iki konu, liderin grubu ne zaman ve hangi durumlarda temsil edeceğidir. Lider, grubu; görev komite toplantılarında, danışman toplantılarında, resmî toplantılarda, konferansların planlamasında ve örgütü imtiyazlı hâle getirmede temsil eder. Etkili öğretim becerisi ise; grubun ve üyelerin bilgi, beceri ve tutumlarını geliştirme süreci olarak görülmektedir. Ancak, liderlik açısından yoğunluk öğretme değil öğrenme üzerinedir. Çünkü öğretimin etkili olabilmesi için, öğrenmenin meydana gelmesi gerekir. Etkili öğrenme aşamaları şunlardır: Öğrenilecek hedefleri seçme Öğrenenlerin öğretilecek beceriye olan gereksinimlerini anlamalarına yardımcı olacak deneyimleri sağlama Becerileri gösterme ve açıklama Öğrenilen becerilerin uygulanmasına olanak sağlama Süreci değerlendirme KARİZMATİK LİDERLİK (KİŞİLİK) Weber, karizmatik yetkiyi, grupların belli bir kaynağın emirlerine itaat etmesi olarak tanımlamıştır. Karizma kavramı, daha önce bahsettiğimiz gibi ilk defa “karizmatik otorite” kavramını kullanılan Max Weber’den bu yana pek çok araştırmanın konusu olmuştur. Ancak 1980’li yıllara kadar yapılan çalışmaların hemen hepsinde karizma olgusu, siyasi, sosyal ya da dinî liderlik etkilerini açıklamaya yönelik biçimde incelenmiştir. 1980’lerden bu yana ise; o güne kadar mistik ve esrarlı bir kavram olarak ele alınan karizmanın, örgütsel liderlik bağlamında açıklanmasına yönelik çalışmalar hız kazanmıştır (Kılınç, 1997: 383). Karizma, Eski Yunan uygarlığına kadar uzanan bir geçmişe sahiptir ve Eski Yunanca “ilahi ilham yeteneği” anlamına gelir. Siyaset bilimi ve sosyolojide “izleyicileri üzerinde kişisel yeteneklerinin gücüyle derin ve olağandışı bir etki yaratan” liderlerin bir ön tanımını yapmak için sıkça kullanılmıştır. İzleyiciler, karizmatik lideri insanüstü niteliklere sahip olarak algılarlar ve liderin verdiği görevleri ve emirleri şartsız kabul ederek harekete geçerler (Güney, 2009: 414). Karizma kavramını yönetim ve işletme literatürüne sokan ilk kişi, Max Weber’dir. Weber karizma terimini “karizmatik yetki” şeklinde kullanmıştır. Yetkiyi “belirli bir grubun, belirli bir kaynaktan çıkan emirlere itaat etme olasılığı” şeklinde tanımlamıştır. Weber’in “karizmatik yetki” kavramını kullandığı yıllardan bu yana çok sayıda araştırmacı bu kavramı kullanmaya başlamıştır. Tanımlar farklılaşmış olsa da, üzerinde uzlaşmaya varılmış bir tanım vermemiz mümkündür. Karizma; “bir grubun (izleyicilerin) algılarının ve atıflarının (a) liderin nitelik ve davranışları tarafından, (b) liderliğin yer aldığı durum ya da koşullar tarafından, (c) izleyicilerin gereksinimleri tarafından etkilenmesinin sonucu olarak elde edilen ve izleyicileri, liderin kendisi için harekete geçirtebilen bir güç” olarak tanımlanabilir (Kılınç, 1997: 384). Örgütsel liderlikte karizmaya yönelik ilk açıklamalardan biri Oberg tarafından geliştirilmiştir. Oberg, karizmatik liderliğin kriz durumlarında ve kurumsal değerlerin yüceltilmesinde özellikle önem kazandığını belirterek, karizmayı kısmen durumsal bir perspektifle ele almıştır. Buradan hareketle Oberg, bir kişiye karizma atfedilmesinin nedeni olabilecek 5 temel faktörü şu şekilde sıralamıştır (Kılınç, 1997: 386): Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 İkna Amaçlı Mesajda Etki III: Statü Ve Karizmatik Kişilik Liderin Kişisel Nitelikleri: Geçmişte