DİYABET VE ORAL ANTİDİYABETİK İLAÇLAR

advertisement
DİYABET VE ORAL ANTİDİYABETİK İLAÇLAR
Pankreastan insülin salgısının azalması ya da ortadan kalkması neticesinde dokuların
insüline olan duyarlılığının azalması ya da insüline bir direnç gelişmesi sonucunda kan glukoz
düzeyinin yüksek seyretmesi durumudur.
Bu nasıl ortaya çıkıyor: çok fazla nedeni olabilir
Bu durumun ortaya çıkışının en önemli nedenleri arasında kalıtım, obezite, yaş,
geçirilmiş bir viral enfeksiyon (kabakulak vb.), Otoimmün bir rahatsızlık, ayrıca insülin rec.
bozuklukları sayılabilir. Hamilelikte diyabet gelişebilir. Bu yüzden gebelikte de kan şekeri
kontrolü gerekmektedir. Bu etkenlerden herhangi biri ya da birkaçı diyabet gelişmesine neden
olur
Diyabet tipleri:
İki tipi var. Tip I ve tip II diyabet.
Tip I Diyabet: Tüm diabetik popülasyonda tip I diyabet % 5-10 arasında bir orandadır.
Tip II diyabetten ayırıcı temel özellik mutlak bir insülin yetersizliğidir. Genellikle küçük
yaşlarda (genç yaşlarda) ortaya çıkar. 25 yaş ve altında gözlenir, pankreasın işlevi yoktur.
Kalıtımla ilişkisi daha zayıftır ancak yoktur denilemiyor. Kilo ve obezite burada da etken
olabilir. Bebeklerde obezite olmadan da ortaya çıkabiliyor. İnsülin konusunda sıralanan
belirtilerle kendini gösterir. Sonuçta da dramatik bir kilo kaybı, çok belirgin gelişme
bozukluğu görülüyor.
Bu hastalar yoğun bir insülin tedavisi, diyet ve egzersizle hayatını devam ettirirmek
zorundadırlar.
Tip II diyabet: Diyabetlilerin yaklaşık % 90 kadarı bu tiptedir. Genellikle 40 yaşın
üstünde ortaya çıkar. Obeziteyle ilişkisi belirlenmiş durumda. İnsülin miktarı az, normal ya da
çok olabilir. Burada bir salgılama kusuru ve insüline karşı bir direnç söz konusudur. Aile
öyküsü yüksek oranda pozitiftir yani kalıtımsal geçiş çok belirgindir (% 60-90). Ailesinde
diyabet öyküsü olan kişilerin orta yaştan itibaren diyabet yönünden takipleri gerekmektedir.
Bu hastaların teşhisi sonrasında ise doğrudan hemen ilaç tedavisi olabilir ancak,
obezitenin giderilmesi için diyette yeterli olabilmektedir. İlaç olarak oral sülfonilüreler, ya da
diğer antidiyabetik ilaçlar tercihe göre kullanılır.
Diyabet hastaları; hiperglisemi belirtilerini; tip I diyabetliler de SC enjeksiyon yöntemi
ile kan şekeri ölçümünü muhakkak bilmelidirler.
Ayrıca insülin ve hipoglisemik ilaç kullanan kişilerde ciddi hipoglisemi riski vardır.
Dolayısıyla ortaya çıkacak hipogliseminin diyabete bağlı ketoasidoz ile karıştırılmaması ve
bunun farkında olunması gerekir.
Hipoglisemi
· Nefeste aseton kokusu yoktur.
· Cilt solgun ve ıslak bir görünümde.
· Solunum normal ve düzenli.
· Tansiyon normal ya da artmış durumda.
· Nabız hızlanmış ve dolgundur.
· Pupillada midriyazis.
· Tremor söz konusu.
Ketoasidoz
· Nefeste belirgin aseton kokusu vardır
· Cilt kuru ve kızarık
· Solunum derinleşmiş
· Hipotansiyon söz konusudur.
· Nabız hızlı ama dolgun değil.
· Pupilla normal ya da miyozis.
· Tremor gibi bir durum yok.
