Babalar Günü’nde Fotoğraflar Arasında… “Ben Büyüyünce Babam Gibi Olacağım” Muzaffer Bilgili Prag’ın geniş meydanlarından birinde bir ağaç gölgesindeki bankta dinleniyoruz. Meydanı, çevresindeki güzelim binalar kucaklamış; kıskanarak izliyoruz. Geçmişten bugüne saygıyla gelen, geleceğe umutla, sevgiyle bakan bu binaları izleyen yalnız biz değiliz. Yüzlerce insan yerlere oturmuş ya da ayakta hayranlıkla seyrediyorlar. Güvercinler de bu mutlu kalabalığın arasında ayaklarımızın dibinde rahatça dolaşıp duruyor. İstekleri var bizden; onları boş çevirmiyoruz. Birden, kuşlara neşeli çığlıklarla yaklaşan bir erkek çocuğu beliriyor yanımızda… Çocuk kuşlarla oynaşırken onu büyük bir şefkatle biraz uzaktan izleyen babasına gözüm takılıyor. İki üç yaşlarındaki çocuk arada bir babasına koşuyor, anlatıyor, sonra tekrar kuşlara koşuyor, tekrar babasına… Öyle mutlular ki… Babanın oğluna, oğlunun babasına bakışı… İşte mutluluğun resmi bu. Bu resim beynimdeki fotoğraf albümünde yerini alıyor hemen… Rastlantılar mı yoksa ben mi onları seçiyorum bilemiyorum. Yine bir baba oğul, ikisinin de açık kumral saçları omuzlarını okşuyor; el ele, şakalaşarak yanımızdan geçiyorlar. Hemen karşımızda bir kız çocuğu coşkuyla koşuyor babasının güvenli kucağına. Baba sımsıkı sarılıyor bu sarı saçlı şirin mi şirin küçük kıza… Yanımızdaki bankta çocuğunu arabada uyutan bir genç baba daha… Şaşırıyorum. Dikkatim dağılıyor… Babalar ve çocuklarının öyküleri, cıvıl cıvıl renklerle boyanmış taş binaların önüne geçiyor. Bütün seyahat boyunca Prag’daki babalar ile çocuklarını birer birer kaydediyorum beynimdeki albüme… Prag’da bir baba-oğul… Beynimdeki albüme bu kentten kaydettiğim ‘babalar ile çocukları’ karelerinden biri de bu. İstanbul’a dönüşümde de devam ediyor bu ilgim. Şimdiye dek dikkatimi çekmemiş görüntüler bunlar… Caddebostan sahilinde meğer ne çokmuş babalar ile çocukları. Çocuklar pusetlerde, çocuklar omuzlarında, kucaklarındaki bebe çantasında… Bisiklete binmeyi öğreten babalar, mama yediren babalar, çocuklarıyla sıkılmadan, bıkmadan ilgilenen genç babalar.. ve sürekli sorulan sorular… Çocuklar babalarıyla her şeyi paylaşıyorlar artık. Babalar, annelerin yapmasına alıştığımız görevleri komplekssiz, sabırla, severek yapıyorlar. Bu düşüncelerle denizin dalgacıklarını izlerken, denizin maviliklerine dalmışken, beynimdeki albümün sayfaları kendiliğinden geriye doğru çevrilmeye başlıyor. Ve bir ses, “O kadar da haksızlık etme geçmişteki babalara” diye beni uyarıyor. Karadeniz’in küçük bir kasabasının çok şirin bir sahil parkında iki küçük kızının arasında dimdik gururlu ve mutlu gülüşüyle bir babanın resmi beliriyor albümde… Sonra, babasının önünde zıplayarak koşan, akşam babasını ve getireceği Doğan Kardeş dergisi ile yanındaki çikolatayı heyecanla bekleyen bir kız çocuğunun ve onun dış dünyayla, sanatla, edebiyatla, bilimle iletişim kurmasını sağlayan babasının resmi beliriyor… Albümün sayfaları zamanı hızlı hızlı atlayarak İstanbul’a, Erenköy sahillerine uzanıyor. Yine bir baba-oğul resmi: baba, yaşamın sırtındaki yüküne aldırış etmeden omuzlarında oğlu, neşeli şarkılarla onunla birlikte eğleniyor… Baba-oğul birlikte kürek çekip balık tutuyorlar, birlikte poz veriyorlar… Beynimdeki albümün sayfaları çevriliyor, çevriliyor… Araya birçok resim giriyor. Vatan için canını veren genç babaların umut dolu bakışlarıyla içimi acıtan vesikalık resimleri ve babalarının gidişlerini şaşkın ve acı dolu bakışlarla izleyen, babalarına selam duran çocukların resimleri… Ailesinin geçimini güçlükle sağlamaya çalışırken işsiz kalan babaların çaresiz çırpınışlarını gösteren resimler… Tüketim çılgınlığına esir düşmüş eşlerinin ve çocuklarının isteklerini yerine getirmeye çalışan babaların mutlu mu mutsuz mu oldukları belirlenemeyen resimleri… Televizyon ekranlarında yarışma programlarında eşlerinin, çocuklarının konuşmalarını, sunucuyla pazarlıklarını biraz mahcup, ama anlayışla karşılayan Anadolumuz’un babalarının resimleri… Ne de çok fotoğraf çekmiş beynimdeki fotoğraf makinesi! Resimler, resimler… Derken, albüm bir yerde takılıyor: bir anne, artık kucağa alınmayacak kadar büyümüş oğlunu kucağına almış, yanında baba, yürüyor. Çocuk babanın kucağını istiyor, baba da güçlü kollarına oğlunu… Ama anne, sahiplenme duygusunun zirvesinde… “Çocuk benim” diyen tavrıyla. “Çocuk annenin.” “Ben anneyim.