Document 586096

advertisement
KÜLTÜR VE
MEDENİYETİMİZDE
EĞİTİM ANLAYIŞININ
TEMELLERİ
1.Kültür ve
medeniyet Bilgisi
Kültür ve medeniyet kavramları daha önce Türkçe 'de
yokken Osmanlı Devleti'nin batılılaşma döneminde dilimize
girmiştir. Ülkemizde ilk defa bu kavramları sosyolojik olarak
ela alan ve tartışan düşünürümüz Ziya Gökalp'tır.
Kültür, dilimize iki kaynaktan gelmiştir: Fransızca'dan,
Amerikanca'dan. Fransızca kültürün Türkçe karşılığı
İrfân, Amerikanca kültürün karşılığı, Medeniyettir
Demek ki, Fransızca kültürden kastedilen daha çok
sosyologların manevi kültür dedikleri kültürdür.
Amerikanca ise kültürden anlaşılan maddi kültür yani
Gökalp'in deyimiyle medeniyettir.
Ziya Gökalp, kültürle medeniyetin ayrı ayrı
kavramlar olduğunu kabul eder ve kültüre hars
der. Ona göre hars, milli olduğu halde medeniyet
beynelmileldir. Başlangıçta her kavmin harsı
vardır. Hars yükseldikçe medeniyet doğmaya
başlar.
Sosyolog ve antropologların yüzde doksanı
"medeniyet" kelimesini kullanmazlar, "kültür"
kelimesini tercih ederler. Kimine göre bu iki kavram
eş anlamlıdır, kimine göre farklıdır.Baltacıoğlu'nâ
göre Tanzimat'tan beri kültürle medeniyeti, vicdanla
aklı, Türklükle Avrupalılığı birbirine karıştırdık.
Sosyoloji bilimi, ayrı cinsten gerçekleri birbirinden
bıçakla kesilmiş gibi ayırması gerekir. Kültür ulusal,
medeniyet milletlerarasıdır
Prof. Erol Güngör’e göre, kültür ve medeniyet ayrımı, biz
Türkler için, sadece sosyolojik bir kavram meselesi
değildir; millet hayatına nasıl bir yön vereceğimiz
konusundaki isteklerimize objektif ve ilmi destek bulma
gayretleridir. Her toplumun kültürü, o toplumda yaşayan
insanların çeşitli problemlere karşı denedikleri çözüm
yollarından meydana gelmiştir. Çözüm tarzlarından
bazıları zamanla sabit hale gelerek, toplumun bütününe
mal olur ve toplumun kültürünü oluşturur
Doç. Nurettin Topçu’ya göre, kültürle medeniyeti birbirine
karıştırdığımız için Batı taklitçiliğine başladık. Medeniyet,
insanlığın çalışarak ortaya koyduğu teknik eserlerin
bütününden ibârettir. Kültür ise, bir toplumu kendi tarihi
içinde meydana getirdiği değer hükümlerinin bütünüdür.
Bunlar ilim, sanat, ahlâk ve dine ait değerlerdir. Batı
tekniği bize asırlardan beri damla damla gelmektedir.
Teknik; kültürden sızan bir usare, kültür ağacının
yetiştirdiği bir meyvedir. Halbuki, bizim kendi kültürümüz
tekniği yaratmadı. Onu emanet bohçalar içinde Batı'dan
aldık, yaratmanın zevkini bile yaşayamadık.
Prof Mehmet Kaplan’a göre Medeniyet ve kültürler, bir
bütün teşkil ederler. Her medeniyet kendine has bir
kültür ve sanat yaratır. Muzaffer Ersöz'e göre, kültür
ve medeniyet kavramlarının yeniden ele alınmaları
şekil ve muhtevalarının yeniden düzenlenmesi şarttır.
Ona göre, Türkiye Cumhuriyeti'nin bu kadar yıllık
cumhuriyet olmasına rağmen, medeni bir kişilik elde
edememiş olması ve çeşitli bocalamalar içinde
bulunmasının sebebi, bu kavramların yeterli şekilde
tanımlanmamış olmalarından ileri gelmektedir.
Bazı araştırmalar da kültürle medeniyeti eş anlamlı
kabul etmektedirler. Bunlardan bazılarını şöyle
sıralayabiliriz: İbn Haldun’a göre tarihin, sosyolojinin ve
antropolojinin konusu ümrandır. İslam, medeniyet ve
kültürü tek kelime ile ifade etmiştir: Ümran. Şu halde
İslam düşüncesinde kültür ve medeniyet ayrımı yoktur.
Bunun böyle olması doğaldır, çünkü evrensel bir din
olan İslamiyet, kültür ve medeniyeti evrenselliğe göre
tanımlayacaktır. Zaten evrenselliğe dayanan bütün
dinler ve ideolojiler evrensel kavramlar kullanacaklardır.
Malinowski kültürü, toplumun yarattığı
teknoloji ürünleri, tüketim maddeleri,
kurumlarına şekil veren ilkeleri, fikirleri,
zanaati, inançları ve gelenekleri olarak
tanımlar
Toynbee, medeniyetin, yaratıcı bir azınlıkla çok
sert olmayan bir çevrenin eseri olduğunu söyler.
