bm antlaşması`nda meşru müdafaa hakkı

advertisement
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER
ANABİLİM DALI
BM ANTLAŞMASI’NDA MEŞRU MÜDAFAA HAKKI
Yüksek Lisans Tezi
Umut Kedikli
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Sertaç H. Başeren
Ankara – 2005
İÇİNDEKİLER
KISALTMALAR .....................................................................................................İİİ
GİRİŞ .......................................................................................................................... 1
I. BÖLÜM
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER ANTLAŞMASI’NDA VE YAPILAGELİŞTE
MEŞRU MÜDAFAA HAKKI................................................................................... 7
1.
Genel. ............................................................................................................................................. 7
2.
Meşru Müdafaa Hakkına İlişkin Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın Getirdiği Düzenleme:
51. Madde..................................................................................................................................... 10
2.1. Silahlı Saldırı...................................................................................................................... 12
2.2. Doğal Hak Durumu ............................................................................................................ 15
2.3. Güvenlik Konseyi’nin Rolü................................................................................................ 16
2.4. Genel Kurul’un Rolü .......................................................................................................... 19
3.
Müşterek Meşru Müdafaa.......................................................................................................... 20
3.1. Silahlı Saldırının Varlığı .................................................................................................... 21
3.2. Güvenlik Konseyi’ne Bildirim; .......................................................................................... 22
3.3. Müşterek Meşru Müdafaa’da Orantılılık Durumu;............................................................. 23
3.4. Bölgesel Örgütler veya Anlaşmalar Yoluyla Müşterek Meşru Müdafaa Hakkının Kullanımı
23
3.5. Körfez Savaşı ve Müşterek Meşru Müdafaa ...................................................................... 27
4.
Örf – Adet Hukukunda Meşru Müdafaa Hakkı....................................................................... 29
4.1. Gereklilik Şartı ................................................................................................................... 30
4.2. Aciliyet Şartı; ..................................................................................................................... 32
4.3. Orantılılık Şartı................................................................................................................... 34
4.4. 51. Madde ile Örf – Adet Hukukundaki Meşru Müdafaa Hakkı arasındaki İlişki.............. 36
II. BÖLÜM
REAGAN DOKTRİNİ VE ÖNLEYİCİ MEŞRU MÜDAFAA HAKKI ............. 40
1.
Reagan Doktrinin Doğuşu .......................................................................................................... 40
1.1. Doktrinin Uygulama Alanı: Nikaragua .............................................................................. 41
1.1.1. Sorunun Uluslararası Adalet Divanı’na Götürülmesi ..................................................... 42
1.1.2. UAD’ın Soruna İlişkin Görüşleri.................................................................................... 43
1.1.3. UAD’ın Nikaragua’nın Eylemlerine İlişkin Görüşleri.................................................... 44
1.2. UAD’nın Nikaragua Davasına İlişkin Kararına Karşı Ortaya Çıkan Görüşler................... 45
1.3. Reagan Doktrini Çerçevesinde Neorealist ve Klasik Bakış Açıları.................................... 48
1.4. Divan’ın Nikaragua Davasına İlişkin Kararı Klasik Yoruma Yakındır............................. 51
1.5. Reagan Doktrini ve Libya Hadisesi;................................................................................... 51
2.
Önleyici Meşru Müdafaa Hakkı ................................................................................................ 52
2.1. 51. Maddedeki İfadeden Kaynaklanan Yorum Farklılığı ................................................... 53
2.2. Örf-Adet Hukukunda Önleyici Meşru Müdafaa Hakkı ...................................................... 55
i
2.3. Devletlerin Uygulamaları ................................................................................................... 62
2.3.1. 1967 Arap – İsrail Savaşı................................................................................................ 62
2.3.2. Osirak Nükleer Santrali’ne Yapılan Hava Harekatı........................................................ 63
3.
Vatandaşlarını Dışarıda Koruma ile Önleyici Meşru Müdafaa Arasındaki İlişki .............. 64
4.
Uluslararası Adalet Divanı’nın Önleyici Meşru Müdafaaya İlişkin
Bakış Açısı .............. 67
III. BÖLÜM
BUSH DOKTRİNİ VE IRAK SAVAŞI ................................................................. 69
1.
Genel 69
2.
11 Eylül Terör Saldırıları ve Bush Doktrini ............................................................................. 70
2.1. Doktrinin Temel Felsefesi: Önleyicilik .............................................................................. 70
2.2. Doktrine Yönelik Farklı Bakış Açıları ............................................................................... 74
2.3. Meşru Müdafaa Hakkı ve Afganistan Müdahalesi ............................................................. 78
2.3.1. Müdahalenin Hukukiliği ................................................................................................. 80
3.
Irak’ın Özgürleştirilmesi Operasyonu ...................................................................................... 84
3.1. Önleyici Savaşın Gerekçeleri ............................................................................................. 84
3.2. 1441 Sayılı Güvenlik Konseyi Kararı Müdahale için bir Gerekçe Sağlar mı?............... 86
3.3. Irak’a Karşı Kuvvet Kullanımı Önleyici Meşru Müdafaa Olabilir mi?.............................. 92
3.4. Irak Savaşına İnsani Müdahale Yaklaşımı ......................................................................... 98
3.5. 2003 Irak Savaşı 51. Maddenin Dışında Bir Kuvvet Kullanımıdır .................................... 98
SONUÇ.................................................................................................................... 103
KAYNAKÇA .......................................................................................................... 109
TÜRKÇE ÖZET .................................................................................................... 119
YABANCI DİLDE ÖZET ..................................................................................... 120
ii
KISALTMALAR
ABD
Amerika Birleşik Devletleri
AB
Avrupa Birliği
AJIL
American Journal of International Law
BM
Birleşmiş Milletler
BYIL
British Yearbook of International Law
CJIL
Chinese Journal of International Law
KİS
Kitle İmha Silahları
IAEA
International Atomic Energy Agency
(Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı)
NATO
Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü
(North Atlantic Treaty Organization)
OAS
Amerikan Devletleri Örgütü
(Organization of American States)
SSCB
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
UAD
Uluslararası Adalet Divanı
UNMOVIC
United Nations Monitoring, Verification and Inspection
Commission
(Birleşmiş Milletler İzleme, Onaylama ve Denetim
Komisyonu)
iii
GİRİŞ
Birleşmiş Milletler antlaşmasına kadar olan dönemde devletlerin ulusal
politikalarının bir aracı olarak güce başvurması yaygın bir uygulamaydı. Devletler
diplomasi aracılığıyla elde edemediklerini kuvvet kullanımı yoluyla kazanma
amacına sahipti.
Birleşmiş Milletler (BM) sistemi öncesinde, kuvvet kullanımını uluslararası
düzeyde birçok devletin katılımıyla yasaklayan ve kapsamlı bir şekilde düzenleyen
bir belge ortaya konulamadı. Her ne kadar, Milletler Cemiyeti Misakı devletlerin
savaşa başvurmasını belli prosedürlere bağlasa da tam olarak devletlerin kuvvet
kullanımını yasaklamamaktaydı. Milletler Cemiyeti Misakı’ndan sonra imzalanan
Briand – Kellogg Paktı da misakın bir adım önüne geçerek savaşı yasaklamakta;
ancak bu yasağın ihlali halinde devletlere bir yaptırım öngörmemekteydi.
BM antlaşmasıyla birlikte ise; kuvvet kullanımı konusunda önemli yenilikler
getiren bir antlaşma uluslararası hukukta yerini almış oldu. Antlaşma, sadece kuvvet
kullanımını değil kuvvet kullanma tehdidini de genel olarak yasaklamakla birlikte
hangi şartlar altında devletlerin kuvvet kullanabileceğini de belirtmektedir.1
Kuvvet kullanımını yasaklayan Birleşmiş Milletler örgütü devletlerin; barış,
güvenlik ve genel refah gibi ortak çıkarlarını sağlamak amacıyla öncelikle
uluslararası barış ve güvenliği koruma ve sürdürme misyonunu üstlenmektedir. Bu
nedenle, örgütü kuran antlaşmanın birinci maddesinde belirtilen amaçlar, örgüt
üyelerinin ortak hedeflerini gerçekleştirmeye yönelişin bir ifadesidir.2 BM, bu şekilde
1
Seha Meray, Uluslararası Hukuk ve Uluslararası Örgütler, 2. B., Ankara, A.Ü. SBF Yayınları
1979, s. 232 – 234.
2
Lenand M. Goodrich ve Edvard Hambro, Charter of United Nations, Boston, World Peace
Foundation, 1946, s. 21.
1
tüm ulusları kapsayacak bir bütünsel yapının ortak merkezi olacak şekilde
düşünülmüş, bunun yanı sıra küresel yapının istikranın sağlanması ve barışın
korunması amacıyla ortaya çıkabilecek uluslararası sorunları da çözecek bir evrensel
örgüt olarak ortaya çıkmıştır.3
Örgütün bu misyonunu gerçekleştirebilmesi öncelikle devletlerin aralarındaki
uyuşmazlıları güce başvurmadan çözmesine bağlıdır. Bu nedenle uluslararası barış ve
güvenliğin sürdürülmesi; ancak BM antlaşmasının 2. maddesinin 4. fıkrasında ifade
edilen devletlerin kuvvet kullanmadan veya kullanma tehdidinden kaçınmasıyla
mümkün olabilir.4 BM antlaşmasını hazırlayanlar; devletlerin kuvvet kullanımını
yasaklamakla birlikte bu yasağın istisnalarını da antlaşmada belirtmektedir.
Günümüzde halen geçerli olan kuvvet kullanma yasağının istisnaları; Güvenlik
Konseyi kararıyla uygulanan kuvvet kullanımı ve devletlerin antlaşmaya uygun
olarak kullanabildikleri meşru müdafaa hakkıdır.
Devletler, doğal hukuk görüşü çerçevesinde meşru müdafaa hakkına doğal
olarak sahip olduklarını kabul etmekle birlikte, egemenlik yetkilerinin bir uzantısı
olarak her durumda savaşa başvurma hakları olduğunu düşündükleri dönemde meşru
müdafaa hakkına atıf yaparak kuvvet kullanma ihtiyacı duymamaktaydılar. Zira,
kuvvet kullanımına başvurma kurallarının baskın olmadığı bu dönemde daha çok
silahlı çatışmalar sırasında uyulacak kurallar gündemdeydi. Ne zaman ki, devletlerin
savaş ve benzeri kuvvet kullanımlarına sınırlama ve yasaklamalar getirilmeye
başlandı; o zaman her devletin, doğal olarak sahip olduğu ve kendisini işgal veya
3
Deniz Ülke Arıboğan, “Uluslararası Barış ve Güvenliğin Sağlanmasında bir Araç olarak Birleşmiş
Milletler ve Temel Sorunlar,” Avrasya Dosyası, C. VIII., sayı 1, İlkbahar 2002, s. 130.
4
John F. Murphy, “Force and Arms,” (Edit.) Cristopher C. Joyner, The United Nations and
International Law, Cambridge, Cambridge University Press, 1997, s. 101.
2
saldırıdan korumak amacıyla başvurabileceği bir hak olan meşru müdafaa, daha
önemli bir hale geldi.
XX. yüzyılın başlarından itibaren gerek devletlerin savaşları ulusal
politikalarının bir aracı olarak görmeyeceklerine ilişkin bağıtları ve gerekse BM
antlaşmasının getirdiği kuvvet kullanma yasağı, meşru müdafaa kavramının içeriğinin
genişletilme çabalarını gündeme getirdi. Bir başka deyişle devletler, meşru müdafaa
hakkının sınırlarını kendi çıkarları doğrultusunda yorumlayıp gerçekleştirdikleri
kuvvet kullanımlarını bu hakkın kapsamına sokmaya çalışarak BM antlaşmasının 51.
maddesinde belirtilen meşru müdafaanın içeriğini suiistimal etmeye çalışmaktadır.
Özellikle 1990 sonrası soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte uluslararası
terörizm ve Kitle İmha Silahları gibi yeni tehdit algılamalarının da öneminin artması,
birtakım devletlerin, meşru müdafaanın önleyici yönüne atıf yaparak silahlı güç
kullanımlarına bir kapı açma çabalarının artmasına neden oldu. Amerika Birleşik
Devletleri’ne 11 Eylül 2001 tarihinde yapılan terör saldırıları da Amerika’nın meşru
müdafaaya dayanan yeni bir tepki şekli geliştirmesine yol açtı.5 Sonuçta, ABD
yönetimi, uluslararası terörizmi yok etmek ve radikal unsurlara karşı savaşı kazanmak
için önleyici eylemde bulunma hakkına dayalı bir strateji geliştirdi.6
İşte bu noktada meşru müdafaa hakkının kapsamının belirlenmesi ve hangi
şartlar altında kullanılabileceğinin tespiti, devletlerin artan bir şekilde kuvvet
kullanımlarını 51. maddeye dayandırmalarının önüne geçilmesi ve devletlerin hukuki
olmayan haksız kuvvet kullanımlarını meşrulaştırmak için kendilerine bu hakkı
5
Richard Falk, “The Aftermath of 9/11 and Search for Limits: in defense of just war thinking,” (Edit.)
Charles W. Kegley, The New Global Terrorism, New Jersey, Prentice Hall, 2003, s. 218.
6
Sharif M. Shuja, “The September 11 Tragedy and The Future World Order,” Contemporary
Review, Vol. 280, Issue 1635, April 2002, s. 198.
3
dayanak göstermelerinin ne kadar geçerli olduğunun belirlenmesi açısından
önemlidir.
Bu çalışmanın amacı da; devletlerin kuvvet kullanımının antlaşmayla kabul
edilen bir istisnası olan meşru müdafaa hakkının, BM antlaşması ve uluslararası örf –
adet hukuku çerçevesinde incelenmesi ve hakkın kapsamına ilişkin uluslararası yargı
kararlarının ve uluslararası hukuk uzmanlarının görüşlerinin araştırılmasıdır.
Dolayısıyla çalışmanın ilk bölümünün birinci kısmında; BM antlaşması kabul
edilmeden önce Paris paktı ve Milletler Cemiyeti döneminde meşru müdafaa hakkının
ne şekilde düzenlendiği incelenmektedir. Daha sonra, BM antlaşmasında kaleme
alındığı şekliyle meşru müdafaa hakkının 51. madde kapsamındaki özelliklerine
değinilecektir. Bu noktada hakkın sınırlarının belirlenmesi açısından 51. maddedeki
kavramsal çerçevenin verilmesinin yararlı olacağı düşünülmektedir. Bu nedenle
meşru müdafaa hakkıyla yakından ilgili olan; ‘silahlı saldırı’ kavramı, ‘doğal hak’
durumu ve örgüt organlarının hakkın kullanımıyla ilişkisi birinci bölümün ikinci
kısmında ele alınacak konulardır.
Müşterek meşru müdafaa hakkı, BM antlaşmasının meşru müdafaa hakkına
getirmiş olduğu bir yenilik olarak düşünüldüğünden üçüncü kısım bu konuya
ayrılmıştır. Sadece devletlerin bireysel olarak değil diğer devletler ya da örgütler
aracılığıyla da müşterek meşru müdafaa hakkına başvurabileceği kabul edilmektedir.
Ancak bu hakka başvurmanın da belli şartları bulunmaktadır. Üçüncü kısımda
müşterek meşru müdafaaya başvurma şartları incelenecek ve bölgesel örgütler
yoluyla bu hakkın kullanımının ne şekilde olduğu araştırılacaktır. Birinci bölümün
son kısmında ise, antlaşmada yer alan meşru müdafaa hakkının dışında örf – adet
4
hukuku kapsamındaki meşru müdafaa hakkı, bu hakkın örfi şartları ve 51. madde ile
olan ilişkisi irdelenmektedir.
İkinci Bölümde ise; ABD’nin meşru müdafaa hakkını 51. maddenin
sınırlarının dışına çıkarak uluslararası örf – adet hukukundaki meşru müdafaa hakkını
da içine alacak şekilde yorumlamasına bağlı olarak Nikaragua’ya dolaylı müdahalesi
ele alınacaktır. Ayrıca Nikaragua sorununun Uluslararası Adalet Divanı’nın önüne
gelmesi sonucunda divanın meşru müdafaa hakkına ilişkin görüşü de bu bölümde
incelenmektedir. 51. maddedeki hakkın, ne şekilde yorumlanabileceğinin anlaşılması
açısından Divan’ın Nikaragua davasıyla ilgili kararı önemlidir. Bununla birlikte
uluslararası hukuk uzmanlarının meşru müdafaa hakkını geniş ve dar yorumlamasına
bağlı birtakım görüş farklılıkları da bulunmaktadır. Bu yorum farklılıkları, meşru
müdafaanın sadece BM antlaşması kapsamında değerlendirilebilecek bir hak mı
yoksa, BM antlaşmasıyla birlikte örfi hukuka da kapsayacak şekilde kullanılabilecek
bir hak mı olduğu noktasında ortaya çıkmaktadır. Bu yorum farklılıkları da ikinci
bölümde incelenmektedir.
Meşru müdafaa hakkının geniş yorumu, önleyici meşru müdafaa kavramının
da incelenmesi gereğini doğurmaktadır. Bu çerçevede, ikinci bölümün ikinci
kısmında, önleyici meşru müdafaa konusu ele alınmaktadır. Bununla ilgili olarak;
doktrindeki farklı görüşler ve devletlerin uygulamalarından da örnekler verilerek
konu açıklanmaya çalışılacaktır.
Üçüncü bölümde ise; 11 Eylül 2001 terör saldırıları sonrasında Bush
yönetiminin yeni güvenlik doktrini kapsamında önleyici meşru müdafaaya getirdiği
yeni bakış açısı ele alınmaktadır. Yakın tehdit kavramının anlamının değiştiği
5
iddiasıyla Amerikan yönetiminin önleyici müdahalenin meşruluğunu iddia etmesi,
önleyici meşru müdafaa tartışmalarını da yeniden canlandırmıştır.
Bu bağlamda, üçüncü bölümde Ulusal Güvenlik Strateji belgesinde de ifade
edilen önleyici güç kullanımı, Afganistan’a karşı müşterek meşru müdafaa ve Irak’a
karşı kuvvet kullanımı incelenecektir. Özellikle Irak müdahalesinin BM Güvenlik
Konseyi kararları ve antlaşma çerçevesinde bir meşru müdafaa örneği olup olmadığı
araştırılacaktır.
Sonuç olarak bu çalışmanın amacı; BM antlaşmasının kabulüyle birlikte
meşru müdafaa hakkının antlaşmada ne şekilde ele alındığının incelenmesi ve
birtakım devletlerin silahlı güç kullanımları sonrasında eylemlerini meşru müdafaaya
dayandıran iddialarının, 51. maddeyle paralellik arz edip etmediğinin araştırılmasıdır.
Temel varsayımım ise; bazı devletler kuvvet kullanımlarına başvurmaya devam etse
bile, BM antlaşmasının 2/4. maddesindeki kuvvet kullanma yasağı halen geçerliliğini
korumaktadır ve 51. maddede belirtilen silahlı saldırının varlığı dışında meşru
müdafaa hakkı, kuvvet kullanımını genişletici şekilde devletlerin kullanılabilecekleri
bir hak değildir.
6
I. BÖLÜM
:
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER ANTLAŞMASI’NDA VE YAPILAGELİŞTE
MEŞRU MÜDAFAA HAKKI
1.
Genel
Devletlerin egemen ve doğal bir hak olarak kuvvet kullanabildikleri dönemde,
meşru müdafaa hakkı yapılageliş kuralları içerisinde yer almakla birlikte devletlerin
bu hakka dayanarak kuvvet kullanması fazla bir anlam taşımıyordu. Dolayısıyla,
Birleşmiş Milletler öncesi dönemde devletler kuvvet kullanma haklarını kendi
çıkarlarına uygun bir şekilde sınırsız olarak kullanabilmekteydi.7 Bu dönemde savaşa
başvurma hakkının kullanımıyla, varlığını koruma hakkının ve de savaşa varmayan
düşmanca tedbirlerin kullanılması arasında bir fark yoktu. Silahlı çatışmalar sırasında
uyulması gereken kurallar (jus in bello) ön planda yer almaktaydı.8 XX.Yüzyılın
başları ise, Milletler Cemiyeti Misakı ve Briand - Kellogg (Paris) paktı (1928) ile
kuvvet kullanımına ilişkin olarak örgütlenme ve anlaşmalar yoluyla belli
sınırlamaların getirildiği bir dönemin başlangıcı olmuştur. Kuvvete başvurulmasını
düzenleyen kurallar (jus ad bellum) yavaş yavaş uluslararası hukukta yerini almaya
başlamıştır.9
Uluslararası hukukta meşru müdafaa hakkının öneminin artması da özellikle
devletlerin savaş ve kuvvet kullanma yetkilerinin sınırlandırıldığı bu dönemle birlikte
7
Oscar Schachter, “Self-Defense and the Rule of Law,” (Edit.) Charlotte Ku ve Paul F. Diehl,
International Law, London, 1998, s. 307.
8
Sertaç Başeren, Uluslararası Hukukta Devletlerin Münferiden Kuvvet Kullanmalarının
Sınırları, Ankara, Ankara Ünv. Basımevi, 2003, s. 27.
9
Malcolm N. Shaw, International Law, 4.B.,Cambridge, Cambridge University Press, 2000, s.780;
Schachter, a.g.e., s. 308.
7
ortaya çıkmıştır. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Milletler Cemiyeti sistemi içinde
devletlerin savaş yapma hakkına sınırlama getirilmesine karşın meşru müdafaa hakkı,
konusunda açıkça bir düzenlemeye gidilmeyerek bu hakkın varlığı üstü kapalı olarak
teyit edilmiştir.
Şöyleki, Misak’ın 16/3. maddesi; üçüncü devletlere, tecavüze
uğrayan devlete yardım etme hakkı tanıdığından doğal olarak Misakın , kendini
savunmak amacıyla da her devlete, savaş yapma hakkını tanıdığı sonucu ortaya
çıkmaktadır. Misakın yürürlüğe girmesinden öncede meşru müdafaa hakkı devletlerin
egemen yetkileri içinde doğal olarak sahip olduğu bir hak olarak görüldüğünden
ayrıca misakta ifade edilme ihtiyacı da duyulmamıştır.10
Meşru müdafaa hakkına, 1928 Paris paktında da belirgin bir şekilde atıf
yapılmamakla birlikte devletler, bu hakka başvurmada doğal bir yetkilerinin olduğunu
ve işgal veya saldırıdan kendilerini korumak için bu hakka dayanarak kuvvet
kullanabileceklerini çeşitli müzakerelerde ifade etmiştir. Böylece Paris paktı,
sözleşmeye taraf devletlerin savaşa başvurmalarını açıkça yasaklamakta ancak
konulan çekincelerle bu yasağın tek istisnası meşru müdafaa hakkı olmaktadır.11 Her
ne kadar pakt ile savaş hukuk dışı kabul edilmişse de savaşa varmayan kuvvet
kullanımları, anlaşma dışı tutulmuş ayrıca meşru müdafaa hakkının kullanımına gerek
olup olmadığının takdiri de her devletin kendisine bırakılmıştır. Doktrinde bir takım
yazarlar da devletlerin, meşru müdafaa iddiasında bulundukları durumlarda bireysel
olarak bu hakkı kullanmada tek yetkili olduklarını öne sürmüşlerdir. Bu dönemde
Paris Paktına katılan Amerika Birleşik Devletleri’nin de görüşü aynı yönde olup,
savunmacı devletin nihai olarak savunmanın gerekliliği konusunda tek başına yetkili
olacağını vurgulamıştır. Yukarıda belirtilen devletlerin kendilerini koruma hakkı,
10
Mahmut R. Belik, Devletlerin Harp Selahiyetinin Tahdidi ve Milletlerarası İhtilafların Sulh
Yolu ile Hali Usulleri, 1.C., İstanbul, İstanbul Ünv. Yayınları, 1956, s.4.
11
Schachter, a.g.m., s. 308.
8
Grotius’un da savunduğu Doğal Hukuk görüşü ile açıklanmakta ve devletlerin bu
hakkının, birtakım pozitif hukuk kurallarıyla sınırlandırılamayacağı veya sona
erdirilemeyeceği kabul edilmektedir. Bu görüşlere karşın, devletler hukuku profesörü
Lauterpacht, nesnel bir değerlendirmeye bağlı olmayan meşru müdafaanın, hukukun
içinde kabul edilemeyeceğini ifade etmiştir. Ayrıca yazar, devletlerin tek taraflı
değerlendirmelerle meşru müdafaaya başvurabileceği iddiasının, yasal bir hakka
dayandırılabileceği
öne
sürülürken,
aynı
zamanda
hukuki
düzenleme
ve
değerlendirmelerden ayrı tutulabileceği de iddia edildiği için kendi içinde çelişkili
olduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla devletlerin kendi eylemlerinin hukukiliğini
kendilerinin değerlendirmesi, Paris Paktı’nın hukuki bir etkiye sahip olmasından
ziyade ahlaki bir bağıt olmasına neden olacaktır.12 Bu görüşe ek olarak, her devletin
şartlarının oluştuğuna kendisinin karar vereceği bir meşru müdafaa hakkının varlığını
kabul etmek, devletlerin uluslararası ilişkilerde uymaları gereken ‘iyi niyet’ ve ‘ahde
vefa’ ilkelerinin görmezden gelinmesine ve savunma gibi görünen saldırı savaşlarının
ortaya çıkmasına neden olabilir. Bu durumla ilgili olarak, İkinci Dünya Savaşı’nda
Almanya’nın Norveç’e saldırısı sonrasında meşru müdafaa hakkını kullandığını iddia
etmesi, Nurnberg Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi tarafından kabul edilmemiş
ve uluslararası anlaşmaları ihlal eden saldırı niteliğindeki bir savaşın planlanmasının,
hazırlığının veya başlatılmasının barışa karşı bir suç oluşturduğu ifade edilmiştir.
Mahkeme değerlendirmesinde, Paris paktı sonrası savaşın yasaklandığı bir
uluslararası sistemde, bir devletin kendisine karşı saldırı veya bir kuvvet kullanımının
olmadığı bir durumda Almanya’nın Norveç’i işgalinin meşru müdafaa hakkının
12
Ibid., s. 309.
9
kullanımı olarak değerlendirilemeyeceğini belirtmiştir.13 Bu çerçevede, Devletlerin
bu şekilde tek taraflı olarak güce başvurabileceğini kabul etmek, uluslararası hukukta
meşru müdafaa hakkına ilişkin getirilen sınırlamaların ortadan kalkması anlamına
gelir ki bu durumda anlaşmaların etkililiği ilkesi bundan zarar görür.14
Paris paktında, devletlerin ulusal politikalarının bir aracı olarak savaşa
başvurmaları yasaklanırken öte yandan bu yasağı çiğneyen devletlere karşı bir
müeyyide ortaya konmamıştı. Böyle bir müeyyidenin uluslararası bir anlaşmada yer
almaması o dönemde bir eksiklik olmakla beraber, meşru müdafaanın başlangıçtan
itibaren doğal bir hak olarak kabul edildiği göz önüne alınırsa, bu eksiklik saldırı
savaşlarına karşı müdafaayı içeren savaşlar meşru görülerek aşılmaktadır. Saldırıya,
kuvvet kullanımına veya istilaya karşı kendi varlığını koruyan pakta taraf devlete, güç
kullanma hakkının yasak olduğunu iddia etmek zaten saldırgan devlete karşı bir
müeyyidenin öngörülmediği bir hukuk sisteminde
zarar gören bu devletin acze
düşmesine neden olur ki, işte bu nedenle mağdur devletin meşru müdafaa
niteliğindeki eylemleri pakttaki savaş yapma yasağının bir istisnası olmaktadır.
2.
Meşru Müdafaa Hakkına İlişkin Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın
Getirdiği Düzenleme: 51. Madde
Meşru müdafaa hakkının açıkça ifade edildiği ilk uluslararası belge Birleşmiş
Milletler (BM) Antlaşması’dır. Antlaşmanın “Barışın Tehdidi, Bozulması ve Saldırı
Eylemi Durumunda Yapılacak Hareket” başlığını taşıyan VII. Bölümünde yer alan
51. madde:
13
Judith G. Gardam, Non-Combatant Immunity as a Norm of International Humanitarian Law,
London, Martinus Nijhoff Publisher,1993, s.31; George Schwarzenberger, International Law,
Vol.2.,London, 1968, s. 30-31; D. W. Greig, Internatioanal Law, London, Butterworths, 1970,
s. 666.
14
Schachter, a.g.m., s.311.
10
Bu antlaşmanın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir
saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin
korunması için gerekli önlemleri alıncaya kadar, bu üyenin doğal olan bireysel ya da
müşterek meşru müdafaa hakkına halel getirmez. Üyelerin bu meşru müdafaa hakkını
kullanırken aldıkları önlemler hemen Güvenlik Konseyi’ne bildirilir ve Konsey’in iş bu
antlaşma gereğince uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için
gerekli göreceği biçimde her an hareket etme yetki ve görevini hiçbir biçimde etkilemez. 15
şeklinde kaleme alınmıştır.
BM antlaşmasının 2/4. maddesi gereğince kuvvet kullanmaktan ya da
tehdidinden kaçınmanın, bütün üye devletlere getirilen bir yükümlülük olması 51.
maddeyle birlikte düşünüldüğünde, meşru müdafaanın öneminin BM antlaşmasının
yürürlüğe girmesiyle daha da arttığı söylenebilir. 1950’li yıllardan itibaren 2/4.
maddenin geniş kapsamlı ve bir jus cogens kuralı olarak kabul edilmesi, devletlerin
kuvvet kullanma konusunda; artık ya 51. madde çerçevesinde meşru müdafaa hakkına
ya
da
BM
Güvenlik
Konseyi’nin
verdiği
bir
yetkiye
dayanmalarını
gerektirmektedir.16 BM sisteminin işlemeye başlamasıyla birlikte devletlerin
uygulamalarında da pek çok kuvvet kullanımını meşru müdafaanın kapsamına (51.
madde) sokmaya çalıştığı ve argümanlarını da bu yönde geliştirdiği gözlenmektedir.
İngiltere’nin Corfu Boğazı sorununda Arnavutluğun topraklarını bombalaması
olayında ve Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali gibi kuvvet kullanımı
meselelerinde devletlerin meşru müdafaa iddiasında bulundukları görülmüştür.
Devletlerin antlaşmanın 51. maddesine yaptığı atıflar, maddenin hangi
koşullar altında kullanılabileceği ve hangi kapsamda yorumlanması gerektiği
sorununu ortaya çıkarmıştır. Bu sorunun açıklığa kavuşturulması açısından madde
metnindeki kavramların incelenmesinde yarar vardır.
15
16
BM Enformasyon Merkezi, BM Antlaşması, Ankara, 1997, s. 27.
Shaw, a.g.e., s.781.
11
2.1.
Silahlı Saldırı
Madde hükmüne göre, meşru müdafaa hakkının kullanılabilmesinin temel
koşulu ‘Silahlı Saldırı’dır. Buna göre, savunma hakkını kullanacak olan devletin bu
savunma eylemlerini meşrulaştıracak önceden bir silahlı saldırıya uğramış olması
gerekmektedir. Ancak burada da hangi tür eylemlerin silahlı saldırı olarak kabul
edileceği sorunu doğmaktadır. Antlaşmanın hiçbir maddesinde silahlı saldırının
tanımına yer verilmemiştir. Silahlı saldırının anlam ve içeriği konusunda genel kabul
görmüş ve bağlayıcı olan bir metin de ortaya konamamıştır. Ancak, bu belirsizlik, bir
ölçüye kadar 14 Aralık 1974 tarih ve 3314 sayılı Saldırının Tanımına İlişkin BM
Genel Kurul Kararı ile aşılmaya çalışılmıştır. Ancak hemen belirtmek gerekir ki
kararda silahlı saldırı kavramının değil saldırgan fiilin tanımlanmaya çalışılmış
olması nedeniyle doğrudan meşru müdafaa hakkının kullanılmasına ilişkin bir atıf
bulunmamaktadır. Ne var ki, kararın üçüncü maddesinde sıralanan eylemlerin bir
kısmının saldırı anlamına geldiği ve bu nedenle 51. madde içerisinde silahlı saldırı
olarak kabul edilerek meşru müdafaaya yol açacağı da söylenebilir.17 Silahlı saldırı
olarak kabul edilebilecek ve kararda saldırgan fiil olarak sayılan eylemler şunlardır:
a) Bir devletin silahlı güçleri tarafından başka bir devletin ülkesine
saldırı veya bu ülkenin işgal edilmesi ya da geçici de olsa böyle bir
saldırı veya işgalden kaynaklanan askeri işgal veya kuvvet kullanma
yoluyla başka bir devlet ülkesinin ya da bir parçasının ilhak edilmesi,
b) Bir devletin
silahlı
güçlerinin
başka bir
devletin ülkesini
bombardıman etmesi veya bu devlet ülkesine karşı herhangi bir silah
kullanması,
17
Funda Keskin, Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanma: Savaş, Karışma ve Birleşmiş
Milletler, Ankara, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, 1998. s.46-47.
12
c) Bir devletin silahlı güçlerinin başka bir devletin liman ve kıyılarını
ablukaya alması,
d) Bir devletin başka bir devletin kara, deniz veya hava kuvvetlerine
veya deniz veya hava filolarına silahlı güç kullanarak saldırması,
e) Bir antlaşma ile başka bir ülkede bulunan silahlı kuvvetlerin,
antlaşmada belirtilen şatlara aykırı olarak kullanılması veya
antlaşmanın belirlediği süreden daha uzun süre bu ülkede kalması,
f) Devletin kendi ülkesini başka bir devlete saldırı için kullandırması,
g) Başka bir devlete o ülkede silahlı saldırı oluşturabilecek yoğunlukta
silahlı güç kullanma olayları gerçekleştiren silahlı kollar, gruplar,
düzensiz birlikler veya lejyonerler göndermek.18
51. madde kapsamında bir devletin kuvvet kullanabilmesi için bir silahlı
saldırıya uğraması zorunlu olduğuna göre, silahlı saldırıya varmayan kuvvet
kullanımlarıyla veya tehditleriyle ve küçük sınır uyuşmazlıklarıyla karşılaşan devletin
meşru müdafaa hakkı doğmamaktadır.19
Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) 27 Haziran 1986 tarihli Nikaragua’ya
karşı Askeri ve Yarı-Askeri faaliyetlere ilişkin kararında da; silahlı saldırı
kavramının, bir devletin ülkesine başka bir devlet tarafından silahlı grupların sevkini
içerdiği halde, bu tür gruplara silah ve benzeri şeylerin tedarikinin silahlı bir saldırı ile
eşdeğer olamayacağı belirtilmiştir. Divan, yapılan dolaylı saldırının ciddi olması
halinde ancak doğrudan saldırı olarak değerlendirilebileceğini ifade etmiştir.20
18
GA/RES./ No.3314, 14 Aralık 1974.