önemli başarılar gösterme, kendini izleyicileri ile özdeşleştirme ve onlara varlığını duyumsatma İzleyicilerle İlgili Faktörler: Çalışanların korku ve sıkıntı içinde olmaları, yaş ve hizmet süresi (genç insanların birine karizma atfetmesi, yaşlı ve tecrübeli birine nazaran daha yüksek olasılıklıdır) çalışanların kurumla psikolojik bağlılıklarının niteliği (örgüte olan yükümlülüklerini düşük olarak algılayan kişilerin birine karizma atfetme olasılığı da daha düşük olacaktır). Açık olmayan hedefleri ve araçları içeren kararların verildiği durumlar: Bu tür kararlar genellikle örgütün üst düzeylerinde verilen kararlar olduğundan karizmatik liderliğin de üst kademelerde ortaya çıkması daha olası olacaktır. Bilinçli olarak efsane oluşturma ya da karizma yaratma çabaları: Prestij göstergesi olan (geniş masa, özel imtiyaz gibi) sembollerin kullanımı, törenlerin kullanımı vs. Bir şirket ideolojisi ya da inancı oluşturma: Bir misyonun mevcudiyeti ve güçlülüğü karizmaya katkıda bulunacaktır. Karizmatik liderler; yüksek bir özgüven sahibidirler. Ayrıca yüksek bir etkileme güçleri ve kendi inançlarının doğru olduğuna güçlü bir şekilde ikna etme yetenekleri vardır. Karizmatik liderler, vizyonları izleyen, kendilerini adamış kişileri çekerler. Karizmatik liderler, onları izleyenleri alışılmışın dışındaki bir performans yüksekliğine eriştirirler. Onların gayretlerini etkilerler, duygusal bağlar kurarlar. Bireysel Etkinlik Karizmatik liderlik araştırmacıları, karizmatik liderleri, diğer tip liderlerden ve yöneticilerden ayırt eden davranışlar grubunu tarif ederler. Karizmatik liderler, örgütlerini şimdiki durumun ötesinde açıkça görürler ve şimdikinden farklı olan gelecek görüş açısını geliştirirler. Arzu edilen vizyonu yaratmak ve iletişim kurmak, karizmatik lider davranışının temelidir. İletişim kurmak için bütün uygun araçları kullanırlar. Karizmatik liderler, özellikle onları izleyenlere olağanüstü bir motivasyonel enerji verirler. İzleyenlere geribildirimler vererek, onların istenilen yönde gelişmelerine yardımcı olur (Ceylan, 1997: 319). • Tarihte karizmatik lider olarak tanımlayabileceğiniz biri/birileri var mı? Karizmatik Liderlik (Kişilik) ve Psikoanalitik Yaklaşım Psikoanalitik yaklaşımda, yansıtma, yer değiştirme ve geçmişe dönüş kavramları üzerinden liderliğe yönelik bir açıklama getirilir. Karizmatik liderliği açıklamaya yönelik girişimlerden biri de psikoanalitik yaklaşımdan gelir. Karizma olgusunu ele alan bazı araştırmacılar, insanüstü bir kahraman olarak yüceltilen ya da ruhani bir figür olarak itaat edilen bazı karizmatik liderlerin, normal dışı ve irrasyonel görünen etkilerini açıklamaya çalışmışlardır. Bu yaklaşım liderden çok izleyicilerin konumlarına ağırlık verir. Yaklaşıma temel oluşturan psikodinamik süreçleri şu şekilde açıklayabiliriz (Kılınç, 1997: 395-396): Yansıtma: Arzulanmayan duygu ve güdülerin bir başkasına atfedilmesi sürecidir. Burada kişi suçluluk hissettiği şeyler için birini suçlama yoluna gider. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 İkna Amaçlı Mesajda Etki III: Statü Ve Karizmatik Kişilik Yer değiştirme: Bir izleyicinin, bir başka kişiye kendi geçmişinde önemli olan bir figüre (ebeveyni, bakıcısı vs.) davranır tarzda tepkide bulunmasıdır. Geçmişe Dönüş: Bireyin küçük yaşlardaki tipik duygularını hissetmeye ve bu duygular doğrultusunda davranmaya dönmesini ifade eder. Psikoanalitik yaklaşıma göre; karizmatik bağlanma, izleyicinin kişiliğindeki gerilimlerden kaynaklanan, karşılıklı bir psikolojik değişimin gelişmesi olarak değerlendirilir. Kişinin kendisini bir lider ile özdeşleştirmesi, boyun eğer hâle gelmesi ve eleştirel yeteneğini azaltması ya da kaybetmesi gibi durumlar, doğrudan kişinin benliğinin kaygı, suçluluk, güvensizlik, aşağılık duygusu gibi duygulardan kaynaklı çatışmalara çözüm arama girişimidir. Karizmatik liderler yüksek özgüvene ve etkileme gücüne sahip, güven uyandıran, kendini idealleri uğruna feda eden kişilerdir. Yansıtma süreci, karizmatik liderlerin izleyicilerindeki suçluluk duygularını ve düşmanca hisleri bir dış gruba ya da figüre yönlendirmesi biçiminde ortaya çıkacaktır. Korku, suçluluk ya da yabancılaşma duygusu içindeki bireyler, kendi kimliklerini olağanüstü kişi olarak gördükleri kişilerin kimliğiyle birleştirmek suretiyle üstün olma duygusunu yaşayabileceklerdir. Yer değiştirme ya da geçmişe dönüş, birbirleriyle ilişkili süreçlerdir. Geçmişe dönüşte, kişinin çocukluk dönemi ve o dönemden sonraki bireysel deneyimler söz konusudur. Yer değiştirmede, karizmatik lider, bireyin önceden ilişkili olduğu birinin yerine geçer. Böylelikle bireyin bilinçaltında depolanmış duygular, karizmatik lidere yönelir. Genellikle, bu durumlarda karizmatik liderler, bireyin ebeveynlerinden birinin yerine geçerler. Örneğin; otoriter bir ebeveyni olan kişi, eğer bu nedenle açık bir kimlik geliştirememişse ve bir kimlik bunalımı yaşıyorsa, karizmatik lider olarak gördüğü birine bağlanabilir. Onunla duygusal bir yakınlık kurabilir. Karşı-yer değiştirmede de, durum tersinden kurulur. Bu kez, liderin kendi geçmiş yaşantısındaki insanlara yönelik duygu ve arzularını izleyicilere transfer ettiğini görürüz. Bu süreç izleyicilerde yoğun bir özdeşleşme duygusu uyandırabilir ve lidere coşkulu bir biçimde bağlanmaya yol açabilir. Aşağıdaki tablolarda karizmatik liderlerin özellikleri, liderin göstermesi gereken davranışsal yönelimler ve etkileme tarzları ile karizmatik liderlerin ortaya çıkışını kolaylaştıran unsurlar verilmiştir: Tablo 14. 1 Karizmatik Liderin Özellikleri (Kılınç, 1997: 399). KARİZMATİK LİDERİN ÖZELLİKLERİ Yüksek özgüvene sahip olma Yüksek etkileme ve baskın olma ihtiyacı İnançlarının doğruluğuna ikna etme yeteneği Kişisel risk üstlenme Kendini feda etme Güven uyandırma Vizyona ulaşmak için yüksek maliyete katlanmaya hazır olma Pozitif sinerjiye inanma Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 İkna Amaçlı Mesajda Etki III: Statü Ve Karizmatik Kişilik Tablo 14. 2 Liderin Göstermesi Gereken Davranışsal Yönelim ve Etkileme Tarzları LİDERİN GÖSTERMESİ GEREKEN DAVRANIŞSAL YÖNELİM VE ETKİLEME TARZLARI İdeolojik hedefleri belirleme ve yayma İzleyicileriyle, onlardan yüksek hedeflerle ilgili beklentilerini ileterek iletişimde bulunma İzleyicilere model oluşturma İzleyicilerin güdülerini canlandırma Geleneksel çalışma ve davranış kalıplarının dışına çıkma Kişisel güç ve ikna cazibesi ile etkilemeye çalışma Kişisel özdeşleşmeyi sağlama Sosyal özdeşleşmeyi sağlama Kendi, tutum, değer, hedef ve inançlarının izleyicileri tarafından içselleştirilmesini sağlama Toplu öz faydayı artırma Kendi sorun ya da engellerini, izleyicilerinin sorunu hâline getirebilme İzleyicilerindeki korku, kaygı suçluluk ya da düşmanlık duygularını bir kişiye ya da figüre yönlendirebilme Bastırılmış duyguların açığa çıkmasını ve hızla yayılmasını sağlayacak bir davayı vurgulama ya da sembolize etme Kaynak: Kılınç, 1997: 399. Tablo 14. 