Çevre her gün bu yaratıcı azınlığa sorular sorar,
bu azınlık o soruları çözdüğü sürece medeniyet
yaşamını sürdürür. Bu, sürekli bir diyalogdur ve
medeniyetin ömrünü belirleyen şey, bu
cevaplardaki isabet ya da isabetsizliktir
Toynbee tıpkı İbn-i Haldun gibi medeniyetlerin doğup,
büyüyüp, gelişip ve öldüğünü söyleyerek organizmacı
bir medeniyet anlayışı sergilemektedir. Sosyolojinin
babası kabul edilen Tunuslu ünlü tarihçi İbn Haldun’a
göre de devletler ve medeniyetler tıpkı canlı bir
organizma gibi doğup, gelişip, gerileyip ve
ölmektedirler
İbn Haldun ünlü eseri Mukaddime’de toplumları; Bedevî
(göçebe) ve hadarî (yerleşik) olmak üzere ikiye ayırmakta ve
bedevî toplumların zamanla çeşitli ekonomik faaliyetler
sonucu hadarîliğe geçiş yaptığını ve medenileşmeye
başladığını söylemektedir. Zaruri ihtiyaçlardan, lüks
tüketime geçme süreci olan medenileşme sonucunda refah
ve rahat hali artmakta ve çeşitli adetler ortaya çıkmaktadır
Türk Dil Kurumu’na göre
Kültür: Tarihsel, toplumsal gelişme süreci
içinde yaratılan bütün maddi ve manevi
değerler ile bunları yaratmada, sonraki
nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve
toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü
gösteren araçların bütünü…
Türk Dil Kurumu’na göre
Medeniyet:
Toplum bilimi ,Uygarlık
Kültür , bir toplumu kendi tarihi içinde meydana
getirdiği değer hükümlerinin bütünüdür. Bunlar ilim,
sanat, ahlâk ve dine ait değerlerdir. Batı tekniği bize
asırlardan beri damla damla gelmektedir. Teknik;
kültürden sızan bir usare, kültür ağacının yetiştirdiği
bir meyvedir. Halbuki, bizim kendi kültürümüz tekniği
yaratmadı. Onu emanet bohçalar içinde Batı'dan
aldık, yaratmanın zevkini bile yaşayamadık
Medeniyetleri kuran, inşa eden insandır. İnsan kültürü
aklıyla inşa eder. Aklıyla kültürü ve medeniyeti inşa eden
insan organik bir varlıktır. Organik bir varlık olan insan
nasıl ki doğar, büyür ve ölürse; insanın inşası olan
medeniyetler de doğar, büyür, gelişir ve ölür. Bir
medeniyetin ölmesi yerine bir başkasının geçmesi
demektir. Hâkim medeniyetin iktidarını, meşruiyet
gerekçesini kaybetmesi, var olan insan ihtiyaçlarına
kurum ve kuruluşlarıyla artık cevap veremez olmasıdır
(İbn Haldun).
Kültür ve Medeniyetimizi
kaynakları
Medeniyet ve kültürler, bir bütün teşkil
ederler. Her medeniyet kendine has bir
kültür ve sanat yaratır.
Medeniyet bir âmil, kültür ise sonuçtur, eserdir.
Medeniyet, kültür yaratan düzendir. Bir benzetme
yapılacak olursa, medeniyet bir fabrika, kültür ise
imâl edilen şeylerdir. Medeniyetin başlıca niteliği
yaratıcılığı, kültürün ise yaratılmış olmasıdır.
Her medeniyet bir değerler sistemidir. İnsan; inanan,
düşünen ve tesir eden bir varlık olduğu için, bütün
medeniyetlerin temelinde bir inanış, düşünce ve hareket
sistemi vardır. Burada maddi kültürle manevi kültürün
birbiriyle olan ilişkilerine dikkat çekilmektedir. Bu iki
kültür birbirini etkilemektedir. Örneğin lüks ve konfor
zihniyetine sahip olan Amerikan toplumunda arabalar
büyük ve içleri oldukça geniştir. Oysa tutumluluk
zihniyetini taşıyan Japon toplumunda otomobiller
küçüktür, hatta Japon jiplerinde nerede ise bagaj yoktur.
Demek ki, bir japon'un eşyası ancak üzerindeki kâdardır,
bu sebepten arabanın arkasında bir bagaja ihtiyaç
duyulmamaktadır.
Hiçbir medeniyet saf değildir. Hepsi birer sentezdir.
Bugünkü Avrupa Medeniyeti Grek ve Latin
medeniyetinin terkibidir. Yunan ve Latin kültürü ile
Hıristiyanlık felsefesi işlenerek, reform ve Rönesans
gibi büyük uyanışlardan geçerek Bugünkü Batı
uygarlığı doğmuştur Batı medeniyetinin esas
unsurları; ilim, onun hayata uygulanmasından ibaret
olan teknik, insan haklarını teminat altına alan hukuk
ve hürriyettir
Katıldığımız veya katılmayı hedef edindiğimiz modern
Batı medeniyeti eski Yunanla başlayan, asıl 15.
