Şark Birikimleri: İnsan Hakları ve Anayasa İlişkisi Üzerine İrdeleme (Anayasa ve insan hakları ilişkisi Costas Douzinas'ın başlangıçta anılacak pasajı perspektifinde irdelenecektir.) “Haklar evrensel “insan” adına ilan edilir ama bildirme eylemi egemen yasa yapıcı güç olarak politik toplumun, devlet ve onun ulusunun belirli bir tipinin iktidarını ve ikinci olarak, haklardan yararlanacak belirli bir insan tipini, ulusal yurttaşı saptar. Birincisi, ulusal egemenliktir. Bildirgeler hakların evrenselliğini ilan eder ancak onların dolaysız etkisi devletin ve devletin hukukunun sınırsız iktidarını tesis etmektir. Kurucu meclislere yasa yapma hakkı veren şey, hakların bildirilmesiydi. Paradoksal bir biçimde, bu evrensel ilke bildirgeleri, yerel egemenliğin kurulmasını “gerçekleştirdiler.” Çocuk kendi atasını doğurdu ve onu kendi suretinde yarattı."Costas Douzinas (İnsan Haklarının Sonu) Ksenophanes; “Eğer öküzlerin, atların ve aslanların elleri olsaydı ve onlar elleriyle insanlar gibi resim yapmasını ve sanat eserleri meydana getirmesini bilselerdi, atlar tanrılarının biçimlerini atlarınkine, öküzler öküzlerinkine benzer çizerlerdi ve onların her birine de kendi türlerine uygun bedenler verdirirlerdi.” ifadesiyle felsefe tarihinde kendisine yer edinmiştir. Öte yandan bir hukuk ve ahlaki filozof olan Alf Ross’a göre “kendine atıfta bulunan normlar anlamsızdır; bunun nedeni kendine atıfta bulunan cümlelerin anlamsız olmasıdır.” Costas Douzinas ise “kuramsal olarak "insan" ya da insan haklarının; genel anlamda hakların ontolojik taşıyıcısı olduğunu öne sürmüş ve insan hakkı, hakka sahip olma hakkı diye bir şeyin olmadığını saptamıştır. Bu noktada insan haklarına ve anayasaya dair bildirgelerin ve metinlerin ontolojik temel ya da bir içerik ve de belirlenim olmadan, yasa koyucuyu yetkilendiren ve içeriği ile hükmünü yasa yapmaya değin tarihsel edimlerden alan boş bir kap olarak kaldığını ifade etmiş, insan hakları dilsel bildirimin bu radikal durumsallığını anayasal düzenlemelerin kalbine yerleştirdiğini belirtmiştir. Başlangıçta sunulan pasajda yer alan “çocuk kendi atasını doğurdu ve onu kendi suretinde yarattı” ifadesi anayasa ve insan hakları arasındaki ilişki merkeze alınarak irdelendiğinde; yukarıda aktarılan üç ayrı alıntıdan da yola çıkarak hakları egemenliğin kaynağı olarak gören bir yasal bildirge hazırlamak ve bununla birlikte hakları egemen gücün yarattığı bu yasal bildirgeyi bildirerek sınırlandırmak başlı başına bir çelişki; bir aporetik durumdur. Hans Kelsen; anayasalar ile insan hakları sözleşmesi arasında hiyerarşik bir ilişki temelinde anayasanın karşısında antlaşmanın üstünlüğü olduğunu öne sürer. Louis Favoreu da “anayasal normların dahi Avrupa normları (insan hakları sözleşmesi) karşısında boyun eğmeleri gerektiğini” ileri sürmektedir. Bunlardan hareketle insan hakları arayışı ve anlayışının anayasal hareketliliğin temelini oluşturduğunu, anayasada belirtilen normlardan üstün olduğunu savunmak gereksiz değildir. Bununla birlikte haklar çerçevesinde gelişen anayasaların her ne kadar egemenliğini haklardan alsa dahi, aynı hakları “egemen gücü” oluşturmada bir aracı olarak gördüğü gerçeği yadsınılmazdır. Bu noktada başlangıçta sunulan pasajda da ifade edildiği üzere Douzinas; hakların evrensel “insan” adına ilan edildiğini ve fakat bildirme eylemi egemen yasa yapıcı güç olarak politik toplumun, devlet ve onun ulusunun belirli bir tipinin iktidarını meşrulaştırdığını beyan etmekte haksız sayılmaz. Tanıl Bora’nın aktarımına göre faydacı-pragmatik liberal ideoloji “insan haklarını”; bireylerin ve onların farklı çıkarlarının çatışmasızca bir toplum bünyesi içinde telif edilebilmesi açısından taşıdığı işlevsellikle benimsetmiştir. Nitekim hakların egemen karşısında konumlandırılması “çatışmasız bir toplum yaratılması” anlayışı odak alınarak irdelendiğinde hakların güvence altına alınabilmesi için meşru egemen bir güce ihtiyaç duyulduğu gerekçesiyle -her ne kadar hiyerarşik bir yapıda olmasa da- ontolojik varlıklarının birinin diğerini bir sürerlilik çerçevesinde yarattığı sonucunda değerlendirilebilir. Halde; Douzinans’ın tıpkı Fransa ve Amerika devrimlerini betimlerken kullandığı “iki uzun yüzyıl içinde, devrimci fikirler hem dünya sahnesinde zafer kazandı; hem de en vahşi ve eşi görülmemiş biçimlerde ihlal edildiler.” anlayışına benzer şekilde “tarihsel devirler içinde insana ait haklarının ortaya çıkarılması, evrensel statüye ulaşmasıyla insan hakları arayışı ve anlayışının anayasal hareketliliğin temelini oluştursa da; ortaya çıkan anayasal belgeler ile insan haklarının sınırlandırıldığı ve sınırlamanın bir getirisi olarak pratik de daima ihlal edildiği sonucunu ulaşılabilir. Cemre Şeyma KAPU II Şark Birikimleri II ikisıfıbirdokuz - kış