Islama Davet

advertisement
İSLAM’A DAVET KİMİN GÖREVİ?
Doç. Dr. İsmail KARAGÖZ
“İslam”, Hz. Âdem’den itibaren bütün peygamberlerin insanlara tebliğ
ettiği tevhid (tek tanrı) esasına dayalı hak dinin adıdır. “Allah katında din
ancak İslam’dır. (Al-i İmran, 3/19) ayeti bu gerçeğin ifadesidir. Yüce Allah İslam’ı
hak din olarak kabul eden kimseye “Müslüman” adını vermiştir. (Hac, 22/78)
“E-m-m” kökünden türeyen ve sözlükte “sınıf, grup ve cemaat” anlamına
gelen (İbn Manzûr, XII, 24) “ümmet” kelimesi Kur’ân’da; din, millet, zaman,
önder, itaat, sevinç ve neşe gibi farklı anlamlarda kullanılmıştır.
Yüce Allah, bütün insanları Müslüman olmaya ve Müslüman olarak
yaşamaya ve Müslüman olarak ölmeye davet etmektedir: “Azap size
gelmeden önce içtenlikle Rabbinize dönün ve ona teslim olun.” (Zümer, 39/54)
“Ey müminler! Allah’tan O’na yaraşır biçimde ittika edin ve ancak
Müslümanlar olarak ölün.” (Al-i İmran, 3/102)
İnsanın doğru yolu bulabilmesi, Allah’a kulluk edip O’nun rızasını ve
neticede ebedî saadeti kazanabilmesi için Allah’ın bu davetine icabet etmesi
ve Müslüman olarak yaşayıp dünyadan Müslüman olarak ayrılması gerekir.
İslam’ı anlatma ve tanıtma görevi başlangıçta Peygamberlere mahsustu.
Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.), hak din İslam’ı insanlara tebliği etti,
emir ve yasaklarını, ilke ve hükümlerini, helal ve haramlarını insanlara
anlattı. Hz. Peygamberin vefatından sonra bu görevi kim yerine
getirecektir? İslam dininden habersiz olan veya İslam’ı gereği gibi bilmeyen
insanlara İslam’ı kim anlatacak ve tanıtacaktır? Bu görevi İslam
toplumunun belirli bir kesimi mi yoksa tamamı mı yerine getirecektir?
Başka bir ifade ile İslam’ı tebliğ, hakka davet, insanları irşad, iyiliği emir ve
kötülüğü men etme ve öğüt verme görevi kime aittir? Devlet başkanları ve
yetkililerine mi, İslam bilginlerine mi? Yoksa bütün Müslümanlara mı? Bu
görev, farz-ı ayın mı yoksa farz-ı kifaye midir? Bu konuda geçmişten
günümüze birçok görüş ortaya konulmuş, bu görevin farz-ı ayın veya farz-ı
kifaye olduğu, bu görevi yerine getirmekle sadece bilginlerin sorumlu
olduğu yönünde görüşler beyan edilmiştir? Bu çerçevede Al-i İmran
suresinin 104. ayetini yorumlamaya çalışacağız. Sözü edilen ayete iki
şekilde anlam verebiliriz:
1
(a) “(Ey müminler!) Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve
kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler
bunlardır.”
(b) (Ey müminler!) Siz insanları hayra çağıran, iyiliği emreden ve
kötülükten men eden bir toplum olun. İşte kurtuluşa erenler bu görevi
yapanlardır.”
Birinci anlama göre “insanları İslam’a davet, emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i
ani’l-münker” görevi, Müslümanların hepsine değil içlerinden bir gruba,
ikinci anlama göre Müslümanların tamamına aittir. Bu ikili anlam, ayetin
başındaki ‫“ ِم ْن ُك ْم‬minküm” kelimesindeki “min” edatına verilecek anlamdan
kaynaklanmaktadır. Eğer “min” edatı, “min-i ba’zıyye” (bütünün bir kısmını
beyan eden min) ise ayet birinci anlamdadır. Eğer “min”, min-i beyaniyye
(bütünün tamamını beyan eden min) ise ayet ikinci anlamdadır. “Min” edatı,
ba’zıyye mi yoksa beyaniyye midir? Tefsir kitaplarında her iki anlamın
verildiğini, ancak daha çok ba’zıyye olarak kabul edildiğini görüyoruz.