yüzyıldan sonra gelişen hamleleri eski medeniyetlerden
farklı yeni bir yükselme hattı çizmektedir .Türkler iki
defa medeniyet değiştirmişlerdir. IX ve X. asırlarda
kendi istekleriyle Müslüman olmuşlar ve İslâm
medeniyetine damgasını vurarak zamanın en ileri ve
yerleşik devletlerini kurmuşlardır. 18. asırdan itibaren de
Türkler, yine kendi istekleriyle Batı Medeniyetine
katılma çabası göstermişlerdir
Osman Turan'a göre Türklerin İslam medeniyetine girişleri ile
Avrupa medeniyetine giriş teşebbüsleri arasında benzerlik
vardır. İslâm medeniyetine girerken din değiştirmişler fakat
Batı medeniyetine girerken din değiştirmemişlerdir. Her
ikisinde de ortak nokta milli kültürden uzaklaşmamızdır. İslâm
medeniyetine Arap ve Farslar da girdiği halde, onlar milli
kültürlerini korumuşlar, fakat biz terketmişiz. Batı
medeniyetine girerken yine Japonlar ve Ruslar milli kültürlerini
korurken biz bırakmışız
İslam Kültür ve Medeniyetinin
Kaynakları
•
•
•
•
Akl-ı Selim
Kur’an Sünnet (Havassı Selime)
Örf ve Adetler
Diğer Kültür ve Medeniyetler
Akl-ı Selim
İnsanı ilahî emirler karşısında muhatap kılan akıl, “akl-ı
selim”dir. Akl-ı selimin Türkçe’de kazandığı anlamlardan ilki,
hüküm ve kararlarında doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden
ayırma yetisidir. Bu anlamda akl-ı selim yargılama yetisi
işlevini yürütmektedir. Diğer anlamı ise insanın doğru karar
vermesini sağ- layan, herhangi bir olumsuzluktan veya
ortamın kötülüğünden etkilenmeyen, yaratılışındaki
temizliği koruyan akıldır ki, bu da Allah’ın (c.c.) insanın
özüne yerleştirdiği fıtratı çağrıştırmaktadır
Kur’ân ve Sünnet
İslam kültür ve medeniyetinin ana kaynağı Kur’ân ve
sünnettir. Toplumun uyması gereken kanun ve nizamlar
Kur’ân’da mevcuttur. Kur’an ve sünnet öğretisinin
merkezinde mutlak, tek, üstün, yaratıcı, her şeyin sebebi
ve her şeyin hakimi olan Allah (c.c.) yer alır. Bu akide,
insanın varlık içerisindeki yerini, aklın önemini ve işlevini,
toplumun tabiatını ve hayatı yaşamak için dünya ve
hayatın kazanılması gereken bir imtihan olduğunu
öğretmektedir.25 Bu ilkeler sayesinde Müslümanlar, diğer
dinlerde bulunan ifrat ve tefrit sorununu yaşamamış, her
şeyi belli bir ölçü içerisinde değerlendirebilmişlerdir.
Beş Duyu (Havass-ı Selime)
İslam kültür ve medeniyetinin kaynaklarından biri de beş
duyudur. Havâs, kelimesi beş duyu anlamına gelen
hiss’in çoğuludur. İnsanların sahip olduğu hisler, görme,
işitme, tatma, koklama ve dokunma olmak üzere beş
duyudan oluşur. Bu duyu organları vasıtasıyla elde edilen
bilgiler İslam kültür ve medeniyetinin şekillendiren bilim
ve sanatın oluşmasında önemli katkı sağlamıştır. İslam
bilimlerine ait çeşitli kaynaklarda beş duyular bilgi elde
etme yollarından biri olarak kabul edilmiştir.
Örf ve Adetler
Müslümanlar hakim oldukları coğrafyalar farklı
düşüncelerle ve uygulamalarla karşılaşmıştır. Bunları
hem etkilemiş hem de onların birikiminden etkilenmiştir.
Mesela, İslamiyet’ten önce başka halklarda
olduğu gibi, Arapların hukuki uygulamalarının çoğu örf
ve âdete göre düzenleniyordu. İslam gelince, bu
uygulamaların zararlılarını kaldırmış, faydalılarına
olduğu gibi sahip çıkmıştır. Diğer bazılarını da ıslah
ederek, varlıklarını devam ettirmelerinde sakınca
görmemiştir.
Diğer Kültür ve Medeniyetler
Her toplumun yapısı bir inanca ve ona bağlı bir ahlak
nizamına dayanır. Medeniyetin ruhsal temeli
bir inanç, toplumsal temeli o inanca bağlı bir ahlak
nizamıdır. Bu ahlak nizamına ve inanca güven duyan
insanlar, o inancı ve ahlak nizamını yaşatacak devlet
teşkilatını ve iktisadi yapıyı kurarak büyük kültür eserleri
meydana getirirler.
Medeniyet kurucu nitelikteki inanç ile bu nitelikte
olmayan inanç arasındaki fark, inancın şu ya da bu
ölçüye göre “doğruluğu” meselesinden bağımsız
olarak ele alınmalıdır. Bu fark, rasyonel düzeyde
muhakeme konusu olacak şekilde zihinde temsil
edilmesi ile üzerinde mantık yürütülemeyen bir
duygusal reaksiyon olarak zihinde karşılık bulması
arasındaki farktır. Bu bakımdan insanın meselesi,
inanmak ile inanmamak arasında değil, Hakk’a
inanmak ile batıla inanmak arasındadır
2.Kültür ve Medeniyetimizin
Özellikleri ve özgünlüğü
Kültür ve medeniyetleri birini diğerinden ayırmaya
yarayan unsurlar vardır. Her toplum kendi bünyesinde
bir medeniyete sahiptir ve bu medeniyet onu kendisi
yapan bileşenleri bünyesinde taşır. Bir toplum
medeniyeti ile ayakta durur. Medeniyet, toplum
hayatında insanı ayakta tutan omurganın görevini
üstlenir. Medeniyeti ve geleneği olmayan bir toplumun
varlığını sürdürmesi imkânsızdır. Bunlar kültür ve
medeniyetin esaslarını oluşturur. İslam kültür ve
medeniyetini diğerlerinden ayıran inanç, ibadet, ilim,
sosyal hayat, teknik vb. alanlarda meydana getirdiği
müşterek unsurları/esasları vardır.