Keskin, a.g.e., s. 48-49.
20
Rein Mullerson, “Self-Defense in the Contemporary World,” (Edit) Lori F. Damrosch ve David J.
Scheffer, Law and Force in the New International Order, San Francisco, Westview Press, 1991,
s.18.
19
13
Dinstein’e göre ise, silahlı gruplarla yakın ilişki içinde olan ve bu grupları aktif olarak
destekleyen bir devlet de, bu grupların hedefi olan devlete karşı bir silahlı saldırıda
bulunmaktadır.
21
Böylece yazar, silahlı saldırının kapsamını, Divanın kararında
belirtilenden daha geniş olarak yorumlamaktadır. Silahlı saldırı konusunda farklı bir
yorumda Bowett tarafından yapılmaktadır. Bowett’a göre; meşru müdafaanın sadece
silahlı saldırı şartına bağlanması geleneksel uluslararası hukuktan bir kopuşu ifade
etmektedir. Meşru müdafaanın, silahlı saldırıyla sınırlı olacağını kabul etmek, sadece
devletlerin
egemenlik
haklarını
kısıtlamamakta
aynı
zamanda
devletlerin
uygulamalarına da ters düşmektedir. Bu şekildeki bir meşru müdafaa hakkı, silahlı
saldırıyla sınırlı olmayıp devletin temel haklarının savunulmasıyla da ilgilidir.22
Brownlie ise bu yorumlara katılmamakta ve her tehdide karşı meşru müdafaa
hakkına başvurulamayacağını belirtmektedir. Yazara göre, ekonomik ambargo ya da
abluka gibi durumlara karşı meşru müdafaa hakkının uygulanabileceğini kabul etmek
çok güçtür.23
51. maddede yer alan silahlı saldırı kavramından kaynaklanan bir sorun da,
ortaya çıkan bir çatışmada hangi devletin meşru müdafaa hakkını kullandığı, hangi
devletin silahlı saldırıda bulunduğunun tespitidir. Bu konuda saldırganlığın tanımına
ilişkin 1974 tarihli kararın 2. maddesinde; Bir devlet tarafından BM antlaşmasına
aykırı olarak ilk kuvvet kullanımının başlangıçtan itibaren bir saldırı fiilinin kanıtı
olduğu ancak Güvenlik Konseyi’nin, Antlaşmaya uygun olarak, söz konusu
eylemlerin veya bunların sonuçlarının yeterince ağır olup olmadığı hususu da dahil
ilgili diğer şartlar çerçevesinde bu fiili saldırganlık olarak nitelemenin doğru
21
Yoram Dinstein, War, Agression and Self-Defense, 2nd. Edition, New York, Cambridge Univ.
Press, 1995, s.201.
22
Derek W. Bowett, Self – Defense in International Law, New York, Praeger, 1958, s. 188.
23
Ian Brownlie, International Law and The Use of Force by States, Oxford, Clarendon Press, 1963,
s. 253.
14
olmayacağına hükmedilebileceği belirtilmiştir. Buna göre Güvenlik Konseyi, ilk
kuvvet kullanan devleti saldırgan ilan edip etmemekte tek yetkili organ olmakta ve
ilgili şartları değerlendirerek, özellikle devletin niyetlerini, bazen bu eylemi yapan
devletin bir saldırı eyleminde bulunmadığı yargısına da ulaşabilmektedir.24
Ancak, uygulamada bir çatışma ortamında hangi tarafın kuvvete ilk önce
başvurduğunu tespit etmek ve onu saldırgan olarak nitelemek de her zaman mümkün
olmamaktadır. Bu nedenle taraflar karşılıklı bir çatışma durumunda yapmış oldukları
kuvvet kullanımını karşı tarafın eylemine mukabil göstermekte ve meşru müdafaa
haklarını kullandıklarını iddia etmektedirler. Sonuçta 51. maddeye göre; meşru
müdafaa hakkını kullanmanın temel koşulunu oluşturan silahlı saldırı eylemini kimin
önce başlattığının tespiti ve böylece bu hakkı kullanabilme imkanının doğması
bakımından, devletlerin niyetlerinin Güvenlik Konseyi tarafından belirlenmesi,
devletlerin her eylemini meşru müdafaaya dayandırma iddiasına açıklık getirmek
açısından önemli olacaktır.
2.2.
Doğal Hak Durumu
Antlaşmanın 51. maddesinde, üye devletlerin bireysel veya müşterek meşru
müdafaa hakkının doğal bir hak olduğu da ifade edilmektedir. Buna göre, bir devlet,
silahlı saldırıya uğraması halinde saldırgan devlete karşı kendisini savunma hakkına
doğal olarak sahiptir. Önceki kısımda da ifade edildiği gibi, gerek Milletler Cemiyeti
Misakı’nda gerekse Paris Paktı’nda da üstü kapalı bir şekilde kabul edilen devletlerin
hukuksuz bir saldırıya karşı kendilerini savunma hakkına sahip olması doğal hukuk
görüşüne göre her zaman kabul edilmiştir.25 Devletler de, uygulamalarında ve
24
25
Keskin, a.g.e., s. 47; Başeren, a.g.e., s.120-121.
Dinstein, a.g.e., s. 179.
15
yaptıkları çok taraflı antlaşmalara koydukları çekincelerde de savunma hakkına doğal
olarak sahip olduklarını her defasında dile getirmektedir.26
Nitekim UAD’ın Nikaragua davasına ilişkin kararında da, meşru müdafaanın
doğal bir hak niteliğinde olan bir yapılageliş kuralı olduğu ifade edilmiştir. Kararla,
meşru müdafaa hakkının, doğal bir hak olarak BM antlaşmasının kabulünden önce de
var olan bir örf - adet hukuku kuralı olduğu Divan tarafından benimsenmiştir.
Sonuçta, silahlı bir saldırı halinde devletlerin egemenliklerinin bir yansıması
olarak bu hakka dayanmaları madde metnindeki ‘doğal bir hak’ olması ifadesinden
ileri gelmektedir.27 BM antlaşması kaleme alınırken devletlerin bu alandaki
egemenlik hakkına dokunulmak istenmemiş ve bu hakkın doğal bir hak olduğu
ifadesiyle, yapılageliş ile antlaşma metni örtüştürülmeye çalışılmıştır.28 Ancak, bu
hakkın doğallığını da BM antlaşması metninden bağımsız olarak yapılageliş hukuku
çerçevesinde ele almak da yanlış olabilir. Zira, günümüzde meşru müdafaayı bir hak
olarak sistematize eden ve devletler için de bağlayıcı olduğu kabul edilen bir pozitif
hukuk belgesi halen geçerliliğini korumaktadır.
2.3.
Güvenlik Konseyi’nin Rolü
Silahlı saldırıya karşı kendini savunmak amacıyla meşru müdafaa hakkını
kullanan devlet, bu hakkını ancak Güvenlik Konseyi harekete geçene kadar
kullanabilir. Yani, meşru müdafaa hakkı; şartın 2/4. maddesinde belirtilen devletlerin
kuvvet kullanma yasağının bir istisnası olmakla birlikte sınırsız bir şekilde
kullanılabilecek bir hak da değildir. Silahlı bir saldırının olması ve buna cevaben
mağdur devletin karşılık vermesi halinde, hem Güvenlik Konseyi’ne hem de meşru
26
Belik, a.g.e., s. 34.
Dinstein, a.g.e., s. 181-182.
28
Shaw, a.g.e., s. 789.
27
16
müdafaa hakkını kullandığını iddia eden devlete bir takım sorumluluklar düşmektedir.
Konsey, ortaya çıkan çatışma durumunda uluslararası barış ve güvenliğin korunması
için gerekli önlemleri almakla, meşru müdafaa hakkını kullanan devlet de kendini
saldırıdan korumak için aldığı tedbirleri Konsey’e bildirmekle yükümlüdür. Konsey,
çatışmayı sona erdirecek ve barışı yeniden sağlayacak tedbirleri aldığı takdirde
devletler artık meşru müdafaa hakkına dayanarak kuvvet kullanamazlar.29 Taraflar,
Konsey’in almış olduğu kararlara uymak zorundadır. Ancak Güvenlik Konseyi
sorunla ilgili olarak etkili bir eylemde bulunamaz ya da Konsey’in uluslararası barışı
ve güvenliği yeniden tesis etmek için aldığı kararlar etkisiz kalırsa, bu durumda
saldırıya uğrayan devletin meşru müdafaa hakkı da devam eder.30
O halde Konsey’in alacağı hangi tür önlemlerin, meşru müdafaa hakkının
kullanımını sona erdireceğini açıklığa kavuşturmak gerekmektedir. Öncelikle,
Konseyin alacağı önlemlerin, silahlı saldırıya uğrayan devletin kendini savunma
hakkını kullanmak suretiyle gerçekleştireceği önlemlerle paralel olması yani aynı
etkiye sahip olması gerektiği düşünülebilir.31 Yani 51. maddede ‘Konsey’in, uluslar
arası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alması’ ifadesi ile meşru
müdafaa hakkını kullanan devletin mağduriyetini gidermeye yönelik sorun çözücü ve
sonuç getirici tedbirlerin kastedildiği varsayılmaktadır. Meşru müdafaa hakkı ile;
uğranılan silahlı saldırıyı bertaraf etmek, saldırganı mağdur devletin ülkesinden
çıkartmak ve kuvvet kullanılmasını veya tehdidini önlemek amaçlandığı için
Konseyin alacağı tedbirlerin de bu yönde olması, mağdur devletin meşru müdafaa
29
Michael J. Glennon, ‘”The Fog Of Law: Self-Defence, Inherence, and Incoherence In Article 51 of
The United Nations Charter,” Harvard Journal Of Law and Public Policy, Vol. 25, No 2, 2002,
s. 553.
30
Mullerson, a.g.m. s. 23.
31
Başeren, a.g.e., s. 143.
17
hakkına son verilmesi bakımından düşünülebilecek bir husustur.32 Devletlerin
uygulamalarında da benzer bir yorum görülmektedir. Arjantin’in, İngiltere’nin
egemenliğindeki Falkland adaları üzerinde hak iddia ederek adaya asker çıkarması
üzerine İngiltere’nin topraklarını savunmak için silahlı saldırıya karşı meşru
müdafaada bulunması üzerine Güvenlik Konseyi’nin toplanarak 502 sayılı kararı
almış ve taraflara ateşkes çağrısı yapmıştır. Ancak İngiltere, bu karara uymayarak
adadaki egemenliğini yeniden tesis etmek için meşru müdafaa hakkı kapsamında
kuvvet kullanımına devam etmiştir. İngiltere karar uymamama gerekçesinde;
Arjantin’in Güvenlik Konseyi kararına uymayıp adadan geri çekilmemesini
göstermiştir. Bu açıdan Konsey’in aldığı kararın, İngiltere’nin mağduriyetini giderici
etkide olmadığı ve bu yüzden İngiltere’nin 51. madde kapsamında meşru müdafaa
hakkının sürdüğü söylenebilir.33
Güvenlik Konseyi’nin meşru müdafaadaki rolü ile ilgili bir diğer husus da;
silahlı saldırıya uğradığını iddia eden taraf ya da tarafların, meşru müdafaa
kapsamında aldığı önlemleri Konseye bildirmesinin gerekip gerekmediğidir. BM
antlaşmasında Güvenlik Konseyi’nin görev ve yetkilerini düzenleyen 24. maddesi
gereğince uluslararası barış ve güvenliğin korunmasında temel görevin Güvenlik
Konseyi’ne verilmesi ve 39. madde gereğince de barışın tehdit edildiğinin,
bozulduğunun veya saldırı eylemi olduğunun saptanmasında ve uluslararası barış ve
güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için tavsiyelerde bulunmasında veya
41. ve 42. maddeler uyarınca hangi önlemlerin alınacağının kararlaştırılmasında
başlıca sorumluluğunun Güvenlik Konseyi’nde olduğu düşünülürse; devletlerin
kendilerini savunmak için aldıkları tedbirleri Güvenlik Konseyi’ne hemen
32
Ibid., s. 143-144.
Berdal Aral, Uluslararası Hukukta Meşru Müdafaa Hakkı, Ankara, Siyasal Kitabevi, 1999,
s. 36.
33
18
bildirmeleri, Konsey’in bir an önce harekete geçip uluslararası barış ve güven
ortamını yeniden sağlaması ve gerekli gördüğü tedbirleri derhal alması açısından
önemlidir. 34
Ancak, bu bildirimin yapılmaması, meşru müdafaa hakkının kullanımının
devam etmesine bir engel oluşturmamakta ve alınan tedbirlerin meşru müdafaa
niteliğini de ortadan kaldırmamaktadır. Divan’da Nikaragua davasına (1986) ilişkin
kararında, bir devletin meşru müdafaa kapsamında aldığı tedbirleri Güvenlik
Konseyi’ne bildirme yükümlülüğünün, yapılageliş kurallarına göre usule ilişkin bir
zorunluluk olduğunu belirtmiştir. Bununla birlikte, bu usule uyulmaması, meşru
müdafaa hakkına ilişkin bir iddianın geçerliliğini ortadan kaldırmamaktadır. Yani,
silahlı bir saldırıya uğradığını ve bu yüzden meşru müdafaa hakkına dayanarak önlem
aldığını iddia eden bir devlet, aldığı tedbirleri Güvenlik Konseyi’ne bildirmemekle
sadece bir usul hatası yapmış olmakta ve meşru müdafaa hakkı bu usul eksikliğinden
dolayı etkisini yitirmemektedir. Ancak, bildirimin yapılmış olması da meşru müdafaa
çerçevesinde alınan tedbirlere bir yasallık kazandırmamaktadır. Sonuç olarak,
Güvenlik Konseyi, tarafların meşru müdafaa hakkına ilişkin iddialarını değerlendirip
yasallığına karar vermede tek yetkili organdır.35
2.4.
Genel Kurul’un Rolü
51. madde hükmünde devletlerin, antlaşma kapsamında meşru müdafaa
hakkını kullanması açısından Genel Kurul’un herhangi bir yetkisi bulunmamaktadır.
Uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması konusunda temel
yetki Güvenlik Konseyi’nde olduğundan; Genel Kurul, antlaşmanın 11. maddesine
34
Myres S. McDougal ve Florentino P. Feliciano, The International Law of War Transnational
Coercion and World Public Order, New Haven, New Haven Press, 1994, s. 220.
35
Aral, a.g.e., s. 40.
19
göre bu konuda örgüt üyelerine ve/veya Konsey’e sadece tavsiyelerde bulunabilir ve
uluslararası barış ve güvenliği tehlikeye sokacak gibi görünen durumların ortaya
çıkması halinde de Güvenlik Konseyi’nin dikkatini çekebilir. Aynı şekilde Genel
Kurul, 14. madde kapsamında da, antlaşma hükümlerinin çiğnenmesinden doğan ve
uluslararasındaki dostça ilişkileri tehlikeye sokacak nitelikte gördüğü durumların
barışçı yollarla düzeltilmesi için gerekli önlemler alınmasını tavsiye edebilmektedir.
Sonuç olarak, silahlı bir saldırıya uğradığını ve bu nedenle meşru müdafaa
hakkına başvurduğunu iddia ederek gerekli önlemleri alan mağdur devletle saldırgan
devlet arasındaki sorunun uluslararası bir boyut kazanması halinde konunun Güvenlik
Konseyi’nin gündeminde olmaması koşuluyla Genel Kurul, sorun hakkında Konsey’e
tavsiyelerde bulunabilir ve Konsey’in dikkatini çekebilir.36
3.
Müşterek Meşru Müdafaa
51. madde devletlere bireysel meşru müdafaa hakkını vermekle birlikte aynı
zamanda bu devletlere müşterek meşru müdafaa hakkını da doğal bir hak olarak
tanımaktadır. Müşterek meşru müdafaa, bireysel meşru müdafaa hakkında olduğu
gibi şartla getirilen kuvvet kullanma yasağının istisnası olan ve geçici mahiyette bir
haktır. Dolayısıyla bir devletin, saldırıya uğrayan bir başka devlete yardım etmesi için
özel bir çıkarı bulunmasa bile barış ve güvenlik gibi evrensel bir çıkar için dahi
müşterek meşru müdafaa hakkını kullanabileceği, BM antlaşması kaleme alınırken
benimsenmiştir.37
36
Murphy, a.g.e., s. 105.
Alexandrov Stanimir, Self – Defense Against the Use of Force in International Law,
Netherlands, Kluwer Law International, 1996, s. 102.
37
20
3.1.
Silahlı Saldırının Varlığı
51. Madde hükmüyle, şartların gerçekleşmesi durumunda saldırıya maruz
kalan devletle birlikte diğer devlet veya devletlere mağdur devletin yanında meşru
müdafaa hakkını kullanma yetkisi verilmektedir. Bu sayede saldırının hedefi olmayan
devlet veya devletler, saldırıya uğrayan devlete yardım etmek amacıyla kuvvet
kullanma hakkını elde etmektedir. Ancak antlaşmada, bu hakkın kullanımının ne
şekilde olacağı ve sınırlarının ne olduğu konusunda da bir belirsizlik mevcuttur.
Doktrindeki yazarlar da bu hakla ilgili çok farklı yorumlara sahiptir. Uygulamada
müşterek meşru müdafaa hakkı, silahlı saldırıya uğrayan bir devlete yardım etmek
için diğer devletlerin sahip olduğu doğal bir hak olarak görülmektedir. O halde
müşterek meşru müdafaa amacıyla kuvvet kullanan devletlerin bu eylemin meşruluğu
öncelikle yardımda bulundukları devletin bir silahlı saldırıya uğramasına ve bu
devletin de bireysel meşru müdafaa hakkının doğmasına bağlıdır.38
UAD’ın Nikaragua davasına ilişkin hükmüne göre de; şayet ortada bir devlete
yönelmiş silahlı bir saldırı yoksa, BM antlaşmasına ve uluslararası örf-adet hukukuna
göre devletler müşterek meşru müdafaa hakkı içinde güç kullanma imkanına sahip
değildirler. Aynı şekilde eğer, devletin karşı karşıya kaldığı eylem silahlı saldırı
düzeyine varmıyorsa bu durumda da bu devletin müşterek meşru müdafaa hakkı
kapsamında başka bir devletten ya da devletler grubundan silahlı yardım alması
mümkün değildir.39 Ancak bir devletin silahlı bir saldırıya uğraması, diğer devletlerin
müşterek meşru müdafaa haklarını da kendiliğinden ortaya çıkarmaz. Müşterek meşru
müdafaa hakkına dayanarak, devletlerin mağdur devlete yardım edebilmesi için
saldırıya uğrayan devletin bu durumu önceden uluslararası kamuoyuna duyurması ve
38
D. N. Kolesnik, “The Development of the Right to Self-Defence,” (Edit) William E. Butler, The
Non-Use of Force in International Law, London, Martinus Nijhoff Publishers, 1989, s.157-158.
39
Glennon, a.g.e., s. 541.
21
açıkça yardım için istekte bulunması gerekmektedir.40 Bu nedenle, bir devlet silahlı
saldırıya uğramakla birlikte diğer devletlerden bir yardım talebinde bulunmaz ise
diğer devletler re’sen , müşterek meşru müdafaa hakkına dayanarak kuvvet
kullanamazlar. Divan’da Nikaragua davası kararında; Bir devletin sadece silahlı
saldırı durumu hakkında kendi değerlendirmesine dayanarak, diğer devletin lehine
müşterek meşru müdafaa hakkını kullanamayacağını vurgulamıştır.41
3.2.
Güvenlik Konseyi’ne Bildirim;
Müşterek meşru müdafaa hakkını kullanan devletler de tıpkı bireysel meşru
müdafaa hakkını kullanan devletlerin bu hak kapsamında aldıkları önlemleri
Güvenlik Konseyi’ne bildirmesi gibi, bu çerçevede yaptıkları eylemleri Konsey’e
derhal bildirmeli ve Konsey’in soruna el koyması halinde eylemlerini sona
erdirmelidir. Dinstein, Konsey’e bildirim konusunda bir ayrıma giderek saldırıya
uğrayan mağdur devletin bireysel meşru müdafaa çerçevesinde aldığı tedbirleri
Konsey’e bildirmesi gerektiğini ayrıca bu devlete yardım eden diğer devletlerin de,
meşru müdafaa kapsamında aldığı tedbirleri Konsey’e bildirmesi gerektiğini ifade
etmiştir.42 Konsey, ilk olarak bölge anlaşması veya örgütünün, meşru müdafaa
iddiasını değerlendirecek bu arada uluslararası barış ve güvenliğin korunması için
gerekli tedbirleri alıncaya kadar, bölgesel anlaşmalar veya örgütler müşterek meşru
müdafaa hakkını kullanmaya devam edecektir. Veto nedeniyle Konsey’in karar
alamaması halinde, müşterek meşru müdafaa hakkına dayalı önlemler uygulanmaya
40
Shaw, a.g.e., s. 795.
Martin Dixon and Robert McCorquodale, Cases and Materials on International Law, London,
Blackstone Press, 1991, s. 490.
42
Dinstein, a.g.e., s. 268.
41
22
devam edecektir.43 Mullerson’a göre, şayet Güvenlik Konseyi aldığı önlemleri
uygulamada başarısız olur ya da önlemlerden beklenen etkili sonuç gerçekleşmese
müşterek meşru müdafaa hakkını kullanma imkanı yeniden ortaya çıkmaktadır.44
3.3.
Müşterek Meşru Müdafaa’da Orantılılık Durumu;
Müşterek meşru müdafaa hakkına bağlı olarak yapılan kuvvet kullanımı,
mağdur devleti var olan saldırıdan korumakla sınırlı olmalıdır. Saldırıya uğrayan
devletin mağduriyetini bertaraf etmenin ötesine geçen müşterek meşru müdafaa
tedbirleri meşru müdafaa hakkının orantılılığı koşulunun ihlali anlamına gelecektir. 45
Divan önünde de ABD, Nikaragua’ya karşı yapmış olduğu eylemleri müşterek meşru
müdafaa hakkına dayandırmıştır. Ancak Divan, ABD’nin müşterek meşru müdafaa
iddiasını kabul etmemiş ayrıca Nikaragua’nın El Salvador’daki isyancılara sağladığı
iddia edilen desteğine kıyasla, ABD’nin Nikaragua’ya karşı bu desteği önlemeyle
orantılı olmayan tedbirlere başvurduğunu ifade etmiştir.46 Bu nedenle, yapılan saldırı
ile bu saldırıyı önlemek için alınacak meşru müdafaa tedbirleri arasında bir dengenin
varlığı zorunludur.
3.4.
Bölgesel Örgütler veya Anlaşmalar Yoluyla Müşterek Meşru Müdafaa
Hakkının Kullanımı
Antlaşma metni kaleme alınırken meşru müdafaa hakkı, önceleri Bölgesel
Örgütlerin düzenlendiği sekizinci bölüm kapsamında ele alınırken daha sonra yapılan
düzenlemeyle yedinci bölüm kapsamına dahil edilmiştir. Bunun temel nedeni, meşru
43
Canan Ateş Ekşi, “Birleşmiş Milletler Andlaşması çerçevesinde Uluslararası Barış ve Güvenliğin
Korunmasında Bölge Antlaşmaları veya Örgütlerinin Rolü,” (Editör) Refet Yinanç ve Hakan
Taşdemir, Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, 1. B., Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2002,
s. 36.
44
Mullerson, a.g.m. s. 23.
45
Glennon, a.g.e., s. 545; Greig, a.g.e. s. 686.
46
Dinstein, a.g.e., s. 270.
23
müdafaanın antlaşamadan önce de var olan bir doğal hak olarak görülmesidir. Ayrıca
sekizinci bölümde kalması halinde bu doğal hakkın kullanımı Güvenlik Konseyi’nden
izin alma şartına bağlanmış olacaktı. Bir başka deyişle Konsey’den izin almaksızın
devletler doğal olarak sahip oldukları bu hakka başvuramayacaklardı.47 Müşterek
meşru müdafaa hakkıyla ilgili olarak da, bu hakkın bölgesel örgütlerden bağımsız ya
da bu örgütler aracılığıyla kullanılma imkanı bulunmaktadır.
Şöyle ki, müşterek meşru müdafaa hakkının uygulanmasında devlet ya da
devletler grubu, mağdur devletin çağrısına uyarak harekete geçebilecekleri gibi,
mevcut bir saldırı olmaksızın ileride gerçekleşebilecek muhtemel bir saldırıya karşıda
aralarında bir anlaşma yaparak saldırının gerçekleşmesi halinde bu anlaşmaya
dayanarak harekete geçebilirler. İlk durumda mağdur devletle yardım eden devlet
veya devletler arasında yardıma ilişkin herhangi bir anlaşma söz konusu değildir.
Yani devletler arasında herhangi bir askeri ittifak veya savunma anlaşması olmadan
da müşterek meşru müdafaa hakkı çerçevesinde birbirlerine yardım edebilirler.
Bununla birlikte, BM antlaşması, müşterek meşru müdafaa hakkının bölgesel
güvenlik sistemleriyle geliştirilmesine de hukuki bir zemin sağlamaktadır.48 BM
antlaşmasının 52. maddesi, uluslararası barış ve güvenliğin sürdürülmesiyle ilgili
meselelerde bölgesel örgütlerin veya antlaşmaların varlığına izin vermektedir.
Böylece sınırlı mahiyetteki uyuşmazlıların bölgesel anlaşmalar ve örgütler vasıtasıyla
çözümlenmesinin önü açılmıştır. Ancak maddenin devamında, bölge anlaşmaları veya
örgütlerinin faaliyetlerinin BM antlaşmasının amaç ve ilkelerine uygun olması şartıda
belirtilmektedir. Ayrıca madde 52/2’de, bölge anlaşmalarına veya örgütlerine taraf
olan BM üyelerinin sınırlı mahiyetteki uyuşmazlıklarını BM önüne getirmeden önce,
47
48
Stanimir, a.g.e., s. 85.
McDougal ve Feliciano, a.g.e., s. 245.
24
bu anlaşma veya örgütler aracılığıyla çözmek için tüm gayretlerini sarf etmeleri
istenmektedir.49 Şartın 54. maddesinde bölgesel kuruluşların ve anlaşmaların, uluslar
arası barış ve güvenliğin korunması amacıyla üstlendikleri faaliyetlerini ve niyetlerini
her zaman tam olarak Güvenlik Konseyi’ne bildirmeleri gerektiği vurgulanmaktadır.
Bu kapsamda, sınırlı nitelikteki uyuşmazlıkların öncelikle bölgesel anlaşmalar veya
örgütler vasıtasıyla çözümlenmesi kabul edilmekle birlikte tamamıyla BM’den
bağımsız hareket edilmesi, madde 54’e göre önlenmek istenmiştir.50
II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan NATO ve Varşova paktı gibi örgütlerde,
antlaşmanın 51. maddesine bağlı olarak müşterek meşru müdafaa hakkının
kullanılmasına yönelik kurulmuş savunma amaçlı bölgesel örgütlerdir. Bu örgütler ve
anlaşmalar, daha ortada bir saldırı mevcut değilken müşterek meşru müdafaanın
devletler arasında önceden bir savunma yapısı oluşturması açısından önemlidir.51
NATO anlaşmasının 5. maddesin de “anlaşmaya taraf devletlerden birine karşı
silahlı bir saldırı olduğu taktirde, tüm taraflara karşı bir saldırı olduğu kabul
edilmekte ve bu saldırıya karşı tarafların BM antlaşmasının 51. maddesinde belirtilen
bireysel ve müşterek meşru müdafaa hakkını kullanacağı”52 ifade edilmektedir.
NATO anlaşmasının 5. maddesinde sözü edilen müşterek meşru müdafaa hakkı 1947
yılında imzalanan “Amerikan Devletleri Arasında Karşılıklı Yardım Anlaşması”’nın
(Rio Anlaşması) 3/1. maddesinde de görülmektedir. Bu maddeye göre; Anlaşmaya
taraf devletler, herhangi bir devletin bir Amerikan devletine yönelik silahlı saldırısını,
tüm Amerikan devletlerine yapılmış saymakta ve anlaşmaya taraf devletlerden her
biri, BM antlaşmasının 51. maddesinde kabul edilen bireysel ya da müşterek meşru
49
Ekşi, a.g.m., s. 19.
Ibid., s. 21.
51
Shaw, a.g.e., s. 794.
52
Aptülahat Akşin, BirleşmişMilletler ve Müşterek Güvenlik, Birinci Kitap, Ankara, Güney
Matbaacılık, 1949, s. 148-149.
50
25
müdafaa hakkını kullanarak saldırının bertaraf edilmesine yardımda bulunmayı kabul
etmektedir.53
Dinstein’a göre, müşterek meşru müdafaa hakkını içeren bu tip askeri ittifak
anlaşmaları, karşılıklı yardım anlaşmalarının bir çeşidini oluşturmaktadır. Dinstein,
askeri ittifak anlaşmalarına kıyasla karşılıklı yardım anlaşmalarında taraf devletler
arasında, muhtemel bir saldırı gerçekleştiği takdirde askeri yönetim,eğitim ve teçhizat
gibi konularda müşterek meşru müdafaa hakkının uygulanması bakımından uyum
sorunu olabileceğini ifade etmektedir.54 Bu nedenle, tarafların önceden, gelecekteki
muhtemel saldırılara karşı her an hazır olmalarını sağlamaya yönelik askeri işbirliğini
de içeren ittifak anlaşmaları, karşılıklı yardım anlaşmalarına göre 51. madde
kapsamında müşterek meşru müdafaanın daha etkin bir kullanımını ortaya
koymaktadır. Ayrıca, BM antlaşmasının kabulünden günümüze kadar BM sistemi
içinde VII. Bölüm kapsamında yer alan Kolektif Güvenlik sisteminin bir türlü
kurulamamış olması da askeri-siyasi ittifaklara dayanan bölgesel örgütlenmeler
yoluyla müşterek meşru müdafaa hakkının kullanımının önemini arttırmaktadır.
Özellikle, Örgütün; 42. maddede öngörülen uluslararası barış ve güvenliğin
korunması veya yeniden tesisi için silahlı kuvvet kullanılmasını gerektiren zorlama
tedbirlerini, 43.- 47. maddeler arasında belirtilen mekanizmayla uygulayamaması, üye
devletlerin müşterek meşru müdafaa hakkını silahlı saldırıya karşı temel dayanak
olarak algılamasına neden olmaktadır.55 Bölge anlaşmaları veya örgütlerinin, silahlı
kuvvet kullanılmasını gerektiren zorlama tedbirlerine başvurabilmeleri madde 53’e
göre Konsey’in izin şartına bağlıyken müşterek meşru müdafaaya dayalı önlemlerin
kullanılmasının önünde herhangi bir engel bulunmamaktadır. Ancak bölge
53
Dinstein, a.g.e., s. 255.
Ibid., s. 256.
55
McDougal ve Feliciano, a.g.e., s. 246.
54
26
anlaşmaları veya örgütlerinin müşterek meşru müdafaa hakkını kullanmaları BM
antlaşmasıyla belli kurallara tabi kılınmaktadır.56 Sonuç olarak; bir devlet silahlı bir
saldırıya uğradığı ve açıkça yardım istediği takdirde, aralarında önceden karşılıklı
yardım veya askeri ittifak anlaşmaları olsun olmasın diğer devlet veya devletler
grubu, 51. maddede kabul edilen doğal müşterek meşru müdafaa hakkını kullanarak
saldırıya uğrayan devletin mağduriyetini gidermeye yönelik önlemler alabileceklerdir.
3.5.
Körfez Savaşı ve Müşterek Meşru Müdafaa
Müşterek meşru müdafaa hakkının kullanımına örnek olabilecek bir durum
olarak Körfez savaşına da değinmekte konu açısından fayda vardır. 1991 Körfez
Savaşı, devletlerin Irak’a karşı kullandığı silahlı kuvvetin dayanağı açısından bir
belirsizlik yaratmıştır. 1990 yılında Irak’ın Kuveyt’i işgali sonucu Güvenlik
Konseyi’nin aldığı kararlar, devletlerin 51. madde kapsamında müşterek meşru
müdafaa’ya dayanarak mı; yoksa antlaşmanın 42. maddesi kapsamında kuvvet
kullanımını içeren zorlama önlemlerine dayanarak mı Kuveyt’e yapılan saldırıyı
bertaraf ettiği sorusunu ortaya çıkarmıştır. Konsey’in işgalin hemen sonrasında aldığı
661 sayılı karar; Kuveyt’in ve Kuveyt’le işbirliği yapan devletlerin bireysel veya
müşterek meşru müdafaa hakkının varlığını hatırlatmaktaydı.57
Dinstein’a göre, Konsey bu kararıyla, gelecekte gerçekleşmesi muhtemel olan
bir müşterek meşru müdafaa eylemine önceden izin vermiş olmaktadır. Dinstein
ayrıca; Körfez savaşında görev yapan Koalisyon güçlerinin, BM’nin kolektif güvenlik
sistemine dayanan bir güç olduğunu söylemenin zor olduğunu ve Konsey’in Irak’a
karşı savaşmak için bir BM gücü oluşturmayı hiçbir zaman düşünmediğini ifade
etmiştir. Sonuçta Dinstein, Irak’ın silahlı saldırısına karşılık olarak antlaşmanın 51.