Mesela müfessir Kurtubî şöyle demektedir: “Minküm” kelimesindeki
“min”, min-i ba’zıyyedir. Buna göre ayet; “insanları İslam’a davet etme,
emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker” görevi bütün insanlara değil
sadece bilginlere aittir. “Min” edatının min-i beyaniyye olduğu da
söylenmiştir. Buna göre ayet; “Siz insanları hayra çağıran, iyiliği emreden
ve kötülükten men eden bir toplum olun” anlamına gelir. Ben derim ki
birinci görüş daha sahihtir. Çünkü “emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’lmünker” farz-ı kifaye bir görevdir. Yüce Allah, bu görevi yapacakları;
“Onlar, şayet kendilerine yeryüzünde imkân verirsek (iktidara getirirsek),
namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, iyiliği emreden kötülüğü yasaklayan
kimselerdir” (Hac, 22/41) anlamındaki ayet ile bildirmiştir.” (Kurtubî, IV, 165)
Hem tahlil etmeye çalıştığımız ayeti hem konu ile ilgili Kur’ân’daki diğer
ayetleri birlikte ele aldığımız zaman; “İnsanları İslam’a davet etme, emr-i
bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker” görevinin İslam toplumunun belirli bir
kesimine değil tamamına ait olduğunu anlarız. Ayette üç şeyin yapılması
emredilmektedir: Birincisi, hayra yani İslam’a davet, ikincisi, ma’ruf’u
emir, üçüncüsü ise münker’i men etmektir.
Sözlükte bilinen ve tanınan şey, ihsan ve iyilik anlamlarına gelen
“ma’rûf” kelimesi dinî bir terim olarak; Allah ve peygamberin yapılmasını
istediği, akl-ı selim sahibi insanların iyi, güzel ve yararlı gördüğü şey
demektir.
2
Sözlükte aklın ve gönlün kabul etmediği, dilin itiraf etmediği garip,
tuhaf ve yadırganan kötü şey anlamına gelen “münker” kelimesi dinî bir
terim olarak; Allah ve peygamberin yapılmasını yasakladığı ve akl-ı selim
sahibi insanların çirkin, kötü ve zararlı gördüğü şey demektir.
Tahlil etmeye çalıştığımız ayette bu üç görevi yapan kimselerin
“kurtuluşa erecekleri” bildirilmektedir. Eğer “insanları İslam’a davet, emr-i
bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker” belirli bir kesimin görevi olsaydı sadece
bu kimseler kurtuluşa ermiş, bu görevi yapmayanlar kurtuluşa erenlere
dâhil edilmemiş olurdu. Hâlbuki ayette yüce Allah kurtuluşa ermenin
yöntemini bize bildirmektedir. Bu da “İnsanları İslam’a davet, emr-i bi’lma’ruf ve nehy-i ani’l-münker” görevidir. Dolayısıyla bu görev bütün
müminlere aittir. Nitekim tahlil etmeye çalıştığımız ayetten 6 ayet
sonrasında; “emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker” görevi, İslam
toplumunun belirli bir kesiminin değil tamamının niteliği olarak
bildirilmiştir: “(Ey müminler!) Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı
ümmetsiniz, ma’ruf’u emreder, münker’i men edersiniz.” (Al-i İmran, 3/110)
Ayette açıkça ümmet-i Muhammed’e ma’ruf’u emir ve münker’den men
görevi yüklenmektedir. Peygamberimiz (s.a.s.)’in nitelikleri arasında
ma’rufu emir ve münkeri men görevi zikredildiği (A’raf, 7/157) gibi
müminlerin nitelikleri arasında da bu görev zikredilmektedir: “Mümin
erkekler ve mümin kadınlar; birbirlerinin velileridir, ma’rûf’u emrederler,
münker’i men ederler, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve
Resulüne itaat ederler. İşte Allah bunlara merhamet edecektir.” (Tevbe, 9/71)
Ayette erkek ve kadın her müminin Allah ve Peygambere itaat etme, namaz
