NÂFÝ‘ b. EZRAK “ gibi. 5. Yine Kalûn’un rivayetinde “ ” ve “ ” zamirlerinden önce “ ، ، ” harflerinden biri bulunduðunda “ ” harfi sâkin okunur: ، ، ، ” “ ، gibi. 6. Verþ’in rivayetinde sâkin bir harften sonra katý‘ hemzesi geldiðinde nakil yapýlýr. Buna göre meselâ: “!!"! ” ifadesi “!!! ” þeklinde, “#$%+ ” אkelimesi “ #$%” אdiye okunur. Eserleri. 1. Tefsîru Nâfi£ b. Ebî Nu£aym el-Medenî. Tefsîru £A¹â el-ƒorasânî, Tefsîru Müslim b. ƒâlid ez-Zencî ve Tefsîru Ya¼yâ b. Yemân el-Ýclî ile birlikte Medine’de Mektebetü’d-dâr tarafýndan neþredilmiþtir (Hikmet Beþîr Yâsîn, II, 68). 2. Vašfü’t-tamâm. 3. £Adedü’lMedîniyyi’l-evvel. 4. el-£Adedü’¦-¦ânî. 5. Müteþâbihü’l-Æur ßân (son dört eser için bk. Ýbnü’n-Nedîm, s. 175, 178). Ayrýca Nâfi‘in hadislerinden oluþan ve Ýbnü’lMukrî el-Ýsfahânî (ö. 381/991) tarafýndan derlenen bir mecmuayý Ebü’l-Fazl el-Huveynî tahkik ederek Cüzß fîhi e¼âdî¦ü Nâfi£ b. Ebî Nu£aym adýyla yayýmlamýþtýr (Tanta 1411/1991). Nâfi‘in kýraati üzerinde ilk asýrlardan itibaren çeþitli eserler kaleme alýnmýþtýr. Asmaî’nin (ö. 216/831) adý bilinmeyen eseri bu konuda ilk çalýþmadýr (Zehebî, Ma£rifetü’l-šurrâß, I, 334-335). Ebû Amr ed-Dânî’nin el-Îcâz ve’l-beyân fî u½ûli šýrâßeti Nâfi£ (Paris Bibliothèque Nationale, nr. 592) ve et-Ta£rîf fi’Åtilâfi’r-ruvât £an Nâfi£ (nþr. et-Tihâmî er-Râcî el-Hâþimî, Fas 1403/1982), Ali b. Abdülganî el-Husrî’nin el-Æa½îdetü’l-¥u½riyye fî rivâyeti Nâfi£ fi’l-u½ûl (Kahire el-Pizânetü’t-Teymûriyye, nr. 457), Mahmûd Halîl el-Husarî’nin Rivâyetü Æålûn £an Nâfi£ (Kahire 1394/1974) ve Rivâyetü Verþ £ani’lÝmâm Nâfi£ el-Medenî (Kahire 1975), Abdülhâdî Hamîtû’nun Æýrâßetü’l-Ýmâm Nâfi£ £inde’l-Me³åribe min rivâyeti Ebî Sa£îd Verþ (Rabat 1424/2003), Atýyye Kabil Nasr’ýn el-Æabesü’l-câmi£ li-šýrâßeti Nâfi£ min ¹arîšý’þ-Þâ¹ýbiyye (Kahire 1415/ 1994), Abdülfettâh el-Kadî’nin en-Na¾mü’l-câmi£ li-šýrâßeti’l-Ýmâm Nâfi£ (Tanta, ts. [el-Mektebetü’l-Ýslâmiyye]) ve Ýbrâhim el-Mergýnânî’nin en-Nücûmü’¹-¹avâli£ £ale’d-Düreri’l-levâmi£ fî a½li mašraßi’l-Ýmâm Nâfi£ (Rabat 1982) adlý eserleri burada zikredilebilir (bu konudaki diðer eserler için el-Fihrisü’þ-þâmil, bk. bibl.; Muhammed b. Ömer b. Sâlim Bâzmûl, s. 260264). Necati Tetik Kýraat Ta’liminde Tedrisat Usulleri, Ýmam Nâfi Kýraati, Ravileri Arasýndaki Rivâyet Ýhtilaflarý, Kýraatýný Tedriste Takip Edilecek Yol (1976, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü), Mehmet Adýgüzel Ýmam Nâfi ve Kýraatý’nýn Özellikleri (1993, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü), Sâmiye Sâlih ez-Zekîr Æýrâßetü’l-Ýmâm Nâfi£ el-Medenî ve râviyeyhi ve tevcîhü hâ×ihi’l-šýrâßeti na¼viyyen ve lu³aviyyen (1403, Câmiatü Ümmi’l-kurâ [Mekke]) adýyla yüksek lisans tezi hazýrlamýþ, Ali Rýza Iþýn da Ýmam Nâfi ve Kýraatý ismiyle doktora çalýþmasý yapmýþtýr (1991, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü). BÝBLÝYOGRAFYA : Ýbn Kuteybe, el-Ma£ârif (Ukkâþe), s. 528; Ýbn Mücâhid, Kitâbü’s-Seb£a (nþr. Þevký Dayf), Kahire 1972, s. 53-65, 87; Ýbn Ebû Hâtim, el-Cer¼ ve’t-ta£dîl, VIII, 456-457; Ýbn Hibbân, e¦-¡išåt, VII, 532-533; Ýbn Adî, el-Kâmil, VII, 2515; Ýbnü’nNedîm, el-Fihrist (Þüveymî), s. 175, 178; Makdisî, A¼senü’t-tešåsîm, s. 202-203, 238; Mekkî b. Ebû Tâlib, el-Ýbâne £an me£âni’l-šýrâßât (nþr. Abdülfettâh Ýsmâil Þelebî), Kahire 1379/1960, s. 16-17, 50; Enderâbî, Æýrâßâtü’l-šurrâßi’l-ma£rûfîn (nþr. Ahmed Nusayyif el-Cenâbî), Beyrut 1405/ 1985, s. 51; Ýbn Hallikân, Vefeyât (Abdülhamîd), V, 5-6; Mizzî, Teh×îbü’l-Kemâl, XXIX, 281-284; Zehebî, Ma£rifetü’l-šurrâß (Altýkulaç), I, 241-247, 334-335; a.mlf., A£lâmü’n-nübelâß, VII, 336-338; Ýbnü’l-Cezerî, øåyetü’n-Nihâye, II, 330-334; Ýbn Âþûr, Tefsîrü’t-Ta¼rîr ve’t-tenvîr, [baský yeri ve tarihi yok] (Dârü’t-Tûnisiyye li’n-neþr), I, 63; Hikmet Beþîr Yâsîn, Ýstidrâkât £alâ târîÅi’t-türâ¦i’l-£Arabî, Cidde 1422, II, 68; el-Fihrisü’þ-þâmil: £Ulûmü’l-Æur ßân, maŹû¹âtü’l-šýrâßât (nþr. el-Mecmau’l-melekî), Amman 1987, I, 30, 89, 92-94, 114, 244, 275, 320, 321, 444, 448; II, 459, 461, 468, 485, 507, 519, 627, 630, 633, 647, 649, 655, 660, 661, 665, 670, 673, 688, 694, 696, 698, 700, 701; Muhammed b. Ömer b. Sâlim Bâzmûl, el-Æýrâßât ve e¦eruhâ fi’t-tefsîr ve’l-a¼kâm, Riyad 1417/1996, s. 260-264; A. Rippin, “Nafi. b. .Abd al-Rahman b. Abý Nu.aym al-Laytý”, EI 2 (Ýng.), VII, 878. ÿTayyar Altýkulaç – — NÂFÝ‘ b. EZRAK ( ) א Ebû Râþid Nâfi‘ b. el-Ezrak b. Kays b. Nehâr el-Hanefî (ö. 65/685) ˜ Hâricîler’in Ezârika fýrkasýnýn lideri. ™ Bekir b. Vâil kabilesinin Benî Hanîfe koluna, Ebû Mihnef’e göre ise Temîm kabilesinin Hanzale koluna mensuptur (Taberî, V, 566). Benî Hanîfe’nin mevlâsý olduðunu belirten diðer bir rivayete göre Rum asýllý olan ve Tâif’te demircilik yapan babasý Ezrak, Hz. Peygamber’in burayý muhasarasý sýrasýnda þehirden çýkarak müslüman olmuþtur (Belâzürî, s. 67). Nâfi‘in Bekir b. Vâil kabilesinin reisi Mâlik b. Mesma‘ ile konuþmasý esnasýnda onun amcasýnýn oðlu olduðunu söylemesi (M. Rýzâ Hasan ed- Düceylî, s. 66), ayrýca bu dönemde Araplar’ýn eþrafýndan olan Hâricîler’in ýrk taassubuna sahip bulunmasý sebebiyle mevâlîden birini kendilerine lider seçmeyecekleri ve Nâfi‘in Benî Hanîfe ile birlikte Basra’da oturmasý gibi hususlar dikkate alýndýðýnda onun Arap asýllý olduðunu belirten rivayetin doðruluðu aðýrlýk kazanýr. Nâfi‘ b. Ezrak’ýn Kur’ân-ý Kerîm’i ciddi bir þekilde öðrenmek için çaba göstermesi, Hâricî fýkhýyla ilgilenip fetvalar vermesi (Ýbn Ebü’lHadîd, IV, 136), ayrýca Mekke’de bulunduðu dönemde arkadaþý Necde b. Âmir’le birlikte Abdullah b. Abbas’ýn derslerine devam ederek Kur’an’da geçen bir kýsým kelimeleri Ýbn Abbas’ý usandýracak derecede sorup öðrenmeye çalýþmasý (Müberred, III, 1151-1155) onun bu alandaki gayret ve yetiþmiþliðini göstermektedir. Nâfi‘ sadece nazarî planda bir âlim olarak kalmamýþ, düþüncelerini uygulayan siyasî ve askerî bir lider konumunda ortaya çýkmýþ ve mücadelesini sürdürmüþtür. Ubeydullah b. Ziyâd’ýn valiliði sýrasýnda Basra’da Benî Hanîfe’nin yaþadýðý semtte toplanan, Kur’an okuyup fýkýhla meþgul olan ve zulme karþý çýkan Hâricîler’le birlikte hareket eden Nâfi‘ vali tarafýndan bir süre hapsedildi. Bu durum onu Hâricîliðe daha çok baðladý, hatta babasýnýn vefatýnda aralarýndaki görüþ ayrýlýðý sebebiyle onun cenaze namazýný kýlmayý reddetti. Nâfi‘, Abdullah b. Zübeyr’in Mekke’de gerçekleþtirdiði ihtilâl esnasýnda, aralarýnda kendisinden sonra Ezârika’nýn liderliðini üstlenecek olan Ubeyde b. Hilâl el-Yeþkürî’nin de bulunduðu çok sayýda Hâricî’nin lideri durumundaydý. Büyük ihtimalle Ýbnü’z-Zübeyr’in hareketini Hâricîliðin yararýna geliþtirmek amacýyla Basra Hâricîleri ile birlikte Mekke’ye gitti. Buradaki faaliyetleriyle Yemâme’den gelen Hâricîler’in takdirini kazandý. Ardýndan Basra’da çýkan karýþýklýklar üzerine mensuplarýyla beraber oraya döndü. Bu dönüþün, Abdullah b. Zübeyr ile anlaþamamasý veya Basra’daki karýþýklýklardan faydalanma planýna baðlý olmasý muhtemeldir. Basra ahalisi Ýbnü’zZübeyr’in davasýna taraftar olmaya baþlayýnca Nâfi‘ ve mensuplarý onun tayin ettiði valinin þehre girmesine karþý koydularsa da buna engel olamadýlar. Her þeye raðmen mücadelesini sürdüren Nâfi‘ savaþa son vermeyi reddedip Ahvaz ve Hûzistan eyaletinin doðusuna çekildi. Burada kendisini takip eden Ýbnü’z-Zübeyr kuvvetleriyle cereyan eden savaþta yenilgiye uðrayýp öldürüldü (65/685). Onun mensuplarý diðer liderlerin baþkanlýðýnda bir süre daha varlýðýný sürdürmüþtür (bk. EZÂRÝKA). 