Tüketime Gelince “Tüketeyim”; Üretime Gelince “Üretmeyeyim” “Sanayi devrimi öncesi, insanlar konfor ve zevklerine ne kadar önem verirdi?” sorusu, Ali Mert’in Tüketim Üzerine Çeşitlemeler Gelir, Bunların Üstüne yazısını okuduktan sonra aklıma gelen ilk sorulardan biri olmuştu. Örneğin tekstil alanındaki gelişmelerden önce, insanların giydiklerinin sadece ihtiyaçlarını karşılaması önemliydi, çoğu insan zaten yaşam koşulları gereği başka bir şey düşünemeyecek haldeydi. Bu dönemlerde üretim, tüketimden daha önemliydi. İnsanlar ürettiklerinden elde ettikleri gelirle ancak ihtiyaçlarını karşılamaya bakardı. Dar bir çerçevede bakıldığında, eskiden ve hala insanların yaşamlarını sürdürebilmek için üretime ihtiyaçları olduğunu görürüz. Şimdi bu çerçeveyi büyütelim ve çok daha geniş bir bölgeye baktığımızı düşünelim. Varacağımız en temel sonuçlardan biri, insanlığın gelişimini sürdürebilmesi için yenilikçiliğe ihtiyaç duymasıdır, çünkü üretim kolaylaştırılmalıdır. Yenilikçiliğin bu anlamda en büyük adımlarından biri, İngiltere’de 16. Yüzyılda yaşanan Sanayi Devrimi’dir. Bu tarihten itibaren, üretimle birlikte nüfusun da hızla artmaya başladığı görülür, çünkü insanların geçim kaynağı sıkıntısı o dönem şartları içerisinde azalmıştı. Sanayi Devrimi’nden sonrasına baktığımızda ise insanların ihtiyacından çok daha fazlasını üretebildiği için, gelirlerinin arttığını, böylece zamanla büyük marka ve sermaye sahiplerinin oluştuğunu görürüz. Bu sermaye sahiplerinin bahsettiğim büyüklüğü, bulundukları bölge ve bakılan çerçeveye göre değişiklik gösterebilir. Büyük ya da küçük çapta olduğu fark etmeksizin, gelir seviyesi yüksek olan insanların yıllar geçtikçe tüketmeye ve daha çok tüketmeye yöneldikleri kaçınılmaz bir gerçektir. Bahsettiğim yönelme, sadece insanların kendi iradeleri dâhilinde de olmuyor, markaların reklamları tarafından teşvik ediliyor. Mesela, kendinizi 31 Aralık’tan bir hafta öncesinde hayal edin. Şahsen, bu konudaki farkındalığım oluşmadan önce ben o günlerde tırım tırım dolanır, yakınlarıma yılbaşında vermek için uygun bir hediye bulmaya çalışırdım. Sürekli, hangi mağazada ne kadar indirim varmış takip ederdim, televizyondaki reklamlar doğrultusunda kendi alışveriş rotamı çizerdim. Sonradan anladım ki, Ali Mert’in de bahsettiği gibi Yılbaşı, sevgililer günü, doğum günü, anneler günü, babalar günü ve daha birçok özel gün dolayısıyla yapılan kutlamaların insanları tüketmeye ittiği göz ardı edilemeyecek kadar yaygın bir durummuş. Hatta bu konuda bir noktayı özellikle belirtme gereği duydum, bizim 8 Mart Dünya Kadınlar Günü olarak bildiğimiz gün, aslında Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak ortaya çıkmıştır. Kutlanmasının sebebi, 1857 yılında New York’ta yaklaşık 40.000 kadın işçinin, daha iyi çalışma 1 koşulları isteğiyle greve başlaması, üzerine polisin işçilere saldırması ve onları fabrikaya kilitlemesi ve ardından çıkan yangın sonucu 130 kadın işçinin can vermesidir. Dünya Emekçi Kadınlar Günü için yapılan açıklama ise, “İnsan hakları temelinde kadınların siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesi, ekonomik, siyasi ve sosyal başarılarının kutlanması” şeklindedir. Dolayısıyla bu kadar ciddi ve önemli bir konu üzerine anılan bir günde, kuyumcu ve kozmetik mağazalarının 8 Mart’ın kutlanmasına özel indirim yapmaları ne kadar doğru ve yerinde bir eğilimdir, bence tartışılır. İnsanların kendi icadı olan bu “özel günlerin”, tükettirmeye yönelik birer kumpas olduğunu anladığımdan beri, tek başına “hediye” kavramının kulağa hoş gelmesinin bile, bilinçaltımıza işlenmiş olduğunu düşünüyorum. Ne de olsa, insanlar sevdiklerinin hoşuna gitmesi için bir şeyler yapmayı mutlaka ki isteyecek, bu durumda da herkesin sığınağı bir çeşit “hediye” 2 olacak. İşin açıkçası bana biraz da kolaya kaçmak gibi geliyor, çünkü bahsettiğim farkındalık doğrultusunda, el emeğinin ne kadar önemli olduğunu da anlamış oldum. Sonuçta mağazadan seçilen bir hediyenin, alan kişiyle tam olarak bir bağlantısı olmayacak. Oysaki, o hediye elde yapılmış olsaydı, yapan kişinin anıları ve küçük hatalarının bir araya geldiği, paha biçilmez bir obje olacaktı. Bu nedenle artık özel günler yaklaşırken, elde yapacağım objeye karar veriyorum, bir kırtasiyeye gidip gerekli malzemeleri alıyorum ve saatlerimi mağazalarda gezmek yerine odamda, kendi fikrim ve emeğimle uğraşarak geçiriyorum. Üstelik, elde yaptığım bir hediyeyi verdiğimde karşımdaki insanın yüzünde oluşan gülümsemenin, mağazadan alınan bir hediyeye verdikleri tepkiden çok daha farklı olduğunu gördüm. Sevdikleriniz için sizin emeğiniz, çok daha fazla bir anlam ifade ediyor ve o tür objelere daha fazla bağlanıyorlar. Mesela ben, babamın yeni ofisine ilk gidişimde masanın bir kenarına benim yapmış olduğum bir yelkenliyi koyduğunu görmüştüm ve tabii ki buna çok sevinmiştim. Tüketim, toplumdaki bilinçle doğru orantılı olduğuna göre, aldığımız nitelikli eğitim gereği oluşan zihniyet ve mantığımızla, biz de ihtiyaç ve isteklerimizi birbirinden ayırabilir, gördüğümüz afişlerin ardındaki teşviklerin farkına vararak bize diretilene karşı gelebiliriz. Peki, sizce tükettiğimiz kadar üretiyor ve böylece yaşadığımız çevreye bir değer katıyor muyuz? Çevrenizde tüketimi olduğu gibi üretimi arttıracak teşviklere de örnek verebiliyor musunuz? Bu soruların cevaplarının hayır olması, sizi de endişelendirmiyor mu? Kaynaklar: 1. http://alternatifsiyaset.net/wp-content/uploads/2013/03/8-mart-kad%C4%B1n.jpg 2. https://s-media-cacheak0.pinimg.com/736x/db/c2/9a/dbc29aba2f784b584d71655d577b8a9e.jpg 3. http://www.martidergisi.com/wp-content/uploads/2012/02/Resim8.jpg 4. Tüketim Üzerine Çeşitlemeler Gelir, Bunların Üstüne. Mert, Ali. 3