(fıkıh kavramı, özellikleri ve bazı fıkıh ıstılahları) 1

advertisement
EBU HANİFE’NİN FIKIHTAKİ METODU
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
V
KISALTMALAR
VII
GİRİŞ (FIKIH KAVRAMI, ÖZELLİKLERİ VE BAZI FIKIH ISTILAHLARI) 1
BİRİNCİ BÖLÜM
HAYATI, ŞAHİYETİ VE BAZI ALİMLERİN ONUN HAKKINDAKİ
DÜŞÜNCELERİ
A- EBU HANİFENİN HAYATI
7
1-Ebu Hanifenin Doğumu ve Nesebi
7
2-Ebu Hanifenin Yetiştiği Çevre
8
3-Ebu Hanifenin Vefatı
9
B-EBU HANİFENİM İLMİ ŞAHSİYETİ
10
1-Ebu Hanifenin Genel Olarak İlmi Yönü
10
2-İlme Merak Sarması
11
3-İlmi Olgunluğu ve Münazara Kuvveti
12
4-Önce Kelama Hevesi Sonra Fıkha Dönüşü
12
5-Hukuki Kabiliyeti (Fıkhi Melekesi)
13
6-Meşhur Üstadları
15
7-Ebu Hanifenin Yetiştirdiği Talebeler
16
a- Talebelerinin En Meşhurları
16
b- Talebelerinin Yetiştirdiği Talebeler
17
8-Ebu Hanifeye Nisbet Edilen Eserler
C-BAZI ULEMANIN ONUN HAKKINDA SÖYLEDİKLERİ
17
18
İKİNCİ BÖLÜM
HANEFİ MEZHEBİNİN TEESSÜSÜ VE HANEFİ FIKHI
A- HANEFİ MEZHEBİ
20
1-Mezhebin Tanımı
20
2-Hanefi Mezhebinin Özellikleri
20
3-Hanefi Mezhebinin Kurucusu Ebu Hanife
20
4-Hanefi Mezhebinde En Güvenilir Fetva
B- HANEFİ FIKIH KİTAPLARININ MERTEBELER
21
22
1-Mesâilü’l-Usûl
22
2-Mesâilü’n-Nevâdir
22
3-Vâkıâlar ve Fetvâlar
23
C-HANEFİ FIKHININ KAYNAKLAR
23
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
EBU HANİFENİN FIKHI VE FIKIHTA TAKİP ETTİĞİ USÛL
A- EBU HANİFENİN FIKHI VE İSLAM HUKUNA HİZMETİ
24
1-Asıl Maksada Geçiş
24
2-Talebelerinin Onun Sözlerini Toplaması
24
3-Ebu Hanifenin Fıkıh Tedvinindeki Öncülüğü
25
4-Ebu Hanifenin Fıkıh İlmindeki Yeri
26
a-Önceki Fıkıhlara Bakarak Ebu Hanifenin Fıkhı
26
b-Ebu Hanifenin İbrahim en-Nehâi’nin Mukallidi Olmadığı
27
c-Ebu Hanife ve İbrâhim en-Nehâi Arasındaki Farklar
28
d-Takdîri Fıkıh ve Ebu Hanife
28
B-FIKHÎ METODOLOJİSİ
29
1-Kendi Sözleriyle Ebu Hanife ve Fıkhî Metodu
30
2-Talebe ve Çağdaşlarına Göre Ebu Hanife ve Fıkhî Metodu
32
a-Öğrencilerinin Gözüyle Ebu Hanife ve Fıkhî Metodu
32
b-Çağdaşlarına Göre Ebu Hanife ve Fıkhi Metodu.
33
C-FIKIHTA TAKİP ETTİĞİ USÛL
36
1-Aslî Deliller
36
a- Kitap
36
b- Sünnet
37
aa-Mahiyeti İtibarıyla Sünnet
37
ab-Sünnetin Kaynak Olarak Değeri
37
ac-Kitaba Göre Sünnetin Yeri
38
c- İcmâ
39
d- Kıyas
40
aa-Kıyasın Huccet Oluşu
41
ab-Kıyasın Rükunları
42
ac-Ebu Hanifenin Kıyası
42
2-Fer’î Deliller
44
a-Istıshab
44
b-Tahkim-i Hâl
44
c-Maslahat-ı mürsele
44
aa-Ebu Hanifenin Maslahat Prensibi
45
ab-Maslahat Prensibine Bağlı Bazı Örnekler
45
d-İstihsan
45
aa-İstihsanın Kısımları
46
ab-İstihsanın Huccet Oluşu
46
ac-İstihsan Temelinde Akıl ve Ebu Hanife
48
e-Örf ve Âdet
49
aa-Tarifi
49
ab-Sıhhat Yönünden Örf ve Kısımları
49
ac-Umum ve Husus Yönünden Örfün Kısımları
50
ad-Örfe Ne Zaman İtibar Edilir
51
ae-Ebu Hanifenin Örf ve İstihsanı Sık Kullanması
51
f-Sahabe Kavli
52
D-EBU HANİFENİN HABER-İ VÂHİDLE AMEL ETME ŞARTLARI
53
E-İSLAM HUKUKUNDA İÇTİHAD.
54
1-İçtihadın Şartları
55
2-Müçtehitlerin Sınıfları
55
a-Ashâbü’l Hadis
55
b-Ashâbü’l Re’y
55
SONUÇ
aa-Re’yin Tanımı
55
ab-Ebu Hanife ve Arkadaşlarının Re’yi Kullanma Tarzı
56
ac-Muhafazakâr Bir Re’ycilik Teorisyeni: Ebu Hanife
58
60
BİBLİYOGRAFYA
64
ÖNSÖZ
Cemiyet halinde yaşayan insanların bir takım münasebetlerini düzenleyen
“hukuk” en eski içtimâi müesseseler arasında yer alır.
Fıkıh (İslam Hukuku), dini ve içtimâi bir müessesedir. Din, semavi dinlerin bir
basamağı olarak ortak unsurlar taşıdığı gibi, umumiyetle içtimâi müesseseler tesir,
teessür ve tedricen tekâmül kanunlarına tâbidir. Bu kanun gereğince, fıkıh da kâmil
olarak birden doğmamış, aksine tedricen doğmuş ve gelişmiştir.
İslam dini, semâvi dinlerin sonuncusu ve en mükemmelidir. Hz.Muhammed
(sav) bu dinin mübelliği ve hayata tatbik edicisidir. Onun devrinde vukû bulan
ihtilaflar, onun vasıtasıyla çözüme kavuşmuştur. Hz.Peygamberin ahirete irtihalinden
sonra Müslümanlar arasında meydana gelen yeni olayların çözümünde farklı
görüşlerin ortaya çıkması, mezheplerin ortaya çıkmasının belirgin sebeplerinden
biridir. Kur’an-ı Kerimin bütüncül yaklaşımı, mezheplerin ortaya çıkmasına tesir
eden başka bir faktördür.
Meselelerin halli için ortaya çıkan mezhepler farklı çözüm yolları
önermelerine rağmen dini çerçeveyi taşmamışlardır. Hemen hemen hepsi
Hz.Peygamberin farklı zamanlardaki farklı uygulamalarını örnek almışlardır.
Ebu Hanifeyi anlatmaya hâcet yok. Kendisi İslam dünyasının ilk önemli
düşünürlerinden birisidir. Bildiğiniz gibi fıkıhtan hadise, tasavvufa kadar çok yönlü
bir düşünür olup, İslam dünyasında önemli bir yeri vardır. Ama bizim Türk dünyası
için akîdede, fıkıhta vs. ayrı bir öneme sahip.
Ebu Hanife hicri ikinci asrın yetiştirdiği en büyük şahsiyetlerden birisidir.
Kaynaklarda aslının Kâbil tarafından, Afganistan’dan geldiği ifade ediliyor. Babası
Irak bölgesine yerleşmiş. Ebu Hanife de Kûfe’de doğmuş, orada yetişmiştir. İlme
başlarken önce, tefsir, hadis, kelam gibi farklı ilim dallarından birini tercihte tereddüt
geçirdiği, en sonunda fıkıhta karar kıldığı şeklinde bir anlatım kaynaklarımızda yer
almaktadır.
Kelam ve fıkıh gibi iki dini ilmin ilk kurucusu olan İmam Âzam Ebu Hanife,
Re’y-Fıkıh ekolü ile nazari fıkhın ilk temsilcisi olmasıyla diğer fıkıh imamlarından
ayrılır. İslamı anlama ve yorumlamada nass’ın yanında akla ve zihniyete önem
vererek aklı da dinin kaynaklarından biri saymıştır. Onun bu özelliği, çağının
fakihleri tarafından eleştiriye tâbi tutulmuştur.
Meselelere çözüm getirirken insan kişiliği ve onurunu ön planda tutan İmam
Âzam Ebu Hanife, fıkıh ilmi açısından kendisinden öncekiler için bir toplayıcı ve
kendisinden sonrakiler içinde bir yol gösterici durumundadır.
Allah-u Teâlâ islamın yürürlük ve bekâsını iki esasa bağlamıştır: Cihat ve
Fıkıh (Tevbe 9/122), en büyük cihadın da Kur’an’la yapılmasını beyan buyurmuştur.
(Furkan 25/52). Fıkıh ise, her zaman ve mekanda islamı canlı ve yaşanabilir kılma
bilgi ve melekesidir.
“İmam Âzam Ebû Hanife’nin Fıkıhtaki Metodu”nu araştırdığımız bu
çalışmamızda teferruata inmeden konuyu, “Giriş” hariç üç bölümde ele aldık. Giriş
kısmında genel olarak Fıkıh Kavramı, Fıkhın özellikleri ve bazı Fıkıh Istılahlarına
değindik.
Birinci bölümde, Ebu Hanifenin doğumu, nesebi, yetiştiği çevre ve vefatı ile
özellikle İlmi Şahsiyetini inceledik.
İkinci bölümde, Ebu Hanifenin kurucusu olduğu Hanefi Mezhebinin genel
özelliklerine, mezhepte fetva noktasındaki otoriteye, Hanefi fıkıh kitaplarının
mertebelerine ve Hanefi fıkhının kaynaklarına temas ettik.
Çalışmamızın asıl konusunu teşkil eden Ebu Hanifenin fıkhı, fıkıhta takip
ettiği usülü fetva verirken esas aldığı ilkeleri anlattık. Bu incelemelerde asıl maksat
ve birinci gayemizde zaten buydu. Bu işe evvela; Hüküm çıkarırken kayıtladığı
umûmi usülleri, fıkıhtaki metodunu beyan etmekle başladık. Zira bunlar, onun
ahkamda açtığı çığırı, içtihat yolunu gösterir. Bunları uzun boylu tafsilata dalmadan
anlattık. İşte böylece asıl maksadımız olan Ebu Hanifenin Usül ve Metodunu
inceledik.
İslam tefekkür tarihinin teşekkülünde büyük katlıları olan İmam Âzam Ebu
Hanifenin fıkhî yönünü araştırırken bu konuda te’lif
edilmiş eserlerin
müelliflerinden ölenlerini rahmet, hayatta olanları da minnetle anar, bu çalışmam
esnasında katkısı bulunan arkadaşlarıma ve tez danışman hocam İdris BOZKURT’a
teşekkürlerimi bir borç bilirim.
Ömer ÇOBAN
Trabzon 2003
KISALTMALAR
(´)
a.g.e.
a.g.m
a.s.
a.y.
b.
bkz..
c.
çev.
D.İ.B.
h.
Hz
İ.A.
İ.A.D.
İst.
K.
Krş.
md.
m.
Muh
Nşr.
ö.
r.a.
s.a.v.
s.
T.D.V.
TEK-DAV
thk.
trc.
Ts.
v.
vb.
vd.
vs.
: Ayn ve Hemze
: Adı geçen eser
: Adı geçen müellif
: Aleyhi’s Selam
: Aynı yer
: İbn, oğul, oğlu
: Bakınız
: Cilt
: Çeviren
: Diyanet İşleri Başkanlığı
: Hicri
: Hazreti
: İslam Ansiklopedisi
: İslami Araştırmalar Dergisi
: İstanbul
: Kitap
: Karşılaştırınız
: Madde
: Miladi
: Muhammed
: Neşreden
: Ölümü
: Radiyallahu anhu
: Sallahu aleyh ve’s selem
: Sayfa
: Türkiye Diyanet Vakfı
: Türkiye Ekonomik ve Kültürel Dayanışma Vakfı
: Tahkik
: Terceme
: Tarihsiz
: Vefatı
: Ve benzeri
: Ve devamı
: Ve saire
GİRİŞ
FIKIH KAVRAMI, ÖZELLİKLERİ VE BAZI FIKIH ISTILAHLARI
A-FIKIH KAVRAMI
1-Fıkhın tanımı: Lugatta “anlayış” manasına gelir. Şer’i ıstılahta Ebu Hanife,
fıkhı şöyle tarif etmiştir: “Kişinin leh ve aleyhinde olanı bilmesidir.”
1
Bilmek,
cüzlerin delillere dayanılarak bilinmesidir. Bilmekten murat ise sebebidir. Oda
kaidelerin defalarca incelenmesi ile hasıl olan melekedir. Bu tarif umumidir. İmanın
gerekliliği vb. gibi itikadi hükümleri, vicdani (ahlak ve tasavvufu) hükümleri; namaz,
oruç ve alış veriş gibi ameli hükümleri içine alır. Fıkh-i Ekber de budur.
Leh ve aleyh ifadeleri Ebu Hanife de hukukun özünü oluşturur. Leh kelimesi
kişinin hak ve yetkilerini; aleyh kelimesi de sorumluluk ve yükümlülüklerini ifade
eder. Ebu Hanife’ye isnad edilen bu tanımı, leh ve aleyh kavramlarına yüklenen hak
ve sorumluluk konsepti ile temellendirdiğimizde, fıkhı: “kişinin hak ve yetkilerini;
yükümlülük ve sorumluluklarını bilmenin ilmi” şeklinde tanımlamış oluruz ki, ancak
bu tanım ile leh ve aleyh tanımları amacına uygun anlam içeriğine kavuşmuş olur. 2
2- Ahkam’ın manası: “Hükm” ün çoğuludur. Hüküm, Hakim ve Şâri’nin
talep ettiğidir. Yahut Allah Teâla’nın mükelleflerin fiilleri ile alakalı olarak iktiza ve
tahyir veya vaz’a delalet eden hitabıdır. Fakihlere göre hitap, üzerine terettüp eden
eserdir. Namazın icabı, katlin haramlığı, yiyip içmenin mubahlığı ve namaz için
abdestin şart koşulması gibi.3
Ameli, niyet gibi kalbe müteallik veya insanın yaptığı okuma,
namaz vb. iç ve dış organlarla yapılan kalbi olmayan amellerdir.
Bununla ilmi ve itikadi hükümler tarifin dışına çıkmaktadır.
3- Fıkhın konusu: Namaz gibi yapılması veya gasp gibi terk edilmesi istenen
yada yemek gibi muhayyer bırakılan mükellefin fiilleridir.
Molla Hüsrev, Muhammed b. Feramuz, Mir’at’u-l Usül Şerhu Mirkati’l-Vusûl, Şirketi sahafiyeyi
osmaniye, İst., 1308, C: I, s. 44
2
Dağcı Şamil, İslamî Araştırmalar 2002, Ebu Hanife Özel Sayısı, sayı 1-2, s.311
3
Vehbe Zuhayli, İslam Fıkıh Ansiklopedisi, Aksa Yayınları, İst.1990, 10 c., C: 1, s.18
1
4- Fıkhın özellikleri: Fıkıh, şeriatın ameli yönüdür. Şeriat, Allah Teala’nın
kulları için koyduğu bütün hükümlerdir. Bu Kur’an ve Sünnetle olabilir. Bu
hükümler ya itikatla ilgilidir ki, ilmi kelam veya ilmi tevhid sahasına girerler veya
ameli şekli ile alakalıdır. Bununla da fıkıh ilmi ilgilenir.
Fıkhın gelişmesi, Rasülüllah (sav) in hayatında ve sahabe asrında tedricen
başladı. Ashab arasında erken çıkıp gelişmesinin nedeni, insanların, yeni olayların
hükümlerini bilmeye olan şiddetli ihtiyaçları idi. İnsanların sosyal ilişkilerini tanzim,
her insanın hak ve görevlerinin bilinmesi, yeni çıkan maslahatların yerine getirilmesi,
köklü ve sonradan çıkan zarar ve musibetlerin de giderilmesi açısından fıkha olan
ihtiyaç her zaman için var ola gelmiştir.4
B-İSLAM FIKHININ ÖZELLİKLERİNDEN BAZILARI:5
1-Esasının ilahi vahiy olması, Kur’an ve Sünnetten kaynaklanması. Fıkhı, beşeri
kanunlardan ayırıcı bir özelliktir.
2-Hayatın bütün gerçeklerine şamil olması. Mükelleften çıkan söz, fiil, akit ve
tasarruflarla ilgili olan fıkıh, yani ameli hükümler iki türü içine alır. Birincisi, ibadet
hükümleri; taharet, namaz, oruç, zekat, hac, adak, yemin ve bunlar gibi insanın
Rabbiyle olan alakasının tanzimini amaçlayan hükümlerdir. İkincisi, muamelat;
akitler, tasarruflar, ukubat(cezalar), cinayetler, tazminatlar ve diğer fert veya cemaat
olarak insanların birbirleri ile ilişkilerinin tanzimini amaçlayan hükümlerdir. Bu
hükümlerde şu kısımlara ayrılır;
(1)- Ahval-i Şahsiye
(2)- Medeni Ahkam
(3)- Cinayet Ahkamı
(4)- Davalar veya Medeni ve Cinâi Hükümlerin İcrası ile İlgili Ahkam
(5)- Anayasa Ahkamı
(6)- Devletler Hukuku Ahkamı
(7)- İktisadi ve Mali Ahkam
3- Helal ve Haram yönünden dini bir vasıf alması: Fıkhı beşeri kanunlardan
ayıran en önemli özelliklerden biride muamelatla ilgili her fiil ve tasarrufta haram ve
4
5
Vehbe Zuhayli, İslam fıkıh Ansiklopedisi, C: I, s.19
Vehbe Zuhayli, a.g.e., C: I, s. 19-24
helal mefhumunun bulunmasıdır. Bu noktadan çıkarak muamelat hükümleri iki
nitelik taşır.
(1)- Dünyevi hüküm: Fiilin veya tasarrufun dış görünümüne göre bina edilir.
(2)- Uhrevi Hüküm: Şahısla Allah arasındadır. Fiil ve tasarruf başkalarından
gizlenmiş olsa bile hakikati ve gerçeği üzerine bina edilir.
Bu ayrımın neticesi, mesela boşanma, yeminler, borçlar, ibrâ ve ikrah vb.
hususlarda ortaya çıkar. Buna göre de Hakimin vazifesi, müftünün vazifesinden
ayrılmaktadır. Hakim, sadece dış görümüne göre hükmünü verir. Müftü ise aynı
zamanda zâhiri ve bâtını göz önüne alır.
4-Fıkhın ahlakla irtibatı: Din ve ahlak, uygulama ve tatbikatta beraber, içiçe
olursa, fert ve toplumun iyiliğini ve aynı zamanda saadetini gerçekleştirir. Ahiret
dünyasında ebedi nimetlere giden yol açılır. Nitekim eski zamanlardan beri
ebedileşme, beşeriyetin arzusu ve emelidir. Böylece fıkhın gayesi, hali hazırda ve
gelecekte insanın hayrı, dünya ve ahirette mutluluğu olmaktadır. Din ve ahlaktan
etkilenmek daha fazla fıkha uymaya , ona daha fazla saygı ve itaate götürür.
5-Cezanın dünyevi ve uhrevi olması: Dünyevi ceza, miktarı belli cezalar
(hadler) ve miktarı belirsiz cezalar(ta’zirler) dır. Bunlar insanın zahir fiilleri ile
konulmuştur. Uhrevi cezada kin, haset, güzel bir kılıfa büründürerek başkalarına
zarar verme kastı gibi zahiri olmayan kalbi ameller için konulmuştur.
Fıkıhta mükafat, müspet ve menfidir. Müspettir, çünkü yasaklardan, günahlardan uzaklaşma ve yapmamaya sevap
vardır. Kanun ise hükümlerine uyulması halinde bir sevap takdir etmezken, muhalefet edildiğinde cezalar vermekle yetinir.
6-Fıkıh hem ferdin hem de toplumun maslahatlarını gözetir. Fıkıhta aynı anda
ferdin ve toplumun maslahatlarını birinin diğerine üstünlüğü olmadan gözetme
özelliği vardır. Yine de iki maslahat çatıştığında toplumun maslahatı ferdin
maslahatına tercih edilir. Nitekim iki ferdin maslahatının çatışması halinde de zarar
etme ve zarar verme yoktur.
7-Fıkıh bekâ ve sürekli tatbike uygundur. Fıkıh, zamanın ihtiyaçları, insanlığın
hayrı, zaman ve mekan olarak muhtelif çevrelerin durumuna göre hüküm şeriatın
maksatları ve sahih esasları çerçevesinde kaldığı müddetçe değişme ve gelişme kabul
eder. Buda muamelatta olur. Akaid ve ibadetlerde olmaz. “zamanların değişmesiyle
ahkamın değişmesi” kaidesinden kastedilen de budur.
8-Fıkhın hazırlanması ve ona giden yolların açılmasındaki gaye: Ferdi sahada
ve her İslam ülkesinde kanunları fıkıhtan alarak resmi çapta ondan tam manasıyla
yararlanmadır. Çünkü fıkhın gayesi, insanın hayrı ve iki dünyada da mutlu
edilmesidir. Ama mevcut kanunların gayesi toplumun mücerret istikrarıdır.
C-FIKIH ISTILAHLARI:
Fıkıh ilminde çeşitli sebeplerle kullanılan yaygın, belli ıstılahlar vardır.
6
Nitekim mezheplerde kitapları hakkında kullanılan ıstılahlar vardır. Bunlar
mezhepteki tercih edilen görüşü alma yolunu belirtir. Buda “Resmü’l-Müfti” diye
bilinir. İbni Âbidin’in de “Resmü’l-Müfti” diye bir risalesi vardır.
1-Genel Fıkıh Istılahları:
Fıkhi veya Usuli genel ıstılahlar vardır: Farz, vacip, mendup, haram, tahrimen
mekruh, tenzihen mekruh, mubah; bunlar Hanefi usulcülerine göre Teklîfi hükmün7
çeşitleridir. Vacib’e eda, kaza ve iade de ilave edilir. Rukün, şart, sebep, mâni, sahih,
fasit, azimet, ruhsat da usulcülere göre vaz’î hüküm8 çeşitleridir.9
a-Farz: Şeriatın yapılmasını Kat’i bir delille kesin olarak istediği şeydir.
Kur’an-ı Kerimle sabit olan, İslamın beş şartı gibi. Farzın hükmü; Yapana sevap, terk
edene ceza vardır. İnkar eden tekfir edilir.
b-Vacip: Şeriatın şüphe bulunan zanni bir delille kesin olarak yapılmasını
istediği şeydir; Fıtır sadakası, vitir ve iki rekat bayram namazları gibi. Hükmü; farz
gibidir. Ancak inkar eden tekfir edilmez.
c-Mendup ve sünnet: Yapanın övüldüğü, terkedenin zemmedilmediği
şeylerdir. Borcun (senet, çek, vs.) yazı ile güvene alınması gibi. Hükmü; Failine
sevap vardır, terk eden cezaya uğramaz.
Istılah: Bir grup alim arasında bir lafzın muayyen bir mana için kullanılması, lugatta “dua”
manasına gelmesine rağmen, “salat” kelimesinden muayyen söz ve fiillerle hususi bir şekli
(namazın) kastedilmesi gibi. Bkz. ERDOĞAN Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, Rağbet
Yayınları, İst., 1998
7
Teklîfi hüküm: Mükelleften fiilin talebini yada fiilden el çekmesini veya fiil ve terk arasında
seçimini gerektiren hükümdür. Teklîfi denmesi de fiil yada fiilin terki veya ikisi arasında
muhayyerlik ihtiva etmesindendir. Bkz. Erdoğan, a.g.e.
8
Vaz’i Hüküm:Bir şeyin bir şeye sebep veya ona şart yahut ona engel; yada sahih, fasit yahut azimet,
ruhsat olarak konmasını gerektiren şeydir. Vaz’î denmesi sebep- müsebbep içindir, şart- meşrut
içindir gibi birbiri ile içiçe şeyleri koymayı gerektirdiğindendir. Bkz. Erdoğan, a.g.e.
9
Vehbe Zuhaylî, İslam Fıkıh Ansiklopedisi, s.41-47
6
d-Haram: Şeriatın terkini kesin ve bağlayıcı olarak istediği şeydir;
Öldürmenin, içki içmenin, zina ve hırsızlığın haramlığı gibi. Hükmü; Kaçınmanın
gerekliliği ve yapanın cezalandırılmasıdır. Haramı inkar eden tekfir edilir.
e-Tahrimen Mekruh: Şeriatın terkini zanni bir delille kesin ve bağlayıcı bir
şekilde istediği şeydir; Başkasının satışı üzerine satış, nişanı üzerine nişan gibi.
Hükmü; Terk edilmesinde sevap yapılmasında ceza vardır.
f-Tenzihen Mekruh: Şeriatın terkini kesin olmayan ve cezadan söz etmeyen
bir yolla istediği şeydir. Savaşta, ihtiyaç anında at etinin yenebileceği gibi. Hükmü;
Terk edene sevap, yapana da azap yoktur, kınama vardır.
g-Mubah: Mükellefin yapmakla terk etmek arasında serbest bırakıldığı
şeylerdir. Yemek- içmek gibi. Hükmü; Yapılmasında veya terkinde sevap veya ceza
yoktur.
h-Sebep: Hükme münasip olsun veya olmasın hükmün onunla bulunduğu
şeydir. Münasibe misal: Sarhoş etmek içkinin haramlığına sebeptir. Çünkü aklın
kaybolmasına götürür. Münasip olmayana misal: Güneşin zevali öğle vaktinin
vücubu için sebeptir.
k-Şart ve Rükun: Şart, hükmün var olması kendisinin var olmasına bağlı ve
onun hakikatından hariç olan şeydir. Abdest namazın şartıdır. Fakat namazdan
hariçtir. Rükun, bir bütünün varlığı kendisine bağlı olan ve onun hakikatinde veya
mahiyetinden bir cüz olan şeydir. Rükû, namazdan bir rükun dur. Çünkü ondan bir
cüzdür.
m-Mani: Bulunmasından ötürü hükmün yokluğu yada sebebin batıllığı
gereken şeydir. Mesela: Baba olmak kısas edilmeye manidir.
n-Sıhhat, batıl, fesat: Sıhhat, şeriatın emrine muvafakat etmek demektir.