289 NÂFÝ‘ b. EZRAK “Hüküm Allah’ýndýr” þeklindeki Hâricî sloganýný, devlet idaresinin mutlaka Kur’an’a dayanmasý gerektiði þeklinde kabul eden Nâfi‘ b. Ezrak’ýn itikadî düþünceleri toplum dayanýþmasý kavramýndan büyük ölçüde etkilenmiþtir. Buna göre hasýmlarýyla yapýlan mücadeleye fiilen katýlmayanlar (kaade) ilâhî bir emri çiðnedikleri için küfre girmiþtir. Bu sebeple Ýslâm toplumunun himayesine girerek zimmet ehli statüsünde bulunan yahudiler, hýristiyanlar vb. gruplarýn dýþýnda kalan þahýslarýn mallarýna el konulmasýnýn ve bunlarýn öldürülmesinin meþrû olduðu, muhaliflerin eþ ve çocuklarýnýn da kâfir kabul edilerek sorguya çekilmesi onun görüþleri arasýnda yer alýr. Onun bu kanaatleri baþta Necde b. Âmir olmak üzere mensuplarýnýn kendisinden ayrýlmasýna sebep olmuþtur. Nâfi‘ b. Ezrak’ýn Mekke’de bulunduðu sýrada Abdullah b. Abbas’a sorduðu sorularla bunlarýn cevaplarý günümüze intikal etmiþtir. Süyûtî bunlardan 190 soruya ve cevaplarýna yer vermiþtir (el-Ýtšån, I, 255282). Ayný soru ve cevaplar Muhammed Ýbrâhim Selîm tarafýndan øarîbü’l-Æurßân adýyla müstakil olarak yayýmlanmýþtýr (Kahire, ts.). Muhammed Fuâd Abdülbâký de, Kur’an’da mevcut, anlaþýlmasý güç 200 kadar kelime ile bunlara verilen cevaplarý ihtiva eden Mesâßilü Nâfi£ b. el-Ezraš’ý alfabetik sýraya koyarak kendisine ait Mu£cemü ³arîbi’l-Æurßân’la birlikte neþretmiþtir (Kahire 1950, s. 234-292). Bu soru ve cevaplar, Süßâlâtü Nâfi£ b. el-Ezraš ilâ Ýbn £Abbâs adýyla Ýbrâhim es-Sâmerrâî tarafýndan da yayýmlanmýþtýr (Baðdad 1968). Ebû Bekir Ahmed b. Ca‘fer el-Huttelî ve Ebû Tâhir Muhammed b. Ali b. Allâf’ýn rivayetiyle gelen soru ve cevaplarýn iki ayrý metnini Muhammed Ahmed edDâlî Mesâßilü Nâfi£ b. el-Ezraš £an £Abdillâh b. £Abbâs ismiyle ve notlarla birlikte neþretmiþtir (Limasol 1413/1993). BÝBLÝYOGRAFYA : Belâzürî, Fütû¼ (Rýdvân), s. 67; Müberred, elKâmil (nþr. M. Ahmed ed-Dâlî), Beyrut 1406/1986, III, 1151-1155; Taberî, TârîÅ (Ebü’l-Fazl), V, 564569; Ýbn Hazm, Cemhere, s. 311; Ýbn Ebü’l-Hadîd, Þer¼u Nehci’l-belâ³a (nþr. M. Ebü’l-Fazl Ýbrâhim), Kahire 1385/1965, IV, 136-141; Zehebî, Mîzânü’l-i £tidâl, IV, 241; Ýbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, VI, 144-145; Süyûtî, el-Ýtšån (Beyrut), I, 255-282; M. Rýzâ Hasan ed-Düceylî, Fýršatü’l-Ezâriša, Necef 1393/1973, s. 66-70; Hüseyin Hasan, A£lâmü Temîm, Beyrut 1980, s. 541; W. Montgomery Watt, Ýslâm Düþüncesinin Teþekkül Devri (trc. Ethem Ruhi