Bu farkındalığın önem ve değeri ani bir kan şekeri düşüşünde neler yapılacağının
bilinmesidir. Her iki durumda da sergilenecek yaklaşım farklıdır. Hipoglisemide şekerli
içeceklerle kan şekerinin normale yükseltilmesi ilk akla gelen şeydir. Ketoasidoz, genellikle
insülin dozu atlanması neticesinde ortaya çıkar ve bu durumda hastaneye yatış gereklidir,
ketoasidozun derecesi belirlenmelidir. Derecesine göre alkali sağaltımı ile fosfat ve
magnezyum tedavisi uygulanır.
İnsülin preparatları:
Çabuk etkili ürün Lispro (< 1 saat)
Daha yavaş etkili ürün İnsülin R, standart insülin. Kan şekerini düşürdükten sonra
bir süre etkinliği devam ediyor.
Geç etkili ürün NPH
Normogliseminin sağlanması için kısa ve uzun etkili preparatlar 70:30 gibi bir oranda
kombine edilerek hazırlanan preparatlar da var.
Genellikle yemekten 30 ila 60 dakika öncesinde bu preparatın uygulanmasıyla kısa ve
orta sürede regülasyon sağlanabiliyor. Bu durumda da kan şekeri takibinin sürdürülmesi şart.
Lispro insülin, izohidrik ve berrak olan preparattır ve intravenöz olarak verilebilir.
Çinko ya da modifiye edilmiş insülin praparatlarıyla etki süresi uzatılması amaçlanıyor ancak
hastanın sürekli injeksiyon yapma gerekliliği nedeniyle ortaya çıkan zorluklar var.
Bu zorluğu aşmak için çalışmalar yapılmış ve en umut veren sonuçlara nazal yolla
uygulanan ürün üzerinde ulaşıldı. Fakat bunun da bir takım mahzurları ortaya çıktı. Solunum
yollarındaki tahrişler ve yıkımın hızlı olması ve etkinliğin azalması…
İnsülinin yan tesirleri:
İnsüline bağlı olarak ta bu uygulama sonrasında kimi sorunlar ortaya çıkabiliyor.
Bunlar hipoglisemi, alerji gibi durumlardır. Hastalar, hipoglisemiyi bilmeli ve bu anormal
dalgalanmalar için yanlarında daima şekerli bir yiyecek bulundurmalıdır. Daha seyrek olan
alerjik reaksiyonlar; genellikle uygulama yerinde kaşınma, kızarıklık şeklinde ortaya çıkar ve
çok nadiren de anjiyomörotik ödem gibi ciddi özel durumlar da olabilmektedir.
Diğer bir insüline bağlı yan tesir sürekli aynı bölgeye enjeksiyon yapılması sonucu
oradaki yağ dokusunun bozulması ve uygulama yerinde doku harabiyetidir. Bunun olmaması
için enjeksiyon’un sürekli aynı bölgeye yapılmaması, vücut üzerinde SC enjeksiyona uygun
bölgelerin bir siklus içinde kullanılması hastalara söylenir. Bu bölgeler karın, kol, kalça ya da
bacak gibi bölgelerdir. Bu bölgeler arasında insülin emiliminin oran ve hızının farklı olduğu
akıldan çıkarılmamalıdır.
Ayrıca yan tesir olarak, uzun süre hipoglisemik olarak yaşamış ve bu duruma adapte
olmuş hastalarda, teşhis sonrasında insülin tedavisine geçildiğinde çabuk ve ani kan şekeri
düşüşü nedeniyle gözdeki ozmotik dengenin değişmesi sonucunda geçici görme bozukluğu
ortaya çıkabilir. Zamanla düzelir. Aynı nedenden ötürü yüzde ve ayakta da geçici ödem ortaya
çıkabilir.
Organ düzeyinde, sinirlerde, gözde, kalpte, böbrekte biyokimyasal olumsuz
değişimlerden ötürü de hastaların yaşam boyu sürecek defektleri olmuş olabilir. Bu yüzden bu
hastalar, hatları boyu dikkat etmeleri gereken özel durumları vardır. Diyabet tedavisi gören
hastalar da bu hususlara dikkat etmelidirler. Sıralamak gerekirse KV risk yüksek olduğu için
tansiyon ve koroner bozukluklar bakımından takip edilmeli, Obez iseler muhakkak kilo
vermeli, kesinlikle sigaradan uzak durmaları, ayrıca kolesterol ve kan lipid düzeyinin de
regüle edilmesi gerekmektedir.
