Sayfa 11 Şubat 2011 “Mısır, Tunus olmadığı gibi Yemen de değildir. Mısır büyük bir ülkedir. Bu bakımdan ABD ve Avrupa kontrollü bir değişikliği arzulamaktadırlar. Radikal değişiklikler ABD ve Avrupa’nın da işine gelmemektedir. Bu bakımdan Mısır’daki değişimin Batı’nın yönlendirmesiyle ordu ve kimi sivil bürokrasinin hakimiyeti altında ve yeni bir iktidar bloğu çerçevesinde gelişeceğini görmek gerekir. Kuşkusuz bu durum Ortadoğu halkları için gerçek anlamda bir özgürlük ve demokrasi getirmeyecektir” olan çeşitli islami güçler olduğundan esas olarak da ABD ve Avrupa’nın işbirlikçi ılımlı islam projesi temelinde Ortadoğu’yu kontrol etme siyasetinin gereği olarak ılımlı siyasal islamcıların başat olduğu sistemler ortaya çıkacaktır. ABD ve Avrupa bunu yaparken geçmişte kendisine işbirlikçilik yapmış kimi sivil kesimleri, asker ve sivil bürokrasiyi de bu işbirlikçi ılımlı islam projesinin bileşenleri haline getirecektir. Yeni bir iktidar bloğu ortaya çıkaracaktır. Ilımlı islamcıları ve diğer farklı bazı kesimleri de içine alan bir anayasal ve yasal sistem kurarak bu temelde hem kapitalist modernizmin değerlerini bu ülkelerde yerleştirecek, hem de siyasi otoritesini bu ülkelerde yaşatmış olacaktır. Önümüzdeki dönemde ortaya çıkan gelişmelerin bu çerçevede olması sürpriz olmayacaktır. Nitekim daha şimdiden ABD ve Avrupa’nın yaklaşımları bu çerçevededir. Eski işbirlikçilerini desteklemiyor. Mübarek’in iktidarı bırakmasını istedi. Ancak Mısır gibi Ortadoğu’daki siyasal gelişmeleri yakından etkileyen bir ülkenin kaos içine girmemesi ve en azından kendisi için tehlike arz etmemesi açsından da dönüşümü kontrollü yapmayı hedeflemektedir. Bu açıdan da özellikle asker, sivil bürokrasi içindeki işbirlikçilerini kullanmaktadır. Orduyu bu yönüyle bu sürecin kendi istediği biçimde örülmesi temelinde kullanacağı görülmektedir. Başka türlü belki kaos çıkabilir ya da kendi düşündüğü projeye uygun iktidar blokları yerine daha radikal ya da kendisine sorun çıkaran iktidar güçleri ortaya çıkabilir. Bu nedenle ordu eliyle buna fırsat vermemek istemektedir. Bu halk hareketinin, toplumsal devrimin uzun sürmesini de kendi çıkarları için tehlike görmektedir. Çünkü ne kadar uzun sürerse bu toplumsal ayaklanma içinde radikal çevreler daha fazla örgütlenecektir. Sadece radikal islamcılar değil, özgürlükçü toplumcu güçler, yani radikal demokratlar da bu süreçte örgütlenme imkanı bulacaktır. Bu bakımdan bu ayaklanma sürecinin kısa tutulmasını özellikle istemektedir. Her ne kadar Hüsnü Mübarek kendisi gibi despot iktidarların desteği ile direniş göstermeye çalışsa da artık bu iktidarların ömrünün sonuna gelinmiştir. Mübarek’in bu direnişi bir uzlaşma arayışı ya da biraz onurlu geri çekilme gibi bir çabadan başka bir şey ifade etmemektedir. Çünkü artık toplum ayağa kalkmıştır. Ayağa kalktığı zaman da neler yaratabileceğini görmüştür. Bu açıdan Mısır’da Mübarek rejimi gidecek yerine başka bir rejim gelecektir. Mısır’da radikal değişiklikler ABD ve AB’nin işine gelmiyor