feminist perspektiften türkiye`de kadın kütüphanecilerin imajı

advertisement
T.C.
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
BİLGİ VE BELGE YÖNETİMİ ANABİLİM DALI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
FEMİNİST PERSPEKTİFTEN TÜRKİYE'DE KADIN
KÜTÜPHANECİLERİN İMAJI
AYGÜL ÇİÇEK
2501120055
TEZ DANIŞMANI
PROF.DR. MURAT YILMAZ
İSTANBUL 2016
ÖZ
FEMİNİST PERSPEKTİFTEN TÜRKİYE'DE KADIN
KÜTÜPHANECİLERİN İMAJI
AYGÜL ÇİÇEK
Bu tezin amacı, kadın kütüphanecilerin popüler kültürde hem kütüphane
kullanıcıları tarafından nasıl algılandıklarını hem de kadın kütüphanecilere
yüklenmiş olan imajı irdelemektir.
Popüler kültürde profesyonel bir meslek olmasına rağmen cinsiyetçi yaklaşımlar
nedeniyle modern toplumlarda hak ettiği önemi görmeyip yarı profesyonel bir
meslek olarak değerlendirilebilen kütüphanecilik mesleği ile bu mesleği icra eden
kadın
kütüphanecilerin
popüler
kültürlerdeki
imajı
dikkate
alındığında
Türkiye’deki durum nasıl bir seyir izlemektedir? Bu soruyu dikkate alarak tezin
hipotezi şu şekilde belirlenmiştir; Türkiye’de kütüphanelerde çalışan kadın
kütüphanecilerin imajlarının kütüphane kullanıcıları tarafından algılanışı
pozitiftir.
Hipotezimizi test etmek amacıyla tez çalışmamızda İstanbul Üniversitesi Merkez
Kütüphane kullanıcıları ve çalışanlarına "kadın kütüphanecilere ilişkin imaj
algısına" yönelik soruların yöneltildiği bir anket çalışması yapılmış ve kadın
kütüphanecilere yönelik olumsuz algıların sebepleri irdelenmeye çalışılmıştır.
Gerçekleştirilen anket çalışmasıyla kadın kütüphanecilere yüklendiği düşünülen
olumsuz imajların nedenleri anket verileri çerçevesinde ele alınmaya çalışılmıştır.
Anket sonuçlarıyla elde edilen bilgiler göstermiştir ki; popüler kültüre yönelik
olumsuz söylemlerin aksine kadın kütüphaneciler, kütüphanecilik mesleğini daha
fazla tercih ettiği için meslek olarak kütüphaneciliği olumlu bir biçimde
etkilemektedirler. Ayrıca tezimizde Türkiye’deki kadın kütüphanecilerin imajının,
popüler kültürün tersine olumsuz değil tam tersine olumlu yönde olduğu
saptanmıştır.
III
Anahtar Kelimeler: Feminizm, Feminist Kuramlar, Çalışan Kadınlar, İmaj,
Kadın
Kütüphaneciler,
Kadın
Kütüphanecilerin
İmajı,
Popüler
Kültür
IV
ABSTRACT
IMAGE OF FEMALE LIBRARIANS IN THE FEMINIST
PERSPECTIVE IN TURKEY
AYGÜL ÇİÇEK
The aim of this thesis is to examine how female librarians are perceived by library
users and image which was laid a burden on female librarians in popular culture.
How is the situation in Turkey considering the profession of librarianship,
evaluated as a semi-professional occupation and neglected in modern society by
reason of sexist approach although it is a profession in popular culture, and image
of female librarian who practise this profession in popular culture? By considering
this question, the hypothesis of the thesis is determined in this way; Perception of
image of female librarians working in libraries in Turkey by library users is
positive.
In our thesis study, in order to test our hypothesis, it has been conducted a survey
study included questions oriented image perception for female librarians, asked
Istanbul University Central Library users and employees and has been tried to
scrutinize the causes of negative perception towards female librarians. With the
survey work, it has been tried to analyse the causes of negative image which is laid
a burden on female librarians within the framework of the survey data.
Informations obtained by the survey results showed that, in contrast to the
negative rhetoric oriented popular culture, because women prefer librarianship
more, they influence librarianship in a positive way as a profession. In addition, in
our thesis, image of female librarians in Turkey was found to be positively contrast
to popular culture.
Key Words: Feminism, Feminist Theories, Working Women, Image, Female
Librarians, Image of Female Librarians, Popular Culture
V
ÖNSÖZ
Bu tezin temel amacı, popüler kültürde kadın kütüphanecilerin, kütüphane
kullanıcıları başta olmak üzere toplum tarafından kendilerine yüklenmiş ve
kendilerinden beklenen imaj algısını incelemektir.
Kadın
kütüphanecilerin
imajının
tespit
edilmesinde
tez
çalışmamızda
kullandığımız bakış açısı, feminist perspektiftir.
Ülkemizde çeşitli kütüphanelerde görev yapan kadın kütüphanecilerin ve
kütüphanecilik mesleğine dair oluşan imaj algısının tespit edilebilmesinde feminist
perspektif dikkate alındığında bazı kavramların anlamlarının iyi anlaşılması
gerektiği ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda feminizmin tam olarak ne olduğunu
anlamak aslında popüler kültürde kadın kütüphanecilerin imaj sorunlarını da
anlamak anlamına gelmektedir.
Feminizm, ilk kez 1872 yılında küçük bir risalede "kadın hakları hareketi"ni
tanımlamak için kullanılmıştır. Feminizm, kaynağını kadınlardan almış bir
kavramdır ve en yalın haliyle herhangi bir konuda kadına has özellikleri anlatmak
için kullanıldığı gibi; kadının kurtuluş veya özgürlük hareketi anlamına da
gelmektedir.
Bu araştırmanın konusunun "kadın kütüphanecilerin imaj algısı" olarak
belirlenmesindeki temel neden, ülkemizdeki kadın kütüphanecilerin toplum
tarafından kendilerine yüklenmiş olumsuz imaj algısının nedenlerine dair daha
önce bilimsel çalışmaların yapılmamış olmasıdır. Bu konudaki eksiklikleri daha
çok neden ve sonuçlarıyla tespit edebilmek amacıyla kadın kütüphanecilerin
toplumda var olan imaj ölçütlerine yönelik hazırlanmış sorulardan yola çıkılarak
bir anket uygulamasına gidilmiş ve anket İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphane
kullanıcıları ve çalışanlarına uygulanmıştır. Anket sonuçları göstermiştir ki
olumsuz bir algının olmadığı, aksine yeni nesil kütüphane kullanıcılarının kadın
kütüphanecilere yaklaşımlarının son derece anlamlı düzeyde olumlu olduğu tespit
edilmiştir. Ayrıca modern dünya ve popüler kültür koşulları değerlendirildiğinde
VI
görülmüştür ki kadın kütüphaneciler kendilerini bu koşullar doğrultusunda daha da
geliştirmektedirler.
Bu bağlamda bana inanarak tez danışmanlığımı kabul edip benim bu konu
hakkında yazmama öncülük eden, tez yazım sürecinin her anını büyük bir sabırla
takip eden, yaptığı yorumlarla bana yol gösteren çok değerli Hocam Prof. Dr.
Murat Yılmaz'a teşekkürü borç bilirim. Her zaman samimi, özverili ve kıymetli
kritikleriyle bana katma değer, bu tezin biçimlemesine ise değerli katkılar
sunmuştur.
Yüksek lisansa başladığım ilk günden itibaren her zaman yanımda olan değerli
arkadaşlarım Mehmet İnan'a ve Ceren Gündoğdu'ya ne kadar teşekkür etsem azdır.
Lisans hayatında kesişen arkadaşlığımızın ilk anından itibaren hayatımın en
heyecanlı ve telaşlı her anında yanımda olup; en içinden çıkılmaz problemler
karşısında beni dinginleştiren sesiyle "sadece beni dinler misin?" diyerek her
defasında yanımda olan, yol gösteren Cüneyt Demir'e sonsuz teşekkürler.
Son olarak anneme, babama ve tüm kardeşlerime, en çok da beni bir yıla yakın
Almanya'da misafir edip orada dil eğitimi almam için ellerinden geleni yapan
Aynur Çiçek'e ve Erol Çiçek' e ne kadar teşekkür etsem azdır. Her zaman yanımda
olup bana inandıkları için tüm bu güzellikleri aileme borçluyum.
Aygül Çiçek
VII
İÇİNDEKİLER
ÖZ........................................................................................................................ III
ABSTRACT........................................................................................................ V
ÖNSÖZ................................................................................................................VI
İÇİNDEKİLER..................................................................................................VIII
TABLOLAR LİSTESİ...................................................................................... X
ŞEKİLLER LİSTESİ........................................................................................ XI
KISALTMALAR............................................................................................... XII
GİRİŞ.................................................................................................................. 1
BİRİNCİ BÖLÜM
FEMİNİZM VE FEMİNİST TEORİLER
1.1. Feminizm Nedir? ......................................................................................... 5
1.1.1. Feminizmin Ortaya Çıkış Nedenleri................................................ 10
1.1.2. Feminizmin Tarihi ve Gelişimi........................................................12
1.1.2.1. Feminizminin Dünyadaki Tarihi ve Gelişimi...................... 14
1.1.2.2. Feminizminin Türkiye'deki Tarihi ve Gelişimi.................... 20
1.2. Feminist Kuramlar........................................................................................ 27
1.2.1. Liberal Feminist Kuram.................................................................. 30
1.2.2. Radikal Feminist Kuram................................................................. 37
1.2.3. Marksist Feminist Kuram............................................................... 44
1.2.4. Sosyalist Feminist Kuram............................................................... 50
1.2.5. Postmodern Feminist Kuram.......................................................... 53
1.3. Feminist Perspektiften Popüler Kültürde Kadınların İmajı.......................... 57
1.3.1. Kültür ve Popüler Kültürün Tanımı................................................ 57
1.3.2. Popüler Kültürde Kadın..................................................................60
1.3.3. Toplumsal Cinsiyet Açısından Kadın ve İmajı................................ 63
VIII
İKİNCİ BÖLÜM
KADIN KÜTÜPHANECİLER VE SORUNLARI
2.1. Meslek Olarak Kütüphanecilik.................................................................... 70
2.2. İş Hayatında Kadın ve Kadın Kütüphaneciler.............................................. 72
2.3. Feminist Perspektiften Kadın Kütüphanecilerin
Mesleki Sorunları................................................................................................. 88
2.3.1. İş Hayatında Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık......................................... 89
2.3.2. Ücret Konusunda Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık.................................. 96
2.3.3. Keyfi Olarak Hizmet İlişkisinin Sonlandırılması............................... 101
2.3.4. Cinsel Taciz........................................................................................103
2.3.5. İmaj ve Profesyonellik Sorunu........................................................... 105
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TÜRKİYE'DE KADIN KÜTÜPHANECİLERİN İMAJ ALGISI:
ANKET UYGULAMASI
3.1.Çalışmanın Yöntemi...................................................................................... 110
3.1.1. Veri Toplama Aracı............................................................................110
3.1.2. Anket Soruları.................................................................................... 111
3.2. Örneklem Grubu........................................................................................... 113
3.3. Ölçeğin Güvenirlik ve Geçerliği................................................................... 114
3.3.1. Yapı Geçerliği.................................................................................... 114
3.3.2. Güvenirlik Analizi.............................................................................. 118
3.4. Verilerin Analizi........................................................................................... 120
3.5. Bulgular.........................................................................................................121
SONUÇ................................................................................................................128
KAYNAKÇA...................................................................................................... 130
EKLER................................................................................................................135
IX
TABLOLAR LİSTESİ
Tablo 1 : Cinsiyet ile Toplumsal Cinsiyet Arasındaki Farklar........................... ...89
Tablo 2 : Kadın Kütüphanecilerin İmaj Algısı Ölçeği Faktör Analizi Sonuçları.115
Tablo 3: Kadın Kütüphanecilerin İmaj Algısı Ölçeği Madde Analizi Sonuçları.117
Tablo 4 : Katılımcıların Demografik Özelliklerine Göre Dağılımı......................119
Tablo 5 : Ölçek ve Alt Boyut Puanlarına Ait Betimsel İstatistikler................... .120
Tablo 6 : Ölçek ve Alt Boyut Puanlarının Cinsiyete Göre Bağımsız İki Örneklem
t Testi Sonuçları................................................................................. .121
Tablo 7 : Ölçek ve Örneklem Puanlarının Medeni Duruma Göre Bağımsız
Örneklem t Testi Sonuçları.................................................................... 121
Tablo 8 : Ölçek ve Alt Boyut Puanlarının Yaş Gruplarına Göre Tek
Yönlü Varyans Analizi (ANOVA) Sonuçları........................................ 122
Tablo 9 : Ölçek ve Alt Boyut Puanlarının Öğrenim Durumuna Göre Bağımsız
İki Örneklem t Testi Sonuçları...............................................................122
Tablo 10 : Ölçek ve Alt Boyut Puanlarının Kullanıcı Gruplarına Göre
Bağımsız İki Örneklem t Testi Sonuçları...............................................123
X
ŞEKİLLER LİSTESİ
Şekil 1: Kadın Kütüphanecilerin İmaj Algısı Ölçeği Yamaç Birikinti Grafiği........114
XI
KISALTMALAR LİSTESİ
A.B.D. :
Amerika Birleşik Devleti
ALA:
Amerikan Kütüphane Derneği
AFA:
Açımlayıcı Faktör Analizi
BM:
Birleşmiş Milletler
CEDAW:
Convention on The Elimination of All Forms of
Discrimination Against Women- Kadına Karşı Her
Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi
C. :
Cilt
Çev:
Çeviren
F:
Varyans değeri
ILO:
Uluslararası Çalışma Örgüt
ISO:
International Organization for Standardization
LISTA:
Library and Information Science and Technology
Abstracts
KMO:
Kaiser Meyer Olkin
n:
Örneklem/Gruptaki Örneklem Sayısı
OECD:
Ekonomik Kalkınma ve İş Birliği Örgütü
p:
Anlamlılık Düzeyi
R.G. :
Resmi Gazete
S. :
Sayı
ss. :
Sayfa Sayısı
XII
SS:
Standart Sapma
t:
t Değeri
TBMM:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
TUİK:
Türkiye İstatistik Kurumu
X:
Ortalama
v.b. :
Ve Benzeri
v.d. :
Ve Diğerleri
XIII
GİRİŞ
Kadın çalışanların yoğun olduğu meslekler, özellikle de popüler kültürde yarı
profesyonel meslek olarak değerlendirilmektedir. Başta hemşirelik, okul öncesi
öğretmenliği, sekreterlik gibi meslekler, popüler kültürde sırf kadınlarca yoğun
olarak
tercih
edilmesinden
dolayı
yarı
profesyonel
meslek
olarak
değerlendirilmektedir. Ne var ki kütüphanecilikte de buna benzer profesyonellik
sorunu yaşanmakta ve tam da bu noktada payına düşeni almaktadır. Oysa bir
mesleğin profesyonelliğini belirleyen şey o mesleği icra eden kişilerin cinsiyeti ya
da niceliksel çoğunluğu olmamalı aksine üretilen emeğin yararlılığı, kalitesi
olmalıdır. Ne var ki mühendislik, doktorluk gibi mesleklerin popüler kültürde daha
çok erkeklerce tercih edildiğine inanılmasından dolayı profesyonel meslekler
olarak değerlendirilmektedir.
Ülkemizde kadın kütüphanecilere, kadın kütüphanecilerin imaj ve profesyonellik
algılarıyla ilgili daha önce kapsamlı herhangi bir araştırmanın yapılmamış olması
kütüphanecilik
mesleği
değerlendirilebilir.
açısından
Profesyonellik
oldukça
problemi
talihsiz
yaşayan
bir
durum
diğer
olarak
mesleklerde
(hemşirelik, öğretmenlik gibi) daha önce pek çok araştırmanın yapılmış olması en
azından bu türdeki mesleklerin kendilerine tehdit olarak gördükleri problemlere
yönelip gerekli tedbirleri almalarını sağlamıştır. Bu tezin çıkış noktasının kadın
kütüphanecilerin imaj ve profesyonellik algısının ne düzeyde olduğunu saptamanın
en temel nedeni de var olan eksikliklerin tamamlanıp, yanlışların düzeltilmesi
çabasıdır.
Bu bağlamda tezimizin amacı kadın kütüphanecilerin popüler kültürde hem
kütüphane
kullanıcıları
tarafından
nasıl
algılandıklarını
hem
de
kadın
kütüphanecilere yüklenmiş olan imajı irdelemektir.
Tezimizin hipotezi ise "Türkiye’de kütüphanelerde çalışan kadın kütüphanecilerin
imajlarının kütüphane kullanıcıları tarafından algılanışı pozitiftir" şeklindedir.
Araştırmamızda, bu hipotezin doğrulanması amacıyla betimsel analiz yöntemi ve
tarihsel yöntemden yararlanılmış bir de tezimizde anket uygulanmıştır.
1
Bilhassa "feminizm, çalışan kadınlar, kütüphanecilik, kadın kütüphaneciler" gibi
konular hakkında temel kavramlar ayrıntılı olarak irdelenmiştir. Araştırmamızda
teknik olarak yararlandığımız anket ise, kütüphanecilerin imaj algılarını analiz
etmek amacıyla önceden hazırlanmış ve gerekli onaylar alınarak -gönüllü olarakfarklı yaş ve cinsiyetteki 146 kütüphane kullanıcısı ve çalışanına uygulanmıştır.
Anket sonuçlarının verdiği bulgular tezimizin şekillenmesine büyük katkı
sağlamıştır.
Tez çalışması kapsamında gerek yurt içi gerekse yurt dışı literatürde bilimsel
kaynaklarda araştırma konusunu destekleyici çalışmaların olduğu bilinse de bu
kaynakların daha çok feminizm ve çalışan kadınlar üzerine ciddi çalışmalar olduğu
görülmüştür. Tezimizde ağırlıklı olarak yararlandığımız çalışmaları şu şekilde
sıralayabiliriz: Türkçeye çevirisini Bora Aksu, Meltem Ağduk Gevrek ve Feyziye
Sayılan'ın yaptığı Josephine Donovan'ın "Feminist Teori" adlı kitabı; Bell
Hooks'un "Feminizm Herkes İçindir" adlı kitabı; Necla Arat'a ait olan "Feminizmin
ABC'si" adlı kitabı; Serpil Çakır'ın "Osmanlı Kadın Hareketi" adlı kitabı, Zekiye
Demir'in "Modern ve Postmodern Feminizm" adlı kitabı ve Elmas Şahin'in
"Batı'da ve Türkiye'de Kadın Hareketleri ve Feminizm" adlı kitabı. Söz konusu bu
kitaplardan, tezimizin, feminizm ve feminist teoriler gibi temel konular için
yararlanmayı uygun bulduk.
Ne varki kadın kütüphanecilerin imaj ve profesyonelliklerine yönelik yapılmış
çalışmaların bilgi ve belge yönetimine ilişkin bilimsel kaynaklarda oldukça
yetersiz
olduğu
görülmüştür.
Tezimizde
ağırlıklı
olarak
yararlandığımız
mesleğimizle ilgili konuyu doğrudan ele alan çalışmaları ise şu şekilde
sıralayabiliriz:
Tezimiz için en temel kaynaklardan biri, Baum'un "Feminist Thought in American
Librarianship" adlı kitabıdır. Bu kitap, önemli liberal konuları içeren kaynakların
analizini içermektedir. Baum, ücret ayrımcılığı, cinsellik ayrımcılığı, cinsiyet
ayrımı, fırsat eşitliği, pozitif ayrımcılık, kütüphanecilikte kadının statüsü, kadının
yasal statüsü gibi pek çok konuda kaynak tespiti yapmıştır. Türkiye'de ise kadın
kütüphanecilere yönelik olarak imaj, profesyonellik gibi konularda ise Murat
2
Yılmaz'ın "Kadın Kütüphaneciler: Toplumsal Cinsiyet Sorunları" ve "Popüler
Kültürde
Kadın
Kütüphanecilerin
İmajı:
Feminist
Bir
Yaklaşım"
adlı
makaleleridir. Bu iki makale Türkiye'deki kütüphanelerde çalışan kadın
kütüphanecilerin cinsiyet sorunlarına ve imaj algılarını feminist perspektiften
incelemiş ve imaj sorununa karşı da çözüm önerileri sunmuş olması açısından
oldukça önemlidir. Yılmaz'ın, özellikle kadın kütüphanecilerin çalışma yaşamında
karşılaştıkları problemlere ve maruz kaldıkları çeşitli sorunlara değinmesi önem
arz etmektedir.
Kaynaklara erişimde, alan ile ilgili dizin indekslerinden Library and Information
Science and Technology Abstracts (LISTA) dergilerden Türk Kütüphaneciliği ve
Bilgi Dünyası’ndan yararlanılmıştır. Bununla birlikte İstanbul Üniversitesi katalog
ve veri tabanlarından, International Organization for Standardization (ISO)
standartlarından faydalanılmıştır. Yapılan taramalarda anahtar kelime olarak
feminizm,
feminist
kuramlar,
kütüphanecilik,
çalışan
kadınlar,
kadın
kütüphaneciler, imaj gibi kavramlar kullanılmıştır.
Bu çalışma İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünün hazırladığı tez
yazım kuralları dikkate alınarak hazırlanmıştır. Tez çalışması, üç ana bölümden
oluşmaktadır. Giriş bölümünün ardından ele alınan birinci bölümde feminizmin
tanım ve tarihçesi, Türkiye'de ve Dünyada geçirdiği evreler, feminist teoriler ve
imaj bu bölümde ayrıntılı biçimde ele alınıp incelenmiştir. Birinci bölümde daha
çok kavramlar üzerine yoğunlaşılmıştır.
İkinci bölümde, kadınların ve kadın kütüphanecilerin geniş hatlarıyla ele alındığı
ve çalışmanın ana noktalarının detaylandırıldığı kısımdır. Bu kısımda çalışan
kadınlar referans alınarak genelde çalışan tüm kadınların, özelde ise kadın
kütüphanecilerin iş yaşamında karşılaştıkları problemlere değinilmiştir.
Üçüncü ve son bölümde ise popüler kültürde kadın kütüphanecilerin imaj algısı
tespit edilmiştir. İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphane kullanıcılarına yönelik
hazırlanan soruları içeren anket uygulamasının sonuçları değerlendirilmiştir.
3
Anketimizin İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'nde uygulanma nedeni, söz
konusu kütüphanede makul oranda kadın kütüphanecilerin bulunmasından
kaynaklanmaktadır.
Sonuç
kısmında
ise
kadın
kütüphanecilerin
imajları
genel
olarak
değerlendirilmiştir. Kadın kütüphanecilerin imaj algısının düşünülenin aksine
olumsuz olmadığı ve kadın kütüphanecilerin kütüphanecilik mesleği için önemli
oldukları görülmüştür.
4
BİRİNCİ BÖLÜM
FEMİNİZM VE FEMİNİST TEORİLER
Tezin ilk bölümünde; 1880'lerden günümüze kullanımda olan feminizm
(fêminisme/fêministe) terimi ilk önce kavramsal ve tarihsel yapısıyla ele alınacak
ve bu kavram detaylıca açıklanacaktır. Ayrıca feminist teoriler ve bu teorilerin
kadın sorununa bakış açıları ve getirdikleri çözüm önerileri, feminizmin
Osmanlı'da başlayan ve Türkiye'de ise devam eden tarihi gelişimi ve popüler
kültürde kadın başlıkları altındaki konular, bilimsel veriler ışığında ele alınmaya
çalışılacaktır. Yapı ve içerik bakımından birbirinden oldukça farklı olan beş
feminist kuram; liberal feminist kuram, radikal feminist kuram, Marksist feminist
kuram, sosyalist feminist kuram ve postmodern feminist kuram ve bunların ortak
ya da zıt noktaları detaylıca ele alınacaktır.
1.1. Feminizm Nedir?
Feminizm ve feminist kavramların Batıda ve toplumumuzda geçirdiği evrelere ve
geçmişten günümüze gelinen noktadaki yapısına baktığımızda görülen odur ki;
feminizm için çok şeyler söylenmiş ve yazılmıştır. Feminizm hareketinin
başlatılmasından bu yana, tüm dünyada, toplumların talep ve beklentilerine paralel
olarak aşağı yukarı iki buçuk yüzyılı aşkın bir sürede çeşitli evreler geçirmiştir ve
hemen her dönemde toplumları ve tabii ki kadınları ilgilendiren çok güncel bir
konu olarak bu günkü halini almıştır ve hala da toplumların en güncel
konularından biri olmuştur.
Feminizmi incelediğimizde aslında toplumumuzda ve diğer tüm toplumlarda
hemen herkesin bu kelime hakkında bir fikrinin olduğunu ancak genel geçer bir
tanımlamanın yapılabilmesinin pek de mümkün olmadığını araştırma sırasında
görmüş olacağız. Doğru, yanlış, eksik ya da tam olarak ne ifade ettiğini, kimlere
feminist denilip kimlere denilmeyeceğini gene bu araştırmada bilimsel veriler
ışığında tezin birinci kısmında detaylı olarak değerlendirilecektir. Bell Hooks' un
5
dediği gibi acaba "feminizm herkes için" midir ya da feminist denildiğinde
aklımıza ilk gelmesi gereken şeyin kadınlar mı olması gerektiği gibi soruların
cevapları gene tezin bu bölümünde detaylıca açıklanacaktır.
Öyle görünüyor ki; kadınlar var oldukça feminizm de bir şekilde var olacaktır
ancak bu feminizmin sorunsal bir terim olmaktan kurtarmaya yetmeyebilecektir.
Beatrice Hale, "Kadın Ne İster " adlı eserinde aslında konuyu özetlemiştir ve
demiştir ki: "Dünya bugünün feminizmini henüz anlamadı ve yarınkinin de çoktan
kafasını bulandırıyor." (Şahin, 2013: 126).
Yüzyıllar boyunca erkek-kadın kavramlarının güçlü- zayıf kavramlarıyla açıklanıp
değerlendirilmesinin nedeni özellikle Batı'da Havva ve Adem'e göndermeler
yapılarak bu terimlerin açıklandığı bilinmektedir. Bilindiği üzere Havva'nın yasak
meyveyi yeme konusunda Adem'i kandırdığı ve kadının yüzünden insanoğlunun
Cennetten kovulduğu inancının yaygınlığından doğal olarak kadın da nasibini
almıştır. Öncelikle "kadın" kelimesinin Türkçede ne anlama geldiğini bilmek
gerekir. Kadın kelimesi yani Türkçe "hatun" kelimesinden, hatun da "katun"dan
gelmiştir. Katun; yani saf olmayan içine bir şey katılmış olandır. Yine İngilizce'de
insanın karşılığı "human"dır. Hatta çok kere man kelimesi doğrudan insanı
anlatmak için bile kullanılabilmektedir. Tarih "history"dir. Yani tarih erkeğin
hikayesidir. Dil de bu iktidar ilişkisi doğrultusunda gelişip şekillenmiştir (Şahin,
2013: 160).
" 'Nimet Cemil Hanım, Kadınlar Dünyası'nda (19 Şubat 1921, sayı.194-8) yazdığı
bir yazıda feminizmi hoş karşılayıcı şu sözleri sarf eder: "Bir çok mühim şeyler
vardır ki her millette mevcud olduğu halde, birçok milletlerde ismi hatta tercümesi
bile yoktur (telgraf, otomobil, vapur vb.) Binaenaleyh, nisailik, nisaiyyum tabirlerine
hiç bir ihtiyaç hissetmiyoruz. Feminizm kelimesini aynen kullanmayı tercih ederiz.
Varsın lisanımıza bir ecnebi kelime daha girmiş olsun ne zarar var. Yalnız
feminizmin varlığı ve gerekliliği kabil-i inkâr değildir.'. " (Şahin, 2013: 12)
"Feminizmin dünya çapında yaygın bir anlamı ve içeriği yoktur ve birçok yönden
o kadar çok çeşitlidir ki, tanımlamak kolay değildir" (Ramazanoğlu: 1998, 22).
Feminizmin tanımını yapmadan önce bir ayrımı yapmak gerekli ve yerinde
6
olacaktır. Fransızca bir kelime olan Masculine erkek, feminine ise kadın anlamına
gelmektedir (Şahin, 2013: 159). Dolayısıyla feminizm de "feminite (feminity)"
kelimesiyle bağdaştırılabilmektedir. Öztürk, feminitenin kadınsallık anlamına
geldiğini söylemiştir. Genellikle herhangi bir konuda kadına has özellikleri
anlatmak için kullanılmaktadır. Kadına has olduğu düşünülen bu özelliklerden
bazıları şöyledir: Kadın, duygulu bir yapıya sahiptir, yani çaresiz bir kuş için
üzüntü duyar; kolaylıkla tiksinti duyabilir; dikkat merkezi olmayı toplumun ilgisini
üzerine toplamayı sever (Öztürk, 2011: 18).
Feminizm en yalın tanımıyla; kadının kurtuluş veya özgürlük hareketidir
(Ramazanoğlu, 1998: 23). Hooks (2012: 12) feminizmi; cinsiyetçiliği, cinsiyetçi
sömürüyü
ve
baskıyı
sona
erdirmeyi
amaçlayan
bir
hareket
olarak
tanımlamaktadır. Hooks, çoğu kişinin cinsiyetçiliği anlamadığını veya anlıyorsa
bile, bunu bir sorun olarak görmediğini; birçok insanın da feminizmin daima ve
yalnızca erkeklerle eşit olmayı amaçlayan kadınlardan ibaret olan bir faaliyet
olarak gördüklerini ifade etmiştir. Dahası bu insanların büyük çoğunluğu
feminizmi erkek karşıtlığı sandığı için ister istemez bu durum, feminist politikaya
dair yanlış yorumların oluşmasına sebebiyet vermektedir. Bu durum aslında çoğu
insanın feminizmi ataerkil kitle medyasından öğrendiğini de göstermektedir.
Kadınların ise hakkında en fazla şey duydukları feminizm, kendisini öncelikle
toplumsal cinsiyet eşitliğine atamış kadınların resmettiği bir feminizm olmuştur.
Yani eşit işe eşit ücret ve bazen de kadın ile erkeğin gerek ev işlerinde gerekse
ebeveynlikte eşit derecede sorumluluk almasını talep eden bir yapılanmadır
(Hooks, 2012: 12-13).
Feminizmin tanımı Almanya ve diğer Batı Avrupa ülkelerinde 1970'lerdeki yeni
kadın hareketleri ile popülerlik kazanmış ve yol almıştır. Bu kavram, bir bakıma
kadınlar arasında kendilerini etkin cinsel bir varlık olarak tanımlamanın ve
ayrımcılığa karşı durmanın "etiket" fonksiyonunu üstlenmektedir. Britannica
Ansiklopedisi'ne göre feminizm; cinsiyetler arasındaki sosyal, ekonomik ve politik
eşitliğe inanmak anlamına gelmektedir. Bu tanıma göre her insan feminist
olabilmektedir. Yalnız kadının özgürleşmesi, ekonomik, politik ve sosyal alanın
yanı sıra, "özel" alanı da kapsamalıdır. Bu şu demek oluyordu: Özgürlüğe giden
7
yol; partileri, örgütlerin ve erkeklerin vasiliğinden bağımsız olarak otonom olması
demektir (Notz, 2011: 12).
Necla Arat, feminizmi, cinslerin (kadın ve erkeğin) eşitliği kuramına dayanan
kadınlara eşit haklar isteyen temelde kadın ile erkek arasındaki iktidar ilişkisini
değiştirmeyi amaçlayan bir siyasal akım olarak tanımlamıştır. Bu akım, insanlığın
yarısını oluşturan bir demografik grubun ve uygarlık tarihi boyunca hep ikincil
konumda yaklaşmak zorunda kalan kadınların bu olumsuz durumdan kurtuluş
hareketinin adı olmuştur. Andree Michel' e göre, feminizm sözcüğü, "kadınların
toplum içindeki rol ve haklarını genişletmeyi öngören bir öğretiyi" dışa vurma
biçimidir. Şüphesiz feminizmin ilgi odağı da, kadınla erkek arasındaki toplumsal
farklılık olgusunun anlamı, nedenleri ve sonuçlarıdır. Bu toplumsal farklılık hiç
kuşku yok ki geleneksel siyasal ideoloji tarafından yapılmakta, pekiştirilmekte ve
yeniden üretilmektedir ve bu siyasal ideolojinin felsefi temellerini anımsamak,
uygarlık tarihi boyunca kadına bakış açısını belirleyen düşünceleri kuşbakışı da
olsa görmek, feminizmin karşı çıktığı cinsiyetçi-ayrımcılık olgusunun anlamını,
neden ve sonuçlarını kavramamızı kolaylaştırmaktadır (Arat, 2010: 29). Çoşkun ve
Öztürk ise (2009: 13) feminizm için şu ifadeleri kullanmışlardır:
"Feminizm, Marksizm ve Sosyalizm gibi Türkçe' ye Avrupa dillerinden geçmiş bir
kavramdır. Feminizm de Aydınlanma sonrası Avrupa'sının ürünü olan bir
ideolojidir. Aydınlanma Çağı Avrupa'sından ve o dönem Avrupa toplumunun
toplumsal, iktisadi ve siyasi şartlarından dolayı ortaya çıkmış olduğundan
tamamıyla Aydınlanma Avrupa'sının damgasını ve izlerini taşıyan bir kavramdır.
Benzeri sosyal ve siyasi şartlar söz konusu dönemde dünyanın başka herhangi bir
coğrafyasında bulunmadığından bu kavramlar Avrupa' da üretilmiş ve dünyaya da
Avrupa'dan yayılmıştır. Bundan dolayı Avrupa dillerinde telif edilmiş sözcüklerde
bir anlam sütununa sahip olmuştur. Bu nedenle gene tıpkı diğer ideoloji
isimlendirmeleri gibi Türkçe'ye çevrilmeden kendi kullanıldığı dilde anlamı neyse
Türkçe' ye de aynen öyle aktarılmıştır. Felix Grendon' a göre feminizm terimi ilk kez
Fransız oyun yazarı Alexandre Dumas tarafından, 1872 senesinde "L'Hommefemme" adlı küçük bir risalede kadın hakları hareketini tanımlamak için
kullanılmıştır."
Yani feminizm, yapısı itibariyle Türkçe' ye çevrilmemiştir. Kelime üretilmiş olan
dildeki anlam bütünlüğüyle dilimizde de kullanılmaktadır. Feminizm, dünyanın
her yerinde kadın- erkek eşitliğinin sağlanması ve hemen her alanda kadınların
8
yaşamış oldukları ayrımcılığın önüne geçmek için oluşturulmuş bir hareketin yani
kadın hareketinin adı olmuştur.
Feminizm kavramının kullanıldığı zaman; kadınların kurtuluş, özgürlük, eşitlik
çabası ve de kadınların hakları için yürüttükleri mücadele akla gelmektedir (Notz,
2012: 13). Feminizm, aslında durumsal açıdan birçok kavramı da içinde
barındırdığı gibi tarihsel ve güncel pek çok pozisyon ve akım için de üst bir
kavramdır. Bu kavramın ortaya çıkışına ilişkin birçok farklı anlatımı mevcuttur ve
bu sebepten tarihsel olarak da feminizmi tek bir çıkış noktasından türetmek pek
mümkün değildir. Bu kavramın, Latince "femina" yani dişi, kadın kelimesinden
türediğini savunanlar olduğu gibi, bazıları da feminizmi sadece diğer 19. yüzyıl
ideolojik "izm"ler gibi değerlendirmişlerdir (Notz, 2012: 9).
Feminist akımların pek çoğu, kadını bir kurban, bir nesne olarak görmez, tam
tersine onları eyleme geçen aktif birer birey olarak görürler. Feminizmi, kadın
hareketinin teorik ve bilimsel çabası, ayrıca kadın cinsiyeti üzerindeki
ayrımcılığına karşı bilimsel ve pratik bir bilgi bariyeri, ayrımcılığın üstesinden
gelme
hareketi
olarak
değerlendirmek
mümkündür.
Bu
yüzden
feminizmi,toplumsal bir hareketi temsil etmek için kullanabiliriz, yani, kadınların
hayat şanslarında bir düzelme olması için politik ve pratik önlemler organize eden,
kampanyalar ve eylemler düzenleyen, ayrımcılık ve kötü koşulların ortadan
kalkması için çalışan bir toplumsal hareket olarak tanımlayabiliriz (Notz, 2012:
10).
Geçmişten günümüze feminizm üzerine çeşitli tanımlamalar yapılmıştır ve bu
tanımlamalar o kadar çeşitlidir ki; kimi feminizmin felsefi yönüyle ilgilenmiş kimi
ise sosyolojik boyutuyla konuyu ele almıştır. Feminizm, aslında yalnızca kadınları
ilgilendiren bir kavram olarak görülse de özü itibariyle çok yönlü ve geniş
kitlelerce merak edilmiş, ilgi görmüş güncel bir kavram olmuştur, çünkü kadınlar
konusu hassas bir konu olmasından dolayı ve kadınların her zaman ezilmişliği,
ayrımcılığa uğrayıp yok sayılmışlığın ilk maruz kaldığı kesimi temsil etmesi
nedeniyle güncelliğini sürdürmeye de devam edecektir. Tüm kadınların en büyük
beklentisi ve inancı ise bu yok sayılmışlığın bir an önce bitmesidir.
9
Coşkun ve Öztürk (2009: 3), feminizm konusunu felsefi ve sosyolojik anlamda
incelemişlerdir ve bu incelemelerini kısaca şöyle ifade etmişlerdir: Felsefi anlamda
feminizmi, kadının hemen tüm Avrupa tarihi boyunca ezilmesinden, cadı addedilip
yakılmasından, İncil' e dahi el sürmesinin yasaklanmasından, miras, boşanma,
mülkiyet gibi pek çok hakkının elinden alınmasından sonra; Aydınlanma Çağı'nın,
Fransız Devrimi'nin ve İnsan Hakları Bildirgesi'nin de kadına beklediğini ve
istediğini vermemesi üzerine kadınların kendi haklarını kendileri aramak adına
doğal haklar bildirgesinden hareketle 19. yüzyılda ortaya attıkları, fakat 21.
yüzyıla kadar pek çok farklı kollara ayrılmış bulunan bir felsefi ekol ya da kuram
olarak açıklamıştır. Sosyolojik açıdan feminizmi ise var oluş biçimini doğal haklar
bildirgesinden alan; aile ve toplum içinde kadından yana bir değişimi, kadınların,
erkeğin kamusal alanda sahip olduğu tüm haklara sahip olması gerektiğini, erkek
ve kadının ev içinde işbölümü yapması gerektiğini, aile planlamasını ve işyerinde
de
kadının
çalışmasına
uygun
ortamlar
oluşturulmasının
gerektiğini
savunmaktadır.
1.1.1. Feminizmin Ortaya Çıkış Nedenleri
Nasıl bakılırsa bakılsın kadın hareketi, çıkış noktası itibariyle bir özgürlük ve
eşitlik talebinin tabii bir sonucunda şekillenmiştir. Bu hareket, toplumun
özgürleşmesi ve bireyselleşmesiyle, geleneksel yaşam biçiminden koptuğu, siyasal
ve ekonomik dönüşümlerin yaşandığı (18. yüzyıl sonları ve 19. yüzyıl başları)
feminizm kavramıyla kendini ifade ettiği dönemlerde ortaya çıkmıştır (bilhassa
Batı'da yani İngiltere, Amerika ve Fransa'da). Kadın hareketi dediğimiz şey kısaca
kadınların kendilerine yüklenen rol kalıplarına ve yaşam tarzına bir başkaldırı
biçimidir. Bu başkaldırıda toplumun yapısal ve kurumsal değişimler geçirmesiyle,
eşitlik ve özgürlük fikirlerinin genel toplum değerleriyle yakından ilgili olmuştur
(Çakır, 2013: 55).
Dünyanın neresine gidersek gidelim, kadınlarla ilgili sıkıntılarla karşılaşmak
mümkündür. En gelişmiş ülkeler de dahi kadınlar konusu özel bir yerde
tutulmaktadır. Böyle ülkelerdeki kadınlar, sadece kendi ülkelerindeki kadınların
10
sesi değil az gelişmiş yada gelişmemiş ülkelerde de adeta insan yerine dahi
konulmayan, hiç bir toplumsal statüsü olmayan, hatta bir eşya kadar değeri
olmayan, hor görülen, sömürülen, ezilen tüm kadınların da sesleri olmak için çaba
harcayan diğer kadınlardır. Feminizm, kadın mücadelesi demektir, kadın
mücadelesi ise ezilmiş iki insan türünden her zaman daha çok ezilmiş olan kadının
mücadelesi anlamına gelmektedir. Emek piyasasında cinsiyet ayrımına uğrayan, iş
yerlerinde tacize uğrayan, aynı emeği sarf edip daha az kazanan, kazancı yan gelir
olarak görülen ve ağzıyla kuş tutsa da yok sayılan bir sınıfın var olma mücadelesi
feminizmin ve kadın mücadelesinin var olmasını gerekli kılmıştır.
Bununla birlikte feminizmin ortaya çıkmasına neden olan faktörleri Öztürk (2009:
3-4) şöyle sıralamıştır:
1.
2.
3.
"Feminizmin ortaya çıkışında etkin olan ilk faktör Avrupa tarihi boyunca kadına
yapılan inanılmaz zulümler ve haksızlıklardır. Bu zulümler Avrupa kadınını "Biz de
insanız" diye haykırmaya başlamasına zemin hazırlamıştır. Kadına karşı yapılan bu
haksızlıklar arasında; kadının miras, mülkiyet, boşanma gibi pek çok hakkından
yoksun bırakılmasının yanı sıra, kadınların cadı ilan edilerek yakılması ve
şövalyelerle zengin derebeyler arasında sanki bu çok normal bir durummuş gibi
yalnızca fakir kadınlara saldırılabileceğine dair antlaşmalar yapılaması gibi fiiller
vardır.
Feminizmin ortaya çıkış sebeplerinden biri de, Aydınlanma Çağı felsefesi ve bu
felsefede de kadının yerini alamaması, yani Aydınlanma Çağı düşünürlerini gerek
eserlerinde gerekse bu dönemde uygulamaya konulan doğal haklar doktrininde
kadınlara yer vermemeleri, ama tüm bu Hümanist Aydınlanmacı felsefenin etkisiyle
kadınların kendi hayatlarını, kendi hayatlarındaki sorunları sorgulamaları ve
sorgulama neticesinde artık kadınlarında hak talebinde bulunmaya başlamaları ve
bunun için örgütlenmeleridir.
Feminizmin oluşumunda etkin olan 3. faktör ise Sanayi Devrimi'dir. (...) Sanayi
Devrimi'nden itibaren ucuz iş gücü konumuna düşen kadınlar da erkeklerle birlikte
diğer işçi hareketlerinin içinde yer aldılar. Ancak bu işçi hareketlerinde istediklerini
bulamayan kadınlar daha sonra kendileri feminist örgütler kurarak bu örgütlerde
bir araya geldiler. Kuşkusuz bu örgütler başlangıçta ya kadın işçi hareketi örgütü
olduklarını ya da kadınlara oy verilmesi amacıyla kurulmuş bir örgüt yani bir sufraj
örgütü olduklarını söylüyorlardı. Yoksa feminizm bu adla örgütlü bir yapıya
bürünmüş değildi."
Ayrıca siyasal, ekonomik, toplumsal dönüşümlerle birlikte kadının toplumdaki
konumu tartışılmaya başlanmıştır. Kadınlarca başlatılan bu tartışma gidererek bir
11
kadın hareketine dönüşmüştür. Bu dönüşümde etkili olan üç faktörü ise Çakır
(2013: 58) şöyle sıralamıştır:
1.
2.
3.
"Toplumun siyasal, ekonomik, sosyal ve düşünsel alanlarda köklü değişimler
geçirerek belirli bir gelişme ve karmaşıklık düzeyine ulaşması, giderek özgürleşmeye
başlaması.
Düşünsel planda oluşturulan eşitlik ve özgürlük ideolojisinin kadına ilişkin yönünün
toplumsal geçerlilikte uygulanamaması; bu durumun yarattığı ikiliğin kadınlar
tarafından fark edilmesi.
Kısmen bu koşulların sonucu olarak kadınların, hiç değilse bir bölümünün, kadın
sorununun çözümsüz olmadığı konusunda bilinçlenmesi, bireysel düzeyde başlayan
talepleri, giderek örgütlü birliklere dönüştürerek bir hareket başlatmaları."
Bu süreçler kadın hareketinin toplumsal bir hareket olmasını gerekli kılmıştır ve
kadının hem içinde bulunduğu toplumsal yapıyı hem de kendini erkeğe kıyasla
içerisinde bulunduğu konumu sorgulamasına neden olmuştur. Toplumun herkese
vaat
ettiği
eşitlik
ve
özgürlükten
bilhassa
kadının
yaşam
alanlarında
gerçekleştirmek için, onu sınırlayan değerlerden, geleneklerden, yaşam biçiminden
kurtulmanın mücadelesi olmuştur (Çakır, 2013: 58). Şüphesiz, kadın hareketi her
ülkenin kendi koşullarına göre şekillenip, önlerine çıkan tüm engellere karşı
hemen her kesimden kadın, yaşadıkları ülke koşullarına paralel olarak
ezilmişliklerine birlikte başkaldıracaklardır. Dünyanın her yerinde kadın erkek
eşitliğinin sağlanması, kadın mücadelesinin bu bağlamdaki olumsuz durumlarının
ve mevcut olan eşitsizliğinin sonlandırması gerekmektedir. Çünkü feminizmle
ilgili yanlış bilinen birçok durum ancak doğru taleplerle açıklık kazanabilecektir,
feminizm bir erkek düşmanlığı değil kadının bir birey olarak haklarını kazanma
talebidir.
1.1.2. Feminizm Tarihi ve Gelişimi
Toplumlarca kadının yalnızlaştırılması ve ikinci planda tutulması kadınların kendi
yollarını yeniden yapılandırmalarına ve mevcut sistemde kendilerine ait olanı
almak için çaba vermelerine neden olmuştur.
12
Feminist tarih yazıcıları, kadın tarihinde kadınların Tanrıça rolünde olduklarını ve
bu rollerinden ötürü tüm hayatlarını feminen tercih ettiğini söyledikleri anaerkil
dönemle başlatırlar ve bu dönemde insanların doğayla iç içe, barış dolu bir yaşam
sürdürdüklerini fakat daha sonra tanrılar panteonunda Ana-Tanrıça'nın baştan
indirilmesiyle onun yerine erkek bir Baş-Tanrının getirildiğini söylenmektedir. Bu
nedenden dolayı sonraki dönemlerin feminist tarih yazıcılarınca ataerkil dönem
olarak adlandırmasının temelinde yukarıdaki olay gösterilmektedir (Öztürk, 2011:
132-133).
Feminizmin tarihsel gelişim ve evrelerine kısa bir giriş yaptıktan sonra kadınların
geçmişten günümüze toplumlar tarafından nasıl görünüp algılandıklarına
değinmekte yarar olacaktır. Öztürk'ün (2011: 130) bu konu hakkındaki düşüncesi
şöyledir:
"Geride bıraktığımız zaman dilimi içinde milyonlarca kadın yaşamış olmasına
karşın, bunların çok azı tarihte yer alabilmiştir. Tarih yazıcıları, geçmişin büyük bir
parçasını oluşturan kadınlarla birlikte birçok grubu, sınıfı, halkı sistematik olarak
tarihten dışlamışlar,saklamışlar. Tarih kitaplarında hep savaşlardan, ateşkeslerden,
anlaşmalardan ve yine savaşlardan bahsedilir. Ve tüm bu savaş, ateşkes, anlaşma ve
tekrar savaş döngüsü içinde hep büyük adamlardan birileri anılır. Tarihte kadınlar
dövüşmez, ancak yardımcı kuvvet olarak erkeğin yanında bulunur, mermi taşıyan
kadınlar, hemşireler vs... Kaleleri fetheden hep erkeklerdi, fetihte elde edilen
ganimet hep kadınlardır. Kahramanlar hep erkektir... Parlamentolarda konuşan hep
erkeklerdir. Kısacası senaryo yazarı, tarih yazıcıları, yeniden inşa ettikleri geçmişin
başrolünü hep erkeklere vermişlerdir. Çünkü geleneksel tarihin öznesi erkektir."
(Öztürk, 2011: 130)
Kurtuluş mücadelesini yaşamış olan ülkemizde de bilhassa ders kitaplarında
mücadelenin detayları anlatılırken kadınlarında bu mücadelede yer aldıklarını
sıkça duymuşuzdur. Cephede savaşan erkeğe karşı mermi taşıyan kadınlar, silah
tutan erkek eline karşın silahı fabrikada üreten kadın... Oysa mücadelenin
kazanılmasında kadınların rolü çok büyük olmuştur. Kadınlar yeri gelmiş cephede
askerlerle birlikte düşmana ateş açmıştır. Kurtuluş Savaşı'nda verilmiş olan büyük
mücadelede kadınlar, erkeklerle omuz omuza cephedeki yerlerini almışlardır.
Kadınlar, düşmana karşı silahı ile savaşmış, cepheye mermi taşımış, yaralı
askerleri tedavi etmiş, silah ve giyecek imal etmiş, vatanın kurtuluşunda ve bu
günlere gelmesinde büyük emek ve çaba sarf etmişlerdir.
13
Öztürk (2011: 130-131), kadınların geleneksel tarih anlayışında yer edinememeleri
konusundaki düşüncelerini şöyle ifade etmiştir:
"Geçmişin tüm dönemlerinde erkek nüfusun yanında bir o kadar da kadın nüfus
yaşamasına karşın geleneksel tarih anlayışı bu yarıyı görünmez kılmıştır. Peki,
kadınlar tarihte nasıl görünmez kılınmışlardır? Geleneksel tarih anlayışında
olayların geliştiği zemin, bunların ortaya çıkmasını hazırlayan gerçek nedenler ve
kişilerle ilgilenilmez. Sadece sonuç ile ilgilenilir. Sonuç ise, genelde kadının
yaşamını sürdürdüğü ve öznesi olduğu evin dışında somutlaşır ve burada da özne
erkektir. Doğal olarak böyle bir kurgu, tarihi yazanlar, yani erkekler tarafından
yaratılıyor. Tarih yapmak ve yazmak, farklı şeylerdir. Ancak okuyuculara ulaşanlar
tarihi yazanın tercihleridir. (...) Feminist tarih ile ilgili araştırmalar çoğaldıkça,
kadınların tarihi oluşturan olaylarda yer alamamalarının ya da aktif konumlarda
bulunamamalarının nedeninin aslında onların aktif olmamaları ya da olayların
içinde yer alamamaları değil, resmi kayıtlarda bulunamamaları olduğu ortaya
çıkmıştır. Geleneksel tarih anlayışının belge fetişizmi, kadın tarihi sahnesinden
indirilmiştir. Kadınlar çok uzun bir süre istatistiklerde yer alamamışlardır. Nüfus
sayımlarında sayılmamışlardır. Devletin kayıtlarında görünmemişlerdir. Dolayısıyla
geleneksel tarih anlayışının nesnellik kaygısı, hakikate ulaşmak için kullanılan
birincil kaynakların çoğunda yer almamıştır. Örneğin Osmanlı' da kadınlar, nüfus
sayımlarında sayılmak için 1882 yılını beklemek zorunda kalmışlardır. Türkiye' de
kadınlar seçme ve seçilme hakkını beklemek için 1934 yılına kadar beklemişlerdir."
Denilebilir ki; dünya nüfusunun hemen her döneminde toplam nüfusun yarısı olan
(hatta bazen yarıdan fazlası bile olan) kadınlar, pek çok hakka çok sonradan
kavuşabilmiştir. Sadece cinsiyetlerinden dolayı tabii haklarının verilmemesi
gerçekten üzücü bir durumdur. Oysa insan doğası gereği üremenin kadınlarca
gerçekleştirilmesinin karşılığı yok sayılmak olmamalıdır. Zamanla bazı şeylerin
farkına varan kadınların ilk yaptığı şey geleneksel tarih yaklaşımına çeşitli
eleştiriler getirmek ve bazı şeyleri sorgulamak olmuştur. Bilinen şudur ki bu
sorgulamanın, 1960'ların sonu ile 1970'lerin başına tekabül etmesidir.
1.1.2.1. Feminizmin Dünyadaki Tarihi ve Gelişimi
Feminizm teriminin ne zaman kullanılmaya başladığıyla ilgili farklı kaynaklar
farklı bilgiler sunmaktadır. Feminizm kavramının Fransız Devrimi zamanında
ortaya çıktığı bilinmektedir. Ancak hiçbir zaman, feminizm denilince ne
anlaşılması gerektiğini söyleyen, kimin feminist olup kimin olmadığını belirten
"Feminist Merkez Komitesi" olmamıştır. Bazı yazarlar feminizm kavramının isim
14
babasının Charles Fourier (1772-1834) olduğunu söylerler. Feminizmin, Fransız
Devrimi sırasında1793 yılında Olypes de Gouges'un (1748-1793) yargılanmasında
da kullanılan bir kavram olduğu bilinmektedir. Aynı zamanda kadınlar ve cinsiyet
araştırmacıları feminizm kavramını 1880'li yıllarda çalışmalarında kullanmışlardır.
Kadınların seçme hakkını savunan bir aktivist olarak Hubertine Auclert (18481914) ve fikir arkadaşları feminizmi ilk defa 1881-1891 yılları arasında
çıkardıkları Şehirli (La Citoyenne) adlı yayında kullandıkları da ifade edilmektedir
(Notz, 2011: 10-11).
Felix Grendon ise, feminizm teriminin ilk kez Fransız oyun yazarı Alexandre
Dumas tarafından, 1872 senesinde "L'Homme-femme" adlı küçük bir risalede
kadın hakları hareketini tanımlamak için kullandığını söylemiştir. G. Marshall'ın,
feminizm kavramının tanımı ve bu kavramın oluşumu hakkındaki ifadeleri
önemlidir, çünkü o; feminizmin, on sekizinci yüzyılda İngiltere'de doğduğunu ve
cinsler arası eşitliği kadın haklarının genişletilmesiyle sağlamaya çalışan toplumsal
bir hareket olduğunu ve feminizm teriminin ilk olarak 1890'larda, özellikle,
kadınlara oy hakkı verilmesi ve kadınların eğitim ve çalışma olanağına sahip
olmaları için kampanya yürüten kadınlar ve erkekler tarafından kullanıldığını ifade
etmiştir.
Kadınların
ABD'de
1920'de,
Britanya'da
1928'de
oy
hakkını
kazanmasından sonra, feminizm içindeki, kamusal alanda erkeklerle eşit haklara
sahip olma hedefi ile ailenin özel alandaki konumlarını iyileştirmeyi amaçlayan
kadınların, erkeklerden farklılıklarının tanınması istemleri arasında görülen kalıcı
gerilimi de iyice su yüzüne çıkarmıştır (Öztürk, 2009: 19-20).
"Feminizm, önceleri yalnızca Thomas Hobbes, John Locke gibi Aydınlanmacı
düşünürlerin insan haklarından sadece erkeklerin yararlanabilecekleri yönündeki
söylemlerine, hemen tüm Avrupa tarihi boyunca kadınların sosyal hayattan
dışlanmalarına ve çeşitli işkencelere maruz kalmalarına tepki olarak ortaya
çıkmışken, sonraları kadının toplum dışına itilmesi yalnızca Avrupa'ya has bir
durum olmadığı için tüm dünya da taraftar bulmuş ve Avrupa'dan, önce Amerika'ya
sonra da tüm dünyaya yayılmış ve yükselişi önlenmeyen bir teori, bir paradigma
haline gelmiştir. 20.yy.da ortaya çıkan hemen tüm fikir akımları feminizme etkide
bulunmuş ve feminizm de bu fikir akımlarını etkilemiştir. Böylece marksizmin
etkisiyle marksist feminizm, liberalizmin etkisiyle liberalist feminizm,
postmodernizminetkisiyle de postfeminizm açığa çıkmıştır. Feminizmin pek çok
sosyal değişimin de başlatıcısı olduğu bilinmektedir. Bilhassa çevreci hareketin
ilham kaynağı ve başlangıç noktası feminizmdir." (Öztürk, 2009: 10)
15
Tarihin çok önceki dönemlerinde genelde insan olarak değerlendirilmeyen
kadınlar ilk defa 17. yüzyıl İngiltere'sinde seslerini yükseltmeye başlamışlardır.
Feminizm üzerine yazılmış en önemli ilk eser olarak Marry Wollstonecraft'ın
18.yüzyılda yazdığı ve kadınların eğitim, hukuk ve siyaset alanlarında erkeklerle
aynı haklara sahip olduğunu iddia ettiği Kadın Haklarının Savunusu (Vindication
of theRights of Women) adlı kitabıdır. Kadınların kitlesel, organize ve kurumsal
anlamda devrim niteliğinde siyasi dönüşümleri ise 19. yüzyılda belirmiş ve bu
yüzyılda artık haklarını da savunmaya başlamışlardır. Bu dönemde bilhassa
Avrupalı kadınların toplumsal ve siyasi hareketlere katılarak seslerini duyurmaya
çalışması, dikkat çekici olmuştur. Kadınların kendilerini ifade edebilmek için eşit
hak taleplerinde bulunmaları da bilhassa sanayi devrimi ve devletlerin siyasi
düzenlerinin temsili demokrasiye geçmesiyle, Avrupalı kadınların durumu ve
konumun derinden sarsılmasına paralel olarak ailenin deekonomik ve siyasi önemi
azalmıştır. Bu durum da doğal olarak feministlerin seslerini daha da
yükseltmelerini gerektiren bir ortamın oluşmasına vesile olmuştur. Böylece,
kadınların ekonomik ve siyasi bir sorun haline gelmesiyle feminizm bu sorunu
çözmeye yönelik cevaplar arayan bir hareket ve akademik disiplin olmuştur
(Ataman, 2009: 2-3).
Sömürüleşme sürecinin yoğunlaşmasıyla birlikte feminizm hareketi de uluslararası
bir boyut kazanmak için mücadeleye girmiştir. Dünyanın hemen her bölgesinden
kadınların, uluslararası bir platformda işbirliği, dayanışma ve ortak mücadelelerine
birlik içinde devam etmelerini sağlamak için 1880'lerde Uluslararası Kadınlar
Konseyi (International Concil of Women) kurulmuştur. Washington'da 1888
senesinde kuruluş toplantısında, Amerikalı ve Avrupalı kadınlar bu uluslararası
örgütün amaç ve ilkelerini belirlemişlerdir. 1899 yılında yapılan ikinci toplantıya
ise farklı ülkelerden 5 bin delegenin katılmasıyla oluşturulan büyük bir konseyle
aynı yıl Barış ve Uluslararası İlişkiler (Peaceand International Relations) adlı bir
komite kurmuşlardır. Komitenin temel hedefi ise; uluslararası politikada etkili bir
rol oynayıcı haline gelerek kadın mücadelesinidaha rahat gerçekleştirebilmektir
(Ataman, 2009: 3).
16
Birinci Dünya Savaşıyla, bilhassa Amerikalı kadınların girişimi ve daha sonra pek
çok ülkeden kadının da katılımıyla 1915 yılında Kadınların Barış Partisi'nin
kurulmasıyla; Avrupa'dan gelen ve bu örgüte mensup Alman, İngiliz ve İtalyan
kadınların katılımıyla Lahey' de bir Uluslararası Kadın Konferansı düzenlemiş ve
bu konferansta erkeklerin yürüttüğü savaş lanetlenmiştir. Bu durum kadınların
birbirlerini "kız kardeş" gibi görmelerine, birbirleriyle yardımlaşmalarına, sevgi ve
barışgibi vaatlerle bir arada bulunmalarına fırsat vermiştir. Katılımcılar, savaşların
bitmesine yönelik olarak çağrıda da bulunmuşlardır. Kadınlar aynı yıllarda
Milletler Cemiyeti'nin kuruluş çalışmalarında da yer almışlardır. Feminist
kadınların çabaları sonucu Milletler Cemiyeti Sözleşmesi'ne "eşit işe eşit ücret"
ilkesini ekledikleri gibi Fransız feministlerden Avril de Saint-Croix, dünyanın
bütün kadın hükümet dışı uluslararası örgütleri adına Milletler Cemiyeti'nde
temsilcilik yapmıştır (Ataman, 2009: 4).
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra ise pek çok Batı ülkesinde kadınlar seçme ve
seçilme hakkı elde etmişlerdir. Gene bu kadınlar, 20. yüzyıl boyunca kültürel ve
felsefi görüşler oluşturarak uluslararası politikanın önemli bir baskı grubu ve
aktörü olmuşlardır. Özellikle anneliğin mistik boyutu ve kadınlığın safiyeti gibi,
kadınların üstün özelliklerine vurgu yapmış ve bu da cinsel rasyonalizm akımının
oluşmasında etkili olmuştur. Modern feminizm, kadın erkek ilişkilerinde yalnızca
erkeğin yaptıklarının kadınlar tarafından değil, aynı zamanda kadınların
yaptıklarının da erkekler tarafından yapılabilmesi anlamına gelen "karşılıklılık
ilkesi"nin geçerli olmasını talep etmektedir. Bu dönüşümden sonra ise akademik
feminizm güçlenmeye başlamış ve bir hayli yol da almıştır (Ataman, 2009: 4).
İlerleyen zamanla birlikte özellikle 1960'lı yıllarla birlikte, dünyadaki siyasi
gelişmelere paralel olarak feminizmdeki kavramsal ve teorik genişlemelerin
yaşaması, feminist hareketlerin daha öncekilerden farklı bir boyut kazanmasına
neden olmuştur. Yani bütün kadınlar arasında dayanışma ve destek ilişkisi üzerine
kurulan kız kardeşlik bilinci birleştirici bir ideoloji olarak görülmüştür (Ataman,
2009: 4).
17
"Feministler, ideoloji ve bilim alanında mevcut siyasi ve ekonomik disiplinlerini ve
ideolojilerin temel varsayımlarını sorgulamaya başlamıştır ve pek çok alanda
önemli katkılarda bulunmuşlardır. Tarih, iktisat, sanat, sosyoloji, antropoloji,
siyaset, uluslararası politika, edebiyat ve dilbilim dallarında feminist araştırmalar
hızla yaygınlaşmıştır... Kendi yayınevlerini kuran Batılı akademisyen feministler,
Signs, Feminist Studies ve Women' s Studies gibi etkin dergiler yayınlanmaya
başlamıştır. Bunun sonucu olarak de 20. yüzyılın ikinci yarısında ABD'nin hemen
her üniversitesinde "Kadın Çalışmaları" bölümü açılmıştır. ABD' de okullarda
okutulan ders kitapları bile feministlerin talepleri doğrultusunda yeniden
yazılmıştır" (Ataman, 2009: 5)
17. ve 18. yüzyıllar, kadının hem eş hem de anne olarak evine ait olduğu
varsayımıyla neredeyse evrensel bir ifade olmuştur. 18. yüzyılın ortasından
itibaren bilhassa 19. yüzyılın başında yaşanan tarihsel dönüşümler, başta sanayi
devrimi, kadını özel alanda tecrit ederek, işyeri ile ev mekanını birbirinden
ayırmıştır. Fabrikanın makineleşmesi ve küçük ev sanayinin çöküşü ile birlikte işin
kamusal dünyasıyla evin özel dünyası daha önce hiç olmadığı kadar birbirinden
ayrılmıştır. Ayrıca bu gelişmelerle birlikte, akılcılığı kamusal alanla, akıl-dışılığı
ve ahlakı özel alanla ve kadınla özdeşleştiren aydınlanma düşüncesi de
desteklenmiştir. Blackstone'nun 1765-1769 yıllarında yayımlanan Commentaries
on the Laws of England (İngiltere Kanunları Üzerine Yorumlar) adlı eseri, kadının
hiçbir yasal ve kamusal varoluşunun bulunmadığı görüşünü kural haline getirmiştir
(Donovan, 2013: 25-26).
18. ve 19. yüzyıllara geldiğimizde ise kadın hareketinin birçok alanı etkilediğini ve
kadının hem özel hem de kamusal alandaki konumunu sorgulamıştır. 18. yüzyılda
Mary Woll- Stonecraft kadın olmanın ilk günden itibaren öğrenilen ve yapay
olarak yaratılmış olmasına rağmen doğal sayılan ve değişmez kabul edilen bir olgu
olduğunu, 19 yüzyılda Sarah Girimke "erkeklerin görevleri ve kadınların görevleri,
erkeklerin alanı kadınların alanı hakkındaki fikirler sadece keyfi fikirlerdir"
tarzındaki ifadesi aslında toplumsal cinsiyet ilişkilerine, tüm alanların bu ilişkiler
çerçevesinde yapılandığını göstermektedir.Kadınların oy hakkı ve yönetime
katılma hakkı, tüm mesleklere girme hakkı, eğitim hakkı için mücadele edilen ilk
dönem feminist hareket, devlet yönetimi, iş yaşamı, eğitim gibi pek çok alanın
toplumsal cinsiyet kavramı ile şekillendiğini göstermektedir. Buna karşılık ikinci
dalga feminist hareket olarak bilinen 1960'ların sonlarından itibaren feminist
18
söylemlerin yeni boyutlar kazanması bilhassa bu dönemdeki feminist hareketler
ışığında; Simone de Beauvoir’in de ifade ettiği "kadın doğulmaz, kadın olunur"
görüşüne paralel olarak kadınların erkeklerden farklı oldukları, farklı bir kültüre ve
farklı tarzlara sahip oldukları düşüncesi üzerinde durmuşlardır. Yanı sıra ikinci
dalga feministler artık cinsler arasında toplumsallaşma yoluyla yaratılan
eşitsizlikleri kadının ezilmesinin ana nedeni olarak görmemekle kalmayıp tam
tersine kadınların erkeklerden farklı yanlarının kadın özgürlüğünün olmazsa
olmazı olarak değerlendirmişlerdir (Aktaş, 2013: 60-61).
20. yüzyılın başları İngiliz kadınları için önemli gelişmelerin yaşandığı yıllar
olmuştur. 20. yüzyılda "birinci dalga" feministleri daha çok kamusal ve kişisel
eşitlik taleplerinde bulunmuşlardır. İngiliz kadınları, bu yüzyılda uygulamada her
zaman olmasa da kuramsal, yasal ve kamusal açıdan eşitlik elde etmişlerdir. 30
yaşın üzerindeki kadınlar için 1918'den itibaren oy hakkı verilmiştir. Birinci
Dünya Savaşı'nın etkilerinin karmaşıklığı, bu savaştan sonra bazı İngiliz kadınlara
evleri dışında çalışma olanağı tanımıştır. O zamanlar evleri dışında istihdam eden
kadın sayısında bir milyondan fazla artış olmuştur. Bazıları cephane fabrikalarında
ve mühendislik işlerinde bazıları da hastanelerde çalıştırılmışlardır. 1918'de
parlamento üyeleri, kadınların da parlamentoda yer alabilecekleri fikrini
paylaşmışlardır ve böylece 1919-1920' de iki kadın Muhafazakar Lady Astor ve
Liberal Margaret Wintringham kocalarının yerlerine İngiliz parlamentosuna
girmişlerdir. Gene 1920'li yıllarda kadınlara yönelik çeşitli dergiler ortaya
çıkarılmıştır. 1936'daNew York'ta bir grup kadın Kürtaj Yasası Reform Derneği'ni
kurmuşlardır. Ancak bu konu öyle tartışmalı bir konu olmuştur ki bu konu,
1970'lere gelindiğinde yani feminizmin canlanışından çok sonraları bile sorunsal
bir konu olmayı sürdürmüştür. 1947'de Birleşmiş Milletler tarafından bir
"Kadınların Konumu İnceleme Komisyonu" oluşturulmuştur ve iki yıl sonra da
"İnsan Hakları Beyannamesi" yayımlanmıştır. 1970'lerde, "ikinci dalga" feminizm
kadınlar için cinsiyet ve aileye yönelik haklara daha büyük öncelik vermişlerdir.
"Kişisel olan politiktir" sloganı 1970'lerin popüler bir sloganı olmuştur. 1975 ve
1985'te BM kadın sorunları hakkında Mexico City, Kopenhang ve Nairobi'de
uluslararası üç konferans düzenlenmiştir (Walters, 2009: 121-136). 1960'lar
19
1970'lerde "kız kardeşlik güçlüdür" en popüler feminist sloganlardan biri olmuştur.
Ancak bu ifade kullanıldığı dönemden beri sorgulanmış ve bazen de reddedilmiştir
(Walters, 2009: 161). 1975'te BM Mexico City'de Uluslararası Kadınlar Yılı
Konferansı düzenlemiş, bu konferansa dünyanın her tarafından feministleri bir
araya getirmiştir (Walters, 2009: 167). 1990'lar "üçüncü dalga" feminist hareket,
ırk ve çok kültürel bağlılıklar sonucu kendine uzlaştırıcı bir rol benimsemiştir.
Bunların dışında her geçen yıl kadın çalışmaları üzerine kitaplar, dergiler ve
makaleler yayınlanmıştır ve yayınlanmaktadır.
1.1.2.2. Feminizmin Türkiye'deki Tarihi ve Gelişimi
Eski Türklerde kadın ve erkeğin aynı değer ve koşullarda olmasında, Şamanizm
inanışının etkin olduğunu düşünen Ziya Gökalp; eski Türklerin Şamanizm'in
etkisiyle hem demokrat hem de feminist olduklarını iddia etmektedir. Türklerin
feminist olmalarının başka bir nedeni olarak da eski Türklerce Şamancılığın
kadındaki kutsal güce dayanmasını göstermektedir. Aynı zaman da Gökalp, eski
Türklerde kadınların da erkekler gibi savaşçı oldukları, yönetim işlerinde hakan ile
birlikte yer almalarının yanında hükümdar, vali, elçi, gibi üst düzeyde görevler
alabildiğini ve kadının aile içinde eşit haklara sahip olduğunu söylemektedir
(Şahin, 2013: 161-162). Genel olarak eski Türklerde kadın önemli bir yere sahip
olmuştur. Kadın öyle etkin roller ve görevler üstlenmiştir ki bırakın eşit olmayı,
devlet yönetiminde etkin olmayı dahi başarmıştır. Örneğin, ülkenin hükümdarı
savaşa ya da çeşitli gezilere çıktığında "hatun" hakandan sonra en yetkili kişi
olarak misafir ağırlamak, ülkeyi yönetmek gibi üst yönetim ile ilgili işleri
yürütmüştür. Hem anne olmaları hem de kadın olmaları onları daha değerli ve
önemli kılmıştır.
Osmanlı Devletinde kadını incelediğimizde, 19. yüzyılda Osmanlı Devleti için
siyasal, ekonomik, eğitim, hukuk ve düşünsel alanlarda ortaya çıkmış olan
değişimlerin yapısal bir dönüşüm geçirmesiyle, ne yazık ki bu dönüşümden de en
fazla etkilenen kadınlar olmuştur. Geleneksel temeller üzerine kurulu olan
Osmanlı Devleti'nin modernleşmesinde öncülük edecek yapısal değişimler,
bilhassa 2. Meşrutiyet döneminde gündeme getirilmiştir. Bu dönemde Osmanlı
20
siyasal yapısı, farklılaşma, merkezileşme, laikleşme, özgürleşme süreçlerine de
girmiştir. Yaşanan modernleşme yalnızca siyasal yapıda olmamış; toplumun
yeniden yapılanmasında da belirleyici olmuştur. Bu süreçte eğitim, hukuk,
ekonomi, kısaca toplumsal yaşam her yönüyle değişimler yaşamıştır. Tüm bu
değişimler, o zamana dek yalnızca ev içinde anne ve eş rolleriyle sınırlanmış olan
kadına yansımış ve kadın, toplumsal yaşamda farklı statü kazanmayı amaç
edinerek çeşitli taleplerde bulunmaya başlamıştır. Şüphesiz bu konudaki en etkin
rol de basın olmuştur. Kadınlar, o dönemki gazetelerde, bilhassa kadın dergilerinde
sorunlarını ve beklentilerini yazmışlardır; böylece kadınları bilinçlendirmeyi ve
istekleri doğrultusunda kadınları değişime hazırlamayı planlamışlardır. Bu yolda
amaçlarına ulaşabilmek için de konferanslar düzenleyip çeşitli dernekler
kurmuşlardır ve bu derneklerde etkin olmuşlardır (Çakır, 2013: 59).
"Batı dünyasında, kadınların seçme seçilme hakkı mücadelesi bütün hızıyla devem
ederken, feminist bir dernek olan Osmanlı Müdafa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti,
kadınların siyasal haklarını elde edeceğine ve ülke yönetiminde söz sahibi
olacağına inanıyordu." (Davaz, 2014: 137). Bu dernek kadınların yaşam
koşullarının yeteneklerini ortaya çıkaramadığını düşünmüşler ve kadınların
öncelikli hedefinin eğitim olması gerektiğine inanmışlardır (Davaz, 2014: 137).
Ülkemizde feminizmle ilgili yoğun tartışmalar ise, Birleşmiş Milletlerce 19751985 yılları arasında Kadın On Yılı'nın ilan edildiği tarihe denk gelmektedir.
Türkiye'deki feminizm hareketi daha çok orta sınıftan ve kentli, iyi eğitim görmüş
kadınların öncülüğünde başlamış ve 1980 sonrasında ise kadın hareketleri
değişimler yaşamıştır. Elbette kadınların eğitimi ve bilinçlenmeleri, kadın-erkek
eşitliği ve en önemlisi de tek eşliliğin üstünlüğü gibi konularda çalışmaları olan;
Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Fatma Ali'ye Hanım, Ziya Gökalp, Halide
Edip gibi ekoller kadın mücadelesi için yaptıkları çalışmalar yadsınamaz (Arat,
2010: 85). Aşağıda Türkiye Cumhuriyeti'nce kadınlar için yapılmış- verilmiş bazı
haklar ve kadın çalışmaları verilmiştir. Bunlar kısaca şöyledir:

Toplumdaki cinsiyetçi ayrımcılığa ve eşitsizliğe en köktenci karşı çıkış,
Mustafa Kemal'in önderliğinde Cumhuriyet Dönemi'nde yeni bir Yurttaşlar
21
Yasası'nın kabul edildiği ve kadınlara seçme ve seçilme hakkının verildiği
1920'li ve1930'lu yıllarda gerçekleşmiştir (Arat, 2010: 85).

Aralık 1975'te 27 kadın derneğinin ortak çalışması olan Ankara Kadın
Kongresi'nde bilhassa yeni oluşumların ışığında Türkiye' de kadın lehine
yasal değişiklikler ve yeni yasal düzenleme önerileri dile getirilmiştir.

Mayıs 1978'de Uluslararası Nüfus Kongresi ile Türk Sosyal Bilimler
Derneği, İstanbul'da "Türk Toplumunda Kadın" semineri yapmıştır. Bu
seminerde Üçüncü Dünya ülkelerindeki kadın sorunları tartışılmıştır. Daha
sonra Türk Sosyal Bilimler Derneği, Ocak 1980'de "Türkiye' de Kadın
Sorunlarına Yaklaşım ve Öneriler" semineri yapmıştır.

Aralık 1981'de Kadın Dernekleri Federasyonu, Ankara' da "Dünyada ve
Türkiye'de Kadının Durumu" konulu bir seminer, Mayıs 1981'de bir
edebiyat dergisi olan YAZKO İstanbul' da "Edebiyatımız ve Kadın Sorunu"
başlığı altında bir panel düzenlemiştir. YAZKO'nun ilk paneline yoğun ilgi
gösterilince Haziran 1981'de de hemen "Kadın Sorununun Öteki Yüzü"
adlı bir başka panel daha yapılmıştır.

1980'de Kopenhag'ta "İkinci Dünya Kadın Konferansı" düzenlenmiştir
(Birinci Dünya Konferansı ise 1975'te Mexico City'de yapılmış ve bu
konferansta kadınlar için "Dünya Eylem Planı" kabul edilmiştir). Bu
konferansta "Eylem Programı ve Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın
Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi" kabul edilip imzalanmış ve bu
sözleşmeyi Türkiye ise beş yıl sonra Ekim 1985'te kabul edip
yasalaştırmıştır. Kısaca kadın sorunlarına duyulan yoğun ilgi kendisini
1975-1985 yılları arasındaki dönemde "Kadın On Yılı" olarak ilan
edilmesinde yakın ağlantıları olmuştur.

1980 sonrası, Ayrımcılık Sözleşmesi, Türkiye' de ilk kitlesel kadın
hareketinin çıkış noktası olmuştur.

Mart 1986'da değişik konum ve siyasal görüşteki binlerce kadının bir araya
geldiği dönem olmuştur. Bu kadınların bir araya gelmesi, Ayrımcılık
Sözleşme'nin "Tüm insanların vazgeçilmez hakları" olarak tanımladığı
haklardan tam ve eşit bir biçimde yararlanmalarını sağlayacak önlemlerin
22
alınmasıdır. Bu bağlamda söz verilen konuların yerine getirilmesi için bir
imza kampanyası başlatmışlar ve kadınlar dilekçesini Türkiye Büyük Millet
Meclisi' ne yollamışlardır.

Ayrıca 1987 yılında bir ağır ceza yargıcının bir dava sırasında sarf
ettiği:"Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksi etmeyeceksin"
tarzındaki çağdışı ifadesi, basında ve kamuoyunda büyük tartışmalara yol
açmasına neden olduğu gibi çeşitli çevrelerden kadınların "Dayağa Karşı
Yürüyüş"
kampanyaları
düzenlemelerine
de
neden
olmuştur.
Bu
kampanyanın hemen ardından 1987'de Ayrımcılığa Karşı Kadın Derneği,
Sosyalist Feminist Kaktüs, İnsanca Yaşam İçin Kadın Derneği gibi
dernekler kurulmuştur (Arat, 2010: 87-88).

1989'da ise sosyalist kadınlarla feminist kadınların öncülüğünde, kadınların
tartışıp birbirlerini alabildiğince sorguladıkları ve 800'e yakın kadının da
izlediği Kadın Kurultayı yapılmıştır. Bu sebepten 1989 yılı, yürüyüş,
kampanya, kurultay, seminer ve panellerin yoğun bir şekilde düzenlendiği
ve kadın sorunlarının hep odakta olduğu bir yıl olmuştur.

Ayrıca 1989 yılı İstanbul Üniversitesibünyesinde ilk kez "Kadın Sorunları
Araştırma ve Uygulama Merkezi"nin kurulduğu yıl olmuştur. Bu merkezde
Kadın Araştırmaları yüksek lisans dersleri ve Kadın Araştırmaları
konferansları da düzenlenmiştir.

1990 yılına geldiğimizde iseİstanbul'da Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi
Merkezi Vakfı bir ilk olarak açılmıştır (Arat, 2010: 88-89).
Kadınların yanı sıra Türkiye'de devlet eliyle yapılmak istenmiş ve yapılabilen
çalışmalar da olmuştur. Bu bağlamda,

1992'de Anayasa Mahkemesi, Medeni Kanun'da yer alan "Kadının
çalışması kocanın iznine bağlayan" maddeyi eşitlik ilkesine aykırı bulup
iptal etmiştir.

1997'de sekiz yıllık "Zorunlu Temel Eğitim Yasası" çıkarılmıştır. Bu
yasanın temel amacı ise kırsal kesimlerdeki kız çocuklarının daha uzun
süre okula devam etmelerini sağlamaktır.
23

Ayrıca 1997'de Medeni Kanun' da yapılan değişiklikle "Evli kadına
kocasının soyadı ile birlikte, kendi soyadını da taşıma" hakkı tanınmıştır
(Medeni Kanunun 153. maddesinde yapılan değişiklikle).

1998'de kabul edilen 4320 sayılı "Ailenin Korunmasına Dair Kanun" ile
aile içi şiddete uğrayanların korunması hedeflenmiştir. Bununla birlikte bu
kanunla şiddet uygulayanın evden uzaklaştırılması da kanunla güvence
altına alınmıştır. Buradaki amaç kadına yönelik şiddete karşı çok önemli
bir güvence sistemi oluşturmaktır. Bu kanunu önemli kılan şey; aile içi
şiddet kavramının ilk kez hukuksal bir metinde yer almasıdır.

Yanı sıra Avrupa Birliği'ne uyum sürecinde kadın-erkek eşitliğinin
sağlanması adına bazı yasal değişiklikler de yapılmıştır. Örneğin; 2001
yılında Anayasa'nın 41. maddesindeki "Aile, Türk toplumunun temelidir
"fırkasına"...ve eşler arasında eşitliğe dayanır" eklenerek "Ailede eşitlik
ilkesi" Anayasa'ya eklenmiştir. Ancak bu, yaşamın her alanındaki kadınerkek eşitliği için yeterli olmamıştır ve bu nedenle de 1 Ocak 2002'de yeni
Türk Medeni Kanunu yürürlüğe girmiştir.

Kadın ve erkek için evlenme yaşı; 17 yaşın bitirilmesi koşuluna
bağlanmıştır.

Yoksulluk nafakasında eşit sorumluluk getirilmiştir.

1 Ocak 2003'te Aile Mahkemeleri kurulmuştur. Bu mahkemelerde aile
hukukunu ilgilendiren dava ve işlerin yanı sıra "Ailenin Korunmasına Dair
Kanun"un uygulanmasından doğan davaları üstlenme yetkisi verilmiştir.

Bunların yanında aile içinde eşlere eşit haklar ve sorumluluklar tanınmıştır.
Boşanma veya eşlerden birinin ölümü ile evlilik sona erdiğinde, evlilik
süresince edinilen malların eşit paylaştırılması (2002'den itibaren yapılan
evlilikler için geçerli) kabul edilmiştir. Bu yeni kurallar gereği eşler
oturacakları
konutu
birlikte
seçip
evlilik
birliğini
beraberce
yöneteceklerdir.

2004'te Anayasanın 10. maddesine "Kadın-erkek eşit haklara sahiptir.
Devlet kadın-erkek eşitliğinin yaşama geçirilmesinde yükümüdür" kuralı
eklenmiştir.
24

1 Nisan 2005'te yürürlüğe giren Türk Ceza Kanununda "Töre saikiyle"
kasten öldürmeye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının verilmesi
öngörülmüştür.

Temmuz 2006'da ise Kadına Yönelik Şiddete İlişkin Başbakanlık
Genelgesi yayımlanmıştır. 23 Nisan 2009' da TBMM'de Kadın-Erkek
Fırsat Eşitliği Komisyonu'nun kurulması onaylanmıştır.

Mayıs 2007'de Ailenin Korunmasına Dair Kanunun uygulanmasındaki
aksaklıkların giderilmesi için bazı değişiklikler öngörülmüş ve hazırlanan
değişiklik tasarısı yasallaşarak yürürlüğe girmiştir.

Mart 2008' de Ailenin Korunmasına Dair Kanun'un uygulanması hakkında
yönetmelik yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmelikle 4320 sayılı kanundaki
önlemler, ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Böylece aile içi şiddet, ihbar
ve şikayet gibi kavramlarda netlik kazanmıştır.

23 Nisan 2009'da TBMM tarafından "Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği
Komisyonu"nun kurulmasını onaylamıştır (Arat, 2010: 91-93).

12 Eylül 2010' da yapılan referandumda anayasada yapılan değişikliğe
evet çıkması ile çocuklar ve kadınlarla ilgili şu değişiklikler yapılmıştır:

2010' da aynı referandum doğrultusunda kadınların, çocukların, yaşlı, dul
ve yetimlerin gazi ve malüller olmak üzere korunma ihtiyacı olanlara,
toplumun dezavantajlı kesimlerine pozitif ayrımcılık ilkesi benimsenmiştir.
Böylece hiçbir güvencesi olmayan kesimlerin gerek sosyal gerekse de
bireysel hak ve özgürlükleri anayasal teminat altına alınmıştır. "Bu
maksatla alınacak tedbirler, eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.
Çocuklar, yaşlılar ve engelliler gibi özel süratle korunması gerekenler için
alınacak tedbirler, eşitlik ilkesine aykırı sayılamaz" maddesi ilave
edilmiştir.

18 Ekim 2012 Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığı
Emniyet Genel Müdürlüğü işbirliğiyle hazırlanan "Panik Butonu" projesi
hayata geçmiştir. Elektronik Destek Sistemi Pilot Uygulaması, 18 Ekim
2012 tarihinde iki ilde pilot olarak başlatılmıştır. Söz konusu uygulama ile
şiddet mağduru kadına, alınan koruyucu ve önleyici tedbir kararlarının
25
izlenmesi amacıyla mahkeme kararı ile "panik butonu" verilmektedir
(http://kadininstatusu.aile.gov.tr).

31 Ekim 2013 Başörtülü dört milletvekili; Gülay Samancı, Sevde Bayazıt
Kaçar, Nurcan Dalbudak ve Gönül Bekin Şahkulubey TBMM’ye
başörtüsüyle
girmiştir
(http://sites.ibb.gov.tr/ibbkkm.org/kadina-
dair/turkiyede-kadin-haklari-kronolojisi/).
Kısaca feminist hareketin Türkiye' deki oluşumuna ve yapılanmasına değinecek
olursak; en verimli yılları 90'lı yıllarda geçirmiştir. "90'lı yıllarda gerçekte
feminizm farklılaşıp ayrışmaya başladığı yıllar olması" (Arat, 2010: 90) açısından
önemlidir. Örneğin Tük Medeni Kanunu'nda, Türk Ceza Kanunu'nda kadınlara
yönelik yapılması gereken değişiklikler bu dönemde planlandığı gibi ailenin
korunması yasası da bu dönemde çıkmıştır. Kadın Eserleri Kütüphanesi,
Üniversitelerde Kadın Sorunları Araştırma Merkezleri, Kadın Çalışmaları Bilim
Dalları ve Kadın Sığınma Evleri, çeşitli feminist yayın ve dergiler, 80'lerin sonu ile
90'lı yıllarda kadın dayanışmasının olumlu sonuç veren ürünleri olmuştur. Bununla
birlikte
kadınların
güçlü
lobiler
oluşturması
ve
kadın
dayanışmasının
yaygınlaşmasıyla zaman zaman ülke gündemini dahi belirleyebilmişlerdir (Arat,
2010: 12).
Özetlersek, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kadın sorunu; kadınların
cinsiyetlerinden dolayı ayrımcılığa maruz kalmaları gibi sorunlar nedenliyle ne
yazık ki güncelliğini sürdürmektedir. Kadınlarımızın büyük bir çoğunluğunun
feminizm kavramını duymaması; duyanların pek çoğunun ise kavramın tam olarak
ne ifade ettiğini anlamaması bu konunun ciddiyetini arttırmaktadır. Çünkü konu
kadınları ilgilendirmekte ancak kadınların kendilerini ilgilendiren bu kavrama
yabancı olmaları ve kavramın tam olarak ne ifade ettiğini bilmemeleri meseleyi
daha da ciddileştirmektedir. Ne var ki son yıllarda feminizm ve kadınlar için
yapılan araştırmalar, yazılan makaleler ve kitaplar sayesinde daha bilinçli yani
haklarını bilen kadınlar yetişmekte; bu bilinçlenme de beraberinde daha başarılı ve
güçlü kadınların türemesini sağlamaktadır. Oluşan bu bilinçlenme öyle görünüyor
ki bazı kesimlerce farklı algılanabilmektedir, çünkü son dönemlerde kadına karşı
26
artan şiddet olayları ve kadın cinayetlerinin de üzücü bir şekilde artış göstermesi
düşündürücüdür. Bu artışın temelinde yatan nedenlerin tespiti için gerekli
incelenmelerin yapılması gerekmektedir. Bununla birlikte kadının özgürlüğüne
kavuşması, aile ilişkileri, çalışma hayatları, ekonomik özgürlükleri gibi temel
konularda baskılardan kurtulmaları öyle görünüyor ki uzun bir çalışmayı
gerektirmektedir.
1.2. Feminist Kuramlar
Feminizme giden yol hiç bir zaman tek başına olmamıştır. Farklı kültürlerden
gelen kişilerin, yaşamlarına doğrudan temas edecek bir feminist teoriye her zaman
ihtiyaçları vardır (Hooks, 2012: 140). Feminizm akımının gelişmesine paralel
olarak ortaya çıkan bu ihtiyaçların, farklı düşüncelerin, farklı fikirlerin doğmasının
kaçınılmaz olması; ortaya tek bir feminizm değil çeşitli feminist teorilerin
çıkmasını sağlamıştır. Doğal olarak feministler arasında farklı seslerin çıkması,
görüşlerin ve beklentilerin farklı olması feminizmlerin de farklılaşmasına ve
çeşitlenmesine neden olmuştur. Bunun sonucu olarak da feminist teoriler
azımsanmayacak ölçüde artmaya başlamıştır (Şahin, 2013:261).
Feminist hareketin, akademik ivme kazanmasıyla çeşitli ülkelerde özellikle sınıfsal
anlamda genç bireylerce feminist düşünceyi öğrenme, feminist teoriyi okuma ve
bunları akademik araştırmalarda kullanma fırsatına sahip olmuşlardır. Feminist
hareket bu anlamda kadınların akademik çalışmalarına saygı duyulması, eserlerin
geçmişteki ve günümüzdeki değerlerinin temsil edilmesini, müfredatta ve
pedagojide toplumsal cinsiyetin getirdiği önyargıların yok edilmesini talep
etmesiyle adeta bir devrim yaratmıştır. Kadın araştırmalarının kurumsal bir kimlik
kazanmasıyla, feminizmin varlığının ve mesajının daha geniş kitlelere ulaşmasını
sağlamıştır. Kadın araştırma dersine katılan öğrenciler gerçekten öğrenmek için ve
feminizm hakkında daha da çok şey bilmek ve bu konuda bilgilenmek istemişlerdir
(Hooks, 2012: 34-35).
27
Feminizm tanım ve türleri için yapılan tanımlar ve açıklamalar aslına bakılırsa çok
çeşitli ve renklidir. Ramazanoğlu (1998: 26-27), feminizmin birçok türünün belirli
ortak özelliklerinin olduğunu söylemiş ve bu ortak özellikleri şöyle sıralamıştır:
1. Feminizmin tüm türleri, kadınları erkeklere bağımlı kılan mevcut cinsler arası
2.
3.
4.
5.
6.
7.
ilişkileri tatmin edici olmadığı ve değiştirilmesi gerektiğini kabul etmektedir;
Feminizm, çeşitli toplumlarda doğal, normal ve arzu edilir sayılan birçok durumu
sorgulamaktadır;
Feminizm, temel tanımlama sorunları yaratan düşüncelerden oluşmuştur. İnsanlığın
tüm tarihi ve geleceği sorgulanmaktadır;
Feminizm yalnızca düşüncelerden ibaret değildir. Herkesin insan olarak tüm
olanaklarını geliştirebilme fırsatına daha çok sahip olabilmesi için dünyanın
değiştirilmesini, erkekler ve kadınlar arasındaki ilişkilerin dönüştürülmesini
amaçlamaktadır; bu nedenle feminizm, mantıklar gereği, aynı zamanda politik
pratiği olan bir düşünceler dizisidir;
Feminizm çok çeşitli politik kriterleri kapsar, ancak bunların tümü de, kadınları
kendi yaşamları üzerinde denetim sahibi kılarak cinsler arası ilişkileri değiştirmeyi
amaçlar; bu pratikler bilinç yükseltme gruplarından ve bulaşığı kimin yıkacağı
tartışmasından, erkeklerden ayrı yaşama savaşımına; yurttaşlık hakları, ekonomik
ve politik güç uğruna örgütlü mücadeleye kadar uzanır. Dolayısıyla feminizm, tanım
gereği kışkırtıcıdır.
Feministlerin değişim yönündeki çağrıları her zaman direnişle karşılanır; ancak, bu
direnişin gücü ve niteliği değişebilir;
Feminizm, kadın-erkek ilişkilerinin niteliği hakkında tarafsız ve nesnel bir bilgi
konumundan yola çıkmaz. Kadın haklarının en ılımlı taraftarları bile, erkeklerin,
kadınların haksız biçimde yoksun bırakıldıkları haklardan yararlandıklarını kabul
etmek durumundadırlar. Bu taraflılık, feminist bilginin geçersiz olduğu anlamına
gelmez yalnızca bilgi derken neyi kastettiğimizi ve niçin bazı bilgi biçimlerinin
diğerlerinden daha fazla gelir. Feminizm, bildiğimizi sandığımız şeyleri nasıl
bildiğimiz konusunda ciddi sorular ortaya atarak aklın, bilginin ve toplumsal
teorinin radikal bir biçimde sorgulanmasını içerir."
Feminizmin değişik gruplarının politik stratejileri birbirinden çok farklıdır. Bu
durumda
feminizmin
ortak
amaçlarının
tanımlanmasını
otomatik
olarak
zorlaştırmaktadır. Örneğin; kamu yaşamında daha çok kadının önemli mevkilere
gelmesini sağlamak için açılan kampanyalar ile kamusal alanları kadınlar için daha
güvenli kılmak için yapılan yürüyüşleri; daha liberal kürtaj yasaları için,
kısırlaştırmaya ve yeni doğan bebeklerin öldürülmesine karşı yapılan gösterileri ve
düşük ücretli kadın işçileri sendikalara çekmek için yürütülen hareketler arasında
toplumsal teori ve politik strateji açısından önemli farklılıkları mevcuttur. Bu
durumda hem feminizm için genel geçer bir tanım yapabilmeyi hem de tek bir
28
feminist teorinin olabilmesine imkan vermemektedir. Bu imkansızlığın ve
zorluğun nedeni ise her şeyi tatmin edici, doğru sözcükleri bulmak değil,
feminizmin kendisidir (Ramazanoğlu, 1998: 27).
Kadın hakları ve feminizm hareketlerinin yaygınlaşması bir yerde farklı seslerin ve
yorumların ortaya çıkmasını gerekli kılmıştır. Bu durum da farklı feminist
teorilerinin oluşmasının en temel nedeni olmuştur. Çoğu feminist ve feminist
kuramcıları feminizmi; liberal, Marksist, sosyalist, radikal, postmodern olmak
üzere beş grupta toplarlar. Bunun dışında bu beş türün alt dalları olarak görülen ve
kabul edilen feminist teoriler de mevcuttur. Eşitlikçi, bireyselci, İslamcı, siyah/
renkli derili, post- feminist, kültürel, varoluşçu, Batılı gibi. Jane Freedman ise
feministleri üç gruba ayırmıştır, bunlar; liberal feminizm, Marksist ya da sosyalist
feminizm ve radikal feminizmdir. Bu durum basit bir tipolojiyle ifade edilecek
olursa liberal feministler liberal devlet çatısı altındaki kadınlar için eşit haklar talep
ederken, Marksist ve sosyalist feministler cinsiyet eşitsizliği ve kapitalist üretim
sistemindeki kadınların ezilmişliğiyle ve bu sistem içinde işçi istikrarındaki
bölünmeleri konu edinip ilgilenirler. Radikal feministler ise diğer toplumsal
yapılardan bağımsız olan ataerkil sistemin sonucu olarak türeyen ve erkeklerin
kadın üzerindeki hakimiyetiyle ilgilenirler (Şahin, 2013: 258-259). Yani
feministler
kendi
ideolojilerini
feminist
teoriler
için
bir
temel
olarak
görmektedirler. Örneğin sosyalist gelenekten gelen bir feministin dahil olmak,
mücadele etmek için savunacağı teori "sosyalist feminizm" olacaktır. Yani
feministler için öz önemlidir, tabi ki bu özün özünde de kadın menfaatleri vardır.
Sonuç olarak, her feministi belirli bir akıma dahil etmek yanlıştır. Feministler
birbirlerinden bir şeyler öğrenerek çağın ve toplumların yapı ve ihtiyaçlarına göre
gruplara ayrılmışlardır. Kadınlar eksiklik olarak gördükleri yerlerde yeni akımlar
yaratmışlardır ve bu yaratma işi öyle görünüyor ki devam edecektir, çünkü hemen
tüm toplumlarda ortak sorunların başında kadınlar gelmektedir. Dünya'nın hemen
her kıtasında geniş bir teoriler yelpazesi mevcuttur ve bir yerdeki eksiklik bir
başka yerde geçerli olmayabilir. Örneğin 1970'lerde bilhassa yapısız örgütlenmesi
ve önderlikten yoksun oluşuyla bir Amerika ürünü olan radikal feminizm etkinken,
29
Marksist feminizm ise Amerika'dan ziyade Avrupa'da değişik biçimleriyle popüler
olmuştur.
1.2.1. Liberal Feminist Kuram
Liberalizm kısaca "özgürlük taraftarlığı" anlamına gelir. Feminist akımlarla ilgili
kaynakların büyük bir kısmının liberal feminizmle başlıyor olması elbette tesadüf
değildir çünkü hem tarihi boyutuyla diğer akımlardan önce gelmesi hem de
feminizmle ilgili diğer tüm kuramların öncelikle liberal feminist tezlerle bir
hesaplaşma ihtiyacı duyması liberal feminizme öncelik vermiştir. Bu sebeple
liberal feminizm diğer yazarlarca ana akım feminizmi olarak tanımlandırılmaktadır
(Demir, 2014: 45) ve zaten klasik feminizmde vurgulanmak istenen şey de tam
olarak klasik liberal feminizmdir. Liberal düşünceyi benimsemiş feministler
bilhassa
19.
yüzyılda,
kadınların
eşitliğini
engelleyen
unsurlar
üzerine
durmuşlardır. Kadınların kendilerini geliştirmesini engelleyen şeylerin temelinde
daha çok kadınları cahilliğe iten toplumsal şartlandırmanın ve ayrımcılığın
olmasına bağlamışlardır. 20. yüzyılın, öncü liberal feministlerden Bette Friedan ve
diğer liberal feministlerin üzerinde durduğu şey; kadın ile erkek arasında herhangi
bir farkın olmadığını ve kadınları ikinci sınıf insan olmadıklarını hatta tarih
boyunca seçkin erkeklerin sahip olduğu tüm ayrıcalıklara ve diğer tüm güçlere
sahip olmaları gerektiğini de özellikle vurgulamışlardır. Kadınların, siyasi
birimlerin, kurumların karar verme pozisyonlarında bulunmadığını iddia ederek,
onlara fırsatlar verilmesini ve kadınların da yüksek karar mekanizmalarında yer
almaları ve temsil edilmeleri gerektiğini belirtmişlerdir (Ataman: 2009, 15).
Liberal feministlerin en temel talepleri; kadınlara eşit haklar tanınması ve mevcut
ayrımcılığın sonlandırılmasıdır. Bu bağlamda eşitlik, liberal feministler için
önemli bir kavramdır.
Liberalizm'in üzerin durduğu en önemli nokta hak ve özgürlüklerdir.Bunun
nedeni, liberalizmin Avrupa'daki uzun süreli özgürleşme sürecinin ürünü olan
30
felsefi bir kuram olmasıdır. Bu kuramca devlete bir takım görevler düşmektedir;
yani devlet, bireylerin daha fazla özgürleşmesi için faaliyete geçmeli ve bireyin
özgür teşebbüs ruhunun destekleyicisi olmalıdır. Avrupa çeşitli özgürleşme
süreçlerinden geçmiştir, bu süreçler devam ederken kadınlar da doğal olarak
özgürleşme talebinde bulunmuşlardır. Ancak onların istediği ve talep ettiği
özgürleşme tam olarak kendini bulamamış aksine hayal kırıklıkları da
yaşamışlardır. Kadınlar, bu kendi meselemizdir deyip kendi meselelerine kendileri
el atmışlardır. Kadın konusuna ilk ilgi gösterip ve aynı zamanda bu konuda da ilk
tepki gösterenlerden biri Olympe de Gouges' dur. Gouges, ilk iş Kraliçe
Antoinette'e bir mektup göndermiştir. Mektubunda kadınlar için belli haklar talep
etmiş bununla yetinmekle kalmayıp aynı zamanda kadınların kendi haklarını
kendilerinin talep etmemesi ve sahip çıkmaması, kendi haklarının peşinden
koşmamaları durumunda asla istedikleri özgür hayata kavuşamayacaklarını
anlatmıştır ve duygularını şöyle ifade etmiştir: "Bu devrim ancak bütün kadınlar
kötü kaderlerinin farkında olurlarsa ve toplumdaki haklarını alamadıklarının
bilincine varırlarsa tamamlanacaktır" (Öztürk, 2011: 50).
Özgürlük taraftarlığı olarak nitelenen liberalizm, 4 temel öğeden oluşmaktadır.
Bunlar:

Bireycilik

Özgürlük

Sınırlı Devlet

Piyasa Ekonomisi'dir.
Liberal feminizmin ilk özelliği, rasyonel bireyi esas alıyor olmasıdır. Bu yaklaşım
insanın, birbirine indirgenemeyecek iki varlık olan "beden ve zihinden" meydana
geldiğini savunmaktadır. Bu yaklaşımlardan beden, biyolojik varlığı yani insanın
diğer canlılarla da paylaştığı yönünü, zihin ise onu diğer canlılardan ayırmakla
kalmayıp onları üstün kılan, ona değer kazandıran yönünü oluşturmasıdır. Alison
M. Jagger, insanı, beden ve zihin olarak birbirine indirgenemez öze ayırıp, zihni
bedenden üstün görmeyi; insanı insan yapan, onu diğer varlıklardan üstün kılan
31
şeyin aslında bedensel olarak diğer canlılardan olan farklılığı değil, sahip olduğu
zihinsel kapasite olduğu görüşüne "normatif düalizm" demiştir. Genel olarak bu
ayrımın kadın ve erkek eşitliği ile ilgili tartışmalarda belirleyici noktası vardır,
çünkü insanı insan yapan şeyin, onun zihinsel kapasitesi olduğu varsayımı kabul
edildiğinde kadın ve erkeğin aynı zihinsel kapasiteye sahip olmadığı tartışması
gündeme gelmektedir. Bu varsayıma göre erkek kadından daha üstün bir zihinsel
kapasiteye sahipse o zaman kadın-erkek eşitliğinden bahsetmek mümkün
olmayacaktır. Bu sebepten zihinsel kapasite açısından erkek-kadın eşitliğinin olup
olmadığı sorusu aslında feminist tartışmaların da başlangıç noktası olarak kabul
edilmektedir (Demir, 2014: 45-46).
Özgürlük, liberalizmi liberalizm yapan en temel şarttır, çünkü liberalizm, birey
özgürlüğüne ya da özerkliğine büyük önem verir. Liberalizmin özgürlük anlayışı
genellikle "negatif özgürlük" olarak adlandırılır. Burada kastedilen özgürlük,
bireyin dışarıdan gelen bir zorlama altında kalmaksızın davranabilmesidir. Bunun
nedeni ise bireyin özerk ve bağımsız olmasıdır. Liberal yaklaşıma bireyleri, bir
duvarı meydana getiren birbirinden bağımsız tuğlalar gibi düşünür ve toplumun
temel birimleri olarak da kabul eder çünkü toplum dediğimiz şey; bireylerin bir
araya gelmesiyle oluşmaktadır. Buradaki birey deneysel olmasa da mantıksal
olarak istekleri, ihtiyaçları ve duygularıyla toplumsal bağlamından yalıtılmış soyut
bir birim olmasıdır (Demir, 2014: 46).
Liberal düşüncenin bir diğer özelliği ise devletin konumuyla ilgilidir. Devlet
kendine görev olarak; topluma dışarıdan gelecek ya da gelebilecek tehdit ve
tehlikelere karşı güvenliği sağlamak, içeride ise düzeni korumaktır. Toplum
içersindeki devleti kısa bir örnekle ve kelimeyle anlatacak olursak; devlet "gece
bekçisi" olmalıdır ya da kime nereye gideceğini ya da gitmesi gerektiğini
göstermekle yükümlü olmayan ancak arabaların birbirine çarpmasını önlemek
amacıyla tedbirler alan ve kuralları uygulayan trafik polisi gibi olmalıdır;
kurallarını koyduktan sonra kenara çekilip kurallara uyulup uyulmadığını
denetlemelidir. Bunun için devlet öncelikle dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı
toplumunu koruyacak bir savunma sistemine, toplum içerisinde ise adaleti
32
sağlayacak bir idare ve hukuk sistemine sahip olmak durumundadır. Devlet,
bireylerin kendi aralarındaki mücadelelerinde bir taraf değil hakem konumunda
olmalıdır. Kısacası bireyler arasında her alanda fırsat eşitliği sağlamalıdır (Demir,
2014: 46).
Liberalizmin son özelliği ise piyasa ekonomisidir. Serbest piyasa, karmaşık
endüstriyel toplumlarda iktisadi faaliyetleri koordine edecek tek baskısız araçtır.
Bu yaklaşıma göre kendi çıkarlarını en iyi bilen rasyonel bireylerin yarışı, toplum
için de en iyi olanı ortaya çıkaracaktır. Topluma yapılacak en iyi hizmet; bireylerin
kendi çıkarlarını koruması olacaktır (Demir, 2014: 47).
Liberal feministler, kadınların sırf cinsiyetlerinden dolayı haksızlığa uğradıklarını
savunurlar. En temel talepleri ise eşitlik, eşit insan hakları, eğitim ve sağlıkta fırsat
eşitliği ve politik süreçlere eşit katılımı savunmaktadırlar. Liberal feministlerin
mücadele amaçları; kadınların, sağlık, iş, eğitim, yasal haklar ve en önemlisi de
kadınlar için daha iyi ve güzel yaşam koşullarını sağlayabilmektir (Ramazanoğlu,
1998: 29).
Genel anlamda liberal feministlerin bir diğer önemli özelliği ise eğitimde fırsat
eşitliğini yakalamaktır. M. Wollstonecraft ve J. S. Mill gibi feminizmin ilk
düşünürleri olarak kabul edilen bu yazarlar, insanları diğer canlılardan ayıran
temel özelliğin zihinsel kapasiteleri olduğu ve sahip oldukları potansiyel, zihinsel
kapasite açısından insanlar arasında herhangi bir farkın olmadığını söylemişlerdir.
Bu görüşün doğal bir sonucu olarak, öncelikle zihinsel kapasite açısından
kadınlarla erkekler arasında hiçbir farkın olmadığı, dolayısıyla birbirlerinden farklı
kadın ve erkek doğasından ziyade insan doğasından bahsetmenin daha doğru
olacağını savunmakla işe başlamışlardır. Tarihsel olarak kadının zihinsel
kapasitesini erkekten daha az kullanmasının, birçoklarının ileri sürdüğü gibi,
kadının doğal olarak erkekten daha düşük bir zihinsel kapasiteye sahip olmasından
değil,
tamamen
eğitimdeki
fırsat
eşitsizliğinden
kaynaklandığını
ileri
sürmektedirler. Bu nedenle, liberal feministlere göre kadın ve erkeğin aralarındaki
mevcut dengesizliği gidermek için yapılması gereken, kız veya erkek, çocukların
33
ayrım gözetmeksizin aynı eğitim imkanlarından eşit olarak yararlanmalarını
sağlayacak düzenlemeler yapmaktır. Doğal nitelikleri itibariyle erkekler ile
aralarında fazla bir fark olmadığı düşünülen kadınların, aynı eğitimden geçmeleri
durumunda erkeklerle aynı işleri yapabilecekleri savunmaktadırlar (Demir, 2014:
49-50). Bu nedenle liberal feministler, kadınla erkek cinsiyet ayrımı yapmadan
eğitimde fırsat eşitliği verilmesinin en iyi çözüm olarak görmektedirler (Öztürk,
2011: 61).
Liberal feminizmin diğer bir özelliği ise ekonomik eşitliğe dair talepleridir.
Kadının tam ve gerçek bir özgürlüğe kavuşmasının ekonomik açıdan erkekten
bağımsızlaşmasına ve onunla eşit haklara sahip olmasına bağlı olduğu görüşünü
benimsemektedirler. Bunun da ancak bedenen ve zihnen güçlü, kendi
ihtiraslarının, eşinin ve çocuklarının kölesi olmayan; duygusal ve erkeğe bağımlı
kadın yerine, mantıklı davranan ve bağımsız yaşayabilen kadının ortaya
çıkmasıyla sağlanabileceğini düşünmektedirler. Kadın özgürlüğünün teminatı,
ekonomik özgürlükleridir ve ekonomik özgürlüğünü eline alabilmiş bir kadın,
kocasının ayakları üzerine değil kendi ayakları üzerinde durabilen kadınlardır
(Demir, 2014: 51).
Liberal feministler siyasal ve hukuksal eşitlik taraftarıdırlar. Bunlara göre
kadınların kurtuluşu sadece eğitim imkanları elde edip kamusal alanda çalışma
hayatına atılmakla değil; bunun yanında sağlıktan siyasete bütün diğer temel
hakların da elde edilmesiyle mümkün olacağıdır. Liberal feministlerin temel
amacı, kadınlarla erkeklere eşit siyasal, sosyal ve hukuksal hakların verilmesidir.
Bu sebepten ötürü adalet ve eşitlik kavramları liberal feministler için çok
önemlidir.Talepleri; bütün kamusal kurumlarda kadınlara eşitlik getirilmesidir.
Eşit medeni haklar, eğitim, sağlık, işe girişte ve ücrette eşitlik hedeflerine yani
refahın eşit olarak bölüştürülmesine yönelik mücadeleleri vardır. Toplumda
kadınların kötü durumlarını düzeltmek ve çağdaş toplumlarda onları etkin hayata
dahil etmek için toplumsal reform yapılması gerektiğini savunmaktadırlar. Bunu
da ancak 3 problemin çözülmesiyle gerçekleşebileceğine inanmaktadırlar (Demir,
2014: 51-52). Bunlar:
34
1. Yasal ayrımcılık: Yasal olarak kadınlar aleyhine oluşturulan ayrımcılığı
ortadan kaldırmak.
2. Kurumsal ayrımcılık: İşe alımlarda liyakati esas almayıp cinsiyeti kriter
olarak almanın kaldırılması.
3. Sosyal ayrımcılık: Kişiler arasındaki ayrımcı davranışları tamamen
ortadan kaldırmak, bilhassa çocukları cinsiyetlerine göre kız ya da erkek
olarak yetiştirilmesinin kaldırılıp, onları bir insan bir birey olarak
yetiştirmektir (Demir, 2014: 51-52).
Liberal feminizmin diğer bir özelliği ise özel alanın yeniden düzenlemesini talep
etmesidir. Liberal feministler arasında tartışılan konuların başında, kadının ev
dışında tam gün çalışması halinde ev işlerinin ne olacağı sorusu gelmektedir. Nasıl
gerçekleştirileceği çok açık olmamakla beraber bu soruna getirilen çözüm, erkeğin
eve çekilmesidir, diğer bir ifadeyle; erkeğin kamusal alana çıkarak kadının üzerine
yıktığı ev işlerinin paylaşmasıyla mevcut sorun çözülecektir. Bu çözüme kavuşma
da ancak uzun vadeli bir eğitim ve kültürel değişimle gerçekleşecektir. Kadın ve
erkek
kimliklerinin
bilhassa
toplumsal
ve
kültürel
olarak
birbirine
yaklaştırılmasıyla toplumda kadınlarla erkekler aynı eğitim ve iş imkanlarına sahip
olacaklardır. Böylece kadınların üzerindeki erkeğin egemenliği büyük oranda
ortadan kalkacaktır (Demir, 2014: 52-53).
Liberal feminizmi diğer feminist teorilerden ayıran iki temel noktadan bahsedilir.
Erkeklerle aynı medeni, ekonomik ve siyasal haklar verilmiş olmasına rağmen,
kadınların maruz bırakıldıkları ayrımcılığı ortadan kaldırmak için, piyasanın
kısıtlanmasının gerekli veya arzu edilir bir şey olup olmadığı ve yaygın bir şekilde
sürmekte olan geleneksel cinsiyet rollerinin varlığının ve bunun onaylanmasının,
kadınların ev dışı hayata katılmalarındaki fırsat eşitliğinin reddedilmeye devam
edilmesine katkıda bulunup bulunmadığıdır. Aslında liberal feministler, herkes
için talep ettiklerini kadınlar içinde istemektedirler. Liberalizmin hakim olduğu her
yerde kadınlar dahi kimsenin olumlu veya olumsuz ayrımcılığa maruz
bırakılmaması
gerektiğini
savunmaktadırlar,
hatta
ABD'nin
muhafazakar
feministlerinden Clare Bootth Luce de bu görüşe benzer bir paylaşımda
35
bulunmuştur ve demiştir ki, sadece erkeklere verilen fırsatların aynılarının
kadınlara da verilmesi gerektiğini ve kadınlar, doğalarında yapacakları ne varsa
onu yapacaklarını ve erkeklerin onları engelleyemeyeceğini söylemiştir. Kadınlar
doğasında olmayan şeyleri kendilerine verilse dahi yapamayacaklarını ancak
erkeklerin onlara yapmaları gereken şeyleri yapmaları konusunda zorlamalarını
ifade etmiştir (Ataman, 2009: 15).
Liberal feministlerin de diğer feminist teorileri benimseyen gruplar gibi bir takım
talep ve beklentileri olmuştur. Liberal feministler, kadınların, devlet bürokrasisi ve
uluslararası örgütlerde eşit bir şekilde temsil edilmeleri durumunda savaşların sona
erdirilebileceği gibi özgün bir görüşleri vardır. Ayrıca siyasi ve askeri yapıların
oluşumunu sorgulamadan kadınların bu yapılanmada temsil edilmeleri gerektiğini
savunmaktadırlar. Liberal feministlere göre, rasyonel bireyler için boy ve kilo gibi
fiziksel görünümün önemli olmamasıyla birlikte cinsiyet farkının da bir önemi
yoktur. Dolayısıyla, liberal ilkelerin cinsiyet farkı gözetilmeden uygulanması
kadın eşitsizliğini ortadan kaldırmak için yeterli olacağını ifade etmişlerdir
(Ataman, 2009: 16).
Liberal feminizmi kısaca özetleyecek olursak; özü itibariyle erkekleri karşılarına
almak değildir, hak ettikleri ya da hakları olan eşitlik ve özgürlük yolunda
amaçlarına ulaşmaktır. Liberal feministler, cinsiyetlerinden kaynaklı haksızlığa
uğradıklarını
düşünmekte
ve
her
fırsatta
kadın
erkek
eşitsizliğinden
yakınmaktadırlar. Zira liberal feminizmde eğer anahtar bir kelime kullanmak
gerekirse bu kelime şüphesiz "eşitlik" olacaktır. Onlar kadının erkekten ya da
erkeğin kadından üstün olmaması gerektiğini her iki cinsinde öz itibariyle eşit
olmaları gerektiğini savunmaktadırlar. Cinsiyet ayrımcılığına şiddetle karşı
çıkmaktadırlar, çünkü liberal feministlerin temel politika ve ilkeleri daha çok eşit
ücret, eşit insan hakları, eşit eğitim, sağlıkta fırsat eşitliği, politik süreçlerde eşit
katılım gibi talepler üzerinedir. Bu bağlamda da eşitlik kavramına vurgu
yapmaktadırlar. Liberal feministler toplumların yapıları üzerinde durmayıp daha
çok, kadınlara ileri haklar ve olanaklar sağlayabilmek için örgütlenmenin önemine
vurgu yapmaktadırlar ve aslına bakılırsa bu durum hem feministlerce hem de
feminist olmayanlarca en iyi anlaşılan teori olmasına da imkan vermiştir. Bu da
36
liberal feminizmin dünyada en yaygın olan feminist kuram olmasını sağlamıştır.
Liberal feministlerin daha çok yaptıkları şeyler ise, grup toplantıları düzenleyip,
sempozyum- konferans vermek olmuştur.
1.2.2. Radikal Feminist Kuram
Radikal kelimesi, sosyal bilimlerde katı ve kesin farklılığı ima etmektedir.
Radikalizm ise, sosyal, siyasal ve düşünsel alanlarda uzlaşma ve reforma karşı,
köklü ve temel değişiklikler öngören yaklaşımları ifade etmektedir. Bu bağlamda
radikal feminizm de feminist yaklaşımlar içerisinde uç yaklaşımları ifade
etmektedir. 1960'lı yıllarda kadın-erkek ilişkilerini ve kadınların toplumsal
konumlarını tümüyle farklı bir perspektiften değerlendiren radikal feminizm, bir
yerde dönemin feminist yaklaşımlarına bir tepki olarak ortaya çıktığı söylenebilir
(Demir, 2014: 63).
Ramazanoğlu (1998: 32), radikal feminizmi, 1960'lı ve 1970'li yıllarda daha çok
Amerikalı ve Avrupalı orta sınıf genç kadınları etkileyen sorunlardan kaynaklanan
ve her yerdeki kadınların mücadelesine uygulanabilecek bir teori ve bir dizi politik
pratik olarak ifade etmiştir. Radikal feminizm, kadınların ve erkeklerin sahip
olduğu, denetlendiği ve fiziksel olarak egemenlik kurduğu bir dünyada evrensel
olarak ezilen bir kız kardeşlik kavramı çevresinde şekillenmiştir.
Radikal feminist teori, bir grup eski sosyalist eylemci kadın tarafından, New York
ve Boston' da geliştirilmiştir. Bu hareketi savunan kadınlar, 1960'larda medeni
haklar
ve
savaş
karşıtı
kampanyalar
için
politik
etkinliklere
katılıp
örgütlenmişlerdir. En dikkat çekeni ise, 19. yüzyılın feministlerinin kendi
üzerlerindeki baskının farkına erkek yoldaşlarından gördükleri davranışları
yüzünden varmışlardır ve böylece feminist bilince de ulaşmışlardır. 20. yüzyılın
radikal feministlerini ise kendi bilinçlerine ulaştıran şey; yeni soldaki erkek
radikallerin aşağılayıcı davranışlarına gösterdikleri tepkidir (Donovan, 2013: 265).
Radikal feminizmin kurulmasında etkili olan temel etken yeni soldaki erkeklerin
37
kadınlara özellikle kendi yoldaşları olan solcu kadınlara davranışlarıdır. Bu
davranışlar da nihayetinde radikal feminizmin doğmasına neden olmuştur.
Radikal feminizm, 1960-1970 yıllarında başlayan kadın özgürlük hareketi ile,
liberal ve Marksist feminist geleneklerinden etkilenmiştir. Buna karşın liberal ve
Marksist gelenekten oldukça farklı talepleri olmuştur. Patriarkal yapının, biyolojik
ailenin, toplumdaki cinsiyet temelli iş bölümünün ve cinsiyet rollerinin devrimci
yoldan yıkılması gerektiğini savunmuşlardır. Bunu savunanlar, hem liberallerin
hem de sol ideolojilerinin çabalarının yetersiz olduğunu söylemiş ve farklı
platformlarda mücadelenin sürdürülüp devam ettirilmesini gerekli görmüşlerdir.
Radikal
feministlere,
mücadelenin
oy
hakkının
elde
edilmesiyle
kazanılmayacağını; mücadelenin bir kazanıma dönüşebilmesinin ancak cinsiyet
rollerinin değişmesiyle mümkün olacağını savunmuşlardır. Bu noktadaki mücadele
çizgisinin burjuva ile proletarya arasında değil, kadın ile erkek arasında olduğunu
ifade etmişlerdir (Ataman, 2009: 19).
Liberal feminizm yaklaşık üç yüz, Marksist feminizm ise yaklaşık yüz yıllık uzun
bir tarihe sahiptir ancak radikal feminizm söz konusu diğer feminist kuramlara
göre oldukça yenidir. Radikal feminizmin bir akım olarak 1960 sonlarına doğru
kadın özgürlüğü taraflarınca geliştirilmiştir. 1970'lerin radikal feminizmi, hiyerarşi
ve liderliğin olmadığı (veya az olduğu) kurumsallaşmamış örgütler olarak bilinen
ve daha çok İskandinav ülkelerinde görülen bir teoriyken, Marksist ve sosyalist
feminizm daha çok Avrupa' da, liberal feminizm ise Amerika' da yaygın bir
biçimde görülmektedir. Ancak 1970'lerden sonra kadın komünleri kurulması
suretiyle radikal feminizmin merkezi de Amerika olmuştur. Radikal feminizmin
1960'larda ortaya çıkması elbette bir tesadüf değildir. En önce belirtmek gerekir ki
1960'lı yıllar Batı dünyasında genel olarak radikal ve tepkisel hareketlerin gelişip
budaklandığı bir dönemdir. Bu yıllar, bir döneme damgasını vuran 68 öğrenci
olaylarının, çevreci protesto hareketlerinin, Vietnam savaşının sonucu oluşan savaş
karşıtı tepkilerin yaşandığı ve kişilerin artık gerçekten bir şeyleri sorgulamaya
başladıkları yıllar olması bakımından önemlidir. Bilime karşı kuşkunun ortaya
çıktığı anti-bilim hareketleri de yine bu dönemde görülmüştür. Şüphesiz bu radikal
tepkiler kadın konusunda da kendini göstermeyi başarmıştır. Radikal feminizm,
38
kadınların kurtuluşuna yönelik çözüm önerilerinin çözümsüz kalmasına, kadınların
özgürleşme sorununa liberal ve Marksist siyasal teorilerin tatmin edici bir çözüm
bulamamalarına bir tepki olarak doğmuştur. Radikal feminizmin ilk temel eseri
olarak kabul edilen Shulamith Firestone'un 1971 yılında yayınlanan "Cinsiyet
Diyalektiği" (Dialecticor Sex) adlı kitabıdır. Friestone, bu çalışmasında kadın ile
erkek arasındaki biyolojik farklılıklar üzerinde durmuş ve sınıfsal çatışma dahil
insanlar arasındaki en temel çatışma biçiminin cinsiyet çatışması olduğunu iddia
etmiştir. Ona göre feminist devrim gerçekleştiğinde kadınlar hem üretimin
(production) hem de üreyim (reproduction) mekanizmasının kontrolünü ellerine
geçirerek kurtuluşa ulaşacaklardır (Demir, 2014: 63-64).
Radikal feminist kuramı en iyi ifade eden bir diğer eserse Karte Millett'in 1970
yılında yazdığı "Cinselliğin Diyalektiği: Feminist Devrimin Meselesi" (The
Dialectic of Sex: The Case for Feminist Revolutin) dir. Daha sonraki iki önemli,
eser ise Ti-Grace Atkinon'un "Amazon Odyssey'i" (1974) ve Mary Daly'nin 1978'
de yazdığı "Jin-Ekoloji Radikal Feminizmin Meta-Etiği" (Gny-Ecology:The
Metaethics of Radical Feminism) dir (Donovan, 2013: 272). Karte Millett, 1968
"Devrim için Manifesto"yu sunmuştur ve demiştir ki: "Eğer bir grup diğerini
yönetiyorsa, ikisinin arasındaki ilişki politiktir. Böylesi bir düzenleme uzun bir
dönem boyunca sürdürülürse, bir ideoloji geliştirir (feodalizm, ırkçılık v.s.). Tüm
tarihsel uygarlıklar ataerkildir; ideolojileri erkek egemenliğidir." (Donovan, 2013:
273)
Bundan dolayı, radikal feminist kuramın büyük bölümü, yeni erkek solun
kuramlarına, örgütlenme yapılarına ve kişisel üsluplarına karşı direniş içinde
şekillenmiştir. Kendilerinin erkek radikal örgütler içinde sürekli olarak ikinci sınıf
muamelesine maruz kalmış olmaları ve maço radikal üslup nedeniyle, kadınlar,
kendi içsel demokrasiyi kendinde barındırmasını ve özgün bir kadın üslubun
ortaya çıkmasına imkan verilmesini istemişlerdir. Radikal feministler, kuramsal
açıdan, kendi kişisel "öznelik" sorunlarının yeni solun uğraştığı büyük sorunlarla
eşit meşruiyete sahip olduğu fikrini yerleştirmeyi azmetmişlerdir. Sonunda radikal
feministler, bütün bu sorunların birbiriyle ilintili olduklarına, erkek egemenliğinin
ve kadınlara hükmetmenin toplumdaki baskının kökü ve modeli olduğuna
39
inanmışlardır. Ve gerçekten devrimci olan bir değişimin temelinin sadece
feminizmde olduğuna inanmışlardır (Donovan, 2013: 266).
"Radikal feminizmin aynı zamanda ve aynı süreç içinde gelişen diğer tezleri,
kişisel olanın politik olduğu, ataerkillik ya da erkek egemenliğini-kapitalizmin
değil" kadınların baskı altına alınmasının kökeninde yer aldığı, kadınların
kendilerini bastırılmış bir sınıf ya da kast olarak görmeleri ve enerjilerini, diğer
kadınlarla birlikte kendilerine baskı uygulayanlara -erkeklere- karşı mücadele eden
bir harekete yöneltmeleri gerektiğini, erkeklerin ve kadınların temelde farklı
oldukları, farklı üsluplara ve kültürlere sahip oldukları ve kadınların tarzının
gelecekteki herhangi bir toplumun temelini oluşturması gerektiği düşüncesini
içerir." (Donovan, 2013: 266)
Roxanne Dunbar tarafından1968 de yazılan "Femele Liberation as a Basis for
Social Revolution (Toplumsal Devrimin Temeli Olarak Dişil Devrim) adlı makalesi
aslında radikal feminizmle ilgili fikirleri sunması açısından önemlidir. Dunbar
kadınları, demokratik bir toplumu savunan öğrenciler türünden karma gruplar
içinde çalışmamaya, bunun yerine bağımsız bir kadın hareketi oluşturmaya
yönlendirmiştir. Dumbar'ın kısaca; radikal feminizmin; kadınların şikayetlerinin
"küçük ve siyasal olmayıp yaygın ve kökü derinlerde olan bir toplumsal
rahatsızlığa işaret ettiğini" söylemiştir. Gerçekte ise tüm insanların "tepesinde
Batılı beyaz erkek yönetici sınıfın, en altta ise sömürgeleştirilmiş dünyanın beyaz
olmayan kadınının yer aldığı bir kast sistemi altında" yaşamasıdır. Ne var ki Batı
emperyalizminin
kökünde
cinsiyet
ayrımcılığının
yatması
beraberinde
sömürgeciliği yetiştiren Batılı ulus devletlerin, kadınlar ve toprak üzerinde erkek
egemenliğinin bir uzantısı şeklinde gelişmiş olmasıdır. Sonuç olarak Dunbar,
kadınların erkeklerden farklı olduklarını, kadınların; başkalarının bakımını
üstlenmek, esneklik,rekabetçi olmamak ve işbirliğine açık olmak gibi bazı
anneliğe özgü tutumlara koşullandıklarını ve böylesi tutumların ise özü itibariyle
insancıl olup ve yeni bir toplumun temelini oluşturmaları gerektiğini ifade etmiştir
(Donovan, 2013: 267-268).
40
New York radikal feminist grupları 1967-1968'de oluşturulan, radikal feminist
kuramın ana gövdesini geliştirmişlerdir. Radikal feminist yayınların en büyüğü
olarak kabul edilen ve Haziran 1968 de çıkmış olan, "Notes from the First Year "
(Birinci Yılın Notları) dır. Onu 1970'te Notes from the Second Year (İkinci Yılın
Notları) ve 1971' de ise Notes from the Third Year (Üçüncü Yılın Notları) takip
etmiştir. Bunları önemli kılan şey ise radikal feminist kuramın en önemli ilk
ifadelerini içermesidir. Ekim 1968'de bir grup feministle birlikte Ti-Grace
Atkinson, 1969 yılında bir dizi tavır yazısı yayınlamıştır ve böylece radikal
feminist kuramın önemli yönleri bu eserlerden formüle edilmiştir. Ortaya çıkan
başlıca tez, politik olarak baskıcı olan erkek-dişil roller sisteminin, bütün
baskıların ilk ve özgün modeli olduğu biçimindir. Radikal feministler evliliği
tamamen reddetmişlerdir, çünkü evliliğin kadınlara eziyet etmenin temel bir
formülleştirilmesi olduğunu düşünmüşlerdir. Evliliği reddeden radikal feministler,
genelde ömür boyu evlenmemeyi ön görmekle birlikte; bu ret edişin hem kuramda
hem de pratikte temel bir görev olduğunu ifade etmişlerdir (Donovan, 2013: 269).
Radikal feministler, evliliğin kadını baskı altında tutan temel ilişki şeklini ifade
ettiğini gerekçesiyle bu kuruma şiddetle karşıdırlar. Hatta radikal feminist diye
tanımlanacak bir kadının teoride ve pratikte evlilik kurumunu reddettiği kabul
edilir, çünkü kadının evlilikle hem anneliğe hem de cinsel köleliğe zorlandığına
inanmaktadırlar. Bu nedenle" patriarkal" kurumlardan olan evlilikten kurtulmanın,
kadının kurtuluşu için temel şartı olduğunu ifade etmektedirler (Demir, 2014: 67).
Radikal feministler, savunmasızlığı, bağımlılığı, sahipliği, acıya duyarlığı
geliştiren ve kadının insan potansiyelinin tam olarak gelişmesini engellediğini
düşündükleri aşkı sert bir biçimde eleştirmişlerdir. Bu eleştiri, Shulamith Firestone
tarafından The Dialectik of Sex (Cinselliğin Diyalektiği) adlı eserinde yapılmıştır.
Radikal feministler, evlilik ve aile kurumunun ortadan kaldırılması gerektiğini de
savunmuşlardır. Radikal feministler kendilerince hiyerarşi ifadesi taşımayan ve
kimin hangi vazifeyi ya da hizmeti alacağına kura çekilerek karar verilen bir
sistem geliştirmişlerdir, çünkü feministler hiyerarşik olmayan, temelde demokratik
bir örgüt olmayı hedeflemişlerdir (Donovan, 2013: 270). Radikal feministlere
kendi kültürlerinin özgürleşebilmesi için kadınların örgütlenmeleri gerektiğini ve
41
kadınların dişil ilkenin bayrağını açmaları gerektiğini söylemişlerdir. Bununla
birlikte dişil kültürü; "Duygunun, duyarlılığın, aşkın, kişisel ilişkilerin vs. dişil
kültüründen gurur duyuyoruz. Gerçek bir insan toplumunu oluşması, ancak uzun
zamandır baskı altında olan ve aşağılanan dişil prensibin öne sürülmesiyle
mümkündür. Tüm ırkların, sınıfların ve tüm dünyadaki ülkelerin tüm kadınlarıyla
özdeşleşiyoruz" şeklinde ifade etmişlerdir (Donovan, 2013: 272).
Kadının kurtuluşu; ne liberal feministlerin iddia ettikleri gibi kanunları düzeltmek
ne de Marksist feministlerin iddia ettikleri gibi kanunları toptan kaldırmak
yeterlidir. Radikal feministlere göre kadının kurtuluşu için hem kapitalizm hem de
"patriarkal"in
tamamen
ortadan
kaldırılması
gerekmektedir.
Patriarkal,
feministlerce "babanın yasası", "kadınların erkekler tarafından " ya da "erkeklerin
kadınlara,
yaşlı
erkeklerin
genç
erkeklere
baskın
olması"
şeklinde
tanımlanmaktadır. Patriarkal sisteme özdeş olarak kabul edilen terimlerden
bazıları: güç, iktidar, baskınlık, hiyerarşi, rekabettir. Radikal feministlere göre bu
sistemin reformlarla düzeltilemeyecek kadar köklü ve uzun bir geçmişe sahip
olduğudur ve kadınların bu durumdan ancak ve ancak onu tamamen ortadan
kaldırmaları durumunda kurtulabileceğidir, çünkü o, sadece hukuksal ve siyasal
yapılara değil; aile, bilim, sanat ve akademi camiası gibi toplumsal ve kültürel
yapıların içine de gömülü biçimdedir. Radikal feministlerin bir diğer iddiaları ise;
"patriarkal" in kaynağı ve kadının baskı altında oluşunun kökeninin, cinsel sınıf
sitemine dayanmasıdır ve radikal feministler bu sistemin kaldırılmasına vurgu
yapmaktadırlar. Ancak bu vurgu cinsel sınıf sisteminin nasıl kaldırılacağı sorusunu
da beraberinde getirmektedir. Yapılabilecek şeylerin başında kadın ve erkek
arasındaki biyolojik farklılığı minimize edecek üremeyle ilgili teknolojilerinin
geliştirilmesi gelmektedir. Böylece geliştirilen yeni teknolojilerle annelik, eski
anlam ve işlevini kaybedecektir. Yeni yöntemlere uygun yasal düzenlemeler
yapıldığında ise çocuk dünyaya getiren anne ona bakmak zorunda kalmayacaktır.
Radikal feministler kısacası teknolojik yardımların kadının kurtuluşu olacağını
düşünmüşledir (Demir, 2014: 65-66).
Radikal feministler, kadınların kendi bedenlerinin kontrolünü ele geçirmeleri
gerektiğini savunmaktadırlar. Pek çok devlette kadınların az ya da çok doğurması
42
devlet politikasıdır ve bu politikayı yapanlar da erkeklerdir. Bu durumun bir
benzeri ise kendini kürtaj meselesinde göstermektedir. Radikal feministler, kişisel
kimliklerin yeniden düzenlenmesi gerektiğini, dilin ve kültürün erkeksi şeklinden
arındırılması gerektiğini savunmaktadırlar. Bunun yanında edebiyatta, kitle
iletişim araçlarında, reklamlarda vs. kadının sunuluş biçiminin değiştirilmesini
talep etmektedirler. Bu şekilde insan doğası da yeniden biçimlenmiş ve
geleneklere meydan okumuş olacaktır (Demir, 2014: 68).
Radikal feministler her toplumda iki kültürün var olduğunu düşünmektedirler.
bunları: 1) Görünen ulusal erkek kültürü; 2) Görünmeyen evrensel kadın kültürü
olarak kabul etmektedirler. Her toplumda muhakkak kadın kültürü vardır. Radikal
feministlere göre, liberal feministler ile Marksist feministler erkek kültürünü ve
değerlerini içselleştirmişlerdir bundan dolayı kadınların da erkek standartlarına
göre yaşamalarını istemektedirler. Oysa radikal feministlere göre kadının
kurtuluşu, kadının erkekten farklılaşmasından geçmektedir bu da kadının erkeğe
meydan okumasıyla ve kadının erkeğe benzemediğini kabul etmesiyle mümkün
olacaktır. Radikal feminizmin uzun dönemdeki amacı ise, kadın kültürlü yeni bir
toplum inşa etmek ve kadının yüce olduğunu kabul etmek ve yüceltilmesini
sağlamaktır (Demir, 2014: 69).
Güzel
bir dünyanın
yalnızca
patriarki
ve
kapitalizmin
yok olmasıyla
sağlanmayacağını savunan radikal feministler, özde erkek egemenliğinin bir
uzantısı olan savaşların, ırkçılığın ve çevre kirliliği gibi unsurların da yok edilmesi
gerektiğini düşünmektedirler. Radikal feministler aslında sistematik bir teori
ortaya koyamamaktadırlar, fakat cinsellikten anneliğe, aileden evliliğe, edebiyattan
müziğe, sağlıktan iş ve teknolojiye kadar uzanan çok geniş bir alanda yerleşik
anlayışlara başkaldırarak alternatifler sunmaya çalışmaktadırlar (Demir, 2014: 7071).
Radikal feminizmi kısaca özetleyecek olursak; radikal feminizm çok çeşitli bir
yapıya sahiptir bu durumda özellikle son yıllarda tanımlanması konusunda onu en
güç feminist ekol yapmıştır. Liberal feministler radikal feministlere göre daha
yumuşak bir yapıya sahip olmuşlardır örneğin, liberal feministler kadınlar için
43
belirli haklar elde etmek için mücadele edip kampanyalar düzenlerken radikal
feministler erkek egemen toplum yapısına adeta meydan okumuşlardır. Radikal
feminizmi bu kadar güç kılan şey de tam olarak az önce verilen örnekteki yapısı
olmuştur. Radikal feministler, gerçek ve mutlak bir özgürlüğe ancak erkek
merkezli toplumsal yapıyı yıkarak kavuşabileceklerine inanmaktadırlar. Radikal
feminizmin doğmasının temel nedeni aslında liberal ve sosyalist feministleri
başarısız
bulmuş
olmalarıdır.
Radikal
feministler
köktenci
bir
yöntem
benimseyerek, kadının kurtuluşunu, tüm kadınların tüm erkeklere karşı
ayaklanmasında
görmektedirler.
Radikal
feministler
kısaca
bedenlerinin
kontrolünün erkeklerin elinden alınıp asıl sahibi olan kadınlara verilmesi
gerektiğini düşünmektedirler. Bu teori, ataerkil düzenin yıkılıp kadının hür olması
gerektiğini düşünmektedirler. Annelik anlayışına, evlilik kurumuna, şiddetle karşı
çıkmaları; belki de bu teoriyi daha da katı yapmaktadır. Kadın kurtuluşunun ancak
kadınlarca gerçekleştirilmesiyle sağlanacağını savundukları gibi erkeklerle aynı
paydada olmak fikrine de tamamen karşıdırlar. Onlar, kadından kadına faydanın
olduğuna vurgu yapmaktadırlar.
1.2.3. Marksist Feminist Kuram
Marksizm, özü itibariyle Karl Marx ve Friedrich Engel'in ideolojileri çerçevesinde
geliştirilen
modern
dönemin
önemli
bakış
açılarından
biridir.
Marx'ın
çalışmalarının odak noktası, yaşadığı dönem itibariyle kapitalizme köklü bir
eleştiri yapıp reddetmesidir. Zaten geniş kitlelerce benimsenmiş olması ve 1990'lı
yıllara kadar iki kutuplu dünyanın bir kutbunu oluşturan bir ideoloji haline
gelmesindeki en temel faktör kapitalizme yönelttiği yoğun eleştirilerdir. Marksist
düşüncenin temeli tarihsel materyalizm ve diyalektik materyalizm üzerinedir.
Tarihsel materyalizm dediğimiz şey aslında maddeci varlık anlayışının tarihe
uyarlanmasıdır. Bu uyarlama varlığın esasını oluşturan ve var olmak için
kendinden başka herhangi bir var ediciye ihtiyaç duymayan maddenin, diğer tüm
var oluş biçimlerini belirlemesidir. Bu düşünceye göre, madde her şeyden önce
gelmektedir, kendiliğinden vardır ve belirleyicidir. Böylece insanlık tarihi de
44
maddi güçlerin gelişiminin öncülüğünde meydana gelen diyalektik sürecinden
başka bir şey olamıyordur. Bir düşünce olarak Marksizm, iki temel öğeden
oluşmaktadır. Bunlar; diyalektik materyalizm ve sınıf çözümlemesidir. Marksizm,
insanları tek tek bireyler olarak değil sınıflar olarak ele almaktadır. Toplumsal
sınıf, içinde yaşadıkları maddi koşullar gereği aynı istek ve ihtiyaçları paylaşan
insanların oluşturduğu birlik ve bütünlüktür (Demir, 2014: 54-55)
Çağdaş sosyalist feminist teorinin ve Marx ve Engels'in "kadın sorunu" üzerine
sınırlı spekülasyonlarını anlayabilmek için, Marksist teorinin özellikle üç yönü
üzerine tartışılmaktadır. Bunlar: 1. Maddeci determinizm teorisi yani sınıf
bilincinin oluşması, 2. Yabancılaşmış emek ve ekonomik değerlerin belirlenmesi
ile ilgili emek ve kapitalizm hakkındaki teoriler, 3. Marx ve Engels'in yapıtı olan
"Ailenin, Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökeni" (1884) ninde Engels tarafından
üretilen ve hala sürdürülen feminist teorik yönelimdir. Marx'ın temel görüşlerinden
biri, genellikle tarihsel materyalizm olarak bilinen ve kültür ile toplumun
köklerinin ekonomik koşullarda yattığını savunan determinizm düşüncesidir. Bu
düşünce de Engels'in "Komünist Manifesto"sunun önsözünde açıkça şöyle ifade
edilmiştir: "Her tarihsel dönemde var olan üretim ve değişim biçimi ve buna bağlı
olarak ortaya çıkan toplumsal örgütlenme, o dönemin politik ve düşünsel tarihi
üzerinde yapılandığı ve açıklanabildiği temeli oluşturur". Marx, bir toplumdaki
egemen ideolojinin belirleyicisi olarak yöneten sınıf ve onun ekonomik çıkarlarını
göstermektedir (Donovan, 2013 :134-135).
Marx'ın teorisinin diğer bir önemli yanı ise onun modern endüstriyel kapitalizm
çözümlemesidir. İşçiler bu teoriye göre kendilerini emekleriyle tamamlanmamış ve
bütünlüklü bir süreçte yer aldıkları duygusundan alıkonulmuş hissederler.
Kendilerini işyerinde yuvasız, dinlenme saatlerinde ise yuvada hissederler. Çünkü
emekleri
onlara
ait
değildir,
emeklerinin
kapitalizme
ait
olduğunu
düşünmektedirler. Bu özgün yabancılaşmanın sonunda kadın ya da erkek bir
nesneye dönüşmektedir (Donovan, 2013: 137-139). Bu dönüşümü; ev kadını,
kocası dışarıda çalıştığı halde kendisinin de akşama kadar evde didinip durması,
sürekli bir kısır döngünün içinde aynı işleri tekrarlayıp bununla birlikte karın
tokluğuna ücretsiz çalışmasıyla farklı bir biçimde yaşar. Kısaca ev kadını da işinin
45
bir karşılığı ve ödülü olmadığı için zamanla işine yabancılaşıp bu sisteme dahil
olur (Öztürk, 2011: 89).
En yalın haliyle, Marksizm ve feminizm bileşenlerinden oluşan Marksist feminist
kuram,
kadınların
toplumdaki
konumlarını
sorgulayan,
ev
işlerinin
sosyalleştirilmesi ve ev işlerinin ücretlendirilmesi gerektiğini savunan bir kuramdır
(Şahin, 2013: 291). 19. yüzyıl ortalarından sonra feminizm üzerine tartışmaların
yaşanmaya başladığı dönemdir. Bu dönemlerde savunulan teori eğer kadın erkek
eşitliğinin sağlanması için yeterli değilse bu noktada feministler farklı arayışlar
içerisine girmişlerdir. Örneğin; liberal feminizmin kadın ve erkeğe fırsat eşitliğinin
uygulanıp uygulanamayacağı tartışması Marksist feminizmin çıkmasına neden
olmuştur. Marksist feministler, kadın sorununun çözümüne dair liberal feminizmin
getirdiği çözümlerin sonuçsuz ve geçersiz olacağını savunmaktadırlar. Bunu da
sınıflı toplumlarda fırsat eşitliğinin olmamasına dayandırmaktadırlar, çünkü
kadının baskı altında olmasının nedeninin kapitalizm olduğunu düşünmektedirler.
Diğer tüm ezilen kadınların bu sistemden kurtulup sosyalist sisteme geçmeleriyle
bilhassa erkeklere olan ekonomik bağımlılıklarından kurtulup bağımsız ve bununla
birlikte onlara eşit olacaklarını savunmaktadırlar. Bu nedenle Marksist
feministlerin sıklıkla vurguladıkları ve sözünü ettikleri kavramlar; kapitalizm,
sınıflı toplum ve ekonomidir. Marksistler kadının ezilme nedeni olarak sınıf
farklılığını
göstermektedirler.
Onlara
göre
kadının
ezilmesinde
cinsiyet
farklılığının pek de etkisi yoktur (Demir, 2014: 56-57). Marksist feministler,
kadının kamusal üretimden dışlanmasına bağlı olarak ezilmesi üzerinde de
durmaktadırlar. Sınıfsız bir toplumun en iyi toplum olduğu düşüncesi Marksistler
için temel felsefedir bunundan dolayı cinsiyeti ayrı bir kategori olarak ele
almamaktadırlar. Çünkü Marksizm'in üzerinde durduğu şey sınıflar ve bu sınıflar
arasındaki çatışmalardır. Özgürlük kavramını da liberalizmden tamamen farklı bir
boyutta değerlendirmişlerdir ve özgürlüğün bilinçli üretim faaliyetleri terimleriyle
ve hem zihinsel hem de fiziksel anlamda tanımlanması gerektiğini söylemişlerdir.
Marksizm için, liberal anlayışın sağladığı medeni haklar yetersizdir (Ataman,
2009: 16-17).
46
Marksist feministlerin üzerinde tartıştıkları bir diğer konu ise, kadınların yalnız
başlarına bir sınıf oluşturup oluşturmadıklarıdır. Sınıf tanımının öğeleri itibariyle
bakıldığında kadınların toplumsal üretimdeki konumları, mülkiyet ilişkilerindeki
yerleri ve sahip oldukları bilinç bakımından tek bir sınıf oluşturmaları mümkün
görünmemektedir. Çünkü kadınlar hem işçi hem de burjuva sınıfının erkekleriyle
arkadaş, kardeş, eş veya anne ilişkisi içinde süreçlerine devam etmektedirler. Bu
bağlamda kadınların bu iki sosyal sınıfın dışında bir sınıf oluşturmaları mümkün
görülmemektedir. Öte yandan kadınların ev, eş ve çocuk bakımı ile ilgili sahip
oldukları bilgi ve birikimler, bu işlerin ücretlendirilmesi tarzındaki mücadelelere
motive edilmesi için yeterli benzerlikler taşımaktadır. Marksist feministler, ev
işlerinin ücretlendirilmesi gerektiğini savunmakta böylece bunun için mücadele
veren kadınların, işçi sınıfı bilincine benzer bir bilinç kazanacaklarına
inanmaktadırlar (Demir, 2014: 57).
Sömürü sistemi içerisinde kadınların erkeklerden daha fazla ezilmelerinin önemli
nedenlerinden biri kapitalizmin bir sonucu olan yabancılaşmadır. Buradaki
yabancılaşma kavramsal olarak; kişinin hayatını anlamsız bulması ve yaptığı işleri
bütünlük içerisinde kavrayamamaktan dolayı hissettiği bölünmüşlük duygusudur.
Bu mantalite çerçevesinde ifade edilmek istenen şey; kapitalizmin doğal bir
sonucu olarak artan uzmanlaşma ve işbölümü kişileri önce kendi emeklerine, diğer
insanlara ve en sonunda da içinde yer aldıkları sisteme yabancılaştırmaktadır
(Demir, 2014: 57). Zaten Marx, yabancılaşmanın temel nedenini endüstriyel
kapitalizmini göstermiştir.
Marksist yabancılaşma teorisine göre emeğini satarak hayatını sürdüren insanlar
(kadın-erkek) yaptıkları işten hiçbir tatmin alamazlar. Bununla birlikte neyi, nasıl
ve ne kadar yapacaklarına da hep başkaları karar verdiği için kişiler kendi
emeklerine yabancılaşmaktadırlar. Bu anlamda iş konusunda diğer insanlarla
rekabet etmek zorunda olan insanlar bir zaman sonra da birbirlerine yabancılaşır
duruma gelmektedirler. Marksist feministler bu yabancılaşma olgusunun
kadınların daha da yoğun olarak yaşandığını savunmaktadırlar. Bunun nedeni
olarak kadınların ev dışında, iş ve arkadaş çevreleri gibi değişik ortamlarda
toplumla bütünleşip, kendilerini ifade edecek ve toplumla bütünleştirecek
47
imkanlarda yoksun kalmalarıdır. Bu da kadının yabancılaşma olgusunu daha da
fazla yaşamasına neden olmaktadır. Bunun dışında kadını eve mahkum eden; ev
işleri, annelik ve çocuk bakımı gibi işleri ve rolleri de vardır. Engels'in bu duruma
çözüm olarak sunduğu şey; çocuk bakımının ve eğitiminin toplumsal bir iş olduğu
ve bu işin çözümünün topluma transfer edilerek çözüme kavuşacağıdır. Ancak bu
sorunun kişisel çabalarla aşılması mümkün görünmemektedir. Çünkü bu durum
üretim tarzının bir sonucudur ve bu da ancak üretim tarzının değişmesiyle
mümkün olacaktır. Bu nedenle Marksist feministler, liberal feministlerin iddia
ettiği gibi kadın sorununun yasal reformlarla çözülebileceğine inanmamaktadırlar.
Onlara göre reformlar sadece kadınların kötü durumlarını hafifletir, ama tamamen
değiştirmeye yetmez (Demir, 2014: 57-58).
Geleneksel Marksist düşüncede Marx'tan ziyade Engels de kadınların durumunu
anlatan yazılar yazmıştır. Engels, baskı ve zulmün sömürü anlamına geldiğini ve
kadın üzerindeki baskının genel sömürü sisteminden daha da karışık olduğunu
düşünmüştür. Aile kurumunun kadının evdeki köleliğini gizlediğini kabul etmesine
rağmen, temelde kadın ve erkeğin köleliğinin kapitalist sistemden kaynaklandığını
iddia etmektedir. Bu yüzden ezilen sınıfın baskıdan kurtulması, kadının da
ayrımcılıktan ve sömürüden kurtulması anlamına geldiğini söylemiştir. Kadınların
kurtuluşu için farklı bir yöntem de öngörmemiştir (Ataman, 2009: 17).
"...Baskılar, duygu ve bağlılıkların inkarı, kadınların ve kadınsı şeylerin reddi, erkek
dünyasının benimsenmesi, idealize edilen [ama] namevcut baba ile özdeşleşme tümü kadınların anneliğinin bir ürünü- cinsiyet- toplumsal cinsiyet sistemindeki
erkek egemenliğini, erkekliği ve aynı zamanda kapitalist çalışma dünyasında yer
alan erkekleri yaratır" (Donovan, 2013: 166).
Bilindiği üzere sanayi kapitalizmine kadar üretim, aile merkezliydi. Buradaki
aileyi çekirdek aile olarak algılamamak gerekir zira bu aile yakın akrabaları da
içine alan geniş bir ailedir ve bu aile içerisinde iş bölümüne göre kadının yerine
getirdiği yemek yapımı, çocuk bakımı, çocuk eğitimi, temizlik gibi işlerin erkeğin
yaptığı işler kadar merkezi önemi vardı. Ancak sanayileşmeye paralel olarak meta
48
üretimin ev merkezli olmaktan çıkarılıp kamusal alana aktarılmasıyla beraber,
kadının yaptığı işler para getirmediği için üretken olmayan işler sınıfına atılmıştır.
Bu noktada Marksist feministler sürece dahil olup, bunu bir sorun olarak görmüş
ve kadının yaptığı işlerin ikincileştirilmişlikten kurtarabilmek için çözüm önerileri
üretmişlerdir. İlk çözüm olarak da kadına ait iş olarak kabul edilen ve kadının
toplumsal üretimde ikincileştirmesine sebep olan ev işlerinin toplumsallaştırılması
gerektiğini önermişlerdir. Çünkü kadınların ağırlıklı olarak yaptığı işlerin piyasa
değerinin olması sebebiyle kadın ikincileştirmektedir. Böyle bir sistemde de kadın
üretici değil, tüketici durumundadır. Bu sorunu çözmek için de kadının yalnızca
dışarıda para getiren işlerde çalışması yeterli olmayacaktır. Çünkü bu durumda
kadınlar, hem işlerini yapmak hem de dışarıda çalışmakla yani iki işi sürdürerek
daha fazla yorulacaklardır. Bu sebeple bu sorunun kökten çözülebilmesi için ev
işlerinin tamamen toplumsallaştırılması gerekmektedir. İkinci çözüm ise daha çok
Ortodoks olmayan Marksist feministlerce savunulmaktadır. Bu feministlere göre,
kadınların ev dışında çalışması yerine ev işlerinin ücretlendirilmesini en uygun
yöntem olarak görülmektedir. Bu noktada da ev işlerinin ücretlendirilmesi
yükümlülüğü tek tek bireylere değil devlete düşmektedir. Ev işlerinin
ücretlendirilmesi de ya devlet evli erkeklere özgü bir vergi geliştirerek bir fon
oluşturur ve bu fondan kadınlara ücret öder ya da devlet kadın-erkek veya evlibekar ayrımı yapmadan tüm çalışanlardan topladığı vergilerden oluşturacağı
fondan ev kadınlarına ücret ödeyerek bu ücretlendirme işlemini gerçekleştirebilir
(Demir, 2014: 59-61).
Marksist feminizm üç ana teması vardır. Bunlardan ilki; kapitalizmin işçileri
sömürdüğü gibi, erkek şovenizminin de kadını sömürdüğü iddiasıdır. İkincisi;
kadın emeğinin erkek tarafından sömürülmesiyle kadının kendi emeğine
yabancılaştırıldığı teoridir ki, Marksist feministler bunun çözümünün ancak aile
kurumunun ortadan kaldırılmasıyla mümkün olacağını savunmaktadırlar. Bu
çözümü savunan Marksistler arasında Lise Vogel, Margeret Benston, Angela
Davis ve Eli Zaretsky gibi kuramcılar vardır. Üçüncü olarak da erkek dışarıda
çalışırken kadının da evde çalışıyor olması kadına da erkeğinki gibi ücretin
verilmesi gerektiğini kısaca ev işlerinin ücretlendirilmesi gerektiğini savunan
49
teoridir. Ancak zamanla kadınlar en büyük zararı Marksist hareketin kendinden
görecekler ve bunun çözümü olarak da içinde bulundukları hareketten ayrılıp
Radikal feminizme yöneleceklerdir (Öztürk, 2011: 89-90).
Kısaca Marksist feminizm, Karl Marx'ın fikirlerinin feminizme uyarlanmış halidir.
Marksist feminizm de en az radikal feminizm kadar içsel çelişkilere sahiptir.
Sosyalizmle benzer özelliklere sahip olan Marksizm, bir yandan kendi sınıfsal ve
ekonomik çıkarlarına bakmaksızın sırf kadın oldukları için tüm kadınların
çıkarlarını savunurken, bir yandan da sömürülen işçi sınıfının çıkarları için
mücadele etmişler ve sırf bu yönüyle de çelişkiye düşmüştür. Çünkü feminizm
dediğimiz şey ezilen, emeği yok sayılan kadınları içine almaktadır. Ve bu ezilme
ve yok sayılma da ne yazık ki erkeklerce kadınlara uygulandığı için burada asıl
mağdur olan kadınlar için çözüm önerileri üretilmişse de bir yandan da sınıf bilinci
denilerek ezilen hangi sınıftan olursa olsun hakları savunulmaya çalışılmıştır.
Marksist feministler en temel mücadelelerini ise evde ücretsiz çalıştırılan, dışarıda
ise sömürülen kadın işçilerin haklarını korumak için vermişlerdir. Marksist
feminizm,kadını tüketici konumdan üretici konuma sokmak, ev işlerini
ücretlendirmek, kadınları ezilmişliğin altından çıkarmak ve kadın ile erkek
arasındaki eşit işe eşit ücret politikalarını yaşanılır kılmak gibi temel politikalar
üzerine kurulmuştur. En yalın haliyle Marksist feminizm, Marx ve Engels'in
öğretileri üzerine temellenmiş ve kapitalist sistemde sömürülmüş-ezilmiş kadın
işçilerin hakları için mücadele etmiş feministlerin oluşturduğu bir feminist türdür.
1.2.4. Sosyalist Feminist Kuram
Sosyalizm kavramı çok geniş bir alanı kapsadığından dolayı siyasal düşünce
tarihinde pek çok düşünce akımı bu kavram çerçevesinde ele alınır. Bu sebeple
sosyalizm kelimesi bazen başka bir kelimeyi niteleyen bir sıfatken (örneğin
sosyalist feminizm) bazen de başka bir sıfatla nitelenen bir kavram (örneğin ütopik
sosyalizm veya bilimsel sosyalizm) olabilmektedir. En geniş biçimiyle sosyalizm,
özel menfaatlerin yerine genel menfaatlerin önceliğini ve özel mülkiyetin yerine
kamu mülkiyetinin yerleştirilmesi olarak tanımlanır. 19. yüzyıl da Avrupa'da
50
sosyalizmin gelişmesine sebep olarak dönemin ekonomik ve sosyal problemleri
gösterilir. Sanayileşmeye paralel olarak da toplumların ekonomik ve sosyal
yapılarında büyük değişimler olmuştur ve bu süreçle birlikte yeni sorunlar ortaya
çıkmıştır. Kırsal bölgelerden akın akın gelen insanlar, kentlerde çok zor şartlar
altında çalışmak zorunda kalmışlardır. Emeklerinin karşılığı olarak da çok az bir
gelir elde edebilmişlerdir. Üretim hızla artmış ancak gelir dağılımı aynı hızla
artmamıştır. Gelir dağılımındaki bu adaletsizlikler çeşitli sorunların türemesine de
neden olmuştur. Doğal olarak dönemin düşünürlerince bu duruma dikkat çekilmiş
ve çözüm için de çeşitli önerilerde bulunmuşlardır. Ancak düşünürlerin toplumsal
sorunların çözümü için önerdikleri modellerin gerçekleştirilme şansının çok zayıf
olması bu çözüm ve önerilerin ütopik sosyalizm olarak nitelendirilmesine neden
olmuştur. Daha sonraları Marksistlerden etkilenen sosyalist düşünürler, toplumcu
görüşleriyle sosyal bilimlerde ve siyaset bilimlerinde liberal yaklaşımların
karşısında sürekli eleştirilen ve alternatifler sunan bir süreçle yol almışlardır.
Sosyalist feminizm de bir yerde sosyalist bakış açısı içinde kalan düşünürlerce
oluşturulmuştur (Demir, 2014: 72).
Sosyalist feminizm, radikal ve Marksist feministler gibi tüm dünyadaki siyasi,
toplumsal ve ekonomik hareketliklere paralel olarak feminizmin 1960'ların
sonlarında 1970'lerde doğan komünist kollarından biridir. Amacını radikal
feminizm ve Marksist feminizm anlayışlarını birleştirmek olarak ifade edebiliriz
(Şahin, 2013: 310-311). Sosyalist feministler, temelde Marksist ve radikal
feministlerin sorunlarından sakınıp, bu iki teori arasında bir sentez yapmaya
çalışmışlardır. Sosyalist feministler, Marksist feministlerin yaptığı gibi Marx ve
Engels'in temelini oluşturdukları temel kavramların dışında farklı kavramsal
sisteme ihtiyaç duymamışlardır. Sosyalist feministler, kadın-erkek ilişkilerinin
açıklanabileceği ve kadınların ezilmişliklerinin ancak sınıfsız topluma ulaşınca
ortadan kalkacağı iddiasını yetersiz bulmuşlardır. Bununla birlikte kadın
sorununun Marksist feministlerin yaptığı gibi sistematik olarak ekonomik ve sınıf
kategorileri altında toplanamayacağını savunmuşlardır. Marksist feminizm,
kadınları toplumsal üretim sürecine dahil edip onlara sınıf bilinci oluşturmaya
çalışmışlardır (Demir, 2014: 73).
51
Sosyalist feministler, Marksistler gibi kapitalizme karşı hep bir mücadele
içindedirler ancak kapitalizme karşı çıkış metotlarında farklılıklar mevcuttur.
Sosyalist feminizm, ilk başlarda Marksist feminizmin kapitalizmle mücadelesine
benzer bir tarzda ekonomik eşitsizlikler üzerine yoğunlaşmış olsa da zamanla
ataerkil baskı ve erkek egemenliğine karşı tavır almıştır. Bu tavrın nedenini ise
kadınların şiddete maruz kalmaları ve bunun sebebi olarak da erkek dünyasının
ezici hakimiyetini göstermişlerdir. Fakat sosyalist feministlerin aldığı tavır;
radikallerin "kökten söküp atma" girişimlerinden farklıdır. Sosyalist feministlerin
amacı kadının ekonomik ezilmişliklerini ataerkillikten kurtarıp kadını erkeğin
seviyesine çıkartıp mevcut eşitliği sağlamaktır. Sosyalist feministler, erkek ve
kadın arasındaki farkları fark etmiş olsalar bile sadece kadınların haklarını
düzeltmeye çalışmamışlar aksine güttükleri politika gereği aynı zamanda bütün
işçilerin durumlarının iyileştirilmesi içinde uğraşmış ve mücadele etmişlerdir.
Sosyalist feministler, böylelikle iş yaşamında eşitlik talebinde bulunurken sadece
kadınları yanlarına almamışlardır. Karşıt cinsi de yani erkekleri de kadın davasında
kendi saflarına katmaya çalışmışlardır. Bilhassa ekonomik anlamada oluşan
eşitsizlikleri çözebilmek adına benzer işlerde çalışan erkeklerle örgütlü mücadele
oluşturup maddi durumlarının iyileştirilmesi amaç edinmişlerdir (Şahin, 2013:
311-312).
Sosyalist feministler, ezilmişliklerinin altında yatan şeyin, işçi sınıfının kapitalist
sistemde sömürülmesi ve erkek egemenliğinin yıkıcı üstünlüğünü görmüşlerdir.
Bu iki zararlı faktörün ortadan kaldırılmasıyla hem kadınlar hem de erkekler
baskıcı tutumundan kurtulmuş olacaklardır. Sosyalist feministler, sınıf ve cinsiyet
meseleleriyle ilgilenip eleştirmişlerdir ve bu eleştirilerinin temel noktası ise
yeniden üretimdir. Kamu-özel ikiciliği ile
doğa-kültür ikiciliğine karşı
çıkmışlardır. Sosyalist feminizm, insanlığın temel gereksinimleri olan "aş ve iş"
üzerine odaklanmış ve toplumun dikkatini de bu yöne çekmişlerdir. Bu durum da
feminist düşüncenin başlangıçtan bu yana sosyalizmin köşe taşı olmasını
sağlamıştır. Modern endüstrileşmenin her evresinde kadınlar ve sık sık çocuklar
ücretli iş gücünün bir parçası olmuşlar ve bu nedenle de sosyalist incelemelerde de
sömürülen-ezilen işçi sınıfının birer parçası olmuşlardır. (Şahin, 2013: 312-313).
52
Kısacası; sosyalist feminizm, Marksist kategorilerin temelinde ve radikal
feminizmin eleştirileri ışığında şekillenmiştir. Karl Marx ve Friedrich Engels'in
teorilerinin sosyalist feminizme aktarılmasıyla sosyalist feminizm oluşmuştur.
Marksist feministler kadınların en temel mücadelesi olarak sınıf mücadelesini
görürken; radikal feministler ise bu mücadeleyi kadının özgürlük mücadelesi
olarak görmektedir. Sosyalist feminizm ise daha çok kadınların baskı altında
olmalarını, cinsiyetçilik, ırkçılık ve sınıf ayrımcılığı gibi daha çok eylemlerde ve
sokak gösterilerinde kendini göstermiş bir feminist kuramdır. Sosyalist
feministlerin kadınlar için istediği en temel şeylerin başında; kadınların kendi
ayakları üzerinde durabilmeleridir, yani kadınlar ekonomik açıdan özgürlüklerine
kavuşmalı ve erkeğe bağımlı olmaktan kurtulmalıdırlar. Ancak bu şekilde kendi
yaşamlarına
kendileri
müdahale
edebilecek
ve
kendi
yaşamlarını
düzenleyebileceklerdir. Ayrıca kadının ezilmişliğinin bir başka sebebi olarak özel
mülkiyeti gören sosyalist feministler, kadınların kurtuluşunu, özgürlüklerine
kavuşmalarının
özel
mülkiyetin
kaldırılmasına
da
bağlamaktadırlar.
Mücadelelerinde erkekleri de saflarına çekmeleri bu teoriyi diğer feminist
teorilerden farklı kılmaktadır. Zaten sosyalist kelimesi kavramsal olarak eşitliğe
vurgu yaptığı için bu tarzdan bir mücadelenin başarılı olması ancak kadın ve
erkeğin kenetlenmesiyle mümkün olacaktır.
1.2.5. Postmodern Feminist Kuram
Postmodern feminizme geçmeden önce postmodern, modern ve modernlik
kelimelerini kısaca açıklamak yerinde olacaktır. İngilizce de post bir ön ektir ve
"sonra" anlamına gelmektedir. Modern ise bir önceki döneme göre içinde
bulunulan döneme özgü olan anlamına gelmektedir. Modern terimi, Türkçede
"çağdaş" sözcüğü ile karşılanmaktadır. Çağın sürekli değişmesine paralel olarak
modern olanın da zamanla değiştiği görülmektedir. Etimolojik olarak Latince
modo (şimdi, hemen)'dan türetilen modernus kelimesine dayanan modern kavramı,
ilk kez 5.yüzyılın sonlarında Avrupa'nın Atlantik kıyılarında yaşayan insanlar
tarafından kullanılmıştır (Demir, 2014: 18). "Öncekinden farklılığı ifade etmek
53
üzere kullanılan modern terimi, yakından bakıldığında sürekli gelişmeyi ima eden
evrimsel bir tarih modeli varsayımına bağlı olarak anlam kazanmaktadır" (Demir,
2014: 19). Bu da bugünü düne göre tercih edilebilir kılan şeyin aslında bu günün
düne olan üstünlüğüdür. Modern, radikal bir değişimden sonra ortaya çıkanı
niteleyen, insanı olduğu kadar çevresini de nitelemek için kullanılmaktadır. Yani
modern olmak; düne ait olmayan ve başka yöntemlerle ele alınması gereken bir
dünyada yaşamaktır. Bu tanımlamaya göre modern insan, kendisini sürekli
yenileyebilen ve yeni şartlara uyum sağlayabilendir. Modernlik ise; eskiye oranla
dilde, anlamada, sanatta daha rafine edilmiş, daha ileri ve daha gerçekçi olan
demektir. Modern kelimesi daha çok bir sıfat olarak, modernlik ise daha çok belirli
bir zaman diliminde modern kabul edilen somut değer,ilişki ve kurumları
adlandıran bir isimdir.Modernlik 16. yüzyılda ortaya çıkmış kültürel ve toplumsal
değişikliklerdir. Kısacası modernliğin Batı'da ortaya çıkmasından bu güne,
toplumsal, ekonomik ve siyasal öğelere gönderme yapan bir özet kavram olarak
bilinmektedir (Demir, 2014: 19-21).
Postmodernizm terimi çok sık kullanılmamasına karşın ne anlama geldiğine dair
tartışmalar yaşanabilmektedir. Modernizm sonrası mı, ötesi mi yoksa karşıtı mı?
Bazıları postmodernizmi, modernizmin değişik bir versiyonu olarak görmekte ve
postmodernizmi tüm inkarcılığına karşın modernizmin bir devamı olarak
düşünmektedirler (Demir, 2014: 31).Postmodenizmin içerisinde sanattan kültüre,
kültürden politikaya kadar pek çok hareketin görülebileceği bir dalga olarak
düşünebilir.
Aslında
postmodenizm
için
yapılmış
tanımlamalar
oldukça
renklidirler. Örneğin; bir sosyal bilimler sözlüğünde postmodenizm şöyle
tanımlanmıştır: Aynı paradigmal çerçeveyi ya da uygarlık düzenini paylaşmakla
birlikte, modernliğe ve onun düşünce tarzı olan modernizme yapılan içsel eleştiri
ve alternatif geliştirmeye yönelik çabaların tümüdür (Demir, 2014: 34-35).
"Feminizm özellikle İkinci Dünya savaşından hemen sonra ortaya çıkan entelektüel
çevre içerisinde oluşan fikir akımlarından kaynaklanan çeşitlerini ifade için daha
çok postfeminizm sözcüğü kullanılmaktadır. Çünkü İkinci Dünya savaşından
Modernizm'in daha etkin eleştirileri yapılmaya başlamıştır. İşte bu eleştirilerin
yapıldığı dönemde pek çok yeni felsefi kuram, ortaya çıkmıştır. Aydınlanma
54
döneminde modern akımların etkisiyle ortaya konan feminist kuram, bu seferde
modernizme yönelen bu eleştirilerden etkilenerek yeni bir biçim almaya başlamıştır.
Modernizme yönelen bu eleştiriler, zamanla post-modernizmi, post-modernizm de
post feminizmi doğuracaktır" (Öztürk, 2011: 99).
Demir (2014: 54-55), postmodern düşünce ekolleri olduğunu söylemiş ve bu
ekollerin postmodern feminizme olan katkılarını şöyle ifade etmiştir:
"Postmodern düşüncede farklı ekoller vardır. Birincisi en radikal gelenek olan ve
başını J. Derrida, M. Foucault ve Lyotard'ın çektiği Fransız geleneğidir. Bunların
iddialarına göre herkes (kadın ve erkek) kendi gerçeğini yaratır, farklı gerçekler
arasında hüküm vermenin imkanı da yoktur. Çünkü bunları yargılayacak bağımsız
bir kriter yoktur. Fransız postmodernistler aşırı rölativistler olarak tanımlanır.
İkinci gelenek, bilim felsefesinden gelmektedir ve en iyi tanımlanan düşünürleri ise
Thomas Kuhn, Imre Lakatos ve Paul Feyerabend'tir. Bunları bilgi üretme işinin
oldukça karmaşık bir iş olduğunu ve bilimin başarılı bir bilim olabilmesi için kendi
özel standartlarını oluşturan araştırma geleneği bağlamında yapılması gerektiğini
ileri sürmektedirler. Üçüncü gelenek, hermenötik/yorumsamacı gelenektir.
Yorumsamacılık, metinlerin ve gizli olanın yorumuyla ilişkili bir metodolojik
yaklaşımdır. Bu geleneği oluşturan düşünürlerin başında Heidegger, Gadamer,
Habermasi Ricoeur ve Taylor gelmektedir."
Modern dönemin yücelttiği tüm değer ve kurumlara karşı ilk başkaldırıyı
postmodernizm 1970'li yıllardan itibaren Batı entelektüellerinin ilgi odağı olmayı
bilmiştir. Kısa bir zamanda postmodernizm kendisini; sanatta, edebiyatta,
düşüncede, felsefede, mimaride, bilimde, müzikte v.b. kendini göstermiş veinsan
hayatıyla iç içe olmuştur.1980 sonrasında postmodernizmin yanı sıra feminizm de
önemsenmeye ve benimsenmeye başlamıştır. Bu önemsemenin nedeni ise
feminizmin tıpkı postmodernizm gibi Batı kültür düşünce ve pratiğinin
sorgulamasının
yapılmasını
öngörebilmesidir.
Nitekim
feminizm
ve
postmodernizm son zamanların en önemli siyasal ve kültürel akımları arasında yer
almayı başarmıştır (Demir, 2014: 82).
Aslına bakılırsa feminizm ve postfeminizmi sentezleyen postmodern feminizm,
17. yüzyıldan günümüze süre gelen modern bilim anlayışının, erkeğin bilim ve
aklı, kadının ise duygu ve mantıksızlığı çağrıştırdığı iddiasını referans alan "erkek"
merkezli bilim anlayışı olduğunu iddia etmektedir. Bu iddiaya göre, kadın modern
55
bilginin oluşturulmasında devre dışı bırakıldığı için yeni bir bilimsel anlayışa
ihtiyacı vardır. Postmodern feminizm anlayışı olarak bilinen, erkeklerin kadınlara
karşı önceliklere sahip olduğunu kabul etmekte ancak bu kategorileşmenin önemli
olmadığını ifade etmektedir. Postmodern almayışa göre, kadın ile erkek arasında
sadece toplumsal olarak yapılandırılmış farklılıklar vardır. Öğrenilmiş davranışlar
ve toplumsal normlar, erkek ve kadını birbirinden ayrıştırmıştır. Diğer feminist
anlayışlarda olduğu gibi postmodern yaklaşımları vurgulayan feministlerde de,
erkekselliğin kadınsallığa tercih edildiğini öngören ikili yapıyı eleştirmektedir.
Bununla birlikte diğer feminist yaklaşımların savunduğu erkek, kadın, erkeklik ve
kadınlık gibi cinsiyet kategorilerinin zamansız ve homojen oldukları fikrini kabul
etmemektedirler (Ataman, 2009: 20). Postmodern feministler, tüm kadınların
yararı için bir eşitlik kuramı oluşturmuşlardır, yani kadın kategorisini yadsıyıp
farklı kadınlık durumlarının bulunduğunu öne süren çoğulcu bir yaklaşımı
benimsemişlerdir (Arat, 2010: 11).
Postmodern feministler, Batı ülkelerinin beyaz erkeklerinin, kadınlar ve diğer
renkteki
marjinalleri
ile
teorik
bir
diyaloga
geçmeleri
gerektiğini
düşünmektedirler. Bilhassa Batının dışında yer alan feminist yazarlar, genelde
Batılı, özelde ABD'li feministlerin geri kalmış olan dünyanın gerçekliliklerini göz
önüne almadan kuramlar geliştirdiklerini ve kavramsallaştırmalar yaptığını ileri
sürerek eleştirilerde bulunmuşlar ve bu tekdüze feminist anlayışa bir tepki olarak
çoğulcu bir bakış açısını yansıtan postmodern yaklaşımları benimsemişlerdir.
"Hegemonik feminizm" olarak da bilinen Batıcı anlayışa karşı çoğulcu alternatifler
geliştirilmiştir ve bunlardan biri olan postmodern feminizm, çok sayıda gerçekliğin
örneğin; rasyonalite ve güç, sevgi ve karşılıklı bağımlılık gibi aynı anda var
olabileceğini kabul etmektedir. Postmodern feministlere göre farklı kültürleri
temsil eden kadınlar, farklı feminist versiyonları da geliştirebilirler (Ataman, 2009:
21).
Postmodern feministlerde "öteki olmak" kavramı önemlidir. Postmodern
feministler, radikal feministler gibi kadının ve erkeğin farklı oldukları yolunda
mücadeleler vermiş; kadın ve erkeğin eşit olmasından ziyade farklılıklarını gözler
önüne sermişlerse de onlar için öteki olmak ayrıcalıktır. Onlar, öteki olmaktan
56
kurtulmak yerine öteki olmayı avantaj haline getirmeyi denemişlerdir. En yalın
ifadeyle, postmodern feminizm, dişil veya eril bir doğanın varlığı fikrine karşı
gelmişlerdir ve gerek tarihsel gerekse de kültürel açıdan özgül bilgi bağlamında
erkekler ile kadınlar arasındaki bölünmeleri incelerler (Şahin, 2013: 348).
Sonuç olarak postmodern feminizm, kadın sorunları üzerine önemli roller
üstlenmiştir. Postmodern feminizm, kadın sorunu konusunda düşünen ve böyle bir
sorunda kendisini taraf hisseden herkese yeni roller ve ufuklar açmıştır.
1.3. Feminist Perspektiften Popüler Kültürde Kadınların İmajı
Popüler kültürde kadın imajını anlayabilmek için bazı kavramların anlamlarını
açıklamak gerekmektedir. İmajı bir mesleğin bir toplumdaki mesleki geçerliliği ve
statüsüzünün o mesleği oluşturan toplumla şekillenen bir kavram olarak
görebiliriz. Ne var ki bir mesleği popüler kılan şey o mesleği icra edenlerin
cinsiyetsel niceliklerinin durumu olmamalıdır. Örneğin profesyonellik problemi
yaşayan hemşirelik mesleğini ele aldığımız zaman: hemşirelerin görevinin sadece
kan almak, tansiyon ölçmek, iğne yapmak gibi basit seviyede işler olduğunu
düşünen ve günümüzün yüksek eğitimi ile yetişmiş hemşirelerini ise eski kurs
hemşireleri ile karşılaştıran bir toplumda daha çok kadınlarca tercih edilen
mesleklerin popüler kültürde imaj problemi yaşaması da kaçınılmaz olmaktadır
(Çelik v.d., 2013: 148).Meslekleri kadın mesleği, erkek mesleği şeklinde
sınıflamanın popüler kültürde imaj problemine neden olması da kaçınılmaz
olacaktır. Bu konu başlığını daha iyi açıklayabilmek için bundan sonraki alt
başlıklarda konu detaylandırarak açıklanacaktır.
1.3.1. Kültür ve Popüler Kültürün Tanımı
Gündelik yaşamımızda hemen herkesin kullandığı bir kelime grubu olan popüler
kültürün ne olduğu konusunda çeşitli görüşler bulunmaktadır. Bu görüşlerin bir
kısmı popüler kültür kavramına karşıyken bir kısmı da popüler kültürün tarafında
57
yer almaktadır. Popüler kültürü tanımlamadan önce "kültür"ün tanımlarına bakmak
yararlı olacaktır. Latince kökenli olan kültür kelimesinin anlamsal içeriği toprağa
bir şeyler ekip biçmektir. Aynı zamanda insan zekâsının oluşumu, gelişimi,
geliştirilmesi ve yüceltilmesi anlamıyla kullanması bu kelimenin değişik ve
bugünkü anlamına yakın bir biçimde kullanılmasına yol açmıştır. Kültürün bir
diğer anlamı ise toplum tarafından tarihin gidişi içinde yaratılan ve toplumun kendi
gelişmesi içinde ulaşılan aşamayı gösteren tüm maddi ve manevi değer olarak da
tanımlanabilmektedir (Sakallı, 2014: 308).
Kültür kavramsal açıdan pek çok bilimsel araştırma disiplini ya da uygulama
alanında kullanılmaktadır. Bu çok alanlılık şüphesiz ki kültüre farklı yaklaşım ve
farklı kültür tanımlarının yapılmasına yol açmaktadır. Bundan dolayı biyoloji,
sosyoloji, tarih, antropoloji, güzel sanatlar, felsefe v.b. konularda ele alınan kültür
kavramını tek bir tanımda açıklamak zordur. Bu bağlamda Özdemirci (2014: 116117), farklı ekollerden gelen farklı kültür tanımlarından birkaç tanesini şöyle
tanımlamıştır:

Kültür, toplumların birikimli uygarlığıdır.

Kültür, insanların bir toplumun üyesi olarak edindikleri her türlü alışkanlık
ve yeteneği içeren karmaşık bir bütündür.

Kültür, bir topluluğa ait paylaşılan ve bir nesilden diğer bir nesle aktarılan
tutum, davranış, değerlendirme, inanç ve yaşam biçimlerini yorumlamayı
sağlayan bir olgudur.
Erol Sakallı (2014: 309) da kültürün karşılığı olarak çeşitli tanımlamalar yapmıştır.
Bunlardan bazıları şöyle sıralamıştır:

Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içindeki tüm maddi ve manevi değerler
ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal
ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü,

Bir topluma özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünü,

Muhakeme, zevk ve eleştirme yeteneklerinin öğrenim ve yaşantılar yoluyla
geliştirilmiş olan biçimi,
58

Bir milletin yaşayış tarzı, maddî ve manevî her şeyini içine alan değerler
topluluğu,

Subjektif bir nitelik taşıyan inançlar, ahlâka ait görevler, güzellikle ilgili
şekiller ve bütün mefkûreler, bir kültür (hars) topluluğunun inançları.
Şüphesiz kültür kavramını oluşturan temel öğeler vardır. Bunlar; insan, toplum,
ortak düşünce ve dildir. Yukarıda ki tanımlamalara baktığımızda zaten kültürün
adeta bu öğelerin etrafında şekillendiğini görmüş olacağız. Bu öğelerden kültürün
bel kemiği olarak düşünülen ise dildir, nasıl ki bir insanı insan yapan en temel şey
dilse ulusu ulus, kültürü kültür yapan şey de hiç şüphe yoktur ki dildir.
"Bizim bu çalışmada kullanacağımız anlamıyla kültür, genel olarak dünyanın nasıl
olduğu ve nasıl olması gerektiği hakkında bir grup insan tarafından benimsenip
paylaşılan ve onların algılarını, fikirlerini, duygularını ve davranışlarını
şekillendiren temel varsayımlar olarak tanımlanabilir." (Özdemirci, 2014: 118).
Popüler kelimesini günümüzde kullanıldığı biçimiyle düşündüğümüzde iki anlamı
karşılamaktadır. Bunlar, yaygın olarak beğenilen ve tüketilen diğeri ise bir halka
ait olan anlamlarıdır. Aslında popüler kültür dediğimiz şey; gündelik hayatın
kültürüdür. Bu açıdan bakıldığı zaman popüler kültür belli dönemlere damgasını
vuran, o dönemleri şekillendiren ve insanlara da o döneme özgü imajlar yüklemesi
şeklinde düşünülebilir.Ayrıca popüler kültür dendiği vakit pek çoğumuzun aklına
gelen "en çok tercih edilenin" gelmesi de doğrudur. Çünkü bir şey ne kadar çok
tüketilirse o kadar popülerdir iddiası hemen herkesçe kabul edilmiştir.
Özdemirci (2014: 121), popüler kültürün günümüze değin sayısız tanımlamanın
yapıldığını söylemiş ve bu tanımlardan birkaç tanesini şöyle açıklamıştır:

Popüler kültür, yaşam öğeleridir, yani konuşulan ve basılan sözler, sesler,
resimler, nesneler ve eserlerdir.

Çoğunluğa seslenen ve bu çoğunluk tarafından tanınan kültürel
eserlerdir/kalıntılardır.

Halkın davranış, değer ve eğlence biçimidir.