Sahih, şer’i rükun ve şartlarını tam olarak bulundurandır. Gayr-i Sahih, şer’an
istenen rükun ve şartlarını bulundurmayandır. Batıl, akdin aslında bir pürüz bulunan
şeydir. Satışın deli bir çocuktan sadır olması gibi. Fasit, noksanlığın akdin
vasıflarından bir vasıfta bulunmasıdır. Şahitsiz evlilik gibi.
r-Edâ, Kaza ve İade: Eda, vacibin şer’an takdir edilmiş vaktinde
yapılmasıdır. Kaza, vacibin vakit bittikten sonra yapılmasıdır. İade, vacibin ikinci
defa vaktinde tekrarıdır. Namazın cemaatle iadesi gibi.
2-Hanefi Mezhebinin Istılahları:
a-Zahir-ur Rivaye: Bununla yaygın ve galip olarak Hanefi mezhebinin üç
imamının (ebu Hanife, Ebu Yusuf, İmamı Muhammed) sözü kastedilir.
b- İmam: Ebu Hanife’dir.
Şeyhayn: Ebu Hanife ve Ebu Yusuf kastedilir.
Tarafeyn: Ebu Hanife ve İmamı muhammed kastedilir.
Sahibeyn (imameyn): Ebu Yusuf ve İmamı Muhammed kastedilir.
Es-Sâni: Ebu Yusuf
Es-Sâlis: İmamı Muhammed
Lehû: Ebu Hanife’nin görüşü.
Lehümê:(indehümê, mezhebühümê): Ebu Yusuf ve İmamı Mıhammed’in
görüşleridir.
Ashâbünâ: Meşhur üç imamımız (ebu Hanife, Ebu Yusuf, İmamı
muhammed) kastedilir.
Meşâyih: İmam Ebu Hanife’nin devrine yetişemeyenler kastedilir.
c-Ebu Hanife ve ashabının Zahir-ur rivaye’de ittifak ettikleri ile kesin fetva
verilir. İhtilaf ederlerse İmam Ebu Hanifenin görüşü ile fetva verilir.
d-Bir meselede İmamın rivayeti yoksa, sırasıyla; Ebu Yusuf, Muhammed,
Züfer ve Hasan b. Ziyad’ın görüşü ile fetva verilir.
e-Bir meselede Kıyas ve İstihsan varsa, -meşhur yirmi iki mesele hariç- amel
İstihsana göredir.
f-Mütün: (Hanefi mezhebinin muteber metinleri kastedilir.), Muhtasar-ul
Kudûri, el-Bidaye, en-Nihaye, el-Muhtar, el-Vikaye, el-Kenz, el-Mültega gibi.
Bunlar Zahir’ur-Rivaye ve Mutemet görüşlerin nakli için te’lif edilmiştir.
g-Tashih ve Fetva çelişirse, evlâ olan metinlere muvafık olanla amel etmektir.
h-Müftü ve Kadı ayrımı olmadan, kendi hakkında da olsa zayıf rivayetle amel
caiz değildir. (Müftü, şer’i hükmü haber verir. Kadı ise, onunla hükmeder.)
j-Telfik yoluyla çıkan hüküm Hanefilere göre bâtıldır. Amelden sonra
taklitten dönmekte batıldır.10
10
Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, s.45-47
I. BÖLÜM
A-EBU HANİFENİN HAYATI
1-Ebu Hanife’nin Doğumu ve Nesebi:
Tam adı; Numan b. Sabit b. Zevta b. Muhammed, Ebu Hanife künyesi ile
meşhur olup, İmam-ı Azam (Büyük İmam) lakabıyla bilinen imamımız mutlak
müctehid ve Hanefi mezhebinin kurucusudur. Ebu Hanife Onun künyesi olarak
zikrediliyorsa da Hanefi adında bir kızının olmadığı ve hatta oğlu Hammad’dan
başka çocuğu olmadığı bilinmektedir. Bu şekilde anılması ıraklılar arsında “Hanife”
denilen bir tür divit veya yazı hokkasının devamlı yanında taşıması veya “Hanif”
kelimesinin sözlük anlamından hareketle haktan ve istikametten ayrılmayan bir
kimse olarak izah edilmiştir.
Ebu Hanife h. 80/ m. 699 yılında Kufe’de doğduğu hususunda tarihçilerin
çoğu görüş birliğindedir. Her ne kadar farklı görüşler de olsa bile Numan ve ailesinin
Arap olmadığı kesindir. Onun Farisi veya Türk olduğu şeklinde değişik görüşler
vardır. 11
Nesebi konusunda da değişik rivayetler vardır. Babası Sabit, dedesi Zevta olup
Kabil
ahalisindendir.
Farislidir.
Araplar
oraları
fethedince
esir
düşmüş,
Teymoğullarına köle olarak verilmiş, sonra azat olmuştur. Nesebi konusunda torunu
ve oğlu Hammad’ın oğlu Ömer’in rivayeti böyledir. Fakat diğer torunu İsmail, yani
Ömer’in kardeşi ise dedesi Ebu Hanife’nin nesebini şöyle zikrediyor: “Merzdan
(serhat muhafızı) oğlu Numan oğlu Sabit oğlu Numan” atalarında kölelik
bulunmadığını yeminle söylüyor.
Bu konuda sonuç olarak şunu diyebiliriz ki; Dedesi ister köleliğe düşmüş
olsun, Ebu Hanife hür bir babadan hür olarak doğmuştur. Her ne kadar bazıları,
araştırmacıların kabul etmediği güvenilir olmayan rivayetlerle babasının da köle
düştüğü zannına kapıldılarsa da köle düşmesi, Ebu Hanife’nin ilmine ve mevkine,
şeref ve kadrine hiçbir noksanlık getirmez. Peygamberimiz (sav) de, üstünlüğün
sadece takvada olduğunu tekrar tekrar dile getirmiştir. Ebu Hanife’nin kendi
11
Mustafa Uzunpostalcı, “Ebu Hanife”, İslam Ansiklopedisi, T.D.V. Yayınları, İst., C: 10, s. 131
başından kölelik geçse bile bunun ne önemi var? Onun şerefi nesepten ve maldan
gelmiyor. O şöhretini, haiz olduğu menkıbeler, izzet-i nefs, akıl ve takvadan alıyor.
Asıl şeref işte bunlardadır.12
2-Ebu Hanife’nin Yetiştiği Çevre:
Ebu Hanife’nin Kufe’de yetiştiğini daha önce belirtmiştik.Kufe hicretin
17.yılında yani Hz.Ömer zamanında kurulmuştur.13
Sonraları büyük gelişme
gösteren yeni şehrin methi, etrafa yayılınca buraya gelenlerin sayısı her gün biraz
daha artmıştır. 14
Irak çeşitli kavimlerin, cemaatlerin kaynaştığı yerdi. Çünkü orası eski
medeniyetlerin yatağı idi. Süryaniler orada yayılmışlardır. İslamdan önce orada
değişik mektepler kurulmuştur. Bu okullarda yunan felsefesi, İran hikmeti
okunuyordu. Yine İslam’dan önce burada akidevi konularda birbirleriyle mücadele
eden Hıristiyan mezhepleri vardı. İslamiyet’ten sonrada çeşitli milletler ve dinler
burada var olmaya devam etti. Ara sıra karışıklıklar, fitneler oluyor, siyasi fırkalar
birbirleriyle mücadele ediyorlardı. Şia, Havaric ve mu’tezile gibi fırkalar burada
ortaya çıkmıştır.15 Diğer yandan fetih maksadıyla Hicaz yarımadasından ayrılan
birçok sahabe, Irak bölgesine yerleşmiş,Kufe ve Basra’nın önemli bir yerleşim
merkezi haline gelmesiyle de buralara gelen sahabe sayısında artış olmuştur.
Hz.Ali
(r.a)
zamanında
hilafet
merkezinin
Medine’den
Kufe’ye
nakledilmesi,buranın önemini fazlasıyla artırmıştır.Ali b.Ebi Talib, Abdurrahman
b.Mes’ud, Sa’d b.Ebi Vakkas, Ebu Musa el-Eşari Muğire b.Şube, Ammar b.Yasir ve
Enes b.malik gibi büyük sahabelerin buraya yerleşmesine sebep olmuştur.Hz.Ömer
(r.a),Kufe ehline yazdığı mektupta:”İslam’ın merkezine “tabirini kullanarak orada
bulunan ilim sahibi Sahabe ve Tabiin büyüklerine işarette bulunmuştur.Nitekim İbn
Ebu Zehra, Muhammed, Ebu Hanife, Çev. Osman Keskioğlu. D.İ.B.yayınları, Ank. 1999, III.
Baskı, s.23-24
13
el-Hamevi, Şihabuddin Ebu Abdillah Yakut b. Abdillah, Mu’cemu-l Buldan, 5 c., Dâru Ihyâi’tTürasil-Arabi, Beyrut, 1979, C: IV, s.491
14
Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, 4 c., (Çev. A.Temir,
Z.Kadiri Ugan), Maarif Basımevi, İst., 1958, C: IV, s.71
15
Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.30
12
sa’d, yetmiş Bedir ashabının,üç yüz kadar da şecere-i Rıdvan ashabının Kufe’ye
yerleştiğini söyler.16
İşte Ebu Hanife, eski kültür ve medeniyetlerin yatağı ,yeni dinin ve onun
azim ve şevk dolu saliklerinin yerleşim merkezi olan böylesine hareketli bir ülkede
ve onun gelişmeye müsait bir şehri olan Kufe’de doğdu ve yetişti.
3-Ebu Hanife’nin vefatı:
Ebu Hanife’nin ölüm tarihi belli olmakla beraber nasıl öldüğü veya öldürüldüğü
hususunda değişik rivayetler vardır.Ölüm tarihinin h.150 olduğunda kaynaklar
müttefiktir.17
Ebu Hanife’nin Halife Ebu Cafer el-Mansur’un Kadı’lık teklifini kabul
etmeyince kırbaçlandığı ve hapse atıldığı kaynaklarda zikredilmektedir.Fakat onun
hapisteyken mi yoksa çıktıktan sonra mı öldüğü ihtilaflıdır.Hatib Bağdadi ;”Sahih
olan onun hapisteyken öldüğüdür.”diyor.18 Bununla beraber Ebu Hanife’nin hapisten
çıktıktan sonra zehirlenerek öldürüldüğü hususunda rivayetler de vardır.19 Ebu-l
Arab Muh.b. Ahmed b.Temim et-Tirmizi (ö.333), “Kitab-ül Mihen”adlı eserinin,
“İnsanların ileri gelenlerinden ve Ulemadan zehirlenenlerin beyanı” başlığını taşıyan
bölümünde, Ebu Hanife’nin zehirlenmesiyle ilgili şu bilgiyi verir: “Bana ulaştı ki,
Ebu Hanife, Ebu Cafer el-Mansur’un talebi üzerine yanına gitti, içeri girdi.Mansur
onun için zehirli süt hazırlatmıştı.Ebu Hanife yanına oturunca Mansur sütü getirterek
içmesini istedi. Ebu Hanife şöyle: ‘Ben yaşlı bir adamım, bu süt benim mideme
dokunur. Benim gibi bir kimse süt içemez’. dedi Ebu Cafer içeceksin diye ısrar
edince Ebu Hanife de içti. Sonra izin almadan Mansur’un yanından kalktı. Mansur,
Kufe’ye yerleşen Sahabelerle ilgili geniş bilgi için bkz. İbn Sa’d, Muhammed b. Sa’d ez-Zühri, etTabakâtü’l-Kübrâ, 9 c., Dâru Sâdır, Beyrut, 1968, C: VI, s.5 vd.
17
İbn Sa’d, Tabakât, C: VI, s.368-369
18
el-Hatip el-Bağdadi, Ebu Bekr Ahmed b. Ali b. Sabit, Târihu Bağdât ev Medinetü’s-Selam, 14 c.,
Dâru’l-Kütübi’l-Arabî, Beyrut, ts., C: XIII, s.326-328.
19
Ez-Zehebi, Şemsüddin Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Osman, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, 23
c., (Thk. Şuayp el-Arnavut ve diğerleri), Müessesetü’r-Risale, Beyrut 1982, C: VI ,s.403; elKureşi, Muhyiddin Ebi Muhammed Abdülkadir b. Muhammed, el-Cevâhiru’l-Mudıyye fî
Tabakâti’l-Hanefiyye, 4 c., (Thk. Abdülfettah Muhammed el-Hılv), Riyad 1978, C: II, s.502
16
“Nereye gidiyorsun?” deyince, Ebu Hanife; ‘Gönderdiğin yere’ diye cevap verdi,
yanından çıktı ve bu süt yüzünden öldü.20
Ebu Hanife’nin cenazesi altı kere kılınmış ve izdihamdan dolayı ikindi
namazına kadar defnedilememiştir.Cenazesi vasiyeti üzerine Bağdat’ta Hayzuran
Kabristanı’nın doğu tarafına defnedildi.21 Yirmi gün boyunca insanların kabri
başında namazını kılmaya devam ettikleri ,bu arada Halife Mansur’un kabri başına
gelip namazını kıldığı rivayet edilmektedir.22
B-EBU HANİFE’NİN İLMİ ŞAHSİYETİ
1-Ebu Hanifenin Genel olarak ilmi yönünü
Ebu Hanife Dört Mezhep İmamından biri olup hukukçu yönü ile ele aldığımız
takdirde ,onu gerçek anlamda bir hukukçu olarak takdim etmemiz gerekir.İslam
dünyasında o en büyük müctehid ve mütefekkir sıfatını haklı olarak elde etmiş bir
fakihtir. Dünyada Ebu Hanife kadar ictihatta bulunmuş ,onun kadar aklı dinde
kullanmış bir başka alimin bulunmadığını söylemek herhalde mübalağa olmaz.Onun
fıkhını incelediğimiz zaman bu özelliğin birinci planda ortaya çıktığını görmemek
mümkün değildir.Bu yönden baktığımız takdirde İslam dünyasında gerçek anlamda
tek bir hukukçunun bulunduğunu ve henüz dünyada gereği gibi anlaşılamadığını
söylemek sadece onun hakkını vermektir.İslam dünyası,özellikle Hanefi dünyası Ebu
Hanife’yi bazı menkıbelerinden ve uydurulmuş sufi kişiliğinden tanımaktadır.Oysa
onu gerçekten tanımanın yolu düşünce sistemini incelemekten ve içtihatlarını
tanımaktan geçer.Bu açıdan Ebu Hanife Hanefi dünyasında meçhul kaldığını
söylemek mübalağa olmaz.23
Ebu-l Arab, Muhammed b. Ahmed b. Temim, Kitab-ül Mihen, (Thk. Yahya Vehib el-Cebburi), 1.
Baskı, Beyrut, 1983, s.255
21
ez-Zehebi, Menakıbu’l-İmam Ebî Hanife ve Sâhibeyhi Ebi Yusuf ve Muhammed b. el-Hasen, (Thk.
M.Zâhid el-Kevseri-Ebu’l-Vefâ el-Afgâni), Lecnetü İhyâi’l-Meârifi’n-Numâniyye, 3.Baskı, Beyrut
1408 h., s.30
22
es-Saymeri, Ebu Abdillah Hüseyin b. Ali, Ahbâru Ebi Hanife ve Ashâbihi, Âlemu’l-Kütüb, 2.Baskı,
Beyrut 1985, s.93
23
Yavuz Yunus Vehbi, İslami Araştırmalar, Ebu Hanife özel sayısı, 2002, sayı: 1-2, TEK-DAV, s.1
20
2-İlme Merak sarması:
Numan b.Sabit küçük yaşta Kur’anı Kerimi hıfzetti.Kıraati yedi kurradan biri
olarak tanınan imam-ı Asımdan aldığı rivayet edilir.Numan gençliğini ticaretle
geçirdikten sonra imam Şa’bi’nin (20/104) tavsiye ve desteğiyle öğrenimine devam
etti.Arapça,Edebiyat,Sarf,Nahiv ve Şiiri öğrendi.Yetiştiği Kufe şehri ve bütün Irak
bölgesi Müslim ve ğayrimüslim birçok düşüncenin ,itikadi fırkaların bulunduğu,
itikatla ilgili ateşli tartışmaların yapıldığı Rey Ehlinin yerleştiği bir şehirdi.Numan
b.Sabit’i ,Şa’bi’nin ilme teşvik etmesi ve ona;”İlim ve ulema ile görüşmeyi sakın
ihmal etme.” Gibi sözleri Ebu Hanifenin hayatında dönüm noktası olmuştur.Bundan
böyle ticaret işini ortağı Hafs b.Abdurrahman’a devrederek ,arasıra dükkana
uğrayarak ,asıl işi ilim meclislerine devam etmek olacaktır.O zaman Numan henüz
yirmi yaşındadır.24
Ebu hanifenin yüzünde keskin zeka işaretleri ,kuvvetli fikir emareleri
okunurdu.O derece ki onu görenlerin dikkatini çekerdi. Acaba onun ilmi meyli ,fikri
yönelişi hangi yöne daha fazla idi? Ulema ile görüşmesi nasıldı? Öyle anlaşılıyor ki
Irakta hakim olan fikir havasının içinde bulunduğundan muhtelif zümrelerin yaptığı
münakaşalara oda karışırdı.Bazı derneklerde,toplantılarda,hatta çarşı pazarda
tesadüfen bazı kimselerle münakaşa yapıyor,sapık fırkalarla mücadele ediyor ve
böylece kendini de gösteriyordu. Bu halle Şa’bi ve Talebelerinin dikkatini
çekti.Anlaşılıyor ki onun fikir ve görüşleri ,Ehli sünnet ve-l cemaat görüşüne
uygundu.Kelam meselelerine dalmış, birçok grup ve sapıkların başlarıyla münakaşa
ve mücadele etmiştir.Bu bize onun gençliğinde Kelam İlmiyle meşgul olduğunu izah
etmektedir.25
Ebu Hanife yaptığı münazara ve münakaşalarda ,Hz.Peygamberden sahabeye
ve sonraki nesillere intikal eden ve o dönemin Müslümanlarının çoğunluğunca da
benimsenen itikadi esasları savunmayı gaye edinmiştir.Onun bu alandaki görüşleri
zamanla daha belirgin hale gelecek olan Ehli-sünnet anlayışının şekillenmesine
önemli ölçüde yardımcı olmuştur.26
Ağırakça Ahmet-Kızılırmak Said, Şamil İslam Ansiklopedisi, “Ebu Hanife”, Şamil Yayınları,
İstanbul, 6 c., C: II ,s.16
25
Ebu Zehra, Ebu Hanife ,s.31-32
26
Mustafa Uzunpostalcı, “Ebu Hanife”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, C: 10, s. 131
24
3-İlmi olgunluğu ve münazara kuvveti:
Muhtelif rivayetlerin işaret ettiği ve ekseriyetinde tasvip ettiği veçhile Ebu
Hanife, itikat meselelerinde münakaşa yaparak hayata atıldı.İlm-i Kelam dediğimiz
budur. Muhtelif fırkalarla mücadele yapmıştır. Sonra bundan vazgeçti, fıkha döndü.
Bütün fikri düşüncesini fıkha verdi, yine de arasıra mecbur kaldıkça veya hakkı
meydana çıkarmak için akaide dair münakaşalar yaptığıda olmuştur. Ebu Hanife
başlangıçta çeşitli dini fırkaların münakaşa mevzuu yaptığı meselelerle boğuştuktan
sonra fıkıh okumaya döndü. Devrinin büyük üstadlarından dersler aldı. Onlardan
birine devam etti. En mümtaz hocayı seçti. Onun muhitine sığındı. En ince meseleleri
ondan öğrendi. Kufe o zaman Irak fukahasının yatağı idi. Basra ise muhtelif mezhep
fırkalarını barındırıyordu. Bu çevrelerin onun üzerinde büyük tesiri olmuştur.
Kendisi bu hususta şöyle demektedir: “Ben ilim ve fıkıh yatağında yetiştim. Onların
erbabıyla bir arada bulundum. O fukahanın arasından bir Fakih var ki onunla
bağlantıyı hiç kesmedim. 27 O da Hammad b.Süleymandır.
4-Önce Kelama hevesi sonra Fıkha dönüşü:
Ebu Hanifeyi Akaid ve Cedelden, Fıkıh sahasına yönelmeye sevk eden amiller
hakkında farklı rivayetler vardır. Bu rivayetlerden birinde talebesi İmam Züfer
b.Huzeyl
anlatıyor: Ebu Hanife bir kadının boşanma ile ilgili olarak kendisine
sorduğu bir soruya cevap verememiş, kadını fıkıh okutan Hammad b.Süleyman’a
göndermiş ve ondan alacağı cevabı kendisine bildirmesini rica etmişti. Kadın
Hammaddan aldığı cevabı kendisine nakledince fıkıh konusunda yetişmesi
gerektiğini düşünerek yirmi iki yaşlarında Hammad b. Süleyman’ın derslerine devam
etmeye başlamıştır. Ebu hanife Hammad’ın öğrencisi olduktan sonra ameli fıkıh
alanında iyice derinleşti ve ağırlıklı olarak bu alanda otorite olduğu söylenebilir.
Diğer bir rivayette, talebesi Ebu Yusuf başta olmak üzere muhtelif
kimselerden geliyor. Ebu Hanifeye soruyorlar: Fıkha nasıl başladın? Anlatayım,
demiş: Bu Allahın tevfik inayetidir. Ona daima hamd olsun. Ben ilim öğrenmeye
başladığım zaman, bütün ilimleri göz önüne aldım. Her birini kısım kısım okudum.
Sonunu ve faydasını düşündüm. Kelam ilmine başlayacağım, dedim. Sonra baktım
27
Hatib el-Bağdadi, Tarih, C: XIII, s.333; Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.37
akıbeti kötü, faydası az, insan kelamda olgunlaşsa aşikar konuşamaz. Bundan
vazgeçtim. Sonra Edebiyat ve Nahve baktım. Onunda sonu bir çocukla oturup ona
Nahiv ve Edebiyat öğretmekten ibaret. Şairliğe baktım, onunda neticesi ya
methederek dalkavukluk yapmak veya hicvetmek. Yalan sözlerden ve dini
hırpalamaktan ibaret. Sonra Kıraat ilmini düşündüm, onu elde edince gençler
etrafıma toplanacak bana okuyacaklar, ben dinleyeceğim. Kur’anı Kerim ve manaları
hakkında söz söylemek güç. Öyle ise Hadis öğreneyim dedim, fakat çok hadis
toplayabilmek uzun ömür ister, ta ki muhtaç olup bana başvursunlar. Yerine göre
yalan söylemekle itham edecekler, vs.. Sonra fıkha baktım. Ona baktıkça gözümde
değeri arttı. Onda bir eksiklik bulamadım. Baktım ki; ulema ile fukaha ile üstatlarla
bir arada oturmak ve onlar gibi ahlaklı olmak var. Aynı zamanda farzları işlemek,
dinin icaplarını yerine getirmek ve ibadetleri gereği gibi ifa etmek, ancak fıkhı
bilmekle mümkün olacaktır. Çünkü dünya ve ahiret onunla kaimdir. Onun sayesinde
dünyayı isteyen büyük mevkilere yükselir. İbadet yapmak isteyen onsuz yapamaz.
Kimse ilimsiz ibadet yaptığını söyleyemez. Fıkıh, ilimle ameldir.28
Fıkıhta karar kılıp selefin yolunu izlemeye başladıktan sonra geleneğe
uymuştur. Kendisine de üstad olarak Hammad b. Ebi Süleyman’ı seçmiştir. On sekiz
yıl Irak’ın bu büyük fakihinin derslerine devam etti. Onun vekili oldu. On yıllık
öğrenciliğinden sonra kendi kürsüsünü açmak istediyse de, altmış kadar fetvasının
kırkının Hammad tarafından tasvip edildiğini ve yirmisinin düzeltildiğini görünce
bundan vazgeçerek onun ölümüne kadar vekaletinde bulundu. Özellikle o sırada şu
dört fıkhı öğrendi: İstinbat29, Hz.Ömer fıkhı, Abdullah b.Mesud’un fıkhı ve Abdullah
b.Abbas fıkhı. Birincisi şer’i hakikatleri araştırıp ortaya koymaya, ikincisi maslahata,
üçüncüsü tahrice, dördüncüsü Kur’an ilmine dayanan okuldu.30
5-Hukûki Kâbiliyeti (Fıkhi Melekesi)
Ebu Hanife Kırk yaşına geldiği zaman, tam olgunluk çağında
Kufe
mescidinde üstadı Hammad’ın ders kürsüsüne oturdu. Kendisine sorulan meseleleri
28
Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.33
İstinbat: Kur’an ve Sünnet nasslarını anlayabilme ve onlardan hüküm çıkarma çalışması. Erdoğan
Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s.213
30
Ağırakça Ahmet-Kızılırmak Said, Şamil İslam Ansiklopedisi, “Ebu Hanife”, C: II, s.16; Ebu Zehra,
Ebu Hanife, s.132
29
çözmek, arz olunan meseleleri bir hükme bağlayabilmek için bunları talebeleri ile
müzakere yoluyla, karşılıklı konuşmalarla okutmaya başladı. Benzeri hadiseleri
birbirine kıyas yapıyor, müşterek illeti olanları aynı hükme bağlıyor, fıtri zekası,
kuvvetli aklı ve sağlam mantıki sayesinde bunları kolayca yapıyordu. Böylece
hanefiyye mezhebinin doğuran parlak fıkıh yolunu açtı. Biz burada onun hayatını
mecrasından, Onunla ilgili şeylerden bahsediyoruz. Onun hayatıyla ilgili şeyleri
beyan içinde iki noktaya dikkat çekmek gerekir:

Yaşayışı, geçimi ve kazancı hakkındadır.