Mısır Tunus olmadığı gibi Yemen de değildir. Mısır büyük bir ülkedir. Bu bakımdan ABD ve Avrupa kontrollü bir değişikliği arzulamaktadırlar. Radikal değişiklikler ABD ve Avrupa’nın da işine gelmemektedir. Bu bakımdan Mısır’daki değişimin Batı’nın yönlendirmesiyle ordu ve kimi sivil bürokrasinin hakimiyeti altında ve yeni bir iktidar bloğu çerçevesinde gelişeceğini görmek gerekir. Kuşkusuz bu durum Ortadoğu halkları için gerçek anlamda bir özgürlük ve demokrasi getirmeyecektir. İşbirlikçilik ve yoksulluk yine sürecektir, ama önceki despot rejimlere göre siyasal, sosyal alanda kimi yumuşamalar ortaya çıkacaktır. Yine ekonomik alanda da oligarşik kesimin ekonomiyi tümden kontrol etmesi yerine biraz daha orta sınıfa yayarak sisteme uygun yeni bir ekonomik, kültürel ve siyasi yapı ortaya çıkarmaya çalışacaklardır. Ancak halkların ayağa kalkışı mücadeleyle sisteme attırdıkları geri adım yine halkların mücadelesiyle özgürlük ve demokrasinin gelişmesi açısından yeni imkanlar ortaya çıkaracaktır. Artık halklar açısından özgürlük ve demokrasi imkanlarının her gün daha da artacağı bir mücadele dönemi başlamıştır. Bu gerçeklikler Kürt Halk Önderi’nin İmralı’da yaptığı Ortadoğu değerlendirmelerini daha da önemli kılmaktadır. Şu anda Ortadoğu’da halklar için tek çözüm modeli Kürt Halk Önderi’nin ortaya koyduğu demokratik modernite ve onun yapılanma gerçeğidir. Klasik despotlar Ortadoğu halklarının sorunlarını çözemeyeceği gibi modernizmin ve oryantalizmin yeni versiyonu olan işbirlikçi ılımlı siyasal islamcı iktidarlar da halkların sorunlarını çözemeyeceklerdir. Ne var ki şu anda farklı alternatifler olmadığı için bu isyancı hareketlerin kaderi işbirlikçi ılımlı islama mahkum olmaktadır. Ama sorunları çözemeyeceklerinden halk özgürlükçü, demokratik alternatif aramaya devam edecektir. İşte bu noktada Kürt Halk Önderinin ideolojik, teorik düşüncelerinin ve özgürlükçü toplum modelinin Ortadoğu halklarına taşınması gerekmektedir. Kürt Halk Önderi bunu ahlaki politik toplum olarak ortaya koymaktadır. Ahlaki politik toplumun gerçekleşme modeli –biçimi– olarak da demokratik konfederalizmi önermektedir. Yani toplumun tabandan bütün farklı kesimlerinin örgütlenmesi ve bu örgütlenmelerin de demokratik konfederal bir biçimde bir siyasal ekonomik, sosyal, kültürel sisteme dönüştürülmesini öngörmektedir. Bu demokratik konfederal sisteme dayanarak da kendi ekonomik sosyal ve kültürel sorunlarını çözmeyi hedeflemektedir. Gerçekten de Ortadoğu hakları açısından en ideal çözüm modelidir. Hem Ortadoğu halklarının tarihine hem de mevcut din, dil, kültür zenginliğine böylesi bir özgürlükçü, demokratik modelle yanıt olunabilir. Tunus, Mısır ve diğer ülkelerin mevcut despotlardan kurtulması Ortadoğu’da diğer iktidar ve hükümetleri de etkileyecektir. Bu nedenle bu olayların Mısır ve Tunus ile sınırlı kalacağını düşünmemek gerekir. Belki bu rejimler değiştikten sonra Ortadoğu halkları gerçek anlamda tam özgürlüğe ve demokrasiye kavuşmayacaktır, ama toplumların