Orta sınıfa ait kültürdür.
59
Popüler kültür;belli bir dönemde özgünlüğü olan, hızlı üretilen ve hızlı tüketilen
kültürel özelliklerden ibarettir. Kimi çevrelerce geniş halk kitlelerinin benimsediği
kültür olarak da bilinmektedir.Bu iki tanımlamanın genel olarak ortak noktası belli
bir kesime değil sınıf farkı gözetmeksizin herkese hitap etmesi, sıradan olması ve
özel bir eğitim ya da görgü gerektirmemesidir. Zaten genel itibarıyla eleştirilen
noktalarından biri de budur. Popüler kültür, kitlelere dayatılan, bu kitlelere anlık
zevkler veren ve onları tüketime yönelten bir kavramdır (Sakallı, 2014: 309).
Kısaca ve en geniş anlamıyla popüler kültür, gündelik hayatın kültürüdür.
1.3.2. Popüler Kültürde Kadın
Popüler kültür, kadın ve erkek ilişkilerinin, toplumun en yalın şekliyle gündelik
yaşamın tüm alanlarının sürekli olarak tanımlandığı ve yeniden üretildiği bir
alandır. Ancak toplumsal ve kültürel iktidarın kurulduğu, ataerkil sistemin sürekli
yeniden kurulduğu bu alan uzunca bir süre önemsiz görülmüştür. Çok sık olmasa
da yapılan değerlendirmelerde, popüler kültür, kitle kültürü ile bir tutularak
küçümsendiği saptanmıştır. İnsanı ideolojik açıdan yakalayan ve onu yöneten
popüler kültür ürünlerinin kadın bakış açısından nasıl görüldüğü bilhassa çoğu
erkek olan kültür eleştirmenleri tarafından pek merak edilmemiştir. Oysaki,
popüler kültürün en az erkekler kadar önemli tüketicileri de kadınlardır (İrvan,
1995: 7).
Charlotte Perkins Gilman'ın 1911 yılında yazdığı The Man-Made World or Our
Androcentric Culture (Erkek Yapımı Dünya ya da Erkek Merkezci Kültürümüz)
isimli kitabında Gilman, popüler kültür tartışmalarının genel bakış açısının dışında
kalan feminist bir kültür çözümlemesini yansıtmıştır. Gilman, erkeklerin kadınları
yaratıcılık alanlarından, eğlence ve boş zaman etkinlik biçimlerinden dışlayarak
insan
etkinliklerini
kendi
tekelleri
altına
aldıklarını,
yönettiklerini
ve
erkekleştirdiklerini savunmuştur. Bu kurmaca, kadın yaşamının doğru görüntüsünü
hiç bir zaman vermemektedir aksine insan yaşamının çok azını ve erkek yaşamının
orantısız bir biçimde çoğunu vermektedir. Örneğin oyunların ve sporların genel
60
itibariyle erkeksi olmaları bu tarzdan şeylerin kadına yabancı gelmesine neden
olmaktadır. Gilman'ın eleştirdiği şey; kitle, sınıf ya da çoğulcu toplumu değil,
ataerkil toplumu, erkekler tarafından dayatılan biri erkekler için diğeri kadınlar
için var olan iki kültürel etkinlikler dizgesinden oluşan erkek merkezci toplumun
var oluşudur (İrvan ve Binark, 1995: 18).
Beatrice Forbes- Robertson Hale'nin 1914 yılında yazdığı "What Women Want:
An Interpretation of the Feminist Movement" (Kadınlar Ne İstiyor: Feminist
Hareketin Bir Yorumu) kitabında erkeklerin kültür üzerindeki denetimlerine
benzer bir eleştiriyi İrvan kitabında, aşağıdaki şekliyle almıştır:
"Kadınlarla akılcı ve yaratıcı yetilerden yoksunlar diye sık sık dalga geçilmiştir.
Ancak günümüze kadar, bu yetilerini geliştirme fırsatını bulan kadın sayısı erkeklere
oranla çok küçük olduğu için karşılaştırma yapmak yanıltıcı olur. Kadınların bu
yetilerini ancak şimdilerde açığa çıkıyor. Bir sınıf olarak kadınlar, her zaman
sessizdi; şimdilerde bir kısmı dillendi. (...) Kendini ifade etmede özgür olan kadın
sayısı erkeklerinki kadar olduğunda, dünyada bir tek büyük mücadele sürmeye
devam edecektir, kadın erkek farkı gözetmeksizin tüm mülksüzlerin kendi mirasları
için mücadelesi." (İrvan ve Binark, 1995: 19)
Birsen Banu Okutan ise "Türkiye'de Popüler Kültür Din ve Kadın" adlı eserinde
"Neden Popüler Kültür ve Kadın?" başlığı altında başörtülü kadınlar açısından
popüler kültüre bakışını ve neden popüler kültürde kadın konusunda inceleme
yapma gereği duyduğunu kısaca şu sözlerle ifade etmiştir:
"Cumhuriyet'in kadın temsili üzerinden yapılan toplumsal cinsiyet araştırmaları
rölatif gelişmiş bir hacme sahip olmakla birlikte, kadının medyaya, özelde popüler
kültüre, eklemlenme süreci etraflıca inceleme konusu olmamıştır. Öte taraftan
başörtüsü ile temsili rol oynayan kadının ne toplumsal hayatta konumlanışı, ne
sosyal, siyasal, ekonomik düzlemlerde verdiği mücadeleler ne de popüler kültür
araçlarıyla etkileşimi hak ettiği ilgiyi görmüştür. Kadın-popüler kültür ilişkisinin
yeterli ilgiyi görmediği alanda başörtülülerin ihmal düzeyinin daha yüksek olması
bu konuda çalışmayı ihtiyaç haline getirmiştir." (Okutan, 2013: 14)
61
Ersoy, (2009: 218) günümüzde meydana gelen küreselleşmenin etkileri ile birlikte
kadınların hayatlarında ve sosyal ilişkilerinde önemli değişimlerin yaşandığına
değinmiştir ve bu değişimlerle ilgili olarak da şu sözlerle devam etmiştir:
"Küreselleşmenin kışkırtıcılığı ile şekillenen popüler kültür özellikle kadınların
toplumsal rollerine büyük darbeler vurmakta; kâr amaçlı tüm stratejilerde onu
metalaşmış bir figüre dönüştürmektedir. Burada cinsiyet rollerinden ve
değerlerinden ziyade kadının cinsel tarafı ve boyutu öne çıkarılmaktadır. Kadın,
tüketimizm ve popüler kültür içerisinde, cinsel arzular ve istekler temelinde köle gibi
kullanılmak istenmektedir. Popüler kültürün bu hoyratlığı, aile hayatı üzerinde baskı
uygulamakta, aile içi ilişkilerde, cinsiyet rollerinde ve otoritede önemli değişmelere
sebep olmaktadır. Bir zamanlar bez bebeklerle oynayarak annelik rolünü ve
duygularını daha küçücük yaşlarda öğrenen kız çocuklarına, bu gün
popülerleştirilen Barbie bebeklerin pırıltılı dünyasında yeni değerler
kazandırılmaya çalışılmaktadır."
Aslında feministlerin yıllardır yaptığı ve yapmakta olduğu şey yalnızca kadın
hakları için mücadele etmek olmamış bununla birlikte pek çok şeyi de
sorgulamışlardır. "Üretici ve tüketici olarak kadınların, popüler kültürle
ilişkililerinin yitik tarihini yeniden inşa etmeye çabalayan" (İrvan ve Binark, 1995:
27) tutumları kadın çalışmalarının bir diğer uzantısı olarak incelenmektedir.
Feministler, kadınların yaratıcılık için sahip oldukları fırsatları ve bu fırsatların
tarihsel süreçle birlikte nasıl değiştiğini, kadınların yaratıcılığının nasıl
değerlendirildiğini, kadınların nasıl ve neden sessizleştirildiklerini, erkekler
tarafından kendilerine uygun görülen söylemleri ve etkinlikleri kendi yaşamlarında
nasıl anlamlandırdıklarını sorgularlar. Popüler kültüre ilişkin çağdaş feminist
yaklaşımları anlamak için aslında feminist hareketin canlılık kazandığı son yirmi
yıl içinde yapılmış çalışmalara bakmak yeterli olacaktır. Bu süreçte çağdaş
feministler, popüler kültüre ilişkin olarak farklı yaklaşımları benimsemiş olsalar
da, iki temel varsayımdan bahsederler. Bunlardan ilki; kadınların popüler kültür ile
erkeklerden farklı, özel bir ilişkilerinin olduğu varsayımıdır. Feministler
kadınların, belli popüler kültür ürünlerinin tüketicileri olarak merkezi roller
üstlenmelerinin yanı sıra, hem erkeklere hem de kadınlara özgü popüler kültürün
merkezi bir öznesi, bazı durum ve dönemlerde popüler kültürün önemli yaratıcıları
ve üreticileri oldukları; ikinci varsayım ise kadınların kendi kimlikleri üzerindeki
62
kontrolü ele geçirerek toplumsal söylemlerle birlikte toplumsal ilişkileri
değiştirmektir. Böylece kadınlar, popüler kültürde hem kadınlar hem de ataerkil
kültürün işlevsel yönünün anlaşılmasını önemli bir hale getirmektir (İrvan ve
Binark, 1995: 19-20).
Konuyu kısaca özetlemek gerekirse, kadınlık kültürü, erkek popüler kültürü ile
ilgili çalışmalarda kullanılan kategorilerin içine konulmamalıdır. Popüler
kültürdeki feministler daha çok şu sorular üzerinde durmalıdırlar; erkek egemen
kültürde, kadınlar kendilerini açıklamayı nasıl başardılar?, kadınların yaratıcılığı
neden küçümsenmiş, değersizleştirilmiş ve de ihmal edilmiştir?, kadınların ve
erkeklerin yaratıcılığı nasıl farklılaşır? gibi. Popüler kültür içeriğindeki kadın
betimlemelerini değiştirmenin mevcut sorunları çözeceği fikrinin yerine belki de
erkeklerin kültüründen farklı olan kadın kültürüne teşvik edilmesi ve yeniden ele
alınması gereken bir şey olarak olumlu bir değer yüklemek anlamlı olacaktır. Bu
şekilde, erkelerin kadınlara ilişkin imgeleri yerine, kadınların kendileriyle ilgili
imgeleri ve kendi deneyimlerine ilgi göstermesi de yerinde olacaktır (İrvan ve
Binark, 1995: 26).
1.3.3.Toplumsal Cinsiyet Açısından Kadın ve İmajı
Konu başlığını açıklamadan önce "imaj" kavramını irdelemek yerinde olacaktır.
İmaj
kavramı
son
zamanlarda
tıpkı
"popüler"
kelimesi
gibi
sıklıkla
duyulabilmektedir. Örneğin; kurum imajı, personel imajı gibi. Bu bağlamada imaj
kavramı, bir çok yazar ve kuramcı tarafından birbirinden farklı bakış açılarıyla
yorumlanıp değerlendirilmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir: İmaj, bir kişinin bir
obje hakkındaki tecrübelerinin tümü; bir objenin görsel veya düşünsel olarak
görüntülenmesi, fotoğraf, sinema ve televizyon aracılığıyla tekrar oluşturulup,
sözlü veya yazılı bir dille yapılan çalışmalar olarak ifade edilebilmektedir. Ancak
bizim çalışmamızda tercih edeceğimiz tanımıyla imaj: Bir olgunun kişiye
çağrıştırdığı duygu ve düşünceler bütünüdür (Özdemirci, 2014: 77).
63
İmaj, biçimi, içeriği ve anlamı bir arada barındırabilen bir kavramdır.
İnsanoğlunun kendini işaretlerle, sembollerle ifade etmeye başladığı günden bu
güne değin bir imaj yaratma çabası da bu bağlamda hep var olmuştur. İmaj
olgusunun çeşitli olması, bu alanda çalışanların pek çok disipline birden
başvurmalarını gerektirmektedir. Örneğin; resim, heykel, optik yanılsamalar,
haritalar, diyagramlar, düşler, halusinasyonlar, filmler, tiyatro ve hatta düşünceler,
bunların hepsi birer imajdır (Özdemirci, 2014: 78).
Toplumlardaki bireyler, sosyalleşme sürecinde toplumun değer ve yargılarını
kültürel yollardan öğrenip bu olguyu içselleştirmektedirler. "Bu şekilde ortaya
çıkan toplumsal cinsiyet kavramı, biyolojik cinsiyetle açıklanamayan sosyal sınıf,
ataerkil, siyaset ve toplumdaki üretim biçimiyle bağlantılı bir anlama sahiptir ve
kadınlar ile erkekler arasındaki farklılıkların toplumsal düzlemde kurulmuş
yönlerini ortaya çıkarır." (Parlaktuna, 2010: 1226). Tam da bu tür sosyal-kültürel
dayatmalar, kadının yaşamındaki yerinin evi, en birincil rolünün ise kocası ve
çocuklarının
bakımı
yönlendirilmesine
olduğunu
neden
göstermesi
olmaktadır.
genç
Toplumsal
neslin
de
cinsiyet
bu
şekilde
ayrımcılığı
diyebileceğimiz bu kavram ne yazık ki kadını konumu itibariyle ikinci plana attığı
gibi kadının sosyal olarak dışlanmasına, sömürülmesine ve ezilmesi gibi daha
başka pek çok olumsuz duruma düşmesine neden olmaktadır. Günümüzde
toplumsal cinsiyet olarak işlediğimiz şey aslında "toplumsal cinsiyet eşitliği"
adıyla ülkelerin kalkınma ve demokratikleşme hedefleri arasında yer verilen bir
kavramdır (Parlaktuna, 2010: 1226).
Toplumlara ait gelenek ve görenekler incelendiğinde görülen şeybu gelenek ve
göreneklerin hem cinsiyet farklılığını hem de kadınların toplum bazındaki
konumlarını etkilemesidir. Yaygın olarak kabul edilen ev işleri incelendiğinde ise
görülen şey ev işlerinin kadının temel görevi ve sorumluluğunda olduğu fikridir.
Bu da gösteriyor ki cinsiyet farklılığının gelenek ve göreneklere paralel olarak
şekillendiğidir. Konuyu bir örnekle açıklamak gerekirse; hem anne hem de
kütüphaneci olan bir kadının kütüphanede çalıştıktan sonra evine gelip ev işleriyle
birlikte çocuklarının bakımını üstlenmesi, kocasının da tam tersi ev işlerinde eşine
64
yardımda bulunmaması kadının rolünün toplum ve kültürle şekillendiğini açıkça
göstermektedir (Yılmaz, 2012: 551).
Ersoy (2009: 214-215), cinsiyet kültürünü ve bir toplumda kadına ve erkeğe
yönelik tanımlamaları, bunlara ilişkin imajları, davranış kalıplarını, cinsiyetlerine
dair kimlikleri, cinslerin bir birlerine karşı olan ilişki biçimlerini, tutumlarını,
evlenme adetlerini, aile tiplerini, güzellik anlayışlarını, giyim kuşamlarını da içine
alan çok geniş bir alanı ifade ettiğini söylemiş ve bu söylemini cinsiyet kültürüyle
ilgili şu sözlerle devam etmiştir:
" 'Her toplumda mevcut kültürel yapı içerisinde "Kadın ve erkek nasıl davranır?
Nasıl giyinir? Kadınlara ve erkelere özgü alışkanlıklar ve uğraşılar nelerdir?" gibi
soruların farklı cevapları bulunur. Kültürel yapının vermiş olduğu bu cevap
farklılıkları aynı zamanda cinsiyetlerin toplum içerisindeki konumlanışına ve
şekillenmesine de etki ederek bir farklılık doğurur. Kültürün cinsiyetlere yönelik
bölümü, bir toplumda "cinsiyet kültürü"nü oluşturur. Cinsiyet kültürü bir manada
kültürün cinsiyetlerle alakalı hususlarda kendini ifade etme biçimidir. Genel olarak
paylaşılan ortak kültürün, cinsiyetlere yönelik uygun gördüğü tavırlar, tutumlar ve
değerler, bu çerçevede gelişen cinsiyet ve toplumsal cinsiyet gibi nitelemeler,
cinsiyet kültürünün içerisinde yer alır.' "
Feminist düşünürler, masalların, filmlerin, ders kitaplarının hatta dinlerin dahi
toplumun gözünde kadınlara karşı ayrımcılık fikrine gizli yada açık bir şekilde
destek verdiklerini savunmaktadırlar. Daha çocuk yaşlarda okunan; Külkedisi,
Pamuk Prenses ve Rapunzel gibi masallardaki kız çocuklarına verilen en önemli
sosyal statü, onların evlenip mutlu bir yaşam sürmeleri üzerinedir. Oysa kendi
hayatlarının kontrolünü eline alabilmiş, yalnız yaşayarak bir erkeğe bağımlı ya da
bağlı olmayan cadı karakteri ise her zaman kız çocuklarını korkutmuştur. Filmlere
baktığımızda ise kadınların yine olumsuz ya da edilgen karakterler olarak lanse
edildiklerini görüyor olmamızdır. Örneğin, korku filmlerindeki kadınları
incelediğimizde buradaki kadın karakterlerin kötülük saçan bir yaratık veya bu tür
bir yaratığın dünyaya gelmesini sağlayan kişiler olarak tanınmasıdır. Türk
Sinemasının adeta bel kemiğini oluşturan Yeşilçam filmlerinde ise kadın,
çoğunlukla her hangi bir işte çalışmayan, kendini evine adamış bir anne ve sağdık
bir eş olarak nitelendirilmektedir. Reklamlar incelendiğinde ise kadınlar adeta
65
bedenleriyle değerlendirilip, kadının bedeni ile zihni arasındaki bağlantıyı koparan
zihniyet desteklenerek şu mesaj verilmeye çalışılmaktadır: "Bacaklar güzelse,
kişiliğin önemi yok!" (Yılmaz, 2012: 552). Yılmaz'ın imaj konusu hakkındaki
incelemeleri
gerçekten
de
Türk
toplumunun
kadına
yüklediği
rolleri
yansıtmaktadır. Kadınlar hep anne rolündedir ve bu role uygun olarak; evine bağlı,
çalışmayan, ellerinde lastik eldivenlerle bulaşık yıkayan, toz alan görüntüleriyle
oluşturulmuş ev kadını imajıyla lanse edilmektedir.
Reklam yazarları, "en iyi tüketici" kategorisinde kadınları birinci sırada
görmektedirler. Bunun başlıca nedeni olarak da güzellik ürünlerinin satış
kampanyalarında kadın bedeninin çok iyi sergilenmesidir. Bu durumda ne yazık ki
kadının kendi bedeni önce kendisine sonra da erkeğe beğendirmekle yükümlü
tutulması olarak görülmesidir.
Türkiye'de daha çok ilköğretim ders kitaplarında cinsiyet üzerine kurulan ifadeleri
araştırmak amacıyla yapılan çalışmaların amacı toplumsal cinsiyetin okullarda
çocuklara nasıl yansıtıldığıdır. Bu çalışmalarda dikkat çeken şey özellikle
ilköğretimdeki Hayat Bilgisi ve Vatandaşlık Bilgisi gibi kitaplarda kadına
yüklenen imajdır, çünkü bu kitaplarda anneye verilen ve yüklenen rol; eve
bakmak, babanın rolünün ise evinin geçimini sağlamaktır. Diğer bir nokta ise
annenin çalışması durumunda aile bütçesine katkıda bulunabileceği gibi ifadeler
kullanılarak aslında toplumsal roller ve Türk kültürünün çalışan kadının kazancına
bakış açısını açık bir şekilde ortaya koymaktadır (Çakınberk, 2011: 88). Kadının
yalnızca aile bütçesine katkı sağlayacağı ifadesi bile kadın için olumsuz bir imajın
var olduğuna en güçlü kanıttır. Bilhassa Türk toplumunda erkeğin çalışması daha
önemli olarak görülmektedir. Kadının en temel görevi evinde oturup çocuklarına
bakmaktır. Zaten bu mantalite kapsamında kadınların olumsuz imaj sorunu
yaşadığı ortada bir durumdur. Elbette aile kavramın merkezinde anne önemlidir
ancak güçlü olan anne kendi ayakları üzerinde de durabilen annedir.
Kısaca özetlemek gerekirse feminizm, geçmişten günümüze hemen her toplumda
başta kadınlar olmak üzere toplumun tamamını ilgilendiren önemli bir konu
olmuştur. Ancak feminizm kavramsal açıdan tam olarak anlaşılamamaktadır.
66
Çünkü kadınlar başta olmak üzere "feminizm nedir?", "kimlere feminist denir?"
tarzındaki sorulara verilen cevaplar incelendiğinde bu kavramın gerçekten tam
olarak anlaşılmadığı görülecektir. Nitekim Türk toplumunda Batı'ya kıyasla
feminizmin adlandırılıp anlaşılması daha geç olmuştur. Yanı sıra feminizm
bünyesinde pek çok kuramı barındırmaktadır. Bunlardan ilki liberal feminizmdir
ve liberal feminizmin vurgu yaptığı şey "kadın-erkek" eşitliğinin tam anlamıyla
sağlanmasıdır. Erkeklerle aralarındaki uç ayrımcılığın yani gerek ekonomik
alandaki, gerek siyasal alandaki, gerekse toplumsal alanlardaki engellerin ortadan
kaldırılmasını talep etmektedirler. Radikal feminizmde ise tamamen farklı talep ve
amaçlarla mücadelelerini sürdürmektedirler. Zaten "radikal" kelimesini sırf yalın
anlamı olan köklü, köktenci anlamlarıyla bile düşünüldüğünde radikal feminizmin
nasıl bir yapıda olduğu az çok kestirilebilir. Onların talepleri ise cinsiyetsiz bir
toplum yaratmaktır. Aslında radikal feministlerin pek çok şeye karşı çıkmaları tüm
teoriler içinde en sert mizaçlı olan teori olmasına neden olmuştur. Çünkü radikal
feminizm, evlilik kurumuna, annelik anlayışına kaşıdır. Marksist teori ise adından
da anlaşılacağı üzere, Karl Marx ve Friedrich Engels'in görüşlerinden etkilenip
şekillenmiştir. Genel itibariyle Marksist ideolojiyi benimseyen kitlelerin temel
amacı işçi-emekçi sınıfının haklarını gözetmektir, Marksist feministlerin de temel
amacı kadın işçi ve emekçilerin hakları, çıkarları üzerinedir. Yani Marksizm işçi
sınıfı çıkarlarını sağlamaya yönelik düşünceler Marksist feministler tarafından
kadın işçilere uyarlanmıştır. Sosyalist feminizm bir bakıma Marksist feminizmle
benzerlikler (iki teorinin de kapitalizme düşman olması) gösterse de bazı
noktalarda farklılıklar mevcuttur. Sosyalist feminizmin kadından beklediği;
kadınların ekonomik açıdan özgürlüklerini sağlayarak kendi ayakları üzerinde
durabilmeleridir. Böylece erkeğe olan bağımlılıkları yok olacak ve kendi
yaşamlarını düzenleme şansı elde edeceklerdir. Postfeminizm ise belki de
inceleme fırsatı bulduğumuz teoriler içerisinde en farklı olanıdır, çünkü post
feminizm bilhassa kadınlar açısından ataerkil yapılanmaya sahip toplumlarda var
olan yanlışların düzeltilmesi için oluşmuştur.
Kadınlar, bir yandan hakları için mücadele ederken bir yandan da toplum
tarafından kendilerine yüklenen imaj ve kadınsallık rolleriyle de ilgilenmek ve
67
mücadele etmek durumunda bırakılmışlardır. Çünkü pek çok toplumda kadın,
zaten cinsiyeti gereği olumsuz ve kötü imajla değerlendirilmiştir. Kadının en temel
rolü olarak ev kadınlığı görülmüş daha ilk ve ortaokullarda kadın olmanın evde
oturup çocuk bakmak olduğu öğretilmiştir. Bu tarzdaki temel okullarda okutulan
dersler için yazılmış kitaplarda baba işe giden para kazanan kişiyken anne evinde
oturan çilekeş kadın rolündedir. Popüler kültürde kadının imajının aslında bu
olmadığı ve olmaması gerektiği ile ilgili çalışmalar ve incelemeler yapıldığı gibi
kadının mevcuttaki olumsuz imajın da yok edilmesi için daha çok feministlerin
öncülük edip kadın mücadelesini desteklemesi gerekmektedir. Feminizm sırf kadın
meselesi olarak görmemek gerekir. Eşit hak ve olanaklara sahip bireyler yaratmak
için kadın olmaya gerek yoktur. Unutulmamalıdır ki özgür birey özgür toplumu
oluşturur. Bu da ancak kadın erkek eşitliğinin tüm alanlarda sağlanmasıyla
gerçekleşebilecek bir durumdur.
68
İKİNCİ BÖLÜM
KADIN KÜTÜPHANECİLER VE SORUNLARI
Kadın kütüphanecilerin mesleki sorunlarına değinmeden önce bu bölüm için bazı
kavramları açıklamak gerekmektedir. Kadın kavramı ilk bölümde bilimsel veriler
ışığında detaylıca açıklanmıştı. Yanı sıra "mesleğin" tanımı, kökeni ve tarihine
kısaca değindikten sonra profesyonel bir meslek olarak "kütüphanecilik ve
kütüphaneciliğin nitelikleri" açıklanacaktır.
Emek piyasasında yer edinmeye çalışan kadınlar; erkeklere kıyasla çok daha fazla
sorunla karşı karşıya kalmış ve kalmaktadırlar. Sorunlar daha ilk hamlede kendini
göstermektedir, çünkü kadının emek piyasasında ayakta durması erkeğe göre çok
daha zordur. Kadının görünmeyen emeği ve elde ettiği gelirin yan gelir olarak
değerlendirilmesi gibi kadının, sırf cinsiyetinden dolayı ayrımcılığa uğraması,
cinsel tacize maruz kalması, keyfi olarak işine son verilmesi, ücret konusunda
ayrımcılığa uğraması gibi nedenlerle zor durumda bırakılmakta ve bu zorluklarla
mücadele etmek durumunda kalmaktadır. İş olanaklarının yetersiz ya da kısıtlı
olduğu ülkelerde işe alımlarda en son kadın düşünülmekte ancak işten
çıkarımlarda ise ilk akla gelenin kadın olması gerçekten tezat bir durumu gözler
önüne sermektedir. İş yaşamının zorlu ve stresli olması bir de ev işleriyle
birleşince kadının nasıl bir mücadele göstermesi gerektiğini bir düşünelim; üstelik
onca emeğinin karşılık bulamaması, "kadının yeri evidir" tarzındaki mantalitelerle
kadınların hayatları gerçekten daha da zorlaşmaktadır. Oysa kadın özgürleştiği
kadar güçlü ve güzeldir. Onu tıpkı çaresiz bir kuş gibi kafese mahkum etmek, onun
kendi
ayakları
üstünde
durmasını
engellemek
kadını
körelttiği
gibi,
değersizleştirmektedir de. Kadınların mesleklerini icra etmelerine her zaman
destek verilmelidir, bu destek hem devlet eliyle hem de özel sektörce
desteklenmelidir. Destek bulamayan kadın zamanla eve mahkum hale gelir ve bir
zaman sonra da körelir.
69
Hangi meslek grubunda olursa olsun kadının cinsiyetinden dolayı maruz kaldığı
sıkıntılar aslında tüm kadınları ilgilendirdiği için tezin bu kısmında kadın
kütüphanecilerin yanı sıra genel anlamda kadınların sıkıntılarına değinilecektir.
Emek piyasasının kadınlara sunduğu ya da sunamadıkları da gene bu kısım için
irdelenecektir.
2.1. Meslek Olarak Kütüphanecilik
Kütüphanecilik mesleğini ve bu mesleğin tarihsel evrelerini açıklamadan evvel
meslek kavramına genel bir çerçeveden bakmak yerinde olacaktır. Tüm
toplumlarda olduğu gibi ülkemizde de çeşitli meslek grupları vardır ve insanlar
mesleklerini yerine getirebilmek adına toplumun verdiği çeşitli sorumluluklar ve
haklar doğrultusunda mesleklerini icra ederler. İnsanlar, doğar, yaşar ve ölürler ve
bu üçlü döngü içerisinde belki bilerek, belki farkında olmadan ya da istemeyerek
bir meslek seçerler. En üst katmandan tutunda en alt katmana kadar her meslek
grubu kendi içerisinde değerli bir yere sahiptir. İnsanlarda bu bağlamda
mesleklerini icra ederken aslında çalışma işlevini de yerine getirmiş olurlar.
Meslek (profession), köken itibariyle aslında manastır hayatı yaşamak için yemin
eden rahiplerin, mesleklerini icra ettikleri süre boyunca, uygun şekillerde hizmet
yapmaya söz vermeleri temellidir. Meslek fikri yeni bir kavram değildir ancak
mesleklerin
türlerinin
insanlık
tarihiyle
birlikte
değişimler
yaşadığı
bilinmektedir.Batı'da meslekler, orta çağlarda sanatkarlar locası ile hanlarda
başlamıştır. Buradaki localar, çıraklık standartları, mesleki yeterlilik ve üyelerin
performansları gibi konulardan sorumlu olmuşlardır. Batı'daki lonca teşkilat
yapısının eski çağlara kadar uzanan bir geçmişi olduğu ve bu teşkilatın şehirlerin
kurulmasıyla
birlikte
doğduğu
düşünülmektedir.
Lonca
teşkilatı
Roma
İmparatorluğu'na kadar tarihte benzeri görülmemiş bir gelişme yaşamıştır ancak
imparatorluğun ortadan kaldırılmasıyla hem sanayi hem de ticarete zarar
verilmesiyle locaların kendileri için yeterli kazanç sağlayamamaları sebebiyle
yaşadıkları şehirleri (Galya, Roma vs.) terk etmek zorunda kalmışlardır. Fakat 11.
70
ve 12. yüzyıllarda yeniden türemeyi başarmışlar ve Avrupa'da ticari hayatı yeniden
canlandırmışlardır. 13. yüzyıldan itibaren ise lonca teşkilatı gelişmeye başlamıştır.
Bu durum 18. yüzyıla gelindiğinde bilhassa teşkilatın, mesleklerin itibarını ve
teşkilat mensuplarının haysiyetini korumak yerine işverenin imtiyazını korumaya
çalışması loncaları ani bir çöküşle karşı karşıya gelmiştir (Yılmaz, 2007: 43-44).
Daha çok Batı'daki lonca teşkilatına benzeyen bir yapı da Anadolu'da "Ahilik
teşkilat" adıyla oluşturulmuştur. Ahilik teşkilatının Azerbaycanlı iktisatçı Ahi
Evran tarafından oluşturulduğu bilinmektedir. Kısaca Ahi teşkilatının amaçlarını
sıralayacak olursak:

Türkler, Rum ve Ermeni tüccar ve sanatkar karşısında rekabet edebilmek
için ahilik teşkilatını kurmuşlardır. Bu şekilde Türk halkının ekonomik
yönden bağımsızlığı için önemli bir adım atılmıştır.

Çeşitli bölgelerden Anadolu'ya gelen çok sayıdaki işsiz esnaf ve
sanatkarlar iş bulma olanağı elde etmiştir.

Esnaf ve sanatkarların ürettiklerin malların kalitesini korumak ve
standartlara uygun biçimde mal üretip satmak için böyle bir teşkilatın
olması gerekmiştir.

Bu teşkilatla, sanatkarlara mesleki ahlak yapısı edindirilmiştir (Yılmaz,
2007: 45).
Kütüphaneciliği profesyonel bir meslek olarak ele aldığımızda ise özellikle bu
mesleğin "Kütüphane ve Enformasyon Bilimi"ne dayalı olduğu görülür. Bu
bağlamda kütüphaneciliği Yılmaz (2007: 46-47) şöyle nitelendirmiştir:
kütüphanecilik;

"geniş kültürel bilgi;

(örneğin hukuk gibi) geniş alanlarla desteklenen bilgi;

felsefe ve bilim sosyolojisine dair bilgi;

ekonomi ve yönetim bilgisi;

veritabanları, internet kaynakları gibi belli enformasyon kaynaklarına dair
bilgi;
71

bilgi teknolojilerine dair bilgi;

dil ve iletişim becerileri;"
gibi bilgi hizmetleri ve bilgiyi içinde barındıran profesyonel bir alandır.
Kütüphaneciliğin profesyonel bir meslek olarak görülüp mesleki eğitimin
üniversite düzeyinde verilmesi fikri ise ilk kez 1829 yılında Martin Schrettinger
tarafından düşünülmüştür. Ancak bu fikrin fiiliyata geçmesi 1887' de olmuştur.
Melvin Dewey tarafından ABD'deki Columbia Üniversitesi bünyesinde bir tür
Kütüphanecilik Bölümü'nde (School of Library Economy) kurulabilmiştir.
Kütüphanecilik mesleği için üniversitelerde verilecek eğitimin 19.yüzyılın
sonlarını bulmasını Yılmaz (2007: 47) şu gerekçelerle açıklamıştır:

19. yüzyıldan önceki dönemlerde mevcut kütüphanelerin sayı ve
koleksiyonlarının az olması,

19. yüzyıldan önceki dönemlerde kütüphaneciliği meslek olarak icra
edecek araştırmacı ve rahiplerin bu konuda zorlanmaması,

19. yüzyılın sonlarıyla birlikte artık üniversite kütüphanelerinde bilhassa
resmi yani teknik anlamda konu uzmanlığı gerektiren koleksiyonların
oluşmaya başlaması,

19. yüzyılın sonlarında devasa koleksiyonlara sahip kütüphaneleri
yönetebilecek kütüphane yöneticilerine ihtiyaç duyulması.
1889 yılında ise profesyonellik açısından kütüphanecilik mesleğinde olumsuz bir
gelişme
yaşanmıştır.
Kütüphanecilik
Dewey
Bölümü,
tarafından
Albany'deki
kurulan
New
York
Columbia
Eyalet
Üniversitesi
Kütüphanesi'ne
taşınmıştır. 1893 yılında ise New York ve Illinois'deki kütüphanecilik eğitim
programlarının üniversitelerden ayrılması gündeme gelmiştir. Ancak tüm bu
olumsuz gelişmeler karşısında Lalewood-on-Chautauqua'daki Kütüphaneciler
Konferansı'nda Kütüphanecilik Bölümleri'nin (Schools) üniversitelere bağlanması
gerektiğini vurgulamıştır ancak bunun gerçekleşmesi 1921 ve 1923 yılarındaki
Charles Williamson'ın raporlarıyla olmuştur. Ayrıca Williamson'ın raporlarının
72
sağladığı bir diğer önemli gelişme ise, 1925 yılında ALA'nın Kütüphanecilik
Eğitimi Kurulu tarafından asgari akreditasyon yani kütüphanecilik mesleğine
ilişkin eğitime yönelik kalite standartlarının oluşması olmuştur. Yanı sıra Chicaco
Üniversitesi'nde doktora düzeyinde lisansüstü kütüphanecilik eğitimi verilmeye
başlanmıştır (Yılmaz, 2007: 47-48).
"Türkiye'de üniversite düzeyinde eğitim görmüş kütüphanecilerin yetişmesi için bir
kütüphanecilik dalının kurulmasında ülkemize gelen yabancı uzmanlar önemli bir
rol oynamışlardır. Bunlardan Emily Dean Amerika çizgisinde oluşturulacak bir
eğitim kurumunun Türkler tarafından en iyi şekilde geliştirileceğine olan inançla
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde Kütüphanecilikle ilgili
derslerin başlamasında büyük çaba göstermiştir."(Karakaş, 1999: 376)
Elbette kütüphaneciliğin bir meslek olarak ülkemizde modern bir kimlik
kazanması hemen olmamıştır. Mesleğe ilişkin yaşanan ilk gelişme daha çok durum
tespitine yönelik hazırlanmış raporlardan ibarettir. Bu raporlardan ilki 1924 yılında
ülkemize gelen ünlü eğitimci John Dewey tarafından sunulandır. Dewey'e ait bu
ilk raporun içeriğinde gençlerin kütüphaneci olarak yurt dışına gönderilmesi ve
bununla birlikte öğretmen okullarının ders programına "kütüphanecilik tatbikatını
gösterecek" derslerin de eklenmesini şeklinde hazırlanmıştır. 1925 yılında Hamit
Zübeyr
Koşay tarafından
hazırlanan
ikinci
raporda
ise
kütüphane
ve
kütüphanecilik konularında yapılması gereken işlere değinilmiştir. Ayrıca Koşay,
kütüphanecilik tekniklerini bilen elemanların yetiştirilmesi için Darülfünun'da (bu
günkü İstanbul Üniversitesi'nde) bir kütüphanecilik bölümünün açılması
gerektiğini önermiştir. Daha sonra ise Dewey'in raporundaki öneri dikkate alınarak
kütüphanecilik alanında yetiştirilmek üzere yurt dışına öğrenciler gönderilmiştir.
Bu öğrencilerden ilki, Fehmi Ethem Karatay'dır. Adnan Ötüken ise 1930'lu yılların
sonunda üç kişilik bir grupla yurt dışında eğitimler almıştır. Yurt dışında
kütüphanecilik eğitimi alan Fethi Ethem Karatay ve Adnan Ötüken yurda
döndükten kısa bir süre sonra edindikleri mesleki bilgi ve birikimlerini aktarmak
amacıyla bilhassa kütüphane çalışanları ya da ileride bu mesleği icra etmek
isteyenler için kısa süreli meslek kursları düzenlemişlerdir. Karatay, Eylül 1925Mayıs 1926 yılları arasında; Ötüken ise Mart 1942- Mayıs 1952 yılları arasında
73
kütüphanecilik kurslarını vermişlerdir. Ayrıca Ankara Ziraat Enstitüsü'nün
kütüphanesini kurması için görevlendirilen Dr. Josef Stummvoll'ün 1936 yılında
açtığı kursu da ekleyebiliriz (Çakır, 2005: 9).
Burada dikkat çeken şey ise yurt dışına gönderilen kişilerin erkek olmasıdır.
Ülkemizdeki kütüphanecilik faaliyetlerinin ilk evrelerinde kadınlar dikkat
çekmemektedir. Ancak sonraki süreçlerde etkin bir biçimde kütüphanecilik
faaliyetlerini gerek akademisyen kimlikleriyle gerekse de üst düzey yönetim
kademelerinde olmalarıyla göstermişlerdir.
"19 Eylül 1951 tarihli New York Times gazetesinde "Turkish Library School"
başlıklı bir haber bulunmaktadır. Haberde şöyle denilmektedir:
Orta Doğu'da ilk kütüphanecilik okulu Ford Vakfı'nın yardımı ile Ankara
Üniversitesi'nde kurulmaktadır. Kütüphanecilik Bölümü Türklere her türdeki
kütüphanelerin düzenlenmesi, İstanbul'da ve Türkiye'nin her yerinde bulunan el
yazmalarının hizmete sunulması konularında eğitim verecektir. Bu eğitimin
Türkiye'deki mevcut kütüphane sayısının artmasını ve ülkenin en uzak köşelerinde
bile halk ve okul kütüphanelerinin açılmasını sağlayacağı düşünülmektedir.
A.L.A.'in Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Douglas W. Bryant'ın verdiği
bilgiye göre Ford Vakfı yaklaşık 115.000 dolarlık bir fonla projeye ilk harcı
koymuştur." (Karakaş, 1999: 382)
Emily Dean 27 Eylül 1954'te gazeteci Mr. Brown'a bir yazı göndermiştir. Şu alıntı
Dean'ın Türkiye'deki kütüphanecilikten beklediklerini ve kütüphaneciliğin çok
cazip bir meslek olduğunu kendi ağzından en güzel şekilde göstermektedir:
"Kütüphanecilik kadın ya da erkek araştırmacı niteliğindeki kişiler için çok cazip bir
meslektir. Ankara Üniversitesi'nde kütüphanecilik okulunun açılışı Türk
Kütüphanelerinde bir kilometre taşı olacaktır. Bu okul Türkiye'de kurulan ilk
kütüphanecilik okulu olmasının yanında bütün Doğu Akdeniz bölgesindeki ilk eğitim
kurumudur. Roma ve Yeni Delhi arasında bu tür başka okul olmadığından komşu
ülkelerden de öğrencilerin geleceği düşünülmektedir. Ford Vakfı'nın desteği ile
okulda Amerikan yöntemleri izlenecek ve kütüphaneciliğin bütün dallarında tam bir
eğitim verilecektir.
35.000'in üzerinde üyesi bulunan A.L.A. dersleri, hocayı ve araç gereci seçecek ve
ayrıca Amerika'ya gidecek Türk öğrencileri saptayacaktır." (Karakaş, 1999: 393)
74
"Türkiye'de kütüphanelerin ve kütüphaneciliğin gelişmesinde önemli bir rol
oynayan yabancıların sayısı göreceli olarak pek fazla olmamakla birlikte, bir
bölümü bu alanda bu gün gelinen çizgiyi belirleyecek ölçüde katkıda
bulunmuştur."
Kütüphanecilik;
(Karakaş,
1954-1955
1999:
377).
Ankara
1941'de
Üniversitesi
kurs
Dil
şeklinde
ve
verilen
Tarih-Coğrafya
Fakültesinde Ford Vakfı yardımlarıyla Kütüphanecilik Kürsüsünün resmen
kurulmasıyla üniversite düzeyinde eğitime başlamıştır (Karakaş, 1999: 377). Bu
aşamalı süreci 1964 yılında İstanbul Üniversitesi; 1972 yılında Hacettepe
Üniversitesi; 1988 yılında Marmara Üniversitesi; aynı yıl gene arşivcilik adıyla
İstanbul Üniversitesi; 1995 yılında Atatürk Üniversitesi; 2002 yılında Başkent
Üniversitesi izlemiştir. 29 Ocak 2002 tarihli YÖK kararı ile kütüphanecilik ve
arşivcilik eğitimi, "Bilgi ve Belge Yönetimi" adıyla aynı çatı altında
birleştirilmiştir (Yılmaz, 2007: 49). Günümüzde ise Kastamonu Üniversitesi,
Çankırı Karatekin Üniversitesi ve Yakın Doğu Üniversitesi de Bilgi ve Belge
Yönetimi Bölümü'ne öğrenci alımına başlamıştır. Bunun yanında pek çok
üniversitede de bölümler kurulmuş ancak öğrenci alımlarının gelecek yıllarda
yapılacağı düşünülmektedir.
Türkiye'de daha önce Kütüphanecilik Kürsüsünün Ankara Üniversitesi'nde
kurulduğuna değinmiştik. Ancak şu soruların da sorulması yerinde olacaktır:
Neden Ankara Üniversitesi? Ankara Üniversitesi'nin İstanbul Üniversitesi'ne tercih
edilmesinin nedenleri neydi? Karakaş, (1999, 383) bu nedenleri şöyle sıralamıştır:

Ankara'nın başkent olması ve Türklerin Ankara'yı kültürel açıdan
İstanbul'a eşdeğer hale getirmeye çalışmaları,

Ankara'da yeni sayılabilecek çok sayıda kütüphanenin olması ve bu
kütüphanelerin çoğunun küçük olması ve hızla büyümesi. Eski İstanbul
kütüphanelerine göre bunların tekrar düzenlenmesi daha kolaydır. Yeni
kurulacak kütüphanelerde doğru bir başlangıç yapabilmek için Ankara'nın
iyi bir fırsat olması.

Milli Kütüphane'nin olanakları Adnan Ötüken'in desteği ile böyle bir okul
daha kolay açılabilir.
75

Hükümet yetkilileri bütün kütüphanelerin iyi düzenlenmesini istedikleri
için okulun Ankara'da kurulma fikrinden hoşlanacaklardır.