Umumi hayat yani yaşadığı devirde olup biten olaylar karşısında vaziyeti ne
idi ve bunun hayatının akışında ne gibi tesirleri oldu.31
Ebu hanife içinde çıkılması güç meselelere getirdiği pratik ve adil çözümlerle
tanınmış ve hukuki zekası ile ün yapmış bir fıkıhçıdır. Buna örnek olması
bakımından şu olayı zikredeceğiz:32 Serahsi’den rivayet olunur ki, Kufe’de bunak bir
kadın33 vardı. Bir adam ona eziyet etti. Kadında ona; “Ey zinakar ebeveynin çocuğu”
dedi. Kadın, Kadı İbn Ebi Leyla’nın huzuruna getirildi ve orada da söylediğini itiraf
etti. İbn ebi Leyla ona mescidde iki had uyguladı. Bu durum Ebu Hanifeye iletilince;
“Kadı yedi yerde hata yapmıştır “ diyerek şöyle açıkladı:
1-Hükmü, mâtûhe’nin (bunağın) ikrarı üzerine bina etmiştir.Halbuki onun
ikrarı kabul edilmez.
2-Mâtûhe’ye had uygulamıştır. Halbuki o, had cezası uygulanacak
kimselerden (ehl-i ukubeden) değildir.
3-İki had uygulamıştır. Halbuki bir kimse, bir topluluğa iftirada (kazf’de)
bulunsa ancak bir had uygulanır.
4-İki haddi beraber uygulamıştır. Halbuki iki had bir araya gelirse birbiri
arkasına uygulanmaz. Biri vurulup yerleri iyileştikten sonrada diğeri vurulur.
5- Haddi mescidde uygulamıştır. Halbuki yöneticinin haddi mescidde
uygulama hakkı yoktur.
6-Ayakta had uygulamıştır. Halbuki kadına had oturduğu yerde uygulanır.
31
Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.40-41
İ.Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanifenin Hadis Anlayışı ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, DİB.
Yayınları, Ank., 2001, II. Baskı, s. 23-24
33
el-Hatip el-bağdadi, Tarih’u Bağdat’da “Mecnûne”olarak geçiyor. C: II, s.351
32
7-Had velisinin huzurunda uygulanmamıştır. Halbuki kadına velisinin
huzurunda had uygulanır. Çünkü vücudunda bir yara açılırsa onu velisi örter.
O günden sonra bu mesele Kufe’de, “Kadı’nın yedi yerde hata yaptığı
mesele” diye meşhur olmuştur.
6-Meşhur Üstadları:
Ebu Hanife birçok kimseden ilim almış olmakla beraber, Onun en uzun süre
hocalığını Hammad b. Ebi Süleyman Eş’ari yapmıştır. Kendi ifadesine göre hocası
ölene kadar on sekiz yıl onun ders halkalarına devam etmiştir.34
Ebu Hanife şöyle anlatıyor: “Emir’ül Mü’mininin Ebu Cafer’in huzuruna
girdim. Bana ilmi nerden aldığımı sordu. Ben Hammad’dan, O İbrahim’den, O da
Ömer b. El-Hattab, Ali b. Ebi Talib, Abdullah b. Mesud ve Abdullah b. Abbas’dan
aldı” dedim. Bunun üzerine ebu Cafer; “Çok Güzel, çok güzel, kendini iyi ve
mübarek kimselerle dilediğin gibi tevsik ettin Ya Ebu Hanife” dedi. 35
Diğer ders aldığı üstadları şunlardır:
Ata b. Rabia: Ebu Hanife elli beş defa hac yapmıştır. Mekke’ye her gittiğinde
Ata b. Rabia’dan dersler alıyordu, ilim halkalarına katılıyordu.
Nafi: Hz.Ömer ve onun oğlu Abdullah’ın ilimlerini, Abdullah’ın azatlısı
Nafi’den aldı. Böylece İbni Mesud’un ilmiyle Hz. Ali’nin ilmini Kufe ekolü yoluyla
almış oldu.
Zeyd b. Ali: Şia alimlerinden olup bundan da ilim almıştır.
Muhammed Bakır: Şia’nın on iki imamından biridir. Bunun derslerinde de
bulunmuştur.
Cafer-i Sadık: İkisi aynı yaşta idiler. Ebu Hanife ondan bahsederken;
“Vallahi Cafer-i Sadık’tan daha büyük bir fakih görmedim” demiştir.
Abdullah b. Hasan: Ebu Hanife onunda talebesidir. Güvenilir bir muhaddisti.
İmamı malik, Süfyan-ı Sevri ve diğerleri ondan hadis rivayet ederlerdi. Evlad’ı
Ali’dendir. 36
34
Hatip el-Bağdadi, Tarih, C: XIII, s.333
et-Temimi, Takıyyuddin Abdülkadir, et-Tabakatü’s-Seniyye fî Terâcmi’l-Hanefiyye, 4 c., (Thk.
Abdülfettah Muhammed el-Hılv), Daru’r-Rifâi, 1.Baskı, Riyad 1983, C: I, s.8; Hatip el-Bağdadi,
a.g.e., C: XIII, s. 334
36
Ebu Zehra, Ebu Hanife, s. 91-96
35
İctihad usullerinin kaynaklarını tespit bakımından, sahabeden itibaren Ebu
Hanife’nin üstadlarını şema ile şöyle gösterebiliriz:37
Abd
I
Şürayh Alkame b. Kays
Mesruk b. el-Ecdâ
(ö.78/697)
el-Esved b. Yezid
(ö.63/682)
(ö.95/714)
I
I
Amir b. Şürahl eş-Şâbi
İbrahim en-Nehâi
(ö.104/722)
(ö.95/714)
I
Hammad b. Ebi Süleyman
(ö. 120/738)
.
I
Ebu Hanife (Numan b. Sabit)
(ö.150/767)
7-Ebu Hanife’nin yetiştirdiği talebeler
a) Talebelerinin en meşhurları:38
1-Ebu Yusuf Yakup b. İbrahim el-Kufi (h.113/182): Harun
Reşit döneminde Kâdı’ul Kudât (başkanı) idi. Ebu Hanifenin
mezhebinde usulünün tedvini ve görüşlerinin dünya çapında
yayılmasında büyük katkısı olmuştur. Mutlak müctehiddir.
2-Muhammed b. Hasan eş-Şeybâni (h.132/189): Önce ebu Hanifeden fıkıh
öğrendi, tahsilini daha sonra Ebu yusufda tamamladı. Ebu Yusuf’dan sonra ırak
fıkhının reisliği ona kaldı. Mutlak müctehiddir. Yazdığı eserler ebu Hanifenin
mezhebinin muhafaza edilmesini sağlamıştır. “Zahir’ur-Rivâye” denilen kitapları,
Hanefi mezhebinde güvenilir huccetdir.
37
38
Karaman Hayrettin, İslam Hukukunda İctihad, DİB Yayınları, ANK. 1975, s.132
Vehbe Zuhayli, İslam Fıkıh Ansiklopedisi, C: 1, s. 27
3-Ebu’l Huzeyl Züfer b. Huzeyl b. Kays el-Kufi (h.110/158): Hadis
ehlindendi, sonra rey tarafına meyl etti. Kıyasta mahirdi. O kadar ki, ebu Hanife’nin
talebelerinin en isabetli kıyas yapanı o oldu. Mutlak müctehiddir.
4-Hasan b. Ziyad el-Lü’lü (ö.h.204): Önce Ebu Hanifeden sonrada iki
talebesi Ebu Yusuf ve Muhammed’den fıkıh okudu. Hadis rivayeti ve Ebu Hanifenin
görüşlerini rivayetle meşhur oldu. Fakat onun rivayeti derece yönünden İmam
Muhammed’in, Zahir’ur-rivaye kitaplarından sonra gelir. Fıkıhta Ebu Hanife ve iki
talebesinin derecesine ulaşamadı.
b) Talebelerinin yetiştirdiği talebeler:39
1-
İsa b.Aban (ö.h.220, m.836)
2-
Muhammed b.Semâa (ö.h.233, m.847)
3-
Hilal b. Yahya (ö.h.245, m.859)
4-
Ahmed Hassaf b. Ömer (ö.h.261, m.874)
5-
Ebu Cafer Tahâvi b. Muhammed b. Selâme (ö.h.321, m.932)
8-Ebu Hanife’ye Nisbet Edilen Eserler:
Ebu Hanifenin bizzat kendisinin kaleme aldığı eserler konusunda kesin bir
bilgi ve belge yoktur. Talebeleri Ebu Yusuf ve bilhassa Muhammed’in te’lif ettiği
eserler, fıkhını ve çeşitli konulardaki görüşlerini zamanımıza kadar ulaştırmıştır.
Onun devrinde hocalar genellikle kendileri yazmaz, talebelerine yazdırırlardı.
40
Bu
yüzden kendisine isnat edilen eserlerin yekûnu fazla değildir. Bunların başlıcalarını
zikredelim: 41
1- el Fıkh-ul Ekber 42
2- el Fıkh-ul Ebsat 43
39
Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.246-248
Şibay, Halim Sabit, “Ebu Hanife”, İslam Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi, İst. 1977, C: IV,
s.26
41
Eserleriyle ilgili geniş bilgi için bkz. , Sezgin, Fuad, Tarihu’t-Turasi’l-Arabi, 10 c., (çev.Mahmud
Fehmi Hicâzî), Câmiatü’l-imam muhammed b.Suud el-İslamiyye, Riyad 1983, C: III, s.37-50
42
Katip Çelebi, Mustafa b. Abdullah, Keşfü’z-Zûnun an Esâmi’l-Kütübi ve’l-Fünun, 2 c., Milli Eğitim
Basımevi, 2.Baskı, İst. 1971, C: II, s.1287; İbn Nedim, Ebu’l-Ferec Muhammed b. İshak, elFihrist, Dâru’l-Mârife, Beyrut 1978, s.201; Kureşi, el-Cevâhiru’l-Mudıyye fî Tabakâti’l-Hanefiyye,
C: II, s.461
43
Sezgin, a.g.e., C: III, s.41-42
40
3- el Alim ve-l Müteallim 44
4-Risale ilâ Osman el-Betti45
5-Osman el-Bettiye diğer bir risalesi 46
6-El Vasiyye 47
7-El Vasiyye (oğlu Hammad’a) 48
8-El Vasiyye (talebesi Yusuf b. Halid es-semtî’ye) 49
9-El Vasiyye (talebesi Kadı ebu Yusuf’a)50
10-Müsned’ü Ebu Hanife (Ebu Yusuf’un rivayetiyle)51
C-BAZI ULEMANIN ONUN HAKKINDA SÖYLEDİKLERİ
İmam Şafii: Fıkıhla meşgul olan bütün alimlerin Ebu Hanifeye teşekkür
borçlu olduğunu şu veciz sözüyle ifade etmiştir: “İnsanlar fıkıhta Ebu Hanifenin
iyâlidir.”52
Şehabettin Ahmet b. Hacer Heysemi: “Hayrat-ül Hisan” adlı eserinde şöyle
diyor: “Bir adamın hakkında insanların birbirine aykırı iki zümreye ayrılması, o
adamın şeref ve mevkiinin yüksekliğini gösterir. Bakınız Hz.Ali (r.a.) hakkında nasıl
oldu. Onun uğrunda iki zümre helaka maruz kalmıştır; biri aşırı sevmekle ifrada
düşenler, diğeri ona düşmanlıkta ileri gidenler..” çok doğru olan bu söz imamı Azam
Ebu Hanifeye de tıpatıp uymaktadır. Çünkü bazı insanlar ona taraftarlıkta o kadar
ileri gitmişler ki onu Peygamber mertebesine yaklaştırdılar, Tevrat’ın onu
müjdelediğini iddiaya kalkıştılar. Bazı kimselerde ona hücumda ileri gittiler; Onu
Sezgin, Tarihu’t-Turasi’l-Arabi, C: III, s.48
Katip Çelebi, Keşfü’z-Zünun, C: I, s.842
46
Sezgin, a.g.e., C: III, s.49
47
Katip Çelebi, a.g.e., C: II, s.2015; Sezgin, a.g.e, C: III,., s.45
48
Sezgin, a.g.e., C: III, s.47
49
Sezgin, a.g.e., C: III, s.48
50
Sezgin, a.g.e., a.y.
51
Ünal İ.Hakkı, İ.Ebu Hanifenin Hadis Anlayışı ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, s.24; Sezgin,
a.g.e., C: III, s.42-45;
52
Mustafa Uzunpostalcı, “Ebu Hanife”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, C: 10, s.137; İbn Ebi Hâtim erRâzi, Ebu MuhammedAbdurrahman Muhammed b. İdris, Âdâbü’ş-Şâfii ve Menâkıbuhu (Thk.
Abdülgani Abdülhalik), Matbaatu’s-Seâde, Mısır 1953 , s.210; İbnü’l Cevzi, Ebu’l-Ferec
Abdurrahman, el-Muntazam fî Tarihi’l-Umem ve’l-Mulûk, Thk. Muhammed Abdülkadir Ata,
Mustafa Abdülkadir Ata, 18 c., Beyrut 1992, C: VIII, s.131; el-Kerderi, Hafizuddin Muhammed b.
Muhammed b. Şihab el-Harizmi el-Bezzâzi, Menâkıbu Ebi Hanife (Mekki’nin Menakıbı ile
birlikte), Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut 1981, s.99; İbn Hacer el-Askalani, Şihâbuddin Ebu’l-Fazl
Ahmed b. Ali, Tehzibü’t-Tehzib, 12 c., C: 10, s.450; eş-Şârani, Abdülvehhab, Mizânü’l-kübra, 2 c.,
Matbaatu’t-Tekaddümi’l-İlmiyye, Mısır 1321 h., C: 1 s.53
44
45
zındıklık, dini ifsad etmek, sünneti bırakmak ve sünneti bozmak gibi şeylerle itham
ettiler.53
Fudayl b. İyaz: Ebu hanifenin çağdaşlarından olup zühd ve takvasıyla
meşhurdur. Onun hakkında şöyle der: “Ebu Hanife, Fakih ve Müttekî bir zattı. Fıkıh
ilminde meşhur olup, çok servet sahibi biriydi. Gece gündüz ilim öğretmekle
meşguldü. Kendisine müracaat edenler ilminden ve malından faydalanırdı. Az söyler,
çok sükût ederdi. Helal ve harama dair bir mesele ortaya atılınca hemen konuşurdu.
Saltanat malından kaçar, hediyesini dâhi almazdı. 54
Cafer b. Râbi’: “Beş sene Ebu hanifenin yanında bulundum. Onun kadar
uzun uzun sükut eden görmedim. Fakat fıkıhtan bir şey sorulunca açılır, coşkun
ırmak gibi akar, çağlardı. Yüksek sesi etrafı tutardı.”55
Melih b. Vekî: “Allaha yemin ederim ki, Ebu Hanife emanete son derece
riayet ederdi. Allahın rızasını her şeyden üstün tutardı. Allah uğrunda boynuna kılıç
çalsalar buna katlanırdı. Allah ona rahmet etsin.”diyor.
Abdullah b. Mübarek: Çağdaşlarından olup, Ebu Hanifeyi anlatırken;
“Onun ilmin dimağı olduğunu ” söylüyor. 56
İbni Cüreyh: Muhaddislerden olup onun hakkında gençliğinde şöyle
demiştir: “İlimde onun hayret verici bir hâli olacak, kemâlât kazanacak.”
Büyüdüğünde, yanında Ebu Hanifenin adı geçince şöyle demiştir: “Fakihtir o,
hakkıyla fakih ancak o kimselere denir.”
Ebu Süleyman: Çağdaşlarından olup onun hakkında şöyle demektedir:
“Ebu Hanife hayranlık uyandıran bir alimdir. O ilim ayetlerinden bir ayettir.
Onun sözünden yüz çevirenler onu anlamaya tâkatları olmayanlardır. 57
53
Ebu Zehra, Ebu Hanife, s. 13
Hatib el-Bağdâdi, Tarih-i Bağdat, C: XIII, s.340; Ebu Zehra, a.g.e., s. 73-74
55
Ebu Zehra, a.g.e., s. 73-74
56
İbni Hacer el-Heysemi, Şihabuddin Ahmed, el-Hayrâtu’l-Hisân fî Menakıbi’l-İmamı’l-Azam Ebi
Hanife en-Numan, Thk. Halil el-Meys, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1983, s.32
57
İbni Hacer Heysemi, a.g.e., s. 35
54
II. BÖLÜM
HANEFİ MEZHEBİNİN TEESSÜSÜ VE HANEFİ FIKHI
A-HANEFİ MEZHEBİ
1-Mezhebin tanımı: Lugat manası; “Gidilen yer, yol”dur. Istılah manası:
Meselelerin ihtiva ettiği hükümlerdir. Gidilen mekana benzetilmesi şu açıdandır:
Yol, hayatın devam ettirileceği yere ulaştırır, bu hükümler de ahiret saadetine
ulaştırır.1
2-Hanefi Mezhebinin özellikleri:
a-Meselelerin uzun münakaşalara dayanılarak halli ve yazılması.
b-Hükümlerin fakih sahabeler devrindeki fıkhın feyizli ve zengin ilk
kaynağına ulaşıncaya kadar topluluklardan rivayet edilmesi.
c-Yeni olayların hükümlerini açıklamada arda arda gelen toplulukların sürekli
çabalar harcaması. İşte bu sayededir ki Hanefi mezhebi her devrin ihtiyaçlarına ve
insanlığın medeniyet açısından ilerlemesinin gereklerine ayak uydurmuştur.
d-Ebu Hanife’nin kıraati ise İslam ülkelerinde yaygın olan Asım Kıraatı’dır.
Ebu Hanife’nin meselelere delil getirirken en büyük kaynağı Kur’anı- Kerimdir. 2
3- Hanefi mezhebinin kurucusu Ebu Hanife (80/150)3
Emevi ve Abbasi devletlerinin yükseliş devirlerinde yaşayan İmam-ı Azam
Ebu Hanife, Tebeü’t-Tâbiindendir. Tabiin’den olduğu da rivayet edilir. Enes b.
Malik’i görüp ondan: “İlim tahsili her müslümana farzdır”4 hadisini rivayet ettiği
söylenmiştir.
Ehl-i Rey’in imamı, Iraklıların fakihidir.
Hadis ve fıkıh ilmini ulemanın ileri gelenlerinden almıştır. Bilhassa fıkhı
İbrahim en-Nehâî’nin talebesi olan Hammad b. Ebi Süleyman’dan almış, Hocası ile
fıkhi- ilmi tahsil ve müzakereleri on sekiz yıl sürmüştür.
Vehbe Zuhayli, İslam fıkıh Ansiklopedisi, C: I, s.26
el-Kevseri, Muhammed Zahid, Hanefi Fıkhının Esasları, Çev: Abdulkadir Şener- M.Cemal
Sofuoğlu, Ank., TDV. 1991, s.47-48
3
Vehbe Zuhayli, İslam fıkıh Ansiklopedisi, C: I, s.26-27
4
İbn Mace, Ebu Abdullah Muhammed b. Yezid El Kazvini, Sünen, İstanbul, Çağrı Yayınları, 1992,
2 c., C: I, s. 81
1
2
Hadis
kabulünde
ihtiyatlı
davranmıştır,
kıyas
ve
istihsana
çokça
başvurmuştur. Kelam ilmine dair “Fıkh’ı Ekber, hadiste ise “Müsned”i vardır. Fıkha
dâir kitabı olduğu nakledilmemiştir.
4-Hanefi Mezhebinde en güvenilir fetva: Zahir rivayetlerde yer alıp Hanefi
imamlarının ittifakına mazhar olan görüşle tereddütsüz fetva verilir. İmamların ihtilaf
ettikleri görüşlere gelince “es-Siraciye” ve diğer kitaplarda belirtildiği gibi, en
sıhhatli görüş şudur: Mutlaka İmam Ebu Hanife’nin içtihadıyla fetva verilir. Daha
sonra ikinci imam Ebu Yusuf’un görüşleriyle, daha sonra üçüncü imam
Muhammed’in, daha sonra Züfer ve Hasan b. Ziyad’ın görüşleriyle fetva verilir.
Fakat “el-Hâvî el-Kudsî” delilin kuvvetliliği bahis konusudur. Yani kimin delili daha
kuvvetli görülürse onun görüşü daha öne alınır. 5
Eğer müftü delillere bakabilecek kabiliyette ise, hangisinin delili daha
kuvvetli ise onu seçer. Aksi takdirde yukarıda belirtilen tertibe uyması lazımdır. Bazı
yerlerde alimler, Ebu Hanifenin talebelerinin sözlerini onun sözlerine tercih
etmişlerdir. Nitekim on yedi meselede sadece Züfer’in görüşü bulunan içtihadı
İmamın içtihadına tercih etmişlerdir.6
Ne İmamın ne de talebelerinden hiç kimsenin mesele hakkında içtihadı yoksa,
sonradan gelen alimler o mesele hakkında ittifakla ne demişlerse öylece amel edilir.
Eğer ihtilaf etmişlerse, çoğunluğun fetvasına itibar edilir. Ebu Hafs, Ebu Cafer, Ebu
Leys ve Tahavî gibi îtimâda şâyân olan belli başlı büyük alimler ne tarafta ise o
görüş tercih edilir.
El-Eşbâh ve’n-Nezâir’in şerhi olan “Nehir” den, Aynî’nin “Şerh’ul Kendî ve
Tenvîru’l-Ebsar”ın şerhi “Dürrül Muhtar”dan, yazarının durumu bilinmeyen Menia
Miskin’in “Şerh’ul Kenzi”, Kühüstânî’nin “Şerh’un-Nikâye” gibi kitaplardan, yine
zayıf sözleri derleyen Zahidî’nin “el-Künye” si gibi kitaplardan fetva vermek caiz
olmaz.7
Bkz. Haskefi, Ed-Dürrü’l-Muhtâr, (İbn Abidin’in Reddü’l-Muhtar Haşiyesi ile birlikte)’ın
dipnotuna, M.el-Halebi Baskısı, Mısır, 1386 (1966), C: I, s. 70-71,
6
İmam Şa’ra, İmamların Fıkhı İhtilafları Niçin Rahmettir, trc. Ali Arslan-Mahfuz Aksu, Arslan yay.,
İstanbul, 1981, s. 92
7
a.g.m., a.g.e., s.93
5
B-HANEFİ FIKIH KİTAPLARININ MERTEBELERİ:
Hanefiler, kendilerinin fıkıh kitaplarının ve alimlerinin meselelerini üç
tabakaya ayırmışlardır:8
1- Mesâil’ül Usûl: Zahiru’r-Rivâye diye bilinir. Mezhebin asıl sahiplerinden
rivayet edilmiş meselelerdir. Bu zatlar: İmam-ı Ebu Hanife, İmam-ı Ebu Yusuf ve
İmam-ı Muhammed’dir.
Zâhir’r-Rivâye kitapları İmam-ı Muhammed’indir. Bunlar İ.Muhammed’den
tevâtür yada şöhret yoluyla sika ravilerin rivayet ettiği mûtemet altı kitaptır:

Mebsut9

Ziyâdât

El-Câmi’us-Sağır

El-Câmi’ul-Kebir

Es-Siyer’ul Kebir

Es-Siyer’us-Sağir
2-Mesâil’ün-Nevâdir: Zahiru’r-Rivaye eserleri dışında İmam Ebu hanife ve
öğrencilerinin diğer görüşleri bize tevâtür yoluyla ulaşmamıştır. Bunlara “Nâdiru’rRivâye” denir.
İmam Ebu Yusuf’un Eserleri:

El-Âsar

Kitabü’l-Harac

İhtilâfü Ebi Hanife ve ibni Ebi Leyla
İmam Muhammedin Eserleri:

El-Âsar

Ziyâdat’üz-Ziyâdât

El-Hucce alê ehli’l-Medine

El-Keysâniyyat, El-Hâruniyyat, El-Cürcâniyyat, El-Rikkâniyyat
İbni Abidin, Hâşiyetü Raddü’l-Muhtar Ale’d-Dürru’l-Muhtar, 8 c., Dâru’l-Fikr, Beyrut 2000, C: I,
s.64; İbn Abidin, Resmü’l Müftî, s. 16 vd.; Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.249-250
9
“el-Asl” diye bilinir. İmam-ı Muhammed’in en uzun ve en önemli kitabıdır.
8
3-Vakıalar ve fetvalar: Müteahhir müctehidlerin kendilerine sorulan
meselelerde mezhebin ilk alimlerinin temas etmedikleri konularda sonraki alimlerin
istinbat10 ettikleri meselelerdir.
C-HANEFİ FIKHININ KAYNAKLARI:
İmam-ı Muhammed’in kitapları Hanefi Fıkhı’nın kaynaklarıdır. Şimdi bunları
kısaca açıklayalım:
1-Mebsut: Bu “el-Asl” adıyla da bilinir. İmam-ı Muhammed’in en uzun
kitabıdır. Ebu Hanifenin fetva verdiği bazı meseleleri içerir.
2-Câmi’us-Sağir: Bu kitap İmam-ı Muhammed’in Ebu Yusuf’tan aldığı
meseleleri ihtiva eder. Onun için kitabın her babı şu ibare ile başlamaktadır:
“Muhammed Yakup’tan, o’da Ebu Hanife’den nakleder.”
3-Câmi’ul-Kebir: ulemâ, İmamı Muhammed’in bunu Ebu Yusuf’tan rivayet
ettiği konusundan ihtilaf etmiştir. Fakat Ebu Yusuf’tan aldığı bir çok mesele bu
kitapta mevcuttur. Aynı zamanda diğer Irak fukahasının meselelerini de ihtiva eder.
4-Siyer’i Kebir, Siyer’i Sağir: Bu iki kitap ta cihat hükümleri, harpte caiz
olmayan şeyler, mütareke hükümleri, bunlar ne zaman bozulabilir, eman verme
ahkamı, kimler verebilir, ganimet hükümleri, fidye, harb esirleri vs. gibi harbe ve
harb sonrası işlerine ait meseleler ele alınmıştır.
5-Kitâb’uz-Ziyâdât: Bu eser Zahir’ur-Rivaye adı verilen kitapların
altıncısıdır. Adları önce geçen kitaplara ilave bazı meseleleri ihtiva eder. Onun için
Ziyâdât ismini taşır.
6-El-Red Alâ Ehli Medîne: İmam-ı Muhammed’e aittir. O nakletmiştir. Ebu
Hanife’nin Rey’lerini ve Ehl-i Medine reylerini münakaşa eder.
7-Kitâb’ul Âsâr: İmam-ı Muhammed’e ait olup, bunda Irak fukahasınca
bilinen ve Ebu Hanife’nin rivayet ettiği hadisleri ve eserleri toplamıştır. Son iki
eser, Ebu Hanife’nin Müsned’i sayılır.11
İstinbât:Kur’an ve Sünnet nasslarını anlayabilme ve onlardan hüküm çıkarma çalışmasıdır.
Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s.213
11
İbn-i Abidin, Resm’ül Müfti, s.17-19; Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.236-243
10
III.BÖLÜM
EBU HANİFENİN FIKHI VE FIKIHTA TAKİP ETTİĞİ
USÛL
A-EBU HANİFE’NİN FIKHI VE İSLAM HUKUKU’NA HİZMETİ
1-Asıl Maksada Geçiş:
Bu çalışmamızın asıl gayesi, Ebu Hanife’nin fıkhını incelemektir.Çünkü Ebu
Hanife fıkhıyla şöhret bulmuştur. Onun mümeyyiz vasfı fakihlik sıfatıdır. Onunla
tanınmış, onunla nâm almıştır.
Ebu Hanife’nin fıkıh bablarına göre tertiplenmiş fıkha dair bir eseri
bilinmiyor. O, asrın ruhuna ve zamanın akışına uygun düşende budur. Zira kitap
yazmak onun ömrünün son günlerine kadar şuyû bulmuş değildi. Bu iş onun
vefatından sonra yayıldı.1
2- Talebelerinin Onun Sözlerini Toplaması:
Şunu biliyoruz ki; Onun talebeleri reylerini toplamışlar ve sözlerini de
kaydetmişlerdir. Hatta bazen Ebu Hanife talebelerine bunları dikte ettirirdi.Ebu
Hanife’nin reylerinin nakleden İmam Muhammed’in kitaplarının hepsi üstadından
işittiği şeylerdir veya ikinci üstadı İmam Ebu Yusuf’tan aldığı nakillerdir. Ebu
Hanife vefat ettiğinde İmam Muhammed on sekiz yaşında idi. Bu yaş onun
kitaplarına doldurduğu o meselelerin hepsini Ebu Hanife’den duymasına imkan
verecek bir yaş olamaz.2
Ebu Hanife şeriat ilmini ilk tedvin edendir. Ashab ve Tabiin şeriat ilmini
bablara ayırmamışlar ve kitaplarda tertip etmemişlerdir. Onlardan sonra Ebu Hanife
geldi ve ilmi yayılmış gördü. Sonra gelen kötü neslin onu zâyi etmesinden korktu.
Nasıl ki, Hz. Peygamber buyuruyor: “Allah-u Teala insanların elinden çekip almak
suretiyle ilmi ortadan kaldırmaz; ilim ulemanın ölümü sebebiyle ortadan kalkar.
Cahiller reis olur, ilimleri olmadığı halde fetva verirler, hem saparlar, hem de
1
Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.215
a.g.m., a.g.e, s.216-217
2
saptırırlar.”3 Ebu Hanife işte bunun için fıkıh tedvin edip onu bablara ayırdı. Kitap
halinde kısım kısım tertip etti. Önce kitâb-ı tahâretle başladı, sonra sırasıyla; Namaz,
diğer ibadetler, muamelat ve son olarakta miras’la bitirdi.4
Ebu Hanifenin şûra fıkhı da önemli bir çalışmadır. Kendisinin kırk kadar
özel talebesi vardı ve meseleleri toplu halde konuşur ve bir sonuca bağlardı.5
Mezhebini de talebeleriyle istişare yoluyla vaz’etmiştir. Onlarsız tek başına
yapmış değildir. Meseleleri birer birer ortaya atar, onları her cihetten inceler,
talebelerinin düşüncelerini dinler, kendi görüşlerini de söyler, onlarla münazara
yapar, nihayetinde bir sonuca bağlar. Sonra Ebu Yusuf onu usûle göre tespit ederdi.
Böylelikle usûlün cümlesi de tespit edilmiş oldu. 6
3-Ebu Hanifenin Fıkıh Tedvinindeki Öncülüğü:
İslam ilimlerinde fıkhın konularının düzenli olarak belirlenmesiyle bunların
kitap, bab, fasıllara ayırarak yazılması İslam Hukukunda çok önemli bir dönüm
noktasıdır. İmam Muhammed eş-Şeybânî’nin teklifiyle ortaya çıkan bu düzenli
metinler (asl), vahyi hükümlerle dini-dünyevi hayatı ince ayrıntılarıyla içine alan
beşyüzbin meseleyi hükme bağlamıştır. Bunlar yazılı küllî fıkıh kaideleri olarak
İslam kültür ve hukukunun vazgeçilmez kaynakları olmuş, yüzyıllarca şerhleri
yapılmıştır. Çağdaşlarının Ebu Hanifeyi aşırı Re’y taraftarlığıyla suçlamaları bile
daha sonraları
onun
görüşlerinin başka
kavramlar
adı
altında
kabulünü
engellememiştir. Ebu Hanifenin bir diğer özelliği de, kendisinden öncekilerin
nakillerinin yarısını bütün meseleleri yeni baştan Edille-i şer’iyye kaynaklarından
çıkarmasıdır. İslamın esaslarına uymayan Haber’i Vahidleri reddeder. Ashabın
görüşünü birçok müsnedden tercih eder. Tâbiînin görüşünü almak yerine kendi
Rey’ini koydu. Çünkü oda Tâbiindendi. 7
Buhari, Muhammed b. İsmail, el-Câmiu’s Sahih, Çağrı Yayınları, İst., 1992, İlim-34
el-Mekki, el-Muvaffak b. Ahmed, Menakıb-ı Ebu Hanife (Kerderi’nin Menakıbı ile birlikte), Dâru’lKitabi’l-Arabî, Beyrut 1981, C: II, s.136
5
Kerderi, Menakıb-ı Ebi Hanife, C: I, s.391-393
6
el-Mekki, a.g.e., a.y
7
Ağırakça Ahmet-Kızılırmak Said, Şamil İslam Ansiklopedisi, “Ebu Hanife”, C: II, s.19
3
4
4-Ebu Hanifenin Fıkıh İlmindeki Yeri:
Ebu Hanife ilmi müzakerelerin yanısıra ticaretle de meşgul olması sebebiyle
daima hayatın ve fıkhî problemlerin içinde bulunmuş, karşılaştığı meseleler veya
kendisine yöneltilen sorularla ilgili olarak hayatı boyunca sayısız ictihad yapmıştır.
Ancak bunları yazmadığı gibi ictihad metodunu açıklayan herhangi bir eser de
bırakmamıştır. Bundan dolayı aleyhine bazı şeyler söylenmiş, çok kıyas yapmakla,
kıyası nass’a tercih etmekle suçlanmıştır. Ebu Hanifenin; “Biz önce Allahın
kitabında olanı alırız, onda bulamazsak Hz.Peygamberin sünnetine bakarız, onda da
bir şey bulamazsak Ashabın ittifak ettiğini benimseriz. İhtilaf etmişlerse dilediğimizin
görüşünü alırız. Başkalarının görüşlerini onlara tercih etmeyiz. Ancak Hasan-ı
Basri, İbrahim en-Nehâî, ve Said b. Müseyyeb gibi tâbiin alimlerine gelince onların
içtihatlarına bağlı kalmayız. Onlar gibi bizde içtihadda bulunuruz. Aralarında
müşterek bir illet bulununca, bir hükmü diğerine kıyas ederiz.” Sözünden ictihad
metodu anlaşılmaktadır. 8
Dönemindeki fakihlerin görüş ve fetvalarına gerektiğinde aykırı fetva
vermesi ve çok içtihat etmesiyle meşhur olmuştur.
a-Önceki Fıkıhlara Bakarak Ebu Hanifenin Fıkhı:
Ebu Hanifenin taraftarları; “O yepyeni bir fıkıh düşünce tarzı getirdi”diyorlar.
Esas; Kitap, sünnet ve sahabenin sahih kavillerine dayanır. Ebu Hanife’nin tabi
olduğu o çığırı ilk açanın İbrahim en-Nehâi olduğunu söylüyorlar. Böyle
düşünenlerden Şah Veliyyullah Dehlevi, “Huccetü’llâhi’l Bêliğa” adlı kitabında
şöyle diyor: “Ebu Hanife-Allah ondan razı olsun- İbrahim Nehâi’nin ve akranlarının
mezhebini benimsemiştir, onları aşmamıştır. Ancak bazı cihetler müstesnadır.
İbrahim’in mezhebi üzere mesele çıkarmakta çok kuvvetli idi. Tahriç usüllerinde
gayet ince görüşleri vardı. Mesele tahricin de gayet atılgandı. Eğer bu dediklerimizin
hakikat
olduğunu
öğrenmek
istersen:
İmam
Muhammed’in
Âsar’ından,
Abdurrazzak’ın Câmiinden, Ebî Şeybe’nin Musannaf’ından, İbrahim en-Nehâî ve
8
İbn Abdilberr, Ebu Amr Yusuf b. Abdillah, el-İntiga fî Medâili’s-Selâseti’l-Eimmeti’l-Fukaha:
Malik, Şafii, Ebu Hanife, Mektebetü’l-Kudsi, Kahire 1350, s.261-265; Mustafa Uzunpostalcı, “Ebu
Hanife, T.D.V., İslam Ansiklopedisi, C: 10, s.135; Saymeri, Ahbêru Ebi Hanife, s.24; Mekki,
Menakıb, s.80; es-Suyûti, Celâluddin Abdurrahman b. Ebi Bekr, Tebyidu’s-Sahife fî Menakıbi’lİmam Ebi Hanife, Haydarabat, 1317 h., s.109
akranlarının sözlerinin özetini al ve onları Ebu Hanife’nin mezhebiyle mukayese et,
göreceksiniz ki birbirlerinden ayrıldıkları yerler gayet azdır. Bu az olan yerlerde
yine Kûfe fukahâsının dediklerinden çıkmıyor.”9
Görülüyor ki bu sözler Ebu Hanife’nin yeni bir fıkıh anlayışı getirmediğini
ortaya koyuyor. Yani İbrahim en-Nehâi ve onun akranlarının sözlerini naklettiği,
onların içtihadı bulunmayan konularda yeni bir şey söylemediği bârizdir. Onların
görüşlerinden çıktığında da yine Kûfe ulemasının sözlerini alıyor.
Şüphesiz ki bu hüküm, Ebu Hanife’nin fıkıhtaki mevkiini aşağı indirerek onu
mukallit addediyor, başka bir müctehidin mezhebine tâbi olan bir mukallit hükmüne
indiriyor. Eğer Ebu Hanife böyle olsaydı, fıkıh sahasında asıllara hâkim olan bu tesiri
meydana getiremezdi. 10
b-Ebu Hanifenin İbrahim Nehâî’nin Mukallidi Olmadığı
Doğrusu Ebu Hanife Irak Fıkhını olgunlaştırmıştır. Yalnız hazır bulduklarıyla
yetinmemiştir. Şüphesiz ki Ebu Hanife’nin fıkıh mantığını olgunlaştırmada İbrahim
Nehâi’nin büyük tesiri vardır. Onun fıkıh gözünü açan O’dur. Fakat bu düşünce; Ebu
Hanife başkalarından hiçbir şey almadı, yalnız onun yolunda ve izinde yürüdü,
demek değildir. Gerçek şudur ki Ebu Hanife fıkıh okumaya üstadı Hammad’dan
İbrahim Nehâi’nin fıkhını telakki ederek başlamış, sonra Hammad’dan başkalarının
aldığı rivayetler ve bilgilerle fıkhını tamamlamıştır. Kendisi bir çığır açmış, kıyaslar
ve burhanlar getirmiştir. Zira üstadı Hammad’ın vefatından sonra onun ders
kürsüsüne otuz sene oturmuş, buradan halka ilim ve feyz nuru saçmıştır.11
İbrahim Nehâi’nin fıkhını Ebu Hanife’ye nakleden râvi şüphesiz ki
Hammad’dır. Hammad’dan bu fıkhı aldıysa da Hammad’ın ölümünden sonra otuz
sene zarfında Ebu Hanife onunla yetinmekle kalmayıp hür ve serbest düşüncelerine
devam etmiştir. Bu esnada birçok fukaha ile görüşmüş onlardan ders almıştır.12
Netice olarak şunu diyebiliriz ki, Ebu Hanife, fıkhının hepsini İbrahim
Nehâi’den aldığı asla kabul edilemez. Evet İbrahim Nehâi’nin fıkhı onun için en
Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.252-253; ed-Dehlevi, Şah Veliyyullah Ahmed b. Abdirrahim, Huccetüllâhi’l-Bâliğa, 2 c., el-Matbâatü’l-Hayriyye, 1.Baskı, Mısır 1332 h., C: I, s.145
10
Ebu Zehra, a.g.e., s.253
11
Ebu Zehra, a.g.e, s.254
12
a.g.m., a.g.e., s. 254
9
büyük kaynaktır. Fakat Ebu Hanife’nin onun karşısındaki durumu bir mukallit ve
tâbii durumu değildi. Belki muhtar bir âlim ve seçkin bir müçtehit durumu idi.13
c-Ebu Hanife ve İbrahim en-Nehâi arasındaki farklar:
Ebu Hanife önceleri onun yolunun tesirinde kalmışsa da sonradan başlı
başına bir fıkıh çığırı açmış, müstakil bir fıkıh sistemi kurmuştur. Bunların her ikisi
de hadisleri mana itibârıyla tenkite tâbi tutuyorlardı. İbrahim Nehâi hadisleri mürsel
olarak naklediyor, Ebu Hanife de mürsel hadisleri kabul ediyor.
Bu iki zatın fıkıh yöntemlerinde birleşmeleriyle beraber iki noktada açık
surette birbirinden ayrıldıkları göze çarpıyor:
1-Ebu Hanife Hz.Peygamberden rivayetten çekinmiyordu. İbrahim en-Nehâi
ise çekinir ve Peygamberden nakledenin ismini zikrederdi.
2-Ebu Hanife vukû bulmamış meselelerin de hükmünü beyan ederdi. Yani
takdîr-i fıkha giderdi. İbrahim en-Nehâi ise yalnız var olan sorunlarla yetinirdi.14
d-Takdir-i Fıkıh ve Ebu Hanife:
Takdir-i fıkıh, vukû bulmayan meseleler hakkında verilen fetvalardır. Rey ve
Kıyas fukahâsı fıkhın bu nevi’nde biraz çokça ileri gitmişlerdir. “Tarih-i Bağdat”
şunu naklediyor: “Katade Kûfe’ye indiği zaman, Ebu Hanife ona geldi ve:
-Ey Ebu Hattab, bir adam ailesini bırakıp gitse, ailesi yıllarca ondan haber
almasa; karısı, kaybolan kocası ölmüştür zannıyla başka kocaya varsa, sonra birinci
koca çıkıp gelse bu meseleye ne dersin?
Katade:
-Bu mesele vukû buldu mu? dedi.
-Hayır,
-Öyleyse vukû bulmayan bir şeyi bana ne diye sorarsın?
-Biz belâ gelmeden önce hazırlanırız, belâ gelip çatınca nereden girip nereden
çıkacağımızı bilelim diye.”
13
14
Ebu Zehra, Ebu Hanife, a.g.e., s.255
a.g.m., a.g.e., s.256-257
Ebu Hanife’nin vukû bulmamış meseleleri ele alıp cevabını hazırlama
hakkındaki görüşü işte budur. Onun için Takdir-i Fıkıh, Rey ve Kıyasın doğurduğu
bir şeydir. 15
B-FIKHİ METODOLOJİSİ
Kendisi hakkında “bütün zamanların en büyük bilge hukukçusu” şeklindeki
bir tanımlamanın abartı sayılamayacağını sandığımız düzeyde bir konuma sahip olan
İmam Ebu Hanife (ö.150/767), manevi yaşantısı, geniş ufku, rehber kişiliği ve uzman
eğitimciliğinin yanısıra, sahip olduğu hukuk mantığı ve felsefesi olayları
yorumlayışı, hukuki sonuçlara ulaşmak için izlediği metodoloji ile de yaşadığı
çağdan içinde bulunduğumuz döneme kadar Müslüman toplumları derinden
etkilemekle kalmamış, -başta hukuk olmak üzere- bütün kuşakların aydınlığın da
yürüyecekleri engin bir kültür birikimini onlara armağan etmiştir.
Onun fıkhi mirasından yola çıkarak onun hukuki metodunu anlama ve
kavrama çabası yerine, bizzat kendisinin en yakın talebelerinin çağdaşı olan büyük
müctehid ve bilgin kimselerin hakkında söylediklerinden, onunla çeşitli vesilelerle
diyalog kurmuş kimselerin görüş ve değerlendirmelerinden yola çıkarak onun hukuk
mantığını ve felsefesini kavramaya ve keşfetmeye çalışmak, hem daha pratik, hem de
objektifliğe daha yakın olacak kanaatindeyiz. Böyle bir yöntem izlemek İmam Ebu
Hanifeyi doğru ve tutarlı anlamamıza yardımcı olacağı gibi hakkında ileri sürülen
kimi iddialara da en yalın ve net bir cevap niteliğini de taşıyacaktır. Her şeyden önce
burada verilen referanslar erken dönem fıkıh mirasının yanısıra, olaylar ve kişisel
hayatların ele alındığı “Menâkıb” (yeni adı ile biyografi) türü eserler olacaktır.
Menâkıb türü eserlerden bahsedildiği zaman, genel bir kanı olarak bu tür eserlerin ,
olayları ve kişileri anlatırken, onlarla ilgili değerlendirmeleri yaparken, gerçek dışı,
çokça abartılı ifadelerin bulunduğu, dolayısıyla bilimsel değerlerinin tartışmalı
olduğu tezinden yola çıkarak bu çalışmamızdaki referanslara da aynı çekincelerden
hareketle kuşkulu bir biçimde yaklaşmamalarını ümit ediyoruz.
Burada problem, Menâkıb kavramı ya da teriminin olumsuz imacından
kaynaklanmaktadır. Zira tarihçiler, kültür ve tarihi birikim aktarıcıları, alanlarına dair
15
Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.257-258
bilgilerin aktarımında zaman zaman dayanaktan yoksun, aklen izah edilmesi
mümkün olmayan ya da İslamın temel ilke ve kuralları ile telifi mümkün
gözükmeyen bilgi aktarımında bulunmalarıdır. Ancak bu handikaptan yola çıkarak
bütün tarih çalışmalarını yanlış ya da mesnetsiz kabul etmek, hiçbir bilimsel değer
taşımamaktadır. Ayrıca, menâkıb türü eserler, önemli bilgi ve değerlendirmeler
içerirler. Bunun yanısıra, bazı abartılı ifadeleri eserlerde yer alması yadsınamaz bir
gerçektir. Ancak bu tür bilgi ve belgeler, aktarılan rivayetler, tarihi bilgiler, “tarih
metodolojisi” kriterleri ışığında değerlendirilmek suretiyle gerekli sonuçlara
ulaşılacaktır. Dolayısıyla aktarılacak olan rivayet ve diyalogların, bu açıdan bakılarak
değerlendirileceğini umarız. 16
1-Kendi Sözleri İle Ebu Hanife Ve Fıkhi Metodu
Bu bölümde biz, Ebu Hanife’nin fıkhi metodunu bizzat kendisinden rivayet
edilen sözlerinden, talebe ve çağdaşı diğer alimlerin görüşlerinden yola çıkarak
belirlemeye, sonra da bu söz ve rivayetlerin değerlendirilmesini yaparak konuyu
aydınlatmaya çalışacağız.
Ebu Nuaym el-İsfehânî(ö.430/1039) rivayetine göre Abdullah ibn el-Mübarek
(ö:181/797) şöyle demiştir:
Ebu Hanifeyi şöyle derken işittim;
“Rasülullah’dan bir rivayet gelirse, hiç kimse O’nun önüne geçirilemez.
Sahabe’den bir takım görüşler rivayet edilirse, o görüşler arasında seçme
yaparız.”17
Nuh el-Câmi (ö.173/789)’in rivayetine göre Ebu Hanife şöyle demiştir:
“Rasülullah’tan gelen rivayetler baş göz üstünedir. Sahabe’den rivayet
edilen görüşlerden dilediğimizi seçeriz. Onların dışındakilere gelince, onlar
adam(sa) bizde adamız!.”18
İbn
Abdilberr(ö.463/1071),
İmam
Züfer(ö.158/775)’den
İmam
Ebu
Hanife’nin,
Pekcan Ali, İmam Ebu Hanife’nin Fıkhi Metodolojisi, İslami Araştırmalar Dergisi, sayı 1-2, 2002,
s. 131
17
