ERGENLİK (PUBERTE) İnsanlarda meydana gelen "yetişkinliğe ilk adım" evresidir. Ergenlik, çocukluk çağı ile yetişkinlik çağı arasındaki geçiş dönemidir. ERGENLERLE ETKİLİ İLETİŞİM Ergenlik, kimlik arayışının şekillendiği bir dönem olduğundan, bu dönemde onlarla kurulacak iletişim son derece önemlidir. Onlar, içinde bulundukları çağın gereği olarak, verili kültürü olduğu gibi kabul etmeyecek, mevcut durumu sorgulayacak, eleştiri getireceklerdir. Bunlar tamamen ergenin kimliğini oluşturma çabalarıdır. Bu yüzden ergenle kurulacak iletişimde “otoriteye isyan” duygusuna dikkat etmek gerekir. Ergenlerin, benimseyeceği değerleri benliğine katarken onları sorgulaması, eleştirmesi, toplumların dinamizmi ve yenilenmesini de mümkün kılmaktadır. Diğer taraftan insanın yaşı ilerledikçe, sabit fikirli oluşu artmaktadır. ERGENLER NEDEN AİLELERİ İLE ÇATIŞIR? Ergenler bağımsızlık arayışındadır. Kendi seçimlerini yapmak, kendi yaşamını düzenlemek ve bunu da kendi başına yapmak istemektedir. Aileden ayrılıp bağımsızlığı başarabilmek için, gencin gözünde anne baba ideal olma niteliklerini kaybeder. “Annem babam her şeyi bilir” düşüncesinin yerini yavaş yavaş, “annem babam nereden bilecek, onların dönemi geçmişte kalmış, ben onlardan daha iyi bilirim” düşünceleri alır. Bağımsızlığa gereksinim duyan genç için ev, çoğu zaman anlaşmazlığın ve çatışmaların ortaya çıktığı bir yer olarak görülmeye başlayabilir. Ergen, bağımsızlık arayışında davranışları ile şunu söylemektedir ‘’ Ben sizden farklıyım, bunu göstermek istiyorum, sizin olmamı istediğiniz kişi değil, kendi istediğim kişi olmak istiyorum". Yaşadıklarını anlamak ve kendilerini dinlemek için yalnız kalma gereksinimleri vardır. AİLELER NE YAPMALI, NE YAPMAMALIDIR? Ergenlerin arkadaşlığı her düzeyde desteklenmelidir, arkadaşlarla geliştiği ve sosyalleştiği bilinmelidir. Arkadaşların olumlu etkileri yanında, grup etkisiyle yanlışlar yapılabileceği konusunda ergen bilinçlendirilmelidir. Aileler çocuklarının arkadaşlarını, çocukları ile konuşarak tanımalıdır. Bunun için çocuğun cep telefonu, bilgisayar, günlük benzeri özel eşyalarını karıştırmak yanlıştır. Sorumluluk gelişimi kazanmış genç, her yaptığından kendisinin sorumlu olduğunu; mazeretlerin, suçu başkalarına atmanın bireyin sorumluluğunu ortadan kaldırmadığını bilir. Bize göre çocuğumuzun yanlış arkadaş seçmek gibi bir tutumu varsa, çocuğumuzda nasıl bir sorun olduğunu düşünmenin zamanı gelmiştir. Oğlumuz ya da kızımızın neden böyle arkadaşlar seçtiğini anlayabilmek çözümün anahtarıdır. Çocuğumuzda ya da kendimizde hata bulamıyor, "arkadaşlarına uydu aslında böyle bir çocuk değil" diyor ve bu konuda yardım almayı erteliyorsak bunun sebebi çocuğumuzla ilgili beklentilerimiz nedeniyle çocuğumuzu kusursuz görmeye çalışmamız olabilir. Yanlış bir arkadaş grubunda olan bir gençle sürekli tartışmak, arkadaşlarına uyuyorsun demek onları kötülemek çocuğumuzu bizden uzaklaştırır. Yalnızlık ve mutsuzluk nedeniyle o gruba daha fazla bağlanmasına sebep olur. Anne baba olarak sakin olup çocuğumuzun sıkıntısını anlamaya çalışmak, ona sevgimizi göstermemiz gerekir. Arkadaşlarını eleştirmeden onun sorunlarına destek olmak, işbirliği ile sorunların nasıl çözüleceğini