kılma ve zekât verme görevi gibi ma’rufu emretme ve münkeri men etme
görevinin de olduğu açıkça bildirilmektedir. Aynı surenin 112. ayetinde
müjdelenmesi istenen müminlerin nitelikleri arasında tövbe, ibadet, Allah’ı
övme, oruç, rükû ve secde / namaz ve Allah’ın koyduğu sınırları koruma ile
birlikte ma’rufu emir ve münker’i men de zikredilmektedir. Yine aynı
surenin 67. ayetinde münafık erkek ve münafık kadınların ma’rûf’u men
ettikleri, münker’i emrettikleri bildirilerek münafıklar ile müminler
arasındaki fark ortaya konulmuştur. Al-i İmran suresinin 114. ayetinde
Abdullah ibn Selam gibi Hıristiyanlardan Müslüman olanlar; ma’rûf’u
emrettikleri, münker’i men ettikleri ve hayır işlerinde birbirleriyle
yarıştıkları bildirilerek övülmektedir. Lokman (a.s.)’ın dilinden müminlere
verilen öğütler arasında ma’rufu emir ve münker’i men görevi de vardır:
“Yavrum! Namazı dosdoğru kıl, ma’ruf’u emret, münker’den men et, başına
3
gelen musibetlere karşı sabret. Çünkü bunlar, kesin olarak emredilmiş
işlerdendir.” (Lokman, 31/17)
Peygamberimiz (s.a.s.), “(Ey müminler!) Sizden kim bir münker’i
görürse, hemen onu eli ile değiştirsin; (eliyle değiştirmeye) gücü yetmezse,
dili ile değiştirsin; (dili ile değiştirmeye) gücü yetmezse, kalbi ile (kötülüğü
tasvip etmesin, onu protesto etsin). Bu son durum, imanın (gerektirdiği
amellerin) en zayıf olanıdır” (Müslim, İman, 78) sözüyle münker’i men etmenin
her Müslüman’ın görevi olduğunu beyan etmiştir. “Kötülüklerin el ile
değiştirilmesi”; fert açısından kötülüklerin önlenmesine maddî katkıda
bulunmak, devlet açısından ise güvenlik güçleri vasıtasıyla kötülüklerin
işlenmesine mani olmaktır. “Kötülüklerin dil ile değiştirilmesi”; yerine ve
zamanına göre haramlarla, kötü ve yanlış söylem, eylem ve davranışlarla;
söz, ikaz, öğüt, kınama, tavsiye vb yollarla mücadele etmektir.
Bir toplumda “ma’ruf’u emir ve münker’den men” görevi yapılmazsa,
bunun vebali ve cezası genel olur. Hz. Ebû Bekir (r.a.), şöyle demiştir: “Ey
insanlar! ‘Ey müminler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolu bulduğunuz
zaman (haktan) sapan kimseler size zarar veremez’ (Mâide, 5/105) ayetini
okuyorsunuz (ve yanlış anlıyorsunuz). Ben Resulellah (s.a.s.)’tan işittim, o
şöyle buyuruyordu: “(İnsanlar,) zalim kimseyi gördüğü zaman onu
zulümden men etmezlerse, Allah en yakın zamanda herkesi (zalimi ve
zulme engel olmayanları) cezalandırır.” (Ebû Dâvûd, Melâhim, 27) Konu ile ilgili
başka bir hadiste şöyle bildirilmektedir: “Bir toplumda günah fiiller işlenir,
bu toplum bunu değiştirmeye gücü yettiği hâlde değiştirmezlerse, Allah en
yakın zamanda o toplumu cezalandırır.” (Ebû Dâvûd, Melâhim, 17)
Mümin, İslâm’ı öğrenir, öğrendiklerini başkalarına da anlatır, kendisi
İslâm’ın emir ve yasaklarına uyar; bu emir ve yasaklara başkalarının da
uymalarını ister. Yüce Allah; “Ey müminler! Siz Allah’a (O’nun dinine)
yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam tutar,
(iman ve itaatinizde sizi devamlı kılar)” (Muhammed, 47/7) anlamındaki ayet ile
dinine yardım edenlere yardım edeceğini vaat etmektedir.
Eğer tahlil etmeye çalıştığımız ayet-i kerimedeki “insanları İslam’a
davet, ma’ruf’u emir ve münker’i men” görevini ümmetin sadece belirli bir
kısmına tahsis edersek bu ayet, zikrettiğimiz ayetlerle çelişmiş olur.
