öğrenme bozuklukları - Ankara Ada Psikoteknik

advertisement
YEME VE BESLENME BOZUKLUKLARI
Yeme bozuklukları; beslenme yetersizliği, aşırı beslenme, depresyon, madde bağımlılığı,
anksiyete gibi ciddi sorunlara neden olabilen, yeme alışkanlıklarındaki sapmalardır.
Yeme ve büyüme bozuklukları, somatopsişik etkileşimlerle ortaya çıkan, tek bir nedene
bağlanamayacak denli karmaşık ve komplike bozukluklardır.
Beslenme anne çocuk arasındaki ilksel etkileşimin önemli ve özel bir alanıdır. Bu alandaki
zorluk her ne nedenle başlamış olursa olsun tedavi ve yaklaşımda anne ve çocuğun birlikte
ele alınması önemlidir.
YEME BOZUKLUKLARI











Pika
Ruminasyon
Travma Sonrası Yeme Bozukluğu
Bebeklik ve Erken Çocuklukta Beslenme Bozukluğu
Yetersiz Beslenme
Obezite
Yemek Seçme
Genel Reddetme
Hastalık Döneminde İştah Azalması
Anoreksiya
Bulimiya
YEME BOZUKLUKLARI TANI ÖLÇÜTLERİ
ANOREKSİYA NEVROZA
 Yaşı ve boy uzunluğu için olağan sayılan en az kiloda yada bunun üzerinde vücut
ağırlığına sahip olmayı kabul etmeme
 Beklenenin altında bir vücut ağırlığına sahip olmasına karşın kilo almaktan yada
şişman biri olmaktan aşırı korkmak.
 Kişinin vücut ağırlı ve biçimini algılama biçiminde bozukluk olması, kendini
değerlendirmede vücut ağırlığı yada biçiminin anlamsız etkisinin olması yada o
sırada vücut ağırlığının düşük olmasının önemini inkar etme.
 Bayanlarda menarş sonrası amenore, yani üç ardışık menstürel siklusun olmaması.
Tipini Belirtiniz:
Kısıtlı Tip: Anoreksiya Nevrozanın o sıradaki epizodu sırasında kişi düzenli olarak
tıkanırcasına yeme yada çıkartma davranışı göstermemiştir.
Tıkanırcasına yeme / Çıkartma Tipi: Anoreksiya nevrozanın o sıradaki epizodu
sırasında kişi düzenli olarak tıkanırcasına yeme yada çıkartma davranışı göstermiştir.
BULİMİA NEVROZA
Yineleyen tıkanırcasına yeme epizotlarının olması. Bir tıkanırcasına yeme epizodu
aşağıdakilerden her ikisi ile belirlidir.
 Aynı zaman diliminde ve benzer koşullarda çoğu insanın yiyebileceğinden hiç
tartışmasız çok daha fazla miktarda olan yiyeceği belirli bir zaman diliminde yeme.
 Bu epizot sırasında yeme kontrolünün kalktığı duyumunun olması.
 Kilo almaktan sakınmak için, kendisinin yol açtığı kusma, laksatiflerin, diüretiklerin,
lavmanların yada diğer ilaçların yanlış yere kullanımı, hiç yemek yememe yada aşırı
egzersiz yapma gibi uygunsuz dengeleyici davranışlarda tekrar tekrar bulunma.
 Tıkanırcasına yeme ve uygunsuz davranışların her ikisi de 3 ay süreyle ortalama
olarak en az haftada iki kez ortaya çıkmaktadır.
 Kendisini değerlendirirken anlamsız bir biçimde vücudunun biçimi ve ağırlığından
etkilenir.
 Bu bozukluk sadece anoraksıya nevroza epizotları sırasında ortaya çıkmamaktadır.
Tipinin Belirtiniz.
Çıkartma Olan Tip: Bulimiya nevrozanın o sıradaki epizodu sırasında kişi düzenli
olarak kendi kendine kusmuş yada laksatifler, lavmanların yanlış yere kullanmıştır.
Çıkartma Olmayan Tip: Kişi hiç yemek yememe yada aşırı egzersiz yapma gibi diğer
uygunsuz dengeleyici davranışlarda bulunmuş ancak kendi kendine kusmamış yada ilaç
kullanmamıştır.
BAŞKA TÜRLÜ ADLANDIRILAMAYAN YEME BOZUKLUĞU
Bunun kategorisi, herhangi özgül bir yeme bozukluğu için tanı ölçütleri karşılanamayan
yeme bozuklukları içindir. Örnekler:
 Bayanlarda, bireyin düzenli menstürasyonlarının olması dışında anoreksiya
nevrozanın bütün tanı ölçütleri karşılanır.
 Belirgin bir kilo kaybının olmasına karşın kişinin o sıradaki vücut ağırlığının olağan
sınırlarda olması dışında anoreksiya nevrozanın bütün tanı ölçütleri karşılanır.
 Tıkanırcasına yemenin ve uygunsuz dengeleyici düzeneklerin haftada iki defadan
daha az bir sıklıkta yada 3 aydan daha kısa süreli olarak ortaya çıkması dışında
bulimia nevrozanın bütün tanı ölçütleri karşılanmaktadır.
 Olağan vücut ağırlığını koruyan birinin az miktarda yemek yedikten sonra düzenli
olarak uygunsuz dengeleyici davranışlarda bulunması.
 Büyük miktarda yiyeceği sürekli çiğneyip tükürme, ancak yutmama.
PİKA




En az 1 ay süreyle, yenilebilir olmayan maddeleri sürekli olarak yeme.
Yenilebilir olmayan maddelerin yenmesi gelişim düzeyine göre uyun değildir.
Bu yeme davranışı kültürel açıdan onanan bir uygulamanın bir parçası değildir.
Bu yeme davranışı sadece başka bir mental bozukluğun gidiş sırasında ortaya
çıkıyorsa bile ayrıca klinik değerlendirmeyi gerektirecek kadar ağırdır.
Pika, çocuğun yenilebilir olmayan maddeleri 4–9 hatta 10. aylar arasındaki dönem dışında
yeme çabası şeklinde tanımlanabilir. Bebek, belirtilen dönemler arasında dünyayı tanımak
için her şeyi ağzına götürebilir. Bu yüzden bu dönemde görülen durum, bir bozukluk olarak
yorumlanmamalıdır.
DSM-IV' de beslenme/yeme bozuklukları listesi içinde ilk yer alan pikadır ve en az 1 ay
süreyle yiyecek olmayan maddeleri gelişimsel düzeye ve kültürel pratiğe uymayan biçimde
yemek olarak tanımlanır.
Çocukların boya, yapıştırıcı, kâğıt, bez, saç, toprak, çakıl taşı, kurşun kalem silgisi, çiğ
patates, tırnak, buz, yanık kibrit, hayvan gübresi yedikleri görülmüştür. Pika bir yeme
bozukluğu olarak homojen küçük bir gruba sınırlı değildir. Normal gelişim gösteren oyun
çocuklarında da görülebilir. Çocukluk çağında pika 2–3 yaşlarında başlar ve çocukluk çağı
boyunca devam eder. İlk yaşta çocuklar her şeyi ağızlarına götürdüklerinden pika ayrımı
zordur.
Pediyatrik literatürde kurşun zehirlenmesine ilgi artışı sonucunda pikanın neredeyse boya
kırıntılarını yeme ile eşanlamlı olduğu düşünülmektedir. Kanda toksik düzeyin biraz aşıldığı
durumlarda dikkatsizlik, hiperaktivite ve irritabilite görülebilirken, daha yüksek düzeylerde
öğrenme ve okuma problemleri, büyümede gecikme ve işitme kaybı olabilir. Daha ileri
düzeylerde konvülziyonlar, kalıcı beyin hasarları ve hatta ölüm olabilir.