Hürriyet
İslam kültür ve medeniyet tarihinde hürriyet konusu,
filozoflar, dilbilimciler, kelamcılar, fakihler ve
mutasavvıflar tarafından farklı açılardan tartışma
konusu yapılmıştır. Örneğin Müslüman filozoflardan
Fârâbî’ye göre kişinin, iyi olanı seçip yapabilmek için
hem sağlıklı düşünme yeteneğine hem de irade gücüne
sahip olması gerekir. Fârâbî’ye göre buna sahip
insanlar “hür”dür. Aksi takdirde insan, köle tabiatlılardan
olur.
İlim
İslamiyet, yeryüzünde insanlığı ilme sevk eden ve ilim tahsilini
ibadet sayan yegâne dindir. İslamiyet, “İlim dini” olarak da
sıfatlandırılabilir.15 İslam, insanı, ilim öğrenmeye teşvik
etmiştir. “Oku, yaratan Rabbinin adıyla, O insanı
embriyodan yarattı. Oku. Rabbin nihayetsiz kerem
sahibidir. Ki O, kalemle öğretendir. İnsana bilmediğini O
öğretmiştir.”İlk emir, İslam davasının ilk adımı atılır atılmaz
peygamberi Allah’ın (c.c.) adıyla okumaya yöneltmektedir.
Ardından “Kalemle öğretendir.” ifadesiyle; bilginin yegâne
kaynağının Allah (c.c.) olduğu, insanın bildiği her şeyi o
kaynaktan aldığı, varlıklar âleminde ve kendi hayatında tecelli
eden her sırrın onun eseri olduğu ifade edilmiştir.
Evrensellik
İslam kültür ve medeniyeti hem kaynağı hem içeriği
ve mahiyeti itibarıyla evrenseldir. İslam medeniyetinin
kaynağı, insanları, yeri ve gökleri, kısaca evreni
yaratan Yüce Allah’tır (c.c.). O, dışlayıcı değil,
birleştiricidir ve her şeyi kuşatıcıdır. Dolayısıyla O’nun
gönderdiği son din İslam’ın ürettiği medeniyet
evrenseldir. Diğer yandan, bu medeniyet içeriği
itibarıyla evrenseldir. Çünkü taşıdığı ve hayata
geçirilmesini istediği değerler, belli bir kesimi değil,
bütün insanlığı kuşatıcıdır.
Barış
Tevhid mücadelesi veren peygamberlerin hayatları
incelendiğinde hepsinin bozgunculuğa son vermek ve
şirki sonlandırıp Allah’a (c.c.) inanılmasını sağlamak için
çaba sarf ettikleri, kendilerine yapılan her türlü şiddete
karşı sulh/barış ile karşılık verdikleri görülür.
Hz. Peygamber'in (s.a.v.) de Mekke döneminde
müşriklerin her türlü şiddet ve tecrit uygulamalarına karşı
sulh/barışı tercih ettiği, Medine döneminde hicret ile
birlikte Medine’nin yerlileri olan Evs ve Hazreç kabileleri
arasında barışı sağladığı, çevre kabileler ile barış
anlaşmaları yaptığı, Hudeybiye Sulhu ile Mekkeli
müşriklerle anlaşma yoluna gittiği bilinmektedir.
3.Kültür ve Medeniyetimizin
Analizi(Dünü, Bugünü ve Geleceği)
İslam‟ın yayılma sürecine baktığımız zaman
Medine döneminin Mekke döneminden daha
başarılı olduğunu görürüz. Bunun temel nedeni,
Mekke toplumu homojen yapıda iken, Medine
toplumunun heterojen yapıda olmasıdır. Yani
Mekke‟de neredeyse sadece putperestler
bulunurken, Medine toplumunun yarısı putperest,
kalan yarısı başta Yahudiler olmak üzere başka
inançlardandı.
Anadolu ve buraya gelen Türklerin durumu
Medine‟deki ilk dönem ile büyük benzerlikler
göstermektedir. Bu bölge tarihin ilk dönemlerinden
itibaren birçok medeniyete beşiklik etmiştir. Türkler
Anadolu‟ya yeni bir renk ve heyecan getirmiş ve bu
durum yaklaşık 8 asır sürmüştür.
Selçuklular ve onların devamı olan Osmanlılar
hem bu toprakları Müslümanlaştırmışlar, hem
de kendileri dairesi içine girdikleri İslam
medeniyetinin bayraktarlığını yapmışlardır.
İslamiyet, Türk toplumunun eski kültürünü yeni
değerlerle kuvvetlendirmiş ve yeni bir hamle
yapmaya hazır hale getirmiştir.
Türk tarihinden gelen özellikler, İslamiyet‟in getirdiği
dünya görüşü ve ahlak nizamı ile birleşerek Selçuklu
Devleti‟ni, Anadolu Selçuklu Devleti‟ni, Osmanlı
Devleti‟ni ve Türkiye Cumhuriyeti‟ni kuran ruh ve
şuuru oluşturmuştur. Bir devletin sosyal yapısının
temelinde o milletin ruhu vardır. Altı asra yakın üç
kıtada hükmeden bir imparatorluğun kendisini
zorlayan bir güç olmadan bütün din ve ırklara bu
şekilde hükmetmesinin nedeni iyi tespit edilmelidir.