56
57
Ekşi, a.g.e., s. 34-35; Şart için bakınız geride s. 18.
S/ RES./ 661 (1990).
27
madde kapsamındaki bireysel veya müşterek olan meşru müdafaa hakkının özel bir
şeklinin, 661 sayılı Konsey kararıyla bütünleştiğini iddia etmiştir. 58
Shaw ise, Koalisyon güçlerinin silahlı harekatının 661 sayılı karara uygun
olarak gerçekleştiğini ve Kuveyt’in yardım isteğine karşılık olarak devletlerin
müşterek meşru müdafaa haklarını kullandıklarını ileri sürmüştür.59 Bir başka yazara
göre ise, Irak’ın saldırısı ile müşterek meşru müdafaa hakkı doğmakla birlikte, 661
sayılı kararla Konsey’in Irak’a karşı ticari ve mali yaptırımları benimsemesi, kolektif
önlemlerin bu hakkın yerini almasına neden olmuştur. Ancak bu önlemlerden
beklenen etki sağlanamadığı takdirde devletlerin kararda hatırlatılan doğal müşterek
meşru müdafaa hakkı yeniden ortaya çıkmaktadır.60
Konsey; 678 sayılı kararında ise, Kuveyt hükümeti ile işbirliği yapan üye
devletlere, Irak 15 Ocak 1991 tarihine kadar Konsey’in kararlarını tamamen yerine
getirmediği takdirde, takip eden ilgili Güvenlik Konseyi kararlarını yerine getirmek
ve bölgede uluslararası barış ve güvenliği yeniden tesis etmek için gerekli bütün
yollara başvurma iznini vermiştir.61 Ancak 678 sayılı kararın zorlama tedbirlerinin
düzenlendiği VII. Bölüme dayandığı görülmekle birlikte kuvvet kullanımı izninin
hangi maddeye atıf yapıldığının anlaşılması güçtür.62
678 sayılı kararla, devletlere verilen kuvvet kullanımı izninin, VII. Bölüm 42.
madde kapsamında yer alan zorlama önlemleri niteliğinde olduğu da birtakım
yazarlar tarafından ifade edilmiştir. Bu nedenle, 678 sayılı kararın müşterek meşru
müdafaa hakkının kullanımının bir örneği olamayacağı belirtilmiştir. Bu yazarlara
göre, kararda açıkça Güvenlik Konseyi kararlarının uygulanmasını temin etmek için
58
Dinstein, a.g.e., s. 272-273.
Shaw, a.g.e., s. 795.
60
Mullerson, a.g.m., s.22-23.
61
S/RES./ 678 (1990).
62
Joyner, a.g.e., s. 113.
59
28
devletlere, kuvvet kullanımı konusunda önceden bir izin verilmektedir. Oysa
müşterek meşru müdafaanın doğal bir hak olarak kabul edilmesi Güvenlik
Konseyi’nden önceden böyle bir izni gerekli kılmamaktadır. Ayrıca ister bireysel ister
müşterek olsun, meşru müdafaa hakkı devletler için Güvenlik Konseyi soruna el
koyana kadar geçerli olan bir haktır. 678 sayılı kararla Güvenlik Konseyi, uluslararası
barış ve güvenliği yeniden tesis etmek için etkili bir karar almakta ve üye devletlere
kuvvet kullanımı izni vermektedir.63 Yani Konsey sorunla ilgili gerekli önlemleri
almaktadır.
Schachter ise, 678 sayılı kararında 51. maddeye ve dolayısıyla müşterek meşru
müdafaa hakkına yol açtığını ileri sürmüştür. Yazara göre; karar, açıkça Kuveyt’le
işbirliği yapan devletlere Irak’ın silahlı saldırısına birlikte karşı koyma hakkı
vermektedir. Yazar, bunun da müşterek meşru müdafaa hakkının kullanımı anlamına
geleceğini öne sürmüştür.64
4.
Örf – Adet Hukukunda Meşru Müdafaa Hakkı
Meşru müdafaa hakkına ilişkin yapılageliş kuralları, büyük ölçüde Caroline
olayı sonrasında ABD Dışişleri Bakanı Webster’ın ortaya koyduğu bir takım şartlara
dayanmaktadır.
1837
yılında
Kanada
topraklarındaki
Kanadalıların
İngiliz
egemenliğine karşı ayaklanması üzerine Caroline hadisesi meydana gelmiştir.
İsyancılar hem Kanada hem de Kanada sınırına yakın ABD toprakları içinde
örgütlenmişlerdi. Yukarı Kanada toprakları içinde yer alan Navy adasında bulunan
Kanadalı isyancılara da Caroline adlı bir Amerikan buharlı gemisi takviye insan gücü
ve cephane taşıyordu. İngilizler, Kanada üzerinden Amerikan topraklarına girerek
63
Keskin, a.g.e., s. 170-171.
Murphy, a.g.e., s. 113; Eugene V. Rostow, “Until What? Enforcement Action or Collective SelfDefense?,” American Journal of International Law, Vol. 85., No:3, July 1991, s.509.
64
29
Schlossel limanında gemiyi ele geçirip ateşe vererek Niagara şelalesinde batırdılar.
Olay sonrasında İngiliz Dışişleri Bakanı, İngiltere’nin meşru müdafaa ve kendini
koruma hakkına dayanarak bu eylemi gerçekleştirdiğini ifade etmiştir.
Amerikan Dışişleri Bakanı Webster ise, İngiltere’ye verdiği yazılı cevapta
olayın meşru müdafaa hakkının kullanımı olarak kabul edilebilmesi için ortaya çıkan
tehdidin; meşru müdafaayı gerekli kılması, ani, karşı konulamaz, başka yollarla
giderilemez olması ve sorunu müzakere etmek için zaman bırakmaması gerektiğini
belirtmiştir. Webster’ın ortaya koyduğu bu formül, daha sonra İngiltere tarafından da
kabul edilmiştir. Böylece, bu şartlar devletlerin daha sonraki meşru müdafaa
uygulamalarında da aranmaya başlanmıştır.65 II. Dünya Savaşı sonrasında kurulan
Nurnberg Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi de; savaş sırasında Almanya’nın
Norveç’i işgalini değerlendirirken Webster’ın formülasyonunu dikkate alarak işgalin
hukuki bir meşru müdafaa hakkını teşkil etmediği yargısına varmıştır. Mahkemeye
göre, bu olayda Almanya’nın bir meşru müdafaa gerekliliği bulunmamakla birlikte
Norveç’inde Almanya’ya karşı bir eylemi olmadığından Almanya’nın savunulacak
bir çıkarı bulunmamaktadır.66
Amerikan Dışişleri Bakanı Webster’ın ortaya koyduğu meşru müdafaanın
şartlarını ayrı ayrı ele almak, örfi meşru müdafaa hakkının açıklanması açısından
yararlı olacaktır.
4.1.
Gereklilik Şartı
Webster formülasyonunda yer alan ve meşru müdafaa hakkının örfi bir hak
olması açısından önem taşıyan şartlardan ilki ‘gereklilik’ halidir. Gereklilik haline
göre, silahlı bir saldırıya karşı mağdurun kendisini silahla savunma dışında bir
65
66
Dinstein, a.g.e., s. 243.
Ibid., s. 244.
30
seçeneğinin olmaması gerekmektedir.67 Örneğin bir A devleti; bir B devletinin
topraklarını işgal ettiği takdirde, B devletinin egemenliğini ihlal etmesinin
gerekliliğini açıkça ispat etmesi gerekmektedir. Zorlayıcı önlemler uygulayan A
devletinin bu hareketi, B devletinin askeri gücünün yaptığı bir saldırıya karşı tepki
olabilir. Ayrıca B devletinin saldırısını önleyebilecek alternatif çözüm yollarının yok
ya da tükenmiş olması da A devleti açısından meşru müdafaa bakımından gerekliliğin
ortaya çıkmasının bir başka nedeni olmaktadır.68
Olay anında tepki niteliğindeki karşı tedbirler de, gereklilik haline bir örnek
teşkil etmektedir. Silahlı bir saldırıyla karşılaşan devletin meşru müdafaa hakkı
çerçevesinde yapabileceği ilk hareket, saldırıya karşı savunmaya geçmesi ve saldırıyı
savuşturmasıdır. Ancak bu hareketin hukuki kabul edilebilmesi için alternatif bir
çözüm yolunun bulunmaması ve mevcut saldırının başka çözüm yollarıyla
giderilemeyecek seviyede olması gerekir. UAD’da Corfu Kanalı davasında (1949),
kendilerine ateş açılması halinde açık denizde seyreden gemilerin derhal karşılık
verebileceğini belirtmiştir. Buna göre meşru müdafaa hakkının coğrafi bir sınırı
yoktur. Nerede saldırıya uğrandı ise orada meşru müdafaa hakkı kullanılabilir. Bu
yorum, açıkça hem 51. maddeye hem de örf – adet hukukunda yer alan gereklilik
şartına uygun olarak alınan bir önlemi ifade etmektedir.69 Bir başka şekilde söylemek
gerekirse; gereklilik hali, aynı etkiyi yaratacak başka bir çözüm yolunun olmadığı
ciddi ve mevcut bir tehdit durumunda söz konusu olabilir.
67
McDougal ve Feliciano, a.g.e., s. 232.
Ibid., s. 244.
69
Ibid., s. 214.
68
31
4.2.
Aciliyet Şartı;
Webster’ın ortaya koyduğu ikinci şart ise ‘aciliyet’ halidir. ABD Dışişleri
Bakanına göre, yapılan eylemin meşru müdafaa eylemi olarak kabul edilebilmesi için
tehdidin birden ortaya çıkması gerekmektedir. Ayrıca, zamansal açıdan tehdit,
mağdur devletle saldırgan arasında sorunu çözmek için bir süre vermemelidir. Bu
nedenle, mağdur devlet silahlı saldırı başladığında olay anında tepki durumunda
geçici olarak karşı güç kullanımında bulunabilir.70 Aciliyet durumunda, saldırgan
devletin silahlı saldırısı sonrasında mağdur devletin, arada fazla bir zaman kesintisi
olmadan saldırıya karşı güç kullanması gerekmektedir. Ancak, mağdur devlet her an
saldırıya karşılık verebilecek bir imkana sahip olamayabilir. Bu durumda mağdur
devlet silahlı saldırıya uğramasıyla birlikte hemen karşılık vereceğini ciddi olarak
gösterir ve fazla bir süre geçmeden meşru müdafaada bulunursa, silahlı saldırıyla
meşru müdafaa fiili arasındaki bağ kopmayacaktır.71
Devletlerin
meşru
müdafaa
uygulamalarında
ise
farklılıklar
ortaya
çıkmaktadır. Örneğin, İsrail’in aciliyet şartı bakımından meşru müdafaanın amacını
aşan eylemlerde bulunduğu, Güvenlik Konseyi’nin çeşitli kararlarında da ifade
edilmiştir. İsrail’in 1966 ve 1969 yıllarında Ürdün’e ve 1969 yılında Lübnan’a ve
1970 yılında tekrar Lübnan’a gerçekleştirdiği harekatları Güvenlik Konseyi; büyük
ölçekli,
dikkatle
planlanmış
ve
önceden
tasarlanmış
harekatlar
olarak
değerlendirmiştir.72 Başeren’e göre saldırının önceden tasarlanmış olması, Güvenlik
Konseyi’nin değerlendirmesinin temel noktasını oluşturmaktadır. Şayet, karşı eylem;
önceden başlamış bir saldırı sürerken bunu bertaraf etmek yerine, saldırı sona
70
Dinstein, a.g.e., 215.
Başeren, a.g.e., s. 134.
72
Ibid., Idem.
71
32
erdikten sonra başlatılıyorsa meşru müdafaanın amacını aşmaktadır.
73
O halde;
saldırıya uğrayan devletin, saldırı gerçekleştiği anda savunma amaçlı tepkisini
koymasının saldırı sebebi ile meşru müdafaa amacı arasındaki zamansal bağa
uyacağını söyleyebiliriz.
Mağdur devletin savunma niyetini açıkça göstermesine karşın askeri
hazırlıklar ve coğrafi şartlar bakımından karşı eylemde bulunmakta gecikmesi, meşru
müdafaa hakkının kullanımında aciliyet şartı açısından zaman bağlantısını ortadan
kaldırmamaktadır. Dolayısıyla, Arjantin’in 1982 yılında İngiltere’nin Falkland
adalarını işgali sonucunda İngiltere’nin işgalle birlikte askeri hazırlıklara başlamasına
ve anakaradan uzakta bulunan topraklarına varması belli bir süre almasına bağlı bir
gecikmenin, aradaki zaman bağını kesmediği varsayılmıştır.74 Ayrıca, saldırıya
uğrayan devletin, doğrudan karşılık vermek yerine sorunu dostça çözmek amacıyla
giriştiği yolların da aradaki zamansal bağı koparmayacağı öne sürülmüştür.
Dinstein’ın bu fikrine göre; şayet dostça görüşmeler başarısız olursa saldırıya uğrayan
devlet ve ona yardıma giden devletler, karşı güç kullanabilirler. Bu durumda ortaya
çıkan eylem, aradan bir zaman geçmesine rağmen meşru müdafaa olarak kabul
edilmelidir. Dinstein bu görüşüne örnek olarak da; Körfez savaşında Kuveyt’in Irak
tarafından işgal edilmesinden sonra meşru müdafaa içinde kuvvet kullanımının altı ay
sonra başlamasını göstermiştir. Irak, sorunun dostça çözümüne yönelik ısrarlı
girişimlere karşı koyduğu için aciliyet koşulu bu örnek olayda ihlal edilmemştir.75
Başeren’e göre de bir devletin topraklarının saldırgan amaçlarla işgal edilmesi
meşru müdafaa hakkına yol açmakla birlikte aradan kabul edilemeyecek bir zamanın
geçmesi karşı güç kullanımını meşru müdafaa olmaktan çıkarmaktadır. Başeren:
73
Ibid., s.135.
Dinstein, a.g.e., s. 237.
75
Ibid.,s.236.
74
33
“Aradan geçen zamanın devletin topraklarının işgalindeki hukuka aykırılığı ortadan
kaldırmadığına, aksine kullanılan mukabil kuvvetin silahlı saldırıyı önlemek amacından
saparak devam eden hukuka aykırılığı ortadan kaldırmaya yöneldiğini gösterdiğine dikkat
etmek gerekir.”
demek suretiyle meşru müdafaa eyleminin aradan geçen zamanda değişen
amaçla zararla karşılığa dönüşeceğine işaret etmektedir.76
4.3.
Orantılılık Şartı
Mağdur devletin, işlediği meşru müdafaa fiilinin uğradığı silahlı saldırıyla
dengeli olması gerektiği anlamına gelen bu şart, antlaşmanın 51. maddesinde ifade
edilmemektedir. Ancak, silahlı saldırıya uğrayan devletin orantılılık ilkesine uygun
bir karşılık vermesi gereği, BM antlaşmasından çok önce uluslararası örf – adet
kurallarıyla kabul edilmiştir. Buna göre, meşru müdafaa hakkı çerçevesinde
gerçekleştirilen bir eylem, tehlike arzeden durumla orantılı olmalı ve bu sınırlar
içinde kalmalıdır.77
Orantılılık ilkesine göre; mağdur devletin, saldırgan devletin saldırısına
karşılık olarak gerçekleştirdiği askeri güç kullanımının doğrudan saldırgan devletin
silahlı gücüne yönelik olması ve savunma amaçlı olsa bile askeri misilleme niteliğine
bürünmemesi gerekmektedir. Ayrıca, meşru müdafaa içinde bulunan devlet, saldırgan
devletin sivil halkına karşı güç kullanmamalıdır. Bununla birlikte, meşru müdafaa
hakkını kullanan devletin karşı eylemi, kendisine yapılan saldırıyı bertaraf etmekle
sınırlı olmalıdır.78
Bu amacı aşan bir meşru müdafaa eylemi, bu hakkın ihlali
anlamına gelebilir. Bundan dolayı da meşru müdafaa hakkını kullandığını iddia eden
devletin kendisi saldırgan konumuna düşebilir. Kuşkusuz bu durum, ilk silahlı
76
Başeren, a.g.e., s. 136-137.
Aral, a.g.e., s. 25.
78
Greig, a.g.e., s. 677.
77
34
saldırıyı gerçekleştiren devletin eylemini de meşrulaştırmamaktadır. Ancak, verilen
karşılığında orantılılık koşulunu aşması yapılan eylemin meşru müdafaa olarak kabul
edilmesini güçleştirecektir.
Bununla birlikte Başeren’e göre; ülkesinin tümüyle işgaline yönelik bir
saldırıyla karşılaşan devlet, saldırıyı sona erdirmek amacıyla, saldırıyı önlemenin yanı
sıra saldırgan devletin ülkesine girerek mevcut hükümetini devirmek ya da askeri
gücünü ortadan kaldırmak için meşru müdafaa hakkını kullanabilir. Başeren, bu
şekildeki kuvvet kullanımına, savunma savaşı denebileceğini belirtmiştir. Ancak
mağdur devletin, savunma savaşında saldırgan devletin ülkesini süresiz olarak işgal
etmek ya da ilhak etmek hakkı bulunmamaktadır. Savunma savaşının antlaşmanın 51.
maddesine uygun olması için saldırgan devletin, açıkça güç kullandığı devletin siyasi
rejimini kendine göre belirleme ve ülkesini işgal etme amacı taşıyor olması
gerekmektedir. Buna mukabil, saldırgan devletin bu yöndeki niyetlerini ortadan
kaldırmak için savunma savaşından başka bir çözüm yolu bulunmamalıdır. Bu
durumda Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrasında, Kuveyt’in ve müşterek meşru müdafaa
hakkını kullanarak Kuveyt’e yardım eden devletlerin savunma savaşı yaptıkları
söylenebilir.79 Yukarıda ifade edilen görüşe orantılılık açısından bakarsak, mevcut
tehdidin boyutuyla orantılı bir meşru müdafaa hakkının kullanımı, ortaya çıkan
tehdidin gerektirdiği araçlarla ona karşı konulmasını ve saldırıdan önceki statükonun
yeniden sağlanmasını sağlamaya yönelik olmalıdır.
79
Başeren, a.g.e., s. 138-139.
35
4.4.
51. Madde ile Örf – Adet Hukukundaki Meşru Müdafaa Hakkı
arasındaki İlişki
BM antlaşmasında yer alan meşru müdafaa hakkı ile uluslararası örf – adet
hukukunda yer alan meşru müdafaa hakkı arasındaki ilişkiye ilişkin doktrinde farklı
bir görüş vardır. Bu görüşe göre; meşru müdafaa hakkı, sadece silahlı saldırı
durumunda değil aynı zamanda silahlı saldırı düzeyine varmayan tehdit durumunda
da kullanılabilecek bir haktır. Bu görüşün dayandığı gerekçe ise, BM Antlaşması’nın
meşru müdafaa hakkı ile ilgili örf – adet kurallarını ortadan kaldırmadığıdır.80 51.
madde hükmünde, hakkın doğal bir hak olduğunun belirtilmesi de bu iddiaya bir
dayanak teşkil etmektedir. Bu görüşe göre, şayet 51. madde antlaşmaya dahil
edilmeseydi dahi devletlerin meşru müdafaa hakları saklı kalacaktı. Nitekim,
Milletler Cemiyeti Misakı’nda ve Paris paktında bu haktan doğrudan söz
edilmemesine rağmen devletler, meşru müdafaanın varlığını yapılagelişin bir parçası
olarak zaten kabul etmekteydi.81
Birtakım devletlerin, uygulamalarında da 51. maddede belirtilenden daha
geniş bir meşru müdafaa hakkı iddiasında bulundukları görülmektedir. Örneğin İsrail,
1981 yılında Irak’ın Osirak nükleer reaktörüne yaptığı saldırıda meşru müdafaa
hakkını geniş yorumlamıştır. Ancak Güvenlik Konseyi, bu olayda reaktörün
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı tarafından denetlendiğini göz önüne alarak İsrail’in
meşru müdafaa iddiasını kabul etmemiş ve bu devleti kınamıştır. 82
Kapsamı geniş bir meşru müdafaa hakkı görüşünü ve bu görüşe dayanan
devletlerin uygulamalarını BM antlaşması açısından kabul etmek güçtür. Öncelikle
80
Greig, a.g.e., s. 678; Aral, a.g.e., s. 43.
Keskin, a.g.e., s. 52 – 53.
82
Anthony D’Amato, “Israel’s Air Strike Upon The Iraqi Nuclear Reactor,” AJIL, Vol.80, No.3,
1983, s. 585-587.
81
36
Antlaşmanın 2/4. maddesi ile ortaya konan kuvvet kullanma yasağı genel bir
hükümdür ve devletlerin kuvvet kullanımlarını sınırlandırıcı bir yapıya sahiptir. Buna
karşın; 51. madde bu genel yasağın bir istisnası olarak antlaşmada kabul edilmiştir ve
Güvenlik Konseyi’nin denetimine tabi tutulmuştur.83 Böylece; kuvvet kullanımının
şartları konusunda Antlaşmanın 2/4. maddesi ile 51. maddesi temel çatıyı
oluşturmaktadır. Ayrıca, uluslararası örf- adet hukukundaki meşru müdafaa varlığını
koruyor olsa bile, BM antlaşmasının kabul edilmesinden itibaren bu hakkın, örfadetin
değil,
antlaşmanın
etkisinde
gelişmekte
olduğunu
kabul
etmek
gerekmektedir.84
51. maddeyle örf-adet hukuku arasındaki ilişki bakımından UAD’ın
Nikaragua davasındaki (1986) görüşüne de değinmek gerekirse; Divan, kararında
meşru müdafaa hakkına ilişkin yapılageliş kurallarının, geniş yorumlara imkan
verebileceğini kabul etmemiştir. Bununla birlikte; Divan, 51. maddede yer alan meşru
müdafaa hakkının antlaşmanın kabulünden önce de yapılagelişte var olduğunu
belirtmiştir. Bu açıdan, 51. madde metninde yer alan “… doğal olan bireysel veya
müşterek meşru müdafaa hakkı…” ifadesi uluslararası örf-adet hukukundaki bu
hakkın antlaşma metnine dahil edilmesinin bir sonucudur.85 Divan; dava hükmünde,
51. maddede yer almamakla birlikte, meşru müdafaaya dayanan eylemlerin saldırıya
karşı orantılı ve zaruri olması koşullarının, örf-adet hukukunda kabul edilen kurallar
olduğunu ifade etmiştir.86 Divan ayrıca, silahlı saldırı düzeyine varmayan bir kuvvet
kullanımına hedef olan devletin, kendi sınırları dışında gerçekleştireceği bir askeri
harekatı meşru müdafaa hakkına dayandıramayacağını da belirtmiştir. Divan’a göre
83
Başeren, a.g.e., s. 115-116.
Stanimir, a.g.e., s. 95; Keskin, a.g.e., s. 54.
85
Dinstein, a.g.e., s. 182.
86
Ibid., s. 202.
84
37
mağdur devlet, silahlı saldırı niteliğinde olmayan eylemlere karşı ancak orantılı
önlemlerle cevap verebilir. Bu karar uyarınca; bir devletin meşru müdafaa hakkını
kullanabilmesi için karşı karşıya kaldığı eylemlin silahlı saldırı düzeyinde olması
gerekmektedir. 87
BM antlaşmasının yürürlüğe girmesiyle birlikte devletler için kuvvet
kullanımı yasaklandığına ve istisna olarak meşru müdafaa hakkı kabul edildiğine
göre, bu hakkın geniş bir şekilde yorumlanması antlaşmanın ilkelerinin çiğnenmesi
anlamına gelecektir. Bundan dolayı örf-adet hukukunda yer alan meşru müdafaaya
ilişkin koşulların, 1945 sonrasında antlaşmanın etkisinde geliştiği ve maddenin
kendisinin bir örf-adet hukuku kuralı haline geldiği söylenebilir.88
Ancak; 1980’li yıllardan itibaren özellikle güçlü devletlerin, birtakım kuvvet
kullanımlarını meşrulaştırmak için 51. madde ile birlikte 1945 öncesindeki şekliyle
örf-adete dayanan bir meşru müdafaa hakkına atıf yaptıkları gözlenmektedir. Buna
bağlı olarak, bazı yazarlar ve devletler olası bir silahlı saldırıyı önlemek ve tehdidi
bertaraf etmek amacıyla kuvvet kullanabileceklerini iddia etmekte ve örf-adet
hukukundaki meşru müdafaanın da bu eylemlere dayanak olduğunu öne
sürmektedirler. Önleyici meşru müdafaa olarak da ifade edilen bu durum, II. Bölümde
Reagan Doktrini çerçevesinde ele alınacaktır.
87
Funda Keskin, “Birleşmiş Milletler ve Kuvvet Kullanma”, Avrasya Dosyası, 8. C., Sayı 1, İlkbahar
2002, s. 160.
88
Mullerson, a.g.m., s. 32.
38
II. BÖLÜM :
REAGAN DOKTRİNİ VE ÖNLEYİCİ MEŞRU MÜDAFAA HAKKI
Bu bölümde, başta ABD olmak üzere bir takım devletlerin, mer’i uluslar arası
hukuk kurallarını ve özellikle BM antlaşmasının kuvvet kullanmayı ve tehdidini
yasakladığı 2/4. Maddesiyle meşru müdafaaya ilişkin 51. maddeyi yorumlamasına
bağlı olarak ortaya çıkan yaklaşımlar ele alınacaktır. Bu çerçevede, devletlerin
uygulamalarında ve doktrindeki yazarların görüşlerinde gerek 2/4. maddenin
kapsamının dar yorumlanarak geniş bir kuvvet kullanma alanı elde etme çabaları,
gerekse 2/4. maddenin özüne dokunmadan 51. maddeyi geniş yorumlayarak aynı
sonuca ulaşma çabaları irdelenecek ve bu uygulama ve görüşlerin karşısındaki
düşüncelere de yer verilecektir.
1.
Reagan Doktrinin Doğuşu
I. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD Başkanı Wilson’un “Demokrasi için güvenli
bir dünya yaratılması” düşüncesinin uygulayıcısı olma amacını taşıyan ve 1981 –
1988 arası dönemde ABD Başkanı olan Ronald Reagan, dış politikada kendi adıyla
anılacak olan doktrinini üçüncü dünya ülkeleri üzerinde uygulamaya çalıştı.89
Doktrinde, ABD askeri gücü doğrudan kullanılmadan kendi ülkelerinde baskıcı
rejimlerine karşı mücadele eden gruplara dolaylı askeri ve maddi yardım sağlanması
amaçlanmaktaydı. Bu gruplara yapılan ABD’nin desteğinin şekli ve yoğunluğu her
ülkedeki şartlara göre de değişmekteydi.90
89
90
Dinesh D’Souza, Ronald Reagan, New York, The Free Press, 1997, s. 172.
Ibid.,s. 153.
40
Reagan yönetimi; Afganistan, Nikaragua, Angola ve Kamboçya gibi
ülkelerdeki rejimlerin Sovyetler Birliği tarafından desteklendiğini iddia etmekte ve bu
ülkelere özgürlük ve demokrasiyi getirmenin dış politikada temel misyonu olduğunu
belirtmekteydi. Bu misyonunu gerçekleştirmek amacıyla ABD, bu ülkelerdeki
totaliter rejimlerin konumlarını güçlendirmeye çalışmasını engellemek için çeşitli
şekillerde rejim muhaliflerine dersek vermekteydi.91
1.1.
Doktrinin Uygulama Alanı: Nikaragua
Doktrinin uygulama alanı olma açısından bir Latin Amerika ülkesi olan
Nikaragua’daki durumun incelenmesinde fayda vardır. Zira Amerikan yönetimi,
Nikaragua’yı bir başka Küba olarak görmekteydi. Nikaragua’da 1979 yılında
Sandinista devrimcileri tarafından Somoza rejimi yıkılarak geniş tabanlı bir koalisyon
kurulmuş ve Sandinista hükümeti, hızla askeri gücünü arttırarak ve Sovyetler Birliği
ve Küba ile yakın ilişki kurmaya başlamıştı. Buna karşın ABD de, Sandinista rejimine
muhalif olan silahlı gruplara askeri, lojistik ve eğitim yardımlarının yanı sıra taktik
plan ve istihbarat bilgisine kadar bir dizi yardımda bulunuyordu.92 Bu paramiliter
gruplar, Nikaragua’nın eski devlet başkanı Somoza’nın ulusal muhafızlarından
oluşuyordu ve Sandinista yönetimi, bu grupları karşı devrimci ya da kontra olarak
adlandırıyordu. ABD, Sandinista yönetiminin kendi ideolojisini çevresindeki diğer
ülkelere de yaymaya çalıştığını iddia etmekteydi. ABD; Nikaragua yönetiminin, El
Salvador’daki rejim karşıtlarına –kısaca FMLN- askeri yardımda bulunduğunu ileri
sürmekte ve bu durumun bölgedeki barışı ve istikrarı tehdit ettiğini vurgulamaktaydı.
91
Mark P. Lagon, The Reagan Doctrine, Westport, Praeger Publishers, s.43; Corall Bell, The
Reagan Paradox, New Jersey, Rutgers University Press, 1989, s. 103.
92
Alan Brinkley, American History, Eleventh Edition, McGraw Hill Published, 2003, s.909;
D’Souza, a.g.e., s.160.
41
Bu nedenle Reagan yönetimi de, Nikaragua’nın Salvadorlu isyancılara verdiği
desteğe karşın Nikaragua’daki Kontralara destek vermekteydi.93
1.1.1. Sorunun Uluslararası Adalet Divanı’na Götürülmesi
Nikaragua, ABD’nin desteklediği Kontralara karşı bir başarı elde edemeyince
ABD aleyhine Uluslararası Adalet Divanı’na başvurdu ve divandan şu taleplerde
bulundu;
1)
ABD,
gerek
örf-adet
hukuku
gerekse
uluslararası
hukuk
çerçevesinde Nikaragua’ya karşı olan yükümlülüklerini ihlal
ederek hukuku çiğnemiştir.
2)
ABD, Nikaragua’ ya karşı kuvvet kullanımını derhal bırakmalıdır.
Nikaragua’nın egemenliğine, toprak bütünlüğüne ve siyasi
bağımsızlığına karşı askeri veya yarı askeri faaliyetlerini derhal
sona erdirmelidir.
3)
Bu ihlalleri nedeniyle ABD, Nikaragua’ya tazminat ödemelidir.94
Bu davayla ilk defa, bir Latin Amerika ülkesi ile ABD arasında devam eden
bir çatışmanın hukuki boyutuna karar vermek için Uluslararası Adalet Divanı’na
başvuruldu ve uluslararası hukukta kuvvet kullanmama ve iç işlerine müdahale
etmeme ilkelerinin kapsamını aydınlatmak için Divan’a bir takım sorular yöneltildi.
Ayrıca Divan, 2/4. ile 51. maddenin ve örf-adet hukukunun kapsamına ve devletlerin
93
Lagon, a.g.e., s. 59-60.
Military and Paramilitary Activities in and Against Nicaragua
(Nicaragua V. United States of America), (27 Haziran 1986),
http://www.icj-cij.org/icjwww/idecisions.htm.
94
42
uygulamalarına ilişkin saptamalarda bulundu. Bunun yanı sıra Divan, BM Genel
Kurul kararlarının hukuki statüsüne ilişkin de açıklamalar yaptı.95
1.1.2. UAD’ın Soruna İlişkin Görüşleri
Divan, ABD’nin 1981–1984 yılları arasında Kontralara silah, askeri eğitim,
stratejik ve lojistik açıdan destek verdiğini bu nedenle eylemlerinden sorumlu
olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Divan, ABD’nin bu davranışıyla uluslararası hukuku
ihlal ettiğini ifade etmiştir.
Divan’a göre, silahlı saldırı seviyesine varmayan kuvvet kullanımı, sadece
mağdur olan devlete karşı tedbirlere başvurma imkanını verir. Üçüncü devletlerin ise,
müşterek meşru müdafaanın aksine, silahlı saldırı seviyesine varmayan kuvvet
kullanımına
karşı
kuvvet
kullanımı
içeren
karşı
tedbirler
alma
hakkı
bulunmamaktadır. Divan, ayrıca Genel Kurul’un 1974 tarihli saldırının tanımına
ilişkin kararına bakarak, ABD’nin Kontralara sağladığı desteğin düzeyinin bir silahlı
saldırı veya dolaylı silahlı saldırı olup olmadığını incelemiş ve silahlı saldırı olarak
nitelendirilebilecek bir unsur bulamamıştır. Onun yerine Divan 1970 tarihli Devletler
Arasında İşbirliğine ve Dostça İlişkilere ilişkin Genel Kurul kararına göre; bir başka
devletin hükümetini devirmek için silahlı faaliyetlere doğrudan mali yardım
yapmanın hukuksuz bir müdahale olarak değerlendirilebileceğini ancak bu eylemin
devletin hukuksuz bir kuvvet kullanımı olarak da görülemeyeceğini belirtmiştir.96
Diğer bir ifadeyle; Divan, örf-adet hukukunda silahlı saldırı yasağının, bir
başka devlet ülkesine silahlı grupları gönderme durumunda da, yapılan harekat ölçüsü
ve etkileri bakımından düzenli ordu birlikleri tarafından yapıldığında sadece bir sınır
95
Max Hilaire, International Law and The United States Military Intervention in the Western
Hemisphere, Cambridge, Martinus Nijhoff Publishers, 1997,s. 98-100.
96
Hilaire, a.g.e., s. 101-102.