Hâlbuki Kur’ân’da çelişki yoktur. Ayrıca Kur’ân’da; vaaz, zikir, nasihat,
tavsiye, talim, irşad, inzâr, tahzîr, tebşir, cihad, davet ve tebliğ
kelimelerinin geçtiği ayetlerde de İslam’ı anlatma, insanları öğüt verme,
4
dini öğretme, insanları kötülüklerden sakındırma ve iyiliklere yönlendirme
mutlak olarak zikredilmektedir. Örnek olarak şu iki ayeti zikredebiliriz:
“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğüt ile çağır.” (Nahl, 16/125) “Öğüt ver.
Çünkü öğüt müminlere fayda verir.” (Zariyat, 51/55) Ayetlerde geçen “üd’u”
(davet et) ve “zekkir” (öğüt ver) emirleri mutlaktır, dolayısıyla bütün
müminlere yöneliktir.
İnsanları İslam’a davet etme ve onlara dini öğretme görevi 4 şekilde
yerine getirilebilir:
1. Uygun mekân ve zamanlarda usulüne uygun bir şekilde sözlü
olarak İslam’ı anlatmak.
Bu görev; okullarda, kurslarda ve seminerlerde ders verme,
sempozyum, şura ve kongrelerde tebliğ sunma, konferans ve panellere
konuşmacı olarak katılma, camilerde vaaz etme, televizyonlarda dinî
program yapma ve konuşmacı olarak katılma, ev sohbetleri ve benzeri
şekillerde yerine getirilebilir. Bu görevlerde herkes bilgisine ve konumuna
göre hareket eder.
İslam’ı sözlü olarak anlatabilmek ve insanlara öğretebilmek için İslam’ı
bilmek ve öğrenmek gerekir. Dolayısıyla insanları “İslam’a davet edin,
ma’ruf’u emredin ve münker’i men edin” demek, aynı zamanda “İslam’ı,
ma’ruf’u ve münker’i” öğrenin demektir. Ancak İslam’ı anlatabilmek için
bilgin olmak şart değildir. Her Müslüman İslam’ın temel ilkeleri bilir. Söz
gelimi, Allah’ın varlığını ve birliğini, Hz. Muhammed’in son Peygamber,
Kur’ân’ın Allah kelamı olduğunu, namaz, oruç, hac ve zekâtın farz
olduğunu; içki, kumar, zina, hırsızlık, cana kıyma, ahde vefasızlık, yala, iftira
ve gıybetin haram olduğunu bilir ve bunları insanlara anlatabilir.
Dolayısıyla kadın ve erkek her Müslüman bilgisi ve gücü nispetinde
insanları İslam’a davet etmek, ma’ruf’u emredip münker’i men etmekle
yükümlüdür. Müslüman, bu görevi yaparken kaş yapayım derken göz
çıkarmaz, insanları İslam’a ısındırayım derken onları dinden soğutmaz,
yanlış bilgiler vermez, ehil olanların yanında susar, bu görevini onların
yapmasını ister ve dinlemesini bilir.
2. İslam’ı yazılı olarak anlatmak.
İslam’ı sözlü olarak anlatmak mümkün olduğu gibi kitap ve makale türü
eser yazarak da anlatmak mümkündür. Hikâye, şiir, film ve benzeri
5
faaliyetlerle de insanlara İslam anlatılabilir. Geçmişten günümüze binlerce
bilgin İslam’ı insanlara anlatabilmek binlerce eser hazırlamıştır.
3. Söz, eylem ve davranışlar ile örnek olmak.
Bir Müslüman; Kur’ân ahlakına sahip olarak yaşarsa çevresine örneklik
etmiş, yaşamı ile İslam’ı anlatmış ve tebliğ etmiş olur. Sözünde duran,
sözleşmesine uyan, insan haklarına saygılı olan, güler yüzlü, düzenli, temiz
ve nazik, dürüst ve çalışkan bir Müslüman bu davranışı ile Müslüman olan
ve olmayan herkesin takdirini kazanır. Bu davranışı, kendisine İslam’ın
kazandırdığını çevresine hissettirebilirse İslam’ı insanlara sevdirmiş olur.