3 Karizmatik Liderin Ortaya Çıkmasını Kolaylaştırıcı Koşullar KARİZMATİK LİDERİN ORTAYA ÇIKMASINI KOLAYLAŞTIRICI KOŞULLAR Değişimi zorunlu kılan ya da mevcut durumu yaşanmaz hâle getiren kriz, kaos ya da belirsizlik koşullarının varlığı İzleyicilerin görev ve rollerinin ideolojiyle bağlantılandırılmış olması Mevcut koşullardan tatminsizlik duygusunun yoğun biçimde yaşanması Aslında mevcut olmayan bir sorunun suni olarak yaratılmış olması Geleneksel işgörme yol ve yöntemlerinin değerini yitirmiş olması İzleyicilerin kimlik ve değerlerinin liderin vizyonu ile uyumlu olması Örgüte bağlılığı sağlayan bir misyonun varlığı Örgütte çok sayıda insanın yetersizlik, korku, pişmanlık, suçluluk, düşmanlık duyguları yaşıyor olması Bastırılmış duygu ve tepkileri harekete geçirecek bir davanın mevcut olması Kaynak: Kılınç, 1997: 399. Karizmatik Liderliğin (Kişiliğin) Olumlu ve Olumsuz Yönleri Karizmatik liderler olumlu ve olumsuz özelliklere sahip olabilirler. Olumlu özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz (Kılınç, 1997: 400-402): Olumlu karizmatik liderler kendilerine sadakatten çok, örgüte ve onun değerlerine sadakat gösterirler. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 İkna Amaçlı Mesajda Etki III: Statü Ve Karizmatik Kişilik Olumlu karizmatik liderler, hedef kitlelerini de olumlu duygu ve düşüncelere sevkederler. İzleyicilerini etkilemede, kişisel özdeşleşmeden ziyade, sosyal özdeşleşmeye, içselleştirmeye ve toplu öz faydaya öncelik verirler. Olumlu karizmatik liderler izleyicilerinin düşüncelerinden hemen her fırsatta yararlanmaya çalışırlar. Olumlu karizmatik liderler, hedefleri ve hedeflere ulaştıracak yöntemleri, ellerindeki bilgiyi izleyicilere açıklayarak, onların önünde koşmak yerine onları yanlarına çeken kişilerdir. Böylece izleyicilerin insiyatif kullanmalarına zemin hazırlarlar. Olumlu karizmatik liderler, izleyicilerinin kararlara katılmasını destekler ve onları cesaretlendirirler. Olumlu karizmatik liderler, ödülleri örgütün misyon ve hedefleri ile uyumlu davranışları pekiştirmek için kullanırlar. Karizmatik liderler olumsuz olduğunda ise karşımıza şu şekilde bir tablo çıkmaktadır: Olumlu karizmatik liderlerin yararlarının başında; olumlu karizmatik liderin izleyicilerinin, olumsuz karizmatik liderinkine nazaran çok daha mutlu olmaları gelir. Olumsuz karizmatik liderler, ideallerden çok, kendilerine sadakate öncelik verirler. Olumsuz karizmatik liderler, etkilemeye yönelik olarak vizyonun ve değerlerin içselleştirilmesinden çok, kişisel özdeşleşmeye ağırlık verirler. Olumsuz karizmatik liderler ideolojik cazibeyi kişisel güç kazanma aracı olarak kullanırlar. Daha sonra ya otorite göz ardı edilir ya da liderin kişisel amaçlarına hizmet edecek şekilde keyfî olarak değiştirilir. Olumsuz karizmatik liderler kişisel güç yönelimlerinin bir sonucu olarak izleyicilerini kendilerine bağımlı ve zayıf kılıp, onları baskı altına almaya çalışabilirler. Olumsuz karizmatik liderler önemli kararların tümünü kendileri verirler ve bu kararlar da çoğunlukla izleyicilerinin refah ve mutluluğundan