bulmaya çalışmak, bu konuda kendi yanlışlarımızı da düşünmek ve gerekirse sorunlar daha da büyümeden aile olarak çocuk ve ergen psikiyatristinden destek almayı ertelememek önemlidir. Bugün ergenler ebeveynlerinden daha iyi imkânlarda yaşıyor, daha çok şey istiyor, daha çok seçeneğin karşısında olduğunu biliyor. Ama daha çok korkuyor, daha çok kaygı duyuyor. Çünkü geçmişe göre daha karmaşık bir dünyada yaşıyor. Ellerinde daha çok iletişim aracı var ama gençler daha yalnız. Bu nedenle çocuğumuza sadece ondan beklediğimiz istediğimiz şeyleri, korkularımızı bildirmek değil, onunla konuşmak, daha çok paylaşmak gerekir. Yani çocuklarımızla sağlıklı iletişim kurmamız gereklidir. NE ZAMAN YARDIM ALMALIYIZ? Yanlış arkadaş gruplarını seçme, okul başarısında giderek düşme, okuldan kaçma, içe kapanma, öfke nöbetleri, ebeveynle, okulla ve toplumla ciddi çatışmalar, madde kullanımı, internet bağımlılığı, aşırı güvensizlik, sosyal ortamlara girememe, mutsuzluk, dikkat eksikliği, hiçbir şeyden zevk almama, sınav kaygısı, takıntılı düşünceler gibi şikayetler varsa ve çocuğumuzla iletişim kurmakta zorlanıyorsak zaman kaybetmeden Çocuk Ergen Psikiyatristinden yardım alınması gereklidir. Sorunları görmezden gelmek sorunların daha da büyümesine neden olur. Çocuklarımızın ergenlik dönemini sağlıklı geçirmesi mutlu yetişkinler olması dileğiyle. ERGENLERDE DEPRESYON ‘Çok üzgünüm’ ya da ‘moralim bozuk’ diyen bir ergen sadece birkaç saat süren ruh halini ya da daha uzun süren ruhsal bozukluğu tanımlıyor olabilir. Majör depresif bozuklukta birey iki hafta ya da daha uzun süren ve günlük işlevlerinin aksamasına neden olan uyuşukluk ve mutsuzluk gibi depresif özellikleri içinde barındıran bir majör depresif epizod yaşar. DSM – IV e göre majör depresif bozukluk için 9 semptom tanımlamıştır. Majör depresif bozukluk tanısı koyabilmek için aşağıda yer alan bu 9 semptomdan 5 tanesinin 2 haftalık bir dönemde görülmesi gerekir. 1) 2) 3) 4) 5) 6) 7) 8) 9) Hemen hemen her gün yaklaşık gün boyu süren depresif duygu durumu Etkinliklerin tümüne ya da çoğuna karşı ilgi ya da istek azalması Önemli düzeyde kilo kaybı ya da kilo alma, iştah değişiklikleri Çok uyuma ya da uyuyamama Psikomotor ajitasyon ya da reterdasyon Yorgunluk, bitkinlik veya enerji kaybı Aşırı ya da uygunsuz şekilde kendini değersiz ya da suçlu hissetme Düşünmede, odaklanmada ya da karar vermede zorluklar Tekrarlayan ölüm ve intihar düşünceleri Ergenlikte siyah giysiler giyme eğilimi, kasvetli şiirler yazma veya depresif temalar içeren müzikler meşgul olma yaygın depresif belirtiler olabilir. Uyku sorunları, tüm gece televizyon izleme, okula gitmek için uyanma zorluğu ya da gün boyunca uyuma durumu şeklinde görülebilir. Ergen depresyonunda ailesel faktörlerde rol oynamaktadır. Erken çocukluk yıllarında ailede ortaya çıkan yetersiz ebeveynliğe bağlı davranış sorunlarının, okul ortamına taşındığını, akademik ve sosyal yeterlilikte sorun oluşturduğunu belirtmek gerekir. Ergenlerde zayıf akran ilişkileri de ergenlik depresyonu ile ilgilidir. En iyi arkadaşıyla yakın ilişkisi olmayan, arkadaşlarıyla daha az temasta olan ve akranları tarafından reddedilen ergenlerde depresif eğilimler artmaktadır. ERGENLERDE DEPRESYONU AZALTMAK İÇİN EN UYGUN TEDAVİ NEDİR? Depresyonda olan ergenlerin tedavisinde depresyon ilaçları ile beraber başa çıkma becerilerini güçlendiren bilişsel davranışçı terapi alınmasının bunların sadece birinin uygulanmasından daha etkili olduğu ortaya konulmuştur. 