İsfehâni, Ebu Nuaym, Müsned’ül-İmam Ebi Hanife, Thk. Nazar Muhammed el-Feryâbi, 1.Baskı,
Riyad, 1994, s.22
18
Zehebi, Siyer, C: 6, s.401
16
“Neye dayanarak hüküm verdiğimi bilmedikçe, bir kimsenin benim
kitaplarıma bakarak fetva vermesi caiz değildir.”19 dediğini nakleder.
Bir başka defasında;
“Hiçbir kimsenin, hakkında Kur’an, Sünnet ve Sahabe’nin icmâ’ı bulunan
bir konuda görüş ileri sürmesi caiz değildir. Eğer Ashab, bir konuda görüş
ayrılığına düşmüşlerse bu durumda, o görüşlerden Allahın Kitabına, Rasülüllahın
Sünnetine en yakın bulduğumuz görüşü alırız. Bunun ötesinde kendi Re’yi ile
içtihat etmek, ilgili konudaki görüş ayrılıklarını bilerek kıyas yapabilen kimseler
için caiz olur.”20
Yine O, “Bu insanlara şaşılır! Benim sırf kendi re’yimle hüküm verdiğimi
söylüyorlar, halbuki ben sadece hadise dayanarak fetva veririm.”21
İmam Ebu Hanife, hadise muhalefet ithamlarına karşı bizzat kendisi,
“Allah, Rasülüne muhalefet edene lanet etsin! Zira Allah(c.c) bize onunla
ikramda bulundu ve bizi onun aracılığıyla kurtardı...”22 diyerek karşılık vermiştir.
Yine İmam, mücerred re’y den bahisle şöyle demiştir;
“Allahın dininde(mücerred) re’y le görüş beyan etmekten sakının! Size
sünnete tâbi olmak düşer!. Kim bu usülden ayrılırsa, sapıtır...Selefin eserlerine
sarılın!..Sözlerini altınla yaldızlasalar bile, insanların re’ylerinden sakının! Çünkü
iş, ancak siz sırat-ı müstakîm üzere bulunduğunuz zaman vuzûha kavuşur.!”23
Ebu Hanife, Hz.Peygamberin dindeki yeri ve konumu hakkında şöyle
demektedir;24
-...Eğer bir kimse, “Peygamber(sav)’in her söylediğine inanıyorum, ancak
Nebî(sav), haksız yere konuşmaz ve Kur’ana muhalefet etmez” derse, bu, onun
peygamberi tasdik ettiğini ve peygamberi Kur’ana muhalefetten tenzih ettiğini
gösterir. Şayet Peygamber(sav) Kur’ana muhalefet etse ve Allah’a karşı haktan
başka bir şey söyleseydi, Allah’ü Teâla,“Eğer Muhammed, bize karşı o (Kur’an)’a
İbn Abdilberr, el-İntiga, s.267
Heysemi, el-Hayratü’l-Hisan, s.41-42; Sâlihi, Muhammed b. Yusuf, Ugûdü’l-Cüman fî Menakıbi’lİmami’l-Âzam Ebi Hanifete’n-Numan, Hz. Ebu’l-Vefa El-Afgânî, Medine 1394 h., s.175
21
Kerderî, Menâkıb, s.162; Heysemi, a.g.e., s.41-42
22
İbn Abdilberr, a.g.e., s.259
23
Şâ’râni, el-Mîzanü’l-Kübra, C: I, s.47-53
24
Ebu Hanife, Numan b. Sabit, el-Alim ve’l-Müteallim, Thk. Muhammed Zâhid Kevseri, Kahire 1949,
s.26; (Benzeri bir rivayet için bkz. Mekkî, Menâkıb, s.87-88)
19
20
bazı sözler katmış olsaydı, biz onu kuvvetle yakalardık, sonra da onun şah
damarını koparırdık, hiçbiriniz de onu koruyamazdınız.!”25
Hasen b. Ziyad el-Lü’lüî (ö.204/819) nin söylediğine göre 26Ebu Hanife şöyle
demiştir;
“...Bu, bizim görüşümüzdür. Kim bizim görüşümüzden daha güzelini ileri
sürerse, o görüş doğruya bizim görüşümüzden daha yakındır.”
Yine Mekkî’nin rivayetine göre, “İmam Ebu Hanife, kendisine cevaplaması
istenen bir soru yöneltildiği zaman uzunca düşünür, derin derin nefes alır sonra
da ‘Allahım bizi muâhaze etme’ derdi.”27
2-Talebe ve Çağdaşlarına göre Ebu Hanife ve Fıkhi Metodu:
a-Öğrencilerinin Gözüyle Ebu Hanife ve Fıkhî Metodu:
İbn Abdilberr, Ebu Yusuf’un şöyle dediğini zikreder.
“Biz herhangi bir fıkhî mesele de ihtilafa düştüğümüzde meseleyi Ebu
Hanife’ye sorduğumuzda meselenin çözümünü sanki elbisenin yeninden çıkarıp
bize verirdi. Hadisleri tefsir etmede Ebu Hanife gibisini görmedim.!”28
İmam Züfer’in şöyle dediği rivayet edilmiştir;
Ebu Hanife karşıtlarının sözlerine kulak asmayın! Çünkü Ebu Hanife ve
arkadaşları, herhangi bir konuda bir görüş ileri sürdükleri zaman, mutlaka
Kur’ana, Sünnet’e ve sahih görüşlere dayanırdı. Sonra bunlara kıyas ederlerdi.”29
Muhammed b. el-Hasen’in söylediğine göre;
“Ebu Hanife’nin Ashabı, onunla kıyas konusunda tartışır, karşı
görüşleriyle ona muhalefet ederlerdi. Ancak ne zaman ki o “ben istihsan
yapıyorum” dediği zaman hiç kimse ona yetişemezdi.”30
Ebu Yusuf hocası Ebu Hanife’nin metodunu şöyle açıklar:
“Her hangi bir hadise meydana geldiği zaman, ‘yanınızda bir eser var mı?’
der. Bizim yanımızda veya kendi yanında bir eser bulunursa, onu alırdı. Rivayetler
Hâkka 44-47
Mekki, Menâkıb, s.71; Sâlihî, Ugûd, s.174
27
Mekki, Menâkıb, s.100
28
İbn Abdilberr, el-İntiga, s.257
29
Mekki, a.g.e., s.75; Kerderi, Menâkıb, s.164
30
Saymeri, Ahbêru Ebi Hanife, s.25
25
26
farklılık ifade ederse, sayısı çok olanı alırdı. Eser yoksa kıyasa başvururdu. Kıyas
yapmak yarar sağlamazsa istihsan metodunu kullanırdı.”31
b-Çağdaşlarının ve diğer yakın dönem alimlerinin değerlendirmelerine
göre Ebu Hanife ve fıkhi metodu:
İmamı Şafii (ö.204/819) Şöyle demiştir;
“-İmam Malik’e; Ebu Hanifeyi gördün mü? diye sorulunca O;
-Evet öyle bir adam gördüm ki, eğer sana ‘şu sütun altındır’ diye ileri
sürse bunu delilleri ile ispat eder.!”32
Leys b. Sa’d (ö.175/791) der ki;
“Medine de iken Malik ile karşılaştım. Ve ona,
-Bakıyorum alnındaki terleri siliyorsun! deyince
-Ebu Hanife ile birlikte idim. O gerçekten fakihtir ey mısırlı!.. diye karşılık
verdi. Sonra Ebu Hanife ile karşılaştı ve ona,
-Şu adam (Malik) ın senin hakkında söyledikleri ne kadar hoş! deyince o
da;
-Vallahi ondan daha süratli olarak doğru ve titiz cevap vereni görmedim.”33
demiştir.
İbn Abdilberr’in kaydettiğine göre34Hakem b. Vâkıd şöyle demiştir;
“Ebu Hanife’yi günün başlangıcından sonuna kadar sürekli fetva
veriyorken gördüm. (günün sonunda) yanında bulunan insanların sayısı azalınca
ona yaklaştım ve ona,
-Ey Ebu Hanife! şayet Ebu Bekir ve Ömer bu mecliste olsaydı, sonrada
onlara bu karmaşık problemler sorulsaydı, herhalde onlardan bazılarını
cevaplamadan bırakırlardı!” deyince Ebu Hanife, bana doğru dönerek, ‘sen hasta
mısın?!! (kardeşim)” diye tepkide bulundu.
Saymeri(ö.436/1045), İbn Deraverdi’den şu olayı nakleder;
Kerderi, Menakıb, s.170
Şirazi, Ebu İshak, Tabakatü’l-Fukaha, yay. haz. Halil el-Meys, Beyrut 1970, s.87; İbni Kesir,
Ebu’l-Fidâ İsmail, el-Bidaye ve’n-Nihaye, Thk. Ahmed el-Mulhim ve diğerleri, 14 c., Beyrut 1988,
C: IX, s.409
33
Kâdı İyad, Tertibü’l-Medârik, Thk. Ahmed Bukeyr Mahmud, 3 c., Beyrut 1968, C: I, s.131
34
İbn Abdilberr, el-İntiga, s.270
31
32
“Bir gün Malik ve Ebu Hanifeyi yatsıdan sonra Mescidi Rasül’de ilmi
konularda müzakere ederken gördüm. Öyle ki her biri kendi sahip olduğu ve amel
ettiği görüşü savunuyor, ancak birbirlerine karşı ileri gitmiyorlar, biri diğerini
hata etmekle suçlamıyordu... (bu durum), bulundukları yerde sabah namazını
beraber kılıncaya kadar devam etti”35
Yahya ibn Main (ö.233/847)in Ebu Hanife hakkındaki görüşleri;
“- Ebu Hanife sikadır. O, hıfzında olanı rivayet eder olmayanı rivayet
etmezdi.”36
-Fakihler dört kişidir; Ebu Hanife, Süfyan-ı Sevri, Malik, Evzâi.37
-Bana ve tespit edebildiğim kadarıyla diğer insanlara göre kıraat,
Hamza’nın kıraati, Fıkıh, Ebu Hanife’nin fıkhıdır.
-Süfyan-ı Sevri, Ebu Hanife’den rivayette bulunmuş mudur? Şeklindeki bir
soruya,
“Ebu Hanife fıkıh ve hadiste sika ve sadûktur.”38 şeklinde cevap vermiştir.
Abdullah b. el-Mübarek, Süfyan-ı Sevri’den onun şu sözünü nakleder;
“Ebu Hanife ilme çok sıkı sarılırdı. Allah’ın haramlarını helal
sayılmasından son derece kaçınır, sika ravilerin rivayetlerinden oluşan sahih
haber ve peygamber uygulamalarını ve Kufe alimlerinin görüşlerini alırdı. Fakat
sonradan bir kısım insanlar, ona haksız saldırıda bulundular. Allah bizi de onları
da affetsin.”39
Fudayl b. Iyad şöyle der;
“Ebu Hanife, eğer bir meselede sahih bir hadis varsa onu alırdı.
Sahabe ve tabiinden o meselede sahih bir görüş bulursa yine alırdı. Eğer
aradığını bulamazsa, o zaman kıyas yapardı. Kıyası da güzel yapardı.!”40
Sehl b. Mülazim, Ebu Hanife’nin fıkhi metodu hakkında şunları söyler;
Saymeri, Ahbêru Ebi Hanife, s.81
Zehebi, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed, Tarihu’l İslam ve feyâtuhu Meşâhiri ve’l-Alam, Thk.
Ömer Abdu’s-Selam Tedmûri, 35 c., Beyrut 1994, C: IX, s.310; Askalani, Tehzibü’t-Tehzib, C: 10,
s.450
37
Saymeri, a.g.e., s.87; Sâlihi, Ugud, s.200
38
Saymeri, a.g.e, s.87
39
İbn Abdilberr, el-İntiga, s.262
40
Sâlihi, a.g.e, s.172
35
36
“Ebu Hanife’nin yöntemi; mevsuk olanı almak, çirkin olandan kaçmaktır.
İnsanların uygulamalarına, doğru olan işlerine, onlara yararlı olan şeylere bakıp
onları muteber tutmaktır. Meseleleri kıyasa göre değerlendirir. Kıyas yapmak
uygun olmazsa elverdiği ölçüde istihsana başvururdu. İstihsan da işlemez hale
gelirse o zaman Müslümanların aralarında muteber kabul ettikleri uygulamalara
bakar, herkese maruf olan hadisi alır, kıyas mümkün oldukça ona göre kıyas
yapar, sonra istihsana giderdi... yani, hangisi daha sağlam olursa ona baş
vururdu. İşte Ebu Hanife’nin görüşü budur. Umumun ki de böyle idi.”41
El-Havârizmi, Abdullah b. Mübarek’ten şunu nakleder;
“Ebu Hanife herhangi bir konuda konuştuğu zaman mutlaka Kur’an ve
Sünnetten bir delile dayanırdı.”42
Abdullah b. el-Mübarek şöyle der;
“Hasen b. Umâra, Ebu Hanife’nin bindiği hayvanın üzengisinden tutarak,
‘Vallâhi fıkhi konularda sizden daha beliğ , daha sabırlı, daha hazır cevaplı
birisini görmedik. Siz, döneminizin tartışmasız liderisiniz! Aleyhinizde konuşanlar,
sadece size hased ettiklerinden dolayı böyle davranmaktadırlar.”43
Bir adam Yezid b. Harun (ö.206)’a;
“- İmam Malik’in re’yi mi? Yoksa Ebu Hanife’nin re’yi mi size daha
sevimli geliyor? diye sorulunca şöyle cevap vermiştir;
-Malik’in hadislerini yazınız. Çünkü o ravileri iyi seçip, araştırırdı. Ebu
Hanife’ye gelince, onun gibisini görmedim. Kiminle fıkhı bir konuda bir
tartışmaya girse mutlaka üstün gelirdi. Fıkıh ve Ferâiz ilmi ise, Ebu Hanife ve
Ashabına mahsus bir sanat gibidir. Sanki onlar bunun için yaratılmışlardır.”44
Muvaffak b. Ahmed el-Mekki şöyle der;
“Bazı kimseler Ebu Hanife’yi (hadis ve) eserleri bırakıp kıyasa başvurduğu
suçlamasında bulunurlar ki, bu tamamen İmam’a yönelmiş bir iftiradır. Onun ve
arkadaşlarının yazdığı kitaplar gözden geçirilirse görülecektir ki, bir çok meselede
O, kıyası terk ederek eseri almıştır. Mesela; namazda gülmenin abdesti de bozması,
Mekki, Menâkıb, s.75; Kerderî, Menâkıb, s.163
Sâlihi, ugud, s.175
43
Zehebî, Menâkıb, s.47
44
Saymeri, Ahbâru Ebi Hanife, s.86
41
42
uzanarak yatıp uyuyan kimsenin abdestinin bozulması, unutarak yiyip- içen
kimsenin orucunun bozulmaması gibi.”45
C-FIKIHTA TAKİP ETTİĞİ USÜL
Bizzat Ebu Hanife kendi usulünü şöyle anlatıyor: “Ben evvela Allah’ın
kitabında olanları alırım. Onda bulamazsam Rasülullah (sav)’dan gelenleri alırım.
Allah’ın kitabında ve Peygamberin sünnetinde bulamazsam o zaman Ashabın
sözlerini alırım. Sahabeden gelenleri seçer, birini tercih ederiz. Fakat toptan terk
etmeyiz. Bunlardan başkalarına ait olan hüküm ve içtihatlara gelince biz de onlar gibi
–ilim- adamlarıyız”46 Fakat iş, İbrahim en-Nehâi, Şa’bi, İbni Sirin, Hasan-ı Basri,
Atâ, Said b. el-Müseyyeb... gibi kimselere geldi mi bunlar ictihad yapmış
kimselerdir. Onlar nasıl ictihad ettilerse bende onlar gibi ictihad ederim.47
Onun fıkhında başvurduğu delilleri şöyle sıralayabiliriz:
1-Asli deliller: ( Kitap, Sünnet, İcma’, Kıyas )
a-Kitap (Kur’an-ı Kerim): İslam hukukunun olduğu kadar diğer islami
ilimlerinde asli kaynaklarından olan Kur’an-ı Kerim’in, teşrî(yasama, kanun
koyma)’de birinci kaynak olduğu hususunda Müslümanlar arasında ittifak vardır. Bu
hususu beyan ettikten sonra, Kur’anın tarifi şöyle yapılmıştır: “Peygamberimiz
Hz.Muhammed’e Arap diliyle indirilmiş, tilavetiyle tezekkür ve tedebbür maksadıyla
ibadet edilen, bize sözlü olarak tevatüren nakledilmiş, mushaflara yazılmış, “Fatiha”
suresiyle başlayıp “Nas” suresiyle biten kitaptır.”48
Kur’anın Hükümleri:
Kur’an kendi ifadesiyle hiçbir şeyi ihmal etmemiştir.49 Çeşitli konularla ilgili
hususları, doğrudan veya dolaylı olarak onda bulmak mümkündür. Bununla birlikte
Kur’an-ı Kerim’in getirdiği hükümleri üç esas noktada toplamak mümkündür;
aa) İmanla İlgili Hükümler
Mekki, Menâkıb, s.83
Karaman Hayrettin, İslam Hukunda İçtihad, s. 135-136
47
Mekkî, a.g.e., c.I, s.74-78
48
Muhammed Mansur, Teysîru Usûli’l-Fıkh, Kahire, Ts., s.29
49
Enam 6/38
45
46
ab) Ahlaki Hükümler
ac) Ameli Hükümler
Kitap, şeriatın tamamı ve temelidir. Sünnet onun anlaşılmasına yardım eder.
Asrı saadete yakın yaşamış tefsir alimlerinin ve müctehidlerin yorumları onun
anlaşılmasına yardım eden ikinci faktördür. Mesela: “Haccı da Umreyi de Allah için
tam yapın”50 ayeti, haccın farziyyetini değil tamamen yapılmasını emreder.
Kur’anın şerhi mahiyetinde bulunan sünnete bakmadan Kur’an’dan ahkam
çıkarmaya kalkışılmamalıdır. Eğer sünnette aradığını bulamazsa selefin tefsirlerine
bakmalıdır. Çünkü onlar Kur’an-ı herkesten daha iyi bilirler.
b-Sünnet:Rasülullah’ın
sözleri,
fiilleri,
takrirleri
ve
gerek
peygamberliğinden önceki devreye, gerekse peygamberlik devresine ait olsun, ahlaki
vasıfları ve siretidir. 51
1) Mahiyeti itibari ile Sünnet üçe ayrılır:
aa)Kavlî Sünnet: Peygamberimizin muhtelif münasebetlerde ve çeşitli
maksatla söylediği sözlerdir. Mesela; “Şevval hilâlini görünce orucu yiyin.”52 hadisi
buna örnektir.
ab)Fiili Sünnet: Hz. Peygamberin yaptığı işlerdir. Mesela; “Beni nasıl namaz
kılıyor görüyorsanız sizde öyle kılın.”53 hadisi buna örnektir.
ac)Takriri (Tasvîbi) Sünnet: Hz. Peygamberin huzurunda söylenen sözü
veya fiili veya öğrendiği gıyabındaki söz ve fiilleri, reddetmeksizin sükut etmesidir.
Çünkü, Rasülullah (sav), batıl yahut islamın dışında reddettiği şey karşısında sükut
etmez.
2)Sünnetin Kaynak Olarak Değeri
Bütün İslam alimleri sünnetin teşrî’de ikinci asıl kaynak olduğuna da
müttefiktirler. Çünkü Kur’an da sünnete uymanın zaruretini ifade eden pek çok ayet
vardır. İşte onlardan bazıları;
50
Bakara, 2/196
Mücteba Uğur, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara,
1992, s. 367
52
Buhari, Sahih, K.Salat 11; Müslim, Sahih, K.Sıyam, 4- 18
53
Buhari, a.g.e., K.Ezan, 18; K.Edeb, 27
51
-“Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da
sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir.”54
-“Kim Rasüle itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur”55
-“Resûlüm! de ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi
sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir”56.
-“Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan
ulülemr’e (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz
Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Resûl'e götürün
(onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha
güzeldir.”57
3)Kitaba göre sünnetin yeri;
Kitap karşısında sünnetin fonksiyonu dört türlüdür:
aa)Sünnet bazen Kur’an’daki hükümler uygun olarak gelir. Mesela;
Peygamberimiz bir hadisinde şöyle buyurmuştur; “Hiç bir Müslüman kimsenin malı
diğerine helal değildir. Yalnız kendi rızasıyla verdiği müstesnadır.”58 Bu hadis şu
ayetle mana yönünden muvafıktır. Allâh-u Teala şöyle buyuruyor: “Ey İman
edenler! Aranızda karşılıklı rızaya dayanan ticaret hali müstesna, mallarınıza batıl
(haksız ve yasak) yollar ile aranızda yemeyiniz.”59
ab)Sünnet bazen kitabın mutlakını takyid, mücmelini beyan, umumi
hükümlerini tahsis ve bazı hükümlerini nesh için gelir. Mesala; Allâh-u Teala şöyle
buyuruyor; “Hırsızlık eden erkek ve kadının ellerini kesin...”60
ac)Sünnetin kitaba göre üçüncü fonksiyonu ise, Kur’an’ın meskut olarak
geçtiği veya hükmünü bildirmediği konularda müstakil olarak hüküm belirtmektir.
Mesela; nineye mirastan pay verileceği, ehli eşek etinin ve yırtıcı kuşların etlerinin
yenilmesinin haram kılınışı gibi.
Haşr 59/7
Nisa 4/80
56
Ali-İmran 3/31
57
Nisa 4/59
58
Ebu Davud, Süleyman b. Es Sicistani, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992, 5 c., K.Menasik, B.56
59
Nisa 4/29
60
Maide 5/38
54
55
Sünnetin tersi Bidat’tır. Rasülullah’ın sözüne, fiiline veya takririne uymayan
kimse bidatçıdır.
Sünnetin dinde huccet olduğunda, Müslümanlar ittifak halindedir. Bu duruma
şeriatın temeli olan Kur’an-ı Kerim delalet etmektedir:
Namaz, Zekat, Oruç, Hacc, Taharet, Nikah, Talak, Ric’at, Zıhar, Lian gibi
kitapta hükümleri belirtilmeyen ahkâmı sünnet belirtir.
El-Evzâi; “bizim için sünnetin kitaba muhtaç olduğundan daha fazla, kitap
sünnete muhtaçtır. Şöyle ki; sünnet, kitaptan murad olanı açıklar.”
Sünnetin huccet olması, dinin zarûriyyâtındandır. Bu husus da Müslümanlar
ittifak etmişlerdir.
c-İcma: İcmadan maksat, bu ümmetin müçtehitlerinin herhangi bir asırda
şer’i bir hüküm üzerinde ittifak etmeleridir.61
Hanefi Mezhebi usül uleması, icmânın kat’i huccet olduğunu zikrederler.
Bazı ulema ise, onun zanni huccet olduğunu söylerler.
Fahrü’l-İslam, icmâı üç dereceye ayırır:
1-En Âlâsı sahabenin icmâıdır. Onu mütevatir hadis gibi kat’i tutuyor.
2-Ashabdan sonrakilerin icmâıdır; bu da hadisi meşhur gibidir.
3-İçtihat mevzu olan bir fasılda vâki icmadır ki; o bu hale göre Haber’i vâhid
gibidir, zannidir. Şüphe vardır.62