ziyade, kendilerini korumaya ve yüceltmeye yöneliktir. Olumsuz karizmatik liderler, izleyicilerine son derece sınırlı bilgiler aktarırlar ve bilgiyi genelde kendi “yanılmazlık” ve “hata yapmazlık” imajlarını ya da örgütün ve/veya toplumun dış tehditlere maruz kaldığı yolundaki imajı sürdürmek için kullanırlar. Olumsuz karizmatik liderler ödül ve cezaları izleyicilerini eyleme geçirmek ya da kontrol altına almak amacıyla kullanırlar. Olumsuz karizmatik liderlerin büyük bir kısmı aşırı ölçüde narsistir ve kendilerinin izleyicileri için bir lütuf olduğuna inanırlar. İzleyiciler, olumlu bir karizmatik liderle yeteneklerini geliştirme ve psikolojik açıdan gelişme olanağına sahip olacaklardır. İnsiyatif kullanabilmeleri mümkün olduğundan, bir bütün olarak örgütün dinamik ve rekabetçi çevreyle uyumu daha da kolaylaşacaktır. Olumlu karizmatik liderler “başarı yönelimli” bir örgüt kültürü yaratırlar. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 Özet İkna Amaçlı Mesajda Etki III: Statü Ve Karizmatik Kişilik •Kişinin toplumda üstlendiği roller ve statüler, onun toplumdaki yerini ve sorumluluk alanlarını belirlemektedirler. Statüler kendi aralarında hiyerarşik bir sıralanma içinde bulunurlar. Bu statüler eğitim durumu, gelir durumu, yaş ve cinsiyet durumu, bireysel yetenekler, gelir seviyesi ve tüketim kalıpları, edinilen meslek vs. gibi değişkenlerden etkilenirler. •Gruplar içinde en statülü konumlardan biri olan liderlik ise toplumsal ve evrensel olgulardan biridir. Liderlik her toplumda ve her dönemde görülen bir özellik arz eder. Liderler, başkalarını “etkileme” ve “ikna etme” gücüne ve yeteneğine sahiptirler. Ayrıca liderler, bireylerin gereksinim ve özelliklerini anlama, iletişim, planlama, grubun kontrol edilmesi, örnek olma, danışmanlık, grubu temsil etme ve etkili öğretim gibi becerilere sahiptirler. •Liderlik çalışmaları içinde özel bir kategori teşkil eden “karizmatik liderler” ise; yüksek özgüvene sahip, yüksek bir etkileme gücü olan ve baskın kişilerdir. Karizmatik liderler, insanları inançları doğrultusunda ikna edebilirler, kendilerini yine inançları uğruna feda edebilirler. İzleyenleri üzerinde güven uyandırırlar, vizyonları için gerekli bedeli ödemeye hazırdırlar. Ayrıca pozitif sinerji yaratma yeteneğine sahiptirler. •Karizmatik liderler olumlu ve olumsuz olmak üzere ikiye ayrılırlar. Olumlu karizmatik liderler, kendileriyle birlikte izleyenlerini de geliştiren bir yapıya sahiptirler. Olumlu karizmatik liderin özellikleri, işyerlerinde ya da değişik gruplarda başarı odaklı, pozitif iklimli örgütlenmeler gerçekleşmektedir. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 İkna Amaçlı Mesajda Etki III: Statü Ve Karizmatik Kişilik DEĞERLENDİRME SORULARI Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi” bölümünde etkileşimli olarak cevaplayabilirsiniz. 1. Aşağıdakilerden hangisi “statü”nün tanımıdır? a) Bireyin değişim yönünde uğradığı baskıya direnmesidir. b) Bir kişi tarafından işgal edilen konum ya da yürütülen bir işlevdir. c) Bilgi ve değerlendirmelerden yoksun olarak, belli bir gruba yönelik olarak geliştirilen olumsuz tutumlardır. d) Bir organizmanın varlığını sürdürebilmek için en uygun olduğuna inandığı yöntemleri benimsemesidir. e) Bir kişi ya da gruptan gelen açık bir istek üzerine kişinin konumunun değişmesidir. 