“ Peki, ya baba?! Albüm burada duruyor; sayfalar çevrilmiyor artık… Peki, ya ‘baba’? Bir baba-oğul da benim ülkemden… Onları çok çok yakından tanıyorum, biliyorum: çocuk, “Ben büyüyünce babam gibi olacağım” diyor. Babayı en iyi çocuklar biliyor. Onlar babalarını tanıyorlar, değerlendirebiliyorlar, objektif olabiliyorlar. “Ben büyüyünce babam gibi olacağım” diyen pek çok çocuk var… Yeter ki onlara söz hakkı verilsin. Babalar… Beynimdeki resimlerini dizi dizi izlediğim babalar… Babalığın bilincine varmış, paylaşımcılığı içine sindirmiş, ama her şeyden sorumlu tutulan bu babalar… Onlara karşı neden önyargılıyız? Neden hep aşırılardayız? Kadının haklarının korunması için bütün erkeklerin potansiyel suçlu sayılması mı gerekiyor? Yazılacak çok şey var. Oysa bugün Babalar Günü… Çocuklarını her koşulda sevgisiz, bilgisiz bırakmamaya çalışan babalara Babalar Günü kutlu olsun. Ve vatanı için canını veren gencecik babalar! Sizleri saygıyla selamlıyorum. İstanbul, Haziran 2009 Yorumlar 1. İnal Karagözoğlu dedi ki, 21 Haziran 2009 Babalar Günü Deyince… Babalar Günü, kimi araştırmacılara göre Eski Roma’dan beri kutlanan bir gün… Bu günün, Amerika Birleşik Devletleri’nde Batı Virginia’da ortaya çıktığını belirtenler de var: John Dowdy adındaki bir kişi, annesinin ölümü üzerine onun anneliğini de üstlenen babasının anısına adamış böyle bir günü. Öte yandan, bu güne ilişkin tarih belirtilerek verilen bir bilgiye göre ise, ‘Babalar Günü’ diye bir gün ilk kez yine Amerika’da kutlanmış; 19 Haziran 1910 tarihinde Vaşington Eyaleti’nin Spokane kentinde… Böyle bir kutlamaya John Bruce Dodd adlı bir kişi ön ayak olmuş. Dodd’un babası, çocuk doğururken ölen karısının bıraktığı boşluğu doldurmaya çalışıp altı çocuğuna annelik yapmış, yaşamını onlara adamış… Dodd da, babasına özel bir gün armağan etmek isteğiyle ortaya babalar günü düşüncesini atmış. Zamanla Amerika’nın başka eyaletlerinde de kutlanır olan Babalar Günü için ilk resmi kutlama, 1924 yılında Calvin Coolige’in başkanlığı sırasında onun desteğiyle gerçekleşmiş. Babalar Günü’nün bu ülkede haziran ayının üçüncü pazar günü kutlanması kararı ise 1966’da alınmış. Babalar Günü’nün ülkemizde ne zaman kutlanmaya başlandığına gelince… Buna ilişkin resmi bilgiye rastlamadım. Örneğin, en güvenilir kaynaklardan olan Millî Eğitim Bakanlığı’nın genelağda yayımladığı ‘Tüm Kuruluşların Belirli Gün ve Haftaları’ başlıklı belgede Anneler Günü’yle ilgili bağlantı var da Babalar Günü’yle ilgili bağlantı yok. Hafızamı zorluyorum da, örneğin, 1980’den önce böyle bir günümüz olduğunu hatırlamıyorum; ardından da, olsa olsa, ‘tüketim toplumu yaratma’nın bir gereği olarak Özallı yılların bir armağanıdır, diye düşünmeden edemiyorum. Rahmetli’nin günahını almış olmayayım da… Böyle düşünmeme karşın, Babalar Günü’nü asla küçümsüyor değilim. Aklı başında bir Babalar Günü’ne elbette evet… Başta babalar ile çocuklar olmak üzere herkesin ‘babalık’ kavramını anlaması, içselleştirmesi gerektiği inancındayım. ‘Anne’ ile ‘baba’yı ‘birbirine karşı iki uç’muş gibi görmeden… Onları birer ‘seçenek’ olarak görme yanılgısına düşmeden. Şunu da eklemeden geçmeyeyim: zamanından önce Babalar Günü kutlaması yapan da alan da çok olur; bu durum Anneler Günü’nden kaynaklanıyor. Anneler Günü mayısın ikinci pazar günü ya, Babalar Günü’nün de haziranın ikinci pazar günü olduğu izlenimi oluşmuş çoğu insanda… Oysa, üçüncü pazar. Bu günü dünyada pek çok ülke bu tarihte kutluyor. 