43
olayı olarak değil de bir silahlı saldırı olarak değerlendirilecekse bunun geçerliliğini
reddetmek için bir neden bulunmadığını belirtmiştir. Ancak Divan, silahlı saldırı
kavramının, yalnız silahlı gruplarca yürütülen eylemleri değil aynı zamanda
isyancılara silah ve lojistik veya diğer destek verme biçimindeki yardımları da
kapsadığı görüşünde değildir. Divan’a göre, devletlerin iç işlerine karışmama ilkesi
uyarınca, devletlerin seçme hakkına sahip olduğu alanlarda egemenliğine müdahale
olarak tanımlanabilecek olan bir karışma faaliyeti, kuvvet kullanma veya tehdidini
içeriyorsa hem kuvvet kullanma yasağına hem de karışma yasağına aykırı olur.97
Sonuç olarak Divan, bir devletin bir başka devlete silahlı grupları
göndermesinin söz konusu olmadığı, sadece bu gruplara silah sağlamanın mevcut
olduğu bir durumun silahlı saldırı olarak değerlendirilemeyeceğini ifade etmiştir.
1.1.3. UAD’ın Nikaragua’nın Eylemlerine İlişkin Görüşleri
Divan; ABD’nin, Nikaragua’nın El Salvador’daki rejimi güç kullanarak
yıkmak isteyen isyancılara silah ve yardım verdiği iddiasını da değerlendirerek,
Nikaragua’nın isyancılara verdiği desteğin silahlı saldırı düzeyine varmadığını
belirtmiştir. Bu nedenle, Divan’a göre, silahlı saldırı seviyesine varmayan kuvvet
kullanımına karşı sadece mağdur devletin karşı tedbirler alma hakkı vardır.
Dolayısıyla gerek El Salvador, Nikaragua’dan kaynaklanan bir silahlı saldırının
mağduru olduğunu açıklamadığı, gerekse Nikaragua’ya karşı kendini savunmak için
ABD’den destek talep etmediğinden Divan’a göre, Amerika Birleşik Devletleri’nin El
Salvador lehine müşterek meşru müdafaa iddiasıyla Nikaragua’daki Kontralara
97
Sevin Toluner, “Nikaragua’ya Karşı Askeri ve Benzeri Faaliyetler Davası’ndaki Yargı ve Meşru
Müdafaa Hakkı,” Mahmut R. Belik’e Armağan, İstanbul, Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası
Münasebetler Araştırma ve Uygulama Merkezi, 1993, s.403-404.
44
desteği haklı görülemez. Bu nedenle ABD’nin başvurduğu tedbirler hukuka
aykırıdır.98
Divan kararında silahlı saldırının anlamını daraltıcı şekilde yorumlamıştır.
Divan, küçük çapta saldırıların ve isyancılara silah sağlamanın meşru müdafaa
hakkına başvurmaya temel teşkil etmeyeceğini ifade etmiştir. Bir başka ifadeyle, daha
düşük ciddiyette olan kuvvet kullanımlarına karşı müşterek önlemleri içeren
tedbirlere
başvurma
imkanı
bulunmamaktadır.
Bu
nedenle
Nikaragua’nın
suçlanabileceği eylemlere karşı ancak bu eylemlerin mağduru olan devletin alacağı
orantılı karşı önlemler haklı görülebilir.99 Zira Divan’ a göre de, Nikaragua’nın silahlı
saldırı seviyesine varmayan eylemlerine karşı yalnızca, El Salvador, Honduras ve
Kostarika orantılı karşı önlemlerle kendini savunabilirdi.
1.2.
UAD’nın Nikaragua Davasına İlişkin Kararına Karşı Ortaya Çıkan
Görüşler
Nikaragua davasında muhalif görüş belirten hakim Jennings ise; Divan’ın,
Nikaragua’nın direnişçilere silah, lojistik ve diğer şekillerde destek sağlamasının
‘silahlı saldırı’ olmadığı yolundaki saptamasının bazı nedenlerden dolayı aşırı
olduğunu belirtmiştir. Jennings, silah temininin lojistik destekle birleşmesi halinde
ortaya çıkan durumun silahlı saldırı olmadığını söylemenin çok zor olacağını ifade
etmektedir. Jennings’e göre, bu duruma bir de diğer destekler eklenirse, bir devletin
kendi kuvvetleriyle doğrudan saldırması dışında, ortak meşru müdafaa biçiminde
hukuka uygun karşılık olmaksızın, neyin yapılamayacağını; hatta mahkemenin
‘Devletler silahlı saldırı oluşturmayan eylemler karşısında ortak silahlı karşılık verme
hakkına haiz değildir.’ şeklindeki ifadesine de atıfta bulunulursa, kuvvet kullanma
98
99
Hilaire, a.g.e., s.102.
Ibid., s.103.
45
veya tehdidi yoluyla karşılık vermenin mümkün olup olmadığını anlamak
güçleşecektir. Ayrıca Jennings, BM sisteminde öngörülen kolektif güvenlik
sisteminin kurulamadığına da dikkat çekerek, BM sisteminin kuvvet kullanımı
yoluyla doldurulamaması nedeniyle kuvvete kuvvetle karşılık vermenin yasaklandığı
bir düzende kendini koruma hakkının hukuka uygunluğunu, geniş bir boşluk
doğuracak biçimde dar tanımlamanın tehlikeli olacağını ifade etmiştir.100
Jennings’in dışında bazı yazarlar da Birleşik Devletlerin Nikaragua’ya karşı
yürüttüğü politikanın uluslararası hukukta bir takım temellere sahip olduğunu iddia
etmiştir. Boyle, ABD’nin paramiliter gruplara verdiği desteği değerlendirirken, 1974
tarihli saldırının tanımına ilişkin Genel Kurul kararına atıf yapmakta ve Nikaragua’
nın, kararın 3. maddesindeki sayılan ve saldırı olarak nitelendirilebilecek eylemlerde
bulunmasından dolayı BM antlaşmasının 39. maddesini ihlal edecek şekilde silahlı
saldırı fiilini gerçekleştirdiğini belirtmektedir. Bu nedenle Boyle, Nikaragua’nın El
Salvador’daki asilere politik, askeri ve mali yardımını, sürekli saldırı eylemi olarak
nitelendirmiştir. Böylece, Nikaragua’nın uluslararası hukuku ihlal eden bu
davranışları BM antlaşmasının 51. maddesine göre ABD’ye El Salvador’un doğal
meşru müdafaasına ortak olma hakkını vermiştir. Boyle, uluslararası örf-adet hukuku
açısından da hiçbir devletin diğer bir devletin iç işlerine müdahale etmeye veya
içişlerini yönlendirmeye örfi hukukun da cevaz vermediğini ifade etmiştir.101
Profesör Moore da, ABD’nin Nikaragua’daki Kontralara verdiği desteğin
müşterek meşru müdafaa şeklinde hukuki olduğunu desteklemek için bir takım
olgular ileri sürmüştür. Öncelikle Nikaragua’nın El Salvador’daki gerillalara
100
Kaiyon Homi Kaikobad, “Self Defence, Enforcement Action and The Gulf Wars 1980 – 1988 and
1990 – 1991,” Ian Brownlie(Edit.),The British Year Book of International Law 1992, Oxford,
Clarendon Press, 1993, s.314; Toluner, a.g.m., s. 408.
101
Francis A. Boyle, “Statement on Behalf of the United States of America,” (Edit.) Marlene Dixon,
On Trial Reagan War Against Nicaragua, London, Zed Book Ltd., 1985, s. 157-158.
46
sağladığı silah, mühimmat, ve diğer yardımın BM antlaşmasının 51. maddesinde
belirtilen ‘silahlı saldırı’yı teşkil ettiğini iddia etmiştir. Ayrıca Moore, Birleşik
Devletlerin Nikaragua’ya karşı yaptığı askeri ve yarı – askeri nitelikteki
faaliyetlerinin orantılılık şartına ve meşru müdafaanın gereklerine de uygun olduğunu
ileri sürmüştür.102 Moore; Salvadorlu gerillaların eğitilmesini, sığınak sağlanmasını,
El Salvador’daki operasyonlara mali destek verilmesini, Nikaragua’nın El Salvador’a
karşı silahlı saldırı faaliyeti olarak değerlendirmektedir.
Rowles ise; Nikaragua’nın bu tür faaliyetlerin gerçekleşmesine göz
yummasının, uluslararası hukuki yükümlülüklerin -iç işlerine müdahale etmeme ilkesi
gibi- ihlali anlamına gelebileceğini ancak bu durumun Nikaragua tarafından El
Salvador’a karşı silahlı saldırı gerçekleştirdiği şeklinde yorumlanamayacağını
belirtmiştir. Yazar, Nikaragua’nın uluslararası hukuk ihlallerine karşı en uygun
çarenin, ya Rio Antlaşması’nın 6. maddesine göre Danışma organına başvurarak bir
kolektif önlem talep etmek ya da konuyu Güvenlik Konseyi’nin gündemine getirmek
olduğunu öne sürmüştür.103 Bu nedenle ABD’nin meşru müdafaa hakkını kullandığını
iddia ederek Nikaragua’ ya karşı paramiliter grupları desteklemesi ortada silahlı bir
saldırı olmadığından mümkün değildir.
104
Rowles, Moore’ un ABD’nin Nikaragua’
ya karşı eylemlerinin, Nikaragua’nın El Salvador’daki gerillalara verdiği destekle
orantılı olduğu şeklindeki orantılılığı genişletici yorumunu da eleştirmiştir. Moore,
silah ve mühimmat teminiyle gerçekleşen bir saldırının devam etmesi halinde,
saldıran devletin hükümetini devirmenin yapılan eylemle orantılı olacağını
düşünmektedir.105
102
James P. Rowles, “Secret Wars, Self defense and The Charter,” AJIL, Vol.80, No.3, 1986, s. 568.
Ibid.,s. 570.
104
Ibid.,s. 572.
105
Ibid.,s. 580.
103
47
Boyle’da orantılılık konusunda Moore’la aynı doğrultuda düşünmektedir.
Nikaragua’nın Küba ve Sovyetler Birliği’nin desteğiyle El Salvador’da asi bir güç
oluşturma çabasını önlemek amacıyla ABD’nin Sandinista yönetimine engel olmak
adına kontralara verdiği destek orantılılık ilkesinin sınırları içinde kalmıştır.106
Ancak Rowles’a göre ABD’nin Nikaragua’ya karşı eylemleri, El Salvadorlu
asilere silah temininin önlenmesi amacının çok ötesine geçmekteydi. Ayrıca Rowles,
bu tür bir düşüncenin mevcut uluslararası hukuktan bir sapma yaratacağına ve kabul
edilmesi halinde de meşru müdafaa hakkının büyük ölçülerde kısıtlanmamış ve
istenildiği zaman uygulanabilecek bir hak haline gelebileceğine dikkat çekmiştir.107
Moore’un yorumu güçlü devletlerin, menfaatlerine hizmet etmeyen devletlerin
yönetimlerini tek taraflı olarak değiştirmelerine ya da devirmelerine bir kapı
açtığından kabul edilemez.
1.3.
Reagan Doktrini Çerçevesinde Neorealist ve Klasik Bakış Açıları
Gerçekte Divan’ın Nikaragua davasına ilişkin kararı, Reagan yönetiminin dış
politikada takip ettiği müdahaleci doktrinin bir çeşit analizi olmuştur. Ancak Divan’ın
orantılılığın ölçüsü ile ilgili görüşü, kuvvet kullanımını içeren karşı tedbirlerin
kapsamı konusunda bir ölçü belirlemediğinden birtakım sorunları da beraberinde
getirmiştir. Bu noktada temel tartışma konusu klasik ve neorealist bakış açıları
arasındaki farklılıktan kaynaklanmaktadır. Profesör Moore ve Boyle gibi neorealist
görüşe sahip yazarlar, Reagan Doktrini’ni uluslararası hukukun kuvvet kullanma
yasağı gibi bazı temel prensiplerinin yeniden değerlendirilmesi gereğinin bir
yansıması olarak görmektedir. Buna göre neorealistler; SSCB’nin, komünizmi yayma
ve sosyalist bir dünya düzeni kurma amacıyla üçüncü dünya ülkelerine müdahalesine
106
107
Boyle, a.g.e., s.159.
Rowles, a.g.m., s. 580.
48
karşılık ABD’nin doğrudan ya da dolaylı müdahalesinin meşru olduğunu iddia
etmektedirler. Neorealistler, ABD’nin bu şekilde kuvvet kullanımını da genelde BM
Anlaşması’nın 51. maddesindeki meşru müdafaa hakkına dayandırmaktadır.108
Neorealist bakış açısıyla Reagan Doktrini ile ABD’nin Nikaragua’da yapmak istediği
de Sandinista totaliter rejiminin El Salvador, Honduras ve Kostarika’ya müdahalesini
önlemek ve Sandinista rejimini devirerek hür ve demokratik bir düzen kurmak için
rejim muhaliflerine yardım sağlamaktır.
Bu düşünceye karşın Klasik görüşe göre, bir devlet doğrudan silahlı saldırıyla
karşı karşıya kalmadıkça ülkesi dışında tek taraflı olarak silahlı kuvvet kullanma
imkanına hiçbir şekilde sahip değildir. Ancak Klasik görüş içerisindeki yazarlardan
bir kısmı vatandaşlarını dışarıda korumak için devletlerin meşru müdafaa şeklinde ya
da silahlı saldırı seviyesine varmayan saldırgan fiiller karşında münferit olarak karşı
tedbirler alarak kuvvet kullanabileceğini kabul etmektedirler.109
Ancak Brownlie bu görüşe katılmamakta; dolaylı saldırıya karşı güç kullanma
hakkının 51. maddeye dayandırılamayacağını ve bir devletin kendini savunurken
kuvvet kullanımında orantılılık koşulunu çok dar yorumlaması gerektiğini
belirtmiştir. Bu çerçevede, her türlü dolaylı saldırıya ve silahlı grupların eylemlerine
karşı bir devlet ancak sınır aşan askeri müdahaleleri içermeyecek şekilde savunma
önlemleri ile karşılık verebilir. Orantılığı aşan tersi bir durum, yapılan eylemin
misilleme niteliği kazanmasına neden olabilir.110
Henkin’e göre de hiçbir uluslararası hukuk ilkesi, bir devletin bir başka
devletin iç demokratik düzenine müdahale etmek için askeri güç kullanımına ya da
108
Mullerson, a.g.m., s.16.
Başeren, a.g.e., s. 14 –15.
110
Ian Brownlie, “The Principle of Non – Use of Force,” (Edit.) William Butler, The Non- Use of
Force International Law, London, Martinus Nijhoff Publishers, 1989, s. 25.
109
49
kullanımına yardım etmeye izin vermemektedir. Ancak Henkin, insani amaçlarla
sınırlı müdahaleye, yerel otoritelerin bireyleri korumada başarısız ya da isteksiz
olması halinde sıcak bakmaktadır.111 Brownlie ise; insani müdahale ile bir ülkenin
vatandaşlarını yabancı ülkelerde koruması arasında bir fark olduğunu ve BM
Antlaşması’nın mevcut şeklinde de insani müdahaleyi hukuki gösteren bir delilin
bulunmadığını ifade etmektedir. Ayrıca insani müdahalenin yasal olabileceği şeklinde
bir oydaşmanın uluslararası toplumda mevcut olmadığını da belirtmiştir. Brownlie’ye
göre insani müdahalede devletler ancak insan hakları standartlarını çiğnemeyecek
şekilde kuvvet kullanımını içermeyen bir yaklaşımı takip edebilirler.112
Klasikler, geniş bir meşru müdafaa hakkı ya da dar bir kuvvet kullanma yasağı
şeklindeki yorumlara karşıdırlar. Klasiklere göre bir devletin bir başka devletin
demokrasi ya da özgürlük adına iç işlerine müdahalesi uluslararası hukukla
bağdaşmayan şekilde tek taraflı değerlendirmelere yol açmaktadır. Bu durum ise,
devletler arasında kaçınılmaz şekilde yükselen seviyede bir kuvvet kullanımına sebep
olabilir. Oysa BM Anlaşması’nın 2/4. ve 51. maddesinin taslağı hazırlanırken metni
hazırlayanlar neorealistler’in ortaya koyduğu yorumları bu maddelere izafe
etmemişlerdi.113 Dolayısıyla, bir devletin bir başka devlet içindeki iç karışıklığa
müdahale etmesi, uluslararası örf-adet hukukundaki müdahale etmeme kuralını ihlal
ettiği gibi BM Antlaşması’nın 2/4. maddesindeki kuvvet kullanma yasağını da ihlal
etmektedir. Zira 2/4. maddedeki müdahale, kuvvet kullanma, saldırı ve silahlı saldırı
kavramları arasında önemli ölçüde bir örtüşme söz konusudur. Müdahale kuvvet
kullanımını içeren diğer eylemleri kapsarken, bu eylemler saldırıyı dolayısıyla saldırı
111
Louis Henkin, Council Stanley Hofmann, Jeane Kırkpatrick, Right – Might, International Law
and The Use of Force, New York, On Foreign Relations Press, 1991, s. 113.
112
Brownlie, a.g.e., s. 25.
113
Rowles, a.g.m., s. 580.
50
da silahlı saldırıyı içine almaktadır. Bu nedenle bir devletin diğerine karşı kuvvet
kullanarak dolaylı müdahalesi, kullanılan kuvvetin yoğunluk kazanmasıyla, dolaylı
kuvvet kullanımına, dolaylı saldırıya ve dolaylı silahlı saldırıya dönüşebilir.114
1.4.
Divan’ın Nikaragua Davasına İlişkin Kararı Klasik Yoruma Yakındır
Özetle Uluslararası Adalet Divanı, Nikaragua davasında bir devletin bir başka
devlete müdahale etme hakkının önünü açan yeni bir yorumu kabul etmemiş ve meşru
müdafaa hakkının, bir devlet içindeki asilere yardım eden diğer devlete engel olmak
için de kullanılabileceği şeklindeki Amerikan iddiasını reddetmiştir.115 Bu şekliyle
UAD’ın kararının Klasik yazarların yorumuna yaklaştığı düşünülebilir.
1.5.
Reagan Doktrini ve Libya Hadisesi;
Divan’ın kararına karşın Reagan yönetimi Nikaragua’ya karşı politikasını
değiştirmemiş ve özgürlük savaşçıları olarak gördüğü Kontralara destek vermeye
devam etmiştir. Ayrıca ABD yönetimi, üstü örtülü bir müdahaleyle karşı karşıya olan
bir devlet için bireysel ve müşterek meşru müdafaa hakkını dar yorumlayan bir
düşünceye de karşı çıkmaktadır.116 Bunun yanı sıra Reagan yönetimi, doktrin ile
uygulamaya koyduğu müdahaleci politikayı uluslararası terörizmle mücadele
kapsamında genişleterek 1986 yılında Libya’ya karşı bir hava harekatı düzenlemiştir.
Başkan Reagan’a göre, Libya Devleti’nin terörist gruplarla bağlantısı vardı ve bu
gruplara Libya Devlet Başkanı doğrudan destek vermekteydi. Bu şekilde ABD,
düzenlenen hava saldırısı ile en azından daha sonra gerçekleşebilecek terörist
eylemlere karşı bir uyarıda bulunarak ileride olabilecek muhtemel saldırılara karşı bir
114
Başeren, a.g.e., s. 100.
Mullerson, a.g.m., s. 17.
116
Hilaire, a.g.e.,s. 106.
115
51
tepki göstermişti.117 ABD, Reagan doktrinine dayanan Nikaragua’daki eylemleri gibi
bu harekatında da uluslararası terörizmle mücadeleye dayanak olarak meşru
müdafaaya atıf yapmıştır. Bir başka deyişle bu Doktrin, Washington tarafından
Nikaragua’ya silahlı müdahaleyi ve Libya’ya düzenlenen hava saldırısını haklı
göstermede kullanılmıştır.118 Reagan; Amerika’nın uluslararası terörizme pasif
kalarak tahammül etmeyeceğini ve her zaman harekete geçebileceğini ifade etmiştir.
Libya’nın havadan bombalanması operasyonu sonrasında da Başkan Reagan,
teröristlere yeryüzünde becerilerini geliştirebilecekleri, eğitim alacakları ve
saklanacakları hiçbir yer bırakılmayacağını belirterek, meşru müdafaanın Amerikan
yönetiminin sadece hakkı değil aynı zamanda görevi de olduğunu vurgulamıştır.119
Bu kapsamda ABD ve diğer devletler tarafından da kendisine sık sık atıf
yapılan ancak varlığı hukuki olarak tartışmalı olan önleyici meşru müdafaa hakkı bir
sonraki kısımda ele alınacaktır.
2.
Önleyici Meşru Müdafaa Hakkı
Önleyici meşru müdafaa; bir devletin kendisine karşı gerçekleşme ihtimali
olan bir tehdide karşı göstermiş olduğu tepkidir. Bu tepki meşru müdafaanın doğası
hakkında önemli sorular ortaya çıkarmaktadır. Buna göre; bireysel veya müşterek
meşru müdafaa hakkı mevcut bir silahlı saldırının varlığıyla mı sınırlıdır? Ya da
devletler bu doğal hakkını önleyici amaçlar için kullanabilir mi? Bir başka ifadeyle;
bir devlet bir başka devlete karşı mevcut bir silahlı saldırı olmadan önce meşru
müdafaa hakkı içinde güç kullanabilir mi?
117
Dilys M. Hill, Raymond A. Moore, Phil Williams, The Reagan Presidency, New York, St.
Martin’s Press, 1990, s. 224.
118
R.A. Mullerson, “The Principle of Non – Threat and Non – Use of Force,” (Edit.) William Butler,
The Non – Use of Force International Law, London, Martinus Nijhoff Publishers, 1989, s. 32.
119
Anthony Clarck Arend , Robert J. Beck, International Law and The Use of Force Beyond the
United Nations Charter Paradigm, London, Routledge, 1993., s.138.
52
2.1.
51. Maddedeki İfadeden Kaynaklanan Yorum Farklılığı
Madde metninin dili, silahlı bir saldırı olmadan da bu hakkın kullanılıp
kullanılamayacağı
konusunda
bir
sorun
doğurmaktadır.
51.
maddede
de
“antlaşmadaki hiçbir hüküm örgüte üye bir devletin silahlı saldırıya uğraması halinde
... bu üyenin doğal bireysel veya müşterek meşru müdafaa hakkına engel olmaz”
demek suretiyle yazarlar arasında iki farklı yoruma neden olmaktadır. Bir takım
yazarlar, devletlerin yalnızca silahlı saldırıya karşı kuvvet kullanabileceklerini
düşünmektedir. Bu yorum, 51. madde yoluyla antlaşmadan önceki uluslar arası örf –
adet hukuku çerçevesinde varolan meşru müdafaa hakkını sınırlama amacına
yöneliktir. 51. maddeye göre, devlet önce bir silahlı saldırının olmasını beklemek,
daha sonra şartlar gerçekleştiğinde savunmada bulunmak imkanına sahiptir. Öte
yandan diğer bir takım yazarlar ise, madde metnindeki ‘doğal’ kelimesine
yoğunlaşarak 51. maddenin BM Antlaşmasından önce de örfi hukukta var olan geniş
bir meşru müdafaaya onay verdiğini iddia etmektedir.120 Yukarıda ifade edilen meşru
müdafaaya ilişkin bu iki farklı yorum literatürde sınırlandırıcı ve genişletici yorum
olarak ifade edilmektedir.
Genişletici
yorumu
benimseyen
Gardner;
BM
Antlaşması’nın
VII.
Bölümü’nde yer alan müşterek güvenlik sistemi ile 51. maddede yer alan meşru
müdafaa hakkı arasında negatif bir korelasyon olduğunu söylemektedir. Gardner’a
göre bu ters ilişki sonucu, birinin güçlenmesi halinde diğeri zayıflayacaktır. Diğer bir
deyişle müşterek güvenlik sistemi etkili bir sistem haline geldiğinde, bireysel ya da
müşterek meşru müdafaa hakkının uygulama alanı daha sınırlı olacak ya da müşterek
güvenlik sisteminin çok etkisiz kalması halinde daha esnek bir meşru müdafaa hakkı
120
Ibid., s.72 –73.
53
ortaya çıkacaktır. Ne var ki, müşterek güvenlik sistemi de halen kurulamamıştır.121
Ayrıca 51. madde, antlaşmanın 2/4. maddesiyle de asimetrik bir ilişki içerisindedir.
2/4. Madde; tüm üyelerin, sadece kuvvet kullanma değil kuvvet kullanma tehdidine de
başvurmaktan kaçınmaları gerektiğini ifade etmesine karşın, 51. madde kuvvet
kullanma tehdidine karşı ne yapılacağına dair bir atıfta bulunmamaktadır. Bu nedenle,
kuvvet kullanma tehdidinin de
yasaklandığı bir düzene rağmen meşru müdafaa
hakkını sadece silahlı saldırı şartına bağlamak, devletlerin kendini savunma
kabiliyetlerini zayıflatacaktır.122
Bowett da; 51. maddenin meşru müdafaa hakkını kısıtlamadığını belirterek
günümüzde
hiç
bir
devletin
bir
saldırının
başlamasını
beklemesinin
umulamayacağının ve böyle bir beklemenin mevcut silahların durumu açısından
devletlerin direnme gücü bakımından da yıkıcı olabileceğini ifade etmiştir.123
Devletlerin savunma amaçlı eylemlerine başlamadan önce silahlı birliklerin sınırı
geçmesinin veya silahlı bir saldırının gerçekleşmesinin şart olmadığı yönünde görüş
belirten Arend, modern silah teknolojileri nedeniyle devletin karşılık vermeden önce
ilk vuruşu bekleme zorunluluğunun, etkili bir meşru müdafaa hakkını anlamsız hale
getireceğini vurgulamaktadır. Ancak Arend, önleyici bir kuvvet kullanımında
bulunacak devletin bu eylemin zorunluluğu konusunda tatmin edici argümanlar
sunması gerektiğini de ifade etmektedir. 124
Brownlie’ye göre ise, önleyici meşru müdafaa eleştiriye açık bir kavramdır.
Öncelikle önleyici meşru müdafaada saldırının gerçekleşeceğinin kesinliğini
121
Richard Gardner, “Commentary on The Law of Self Defense,” (Edit) Lori F. Damrosch ve David J.
Scheffer , Law and Force in the New International Order, San Francisco, Westview Pres, 1991,
s. 53.
122
Glennon, a.g.m., s. 546.
123
Haris, a.g.e., s. 658.
124
Arend ve Beck, a.g.e., s.196.
54
saptamak oldukça zordur. İkinci olarak, saldıracağı düşünülen hükümetin gerçek
niyetini anlamak için bir girişimde bulunma gereğinden de yoksundur. Ayrıca bu
süreç, söz konusu durumla ilgili yanlış anlamaların olması halinde ciddi çatışmalara
neden olabilir.125
2.2.
Örf-Adet Hukukunda Önleyici Meşru Müdafaa Hakkı
Örf-adet hukukunun belli yönlerinin halen BM Antlaşması’nda var olduğunu
söyleyen birtakım yazarlar, BM Antlaşması’nın kuvvet kullanımına ilişkin 2/4.
maddesine rağmen önleyici meşru müdafaa hakkının varlığının halen sürdüğünü iddia
etmektedir. Meşru müdafaa hakkını da geniş bir hak olarak yorumlayan bu yazarlar
iddialarını, 51. madde de bireysel ve müşterek meşru müdafaanın ‘doğal’ bir hak
olarak tanımlanmasına dayandırmaktadır. Ayrıca geleneksel uluslararası hukuk
kuralları da silahlı bir saldırının olmadığı durumlarda da devletlere meşru müdafaa
hakkını vermektedir.126
Örneğin Bowett’a göre;
örf-adet hukukunda devletler mevcut bir silahlı
saldırıya karşı değil aynı zamanda muhtemel bir silahlı saldırıya karşı da kendilerini
savunmak için geçerli bir hak olarak güç kullanabilmekteydi. Bowett, silahlı bir
saldırı gerçekleşmeden önce, çok yakın bir tehdide karşı yapılan eylemin önlenmesi
hususunda 51. maddenin geleneksel meşru müdafaa hakkını kısıtlamadığını
düşünmektedir. Yazara göre, böyle bir kısıtlama ne gereklidir nede 2/4. maddedeki
sadece kuvvetin değil kuvvet kullanma tehdidinin yasaklanma anlayışına da
uymaktadır. Üstelik böyle bir kısıtlama, silahlı saldırıdan önce ortaya çıkan durumun
gerçeklerini de görmezden gelmektedir.127 51. maddedeki ‘silahlı saldırı olması
125
Brownlie, a.g.e., s.259.
Greig,a.g.e., s. 681; Arend ve Beck, a.g.e., s. 72.
127
Bowett, a.g.e., s. 188 – 191.
126
55
halinde’
cümlesi silahlı saldırı gerçekleştikten sonra kullanılabilecek bir meşru
müdafaa hakkını ifade etmemektedir. Zira Karoline olayındaki gibi silahlı saldırının
olma ihtimali çok yakınsa, bu durumda önleyici meşru müdafaaya başvurulabilmesi
51. maddenin de içerdiği bir husustur.128
Brownlie ise, 2/4. ve 51. maddenin etkisi birleştiğinde, silahlı saldırının olması
koşuluna bağlı meşru müdafaa dışındaki tüm kuvvet kullanımlarının yasal olmadığını
belirtmektedir. Ayrıca, antlaşma metni hazırlanırken 2/4. maddenin sınırlı bir etkiye
sahip olması yönünde bir niyet olduğuna dair herhangi bir işarette bulunmamaktadır.
Dolayısıyla silahlı güç kullanımı konusunda yetkiyi elinde tutmak isteyen örgüt,
kuvvet kullanımının istisnası olan meşru müdafaayla ilgili olarak da bu hakkın
Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin sürdürülmesi için gerekli önlemleri
alıncaya kadar bu hakkın uygulanabileceğini ve devletin aldığı önlemleri de derhal
Konsey’e rapor etmesi gerektiğini kayıt altına almıştır.129
Bu konudaki örfi hukuk, 1837 yılında gerçekleşen Caroline olayı sonrasında
1837–1842
yılları arasındaki ABD ile
İngiltere arasındaki
görüşmelerden
kaynaklanmaktadır. Bu çerçevede BM öncesi dönemde de, uluslararası hukukçular
arasında Webster Formülasyonun ortaya koyduğu gereklilik ve orantılılığı karşılamak
şartıyla önleyici meşru müdafaanın kabul edildiği görülmektedir.130 Bir devlet,
öncelikle olması muhtemel bir silahlı saldırıya karşı kendisini savunmasının
zorunluluğunu kanıtlaması gerekmektedir. Bir başka ifadeyle zorlayıcı önlemlere
başvurma gerekliliğini inandırıcı şekilde ortaya koymalı ve karşılaştığı tehdidi
önlemek için gerçekten uygun barışçıl araçlar olmadığını ve muhtemel saldırının
128
Stanimir,a.g.e, s. 98-99.
Brownlie, a.g.e., s. 265 vd.
130
Arend ve Beck, a.g.e., s. 72.
129
56
kendisi için ciddi bir tehdit olduğunu açıkça göstermelidir.131 Önleyici meşru
müdafaada, gereklilik şartının uygulanmasının bir örneği II. Dünya Savaşı’nda
Hollanda’nın Japonya’ya karşı Japonya saldırıya geçmeden önce savaş ilan etmesidir.
Tokyo
Uluslararası
Askeri
Ceza
Mahkemesi
de,
Hollanda’nın
saldırının
gerçekleşmesini beklemeden meşru müdafaa’ya dayanarak Japonya’ya savaş açtığını
ve saldırının yakınlığını tamamen bildirdiğini ifade etmiştir.132
Önleyici meşru müdafaada yazarların Caroline olayına bağlı olarak
benimsedikleri ikinci şart ise yapılan savunma eyleminin orantılı olması koşuludur.
Bu çerçevede, silahlı saldırının mağduru olacak devletin karşı güç kullanımının
tehditle orantılı olması gerekmektedir.133 Geniş bir meşru müdafaa hakkını
benimseyen Boyle da gerçekleşmesi muhtemel ve çok yakın bir silahlı saldırıya karşı
önleyici kuvvet kullanımının yalnızca tehdidi bertaraf edecek etkide olması
gerektiğini ifade etmektedir. Boyle; tehdidi bertaraf etmenin ötesine geçen bir
önleyici eylemin misillemeye dönüşebileceğini belirmekte ve meşru müdafaanın
misilleme amacıyla kullanılmayacağını vurgulamaktadır.134 Bowett ise, ekonomik ve
ideolojik amaçlı saldırılarında devletin güvenliği için zararlı olabileceğinden bu
eylemlerin, kuvvet kullanma veya tehdidinin ihlali olarak değerlendirilebileceğini
söylemekte ve bu haksız eylemler, güç kullanımını içermediği için orantılılığında
aranmayabileceğini belirtmektedir.135 Ayrıca Bowett; bir devletin uluslararası
yükümlülüklerini ihlal ederek bir başka devletin siyasi bağımsızlığını bozmaya
yönelik eylemlerde bulunması halinde de, bu eylemlere karşı devletin siyasi
131
Rıvkın Jr. David, Casey Lee A., Bartam Darin R., “Remember The Caroline,” National Review,
Vol. 54, No. 12, 2002, s. 18.
132
McDougal ve Feliciano, a.g.e., s. 231 – 232.
133
Arend ve Beck, a.g.e., s. 72.
134
Ibid., s.163.
135
Bowett,a.g.e.,s.24,
57
bağımsızlığını korumak amacıyla meşru müdafaaya başvurmaya hakkı olacağını iddia
etmektedir.136
Brownlie’ye göre ise, bir devletin önleyici meşru müdafaa eyleminde
bulunması halinde, orantılılık koşulunun sağlanması mümkün gözükmemektedir. Zira
önceden yapılan bir silahlı saldırının olmadığı bir durumda yapılacak önleyici
eylemin neye karşı orantılı olduğu belirsizdir.137 Oysa meşru müdafaada mağdur
devletin benimsediği savunma eylemlerinin tümü, devletin savunma amaçlarını ve
güvenliğini sağlayacak en düşük düzeyde olmalıdır. Bir başka deyişle; can, mal, mülk
ve kaynakların tahrip edilmesi bakımından bu gibi önlemlerin sonuçları, olası en
düşük ölçekte ve genişlikte olmalı ve kendini savunmak zorunda olan devlet sadece
orantılı değil aynı zamanda devletin egemenliğini tesis edecek en alt düzeyde
savunma tedbirleri almalıdır. Böylece kendini savunan devletin, karşı güç kullanırken
amacını ve önlemini minimal düzeyde tutma zorunluluğu; devletlerin aralarındaki
sorunların çözümünde kuvvet kullanmama yükümlülüğüyle ve savaşa başvurma
yasağıyla bağdaşır gözükmektedir.138
Önleyici meşru müdafaanın karşısında yer alan yazarlar, bu hakkın devletler
tarafından kötüye kullanılabileceği endişesiyle meşru müdafaayı BM Antlaşması’
ndaki şekliyle dar yorumlama eğilimindedirler. Bu yazarlar, devletin şüpheye ve
istihbarat bilgilerine dayanarak tek taraflı olarak önleyici eylemde bulunmasının geniş
kuvvet kullanımlarına yol açacağını ifade etmektedir.139 Bu nedenle önleyici meşru
müdafaa
hakkının
kabul
edilmesi
halinde
orantılılık
koşulunun
sağlanıp
sağlanmadığının tespiti zor olduğundan karşı güç kullanımının misilleme ile karışma
136
Ibid., s. 53.