Kil ve nişasta gibi özellikle besleyici değeri olmayan maddeleri yemenin kültürel ve ailesel
etkenlere bağlı olduğu, yoksul ve kırsal toplumlarda sık görüldüğü bildirilir. Ayrıca yeterli
gözetim ve bakım sunulmayan oyun çocuklarının uygun olmayan maddeleri yeme riski
yüksektir.
Pika, küçük çocuklarda %10, hastanelere zehirlenme kazaları ile gelenlerde %55 sıklığında
bulunmuştur. Mental retarde bireylerde pika çocukluk çağında başlar ve orta yaştan sonra
azalabilir. Bu grupta pika mental retardasyonun ağırlığı ile ilişkilidir.
Sıkıntı, anksiyete ve depresyon pikayı alevlendirebilir ancak bu psikopatolojilerin ilişkisi
konusunda çok az çalışma yapılmıştır. Süreğen anksiyöz çocuklarda veya erişkinlerde
pikanın görülmesi ve trikotillomani veya diğer kompulsif davranışlarla ilişkisi konusunda
literatürde çalışma yoktur. Demir eksikliği, diyette kalsiyum azlığı pika ile ilişkili olabilir.
Çocukluğunda pika öyküsü olanlarda anoraksıya ve bulimiya nevrozaya sık rastlandığı
bildirilmiştir.
Bozukluğun tıbbi komplikasyonları, ağır metal zehirlenmesi, mineral/vitamin eksikliği,
parazit enfeksiyonları ve intestinal obstrüksiyondur. Bu çocuklarda oral aktivitelerde artma,
konuşma gecikmesi, parmak emme, tırnak koparma görülür, bağımlılık gereksinimleri ve
agresif duyguları fazladır. Ergenlik dönemine geldiklerinde depresyon ve ciddi kişilik
bozuklukları, tütün, alkol, madde kullanımı sık görülür.
Pika öyküsü olan çocuklarda ev ortamının ve aile işlevselliğinin dikkatlice sorgulanması,
aileye komplikasyonlarla ilgili bilgi verilmesi ve pikanın önlenmesi gerekir. Ayrıca bu
çocuklar bilişsel işlevler ve psikiyatrik bozukluklar yönünden incelenmelidir.
Bu davranış, ya ağır bir duygusal yoksunlukta ya da terk edilmiş çocuklarda ortaya çıkar,
ayrıca beslenme ve sindirim bozukluklarının eşlik ettiği psikotik çocuklarda da görülebilir.
Bazı uzmanlar, bu çocuklarda yaygın olarak hipokrom anemi yani kansızlık görülmesi
nedeni ile bu yeme davranışını "demir" arama şeklinde yorumlamışlardır. Tanımlanmış
belirli bir tedavisi olmayıp, tedavide temel olarak çocuğun psikososyal, çevresel davranışları
incelenir, aile danışmanlığı yapılır ve aile-uzman işbirliğine gidilir.
RUMİNASYON BOZUKLUĞU
Olağan bir işlevsellik döneminden sonra, en az 1 ay süreli olarak, yiyeceklerin yinelenen
regürjitasyonu ve yeniden çiğnenmesi.
 Bu davranış genel tıbbi duruma bağlı değildir.
 Bu davranış sadece anoraksıya yada bulimiya nevrozanın gidişi sırasında ortaya
çıkmamaktadır. Bu semptomlar sadece mental retardasyon yada bir yaygın
gelişimsel bozukluğun gidişi sırasında ortaya çıkıyorsa bile ayrıca klinik
değerlendirmeyi gerektirecek derecede ağırdır.
Kısmen hazmedilmiş yiyeceğin; belirgin bir bulantı, tiksinme, öğürme ya da ilişkili sindirim
sistemi bozukluğu olmadan ağza getirilmesi ve yeniden çiğnenmesidir. Çocuk, çiğnenen
yiyeceği yeniden yutar ya da tükürür. Yineleyici bir biçimdedir, başlangıcı genellikle üç
aylıktan sonradır. Daha ileri yaşlarda ve ergenlerde ise sıklığı azalır.
Ruminasyon bozukluğu, DSM-IV tanı sisteminde, gastrointestinal bir hastalık olmaksızın
(örn. özofageal reflu), normal işlevselliğin edinildiği bir dönemi izleyerek en az 1 ay süreyle,
tekrarlayan regürjitasyon ve yeniden çiğnemenin olmasıdır.
Ne yazık ki klinik tablo DSM-IV' ün belirlediğinden daha komplikedir. Elektrolit dengesizliği,
kilo kaybı, dehidratasyon ve ölüm olabilir. Bazı bebekler ve retarde erişkinler mide içeriğini
yeniden çiğneme ve yutma olmadan kusabilirler; ruminasyon ve kusmanın ayrımı zordur.
Ruminasyonun gastroözofageal reflu, hiatal herni ve diğer özofageal anormalliklere ya da
gastrik fundus hipomotilitesi ve geciken mide boşalmasına bağlı olduğu düşünülmüştür
ancak organik etkenlerin rolü hala belirsizdir.
Ruminasyon görünüşte nadirdir, bildirilen olgu sunumları ve küçük olgu grupları vardır.
Normal gelişen bebeklerde ilk yaşta, mental retardelerde ileri yaşlarda, hatta erişkinlikte
başlayabilir. Olguların bir kısmında kendiliğinden düzelme olurken, bir grup olguda prognoz
kötü olabilir; aspirasyon, ciddi malnütrisyon, büyüme yetersizliği, gelişimsel gecikme ve
ölümle sonuçlanabilir.
Ruminasyonun sıklığı konusunda çok az şey biliyoruz. Cinsiyet dağılımı da belli değildir; bir
olgu serisinde erkeklerde daha sık bulunmuştur.
Pek çok yazar ruminasyonun oluşumunda asıl rolün psikososyal çevredeki bozukluklar
olduğunu savunur. Anne-çocuk ilişkisindeki yetersizlik çocuğun haz yaşantısını içsel
kaynaklarda aramasına yol açar. Annenin özenle, sevgiyle, rahat bakım sunamaması ve
bebeğin gerginliğini gidermede yetersizliği söz konusudur.
Öğrenme teorisi ruminasyonun ortaya çıkışını ve sürekli hal alışını işlemsel şartlanma ile
açıklar. Ruminasyon ile çocuğun içsel uyarımdan haz alması ve annenin dikkatini çekmesi
olumlu pekiştirici, anksiyeteyi ortadan kaldırması olumsuz pekiştirici olarak işlev görür.
Annenin kınayıcı davranışı da ilgisinin çekilmesini sağlama bakımından güçlü bir pekiştirici
olabilir. Tedavide ebeveyn- bebek ilişki dinamikleri, bebeğin bu belirtiyi nasıl kullandığı
değerlendirilerek uygun yaklaşım sağlanmalıdır.
Ruminasyon, çocuklarda nadiren görülür, cinsiyet farklılığı yoktur, daha çok 3 ila 12. aylar
arasında ve zeka geriliği olan çocuklarda ortaya çıkar. Bu çocuklarda basit bir kendini
uyarma davranışı olarak, diğer çocuklarda ise anne çocuk ilişkisindeki çeşitli
bozukluklardan kaynaklandığı düşünülmektedir. İmmatür adı verilen, evlilik sorunları
yaşayan ve çocuğa yeterli bakımı sağlayamayan bir anne tipi vardır. Çocuk ruminasyon ile
yeme sürecini yeniden başlatmakta, böylece annenin sağlayamadığı doyumu elde etmeye
çalışmaktadır. Ayrıca aşırı gerginliğin de nedenler arasında olduğu vurgulanır.