Fýðlalý), Ankara 1981, s. 25-27; A. J. Wensinck, “Nafi. b. al-Azrak”, EI 2 (Ýng.), VII, 877878; Ýbrahim Hatiboðlu, “Muhammed Fuâd Abdülbâký”, DÝA, XXX, 530. ÿMustafa Öz 290 – — NÂFÝLE ( '( ) א ˜ Farz ve vâcip niteliðinde olmayan ibadet anlamýnda fýkýh terimi. ™ Nefl kökünden türeyen nâfile kelimesi (çoðulu nevâfil) sözlükte “hak edilen miktara veya paya eklenen, ziyade, ilâve, fazlalýk” gibi anlamlara gelir; ayrýca nefel ile eþ anlamlý olarak “ganimet ve baðýþ” mânasýnda da kullanýlýr. Fýkýhta nâfile ve nefl kelimeleri, geniþ anlamýyla dinen farz ve vâcip niteliðinde olmaksýzýn mükelleften yapýlmasý istenen malî ve bedenî ibadetleri, dar anlamýyla farz, vâcip ve sünnet ibadetler dýþýnda kiþinin daha fazla sevap kazanmak için kendi isteðiyle yaptýðý malî ve bedenî ibadetleri ifade eder (Tehânevî, Keþþâf, II, 1325). Kur’ân-ý Kerîm’de “ganimetler” anlamýnda olmak üzere nefelin çoðulu olan enfâl ayný âyette iki defa (el-Enfâl 8/1), nâfile kelimesi biri “torun” (el-Enbiyâ 21/72), diðeri “ilâve ibadet” (el-Ýsrâ 17/79) mânasýnda olmak üzere iki âyette geçer. Müfessirler, bunlarýn ilkinde torunun kiþinin kendi çocuðuna nisbetle fazladan bir armaðan sayýlmasý dolayýsýyla, ikincisinde teheccüd namazýnýn ya Hz. Peygamber’e yüklenen ilâve bir vecîbe olmasý veya kýlana fazla sevap kazandýrmasý sebebiyle bu kelimenin kullanýldýðýný belirtirler. Hz. Peygamber’in hadislerinde farz ve vâcip niteliðinde olmayan ibadetlerin nâfile ve tatavvu‘ kelimeleriyle ifade edildiði görülür (Buhârî, “Teheccüd”, 5, 27; Müslim, “Müsâfirîn”, 94; Ebû Dâvûd, “Tatavvu.”, 1). Kavramsal Çerçeve. Hanefî fýkýh usulü literatüründe, dinen mükelleften yapýlmasý istenen fiiller talebin kuvveti yanýnda delilin kat‘î veya zannî oluþu da dikkate alýnarak farz, vâcip, sünnet ve nâfile þeklinde dört kýsma ayrýlmýþtýr. Buna göre yapýlmasý delâlet ve sübût yönünden kat‘î delillerle kesin ve baðlayýcý tarzda istenen fiiller farz, zannî delillerle kesin ve baðlayýcý tarzda istenenler vâcip, kesin ve baðlayýcý olmaksýzýn istenen ve yapanýn sevabý hak etmekle birlikte yapmayanýn cezalandýrýlmayacaðý, fakat kýnanacaðý fiiller sünnet, yapanýn sevabý hak edeceði, yapmayanýn ise cezalandýrýlmayacaðý ve kýnanmayacaðý fiiller nefl, nâfile, mendup, müstehap, tatavvu, edep (âdâb) olarak adlandýrýlmýþtýr (Serahsî, el-U½ûl, I, 110-114; Alâeddin es-Semerkandî, s. 26-34; Abdülazîz el-Buhârî, II, 628, 631; Ýbn Melek, s. 197; Ýbn Âbidîn, II, 12). Mütekellimîn