Medeniyetler arası çatışmanın gündemde
olduğu, insanların ırklarından ve inançlarından
dolayı öldürüldüğü günümüzde, Osmanlı
örneğini bir defa daha incelemenin zamanı
gelmiştir. Teknolojinin son derece ilerlediği
zamanımızda insanlığın diyalog ve hoşgörüye
her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardır.
Osmanlı medeniyetinin bize miras bıraktığı, çok
kültürlü ve çok dinli sosyal yapı günümüzde hem
dünyanın hem de ülkemizin muhtaç olduğu
hoşgörüye örneklik edebilecek yaşam
biçimlerinden birisidir. Bir milletin rahat ve huzur
içinde yaşaması için mensubu olduğu medeniyetin
özelliklerini taşıması gerekir.
Osmanlı Devleti son iki asrında Batı karşısındaki
sürekli yenilgileri nedeniyle, bilinçli veya
bilinçsiz olarak kendi medeniyet çizgisinden
uzaklaşmıştır. Medeniyetimizle barışmak ve
onun bazı özelliklerinden faydalanmak bizi en
azından millet olarak daha mutlu kılacaktır
Yaşadığımız dönemde birbiriyle alakalı veya alakasız
birçok gelişmeler yaşanmaktadır. Dünyanın gideceği
yön bu günlerde biçimlenmektedir. Burada bin yıldır
Türk-İslam medeniyetinin temsilciliğini yapan Türk
milletinin ve onun temsilcisi olan Türkiye Cumhuriyeti
Devleti‟nin söyleyeceği şeyler olmalıdır. Türkiye bu
dönüm noktasında insanlığa ne gibi katkılarda
bulunabilir iyi değerlendirilmelidir.
Türk tarihinin getirdiği medeniyet tecrübesi ve
„Osmanlı Barışı‟ örneği günümüz dünyası için en
önemli kılavuz olacaktır. Bir asra yakın süredir
insanlığın yaşadığı birçok sıkıntı ve hastalık için
bu tecrübeden önemli tedavi yolları çıkarılabilir.
Nasıl Bir gelecek
Öngörüyoruz?
49
4.Kültür ve
Medeniyetimizden Eğitime
yansımalar
50
Türk eğitim tarihi, Türklerin eğitim anlayış ve
uygulamalarını inceleyerek dönemsel özellikleri
ve zaman içinde ortaya çıkan farklılıkları
belgelerle ortaya koyar. Dönemsel özellik ve
farklılıkların değerlendirilmesi,günümüz eğitim
sorunlarının daha iyi anlaşılmasına ve
çözülmesine yardımcı olur.
51
Türk toplumunu derinden etkilemiş olan iki olay,
İslamiyet’in Türklerce kabulü ve cumhuriyetin ilanı,
Türk eğitim tarihi açısından da dönüm noktası
olarak kabul edilmiştir. Buna göre Türk eğitim tarihi,
üç ana döneme ayrılır: (1) İlk Türk Devletlerinde
Eğitim, (2) İslamiyet’in Kabülünden Sonra Türklerde
Eğitim, (3) Cumhuriyet Döneminde Eğitim.
52
İslamiyet öncesi dönemde Türk
devletlerinden üçü ön plana çıkar: Hun,
Göktürk ve Uygur devletleri.
Bunların eğitim görüş ve uygulamalarında
görülen temel özellikler şunlardır:
Din ve inanış, kültür ve uygarlığın oluşmasında rol
oynayan temel unsurlardandır. Nitekim İslamiyet’in
kabulünden önceki Türk toplumlarının siyasi, sosyal,
ekonomik ve kültürel yapılarının şekillenmesinde de din
ve inanışın önemli bir rolü vardır. Yeni bir dini
benimsemek, o dinin etrafında gelişen uygarlığın üyesi
olmak anlamına gelir. Örneğin Türkler, İslamiyet’i kabul
ettikten sonra İslam uygarlığının etkisi altına girmiş ve
zaman içerisinde onun gelişmesinde önemli roller
üstlenmişlerdir.
İslamiyet’i kabul eden Karahanlılar döneminde
Türklerin toplum yapısında önemli değişiklikler olmuş;
eski Türk kültürü ile İslam kültürünün kaynaşması
sonucunda Türk-İslam kültürü ortaya çıkmıştır.
İslamiyet’in kabülünden sonra sosyal, siyasi ve
ekonomik alanlardaki önemli değişimlerin doğal bir
sonucu olarak eğitim anlayışı ve uygulamaları da
değişmiştir.
Eski Türklerdeki töreye dayalı eğitim anlayışı
Karahanlılar döneminde değişime uğramış, İslam
dini ve kültürünün öğretilmesi amacıyla dönemin
en önemli örgün eğitim kurumları olan medreseler
açılmıştır. Devlet adamları, bilgin ve sanatçıları
koruyup desteklemişlerdir
Karahanlılar döneminde olduğu gibi Selçuklu ve
Osmanlı dönemlerinde de bilimsel eserlerin
hükümdarlara ithaf (adına sunma) edilmesi,
bunun delili olarak gösterilebilir. Karahanlılar
döneminde örgün eğitim kadar yaygın eğitime
de önem verilmiş, meslek eğitiminin çocuk
yaşlarda başlamasına dikkat edilmiştir.
Devlet teşkilatlanmasında Karahanlılardan etkilenen
Büyük Selçuklu Devleti (Anadolu Selçuklu Devleti dâhil),
eğitim kurumlarını da onlardan örnek almıştır.