Tedavi sonuçları olgu sunumları ile sınırlıdır ve çocuğun psikososyal çevresinin
düzenlenmesi, bakım verenin şefkatli ilgisi, annenin tek ya da baba ile birlikte psikoterapiye
alınmasını içerir. Ruminasyon oluştuğunda, çocuğun ağzına hafif elektrik akımı verilmesi ya
da limon gibi tadı hoş olmayan maddelerin sıkılması gibi davranışçı teknikler de etkili
olabilmektedir.
TRAVMA SONRASI BESLENME BOZUKLUĞU
Doğumsal veya edimsel sindirim sistemi patolojileri nedeniyle orofarinkse endotrakeal tüp
veya beslenme tüpü yerleştirilmesi, orofarinksin temizlenmesi işlemini veya öğürme, kusma
ile bir boğulma epizodunu izleyerek ani başlangıçlı beslenmeyi reddetmedir; bebek zorla
beslenmeye çalışılırsa sıkıntıya girer. Beslenme işleminden korku duyabilir, ağız çevresine
dokunulduğunda, biberonu veya yüksek mama sandalyesini gördüğünde ağlamaya,
kusmaya başlayabilir. Ciddi durumlarda akut kilo kaybı ve dehidratasyon görülür. Beslenme
pratiğinin olmaması nedeniyle oral motor gelişme gecikmesi olur, ikincil davranışsal
beslenme problemleri ortaya çıkar.
Tedavi üç basamaklıdır: Duyarsızlaştırma, yiyeceğe başlama, yiyecek alımının
düzenlenmesi. Duyarsızlaştırmada beslenme ile ilgili sıkıntıyı tetikleyen etken bulunur.
Sıklıkla biberon veya yüksek sandalye olan bu etken, beslenme ile ilişkilendirilmeden
ortamda bulundurularak, tolerans artırılır. Bebek ağız çevresine dokunulmasından
korkuyorsa haz verici biçimde anne ağzına dokunur, oyuncaklar ve daha sonra kaşık ağza
götürülerek oyunlar yapılır.
Yiyecek denemesine su ile başlanır. Suyu rahat aldıktan sonra meyve suyu daha sonra
süte geçilir. Bazı bebekler yoğurt, puding, dondurma gibi yarı katı gıdalara daha iyi cevap
verirler. Katı gıdalara geçilirken ara motor koordinasyonun değerlendirilmesi, çiğneme ve
yiyeceğin ağızda yayıldığının görülmesi, yutmanın başarılması gerekir. Annenin ağzına
yiyecek alarak model olması da yararlı olabilir. Çocuk becerileri kazandıkça ağzını güzel
açtın, iyi çiğnedin, iyi yuttun gibi ifadelerle olumlu pekiştirmenin yapılması da önemlidir.
Bebek ya da küçük çocuğun eline bir tabak ve kaşık verilerek yeme işlemine katılması
sağlandığında daha az sıkıntılı olacaktır.
Beslenme becerileri edinildikten sonra açlık deneyiminin yaşanması yeni, önemli bir
aşamadır. Fizyolojik gereksinimlere göre besin alımının düzenlenmesi, tüple beslenmede
kesintilerin yapılması gerekir. Gastrostomi ile beslenen özofagus atrezili 7 bebekle çalışmış,
bunların emme, çiğneme ve yutmayı öğrenmelerinde ciddi güçlüklerinin olduğunu
göstermiştir.
BEBEKLİK VEYA ERKEN ÇOCUKLUK BESLENME BOZUKLUĞU
 Beslenme bozukluğu sonucu kilo alımı yetersizliği veya kilo kaybı en az 1 ay süreyle
vardır,
 Eşlik eden tıbbi durum veya gastrointestinal bozukluk (gastroözofageal reflu gibi)
bulunmamaktadır,
 Bir başka mental bozuklukla veya yiyecek bulamama ile açıklanamaz,
 Başlangıç yaşı 6 yaş öncesidir.
Bebeklik döneminde büyüme ve beslenme yetersizlikleri 3 ayrı gelişimsel döneme göre ele
alınabilir. Bebek 2–3 aylık olunca uyku- uyanıklık, açlık- tokluk ve boşaltma işlevlerini
dengelemeye başlar. Anne çocuğun fizyolojik ve affektif yaşantılarını düzenlemesinde
yardımcı olur. Bu dönemde "homeostazis beslenme bozukluğu" ndan söz edilebilir. 2–6
aylar arasında anne çocuk arasında sosyal etkileşimler olur. Çocuk anneyi daha açıkça
tanır. Annenin duygusal destekleyici tutumundaki yetersizlikle ilişkili olarak "bağlanma
beslenme bozukluğu" ortaya çıkabilir.
Normalde 6–36 aylar arası hareketlilikte, ince motor becerilerde, dil işlevleri edinilmesinde,
sembolik reprezantasyon kapasitesinde, kendini ayrı bir birey olarak algılamasında gelişme
olur. Bebek kendini beslemeye çalışır, otonomisi gelişir. Çocuğun otonomisi ve ebeveynin
kontrolü arasında çatışma olabilir. Burada da separasyon bozukluğuna (infantil anoreksiya)
işaret edilebilir.
Beslenme problemleri ve büyüme yetersizliğinin ebeveynle organize ve güvenli bağlanma
ilişkisi içinde görülebildiği, infantil anoreksiyalı 33 olgunun 2/3'ünde güvenli bağlanma
olduğu, ancak güvensiz bağlanma ilişkisinin beslenme problemlerini artırarak daha ağır
malnütrisyona yol açtığı ortaya konmuştur.
Yiyecek seçme, infantil anoraksının subklinik formu olarak tanımlanmıştır. Malnutrisyon
yoktur ancak en az 1 aylık sürede yiyecek seçme, tek bir çeşit yeme durumu vardır.
Ebeveynlerin tutumunda farklılıklar görülür.
Yeme ve beslenme bozukluğu tedavisinde öncelikle çocuğun birincil bakım verenlerle
ilişkisini tanımlamak, ebeveynlerin her birini ayrı bireyler olarak, yaşam öyküleriyle,
gereksinimleriyle değerlendirmek, daha sonra ailenin sosyoekonomik durumunu, zor yaşam
olaylarını, sosyal destek sistemlerini gözden geçirmek önemlidir.
Çocuğun bakım verenlerle ilişkisi, beslenme, oyun, uyku düzeninde yaşanan etkileşimler
değerlendirilmelidir. Etkileşimde gözlenen işlevselliği bozucu davranış kalıplarına ebeveynin
dikkati yöneltilir.
Terapötik yaklaşım 6 aşamada ele alınabilir:
1-Anne ile terapötik işbirliği oluşturulur,
2-Bebeğin mizacındaki zorluklar ele alınır,
3-Bebeğin bilişsel gelişimi konusunda ebeveynler rahatlatılır,
4-Çocukların yaşadıkları gelişimsel çatışmalar konusunda bilgi verilir,
5-Bebeğin yeme davranışının nasıl değiştirilebileceği ele alınır,
6- Bebeğin uygun olmayan davranışlarına sınır konulması tartışılır.
Bebekler, çocuklar, gelişen otonomileriyle uyumlu yeme alışkanlıklarını edindiklerinde,
sağlıklı büyüme ve gelişmelerinin yolu açılır.
YETERSİZ BESLENME
Bebeklerin ya da küçük çocukların beslenme bozukluğu tanımı, kilo alamama ya da kilo
kaybı ile gerçekleşen yetersiz beslenmeyi belirtmek için kullanılır. Bu bozukluk genellikle
hayatın ilk yılında ortaya çıkar, bazen de 2–3 yaşlarında başlar. Pediatri kliniklerine yatırılan
çocukların %1-5'i yeterli kilo alamayan çocuklardır. Bu hastaların yaklaşık yarısı herhangi
bir genel tıbbi duruma bağlı olmayan ve bu grupta ele alınan beslenme bozukluklarıdır.
