Gücün kontrolü Güç Bağlamında Bir Sistem Analizi Süper güç kavramı uluslararası ilişkiler disiplininde sistemi değiştirmeye gücü yeten devleti(leri) temsil eder. Tarihte ilk devletlerin ortaya çıktığı zamanlardan bugüne kadar gücün anlam ve önemi değişime uğramıştır. Örneğin Pax Romana dediğimiz Roma Barışı/düzeni güç ve otorite kullanılarak sağlanmış Roma gücünü ifade eder. Bu ifadeden ilham alınarak literatüre kazandırılan Pax Ottomana ise Osmanlı düzeni/barışını tarif eder. Osmanlı imparatorluğu, otoritesi ile 16. ve 17’ inci yüzyıllarda. Balkanlar, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve kısmen Kafkasları denetimi altına almıştı. Birinci Dünya Savaşı’ndan soğuk savaş sonuna kadar bu bölgelerde düzen ve istikrar sağlanamaması, Osmanlı barışı kavramının oluşmasına neden olmuştur. Pax Britannica ise 1815 Waterloo savaşından sonraki İngiliz Emperyalizmini ifade eder. İngilizlerin Denizlerdeki mutlak hakimiyeti, Kıta Avrupası’ndaki kısmi barışı tarif eder. Bu dönemde İngilizler, sömürge yönetimi kurmadan ve güç kullanmadan Çin piyasalarını kontrol etmiştir. MÖ 27- MS 180 yıllarında düzen ve barışın anlamı Roma’daki iç savaşın durmasını ve istikrarın sağlanmasını ifade ederken Pax Romana, Roma hukukunu doğurdu ve bugünkü hukuku geliştirdi. 16. ve 17. Yüzyıllarda düzen ve barışın anlamı Osmanlı’nın dünyanın kaotik bölgelerinde otorite kurması olmuştur. 1815’ten sonra ise İngilizlerin deniz ve ticaretteki süper gücü, düzen ve barışı sağladığı kabul edilmiştir. İngilizlerin sağladığı barışın anlamı denizlerdeki korsanlığın ve köle ticaretinin sona erdirilmesiydi. İngilizler bu dönemde bir de Evrensel posta sistemini kurmuştu. Bu sistem haberleşme çağını başlatıyordu. 1945’ten sonrası için kabul edilen düzen/barış ise Pax Americana olarak ifade edilir. Ancak Amerikan düzenin devam ettiği şimdiki zaman tarihteki diğer zamanlardan çok daha farklı bir anlam ifade etmektedir. Aslında Birinci Dünya Savaşı’na Amerika’nın girişi ve Wilson’un 14 notası (liberal düzenin tarifi) ile Amerikan devri başlamıştır. Ancak Hitler Almanya’sı gibi bir ülkenin varlığı Wilson’nun fikri sistemini yıkmıştı. Birinci Dünya Savaşı’ndan İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar olan dönem, insanlığa muhteşem bir öğüt bıraktı. Bu öğüt “Gücün kimin kontrolünde olacağı” ile ilgilidir. Adolf Hitler jeopolitik teorilerin yarattığı bir liderdi (bkz: Friedrich Ratzel) eğer Hitler başarılı olsaydı Pax Germanica/Alman düzeni/Alman Barışı uluslararası sisteme egemen olacaktı. Adolf Hitler başarılı olmadı. Ancak uluslararası sistem alması gereken öğüdü almıştı. Bu öğüt BM sistemini kurdurdu. Birleşmiş Milletler sistemi, bugün istilacılığın karşısındaki yegâne küresel örgüttür. Gücün kontrolünü çağın gerektirdiği biçimde sağlamaya çalışmaktadır. Sistem Savaşı Bugün uluslararası sistemin tıkanmış görünmesi, küresel ölçekteki belirsizliklerden kaynaklanmaktadır. Sistem savaşı; jeopolitik fikirlerin küresel gelişmeleri silah olarak kullanmasıyla gerçekleşmektedir. Burada bahsedilen Jeopolitik kavramı; klasik jeopolitiğin tanımı baz alınarak okunmalıdır. Klasik Jeopolitik teoriler, revizyonist, militarist ve güvenlik olgularına dayanır. Küreselleşme kavramı ise coğrafya tanımayan argümanlara dayanır. Bu argümanlar küreselleşme ile ortaya çıkmış; küresel borsa hareketleri, serbest ekonomi, siber alan, terörist devşirme, algı operasyonları/medya ve sivil toplumun yönlendirilmesinin, Jeopolitik hedefler uğruna bir silaha dönüştürülmesidir. Örnek verecek olursak beşeri jeopolitik bir kavram olan Şiiliğin