Brownlie, (Edit.) Butler, a.g.e., s.24.
138
Rıvkın vd., a.g.e., s. 18.
139
Kaikobad, a.g.m., s. 321.
137
58
ihtimali yüksektir. Misilleme ile meşru müdafaa arasındaki temel farklılık elde
edilmek istenen amaçla ilgilidir. Meşru müdafaada devletin amacı, hayati gördüğü
haklarını savunmak ve güvenliğini sağlamaktır. Misilleme ise, meşru müdafaanın
aksine cezalandırıcı bir niteliğe sahiptir. Misillemede, uğranılmış olan zararın tazmin
edilmesinin karşı tarafa yüklenilmesi çabası vardır.140
Meşru müdafaaya göre
misilleme daha büyük ve geniş bir güç kullanımına imkan verebildiğinden meşru
müdafaanın devletler tarafından önleyici amaçlarla kullanılması bu hakkın
suiistimalini de beraberinde getirir. Nitekim 1986 yılında ABD’nin Libya’ya
düzenlemiş olduğu hava saldırısını meşru müdafaa hakkına dayandırmasına karşın
saldırıda askeri hedeflerin yanı sıra ekonomik ve sivil hedeflerin ve doğrudan Libya
Devlet Başkanı Kaddafi’nin hedef alınması yapılan eyleme misilleme niteliği
kazandırmıştır.141 Oysa 51. maddede belirtilen meşru müdafaa hakkı da devletlere
misilleme niteliğinde eylemlerde bulunma hakkı vermemektedir. Bowett da,
misillemenin meşru müdafaa’nın tersine cezalandırıcı bir karaktere sahip olduğunu ve
amacının da saldırgan devleti vermiş olduğu zararı tazmin etmeye zorlamak, yaptığı
yasal olmayan davranıştan veya ilave saldırganlıklarından caydırmak olduğunu
belirtmektedir.142
Gereklilik şartı ile ilgili olarak meşru müdafaayı dar yorumlayan yazarlar, bu
hakkın gerekliliği için sadece silahlı saldırının gerçekleşmesinin zorunlu olduğunu
ifade etmektedir. Bir başka deyişle, bir devletin kendini savunma gereği ancak bir
silahlı saldırıyla karşı karşıya kalması halinde mümkündür. Profesör Kunz’a göre de;
51. madde, silahlı saldırı teşkil etmeyen saldırının herhangi bir şekline karşı
140
Stanimir, a.g.e., s. 17.
Richard N. Haas, Intervention, Washington, Brookings Institution Press, 1998, s. 27; Mullerson,
(Edit) Butler, a.g.e, s.33.
142
Bowett, a.g.e., s.13.
141
59
kullanılamaz ve saldırı tehdidi bu hakkın kullanımını da meşrulaştıramaz.143 Meşru
müdafaa hakkını Kunz gibi dar yorumlayan Coll’da, bu hakkın tehdide karşı
kullanımının gerekliliğini reddetmekte ve örf – adet hukukundan kaynaklanan geniş
yoruma karşı çıkmaktadır. Coll, önleyici meşru müdafaa’nın devletlerin misilleme
eylemlerinin üstü kapalı gerekçesi olduğunu ve BM sisteminde de misillemenin yasal
olmadığını ifade etmektedir.144
Henkin de, önleyici meşru müdafaa’nın örf – adet hukukunda halen varlığını
sürdürdüğü iddiasına karşı olarak Birleşmiş Milletler antlaşmasının hazırlık
çalışmalarında ifade edilenden daha geniş bir meşru müdafaa yorumunun ortaya
çıkmadığını belirtmiştir. Ayrıca, Hazırlık Komitesi’nin bir istisna olarak meşru
müdafaa hakkını tanıdığını ancak bu hakkın kullanımını da silahlı saldırı şartına
bağlayarak sınırladığını eklemiştir.145
Bununla beraber önleyici meşru müdafaa’nın bir örf – adet kuralı niteliği
kazanması için iki temel öğeyi de içermesi gerekmektedir. Bunlardan ilki ;maddi öğe,
ikincisi ise psikolojik öğedir. Bir örfi hukuk kuralının oluşmasında aynı durumlarda
aynı tutum ve davranışların sürekli olarak aynen tekrarlanması bu kuralın maddi
öğesini oluşturur. Bu şekilde oluşan bir örf – adet kuralının evrensel bir nitelik
kazanabilmesi için de genel bir uygulamanın olması gerekmektedir.146 Bu açıdan
devletlerin uygulamalarına baktığımızda da ABD ve İsrail’in gerçekleştirdikleri güç
kullanımlarını, zaman zaman bir örfi kural olduğu iddiasıyla önleyici meşru
müdafaaya dayandırdıkları gözlenmektedir. Ancak bu devletlerin dışında önleyici
meşru müdafaaya ilişkin devletlerin çoğunluğunun benimsediği genel bir uygulama
143
McDougal ve Feliciano, a.g.e., s.233.
Arend ve Beck, a.g.e., s. 164.
145
Haris, a.g.e., s. 658.
146
Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri, 1. Kitap, 7. Bası, Ankara, Turhan Kitabevi, 1998,
s. 209 – 213.
144
60
bulunmamaktadır. O halde önleyici meşru müdafaanın BM örgütünün kurulması
sonrasında genel kabul görmüş bir örfi kural olduğunu söylemek mümkün
gözükmemektedir.
Ayrıca 1945 yılından bu yana BM antlaşmasının yürürlükte olduğu ve
devletlerin bu örgüte üye oldukları düşünülürse, 51. madde ile getirilen meşru
müdafaa hakkının belirlediği sınırlar dışında bir hakkın olmadığı ve örf – adet
hukukunun da antlaşmanın etkisinde geliştiği düşünülmektedir.147 Bundan dolayı
meşru müdafaa hakkı ancak; mevcut sürekli bir silahlı saldırıyı bertaraf etmek, bir
bütün olarak silahlı saldırı oluşturan
eylemlere son vermek ve silahlı saldırı
öncesindeki var olan durumu yeniden tesis etmek için kullanılabilir. Bu şartlar altında
meşru müdafaa ancak sınırlı bir şekilde kullanılabilecek ve sayılan amaçlar dışındaki
önlemler yasal bir meşru müdafaa eylemi olarak kabul edilmeyecektir.148 Buna
karşın, bir devletin kendisine karşı eğer ortada bir kuvvet kullanma tehdidi mevcutsa,
BM antlaşmasının birinci maddesinin birinci fıkrasında örgütün amacının uluslararası
barış ve güvenliği sağlamak olduğu ifade edildiğinden ve bu amacı gerçekleştirmede
temel sorumluluğun Güvenlik Konseyine verildiği antlaşmada belirtildiğinden devlet,
sorunu öncelikle BM’nin gündemine getirmeli ve barışçıl yollarla sorunu çözmeye
çalışmalıdır. Nitekim, tehditte bulunan devletin saldırıdan vazgeçmesi her zaman
ihtimal dahilindedir. Bu durumda BM’ye başvuru yolu tüketilmeden kuvvet kullanma
tehdidi olduğunu iddia ederek başlamamış bir saldırıya karşı kuvvet kullanma,
devletin uluslararası barış ve güvenliği sağlama ve sürdürme yükümlülüğüne ters bir
şekilde hareket etmesine neden olur.
147
148
Brownlie, (Edit) Butler, a.g.e., s., 19.
Kaikobad, a.g.m., s. 320.
61
2.3.
Devletlerin Uygulamaları
2.3.1. 1967 Arap – İsrail Savaşı
BM sistemi, önleyici meşru müdafaaya onay vermemesine rağmen İsrail, 1967
yılında Altı gün savaşında Arap devletleri Mısır, Ürdün ve Suriye’ye karşı önleyici
bir tedbir aldığı iddiasıyla güç kullanarak meşru müdafaa hakkına atıf yapmıştır.
İsrail, Mısır tarafından yapılan hareketleri bu devletin yakında bir silahlı saldırı
düzenleyeceğinin bir işareti olarak algıladığını ve tek sorunun saldırının gerçekleşip
gerçekleşmeyeceğinin değil, ne zaman gerçekleşeceğinin olduğunu belirtmiştir.149
İsrail’in bu harekatı, BM Güvenlik Konseyi’nde ne kınanmış ne de bir yaptırıma
uğramıştır.
Greig’e göre, İsrail tarafından yapılan önleyici güç kullanımı, önleyici meşru
müdafaanın güzel bir örneğidir. İsrail’in eylemi meşru müdafaa temelinde de haklı
görülmelidir. Zira Greig’e göre, Mısır’ın İsrail’e karşı Güney sınırından saldırı
hazırlığında olmasının yarattığı tehdit, İsrail’in bu önleyici harekatıyla ortadan
kaldırılmış oldu.150 Devletler ise bu iddiaların karşısında yer almış ve meşru
müdafaayı genişletici şekilde yorumlamaktan kaçınmışlardır.151 Ayrıca İsrail’in 1967
savaşı neticesinde; Doğu Kudüs, Golan, Batı Şeria ve Gazze’yi kontrolü altına alması
meşru müdafaa hakkına dayanarak bir eylemde bulunduğu iddiasını da anlamsız
kılmaktadır.152 Nitekim bir silahlı saldırı eylemi vuku bulmamışken İsrail’in meşru
müdafaa iddiasıyla güç kullanmasının anlamsızlığının yanı sıra ortada bir silahlı
saldırı olsa bile İsrail’in orantılılık şartını aşan şekilde kendi egemenliğinde
149
Dinstein, a.g.e., s. 191.
Greig, a.g.e., s. 681.
151
Shaw,a.g.e., s. 789.
152
Aral,a.g.e., s. 119.
150
62
bulunmayan toprakları işgal etmesi meşru müdafaa hakkıyla hiçbir şekilde
örtüşmemektedir.
2.3.2. Osirak Nükleer Santrali’ne Yapılan Hava Harekatı
Önleyici meşru müdafaa iddiasını içeren önemli olaylardan bir diğeri de
Haziran 1981 tarihinde İsrail Hava Kuvvetleri’nin Irak’ın Bağdat şehri yakınındaki
Osirak Nükleer Santrali’ni hava saldırısıyla tahrip etmesidir. İsrail, bu harekatında
antlaşmanın 51. maddesinde ifade edilen doğal meşru müdafaa hakkını kullandığını
iddia etmiştir. İsrail, Irak’ın toprak bütünlüğüne ve siyasi bağımsızlığına müdahale
etmeden bu ülkenin ileride nükleer silah geliştirerek İsrail için tehdit oluşturabilecek
bir duruma gelmesine karşı önleyici tedbir aldığını ileri sürmüştür.153 İsrail, Güvenlik
Konseyi’nde bu iddiasına Profesör Bowett’a da atıf yaparak destek sağlamaya
çalışmıştır. Buna göre; İsrail, diplomatik yollardan barışçıl şekilde sorunun
çözülememesi halinde karşı karşıya kalınan gerçekleşmesi muhtemel ciddi bir tehdide
karşı, önleyici kuvvet kullanımının yasal olduğunu belirtmiştir.154 İsrail’in bu önleyici
eylemine de bazı yazarlar yorumlarıyla destek vermiştir. Örneğin, Glennon;
saldırgan’ın ilk vuruşla saldırıya geçmesini beklemenin gerçekçi olmadığını ve bir
devlet, açıkça veya üstü kapalı olarak bir başka devlete zarar verecek şekilde tahribata
neden olacaksa, önleyici kuvvet kullanımının meşru görülebileceğini iddia
etmektedir.155 Buna karşın, İsrail’in tek taraflı kendi ulusal çıkarlarına uygun bir
değerlendirmeyle düzenlediği askeri hava saldırısının, silahların yayılmasını önlemek
amacıyla veya barışçıl amaçlarla yapıldığını kabul etmek zordur. Zira, Irak; 1965
yılında Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşmasına taraf olmuş ve nükleer
153
D’Amato, a.g.m., s. 586.
Arend ve Beck, a.g.e.,s. 78.
155
Glennon, a.g.m.,s. 552.
154
63
tesislerini de Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA)’nın düzenli denetimine
açmıştır. Bu nedenle, İsrail’in iddia ettiği gibi 51., madde bu şekildeki saldırılara açık
kapı bırakacak şekilde geniş yorumlanamaz.
156
Ayrıca Ian Brownlie, Hans Kelsen,
Oppenheim gibi yazarlarda 51. maddeye bağlı bir meşru müdafaa hakkının
uygulanabilmesi için öncelikle devletin bir silahlı saldırıya uğramış veya o an bir
silahlı saldırıyla karşı karşıya olması gerektiğini belirtmektedir. Bunun yanı sıra
devletin, meşru müdafaa sınırları içinde bir eylemde bulunduğunu sadece kendi
iddiasına dayandırması da yeterli olmayıp bu hakka başvurmasını haklı gösterecek
kanıtları da ortaya koyması şarttır. Bu kanıtlardan en önemlisi ve başlıcası da mağdur
devlete karşı bir silahlı saldırının varlığıdır.157 İsrail hava harekatından sonra bu
gerekleri ortaya koyamadığından Güvenlik Konseyi de İsrail’in eylemini kınamış ve
Irak’ın uygun bir tazminat talep etme hakkını da kayıt altına almıştır.158
3.
Vatandaşlarını Dışarıda Koruma ile Önleyici Meşru Müdafaa
Arasındaki İlişki
Birtakım devletler, vatandaşlarını yurt dışında korumak için BM sisteminde
meşru müdafaaya bağlı olarak kuvvet kullanılabileceğini onaylayan bir kuralın
varlığını iddia ederken, diğerleri BM sistemi içinde böyle bir operasyonel kuralın var
olmadığını ileri sürmektedir. Aynı şekilde devletler hukuku yazarlarının bir kısmı
böyle bir hakkı meşru görürken, diğerleri bunu reddetmektedir. Örneğin Dinstein;
devletlerin, bir başka devletin ülkesinde bu devletin rızası olmadan kendi
vatandaşlarını korumak için kuvvet kullanabileceğini savunmaktadır. Dinstein’e göre,
bir devletin vatandaşlarına karşı bir başka devletin ülkesinde kuvvet kullanılması
156
D’Amato, a.g.m.,s. 587 – 588.
Kaikobad, a.g.m., s.303.
158
S/RES./ 487 (1981)
157
64
halinde bu silahlı saldırının sanki vatandaşlık bağı bulunulan devlete karşı yapıldığı
farz edilmekte ve bu devletin meşru müdafaa hakkının doğduğu kabul edilmektedir.
Ayrıca
Dinstein, vatandaşlarını ülke dışında korumanın da belli şartlara bağlı
olduğunu ifade etmektedir. Şöyle ki, bir devletin vatandaşlarına karşı çok muhtemel
bir zarar verilme tehdidi var olmalı ve vatandaşlarının bulunduğu devlet bu kişileri
korumada başarısız, isteksiz ya da yetersiz olmalıdır.159 Dinstein’ın yanı sıra Bowett
da; bir devletin kendi yargı yetkisi içinde vatandaşlarını veya herhangi bir kişiyi
düşmanca saldırılardan koruması gerektiğine şüphe olmadığını ayrıca
bir başka
devletin topraklarında kuvvet kullanma veya tehdidine karşı da vatandaşlarının
hayatını korumak için devletin müdahale hakkının var olduğunun genel olarak kabul
edildiğini ifade etmektedir. Yazar, bu görüşünü Toplum Sözleşmesine dayandırarak
şöyle açıklamaktadır: Toplum sözleşmesi, devlete vatandaşlarının korunmasını asli
bir görev olarak yüklemiştir ve sözleşmeye göre vatandaşla devlet özdeş olduğundan
devletin bu görevini yerine getirmemesi söz konusu olamaz. Zira devletin kurucu
öğesi olan vatandaş – toplum olmadan bir devletten söz edilemez. Sonuç olarak
Bowett, BM antlaşmasından önceki örfi hukuktaki meşru müdafaanın vatandaşlarını
dışarıda korumayı içerdiğini ve BM antlaşmasından sonrada bu harekete izin
verdiğini iddia etmektedir.160
Bu duruma uygun en çarpıcı örnek İsrail’in 1976 yılında kaçırılan Fransız
Hava Yollarına ait yolcu uçağındaki İsrailli rehineleri kurtarmak için Uganda’nın
Entebbe Havaalanı’na yaptığı operasyondur. İsrail’in operasyonu sonrasında bazı
devletler, ev sahibi devletin ülkesindeki yabancı ülke vatandaşlarını korumada
isteksiz olması halinde kurtarma operasyonunun meşru olabileceğini belirtirken, diğer
159
160
Dinstein, a.g.e., s.226.
Bowett,a.g.e., s. 87 – 91.
65
bazı devletler de İsrail’in Uganda’nın toprak bütünlüğü ve siyasi egemenliğini ihlal
ederek bir saldırı eylemi gerçekleştirdiğini ileri sürmüştür.161 Dinstein; İsrail’in
Webster formülasyonunda belirtilen gereklilik, aciliyet ve orantılılık şartlarının üçüne
de sahip olduğunu ve bu eyleminin de bir meşru müdafaa eylemi olduğunu iddia
etmektedir. Yazara göre, uçak kaçırma eylemi İsrail’in vatandaşlarına yapılmakla
doğrudan İsrail devleti hedef alınmıştır. Bir başka deyişle, vatandaşı oldukları devlet
yüzünden bu kişiler hedef seçilmekle, bireylere yapılan kuvvet kullanımıyla o devlete
karşı yapılan kuvvet kullanımı arasındaki ayrım ortadan kalmaktadır. Ortaya çıkan bu
eşitlik aynı zamanda meşru müdafaa hakkının da uygulanmasına olanak
sağlamaktadır. Zira Uganda hükümeti de uçak kaçırma eylemine karşı gereken
tedbirleri almadığından İsrail’in havaalanı baskını meşru müdafaa hakkına dayalı bir
eylemdir.162
Yukarıda ifade edilen görüşlere karşın BM antlaşmasının kabulüyle birlikte
bir devletin ülkesi dışındaki vatandaşlarını korumak için kuvvet kullanımının
yasallığını savunmak ve bu operasyonları 51. maddeye dayandırmak mümkün
gözükmemektedir.
vatandaşlarına
Nitekim
değil
51.
doğrudan
maddede
o
belirtilen
devletin
silahlı
ülkesine
saldırının
yöneltilmiş
ülke
olması
gerekmektedir.163 Saldırının tanımına ilişkin 1974 tarihli Genel Kurul kararının 3(g).
maddesinde de uyrukluk bağı olan ticaret gemilerine ve sivil uçaklara karşı işlenen
fiiller saldırı eylemine dahil edilirken vatandaşlara karşı işlenen fiillerden hiç söz
edilmemektedir. Bu nedenle vatandaşlara karşı işlenebilecek bu gibi fiiller silahlı
saldırı olarak değerlendirilerek meşru müdafaa iddiasında bulunulması güçtür.164
161
Shaw, a.g.e., s. 791.
Dinstein, a.g.e., s. 228 – 229.
163
Aral, a.g.e., s. 72 – 73.
164
Başeren, a.g.e., s. 164.
162
66
Brownlie’ye göre de, vatandaşlarını korumak amacıyla meşru müdafaaya dayalı
müdahalede bulunulabileceğini kabul etmek BM’nin kabulü sonrasında mümkün
değildir. Zira BM’den önceki dönemde self-preservation ve self-help kavramlarıyla
eşdeğer görülen meşru müdafaa kavramı, BM antlaşmasıyla birlikte silahlı saldırı
şartına bağlanarak bu kavramlardan ayrılmıştır.165
BM antlaşmasında sadece silahlı saldırı halinde bir devletin kendini savunma
hakkı olduğu düşünüldüğünde devletin vatandaşlarını korumak veya kurtarmak için
bir tehditle karşı karşıya kalması halinde önleyici meşru müdafaa hakkına dayanarak
kuvvet kullanamayacağı sonucuna varılabilir. Bu hakkın kötüye kullanımını önlemek
amacıyla vatandaşları tehdit altında olan devlet, sorunu Güvenlik Konseyi’nin
gündemine getirerek barışçıl çözüm yollarını ya da VII. Bölüm çerçevesinde
yaptırımların uygulanmasını deneyebilir. Ancak bu noktada da devletin Güvenlik
Konseyinde veto mekanizmasıyla karşı karşıya kalması söz konusu olabilir. Nitekim,
İsrail’in Entebbe baskını Güvenlik Konseyi’nde görüşüldüğü halde görüş ayrılıkları
nedeniyle konuyla ilgili bir karar çıkmamıştır.166
4.
Uluslararası Adalet Divanı’nın Önleyici Meşru Müdafaaya İlişkin
Bakış Açısı
Önleyici meşru müdafaa hakkının hukuki değerlendirmesinde Divan’ın henüz
doğrudan vermiş olduğu bir karar bulunmamaktadır. Divan, Nikaragua davasında
önleyici hak konusu gündeme gelmediğinden herhangi bir hüküm vermeye gerek
olmadığını belirtmiştir.
Divan’ın önleyici meşru müdafaaya ilişkin belli bir saptaması bulunmamakla
beraber bu konuyla ile ilgili sonuç olarak şunlar söylenebilir; Meşru müdafaanın tek
165
166
Brownlie, a.g.e., s. 255-256.
Shaw, a.g.e., s. 791.
67
gayesi mevcut silahlı bir saldırıya engel olmak olduğundan saldırı niteliğinde
olmayan ya da şiddet içermeyen hukuka aykırı fiillere karşı kuvvet kullanılması
mümkün gözükmemektedir. Ayrıca meşru müdafaa hakkının BM antlaşmasında
kuvvet kullanma yasağının bir istisnası olarak belirtilmesinden dolayı taraflar için
antlaşmada istisna olarak belirtilen hususların da anlaşmaların yorumunda dar yoruma
tabi olacağı kabul edilmektedir. O halde dar yorumlanabilecek bir müdafaa hakkının,
geniş bir kuvvet kullanımına imkan vermesi zordur.
68
III. BÖLÜM :
BUSH DOKTRİNİ VE IRAK SAVAŞI
1.
Genel
II. Bölümün ikinci kısmında önleyici meşru müdafaa hakkının genel bir
değerlendirmesi yapılmakla birlikte ABD’ye 11 Eylül 2001 tarihinde yapılan terör
saldırıları sonrasında önleyicilik kavramına yeni anlamların yüklenmesi, bu kavramın
yeni şartlara göre değerlendirilmesi gereğini doğurmuştur. 11 Eylül terör saldırılarının
ardından ABD Başkanı George W. Bush’un açıkladığı Ulusal Güvenlik Stratejisi
(UGS), ABD’nin bu dönemden itibaren uluslararası sisteme ve uluslararası hukuka
bakışının ne yönde olduğunun anlaşılması açısından önemlidir.
ABD’nin bu yeni stratejiyle koalisyon güçleriyle birlikte önce Afganistan’a
daha sonra Irak’a karşı düzenlediği silahlı güç kullanımı, Amerika’nın eylemlerinde
uluslararası hukuka uygun davranıp davranmadığı sorusunu gündeme getirdi. Bu
çerçevede cevabı aranması gereken sorular; “ABD’nin Irak’a karşı kuvvet kullanımı
BM antlaşmasına göre yasal mıdır? ve bu askeri müdahale 51. madde kapsamında
meşru müdafaa olarak kabul edilebilir mi?” soruları oldu.
Daha ABD, Irak’a silahlı güç kullanımına başlamadan önce gerek devletler
gerekse uluslararası hukukçular arasında tartışılmaya başlanan bu sorular, BM
sisteminin uluslararası barış ve güvenliğin sağlanması ve korunmasındaki rolünün bu
dönemden sonra nasıl olacağına cevap aramak açısından önemlidir.
69
2.
11 Eylül Terör Saldırıları ve Bush Doktrini
Amerikan yönetimi, kendisine karşı tehdit oluşturduğunu düşündüğü hedeflere
önleyici saldırılarda bulunma hakkı olduğunu 2002 Eylül ayında yayınladığı Ulusal
Güvenlik Strateji belgesinde ilan etti. Başkan Bush, önleyici vuruş doktrinini
açıklarken bu geniş müdahale hakkını ne BM antlaşmasına ne de başka bir
uluslararası hukuk kaynağına dayandırma girişiminde bulunmadı.167 Kısaca Bush
Doktrini olarak adlandırılan bu strateji, uluslararası hukuk ve uluslararası ilişkiler
bakımından radikal unsurlar içermektedir.
2.1.
Doktrinin Temel Felsefesi: Önleyicilik
11 Eylül terör saldırıları, haklı savaş düşüncesini ve bu düşüncenin savaş
üzerine ahlaki yansımalarını yeniden canlandırdı. Bush Doktrinindeki, Kitle İmha
Silahları (KİS), uluslararası terörizm ve onun bağlantılarıyla mücadeleye ilişkin
görüşlerde haklı savaş teorisinin yeniden gündeme getirildiği görülmektedir.
Bu teorinin mimarı olan St. Augustine ve Thomas Aquin; devletin silahlı güç
kullanmasının temelinin devletin egemenlik yetkisi olduğunu belirtmekteydi.
Agustine göre; kamu otoritesi tarafından kamunun iyiliği için kuvvet kullanılması
meşru idi. Toplumun ortak refahının saldırı altında olması halinde yetkili otorite, bu
saldırıya karşı toplumu savunma, saldırıyla kaybedilenleri geri alma sorumluluğu
altındaydı. Bu şekilde haklı savaş üç husus dikkate aldığı takdirde ahlaken de meşru
kabul edilmeliydi: haklı neden, iyi niyet ve barış amacı. Bu noktada Bush yönetimine
göre; 11 Eylül saldırıları, Amerikan askeri gücünün kullanılması ve yönetimin
167
Richard Falk, Çev. M. Çakır, “Olası Irak Savaşı ve Birleşmiş Milletler Şartı,” Le Monde
Diplomatique, Aralık 2002, , www.kozmopolit.com/Irakspecial/RFalkTr.htm.
70
sorumluluğunu yerine getirmesi için haklı bir neden olmaktadır.168 UGS’de ifade
edilen ‘önleyicilik’, haklı savaş teorisinin stratejiye yansımış şekli olarak
düşünülmektedir. Zira, önleyici güç kullanımı fikri saldırı eylemi olarak
değerlendirilmemiş yakın bir saldırı tehdidiyle düşmanca niyet belirtenlere karşı bir
tepki olarak tasarlanmıştır.169 Bu yönüyle ABD’nin ulusal güvenlik anlayışı, siyasi bir
düşünce olup hukuksal bir takım değerlerden yoksundur. Ayrıca stratejiyle birlikte,
hukuk ile güç ararsındaki çatışmada belirginleşmektedir.170 Bush yönetimi, yeni
güvenlik algılamalarıyla güce başvurmada Jus ad bellum bakımından yeni bir hareket
tarzı geliştirmektedir. Bu hareket tarzının anlaşılması açısından UGS’nin V.
Bölümünün incelenmesinde fayda vardır.
Amerikan yönetimi, 11 Eylül saldırıları sonrasında Jus ad bellum
çerçevesindeki haklarla ilgili geniş bir görüşü benimsemiştir. Başkan Bush, özellikle
uluslararası terörizm ve KİS’in yarattığı yeni tehdidin jus ad bellumda revizyona
gitmeyi gerektirdiğini vurgulamıştır. Başkan’ın bu düşüncesi Eylül 2002 tarihinde
açıkladığı UGS’ye de yansımıştır.171 Stratejide, Başkan, “1990’lı yıllardan itibaren
farklı özelliklere sahip serseri devletlerin ortaya çıktığını ve bu devletlerin kendi
halkarına baskı yaptığını, uluslararası hukuka saygı göstermediğini ve komşularını
tehdit ettiğini, KİS elde etmeye çalıştıklarını ve küresel anlamda terörizme destek
olduklarını” vurgulamıştır. Başkan’a göre, “bu devletlerin izlediği politikalar tüm
168
James Turner Johnson , “Just War Theory: Responding Morally to Global Terrorism,”
(Edit.)Charles W. Kegley, The New Global Terrorism, Prentice Hall, New Jersey, 2003, s. 228-233;
Zdenko Spajic, The Legitimate use of Force: The Search for a New Approach to International
Conflict Resolution in the Writings of John Paul II, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Washington
D.C., The Catholic University of America, 2004, s. 73.
169
Kenneth R. Himes, “Intervention, Just War and US National Security,” Theological Studies,Vol.
65, Issue 1, 2004, s. 147.
170
Winston Nagan ve Craig Hamer, “The New Bush National Security Doctrine and the Rule of
Law,” Berkley Journal of International Law, Vol. 22, Issue 3, 2004, s. 392.
171
Nicole Deler ve John Burrough, “Jus ad Bellum: Law Regulating Resort to Force,” Human
Rights, Winter 2003, s. 11.
71
uluslar için korkunç bir tehdit oluşturmaktadır. Buna karşı, ABD’nin; kendine, dost
ve müttefiklerine KİS tehdit olmadan ya da kullanılmadan önce bu serseri devletler ve
onların terörist müşterilerini durdurmaya hazırlanması gerekmektedir.”172 Bu amaçla
ABD, önemli ulusal güvenlik çıkarlarını korumak için tek taraflı müdahale hakkını
saklı tuttuğunu belirterek terörizme karşı mücadelede kuvvet kullanımının
başlatılması ve sürdürülmesinde bir takım kısıtlamalara uymayı reddetmektedir.
KİS’e sahip olan ve olmayı isteyen şer ekseni rejimlerinin ve bu rejimlerin
uluslararası terörizmle olan bağlantısının yarattığı tehdidin tam olarak şekillenmeden
önlenmesi amacıyla önleyici meşru müdafaaya başvurabileceği Başkan Bush
tarafından stratejinin içeriğinde ifade edildi.173 Stratejinin temel noktasını oluşturan
önleyicilik ile kastedilen düşünce; düşman tarafından ilk kuvvet kullanılması
ihtimalinden önce saldırıya uğrayacağını düşünen tarafın askeri güç kullanmasıdır.
Ancak bu yönüyle doktrin, BM antlaşmasının yarattığı uluslararası hukuk sistemi
açısından çok tartışmalıdır. Zira uluslararası örf – adet hukukunda bile önleyici güce
dayalı meşru müdafaa hakkı kullanılmadan önce saldırı tehdidinin çok yakın olması
gerekmektedir.174 Bu noktada Doktrin; yakın tehdit konusunda Karoline olayı ile
ortaya çıkan şartların ötesine geçen daha geniş bir önleyici meşru müdafaayı ifade
etmektedir. Stratejide, düşman saldırısının yeri ve zamanı konusunda belirsizlikler
olsa bile, tehdit büyüdükçe eylemsiz kalma riski de artacağından Amerika’nın
kendisini savunmak için önleyici bir eylemde bulunmasında çok daha fazla
zorunluluk bulunduğu belirtilmektedir. Stratejiye göre; “düşman tek bir politik rejim,
172
UGS Belgesi, Başkan Bush’un çeşitli dönemlerde yaptığı konuşmalardan ve demeçlerden
derlenerek bir belge haline getirilmiştir. Belge için bakınız;
http://www.whitehouse.gov/nsc/nssall.html.
173
Takis Fotopoulas, “Iraq: The New Criminal ‘War’ of the Transnational Elite,” Democracy and
Nature, Vol. 9, No. 2, July 2003, s. 187; Nagan ve Hamer, a.g.m., s. 407.
174
Anthony Clark Arend, “International Law and the Preemptive Use of Military Force,” The
Washington Quarterly, Vol. 26, Issue 2, Spring 2003, s. 89.
72
kişi, bölge veya ideoloji değildir. Düşman uluslararası terörizm ve ona bilerek yardım
sağlayan ve barındıran rejimlerdir ve uluslararası teröristlerle onu destekleyen
rejimler arasında ayrım yapılmayacaktır. Tüm bu nedenlerden dolayı yakın tehdit
kavramını
günümüz
düşmanlarının
yetenek
ve
amaçlarına
uyarlanması
gerekmektedir. Zira, kötü niyetli devletler ve teröristler konvansiyonel yöntemler
yerine terör eylemlerine ve potansiyel olarak KİS’in kolayca gizlenebilmesi, bir
yerden bir yere kolayca taşınabilmesi ve hiçbir uyarı belirtisi olmadan
kullanılabilmesine güvenmektedir.175 Amerikan yönetimine göre; uluslararası hukuk,
devletlere, yakın bir saldırı tehdidi yaratan durumlara karşı kendilerini saldırıdan
korumada savunma eylemlerinde bulunmak için onay vermektedir.176
Yakınlık kavramı, devletin harekete geçmek için fazla zamanının ve alternatif
çözüm yollarını tartışma imkanının olmamasını ifade eder. Bush yönetimine göre de,
günümüzde geçmişteki gibi tehdidin açıkça nereden geleceğini görmek çok daha
zordur.177 Bu nedenle şayet bu şekilde yaklaşan tehdide karşı meşru müdafaa hakkı
uygulanmadan önce yıkıcı silahlarla düşmanın saldırısı başlarsa meşru müdafaa
hakkına başvurmanın anlamı etkinsizleşebilir. UGS’deki önleyici meşru müdafaada,
tek taraflı olarak ve uluslararası bir onay olmaksızın doğrudan bir tehdidin veya
operasyonun olmadığı bir durumda, daha sonradan kabul edilemeyecek maliyetler ile
karşılaşmamak için yapılması gereken bir güç kullanımı ifade edilmektedir.178 Başkan
Bush’un, yakın tehdit kavramını uluslararası örf – adet hukukundan daha geniş
yorumlaması ve düşmanın tehdidi tam olarak şekillenmeden uluslararası terörizmin
175
http://www.whitehouse.gov/nsc/nssall.html.