Bakım veren kişi değiştiğinde, beslenmede iyileşme ya da kilo alımı tanıyı destekleyen
önemli bir ipucudur. Tanı koyabilmek için bozukluğun altı yaşından önce başlaması koşulu
vardır.
OBEZİTE
Çocuklarda yeme ile ilgili olarak ortaya çıkan, ancak anoreksinin arkasında kalmış bir
sorundur. Özellikle de erişkinlerdeki obezite ile ilgili çalışmalar sonrası ortaya çıkmıştır.
Klinik anlamda obezite, kişinin ağırlığının boyuna göre beklenen kilodan %20 daha fazla
olması şeklinde tanımlanır. %60 ya da daha fazla olması ise ağır risk etkeni olarak
değerlendirilir. Okul çağındaki çocuklarda sıklığı %5 oranındadır.
Obezitenin yerleşmesi için iki dönem vardır:
 Bebeklik döneminde başlayan,
 2–12 yaşlarında başlayan.
Dolayısıyla, birincil ve ikincil olmak üzere iki tür obesiteden söz edilebilir. Yağ hücrelerinin
yapı ve sayısı bakımından çocuk hekimleri üç tip şişmanlık tanımlamışlardır:
Hiperplazik tipte yağ hücrelerinin sayısı artmıştır. Obesite hayatın ilk yıllarından itibaren
başlar.
Hipertrofik tipte yağ hücrelerinin hacimleri artmıştır.
Karışık tipte ise beslenme bakımından obesite, tıkınırcasına ya da aşırı yemenin olduğu bir
dönemden sonra başlayabilir. Ancak sıklıkla, aile ortamındaki aşırı yemek yemenin bir
sonucudur. Bu aşırı yeme bütün alanlara yayılabileceği gibi, şekerli gıdaları yeme şeklinde
sınırlı da olabilir (okul dönüşü şekerli gıdaların fazla alınması gibi). Hormonal bir nedene
bağlı obesiteler çok nadirdir (%1'in altında) ve genellikle bir gelişme geriliği ile birlikte
görülür. Psikolojik anlamda bir kez obesite yerleştikten sonra tepkisel ya da nedensel
bozuklukların ayırt edilmesi zordur.
Obesiteye eşlik eden psikolojik sıkıntılar diğer belirtilerle ortaya çıkar. Bunlar, okul
başarısızlığı ve gece altını ıslatma (ikincil obezlerde en sık rastlanır) gibi göstergelerdir.
Zeka geriliğinde de obesiteye sık rastlanır. Çocuk sembolik anlamlar bulamadığı için doyum
arar. Aile ise eğitici olması gerekirken çocuğun beslenmesine yönelmiştir. Sıklıkla, ailenin
duygusal bakımında eksiklikler söz konusudur. Obesitenin gelişmesi ve çocuğun
muayeneye getirildiği yaş arasında uzun süreler vardır. Kural dışı olarak ergenlik dönemi
verilebilir. Aileler 11-13 yaşlan arasında, daha çok da kızlar için endişe ederler. Obezlerin
%15-25'i zayıflarken, diğerlerinde obesite, yetişkinlik dönemlerinde de devam eder.
Dikkatin obesite belirtilerine yöneltilmesi, tedavide başarısızlıkla sonuçlanır. Çünkü aile,
çocuğun diyet yapmasını ister, çocuğun ise böyle bir isteği yoktur. Diyet süresince çocuk
zayıflatılabilirse de diyetin bitmesiyle kilolarını hızla alacaktır. Kalori kısıtlaması gereklidir,
fakat şişmanlığın psikosomatik değerlendirilmesi gerekir. Tedavi, çocuğun uyumu
olmaksızın bir işe yaramaz. Duygusal destek, davranış düzenlenmesi, aşırı yeme ve perhiz
ile ilişkili kaygı ya da depresyona yardım önerilir. İlaç ile tedavi hiçbir zaman önerilmez.
İştah kesiciler (amfetamin) ya da cerrahi yöntemlerin yararı ise sınırlıdır.
YEMEK SEÇME – YEMEK REDDİ
Birçok çocuk sınırlı sayıda besin çeşidini seçip, sadece meyve suları, şeker, cips gibi
genellikle karbonhidrat ağırlıklı besinleri tüketmeyi tercih edebilir. Bu tip alışkanlık uzun
sürmez ve çocuk üzerinde olumsuz etki bırakmaz. Genellikle bu çocukların annesi
çocuğunun yetersiz beslendiğini düşünmektedir. Bu durum bazen geç çocukluk dönemine
kadar devam edebilir. Beslenme geriliği ile birlikte değildir.
Yemeği reddetme erken çocukluk döneminde görülen diğer bir problemdir. Bu çocuklar
okulda veya arkadaşlarının yanında normal yeme alışkanlığı gösterirler. Bir gün tamamıyla
normal olan davranış şekilleri, bir başka gün tüm besinlerin reddedilmesi şeklinde
görülebilir. Bu durum genellikle geçicidir ve zamanla düzelir.
GENEL REDDETME SENDROMU
Çocuk sadece yemeği değil, konuşmayı, yürümeyi ve kendiyle ilgili tüm gereksinimleri
yapmayı reddeder. Bu durum hastaneye yatmayı ve özel beslenmeyi gerektirebilir, hayatı
tehdit edebilir. Prognoz nedene bağlıdır.
HASTALIK SIRASINDA AZALMIŞ İŞTAH DURUMU
Lokalize veya sistemik kronik hastalıklar genellikle iştahı azaltır ve hastalığı ağırlaştırır.
Hastalığa sekonder gelişen depresyon veya primer sorun olarak depresyon iştahın
azalmasına neden olabilir.Bu durum genellikle uyku durumunda bozulma, konsantrasyonda
azalma, ağlama krizleri ve letarji ile birlikte olabilir. Nadir olarak çocukluk dönemindeki
depresyon davranış problemleri ile birliktedir.
ANOREKSİYA
Genel olarak,
 12–18 yaşlar arası başlayan
 Şişmanlamaya karşı aşırı korku
 Çok zayıf olunmasına rağmen şişman hissetme
 Kilo almaktan aşırı korkma
 Bilinçli olarak aşırı zayıf kalma çabaları İle belirli bir bozukluktur
Anoreksiya nevrozada en önemli bulgu tartı alımından aşırı kaçınmadır. İştah kaybı yoktur.
Çocuklarda görülen anoreksiya nervozada bulgular, daha ileri yaşlarda görülenlerden
farklıdır. Menstruasyonda düzensizlik, sekonder seks karakterlerinde azalma gibi bulgular
çocuklarda daha nadirdir. Anoreksiya nervoza tanısı Amerikan Psikiyatri Birliğinin DSM IV
tanı kriterlerinde belirtilen bulgularla konur.
Anoreksiya nervozalı olguların üçte birinde yaşamlarının önceki dönemlerinde yeme
problemleri, dörtte birinde obsesif semptomlar vardır. Vakaların yarısı hastalık sınırında
depresiftir. Çocuklarda anoreksiya nervozanın tipik başlangıç bulguları yoktur. Bu çocuklar
genellikle mükemmeliyetçi, dürüst, dikkatli, çalışkan, popüler ve başarılıdır.
Anoreksiya nervozanın sebebinin multifaktöriyel olduğu kabul edilmektedir. Genetik, kişisel
ve çevresel faktörler etyolojide rol oynamaktadır. Alım gücünün yüksek, ancak zayıf
olmanın popüler olduğu toplumlarda hastalık daha sık görülmekle birlikte, gelişmekte olan
ülkelerde de sıklığı artmaktadır. Hastalık en sık puberte döneminde bulgu verir. Aşırı tartılı
olma ve diyet yapan biriyle birlikte olma hastalığın gelişmesini kolaylaştıran diğer önemli
faktörlerdendir. Ayrıca psikolojik travmalar, aile problemleri de hastalığın ortaya çıkmasını
kolaylaştırabilir.