metoduna göre yazýlan usul eserlerinde ise dinen mü- kelleften yapýlmasý istenen fiiller iki kýsma ayrýlmýþ, kesin ve baðlayýcý tarzda istenenler vâcip (farz), kesin ve baðlayýcý tarzda olmaksýzýn istenenler mendup þeklinde nitelendirilmiþtir (Gazzâlî, I, 65). Bazý usulcüler sünnet, tatavvu, ihsan, nâfile, fazilet, müstehap, muraggabün fîh (ragýbe) ve hasen terimlerinin mendupla eþ anlamlý olduðu, bazýlarý ise bunlarýn mendup kapsamýndaki fiillerin sevap yönünden derece farklýlýklarýný belirttiði, yani mendubun birer çeþidini oluþturduðu kanaatindedir. Dinen yapýlmasý kesin ve baðlayýcý olmaksýzýn istenen ve yaygýn biçimde mendup terimiyle ifade edilen fiillerin hepsinin sevap bakýmýndan birbirine eþit olmayýþý ikinci görüþü desteklemekle birlikte bu terimlerin bir kýsmýnýn eþ anlamlý kullanýldýðý, bu arada ayný mezhep içinde bile bunlar için farklý tanýmlar verilebildiði görülmektedir. Fürû-i fýkýh literatüründe nâfile terimi daha çok sünneti de kapsamýna almak üzere “farz ve vâcip niteliðinde olmayan ibadet” veya “farzlar dýþýndaki ibadetler” þeklinde tanýmlanmýþ (Tehânevî, Keþþâf, II, 1325; Ýbrâhim b. Muhammed el-Halebî, s. 198; Ýbn Nüceym, II, 41; Ýbn Hacer el-Heytemî, II, 219; krþ. Ebû Bekir el-Haddâd, I, 91) ve “üzerine farz veya vâcip olmadýðý halde kendi isteðiyle yapma veya bu þekilde yapýlan ibadet” mânasýna gelen tatavvu ile eþ anlamlý kullanýlmýþtýr. Bu geniþ anlamýyla nâfile ve tatavvu çatýsý altýna giren ibadetler sevap yönünden dereceleri farklý olduðu için genellikle sünnet ve mendup (müstehap) þeklinde ikili veya sünnet, mendup ve dar anlamýyla tatavvu ya da sünnet, ragýbe (fazilet) ve dar anlamýyla nâfile þeklinde üçlü bir ayýrýma tâbi tutulmuþtur. Kur’an ve Sünnet’te bulûð çaðýna ulaþmamýþ çocuklarýn farz olan namaz ve oruç gibi bedenî ibadetlere alýþtýrýlmasý istenmekle birlikte dinen yükümlü olmadýklarý için bu tür ibadetler onlar açýsýndan nâfile hükmünde deðerlendirilir; yapanlarýn sevap kazanacaðý, yapmayanlarýn ise yerilmeyeceði belirtilir. Öte yandan mendup ve nâfile kavramlarýnýn müstakil ibadet yanýnda bir ibadetin farz ve vâcip olmayan parçasý hakkýnda da kullanýldýðýna dikkat edilmelidir. Önemi. Kur’ân-ý Kerîm’de ve hadislerde, gerek Allah’a kulluk için yapýlmasý istenen belirli davranýþlar þeklinde ifade edilebilecek dar anlamýyla, gerekse Allah’ýn rýzâsýna uygun her türlü eylem ve çabayý kapsayan geniþ anlamýyla ibadetin önemine vurgu yapýldýðý, bunlarýn bir kýsmýnda ke-