David Yost, “Güvenlik Stratejileri ile İlgili Tartışmalar,”
http://www.nato.int/docu/review/2003/issue4/turkish/art4.html, 14 Mayıs 2005.
177
Miriam Spiro, “Iraq: The Shifting Sands of Preemptive Self – Defense,” AJIL, Vol. 97, Issue, 3,
July 2003, s. 604.
178
Mark Drumbl, vd., “ Self Defense in an Age of Terrorism,” American Society of International
Law, Proceeding of the Annual Meeting, April 2-5 2003, s. 143.
176
73
ileride verebileceği muhtemel zararları önlemek için ABD’nin meşru müdafaa
hakkını önleyici şekilde kullanabileceğini iddiası birlikte düşünüldüğünde, ABD’nin
güvenliğine karşı düşman olarak algıladığı unsurlara karşı kendi seçeceği zamanda ve
kendi seçeceği yerde ve araçlarla kuvvet kullanmakta serbest olduğunu düşündüğü
anlaşılmaktadır. Bu anlayış, BM antlaşmasını da dikkate almayan bir duruşu ifade
etmektedir.179
2.2.
Doktrine Yönelik Farklı Bakış Açıları
Uluslararası hukuk uzmanlarının UGS’deki haklı savaş düşüncesine dayalı
önleyici meşru müdafaa iddiasıyla ilgili görüşleri de birbirinden farklıdır.
Arend’e göre, BM antlaşmasında önleyicilik konusunda belirsizlikler
bulunmaktadır. Zira, BM sonrası dönemde devletlerin uygulamaları incelendiğinde
saldırıyı önceden engelleme amaçlı kuvvet kullanımlarını yasaklayan yerleşmiş bir
örfi uluslararası hukuk kuralının var olduğu sonucuna varmak zordur. Son dönemde
de KİS ve uluslararası terörizm, uluslararası hukukun öngörmediği tehditler olarak
ortaya çıkmıştır. Arend, BM antlaşma taslağı hazırlanırken ne Biyolojik, Kimyasal ve
Nükleer silahlar ne de terörist aktörlerin dikkate alındığını belirtmektedir. Bu nedenle
günümüzde tehdidin şeklide değişmiştir. Arend, gereklilik ve orantılılık şartları yerine
getirildiği sürece önleyici meşru müdafaanın BM antlaşmasının kabulü sonrası
dönemde de bu yeni tehditlere karşı kullanılabileceğini vurgulamaktadır.180 Ancak
Arend, bir devletin KİS’e sahip olduğunun ve bu silahları kullanma ihtimalinin yakın
bir tehdit oluşturduğunun tespitinin oldukça zor olacağını da eklemektedir. Yazara
179
Thomas Franck, “What Happens Now? The UN after Iraq,” AJIL, Vol. 97, Issue 3, July 2003,
s. 619.
180
Arend, a.g.m., s. 96 – 97.
74
göre, hukuki açıdan Karoline olayındaki gereklilik şartının esnek değerlendirilmesi
mevcut hukuk açısından zor gözükmektedir.181
Rodin ise, UGS’deki ulusun çıkarlarının mevcut tehdide karşı korunması
amacını, ulusal savunma hakkı kapsamında değerlendirmekte ve bir devletin
vatandaşlarının yaşamını korumak için askeri eylemde bulunabileceğini ve hatta bu
eylemde orantılılık ve gereklilik şartlarını da karşılamasının gerekmediğini iddia
etmektedir. Rodin devletin ulusal savunma hakkını haklı savaş teorisine
dayandırmaktadır.182
Önleyiciliği daha çağdaş normlara göre ve antlaşmanın 51. maddesiyle
uyumlaştırarak açıklamaya çalışan McWhinney ise, 51. maddenin önleyici meşru
müdafaayı da içine alacak şekilde geniş yorumlanabileceğini ve belirgin bir askeri
eylemin gerekliliği halinde tehdide karşı güç kullanılabileceğini ifade etmiştir. Ancak
McWhinney’de Karoline olayındaki şartların gerçekleşmesine bağlı meşru müdafaa
hakkının uygulanmasıyla alınan önlemlerin Güvenlik Konseyi’ne acilen rapor
edilmesi ve bu önlemlerin uygun olup olmadığına Güvenlik Konseyi’nin kendisinin
karar verebileceğini belirterek önleyiciliğin geniş şekilde kullanılmasını sınırlamak
istemiştir.183
Bir başka yazara göre ise, stratejide belirtildiği gibi, uluslararası terörizm ve
onun küresel bağlantılarının KİS’i kullanmasının yol açacağı yıkımın büyüklüğünü
ancak önceden yapılacak bir askeri eylemle durdurmak mümkündür. Bir devletin
isteyerek küresel terörizme destek olduğunu ve bunu sürdürdüğünü gösteren bir
181
Ibid., s.98.
David Rodin, “War and Self – Defense,” Ethics and International Affairs, Vol. 18, Issue 1, 2004,
s. 66.
183
Edward McWhinney, “President Bush and the New US National Security Strategy: The Continuing
Relevance of the Legal Adviser and International Law,” Chinese Journal of International Law, Vol.
1, Issue 2, 2002, s. 431-434.
182
75
kanıtın olması halinde haklı savaş geleneği çerçevesinde gelecekteki terör saldırılarını
önceden önlemek için silahlı güç kullanabilecektir. Diğer bir ifadeyle bir devlet, bir
başka devlete karşı açıkça terörü destekliyorsa ve terörizmle iç içeyse diğer devletin
silahlı kuvvet kullanma hakkı bulunmaktadır. Yazara göre, hukuken bir devletin
terörist saldırılara karşı kendini savunma hakkına itiraz edilemez.184
1990 sonrasında ortaya çıkan yeni tehditlere karşı caydırıcılığın ABD’nin dış
politikası açısından etkili olamayacağını düşünen ve bu nedenle serseri devletlere ve
radikal terörist gruplara karşı önleyiciliğin tek uygulanabilir seçenek olduğunu
düşünen Rıvkin, Casey ve Bartram da önleyici meşru müdafaaya, bu rejimleri ve
grupları caydırmak ve gerekirse onları bertaraf etmek için başvurabileceğini
düşünmektedir. Ayrıca Arend gibi bu yazarlarda BM’nin benimsenmesi sonrasında
önleyici meşru müdafaanın yasaklandığı hususunun, devletlerin uygulamalarıyla da
desteklenmediğinden geleneksel önleyici meşru müdafaa hakkının varlığını
sürdürdüğünü iddia etmektedir.185
51. maddeyi geniş bir şekilde önleyiciliğe de izin verecek şekilde yorumlayan
bu yazarlara karşın, diğer bir takım yazarlar, UGS’deki önleyici meşru müdafaa
kavramını, BM antlaşmasındaki meşru müdafaa kavramının ötesine geçebilecek bir
unsur olarak değerlendirmemektedir.
Önleyicilik, ancak saldırının birden ortaya çıkması, savunma için derhal
harekete geçmenin gerekli olması ve savunmadan başka bir çözüm yolunun olmaması
halinde geçerli bir argüman olabilir. Zira II. Dünya savaşı sonrasında kurulan
Nüremberg Uluslararası Ceza Mahkemesi de, Almanya’nın müttefiklerin muhtemel
saldırısını önleyeceği iddiasıyla Norveç’e saldırmasını, yakında böyle bir ihtimalin
184
185
Himes, a.g.m., s. 144.
Rıvkin vd., a.g.m., s. 18 – 19.
76
olmamasından ötürü reddettiğini belirtmişti. Ayrıca daha yakın bir örnek olarak
İsrail’in 1981 yılında Iraktaki nükleer santrale önleyicilik iddiasıyla yaptığı askeri güç
kullanımı o dönemde ne BM tarafından ne de uluslar arası toplum tarafından kabul
görmüştür. Bu noktada Bush yönetiminin yeni savunma konsepti kapsamında
önleyicilik iddiasının BM sisteminin kuvvet kullanma yasağını ve meşru müdafaa
hakkının sınırlarını zorladığı görülmektedir.186 Önleyici meşru müdafaada , 51.
maddede ifade edilen meşru müdafaadan daha geniş bir yorumlamayla silahlı
saldırının, mevcut olmamasına rağmen yakın bir tehdit oluşturduğu ve bir aciliyet
ortaya koyduğu düşüncesi bir belirsizliğe neden olmaktadır. Bu nedenle belirtileri
dahi mevcut olmayan bir silahlı saldırı tehdidinin yakın bir tehdit olmasını ve bu
yüzden bir aciliyet doğurarak meşru müdafaa hakkına imkan vermesini anlamak
güçtür. Önleyicilik gelecekte olması varsayılan bir saldırıya karşı bir eylem olarak
tasarlanmaktadır ve bu çerçeveden bakınca önleyici savaş düşüncesini mevcut uluslar
arası hukuk kurallarının içinde bir yere oturtmak güçtür.187 Bununla birlikte, ABD’nin
taraf olduğu uluslararası antlaşmaların yükümlülüklerini dikkate almaksızın bu
şekilde tek taraflı kuvvet kullanma eğilimi, uluslararası sistemin işlerliği açısından da
istikrar bozucu olabilir. Bush yönetiminin, olabilecek eylemin yıkıcı etkilerinin kendi
güvenliklerini tehlikeye atacağını düşünmesi gibi diğer devletlerde aynı düşünceyle
kendi güvenliklerini sağlamak için önleyici eylemlerde bulunma hakları olduğunu
iddia edebilirler. Bunun sonucunda örneğin, Pakistan, Hindistan, İran, Kuzey Kore ve
Çin gibi devletlerde önleyici meşru müdafaa iddiasıyla askeri güç kullanımına
186
Deler ve Burrough, a.g.m., s. 9-11.
Chris Brown, Self – Defense in an Imperfect World, Ethics and International Affairs, New
York, Carnegie Council, November 2002, s. 2-3.
187
77
gidebilirler.188 Bush Doktrini eğer uluslararası sisteme yeni bir yaklaşım
kazandırıyorsa diğer devletlerinde kendi güvenlik stratejileri çerçevesinde ‘önleyici
savaş’ kavramını uygulamayı istemeleri doğal kabul edilmelidir. Dolayısıyla, bu
devletlerinde tıpkı ABD’nin olduğu gibi kendilerine özgü ‘şer güçler’ tanımlaması
bulunmaktadır. Ne var ki, sonuçta Bush yönetiminin, uluslararası hukukun yerine
güce dayalı bir politikayı takip etme isteği dünya üzerinde bir çatışma ortamı
yaratarak kaotik bir yapı ortaya çıkarabilir.189
Sapiro’ya göre; UGS, 1945 yılı öncesindeki dönemin uluslararası hukuk
yapısına uygun düşmektedir. Strateji, 1945 yılında BM antlaşmasının kabul
edilmesinden sonraki jus ad bellum kapsamında kuvvet kullanımını düzenleyen
parametrelerin değiştiğini dikkate almamaktadır. Oysa BM antlaşması, şarttaki
koşulların ihlal edilmesi halinde belli ölçülerde devletlerin kuvvet kullanımına izin
vermektedir. Dolayısıyla antlaşmanın 2/4. Maddesi tüm üye devletler için geniş bir
kısıtlama getirmektedir.190
2.3.
Meşru Müdafaa Hakkı ve Afganistan Müdahalesi
Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde Başkan Bush; küresel alanda teröristlere karşı
savaşın belirsiz süreli küresel bir girişim olduğunu ve ABD’nin teröristleri barındıran
ve onlarla işbirliği yapan devletlerle de mücadele edeceğini ifade etmiştir. Ayrıca
stratejide, uluslararası terörizmi önlemek için ABD’nin teröristlerin finans
kaynaklarını kesmek için daha etkili çabalar da dahil, istihbarat, hukuki yaptırım,
daha etkin bir ana kara savunması ve askeri güç kullanımı gibi her türlü aracı
188
Allen Buchanan ve Robert O. Keohane, “The Preventive Use of Force: A Cosmopolitan
Institutional Proposal,” http://www.poli.duke.edu/people/faculty/docs/preventive%20force.pdf, s. 3;
Sapiro, a.g.m., s. 605.
189
Hasan Kösebalan, “Yeni Amerikan Güvenlik Doktrini ve Uluslararası İlişkiler,” 2023 Dergisi,
Kasım 2002, s.36-37.
190
Sapiro, a.g.m., s.600.
78
kullanmak zorunda olduğu
da belirtilmekteydi.
ABD
Başkanı,
11 Eylül
saldırılarından üç gün sonra yaptığı ve daha sonra UGS belgesinin de III. Bölümünde
yer alan konuşmasında; ABD’nin meşru müdafaa hakkını, bu gibi terörist eylemlere
karşı önleyici olarak kullanacağını ve ileride ABD’ye karşı bir saldırı gerçekleşip
zarar ortaya çıkmadan önce bu tehdidi önleyeceğini ifade etmiştir.191
11 Eylül terör saldırılarından sonra Bush yönetimi, saldırıların El Kaide terör
örgütü ile bağlantılı olduğunu belirterek Afganistan’da kampları olan bu örgüte karşı
meşru müdafaa hakkına dayanarak askeri güç kullanımında bulundu. Ancak bu
müdahalede sadece El Kaide terör örgütünü değil aynı zamanda bu örgütle işbirliği
yaptığını iddia ettiği Afganistan’ın idaresini elinde bulunduran Taliban yönetimini de
hedef aldı. Böylece Afganistan stratejide ifade edilen önleyici savaş doktrinine
dayanarak ABD’nin askeri müdahale de bulunduğu ilk coğrafya oldu.192 Afganistan’a
müdahale etmeden öncede Amerika, kendi topraklarındaki terörist örgütlenmelere
engel olmakta isteksiz ya da yetersiz olan devletlere karşı operasyon düzenlemeyi
benimseyen bir politika takip etmekteydi. Bu politika çerçevesinde, 1986 yılında
Libya’ya, 1998 yılında da Afganistan ve Sudan’a karşı askeri güç kullanımında
bulunmuştu. Ancak 11 Eylül sonrasında şekillenen önleyicilik politikası 11 Eylül
öncesindeki Amerikan politikasının ötesine geçmektedir.193
ABD ve İngiltere’nin, Afganistan’a düzenledikleri askeri güç kullanımını
bireysel ya da müşterek meşru müdafaanın bir şekli olarak görmesi iki önemli hukuki
soruyu da gündeme getirmektedir. İlk soru, bir devlete düzenlenen terör saldırıları
191
http://www.whitehouse.gov/nsc/nssall.html.
Jonathan Herbert, “The Presidency,” (Edit.) Gillian Peele vd., Developments in American
Politics, New York, Palgrave, 2002, s. 93; Alain Bockel, (Röp.) Zeynep Arıkanlı, “Desert Heat at the
UN,” http://www.turkishtime.org/17/40.3.en.asp, 13.05.2005.
193
Mary Ellen O’Connell, “International Law and the Use of Force,” AJIL, Vol. 97, Issue 2, April
2003, s. 456.
192
79
meşru müdafaa hakkına başvurma imkanı sağlar mı? Diğer önemli soru ise, şayet bu
saldırılar meşru müdafaa hakkına imkan sağlarsa, bu hak Afganistan’a karşı
kullanılabilir mi?
2.3.1. Müdahalenin Hukukiliği
11 Eylül 2001 terör saldırılarının ardından toplanan Güvenlik Konseyi, 1368
sayılı kararı benimsemiştir. Kararda, Konsey terörü kınamış ve tüm devletleri acil
olarak birlikte çalışmaya davet etmiştir. Ayrıca karar, BM antlaşması hükümlerine
göre 11 Eylül 2001 tarihli terörist saldırıya cevap verilmesi için her türlü gerekli
adımların atılmasını ve terörizmin bütün şekilleriyle mücadele edilmesini de
vurgulamıştır.194 Kararın 5. maddesinde yer alan bu ifade, ABD’nin bireysel veya
müşterek meşru müdafaa hakkını üstü kapalı da olsa tanıması bakımından önemlidir.
Benzer bir ifade, Konsey’in daha sonra kabul ettiği 1373 sayılı kararında da yer
almıştır.
Güvenlik Konseyi 28 Eylül 2001 tarihinde aldığı 1373 sayılı kararla, ABD’nin
BM antlaşmasının kuvvet kullanımını düzenleyen VII. Bölümündeki esaslara uygun
davranabileceği yönünde bir eğilim benimsemiştir.
195
Kararda, terörist eylemlerin
uluslararası barış ve güvenliğe karşı oluşturduğu tehditle her türlü vasıtanın
kullanılarak mücadele etme gereği teyit edilirken, BM antlaşmasınca tanınan bireysel
ve müşterek meşru müdafaa hakkının varlığı da vurgulanmıştır. Ayrıca karada, Ekim
1970 tarihinde BM Genel Kurul’unun aldığı 2625 sayılı kararındaki “her devletin
kendi ülkesinde, bir başka devletin topraklarındaki terörist faaliyetleri organize
194
S/RES/ 1368 (2001)
Enver Bozkurt, Birleşmiş Milletler Sisteminde Kuvvet Kullanımı, Ankara, Nobel Yayınevi,
Ocak 2003, s. 216.
195
80
etmek, kışkırtmak, yardımcı olmak ve yer almaktan kaçınma görevi olduğu”
konusundaki prensipleri de tekrar hatırlatılmıştır. 196
Güvenlik Konseyi’nin 1368 ve 1373 sayılı kararları, ABD’nin bireysel veya
müşterek meşru müdafaa hakkı olduğunu kabul etmektedir. Ancak 51. maddedeki
silahlı saldırı durumunda meşru müdafaa hakkının kullanılabileceği ifadesi dikkate
alındığında, ABD’nin terör saldırılarını El Kaide terör örgütüne atfederek
Afganistan’daki Taliban rejimine karşı meşru müdafaa hakkını kullanmasının 51.
maddeyle örtüşüp örtüşmediği sorusunu da akla getirmektedir. Bu soruyla ilgili
olarak, El Kaide terör örgütünün merkezinin Afganistan’da bulunması ve Taliban
rejiminin kendi toprakları içinde örgütün eğitim kampları kurmasına izin vermesi ve
örgütü desteklemesi Taliban yönetimi ile El Kaide arasında yakın bir ilişki olduğunu
göstermektedir. Taliban rejiminin El Kaide’nin terörist faaliyetlerini önlemede
isteksiz ya da yetersiz olması da Afganistan’a karşı başlatılan askeri operasyonu haklı
kılmaktadır.197 Uluslararası toplum da Amerika gibi, 11 Eylül terör saldırılarını silahlı
saldırı olarak değerlendirmiş ve Taliban rejiminin El Kaide ile olan bağlantısı
nedeniyle bu saldırılardan sorumlu olduğunu ifade etmiştir. Bush yönetimine göre,
terörist gruplara karşı bir askeri kuvvet kullanımı için devletin ayrıca sorumlu olması
da bir ön koşul değildir. Bununla birlikte, Taliban rejiminin El Kaide ile olan yakın
ilişkisi bilindiğinden ABD’nin teröristlere ve onlara yardım edenlere karşı Güvenlik
Konseyi kararlarına da uygun olarak meşru müdafaaya dayalı kuvvet kullanma
hakkının doğduğu kabul edilmelidir.198
196
Ibid., s. 218; S/RES./ 1373 (2001)
Richard A. Falk, “What Future fort he UN Charter System of War prevention?,” AJIL, Vol. 97,
Issue 3, July 2003, s. 592; Steven R. Ratner, “Jus ad Bellum and Jus in Bello after September 11,”
AJIL, Vol. 96, Issue 4, October 2002, s. 907; Himes, a.g.m., s. 143;
198
Drumbl, a.g.m., s. 144.
197
81
Ayrıca son dönemde, devlet dışı aktörlerin eylemlerinden devletin de sorumlu
olacağıyla ilgili olarak, Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi savcısı Tadic’in de
bir tespiti bulunmaktadır. Tadic; bir devletin, silahlı eylemlerin örgütlenmesi,
koordinasyonu ve planlanmasında ve bu gruplara operasyonel, ekipman, finansal ve
eğitim açısından da yardımda bulunmasında bir rolünün olmasının, uluslararası hukuk
açısından dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir. Bu açıdan Tadic, Bosna Sırp
ordusunun eylemlerinden Sırbistan’ın sorumlu olduğunu ifade etmiştir. Zira Eski
Yugoslavya Federal Cumhuriyetinin topraklarının kontrolü bağımsız Sırbistan –
Karadağ devletindeydi ve önceden Federal Cumhuriyete bağlı olan ordunun kontrolü
de bu devlete geçmişti. Tadic’in görüşünü destekleyen bir diğer argümanda 3314
sayılı saldırının tanımına ilişkin Genel Kurul kararıdır. Kararda, eğer bir devlet
saldırı için diğer bir devlete silahlı gruplar gönderirse ve bu gruplarla yakın ilişki
içinde olursa, bu durumun devletin, yapılan saldırıların bir parçası olduğunun açık ve
yeterli kanıtı olacağı belirtilmiştir. Dolayısıyla, Taliban rejimi ile El Kaide arasındaki
yakın ilişkiye bu noktadan bakmak gerekir.199
Bununla birlikte, Afganistan’a yapılan müdahale, meşru müdafaa hakkının
sınırları içinde kalmadığı noktasında eleştirilmiştir. ABD’nin Afganistan’daki askeri
güç kullanımı meşru müdafaadan ziyade egemen bir devletin yapısını değiştirmeye
yönelik bir hareket olarak değerlendirilmiştir. Dolayısıyla, ABD, Afganistan’a
müdahalede meşru müdafaa hakkını abartılı bir şekilde kullanmıştır. Bu
eleştirmenlere göre, Afganistan müdahalesi rejimin terörizmle bağlantısı olduğundan
meşru kabul edilebilir. Ancak rejimin kuvvet kullanılarak değiştirilmesi uluslararası
199
Ratner, a.g.m., s. 908; O’Connell, a.g.m., s. 451; Himes, a.g.m., s. 144.
82
hukuk açısından kabul edilirse, bu politika diğer ülkelerdeki rejimleri de değiştirmek
için bir kapı açılmasına neden olacaktır.200
Ayrıca kullanılan askeri güçle, elde edilmek istenen sonuç bakımından meşru
müdafaa hakkının şartlarından orantılılık koşuluna uygun kuvvet kullanılmadığı
hususunda da bir takım eleştiriler getirilmiştir. Yapılan askeri eylemin, meşru
müdafaanın sınırlarını aşacak şekilde cezalandırma amacı taşıyan misilleme niteliğine
büründüğü ve bu nedenle yasal bir meşru müdafaa eylemi olarak görülemeyeceği
çeşitli yazarlar tarafından öne sürülmüştür.201 Brownlie, Afganistan’da, Amerika’nın
51. maddede belirtilen meşru müdafaa hakkına uygun olarak eylemde bulunduğu
iddiasına, askeri operasyondaki sivil kayıpların çok olması ve altyapı tesislerinin de
hedef seçilmesi açılarından karşı çıkmakta ve eylemin misilleme ve cezalandırma
yönünün ağır bastığını ifade etmektedir.202
Falk’a göre ise; meşru müdafaa hakkının Taliban rejimini de sorumlu tutacak
şekilde geniş yorumu, 51. maddenin geçerliliğini kaybettirmemiştir. Bu şekilde, bir
taraftan uluslararası hukukun somut olaylar karşısında gelişmesi ve yeni gerçekleri
içermesi diğer taraftan da askeri gücün savunma amacı olmadan kullanılmasından
kaçınma yükümlülüğünün olabildiğince geçerli kalması sağlanmış oldu.203
BM’nin Afganistan müdahalesine imkan sağlayan ilgili kararları dışında
ayrıca NATO’nun 5. maddesinin de harekete geçirilmesi ve NATO üyesi
devletlerinde ABD’ye destek vermesi ve BM Güvenlik Konseyi ve Genel Kurul’un
Afganistan operasyonunu BM antlaşmasının bir ihlali olarak görmemesi, kullanılan
200
Nagan, a.g.m., s. 380-381.
O’Connell, a.g.m., s. 450.
202
Ian Brownlie, “International Law and the Use of Force by States Revisited,” CJIL,Vol. 1, Issue 1,
2002, s. 19.
203
Falk, (Çev.) M. Çakır, Le Monde Diplomatique, Aralık 2002,
www.kozmopolit.com/Irakspecial/RFalkTr.htm.
201
83
kuvvetin meşruluğunu teyit etmektedir.204 Bu örgütlerin dışında; AB, OAS gibi
örgütler ve birçok devletinde ABD’nin meşru müdafaa hakkına başvurmasının yasal
olduğu yönünde desteği, uluslararası terörizmden kaynaklanan ve devlet destekli olan
silahlı saldırılara karşı da gereklilik ve orantılık şartlarını taşımak kaydıyla meşru
müdafaa hakkının kullanılabileceğine işaret etmektedir.205
Sonuç olarak, 11 Eylül olaylarından sonra gelişen uluslararası tepki, devlet
eylemleriyle sınırlı olmayan saldırılarında silahlı saldırı olarak değerlendirilmesi
yönünde olmuştur. Ayrıca, Afganistan müdahalesinin haklılığı konusunda BM’nin ve
diğer uluslararası örgütlerin ve uzman hukukçuların birçoğunun tereddüdü
bulunmamaktadır. Bununla birlikte, Bush Doktrininin önleyici meşru müdafaa
bakımından Afganistan’dan farklılık arz eden ilk uygulama alanı 2003 Irak savaşıdır.
3.
Irak’ın Özgürleştirilmesi Operasyonu
3.1.
Önleyici Savaşın Gerekçeleri
11 Eylül terör saldırıları, ABD’de terörist ve serseri devletlerden gelebilecek
tehdidin oluşturduğu korkuyu güçlendirdi. Amerikan yönetimine göre; serseri
rejimlerin nükleer silah geliştirme kapasitelerini arttırma çabaları uluslararası
terörizmle birleştiğinde, KİS’in terörizmin bir aracı olarak kullanılması ABD için
büyük bir risk oluşturabilir. Bu durumda ortay çıkan tehdidin oluşturduğu risk ne
kadar büyükse eylemsiz kalma riski de o kadar büyüktür. Bu nedenle ABD, bu
rejimlere ve terör örgütlerine karşı ilk vuruş stratejisini, UGS belgesinde ifade
etmiştir. Bu doktrinde ABD; 1950’li yıllardan beri izlediği caydırıcılık politikasını
terk ettiğinin mesajını da vermekteydi. Doktrinde Bush yönetimi, ayrıca şer ekseni
204
O’Connell, a.g.m., s. 451.
Christine Gray, “The US National Security Strategy and the New ‘Bush Doctrine’ on Preemptive
Self – Defense,” CJIL, Vol. 1, Issue 2, s. 442.
205
84
olarak adlandırdığı Irak, İran ve Kuzey Kore’yi KİS geliştirmek ve teröre destek
olmakla suçlamıştı.206 Amerikan yönetiminin; Afganistan’daki El Kaide terör
kamplarını yok etmesi ve terörü destekleyen Taliban rejimini yıkmasının ardından
Irak’ta Saddam Hüseyin rejimini kendisine hedef seçmiştir.
Irak’tan Saddam rejiminin Bush yönetimi tarafından hedef seçilmesinin bir
takım nedenleri vardır. Öncelikle Bush yönetimi; Irak rejimi ile El Kaide terör örgütü
arasında bir bağlantı olduğunu ve bu örgüte, Irak’ın KİS sağlamaya çalıştığını iddia
etmiştir.207 ABD’ye göre Irak, 1991 Körfez savaşından sonra Güvenlik Konseyi’nin
çeşitli kararlarıyla teyit ettiği silahsızlanma yükümlülüklerini yerine getirmemekte ve
BM silah denetçileri ile tam bir işbirliğine de yanaşmamaktadır. Bu durumda KİS’in
varlığı, tehdidi arttırmaktadır. Buna karşı ABD’nin gelecekte KİS’in kullanılmasıyla
yapılabilecek bir terörist saldırıyı beklemesi düşünülemez.208 ABD, KİS geliştirme
kapasitesinin ilerlemesine ve yeni silah teknolojilerinin gelişmesine bağlı olarak bu
silahların yayılmasını önlemede, savunma için en iyi aracın saldırı olacağını
düşünmekteydi.209 Bu noktada Bush doktrininin temel yaptırımı, Irak gibi rejimlerin
tehdit olmaktan çıkarılmasıdır. Zira Bush yönetimi; KİS’in tehdit olarak
belirginleşmesine bağlı olarak yakın tehdit kavramının da genişlediğine dikkat
çekmektedir. Bu düşünce özellikle serseri devletlerin KİS’i kullanma ve yayma
ihtimaline karşı önceden bir eylemde bulunma stratejisine bir gerekçe sağlamaktadır.
206
Sharif Shuja, “The Bush Doctrine and the Emerging New World Order,” National Observer, Issue
59, Summer 2004, s. 34-35; Gray, a.g.m., s. 444.
207
Martin Durham, “The American Far Right and 9/11,” Terrorism and Political Violence, Vol.15,
No. 2, Summer 2003, s. 96.
208
Falk,(2003), a.g.m., s. 592; Yost, a.g.m.,
http://www.nato.int/docu/review/2003/issue4/turkish/art4.html, 14 Mayıs 2005.
209
Glen Segell, “A Reflection on War against Rogue States,” The Review of International Affairs,
Vol.3 No. 3, Autumn 2004, s. 486.
85
Bu bakımdan önleyici meşru müdafaanın uygulama alanı olarak Irak, güçlü bir aday
olmuştur.210
ABD’ye göre,
Irak
rejimine şimdi müdahale edilip tehdit olması
engellenmezse rejim, gelecekte bir zaman önlenemeyecek bir tehdit haline gelebilirdi.
Eğer ABD’nin Irak’a karşı ileri sürdüğü bu argüman hukuken meşru kabul edilecek
olursa ileride Kuzey Kore ve İran’daki rejimlerinde önlenemeyecek bir tehdit
doğuracağı iddiasıyla değiştirilmesi için ABD’ye bir onay verilmiş olacaktır.211
ABD, bu iddialarla BM Güvenlik Konseyi’ne başvurmuş ve yapacağı askeri
güç kullanımı için bir karar elde etmeye çalışmıştır. Önleyici müdahalenin
meşruluğunu değerlendirmede, Güvenlik Konseyi’nin kabul ettiği 1441 sayılı karar
çerçevesindeki değerlendirmelerinde incelenmesinde fayda vardır.
3.2.
1441 Sayılı Güvenlik Konseyi Kararı Müdahale için bir Gerekçe
Sağlar mı?
Bush yönetimi, Irak’a karşı kuvvet kullanımı için sadece 1441 sayılı kararın
değil ilk körfez savaşıyla ilgili Konseyin 678 ve 687 sayılı kararlarının da yetki
verdiğini iddia etmektedir. Bununla birlikte Başkan Bush, ABD’nin önleyici meşru
müdafaa hakkını kullanması için ayrıca Güvenlik Konseyi’nden bir yetki alması
gerekmediğini de belirtmekteydi.212 11 Eylül sonrasında her durumda Bush yönetimi,
ABD’nin çıkarlarını korumak için ne zaman ve ne şekilde askeri güç kullanacağına
karar vermede, Güvenlik Konseyi’ne veya diğer herhangi bir uluslararası yapıya
uymayı benimsememektedir. Ancak ABD gerektiğinde tek taraflı olarak kuvvet
210
Nagan, a.g.m., s. 425.
Charles Foster, “International Law: Another Casualty of the Iraq War?,” Contemporary Review,
Vol. 283, Issue 1651, Aug. 2003, s. 77.
212
Sapiro, a.g.m., s. 603.
211
86
kullanımına hazırlanmasına rağmen, uluslararası yapının bir parçası olarak Birleşmiş
Milletler’den de bu yönde bir destek elde etmeye çalışmaktaydı.213
ABD ve Koalisyon güçlerinin Irak’a askeri harekatı başlattığı Mart 2003
tarihinden önce Kasım 2002 tarihinde Güvenlik Konseyi’nin kabul ettiği 1441 sayılı
karar, Irak’ın BM silah denetçileri ile yakın işbirliği yapması zorunluluğunu
getirmenin yanı sıra önceki dönemde denetim mekanizmasına uygun davranmayarak
silah denetçilerinin çalışmalarını engelleyerek Irak’ın maddi ihlallerde bulunduğunu
belirtmiştir. Ayrıca karar; Irak’a silahsızlanma yükümlülüklerini yerine getirmesi için
son bir fırsat verildiği ve BM Güvenlik Konseyi kararlarıyla teyit edilen
yükümlülüklerini ihlal etmeye devam etmesi halinde ciddi sonuçlarla karşı karşıya
kalacağı noktasında da bir uyarı içermekteydi.214 ABD’nin son Irak savaşındaki
iddiası, 1441 sayılı kararda da ifade edilen önceki Konsey kararlarını yerine
getirmekte Irak’ın isteksiz olmasından dolayı, 1991 Irak savaşının teknik hukuki
gerekçesi olan 678 sayılı kararla verilen kuvvet kullanımı yetkisinin tekrar
doğduğudur. ABD’ye göre, 1991 körfez savaşı sonrasında Güvenlik Konseyi’nin
benimsediği 687 sayılı karar ateşkesi kabul etse de Irak’ın silahsızlanma
yükümlülüklerini yerine getirmede isteksiz davranması 687 sayılı kararla kabul edilen
ateşkes şartlarını bozmakta ve 678 sayılı kararın tekrar işlerlik kazanmasına yol
açmaktadır. Bush yönetimine göre, 678 sayılı kararda uluslararası barış ve güvenliği
sağlamada ‘tüm gerekli araçlar’ kelimesi müdahaleye meşruluk kazandırmaktadır.