Anoreksiya nevroza:
• Vücut tartısını yaşa göre kabul edilebilecek en düşük tartının üzerinde tutmayı reddetmek
(örn. istenenin %85 eksiği) veya belirli bir süre içinde beklenen büyümeyi sağlayamayarak
tartının istenen en alt değerden %15 daha düşük olması
• Vücut tartısının düşük olmasına rağmen tartı alma ve şişmanlama korkusu
• Beden imgesini yanlış algılama, kendini gerçekte olduğundan daha şişmanalgılama veya
mevcut tartı kaybının ciddiyetini reddetme
NEDENLERİ
Yeme bozukluklarının biyolojik, psikolojik ve sosyal sebeplere bağlı olarak geliştiği
düşünülmektedir. Genetik olarak yatkın olan bireylerde psikolojik özellikler biyolojik
etkilenmeye neden olur. Sosyal etkiler ve beklentiler modern kadın rolünü üstlenen
bireylerde yeme bozukluklarının oluşmasını kolaylaştırır. Pubertedeki endokrinolojik Yeme
bozukluklarının biyolojik, psikolojik ve sosyal sebeplere bağlı olarak geliştiği
düşünülmektedir. Genetik olarak yatkın olan bireylerde psikolojik özellikler biyolojik
etkilenmeye neden olur. Sosyal etkiler ve beklentiler modern kadın rolünü üstlenen
bireylerde yeme bozukluklarının oluşmasını kolaylaştırır. Pubertedeki endokrinolojik
amenore, infertilite ve azalmış libido; enerji eksikliğinin hipatalamo-hipofizer gonadotropin
sekresyonu üzerindeki etkisine bağlı olarak gelişir.
Psikososyal Etkenler:
Psikodinamik açıdan, ağır cinsel çocuksuluk, cinsel ilişki kurma ve gebe kalmaya karşı aşırı
korku, büyüme, anneden ayrılma, bireyleşmeye karşı aşırı korku gibi çekirdek çatışmalar
tanımlanmıştır. Bu hastalar ergenlik çağında göğüsleri, kalçaları normal olarak gelişen,
cinsel istekleri bulunan genç bir kız olmaya ve böyle görünmeye; yani cinsel kimlik ve
çekicilik kazanmaya karşı aşırı bir direnç göstermektedirler. Sanki bir deri bir kemik kalarak
bütün cinsel çekicilikten ve cinsel isteklerden arınmış olmaktadırlar. Entelektüel başarıya,
cinsellik dışında beğenilmeye büyük özen gösteren bu hastalar cinsellikle ilgili her şeyden
kaçınmaktadırlar.
Bu hastalarda çocuğun özerk gelişmesini güçleştiren, onun çocuksu kalmasını destekleyen
bir aile patolojisinin bulunduğunu savunanlar vardır.
Bu hastalığı bir depresyon eşdeğeri olarak yorumlayan ve depresyon psikopatolojisinin
bunda da geçerli olduğunu savunan görüşler vardır.
Şişman olmamaya çok değer veren kesimlerde bu hastalığın sık görüldüğü ve zayıflık
şişmanlık konusunda toplumsal değer yargıları ile bir miktar bağlantısı olabileceği ileri
sürülmüştür.
KLİNİK BELİRTİLERİ
Hasta, olması gereken kilodan en az, %15, kimi yayınlara göre %25 eksiklik göstermelidir.
Bu aşırı zayıflamaya karşın hasta kendisini şişman yada şişmanlayacak gibi hissederek
yemekten kaçınmaktadır.
Bu duruma karşın hasta canlı ve hareketlidir. Ancak çok ileri durumlarda çok halsiz düşebilir
ve yatalak olabilir.
Kızlarda aybaşlarının kesilmesi, erkeklerde cinsel isteğin yitimi
Hastalık ergenlik döneminde başlamışsa beden ve cinsel yapıda gelişme geriliği belirtileri
olabilir.
Kimi hastalarda zaman zaman aşırı yeme nöbetleri, yediklerini kusarak, ishal yapıcı, idrar
sökücü ilaçlar kullanarak düşük kiloyu koruma çabaları görülür.
Anoreksiya nervozada en önemli bulgu, fiziksel bir hastalıkla açıklanamayacak tartı
kaybıdır. Vücut imgesinin yanlış algılanması, şişmanlamaktan aşırı korkma hastalığın
psikolojik karakteristik bulgularıdır. Hastalardaki üç majör klinik bulgu;
1. Şişmanlamamak için iştah azalması olmadan besin alımını keserek, kusarak, laksatif
kullanarak veya aşırı egzersizle tartı kaybetmek,
2. Hipatalamo-hipofizer gonadal aksta sekonder değişikliklerin gelişmesi,
3. Şişmanlamak ve yemek yeme kontrolünü kaybetmek korkusunun merkezde bulunduğu
psikolojik sorunların varlığı olarak tanımlanabilir.
Anoreksiya Nervoza Sınıflandırması
Hafif- İdeal vücut ağırlığının %10 undan aşağıda olması ve minimal vücut algısının
bozulması
Orta- İdeal vücut ağırlığının %10-25 inin kaybı ve bazı klinik bulguların olması
Ağır – İdeal vücut ağırlığının %25-30 unun kaybı ve semptomatik hipotansiyon veya
senkop, kalp atımının 30-40 vurum/dak dan aşağıda olması, aritmi veya uzayan QT aralığı
GİDİŞ VE SONLANIŞ
Hastalık genellikle ilk gençlik çağında başlar ve yıllarca sürer. İyileşme, yinelenme
dönemleri sık görülür. Bu hastaların büyük çoğunluğunda sıklıkla ruhsal çökkünlük, obsesifkompulsif bozukluk ve psikoseksüel bozukluklar birlikte görülür.
Hastaların çoğu hastane sağaltımından kaçar. Hastaneye yatanların %40 ‘ı tam, %30’u
oldukça iyi iyileşir. Yinelemeler olabilir. Ölüm oranı %6–9 olarak bildirilmiştir.
%5-18 ölüm ile sonuçlanır
Kronik Malnütrisyon Dejeneratif Kardiomiyopati Kardiak Arrest
%50 iyileşir
%30 orta sonuç
%20 kötü sonuç
GÖRÜLME SIKLIĞI
Anoreksiya nervozanın sık görüldüğü iki zirve dönem, 14.5 yaş ve 18 yaştır. Kadınların
yarısından fazlasında 20, üçte ikisinde 25 yaşından önce başlar. Adolesan kızlar arasında
insidans 1-2/1000, çocuklarda ise daha düşüktür. Adolesanlar arasında kız/erkek oranı 9/1,
çocuklarda ise 4/1’dir: Genel populasyonda insidans 1-8/100 000, orta ve üst sosyoekonomik düzeydeki kızlarda ise % 1’dir. Hastalığın ağır formu halen oldukça nadirdir.
Klinik bulgular ve komplikasyonlar
Hastalığın başlangıcında yağ dokusunda azalma dışında klinik ve laboratuvar bulgu yoktur.