Selçuklular, bu kurumları daha da geliştirerek sonraki
Türk devletlerine örnek olmuştur. Selçuklular
döneminde Nizamiye Medreseleri açılmış; birçok şehir,
bilim ve kültür merkezi hâline gelmiştir. İlk dönemlerinde
eski Türk geleneklerini sürdüren Selçuklular üzerinde
zamanla Arap ve Fars kültürünün etkisi artmıştır.
Selçuklu dönemi eğitim kurumları içinde medreseler,
ahilik ve atabeylik ön plana çıkmaktadır.
Geleneksel Osmanlı eğitim sistemi, dinî temele dayanır
ve âlim (bilgin) sözcüğünden din bilgini anlaşılır.
Devletin, sivil eğitim kurumları üzerinde herhangi bir
denetim ve kontrolü yoktur. Eğitim yöntemi
esas olarak nakilci ve ezbercidir. Tanzimat Dönemine
kadar, eğitim her düzeyde ücretsizdir. Osmanlıca
adı verilen Türkçe, Arapça ve Farsça karışımı yapay bir
dil geliştirilmiştir. Böylece aydınlarla halk arasındaki
uçurum derinleşmiştir. Eğitim ve bilginin toplumda
yaygınlaşması güçleşmiştir. XVIII. yy.dan sonra, eğitim
sisteminde yenileşme başlamıştır.
Osmanlı Devleti, kuruluşundan itibaren eğitim
ve bilime büyük önem vermiştir. Bu uygun
ortamda, daha önceki Türk devletlerinden örnek
alınan medreseler, Osmanlılarda da gelişerek
varlığını sürdürmüştür. Osmanlı Devleti’nde ilk
medrese Orhan Gazi tarafından İznik’te
Orhaniye Medresesi adıyla kurulmuştur.
Eğitime Katkıda Bulunan Düşünürler
5.Milli Kültür ve Medeniyet Bilinci
İnsan tek başına bu dünyaya gelmiştir ve tek başına bu
dünyadan ayrılacaktır. Allah onu, akıl, irade, seçme
özgürlüğü, düşüncelerini açıklama gibi değerlerle
donatmıştır. Bu sayede insan, iyiyi kötüden, helalı haramdan,
günahı sevaptan ayırt edebilecek bir özellikte yaratılmıştır.
Tekil olarak her insan, bu özelliği sayesinde kendi yaptığı
iyilik ve kötülüklerinden, helaller ve haramlarından, fiillerinin
sonuçlarından bizatihi sorumludur. İslam anlayışında her
insan, bireysel hayatında bağımsızdır, özgür iradesiyle yapıpettikleri sadece kendisini bağlar. Bir kimse, başka birinin
yaptıklarından dolayı sorumlu tutulmaz. Bir suç- tan, ancak o
suçu işleyen kimseler sorumludur. Hiç kimse başkasının
işlediği suçu yüklenemez. Suçlar, bireyseldir.
İslam medeniyeti bir hayır veya iyilik, şefkat ve
merhamet medeniyeti olarak tanımlanabilir.
Kur’an’ın ve Hz. Peygamberin iyi olma ve iyilik
yapma doğrultusundaki ısrarlı ve kesin vurguları ve
hayırda yarışma ilkesi, başlangıçtan itibaren
Müslümanların, yaşadıkları her zaman ve mekânda
çeşitli kurum ve kuruluşlar oluşturmalarına vesile
olmuştur..
Bu çerçevede vakıflar, şifahaneler, yetimhaneler,
imarethaneler, aşevi, düşkünler evi, çocuk yurtları,
cami, medrese, kervansaray, okul, sebil, köprü vs.
gibi birçok eser tesis edilmiş, hayırda yarışma ilkesi
işlevsel ve görünür hâle getirilmiştir
Sevgi Saygı:
İslam’ın temel esaslarından birini insanı sevmek
oluşturur. Yunus Emre’nin dediği gibi “Yaratılanı hoş
gör, Yaradan’dan ötürü.” Sevgi, kalbin sevilen varlığa
yönelmesi ve ona tüm varlığı ile bağlanması şeklinde
tanımlanabilir. Gerçek sevgi, benlikten sıyrılmış,
kısıtlayıcı olmak yerine, kucaklayıcı olan, almak yerine
vermeyi tercih eden, pasif bir duygu yerine etkinliği
önceleyen bir özellik taşır.
Eşitlik ve Kardeşlik:
İslam, eşitlik ve kardeşlik esasına dayanır. İnsanlar; hayatta ve
ölümde, haklarda ve borçlarda, kanun ve Allah huzurunda,
dünyada ve ahirette eşittir. İslam, insanların birbirlerine karşı
herhangi bir üstünlük unsurunu beraberlerinde getirdikleri
hurafesini kesinlikle kabul etmez. İslam’da kardeşlik, “inanç”
üzerine bina edilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de: “Müminler, ancak
kardeştirler...” ve “Müslümanlar, kurşunla sağlamlaştırılmış bir
yapı gibi birbirlerine bağlıdırlar...” buyrulur. Bu bağlamda
müşterek manevi değerlere bağlı kardeşlik, biyolojik kardeşlikten daha kuvvetlidir. Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın,
hangi kavme mensup olursa olsun, hangi dili konuşursa
konuşsun, derisinin rengi, cinsiyeti, ekonomik durumu ne
olursa olsun, bütün müminler birbirlerinin kardeşidir.
Diğerkâmlık(İsar)
Başkasının iyiliğini isteme, başkasına faydalı olma eğilimi için
kullanılan ahlâk terimi Başkaları için özveride bulunma anlamında
ahlâk terimi.