Bununla birlikte, 1441 sayılı kararın 13. maddesinde; Irak’ın yükümlülüklerini ihlal
etmeye devam etmesi halinde ‘ciddi sonuçlarla’ karşı karşıya kalacağı konusunda
213
214
Rıvkin vd., a.g.m., s. 19.
S/ RES/ 1441 (2002)
87
defalarca uyarıldığının belirtilmesini de ABD ve İngiltere, müdahalenin haklılığında
bir gerekçe olarak sunmaktadır.215
Mart 2003 tarihinde Başkan Bush, Irak’ın 1441 sayılı kararı ihlal ederek, KİS
üretmeyi sürdürdüğünü ve silahlarını uluslararası denetçilerden gizlediğini iddia
ederek Irak’ın uluslararası barış ve güvenliği tehdit ettiğini eklemiştir. Bu davranışları
sonucunda Irak’ı Konsey yaptırımlarına uymaya zorlamak, bölgede barış ve güvenliği
tesis etmek ve 687 sayılı karardaki ateşkes şartlarını sağlamak için ABD askeri güç
kullanımının dışında bir seçenek olmadığını iddia etmekteydi.216 Oysa 1441 sayılı
karar; Irak’ın Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararlarında da sık sık ifade edilen
silahsızlanma yükümlülüğünün yerine getirilmesi için daha etkin bir denetim
mekanizması amaçlamaktaydı. Kararda, Irak’ın yükümlülük ihlallerinin rapor
edilmesi ve Konsey tarafından bu durumun değerlendirilmesiyle ilgili belli adımlar
tasarlanmıştı. Kararın 11. ve 12. paragrafı, Irak’ın silahsızlanma şartını ihlalini
sürdürmesi ve denetim faaliyetlerine engel olması halinde BM İzleme, Onaylama ve
Denetim Komisyonu (UNMOVIC) ve Uluslar arası Atom Enerjisi Ajansı’nın (IAEA)
acilen Konsey’e rapor vereceğini ve konuyla ilgili olarak da Konsey’in
toplanabileceğini ifade etmekteydi.217 ABD 1441 sayılı karara göre, Irak’ın ilgili
karara uygun davranmadığını belirterek Konsey’i toplantıya çağırmasına rağmen
Konsey, koalisyon güçlerinin kuvvet kullanabilmesini dayandıracağı ek bir kararda
almadı.
Dolayısıyla, 1441 sayılı karar, Irak’ın yaptırım ihlallerinin Güvenlik
Konseyi’ne rapor edilmesi ve tartışılmasına imkan vermesine rağmen silahlı güç
215
Nagan, a.g.m., s. 414-416.
John Yoo, “International Law and War in Iraq,” AJIL, Vol. 97, Issue 3, July 2003, s. 567.
217
Wiliam Taft ve Todd Buchwald, “Preemption, Iraq and International Law,” AJIL, Vol. 97, Issue 3,
July 2003, s. 561; Gray, a.g.m., s. 445.
216
88
kullanımı için bir yetki vermemektedir. Bu konuda kararın 4. maddesi; Irak’ın maddi
ihlallerini tespit etmek ve buna göre silahsızlanma yükümlülüklerinin yerine
getirilmesine
onay
vermek
için
karar
alma
yetkisini
açıkça
Konsey’e
bırakmaktadır.218 ABD’nin görüşü ise, kararın ihlali objektif bir gerekçedir ve bu
nedenle Konsey’in bu durumu ayrıca tespit etmesine gerek yoktur.
Uluslararası toplumdaki genel eğilim ise, Irak’ın yaptırımları ihlal etmesi
halinde, bunu Konsey’in saptaması ve üye devletlere Konsey’in kararlarını Irak’a
uygulatmak için bireysel olarak kuvvet kullanma yetkisi vermesidir.219 Zira Güvenlik
Konseyi daimi üyelerinden Fransa, Rusya ve Çin’in yanı sıra geçici üyelerden
Almanya ve Suriye kesinlikle kuvvet kullanımına karşı olduğunu açıklarken, Meksika
ve Kanada da her fırsatta güç kullanılmasına karşı olduklarını açıklamaktaydılar.
Ayrıca 114 ülkenin katıldığı ve Malezya’nın başkentinde yapılan Bağlantısızlar zirve
toplantısında da, Irak’ın 1441 sayılı karara uyması istenirken ABD’nin tek taraflı güç
kullanmasına karşı ortak bir tavır belirlendi.220
Irak’ın KİS’i imha etme konusundaki yükümlülüklerini ihlal etmesinin 687
sayılı kararla benimsenen ateşkes şartlarını bozduğu ve 678 sayılı kararla izin verilen
kuvvet kullanımının tekrar önünü açtığı iddialarının, ABD’nin kuvvet kullanımının
meşruluğu tartışmaları açısından değerlendirilmesi gerekir.
Yoo’ya göre, 678 sayılı karar üye devletlere Irak’a karşı 660 sayılı kararın
gereklerini uygulatmak için gerekli her türlü aracı kullanma izni vermekteydi. 687
sayılı karar ise 1991 Körfez savaşı sonrasında Irak’a elindeki KİS’i imha etmekte
dahil bir takım yaptırımlar yükleyerek ateşkes şartlarını tespit etmekteydi. Son olarak
218
Taft, a.g.m., s. 562.
Ibid., s. 560.
220
Tayyar Arı, Irak, İran ve ABD, Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya, 1.B, İstanbul, Alfa
Yayınları, Ocak 2004, s. 503-504.
219
89
1441 sayılı kararda, Irak’ın 687 sayılı kararda dahil Konsey’in önceki kararlarına
aykırı davrandığını ve KİS geliştirme programını sonlandırmada gerekli bilgilileri
BM ile paylaşmadığını tespit etmekteydi. Tüm bu kararlar çerçevesinde Güvenlik
Konseyi 678 sayılı kararla verilen kuvvet kullanma yetkisini sona erdirmemiştir. Zira
Bosna ve Somali olaylarında Konsey ayrı bir karar alarak açıkça kuvvet kullanma
yetkisinin sona erdiğini belirtmişti. Ancak Irak olayında 678 sayılı kararın etkisinin
ya da süresinin sona erdiğine ilişkin bir Konsey kararı bulunmadığından 678 sayılı
karardaki kuvvet kullanma yetkisi varlığını halen sürdürmektedir. 1441 sayılı
karardaki tespitlere de bakarak ABD ve müttefiklerinin ateşkesi bozarak 678 sayılı
kararla verilen kuvvet kullanma yetkisini yeniden kullanabileceği düşünülebilir. Zira
ateşkes anlaşmasının tarafları Kuveyt ile bu devlete yardımda bulunan ABD ve diğer
üye devletler olup BM’nin kendisi değildir. Bu durumda Irak’ın ateşkesi ihlali
ateşkesin tarafı olan devletlere müdahale hakkını vermektedir. ABD ateşkesin tarafı
olarak ayrıca diğer devletlerin rızasını alma mecburiyetinde de değildir.221
Nagan ve Hamer’a göre ise, Güvenlik Konseyi’nin 687 sayılı kararı
benimsemesi 678 sayılı kararın uygulanma imkanını ortadan kaldırmıştır. 687 sayılı
kararla Irak konusunda yetki tekrar Güvenlik Konseyi’ne geçmiştir. Bu nedenle 687
sayılı kararın yerine getirilmesinde bir ihlalin saptanması da dahil tekrar Irak’a karşı
kuvvet kullanımına izin verme yetkisi Güvenlik Konseyi’ne geçmiştir.222
Thomas Franck’e göre de; 687 sayılı kararla ilan edilen ateşkesin tarafı
bireysel olarak devletler olmayıp Güvenlik Konseyi ve BM örgütü olduğundan
Irak’ın kendisine yaptırım yükleyen kararları yerine getirip getirmediği ve bu
yaptırımların ihlal edilmesi halinde ne yapılacağı konusunda karar verme yetkisi
221
222
Yoo, a.g.m., s. 567-569.
Nagan ve Hamer, a.g.m., s. 416.
90
örgütün kendisine aittir. Franck’e göre, Irak’ın bu yaptırımları ihlal etmesi
durumunda Konsey, kolektif güvenlik sürecini işletebilirdi ve 687 sayılı kararın
devamı
olarak
bölgede
barış
ve
güvenliği
korumaya
yönelik
kararların
uygulanmasının gerektirdiği ilave adımlar atabilirdi. Bu çerçevede Konsey’in
herhangi bir onayı olmadan üye devletlerin tek başına kuvvet kullanma yetkisi
bulunmamaktadır. Sonuçta, ABD ve İngiltere 1441 sayılı kararın uygulanması için
örgüte yeterli süreyi vermemiştir. Bu ülkeler sorunu Güvenlik Konseyi’nde
çözmekten ziyade tasarladıkları güç kullanımı için örgütten destek sağlamaya
çalışmıştır.223 Kohende konuyla ilgili Franck’e benzer bir yorum yaparak, 687 sayılı
kararında Irak’ın silahsızlandırılması amacını taşımakla birlikte Irak’a askeri güç
kullanımına izin vermediğini belirtmiştir. Kohen; BM, Irak’a karşı askeri bir harekat
için ek bir kararla izin vermedikçe ABD’nin Irak’a müdahalesinin BM antlaşmasının
bir ihlali olacağını ifade etmiştir.224
Enver Bozkurt’a göre ise; 678 sayılı kararın geçerliliği, Irak’ın Kuveyt’i
işgalini sona erdirme amacının gerçekleştirilmesiyle sınırlıydı. Bu amacın
gerçekleştirilmesi ile artık 678 sayılı kararın uygulanması imkanı kalmamıştır.
Bununla birlikte Bozkurt’a göre, kuvvet kullanma genel yasağına istisna teşkil eden
bu
gibi
uluslararası
hukukla
ilgili
metinler
yorum
kuralları
gereği
dar
yorumlanmalıdır. Bir başka deyişle 678 sayılı kararın daha sonraki kuvvet
kullanımlarına yol açacak şekilde geniş yorumlanmaması gerekir.225
223
Thomas Franck, “What Happens Now? The UN After Iraq,” AJIL, Vol. 97, Issue 3, July 2003, s.
612-613.
224
Marcelo G. Kohen, “Is the US Practice of Using Force Changing International Law?,” World
Editorial and International Law, Vol. 2, No 1, January 2003, s. 9; Taft, a.g.m., s. 561.
225
Bozkurt, a.g.e., s.182.
91
Güvenlik Konseyi’nin kararları ve işleyen süreç dikkate alındığına öncelikli
şekilde meşru müdafaa kavramı meşru görülemez. 1441 sayılı tek başına saldırı için
bir gerekçe sağlamamaktadır. ABD ve İngiltere’nin iddiaları da Güvenlik
Konseyi’nin karar alma mekanizmalarının önceliğiyle de ters bir ilişki içindedir. Bu
devletlerin önleyici amaçlı bakış açıları, BM’nin örgütsel yapısına da zarar
vermektedir. Güvenlik Konseyi’nin müşterek güvenlik konularında karar vermeye
yetkili olması ilkesini de etkinsizleştirmektedir. Ortaya çıkan durum, Milletler
Cemiyeti döneminde misakın yetkiyi açıkça paylaştırdığı duruma geri dönülmesi ve
müşterek güvenliğin düzenlendiği örgütsel yapının dışına çıkılan bir yapının doğması
şeklinde algılanabilir. Ayrıca bu durum, tek taraflılığa da açık kapı bırakmakta ve
uluslararası barış ve güvenliği sağlayan örgütlerin gücünü zayıflatmaktadır.226
ABD’nin Irak’a karşı Güvenlik Konseyi kararlarına gerek olmaksızın Bush
Doktrininde de belirttiği gibi önleyici meşru müdafaa hakkına dayanaraktan da
harekete geçebileceğini iddia etmesi BM örgütünün gücüne ve dolayısıyla
uluslararası hukuki yapıya zarar veren unsurdur.
3.3.
Irak’a Karşı Kuvvet Kullanımı Önleyici Meşru Müdafaa Olabilir mi?
Bush yönetimi, uluslararası örgütleri, ABD’nin ulusal güvenlik çıkarları
bakımından kuvvet kullanımlarında bir engel olarak görmektedir. ABD’nin tek
taraflılığı, uluslararası barış ve güvenliği sağlamada BM gibi örgütlerin etkililiğine
şüpheyle bakmaktadır.227 Dolayısıyla, ABD, KİS’in terör faaliyetleriyle birleşmesi
halinde ortaya çıkacak zararın saldırıdan sonra değil önce kullanılacak meşru
müdafaa hakkı ile önlenmesinin en mantıklı yol olduğunu düşünmektedir. 11 Eylül
226
Nagan ve Hamer, a.g.m., s.417.
James Anderson, “American Hegemony after 11 September: Allies, Rivals and Contradictions,”
Geopolitics, Vol. 8, Issue 3, Autumn 2003, s. 38.
227
92
terör saldırıları da önleyici meşru müdafaa hakkının kullanılmaması halinde meydana
gelebilecek yıkım açısından bir örnek teşkil etmektedir. Terör örgütlerinin eylemleri,
planları ve açıkça söyledikleri, uluslararası barış ve istikrar açısından çok büyük bir
risk ortaya koymaktadır.228
1441 sayılı kararın alınmasından sonrada ABD, karardaki hiçbir ifadenin, bir
ülkeden kaynaklanan tehdide karşı kendisini savunmak için harekete geçen bir üye
devleti kısıtlayamayacağını belirterek meşru müdafaa hakkını saklı tuttuğunu
vurguladı.229 Müdahale sonrasındaysa ABD, Irak’a karşı meşru müdafaanın
geleneksel çatısı içinde önleyici orantılı güç kullanımında bulunduğunu iddia etmiştir.
Bu noktada sorulabilecek soru; Bir devletin KİS’e sahip olması ya da bu
silahları üretmek için bir altyapıya sahip olması halinde gelecekte doğabilecek
tehdidin önlenmesi amacıyla bu devlete karşı meşru müdafaa hakkına başvurulabilir
mi?
Birtakım yazarlara göre, uluslararası örf – adet hukuku önleyici meşru
müdafaa hakkına başvurmaya imkan vermektedir. Zira Yoo, Karoline olayında ortaya
çıkan gereklilik ve orantılık şartlarını Irak olayına uyarlamaktadır. Yoo’ya göre,
günümüzdeki yakın tehdit Irak’ın sahip olduğu KİS’di. Dolayısıyla bu silahlar
önleyiciliğin gereklilik şartını karşılamaktaydı. Ayrıca, Irak’ın bu silahları terörizme
destek sağlamak için kullanması da ABD’yi ve müttefiklerini korumak için kuvvet
kullanmada yeterli bir gerekçe sunmaktaydı. Önleyici meşru müdafaanın orantılılığı
da KİS’in yok edilmesi ve Irak rejiminin düşmanca niyet ve faaliyetlerinin sona
erdirilmesiyle sağlanmaktaydı. Yoo; KİS, serseri devletlerden terörist gruplara teslim
228
Buchanan ve Keohane, a.g.m.,
http://www.poli.duke.edu/people/faculty/docs/preventive%20force.pdf, s. 6.
229
Gray, a.g.m., s. 445.
93
edilmeden bir müdahale yapılmazsa daha sonra bu silahların saldırılarda ne zaman ve
nerde kullanılacağını belirlemenin çok daha zor olacağını düşünmektedir.230
Dinstein ise, Irak’ın KİS’i imha etmedeki isteksizliğinin yarattığı tehdide
karşı, meşru müdafaanın yasal görülebileceğini belirtmektedir. Bir başka deyişle
Dinstein, önleyici meşru müdafaanın yasal tek gerekçesinin KİS’in imha edilmesi
olabileceğini iddia etmektedir. Bunun dışında bir ülkenin rejiminin değiştirilmesi
amacıyla önleyici meşru müdafaa hakkına başvurulamayacağını belirten Dinstein,
eğer bir rejim uluslararası barış ve güvenliğe bir tehdit oluşturuyorsa Güvenlik
Konseyi’nin vereceği bir izinle ancak o rejimin değiştirilmesi için kuvvet
kullanılabileceğini ifade etmektedir. Dinstein, bu duruma örnek olarak, Konsey’in
940 sayılı kararı ile Haiti’ye karşı bu amaçla eyleme geçilmesini vermiştir. Dinstein’a
göre, Güvenlik Konseyi dışında hiçbir ülke yada ülke grubu Konsey’in sahip olduğu
yetkilerle kendisini hukuki bir güçle donatamaz. Buna göre, Saddam Hüseyin
rejiminin silahsızlandırılması için meşru müdafaa haklı görülebilir ancak rejimin
değiştirilmesi amacına ulaşmak için bu hakkı kullanmak gerçekçi değildir. Yazar
rejim değişikliği amacı dışında önleyici meşru müdafaaya başvurmak için saldırının
olmasını beklemenin zorunlu olmadığını ve saldırı tehdidinin varlığı halinde tehdidi
bertaraf etmek için karşılık verilebileceğini düşünmektedir.
Ancak Dinstein, sadece tahminler, sezgiler ya da korkularla önleyici meşru
müdafaanın uygulanamayacağını, önleyiciliğe başvuracak devletin diğer tarafın
kaçınılmaz saldırı girişiminde bulunacağını sağlam delillerle kanıtlaması gerektiğini
vurgulamıştır.231 Dinstein önleyici meşru müdafaa noktasından değil Güvenlik
Konseyi’nin aldığı kararlar açısından koalisyon güçlerinin askeri güç kullanımının
230
231
Yoo, a.g.m., s. 574-575.
Drumbl vd., a.g.m., s. 147-148.
94
hukuka uygun olduğunu düşünmektedir. Ayrıca, silah teknolojilerindeki gelişmeye
paralel olarak nükleer silahların yayılımının yarattığı tehdit nedeniyle ABD’nin
önleyici meşru müdafaada orantılılık şartını sağlanması gerekmediğini düşünen
yazarlarda bulunmaktadır.232
Irak’a karşı kullanılan askeri gücün önleyici meşru müdafaa kapsamında
olduğunu düşünen bu yazarlara karşın diğer bir takım yazarlarda ABD ve
İngiltere’nin açıkça BM antlaşmasına aykırı olarak güç kullanıldığı görüşünde
birleşmektedir. Öncelikle ABD’nin iddia ettiği önleyici meşru müdafaa kavramı ile
51. maddedeki meşru müdafaaya ilişkin ifade birbirinden farklıdır. 51. madde meşru
müdafaa hakkının kullanılabilmesi için ‘silahlı saldırının’ olmasını şart koşmaktadır.
BM sisteminde 2/4. ve 51. maddeler birlikte değerlendirildiğinde başka bir
ülkeye saldırmadıkça bir devletin saldırıya maruz kalması onaylanmamaktadır.
Bunun dışında, ABD’nin potansiyel tehdidi bertaraf etmeye yönelik ilk saldırı
kavramını BM’nin bu açık ilkeleri ile bağdaştırmak mümkün değildir.233
ABD’nin kendi kuvvet kullanımını meşrulaştırmak için ileri sürdüğü
argümanlar, BM antlaşmasının kuvvet kullanma yasağını ve Güvenlik Konseyinin
uluslararası barış ve güvenliğe ilişkin yetkilerini de aşındırmaktadır. ABD’nin
önleyici meşru müdafaa iddiasının kabul görmesi sonuç olarak hukukun üzerinde
gücün egemen olması anlamına gelmektedir.234 Oysa bir devletin kendi güvenliğine
karşı bir tehdit olduğunu düşünmesi halinde sorunu öncelikle BM’nin gündemine
getirmeli ve barışçıl çözüm yollarını aramalıdır. BM antlaşmasının 33. maddesinde;
barışa karşı bir tehdidin varlığının belirlenmesi ve uluslararası barış ve güvenliğin
tekrar temini ya da sürdürülmesi için gerekli önlemlere karar verme ya da tavsiye
232
Rıvkin vd.., a.g.m., s. 19.
Kösebalan, a.g.m., s. 38.
234
Kohen, a.g.m., s. 10.
233
95
etme yetkisini Güvenlik Konseyi’ne vermiştir. Bu nedenle; Güvenlik Konseyi’nin
dışında hiçbir devletin bir tehdide karşı öncelikli önlemler alma yetkisi
bulunmamaktadır. Zira, Güvenlik Konseyi, uluslararası toplumun ihtiyaçlarını ve
ortak çıkarlarını en iyi değerlendirebilecek kolektif bir organ olarak tasarlanmıştır.235
ABD ve müttefiklerinin uluslararası barış ve güvenliğin tesisinde örgütsel
mekanizmayı yeteri kadar işlettiği söylenmez. Eğer ortada ciddi bir tehdit varsa
kapsamlı bir araştırma ile bu tehditlerin büyüklüğü ve önemi hakkında dikkatli bir
değerlendirme yapılmalıdır. Bu noktada koalisyon güçlerinin harekete geçmeden
önce böyle bir denetim ve araştırma sürecini beklediklerini söylemek zordur. Bu
durumda, devletlerin kendi oluşturdukları uluslararası hukuki yapının kurallarına
kendileri uymayacaklarsa bu kuralların varlığı anlamsızlaşmaktadır.236 Amerikan
yönetiminin, önleyici meşru müdafaa iddiasının kabul edildiği varsayılsa bile Irak’a
askeri güç kullanımının Karoline olayının ortaya koyduğu gereklilik ve orantılılık
şartlarını karşıladığını iddia etmek de zordur. Klasik önleyici meşru müdafaadaki
gereklilik; kuvvet kullanmak için acil olan, tartışmak için zamanın olmadığı ve başka
yollarla çözümün mümkün olmadığı bir durumu ifade etmektedir. Zira, Mart 2003
tarihinden önce Irak’tan Amerika’ya yönelen tehdit net bir şekilde tanımlanmadığı
gibi ne tehdidin bir aciliyet doğurduğu ispat edilmiş ne de barışçıl yolar tüketilmiş
değildir. Ayrıca işgal sonrasında Saddam rejiminin El Kaide terör örgütü ile
bağlantısını kanıtlayan bir delil de elde edilememiştir.237
235
Rene Vork, “The Use of Force in the Modern World: Recent Developments and Legal Regulation
of the Use of Force,” Baltic Defence Review, Vol. 2, No. 10, 2003, s. 41.
236
Foster, a.g.m., s. 78.
237
Sapiro, a.g.m., s. 603; Kösebalan, a.g.m., s. 38.
96
Falk bu durumu; “‘Irak’ın tehdit oluşturmaktan’ ziyade ‘tehdit altında olduğu’
rahatlıkla iddia edilebilir” şeklinde yorumlamıştır.238 ABD’nin argümanlarına benzer
şekilde İsrail, 1981 yılında Irak’daki nükleer reaktöre saldırdığında da İsrail’in kendi
ulusal güvenliğine bir tehdidi önlemek için meşru müdafaa hakkına başvurduğunu
iddia etmişti.239 O dönemde İsrail’in önleyici meşru müdafaa iddiaları Güvenlik
Konseyi’de dahil uluslararası toplumdan ve uluslararası hukuk uzmanlarının bir
çoğundan destek görmemiştir. İsrail’in eylemi BM antlaşmasının açık bir ihlali olarak
değerlendirilmiştir.240
Stanimir; bir başka devletin sahip olduğu nükleer füzeleri yok etmek için
meşru müdafaa iddiasında bulunmanın zor olduğunu belirtmektedir. Diğer bir değişle,
bu silahları yok etmek için yapılan askeri eylemleri meşru müdafaa olarak
nitelendirmek mümkün değildir. Bu eylemler meşru müdafaadan ziyade; caydırma ya
da misilleme hareketleri olarak değerlendirilebilir.241
Zira, Irak, meşru müdafaa hakkının başlatılabileceği herhangi bir şey
yapmamıştır. Dolayısıyla bir kullanma tehdidi olmaksızın sadece KİS’e sahip olmak
hukuksuz bir silahlı saldırı olarak değerlendirilmemektedir. Bir devletin KİS
edinmesinin engellenmesi ya da onları yok etmesi istenilse bile, bu silahsızlanma
yükümlülüğünün
ihlali
kendiliğinden
bir
silahlı
saldırı
durumu
olarak
değerlendirilemez.242
238
Falk, (2002), a.g.m.,www.kozmopolit.com/Irakspecial/RFalkTr.htm.
İsrail iddiaları için bakınız geride sayfa 54-55.
240
Vork, a.g.m., s. 40.
241
Stanimir, a.g.e., s. 165.
242
Vork, a.g.m., s. 41.
239
97
3.4.
Irak Savaşına İnsani Müdahale Yaklaşımı
ABD ve koalisyon güçlerinin Irak’a müdahalesini birçok açıdan meşru
görmeyen Richard Falk, insani müdahale açısından askeri operasyonun hukuki
olabileceğini iddia etmektedir. Zira Saddam rejimi Irak halkına baskı yapmakta ve
insanlığa karşı geniş, sistematik ve yaygın şekilde suç işlemekteydi. Irak halkının bu
baskıdan kurtulması ve ülkenin politik ve ekonomik refahının sağlanarak demokratik
bir yapıya kavuşması açısından rejimi değiştirecek askeri operasyon meşru olabilir.243
Bu görüşe karşı çıkan yazarlar ise, Saddam Hüseyin’in ülkesini diktatör gibi yönettiği
ve halkına baskı yaptığı hususuna katılmakta birlikte, hiçbir hukuk kuralının tehlikeli
ve kötü bir iç rejimi değiştirmede dış askeri müdahaleyi meşru kılmadığını
belirtmektedir. Dolayısıyla bir rejimi serseri devlet olarak tanımlamak, o devletin
rejimini değiştirme hakkını tek başına kendiliğinden diğer devlet ya da devletlere
vermemektedir.244
3.5.
2003 Irak Savaşı 51. Maddenin Dışında Bir Kuvvet Kullanımıdır
Son Irak savaşında BM Güvenlik Konseyi, ABD ve müttefiklerini
kullandıkları askeri güç nedeniyle kınamaktan kaçınmasına rağmen, savaşın
başlangıcında ABD’nin iddia ettiği Irak’a ait KİS’in bulunamaması ve Saddam
rejiminin El-Kaide ile bağlantısının ispatlanamaması savaşın meşruiyetini iyice
yitirmesine neden olmuştur. Dolayısıyla Irak’ın KİS’e sahip olmadığı sonucuna
varmak, varlığına inanmaktan daha mantıklıdır. Zira, Saddam Hüseyin savaş sırasında
kendi rejimini savunmak için bu silahları kullanmıyorsa o zaman bu silahların
gelecekte olacağı varsayılan bir saldırı için kullanılacağını düşünmek mantıksız
243
Falk,(2003), a.g.m., s. 594.
Michael Quinlan, “Justifying War,” Australian Journal of International Affairs, Vol. 58, No. 1,
March 2004, s. 10-12; Brown, a.g.m., s. 8.
244
98
olacaktır.245 Hukuk perspektifinden bakıldığında da, ABD’nin hiçbir argümanın yasal
dayanağı bulunmamaktadır. BM antlaşmasının 2/4. maddesi uluslar arası toplumu
oluşturan tüm devletler tarafından bir mutlak kural ya da jus cogens kuralı olarak
kabul edilmektedir. Jus cogens kuralı olarak kabul edilen bu ilke, yapısı itibariyle
uluslararası hukukun diğer ilkelerinden daha baskın bir özellik arz etmektedir. Bu tür
kuralların her zaman ve her yerde dikkate alınarak hareket edilmesi gerekmektedir.
Ayrıca kuralın karakterine baktığımızda sadece birkaç devlet tarafından değil
uluslararası toplumun tamamı tarafından bir yükümlülük olarak kabul edildiği
gözlemlenmektedir. Jus cogens niteliğindeki bir kurala ilişkin devletlerin herhangi bir
derogasyonda bulunma imkanı da yoktur. Son olarak, bu özelliğe sahip bir kural
ancak sonradan ortaya çıkan aynı karakterdeki bir genel uluslararası hukuk kuralı
tarafından değiştirilebilir. Bu husus Viyana Antlaşmalar Hukuku sözleşmesinin 53.
maddesinde de şu şekilde ifade edilmiştir: “Devletler topluluğunun tümü tarafından
kabul edilen genel uluslararası hukukun mutlak normu, sadece aynı özelliğe sahip
olan sonraki genel uluslararası hukuk normu tarafından şekillendirilebilir.” Bu
noktada, istisnası olarak kabul edilen 51. maddeyle birlikte 2/4. maddenin jus cogens
niteliğini reddetmek zordur. Gerek yazarlar gerekse devletler arasında farklı görüşlere
rastlansa da meşru müdafaa kavramını genişleten yeni mutlak kural olduğunu iddia
etmek ya da kuvvet kullanma ya da kullanma tehdidi yasağına ilişkin yeni bir istisna
kabul etmek mümkün değildir.246
BM örgütünün hukuki yapısı ve gücü dikkate alınmaksızın tek taraflı ulusal
güvenlik değerlendirmeleriyle ABD’nin Bush Doktrinindeki önleyici meşru müdafaa
245
John Gray, “Bush and Blair Deceived Us about the Reasons for Going to War, but They Deceived
themselves about its İmpact on Iraq,” Newstatesman, 4 August 2003, s. 20; Falk,(2003) a.g.m.,
s. 593.
246
Vork, a.g.m., s. 29,; Kohen, a.g.m., s. 11.
99
düşüncesiyle askeri güç kullanımında bulunabileceği kabul edilirse sonucunun nereye
varacağı bilinemeyen ve geniş ölçüde hatalara ve kötüye kullanımlara açık olan bir
uluslararası yapı ortaya çıkacaktır. Ayrıca bu politikanın küresel istikrara ve
uluslararası barış ve güvenliğe nasıl hizmet edeceğini de anlamak zordur. KİS’e sahip
olunsa bile uluslararası hukuk çerçevesinde bir devlete silahlı bir saldırının olmadığı
bir durumda önleyici meşru müdafaa hakkının hukuki olmadığı barizdir.247 Serseri
devletlere karşı önleyici meşru müdafaa ile müdahale edilerek tehdit olan rejim
değiştirilse bile uzun dönemde bu amacın başarılı olacağı şüphelidir. Zira, önleyici
eylem ile değiştirilen rejim yerine gelen rejimin silahsızlanma konusunda uzun
dönemde yükümlülüklerini yerine getireceği kesin değildir.248 Ayrıca Bush Doktrini,
günümüze kadar gelen uluslararası ilişkilerin ve hukukun temel dayanağı olan
devletlerin egemenliği ilkesini de tehlikeye atmaktadır. Oysa BM antlaşmasının
dayandığı temel, üye devletlerin egemenliklerinin korunmasıdır. Bir devletin rejimini,
iç yönetim düzenini değiştirme konusunda BM’nin dahi bir yetkisi bulunmamaktadır.
Bu konuda BM’nin bile sahip olmadığı bir yetkiye üye devletin sahip olması zor
gözükmektedir. Egemenlik hakkı tüm devletlerin toprak bütünlüğüne ve siyasi
bağımsızlığına saygı gösterilmesi şeklinde temel uluslararası hukuk kurallarının temel
noktasını oluşturmaktadır. BM antlaşmasının 2. maddesinin 3. ve 4. fıkralarında da
ifade edilen bu hususa göre; Bush yönetimi, Irak rejiminin devrilmesi ve Saddam
Hüseyin’in zorla devlet başkanlığından uzaklaştırılmasının gerekliliğini iddia ederek,
BM antlaşmasını ihlal etmiştir.249 Bu rejimlerin, kendilerine dışarıdan bir askeri
247
Vork, a.g.m., s. 40.
Segell, a.g.m., s. 485.
249
Rodrigue Tremblay, “Just War Theory,” The Humanist, May – June 2003, s. 15; James Hamill,
“The United States, Iraq and International Relations,” Contemporary Review, Vol. 283, Issue 1650,
July 2003, s. 10.
248
100
müdahale geleceği endişesiyle KİS geliştirmesi ile KİS’in yayılımını önlemek için
ABD’nin askeri müdahalede bulunabileceği iddiası bir ikilem yaratmaktadır.250
Bununla birlikte, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’da; küresel terörizmin ve
serseri devletlerin yarattığı tehdidin uluslararası toplumda önleyici eylemin ne zaman
haklı olabileceğine ve etkili olabilecek şekilde nasıl uygulanabileceğine karar
vermede bir değişimi ve uyarlamayı da gerektirdiğini belirtmiştir.251 Ancak
devletlerin tek başına uygulamalarının da bir uluslararası hukuk kuralı yaratmayacağı
bilinmektedir. Bir hukuk kuralının oluşturulmasında devletlerin genelinin; devlet dışı
aktörlerin ve uluslararası hukuk yazarlarının da önemli bir rolü bulunmaktadır.252
Irak savaşında BM örgütünün yaşadığı sorun; ABD’nin, kendisinin kabul
ettiği BM antlaşmasının hükümleri ile kendisini bağlı kılmak istemezken veto
mekanizmasını da kullanarak ulusal çıkarlarına aykırı olabilecek kararların
alınmasının da önüne geçmesidir. Bu durum BM antlaşmasının ya da bir bütün olarak
örgütün uluslararası sorunlarda başarısız olduğu anlamına gelmeyip örgütün bir
organı olan Güvenlik Konseyinin antlaşmayla kendisine verilen görevi yapamaması
nedeniyle Konsey’in başarısız olduğu ya da etkili olamadığı anlamına gelebilir.253
Irak olayında Konsey oybirliğiyle aldığı 1441 sayılı kararla kuvvet
kullanımına yetki vermek yerine kapsamlı bir uluslararası denetim sistemine yetki
vermiştir. Birçok devlet denetim rejiminin yeteri kadar önleyici olduğunu ve iyi
işlediğini düşünmekteydi. Sonuç olarak ABD’nin tek taraflı kuvvet kullanımı, sistemi
değiştirmedi sadece sistemin işlemesine engel oldu.254
250
Hamil, a.g.m., s. 13.