Bulgular malnütrisyon ve tartı kontrol yöntemleri ile ilişkilidir. Kuru ve sarkık cilt, tüylenme
artışı, periferik ödem olabilir. Anoreksiya nervozalı hastalarda visseral yağ dokusu deri altı
yağ dokusundan daha fazladır. Kilogram cinsinden tartının, metre cinsinden boyun karesine
bölünerek elde edilen ve normal değerleri 20-25 arasında olan vücut kitle indeksi gibi, leptin
düzeyi de yağ deposunu gösteren önemli bir parametredir ve anoreksiya nervozada
normalden düşüktür. Ayrıca anoreksiya nervozalı hastalarda beyin omurilik sıvısındaki
leptin düzeyide kontrollerden daha düşük bulunmuştur. Laboratuvar bulguları ancak
beslenme eksikliğine fizyolojik uyumun derecesini göstermektedir. Hiçbir laboratuvar bulgu
tanı koydurucu değildir. Kusan, laksatif, diüretik kullanan olgular dışında serum elektrolitleri
normaldir. Şiddetli kusmalarda hipokloremik, hipokalemik metabolik alkalozla birlikte
parmaklarda, damakta lezyonlar ve yüzde peteşiler olabilir. Yağ dokusundaki azalma
hematopoez üzerinde olumsuz etki gösterebilir. Anemi hemokonsantrasyona bağlı
maskelenebilse de sık karşılaşılan bir bulgudur. Akantozis, düşük eritrosit sedimentasyon
hızı, rölatif lenfositozla birlikte lökopeni görülebilir. Hastalık ileri evrelerde olmadığı sürece
serum protein düzeyleri normaldir. Ağır vitamin eksikliğine rastlanmaz. Serum kolesterol
düzeyi olguların üçte birinde yüksektir. Serum karoten düzeyi de yükselebilir. Nadir olsa da
kardiyovasküler ve renal sorunlar uzun süreli komplikasyonlar arasındadır. Düşük östrojen
düzeyleri ile birlikte hiperkortizolemi kemik yapımında azalma ve rezorpsiyonunda artmaya
neden olur, gelişen osteopeni ve osteoporoz sonucu kırık riski artar. Osteoporoz, böbrek
taşları, gastrointestinal motilitede azalma, paralitik ileus görülebilir. Kusan, laksatif ve
diüretik kullanan vakalarda elektrolit dengesizliklerinin yanı sıra kardiyak aritmiler, kas
zayıflığı, renal sorunlar ve hatta ölüm görülebilir. Endokrin sorunlar açısından da ayrıntılı
değerlendirme
gerekir.
Malnütrisyona
sekonder hipotalamik, hipogonadotropik
hipogonadizm gelişir. Malnütrisyonun ağırlaşması ile luteinizan hormon (LH) ve folikül
stimulan hormon (FSH) düzeyleri düşer, bazen prepubertal değerlere kadar azalma olur Bu
durum amenorenin nedenini oluşturur.
Vücut kitle indeksi 13 kg/m2 altında olanlar, kronik anoreksiya nervoza gelişimi ve kötü
prognoz açısından daha riskli gruptadır. Mortalite oranı %5’den azdır. Ölüm genellikle
elektrolit dengesizliği veya intihar girişimleriyle olmasına rağmen, enfeksiyon ve
kardiyopulmoner komplikasyonlara bağlı da gelişebilir. Yeniden beslenme döneminde
özellikle sonda ile beslenme sırasında aspirasyon, intravenöz tedavi sırasında sıvı ve
elektrolit dengesizliği hastaların diğer kaybedilme nedenleri arasındadır.
Klinik bulguların ortaya çıkış şekilleri:
 Küçük bir olayın tetiği çekmesi
 Aralıksız bir zayıflama çabası
 Yeme davranışlarında değişiklikler
 Yemek ile ilgili davranışlarda değişiklikler
 Artan fiziksel aktivite
 Çıkarma davranışları
 Mükemmel aile yapısına sahip olma
 Olayları doğru veya yanlış olarak görme
 Başarılı öğrencilik
 Arkadaşlarından, sosyal hayattan izole yaşam
 Zayıflamasından endişe duymamak
 Yemek yeme olayı sanki bir savaş alanı gibi olması
 Kötü sonuç ile ilgili faktörler
 Uzun süren hastalık
 Geç yaşta başlama
 Bulimik atak
 Kusma veya laksatif kullanma
 Aile ile kötü ilişki
 Sosyal uyumu kötü olma
Prognozu etkileyen faktörler
 Tedaviye erken yaşta başlama
 Yüksek sosyoekonomik seviye
 Ailede alkol kullanma hikayesi
 Sınırda kişilik
AYIRICI TANI
Malabsorpsiyon gibi gastrointestinal hastalıklar, depresyon, şizofreni gibi psikiyatrik
hastalıklar ayırıcı tanıda düşünülmesi gereken durumlardır.
TEDAVİ
Anoreksiya nervoza tedavisinde diyet tedavisi multidisipliner yaklaşımın önemli bir öğesidir.
Amaç, öncelikle tartı kaybını durdurmak, nutrisyonel durumu düzeltmek, tartı alımını
tercihen doğal beslenme yollarıyla kademeli olarak artırmaktır. Çoğu zaman özel ek gıdalar,
total parenteral beslenme gerekli değildir. Hastalar gereksinimlerinden fazlasını tüketmeye
zorlanmamalıdır. Tedavinin başlangıcında düşük tartı ve azalmış metabolik hız nedeniyle
normalden daha az miktarda besin sunulması tercih edilir. Tercihen bazal metabolik hız
hesaplanarak hastanın fizyolojik gereksinimleri sağlanmalıdır.
Organizmanın adaptasyonuna göre tüketilen miktarlar kademeli olarak artırılmalıdır.
Şişmanlamaktan aşırı korkan hastalara fazla miktarda yüksek enerjili besinlerin sunulması,
hastaların reaksiyon vermesine neden olarak tedaviyi olumsuz yönde etkileyecektir.
Fizyolojik olarak kabul edilecek amaç tartı, hastanın boyu, vücut yapısı ve hastanın hastalık
öncesi tartısı göz önüne alınarak belirlenir. Hasta ile güvenli tartının ne olduğu kesin ve açık
konuşulmalı, boya göre tartı oranının % 95-100’e erişmesi ve menstruasyonun olması
amaçlanmalıdır. Vücut tartısı persentil eğrilerinin kullanımı, amaç tartının bu eğrilere
işaretlenerek gösterilmesi bazı çocuklarda tedaviye yardımcı olabilir. Psikolojik yönden de
desteklenen hastaya uygulanan tedavi, tartı almaktan daha az korktuğu dönemlerde amaç
tartıya ulaşması için yeniden düzenlenir.
Hastalığın farklı evrelerindeki her birey için farklı tedavi yaklaşımları uygulamak gerekir. Bu
konu üzerinde yıllardır birçok çalışma yapılmış olmasına rağmen etkili tedavi için halen
yeterli bilgi yoktur. Ciddi besin reddi ve tanıyla ilgili obsesif davranışlar genellikle emosyonel
problemlerin geç bulgusu ve problemlere karşı savunma mekanizmasıdır. Tedavi fiziksel ve
psikolojik sorunları çözme prensibine yönelik olmalıdır.
Fiziksel sorunların tedavisi
Çocuklarda yeme bozuklukları ağır fiziksel problemlere neden olabilir. Hatta bazı çocuklar
anoreksiya nervozanın komplikasyonlarından kaybedilebilirler. Tedavi öncelikle
dehidratasyon, hipopotasemi, özofageal yırtılmalar gibi fiziksel sorunlara yönelik olmalıdır.
Çocuğun fiziksel sağlık durumu korkulacak derecede bozulmuş değilse öncelikle altta yatan
emosyonel sorunlara yaklaşılmalıdır.
Hastaneye yatış endikasyonları: Aşırı tartı kaybı (yaşa ve boya göre tartının % 80’in altında
olması)
— Dehidratasyon
— Hemodinamik bozulma
— Devamlı kusma veya kan kusma
— Belirgin depresyon veya diğer majör psikiyatrik sorunlar
Etkili bir tedavi için multidisipliner bir ekiple çalışmak gereklidir. Farklı konularda uzman olan
kişiler çocuğun fiziksel sorunlarını, duygu ve düşüncelerini, aile ilişkilerini ve okul sorunlarını
birlikte değerlendirmelidir. Sosyal danışman eğer çocuk istismarı söz konusuysa ve aile
çocuğun tedavisine destek göstermiyorsa bu konuda özel desteğin ve gereğinde kanuni
güçlerin kullanılmasını isteyebilir.