2. Aşağıdakilerden hangisi “verilen statülere” bir örnek teşkil etmektedir? a) Başarı b) Yetenek c) Toplumsal prestij d) Eğitim düzeyi e) Kadın olmak 3. Otorite tiplerini “geleneksel-karizmatik-yasal/ussal” olarak üçe ayıran düşünür aşağıdakilerden hangisidir? a) Max Weber b) Cialdini c) Oberg d) Freud e) Durkheim 4. Aşağıdakilerden hangisi liderin, izleyicileri ile iletişim kurarken dikkat etmesi gereken hususlar arasında sayılamaz? a) Mesajı algılayanlar, mesajın konusuna ilgi duymalı ve mesajın kapsamını kavrayabilmelidir. b) Mesajın konusu, alıcının (hedefin) yerleşmiş düşüncelerine aykırı olmamalıdır. c) Mesaj, soğuk ve emir verici nitelikte olmalıdır. d) Mesaj, alıcının, bir takım kişisel gereksinimlerini karşılayacak nitelikte olmalıdır. e) Mesaj, kapsamı bakımından algılayana güven verici, inanılır ve amaçları gerçekleştirebilir nitelikte olmalıdır. 5. Aşağıdakilerden hangisi liderlik yaklaşımlarına ilişkin yanlış bir ifadedir? a) Ayırdedici yaklaşım; lider olunamayacağını lider doğulacağını iddia eder. b) Stil yaklaşımında; eğer liderlik davranışları belirlenirse, kişinin bu davranışları elde etmek üzere eğitilebileceği varsayılır. c) Durumlara göre yaklaşımda; genel bir yaklaşımdan söz edemeyiz ve her durum için ayrı liderlik davranışları söz konusudur. d) Stil yaklaşımında, liderliğin doğuştan gelen bir yetenek olduğu varsayılır. e) Yeni liderlik yaklaşımı; lider örgütün geleceğini görebilen ve onu yönlendirebilen kişidir. 6. Liderin kendine “İş yapılmış mıdır? İş doğru yapılmış mıdır? İş zamanında yapılmış mıdır?” vb. sorular sorması, liderin hangi becerisine örnek teşkil eder? a) Planlama becerisi b) İletişim becerisi c) Değerlendirme becerisi d) Grup edimini kontrol etme becerisi e) Grup kaynaklarını bilme ve kullanma becerisi Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 İkna Amaçlı Mesajda Etki III: Statü Ve Karizmatik Kişilik 7. Aşağıdakilerden hangisi liderin “planlama” becerisinin unsurları arasında yer almaz? a) Liderin görevlerini, amaçlarını, neyi başarmak istediğini düşünmesi b) Liderin kaynakları, donanımı, bilgiyi ve tutumları dikkate alması c) Liderin bir karara ulaşarak, daha iyisini yapmayı düşünmesi d) Liderin alternatifleri hesaba katması ve beyin fırtınası uygulaması e) Liderin sürekli olarak grubu gözlemesi 8. “Karizma” kavramının Eski Yunan’daki karşılığı nedir? a) İlahi ilham yeteneği b) İnsanları etkileme yeteneği c) İnsanları koruma yeteneği d) İnsanları ikna etme yeteneği e) İnsanları cezalandırma yeteneği 9. Aşağıdakilerden hangisi Oberg’in tanımladığı “bir kişiye karizma atfetmenin” nedenleri arasında sayılamaz? a) Liderin kişisel nitelikleri b) İzleyicilerle ilgili faktörler c) Yönetim anlayışının renklendirilmesi ihtiyacı d) Bilinçli olarak efsane oluşturma ya da karizma yaratma çabaları e) Bir şirket ideolojisini ya da inancını oluşturma 10. Aşağıdakilerden hangisi liderliğe yönelik olarak psikoanalitik bir yaklaşımı ifade etmektedir? a) Eğer, liderlik davranışları belirlenirse, kişi bu davranışları elde etmek üzere eğitilebilir. b) Her durum için ayrı liderlik davranışları söz konusudur. c) Liderlik doğuştan gelen bir yetenektir. d) Bir liderle özdeşleşme; kişinin benliğinin kaygı, suçluluk, güvensizlik, aşağılık duygusu gibi duygulardan kaynaklı çatışmalara çözüm arama girişimidir. e) Lider, örgütün geleceğini görebilen ve onu yönlendirebilen kişidir. Cevap Anahtarı 1.B, 2.E, 3.A, 4.C, 5.D, 6.C, 7.E, 8.A, 9.C, 10.D Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 İkna Amaçlı Mesajda Etki III: Statü Ve Karizmatik Kişilik YARARLANILAN KAYNAKLAR Acar, A.C. (1997). “Hava Harp Okulu ve İ.