Bir de yara iyileşmesi diyabetlilerde daha geç olabileceği gibi, açık yaralardaki
enfeksiyon riskinin çok daha fazla olması nedeniyle hasta cilt bütünlüğüne daha da dikkat
etmelidir. Özellikle ayaklarda oluşabilecek yaralanmalar ve hasarlar çok daha önemlidir ve
hasta sürekli kendi kendine bakım ve kontrollerle cilt bütünlüğünü izlemelidir. Güneşten
korunma, soğuk ve sıcaktan kaçınmak gibi çok basit ama önemli tedbirlerin alınması şarttır.
Riskler azaltılmalıdır. Mantar ve enfeksiyon riskini azaltmak için sıkı ayakkabı ve çoraplar
kullanmaması gereklidir.
Yıllık göz kontrolü katarakt oluşumu ya da ileri retina hasarı takip edilmeli. Ayrıca
diyabetliler diş ve ağız sağlığı bakımından da riskli guruplar olduklarından ağız-diş
sağlıklarına da dikkat etmelidirler. Apse gibi her zaman karşılaşılabilecek bir olayla bile baş
etmek zorlaşabilir. Bunun nedeni makro ve mikrovasküler sistemlerdeki dejenerasyondur.
Tedavi yaklaşımı:
Tip I diyabette kan şekeri regülasyonu için başlangıçta 0,5 ila 1 ünite insülin dozuyla
tedaviye başlanabilir. Ancak önemli nokta insülin tedavisine başladıktan sıka süre sonra hasta
kendisini çok rahatlamış, sağlıklı ve iyi hissedeceği için yaşamına, yediklerine dikkat etmeyi
ihmal edebilir. Bu büyük bir risktir. Bu tür durumlara karşı hastanın uyarılması, tedavi ve
yaşam disiplinini bırakmaması konusunda uyarılması gerekiyor.
Bir de uzun yıllar insülin kullanan hastalarda insülin toleransı gelişebilir ve kan şekeri
regülasyonu için kullanması gereken insülin dozu çok artabilir. Bu durum pankreasın artık
tamamen iflas ettiğinin göstergesi olabilir, organ transplantasyonu gerekebilir.
Tip II diyabette ise tedavide sülfonilüreler denen oral kullanılabilen preparatlar yer
almaktadır. Bu rahatsızlıkta insülin etkisine karşı bir direnç, dolayısıyla da insülin salgısını
uyaran glukoz, aminoasit gibi uyaranlara yanıt olarak insülin salıverilmesindeki bir bozukluk
olabilir. Bu hastalar kilolu, 40 yaş üzerinde, büyük kısmı aile diyabet öyküsü olan kişilerdir.
Sülfonilürelerle beraber, hastanın özel durumuna göre kan şekeri düzeyine de bakılarak obez
olanlarda biguanidin türevi ilaçlar tercih ediliyor. (ör: METFORMİN)
SÜLFONİLÜRELER:
Birinci Kuşak Sülfonilüreler: Tolbutamid, klorpramid, asetoheksamid, tolazamid.
İkinci kuşak sülfonilüreler: Glipurid, glipizid, gliklazid, glibenzopiramid, glikidan,
glimeprid gibi ilaçlardır. İkinci kuşak ilaçların gravimetrik etki güçleri çok daha yüksektir ve
1 mg dozda dahi 24 saat etkinlik sağlayabilmektedirler.
Kan şekeri regülasyonu sülfonilürelerle tek başına sağlanamadığı zamanlarda kombine
olarak biguanidinlerle de kullanılabiliyor.
Sülfonilürelerin etki mekanizmaları: Pankreasta ATP’ye duyarlı potasyuma kanallarını
kapatarak depolarizasyonu artırırlar ve insülin sentez ve salımını artırırlar. Burada da ilacın
kendisine has SUR-1 reseptörleri vardır. Bu rec’ler aktive olmasıyla etki gösterirler. Bu
reseptörlerin diğer tipleri de kendine özgü başka dokularda yerleşmiştirler.