2004 yılında ABD Gıda ve İlaç idaresi bazı ilaçları ergenlerde kısmen intihar riskini arttırdığı için bu ilaçların kullanımına karşı uyarıda bulunmuştur. Prozac bu ilaçlardan biridir. ERGENLERDE İNTİHAR Depresyon ergenlerde intihar düşüncesi ve intihar girişimlerinin artması ile ilişkilendirilir. İntihar davranışı çocuklukta nadir görülür ancak ergenlikte ve beliren yetişkinlikte artar. İntihar, günümüzde ABD’de 10-19 yaşlar arasında ki bireylerin üçüncü sıradaki ölüm nedenidir. Ergenlerde intihar oranları 1990’lı yıllarda yüksek seviyelere çıktıktan sonra son yıllarda azalmıştır. Beliren yetişkinlerde intihar oranları ergenlerin üç katıdır. 2009 yılında yapılan bir çalışmada ergenlerin %15’i ciddi bir şekilde intihar etmeyi düşündüklerini, %11’i intihar etmek için bir plan yaptıklarını, %7’si ise çalışmadan önce ki 12 ay içerisinde hayatlarına son vermeye çalıştıklarını rapor etmişlerdir. Hem erken hem daha sonra ki deneyimler ergenlerin intihar girişimi ile ilgili olabilir. Ergen, ailesinin dengesizliği ve mutsuzlukla ile ilgili uzun bir geçmişe sahip olabilir. Çocukluk döneminde ebeveynlerin yetersiz sevgisi ve duygusal desteği, yüksek düzeyde kontrollü ve başarıya yönelik baskısı da intihar girişimi ile ilişkili faktörler arasındadır. Bir gözden geçirme araştırmasında, fiziksel ya da cinsel istimrara uğrayan ergenlerin, bu yönde bir yaşantısı olmayan ergenlere göre daha fazla intihar düşüncesine sahip oldukları görülmüştür. İNTİHAR GİRİŞİMİNDE BULUNAN ERGENLERİN PSİKOLOJİK ÖZELLİKLERİ NELERDİR? İntihar girişiminde bulunan ergenler genelde depresif belirtilere sahiplerdir. Depresyon ergen intiharı ile en sık ilişkili faktör olarak gösterilmektedir. Umutsuzluk duygusu, düşük benlik saygısı ve yüksek düzeyde kendini suçlama da ergenlerin intihar girişimi ile ilişkilendirilir. Ergenlerin intihar girişimi ile ilişkilendirilen faktörler, aşağıda verilen araştırmalarda görülebilir. 1) Aşırı kilolu ortaokul öğrencileri, aşırı kilolu olmayan akranlarına göre intiharı daha fazla düşünebilirler. Daha fazla plan yapabilirler ve daha fazla intihar girişiminde bulunabilirler. 10 yaşından önce alkol kullanımı ergenlerin intihar girişimiyle bağlantılıdır. 2) Üzgün ya da mutsuz olduklarında alkol kullanan ergenler, intihar girişiminde bulunma riski taşımaktadır. 3) Ergen Sağlığının Ulusal Boylamsal Çalışmalarının verileri, aşağıdaki faktörlerin intihar riskiyle ilgili göstergeler olduğunu belirtmektedir. Bu faktörler; depresif semptomlar, umutsuzluk duygusu, intihar düşünleri ile meşgul olma, ailede yaşanmış intihar geçmişi, intihar geçmişi bulanan bir arkadaşının bulunmasıdır. 4) Ergen Sağlığının Ulusal Boylamda çalışmasını temel alan başka bir analizde ise ebeveyn kaybını takip eden bir yıl içinde ergenlerin intihar girişimlerinin arttığı görülmüştür. 5) Latin Amerikalı kadınlarda, artan stresin özellikle de evde yaşanan stresin intihar girişimi ile bağlantılı olduğu bulunmuştur. 