Bir asırda bir tek müçtehit bulunduğu zaman onun re’yi icma olamaz.

İcmâ’ın oluşun da avamın ittifak etmesine itibar edilmez.

Bir beldenin veya ümmetin bir sınıfının müçtehitlerinin ittifakı icma
sayılmaz.

Ehl-i Beyt’in ittifakı, ancak Şia’ya göre icma olur.
Şevkâni, Muhammed b.Ali, İrşâdu’l-Fühûl ilâ Tahkıki’l-Hak min İlmi’l-Usül, Thk. Şa’ban
Muhammed b. İsmail, 2 c., Mısır, 1937, s.33
62
Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.338
61

İcma ancak bir senede dayandığı takdirde oluşur. Zira senetsiz olan
fetva yanlıştır.

İcmâ konusu mesele kesin hükümlü olur, münakaşa ve müzakere
konusu olamaz.

İcmâ’ın delil oluşunun karinesi, ümmetin delalette birleşmesinin
muhal oluşudur.

İcmâ’a delalet eden ayet-i kerime: “Her kim de kendisine doğru yol
apaçık belli olduktan sonra Peygambere aykırı harekette bulunur ve müminlerin
yolundan başkasına uyar giderse, onu döndüğü sapıklıkta bırakırız.”63

İcmâyı tespit eden hadisi şeriflerin en kuvvetlisi: “Ümmetim delâlet
üzerinde içtima etmez”64 dir.
İcmâ’ın dayanağı, bazen kitap ve sünnet bazen de kıyas, örf ve adet vs. içtihat
ve nevilerinden olur. Mesela; Domuz yağını haramlığı hakkındaki icma, domuz
etinin haramlığına yapılan kıyasladır.65
Hülasa olarak deriz ki, İslam ümmeti çeşitli asırlardan icmâ’ın kesin delil
olduğunu kabul etmiştir. Bu yüzdendir ki ümmetin müctehidlerinin re’yine muhalefet
edeni fakihler şiddetle reddetmişlerdir. Ne olursa olsun İcmâ’ı inkar eden kafir olur
şeklinde mutlak hüküm vermek doğru değildir. Tekfir ile hüküm vermek kolay
değildir. Ancak icmâ vardır deyip kesinlikle yapılan bir İcmâ’ı inkara kalkışırsa, o
zaman kafir olur. Zira bu takdirde şeriatın bir kısmını inkar etmiş olur.
d-Kıyas: “ Nass’a dayanan meselenin hükmünü, içtihat yoluyla, aynı illeti
taşıyan ve nass’la belirtilmemiş mesele için vârid görmektir.”66
Rivayete göre Ebu Hanife şöyle derdi;
“Vallâhi, bizim kıyası nass’a takdim ettiğimizi söyleyen yalan söylemiş ve
iftirada bulunmuştur! Nass varken hiç kıyas’a ihtiyaç duyulur mu?”
Yine bir defasında,
63
Nisa 4/114
İbni Mace, Sünen, K. Fiten,8; Tirmizi, Sünen, K. Fiten, .7
65
Âmidi, Seyfüddin Ebu’l-Hasan Ali b. Ebi Ali, el-İhkâm fî Usûli’l-Ahkam, Kahire, 1968, C: I, s.379
66
Şener, Abdülkadir, İslam Hukukunun Kaynaklarından Kıyas, İstihsan ve Istıslah, Ank., 1981, s.68
64
“Biz önce Kitabı, sonra Sünneti, sonra da Sahabenin görüşlerini alır,
üzerinde görüş birliğine vardıkları şeyle amel ederiz. Eğer bir konuda Sahâbiler
ihtilaf etmişlerse, iki meseleden birinin hükmünü –aradaki ortak illetten dolayıkastedilen anlamın kolayca ortaya çıkması için diğeri ile kıyas ederiz.”67
1)Kıyasın Huccet Oluşu:
Kıyas, kitap, sünnet ve icma’dan sonra üçüncü derecede şer’i bir kaynaktır.
Sahabe, Tâbiin ve Cumhûr-u Fükaha; kıyası, şer’i bir huccet kabul etmişlerdir.68
Kur’an-ı Kerim’deki; “Ey akıl ve basiret sahipleri! Siz bundan ibret
alınız.”69 ayeti kıyasın huccet oluşuna bir delildir. Ayetteki “fa’tebirû” emrini
masdarı olan “i’tibar” kelimesi, “bir şeyin hükmünü benzeri olan bir şeye tatbik
etmek,” anlamına geldiği gibi, eşit kılmak, takdir etmek, geçmek ve intikal etmek
anlamına da gelir. Kıyasta “Asl” daki hükmün “Fer”e intikal etmesinden başka bir
şey olmadığına göre “Fa’tebirû” kelimesiyle kıyas kastedilmektedir.70
Sünnetten de “Muaz b. Cebel hadisi” diye meşhur olan bir olay, buna delâlet
eder. Hz.Peygamber (sav), Muaz b.Cebel(ra)’i Yemen’e Vali olarak gönderirken
onunla yapılan konuşma kıyasın şer’i bir huccet olduğunu gösterir. Şöyle ki;
Hz.Peygamber (sav) Muaz (ra)’a :
“-Sana bir dava arz edildiğinde neyle hükmedeceksin?” diye sorunca, Muaz
(ra) “-Allah’ın kitabıyla” dedi.
Hz.Peygamber (sav), “Peki ya Allahın kitabında bulamazsan?” deyince,
Muaz (ra); “-Allahın Rasulü’nün sünnetiyle hükmederim.” Buna karşı Hz.Peygamber
(sav), “Ya sünnette de bulamazsan?” deyince Hz.Muaz (ra):
“Re’yimle içtihat eder; kusur etmemeye çalışırım” şeklinde cevap verince,
rasülüllah (sav), elini Muaz (ra)’ın göğsüne vurarak;
Şâ’rani, el-Mîzanü’l-Kübra, C: I, s.56
Serahsi, Ebubekir Muh. b. Ebu Sehl, Usülü’s-Serahsi, Thk. Ebu’l-Vefa el-Afgâni, Kahraman
yayınları, İst. 1984, C: II, s.118; Gazzali, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, el-Mustasfâ min
İlm’il Usül, Matbâatü’l-Emiriyye, 1.Baskı, Bulak, Mısır 1322, C: II, s.234
69
Haşr 59/2
70
ez-Zeydan, Abdül Kerim, el-Vecîz fî Usuli’l-Fıkh, Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 2000, s.220
67
68
“Allah Rasülünün râzı olduğu şeye, Rasulü’nün elçisini muvaffak kılan Allah
(cc)’a hamd olsun”71 diyerek içtihada izin vermiştir. Kıyasta içtihat türlerinden biri
olduğuna göre o da şer’i bir huccettir.72
2)Kıyasın Rükunları
Kıyasın dört rüknü vardır: Bu Rükunlar: a)Asl: Hükmü nass’la belirtilen
meseledir. b)Fer: Hakkında nass bulunmayıp, şer’i hükmü belirtilmeyen meseledir.
c) İllet: Asl ile Fer arasındaki ortak sebeptir. d) Hüküm: Fer’de izhârı gereken ve
nass’la sâbit Asl’daki şer’i hükümdür.73 Bu dört rüknün her birinin bir takım şartları
vardır. Kıyas o şartlar tahakkuk etmeden olmaz.74
Mesela; Şarap içmenin haram olması hükmü, “Ey iman edenler! Şarap,
kumar, dikili taş(put)lar, fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan
uzak durun ki, kurtuluşa eresiniz.”75 ayeti ile sabittir. Burada haram hükmünü
taşıyan “asl”, nass’la hükmü bildiren Şarap’tır. Hurma, Arpa vb. maddelerden
yapılan içkiler ise, nass’la hükmü belli olmayıp da hükmü bilinmesi gereken ‘fer’dir.
Haram hükmüne sebep olan illet ise, şarabın “sarhoşluk” vermesidir ki, bu illet, hem
asl’da hem de fer’de mevcuttur. O halde asl ve fer, illette ortak oldukları için,
asl’daki hükmün fer’e geçirilmesi veya onda izhar edilmesi suretiyle şarabın
dışındaki sarhoş edici bütün içkilerde haram hükmünü almış olur.76
3)Ebu Hanifenin Kıyası: Ebu Hanife kıyas’ı sıkça kullanmıştır. Çünkü
bulunduğu bölge karmaşık birçok olayın meydana geldiği ve çözümünün arandığı bir
yerdi. Fıkhi meseleleri çeşitli yönleriyle ele alıp tartıştığı için farklı ihtimal ve
durumlara göre fikir ve çözümler üretmiş, bunun sonucu olarak, ehli hadisin aksine
bir tutumla, henüz vukû bulmamış faraza meselelerin hükümlerini de içtihadına konu
etmiştir. Ebu Hanifenin kıyasa sıkça başvurduğu doğru ise de bu sebeple tenkit
Ebu Davud, Sünen, K.Akdiyye, Mukaddime;Tirmizi, Ebu İsa Muhammed b. İsa, Sünen, Çağrı
Yayınları, İstanbul, 1992, 5 c., K.Ahkam, 3
72
eş-Şafii, Ebu Abdillah Muhammed b. idris, er-Risale, Thk. Ahmed Muhammed Şakir,
MektebetüDâru’t-Tiras, 2.Baskı, Kahire 1979, s.205, 206. Md., No:1321-1329
73
el-Esad, Mahmud, Tehis-i Usül-i Fıkh, İzmir, 1313, s.10
74
İmam Şa’ra, İmamların Fıkhi İhtilafları niçin Rahmettir, s.103-109
75
Mâide 5/90
76
Zeydan, el-Veciz, s.194
71
edilmesi doğru olmaz. Zira Sahabeden itibaren İslam Alimleri az veya çok bu
metodu kullanmışlardır. Ebu Hanife de göze çarpan farklılık, kıyası belli bir sistem
ve kurala bağlamak, onu sıkça kullanmak ve henüz vukû bulmamış hadiselere de
uygulamaktan ibarettir. Çünkü, o zaman da Irak bölgesinin özel şartları bunu
gerektiriyordu. Ancak onun Kıyas’ı nass’a tercih ettiğine ve Haber-i Vâhidleri
almadığına dâir ileri sürülen iddialar doğru değildir.
Ebu Hanife bir meselenin hükmünü önce Kur’anda aramış, nass’ın her türlü
lafzı delaletini, umum-husus, ıtlak-takyid, nâsih-mensuh gibi lafızlar arası
metodolojik ilişkiyi göz önünde bulundurmuş, aksine bir delil ve gerekçe olmadığı
sürece ayetlerin açık, genel ve doğrudan ifadelerini esas almıştır. Kur’an da konu ile
ilgili bir nass bulamamışsa Hz.Peygamber tarafından Yemen’e vali olarak gönderilen
Muaz b.Cebel’in, Kur’an da bulamadığı bir meselenin hükmünü sünnette arayacağını
bildirmesiyle ortaya çıkan ve Peygamberin tasvibine mazhar olup bütün sahabenin
uyguladığı sıraya göre sünnete müracaat etmiştir. 77
Çağdaşları içinde değişik okullara mensup Malik, Evzâi, Abdullah
b.Mübarek, İbn Cüreyh, Cafer-i Sadık, Vasıl b.Ata, vs. gibi büyük imamlar bulunan,
İmam-ı Azam ile büyük imam Muhammed Bâkır arasında geçen şöyle bir olay
anlatılır; Muhammed Bâkır, Ebu Hanifeye; “dedemin yolunu ve hadislerini kıyasla
değiştiren sen misin? diye sormuş; Ebu hanife, “Sen sana layık olan bir şekilde
yerine otur. Ben de bana layık olan bir şekilde yerime oturayım. Dedeniz
Muhammed (sav)’e hayatında sahabeleri nasıl saygı duyuyorlarsa aynı şekilde ben de
size saygı besliyorum. Şimdi sen bana kadının mı, erkeğin mi zayıf olduğunu;
kadının mirasta erkeğe nisbetle hissesini; namazın mı orucun mu efdal olduğunu,
idrarın mı meninin mi pis olduğunu söyler misin?” diye sormuş.
İmam Bâkır da, kadının mirasta erkeğin iki, kadının bir hissesi olduğunu;
erkekten zayıf olduğunu; namazın oruçtan efdal olduğunu ve idrarın meniden pis
olduğunu söyledi.
Ebu Hanife ona, “Kıyas yapsaydım; kadın erkekten zayıftır, diye ona
mirastan iki hisse; idrar yapıldıktan sonra gusledilmesini, meni çıktıktan sonra sadece
77
Mustafa Uzunpostalcı, “Ebu Hanife”, TDV, İslam Ansiklopedisi, C: 10, s.135
abdest alınmasını söylerdim. Kıyasla dedenizin dinini değiştirmekten Allaha
sığınırım.”78 dedi.
2-Fer’i Deliller: ( İstıshab, Tahkim-i hal, Maslahat, İstihsan, Örf ve Âdet,
Sahabe Kavli, vb. )
Fer’i kaynaklar, müstakil birer delil olmayıp, aslî kaynaklardan (Kur’an ve
Sünnetten), türeyerek meşruluk kazanmış kaynaklardır. Bunlara sırasıyla bakalım:
a-İstıshab: Geçmişte var olan bir şeyin, aksini ortaya koyan bir delil
olmadıkça, şu anda da var olduğuna hükmetmektir.79
b-Tahkim-i hal: Bir şeyin bugünkü haline bakılarak onun geçmişte de bu
hal üzerine olduğuna hükmetmektir.80
c-Maslahat-ı Mürsele: Maslahat; Kıyas’ı terk ile insanların ihtiyacına
uygun olanı tercih yoluna gitmektir. Hanefiler buna “İstihsan”, Malikiler de
“Maslahat-ı Mürsele” derler. Dini ve dünyevî kısımlarına ayrılır. Karşıtı
“mefsedet”tir. Maslahat-ı mürsele; Şeriat tarafından itibar edildiği de, itibar
edilmeyip iptal ve ilğa edildiği de bilinmeyen, hakkında sükut geçilmiş
maslahatlardır ki, bazı konularda bir delil olarak kabul edilir. Kur’anın toplanması,
çoğaltılması, divanların kurulması vb. gibi.81
Şer’i hükümlerin maslahat hikmetine bağlı bulunduğunda ittifak halinde olan
dört mezhep imamı, içtihatlarında bazen başka isimlerle aynı şeyi kastederek bu
prensibe geniş yer vermişlerdir. Nass bulunmayan yerlerde gerektiğinde meşrû
maslahatlara göre hüküm verdikleri gibi zaman zaman da lafza değil, ruh ve manaya
veya kitap ve sünnetin umûmi kaidelerine dayanarak bazı nass’ların lafızlarını
aşmışlardır.82
Şunu da belirtmekte fayda görüyoruz ki; Müçtehitlerin maslahata göre hüküm
verdikleri saha, ibadet sahası değil de, muâmelât sahasıdır.
Ağırakça Ahmed -Kızılırmak Said, Ebu Hanife, Şamil İslam Ansiklopedisi, C: 2, s.19-20; Ebu
Zehra, Muhammed, İslamda Fıkhi Mezhepler Tarihi, İst., Trc: Abdülkadir ŞENER, Hisar
Yayınevi, 2 c., C: II, s.167-168
79
Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s.206
80
a.g.m., a.g.e., s.429
81
a.g.m., a.g.e, s.275
82
Karaman, Hayrettin, İslam Hukukunda İçtihat, s.151
78
aa-Ebu Hanifenin Maslahat Prensibi:
Ebu Hanifeye izâfe edilen istihsan delilinin daha kuvvetli delil veya maslahat
ve zarûret karşısında kıyası terk etmekten ibâret olduğunu burada hatırlatırız. Ebu
Hanifenin riâyet ettiği bir başka prensipte nass’ın bulunmadığı ve men etmediği
yerlerde halkın Örf ve Âdet teâmülüne göre hüküm vermektir ki, bu da Maslahata
râcidir.83
ab- Ebu Hanifenin Maslahat Prensibine bağlı hükümlerinden örnekler:
I-İdeolojisinin propagandasını yapan dinsiz ( ateist, zındık) yakalandıktan
sonra tevbe ederse kabul olunmaz. Önce tevbe ederse kabul edilir.84
II-Teslim zamanı tayin edilmeden yapılan İstısna akdi (bir zanaatkâra bir işin
siparişi) câizdir. Rasülullah (sav) bu türlü satışı yasaklamıştır. Fakat insanların bu tür
satışa muhtaç olmaları, böyle bir satışın istihsan yoluyla câiz olmasını gerektirir. 85
III-Bir kimse “Bütün malım sadakadır” dese, bu söz, zekata tâbi olan
mallarına mahsustur. Çünkü bütün malına şâmil olsa kendisinin dilenci haline
düşmesi gerekir ki, bu da dinin ‘sadaka müessesesinin ruhuna aykırıdır.86
IV-Zanaatkârın elindeyken zâyi olan eşyanın ödettirilmesi hükmünü
benimserken de, Ebu Hanife yine maslahat prensibine riâyet etmiştir.87
d-İstihsan: İslam fıkhı terminolojisinde onun pek çok tanımı yapılmıştır.
Mesela onlardan biri: “İstihsan, kıyas gibi benzerlik esasından hareket etmeden,
umûmun menfaatine ve adalet esasına göre şahsi takdire dayanarak hüküm
vermektir.88 Gazâli ise şöyle tanımlamıştır; “Müçtehidin aklıyla iyi-doğru bulduğu
şeydir.”89
Şer’i deliller arasında hükmü yer almayan ve kıyas ile de uygun cevap
bulunamayan konuda müçtehidin ileri sürdüğü şahsi kanaattir. Yani müçtehidin
el-Mekki, Menakıb, C: I, s.82
İbn Abidin, Raddü’l-muhtar, C: III, s.322-323
85
Kâsâni, Alâuddin Ebu Bekr b. Mes’ud, Bedâyiu’s-Sanâi fî Tertibi’ş-Şeraî, Beyrut 1982, C: V, s.2-3
86
Serahsi, Ebu Bekr Muhammed b. Ebu Sehl, el-Mebsut, 30 c., Çağrı yayınları, İst. 1982, C: XII, s.93
87
Serahsi, a.g.e., C: XV, s.161
88
Şener, Abdülkadir, İslam Hukukunun Kaynaklarından Kıyas, İstihsan ve Istıslah, s.117
89
Gazâli, Mustasfâ, C: I, s.274
83
84
“yalnızca iyi gördüğü ile fetva vermesine istihsan denir.”90 Kolaylığı, genişliği,
toleransı alma, rahatı araştırma anlamına gelen istihsan; herhangi bir konuda
gerçeklerin gerektirdiği bir hükümden daha kuvvetli ve gerekli olduğu düşünülen
başka gerekçelere dayanarak bir diğer hükme geçmektir.91
1)İstihsanın Kısımları:
Hanefiler istihsanı üç kısma ayırmışlardır;92
aa- Senedi nass olan istihsan: Selem akdi93 gibi.
ab-Senedi icmâ ve örf olan istihsan: İstısna94 akdi gibi.
ac-Zarûret sebebiyle olan istihsan: Bu nevi istihsan, “Zaruretler yasak olan
şeyleri mubah kılar.”95 kaidesine dayanır.
2)İstihsanın Huccet Oluşu:
İstihsanın huccet olup-olmadığı hususunda alimler, üç görüşe ayrılıyorlar:96
1-Hanefiler, Malikiler ve Hanbelilerin de içinde bulunduğu cumhura göre,
istihsan şer’i delillerden biridir.
2-İmam Şâfii ve onun mezhebine bağlı olanlara göre, istihsan şer’i bir delil
değildir.
3-Şevkâni (ö.1255/1839) gibi bazılarına göre; İstihsan şer’i bir delil olmasına
rağmen, müstakil bir delil olmayıp, diğer delillere râcidir.97
İstihsanı en çok kullanan Hanefilerdir. İmam Ebu Hanife, olaylara istihsanı
tatbik konusunda öğrencilerinin hayranlığını kazanmıştı. İmam Muhammed’den
yapılan rivayete göre, İmam Azam, “İstihsan yapıyorum” dediği zaman ona kimse
yetişemezdi.98
İbn Hazm, Ebu Muhammed Ali b. Ahmet ez-Zâhiri, el-Mulahhasu ibtâli’l-kıyas ve’r-Re’y ve’lİstihsan ve’t-Taklîd ve’t-Ta’lil, nşr. Said el-Efgâni, Dımaşk, 1960, s.5
91
Muhibüddin Ebi Feyz Es Seyyid Muhammed Murtaza El Huseyni, Tacu’l Arus Cevahiru’l Kamus,
Beyrut, 1994, 20 c.,“Hasüne”md.
92
Serahsi, Usûl, C: II, s.202-203
93
Selem akdi: Para peşin, mal veresiye olmak üzere yapılan bir alım-satım akdidir.
94
İstısna: Bir zanaatkâra, ücret ve evsâfını önceden tespit ederek bir işi ısmarlamaktır.
95
Yıldırım Mustafa, Mecellenin Küllî Kâideleri, ilâhiyat Fak. Yayınları, İzmir, 2001, s.74
96
Şener Abdülkâdir, İslam Hukukunun Kaynaklarından Kıyas, İstihsan ve Istıslah, s.129
97
Şevkâni, İrşâdü’l-Fühûl, s.241
98
Kerderî, Menâkıbu Ebu Hanife, s.164
90
İstihsanı şer’i bir delil olarak kabul edenler bir takım deliller ileri sürerler,
kısaca bunlara değinelim:
Serahsi’ye göre istihsanın esası şu ayet-i kerimedir: “..O halde kullarımı
müjdele ki onlar, söze (dikkatle) kulak verirler ve onun en güzeline uyarlar.”99
Kur’anın hepsi güzeldir. Bu ayette onun en güzeline uyanların müjdelenmesi
emredilmiştir.100
Sünnetten ise şu hadis istihsana delil olarak gösteriliyor. Bu hadiste
Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmaktadır; “Müminlerin kendi aralarında güzel
gördükleri şey, Allah katında da güzeldir.”101
Kıyası kabul edenler arasında Hanefilerin kastettiği manada istihsan
yapmayan yoktur. İstihsanın bâtıl olduğunu ilk olarak söyleyen İmam Şâfii’dir. Onun
bu konudaki delilleri doğru bulunacak olursa, aynı deliller istihsandan önce