Sülfonilüreler tedavinin başlangıcında söylenilen mekanizmayla pankreastan insülin
salgılanmasını artırıyorlar. Tabi tedavi bununla sınırlı değil, ömür boyu sürüyor. Kronik kullanılıyorlar. Ancak kronik kullanımda etkinliği tekrar incelendiğinde bu ilaçların insülin sentez
ve salıverilmesini azalttığı gözlenmektedir. O zaman nasıl oluyor da normoglisemi sağlanıyor
denecek olursa periferik insülin duyarlılığını artırmalarına yönelik insülin yararlanımı ve rec
duyarlılığını artırıcı bir mekanizma devreye giriyor. Yani hücre membranının insüline yanıt
verebilirliğini artırıyorlar.
Sülfonilüreler’in insülinle beraber glukagon üzerine de etkileri vardır. Glukagon’un
etkisi düşünülecek olursa bu bileşiklerin glukagon düzeylerini de düşürdükleri ve bu anlamda
da bu ilaçların “hipoglisemik” etkilerinin de olduğunu söyleyebiliyoruz.
Sülfonilüreler plazma albüminine yüksek oranda bağlanırlar, metabolizasyonları
karaciğerdedir, MAO inhibitörleri sülfonilürelerin eliminasyonunu inhibe ederek etkinliklerini
artırırlar. Aspirin, alkol, anabolik steroidler, kloramfenikol, dikumarol propranolol gibi
ilaçlarla da etkileşme söz konusudur ve hipoglisemik etkileri artabilir.
BİGUANİDİNLER:
Sülfonilürelerden farkı; normal glisemiyi düşürücü, yani hipoglisemi yapıcı etkileri
hemen hemen yoktur. Β hücrelerini etkilemezler ve insülin salgısını artırmazlar. Etkileri
1. Anayrobik glikolizi doğrudan uyararak glukoz kullanımını (yıkımını) artırıp,
glukozun kan dolaşımından uzaklaştırılmasını sağlarlar.
2. Hepatik glukoneogenezi azaltırlar.
3. İnce barsaktan glukoz emilimini azaltır ve yavaşlatırlar
4. Plazma glukagon düzeylerini düşürürler.
Bu şekillerde insülin reseptörlerine insülinin bağlanmasındaki artış yönüyle de etkinlik
gösteriyorlar. Bu etkileri direkt değil indirekt yoldandır.
En önemli yan tesirleri çok az ancak çok ciddi olabilen Laktik asidoz ve ketonüridir.
Özellikle fenforminde bu riskler fazladır. Fenformin bu nedenle fazla kullanılmaz. Ancak
METFORMİN, genellikle obezlerde ilk seçenek ilaç olarak tercih edilebiliyor.
Tip II diyabette bu grup temel ilaçlar sonrasında da, diyabetin etkileri ve glukozun
vücuttaki yazgısı izlendiğinde başka mekanizmalara da müdahele edilerek tedavinin gerçekleştirilebileceği düşünülmüş ve yeni ilaç grupları sentez edilmiştir.
α-GLUKOZİDAZ ENZİM İNHİBİTÖRLERİ
Bunlardan tedavide yararlanılan bir ilaç grubu da α-Glukozidaz Enzim İnhibitörleridir.
Etki mekanizmaları barsakta α-glukozidaz enzimini doğrudan ve lokal etkisiyle inhibe ederek
glukozun absorbsiyonunu engellemek şeklindedir. Diğer karbonhidratlar için bu mekanizma
yine geçerlidir. Ör: AKARDOZ
Bir diğer ilaç ise MİGLİTOL’dür. Miglitol, akarbozdan farklı olarak absorbe olup
sistemik etkiler de gösterebilmektedir. Eritrositlerde depo edilebilir ve Akardoz’dan 6 kat
daha fazla etkilidir.
Bu ilaçlar post-prandiyal (yemek sonrası) ortaya çıkan hiperglisemiyi insülin düzeyini
değiştirmeksizin azaltırlar.
Bu ilaçları kullanan hastaların geç tetkiklerinde HbA1c düzeylerinde de % 1’e varan
azalmamalar belirlenmiş. Postprandiyal hiperglisemi üzerinde de % 50’ye yaklaşan bir azalma
gerçekleşirebilmektedirler.