6) Cinsel istismara maruz kalma, ergenlik döneminde intihar girişimleri açısından bir risk oluşturmaktadır. Birinin intihar olasılığı olduğundan şüphelendiğinizde; NE YAPMALI? ** Sakin bir şekilde basit sorular sorun. Örn; ‘kendine zarar vermeyi düşünüyor musun?’ ** Duyguları, önemli ilişkileri, konuşulan kişileri, kullanılması düşünülen araçlara ilişkin sorular sorularak intihar niyetinin ciddiyeti değerlendirilmeli. Eğer silah, ilaç, ip ya da planı oluşturacak başka bir araç varsa durum açıkça tehlikelidir. Yardım gelene kadar kişiyle kalın. ** İyi bir dinleyici olun, sahte güven vermeden destekleyici olun. ** Kişiyi, profesyonel bir yardım almaya ikna etmeye çalışın. NE YAPMAMALI? ** Uyarı işaretlerini göz ardı etmeyin. ** İntihara ilişkin konuşmak için biri size yaklaştığında onu reddetmeyin. ** Dalga geçme, onaylamama veya reddetme tepkileri vermeyin. ** ’Her şey yoluna girecek.’ gibi sözlerle sahte güven vermeyin. ‘Mutlu olmak için her şeye sahipsin.’ gibi basit cevaplar ya da basmakalıp sözler söylemeyin. ** Kriz geçirdikten sonra ya da profesyonel yardım sonrasında bireyi terk etmeyin. Mutlu ve başarılı insanların çoğu hayatında bir kez intihar etmeyi düşünmüş ve etmemeye karar vermiştir.(Richard BACH) ÇOCUKLARDA VE ERGENLERDE TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU Kişilerin yaşadığı bazı travmatik olaylar, psikolojik belirtilerin ortaya çıkmasına ve psikiyatrik sorunlara neden olabilmektedir. Doğal afetler, terör olayları, cinsel veya fiziksel bir saldırıya maruz kalmak, savaşlar, trafik kazaları, birinin ölümüne tanıklık etmek ve göç gibi olaylar bunlara örnektir. Tehlikedeyken, korkuyu hissetmek normaldir. Bu şekilde, maruz kalınan olayla nasıl başa çıkacağımızı öğrenir ve zarar görmekten kendimizi korumuş oluruz. Fakat, travma sonrası stres bozukluğunda (TSSB), bu tepki zarar görmüş veya değişmiştir. Travma sonrası stres bozukluğu olan bireyler, artık tehlikede olmamasına rağmen, maruz kalınan olayla ilgili stresi ve korkuyu hissetmeye devam ederler. TSSB belirtileri, olay yaşandıktan sonra 3 ay içinde kendini gösterir ve bazı durumlarda yıllarca devam edebilir. TSSB belirtileri, yetişkinler ile çocuk ve ergenler arasında farklılık gösterir. Travmatik olaya maruz kalmış bir yetişkin; yaşanan olayla ilgili kötü rüyalar görür, o anı tekrar tekrar yaşıyormuş gibi hisseder ve korku dolu düşünceler kafasını meşgul eder. Buna bağlı olarak, yaşanan olayı hatırlatan yerlerden ve aktivitelerden uzak durmaya çalışır, duygusal hissizlik, suçluluk, depresyon veya kaygı gibi duygular deneyimler. Ayrıca uyku bozuklukları, sürekli tetikte olma gibi sorunlar yaşar. Çocuk ve ergenlerde TSSB belirtileri daha farklı bir tabloda kendini göstermektedir. Travmatik olay yaşandıktan birkaç hafta sonra, çocuk rüyasında sürekli olarak yaşanan olayı görmeye başlar. Buna ek olarak, yaşanan travmatik olayı oyunlarına yansıtır ve olayı dramatize eder. Böylece, kendisine fazla gelen korku duygusu ile baş etmeye çalışır. Ayrıca, bir ebeveyne veya yetişkine alışılmışın dışında bir bağlılık gösterebilir. Buna ek olarak, altını ıslatma veya konuşamama gibi semptomlar gözlenebilir. Olayı hatırlatan bir davranışı sıklıkla tekrar