TJÎ.M.M. B : 43 3 . 3 . 1992 0:2 Sayın milletvekilleri, bir kere, hemen sözlerimin başında ifade edeyim: Gençler, yaşlılar, kadınlar, erkerler, çocuklar, gibi ayırım yapmak, biraz sunî oluyor. Çünkü, kim gençtir; nasıl genç olur; gençliğin problemi, acaba yaşlıların probleminden farklı mıdır; gerçekten bir ayırım yapmak gerekir mi; yoksa, akıl sahibi insanların hepsini birden muhatap alıp, hepsini aynı mü­ kellefiyet ve sorumlulukta tutup, hepsinin sıkıntılarının, problemlerinin, sorunlarının olduğu­ nu hesaba katıp, top yekûn düşünmek mi daha faydalıdır acaba? Hani derler ya; bir ipliğini çeksen, kırk yamalığı dökülüyor; Türkiye'de de öyle bir yapı, öyle bir düzen var ki, burada parça parça, nokta nokta, grup grup problemleri, sorunları alıp konuşmak ne ifade eder bil­ miyorum; ama, sadece konuşulmuş olur. Ülkenin ekonomisi tahrip edilmişse, ülke yöneticilerinin birbirlerine ithamları ayyuka çık­ mışsa, ülkeyi yöneten dünün gençleri, bugünün ağabeyleri, büyükleri, kokuşmuş yolsuzluk dos­ yalarının altında ezilmekteyse, acaba gençliğin hangi problemini çözeceğiz ve gençliğe, kimi, ne diye örnek göstereceğiz?! Değerli arkadaşlar, biz Refah Partisi olarak, meseleye bütün bakmak zorundayız. Sadece üniversite gençliğini değil, sadece köyde yaşayan gençleri değil, sadece yurt dışındakiler değil, sadece işçileri, doğudakileri, batıdakileri değil, bütün dünyayı içine alan bir perspektifle bak­ mak mecburiyetimiz vardır; çünkü, bugün hiçbir ülke, dünyadan soyutlanamıyor. Çanak an­ tenler, uydular, uydu antenleri... Ve iletişim ağının hızlı ve girift durumu, artık herkesi içine almış, herkes birbirinden etkileniyor; Amerika'da çıkan bir şarkı, Türkiye gençliğini ertesi gün etkiliyor; Fransa'da çıkan bir moda, bir ayakabbı, Türkiye'ye intikal ediyor; bir başka yerde çıkan bir laf, bir havadis, Türkiye'de konuşuluyor ve dünya insanlığı -gençliği de bilhassa ön planda olmak üzere- birbirinden hızla etkileniyor. Böyle bir dünyada, ayrı, özel, tedbirler almak, acaba hangi problemimizi, nereden çözü­ me kavuşturur? Biz, bu dünyayı yaşanır kılma çabası içindeyiz; sadece gençler için değil, sadece yaşlılar için değil, sadece insanlar için değil, hayvanlar için, bitkiler için, su için, hava için, dünyayı yaşanır kılmak mecburiyetindeyiz; problemleri top yekûn ele almak mecburiyetindeyiz. Bu anlamda, şunu arz etmek istiyorum: Bugün, dünya, Batı medeniyetinin mıknatıs alanı içindedir; Türkiyede kendini bu mıknatısa, bu manyetik alana kaptırmış, hızla peşinde koş­ maktadır. tşte, bu noktadan baktığımız zaman, şu netice çıkar orta yere: Batılılar, gladyatörle­ ri dövüştürürlerdi; açılmış geniş çukurların içnideki aslanların önüne köleleri atarlardı; ya as­ lanlar köleyi, gladyatörü parçalayacak ya da gladyatör aslanı öldürecek... Çoğu zaman, tabiî, aslanlar, kaplanlar, o köleleri öldürürdü ve Romalılar, çığlık çığlığa alkışlarlar, ayağa kalkar­ lardı. Bununla ölümden ve kandan zevk alan bir medeniyetin kök anlayışlarından bahsetmek istiyorum sizlere. Aynen devam ediyor şimdi: Matadorlar, arenalarda boğaların boyunlarına sapladıkları mızraklarla kan fışkırttıkça, "oley" diye ayağa kalkıyor dünya gençliği. ölümden ve kandan zevk alan, kökü ölüm ve kan olan bir medeniyetin manyetik alanı içinde bugünkü dünya. Bu medeniyetin aslı esası, yemek, tüketmek, öldürmek, bir dakika faz­ la yaşamak, bir lokma fazla yemek; fakat, ille başkaları ölsün, başkaları aç kalsın, hiç önemli değil; işte, böyle, sinsice, sadistçe ve egoistçe bir anlayışın ürünü: dünyada bunun etkisi altın­ da. Amerikan lisesinde, arka bahçelerin duvarları arkasında nike marka ayakkabıyı arkadaşın­ dan alabilmek için arkadaşının gırtlağını kesiyorsa Amerikan genci ve bu akım Türkiye'ye kadar — 559 —