İslamî hüküm ve ilkelere uyarak İslam’ı insanlara anlatma görevini yüce
Allah Kur’an’da şöyle ifade etmektedir: “Böylece, sizler insanlara birer şahit
ve örnek olasınız ve Peygamber de size bir şahit ve örnek olsun diye sizi
adil, seçkin ve dengeli bir ümmet yaptık.” (Bakara, 2/143) “Allah sizi hem daha
önce hem de bu Kur’an’da Müslüman diye isimlendirdi ki, Peygamber size
şahit ve örnek olsun, siz de insanlara şahit ve örnek olasınız.” (Haç, 22/78)
Müslüman’ın, İslam’ı tebliğ edip başkalarına öğüt verirken kendini
unutmaması gerekir. Yüce Allah, başkalarına iyiliği emredip kendilerini
unutanları kınamaktadır: “Siz Kitabı okuyup durduğunuz halde başkalarına
iyiliği, iyi ve güzel amelleri emredip kendinizi unutuyor musunuz?” (Bakara,
2/44)
İslam’ı tebliğ, ma’rufu emir ve münker’i men görevini yapabilmek için
kişinin İslam’ın bütün görevlerini kendi hayatında uygulaması şart değildir.
(Kurtubî, IV, 47) Çünkü kusuru, eksiği ve günahı olmayan Müslüman bulmak
mümkün değildir. Günahsızlık peygamberlere mahsustur. Dinin kurallarını
kendisi uygulamayan günahkâr müminlerin yaptığı davetin, marufu emir
ve münkeri men etmenin bir faydası olmaz demek de doğru değildir. Netice
Allah’a aittir. Kişi sadece görevini yapmakla yükümlüdür. Peygamberler,
birçok insanı inkâr ve günahtan alıkoyamamıştır. Peygamberler, kendi
söylediklerini uygulamadılar mı? İhlâs ve samimiyetleri mi yoktu? Bazen
bir kötülüğü yapan bir insanın, bu konuda başka insanları uyarması daha
etkili olabilir. Mesela içki içen, uyuşturucu kullanan ve sigara içen bir insan,
“ben bunların zararlarını çok gördüm, sakın siz içki içmeyin, uyuşturucu
kullanmayın, sigara içmeyin” şeklindeki bir uyarısı hiç içki içmeyen,
uyuşturucu kullanmayan ve sigara içmeyen birisinin telkinlerinden daha
etkili olabilir. Onun için her Müslüman’ın usul ve esaslarına uyarak, zaman,
6
mekân ve şartları gözeterek İslam’a davet, ma’rufu emir ve münkeri men
görevini bilgisi ve imkânı nispetinde yapması gerekir.
4. İslam’ın tebliğ edilmesi ve insanlara öğretilmesi faaliyetlerine
maddî ve manevî destek vermek.
İlahiyat fakültesi, imam-hatip lisesi, Kur’ân kursu, öğrenci yurdu ve
cami yapımı, dinî bir eserin basımı ve dağıtımı, konferans ve panel
düzenlenmesi, radyo ve televizyon programı yapılması, dergi ve gazete
yayını ve benzeri faaliyetlere maddî ve manevî destek vermek de İslam’ın
tebliği edilmesine ve öğretilmesine katkı sağlamaktır.
İslam’ı Müslüman olmayan bütün insanlara tanıtmak her Müslüman’ın
görevidir. Hiçbir Müslüman bu görevden kendisini hariç tutamaz. Her
Müslüman’ın gücü ve bilgisi nispetinde İslam’ın bilinmesi, tanınması ve
yaşanmasına doğrudan veya dolaylı olarak katkı sağlaması gerekir. Elbette
bu görevi en iyi bir şekilde yazılı ve sözlü olarak yapacak bir grubun
bulunması gerekir. (Tevbe, 9/122) Ancak böyle bir grubun bulunması diğer
Müslümanların bu görevden muaf olduğu anlamına gelmez. Din bilgini
olanlar bu görevi yapmadıkları zaman sorumlu oldukları gibi diğer
Müslümanlar da sorumlu olur. Peygamberimizin eğitim ve öğretimi ile
yetişen sahabe-i kiram ve onları takip eden diğer Müslümanlar İslam’ı
insanlara tebliğ edebilmek için bütün güçleri ile çalışmışlardır. Aynı şekilde
günümüzde de bütün kurum ve kuruluşlar, fert ve cemaat olarak
Müslümanların İslam’ı bütün insanlara anlatmak ve tanıtmak için
çalışmaları gerekir.