2. Ayseli Usluata dedi ki, 21 Haziran 2009 Babalar gününde babalara verilecek en güzel armağan “baba imajı”nın değiştirilmesi, babaların da çocuklarını anneleri kadar sevdiklerinin anlaşılması. Bu yazı da bunu çok güzel ortaya koyuyur. Nedense seven ve iyi babalar çoğunluk görünmeyen, fark edilmeyen ebeveyndir. Babaların değeri çoğu kez yitirildikten sonra anlaşılır ve “keşke”ler yaşanır. Aile mahkemelerinde yasalar gereği kadınlara pozitif ayrımcılık yapılıyor ve babanın çocukla ilişki kurması kısıtlanıyor, engelleniyor. Ortak velayetin artık ülkemizde de geçerli olması ve çocukların babasızlıkla cezalandırılmaması dileğiyle… 3. Necil Beykont dedi ki, 22 Haziran 2009 Ateş düştüğü yeri yakıyor. O kadar çok çocuk var ki babasını görmesi, ona sarılması, onun sevgisini, güvenini hissederek uykuya dalması engellenen… O kadar çok baba var ki bu engellere karşı umutsuzca, ama yılmadan mücadele vermeye çalışan… http://www.bosanmisbabalar.com/ sitesine gelen e-mailler her yıl babalar günü öncesi ve sonrasında artar. Bu yıl da öyle oldu. Evet, ‘Boşanmış Babalar’ diye kurduk bu siteyi, ama biz aslında çocuklarımızın babalı büyüme hakkını savunuyoruz. Bu haklarını çocukların ellerinden alan velayet sahibi kişiler ve arkalarındaki aile hukuku sistemimiz, belki günün birinde bilinçlenecekler. Ama önce aile hukuku sistemimiz… Önce o sistem önyargılardan kurtulacak… Önce o, kadınların da erkekler kadar potansiyel tehlike olabileceğini kabul edecek… Sonra, hâkimlerin küçücük çocuklarımızı okul saatinde duruşma salonuna getirip ifade almaları yasaklanacak. Bu iş, medeni ülkelerde olduğu gibi uzmanlarına bırakılacak… Bunlar olduktan sonra zaten o bilinçsiz kadınların da eli kolu bağlanmış olacak; çünkü artık çocukları babasız bırakmaya aile hukuku sistemini alet edemeyecekler. 4. N. Topak dedi ki, 21 Temmuz 2009 Sevgili Muzaffer Hanım, Her zamanki gibi yüreğinizin, gönlünüzün derin duygularını gördüm yazınızda. O sevecenliğinizle beni çok duygulandırdınız. Babanın varlığı en büyük güvencedir çocuğa. Bazen annenin gölgesinde kaldıklarını hissetseler de çok sever çocuklar babalarını. Babalara düşen sevgidir, ilgidir ve en önemlisi sabırdır. Her çocuk babasını örnek alır, gurur duyar. Kocaman bir BABAM der. Hiçbir çocuğun babasız, hiçbir babanın ilgisiz ve şefkatsiz kalmaması dileyerek güzel yazınızdan dolayı size saygı ve sevgilerimi sunuyorum. 5. Oya Özdemir dedi ki, 20 Ekim 2009 Sayın Bilgili, Öylesine içten ve insana tatlı bir şekilde sorgulama fırsatı veren bir yazı ki… Keşke, bu satırlar, özellikle mağduriyete neden olan kesimlere ulaşabilse… Ayna olur mu bilemem ama, en azından “-ACABA, BEN DE BÖYLE Mİ DAVRANARAK, HATA YAPIYORUM:”diye kendine soru yöneltebilen insanlar, belki, çocuklarının ruh aleminde açılan yaraları tamir etmeye bir yerlerden başlarlar. Yazınız çok anlaşılır ama, ya o fotoğraf; satırları katlamış… Saygı ve sevgilerimle, 6. Defne TD dedi ki, 23 Mart 2010 Baba bir çocuğun hayatındaki en önemli ‘yenilmez kahraman’dır. Canım babamın bana vermiş olduğu o ‘huzur dolu güven duygusu’nu hâlâ hasretle özlüyorum. Ne yazık ki çocukları esirgeyerek erkeğe ceza vermeyi arzulayan kadınlar esas yarayı çocuklarında açıyorlar. Haklı veya haksız nedenlerle kendileri ile yaşamayı istemeyen erkeklere güvenleri, akılları ve kadınlık duruşlarıyla cevap veremeyecek kapasitedeki kadınlar, maalesef, eski eşe olan kızgınlıklarını onu ‘babalık sevgisi’ ile döverek daha kolay ve daha çok acı veren bir yöntemle çıkarmayı tercih ediyorlar. Bir erkeğe karşı silahı, sadece çocuğu olan bir kadın gerçekten de zavallıdır.