Ü. İşletme Fakültesi Öğrencilerinin Liderlik Yönelimlerine İlişkin Bir Araştırma”. [Bildiri]. 21. Yüzyılda Liderlik Sempozyumu, 5-6 Haziran 1997, (ss.362-373). Tuzla: Deniz Harpokulu Komutanlığı Basımevi. Açıköz, H.M. (1997). “Liderlik Kavram ve Olgusunun Felsefi Sorgulanması”. [Bildiri]. 21. Yüzyılda Liderlik Sempozyumu, 5-6 Haziran 1997, (ss.7176). Tuzla: Deniz Harpokulu Komutanlığı Basımevi. Akgün-Çomak, N. (1997). “Liderin Etkili Dil Kullanımı ve Söylemi”. [Bildiri]. 21. Yüzyılda Liderlik Sempozyumu, 5-6 Haziran 1997, (ss.66-70). Tuzla: Deniz Harpokulu Komutanlığı Basımevi. Atayeter, C. (1997) “Çift Yönle Bir Etkileşim: Lider Örgüt İklimi”. [Bildiri]. 21. Yüzyılda Liderlik Sempozyumu, 5-6 Haziran 1997, (ss.256-262). Tuzla: Deniz Harpokulu Komutanlığı Basımevi. Büyükçolak, K.M. (1997). “Bilgi Çağında Liderlik”. [Bildiri]. 21. Yüzyılda Liderlik Sempozyumu, 5-6 Haziran 1997, (ss.321-326). Tuzla: Deniz Harpokulu Komutanlığı Basımevi. Cafoğlu, Z. (1997). “Liderlik-Bilgi-Karizma-Değişim”. [Bildiri]. 21. Yüzyılda Liderlik Sempozyumu, 5-6 Haziran 1997, (ss.133-142). Tuzla: Deniz Harpokulu Komutanlığı Basımevi. Ceylan, A. (1997). Liderliğe Kurumsal Yaklaşımlar. [Bildiri]. 21. Yüzyılda Liderlik Sempozyumu, 5-6 Haziran 1997, (ss.314-320). Tuzla: Deniz Harpokulu Komutanlığı Basımevi. Cialdini, R.B. (2008). “İkna Etme Biliminde Ustalaşmak”. (Çev. İlker Gülfidan). İkna Edici Lider. (ss. 39-58). İstanbul: MESS Yayınları. Conger, J.A. (2008). “İkna Etme Sanatı”. (Çev. İlker Gülfidan). İkna Edici Lider. (ss. 11-38). İstanbul: MESS Yayınları. Eroğlu, F. (1996). Davranış Bilimleri. İstanbul: Beta Yayıncılık. Güney, S. (2009). Sosyal Psikoloji. Ankara: Nobel Yayıncılık. Hogg, M.A. Vaughan, G.M. (2007). Sosyal Psikoloji. (Çev. İbrahim Yıldız, Aydın Gelmez). Ankara: Ütopya Yayınları (2005). Kılınç, T. (1997). “Liderlikte Durumsallığın Ötesi: Karizmatik Liderlik Yaklaşımı”. [Bildiri]. 21. Yüzyılda Liderlik Sempozyumu, 5-6 Haziran 1997, (ss.383403). Tuzla: Deniz Harpokulu Komutanlığı Basımevi. Mısırlı, İ. (2010). Genel ve Teknik İletişim. Ankara: Detay Yayıncılık. Morgan, C. (1995). Psikolojiye Giriş. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü Yayınları Nalbant, E., Özdil, T., Ecevit, Z. (1997). “Liderlik Nitelikleri ve İş Gören Performansı Üzerindeki Etkileri”. [Bildiri]. 21. Yüzyılda Liderlik Sempozyumu, 5-6 Haziran 1997, (ss.18-22). Tuzla: Deniz Harpokulu Komutanlığı Basımevi. Tolan, B., İsen, G., Batmaz, V. (1985). Ben ve Toplum, Ankara: Teori Yayınları. BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR Freedman, J.L., Sears, D.O., Carlsmith, J.M. (2003). Sosyal Psikoloji. (Çev. Ali Dönmez). Ankara: İmge Yayınları. Kaya, A. (2010). Kişilerarası İlişkiler ve Etkili İletişim. Ankara: Pegem Akademi. Kolenda, C. (2001). Leadership: The Warrior’s Art. USA: Army War College Foundation Press. Lieberman, D.J. (2010). Herkese Her İstediğiniz Yaptırın. (Çev. Merve Duygun). İstanbul: Butik Yayıncılık ve Kişisel Gelişim Hizmetleri Tic.Ltd.Şti. (2000). Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18