İslam’ı Müslüman olmayanlara anlatmak dinî bir görev olduğu gibi
Müslümanlara öğüt vermek ve İslam’ı yaşamalarını teşvik etmek de dinî bir
görevdir. Müslümanların vaaz ve öğüde ihtiyacı vardır. Müslümanlara öğüt
vermek; onların ibadet ve itaate devam etmelerini; haram, isyan ve
günahlardan sakınmalarını sağlamak; gaflete düşmelerine engel olmak,
imanlarının kuvvetlenmesine, bilmediklerini öğrenmelerine ve kalplerinin
yumuşamasına sebep olmaktır.
Tebliğ ve öğüdün fayda verip vermemesi tamamen Allah’ın iradesine
bağlıdır. Dolayısıyla fayda versin vermesin İslam tebliğ edilmesi ve
insanlara vaaz ve nasihatte bulunulması gerekir: “Öğüt fayda versin
(vermesin) öğüt ver. Allah’a karşı derin saygı duyarak O’ndan korkan öğüt
alır, en şaki ve bedbaht kimse ise öğüt almaktan kaçınır.” (A’la, 87/9-11) Bu
ayeti, “Eğer öğüt fayda verirse, öğüt ver” şeklinde anlamak doğru değildir.
7
Öğüt vermeden öğüdün fayda verip vermediğini nereden bileceğiz? Kaldık
ki Kur’ân’da, öğüdün müminlere fayda vereceği bildirilmektedir. (Zariyat,
51/56) Yüce Rabbimiz, “Siz haddi aşan bir topluluk oldunuz diye vazgeçip
Zikir’le (Kur’ân ile) sizi uyarmaktan geri mi duralım” (Zuhruf, 43/5) buyurarak
ısrarla İslam’ın anlatılması gerektiğine işaret etmektedir. Bir grup
cumartesi günü balık avlama yasağını ihlal edenleri uyarmış, bir grup
yasağı işleyenleri uyarmadığı gibi uyaranları da eleştirmiştir. Kur’ân-ı
kerim’de münker’i men edenler övülmektedir: “Hani onlardan bir grup
demişti ki: “Siz Allah’ın helak edeceği veya şiddetli bir azaba uğratacağı bir
kavme ne diye (boş yere) öğüt veriyorsunuz?” Onlar da; “Rabbinize bir
mazeret beyan etmek için, bir de belki Allah’a karşı gelmekten sakınırlar
diye (öğüt veriyoruz)” demişlerdi. Onlar kendilerine hatırlatılanı unutunca
biz de kötülükten alıkoymaya çalışanları kurtardık, zulmedenleri yoldan
çıkmaları sebebiyle şiddetli bir azapla yakaladık.” (A’raf, 7/164-165) Ayetlerden
açıkça anlıyoruz ki bir kötülüğü ve haramı işleyen insanlara ısrarla öğüt
verilmesi gerekir. Öğüt fayda vermese bile öğüt veren, ma’ruf’u emreden ve
münker’i men eden kimse, dinî görevini yapmış, sevap kazanmış ve ilahî
azaptan kurtulmuş olur. Ma’ruf’u emir ve münker’i men görevini yapmayan
kimse hem günahkâr olur hem de günahkârların akıbetine uğrayabilir. Bu
hususa yukarıdaki ayetler işaret ettiği gibi “Sadece içinizden zulmedenlere
erişmekle kalmayacak olan bir azaptan sakının” (Enfal, 8/25) anlamındaki
ayet de işaret etmektedir.
Sonuç olarak; insanları İslam’a davet etmek, ma’rufu emir ve münker’i
men; sadece İslam bilginlerinin değil bütün Müslümanların görevidir.
Dolayısıyla iyi insan iyi Müslüman, bu görevi usulüne uygun olarak yerine
getirmeye çalışır, bu konuda elinden geleni gayreti gösterir.
8
Download