İran tarafından jeopolitik amaç olarak kullanılması. İran’ın karşısına da Suudi Arabistan’ın Suni İslam’ın temsilci olmak hedefi ile çıkarılması sistemdeki savaşın bir boyutudur. Rusya’nın klasik jeopolitik teorilerden farkı olmayan Neo Avrasyacılık politikası (bkz: Alesandr Dugin) ve Çin’in revizyonist tutumu yine jeopolitik tehditlerdendir. Jeopolitik bakış açısına sahip olan Çin ve Rusya politikaları; Hindistan-Pakistan ve aynı şekilde İran-Suudi Arabistan arasında modern olmayan ilişkileri yaratmaktadır. Rusya’nın Doğu Avrupa üzerindeki tehdidi ise (bkz. Yeni Avrasyacılıkta; Rus etki alanı) sistemdeki karmaşayı körüklemektedir. Modern sistemin tıkanması ve yeni bir dünya savaşının olasılığını akla getiren sebep Jeopolitik tasarımlardan dolayıdır. Uluslararası Sistem Ve Dünya’nın geleceğine ilişkin Uluslararası gündemin en yoğun konularından biri Donald Trump’ın Amerikan başkanlığına seçilmiş olmasıdır. Trump adaylık döneminden itibaren radikal söylemleri ile gündem oldu. Trump’ın öne çıkan en önemli söylemi “yeniden büyük Amerika” oldu. Trump gerek dünya sistemi ile gerek şu an ki Amerikan politikaları ile taban tabana zıt düşünen bir liderdir. Bu zıtlık başta piyasalar olmak üzere birçok alanda belirsizlik yaratmaktadır. Teknolojinin gelişmesi ve Liberal ekonomik sistem, küreselleşme kavramının gelişmesine sebep oldu. Küreselleşmenin gelişiminde ki devlet bazlı en büyük aktör ise şüphesiz Amerika’dır, işte bu anlamda Trump’ın Amerika ve dünya için neden tehdit olarak algılandığını anlayabiliriz. Amerika’nın dünya sistemine kazanımı; serbest piyasa ekonomisi, liberal ekonomi politikaları oldu. “Amerikan özgürlüğü” dediğimiz. Amerikan Demokrasisinin temelinde aslında ekonomik özgürlükler yatmaktadır. Henüz başkan adayı iken Trump “korumacı ekonomi politikalarını” uygulayacağını belirtiyordu. ABD’nin böyle bir yola girmesi şüphesiz dünya ticaret hacmini daraltacaktır. Amerika’nın ekonomik anlamda dışa kapanması demek küresel ticari yatırımlarda büyük kayıplar anlamına geliyor. Tramp; Çin mallarının Amerika’ya girmesinde %45 gümrük vergisi koyulmasını talep ediyor. Tramp’ın politikalarına göre üretim Amerika’da yapılmalı. Küresel şirketler ucuz iş gücü sağlayan ülkelerden ayrılmalı. Küreselleşen dünyanın tanımını en iyi yapan uluslararası ilişkiler teorinden biri “karşılıklı bağımlılık” teorisi (bkz Joseph Nye ve Robert Keohane) dir. Tramp’ın Çin ile ilgili düşündüğü %45’li gümrük vergisi politikasının anlamına Karşılıklı Bağımlılık Teorisi açısından bakacak olursak. ABD’nin Çin mallarına koyacağı vergiye karşılık Çin hükümeti de aynı şekilde ABD’ye karşılık verecektir. ABD’nin Çin’e 100 milyar dolarlık ihracatı bulunuyor ve ABD’nin toplam ihracatı Çin’e toplam ihracattaki payı %20. ABD’nin böyle bir vergi getirmesi Amerika içindeki tüketici mallarının %10-20 zamlanması demek. ABD’nin böyle bir vergilendirmesine Çin’in karşılık vermesi AB ülkelerinde müthiş bir ekonomik durgunluğa yol açacağı ön görülüyor. Yani karşılıklı bağımlılık teorisinin belirttiği gibi uluslararası sistemde karmaşık koşullar bütünü ortaya çıkmaktadır. Küresel dünyada büyük ekonomik güçler bir birlerine bağımlı ve daha küçük ekonomik güçlerde büyük ekonomik güçlere bağımlı haldedir. Karşılıklı Bağımlılık teorisi sadece ekonomik alanla sınırlı değildir. Uluslararası örgütler ve güvenlikte de ülkeler birbirlerine bağımlı haldedir. Buradan bir kez daha gücün tanımının tarihi şartlara göre değiştiği sonucunu çıkarabiliriz. Örneğin Fransız devrimi ile önem kazanan bağımsızlık söylemi, bugünün sisteminde