Ankara Üniversitesi yeni bir üniversitedir ve burada yeni bir bölüm açmak
daha kolay olacaktır.
Kütüphaneciliğin nitelik ve Türkiye'deki kimlik kazanışına değindikten sonra
Cumhuriyet öncesi dönemlere bakmakta yarar vardır. Anadolu Selçukluları ve
Beylikler döneminde çeşitli kütüphanelerin kurulduğu ve dolayısıyla bu
kütüphanelerde çeşitli hizmetlerin verildiği söylenebileceği gibi Anadolu
Selçukluları döneminden önce Uygur Türklerinden kalan değerli yazma eserlerin
olduğu da bilinmektedir. Ancak buradaki kütüphane ve kütüphanecilik hizmetleri
konusunda henüz yeterli düzeyde somut bilgiye ulaşılmamıştır (Yılmaz, 2007: 49).
Kütüphaneciliğin Osmanlı İmparatorluğu'nda nasıl bir konuma sahip olduğu;
yapılan araştırmalar göstermiştir ki burada kütüphanelerin devlet bütçesiyle değil,
özel vakıflar aracılığıyla hizmet vermiş olmalarıdır. Bu hizmetlere ilişkin bilgiler
de vakfiyelerde yer almıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nda kütüphane yönetiminin
devlete geçmesi 1826 yılında "Evkaf Nezareti"nin kurulmasıyla gerçekleşmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu'ndaki vakıf kütüphanelerinde kütüphanecilik mesleğini
icra edenlere; hâfız-ı kütüp (kütüphaneci), kataloglama ve(ya) ödünç verme
hizmetini sunanlara; kâtib-i kütüp, kütüphaneci yardımcılarına ise hâfız-ı kütüp
yamağı denmiştir (Yılmaz, 2007: 49-50).
Türkiye'de kütüphaneciliğin en önemli tarihi olarak ise 1 Eylül 1869 tarihi
verebilir, çünkü söz konusu tarihte, "Maarifi Umumiye Nizamnamesi" çıkarılmış
ve buna göre kütüphane hizmeti devlet görevi sayılmıştır. Bu vesileyle
kütüphaneler de tıpkı okullar gibi devletin eğitim politikası içindeki yerini almıştır.
Cumhuriyet'in kurulmasıyla birlikte ise Türkiye'de kütüphanecilik bir meslek
olarak üniversite düzeyinde eğitim vererek olması gerektiği gibi popüler bir
konuma kavuşmuştur (Yılmaz, 2007:49-50).
Öyle görünüyor ki popülerliği daha da artacak ve bilgi toplumlarındaki saygınlığı
hak ettiği yere gelecektir. Türkiye'de üniversite düzeyinde ilk başlarda bir elin
parmaklarını geçmeyen bir bölümken şimdilerde sadece devlet üniversitelerinde
76
değil aynı zamanda vakıf üniversitelerinde de derslerin verildiği, her yıl üniversite
sınav sonuçlarına göre binlerce öğrenci tarafından tercih edilen popüler bir meslek
konuma kavuşmuş ve kavuşmaya devam edecektir. Bu başlık altında
yazdıklarımızı
toparlamak
adına
Adnan
Ötüken'in
1946
yılında
"Kütüphaneciliğimiz İçin" adlı kitabında ülkemizde kütüphaneciliği tanımlayan şu
sözleri Karakaş (1999: 394) şöyle yansıtmıştır:
"Türkiye'de mevcut kütüphaneleri idare edenler umumiyetle şuradan buradan
yetişmiş, tesadüfen kütüphanelerde vazife almış, çoğu yaşlı, eski medreselerde şöyle
böyle okumuş, modern kütüphanecilik hakkında hiçbir fikri olmayan insanlardır.
Hatta bir kısım kütüphane memurları, başka hiçbir meslekte ve işte muvaffak
olamadıkları için kütüphanelere verilmişlerdir. Gençlerin ve bahusus üniversite ve
yüksek okullar mezunlarının bu kütüphanelerde vazife almaları mümkün değildir.
Çünkü böyle bir meslek tanınmamakta, kütüphaneci: silik, şahsiyetsiz, basit bir
memur telakki edilmektedir."
"Ancak bu günün bilgi profesyoneli, bilgi ve belge yöneticisi, bilgi uzmanı olarak
da bilinen kütüphanecileri, bilhassa zengin geçmişin mirası olan kaynakları en iyi
şekilde değerlendirdikleri gibi gelişen teknolojiyle de hem mevcut kaynakların
sayısallaştırılmasını hem de bu sayısal kaynaklara dayalı bilgiyi organize
edebilmek" (Karakaş, 1999: 394) gibi zengin misyon ve vizyonları vardır.
Kütüphane biliminde ve bilgi teknolojisindeki tüm gelişmeleri izleyerek
kullanıcıya istediğinden fazlasını vermeye çalışan kütüphanecilerin topumuzca hak
ettiği/edeceği saygınlığı ve değeri bulmaları gerektiğini düşünmekteyim. Bu gün
gelişmiş ülkelere baktığımızda onların gelişmişliklerini yalnızca kütüphane,kitap
ve okuyucu sayılarına bakarak anlamak hiçte zor değildir. Dünyanın en güçlü
ülkelerinin hangileri olduğunu da onların ekonomik güçleriyle anlamak belki
ekonomiden anlamayan biri için zor olabilir ancak bir ülkenin zenginliği onun
kültüre ve kültürel zenginliklere verdiği değer ve önemle de anlaşılabilir.
2.2. İş Hayatında Kadın ve Kadın Kütüphaneciler
77
Kadın kütüphanecilerin geçirdiği tarihsel evrelere değinmek bir yerde de "kadının
çalışma yaşamına" girişini iyi anlamak ve anlatmaktan geçmektedir. Çünkü
çalışma dediğimiz şey aslında toplumu oluşturan her bir bireyin hak ve
sorumluluğunun diğer bir ifade biçimidir. Türkiye Cumhuriyeti anayasal süreçlere
baktığımızda da 1924, 1961 ve 1982 Anayasaları hiç bir ayrım yapmaksızın bu hak
ve sorumluluğu herkese vermiştir (Yörü, 2009: 351). Bu sebeple bu kısımda
Dünya'da ve Türkiye'de kadının çalışma yaşamına giriş süreçleri ve kadın
kütüphaneciler detaylıca anlatılacaktır.
Kadınlar, toplumsal ve siyasal yaşamda sahip oldukları hakları en iyi biçimde
kullanarak aslında ülkelerinin kalkınmasına, gelişmesine ve çağdaşlaşmasına
büyük katkılar sağlayabilecek potansiyele fazlasıyla sahiptirler. Kadınların
sorunlarının ülke genel ekonomisi ve sosyal sorunlardan bağımsız olmaması
gerekir, aksine kadınların yaşadıkları sorunların giderilmesinde kaydedilecek
ilerlemeler ülkelerin gelişiminde önemli bir yere ve role sahiptir. Kadınların
sorunlarının ihmal edildiği, görülmediği hatta kadınların yok sayıldığı bir
toplumun varlığını sağlıklı bir biçimde sürdürmesi mümkün değildir. Bu
bağlamada kadınların mesleki bilgi ve becerilerinin geliştirilmesine her zaman
imkan tanınmalı ve kadına fırsat verilmelidir. Zaten iş olanaklarının kısıtlı olduğu
toplumlarda işe alımlarda genellikle tercih edilen erkektir. Bu durum da kadının
çalışma yaşamından soyutlanmasına ve kadının eve mahkum edilmesine sebep
olmaktadır. Oysa kadınlara yeteri kadar imkan verilirse kadınların üstesinden
gelemeyeceği iş yoktur ve bunun için kadın istihdamının ilk etapta desteklenmesi
sonrasında ise arttırılması gerekmektedir. Ancak bu şekilde kadınlar, Anayasanın
kendilerine verdiği bu sosyal ve ekonomik haklarını tam anlamıyla yerine
getirebilirler.
Kadınlar, tarihin hemen her döneminde, dönemin koşullarına göre değişen biçim
ve farklı statülerdeki çeşitli ekonomik faaliyetlere katılmış olmalarına karşın, bu
sürece dahil olmaları ilk kez sanayi devrimi ile birlikte başlamıştır. Bu süreç
"ücretli" olarak ve "işçi" statüsü altındaki niteliklerle çalışma yaşamı içinde
şekillenmiştir.
78
Günümüzde ise kadının insan hakları gereğince çalışma işlevini tam olarak
gerçekleştirmesini sağlayacak uygun ortamın yaratılması amacıyla hem ulusal hem
de uluslararası düzeyde yeni politikalar üretilmektedir. Bu uygulama ve izleme
mekanizmalarının
kurulması
ve
güçlendirilmesi
yönündeki
çabaların
ve
çalışmaların tam olarak yeterli olmaması nedeniyle bilhassa eksik kalınan
noktaların iyi tespit edilmesi gerekmektedir. Yani kadınların çalışma yaşamında en
çok boğuşmak zorunda kaldıkları noktaların iyi gözlemlenmesi gerekmektedir.
Kadınların çalışması için uygun zeminin kurulması ve bu aşamada da uygun
şartların oluşturulması için bir takım politikalara da ihtiyaç vardır. Çünkü kadın
için oluşturulan ulusal ve uluslararası düzenlemelere uymayan kurumlar ne yazık
ki fazlalıkta. Ancak kurumsal kimliğini kazanmış firmalar ve kamuda durum biraz
daha iyi ve düzenli olduğu için bu kuralları (daha çok) kendi kadın çalışanlarına
uygulamayan firmalara da aşılanması gerekir. Böylece kadınların aktif bir biçimde
bu çalışma döngüsüne tutunmaları ve başarıları olmaları sağlanacaktır.
Kadınlar, tarihsel süreç içerisinde çeşitli ekonomik faaliyetlere işgücü olarak
katılmışlar ve üretimin önemli bir parçası olmuşlardır. Üretim biçiminin esnekliği,
geleneksel işgücü piyasasının bu esneklikle etkileşimde bulunan, genel anlamda
emeği aile bütçesine katkı anlayışıyla marjinalleştirilen kadın işgücünü ön plana
çıkarmıştır. Kadınlar, erkeğe kıyasla daha ucuz olan, daha kolay kontrol edilebilen,
ucuz çalışma saatlerine, sıkıcı ve monoton işlere, daha çok güvencesiz olabilen
kötü iş koşullarına daha kolay rıza göstermiş, yarı zamanlı ve esnek saatleri olan
işleri ise daha kolay kabul etmeleriyle bir bakıma işgücü istihdamını da
arttırmışlardır. Ne var ki kadına atfedilen bu özellikler aslında kadınların işgücü
piyasasında yedek işgücü olarak görülüp algılanmasının da temel nedenidir. Bu
nedenlerden dolayı esnek çalışma biçimleri denilen şeyin "kadına uygun iş" olarak
tanımlanmasına ve bu tanımlamanın/durumun yaygınlaştırılmak istenmesinden
ibarettir (Belet, 2013: 205).
Kadın işgücüne olan ihtiyaç, tarihin hemen her dönemimde önemini korumuştur ve
bu günümüzün zorlu iş yaşamında bu ihtiyaç her geçen gün biraz daha artmaktadır.
Tarım toplumundan bilgi toplumuna geçiş sürecinde hem tarlalarda hem de
fabrikalarda kadın işgücüne her zaman gereksinim duyulmuştur. Günümüzde ise
79
kadınlar daha çok ülkelerin gelişmişlik düzeylerine göre bazen bilgi toplumlarının
ihtiyaç duydukları nitelikli işlerde faaliyet gösterirken bazen de tıpkı geçmişte
olduğu gibi halen daha tarım ve sanayi toplumlarının özelliklerini taşıyan az
gelişmiş ya da hiç gelişmemiş ülkelerde tarımsal üretimde ve fabrikalarda
niteliksiz işlerde faaliyet göstermektedirler (Yılmaz v.d., 2008: 91).
Bir yandan toplumsal hayatta bir yandan da aile içinde var olma ve ayakta
kalabilme mücadelesi veren kadınlar, iş hayatına girerek aslında bağımsızlık ve
kabul edilme isteklerini de bir anlamda elde etmektedirler. Kadınlar yeteneklerini
kullanabilecekleri daha çok ilgi ve becerileri doğrultusundaki işlere odaklanarak
ilk önce gelir elde etme sonra da yükselme, saygınlık kazanma ve özgürleşmeyi
amaçlamaktadırlar. Bir şekilde işe başlayan kadınlar iş ortamında geliştirecekleri
arkadaşlık ve sosyal ilişkilerle kendilerini daha mutlu hissedeceklerdir. Bu
mutluluk kadınların, iş ortamında elde edecekleri başarıları tetikleyecek ve bu
başarılarla kazanacakları öz güvense onların hayatlarının diğer alanlarına da
yansıyacaktır. Kadın en başta kendisi, iş arkadaşları ve yöneticileriyle birlikte
çalışma, üretme, başkalarına yardım etme, en önemlisi de faydalı olma gibi
duygular edinerek, bu edinme ışığında kendilerine öz güven ve yaşam tatmini
kazandırmaktadır. Elde ettiği gelir ile başkalarına bağımlı olmadan, özgürce kendi
kararlarını verebilmesi kadınların saygınlığını arttıracak, kısaca toplumda "ben de
varım" demelerine büyük katkı sağlayacaktır (Çakınberk, 2011: 1).
Bu düşüncelerle çalışmak isteyen kadının önüne ilk aşamada bazı engeller
çıkabilmektedir. Bu engeller bazen aileleri bazen de toplum tarafından
konulmaktadır. Toplumda baskın olan ataerkil kültürel değerler ve onların
biçimlendirdiği toplumsal cinsiyet rolleri ve cinsiyet kalıp yargıları kadınların iş
gücü piyasasına katılma biçimlerini etkilediği gibi hangi işleri yapabilecekleri yani
basit bir ifadeyle; hangi meslekleri seçebilecekleri konularında belirleyici
olabilmektedir. Ancak mevcut baskılar ve zorlamalar karşısında yılmayan, çalışma
arzusunu iş için gerekli olan eğitim ve bilgi ile birleştiren kadın çalışma hayatına
atılabilecektir. Kadının emek piyasasında yer alması özelde aile, genel de ise ülke
refahı için kıymetli bir öğedir. Ne var ki hayatın her alanında var olan iki cinsin
eşitsizliği iş hayatında da ne yazık ki mevcuttur. Kadın ve erkek için eşit muamele
80
etme noktasında tıpkı gelişmiş pek çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de yasal
düzenlemeler yapılmıştır ancak bu düzenlemelere rağmen hala daha eşitsizlikler
sürmektedir, bu durumda beraberinde pek çok sorunu getirmektedir. Bu
olumsuzluklara rağmen artan oranda kadın işgücü çalışma hayatına katılmaktadır.
Fakat toplum meslekleri erkek işi ve kadın işi olarak sınıflandırdığından bu durum
kadının istediği her iş alanında çalışmasını da zorlaştırmaktadır. Toplumun
kadınsal normlar olarak nitelendirdiği ve kadına yüklediği rol olan anneliğin bir
devamı olarak gördüğü öğretmenlik, hemşirelik, sosyal hizmet uzmanı, sekreterlik,
terzi, aşçı vs. gibi kadın işi meslekleri tercih etmelerini isteyebilmektedir. Kısaca
ifade etmek gerekirse; kadın, meslek ayrımcılığına maruz kalabilmektedir
(Çakınberk, 2011: 1-2).
İnsanlığın başlangıcından günümüzü var olan çalışma olgusu kapsamında kadınlar
köle, çırak, yamak gibi roller üstlenirken; günümüzdekine yakın anlamda
kadınların çalışma hayatına girmeleri 18. yüzyılın sonlarına tekabül etmektedir.
Sanayi devrimi ile ortaya çıkan üretimin örgütlenmesine duyulan ihtiyaç ve daha
çok düşük ücretle çalıştırılabilecek işgücü gereksiniminin oluşmasıyla kadınların
çalışma hayatına girmesinde en önemli etken olmuştur. Değişen tarımsal üretim
koşullarında kadınların, ekme-biçme dışındaki işlerde de istihdam edilmesiyle
birlikte bilhassa üretilen ürünlerin satılması gibi işlerin de yürütülmesi için hizmet
sektöründe de bulunmuşlardır. Bu dönemlerde özellikle büyük ölçekli tekstil
fabrikalarında nitelikli işgücünü gerektirmeyen ve üretimin hızla yaygınlaşmasına
paralel olarak kadının evden, ücretsiz aile işçiliğinden ve tarımsal alanların dışına
çıkmasında payı olmuştur. Ne yazık ki bu dönemdeki niteliksiz kadın işgücü, uzun
çalışma saatleri ve düşük ücretlerle erkek işgücünün yerini doldurmak olarak
görülmekle yetinmiştir (Yılmaz v.d., 2008: 91).
Dünya tarihi açısından kadının çalışma yaşamına girmesi ise sanayi devrimi ile
olmuş ve bu dönemden önce kadınlar toplumda geleneksel roller olarak
adlandırabileceğimiz; annelik, ev kadını, eş rolleri ile yer almışlardır. Ancak
sanayi devrimiyle birlikte bu rollerine ücret karşılığı çalışmayla iş rollerini de
eklemişlerdir. Sanayi devriminden İkinci Dünya Savaşı sonuna kadarki dönemde
kadının çalışmasına ilişkin gözlemlenen eğilimler daha çok kadın emeğinin
81
"yedek" olarak nitelendirilmiş olmasıdır. Hatta bu dönemlerde erkek işgücünün
yetersiz kaldığı durumlarda kadınlar işgücüne katılmaya çağrılmışlar ancak bu
gereksinme ortadan kalktığında ise kadınlar evlerine gönderilmişlerdir (Yörü,
2009: 352).
1940'lı yıllarda birçok OECD ülkesinde kadının işgücüne katılımında büyük bir
artışın yaşanması işgücü pazarında büyük bir gelişme olarak kabul edilmektedir.
Toplum bilimciler,bu gelişmenin nedeni olarak toplumdaki iş normlarında yaşanan
değişimin bir etken olduğu düşüncesindedirler (Yılmaz v.d., 2008: 92).
1950'li yıllarından günümüze değin çalışma hayatında aktif yer alan kadın işgücü
sayısal olarak artmıştır. Bilhassa 1950'de gelişmekte olan ülkelerde yaş aralığı 1564 olan kadın nüfusun %50'si, endüstrileşmiş ülkeler de ise %47'si ekonomik
açıdan aktif durumda olmuşlardır. Gelişmekte olan ülkelerde aktif olarak görünen
kadınların %87'si tarım sektöründe istihdam ederken, endüstrileşmiş ülkeler de bu
oran %47 olmuştur (Yörü, 2009: 352).
1980'li yıllarda ise ülkelerin büyük bir çoğunluğunda toplam istihdam içinde
kadınların payında artış yaşanmıştır. Ancak bu artışın her alanda kadın işgücünün
genişlemesi anlamına gelmemiş tam tersine geleneksel anlamda erkeklerin hâkim
olduğu bazı işlerin ortadan kalktığı ya da geleneksel açıdan kadınların istihdam
edildiği işlerde artışın olduğu görüşü hakim olmuştur. Bu bağlamda dünya
genelinde kadın işgücünde artışların olmasına karşın gelişmiş ülkelerde dahi bu
artış cinsiyete dayalı işbölümünü ortadan kaldırmaya yetmemiştir (Yılmaz v.d.,
2008: 92). 1980'den günümüze çeyrek asırdan fazla bir zaman geçmiş olsa da ne
yazık ki cinsiyete dayalı ayrımcılık hala kadınlar için temel problemlerin başında
gelmektedir. Yani geçmişin sorunu günümüzün de sorunları içerisindedir.
1985 yılında ise çalışma yaşamındaki aktif kadın nüfus oranı %49'a çıkmıştır ve bu
oran endüstrileşmiş ülkeler de %58 olmuştur. Aktif çalışma yaşamında yer alan
kadınların %87'si ise tarım dışı sektörlerde yer almışlardır. Avrupa Birliği'ne üye
ülkelerde kadınların %73 gibi büyük bir çoğunluğu hizmet sektöründe istihdam
etmiş ve bu oran aynı kesimde çalışan erkek oranına da yakın olmuştur. Hizmet
sektöründe çalışmakta olan kadınların daha çok "kadınlara uygun" olduğu
82
düşünülen bazı sektör ve işte yoğunlaşması da dikkat çekicidir. Kadına uygun
olarak görülen bu meslekler; sekreterlik, öğretmenlik, hemşirelik, ebelik ve
güzellik uzmanlığı gibi işlerdir. Yanı sıra çalışan kadınların %20'si erkeklerin de
%42'si sanayi sektöründe istihdam etmişlerdir (Yörü, 2009: 352).
Bu gün bu tabloya baktığımızda ise istihdamdaki artış hızının azalmasına karşın
kadın istihdamında artış yaşanmıştır. Gelişmiş ülkeler ve Avrupa Birliği'nde 2006
yılında kadınların işgücüne katılımının oransal karşılığı %52,7; toplam istihdam
içindeki kadınların oran ise %44,7 olmuştur. Ne yazık ki Avrupa Birliği'ne üye
devletlere kıyasla dünya genelindeki durum farklıdır. Dünyanın farklı bölgelerinde
kadınların işgücüne katılım oranları ve toplam istihdam içindeki kadın oranı
benzer bir tablo sergileyememektedir (Yılmaz v.d., 2008: 92). Çünkü dünyada
üreten ülkeler tüketen ülkelere göre daha çok istihdam sağlarken yaşamlarını
yalnızca tüketime odaklamış ülkelerin böyle bir kaygıları söz konusu değildir.
Durum böyle olunca bu tarzdaki ülkeler için sadece kadının iş gücü piyasasına
girememesi bir sorun değil genel anlamda tüm nüfusun ve toplumun en temel
sorunu olan işsizlik oluşmaktadır.
TUİK'in 5 Mart 2015'de "İstatistiklerle Kadın, 2014" adıyla yayınladığı haber
bülteninde Avrupa Birliği'ne üye ülkelerin istihdam oranının, 2013 yılındaki kadın
istihdam oranının en yüksek olduğu ülkenin %72,5 ile İsveç; en düşük olduğu
ülkenin ise %39,9 ile Yunanistan'ın olduğunu açıklamıştır. Avrupa Birliği üye
ülkelerinin (28 ülke) ortalama kadın istihdam oranın ise %58,8 olduğu
belirtilmiştir (http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18619 ).
Türkiye'de kadının iş yaşamında geçirdiği evreleri incelediğimizde ise
göreceğimiz tablo hiç şüphe yoktur ki dünyadaki gelişmelere paralellik
göstermesidir. Kadınların ülkemizde iş yaşamına girişi 19. yüzyıl başlarına tekabül
etmektedir. Bu dönemdeki kadın emeği daha çok dokumacılık alanında olmuştur.
Tanzimat dönemine kadar Osmanlı İmparatorluğu'nda bilhassa kentlerde yaşayan
kadınlar yok sayılarak hiçbir alanda işgücü olarak kullanılmamış olmaları dikkat
çekicidir (Yörü, 2009: 353). Osmanlı toplumundaki kadınların, ekonomik açıdan
rahat oldukları kabul edilebilmektedir. Bu durumu Osmanlı aile yapısını
83
incelediğimiz zaman görmüş olacağız ki, Osmanlıda ailenin ekonomik
sorumluluğu kadından ziyade erkeğin üstlendiği bir görev olmasıdır. Kadınların
ailenin geçimi konusunda bir zorunluluk hali mevcut değilse bu konudan muaf
tutulmuşlardır. Dikkat çekici diğer bir konu ise Osmanlı'da kadınlar tahrir
kayıtlarına ancak eşlerini kaybettikleri zaman yansımış olmalarıdır. Bu durumda
göstermektedir ki; Osmanlı aile yapısı içinde kadının kocasına bağımlı olması
gerekliliğini düşünülmüş ve kadın ancak erkeğin olmadığı zamanlarda hukuki
sorumlulukları yerine getirebilmiştir (Çakınberk, 2011: 5).
Osmanlı toplumunda kadınlar, kırsal kesimlerde ve şehir yaşamında önemli bir
yere sahip olup ekonomik hayatın içinde her zaman yer almayı başarmışlardır.
Osmanlı'nın erken dönemlerinden itibaren kadınlar, arz talep çerçevesinde
ekonomik girişimlerde de bulunmuşlardır. Eşlerinden ya da babalarından miras
yolu
ile çiftçiliğe sahip
olabilen
kadınlar,
bu çiftliklerin
işletilmesini
sağlamışlardır. Bu durumda onların tarımla uğraşmalarını ve doğal olarak da
üretime katkıda bulunmalarını sağlamıştır. Osmanlıda üretimin eril bir görev
olduğu kabul görmüşse de yalnızca bir tüketici olarak kabul edilen kadınlara ev
işleri ve çocuk yetiştirmek gibi görevler yüklenmeye çalışılmıştır. Yanı sıra
Anadolu kadınları ne Ahilik (1240) ne de Gedik (1727) adları altında oluşturulmuş
esnaf ve sanatkâr kuruluşlarına üye olamamışlardır. Ancak kadınların iş sahibi
olmaları için Kayseri, Konya, Kırşehir gibi şehirlerde kurulan "Bacıyanı-ı Rum"
(Anadolu bacıları) adlı örgüt altında toplanıp el sanatlarını yapıp kentlerde de iş
yaşamında eşlerine destek olmayı sağlamışlardır. Osmanlı kadını üretime
doğrudan katılmış ve ticari mekânlarda boy göstermiştir. Kendi çaplarında üretim
yapan kadınlar, ürettikleri ürünleri "Avrat pazarı" olarak isim yapmış alışveriş
yerlerinde satmışlardır. Kadınlar, bu pazarlarda hem alıcı hem de satıcı
konumunda olmuşlardır (Çakınberk, 2011: 5-6).
TUİK'in 5 Mart 2015'de "İstatistiklerle Kadın, 2014" adıyla yayınladığı haber
bülteninde; Türkiye nüfusunun (77 695 904 kişi) %50,2'sini erkek nüfusun (38 984
302 kişi) ve %49,8'ini kadın nüfusun (38 711 602 kişi) oluşturduğu açıklanmıştır.
Hane Halkı İşgücü Araştırması sonuçlarına göre; 2013 yılında, Türkiye'de 15 ve
daha yukarı yaştaki nüfus içerisinde istihdam oranı %45,9 olup, bu oran erkeklerde
84
%65,2,
kadınlarda
ise
%27,1
olduğu
saptanmıştır
(http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18619).
TUİK verileri incelendiğinde Türkiye'de kadın istihdamı erkek istihdamının %38,1
gerisindedir. Oysa Avrupa Birliği ülkelerindeki kadın istihdamı Türkiye'deki
istihdamdan %31,7 daha fazladır. Bu durum da gösteriyor ki ülkemizde kadınların
çok az kısmı emek piyasasına dahil olabilmektedir.
2.3. Feminist Perspektiften Kadın Kütüphanecilerin Mesleki
Sorunları
Bilginin kaydedilmesine ihtiyaç duyulmaya başlandığı günden beri insanoğlu
yazılmış ve basılmış sözlerin her zaman koruyucusu olmuştur. Ancak modern bir
meslek olan kütüphanecilik henüz yenidir ve kütüphanelerin hayret verecek
şekilde çoğalmasına ayak uydurabilmek için süratle gelişmektedir (Ötüken, 1957:
93).
"Bir kütüphaneci ne yapar?" sorusuna Ötüken (1957: 94-95) kısaca şu cevabı
vermiştir:
"Bir kütüphanecinin vazifesi insan oğlunun kaydedilmiş bilgilerini araştırmak,
çalışmak, kendi kendini yetiştirmek, iş veya eğlence bakımlarından kitap seçmek,
aksesyonu, idaresi ve bu sahalara sevkidir. Bunun ne demek olduğunu ve ehliyetli
bir erkek veya bir genç kıza ne geniş bir seçme hakkının tanındığını düşünün. (...)
Kütüphanecinin en mühim ve zevkli işlerinden biri de kitaplar aracılığı ile elde
edilecek hazinelere giden yolu ve onu nasıl bulacaklarını bilmeyenlere göstermektir.
(...) Hem kadınlar, hem erkekler mesleğimizin zirvesine yükselebilirler. En büyük
sistemlerimizden biri olan Şikago Umumi Kütüphanesi'nin başında bir kadın vardır"
Aslına bakılırsa kütüphaneciliğin bir meslek olarak varoluşundan bu güne kadarki
süreçte her zaman kıymetli ve kutsal kabul edilen bir meslek olarak görülmüştür.
Bilginin hemen her dönemde önemli bir yere sahip olması ve insanların kayıtlı bu
bilgilere ulaşmasında kütüphanecilerin çok mühim ve değerli katkıları olmuş ve
olacaktır. Bilgiye erişim noktasında kütüphaneciyi bir yol gösterici, bir rehber
85
olarak düşünmek çok yerinde olacaktır. Ne var ki kütüphanecilik (daha doğrusu
Bilgi ve Belge Yönetimi bölümlerinde) bölümünde okuyan pek çok kişinin ilk
başlarda gönlünde başka başka meslekleri geçirdiği doğrudur. Bu durum 1984'te
de böyleydi 2014'lerde de böyle devam etmiştir. Öyle ki 1989 yılında Atilla
Çakıroğlu (1989: 103), Hocası Osman Ersoy'un okulun ilk günlerinde derste
öğrencilerine kütüphanecilik mesleğinin önemini anlatan şu konuşmayı yapmasını
zorunlu kılmıştır. Osman Ersoy konuşmasını şu sözlerle yapmıştır:
"- Kiminizin gönlünde belki bir başka fakülte ya da bir başka meslek yatabilir
çocuklar. Ancak sizler artık öyle bir bölüme kaydınızı yaptırdınız ki,bu bölüm ve
meslekte gönlünüzde yatan her tür mesleği bulmanız hiç de güç olmayacak. Çünkü
kat kat apartmanlar örneği, sayfa ve formlardan oluşan kitaplara verilen uğraş bir
tür mühendislik, onların tedavisiyle ilgili olarak yapacağınız patolojik çalışmalar da
doktorluk, demektir."
Kadın ve erkeğin bilinen biyolojik nedenlerden dolayı farklı olmaları insanlık
tarihi boyunca erkeğin kadına karşı üstün olduğu mantalitesini insanlara
düşündürtmüştür. Hatta bu konuda ünlü düşünürlerin sözleri de gerçekten
düşündürücüdür. Aristo'nun "hayvan dünyasında erkek tür, dişi türden daha
büyük, güçlü ve çevik olup ileri bir durumu gösterir" tarzındaki sözleri ve
Platon'un "kadınlar erkeklerden daha zayıftır. Sadece erkeklerden güçsüz oldukları
için onlara, erkeklere verdiğimiz görevlerden daha hafif görevler vermeliyiz"
tarzındaki sözleri erkeğin kadına karşı üstün olduğu düşüncesini destekler
niteliktedir. Ancak bu biyolojik duruma tersten bakarsak eğer; her iki cinsin farklı
alanlarda akıllarını daha iyi kullanıp daha fazla başarı elde edebilmektedirler.
Durumu bir örnekle açıklamak gerekirse; kadın beyninin işitme ve dil merkezinde
erkeklere oranla %11 daha fazla nöron bulunmaktadır, bu durumda kadınların
erkeklere göre daha fazla "konuşarak" ilişki kurduğu anlamına gelmektedir.
"Nöron oranı" üzerinden yoğunlaşırsak bilhassa kütüphanelerde danışma
hizmetlerinin kadın kütüphaneciler tarafından daha iyi bir biçimde verilebileceği
sonucuna varılabilir. Kadın kütüphanecilerin mesleklerini hem konuşarak
kullanıcıların sorunlarını anlamaya hem de kullanıcıların yüzlerini okuyarak
kullanıcılara verdikleri cevapların yeterliliği üzerine icra etmelerinden dolayı bu
86
farklılık kütüphanecilik mesleği için önemlidir. Diğer bir taraftan ise kadınların
teknolojik konularda erkekler kadar başarılı olamadıkları yönündeki düşünceler de
yok değildir. Hatta bu iddiaları destekleyen çeşitli yazılara kütüphane ve bilgi
bilim literatüründe rastlamak da mümkündür. "How Long Do Women Have to
Wait?" adlı eserinde (2003) Bayan Haavisto, kadınların erkeklere göre teknik
yeniliklere karşı daha yavaş adapte olduklarını ifade etmiştir. Hatta konunun daha
da üzerine giden Haavisto, Finlandiya'da erkek kütüphanecilerin kadın
kütüphanecilerden daha fazla olması durumunda elektronik bilişim ağlarının
şimdikinden daha ileri bir teknolojiye sahip olacağını ifade etmiştir (Yılmaz, 2012:
550-551). Aslında kütüphaneci dendiği vakit zihinde hemen bir kadının
canlanması şaşılacak bir durum değildir. Çünkü bu konuda yapılmış bazı
çalışmalarda kütüphaneciliği bir meslek olarak kadınların daha fazla tercih ettiği
bilinmektedir.
"Kütüphanecilik mesleği, kadın çalışanların erkek çalışanlardan sayısal olarak
daha fazla olduğu profesyonel bir meslektir." (Yılmaz, 2012: 548). Atılım
Üniversitesi Kütüphane ve Dokümantasyon Müdürlüğünce Mart 2014'te
yayımlanan e-bültendeki (2014: 4) bir söyleşide de kadın kütüphanecilerin nicel
açıdan daha fazla olduğunu Prof. Dr. Serap Kurbanoğlu ise şu sözlerle ifade
etmiştir:
"(...)Mesleğim açısından olaya baktığım zaman bazı mesleklerde farklı cinsiyetlerin
ağırlıklı olarak öne çıktığını görüyoruz, örneğin ben öğrenciyken Maden
Mühendisliğine kız öğrenci alınmazdı. Şimdi gerçi alınıyor ve yine de kız
öğrencilerin sayısı düşüktür. Bizim bölüme erkek öğrenci almamak gibi bir şey
hiçbir zaman olmadı, ama erkek öğrenciler hep daha az tercih ederler, bazı
meslekler daha herhalde kadınlara uygun görülen meslekler; hem öğrenci sayısı
açısından hem akademisyen sayısı açısından bizim alanda kadınlar hep daha
ağırlıklı."
Kütüphanecilik mesleği aslında profesyonel bir meslektir. Öyle ki ülkemizde ilk
başlarda kurslar şeklinde verilen kütüphanecilik eğitimi zamanla üniversitelerde
kürsüleri kurulan, günümüz de ise yüksek lisans ve doktora programlarıyla öğrenci
kabul eden bir bilim dalıdır ve kadınlar için hemen her zaman cazip görülen bir
87
meslek de olmuştur. Hatta 2007 senesinde Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü'nde
lisans eğitimime başladığım zaman sınıfımızda kadın arkadaşlarımızın sayısal
olarak biraz daha fazla olması benimde dikkatimi çekmişti. Bir gün ders arasında
amfide zaman geçirirken şu konuşmaya şahit olmuştum. Elinde sınıf listesi olan
bir arkadaşımız diğer arkadaşlardan bir kaçı ile şu konuşmayı yapmıştı: "Fark
ettiniz mi, bizim bölümde bayan sayısı erkeklerden fazla.". O sohbet gerçekleşene
kadar algısal olarak kadın- erkek sayısı hiç dikkatimi çekmemişti.
Ancak kütüphanecilik mesleğinin profesyonel bir meslek olması ne yazık ki hem
kütüphanecilik mesleğini ve bu mesleği icra eden kadın kütüphanecileri popüler
kültürde olumsuz etkilemiş diğer tarafta ise mesleğin imajını zedelemiştir. Yanı
sıra meslek olarak kütüphanecilik, bir hekimlik bir avukatlık ve mühendislik gibi
profesyonel bir meslek olarak da algılanmamaktadır. Başka bir ifadeyle, kadın
çalışanların niceliksel bakımdan fazla olması kütüphanecilik, hemşirelik, ana sınıfı
öğretmenliği gibi meslekleri yarı profesyonel meslekler olarak algılanmasına yol
açmaktadır. Bu durumda hem kütüphanecilik mesleğine ve hem de kadın
kütüphanecilere dair olumsuz bir algının oluşmasına ve popüler kültürde de
olumsuz bir algının oluşmasına sebebiyet vermektedir (Yılmaz, 2012: 548).
Bilhassa kütüphanecilik ve hemşirelik gibi daha çok kadınlarca tercih edilen
mesleklerin yarı profesyonel bir kadın mesleği ya da feminist bir meslek olarak
algılandığı doğrudur. Yanı sıra kütüphaneciliğin bir meslek olarak dünyanın çeşitli
ülkelerinde ve ülkemiz kadınlara çekici gelmesi ve kadınlar için uygun bir meslek
olarak tanımlanmasının yanında, çalışan kadın kütüphanecilerin diğer bazı meslek
gruplarındaki gibi sırf cinsiyetlerinden dolayı çeşitli sorunlarla yüzleştiklerine dair
mesleki literatürde yer alan yazılarla karşılaşmak bir çelişki olarak yorumlanabilir.
Ancak kütüphane ve bilgi bilimi literatürü incelendiğinde; meslek imajı, eşit
istihdam fırsatı, ücret ayrımcılığı, çalışma ortamları, çocuk bakımı ve kariyer
ilişkisi, kütüphanecilik mesleğinde kadın statüsü gibi konularda çeşitli
araştırmalara rastlamak da olağandır (Yılmaz, 2012: 549-550).
88
2.3.1. İş Hayatında Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık
İş hayatında cinsiyete dayalı ayrımcılık kendisini henüz iş sahasında göstermezken
"ev içinde" kendini hissettirmiştir. Ev içindeki "cinsiyete dayalı iş bölümü"; dışarı
dediğimiz iş hayatında ise "cinsiyete dayalı ayrımcılığın" oluşmasında aslında ilk
katmanı oluşturmaktadır. Kadın hem evinde ayrımcılığa uğramış hem de
ayrıcalıklı katmanı de erkeğe kaptırmıştır. Yani denilebilir ki; ayrımcılık evde
başlamış; iş hayatında ise kendini ciddi anlamda hissettirmiştir. Bu konuda Savran
ve Demiryontan'ın, (2012: 147) değerlendirmeleri şöyledir:
"Kadınlar, ücretli kesimde çalışsalar bile, evdeki sorumluluk onların sırtına
yüklenir; ücretli kesimde çalıştıklarında çoğu en düşük ücretli ve durağan işlere
dağılmış durumdadır. Ev içi görevlerine bir de ücretli işlerin doyurucu olmayışı
eklendiğinde bu, kadınların ev dışında çalışmaları önünde önemli bir engel haline
gelir ve kadınları bu konuda cesaretsizleştirebilir. Böylece emek piyasasının kendisi,
kadınların ev içi alanındaki konumları ile ev dışındaki var oluşları arasında
dolaysız bir bağlantı kurarak onların yeniden üretimdeki rollerini tamamlar ve
pekiştirir. Bu yüzden de, kadınların toplumlardaki durumlarının yalnızca ev içi
alanındaki konumları tarafından belirlendiğini düşünmek yanlıştır; kadınların emek
piyasasındaki güçsüz konumlarının ev içindeki tabiiyetlerini pekiştirici bir etkisi
vardır."
Kavramsal olarak "ayrımcılık" en yalın ifade biçimiyle "ayırt etmek" anlamında
kullanılmaktadır. Türk Dil Kurumu (1980) ise ayrımcılığı: "Belli insan öbeklerinin
ayrımlaşmasını bilinçli bir biçimde gerçekleştirmeyi amaçlayan bir yöneltinin
benimsenmesi" olarak tanımlamaktadır. Çalışma hayatında ayrımcılıkla ilgili
olarak yapılmış ilk tanımlardan biri ise; Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO,1958)
tarafından hazırlanan ve Haziran 1958'de "Ayrımcılık (İş ve Meslek)
Sözleşmesi"nde geçmektedir. Bu sözleşmenin birinci maddesine göre ayırım
deyimi; "ırk, renk, cinsiyet, din, siyasal inanç, ulusal veya sosyal menşe
bakımından yapılan iş veya meslek edinmede veya edinilen iş veya meslekte tabi
olunacak muamelede eşitliği yok edici veya bozucu etkisi olan her türlü ayrılık
gözetme, ayrı tutma veya üstün tutma ve ilgili üye, memleketin, varsa temsilci, işçi
ve işveren teşekkülleri ve diğer ilgili makamlarla istişare etmek suretiyle tespit
edeceği, meslek veya iş edinmede veya edilen iş veya meslekte tabi olunacak
89
muamelede eşitliği yok edici veya bozucu etkisi olan bütün diğer ayrılık gözetme,
ayrı tutma veya üstün tutmayı" ifade etmektedir.
Ayrımcılık, bir sosyal gruba ya da grup üyelerine, grubun bir parçası olmaları
nedeniyle uygulanan olumsuz tavır, davranış ve eylem olarak da tanımlanabilir. Bu
konu ve kavram için sosyologların, ilk zamanlar ayrımcılığı ırk ve etnik köken
çerçevesinde ele almışlarken, günümüzde ise kadınlara, yaşlılara, engellilere ve
farklı cinsel eğilime sahip kimselere yönelik ayrımcılık yelpazelerini hem
genişletip hem de değiştirmişlerdir. Ne yazık ki ayrımcılık dediğimiz şey;
toplumun bazı bireylerini bazı farklılıklarından dolayı hor gören, dışlayan ve
aşağılayan ya da üstün gören bir süreç olgusudur. Bu süreç, insanların cinsiyet, dil,
din, renk, ırk ya da etnik köken gibi nedenlerle farklı muameleye tabi tutulması
şeklinde kendini şekillendirmektedir ve bu farklı muameleye tabi tutma işlevi ise,
işe almadan tutun da, ücret ödemede, okula kabul etmede hatta çeşitli kamu
olanaklarından yararlandırmada kişilere karşı sözü edilen farklılıklar temelinde
şekil almaktadır (Çakınberk, 2011: 73).
Cinsiyet, en yalın ifadesiyle; bireyin kadın ya da erkek olarak gösterdiği genetik,
fizyolojik ve biyolojik özelliklerdir (Ecevit, 2010: 4). "İnsanları kategorilere
ayırmanın en yaygın ve bilinen yolu dünyayı "bizden olanlar" ve "bizden
olmayanlar" şeklinde algılamaktır ve cinsiyet de insan zihninin ilk olarak ve en
kolay algıladığı, sosyal yaşamın kategorize edilmesine ilişkin temel sosyal
kategorilerden biridir." (Çakınberk, 2011: 74)
Toplumsal cinsiyet ise; "kadın ve erkek için toplumca uygun görülen rol ve
görevler, sorumluluklar ve toplumun bu iki cinsten beklentileridir." (Ecevit, 2010:
4) "Toplumsal cinsiyet, kadın ve erkeğin her türlü rollerini, sorumluluklarını,
sınırlamalarını, fırsatlarını ve ihtiyaçlarını analiz etmeye yarayan sosyo- ekonomik
bir değişken olarak ortaya çıkmaktadır." (Çakınberk, 2011: 75)
90
Tablo.1: Cinsiyet ile Toplumsal Cinsiyet Arasındaki Farklar
Cinsiyet
Doğaldır.
Biyolojiktir; cinsel organlardaki
ve buna bağlı olarak üretme
işlevindeki farlılıklara işaret eder.
Değişmez; her yerde aynıdır.
Toplumsal Cinsiyet
İnsan icadıdır.
Sosyo- kültüreldir; eril-dişil
niteliklere, davranış modellerine,
rollere ve sorumluluklara işaret eder.
Değişkendir; zamana ve kültüre göre
değişir.
Kaynak: (Çakınberk, 2011: 75)
Aslında Tablo.1 deki bilgiler incelendiği zaman bile cinsiyet ve toplumsal
cinsiyetin farklı şeyler olduğunu anlamak hiç de zor değildir. İnsan icadı dediğimiz
şey zaten bu iki farklı kavramın yerine oturması için yeterlidir.
Çakınberk, (2011: 77) kadınların neden üst kademelerde yer bulamadıklarının ve iş
hayatına pek çok ön yargıyı kırmak zorunda olmaları gerektiğinin nedenleri olarak
öne sürülen bazı ön yargıları şöyle sıralamıştır:

Kadınların çocuk büyütmek için kariyer sürecini yavaşlatmaları hatta
durdurmaları,

Kadınların genellikle aile ve iş yaşamındaki dengeleri sağlayabilmek için
uğraşmak zorunda kalmaları.

Kadınların bazı meslek dalları (işletme, mühendislik- teknik ve hesap işleri
gibi) için becerikli olmamaları ve bu nedenden dolayı da bu meslekler için
üst yönetimde erkeklerin daha uygun görülmeleri.

Kadınların geleneksel olarak insan kaynakları kadrolarında bulunmayı
tercih etmeleri.