İsar: Sözlükte “bir şeyi veya bir kimseyi diğerine üstün tutma, tercih
etme” mânasına gelen îsâr ahlâk terimi olarak “bir kimsenin, kendisi
ihtiyaç içinde bulunsa bile sahip olduğu imkânları başkalarının ihtiyacını
karşılamak üzere kullanması, başkasının yararı için fedakârlıkta
bulunması” demektir. Cürcânî îsârı, “kişinin başkasının yarar ve çıkarını
kendi çıkarına tercih etmesi veya bir zarardan öncelikle onu koruması”
şeklinde tarif ederek bu anlayışın din kardeşliğinin en ileri derecesi
olduğunu belirtir. Îsâr anlamında Batı dillerinde kullanılan altrüizm
karşılığında modern Arapça’da daha çok gayriyye, Türkçe’de diğerkâmlık
ve özgecilik terimleri kullanılmaktadır.
Güven:
Güvenin sözlük anlamı ise; korku, çekinme ve kuşku
duymadan bağlanma duygusu, itimat, yüreklilik ve
cesaret demektir. Güven kavramı özünde bir beklenti ve
inanç içermektedir. Bir kişinin, karşı tarafın adil, ahlaki
kurallara uygun ve öngörülebilir biçimde davranacağına
ilişkin inancını temsil eder. Güven, bilişsel bir kavrayıştan
çok, bir şeye bağlılık ifade eden itimadın bir “inanç”
biçimidir. Güven duygusu insanın kişilik yapısına ait bir
özellik olmakla birlikte hem birileri tarafından güvenilir
bulunmak hem de başkalarına güvenmek bakımından
toplumsal boyutları da vardır
İnsanlara yardımcı olmak istiyorsanız güven esastır. İki türlü
güven vardır. Başkalarına güvenmek ve başkalarının size
güvenmesini sağlamak. Sorunları sürekli ve güvenilir bir şekilde
aşmaya başladığınızda insanlar doğal olarak size güvenmeye
başlayacaklardır. Ancak insanların güvenlerini kazanmanın daha
güçlü ve uzun dönemde etkili yolu onlara sizin onlara
güvendiğiniz hissini vermektir. Bu bir sanattır ve şunlarla beslenir;
hiçbir zaman dedikoduya kulak vermeyin ve siz de hiçbir zaman
dedikodu yapmayın; ne yargılayın ne de zan oluşturun; onun
yerine ruhsal olun ve ruhlarınız temiz olsun. Başkaları için iyi
niyetler geliştirmeyi öğrenin. Bu sizin güvenme yeteneğinizin en
son ölçüsü olacaktır. İyi niyetli bir düşünce yapısı, aynı şekilde
davranışlara da yansır ve güvene dayalı ilişkilerin sağlam
temellere oturtulmasını sağlar.
Yardımlaşma ve Dayanışma:
Her insanın, yaşadığı toplumuna karşı, birtakım sorumlulukları vardır.
Bunların başında, imkânı olanların ihtiyaç sahiplerini maddi ve manevi
yönden desteklemeleri gelir. Bu yüzden İslam, insanlar arasında
yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik edici bazı ilkeler öngörmüştür.
İslam’ın öngördüğü bu ilkeler, İslam toplumlarında sosyal hayatın barışa
dayalı olarak sürdürülmesi açısından son derece önemlidir. Kur’an’da ve
Hz. Peygamber ’in (s.a.v) hadislerinde bu alanda Müslümanlara yüklenen
sorumluluklar hatırlatılır. Kur’an’da geçen bir ayette yardımlaşma
konusunda Müslümanların özveride bulunma ahlakları şöyle anlatılır:
“...Kendilerinin ihtiyaçları olsa bile, yoksul kardeşlerini tercih edip onların
ihtiyaçlarına koşarlar. Kim kendi nefsinin cimriliğinden korunursa
kurtuluşa ermiştir.”Hz. Peygamber (s.a.v) de hadislerinde sosyal
yardımlaşma ve dayanışma üzerinde durmuştur
İnfak:
Bilinçli Müslümanın hayatında asıl gaye Allah’ın rızasını
kazanmaktır. Kur’an’da Allah’ın kendilerinden razı olduğu
ve kendileri deAllah’tan razı olmuşinsanlar övülür. Allah’ın
rızasının her şeyden önemli olduğu açıkça ifade edilir. Bir
Müslüman için Allah’ın sevgisini ve rızasını kazanmak,
kazançların en büyüğüdür. Allah’ın sevgisini ve rızasını
kazanmanın önemli yollarından biri de infaktır. Kur’an’da
iyi Müslümanın nitelikleri sıralanırken “infak etme”
özelliğine yer verilir. İyi bir Müslüman infak ederken,sahip
olduğu varlıkların iyilerinden infak eder, ölçüyü kaçırmaz,
önceliklere dikkat eder
Kültür ve medeniyetimizde estetik ve Sanat
Arapça’da sun’ kökünden gelen sanat, insanların
zekâ ve tecrübe ile kazandıkları bilgi ve maharet
sayesinde yaptıkları işlere denir. Allah’ın
isimlerinden birisi de es-Sani’dir. Kur’an-ı Kerim’de
“Allah’ın sanatı” ifadesi şöyle anlatılır: “Dağları
görürsün, onları hareketsiz sanırsın. Hâlbuki onlar,
bulutların geçişi gibi hareket ederler. Bu, her şeyi
sağlam ve yerli yerince yapan Allah’ın
yaratmasıdır/sanatıdır...”