etmek de bu semptomlar arasına girebilir. İrritabl duygu durumu, çocuğun ve ergenin okuldaki davranışlarını ve öğrenme sürecini de olumsuz yönde etkiler. TSSB tedavisinde, bilişsel davranışçı terapiler önemli rol oynamaktadır. En etkili davranış değiştirme tekniklerinden biri de, travma sonrası oluşan kabusları azaltmak ve önlemek için, çocuktan uykuya dalmadan önce yaşanan olayla ilgili düzeltici sonlar planlamasını istemektir. Bazı travmatik rüyaların derin uykuda iken görülmemesi, kısmen de olsa bilinçli bir şekilde rüyaların yeniden işlenmesini ve kötü kabusların sona erdirilmesini sağlar. Bunun yanı sıra, oyun terapisi herhangi bir travmaya maruz kalmış çocuğun tedavisinde son derece yararlıdır. Olayın bir sahnesini resmetmek, çocuğun olayla ilgili duygularını açığa vurmada yardımcı olabilir. Çocukluk çağında yaşanan travmalar, ileride daha ağır ve karmaşık psikolojik sorunlara yol açar. Bu durum, ileride çocuğun veya ergenin kişilik yapılanmasını da büyük oranda etkileyebilir. Bu konuda yardım almak, ileride yaşanabilecek sorunların önlenmesinde büyük ölçüde etkili olabilir. ERGENLİK DÖNEMİNDE ANKSİYETE Kaygı, insanda zorlama yaratan etkenler sonrasında ortaya çıkan yanıt olup, bilinmeyene, bilinçdışı ve kişi tarafından tanınmayan tehlikeye karşı hissedilen bir duygudur. Arkonaç’a göre kaygı, kişiyi tehdit eden veya stres yüklü sitüasyonlarla yüz yüze gelindiğinde yaşanan endişe ve gerginlik halidir. Horney, kaygı ile korku arasındaki ayrımı şu şekilde yapmıştır: “Gerçekte korku ve kaygı tehlikeye karşı duygusal tepkilerdir ve her ikisinde de kişiye eşlik eden bedensel belirtiler aynıdır ancak korku kişinin karşılaştığı tehlikeyle orantılı bir tepkiyken, kaygı tehlikeyle orantısızdır, hatta düşsel tehlikelere karşı gösterilen tepkidir”. Çocuğunun sivilce ya da basit bir soğuk algınlığı nedeniyle öleceğinden korkan anne için kaygıdan söz ederken, çocuk ağır hastaysa annenin tepkisine korku denmektedir. Freud’a göre kaygı, fiziksel ya da toplumsal çevreden gelen tehlikelere karşı, bireyi uyarma, gerekli uyumu sağlama ve yaşamı sürdürme işlevlerinde bulunur. Günlük yaşamda herkesin arada bir yaşadığı kaygı “gerçekçi kaygı”dır. Bu dış dünyada bulunan tehlikelere karşı duyulan korku ile eşanlamlıdır. Ancak kaygı uyum işlevini yitirir ve mantık dışı bir hal alırsa normal dışı davranışların ortaya çıkmasına neden olur ki bu da “nevrotik kaygı”dır. Nevrotik kaygı, gerçekçi kaygıya göre daha sık ve yoğun olarak yaşanır. Kaygıya, çok sayıda psikolojik ve bedensel belirtiler eşlik eder. Bu belirtilerden bazıları, kaşların sürekli çatık ve gergin olması, gevşeyememe, titreme, terleme, kalbin çarpması, avuçların soğuk olması, baş dönmesi, mide bulantısı, ishal, üzülme, kendine ve başkalarına olabilecek kötü şeyleri düşünmekten kendini alıkoyamama, bir iş üzerinde dikkati toplamada zorluk çekme, çabuk sinirlenme ve uykusuzluktur. Ergenlikte, bedensel büyüme ve gelişmenin, ortaya çıkardığı yeni durumlara alışma sürecinde yaşanan kaygılar ergenin gelişimsel kaygılarıdır. Ergen kendi bedenini başkalarıyla kıyaslayarak ortalamalara göre olan farklılıklarından dolayı kaygılanır. Ani boy uzamasıyla birlikte kamburlaşan yapısının sürekli kambur