Çocuk hastaneye yatırıldığında acil yaklaşım kişiye yönelik olarak, tercihen çocuklarda
yeme bozuklukları konusunda deneyimli bir ekip tarafından yapılmalıdır. Çok düşük tartılı
çocuklara dengeli, yüksek enerjili sıvı formülalar sunulur. Oral alımı yeterli olmayanlara ise
nazogastrik sonda ile alternatif beslenme tercih edilir. Kusan çocuklarda bu tedavi şekli
riskli olabilir. Bu çocukların tedavisinde öncelikle yemek yeme anksiyetesini azaltacak
psikolojik destek sağlanır, kusmanın durdurulması amaçlanır. Ayaktan tedavi edilen
hastalarda en önemli yaklaşım, anne-babaya çocuklarının sağlığındaki yerleri ve çocuğun
yediklerinin dikkatli izleniminin ne kadar önemli olduğunun hissettirilmesidir. Tedavide
amaç, çocuğun beslenmesine zarar verici davranış şekillerinin kontrol altına alınmasını
sağlamaktır.
Anne-babadan biri çoğunlukla diğerinin aşırı rahat veya katı olduğunu düşünmektedir.
Yeme bozukluğu olan çocuk genellikle ebeveynlerden birinin tarafındadır. Tedavide çocukla
karşı tarafta olan ebeveyne çocuğun ne yemesi gerektiği, yemeği reddetme dönemlerinde
nasıl davranması konusunda yardımcı olacak davranış tarzlarının geliştirilmesine destek
olmalıdır. Burada tedavi edenin rolü taraf tutmamaktır, ebeveyn ile çocuğun anlaşmasını
sağlayarak, çocuğun karşı gelmesine ve protesto etmesine izin verecek davranış
şekillerinin oluşmasını engellemektir. Bu süreç içinde hem anne, hem de baba çocuğun
tedavisinin sorumluluğunu paylaşmalı, bu zor ve rahatsız edici göreve katılmalıdır. Hiç bir
zaman tartı ve kalori konusunda çocuğun yanında tartışılmamalıdır.
Diyet tedavisi
Bazı çocuklar ve Adolesan, diyeti düzenleyen ve nutrisyonel desteği sağlayan kişiyi tarafsız
ve objektif olarak görürler. Yemek konusunda öneri almak, psikolojik sorunlara değinen
psikiyatrik grubun üyeleri ile tartışmaktan daha kolaydır. Diyeti düzenleyen kişi için en
önemli sorunlar, kendine yardımcı olamayan hasta için boşuna uğraşıldığını düşünerek
sinirlenmesi, tedaviyi yapan ekibin diğer üyelerine hastanın diyet tedavisiyle ilgili doğru
olmayan bilgi vermesi ve olaya aşırı karışma riskidir.
Hastayla iletişim
Yeme bozukluğu olan hastaların kendilerine güveni azalmıştır. Tedavide kendilerine güveni
artırmaya yönelik yaklaşımlar uygulanmalı ve hastaların kendi düşüncelerini ifade
etmelerine zaman ayırmak gereklidir. Besin tüketiminin artması ve hızla tartı alma pratiği ile
hastaların ne kadar tükettikleri konusunda doğruyu söylemeyecekleri de unutulmamalıdır.
Nutrisyonel desteği yapan kişi hastaya karşı dürüst davranmalı, tükettiklerini yansıtmada
zorluk çeken hastaya bunu anladığını hissettirmelidir.
Nutrisyonel destek olarak diyete karbonhidrat, protein eklendiğinde bu enerji kaynaklarına
ilişkin hastayı bilgilendirmelidir. Besinlerin, vücudun gereksinimi olan ürünler olduğunu ifade
etmesi tedavide yardımcı olabilir.
Beslenme pratiği
Kısa süreli dehidratasyon tedavisi dışında genellikle intravenöz beslenmeye gerek yoktur.
Oral beslenmeye direnç gösteren çocuklar nazogastrik sonda ile beslenebilirler. Ancak
nutrisyonel tedaviye başlarken oral beslenme ile yeterince tartı alınmadığında nazogastrik
sonda ile beslenme gerekebileceği belirtilmelidir.
Psikoterapiden fayda görmek için gerekli olan fiziksel ve entelektüel uygun durumun
sağlanabilmesi için, günde 300-400 kcal alımı hızlı düzelmeyi sağlayabilir. Ancak hastaların
fazla tartı alımını engellemek için kusma, laksatif kullanma gibi istenmeyen tehlikeli yolları
deneyebilecekleri de akılda tutulmalıdır. Tartı alımı psikolojik tedavi ile birlikte olmalı, tartı
alımının her basamağında vücudundaki değişiklikler psikolojik destekle kabul edilmelidir.
Enerji sunumuna, yaşa göre gereken günlük gereksinimlerle başlanır, ancak tartı alımına
göre artırılıp azaltılabilir. Dengeli, düzenli, tercihen 3 ana, 3 ara öğünden oluşan bir diyet
planlanır. Günlük menü hastanın alışık olduğu, sevdiği ve tüketmekte olduğu besinlerden
seçilmelidir. Ancak hasta sevmese de gerekli olanlar diyete eklenmelidir. Karar vermekte
güçlük çeken hastaya çok fazla seçenek sunulmamalıdır. Günlük öğünlerini yeterince
tüketemeyen hastalara güçlendirilmiş, genellikle sıvı şeklinde olan özel formülalar yudum
yudum verilebilir. Malnütrisyonlu, ağızdan yeterli alımı olmayan hastalar multivitaminden
fayda görürler.
Konstipasyonu olan hastalara yeterince sıvı ve lif verilmelidir. Özellikle tedavinin ilk
dönemlerinde besinler standart porsiyonlarda sunulmalı ve enerji miktarları kolay
hesaplanabilir olmalıdır.
Diyette tüketilemeyen besinlerin yerine eşdeğer sunulması, öğünler sırasındaki tartışmaları
azaltabilir. Hastanın kendi diyetini kabul edebilir koşullar şartıyla planlaması, kendiyle ilgili
konularda kontrolü olduğunu hissettirecektir. Bu dönemde hasta desteklenmeli ve cesaretini
artırmaya yönelik davranış şekilleri kullanılmalıdır. Uygun ve yeterli tartı alımından sonra
tartının korunması için takip ve psikoterapi uzun süre devam edilir. Bazı hastalar normal
tartıya ulaştıklarında bile devamlı olarak diyetisyenin desteğini ve tavsiyesini isteyebilir.
Yeme bozukluğu olan hastaların bir kısmı uzun yıllar kalori hesabı, bir kısmı egzersiz
yaparak yemek yeme kontrollerini sağlamaya çalışır.
Psikolojik sorunların tedavisi
Hastalarda vücut ağırlığı ile aşırı ilgilenme altta yatan sorunların görünür şeklidir. Bu
çocuklarda kendine güvenin yeterli olmaması, beklentilerinin fazla olması, duygularını ve
gereksinimlerini yeterince ifade edememeleri, aileden ayrılma endişesinin yaşanması en
önemli sorunları oluşturmaktadır. Aile çatışmalarının çözümlenmesi ve tedavi ile gelişen
değişikliklerin oluşması sırasında birçok sorun yaşamaktadır. Adolesan dönemine girme,
yeme bozukluklarında tetiği çeken en önemli faktörlerden biridir.