aslında imkânsızdır. Güç kavramı hızla değişmektedir. Donald Trump henüz başkanlık koltuğuna oturmadı ancak bazı kesimler Trump’ı Amerikan düzenine tehdit olarak görüyor. Donald Trump’ın Amerikan sistemine oluşturduğu tehdidin bir başka boyutu uluslararası örgütler bağlamında ele alınabilir. Avrupa Birliği’nin kurulmasında bin bir emek harcayan Amerika’nın yeni başkanı bugün Avrupa’yı çok sert eleştiriyor ve Brexit’e destek oluyor. Trump’ın Nato’yu tarihi geçmiş bir örgüt olarak nitelendirmesi, Rusya ve ABD çekişmesini hiçbir şekilde umursamaması ve en önemlisi BM’yi “ vakit geçirmelik bir kulüpten ibaret” görmesi. Uluslararası sistemde endişe ile izleniyor. Sonuç Birinci ve İkinci dünya Savaşları’nda ve dünya savaşlarından önceki savaşlarda sistem devletlerin birbiri ile ilişkilerine dayanıyordu. Devletlerin ilişkileri tıkandığında savaş başlıyordu. Ancak bugün yaşadığımız dünya tarihteki olaylardan daha farklı işliyor. Tarihten alabileceğimiz en büyük ders ise Adolf Hitler olmalı. Yani gücü elinde bulunduran isim dünyanın bugünün de tarihtekinden daha önemli. Nükleer silahlar, ekonomik bağımlılık ve artan dünya nüfusunun sağladığı güç kontrol edilmeli. Güç tarih boyunca farklı anlamlar ifade etmiştir. Roma düzeni için gücün anlamı iç çatışmanın bitirilmesi ve bir hukuk sisteminin geliştirilmesine bağlanıyordu. Osmanlı düzeni için güç; bugün “başarısız devlet” dediğimiz terimin bir benzerini oluşturan, otorite sağlayamayan coğrafi bölgelerin otorite ile istikrara kavuşturulması kast ediliyor. İngiliz düzeninden ise; askeri ve teknolojik gücün ticari engelleri bertaraf ettiği bir sistem anlaşılır. Roma, İngiliz ve Osmanlı düzenleri genel olarak otoriter güce bağlanır ancak modern küresel düzen tarihtekinden farklı gelişir. Amerikan düzeni tam rekabete ve karşılıklı ilişkilerin düzeyine, uluslararası hukuk ve örgütlerin işleyişine bağlıdır. Dünya barışını; bugün acımasızca eleştirilere muhatap edilen Birleşmiş Milletler örgütü, büyük bir tehlike içindeki Avrupa Birliği ve kısıtlanmayan demokratik kazanımlarla ekonomik serbeste sağlar. Uluslararası ilişkiler 18. Ve 19. Yüzyıl zihniyeti ile analiz edilemez. Modern Uluslararası ilişkiler parazitçe gelişmez. Yani tek tarafın fayda sağlayacağı şekilde gelişmez. Süper Güç ya da tek bir emperyal güç, dünya barışına tamamen tehdit oluşturur. Donald Trump’ın “Make America Great Again” zihniyeti bile başlı başına küresel barışa tehdittir. Parazitçe bir fikirdir. Modern silah teknolojisi Dünya’yı bir alev topu küresine çevirecek kadar gelişti. İşte bu silah gücünün kimin veya kimlerin elinde olacağı ciddi bir sorun teşkil etmektedir. Vladamir Putin’in Rusya’sı; Avrupa’nın doğusunda, Ortadoğu’ da ve Asya’daki emel ve amelleri ise küresel barışa bir diğer ciddi tehdittir. Çin’in ekonomik olarak kalkınmadan dünyanın en büyük ekonomik güçlerinden biri haline gelmesi ise dünyayı despotizm çağına tekrar evirir. Bütün tarih boyunca güçlü devletler revizyonist ihtiyaçlarını, savaş, otorite veya kuşatmalar ile çözümledi. Amerikan düzeni ya da barışı ikinci dünya savaşından sonra uluslararası örgütlerin geliştirilmesi ile sağlandı. Örneğin: savaşı ve toprak istilasını yasaklayan Birleşmiş Örgütler aynı zamanda askeri gücün dağılımını sağladı. Askeri rekabetin savaşa dönüşmesini ise NATO önledi. Dünyanın özlediği barış ve ekonomik özgürlüğün örneği Avrupa Birliği ile Avrupa’da kuruldu. Amerikan Düzeni’nin ürünleri olarak ortaya çıkan bu örgütler, bugün Donald Trump’ın bütün bu düzene tepki olarak ortaya çıkması ile tehdit altındadır. MEHMET ALİ YURTTAŞER