kalacağı endişesine kapılır. Ergenlik döneminde kaygıya yol açan faktörlerden biri de kimlik arayışının başlamasıdır. Kimlik arayışıyla bağlantılı olarak sosyal beğeni kaygısıyla kendilerini, iyi ya da kötü, çirkin ya da yakışıklı, girişken ya da içe dönük gibi çift kutuplu bir boyut üzerinde sınıflandırırlar. Bağımsızlık çatışmaları ergende kaygıya neden olan bir diğer faktördür. Bağımsızlık çabaları anne babası tarafından engellenirse bu, ergenin ebeveynleriyle olan ilişkilerinde gerginliğe ve çatışmaya yol açabilir. Ergen anne babası tarafından anlaşılmadığı hissine kapılır. Anne babanın genci başkalarıyla kıyaslaması, sık sık eleştirmesi ve aşağılaması gibi olumsuz davranışları da ergende kaygıya yol açan ebeveyn davranışlarındandır. ERGENLİK DÖNEMİNDE CİNSEL SORUNLAR Ergenin cinsel bakımdan kimliğini bulması; erkek ve kadınlığın cinsel anlamda kabul ederek çevre ve kendi ile çatışmaya düşmeden, karşıt cinsle fiziksel ve duygusal beraberliği paylaşabilmesi olmaktadır. Cinsel kimliğin oluşumunda hormonların faaliyeti kadar, toplum tarafından çocuğa uygulanan eğitim tarzı, davranış modelleri, çocuk yetiştirme tarzlarının da önemi büyük olmaktadır. Çocukluk ve gençlik çağında erkek ve kızların cinsel yapılarından ve bunun altındaki cinsel dürtülerden gelen davranışların çevre etkisiyle uzun süre baskı altında tutması, devamlı bir engellenmeye neden olmaktadır. Bunun sonucunda da cinsel dürtü, istek ve davranışlar ya hiç ortaya çıkmamakta ya da sağlıksız bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Ergenler cinsel gelişim alanında ki sorunları çözmek ve akılcı kararlar vermek zorundadırlar. Biyolojik, psikolojik ve toplumsal olgunluğa yönelme, gencin özdeşleşme objesinin (figürünün) yeterli olabilme derecesine bağlıdır. Kendi cinsini benimseme konusunda zengin tatminler bulamamış ebeveyn, iyi bir model olamamaktadır ki bu da gencin yaşayacağı çatışmayı doğal kılmaktadır. Oysaki ebeveyni tarafından cinsiyet özellikleri beğenilen ve takdir edilen ergenin kendine duyduğu güven artmakta ve özdeşimi kolaylaşmaktadır. Birçok yazara göre mastürbasyon, normal ve sağlıklı gencin ayrılmaz bir parçasıdır. Cinsel açıdan erkekler kızlardan daha aktiftir. 14-15 yaşlarındaki erkekler cinsel uyarılma sıklığı açısından hayatlarının en aktif noktasındadır. Kızlarda cinsel dürtü daha az şiddetli, daha belirsiz ve diğer duygulardan daha az ayrışmış bulunmaktadır. Bu yüzden eşcinsel yaşantılar erkeklerde kızlardan daha yaygın olarak görülmektedir. Genç erkeklerde bu tür davranışlar genellikle bir grubu içerirken, kızlarda genellikle iki kişiyle sınırlı kalmaktadır. Ergenlik döneminin başında ve ortasında eşcinsellik korkusu ve eşcinsellere duyulan düşmanlık duygusu ciddi bir boyutta olmaktadır. Ancak bu konudaki deneyimler çoğu kez, cinsellik denemelerini temsil etmekte, kalıcılığı olmamaktadır. Ergenlik döneminde, karşı cinsle iletişim bağlı başına bir problem kaynağı olabilmektedir. Ergenin karşıt cinsle ilgili problemleri arasında, karşı cinsten arkadaşı olmamak, bir kız ya da erkek arkadaşı ile çıkınca ne yapacağını bilememek, karşı cinsin çıkma önerisini nasıl geri çevireceğine karar verememek, hemen evlenmeyi istemek, daha güzel ve