α-glukozidaz enzim inhibitörleri, tek başlarına kullanıldıklarında hipoglisemiye neden
olmazlar, ancak özellikle kilolu hastalarda insülin ya da sülfonilüre ile birlikte
kullanılabiliyorlar. O aşamada hipoglisemi riski vardır. Metformin gibi biguanidinlerle
kombinasynları önerilmez, çünkü bu ilaçlar glukoz gibi metforminin emilimi de azaltır.
GI problemler, hazımsızlık, gaz gibi yan tesirleri nedeniyle de hastalar tarafından pek
kabul edilen ilaç grubu değildirler.
TİAZOLİDİNDİON GRUBU ANTİDİYABETİKLER
TROGLİDAZON, ROSİGLİTAZON… adlı ilaçlardır.
Bunlar özellikle hedef hücrelerdeki insülin etkinliğini artırıcı ve β hücrelerinde insülin
salgısını etkileyerek kan şekerinin regülasyonunu sağlar. Özellikle insülin rezistansını
azaltmadaki etkinlikleri nedeniyle çok önemli bir avantajları vardır. Çünkü insülin rezistansı
ve hiperinsülinemi birlikte özellikle Hipertansiyon, hiperglisemive aterosiklerozun gelişmesi
için önemli risk faktörleri olması nedeniyle bu ilaçlardan tedavide yararlanılmaktadır.
GLİNİDLER
Sülfonilüre benzeri insülin salıverilmesini artırıcı ilaçlardır. Ör: REPAGLİNİD ve
NATEGLİNİD.
Bu ilaçlar 2000li yılların başında tedaviye girmiş ilaçlardır. Kısa etki sürelidirler çabuk
emilirler. Sülfonilüreler gibi potasyum kanalları üzerine etkilidirler ama mekanizmaları daha
farklıdır. Kinetikleri farklıdır. Aynı SUR-1 reclerini etkilerler. Yarılanma ömürleri çok kısa.
Bu ilacın bir özelliği de yemekten önce enjekte edilen kısa etki süreli insülinin etkisini taklit
etmesidir. Diyet ve egzersizle yeterince kontrol altına alınamayan tip II diyabetlilerde kullanılmaktadır. Metformin ile birlikte kullanılabilir.
İnsülinle ve diğer tedavilerle ortaya çıkabilen hipoglisemi:
İnsülin kullanımıyla, kan şekeri hiç dalgalanmıyor ve sürekli normal sınırlar arasında
seyrediyor gibi bir yanılgıya düşülmemesi gerekiyor. Bu yüzden hastalar zaten günde birkaç
defa kan şekerlerini ölçüyorlar. Özellikle sabah ve yemeklerden sonra ölçümleri önemlidir.
Şafak Fenomeni: İnsülin tedavisi görenlerde sabah erken saatlerde uyanmaya yakın
olunan saatlerde ortaya çıkan hiperglisemi durumudur. Bunun nedeni insüline karşı dokuların
duyarlılığının bu saatlerde azalması’dır. Bunun en önemli nedeni büyüme hormonu ve diğer
bazı hormonların düzeyleri ve etkinliklerinin değişmesidir. Bu ortaya çıkan hiperglisemi,
insüline bağlı bir yan tesir değildir. Ancak yine de kendi haline bırakılmaması gerekir. Böyle
bir durumu önlemek için alınan insülin dozunun ayarlanması gerekmektedir.
Sabah ortaya çıkan diğer bir durum “post-hipoglisemik hiperglisemi”dir. Bununla
şafak fenomeninin karıştırılmaması gerekiyor. Bunda insülin dozunu azaltmak gerekirken
Şafak fenomeninde artırmak gerekebiliyor.
Bu iki olgu yine belirgin ve değişken hiperglisemi ve hipoglisemi nöbetlerinin eşlik
ettiği oynak diyabet denilen olayının da takibi ve önlenmesi açısından önemlidir.
Bir de sülfonilüreler plazma albüminine yüksek oranda bağlanırlar, metabolizasyonları
karaciğerdedir, MAO inhibitörleri sülfonilürelerin eliminasyonunu inhibe ederek etkinliklerini
artırırlar. Aspirin, alkol, anabolik steroidler, kloramfenikol, dikumarol propranolol gibi
ilaçlarla da etkileşme söz konusudur ve hipoglisemik etkileri artabilir.
Download