Şiir :
İnce zekâ, anlayış, duygu ve bilgisinden dolayı, bir
şeylerin farkında olan, hisseden, düşünebilen kimseye
şair, şairin eylemi olan ince duygu ve ilime de şiir adı
verilir. Daha sonra şiir, vezinli söyleyişler için de isim
olmuştur. Cahiliye devrinde Araplar şiire ve gelecekten
bahseden şâire büyük değer veriyorlardı. Şiirde bir
etkileme vardır. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.v) şair
Hassan b. Sabit’i yanında bulundurur, ondan zaman
zaman şiir dinlerdi.
Musiki:
Güzel sözlerin estetikle örülü güzel bir şekilde
sunulması bazen de musiki yoluyla olmaktadır. Her
insanın yaratılışında musiki duygusu vardır. Hz.
Peygamber (s.a.v) bir hadislerinde: “Kur’an’ı okurken
seslerinizle güzelleştirin.” buyurmuşlardır. Farklı
makamlarda icra edilen Kur’an, ilahiler, kasideler,
mevlitler ve ezanın insan üzerinde çok olumlu
tesirlerinden bahsetmek mümkündür. Hatta bu
sebeple, İslam’ı seçenler bile olmaktadır.
Hüsn-i Hat :
Yazı sanatı, İslam medeniyetinin en gözde sanatları
arasında yer alır. Hüsn-i hat, güzel yazı demektir. Hüsn-i
hat, her ne kadar cismani aletlerle meydana gelirse de
ruhi bir geometridir. Bu sanatın gelişmesinde Kur’an’ı en
güzel bir şekilde yazma isteği büyük rol oynamıştır.
Kur’an’a hizmet aşkı ile estetik zevk birleşince dünyanın
en güzel sanatları arasında yer alan hüsn-i hat ortaya
çıkmıştır. Yazı çeşitlerini ifade etmek için kalem tabiri
kullanılır. Aklam-ı sitte denilen altı çeşit yazı vardır.
Bunlar: sülüs, muhakkak, reyhanî, nesih, tevkii, rika’dır.
Tezhip
Resim ve heykel sanatları, eskiden tapınmak
maksadıyla yapıldığı için Müslüman sanatçılar
bunların yerine farklı sanatlara yönelmişlerdi.
Bunlardan birisi de tezhiptir. Hüsn-i hat sanatının
çevresini gü- zelleştirmek için süsleme sanatı adı
verilen tezhip doğmuştur. Bu sanat, hat sanatının
ayrılmaz bir par- çası olarak görülür.
Minyatür:
Minyatür, kâğıt ve parşömen üzerine yapılan bir çeşit
resimdir. Bu sanat dalı Uygurlardan İlhanlılara,
onlardan Selçuklu ve Osmanlılara geçmiştir. Osmanlı
ve İranlılarda bu sanat çok gelişmiştir. Bizde XVI.
yüzyılda Nigari, XVII. yüzyılda Nakşi ve XVIII. yüzyılda
Levni bu sanatın en meşhur temsilcileridir. Minyatürün
resimden farkı, gölgesiz olması ve derinlik
bulunmamasıdır.
Ebru
Ebru, birtakım özel boyalarla su üzerine yapılan
şekillerin kâğıda çıkarılma işlemidir. Kâğıda
yansıtılan şekiller bir mermer görünümü alır.
Eskiden ebru, levha ve minyatür kenarlarında
kullanılırdı. Günümüzde soyut sanat kabul edilen
ebru, tablo, kumaş ve duvar deseni olarak
kullanılmaktadır. Ebru sanatının Buhara’dan
Anadolu’ya geldiği rivayet edilir.
Günümüz insanı, kendini tanımadan madde
dünyasında kayboldu. Manevî değerleri ve ruh
kanunlarını tanımadan yetişti. Etrafındaki hadiselere ibretle bakmak bir tarafa, mânâ cihetini
düşünmeksizin “günlük ekonomik yaşama”yı da
memnuniyetle karşıladı. Bütün bu menfiliklere
rağmen; sıhhatli bir fikrî, amelî ve manevî vasat;
makul bir İslâmî dünya görüşüne erişmeye
kâfidir. Kişiye düşen tek şey, sormak, araştırmak,
düşünmek ve dinmeyen bir mücahede...
Netice olarak; insan, davranışlarıyla değer kazanmaktadır. Müslümanın imân
beşerî istek ve arzuların tatmini için kesin bir temel ve eleştirmen olarak göre
yapmalıdır. Yani irâde ve arzular imâna göre ayarlanmalıdır. İslâm, zaman-meka
üstü, kainatı kuşatan bir gerçeklik olarak bütün problemleri ihata edebilecek v
çözüme kavuşturacak, muhtevalı bir düşünceyi icap ettirir. Varlığa sadece gözleriyl
bakanlar, onu ancak gözlerinin ihatası nisbetinde kavrayabilirler. Eşyayı basıretl
didik didik edenler; arının çiçeklerde bal-özü topladığı gibi, her şeyden ibrete şâya
manalar çıkarabilirler.
.
Etrafındaki menfiliklerden şikayetci olanlar,
kendi nefislerinden başlamadıkça müsbet
neticeye erişemeyeceklerdir... Kendinizi görmek
mi istiyorsunuz? Aynadaki şeklinize değil,
içinizdeki aynalara bakınız. İnanarak düşünüp,
düşünerek davranan insanlar mükemmelliği
yakalayabileceklerdir
Download