18 yaşın altındaki çocuklarda aile terapisi seçilecek tedavi şeklidir. Aile tedavisinde çocuğun
emosyonel açıdan aileden ayrılması ve bağımsızlığı için ilk adımını başarı ile atabilmesine
yardım edilir. Tedaviye uyumsuzluk, tedavi sırasında gerekli desteği sağlayamayan ve
zaman içinde değişime uyum sağlayamayan aileler için bu tedavi şekli zor olabilir. Kişisel
tedavi özellikle daha büyük çocuklar için seçilecek tedavi şeklidir. Bu tedavi şeklinde
hastanın ihtiyaçlarının belirlenmesi, duygularını, beklentilerini ifade edebilmesi ve interaktif
iletişim amaçlanmaktadır. Yeme sorunu olan çocuklar genellikle istekli, sabırsız, uysal
çocuklardır. Kendine güven duygusunun artması gerektiği adolesan döneminde derin ve
gizli bir uyumsuzluk, tek başına kalma ve yetersizlik duygularını hissetmelerine neden olur.
Cinsellikle ilgili travmatik bir tecrübenin yaşanıp yaşanmadığı, okuldaki sorunlar aile ve
öğretmenlerle birlikte araştırılmalıdır. Genellikle aşırı mükemmeliyetçi olan bu çocuklar,
arkadaşları gibi okulda dersler dışındaki faaliyetlere katılmazlar. Yaşıtlarıyla olan
ilişkilerinde iddiacı değildirler ve çevrelerindekiler tarafından saldırıya uğramış ve rahatsız
edilmiş olarak hissetmektedirler. Aile ve hastanın tedavisi için çalışan ekip hastaların
tedaviyi reddetmeleri üzerine boşuna uğraşıyorlar gibi hissedip, hayal kırıklığına uğrayarak
öfkelenebilir. Aileler tedavi ile çatışmanın yemek yeme konularından hayat ile ilgili konulara
kayabileceği, çocuklarının kendilerine düşmanca davranabileceği konusunda uyarılmalı, bu
durumun çocuğun büyümesiyle gelişen istekler, gereksinimler ve uyarıların yarattığı olumlu
bir gelişme olduğu konusunda bilgilendirilmelidir.
BULİMİYA NEVROZA
Dönem dönem gelen aşırı yemek yeme, kilo alma ve bir yandan da kilo almayı durdurma
çabaları ile belirli bir bozukluktur. Hasta aşırı yeme nöbeti başlayınca bütün çabalarına,
korkularına, üzüntüsüne karşın yeme tutkusunu durduramaz. Kilo almayı önlemek için
hasta yediklerini kusar, iştah kesici, sürgün yapıcı, idrar sökücü ilaçlar kullanır. Çoğu zaman
fazla kiloları da olmayabilir.
Sıklıkla geç adolesan ve genç erişkinlerde görülen bulimia nervoza, anoreksiya nervozanın
bir çeşidi olarak kabul edilebilir. Adolesan kızlarda sıklığı % 1 oranında bildirilmektedir.
Çocukluk çağında oldukça nadirdir. Bulimiya nervozada genellikle iki saatten daha kısa
süreli aşırı besin tüketimi, bu dönemde aşırı yeme dürtüsünü durduramama korkusu ve bu
epizotlardan sonra kusma, laksatif kullanma veya aşırı diyet yapma dönemleri vardır.
Bulimia nervozada tekrarlayan yeme atakları haftada en az iki kez devam eder ve kısa
sürede 5000-20000 kcal gibi yüksek tüketime neden olur. DSM-IV kriterleri esas alındığında
tanı için yeme ataklarının en az 3 ay süreyle devam etmesi değerlendirilir. Kişi vücut şekli
ve tartısına karşı aşırı duyarlıdır. Beden imgesi konusundaki duyarlılık sadece ataklar
sırasında değildir. Aşırı yeme atakları kısa sürede aşırı tartı alımı nedenidir. Bozulmuş
serotonin regülasyonuna bağlı açlık sinyallerinin tekrarlayan aşırı yeme ataklarına neden
olduğu bildirilmektedir. Bulimik hastalarda özellikle parietal beyin korteksinde glikoz
metabolizmasının düşük olduğu saptanmış, ancak bu durumun serebral glikoz
metabolizması, vücut kitle indeksi, anksiyete ve depresyonla ilişkisi gösterilememiştir.
Nöbetler genellikle sıkıntı yaratan olaylardan sonra olur. Nöbetlerden sonra hasta vicdan
azabı ve pişmanlık duygularıyla tartı verebilmek amacıyla kendini uyararak kusma, laksatif,
emetik ve diüretik kullanma, aşırı egzersiz yapma ve aç kalma gibi zararlı yollara başvurur.
Bulimia nervozada 4 alt grup belirlenmiştir.
1. grup: Objektif veya subjektif bulimik epizotları olan, kusan ve laksatif kullananlar.
2. grup: Objektif bulimik epizotları olup, daha az kusan ve laksatif kullananlar.
3. grup: Sübjektif bulimik epizotları olan, nadir kusan veya laksatif kullananlar.
4. grup: Üç grubun özelliklerini gösterebilen heterojen tip.
Bu vakalar beden imgesine aşırı ilgilidirler ancak anoreksiya nervozadan farklı olarak beden
imgesini yanlış algılama sorunu yoktur. Bu ataklar hastanın kontrolü dışındadır. Yardıma
gereksinimleri olduğunun bilincindedirler. Ayırıcı tanıda merkezi sinir sistemi tümörleri ve
epilepsi düşünülmelidir.
Bulimia nervozada görülebilen komplikasyonlar, kusma sonucu gelişen hipopotasemi,
metabolik alkaloz, dehidratasyon, kardiyak aritmiler, özofajit, özofagus rüptürleri, majör
depresyon gibi psikiyatrik komplikasyonlar ve uyuşturucu kullanımıdır.
Bulimya nervozada prognoz
%70 iyileşir
%30 tekrarlayan ataklar
Mortalite %6
TEDAVİ
Amaç, düzenli yeme alışkanlığının sağlanması, hastayı kontrolsüz yama atakları ve açlık
periyotlarından koruyabilmektir. Tedavinin başlangıcında yeme davranışının düzeltilmesi
değil hastanın tartısının stabil tutulması amaçlanmalıdır. Normal tartısının % 70’inin altında
olan hastalar çok dikkatli takip edilmelidir. Hastanın tartısının stabil tutulması için gerekli
bazal metabolik hıza uygun kalori sağlanır, aktivitesi artmış ise gerekli olan enerji
hesaplanan enerjiye eklenir. Tedavinin son aşamalarında düzenli beslenme alışkanlığı
sağlanmış ve yeme davranışlarının kendi kontrolü altında olduğunu hissederek kendine
güveni artan hastanın dengeli olarak tartı vermesini sağlayacak diyet programına
geçilir.Tedavide bulimik davranış şeklinin nutrisyonel ve genel sağlık konusunda nasıl bir
etki gösterdiğinin hasta tarafından anlaşılması sağlanmalıdır. Aşırı yeme atakları ve aç
kalma ataklarının sıklığı, bunlara neden olan sebepler belirlenmelidir. İzlem ve nutrisyonel
açıdan danışmanlık tartının stabil olmasından ve yeme davranışlarının regülasyonundan
uzun yıllar sonrasına kadar devam edebilir. Bireyin gereksinimleri esas alınarak kişiye ve
aileye, sosyal çatışmaları çözmeye yönelik psikoterapi uygulamak gereklidir.
Hızlı tartı kaybı, malnütrisyonun derecesi, kusma, laksatif kullanmanın kontrol altında
tutulamaması, elektrolit dengesizlikleri, ağır depresyon, intihar girişimleri, tedaviye yanıtsız
aile ile ilgili çatışmalar ve hastanın değişime isteksiz olması hastaneye yatış
endikasyonlarıdır.Kısa süreli antidepresan tedavi bulimik davranış şeklinin düzeltilmesinde
yardımcı olabilir. Genellikle açlık ve intihara bağlı mortalite riski % 0-5 arasındadır. Bir
çalışmada Bulimia nervozalı hastaların % 50’si, 12 yıl sonunda % 75’i iyileşir. On iki yıl
sonunda düzelmeyen hastalar genellikle tedavi edilemezler.
Download