Kadınların tepe yönetim için gerekli iş becerisine sahip olamamaları.
En erken insan toplulukları (avcılık, toplayıcı toplumlar) incelendiği zaman aslında
cinsiyet ayrımı diye bir şeyin söz konusu olmadığı görülecektir. Kadının bazı
dönemlerde bazı iş faaliyetlerine katılamaması erkeğin kadından daha güçlü ya da
daha saldırgan olduğu anlamına gelmemiştir. Aşağıdaki metinde "cinsiyete dayalı
91
iş bölümünün gelişmesini" özetleyen Savran ve Demirtontan'ın (2012: 34) şu
alıntısı bu tutumu kendi ağızlarından en güzel şekilde yansıtmaktadır:
"En erken insan toplulukları, kuşkusuz, yaşamlarını sürdürebilmeleri esnek yaşam
ve iş düzenlemelerinin yanı sıra, genelleştirilmiş paylaşım ve iş birliğine dayanan,
küçük ve gevşek bir biçimde örgütlenmiş gruplardı. (...) Gevşek bir cinsiyete dayalı
bir iş bölümü muhtemelen, fırlatma silahları ya da büyük hayvan avcılığı ile
toplayıcılık arasında uzmanlaşmaya izin veren bir başka teknolojiyi benimseyen
topluluklarda gelişti. Avın peşinde uzun mesafeler boyunca giden avcı sayısı
azaldığında ve bir hayvanın izi görülür görülmez ('kuşatma' yoluyla avlamanın
gerektirdiği zaman tüketen kolektif hazırlık süreci olmaksızın) anında avlanma
imkanı doğduğunda, genellikle, avcıların erkekler olması daha uygundu. Bunun
nedeni, boy, güçlülük ya da saldırganlık kapasitesindeki farklılıklar değil, hamileleri
bu gibi maceraların riskine atmanın ya da dört yaşına kadar emzirmeleri gereken
çocuğu olan annelerden, önceden bir düzenlemeye gidilmeksizin, hızlı bir av takibi
adına çocuğunu bırakmasını istemenin tavsiye edilir olmamasındandır. Cinsiyete
dayalı iş bölümündeki ve erkek ve kadın görevlerine atfedilen değerdeki büyük
çeşitliliğe karşın, ilkel toplumlarda açık bir kültürler-aşırı örüntü vardır. Burada
kadınlar eve daha yakın olan, geçimlik üretim, imalat ya da işlemden geçirme türü
görevlerle uğraşırken, erkeler beklenmedik, sürekliliği olan ve önceden
planlanmamış etkinlik süreleri gerektiren ve bu nedenle hamilelik ya da emzirme
dönemlerinde yapılması zor olan, uzun mesafeli ve riskli işleri üzerlerine alırdı."
Düşünce tarihine göz attığımızda ise durum en erken insan topluluklarından
farklıdır, bilhassa Atina sitesinin ünlü filozofu olan Platon'un kadınlar üzerine
düşünceleri birbiriyle oldukça çelişkili ve düşündürücüdür. Platon, hocası
Sokrates'in bilge kadın Diotima'yı bütün erkeklerden daha bilge ve yüce
saymasından etkilenerek, "Mayalarında altın bulunan kadınların ve erkeklerin
filozof-kral olmak üzere eşit eğitim görmeleri gerektiğini" söylemesine karşın "Ne
var ki kadın, hiçbir işte erkek kadar olamaz" görüşünü de eklemeden edememiştir.
Platon'un aynı konu için iki ayrı düşünceyi savunması göstermektedir ki Platon,
kadınları erkeklerden daha aşağıda görmüştür. Kadının yaradılış itibariyle devlet
bekçiliği için elverişli olduğunu söyleyen Platon, "Yalnız bu yaradılış kadında
zayıf erkekte kuvvetlidir" deyip sonrasında ise "Cinslerin zayıflığı göz önünde
tutularak, kadınlara erkeklerden daha kolay işler verilecektir" ifadesini
kullanmıştır. Platon'un kadınlar için kullandığı çelişkili ifadelere karşın onu
günümüz terminolojisiyle ilk feministlerden biri olarak gören yorumcular da
vardır. Çünkü Platon, Atinalı kadınların "mayalarında altın bulunanlarını" ev
dışında yani kamusal yaşamda yer almaları için olanak vermiştir (Arat,2010: 30).
92
Aristoteles ise "Politika" adlı yapıtında Hocası Platon'a katılmadığını açıkça dille
ifade etmiştir. Aristoteles'e göre dünya, "yöneten ve yönetilen" öğelerden
oluştuğundan kadınlar
otomatikman ikinci
kategoride
yer
almaktadırlar.
Aristoteles, kadınların zeka ve ahlak açısından erkeklerden aşağı düzeyde
olduğunu düşünmüştür ve onun için "Erkekle dişi söz konusu olduğunda, ilki
doğadan üstün, ikincisi aşağı ve uyruktur. Bu yüzden, düşsel bir eşitlik ilkesi
uğruna doğaya karşı çıkmak bireyin de toplumun da çıkarlarına terstir." (Arat,
2010: 30-31) demiştir.
Hengel: "Kadınların çocuk doğurmak, onlara bakmak, evi çekip çevirmekten
başka bir şey için yazgılanmadıkları apaçıktır. Kadınlar, hiç bir zaman
seçeneklerle karşılaşmadıkları gibi, karar da veremezler." (Arat, 2010: 34) diye
ifade eder.
Adam
Smith:
"Kadınlar,
cesaretleri
ve
kendini
yönetme
yetenekleri
bulunmadığından, kamusal yaşamın gerektirdiği erdemlere sahip değildirler."
(Arat, 2010: 34).
Nietzsche: "Kadınlar, yalnızca aşk ve nefretle ilgilenirler "şeklinde ifade edilen
tüm bu söylemler aslında kadınların, düşünce ve tutumlarında tekelci olduklarını
ve çeşitli evrensel yanıtlar gerektiren kamusal yaşam için uyumsuz olduklarını ve
bu yaşam için uygun olmadıkları ifade edilmeye çalışılmıştır (Arat, 2010: 35).
Görüldüğü gibi kadınlara yönelik cinsiyete dayalı ayrımcılık erkeklerce pek çok
dönemde kabul görmüştür. Kadınlar hangi dönemde olursa olsun eleştirilmekten
kurtulamamışlardır. Cinsiyete dayalı ayrımcılık kendini pek çok alanda
hissettirmiştir ancak bu hissettiriş en çok işgücü piyasasına yansımıştır. Ekonomik
verimsizliğin ve işgücü piyasasının oluşturduğu katılığın temel kaynağı olarak
cinsiyete dayalı mesleki ayrımcılık gösterilmektedir. Yapılan çalışmalar ve
istatistik veriler incelediği zaman ne yazık ki cinsiyete dayalı mesleki ayrımcılık
konusunda kadınlar daha fazla dezavantajlı durumdadırlar. Bu olumsuz durum,
kadının işgücü piyasasındaki konumunu ve eğitim, gelir ve hatta sağlık gibi sosyal
değişkenlerini olumsuz olarak etkilemektedir. Ayrıca bu olumsuz etkilerin gelecek
93
nesillere
aktarılarak
cinsiyet
eşitsizliğinin
ortaya
çıkmasına
da
zemin
oluşturmaktadır (Parlaktuna, 2010: 1218).
Cinsiyete dayalı ayrımcılık bağlamında annelik, kadınlık gibi toplumsal cinsiyet
rollerinin bir uzantısı olarak toplumlarda ister istemez kadına uygun olarak görülen
ve uygun görülmeyen işler türemektedir. Bu durum beraberinde kadınların
çoğunlukla oluşturduğu/tercih ettiği ya da tamamen bazı meslek sınıflarından
dışlanmalarına neden olmaktadır. Örneğin; toplumda hemşire, sekreter, anaokulu
öğretmeni denildiği zaman hemen akla bir kadın gelirken; patron, pilot, çiftçi
denildiği zaman da bir erkek beynimizde şekillenmektedir. Bu durum da kadınların
ve erkelerin toplumsal cinsiyet rollerine uygun mesleklere yönelmelerine ve
böylece mesleklerin de kadınsı ve erkeksi olarak ayrışmasına neden olmaktadır.
Gene bir örnekle toplumun erkek hemşirelere bakış açısını görmek amacıyla
yapılmış bir araştırmada hekimlerin % 8.3'ünün hemşireliğin bayanlara özgü bir
meslek olduğunu düşünmelerinden ve eğer seçme şansları olsa yalnızca %0.4'ünün
erkek
hemşirelerle
çalışabileceğini
ifade
etmeleri
mesleklerin
cinsiyetle
düşünüldüğü görülecektir (Çakınberk, 2011: 89).
Şimşek-Rathke, işyerindeki cinsiyetçiliğin aslında toplumdaki cinsiyetçiliğin
sadece bir boyutunu oluşturduğunu ifade etmiştir. Yanı sıra hemşirelik mesleğini
icra edenlerin %90'lı oranlarda halen kadınlardan oluşması, haliyle onları
cinsiyetçilikten en çok mağdur olan meslek gruplarından biri yaptığını da ayrıca
ifade etmiştir (2011, 43).
Kütüphanecilik ve bilgi bilim literatürü incelendiğinde ise, Baum (1992,32) iş
ayrımcılığının aslında kütüphanecilik alanında da var olduğunu ifade etmiştir.
Yılmaz (2013: 164) ise kütüphanelerde cinsiyete dayalı ayrımcılık konusunda şu
ifadeleri kullanmıştır:
"İş hayatında cinsiyete dayalı ayrımcılık, işverenin aradığı elemanda mesleki
nitelikler gözetmek yerine cinsiyet farkını gözetmesi şeklinde görülür. Nitekim bu
sorun, genelde çalışan kadın kütüphanecinin çalıştığı kütüphanede birim şefliğine
yükselmesi veya kütüphane yöneticiliği gibi durumlarda geçerli olabilir. Ancak
kütüphane personeliyle etkili iletişim kurabilen, çatışmaları çözen, kütüphane için
vizyon oluşturan, kütüphaneyi misyonuna uygun yönetebilen, saygılı, dürüst, enerjik,
iyimser, hatalardan ders alabilen, halkla ilişkiler konusunda bilgili, iyi bir dinleyici
olabilen, iş birliği yeteneğine sahip, teknoloji eğilimlerini de yakından takip
94
edebilen ve insan ilişkilerinde düzeyli kadın kütüphanecilerin, yöneticilik ve şeflik
pozisyonlarına yükselmelerinde sıkıntı yaşamayacakları kesindir. (...) Türkiye'deki
25 özel üniversite kütüphanesinde çalışan yöneticilerin %56'sının kadın olması,
ülkemizde bu durumun bir sorun olarak görülmediği anlamına geldiğini
söyleyebiliriz. Ayrıca ülkemizdeki İş Kanunu'nun 5. maddesinin 1. fırkasında "iş
ilişkilerinde dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplere dayalı ayrım yapılamaz" şeklinde açık bir ifadeye yer verilerek, cinsiyet
ayrımcılığına karşı yasal koruma da sağlanmıştır. Kadın kütüphanecilerin, iş
hayatlarında cinsiyete dayalı ayrımcılığa uğradıklarına ilişkin çeşitli haberlere
günümüzde halen rastlandığını da ifade etmek gerekir. Nitekim Harvard
Üniversitesi'nde görevli kütüphane çalışanı Bayan Desiree Goodwin'in cinsiyet
ayrımcılığına ilişkin yaşadıkları, bu duruma örnek gösterilebilir. İddiaya göre
Bayan Goodwin, iki yüksek lisans diplomasına sahip olmasına rağmen giyim
tarzından dolayı işinde yükselmesi engellenmiştir."
Türkiye'nin en büyük yapı marketlerinden biri 2013 senesinde "arşiv uzman
yardımcısı" pozisyonunu için bir ilan yayınlamıştı. Aranan kriterlerde bay- bayan
personel için nitelikler sıralanmıştı. Bu ilan için ben de başvuru yapmıştım ve
başvuruyu yaptığım gün şirketin insan kaynakları olumlu geri dönüş yapmış ve
beni bir sonraki gün için mülakata çağırmıştı. Mülakata gittiğim gün bana: "siz
arşiv uzman yardımcılığı" pozisyonuna başvurmuştunuz ancak biz sizi farklı bir
pozisyon için değerlendirmek isteriz, demişlerdi. Ben daha neden başka bir
pozisyon diyemeden görüşmeyi yapan yetkili gerekçeleri saymaya başlamıştı: "Bir
bayan için arşivde çalışmak zordur, koca koca klasörler bir bayan için fazla
ağırdır, arşiv tozludur, arşiv..." Oysa bu gün kütüphanecilik, arşivcilik daha
doğrusu Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü'ne öğrenci kabulü hem kadın hem de
erkek öğrenciler için yapılmaktadır ve eğer bu durum öğrenci kabulü sırasında bir
engel teşkil etmiyorsa bu olayda cinsiyete dayalı ayrımcılığın yapıldığını
göstermektedir.
İşyerinde cinsiyete dayalı ayrımcılık ve kadın işçilerin korunmasına yönelik
kuralları içeren başlıca belgeler: İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, ikiz
sözleşmeler olarak bilinen Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi ve
Medeni ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi ile Kadına Karşı Her Türlü
Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'dir. Bu belgeler Birleşmiş Milletler Örgütü
çerçevesinde kabul edilmiş ve esasen çalışmayla ilgili olmayıp insan haklarıyla
ilgili belgelerde bu konularda düzenlemelere yer verilmiştir (Kökkılınç, 2013: 7).
95
2.3.2. Ücret Konusunda Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık
En dar anlamıyla ücret; belirli bir hizmet için insan emeğine ödenen bedeldir.
Ücretinin kavramsal açıdan tanımlanması zordur, çünkü ücret; zaman, yönetim,
sosyal politika, ekonomi, hukuk gibi alanlara göre değişmektedir. "Yönetim
açısından çalışanın temel ihtiyaçlarının tatmini için bir araç ve onu verimli kılan
önemli bir motivasyon unsuru, sosyal politika açısından çalışanın geçim aracı,
ekonomik açısından emeğin karşılığı, hukuki açıdan ise çalışma karşılığında
kazanılan menfaatlerdir." (Çakınberk, 2011: 98).
Satın almak istediğimiz en basit bir şeyin dahi bir ücreti vardır. Emek piyasasında
ise çalışmanın karşılığı ücrettir. Kadının emek piyasasında yer alması iki unsur
için önem arz etmektedir. Bunlardan ilki aile diğeri ise ülke refahıdır. Kadının en
başta bir birey olarak eşitlikçi bir muamele görmesi ve bu bağlamda da çalışma
koşullarının iyileştirilmesi için çalışmalar yapılmalı, önlemler alınmalıdır. Çalışma
koşullarının iyileştirilmesi ve kadın-erkek ayrımcılığının önüne geçebilmek adına
yasal düzenlemeler pek çok ülkede yapılsa da eşitsizlikler günümüzde hâlâ devam
etmektedir. Beceri ve tecrübe açısından erkeklerinkine benzer niteliklere sahip
olmalarına rağmen kadınlar, erkeklere göre hem gelir elde etmede hem de mülk
sahibi olmada erkeklerin ne yazık ki gerisinde yer almaktadırlar. Birleşmiş
Milletlerin yaptığı araştırmalar incelendiğinde dünya genelinde yapılan işlerin
%66'sının kadınlar tarafından görüldüğü buna karşın kadınların toplam gelirin
yalnızca %10'una sahip olduğu görülmüştür. Bu durumun başka bir ifadesi
erkeklerin kadınların yaptığı işten çok daha az iş yaparak kadınların sahip olduğu
gelirin 9 katını kazanıyor olmalarıdır. Kadınlar, dünyadaki toplam iş gücünün
yarıdan fazlası (2/3) gördükleri gibi günlük çalışma süreleri de saat olarak
erkeklerinkinden %25 daha uzundur. Kadınlar bütün dünyadaki toplam gıda
üretiminin %50'sini üretmelerine karşın kadınların elde ettiği gelir dünya gelirinin
yalnızca %10'u kadar olması gerçekten düşündürücüdür ve bu durum cinsiyete
dayalı bir ayrımın var olduğunu da açık bir şekilde gözler önüne sermektedir.
Kadınlar ne yazık ki dünyanın tüm varlığının ancak %1'ne sahiptirler ve dünyadaki
yoksulların %70'ini kadınlar oluşturmaktadırlar. ILO'nun yapmış olduğu
96
araştırmalara göre kadınlar; erkeklerle aynı işi yaptıkları halde %25 daha az ücret
almakta ve emekleri neredeyse yarı yarıya sömürülmektedir (Çakınberk, 2011:
99).
"Kadınların biyolojik özellikleri, toplum içinde kadının ve erkeğin rollerinin farklı
olması, kadın işi- erkek işi ayrımı, kadınların eğitim düzeyinin düşüklüğü, kadın
emeğinin ekonomik olarak daha değersiz sayılması, kadınların çalışma
yaşamlarına kısa veya fasılalı olması ve kadınlar arasında sınıf dayanışması
fikrinin az olması gibi faktörler kadınlara erkeklere göre az ücret ödenmesine
neden olmaktadır." (Kökkılınç, 2013: 86). Yaşanan ayrımcılığın, ne yazık ki
verimlilikle ilişkisi olmayan ön yargılardan kaynaklı, aynı bilgi ve beceri
düzeyindeki bireylere farklı davranılması sonucunda ortaya çıkan bir durumun
sonucu olması kadınlar açısından kabul edilecek tarzda değildir. Çalışanın
cinsiyetinin kadın ya da erkek olması ücretin tespitinde ve farklılaşmasında bir rol
oynamamalıdır. Çünkü emeğin verimliğiyle hiç bir ortak noktası olmayan
nitelikler sonucunda aynı verimliliğe sahip kişiler arasında farklı muamele
görmemeleri gerekir. Yani denilebilir ki; eşitlere eşitsizlik yapılmamalıdır
(Çakınberk, 2011: 101). Hemen her iş kolunda kadınların maruz kaldığı cinsiyete
dayalı ayrımcılık ve bu ayrımcılığa bağlı olarak ücret eşitsizliği kendini
kütüphanecilik alanında da hissettirmiştir.
Baum'un (1992: 30-31) Kütüphane Araştırma Birliği'nce 1967'de yıllık maaş
araştırmasının başlatıldığını ve 1972'de Arşivsel Uğraş Araştırması'nda; kadın
arşivcilerin erkek meslektaşlarından yaklaşık %38 daha az maaş aldıklarını ifade
etmiştir. 1979'da yapılmış araştırma da ise, yaşa, eğitime ya da yıl deneyimine
bakılmaksızın kadının erkekten daha az kazandığını ortaya çıkarmıştır. Aynı
şekilde 1982'de yapılmış araştırmada da sonuç aynısı çıkmıştır.
2010 yılında ise Özgür'ün "Kütüphaneci Kadın Petrolcü Erkeğe Karşı" adlı gazete
yazısı dikkate alındığında Özgür, Türkiye'deki durum için yaptığı şu tespit
gerçekten düşündürücüdür:
97
"Türkiye ’de çalışma yaşamında kadınlarla erkekler arasında uzun yıllardır
çözülemeyen 'eşit işe farklı ücret' uygulaması, krizle birlikte biraz daha yaygınlaştı.
89 iş kolunun 59'unda kadın çalışan, erkeklere kıyasla daha düşük ücret alıyor. Bu
sayı geçen yıl 56'ydı. Ücret uçurumunun en derin olduğu sektörlerin başında petrol
ile kamu yönetimi ve savunma sanayii geliyor. Erkek çalışanlar bu sektörlerde kadın
mesai arkadaşlarından yüzde 40 daha fazla ücret alıyor. Kadınların erkeklere dikkat
çekici fark attığı tek sektör ise kütüphanecilik. Bu iş kolunda ücret farkı yüzde 26’yı
buluyor."
Özgür'ün
2010
yılındaki
tespitine
göre
kadın
kütüphaneciler
erkek
kütüphanecilerden günlük 13.7 lira fazla ücret almaktadırlar.
Türkiye'de
Özgür'ün
durum
tespiti
kapsamında
kütüphanecilik
mesleği
değerlendirildiğinde bu olumlu bir durum gibi gözükse de, kadın kütüphanecilerin
bu 13.7 liralık farkı belki de fazla mesai harcayarak kazanmış olma ihtimali
üzerinde hiç durulmamıştır. Ne varki kadınların 89 iş kulundan 59'unda erkeklere
kıyasla daha az ücret almaları ne yazık ki olumsuz bir durumdur. Mevcut eşitliğin
sağlanması için bu olumsuz düşüncelerin törpülenmesi gerekmektedir. Aynı işi
yapan iki bireyin maaşlarını belirleyen şeyin cinsiyet olmaması gerekir.
Türkiye'de her ne kadar kütüphanecilik mesleği bir nebze de olsa ücret konusunda
eşitliği sağlama yolunda umut verici olsa da; az gelişmiş ülkelerde çalışan kadın
kütüphanecilerin, aynı işi yapan erkek kütüphanecilere göre sırf cinsiyetlerinden
dolayı daha düşük ücret aldığı bilinmektedir. Şimşek-Rathke, kadınların ağırlıklı
olarak çalıştığı mesleklerde yer alan erkeklerin meslekte daha hızlı terfi
edildiklerini ve daha iyi ücret aldıklarını (2011, 46) ifade etmiştir. Yılmaz (2013:
166) ise kütüphane ve bilgi bilimi literatüründe konuyla ilgili akademik yazılara
rastlandığını ve Kenya'da erkek kütüphanecilerle aynı işi yapan kadın
kütüphanecilerin maaşlarının düşük olması ücret konusunda cinsiyete dayalı
ayrımcılık yapılığına dair somut bir örnek olduğunu da ifade etmiştir.
Şimşek-Rathke, merkezi ve yerel hükümet çalışmaları içerisinde kadınların
gittikçe daha çok temsil edilmesine karşın, onlara daima daha düşük statülü ve
daha güvencesiz pozisyonarın ayrıldığını ifade etmiştir. Erkek ve kadın arasındaki
biçimsel eşitlik başka şeyler eşit olsa bile kadınların daima daha az tercih edilen ve
emek piyasasında kadınlara verilen statü belirsizliklerinin en berrak işareti olarak
98
kadınlara daima erkeklerden daha düşük ücret verildiğini ve başka şeyler eşit dahi
olsa aynı niteliklere sahip olarak kadınların daha düşük pozisyonlardaki görevlere
yerleştirildiğini ifade etmiştir (2011, 46).
Ücret konusunda cinsiyete dayalı ayrımcılığın önlenmesine dair ülkemiz
tarafından imzalanan ulusal ve uluslararası sözleşmeler mevcuttur. "Ayrımcılık iş
yerlerinde sıklıkla görülen ve kökleri sosyal ve kültürel değerlere dayanan
sistematik bir olgudur." (Kökkılınç, 2013: 29). Kadınlara yönelik ayrımcılık tüm
dünyada kadınların tamamını ilgilendiren önemli bir konu olmuştur, bu sebepten
kadınlara yönelik evrensel sözleşmeler, ihtiyaçlar doğrultusunda hem ayrımcılığın
önüne bir set oluşturmak hem de kadınları korumak için bazı normlar
oluşturmuştur. İş hayatında kadına yönelik ayrımcılık ortadan kaldırılana değin de
devam edeceğe benzemektedir. Ülkemizde de kadınlar konusu hassas bir konu
olduğu için uluslararası platformlarda düzenlenmiş bazı sözleşmelere katılma
gereği duyulmuştur. Bunlardan ücret eşitliğini sağlamaya yönelik olanlar şöyledir;
1) Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesine Dair Uluslararası
Sözleşme'nin 11. maddesinin 1. fıkra d bendine göre: Taraf Devletler, istihdam
alanında kadınlara karşı ayrımı önlemek ve kadın-erkek eşitliği esasına dayanarak
eşit haklar sağlamak için özellikle aşağıda belirtilen uygun önlemi alacaklardır:
1.d- Kadınlar, "sosyal yardımlar dahil eşit ücret hakkı, eşdeğerdeki işte eşit
muamele ve işin cinsinin değerlendirilmesinde eşit muamele görme hakkı"na
sahiptirler (Kadınlara Karşı Her Türkü Ayrımcılığın..., 2000).
2) Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi: Sözleşmenin
7. maddesinin a fıkrasında "Adil ve Uygun İşte Çalışma Şartları" başlığı altındaki
düzenlemeye göre;
"Adil ücretler ve eşit işlere, hiç bir ayrım yapılmaksızın eşit ödeme, özellikle
kadınlara, kendilerine sunulan çalışma koşullarının erkeklerin koşullarından
daha aşağı olmayacağı ve aynı iş için aynı ücreti alacakları konusunda güvence
verilmesi"ni güvence altına almayı öngörmüştür. Türkiye'de 2003 yılında
99
2003/5923
nolu
Bakanlar
Kurulu
kararıyla
kabul
edilmiştir
(www.ombudsman.gov.tr/.../3507--Ekonomik,-Sosyal-ve-Kulturel-Hakla).
3) Eşit Değerde İş için Erkek ve Kadın İşçiler Arasında Ücret Eşitliği
Hakkında
100
Sayılı
Sözleşme:
Uluslararası
Çalışma
Örgütü
Genel
Konferansının 6 Haziran 1951 tarihinde Cenevre'de gerçekleştirilen 34. oturumda
kabul edilmiş bir sözleşmedir. Türkiye'de onaylanması ise 13.12.1966 tarihinde
810 sayılı Kanunla uygun görülmüştür. Sözleşmenin 2. maddesince:
"Her üye, ücret hadlerinin tespitiyle ilgili olarak yürürlükte bulunan usullere
uygun yollardan, eşit değerde iş için erkek ve kadın işçiler arasında ücret eşitliği
prensibini teşvik ve bu prensibin bütün işçilere uygulanmasını, sözü edilen
usullerle
telifi
kabil
olduğu
nispette
temin
edecektir."
(www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowDoc/WLP.../diyih/.../ilosozlesmetr/100).
1966 yılında ülkemiz açısından kadın erkek eşitliği ilkesi hukukumuzda yer
bulmuştur. Bu ilkesinin amacı kadın ve erkek işçiler arasındaki ücret eşitliğini
sağlamak; aynı iş yerinde aynı nitelikteki işlerde eşit verimle çalışma koşullarının
oluşturulup, çalışmanın sağlanmasıdır. Her ne kadar kanunlarda eşitlikçi yapıya
vurgu yapılsa da, kadın-erkek ücret eşitsizliği bir takım nedenlere (mesleki
farklılık, kadınların daha çok kadınsı iş olarak belirtilen işlerde çalışması, iş
tecrübesi, vasıf farklılığı, çalışma süresi, değer yargıları gibi) bağlı olarak ortaya
çıkmaktadır. İş hayatında eşit davranma ilkesi olarak değerlendirilen ve erkeklere
tanınan; ilerleme, terfi, karar verme gibi her türlü imkanın kadına da verilmesi
gerekmektedir. Bu ilkenin amacı, kadını ve erkeği eşit yapmak değildir; aksine
kadın ve erkeğin fiziki yaratılışı ve psikolojik nitelikleri arasındaki objektif
farklılıklar çerçevesinde yapılan işin özellikleri dikkate alınarak ödenecek ücretin
tutarının dengelenerek, kadın ve erkeğe eşit üret ödenmesidir (Çakınberk, 2011:
105-106).
100
2.3.3. Keyfi Olarak Hizmet İlişkisinin Sonlandırılması
Genelde kadınların özelde ise kadın kütüphanecilerin emek piyasasında
karşılaşacakları sorunlardan bir diğeri ise keyfi olarak hizmet ilişkisinin
sonlandırılmasıdır. Mevcuttaki yasal düzenlemelere uyarak iş yapan büyük
işletmeler, eşit değerdeki işe eşit ücret, annelik izni, gece çalışma yasağı gibi
kadınlara yönelik koruyucu önlemleri uygulamadan kaçınmak için kadınlar yerine
erkek işçileri tercih edebilmektedirler. Hele ki iş olanaklarının kadın ve erkek için
sınırlı olduğu toplumlarda ise, erkeğin ailenin geçimini sağlamakla yükümlü
olduğu kişi olarak görülmesiyle kadın istihdamı zaten çok zorlaşmaktadır. Kadının
kazancı aile geçiminde ikinci ya da yan gelir anlayışıyla değerlendirildiğinden; işe
girişlerde en son kadın düşünülürken, işten çıkarmalarda da tam tersi ilk kadın
düşünülmektedir (Çakınberk, 2011: 109).
Kadınlar iş hayatına girerken sırf kadın olmaları bile iş veren tarafından önyargıyla
karşılanabilecek bir durumken; bunun yanında kadın olmanın getirdiği doğal bazı
durumlar olan hamilelik, annelik gibi nedenler gösterilerek ayrımcılığa
uğrayabilmektedirler. Toplumsal yönlendirmeler bağlamında evlenen kadına
yüklenen rol daha çok ailesinin bakımını üstlenmesi yönündedir. Evlenen kadın
eğer bir de çalışıyorsa çift mesai yapmak durumunda kalmaktadır. Günlük en az
sekiz saat işte emek verip eve geldiğinde ise yemek, temizlik, ütü, çamaşır gibi
işleri de kadın yapmaktadır. Çalışma hayatının stresi ve yorgunluğuna bir de ev
işlerinin stresi ve yorgunlu eklendiğinde kendini baskı altında hissedip bunalan
kadın işten ayrılmayı kendisi de tercih edebilmektedir. Sonradan yeniden iş
hayatına geri dönmek istediğinde ise yeteri kadar tecrübe sahibi olmadığı için
erkek çalışanların gerisinde kalmaktadır. Zaten normal şartlarda erkeklerden daha
az maaş aldıkları için bu duruma tahammül gösterip vasat işlerde çalışmak zorunda
kalmaktadırlar (Çakınberk, 2011: 112). Kadınlar topumun kendilerini yüklediği
rolleri yaparken iş tercihlerinde de genelde kendilerine çok fazla seçenek
oluşturamamaktadırlar. Çünkü kadının her durumda sorumlu olduğu bir ailesi
vardır ve örneğin iş gereği şehir dışına gitmesi gerektiği zamanlarda kocası
101
tarafından bu gitmek fikri genelde olumsuz karşılanmaktadır. Yani kadının çoğu
zaman hareketleri kısıtlanabilmektedir.
Kadınlar iş hayatında iş ilişkisine son verme bakımından ayrımcılığa
uğrayabilmektedirler. "Elbette, taraflar arasındaki iş sözleşmesi tarafların
anlaşması ile veya sözleşmenin türüne göre, belirli süreli sözleşme ile sürenin
dolması ile belirsiz iş sözleşmesi ile fesih ihbarı veya haklı fesih ile sona erebilir."
(Çakınberk, 2011: 109) Bu bağlamda işverenin fesih yetkisi, eşit davranma
ilkesine uygun olmalıdır.
İş hayatında keyfi olarak hizmet ilişkisi sonlandırılan kadınlar arasında
kütüphanelerde çalışan kadın kütüphaneciler de vardır. Zaten iş hayatında
kadınların yaşadığı sıkıntılar ister istemez ortak bir paydada kesişebilmektedir.
Kadınların yalızca yedek iş gücü olarak görülmesi aslında iş hayatında kadınların
işten çıkarılmalarda ilk akla gelmesinin en kuvvetli nedenidir. Çünkü kadından
beklenen iyi bir çalışan olması değil; iyi bir anne ve eş olmasıdır. Bu mantalitenin
sonucunda da "işten ayrılsa da önemli değil" gibi aşırı zihniyete sahip üst düzey
yöneticilerde olduğu gibi kütüphane yöneticilerinde de bu zihniyete sahip olanlar
yok değildir (Yılmaz, 2013: 166).
İş hayatında cinsiyete dayalı olarak işten çıkarmalarda ülkemiz kütüphaneleri
çeşitli diğer ülke kütüphanelerine göre daha şanslıdır. Ancak ülkemizde örnekleri
olmasa da diğer ülke kütüphanelerinde hizmet ilişkisinin sonlandırılması
konusunda yaşanmış somut örneklere rastlamak mümkündür. Kaliforniya'daki
Valley Hıristiyan Okulunda çalışan kadın kütüphanecinin, evlilik dışı çocuk sahibi
olması
nedeniyle
işine
son
verilmesi,
keyfi
olarak
hizmet
ilişkisinin
sonlandırılmasına somut bir örnektir. Bu durumun nedeni olarak cinsiyet rolü
gereği, evli bir anne olarak çocuk sahibi olmak yerine, çalıştığı kurum tarafından
evlilik yapmadan çocuk doğurmasıyla kötü kadın imajı uygun görülerek aslında
kütüphanecilik mesleğinde de "kötü kütüphaneci" olarak görülmüş ve sadece bu
durum bahane gösterilerek işine son verilmiştir (Yılmaz, 2013: 166). Bu
durumdaki örneklere diğer mesleklerde de rastlamak mümkündür. Oysa evlilik dışı
çocuğu olan bir erkek/baba asla kötü imajına layık görülmezken kadın hem kötü
102
olmuş hem de işine son verilmiştir. Ne yazık ki ekonomik krizlerde, kurumların
küçülmeye gitmesi gibi durumlarda işlerine son verilen hep kadınlar olmuştur.
Çünkü "kadın çalışmasa da olur" gibi düşünceler iş hayatındaki diğer olumsuz
durumların yaşanmasında olduğu gibi işten çıkarmalarda da olumsuz etkilenen ve
mağdur edilen genelde kadın olmuştur.
2.3.4. Cinsel Taciz
Cinsel taciz, erkeğin kadına karşı istenmeyen, karşılıksız ve talepsiz ileri gitmeleri
için
kullanılan
bir
terimdir.
Çağdaş
feminizm
cinsel
taciz
kavramını
açıklamaktadır. Bunun nedeni ise; deneyim olarak cinsel tacizi daha kolay
kavramsallaştırmayı sağlamak ayrıca karşı koymayı ve direnmeye yardımcı
olmaktır. Cinsel taciz artık bütün kadınların göğüs gererek farkına vardığı bir
konudur (Baum, 1992).
En açık ifadeyle cinsel taciz; "her türlü rahatsız edici bakış, konuşma şekli,
telefonla rahatsız etme, çirkin davetler, istenmediği halde yakınlık gösterilmesi,
dokunulması, yolda takip etme ve daha ileri giden davranışlar olarak"
tanımlanabilir (Oktay, 2001: 76). İş yerinde karşı cins tarafından gerçekleştirilen
her türlü istenmeyen rahatsız edici, devamlılık arz eden cinsel tutum ve çirkin
davranışlar olarak da tanımlanabilmektedir (Çakınberk, 2011: 115). İş yerinde
cinsel taciz ile ilgili genel geçer bir tanımlama yapmak pek mümkün değildir.
Çünkü cinsel taciz kavramı çok geniş bir içeriğe karşılık geldiği gibi cinsel taciz
olarak görülen bir davranış bir başkası için başka bir şey ifade edebilmektedir bu
sebepten dolayı standart bir tanımlama da yapılamamaktadır.
Kadın çalışanların artmasıyla birlikte iş yerindeki cinsel taciz olaylarında da
artışlar yaşanmıştır. Cinsel tacizin bilhassa iş yerinde bir sorun olarak görülmesi
sanayi devrimiyle oluşmasına karşın, konunun ele alınması ne yazık ki 1970'li
yıllara tekabül etmektedir. İstenmeyen cinsel tavır ve davranışlar o yıllara değin
herhangi bir isimle anılmadığı gibi, o dönemde kamuoyunun da henüz ilgisini
çekmemiş ve sadece şahsi ilişkilerle sınırlı önemsiz bir konu olarak kabul
103
edilmiştir. 1978 senesinde ise ilk defa cinsel taciz kavramsallaştırılmış ve Lin
Farley, "Cinsel Şantaj: İş Yerinde Kadına Yönelik Cinsel Taciz (Sexual
Shakedown: The Sexual Harassment of Women on the Job)" ve 1979'da da
ABD'nin radikal feministlerinden Catharine Mac Kinnon'ın "Çalışan Kadınlara
Yönelik Cinsel Taciz (Sexual Harassment of WorkingWomen)" isimli kitaplarında
bu kavramlar kullanılmıştır (Çakınberk, 2011: 113-114).
Cinsel taciz kavram olarak olumsuz şeylerin çağrışımını yapmaktadır ve bu söz
dizisi kullanıldığı vakit genelde akla gelen hep kadın olması bir şeylerin de yanlış
gittiğini göstermektedir. Cinsel tacizin boyutu ne olursa olsun kadını ciddi
anlamda rahatsız eden durumlara neden olmaktadır. Cinsel tacizin iş yerinde
gerçekleşmesi ise daha çok gereksiz ve istenmedik fiziksel temasta bulunmak,
dokunmak istemek, sözlü cinsel yaklaşımlar, aşağılayıcı konuşmalar gibi rahatsız
edici hal ve hareketler şeklinde kadınlara uygulanabilmektedir. Bir de
unutulmaması gereken bir şey var, o da cinsel tacizi gerçekleştiren erkeğin hiç bir
şey olmamış gibi davranması ve mağdur olan kadının ise bu çirkin hareketten
olumsuz etkilenip utanmasıdır. İş yerinde cinsel tacize uğramış kadın personelin
bu tarzdaki olaylardan olumsuz etkilenip kendini yeteri kadar işe verememesi onun
iş hayatında başarılı olmasına engel bir durumdur. Yani işine severek gitmeyen
kadın, işini iyi yapamadığı gibi performans düşüklüğü de yaşayabilmektedir.
Bununla birlikte cinsel tacize uğrayan kadın (mağdur) çok büyük psikolojik
sıkıntılara ve travmalara da maruz kalmaktadır. Bu psikolojik travmalar ister
istemez kadında öfke, yorgunluk, depresyon, güven eksikliği, stres şeklinde
kendini göstermektedir. Kadının iş yerinde şevkini kıran olumsuz olaylar, kadının
yıpranmasına ve iş hayatında başarısız olmasına da neden olmaktadır. Bu durumda
başarısızlığın cinsiyet açısından karşılığı kadına uygun görülmektedir.
Cinsel taciz olayları diğer meslek grubundaki kadınları ilgilendirdiği kadar
kütüphaneci kadınları da ilgilendiren ciddi bir konudur. Çünkü cinsel taciz, kadın
kütüphanecinin çalıştığı kurumda eşit muamele ilkesinin dolaylı ya da dolaysız
ihlal
edilmesi
sonucunda
kadının
bir
şekilde
mağdur
edilmesiyle
gerçekleşmektedir. Kadın kütüphanecilerin de maruz kaldığı bu olumsuz durumu
Yılmaz (2013: 167), şu örnekle özetlemiştir: "Teksas, Friendswood'daki Galloway
104
Okulunda kütüphaneci olarak çalışan Bayan Lori Solt'un cinsel tacize uğraması ve
bu durumdan dolayı ilgili makama şikâyette bulunmasıyla birlikte işine son
verilmesi", konunun ciddiyetini daha da arttırmaktadır."
Kadın kütüphanecilerin iş yerinde yaşayabileceği olası cinsel taciz türlerini Yılmaz
(2013: 167-168), şu şekilde sıralamıştır:

Sözle yapılan tacizler: Kadın kütüphanecinin, kütüphane çalışanı
tarafından rahatsız edici cinsel içeriğe sahip sözlü şakalar yapıp fıkralar
anlatmasına maruz kalması.

Yazıyla yapılan şakalar: Kadın kütüphanecinin, kütüphane çalışanı
tarafından rahatsız edici cinsel içeriğe sahip mektuplar ya da notlar gibi
belgeler vermesi veya rahatsız edici e-posta göndermesi.

Bedenen
gerçekleşen
tacizler:
Kütüphane
çalışanının,
kadın
kütüphanecinin istemi dışında ve kütüphane çalışanının tek taraflı
iradesiyle gerçekleşebilen hal ve hareketleri. Örneğin, kaş- göz hareketleri,
ağız- dudak şekilleri, sarılma gibi onur kırıcı bedensel temaslar gibi.

Müstehcen materyallerle yapılan tacizler: Kütüphane çalışanının,
çalışma odasına cinsel içerikli ve nahoş fotoğraflar, posterler, takvimler
veya resimler asması.

Cinsel ilişki teklifiyle gerçekleşen tacizler: Üst düzey kütüphane
çalışanının emrinde çalışan kadın kütüphaneciye ödül-ceza gücünü
kullanarak bazı cinsel taleplerde bulunması.
2.3.5. İmaj ve Profesyonellik Sorunu
"İmge'nin eşanlamlısı olan imaj, bir kimsenin, bir toplumun kendine ilişkin olarak
başkalarında yaratmak istediği ya da bıraktığı izlenim olarak tanımlanmaktadır."
(Emiroğlu, 2000: 10). Yani daha önceki algılamada zihinde oluşan bazen bir
sözcükle, görülen bir şeyle ya da bir kimseyle çağrıştırılan zihinsel betimlemedir
(Emiroğlu, 2010: 10).
105
Kütüphanecilik bilimi, bilginin korunması, geliştirilmesi ve bilginin sunulması gibi
önemli sorumluluklar yüklenen profesyonel bir meslektir. Toplum kütüphanecilik
mesleğinin gerek çağdaş rol ve sorumluluklarını, gerek eğitimini ve gerekse
ekonomik ve sosyal yönlerini halen daha yeteri kadar tanımamaktadır.
Kütüphanecilerin görevi sadece kitaplara mühür basıp, onları raflara kaldırmak
değildir. Toplumumuz günümüzün yüksek eğitimi ile yetişmiş kütüphanecilerini
bile eski kurs kütüphanecileri gibi algılayabilmektedir. Bu nedenlerden dolayı
popüler kültürde kütüphanecilik mesleği halen daha olması gereken yere
ulaşamamıştır. Ancak günümüzün çağdaş ve bilgi teknolojilerine hakim
kütüphanecilerinin bu olumsuz durumu değiştirmeye çalıştıkları da bir gerçektir.
İnsanlarla ilişkiler yönünden kütüphanecilik, diğer bazı mesleklerden farklı olarak
geniş bir insan kesimiyle ilişki ve etkileşim içinde yerine getirilen bir meslektir.
Bu gün kütüphaneciler, sadece okul, üniversite öğrencilerine yönelik hizmetler
değil, okul dışındaki halk kütüphanelerini kullanan herkese hizmet sunduğu gibi
toplumla iç içe olan önemli bir meslektir.
Herhangi bir mesleğin geçerli olan statüsü o mesleği oluşturan bireylerin imajı ile
yakından bağlantılıdır ve bu durum meslek üyeleri için büyük önem taşımaktadır.
İmaj dediğimiz şey; bir kimsenin, bir toplumun kendisiyle ilgili olarak
başkalarında yaratmak istediği ya da bıraktığı izlenimlerdir. Meslek imajı ise bir
grubun toplum tarafından değerlendirilmesi ve bunun sonucunda oluşan değerlerin
yaygın bir biçimde kabul görmesidir. Bireyler herhangi bir meslek üyesinde
gördükleri veya yaşadıkları bir deneyimden yola çıkarak o meslek ve mesleği icra
edenler hakkında bir sonuca varabilmektedirler (Çelik v.d., 2013: 148). Aynı
biçimde toplumun kütüphanecilik mesleğine bakışı, bu meslek hakkındaki görüş
ve düşüncesi, kütüphanecilik mesleğini, meslek üyelerini ve meslek adaylarını
olumlu ya da olumsuz etkileyebilmektedir. Bu bağlamda toplumun gözünde
kütüphanecilik imajının belirlenmesi ve değerlendirilmesi önem arz etmektedir.
Kütüphanecilik mesleğinin doğrudan öğrencilere ve toplumun tamamına hitap
eden bir meslektir. Hemen her meslek grubunda olduğu gibi meslek açısından en
önemli etken olarak mesleki imajı düşünmesi kendini kütüphanecilik mesleğinde
106
de göstermektedir. Toplumun büyük bir kesimine bilgi hizmeti sunan
kütüphanecilik mesleği toplumun gözünde her zaman olumlu bir imaja sahip
olmak zorundadır. İyi bir imaja sahip olan mesleklerdeki kişilerin işlerini
yapmakta daha başarılı ve istekli olduğu bilinmektedir.
Ancak bazı durumlarda bazı meslekler olumsuz imaj problemi yaşayabilmektedir.
Feminist perspektiften baktığımızda bu olumsuz imajın ortaya çıkmasının temel
nedeni; bu meslekleri tercih edenlerin kadın ağırlıklı olmasıdır. Kadınların,
hemşirelik, kütüphanecilik, okul öncesi öğretmenliği gibi mesleklerde niceliksel
açıdan yoğun olması bu tarzdaki profesyonel meslekleri olumsuz etkilemektedir.
Bunun nedeni ise kadın işi olarak görülen ve değerlendirilen mesleklerde görülen
olumsuz imaj algısının toplum tarafından yaratılması bu tarzdaki profesyonel olan
ve profesyonellik gerektiren pek çok mesleği olumsuz etkiliyor olması hem
düşündürücü hem de şaşırtıcı bir durumdur.
Kütüphanecilik mesleği icra eden kütüphaneciler arasında kadın kütüphanecilerin
erkeklere oranla niceliksel açıdan fazla olduğu doğrudur. Ancak kadın
kütüphanecilerin
kütüphanelerde
yoğun
olarak
çalışması
"kütüphanecilik
mesleğinin" yarı profesyonel bir meslek olarak değerlendirilmesi hiç bir biçimde
rasyonel değildir. Çünkü kütüphanecilik mesleği hem kuramsal hem de bilimsel
tabana sahiptir. Bu bilimsellik ve kuramsallık beraberinde bir uzmanlık
gerektirmektedir. Kütüphanecilik sırf topluma yararı dokunacak hizmetler sunması
açısından bile profesyonel bir meslektir (Yılmaz, 2012: 555). Bilgi hizmeti sunan
kütüphanecilerin neler yaptığını ve bilgi çözümüne yönelik olmak üzere üç temel
aktiviteyi Yılmaz (2012: 556) şöyle sıralamıştır:
İçerikle (Derme) ilgili mesleki aktiviteler:

Bilgi içeren kaynakların (içeriğin) seçimi ve sağlanmasıdahil derme
yönetimi,

Bilgi içeren kaynakların sayısallaştırılması dahil içeriğin yaratımı

Sınıflama, kataloglama ve dizinleme dahil içeriğin düzenlenmesi, işlenmesi
ve bilgiye erişimi,
107

Basılı ve elektronik kaynaklar olmak üzere tüm bilgi kaynaklarının
arşivlenip korunması,
Hizmetle ilgili tanımlanabilecek mesleki aktiviteler:

Ödünç verme işleminden referans hizmetlerine uzanan kullanıcı hizmetleri,

Kaynak ve proje yönetimi ile kütüphane hizmetlerinin yönetimi ve
pazarlanması,

Sosyal ve kurumsal değişimle birlikte hukuki düzenlemelere uygun
politikaların yaratılması ve uygulanması,

Sayısal kütüphane hizmetleri ile yeni bilgi sistemlerinin ve hizmetlerinin
tasarımı ve gelişimi,
Kullanıcıların bilgi ihtiyaçlarının çözümüne yönelik temel mesleki aktiviteler:

Kullanıcı eğitimi,

Kullanıcı merkezli sistem ve hizmetin tasarlanması,

Kütüphane ve bilgi hizmetlerinin kullanılabilirliği ve değerlendirilmesi; bilgi
arama davranışı dahil kullanıcı araştırmaları.
Profesyonel bir meslek olan kütüphanecilik mesleğini icra eden kütüphaneciler
yavaş yavaş bilgi profesyonelleri olarak isimlendirilmektedirler. Kütüphanecilik
mesleğinin teorik yönü merkez olarak kitaplar yerine bilgiye odaklanmış ve bu
odaklanma da açık bir şekilde kütüphanecilerin mesleki rollerinin genişlediği
anlamına gelmektedir. Yanı sıra kullanıcılarla doğrudan bir iletişim içerisinde olan
kütüphaneciler,
sadece
danışma
hizmetlerine
odaklanmamaktadırlar.
Kütüphaneciler için kullanıcıların bilgiyi arama metotları, bilginin sağlanması,
bilginin işlenip düzenlenmesine bağlı olarak hareket etmektedirler (Yılmaz, 2012:
556).
Özetlemek gerekirse kütüphaneciliğin kavram olarak yeryüzünde ortaya çıkışı 19.
yüzyıldır. Ne var ki kütüphaneciliğin ülkemizde var oluş evreleri aşamalı bir
biçimde olmuştur. Bu evrenin ilk aşaması kurslar şeklindeyken, kütüphaneciliğin
üniversitelerde kürsüsünün kurulması çok daha sonraki dönemlere tekabül
108
etmektedir. Kütüphanelerde çalışan personelin cinsiyetleri üzerine yapılmış
araştırmalarda görülen şey "kadınların daha yoğun" olduğudur. Bu durumda ister
istemez kadın kütüphaneciler için daha fazla araştırma ve akademik çalışmaların
yapılmasına yol açmasıdır.
Çalışan kadınların mesleklerine dair yaşadıkları bazı olumsuz olaylar diğer meslek
gruplarında olduğu gibi kütüphanecilik mesleğinde de yaşanabilmektedir.
Kadınların emek piyasasında işleri gerçekten zordur, çünkü feminist perspektiften
baktığımızda emek piyasası hem kadını dışlayan hem de kendi sistemi içerisinde
erkeği egemen güç haline getiren bir sürecin sonucudur. İş hayatında kadınların
yaşadığı sorunlar kütüphaneci kadınların yaşadığı sorunlardan farklı değildir.
Cinsiyete dayalı ayrımcılık, ücret konusunda yapılan haksızlık ve ayrımcılık, keyfi
olarak hizmet ilişkisinin sonlandırılması, cinsel taciz ve bunlar gibi daha bir çok
olumsuz durum.
Toplumların kadına yüklediği evinin kadını olmak, çocuk bakmak, yemek yapmak
gibi görevler normlaştırılmaya çalışılsa da kadınlar zamanla bu duruma dur
demesini bilmişlerdir. Çünkü en ideal kadın kendi ayakları üzerinde durabilen
güçlü ve özgür olan kadındır. Bu bağlamda kadın erkek eşitliğinin tam anlamıyla
sağlanabilmesi için anayasal düzenlemeler yapılmıştır. Ulusal ve uluslararası
kuruluşlar, sivil toplum örgütleri de kadın haklarını güvence altına almak için
anlaşmalar yapmakta ve bu anlaşmaları desteklemektedirler.
Kütüphanecilik mesleği bilindiği üzere profesyonel bir meslektir. Ancak kadın
çalışanların yoğun olması sebebiyle popüler kültürde kütüphanecilik de tıpkı
hemşirelik, okul öncesi öğretmenliği gibi yarı profesyonel bir meslek olarak
algılanmaktadır. Elbette bu mantalite yanlıştır. Bir mesleği profesyonel yapan
etmen o mesleği icra eden çalışanın cinsiyeti değil, personelin bilgi birikimi ve o
mesleğin bir toplum için ne kadar gerekli ve değerli olduğudur. Temel görevi bilgi
sunmak olan kütüphaneciler elbette toplumların gelişmesi için adeta bir köprü
vazifesi görmektedirler. Bu nedenle kütüphanesiz bir toplum, kütüphanecisiz bir
kütüphane düşünülemez.
109
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TÜRKİYE'DE KADIN KÜTÜPHANECİLERİN İMAJ ALGISI:
ANKET UYGULAMASI
3.1. Çalışmanın Yöntemi
Araştırmada veriler anket yöntemi kullanılarak elde edilmiştir. İstanbul
Üniversitesi
Sosyal
Bilimler
Enstitüsünce
anket
uygulamasının
İstanbul
Üniversitesi Merkez Kütüphanesi’nde gerçekleştirilebilmesi için uygulama öncesi
onay yazısı alınmıştır (Ek- 1). Önceden hedeflenmiş 150 kütüphane kullanıcısı ve
çalışanına
05
Haziran
2015
tarihinde
İstanbul
Üniversitesi
Merkez
Kütüphane’sinde bir anket uygulanmıştır.
3.1.1. Veri Toplama Aracı
Veri toplama aracının ilk bölümünde katılımcıların cinsiyet, medeni durum, yaş ve
öğrenim durumu bilgilerinden oluşan kişisel bilgi formu kullanılmıştır.
Veri toplama aracının ikinci bölümünde kadın kütüphanecilerin imaj algısına
ilişkin ifadelerin yer aldığı "Kadın Kütüphanecilerin İmaj Algısı Ölçeği"
kullanılmıştır. Araştırmacı tarafından geliştirilen ölçek, kadın kütüphanecilerin
ulaşılabilirlik/iletişimi, cinsiyet rolü, imajı ve hizmetlerine ilişkin kütüphane
kullanıcısı ve kütüphane personeli algısını ölçmeyi amaçlar. Ölçek 55 madde ve
beşli
derecelendirme
ile
cevaplanan
(1=
Kesinlikle
katılmıyorum,
2=
Katılmıyorum, 3= Kararsızım, 4= Katılıyorum, 5= Kesinlikle katılıyorum) bir
ölçme aracıdır. Ölçekteki tüm ifadeler olumlu görüş belirtmektedir. Her alt boyut
için maddelerin toplam puanları ilgili alt boyuttaki madde sayısına bölünerek alt
boyut puan ortalaması elde edilmektedir. Benzer şekilde genel olarak kadın
kütüphanecilere ilişkin algıyı belirlemek için de ölçekteki tüm maddelerin puanları
toplanıp ölçekte yer alan madde sayısına bölünerek ölçeğin puan ortalaması elde
110
edilmektedir. Alt boyut veya ölçek genelinde yüksek puan kadın kütüphanecilere
ilişkin algının olumlu olduğu anlaşılmaktadır. Ölçek oluşturulurken 1-7 maddeleri
"Ulaşılabilirlik ve İletişim", 7-16 maddeleri "Cinsiyet Rolü", 17-43 maddeleri
"İmaj" ve 44-55 maddeleri "Hizmet" başlığı altında değerlendirilmiştir. Söz
konusu maddeler, aşağıda 3.1.2. Anket Soruları isimli alt başlıkta sunulmuştur.
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
ULAŞILABİLİRLİK VE İLETİŞİM
Kadın kütüphanecilerin erkek kütüphanecilere oranla
kütüphane kullanıcıları ile iletişimleri daha kuvvetlidir.
İhtiyaç duyduğumda kadın kütüphanecilere rahatlıkla
soru sorabilirim.
Kadın kütüphanecilere ihtiyaç duyduğum an rahatlıkla
ulaşabilir ve görüşebilirim.
Kadın kütüphanecilere ilettiğim sorular, dikkatle
dinlenir ve sorunun çözümüne gayret gösterilir.
Kütüphanedeki kadın kütüphanecilere görüş ve
önerilerimi rahatlıkla dile getirebiliyorum.
Kadın kütüphaneciler hizmet sunumunda açık ve
anlaşılır bir dil kullanır.
Kadın kütüphanecilerin erkek kütüphanecilere oranla
kütüphane kullanıcıları ile iletişimleri daha kuvvetlidir.
CİNSİYET ROLÜ
Kütüphane yöneticisinin cinsiyeti önemlidir.
Kütüphanelerde hizmet veren personelin cinsiyeti
önemlidir
Kütüphaneciliği bir meslek olarak kadınların tercih
etmesini öneririm.
Kütüphanede aldığım hizmetin kadın kütüphaneciler
tarafından verilmesi, söz konusu hizmetin kalitesini
arttırır.
Kütüphanecilik, kadınların yoğun olarak çalıştığı bir
meslektir
111
Kesinlikle
Katılıyorum
Katılıyorum
Kararsızım
Katılmıyorum
Kadın kütüphanecilerin popüler kültürdeki
imajlarını (ulaşılabilirlik ve iletişim, cinsiyet rolleri,
imaj ve hizmet) analiz etmek amacıyla; aşağıda
verilen ifadelere katılım derecenize göre ilgili
kutucuğu (X) işareti koymak suretiyle belirtiniz.
Kesinlikle
Katılmıyorum
3.1.2. Anket Soruları
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
Kütüphanecilik mesleği, kadın çalışanların sayıca daha
yoğun olmasından dolayı profesyonel bir meslektir
Kütüphanecilik mesleği hemşirelik gibi kadın
mesleğidir.
Genellikle aklımda canlandırdığım "kütüphaneci"
kadındır.
Kadın kütüphaneciler erkek kütüphanecilere oranla
işlerinde daha uzmandırlar.
İMAJ
Kütüphanelerde daha çok orta yaşlı ve yaşlı kadın
personel çalışır.
Kadın kütüphanecilerin hemen hepsi çok ciddidir.
Kadın kütüphaneciler, kütüphane kullanıcılarını sürekli
sessiz olmaları için "şşşşt" diye uyarırlar.
Popüler kültürde kütüphanecilik mesleğini icra eden
kadın kütüphanecilerin, sevimsiz ve yaşlı kız kuruları
olarak algılanması normal bir durum değildir.
Kadın kütüphaneciler genelde çok konuşmazlar.
Kadın kütüphaneciler, kütüphane kullanıcılarının
gürültü çıkarması durumunda hemen uyarıda
bulunurlar.
Kadın kütüphaneciler, kıyafet seçiminde genellikle
uzun etek ve yün hırka gibi klasik giyim tarzını tercih
ederler.
Kadın kütüphanecilerin kıyafeti ve görüntüsü
düzgündür.
Kadın kütüphaneci, bakımlıdır.
Kadın kütüphaneci, sempatiktir.
Kadın
kütüphaneciler,
mesleklerinin
imajını
yükseltmek için "kütüphaneci" unvanını hak eden
davranışlarda bulunur.
Kadın kütüphaneciler; kendi içine kapanık, konuşmayı
sevmeyen ve toplumdan kopuk asosyal yapılıdırlar.
Kadın
kütüphaneci,
karşısındaki
kullanıcıları
anlayabilen ve onun ne düşündüğünü kestirebilen bir
profesyoneldir.
Kadınlar özel hayatlarında düzenli olduklarından
dolayı kadın kütüphanecilerin sayıca fazla olduğu
kütüphanelerde kitap rafları daha düzgündür.
Kadın kütüphaneci, ne yaptığını iyi bilen, alelacele
karar vermeyen ve sabırlı birisidir.
Kadın kütüphaneciler, güler yüzlü ve naziktir.
Kadın kütüphaneciler duyarlıdır.
Kadın kütüphaneciler saygılıdır.
112
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
Kadın kütüphaneciler anlaşılırdır.
Kadın kütüphaneciler açık fikirlidir.
Kadın kütüphaneciler iyi bir dinleyicidir.
Kadın kütüphaneciler hızlı düşünüp karar verebilirler.
Kadın kütüphanecilerin sezgileri güçlüdür
Kadın kütüphaneciler zamanı etkili kullanabilirler.
Kadın kütüphaneciler kendilerini mesleğine adarlar.
Kadın kütüphaneciler mesleklerinde yenilikçidirler.
Kadın kütüphaneciler güven aşılarlar.
HİZMET
Kadın
kütüphaneciler
bilgi
açısından
daha
donanımlıdırlar.
Kadın kütüphaneciler bilgiye ulaşmada teknolojiyi
daha etkin kullanılabilirler.
Kadın kütüphanecilerin kütüphanecilik mesleğinin
gelişmesine katkısı erkek kütüphanecilerden fazladır.
Kadın kütüphaneciler ilettiğim sorunların çözümüne
gayret gösterir.
Danışma hizmetlerindeki kadın kütüphanecilerce güler
yüzle karşılanırız.
Kadın
kütüphanecilerin
verdiği
hizmetlerden
yararlanan kişilerin aldığı hizmetten memnun olup
olmadığı izlenmelidir.
Kadın kütüphaneciler etik değerlere uygun yaklaşırlar.
Kadın kütüphanecilerden hizmet alırken kendimi
değerli hissederim.
Kadın kütüphaneciler, verdiği hizmetlerle ilgili olası
sorunlara karşı alternatif çözümler üretir.
Kadın kütüphaneciler hizmet sunumunda sürekli
kendini geliştirir.
Kadın kütüphanecilerin sunduğu hizmetlere güvenirim.
Kadın kütüphaneciler, her türlü işlemlerimizi hızla
yerine getirir.
3.2. Örneklem Grubu
Çalışma
kapsamındaki
kütüphane
kullanıcılarına
daha
önceden
uygulanmadığından ölçek soruları güvenirlik ve geçerlik testlerine tabi
tutulmuştur. Ölçek geliştirme kapsamında, İstanbul ili Fatih ilçesindeki İstanbul
Üniversitesi Merkez Kütüphanesi’nde gönüllü olarak katılmayı kabul eden 146
113
(125 kütüphane kullanıcısına ve 21 kütüphane personeline) katılımcıya
uygulanarak sonuçları değerlendirilmiştir.
3.3. Ölçeğin Güvenirlik ve Geçerliği
3.3.1. Yapı Geçerliği
Ölçek yapı geçerliği öncesi araştırmacının danışmanı ve alanında uzman iki
akademisyene kapsam geçerliği için gönderilmiştir. Yapılan değerlendirmede
maddelerin içerik olarak kadın kütüphanecilerin imaj algısını ölçmeye yönelik
olduğu ve ait oldukları başlıkların uygun olduğu belirtilmiştir.
Araştırmada kadın kütüphanecilerin imaj algılarını belirlemek üzere kullanılan
ölçek daha önce her hangi bir araştırmada kullanılmayıp geçerlilik ve güvenirlik
açısından da sınanmamış olmasından; araştırma için veriler analize tabi tutulmadan
önce, ölçeğe ilişkin geçerlilik ve güvenirlik değerlerinin bu araştırma için
sınanması gerekli görülmüştür. Yani ölçek sorularını ilk defa oluşturduğunuz için
öncelikle güvenirlik ve geçerlik çalışmalarının yapılması gerekmekteydi.
Güvenirlik geçerlik çalışması kapsamında açımlayıcı faktör analizi kullanılmıştır.
Geçerlik çalışması kapsamında uygulanan yapı geçerliği, testin ölçülmek istenen
davranış bağlamında soyut bir kavramı (faktörü) doğru bir şekilde ölçebilme
derecesini gösterir. Yapı geçerliğini incelemek amacıyla faktör analizinden
yararlanılabilir (Büyüköztürk, 2011: 168). Açımlayıcı faktör analizi, birbiriyle
ilişkili p tane değişkeni bir araya getirerek az sayıda ilişkisiz ve kavramsal olarak
anlamlı yeni değişkenler (faktörler, boyutlar) bulmayı, keşfetmeyi amaçlayan çok
değişkenli bir istatistiktir. Açımlayıcı faktör analizinde, değişkenler arasındaki
ilişkilerden hareketle faktör bulmaya yönelik bir işlem gerçekleştirilir. Faktör
analizinde aynı yapıyı ölçmeyen maddelerin ayıklanmasında aşağıdaki ölçütler
dikkate alınır (Büyüköztürk, 2011: 124-125):
1- Faktör yük değerlerinin yüksek olması, 0,45 ya da daha yüksek olması iyi bir
ölçü olmakla birlikte bu oran 0,30’a kadar indirilebilir.
114
2- Maddelerin tek bir faktörde yüksek yük değerine, diğer faktörlerde düşük yük
değerine sahip olması gereklidir. Bunun için her maddenin en yüksek faktör
yüküne sahip olduğu faktör dışındaki faktörlerle faktör yük farkının en az 0,10
olması gerekir.
3- "Ortak faktör varyansı" toplamı veya "varyans oranları" ortalamasından oluşur.
Analize dahil edilen değişkenlerle ilgili toplam varyansın 2/3’ü kadar miktarının
elde edildiği faktör sayısı önemli faktör sayısı olarak değerlendirilir. Sosyal
bilimlerde açıklanan toplam varyansın %40 ile %60 arasında olması yeterli olarak
kabul edilir. Faktör sayısı az olduğunda bu oran %30’lara kadar düşebilir (Çokluk,
Şekercioğlu ve Büyüköztürk, 2010).
Kadın Kütüphanecilerin İmaj Algısı Ölçeğinin geliştirilmesi amacıyla hazırlanan
sorulardan oluşan anket 146 katılımcıya sunulmuş, uygulamadan elde edilen
veriler ile yapı geçerliğini ölçmek amacıyla açımlayıcı faktör analizi (AFA)
yapılmıştır.Bir ölçeğin faktör analizine uygun olup olmadığını belirleyebilmek
amacıyla kullanılan yöntem Kaiser-Meyer-Olkin (KMO) Testidir. KMO, örneklem
büyüklüğünün seçilen analize uygun ve yeterliliğini ölçmede kullanılan
istatistiksel bir test tekniğidir ve bu test örnek büyüklüğüyle ilgilenir. KMO
değerinin en az 0,60 olması istenmektedir. KMO katsayısı 1'e yaklaştıkça verilerin
analize uygun olduğu, 1 olmasında ise mükemmel bir uyum olduğu anlamını taşır
(Çalışkan ve Yazıcı, 2013: 403). Kısaca KMO değeri ne kadar yüksek olursa
araştırmada elde edilen veri setinin faktör analiz sonucunun da geçerliliğini de o
derece etkilemektedir (Denizli, 2014: 89). Bu bağlamda çalışma içerisinde yapılan
faktör analizi sonucunda Kadın Kütüphanecilerin İmaj Algısı Ölçeği için KMO
değeri,0,80 Bartlett's küresellik testi anlamlılık düzeyi p<0,01 olarak ölçülmüştür.
Bu değer 0,60’tan yüksek olduğundan veri grubuna faktör analizi yapılabileceğini
gösterir (Büyüköztürk, 2011: 126). Kısaca yapılan istatistikler bu temel
varsayımları iyi düzeyde karşıladığından faktör analizinin yapılabileceği uygun
bulunmuştur. 146 kişilik örneklem ile yapılan uygulamadan elde edilen veriler ile
ölçeğe faktör analizi yapılmasının uygun olduğu gözlenmiştir.
115
Şekil 1:Kadın Kütüphanecilerin İmaj Algısı Ölçeği Yamaç Birikinti Grafiği
Ölçeğin 4 faktör olması istendiğinden dönüşümde 4 faktör koşulu uygulanmıştır.
Temel Bileşenler Analizi tekniği kullanılarak yapılan faktör analizinde Varimax
döndürmeleri sonucunda analize temel olarak alınan 55 madde ile analize
başlanmış ve açımlayıcı faktör analizi ölçütlerine uygun olmayan maddeler
elendikten sonra ölçekte 29 maddenin kaldığı tespit edilmiştir.Yamaç birikinti
grafiğine göre 4. faktörden itibaren eğimin azaldığı ve 4 faktörün uygun olduğu
gözlenmiştir. Ayrıca bileşenlerin toplam varyansa katkıları, tüm maddelerin ait
oldukları faktörlerde bulunmaları, maddelerin ait oldukları faktörlerdeki faktör
yükleri ve ölçeğin geliştirilmesi sürecinde belirlenen teorik yapıda beklenen faktör
sayısı ile uyumlu olması açısından faktör sayısının 4 olarak belirlenmesi anlamlı
görülmektedir (Şekil 1). Faktör analizinde sadece özdeğere (eigenvalue) bakılarak
karar vermek yerine aynı zamanda özdeğere göre faktör sayısını daha başarılı bir
şekilde azaltan yamaç birikinti grafiği kullanılır ve bu grafiğin temel fonksiyonu,
baskın faktörleri ortaya koyarak faktör azaltmaya yardımcı olmasıdır. Çizgi
grafiğe göre yüksek ivmeli, hızlı düşüşlerin yaşandığı eğim önemli sayıda faktör
sayısını ifade etmektedir. Yani Şekil 1 incelendiğinde eğimin dördüncü faktörden
116
sonra plato yaparak sabitlenmeye başladığı görülmektedir. Bu nedenden dolayı
özdeğerin (eigenvalue), bileşen sayısına (componet number) dördüncü faktörde
sabitlemesi neticesinde faktör sayısı dört olarak belirlenmiştir (Çalışkan ve Yazıcı:
2013: 405)
Aşağıda yer alan Tablo 1'de ise 29 maddenin oluşturduğu4 faktörün (bileşenin)
toplam varyansa yaptıkları katkı sırasıyla %21,5, %11,6, %11,2 ve %9,9 ve
açıkladıkları toplam varyans %54,2 olarak tespit edilmiştir. Ölçekte yer alan
maddelerin faktör yükleri 0,42 ile 0,84 arasında değişmektedir. Tablo 1’de tüm
maddeler ile yapılan faktör analizi son varimax döndürmesi yer almaktadır.
Ölçekten çıkarılan maddeler sonrası kalan maddeler yeniden numaralandırılmıştır
(Tablo 1).
Tek faktörlü desenlerde açıklanan toplam varyansın minimum %30 olması
yeterliyken, çok faktörlü desenlerde olması gereken oran %41'in üzeridir (Çalışkan
ve Yazıcı, 2013: 406). Bu bağlamda 4 faktörün açıkladığı varyans yüzdesi %54,2
ile toplam varyans yüzdesinin bu çalışma için gayet iyi ve yeterli olduğu
söylenebilir.
Tablo 2. Kadın Kütüphanecilerin İmaj Algısı Ölçeği Faktör Analizi Sonuçları
N=146
Eski No
Madde2
Madde3
Madde4
Madde5
Madde6
Madde7
Madde10
Madde11
Madde13
Madde16
Madde24
Madde26
Madde29
Madde31
Madde32
Yeni No
Madde 1
Madde 2
Madde 3
Madde 4
Madde 5
Madde 6
Madde 7
Madde 8
Madde 9
Madde 10
Madde 11
Madde 12
Madde 13
Madde 14
Madde 15
1. Faktör
2.Faktör
(Ulaşılabilirlik (Cinsiyet 3. Faktör
ve İletişim)
Rolü)
(İmaj)
Faktör Yükleri
0,79
0,73
0,80
0,80
0,62
0,54
0,76
0,78
0,65
0,70
0,42
0,65
0,51
0,64
0,71
4. Faktör
(Hizmet)
117
Madde33
Madde 16
Madde34
Madde 17
Madde35
Madde 18
Madde36
Madde 19
Madde37
Madde 20
Madde38
Madde 21
Madde39
Madde 22
Madde42
Madde 23
Madde44
Madde 24
Madde45
Madde 25
Madde47
Madde 26
Madde51
Madde 27
Madde52
Madde 28
Madde54
Madde 29
KMO
Açıkladığı Varyans
Toplam Varyans
0,70
0,84
0,73
0,69
0,72
0,50
0,54
0,63
0,69
0,77
0,59
0,51
0,62
0,53
%21,5
0,80
%11,6
%54,2
%11,2
%9,9
Yapılan faktör analizi sonucunda, ölçekte yer alan ifadelerin her biri ayrı bir faktör
olarak kabul edildiğinde, faktörlerin yük değerlerine göre 4 boyut altında
toplandıkları görülmüş; bu durum da ölçeğin, Kadın Kütüphanecilerin İmaj
Algısını; ulaşılabilirlik ve iletişim, cinsiyet rolü, imaj ve hizmet boyutlarında
ölçtüğünü ispatlamaktadır.
3.3.2. Güvenirlik Analizi
Güvenirlik, bireylerin test maddelerine verdikleri cevaplar arasındaki tutarlılık
olarak tanımlanabilir. Güvenirlik, testin ölçmek istediği özelliği ne derece doğru
ölçtüğü ile ilgilidir. Test maddelerinin ölçtüğü özelliklerin, örneklediği
davranışların, benzeşik olması bu tür güvenirliği yükseltecektir (Büyüköztürk,
2011:169-171). Bu çalışmada ölçek güvenirliği için Cronbach Alfa, madde toplam
puan korelasyonu, alt/üst %27’lik grupların t testi kullanılmıştır. Hesaplanan
Cronbach Alpha güvenirlik katsayısının 0,70 ve daha yüksek olması test
puanlarının güvenirliği için genel olarak yeterli görülmektedir (Büyüköztürk,
2011:170-171). Likert tipi derecelendirme ölçeklerinin kullanıldığı bir testte
madde-toplam korelasyonu, Pearsonkorelasyon katsayısı ile hesaplanır. Genel
118
olarak madde-toplam puan korelasyonu 0,30 ve daha yüksek olan maddelerin
bireyleri iyi derecede ayırt ettiği, 0,20-0,30 arasında kalanların teste alınabileceği
söylenebilir. Madde analizi kapsamında başvurulan bir başka yol, testin toplam
puanlarına göre oluşturulan alt%27 ve üst%27’lik grupların madde ortalama
puanları arasındaki farkların ilişkisiz t-testi kullanılarak sınanmasıdır. Gruplar
arasında istendik yönde gözlenen farkların anlamlı çıkması, testin iç tutarlığının bir
göstergesi olarak değerlendirilir. Cronbach Alpha, madde toplam korelasyonu ve
alt/üst %27’lik grupların t testi maddelerin bireyleri ölçülen davranış bakımından
ne derece ayırt ettiğini gösterir (Büyüköztürk, 2011: 171-172).
Tablo 3. Kadın Kütüphanecilerin İmaj Algısı Ölçeği Madde Analizi Sonuçları
Madde
No
Madde 1
Madde 2
Madde 3
Madde 4
Madde 5
Madde 6
Madde 7
Madde 8
Madde 9
Madde 10
Madde 11
Madde 12
Madde 13
Madde 14
Madde 15
Madde 16
Madde 17
Madde 18
Madde 19
Madde 20
Madde 21
Madde 22
Madde 23
Madde 24
Madde 25
Madde 26
Madde 27
At Boyut
Ulaşılabilirlik
ve İletişim
Cinsiyet Rolü
İmaj
Hizmet
Madde Toplam
Korelasyonu
(r)
(N=146)
0,44
0,38
0,44
0,40
0,45
0,38
0,38
0,39
0,36
0,50
0,41
0,59
0,59
0,52
0,57
0,65
0,60
0,58
0,61
0,54
0,57
0,46
0,49
0,52
0,45
0,54
0,50
Cronbach Alpha (α)
Alt%27Üst%27 t
(n1=n2=40)
-5,85**
-5,04**
-5,39**
-5,19**
-5,46**
-4,55**
-3,49**
-5,12**
-3,98**
-6,06**
-5,30**
-8,10**
-7,89**
-6,06**
-6,71**
-9,03**
-8,71**
-8,92**
-7,91**
-6,89**
-7,77**
-5,58**
-6,28**
-5,81**
-3,91**
-6,21**
-5,94**
0,84
0,77
0,91
0,90
0,81
119
Madde 28
Madde 29
0,66
0,59
*p<0,05
-9,88**
-8,08**
**p<0,01
Kadın Kütüphanecilerin İmaj Algısı Ölçeğinin tümüne ait Cronbach Alpha
katsayısı 0,91 olarak bulunmuştur. Alt boyutların Cronbach Alpha katsayıları
sırasıyla 0,84- 0,77- 0,90 ve 0,81 olarak hesaplanmıştır. Ölçekte tüm maddeler için
madde-toplam korelasyonlarının 0,38 ile 0,66 arasında yer aldığı ve ölçekteki tüm
maddelerin t değerlerinin anlamlı (p<0,01) olduğu görülmektedir (Tablo 2). Bu
sonuçlar, ölçeklerde yer alan maddelerin geçerliklerinin yüksek olduğu, kadın
kütüphanecilerin imaj algısı bakımından kütüphane kullanıcılarını ayırt ettikleri ve
ölçeklerde yer alan maddelerin ölçek içinde aynı davranışı ölçmeye yönelik
maddeler oldukları şeklinde yorumlanabilir (Büyüköztürk, 2011:169-172). Yapılan
güvenirlik ve geçerlik çalışmaları sonucunda kalan 29 maddeden oluşan ölçeğin
örnekleme uygun olduğu, güvenilir ve geçerli bir ölçme aracı olduğu tespit
edilmiştir.
Güvenirlik ve geçerlik testleri sonucunda ölçeğin, 4 faktör ve 29 maddeden
oluştuğu bulgusu elde edilmiştir. Maddelerin ait oldukları faktörler ve faktör adları
kapsam geçerliğine uygun olarak tanımlanmıştır. Buna göre 5 maddeden (madde
2, 3, 4, 5, 6) oluşan 1. faktör "Ulaşılabilirlik ve İletişim", 5 maddeden (madde 7,
10, 11, 13, 16) oluşan 2. faktör "Cinsiyet Rolü", 13 maddeden (madde 24, 26, 29,
31, 32, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 39, 42) oluşan 3. faktör "İmaj" ve 6 maddeden
(madde 44, 45, 47, 51, 52, 54) oluşan 4. faktör "Hizmet" alt boyutu olarak
tanımlanmıştır.
3.4. Verilerin Analizi
Veriler, SPSS (Statistical Packages for the Social Sciences) 15.0 programı
kullanılarak analiz edilmiştir.
120
Ölçek ve alt boyut puanlarının normallik sınamasında Çarpıklık (Skewness)
katsayısı kullanılmıştır. Sürekli bir değişkenden elde edilen puanların normal
dağılım özelliğinde kullanılan çarpıklık katsayısının (Skewness) ±1 sınırları içinde
kalması puanların normal dağılımdan önemli bir sapma göstermediği şeklinde
yorumlanabilir (Büyüköztürk, 2011: 40). Yapılan normallik sınamasında
Ulaşılabilirlik ve İletişim alt boyut puanının normal dağılım göstermediği tespit
edildiğinden yansıtma (reflect) ve karekök dönüşümü yapılarak (Çokluk,
Şekercioğlu ve Büyüköztürk, 2010: 17) analizlerde bu puanlar kullanılmıştır.
Ölçek ve diğer alt boyut puanlarının normal dağılım gösterdiği tespit edildiğinden
(Tablo 4) puanların cinsiyet, medeni durum ve öğrenim durumu değişkenlerine
göre karşılaştırılmasında bağımsız iki örneklem t testi; yaş değişkenine göre
karşılaştırılmasında Tek Yönlü Varyans Analizi kullanılmıştır. Analizlerde güven
aralığı %95 (anlamlılık düzeyi 0,05 p<0,05) olarak belirlenmiştir.
3.5. Bulgular
Tablo 4. Katılımcıların Demografik Özelliklerine Göre Dağılımı
Demografik
Değişken
Cinsiyet
Medeni durum
Yaş
Öğrenim durumu
Gruplar
n
%
Kadın
Erkek
Evli
Bekar
20 yaş ve altı
21-25 yaş
26-30 yaş
30 yaş üzeri
Lise
Üniversite
68
78
14
132
34
81
14
17
84
62
46,6
53,4
9,6
90,4
23,3
55,5
9,6
11,6
57,5
42,5
Araştırmaya katılan 146 katılımcının %46,6'sı kadın, %53,4'ü erkektir.
Katılımcıların %9,6'sı evli, %90,4'ü bekardır. Katılımcıların %23,3'ü 20 yaş ve
121
altı, %55,5’i 21-25 yaş, %9,6’sı 26-30 yaş aralığında, %11,6’sı 30 yaş üzerindedir.
Katılımcıların %57,5’i lise, %42,5’i üniversite düzeyinde öğrenim görmüştür.
Tablo 5. Ölçek ve Alt Boyut Puanlarına Ait Betimsel İstatistikler
Ölçek ve At Boyut
Ulaşılabilirlik ve İletişim
Cinsiyet Rolü
İmaj
Hizmet
ÖLÇEK GENEL
Madde
Sayısı
5
5
13
6
X
3,56
2,79
3,33
3,09
3,22
SS
0,73
0,76
0,59
0,64
0,49
Min.
1,00
1,00
1,54
1,17
1,69
Max.
5,00
5,00
5,00
4,67
4,66
Çarpıklık
(Skewness)
-1,201/-0,617*
0,020
0,023
-0,091
0,002
* Yansıtma (Reflect) ve Karekök dönüşümü sonrası
Kadın Kütüphanecilerin İmaj Algısı Ölçeği puan ortalaması 3,22±0,49 olarak
bulunmuştur. Alınabilecek en düşük (1) ve en yüksek (5) puanlar dikkate
alındığında ölçek geneline ait puan ortalamasının "kararsızım" düzeyinde olduğu
tespit edilmiştir (5-1=4/5=0,80 olduğundan puan aralığı 1-1,80=Kesinlikle
katılmıyorum;
1,81-2,60=Katılmıyorum;
2,61-3,40=Kararsızım,
3,41-
4,20=Katılıyorum, 4,21-5,00=Kesinlikle katılıyorum). Ulaşılabilirlik alt boyutu
puanlarının ortalaması 3,56±0,73 "katılıyorum" düzeyinde tespit edilmiştir.
Cinsiyet Rolü alt boyutu puanlarının ortalaması 2,79±0,76 "kararsızım" düzeyinde;
İmaj alt boyutu puanlarının ortalaması 3,33±0,59 "kararsızım" düzeyinde; Hizmet
alt boyutu puanlarının ortalaması 3,09±0,64 "kararsızım" düzeyinde bulunmuştur.
Kadın kütüphanecilerin ulaşılabilirlik ve iletişim becerisine ilişkin algı nispeten
yüksek düzeyde olumlu olmakla birlikte diğer algıların ve genel imaj algısının orta
düzeyde olumlu olduğu söylenebilir.
Tablo 6. Ölçek ve Alt Boyut Puanlarının Cinsiyete Göre Bağımsız İki Örneklem
t Testi Sonuçları
Alt Boyutlar Cinsiyet N
SS
𝐗
Ulaşılabilirlik Kadın
68 3,68 0,58
ve İletişim
Erkek
78 3,46 0,84
t
1,449
P
0,150
122
Cinsiyet Rolü
İmaj
Hizmet
ÖLÇEK
GENEL
Kadın
Erkek
Kadın
Erkek
Kadın
Erkek
Kadın
Erkek
68
78
68
77
68
78
68
78
2,86
2,72
3,32
3,33
3,15
3,03
3,27
3,18
0,69
0,83
0,66
0,53
0,67
0,62
0,51
0,49
1,099
0,273
-0,011
0,991
1,060
0,291
1,058
0,292
Ulaşılabilirlik ve İletişim (t=1,449; p>0,05), Cinsiyet Rolü (t=1,099; p>0,05), İmaj
(t=-0,011; p>0,05), Hizmet (t=1,060; p>0,05) alt boyut puanlarının ve ölçek
geneline ait puanların (t=1,058; p>0,05) cinsiyet değişkenine göre anlamlı düzeyde
farklılık göstermediği tespit edilmiştir.
Tablo 7. Ölçek ve Alt Boyut Puanlarının Medeni Duruma Göre Bağımsız İki
Örneklem t Testi Sonuçları
Alt Boyutlar
Medeni
Durum
Ulaşılabilirlik Evli
ve İletişim
Bekar
Evli
Cinsiyet Rolü
Bekar
Evli
İmaj
Bekar
Evli
Hizmet
Bekar
Evli
ÖLÇEK
Bekar
GENEL
N
14
132
14
132
13
132
14
132
14
132
𝐗
3,19
3,60
2,46
2,82
3,37
3,32
2,70
3,13
3,02
3,24
SS
1,06
0,68
0,93
0,75
0,61
0,59
0,57
0,64
0,51
0,49
t
-1,707
P
0,090
-1,706
0,090
0,303
0,762
-2,395
0,018
-1,578
0,117
Ulaşılabilirlik ve İletişim (t=-1,707; p>0,05), Cinsiyet Rolü (t=-1,706; p>0,05),
İmaj (t=0,303; p>0,05) alt boyut puanlarının ve ölçek geneline ait puanların (t=1,578; p>0,05) medeni durum değişkenine göre anlamlı düzeyde farklılık
göstermediği tespit edilmiştir.
Hizmet alt boyut puanlarının medeni durum değişkenine göre anlamlı düzeyde
farklılık gösterdiği tespit edilmiştir (t=-2,395; p<0,05). Kadın kütüphanecilerin
123
hizmetine ilişkin bekar kullanıcıların algı puanları (3,13±0,64), evli kullanıcıların
algı puanlarından (2,70±0,57) anlamlı düzeyde daha yüksektir.
Tablo 8. Ölçek ve Alt Boyut Puanlarının Yaş Gruplarına Göre Tek Yönlü
Varyans Analizi (ANOVA) Sonuçları
Yaş
20 yaş ve altı
Ulaşılabilirlik 21-25 yaş
ve İletişim
26-30 yaş
30 yaş üzeri
20 yaş ve altı
21-25 yaş
Cinsiyet Rolü
26-30 yaş
30 yaş üzeri
20 yaş ve altı
21-25 yaş
İmaj
26-30 yaş
30 yaş üzeri
20 yaş ve altı
21-25 yaş
Hizmet
26-30 yaş
30 yaş üzeri
20 yaş ve altı
21-25 yaş
ÖLÇEK
26-30 yaş
GENEL
30 yaş üzeri
Alt Boyutlar
N
34
81
14
17
34
81
14
17
34
81
14
16
34
81
14
17
34
81
14
17
𝐗
3,63
3,63
3,39
3,27
2,65
2,93
2,61
2,54
3,22
3,37
3,31
3,36
3,06
3,15
3,13
2,78
3,16
3,29
3,17
3,07
SS
0,59
0,65
1,10
0,95
0,78
0,73
0,71
0,90
0,68
0,55
0,71
0,53
0,74
0,61
0,64
0,53
0,56
0,46
0,53
0,48
F
0,987
P
0,401
2,170
0,094
0,499
0,684
1,622
0,187
1,343
0,263
Ulaşılabilirlik ve İletişim (F=0,987; p>0,05), Cinsiyet Rolü (F=2,170; p>0,05),
İmaj (F=0,499; p>0,05), Hizmet (F=1,622; p>0,05) alt boyut puanlarının ve ölçek
geneline ait puanların (F=1,343; p>0,05) yaş değişkenine göre anlamlı düzeyde
farklılık göstermediği tespit edilmiştir.
Tablo 9. Ölçek ve Alt Boyut Puanlarının Öğrenim Durumuna Göre Bağımsız
İki Örneklem t Testi Sonuçları
Öğrenim
Durumu N
𝐗
Ulaşılabilirlik Lise
84 3,61
ve İletişim
Üniversite 62 3,50
Cinsiyet Rolü Lise
84 2,75
Alt Boyutlar
SS
0,62
0,86
0,71
T
0,619
p
0,537
-0,788
0,432
124
İmaj
Hizmet
ÖLÇEK
GENEL
Üniversite
Lise
Üniversite
Lise
Üniversite
Lise
Üniversite
62
84
61
84
62
84
62
2,85
3,26
3,42
3,03
3,17
3,18
3,28
0,84
0,58
0,59
0,64
0,64
0,47
0,53
-1,654
0,100
-1,340
0,183
-1,183
0,239
Ulaşılabilirlik ve İletişim (t=1,449; p>0,05), Cinsiyet Rolü (t=1,099; p>0,05), İmaj
(t=-0,011; p>0,05), Hizmet (t=1,060; p>0,05) alt boyut puanlarının ve ölçek
geneline ait puanların (t=1,058; p>0,05) cinsiyet değişkenine göre anlamlı düzeyde
farklılık göstermediği tespit edilmiştir.
Tablo 10. Ölçek ve Alt Boyut Puanlarının Kullanıcı Gruplarına Göre Bağımsız
İki Örneklem t Testi Sonuçları
Alt Boyutlar
Gruplar
Ulaşılabilirlik Dış kullanıcı
ve İletişim
Personel
Dış kullanıcı
Cinsiyet Rolü
Personel
Dış kullanıcı
İmaj
Personel
Dış kullanıcı
Hizmet
Personel
Dış kullanıcı
ÖLÇEK
Personel
GENEL
N
125
21
125
21
125
20
125
21
125
21
𝐗
3,59
3,44
2,84
2,48
3,29
3,54
3,12
2,88
3,23
3,19
SS
0,66
1,07
0,74
0,86
0,56
0,72
0,61
0,77
0,47
0,64
T
0,232
p
0,817
2,032
0,044
-1,782
0,077
1,596
0,113
0,352
0,725
Ulaşılabilirlik ve İletişim (t=0,232; p>0,05), İmaj (t=-1,782; p>0,05), Hizmet
(t=1,596; p>0,05) alt boyut puanlarının ve ölçek geneline ait puanların (t=0,352;
p>0,05) kullanıcı gruplarına göre anlamlı düzeyde farklılık göstermediği tespit
edilmiştir.
Cinsiyet Rolü alt boyut puanlarının kullanıcı gruplarına göre anlamlı düzeyde
farklılık gösterdiği tespit edilmiştir (t=2,032; p<0,05). Kadın kütüphanecilerin
cinsiyet rolüne ilişkin kütüphane dışından gelen kullanıcıların algı puanları
125
(2,84±0,74), kütüphane personelinin algı puanlarından (2,48±0,86) anlamlı
düzeyde daha yüksektir.
Sonuç olarak aşağıdaki bulgulara ulaşılmıştır:

Kadın kütüphanecilerin ulaşılabilirlik ve iletişim becerisine ilişkin oluşan
algı; cinsiyet rolü, imaj ve hizmet alt boyut puan ortalamalarına nispeten
yüksek düzeyde olumlu olmakla birlikte diğer algıların ve genel imaj
algısının orta düzeyde olumlu olduğu söylenebilir. Yani kütüphane
kullanıcıları, istedikleri zaman kadın kütüphanecilere rahatlıkla ulaşıp
iletişim kurabilmektedirler. Bu sonuç kadın kütüphanecilerin ulaşılabilirlik
ve iletişim imajının pozitif olduğunu ispatlamaktadır.
Cinsiyet rolü alt boyut puanlarının kullanıcı gruplarına (kütüphane personeli ve
kütüphane kullanıcıları) göre anlamlı düzeyde farklılık gösterdiği tespit edilmiştir.
Yani;

Kadın kütüphanecilerin cinsiyet rolüne ilişkin kütüphane dışından gelen
kullanıcıların algı puanları, kütüphane personelinin algı puanlarından
anlamlı düzeyde daha yüksek çıkmıştır. Kütüphane kullanıcıları; kütüphane
çalışanlarının aksine kütüphaneciliğin kadınlarca tercih edilmesini doğru
bulmuşlardır.
Bu
sonuç,
kütüphane
kullanıcılarının
kadınları
kütüphanecilik mesleği için daha uygun ve doğru buldukları sonucunu
vermiştir.

Kadın kütüphanecilerin cinsiyet rolüne ilişkin kütüphane dışından gelen
kullanıcılar: Kütüphane yöneticisinin cinsiyetinin, kütüphanelerde hizmet
veren personelin cinsiyetinin, kütüphaneciliğin bir meslek olarak
kadınlarca tercih edilmesinin uygun olduğunu, kütüphanede aldıkları
hizmetin kadın kütüphaneciler tarafından verilmesi durumunda aldıkları
hizmetin kalitesinin artacağını, kütüphaneciliğin kadınların yoğun olarak
çalıştığı bir meslek olarak gördüklerini, kütüphanecilik mesleğinde kadın
çalışanların sayıca daha yoğun olmasından dolayı profesyonel bir meslek
olduğunu, kütüphanecilik mesleğinin hemşirelik gibi kadın mesleği
126
olduğunu, genellikle zihinlerinde canlandırdıkları "kütüphanecinin" kadın
oluğunu ve kadın kütüphanecilerin erkek kütüphanecilere oranla işlerinde
daha uzman olduklarını, kütüphaneciliğin kadınlarca tercih edilmesinin bu
mesleği profesyonelleştirdiğini düşünmektedirler.

Bu kapsamda kütüphanelerde çalışan kadın kütüphanecilerin, kütüphane
kullanıcıları tarafından algılanışları anlamlı derecede pozitiftir. Ne varki
kütüphanelerde çalışan personelin kadın kütüphanecilere karşı algıları da
bir o kadar negatiftir. Kısaca; kadın kütüphanecilerin cinsiyet rolüne ilişkin
kütüphane
dışından
gelen
kullanıcıların
algı
puanları,
kütüphane
personelinin algı puanlarından anlamlı düzeyde daha yüksektir. Yani
kütüphane çalışanı olmayan kullanıcılar, kütüphane çalışanlarına göre
kadın çalışanların cinsiyet rolüne daha hassastırlar.
127
SONUÇ
Türkiye’de kadın kütüphanecilerin imajını feminist perspektiften irdelemeyi
amaçlayan bu çalışmada hipotezimiz, Türkiye’de kütüphanelerde çalışan kadın
kütüphanecilerin imajlarının kütüphane kullanıcıları tarafından algılanışı pozitif
olduğu şeklinde belirlenmiştir. Tezimizin hipotezini test etmek amacıyla betimsel
analiz yöntemi ve tarihsel yöntemden yararlanılmış ayrıca tezimizde bir anket
çalışması gerçekleştirilmiştir.
Kadın kütüphanecilerin imaj algılarını analiz etmek amacıyla uyguladığımız anket
iki kısımdan oluşmuştur. Anketin birinci bölümünde genel ve demografik
özellikler, ikinci bölümü ise kendi içerisinde beş konu başlığı altında şu şekilde
toplanmıştır: ulaşılabilirlik ve iletişim, cinsiyet rolleri, imaj ve hizmet. Anketimiz
78’i erkek, 68'i ise kadın olmak üzere toplam 146 kişiye uygulanmıştır. Anket
sonucunda tezimizin hipotezinin doğru olduğu saptanmıştır.
Kütüphane kullanıcıları referans alınarak yapılmış olan bu anket uygulaması
göstermiştir ki Türkiye’deki kadın kütüphanecilerin imaj algısının, popüler
kültürde ifade edildiği gibi sevimsiz, yaşlı, huysuz olmadıkları aksine
donanımlı, profesyonel ve iletişim becerilerinin kuvvetli olduğu saptanmıştır.
Sonuç olarak popüler kültürde kadın kütüphanecilerin olumsuz imaj problemi
yaşamaları algısının aksine bu tez çalışmasında Türkiye’de mesleğe ve kadın
kütüphanecilere yönelik olumsuz herhangi bir algının olmadığı tespit
edilmiştir.
Mesleki ayrım genel olarak "iş piyasasında farklı mesleklerde çalışmak için
kadının ve erkeğin vurgulanmış eğilimlerinden" bahseder. Kütüphanecilik
mesleğinin mesleki ayrımı incelendiğinde, bu mesleği kadınların yoğun olarak
tercih ettiği ve bu alanda çalıştığı gerçeği dikkate alındığında tezimizde popüler
kültürde ifade edildiği gibi sırf kadın olmalarından dolayı profesyonel bir
meslek olan kütüphaneciliğin, yarı profesyonel bir meslek olduğu iddiasının
gerçeklerle örtüşmediği belirlenmiştir.
128
Popüler kültürde kadınlara karşı yaratılan önyargı yok olduğu zaman
profesyonellik problemi yaşadığı düşünülen kadınların yoğun olarak istihdam
edildiği kütüphanecilik ve diğer mesleklerde zamanla imaj probleminin üstesinden
gelineceği de açıktır.
Araştırmamızda kadın kütüphanecilerin imajının tespit edilmesi için uygulamış
olduğumuz
anket
çalışmasının
üniversite
kütüphaneleriyle
birlikte
halk
kütüphanelerini de kapsayacak şekilde geliştirilmesi ileriki çalışmalar için yararlı
olacağı açıktır.
129
KAYNAKÇA
Acar- Savran, Gülnur, Nesrin Tuna-Demirtontan: Kadının Görünmeyen Emeği,
İstanbul, Yordam Yayınları, 2012.
Aktaş, Gül: "Feminist Söylemler Bağlamında Kadın Kimliği: Erkek Egemen Bir
Toplumda Kadın Olmak", Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
Ankara, 2013, Cilt:30, Sayı:1, ss.53-72.
Arat, Necla: Feminizmin Abc'si, İstanbul, Say Yayınları, 2010.
Ataman, Muhittin: "Feminizm: Geleneksel Uluslararası İlişkiler Teorilerine
Alternatif Yaklaşımlar Demeti", Alternatif Politika, C.1, No:1, Nisan 2009, ss.1–
41.
Atılım Üniversitesi E- Bülten: "Prof. Dr.Serap Kurbanoğlu ile Söyleşi", S:33,
2014, (Çevirimiçi) http://ebulten.library.atilim.edu.tr/sayi/2014-03, 19 Nisan 2015.
Baum, Christina D.: Feminist Thought in American Librarianship, North
Carolina, McFarland& Company, 1992.
Belet, Nuran H. : "Kriz Olgusunun Kadına Yönelik Algıya ve Kadın İşgücüne
Etkisi", Gazi Üniversitesi İİBF Dergisi, 2013, 15(1), ss.199-225.
Büyüköztürk, Şener: Sosyal Bilimler İçin Veri Analizi El Kitabı, Ankara, Pegem
Akademi, 2011.
Coşkun, Ali, Emine Öztürk: "Türk Kadınının Feminizm'e Bakışı", Din Eğitimi
Araştırmaları Dergisi, 2009, ss.11-143.
Çakınberk, Arzu K. : İş'te Kadın Olmak, Ankara, Nobel Kitap, 2011.
Çakır, İrfan: "Cumhuriyet'ten Günümüze Bilgi Profesyonellerinin Eğitiminde
Başlıca Yönelişler", Türk Kütüphaneciliği, 2005, 19(1), ss.7-24.
Çakır, Serpil: "Kapitalizm ve Patriyarkaya Karşı: Sosyalist Feminizm", Toplum
ve Demokrasi, 2008, 2(4), ss.185-196.
130
Çakır, Serpil: Osmanlı Kadın Hareketi, İstanbul, Metris Yayınları, 2013.
Çakıroğlu, Atilla: "Hem Mühendis Hem Doktor (Mesleki Bir Anı)", Türk
Kütüphaneciliği, 1989, ss. 109.
Çalışkan, Hüseyin, Kubilay Yazıcı: "Ölçme ve Değerlendirmeye Yönelik Tutum
Ölçeğinin Geliştirilmesi ve Sosyal Bilgiler Öğretmenlerinin Tutum Düzeylerinin
Çeşitli Değişkenlere Göre İncelenmesi", International Journal of Human
Sciences, 2013, 10(1), ss.398-415.
Çelik, Aslı S. , Türkan Pasinlioğlu, Tuğçe Kocabeyoğlu, Sema Çetin: "Hemşirelik
Mesleğinin Toplumdaki İmajının Belirlenmesi", F.N. Hemşirelik Dergisi, 2013,
C:21, S:3, ss.147-153.
Çokluk, Ömay, Şener Şekercioğlu, Güçlü Büyüköztürk: Sosyal Bilimler İçin Çok
Değişkenli İstatistik, Ankara, Pegem Akademi, 2010.
Davaz, Aslı: Eşitsiz Kız Kardeşlik: Uluslararası ve Ortadoğu Kadın
Hareketleri, 1935 Kongresi ve Türk Kadın Birliği, İstanbul, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, 2014.
Demir, Zekiye: Modern ve Postmodern Feminizm, İstanbul, Sentez Yayıncılık,
2014.
Denizli, Adviye Aslı: "Örgütsel Adaletin, Kapsam İçi ve Kapsam Dışı Personel
Tarafından Algılanması: Bir Uygulama", Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
İstanbul Üniversitesi, İstanbul, 2014.
Donovan, Josephine: Feminist Teori, Çev. Aksu Bora, Fevziye Sayılan, Meltem
Ağduk Gevrek, İstanbul, İletişim Yayınları, 2013.
Ecevit, Yıldız: İşgücü Piyasasında Toplumsal Cinsiyet Eşitliği El Kitabı,
Ankara, Pelin Ofset Tipo Matbaacılık, 2010.
Emiroğlu, Nuran: "Sağlık Personelinin ve Toplumun Hemşirelik İmajı",
Hemşirelik Araştırma Dergisi, 2000, ss.9-18.
131
Ersoy, Ersan: "Cinsiyet Kültürü İçerisinde Kadın ve Erkek Kimliği (Malatya
Örneği)", Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2009, C.19, S.2, ss.209230.
Fiske, John: Popüler Kültürü Anlamak, Çev. Süleyman İrvan, İstanbul,
Parşömen, 2012.
Hooks, Bell: Feminizm Herkes İçindir: Tutkulu Politika, Çev. Esra Aşan, Ali
Kerem Saysel, İstanbul, Bgst Yayınları, 2012.
ILO Ankara, 1958, (Çevirimiçi) http://www.ilo.org/ankara/lang--tr/index.htm, 17
Nisan 2015.
"ILO 101 Nolu Eşit Ücret Sözleşmesi ", Kanun No:810, R.G., S. 12484, tar. 13
Aralık
1966,
(Çevirimiçi)
www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowDoc/WLP.../diyih/.../ilosozlesmetr/100,
19
Nisan 2015.
"İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi", S. 25196, Karar Sayısı: 2003/5923,
11.08.2003, (Çevirimiçi) www.ombudsman.gov.tr/.../3507--Ekonomik,-Sosyal-veKulturel-Hakla, 19 Nisan 2015.
İrvan, Süleyman, Mutlu Binark: Kadın ve Popüler Kültür, Ankara, Ark
Yayınları, 1995.
Kadın
Kordinasyon
Merkezi,
(Çevirimiçi)
http://sites.ibb.gov.tr/ibbkkm.org/kadina-dair/turkiyede-kadin-haklari-kronolojisi/,
19 Nisan 2015.
Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesine Dair Sözleşmeye Ek
Protokol,
2000,
(Çevirimiçi)
http://www.turkkadinlarbirligi.org/cedaw/sozlesme/S%C3%B6zle%C5%9Fme, 20
Nisan 2015.
Karakaş, Sekine: "Türkiye’de İlk Kütüphanecilik Bölümünün Kuruluşu ve Emily
Dean", Türk Kütüphaneciliği, 1999, 13(4), ss.376-396.
132
Kökkılınç, Ayşe Gül: İş Hukukunun Uluslararası Kaynakları Işığında Kadın
İşçilerin Korunması, İstanbul, Legal Yayıncılık, 2013.
Notz, Gisela: Feminizm, Çev. Sinem Derya Çetinkaya, Ankara, Phoenix
Yayınevi, 2011.
Oktay, Aygül: "İşyerinde Cinsel Taciz ve İstismar", Kadın Araştırmaları
Dergisi, 2001, S:7, ss.75-89.
Okutan,
Birsen
Banu:
Türkiye'de
Popüler
Kültür
Din
ve
Kadın
Marjinalizasyondan Entegrasyona, İstanbul, Düşün Yayıncılık, 2013.
Ötüken, Deniz: "Çocuğunuz Kütüphaneci Olmalı Mıdır?", Türk Kütüphaneciliği,
1957, 6(3), ss.93-97.
Özdemirci, Ata.: Şirket ve Popüler Kültür & Tüketim Psikolojisi ve İmaj
Yönetimi: Türkiye (1950-1980), İstanbul, Beta Yayıncılık, 2014.
Özgür, Bahadır: "Kütüphaneci Kadın, Petrolcü Erkeğe Karşı", Radikal, 18 Ekim
2010,
(Çevirimiçi)
http://www.radikal.com.tr/ekonomi/kutuphaneci-kadin-
petrolcu-erkege-karsi-1026030/, 24 Nisan 2015.
Öztürk, Emine: Feminist Teori ve Tarihsel Süreçte Türk Kadını, İstanbul,
Rağbet Yayınları, 2011.
Parlaktuna, İnci: "Türkiye’de Cinsiyete Dayalı Mesleki Ayrımcılığın Analizi", Ege
Akademik Bakış, 2010, 10(4), ss.1217-1230.
Ramazanoğlu, Caroline: Feminizm ve Ezilmenin Çelişkileri, İstanbul, Pencere
Yayınları, 1998.
Sakallı, Erol: "Türkçe Popüler Kültür", Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür
Eğitim Dergisi, 2014, S.3(2), ss.307-317.
Şahin, Elmas: Batı'da ve Türkiye'de Kadın Hareketleri ve Feminizm, Ankara,
Ürün Yayınları, 2013.
133
Şimşek- Rathke, Leyla: Dünden Kalanlar: Türkiye'de Hemşirelik ve GATA
TSK Sağlık Meslek Lisesi Örneği, İstanbul, İletişim Yayınları, 2011.
Türk
Dil
Kurumu:
"Büyük
Türkçe
Sözlük",
1980,
(Çevirimiçi)
http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.565
b3ad24b0e77.47826928, 24 Nisan 2015.
Türkiye İstatistik Kurumu: "Haber Bülteni", S.18619, 5 Mart 2015, (Çevirimiçi)
http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18619, 29 Kasım 2015.
Walter, Margaret: Feminizm, Çev. Hakan Gür, Ankara, Dost Kitapevi, 2009.
Yılmaz, Abdullah, Yavuz Bozkurt, Ferit İzci: " Kamu Örgütlerinde Çalışan Kadın
İşgörenlerin Çalışma Yaşamlarında Karşılaştıkları Sorunlar Üzerine Bir 5
Araştırma", Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2008,
C:9, S: 2, ss. 89-114.
Yılmaz, Murat: "Kadın Kütüphaneciler: Toplumsal Cinsiyet Sorunları", Bilgi
Dünyası,2013, 14(1), ss. 163-171.
Yılmaz, Murat:"Popüler Kültürde Kadın Kütüphanecilerin İmajı: Feminist Bir
Yaklaşım", Türk Kütüphaneciliği, 2012, 26(3), ss.548-563.
Yılmaz, Murat: Etik ve Kütüphanecilik, İstanbul, Beşir Kitabevi, 2007.
Yörü, Halime: "Türkiye’deki Üniversite Kütüphanelerinde Kadın İşgücü", Türk
Kütüphaneciliği, 2009, 23(2), ss. 351-365.
134
EKLER
135
136
Download