Marcella Bombardieri, UN Secretary Kofi Annan Criticizes US Defense Policy at Harvard
Graduation, Boston Globe, 11 April 2004.
252
O’Connell, a.g.m., s. 456.
253
Franck, a.g.m., s. 618.
254
Ibid., s. 620.
251
101
Ancak KİS’in yayılımı ve terör örgütlerinin sivilleri de hedef alan yıkıcı
faaliyetleri dikkate alındığında, BM sisteminin acil müdahale durumlarında yavaş
kaldığı söylenebilir. AB Müşterek Dış Politika ve Güvenlik Politikasından sorumlu
AB Yüksek Temsilcisi Javier Solona’ya göre;
“Önceden davranma ileride ortaya çıkabilecek daha ciddi sorunlardan kaçınılmasını
sağlayabilir… Yeni tehditler karşısında ilk savunma hattı genellikle ülke dışında olacaktır.
Bu yeni tehditler dinamik tehditlerdir. Kendi başlarına bırakılırlarsa daha da tehlikeli
olurlar. Silahların yayılması riski zaman içinde artar; bir şey yapılmadığı takdirde terörist
ağları daha da tehlikeli hale gelir… Bunun anlamı daha bir kriz ortaya çıkmadan harekete
geçmeye hazır olmak zorundayız… Erken, hızlı ve gerektiğinde bir müdahaleye olanak
sağlayan bir stratejik kültür geliştirmek zorundayız.”255
Sonuç olarak, yeni önerilen önleyici meşru müdafaaya dayalı tehdit
şekillenmeden güç kullanımı ya da önleyici müdahale fikri bir hayli belirsiz olmakla
birlikte BM’nin örgüt yapısının yeniden gözden geçirilmesine dönük yapılabilecek
tartışmalara katkı sağlayabilir.
255
Yost,a.g.m., http://www.nato.int/docu/review/2003/issue4/turkish/art4.html, 14 Mayıs 2005.
102
SONUÇ
Günümüzde devletlerin tek taraflı kuvvet kullanımı, Birleşmiş sistemi
bakımından istisnai bir yetkidir. Asıl olan durum, BM antlaşmasının 2/4. maddesiyle,
kuvvet kullanımının veya kullanma tehdidinin tüm devletler için yasaklanmış
olmasıdır. Devletlerin tek taraflı kuvvet kullanma yasağının tek istisnası da BM
antlaşmasının 51. maddesinde düzenlenen meşru müdafaa hakkıdır. 1950’lerden
itibaren uluslararası hukukta bu hakkın anlamının değer kazanmasının nedeni de artık
devletlerin
meşru
müdafaa
hakkı
dışında
bireysel
kuvvet
kullanımlarının
yasaklanmasıdır.
Birleşmiş Milletler antlaşması kabul edilmeden önceki dönemde meşru
müdafaa hakkı, devletlerin olağan silahlı güç kullanma haklarının bir parçası olarak
görülmekteydi. Ancak Milletler Cemiyeti’nden Paris Paktı’na ve BM örgütünün
kurulmasına kadar giden süreçte devletlerin meşru müdafaaya dayalı kuvvet
kullanımları, diğer kuvvet kullanma yollarının yasaklanmasıyla birlikte önemli bir hal
almaya başladı. Kuvvet kullanımının yasaklanması, özellikle 1960’lardan itibaren
devletlerin askeri güç kullanımlarında meşru müdafaa hakkını artan bir şekilde
gerekçe göstermeleriyle karşı karşıya kalınması sonucunu doğurdu. Bu durum, BM
anlaşmasının 51. maddesinde düzenlenen meşru müdafaa hakkının içeriğinin
araştırılması gereğini de ortaya çıkardı.
Meşru müdafaa; silahlı saldırıya uğrayan bir devletin tek başına ya da diğer
devletlerle birlikte bu saldırıyı bertaraf etmesi durumudur. 51. maddeye göre, meşru
müdafaa ancak silahlı bir saldırının gerçekleşmesi halinde kullanılabilir. Bununla
birlikte, silahlı saldırıya maruz kalan devletin önünde kuvvet kullanımından başka
103
alternatif çözüm yollarının olmaması ve saldırıya karşı güç kullanımının saldırının
etkilerini ortadan kaldırmak amacına da yönelik olması gerekmektedir.
Bu duruma ek olarak, meşru müdafaaya başvuran bir devletin kendini
saldırıdan korumak amacıyla aldığı önlemleri Güvenlik Konseyi’ne bildirmesi de
gereklidir. Konsey’in devletler arasındaki sorunu çözücü yönde adımlar atması
halinde devlet veya devletler bu andan itibaren meşru müdafaa haklarını devam
ettiremeyeceklerdir. Taraflar Konsey’in almış olduğu kararlara uymak zorundadır.
Uluslararası barış ve güvenliğin sağlanması ve sürdürülmesinden temelde
Güvenlik Konseyi sorumlu olduğuna göre, meşru müdafaanın temel koşulunu
oluşturan silahlı saldırının varlığını tespit etmek ve böylece devletlerin meşru
müdafaa hakkının kullanımının yasallığı iddialarına açıklık getirmek, keyfi silahlı güç
kullanımlarının önüne geçilmesi açısından dikkate alınması gereken bir hususudur.
Zira meşru müdafaa hakkı her zaman ve her durumda kullanılabilecek genel bir hak
olmayıp sınırlı ve geçici mahiyette istisnai bir haktır.
Bu hak, devletler tarafından bireysel olarak kullanılabileceği gibi birliktede
kullanılabilir. Devletlerin birlikte kullandığı müşterek meşru müdafaa, BM
Antlaşmasının bireysel meşru müdafaa hakkına kazandırdığı yeni bir boyuttur.
Müşterek meşru müdafaa hakkına başvurulabilmesi, yardımına gidilen devletin silahlı
saldırı düzeyine varan eylemlere maruz kalması şartına bağlıdır. BM sistemi içinde
VII. Bölüm kapsamında yer alan kolektif güvenlik sisteminin işlerliğinin
bulunmaması, müşterek meşru müdafaaya dayalı devletler arasındaki bölgesel
örgütlenmelerin önemini arttırmaktadır. Ancak müşterek meşru müdafaa hakkına
bölgesel örgütlenmeler yoluyla başvurulması da şart değildir. Silahlı saldırıya
uğrayan devletin bu durumu açıkça ilan etmesi ve yardım talebinde bulunması
104
halinde diğer devlet ya da devletler bireysel olarak bu devletle birlikte müştereken
meşru müdafaada bulunabilirler.
Diğer taraftan, BM antlaşmasıyla kabul edilen meşru müdafaa hakkının, örf –
adet hukukundaki meşru müdafaa hakkını da içine alacak şekilde geniş yorumlanması
çok zordur. Zira antlaşmayla benimsenen kuvvet kullanma yasağı genel bir kuraldır
ve meşru müdafaa bu genel kuralın bir istisnası olmaktadır. Her ne kadar, meşru
müdafaa hakkı antlaşmada ‘doğal hak’ olarak ifade edilse de, BM antlaşmasının
kabulüyle birlikte bu hakkın antlaşmanın etkisinde geliştiğini söylemek gerekir. Kaldı
ki hakkın, silahlı saldırının olması koşuluna bağlanması da örf – adet hukukundaki
meşru müdafaaya uzanacak kadar geniş bir yoruma imkan vermemektedir.
51. maddeyle örfi meşru müdafaa hakkı arasındaki ilişkiyle ilgili Uluslararası
Adalet Divanı’nın Nikaragua ve ABD arasındaki davadaki (1986) görüşü de, meşru
müdafaa hakkına ilişkin yapılageliş kurallarının geniş yorumlara imkan vermediği
yönündedir. Divan, kararında bir devletin meşru müdafaa hakkını kullanabilmesi için
doğrudan silahlı saldırıyla karşı karşıya kalması gerektiğini ifade etmiştir. Ancak
Divan’ın orantılılığın ölçüsü ile ilgili görüşü, kuvvet kullanımı içeren karşı tedbirlerin
kapsamı hakkında bir ölçü belirlemediğinden Divan kararının eksik yönleri de
bulunmaktadır. Bununla beraber Divan, ABD’nin Nikaragua’daki eylemlerini meşru
müdafaa olarak nitelendirmeyerek bir devletin bir başka devlete müdahale etme
hakkının önünü açan geniş bir meşru müdafaa yorumuna karşı çıkmıştır. Ancak
Divan,
Nikaragua davasında verdiği kararda önleyici meşru müdafaa kavramına
ilişkin bir görüş belirtmemiştir.
Divan’ın görüş belirtmemesine karşın, 51. maddede ifade edilen meşru
müdafaa, ancak silahlı saldırıya karşı kullanılabilir. Dolayısıyla, silahlı saldırının
105
mevcut olmadığı bir durumda devletin kendisine karşı ileride saldırı olacağı iddiasıyla
meşru müdafaayı önleyici şekilde kullanması mümkün gözükmemektedir. Ayrıca
devletin, önleyici meşru müdafaada bulunması halinde, eylemin orantılılık ilkesine
uygun olup olmayacağının tespiti de çok zordur.
Meşru müdafaada orantılılık ilkesinin amacı, devletin maruz kaldığı saldırıyla
orantılı güç kullanımını sağlayarak misillemeye varan güç kullanımının önüne
geçilmesi düşüncesidir. Zira, orantılılığı aşan bir meşru müdafaa eylemi misilleme
hareketine dönüşerek meşru müdafaa niteliğini kaybedecektir. Oysa 51. madde,
devletlere misilleme niteliğinde eylemlerde bulunma hakkı vermemektedir. Eğer
devlet, kendisine karşı ileride bir silahlı saldırı olacağı düşüncesine sahipse, sorunu
öncelikle Birleşmiş Milletler’in gündemine getirmelidir. Silahlı saldırıyla sınırlı bir
meşru müdafaa hakkının, devletler tarafından vatandaşlarını ülke dışında korumak
veya
kurtarmak
amacıyla
da
önleyici
şekilde
kullanılması
mümkün
gözükmemektedir. Ayrıca devletlerin kendi ulusal çıkarlarına uygun bir şekilde
önleyici amaçlı meşru müdafaa eylemleri de gerek BM’den gerekse uluslararası
toplumun diğer aktörlerinden kabul görmemektedir.
11 Eylül 2001 tarihinde ABD’ye karşı gerçekleştirilen terörist saldırılar
sonrasında uluslararası terörizm ve Kitle İmha Silahları’nın (KİS) yarattığı tehditlerin
önlenmesi amacı, önleyici meşru müdafaaya ilişkin tartışmaları yeniden canlandırdı.
Bu çerçevede ABD, KİS’e sahip olan şer ekseni ülkeleri ile uluslararası terörist
organizasyonlar
şekillenmeden
arasındaki
önlenmesi
bağlantının
amacıyla
oluşturduğu
önleyici
tehdidin
şekilde
meşru
tam
olarak
müdafaaya
başvurabileceğini iddia etmektedir. Bu şekliyle ABD’nin iddiası, örfi hukukta
Karoline olayı sonrasında Webster formülünün ortaya koyduğu örfi meşru
106
müdafaanın dahi ötesine geçmektedir. Karoline olayına göre, yakın tehdide karşı
eylemlerin bir zaruret arz ettiğinin, acil bir kararı zorunlu kıldığının ve başka seçenek
bulunmadığının ortaya konması halinde meşru müdafaa örfi hukuk bakımından
geçerli görülmekteydi. Bu yönüyle Amerika’nın yeni önleyici meşru müdafaa
anlayışı, 51. maddenin yanı sıra 1945 öncesi örfi hukuktaki meşru müdafaanın
şartlarına da uygun düşmemektedir. Dolayısıyla son Irak savaşındaki kuvvet
kullanımı, meşru müdafaa kavramının uygulandığı bir örnek olarak kabul edilemez ve
ABD’nin taraf olduğu BM’nin yükümlülüklerini önemsemeden tek taraflı kuvvet
kullanma eğilimi de, antlaşmaların etkililiği prensibini zayıflatmaktadır. Nitekim bir
devletin önleyici amaçlarla meşru müdafaa eylemini yasal kabul etmek; diğer
devletlerinde, kuvvet kullanımlarında önleyici amaçlara atıf yapmasına neden olabilir.
Ancak son dönemde devlet destekli uluslararası terör örgütlerinin eylemleri,
silahlı saldırı olarak nitelendirilerek meşru müdafaaya dayalı kuvvet kullanımına yol
açabileceği kabul edilmektedir. 11 Eylül terör saldırılarından sonra gelişen
uluslararası tepki, devlet eylemleriyle sınırlı olmayan terör saldırılarının da silahlı
saldırı olarak değerlendirilmesi yönünde olmuştur.
Buna karşın, terör örgütleri ile bağlantısının bulunmadığı ve silahlı saldırı
amacıyla kullanılma ihtimalinin çok yüksek olmadığı bir durumda devletin, Kitle
İmha Silahlarına sahip olması, silahlı saldırı olarak değerlendirilemez. Devletlerin
kendi kuvvet kullanımlarını meşrulaştırmak için ileri sürdüğü bu gibi argümanlar, 51.
maddenin sınırlarını aşmaktadır. Bu iddiaların uluslararası sistemde kabul edilmesi
ise, devletler arası ilişkilerde gücün hukuka egemen olacağı bir yapı ortaya
çıkarabilir. Oysa örgüte üye bütün devletler, aralarındaki ihtilafları dünya barışı,
uluslararası güvenlik ve adalet tehlikeye girmeden çözmek zorundadır.
107
Ancak günümüzde, BM örgütünün çözmekte zorlandığı uluslararası terörizm
ve KİS’in yayılımı gibi yeni sorunların ortaya çıkması, 1945 yılı şartlarına göre
oluşturulan antlaşma hükümlerinin yeniden gözden geçirilmesi hususunu gündeme
getirmektedir. Yeni tehditlere karşı, örgütün karar alma mekanizması konusunda
Güvenlik Konseyi ve Genel Kurul gibi organların yapısını yeniden ele almak, bir
devletin meşru müdafaa hakkına başvurduğunu iddia ettiği durumlarla ilgili etkili
şekilde karar alınması açısından önemli olabilir.
Zira devletlerin tek taraflı uygulamaları, çok taraflı bir antlaşmayla kabul
edilen bir kuralı değiştirecek güçte değildir. Bu nedenle, devletlerin büyük
çoğunluğunun, devlet dışı organizasyonların, uluslararası yargı organlarının ve
devletler hukuku uzmanlarının üzerinde mutabakata vardığı bir meşru müdafaa
kavramının yeniden ele alınıp sistematize edilmesinde fayda vardır.
108
KAYNAKÇA
KİTAPLAR
AKŞİN, Aptülahat, BirleşmişMilletler ve Müşterek Güvenlik, Birinci Kitap,
Ankara, Güney Matbaacılık, 1949.
ARAL, Berdal, Uluslararası Hukukta Meşru Müdafaa Hakkı, Ankara, Siyasal
Kitabevi, 1999.
AREND, Anthony Clarck, Beck, Robert J., International Law and The Use of
Force: Beyond the United Nations Charter Paradigm, London, Routledge,
1993.
ARI, Tayyar, Irak, İran ve ABD, Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya, 1.B.,
İstanbul, Alfa Yayınları, Ocak 2004.
BAŞEREN, Sertaç, H., Uluslararası Hukukta Devletlerin Münferiden Kuvvet
Kullanmalarının Sınırları, Ankara, Ankara Ünv. Basımevi, 2003.
BELL, Corall, The Reagan Paradox, New Jersey, Rutgers University Press,1989.
BELİK, Mahmut, R., Devletlerin Harp Selahiyetinin Tahdidi ve Milletlerarası
İhtilafların Sulh Yolu ile Hali Usulleri, 1.C., İstanbul, İstanbul Ünv.
Yayınları, 1956.
BM Enformasyon Merkezi, BM Antlaşması, Ankara, 1997.
BOZKURT, Enver, Birleşmiş Milletler Sisteminde Kuvvet Kullanımı, Ankara
Nobel Yayınevi, Ocak 2003.
BOWETT, Derek, W., Self – Defense in International Law, New York, Praeger,
1958.
109
BOYLE, Francis A., “Statement on Behalf of the United States of America,”
(Edit.)Marlene Dixon, On Trial Reagan War Against Nicaragua, London,
Zed Book Ltd., 1985.
BRINKLEY, Alan, American History, Eleventh Edition, McGraw Hill Published,
2003.
BROWNLIE, Ian, International Law and The Use of Force by States, Oxford,
Clarendon Press, 1963.
--------, “The Principle of Non – Use of Force,” (Edit.) William Butler, The NonUse of Force International Law, London, Martinus Nijhoff Publishers, 1989.
DINSTEIN Yoram, War, Agression and Self-Defense, 2nd. Edition, New York,
Cambridge Univ. Press, 1995.
DIXON,
Martin,
McCORQUODALE,
Robert,
Cases
and
Materials
on
International Law, London, Blackstone Press, 1991.
D’SOUZA, Dinesh, Ronald Reagan, New York, The Free Press, 1997.
EKŞİ, Canan Ateş, “Birleşmiş Milletler Andlaşması çerçevesinde Uluslararası Barış
ve Güvenliğin Korunmasında Bölge Antlaşmaları veya Örgütlerinin Rolü,”
(Editör) Refet Yinanç ve Hakan Taşdemir, Uluslararası Güvenlik Sorunları
ve Türkiye, 1. B., Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2002.
FALK, Richard, “The Aftermath of 9/11 and Search for Limits: in defense of just
war thinking,” (Edit.) Charles W. Kegley, The New Global Terrorism, New
Jersey, Prentice Hall, 2003.
GARDAM, Judith G., Non-Combatant Immunity as a Norm of International
Humanitarian Law, London, Martinus Nijhoff Publisher, 1993.
110
GARDNER, Richard, “Commentary on The Law of Self Defense,” (Edit) Lori F.
Damrosch ve David J. Scheffer, Law and Force in the New International
Order, San Francisco, Westview Pres, 1991.
GREIG, D. W., Internatioanal Law, London, Butterworths, 1970.
GOODRICH, Lenand, M., HAMBRO, Edvard, Charter of United Nations, Boston,
World Peace Foundation, 1946.
HAAS, Richard, N., Intervention, A Carnegie Endowment Book, Washington,
Brookings Institution Press, 1998.
HENKIN, Louis, HOFMANN, Council Stanley, KIRKPATRICK Jeane, Right –
Might, International Law and The Use of Force, New York, On Foreign
Relations Press, 1991.
HERBERT, Jonathan, “The Presidency,” (Edit.) Gillian Peele et al., Developments
in American Politics, New York, Palgrave, 2002.
HILAIRE, Max, International Law and The United States Military Intervention
in the Western Hemisphere, Cambridge, Martinus Nijhoff Publishers, 1997.
HILL, Dilys M., MOORE, Raymond A., WILLIAMS, Phil, The Reagan
Presidency, New York, St. Martin’s Press, 1990.
JOHNSON, James, Turner, “Just War Theory: Responding Morally to Global
Terrorism,” (Edit.)Charles W. Kegley, The New Global Terrorism, New
Jersey, Prentice Hall, 2003.
KESKİN, Funda, Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanma: Savaş, Karışma ve
Birleşmiş Milletler, Ankara, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, Mayıs 1998.
111
KOLESNIK, D. N., “The Development of the Right to Self-Defence,” (Edit.)
William E. Butler, The Non-Use of Force in International Law, London,
1989.
LAGON, Mark P., The Reagan Doctrine, Westport, Praeger Publishers, 1994
MCDOUGAL, Myres, S., FELICIANO, Florentino, P., The International Law of
War Transnational Coercion and World Public Order, New Haven, New
Haven Press, 1994.
MERAY, Seha, Uluslararası Hukuk ve Uluslararası Örgütler, 2. B., Ankara, A.Ü.
SBF Yayınları, 1979.
MULLERSON, R.A., “The Principle of Non – Threat and Non – Use of Force,”
(Edit.)William Butler, The Non – Use of Force International Law , London,
Martinus Nijhoff Publishers,1989.
MULLERSON, Rein, “Self-Defense in the Contemporary World,” (Edit) Lori F.
Damrosch ve David J. Scheffer, Law and Force in the New International
Order, San Francisco, Westview Press, 1991.
MURPHY, John, F., “Force and Arms”, (Edit.) Christopher Joyner, The United
Nations and International Law, Cambridge, Cambridge Univ. Pres, 1997.
PAZARCI, Hüseyin, Uluslararası Hukuk Dersleri,1. Kitap,7. Bası, Ankara, Turhan
Kitabevi, 1998.
SCHACHTER, Oscar, “Self-Defense and the Rule of Law,” (Edit.) Charlotte Ku ve
Paul F. Diehl, International Law, London, 1998.
SCHWARZENBERGER, George, International Law, Vol.2.,London, 1968.
112
SHAW, Malcolm N., International Law, 4.B.,Cambridge, Cambridge University
Press, 2000.
SPAJIC, Zdenko, The Legitimate use of Force: The Search for a New Approach
to International Conflict Resolution in the Writings of John Paul II,
(Yayınlanmamış Doktora Tezi), Washington D.C, The Catholic University of
America, 2004.
STANIMIR, Alexandrov, Self – Defense Against the Use of Force in International
Law, Netherlands, Kluwer Law International, 1996.
SÜRELİ YAYINLAR ve BİLDİRİLER
ANDERSON, James, “American Hegemony After 11 September: Allies, Rivals and
Contradictions,” Geopolitics, Vol. 8, Issue 3, Autumn 2003, s.35-60.
AREND, Anthony, Clark, “International Law and the Preemptive Use of Military
Force,” The Washington Quarterly, Vol. 26, Issue 2, Spring 2003, s.89-103.
ARIBOĞAN, Deniz, Ülke, “Uluslararası Barış ve Güvenliğin Sağlanmasında bir
Araç olarak Birleşmiş Milletler ve Temel Sorunlar,” Avrasya Dosyası, C. VIII,
sayı 1, İlkbahar 2002, s.128-148.
BROWN, Chris, “Self – Defense in an Imperfect World,” Ethics and International
Affairs, New York, November 2002, s.2-8.
BROWNLIE, Ian, “International Law and the Use of Force by States Revisited,”
CJIL,Vol. 1, Issue 1, 2002, s.1-19.
DELER, Nicole, BURROUGH, John, “Jus ad Bellum: Law Regulating Resort to
Force,” Human Rights, Winter 2003, s.8-11.
113
DRUMBL, Mark, et. al., “Self Defense in an Age of Terrorism,” American Society
of International Law, Proceeding of the Annual Meeting, April 2-5 2003,
s.141-152.
DURHAM, Martin, “The American Far Right and 9/11,” Terrorism and Political
Violence, Vol.15, No. 2, Summer 2003, s.96-111.
FALK, Richard, A., “What Future fort he UN Charter System of War prevention?,”
AJIL, Vol. 97, Issue 3, July 2003, s.590-598.
FOSTER Charles, “International Law: Another Casualty of the Iraq War?,”
Contemporary Review, Vol. 283, Issue 1651, Aug. 2003, s.76-78.
FOTOPOULAS, Takis, “Iraq: The New Criminal ‘War’ of the Transnational Elite,”
Democracy and Nature, Vol. 9, No. 2, July 2003, s.167-209.
FRANCK, Thomas, “What Happens Now? The UN after Iraq,” AJIL, Vol. 97, Issue
3, July 2003, s.607-620.
GLENNON, Michael J., “The Fog Of Law: Sekf-Defence, Inherence, And
Incoherence In Artical 51 Of The United Nations Charter,” Harvard Journal
of Law and Public Policy, Vol. 25, No 2, 2002, s.539-558.
GRAY, Christine, “The US National Security Strategy and the New ‘Bush Doctrine’
on Preemptive Self – Defense,” CJIL, Vol. 1, Issue 2, s.437-448.
GRAY, John, “Bush and Blair Deceived Us about the Reasons for Going to War, but
They Deceived themselves about its İmpact on Iraq,” Newstatesman, 4 August
2003, s. 19-21.
HAMIL,
James,
“The
United
States,
Iraq
and
International
Relations,”
Contemporary Review, Vol. 283, Issue 1650, July 2003, s.7-15.
114
HIMES, Kenneth, R., “Intervention, Just War and US National Security,”
Theological Studies, Vol. 65, Issue 1, March 2004, s.141-157.
KAIKOBAD, H. Kaiyon, “Self Defence, Enforcement Action and The Gulf Wars
1980 – 1988 and 1990 – 1991,” Ian Brownlie(Edit.), The British Year Book of
International Law 1992, Oxford, Clarendon Press, ,1993, s.300-366.
KESKİN, Funda, “Birleşmiş Milletler ve Kuvvet Kullanma”, Avrasya Dosyası, 8.
C., Sayı 1, İlkbahar 2002, s.149-174.
KOHEN, Marcelo, G., “Is the US Practice of Using Force Changing International
Law?,” World Editorial and International Law, Vol. 2, No 1, January 2003,
s.8-11.
KÖSEBALAN, Hasan, “Yeni Amerikan Güvenlik Doktrini ve Uluslararası İlişkiler,”
2023 Dergisi, Kasım 2002, s.34-38.
MCWHINNEY, Edward, “President Bush and the New US National Security
Strategy: The Continuing Relevance of the Legal Adviser and International
Law,” CJIL, Vol. 1, Issue 2, 2002, s.421-436.
NAGAN, Winston, HAMER, Craig, “The New Bush National Security Doctrine and
the Rule of Law,” Berkley Journal of International Law, Vol. 22, Issue 3,
2004, s.375-438.
O’CONNELL, Mary Ellen, “International Law and the Use of Force,” AJIL,Vol. 97,
Issue 2, April 2003, s.446-456.
QUINLAN, Michael, “Justifying War,” Australian Journal of International
Affairs, Vol. 58, No. 1, March 2004, s.7-15.
RATNER, Steven, R., “Jus ad Bellum and Jus in Bello after September 11,” AJIL,
Vol. 96, Issue 4, October 2002, s.905-921.
115
RIVKIN Jr. David, CASEY Lee A., BARTAM Darin R., “Remember The Caroline,”
National Review, Vol. 54, No. 12, 2002, s.17-19.
RODIN, David, “War and Self – Defense,” Ethics and International Affairs, Vol.
18, Issue 1, 2004, s.63-68.
ROSTOW, Eugene, V., “Until What? Enforcement Action or Collective SelfDefense?” AJIL, Vol. 85., No:3, July 1991, s.506-516.
ROWLES, James, P., “Secret Wars, Self defense and The Charter,” AJIL, Vol.80,
No.3, 1986, s.568-583.
SAPIRO, Miriam, “Iraq: The Shifting Sands of Preemptive Self – Defense,” AJIL,
Vol. 97, Issue, 3, July 2003, s.599-607,
SEGELL, Glen, “A Reflection on War against Rogue States,” The Review of
International Affairs, Vol.3 No. 3, Autumn 2004, s.479-494.
SHUJA, Sharif, “The Bush Doctrine and the Emerging New World Order,” National
Observer, Summer 2004, Issue 59, s.30-40.
SHUJA, Sharif, M., “The September 11 Tragedy and The Future World Order,”
Contemporary Review, Vol. 280, Issue, 1635, April 2002, s.198-205.
TAFT, Wiliam, BUCHWALD, Todd, “Preemption, Iraq and International Law,”
AJIL, Vol. 97, Issue 3, July 2003, s.557-563.
TREMBLAY, Rodrigue, “Just War Theory,” The Humanist, May – June 2003,
s. 15-18.
TOLUNER, Sevin, “Nikaragua’ya Karşı Askeri ve Benzeri Faaliyetler Davası’ndaki
Yargı ve Meşru Müdafaa Hakkı,” Mahmut R. Belik’e Armağan, İstanbul,
116
Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası Münasebetler Araştırma ve
Uygulama Merkezi,1993, s.391-422.
VORK, Rene, “The Use of Force in the Modern World: Recent Developments and
Legal Regulation of the Use of Force,” Baltic Defence Review, Vol. 2, No. 10,
2003, s. 27-44.
YOO, John, “International Law and War in Iraq,” AJIL, Vol. 97, Issue 3, July 2003,
s.563-576.
İNTERNET KAYNAKLARI
BOCKEL,
Alain,
(Röp.)
Zeynep
Arıkanlı,
“Desert
Heat
at
the
UN,”
http://www.turkishtime.org/17/40.3.en.asp, 13.05.2005.
BUCHANAN, Allen, KEOHANE, Robert, O., “The Preventive Use of Force:
A Cosmopolitan Institutional Proposal,”
http://www.poli.duke.edu/people/faculty/docs/preventive%20force.pdf.
FALK, Richard, Çev. M. Çakır, “Olası Irak Savaşı ve Birleşmiş Milletler Şartı,” Le
Monde Diplomatique, Aralık 2002,
www.kozmopolit.com/Irakspecial/RFalkTr.htm.
YOST, David, “Güvenlik Stratejileri ile İlgili Tartışmalar,”
http://www.nato.int/docu/review/2003/issue4/turkish/art4.html,14.05. 2005.
BELGELER
Military and Paramilitary Activities in and Against Nicaragua (Nicaragua V. United
States of America), (27 Haziran 1986),
http://www.icj-cij.org/icjwww/idecisions.htm.
UN Resolution on the ‘Definition of Aggression’, No. 3314 (XXIX), 14 Aralık 1974,
s. 142-144.
117
UN S/RES./ 487, 19 Haziran 1981.
UN S/RES./ 661, 6 Ağustos 1990.
UN S/RES./ 678, 29 Kasım 1990.
UN S/RES./ 687, 3 Nisan 1991.
UN S/RES./ 1368, 12 Eylül 2001.
UN S/RES./ 1373, 28 Eylül 2001.
UN S/RES./ 1441, 8 Kasım 2002.
118
TÜRKÇE ÖZET
BM antlaşmasının kabul edilmesiyle birlikte devletlerin sadece kuvvet
kullanımı değil aynı zamanda kuvvet kullanma tehdidinde bulunması da yasaktır. BM
sistemi, devletler arası ilişkilerde bu yasağın tek istisnası olarak da bireysel veya
müşterek meşru müdafaa hakkını kabul etmektedir.
I. Bölüm’de BM antlaşmasında kaleme alındığı şekliyle meşru müdafaa
hakkının 51. madde kapsamındaki özelliklerine yer verilmektedir. Bu çerçevede,
silahlı saldırı, doğal hak, Güvenlik Konseyi ve Genel Kurul’un rolü, müşterek meşru
müdafaa durumu ile yapılagelişteki meşru müdafaa konuları incelenmektedir. Silahlı
saldırı durumunun tespitindeki zorluklar ve hakkın doğallığı meşru müdafaanın
devletler tarafından suiistimalini de beraberinde getirmektedir.
Bazı devletlerin kuvvet kullanımı yasağını aşmak için 51. maddeye
içeriğinden daha fazla anlam yüklemesi söz konusudur. Buna bağlı olarak, bu
devletler ile bazı devletler hukuku uzmanları önleyici meşru müdafaa iddialarında
bulunmaktadır. Bu iddialarda önleyici meşru müdafaa kavramının incelenmesi
gereğini doğurmaktadır. II. Bölüm’de ABD’nin bu çeşit iddiaları bağlamında UAD’ın
soruna ilişkin görüşü ve önleyiciliğin gerek yazarlar gerekse devletler açısından
analizi yapılmaktadır.
Aynı şekilde III. Bölüm’de ise; son Irak savaşıyla yeniden canlanan önleyici
meşru müdafaa kavramına getirilen yeni bakış açısı değerlendirilmektedir. Yakın
tehdit fikrinin içeriğinin değiştiği iddiasıyla önleyici müdahalede bulunulabileceği
düşüncesi son dönemde gündeme gelmektedir. Bu gelişmede önleyici meşru müdafaa
tartışmalarını yeniden canlandırmıştır.
Sonuç kısmında, BM antlaşmasının 2/4. maddesinin günümüzde de jus cogens
niteliğini korumasına bağlı olarak meşru müdafaa hakkının silahlı saldırının varlığı
dışında geniş yorumlara imkan verecek şekilde kullanılamayacağı sonucuna
ulaşılmıştır. Devletlerin yakın tehdide karşı dahi ancak orantılı önlemlerle karşılık
verebileceği kabul edilmelidir. Zira meşru müdafaa, genel bir hak olmayıp, sınırlı ve
geçici mahiyette istisnai bir haktır. Dolayısıyla devletler arasındaki uyuşmazlıkların
öncelikle çözüm merci halen BM çatısıdır.
119
YABANCI DİLDE ÖZET
With the acceptance of UN Treaty, not only the states' use of force but their
threat to use force is also prohibited. UN system, as far as the interstate affairs are
concerned, merely accepts the individual or collective self-defense right as the only
exception of this prohibition.
In Chapter I, the traits of self-defense within the scope of Article 51 is
discussed as it is written out in UN Treaty. In this context, armed attack, natural right,
the role of Security Council and General Assembly, collective self-defense condition
and customary self-defense subjects are analysed. The difficulties in determining the
armed attack conditions and the naturalness of right brings along the misuse of the
self-defense by the states.
The fact that going beyond its context, some states overly interpret Article 51
is a matter of discussion. Related to this, some states and some states law specialists
claim preventive self-defense, and these claims necessitate the analysis of preventive
self-defense concept. In Chapter II, in the context of USA's such claims, an analysis
of ICJ's view about the problem and preventive self-defense whether for writers or the
states is done.
Similarly in Chapter III, the new point of view that was adapted to the
preventive self-defense concept which was revived with the latest Iraqi War is
evaluated. The thought that preventive interference can be carried out on the basis of
the claim that the context of imminent threat idea has changed is, recently becoming a
current issue, and this incident revived the preventive self-defense discussions.
In Conclusion part, it is concluded that since the Article 2/4 currently keeps its
jus cogens quality, self-defense right cannot be used in a way it can be misinterpreted
unless there is an armed attack. It should be accepted that states can react against even
the imminent threats with only well-proportioned precautions. Because, self-defense
is not a general right but a right which is limited, and essentially, temporarily
exceptional. Thus, the place of solution for the interstate conflicts is still primarily
UN roof.
120
Download