kendisinin tamamen benimsediği kıyasın da batıl olduğunu gösterir.
Fakat kıyasta istihsan da doğrudur. Bunları kabul edenlerin anladıkları
manada birbirlerini iptal etmezler, çelişik değildirler. Kıyası kabul edenlerin istihsan
konusundaki ihtilafları tamamen lafzîdir. Hanefiler, “istihsanı kınayanlar, lafız ve
mâna olmak üzere iki yönden bizimle tartışabilirler: Lafız yönünden tartışacak
olurlarsa, bu yönden muârızımız haklı olabilir. Çünkü herkes dilediği terimi
kullanabilir. Özellikle bu terimin manası dil ve hukuk açısından uygun düşüyorsa,
isteyen Farsça, isteyen Arapça konuşabilir, buna bir diyeceğimiz yoktur. Lâkin
muârızlarımız mâna yönünden bize karşı çıkarken delil getirmeden bizi haksız
bulmaktadırlar. Oysa istihsanın arkadaşlarımız tarafından kullanıldığı manaların
hepsinin doğruluğunu delil getirerek ispatlamak mümkündür.”102
İstihsanın iki manası vardır:
Birincisi, İctihad yapmaktır ve bizim görüşümüz ve içtihadımıza bırakılan
ölçüleri tayinle re’yin üstün olmasıdır. Nitekim bazı şartlar altında boşanmış olan
kadınlara verilmesi gereken mut’anın miktarını tespit böyledir. Zira Kur’an-ı
Kerimde “onlara –zengin kendi durumuna, yoksul da kendi gücüne göre- uygun bir
Zümer 39/18
Serahsi, el-Mebsut, C: 10, s.145
101
Ahmed b.Hanbel, el-Müsned, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992, 6 c., C: I, s. 387
102
el-Kevserî, Hanefi Fıkhının Esasları, s.15-17
99
100
şekilde Mut’a veriniz. Bu, iyilik yapanlara münasip bir borçtur.” denilmektedir.103
Burada Allah, kişiye fakirlik ve zenginlik durumuna göre Mut’a vermeyi
emretmiştir. Mut’anın miktarı ise belli değildir. Ancak tahmin ve takdire göre bu
miktar tespit edilecektir.
İkincisi ise, daha kuvvetli bir delilden dolayı kıyası terk etmektir. Allah-u
Teâle şöyle buyuruyor: “Kadınlara Allahın rahimlerinde yarattığı şeyi gizlemeleri
caiz olmaz.”104 Seleften rivayet edildiğine göre kadınların rahimlerinde Allahın
yarattığı şeyden maksat, ay hâli kanı ve gebeliktir.105
İmam Âzam Ebu Hanife öyle kadri büyük, takvası kuvvetli bir zattır ki, dinde
mücerred arzu üzerine asla bir şey söylemez. Şer’an delil bulunmayan bir şeyi
istihsan edip te onunla amel etmekten o çok uzaktır. Üstad Allah rahmet etsin,
istihsan kelimesinden murad olunan manayı beyan etmek ve bu taan’ları def için
hakikatı meydana çıkarmak maksadıyla istihsanla ilgili bâb yazmıştır. 106
Sonuç olarak diyebiliriz ki, İstihsan, İslam hukukunun Fer’i kaynaklarından
biri olup, İslam hukukunun esnekliğine yardım edecek hukuki bir istidlal şeklidir.
3)İstihsan Temelinde Akıl ve Ebu Hanife:
Toplumun problemlerine çözüm arayan Ebu Hanife, genel kâide ve kıyasla
vardığı rasyonel sonuca “istihsan” ile İslam hukukuna beşeri bir yön katarak sosyal
ve rasyonel bir muhteva kazandırmıştır. Böylelikle İslam fıkhı bu özelliğinden dolayı
dini temellere dayanan bir hukuk sistemi olması yanında, aklî olarak temellendirilmiş
oldu. İslam fıkhının asırlardır canlı kalmasının belki de en önemli nedenlerinden biri
de budur. Nitekim İslam dininde “hak”, “adalet” gibi hukuk kavramlarıyla vaz’
olunan genel ilkelerin kavranması, yorumlanması ve müşahhaslaştırılması tamamen
insan aklına yada insan aklındaki hak ve adalet normunun genişliğine bağlıdır.
Ebu Hanife İslam hukukunun bu özelliği kazanmasında en önemli rolü
üstlenenlerden biridir. Çünkü onun tarafından sistemleştirilen İstihsan, İslam fıkıh
düşüncesine önemli bir açılım getirmiş ve hukuk sistemi içerisinde tutarlılık
kazanmıştır. Böylelikle de İstihsan, İslam dünyasında akli düşüncelerin ve
103
Bakara 2/236
Bakara 2/228
105
el-Kevserî, Hanefi Fıkhının Esasları, s.17-20
106
. Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.360
104
uygulamaların gerekli olan yenilik ve değişimlere önemli ölçüde mesnet olmuştur.
Böylece hukukun âmme menfaatlerine uygulanmasına yol açmıştır. Bu bağlamda
Ebu Hanife, İstihsan ile nass’ların ve dolayısıyla fıkıh doktrinlerinin, toplumsal
realitelere, insanlığın ortak değerlerine ve hukukun genel ilkeleri açısından yeniden
yorumlanmasına önemli ölçüde zemin hazırlamıştır.107
e-Örf ve Âdet:
1)Tarifi: Örf; toplumun benimsediği, alışageldiği ve hayatında uymak
zorunda olduğu, söz veya fiillerdir.108
Tariften de anlaşıldığı gibi Örf, insanların iyi kabul ederek uygulaya
geldikleri söz ve davranışlardan oluşmaktadır. Adet ise, selim tabiatça benimsenen
tekrar edile edile nefislerde yerleşen şeydir.109
Örf ve Adet kelimeleri İslam hukukunda aynı manada kullanılır. Yani bu iki
kelime birbirinin muradifidir. “Teâmül” ve “İsti’mal” kelimeleri de aynı manayı
ifade etmektedir.
Örf, fıkıh usûlüne dâhil sayılır. Ve Hz.Peygamber (sav)’in “Müslümanların
güzel gördüğü şey, Allah katında da güzeldir.”110 hadisi buna işaret eder. Yani
Müslümanların kendi aralarında şeriata ve selim akla uygun olarak yaptıkları işler,
Allah katında da güzeldir.
2)Sıhhat Yönünden Örfün Kısımları:
Örf, sıhhati yönünden ikiye ayrılmaktadır:
aa)Sahih Örf: Nass’lara zıt düşmeyen, maslahatı heder etmeyen ve kötülüğe
sebep olmayan âdete sahih örf denir. Mesela; Evlenecek bir gencin nişanlısına hediye
olarak elbise, süs eşyası, vb. vermesi birçok yerde âdettir. Bu hediyeler “mehir”e
dahil değildir. Mehirden sayılmaması örf olarak yerleşmiştir.
Aydın İbrahim Hakkı, İstihsan Temelinde Akıl ve Ebu Hanife, İ.A.D., Ebu Hanife özel sayısı,
s.173; Bardakoğlu Ali, İstihsan, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, C: XXIII, s.346
108
Zeydan, el-Vecîz, s.253
109
Şener Mehmet, İslam Hukukunda Örf, İzmir, 1987, s.105
110
Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: I, s.379
107
ab)Fasid Örf: Kesin nass’lara aykırı kötü âdetlere de Fâsid örf denir. İslama
göre yasak olan Faiz, kumar, şans oyunları, vb. kötü âdetler bu tür örfe örnek
verilebilir.111
3)Umum ve Husus Yönünden Örfün Kısımları:
Örf, umum ve husus yönünden ikiye ayrılır: Bu örfler sahih örfün
bölümleridir.
aa)Örf’ü Âmm: Bütün beldelerdeki insanların üzerinde birleştikleri örftür.
Mesela; Hamamda yıkanma ve istısna akdini buna misal verebiliriz.112
ab)Örf’ü Hâs: Bir şehir veya bölge halkı yahut herhangi bir sanat ve meslek
erbâbı arasında yaygın olan örftür. İlim ve sanat erbabının ıstılahları ve teknik
terimleri, bu örfün misallerindendir.113
Ebu Hanife ve iki büyük talebesi, örflerin değişmesinden dolayı hükümlerde
ihtilaf etmişlerdir. Mesela, Hanefi alimleri, mezhep imamlarının Kur’an öğretmek ve
cemaatla ilgili dini görevlerini yerine getirmek için ücret alınmasının caiz
olmadığında ittifak etmelerine rağmen, Kur’an’ın öğrenilmesini sağlamak, imamlık
ve müezzinlik gibi görevlerin aksamamasını temin için, bunun cevazına dâir fetva
vermişlerdir.114
Yine Ebu Hanifeye göre, şahadetin makbul olması için şahitlerin âdil olması
gerekmez. Gerçekte bu hüküm, Ebu Hanifenin zamanına göre uygun olabilir. Fakat
ondan sonra yalancılık yaygın hâle gelince, imameyn, şahitlerin âdil olmalarının şart
olduğu hükmüne varmıştır.115 Bu örneklerden “Zamanların değişmesiyle hükümlerin
değişmesi inkar edilemez.”116kâidesi meydana gelmiştir ki, bu kâidede ki değişen
hükümler, örf ve âdete dayananlardır.117
Sehl b. Müzâhim diyor ki; “Ebu Hanifenin fıkıhtaki usulü: mevsuk olanı
almak, çirkin olandan kaçınmak, halkın muâmelatına bakmak, işlerinin salah üzere
doğru gitmesini nazari itibâra almaktır. İşleri kıyas üzere yürütür, kıyas yakışmayıp
111
Zeydan, el-Veciz., s.254
Ebu Zehra, Muhammed, Usülü’l-Fıkh, İst., Ts., s.274
113
Zeydan, el-Veciz, s.254
114
İbn Abidin, Mecmuâtü’r-Resâil, Beyrut, Ts., C: II, s.126
115
a.g.m., a.g.e., a.y.
116
Yıldırım Mustafa, Mecelle’nin Külli Kaideleri, s.103 (md. 39)
117
Ali Haydar, Dürerü’l-Hükkâm Şerhu Mecelletü’l-Ahkam, 14 c., Şirketi Mürettebiyye Matbaası,
2.baskı, İst. 1317 h., C: I, s.101
112
çirkin olunca İstihsana gider, istihsan da uygun gitmezse, müslümanların
muâmelelerine dönerdi.”
Bu söz iki şeye delalet etmektedir:
1)Nass olmayan yerde umûru kıyas ve İstihsana tatbik eder. Bunlardan
hangisi daha doğru ve sağlam ise, meseleye daha uygun düşüyorsa onu alır.
2)Kitap,
Sünnetten
bir
nass
(
ve
Sahabe
kavli)
yoksa
icma’
gerçekleşmemişse, kıyas ve İstihsan yoluyla nass’lara hamletmek de mümkün
değilse, o zaman örfü delil olarak alır. İstihsanın bütün nevileri, gerek kıyas istihsanı,
gerek eser, icma’ ve zaruret istihsanları olsun hepsinden sonra örfe giderdi.118
4)Örfe ne zaman itibar edilir?
Örfün şer’i delil olarak muteber tutulmasının dayandığı esas, Abdullah b.
Mes’ud dan mevkûfen rivayet olunan şu hadisi şeriftir; “Müminler hoş ve iyi
gördükleri şey, Allah-u Teâla indinde de iyidir.”119 Bu hadis ibaresiyle ve gayesiyle
delalet ediyor ki, müslümanların arasında örf halinde iyi ve güzel bir iş olarak
cereyan eden şey, iyi ve hoş görülür. Çünkü örfe karşı gelmek güçlük ve darlıktan
hâli değildir. Halbuki Cenab-ı hak şöyle buyurur: “Dinde sizin üzerinize bir güçlük
yapılmamıştır.”120
Örfün istinbat asıllarından biri olduğunu kabul eden ulemâ onun ancak başka
şer’i delil bulunmayan yerde delil olduğunu söylemektedirler. Demek ki, kitap ve
sünnet varken, örf delil olamaz. Örf umûmi ise ve her yönden nass’a muhalif değilse
o zaman muteberdir. Ve onunla kıyas terk olunur.121
5)Ebu Hanife’nin Örf ve İstihsanı Sık Kullanması:
Ebu Hanife, meseleleri olmuş gibi farz ederek Takdir-i Fıkıh hükümleri
ortaya koymuş, örfü ve istihsanı sık sık kullanmış, ticari akitlerdeki içtihatlarında ilk
defa ortaya hükümler çıkarmıştır. Onun en önemli özelliklerinden birisi, şahsi hak ve
hürriyetleri savunmasıdır. Akil bir insanın şahsi tasarruflarına hiç kimsenin müdahale
edemeyeceğini savunarak fıkıhta büyük bir reform yapmıştır. Âkile ve Bâliğa bir
118
Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.367-368
Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: I, s.387
120
Hac 22/78
121
Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.368-369
119
kızın evlenme hususunda velayetinin kendisine ait olduğunu savunurken babası dahi
olsa, hiç kimsenin şahsi velayet hakkına müdahalede bulunamayacağını söylemiştir.
Aynı şekilde bunak, sefih ve borçlunun hacredilmesini reddeder. Çoğu görüşlerinde
ve bu hürriyet bahsinde o görüşüyle yalnız başına cumhura karşı durmaktadır.
Yine Ebu Hanife, mülkiyet ile hürriyeti birbirine bağlamış, insanın
mülkündeki tasarruf hürriyetini sonuna kadar savunmuş ve mahkemenin bu hürriyete
müdahalesinin onu kayıt altına almasının karşısında yer almıştır. İnsanın kendi mülki
tasarrufu eğer başkasına zarar verecek olursa o zaman bu meselede şuurlu bir dini
vicdana başvurur. Ebu Hanife yöneticilerin zorbalığına karşı kişisel özgürlükleri
savunurken aynı zamanda dinin sivil gelişim tarzını da ilk böyle sistemli bir fıkıhla
ortaya koymuştur.122
f-Sahabe kavli:
Sahabenin kimler olduğu konusunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Usul
alimlerinin cumhuruna göre, Sahabi, “mümin olarak Rasülüllah (sav)’ı gören ve
Müslüman olarak ölen kimsedir.”123
Sahabilerin görüş ve sözlerinin hüccet olup olmadığı hususunda değişik
görüşler vardır. Kısaca göz atmak gerekirse, bu konuda şunların bilinmesi
gerekmektedir:
1)İçtihat ve re’y ile idrak edilemeyecek hususlarda sahabe sözü alimlerce
huccettir. Çünkü bu sözler, Nebi (as)’den duyulmakla izah edilir.
2)Hakkında ittifak edilen sahabe sözleri, şer’i bir huccet sayılır. Çünkü bu
icma demektir.
3)Sahabilerin görüşü, kendisi gibi başka bir sahabi hakkında bağlayıcı bir
huccet sayılmaz.
4)Sahabilerin re’y ve içtihada dayanan söz ve görüşlerinin hüccet olup
olmadığında ihtilaf vardır.124
Bu hususta iki önemli görüş ileri sürülmüştür. Bunlar:
Ağırakça Ahmet-Kızılırmak Said, Şamil İslam Ansiklopedisi, Ebu Hanife, C: II, s.20
Şevkani, İrşadü’l-Fuhul, s. 237
124
Ensari, Nizamuddin, Fevatihu’r-Rahamût Şerhu Musellemetu’s-Subut, 2 c., Dâru’l-Fikr, Beyrut,
1324, C: II, s. 186
122
123
aa-Dört mezhep imamının da içinde bulunduğu fakihlerin çoğunluğuna göre,
sahabilerin görüş ve fetvaları huccettir.125 Hatta İmam Ebu Hanife, İmam Ebu Yusuf
ve İmam Muhammed’e göre, sahabi sözü kıyasa takdim edilir.126
ab-Bu konudaki ikinci görüş, sahabilerin görüşlerinin huccet olmadığıdır ki,
dört mezhebe bağlı ve sonraki alimlerden bazıları ile Mutezilenin çoğu bu
görüştedirler.127
Şevkani de, sahabi sözlerinin hüccet olamayacağını, çünkü bu ümmetin bir
peygamberi ve bir kitabı bulunduğunu, herkesin kitap ve sünnete uyması gerektiğini,
ümmet arasında, sahabi olsun, başkası olsun hiçbir fark olmadığını savunur.
Şevkani’nin bu ferdi çıkışını bir taşkınlık sayan Ebu Zehra, haklı olarak
Şevkani’yi eleştirir ve özetle şunları söyler: “Sahabilerin sözlerini kabul eden büyük
imamlar, elbette kitap, Peygamber ve sünnetin bir olduğunu biliyorlar ve bunlara
sımsıkı sarılıyorlardı. Fakat, onlar sahabilerin, nübüvvet nurunun parıltıları olan
görüşlerine de layık olduğu değeri vermişlerdir.”
Sahabe döneminde fıkıh genel olarak yedi kişide toplandı: Hz. Ömer
(v.23/644), Hz.Ali (v.40/661), İbn Mes’ud (v.32/652), Muaz b. Cebel (v.18/639),
Zeyd b. Sabit (v.45/655), Abdullah b. Abbas (v.68/687) ve Hz.Aişe validemiz
(v.58/678). Bu sahabiler dışında içtihat edenler vardı, ancak içtihatları çok azdı. 128
D- EBU HANİFE’NİN HABERİ VAHİDLE AMEL ETME ŞARTLARI
Ebu Hanifenin sahih bir hadisin bulunduğu yerde haberi vahidi bırakarak
kıyasa gitmediği anlaşılmıştır. Diğer bir ifade ile o kıyası nassa tercih etmemiştir.
Ebu hanife’nin “mütevatir” ve “meşhur” olan hadisleri tereddütsüz aldığında şüphe
yoktur.
Ebu Hanifenin Haberi Vahid’leri kabulü konusunda ileri sürdüğü şartlara
kısaca bir göz atalım:
1-Haber-i Vahidler Kur’an’nın umum ve zahirine muhalif olmamalıdır.
Çünkü Kur’an bu yönlerden kat’idir ve zanni olana takdir edilir.
Ensari, Fevatihu’r-Rahamût Şerhu Musellemetu’s-Subut, C: II, s. 186
Serahsi, Usul, C: II, s.105 vd
127
İbnü’l Kayyım el-Cevziyye, Şemsüddin Ebi Abdillah Muhammed b. Ebi Bekr, İ’lamu’l-Muvakkıin
an Rabbi’l-Alemin, 4 c., Thk. Taha Abdurrauf Sa’d, Dâru’l-Cil, Beyrut 1973, C: IV,s.123
128
İbn Kayyım, İ’lamu’l-Muvakkıin, C: II, s.137,147
125
126
2-İster kavli ister fiili olsun, hiçbir meşhur sünnete ve hiçbir memleket tahsisi
yapmaksızın, sahabe ve tabiinden gelen amel şekline de muhalif olmamalıdır.
3-Rivayet edilen haber, herkesin karşılaştığı, had ve keffaretler de olduğu gibi
“umum-i belva “ cinsinden olmamalıdır. Bu durumda şüphe uyandırır.
4-Haber-i Vahidler, “celi kıyas”a129 muhalif olursa, o zaman onun ravileri
fakih olmalıdır.
5-Sahabe tarafından rivayet edilen ve iki ayrı hüküm bulunan bir konuda
birini tercih edip diğerini ihmal etmiş olamamalı ve haber hakkında selef den herhangi
bir ta’n bulunmamalıdır.
6-Ravi, kendi rivayet ettiği bir hadisin aksine bir davranış ve amelde
bulunmamalıdır.
7-Haber-i Vahid, Ebu Hanife’nin şer’i kaynakları inceleyip değerlendirdiği ve
öğrendiği şeriatın kaynaklarından birine de muhalif olmamalıdır.
8-Haber-i Vahid, benzeri bir Haber-i Vahid’le çelişmemelidir.
9-Ebu Hanife, had ve cezalar konusunda farklı rivayetler bulunduğu zaman
daha hafif cezayı bildiren Haber-i Vahidi almıştır.
Dikkat edilirse bütün bu şartlar Haber-i Vahidi almak, onunla amel etmemek
için değil, Allah’ın dininde daha ihtiyatlı hareket edebilmek içindir. Yoksa Haber-i
Vahid yerine kıyasla amel edebilmek için değil. O itimat edilir, sahih bir hadis
bulduğu zaman mutlaka onu almıştır. O’na ta’n edenler, onu çekemeyenler içtihadın
mevki ve önemini bilmeyenler olduğunda şüphe yoktur.130
E- İSLAM HUKUNDA İÇTİHAD
Arap dilinde içtihat, çaba sarfetmek, herhangi bir işi yapmak için olanca
gayreti harcamak demektir.
Fıkıh usulcülerin ıstılahatında ise içtihad, istinbat yolu ile, şer’i hükümleri
anlayıp öğrenmek isteği ile müctehidin gayret sarfetmesidir.
Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s.247
Mustafa Uzunpostalcı, Ebu Hanife ve Nassları Değerlendirmesi, İ.A.D.,Ebu Hanife Özel Sayısı
2002, s. 50; Ebu Zehra, Ebu Hanife, s. 271-272
129
130
Müctehid, şer’i delillerden amelî hükümleri çıkarabilme melekesine sahip
olan din bilgini.131
1-İçtihadın Şartları:

Arap dilini bilmek

Kitab’ı (Kur’an-ı) bilmek

Sünneti Bilmek

Fıkıh usülünü bilmek

Üzerinde icma hasıl olmuş konuları bilmek

İslam hukukunun maksat ve gayelerini bilmek

İçtihada fıtraten kabiliyetli olmak
2- Müctehidlerin Sınıfları:
Müctehidler genel olarak iki sınıfa ayrılırlar:
a-Ashâbu’l Hadis: Hicaz bölgesinde yaşayan İmam Malik, İ;mam Şafi,
Süfyân-ı Sevri, Ahmet b. Hanbel ve Davut b. Ali’nin tabileridir. Bizim burada
konumuz ehli rey olduğu için ehli hadis hakkında bu kadarı ile yetineceğiz.
b-Ashâbu’r-
Re’y:
Bunlar
Irak
ehlidir.
İmam
Ebu
Hanife’nin
talebeleridirler. Muhammed b. Hasan, Ebu Yusuf, İmam-ı Züfer, Hasan b. Ziyad,
Ebu Mûti el-Bulhî ve Bişr el-Merîsî, onun talebe ve etbâındandırlar.
Bu zatlara “Ashâbu Rey” adının verilmesi şu sebepledir: Bu zatlar, kıyas için
bir yönü elde etmeye ihtimamlarının çoğunu sarf ederler. Hükümlerden çıkan
manaya ve hadiseleri onların üzerine bina etmeye daha fazla ihtimam gösteririler.
Çoğu kez Kıyas-ı Celiyi, Haber-i Ahad’a takdim ederler.
aa) Re’yin Tanımı:
Re’y, kelimesi sözlükte şahsi görüş, düşünce ve kanaat anlamına gelir. Adına
re’y dediğimiz bu şahsi görüş ve kanaatin oluşmasını sağlayan şey, gözle görme
olabileceği gibi, zannı galip, tefekkürle idrak ve akletme de olabilir.
131
Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s.313
İsfehani, düşünme ve tefekkür denilen Re’yi; “çatışan iki delil karşısında,
kişinin galib-i zannı ile birinin doğruluğu konusunda vardığı kanaattir.”
132
şeklinde tarif ediyor.
İbnü’l Kayyim da , “Re’y; farklı delillerin çatıştığı durumda, düşünme ve
araştırmadan sonra kişinin doğruluğuna kanaat getirdiği görüştür.” Der. Bu
nedenle akılların ihtilaf etmediği, delillerin çatışmadığı ve herkesin bildiği durumlar
için re’y kelimesi kullanılmaz.133
Bununla birlikte re’yin ne anlama geldiği ve rey ehlinden kimlerin
kastedildiği hususunda yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Özellikle Hanefi alimlerinin
kendilerine yöneltilen eleştirilere cevap vermek için bu kavramın mahiyetini izah
etmeye çalıştıklarını görmekteyiz. İmam-ı Muhammed Re’yi; “Nass’ları doğru
anlama ve yorumlama yöntemi” şeklinde izah etmiştir.134
Ebu Hanife:(r.a) “Bu ilmimiz re’ydir. Bizim elde ettiğimizin en güzelidir.
Başka bir şeye gücü yeten varsa onun gördüğü (re’yi) ona, bizimkisi de bize olsun”
buyurdu.
Re’y içtihadında Ebu Hanife’ye izafe edilen iki metod vardır: Kıyas ve
İstihsan. Bunları Kıyas ve İstihsan bahsinde anlattık.
ab) Ebu Hanife ve Arkadaşlarının Re’yi Kullanma Tarzı:
Metodolojik yapısı Ebu Hanife ile olgunlaşan re’y merkezli fıkıh anlayışı
hakkında şunlar söylenebilir:
Başta Hz. Peygamber (sav), hakkında vahiy inmeyen bir çok meselenin
çözümünde hem rey ile içtihadda bulunmuş, hem de ashabını rey ile içtihada teşvik
etmiştir. Tâbiun ve etbeut-tabiun dönemlerinde de gerektiğinde re’ye başvuran alim
ve fakihlerin sayısı az değildir. Ata b. Ebi Rebah, İmam Malik, Leys b. Sa’d, Şafii,
İbni Mübarek, Hasanu’l-Basri gibi bir çok meşhur fakih ve muhaddis içtihatlarında
re’ye başvurmuşlardır. Fakat belli bir dönemden sonra “ehl-i re’y” tabiri sadece Ebu
Hanife, hocaları ve arkadaşları için kullanılmaya başlanmıştır. Bunun asıl sebebi, bu
el-İsfahâni er-Ragıp, Ebu’l Kasım el-Hüseyin b. Muhammed, el-Müfredât-ı Elfâzı’l Kur’an,
Dâru’ş-Şafiyye, Beyrut, s. 375
133
İbnü’l Kayyım, Î’lâmü’l-Müvâkıîn, C: I, s.66
134
Serahsi, Usul, C: II, s.113
132
kesimin re’yi daha geniş bir zeminde daha etkin ve diğerlerinin kabul
edemeyecekleri miktar ve yöntemlerle kullanmış olmalarıdır. Şöyle ki;
Ebu Hanife ve arkadaşları ehl-i re’y, Kur’an ve sünnet nassları üzerinde
istikra135 yoluyla yaptıkları araştırmalarda her zaman ve zeminde başvurulabilecek
hukuki esasların bulunduğunu görmüş ve bunları geliştirmeye çalışmışlardır.
Ebu Hanife nass’ların yanında, gerektiğinde re’yi de müstakil bir kaynak gibi
kullanmıştır. O sahih akılla nass’ların çatışmasını şer’i esaslara aykırı bulmuştur. İşte
onun Âhad Haberi, kollektif bir aklın ürünü olan hukuki prensiplerle, sahih örfle,
kendinden daha kuvvetli bir nass’la çatışması veya Umûmu’l-belvâ136 da vârid
olması gibi bazı durumlarda sorgulanmasının asıl sebebi budur. Kanaatimizce Ebu
Hanife, İstihsana da hem akılla nakil arasındaki çelişkiyi gidermek, hem de bağımsız
ve hukuki bir kaynak oluşturmak için başvurmuştur. Muhtemelen Şahveliyyullah;
“re’y de asıllardan bir asıldır.” Sözüyle re’y fıkhının bu özelliğine dikkat çekmek
istemiştir.
Onların bütün himmeti bir çok cüz’î meseleye esas teşkil edecek evrensel
hukuki ilkeler bulup ortaya çıkarma yönündedir. Ebu Hanifenin, Vekî b. Cerrah’a,
hadislerin senediyle uğraştıkları kadar hadislerin metinleriyle de ilgilenmesini
tavsiye etmek yerine, “hadisleri bıraksan da fıkıhla meşgul olsan” tavsiyesinde
bulunması, bunu ortaya koymaktadır.137
Re’y hakkında “iyi re’y” ve “kötü re’y” olmak üzere bir takım rivayetler
vardır; kötü olan re’y, kişinin kendi heves ve arzularına dayanan görüşlerdir. Bunda
kendi menfaatını gözetme vardır. İyi olan re’y ise, Kitap ve Sünnete kıyas yoluyla
Sahabe, Tâbiun ve Tebâi-tâbiin fakihlerinin usûlüne uygun olarak yeni bir olayın
hükmünü nass’tan çıkarmaktır. Bu konudaki rivayetlerin çoğunu el-Hatip elBağdadî, “el-Fakih ve’l-Mütefakkih” de zikretmiştir. İbn Abdilberr de bu
rivayetleri, kaynaklarını inceleyerek nakletmiştir. Bu konudaki kesin kanaat şudur:
Sahabi, Tâbiî ve Teba-i tâbiînin fakihleri yukarıda temas ettiğimiz manada re’yle
istikra: tümevarım; bir konuya dahil bulunan cüzlerin büyük çoğunluğunu gözden geçirerek ortak
noktaları tesbitle genel bir sonuca ulaşmadır. Bkz. Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü,
s.211
136
Umûmu’l-Belvâ: Kaçınılması zor veya imkansız durum. Çoğunluğun bilgisi dışında kalmayacak
şeyler. Bkz. Erdoğan, a.g.e., s.471
137
Sahip Beroje, İslam Hukukunda Ehl-i Re’y ve Re’y Merkezli Fıkh Anlayışı, İslami Araştırmalar,
Ebu Hanife özel sayısı, 2002, sayı:1-2, s.162-163
135
içtihat yapmışlar; yani nass’lara başvurarak yeni olayların hükmünü çıkarma yoluna
gitmişlerdir ki bu, inkarı mümkün olmayan icmâlardandır.138
Re’yle içtihat bütün İslam hukukçularının övünmeye layık bir niteliği olup
derin bir anlayış ve kavrayış ifade eder. Bunun içindir ki İbn Kuteybe, “Kitabü’lMeârif”inde “Re’y taraftarları” başlığı altında Fakihleri zikreder ve Evzâi, Süfyan-ı
Sevrî ve Malik b. Enes’i bunlar arasında sayar.
Kötü re’y, şer’i delillerin reddettiği, nefsi arzuların mahsûlü olan, indî
görüşlerdir.
Re’y taraftarları deyimi, “Halk-ı Kur’an” meselesi ortaya çıktıktan sonra
raviler tarafından Iraklılara, yani Ebu Hanife ve ona tâbii olan Kufelilere ad olarak
verilmiştir. Bazıları Ebu Hanifeye dil uzatmada ileri gitmişlerdir. Ebu Hanife inat
olsun diye hiçbir sünnete muhalefet etmemiştir. Sünnet konusunda muhalefet ettiği
olmuşsa, ancak doğru gördüğü ve mevcut olan delillere dayanarak muhalefet
etmiştir. Ona dil uzatanlar, ya hasetçilerdir, yada içtihat yapılması gereken yerleri
bilmeyenlerdir.
Hanefilerin re’y taraftarları diye isimlendirilmesi ise; ancak hüküm çıkarırken
re’yi çok iyi kullanmalarından ileri gelmiştir. Nerede olursa olsun, ister Irakta, ister
Medine de, fıkhın bulunduğu her yerde re’y de bulunacaktır.139
ac) Muhafazakar Bir Reycilik Teorisyeni: Ebu Hanife,
Re’y ve Re’ycilikten söz edildiğinde, kuşkusuz ilk akla gelenlerin başında
Ebu Hanife bulunmaktadır. Ancak Ebu Hanifenin re’yciliğinin anlamının ve
muhtevasının yeterince net ve açık olduğu söylenemez. Bunun nedenlerinden birisi,
re’y ve re’ycilik kavramlarının, çoğu kere, esasen içermediği ve taşıyamayacağı
anlam yüküne maruz bırakılması ve buradan hareketle nass’lara alternatif bir hüküm
kaynağı olarak algılanması, kimi şahıs veya ekollerin ‘akılcılık’la nitelendirilmesidir.
Ehl-i re’y-Ehl-i hadis isimlendirmesi ve bu isimlendirmenin temsil ettiği
ayrışma, Tâbiun asrından itibâren söz konusu olmaya başlamış ve bir sonraki nesilde
hatlar iyice belirginleşmiştir.
138
139
el-Hatibü’l-Bağdâdi, el-Fakih ve’l-Mütefakkih, s.187-216
el-Kevseri, Hanefi Fıkhının Esasları, s.7-10
Re’yin ilk başta nass’lardan bağımsız olarak (ibtidâen) hüküm koymaya
uygun olmadığı ve hiç kimse açısından ibtidâen re’y yoluyla hüküm koyma
yetkisinin bulunmadığı bütün Müslüman alimler tarafından ittifakla kabul
edilmektedir. Bu genel kabule göre şer’in hükümleri konusunda hak, Allaha aittir ve
Allahın hakkı, kesin bir bilgiyi gerektiren bir şey ile sabit olabilir. Re’y ise kesin bir
bilgi gerektirmez ve sadece nass’ın hükmünü mansus olmayana yani hükmü
doğrudan belirtilmiş olmayana geçirmeye yarar. O halde re’yin mutlaka önceden
verilmiş bir metne dayalı olması gerekecektir.140
Ebu Hanifenin re’yciliğinin mahiyetine ilişkin olarak şu tespitler yapılabilir:
1)Re’yciliğin, sünnet karşıtlığı olarak anlaşılması doğru değildir.
2)Re’ycilik, anlamın dikkate alınması, sistematik ve mantıkî tutarlılığın
sağlanması endişesinden kaynaklanır ve nass’lardan bağımsız serbest düşünce
anlamına gelmez. Re’ycilerin daha çok kendi kendilerine sordukları “Eraeyte” (ne
dersin, bu konudaki görüşün ne?) sorusu, oluşturdukları fıkıh sisteminin iç
tutarlılığını test etme amacına yöneliktir.
3)Ebu Hanifenin İstihsan dediği şeyin sonraki Hanefi usül eserlerinde
tanımlanan İstihsan ile aynı olup-olmadığı konusu tam olarak açıklık kazanmış
değildir. İstihsanın uygulama alanının daha çok ibadet içerikli (teabbüdi) konular
olması, bu tür konuların iç tutarlılık gözetilmesine pek elverişli olmaması
gerekçesiyle açıklanabilir. Bu açıdan bakıldığında İstihsan ile akılcılık arasında
doğrusal bir bağlantı olmadığı söylenebilir.
4)Ayrıca Hanefiler, şer’i hükümlere yaklaşımda ilkenin ta’lil değil teabbüd
olduğunu savunmuşlardır. Bu durum, sonraki dönemlerde Hanefi bilginleri arasından
Maslahat teorisini savunan fakîh ve usulcülerin çıkmayışını açıklamaktadır. 141
140
141
Serahsi, el-Usul, C: II, s. 92
Apaydın H. Yunus, Bir Muhafazakar Re’ycilik Teorisyeni: Ebu Hanife, İ.A.D. Ebu Hanife özel
sayısı, s. 147
SONUÇ
Ebu Hanifenin Hukuk anlayışı, yaklaşık I. Hicri (VII. Miladi) yüzyılın sonu
ve II. Hicri (VIII. Miladi) yüzyılın başı, yani Emeviler ile Abbasilerin ilk dönemi
Irak’ın özellikle Kûfe’nin ürünü olmaktadır.
İslam dünyasında gelişen kültür ve medeniyetin içinde İslam fıkhının önemli
bir yeri vardır. Çünkü, İslam kültür medeniyeti içinde düşünceye, akla dayalı fikri
üretimlere, nitelik ve nicelik açısından bakıldığında, fıkhın İslam kültür ve
medeniyeti içindeki yerinin önemi ortaya çıkar. İslam fıkhı bu özelliğini, islamın
aklın özgün ve özgürce kullanımına müsaade etmesine borçludur.
Ebu Hanife ve arkadaşları olan Ehl-i Re’y, Kur’an ve Sünnet nassları
üzerinde tümevarım yoluyla yaptıkları araştırmalarda her zaman ve zeminde
başvurulabilecek hukûki esasların bulunduğunu görmüş ve bunları geliştirmeye
çalışmışlardır.
O, sahih akılla nassların çatışmasını şer’i esaslara aykırı bulmuştur. İşte onun
Âhad Haber’i, kollektif bir aklın ürünü hukuki prensiplerle, sahih örf’le, kendinden
daha kuvvetli bir nassla çatışması veya kaçınılması zor, imkansız bir durum vârid
olması gibi bazı durumlarda sorgulamasının asıl sebebi budur.
İmam Ebu Hanife herhangi hukuki bir problemle karşılaştığında ya da
kendisine arz edildiğinde önce meselenin hükmünü Kur’an-ı Kerim’de arar, herhangi
bir cevap bulamazsa kendisinin belirlediği sıhhat şartlarına uyan hadislere
başvururdu. Rivayet edilen hadislerde meşhur olma şartını ileri sürmekteydi. Bunun
nedeni içinde yaşamış olduğu Kufe, Basra, Bağdat bölgesi, sosyal ve kültürel şartlar
bakımından diğer İslam Beldelerine göre daha karmaşık ve çeşitlilik arz ediyordu.
Dolayısıyla önceleri bu bölgede bulunmayıp daha sonradan buraya ulaşan rivayetlere
karşı çok temkinli ve ihtiyatlı davranıyordu. Bu ihtiyat ve duyarlılık onun haber-i
vahidler konusunda sıkı şartlar ileri sürmesine neden olmuş, yaygınlık kazanmamış
haberlere itibar etmemiştir.
Ebu Hanife, hadisçilerin anladığı manada bir Muhaddis değil bilakis Fakihtir
ve onun en önemli özelliği de budur. Fıkhında kullandığı hadisleri, devrinde mûtad
olduğu şekilde, çeşitli rivayetler arasından bazı unsurlarını göz önünde bulundurarak
seçmiş ve kullanmıştır.
II
Hadis konusunda olumlu bir çizgi takip etmiş, ilke olarak Kur’an’dan sonra
teşri’de ikinci hukuk kaynağının hadis olduğunu kabul etmiştir. İmam Ebu Hanife,
hadislerde aradığı çözümü bulamazsa, sahabenin konuyla ilgili görüşlerini dikkate
almakta idi. Sahabe bir konuda icma etmişlerse bunu bağlayıcı sayıyor, eğer icma
söz konusu değilse, bunu fıkhi bir zenginlik kabul ediyor bu görüşler arasında
İslam’ın genel ilke ve hedeflerine uygun olanları tercih ediyordu.
Tabiinden herhangi bir görüş rivayet edilirse, bu durumda, kendisinin de
onlar gibi ictihad edebileceğini söylemekte idi. Ayrıca O, kendi yöresinde bulunan
hukuk bilginlerinin görüş ve uygulamalarına da büyük önem vermekte idi.
Ebu Hanifenin Re’y (Akıl, şahsi görüş)’i, çokça kullanması doğru olmakla
beraber bu, tenkit edilecek bir husus değildir. Nitekim Hz. Peygamber başta olmak
üzere, Sahabe, Tâbiîn ve diğer fukaha bu manada re’yi zaman zaman kullanmışlardır.
Şunu söyleyebiliriz ki, Ebu Hanife İslam’ı anlamada klasik bir metoddan çok,
çağdaş ve ileri bir yaklaşım sahibi idi. Onun ictihad metodu çağının ilerisinde ve
İslam dünyasını sonsuza dek aydınlatacak, sıkıntılar karşısında rahatlatacak
niteliktedir. Onun içtihat özelliklerini şöyle özetleyebiliriz: Akılcılığı, aklı serbest
kullanması, kolaylığı esas alması, hürriyet taraftarı olması, nasslardaki hükümlerin
amacını esas alması, farazi meselelere yer vermesi, te’vile dayalı ictihadda
bulunması, hadisleri anlamada ihtiyatlı davranması, taassuptan uzak oluşu, tartışma
ve şûra anlayışı, fıkhî tedvini, güvenilirliği ve güçlü mantığı gibi.
Ebu Hanife’ye göre birinci delil Kitaptır. İkincisi, Sünnettir. Üçüncüsü,
Sahabenin İcmâ ettikleridir. Eğer sahabe arasında ihtilaf varsa, yine onların sözünden
çıkmaz, içlerinden birini –kıyasa daha uygun düşeni veya kitap ve sünnetin ruhuna
daha uygun olanı- seçip alır. Kitap ve Sünnetten bir nass bulunmayan ve sahabe
kavli de naklolunmayan hususlarda, eğer kıyas yürürse kıyasla amel eder. Eğer kıyas
da sökmezse, o zaman istihsan yapar. İstihsan da sökmezse o zaman halkın
teâmülüne bakarak Örf’ü delil alıyor.
İmam Ebu Hanife, yaygın bir istinbat metodu olarak kullanılmasına rağmen
kıyası, çoğu zaman terk etmektedir. Bunun nedeni ise, artık kıyasın monoton hale
gelmesi, istenilen yararı sağlamamasıdır. Yapılan kıyas, maslahata, örfe, zaruret
ilkesine aykırı oluyorsa bu durumda istihsan metodunu devreye sokuyor. Böylece
III
kıyasın daralttığı dar ictihad alanını genişletiyor, hukukun esnek bir yapıya
kavuşmasını sağlıyordu.
Toplumun problemlerine çözüm arayan Ebu Hanife, genel kaide ve kıyas ile
vardığı rasyonel sonuca istihsan ile İslam hukukuna beşeri bir yön katarak sosyal ve
gerçekçi bir muhteva kazandırmıştır. Böylelikle İslam fıkhı dini temellere dayanan
bir hukuk sistemi olması yanında akli olarak da temellendirilmiş oldu. Onun
tarafından sistemleştirilen istihsan, İslam fıkhı düşüncesine önemli bir açılım
getirmiş ve hukuk sistemi içerisinde tutarlılık kazanmıştır. İstihsan, İslam dünyasında
akli düşüncelere ve uygulamalara gerekli olan yeniliklere ve değişimlere önemli
ölçüde mesnet olmuştur. Bu bağlamda Ebu Hanife, istihsan ile nassların ve
dolayısıyla fıkıh doktrinlerinin toplumsal realitelere, insanlığın ortak değerlerine ve
hukukun genel ilkeleri açısından yeniden yorumlanmasına önemli ölçüde zemin
hazırlamıştır.
Ebu Hanife, İstihsana hem akılla nakil arasındaki çelişkiyi gidermek, hem de
bağımsız ve müstakil bir hukuki kaynak oluşturmak için başvurmuştur.
Örf’e gelince; Örf, sadece kişinin/kişilerin ya da sosyal hayatın oluşturduğu
bir kavram değil, bilakis aklın güzel gördüğü, fakat Kur’an’ın ve Sünnetin özüne ters
düşmeyen, yani şeriata aykırılık arz etmeyen şeydir.
İstihsan ve Örf’ün en güzel bir şekilde uygulanması, Hanefi Mezhebi’nin
asırlarca devlet otoriteleri tarafından da benimsenen bir mezhep olmasını sağlamıştır.
Bu itibarlara göre Ebu Hanifenin fıkhi delilleri yedi tane diyebiliriz: Kitap,
Sünnet, Sahabe kavilleri, İcmâ, Kıyas, İstihsan ve Örf.
Ebu Hanife’nin mezhebine tabi olanlar onu medh ve senada çok ileri gittikleri
gibi onu bir fakih ve müctehid derecesinden daha yukarı çıkarmışlardır. Onun
aleyhinde bulunanlarda onun hakkında ölçüsüz konuşmuşlar, O’nu ırzı ve dini
tecavüzden ma’sun olması gereken bir Müslüman mertebesinden indirmek
istemişlerdir. Ebu Hanife’ye yöneltilen eleştirilerin başlıca sebeplerinden biride
mezhep taassubudur. Kendi imamlarına yöneltilebilecek en ufak bir itiraza bile
tahammül edemeyen bu kimseler içinden Ebu Hanife’yi küfür ve zındıklıkla itham
edenler bile çıkmıştır. Ebu Hanife gibi İslam tarihine mal olmuş büyük şahsiyetleri
gerçek hüviyetleriyle değerlendirebilmek için mezhep asabiyetini bir tarafa
IV
bırakmak, geçmiş alimlerin görüşlerini de tarafsız bir şekilde tahlil ve tenkide tabi
tutmak en isabetli yoldur.
Geçmiş rivayetlerde de görüldüğü üzere onun nassları bir kenara bırakarak
salt kendi arzu ve isteklerine dayanarak kıyas, istihsan, maslahat, örf vb. nass dışı
yöntemlere başvurduğu şeklinde bilhassa kendilerini ehl-i hadis ismini veren kimi
çevreler tarafından oluşturulduğunu sandığımız Ebu Hanife aleyhtarlığının varlığı
göze çarpmaktadır. Başta arkadaşları ve üç büyük mezhebin imamlarında
aktarılanlardan da anlaşılacağı üzere O, İslam’ın temel ilke ve amaçlarını kavramış,
eşsiz bir hukukçudur. Bu tespiti, karşıtı olduğu bilinen diğer uzman alim ve
fakihlerin itiraflarında da bulmak mümkündür.
Bütün bu açık beyan ve değerlendirmelere rağmen yine de bir takım kimseler
Ebu hanife aleyhtarlığına devam ediyorlarsa bunun Haset (kıskançlık) ya da Cehalet
(Ebu Hanifenin seviyesini kavrayamamak)’ten başka bir şey olmadığı kanısına
varabiliriz.
Ebu Hanife ve arkadaşlarının fıkhi meseleler üzerindeki yoğunlaşmalarındaki
bütün gaye, birçok cüz’î meseleye esas teşkil edecek, evrensel hukuki ilkeler bulup
ortaya çıkarma sebebiyledir.
Bugünün İslam hukukçularının yapması gereken şey –tıpkı müçtehit
imamların yaptığı gibi- özellikle de kollektif çalışmalarla yaşayan İslam toplumunun
mevcut ölçülerine uygun ilâhi malzemelerden (Kur’an, Sünnet), yeni elbiseler
hazırlamak, toplumun ihtiyaçlarına gerçekçi çözümler bulmak ve böylece de İslam’ı,
yaşanılan hayata tatbik edebilmektir.
V
BİBLİYOGRAFYA
Ahmed b.Hanbel, el-Müsned, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992 I-VI Cilt
Ali Haydar, Dürerü’l-Hükkâm Şerhu Mecelletü’l-Ahkam, I-XVI Cilt,
Şirketi Mürettebiyye Matbaası, 2.baskı, İst. 1317 h.
Buhari, Muhammed b. İsmail, el-Câmiu’s Sahih, Çağrı Yayınları, İst., 1992
Ebu Davud, Süleyman b. Eş’as Es Sicistani, Sünen, Çağrı Yayınları,
İstanbul, 1992, I-V cilt
Ebu Hanife, Numan b. Sabit, el-Alim ve’l-Müteallim, Thk. Muhammed
Zâhid Kevseri, Kahire 1949
Ebu
Zehra,
Muhammed,
Ebu
Hanife,
Çev.
Osman
Keskioğlu.
D.İ.B.yayınları, Ank. 1999, III. Baskı
Ebu Zehra, Muhammed, İslamda Fıkhi Mezhepler Tarihi, İst., Trc:
Abdülkadir ŞENER, Hisar Yayınevi, 2 Cilt
Ebu Zehra, Muhammed, Usülü’l-Fıkıh, İst., Ts
Ebu-l Arab, Muhammed b. Ahmed b. Temim, Kitab-ül Mihen, Thk. Yahya
Vehib el-Cebburi, Beyrut, 1983, 1. Baskı,
Ed-Dehlevi, Şah Veliyyullah Ahmed b. Abdirrahim, Huccet-üllâhi’lBâliğa, el-Matbâatü’l-Hayriyye, 1.Baskı, Mısır 1332 h. I-II Cilt,
El-Esad, Mahmud, Tehis-i Usül-i Fıkh, İzmir, 1313
El-Hamevi, Şihabuddin Ebu Abdillah Yakut b. Abdillah, Mu’cemu-l
Buldan, Dâru Ihyâi’t-Türasil-Arabi, Beyrut, 1979, I-V Cilt
El-Hatip el-Bağdadi, Ebu Bekr Ahmed b. Ali b. Sabit, Târihu Bağdât ev
Medinetü’s-Selam, Dâru’l-Kütübi’l-Arabî, Beyrut, ts, I-XIV Cilt
El-İsfahâni er-Ragıp, Ebu’l Kasım el-Hüseyin b. Muhammed, el-Müfredâtı Elfâzı’l Kur’an, Dâru’ş-Şafiyye, Beyrut, ts.
El-Kerderi, Hafizuddin Muhammed b. Muhammed b. Şihab el-Harizmi elBezzâzi, Menâkıbu Ebi Hanife (Mekki’nin Menakıbı ile birlikte), Dâru’l-Kitâbi’lArabî, Beyrut 1981
El-Kevseri, Muhammed Zahid, Hanefi Fıkhının Esasları, Çev: Abdulkadir
Şener- M.Cemal Sofuoğlu, Ank., T.D.V. yay., 1991
VI
El-Kureşi, Muhyiddin Ebi Muhammed Abdülkadir b. Muhammed, elCevâhiru’l-Mudıyye fî Tabakâti’l-Hanefiyye, Thk. Abdülfettah Muhammed el-Hılv,
Riyad 1978, I-IV Cilt
El-Mekki, el-Muvaffak b. Ahmed,
Menakıb-ı Ebu Hanife (Kerderi’nin
Menakıbı ile birlikte), Dâru’l-Kitabi’l-Arabî, Beyrut 1981
Ensari, Nizamuddin, Fevatihu’r-Rahamût Şerhu Musellemetu’s-Subut,
Beyrut, 1324
Erdoğan Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, Rağbet Yayınları, İst.,
1998
Es-Saymeri, Ebu Abdillah Hüseyin b. Ali, Ahbâru Ebi Hanife ve Ashâbihi,
Âlemu’l-Kütüb, 2.Baskı, Beyrut 1985
Es-Suyûti, Celâluddin Abdurrahman b. Ebi Bekr, Tebyidu’s-Sahife fî
Menakıbi’l-İmam Ebi Hanife, Haydarabat, 1317 h.
Eş-Şafii, Ebu Abdillah Muhammed b. idris, er-Risale, Thk. Ahmed
Muhammed Şakir, MektebetüDâru’t-Tiras, Kahire 1979, 2.Baskı,
Eş-Şârani, Abdülvehhab, Mizânü’l-kübra, 2 Cilt, Matbaatu’t-Tekaddümi’lİlmiyye, Mısır 1321 h.
Et-Temimi, Takıyyuddin Abdülkadir, et-Tabakatü’s-Seniyye fî Terâcmi’lHanefiyye, Thk. Abdülfettah Muhammed el-Hılv, Daru’r-Rifâi, 1.Baskı, Riyad 1983,
I-IV Cilt
Ez-Zehebi, Menakıbu’l-İmam Ebî Hanife ve Sâhibeyhi Ebi Yusuf ve
Muhammed b. el-Hasen, Thk. M.Zâhid el-Kevseri-Ebu’l-Vefâ el-Afgâni, Lecnetü
İhyâi’l-Meârifi’n-Numâniyye, Beyrut 1408 h., 3.Baskı
Ez-Zehebi, Şemsüddin Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Osman,
Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, (Thk. Şuayp el-Arnavut ve diğerleri), Müessesetü’r-Risale,
Beyrut 1982 , I-XXIII Cilt
Ez-Zeydan, Abdül Kerim, el-Vecîz fî Usuli’l-Fıkh, Müessesetü’r-Risale,
Beyrut, 2000
Gazzali, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, el-Mustasfâ min İlm’il
Usül, Matbâatü’l-Emiriyye, Bulak, Mısır 1322, 1.Baskı
Haskefi, Ed-Dürrü’l-Muhtâr, (İbn Abidin’in Reddü’l-Muhtar Haşiyesi ile
birlikte), M.el-Halebi Baskısı, Mısır, 1386 (1966)
VII
İ.Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanifenin Hadis Anlayışı ve Hanefi Mezhebinin
Hadis Metodu, DİB. Yayınları, Ankara, 2001, II. Baskı
İbn Abdilberr, Ebu Amr Yusuf b. Abdillah, el-İntiga fî Medâili’s-Selâseti’lEimmeti’l-Fukaha: Malik, Şafii, Ebu Hanife, Mektebetü’l-Kudsi, Kahire 1350
İbn Abidin, Mecmuâtü’r-Resâil, Beyrut, Ts.
İbn Ebi Hâtim er-Râzi, Ebu MuhammedAbdurrahman Muhammed b. İdris,
Âdâbü’ş-Şâfii ve Menâkıbuhu, Thk. Abdülgani Abdülhalik, Matbaatu’s-Seâde, Mısır
1953
İbn Hacer el-Askalani, Şihâbuddin Ebu’l-Fazl Ahmed b. Ali, Tehzibü’tTehzib, I-XII Cilt
İbn Hazm, Ebu Muhammed Ali b. Ahmet ez-Zâhiri, el-Mulahhasu ibtâli’lkıyas ve’r-Re’y ve’l-İstihsan ve’t-Taklîd ve’t-Ta’lil, nşr. Said el-Efgâni, Dımaşk,
1960
İbn Mace, Ebu Abdullah Muhammed b. Yezid El Kazvini, Sünen, Çağrı
Yatınları, İstanbul, 1992
İbn Nedim, Ebu’l-Ferec Muhammed b. İshak, el-Fihrist, Dâru’l-Mârife,
Beyrut 1978
İbn Sa’d, Muhammed b. Sa’d ez-Zühri, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, Dâru Sâdır,
Beyrut, 1968, I-IX Cilt
İbni Abidin, Hâşiyetü Raddü’l-Muhtar Ale’d-Dürru’l-Muhtar, Dâru’l-Fikr,
Beyrut 2000, I-VIII Cilt
İbni
Hacer
el-Heysemi, Şihabuddin Ahmed, el-Hayrâtu’l-Hisân
fî
Menakıbi’l-İmamı’l-Azam Ebi Hanife en-Numan, Thk. Halil el-Meys, Daru’lKütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1983
İbni Kesir, Ebu’l-Fidâ İsmail, el-Bidaye ve’n-Nihaye, Thk. Ahmed elMulhim ve diğerleri, Beyrut 1988, I-XIV Cilt
İbnü’l Cevzi, Ebu’l-Ferec Abdurrahman, el-Muntazam fî Tarihi’l-Umem
ve’l-Mulûk, Thk. Muhammed Abdülkadir Ata, Mustafa Abdülkadir Ata, Beyrut 1992
I-XVIII Cilt
İbnü’l Kayyım el-Cevziyye, Şemsüddin Ebi Abdillah Muhammed b. Ebi
Bekr, İ’lamu’l-Muvakkıin an Rabbi’l-Alemin, Thk. Taha Abdurrauf Sa’d, Dâru’l-Cil,
Beyrut 1973, I-IV Cilt
VIII
İmam Şa’ra, İmamların Fıkhı İhtilafları Niçin Rahmettir, trc. Ali ArslanMahfuz Aksu, Arslan yay.
İsfehâni, Ebu Nuaym, Müsned’ül-İmam Ebi Hanife, Thk. Nazar Muhammed
el-Feryâbi, Riyad, 1994, 1.Baskı
İslam Ansiklopedisi T.D.V. yay. Ankara
İslamî Araştırmalar Dergisi, Ebu Hanife özel sayısı, 2002
Kâdı İyad, Tertibü’l-Medârik, Thk. Ahmed Bukeyr Mahmud, Beyrut 1968,
I-III Cilt
Karaman Hayrettin, İslam Hukukunda İctihad, DİB Yayınları, ANK. 1975
Kâsâni, Alâuddin Ebu Bekr b. Mes’ud, Bedâyiu’s-Sanâi fî Tertibi’ş-Şeraî,
Beyrut 1982
Katip Çelebi, Mustafa b. Abdullah, Keşfü’z-Zûnun an Esâmi’l-Kütübi ve’lFünun, Milli Eğitim Basımevi, 2.Baskı, İst. 1971, I-II Cilt
Molla Hüsrev, Muhammed b. Feramuz, Mir’at’u-l Usül Şerhu Mirkati’lVusûl, Şirketi sahafiyeyi osmaniye, İst., 1308
Muhammed Mansur, Teysîru Usûli’l-Fıkh, Kahire, Ts.
Muhibüddin Ebi Feyz Es Seyyid Muhammed Murtaza El Huseyni, Tacu’l
Arus Cevahiru’l Kamus, Beyrut, 1994, I-XX Cilt
Mücteba Uğur, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları, Ankara, 1992
Sâlihi, Muhammed b. Yusuf, Ugûdü’l-Cüman fî Menakıbi’l-İmami’l-Âzam
Ebi Hanifete’n-Numan, Hz. Ebu’l-Vefa El-Afgânî, Medine 1394 h
Serahsi, Ebu Bekr Muhammed b. Ebu Sehl, el-Mebsut, Çağrı yayınları, İst.
1982, I-XXX Cilt
Serahsi, Ebubekir Muh. b. Ebu Sehl, Usülü’s-Serahsi, Thk. Ebu’l-Vefa elAfgâni, Kahraman yayınları, İst. 1984
Sezgin, Fuad, Tarihu’t-Turasi’l-Arabi, I-X Cilt, Çev.Mahmud Fehmi Hicâzî,
Câmiatü’l-imam muhammed b.Suud el-İslamiyye, Riyad 1983
Şamil İslam Ansiklopedisi, Şamil Yayınları, İstanbul, I-VI Cilt
Şener Mehmet, İslam Hukukunda Örf, İzmir, 1987, s.105
Şener, Abdülkadir, İslam Hukukunun Kaynaklarından Kıyas, İstihsan ve
Istıslah, Ank., 1981
IX
Şevkâni, Muhammed b.Ali, İrşâdu’l-Fühûl ilâ Tahkıki’l-Hak min İlmi’lUsül, Thk. Şa’ban Muhammed b. İsmail, Mısır, 1937, I-II Cilt
Şibay, Halim Sabit, “Ebu Hanife”, İslam Ansiklopedisi, Milli Eğitim
Basımevi, İst. 1977
Şirazi, Ebu İshak, Tabakatü’l-Fukaha, yay. haz. Halil el-Meys, Beyrut 1970
Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi,
Çev. A.Temir, Z.Kadiri Ugan, Maarif Basımevi, İst., 1958, I-IV Cilt
Tirmizi, Ebu İsa Muhammed b. İsa, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992
Vehbe Zuhayli, İslam Fıkıh Ansiklopedisi, Aksa Yayınları, İst.1990, I-X
Cilt
Yıldırım Mustafa, Mecellenin Küllî Kâideleri, ilâhiyat Fak. Yayınları, İzmir,
2001
Zehebi, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed, Tarihu’l İslam, Thk. Ömer
Abdurrahman Tedmûri, Beyrut 1988
X
Download