yakışıklı olmak, cinsel konularda daha çok bilgi sahibi olmak sayılabilmektedir. Aydın ve Kavuncu, sosyo-ekonomik düzey farkının liseli ergenlerin cinsiyet rollerinde etkili bir faktör olup olmadığını incelemişlerdir. Çalışma ile liseli ergenlerin cinsiyet rolleri değerlendirmesinde sosyo-ekonomik düzeyin anlamlı bir etki gösterdiği belirlenmiştir. Düşük sosyo-ekonomik düzeyden gelen ergenlere genelde toplumun öngördüğü olumlu ve olumsuz kişilik özelliklerini içeren sosyal beğeniyi benimseme eğiliminin olduğu gözlenmiştir. Cinsiyet ve denetim odakları farklı lise öğrencilerinin uyum alanları ve yöntemlerinin incelemesini yapan Kıran, genelde denetim odağının içsel olmasının uyum alanları ve uyum yöntemlerinin kapsadığı aile ilişkileri, sosyal ilişkiler, coşkusal dengelilik, uyma, gerçeğe uyum, duygusal durum ve liderlik düzeylerini olumlu yönde; dışsal olmasının ise olumsuz yönde etkilediğim saptamıştır. Denetim odağı ile cinsiyetin birlikte uyum alanları ve uyum yöntemlerim genel olarak etkilemediği sonucuna varılmıştır. Sadece aile ilişkilerinde içsel denetimli kızların içsel denetimli erkelere göre aile ilişkilerinin daha olumlu olduğu, dışsal denetim odağının ise cinsiyetle birlikte aile ilişkilerini etkilemediği sonucuna varılmıştır. Erdoğan, ergenlik dönemindeki gençlerin sosyal ve psiko-seksüel gelişimlerini saptamak amacıyla Yozgat Yetiştirme Yurdu ve Yozgat’ta ailesi yanında kalan 12-20 yaş arası gence anket çalışması yapmıştır. Öğrenim düzeyi açısından her iki grupta annesi okur-yazar olmayanların yüzdesi yüksektir ve sosyoekonomik açıdan yurtta yaşayan gençler, daha çok düşük sosyo-ekonomik düzey iken, aile yanında yaşayan gençler daha çok orta sosyo-ekonomik düzeydedir. Anket sonuçlarına göre, ergenlikte meydana gelen değişiklikleri bilme düzeyleri incelendiğinde, ailesi yanında yaşayan gençlerin daha doğru bilgilere sahip oldukları gözlenmektedir. Her iki grup da mastürbasyonu doğal karşılamakta; en çok mastürbasyon yapan gençler 15-17 yaş arasında yer almakta ve ailesi yanında yaşayan gençlerin daha fazla mastürbasyon yaptıkları dikkat çekmektedir. Eşcinselliği ne yurtta ne de ailesi yanında yaşayan gençler normal karşılamaktadır. Gençler duygusal anlamda kız erkek arkadaşlığını doğal görmekte ve artık kızlar için de duygusal ilişkiler normal karşılanmaktadır. Kız erkek arkadaşlığı sırasında el ele tutuşmayı her iki grup ta doğal karşılarken, öpüşmeyi ve cinsel ilişkiyi daha az doğal bulmaktadırlar. Ancak her iki grupta da cinsel ilişkinin ne olduğunu bilmeyenlerin yüzdesi bir hayli yüksektir. Adet görmenin ne olduğunu, ailesi yanında yaşayan gençler, yurtta yaşayanlara göre iki kat doğru cevap vermişlerdir. Gençler, nasıl bebek sahip olunduğunu tam olarak bilmemekte, ancak aile planlaması hakkında doğru tanımlamalar vermektedirler. Gençlerin cinsel konularla ilgili ilk bilgileri nereden aldıkları sorulduğunda yurtta kalan gençlerde “kitle iletişim araçları”, aile yanında yaşayan gençlerde ise “anne ve arkadaşların” bu konuda ilk sırayı aldıklarını söylemektedirler. Yurtta yaşayan gençlerde ikinci sırayı anne almaktadır. Bu aynı zamanda toplumumuzda babası ile konuşan gençlerin sayısının az olduğunu düşündürtmektedir.