iradesinin, demokratik mücadelesinin önü belli düzeylerde açılacaktır. Eğer ideolojik, teorik öncülük iyi yapılırsa bu rejimler altında da örgütlenmek, mücadele etmek demokratikleşmeyi geliştirmek mümkündür. Öte yandan halkın iradesinin belli düzeyde açığa çıkması ister istemez Ortadoğu’da yeni oluşacak iktidarların işbirlikçi karakterine rağmen belirli bir toplumsal kamuoyu oluşturacağından, toplumun belirli bir güç olması yaşa- nacağından Ortadoğu ülkeleri geçmiştekinden farklı olarak Batı’nın her dediğini yapan bir durumdan da çıkacaktır. En azından toplumsal muhalefetin belli düzeyde varolduğu için, dış güçler toplumun taleplerini ve kamuoyunu dikkate almak durumunda kalacaklardır. Bu yönüyle bir işbirlikçilikten diğer bir işbirlikçiğe geçerken böyle sınırlı, olumlu bir durumun da ortaya çıkabileceğini görmek gerekir. Ancak eğer özgürlükçü güçler örgütlü hale gelmezse, bu iktidarlar uzun süre varlıklarını sürdürürse o zaman belki de şu andaki despot güçlerin iktidarından daha tehlikeli bir biçimde Ortadoğu’nun tüm kültürel, ahlaki ve toplumsal değerlerinin yozlaştırılması ve yok edilmesi gibi durumlar da ortaya çıkabilir. Eğer güçlü direniş mevzileri ortaya çıkarılmazsa mevcut rejimler altında kapitalist modernitenin değerleri eskisinden daha farklı kökleşecektir. Çünkü yeni işbirlikçiler Ortadoğu’nun kimi değerlerini kullanarak toplumu aldatıp aslında Ortadoğu halkları açsından tam bir Truva atı rolünü görerek; kapitalist modernist sistemin daha da kökleşmesine hizmet ederler. Bu açıdan yeni iktidarların gelişini ele alırken hem olumlu hem de olumsuz boyutlarını bir arada göz önünde tutmak gerekir. Olumlu boyutlarını değerlendirmek ve daha da geliştirmek; olumsuz boyutlarını ise sınırlamak gerekmektedir. Ortadoğu’daki halk hareketi Güney Kürdistanı da etkiliyor Ortadoğu’daki halk hareketlerinin Irak ve Güney Kürdistan’ı da etkileyeceği açıktır. Özellikle Güney Kürdistan’daki siyasal güçler daha fazla etkilenecektir. Güney Kürdistan’daki siyasal kurumlar, KDP ve YNK esas olarak soğuk savaş dönemindeki despotik iktidarların bir türevi gibidirler. Siyaset anlayışları ve tarzları sanki o ekollerde şekillenmiş gibidir. Onların siyaset tarzını öğrenmişler ve uygulamaktadırlar. Özellikle kapitalist modernitenin, oryantalizmin fazlasıyla etkisi altındadırlar. Oryantalizmin, kapitalist modernitenin topluma yabancılaştırıcı karakterine ve özelliklerine güneyli siyasal güçler de sahiptir. Bu Güney Kürdistan halkında da rahatsızlıklara yol açmaktadır. Bugün Güney Kürdistan’da gerçek anlamda demokrasi yoktur, özgürlükler sınırlıdır. Bu yönüyle klasik despotik iktidarların türevleri diyebileceğimiz bir iktidar ve yönetim anlayışı, siyaset anlayışı Güney Kürdistan’da hakimdir. Kuşkusuz bazı değişiklikler yaşanmıştır. ABD ve Avrupa’yla kurulan ilişkiler sonucu oranın siyasal, sosyal kimi değerleri ile de tanıştıklarından belirli bir burjuvalaşma yaşamışlar. Bu temelde Serxwebûn Avrupa’nın burjuva demokrasisi denen bazı değerlerini almaya çalışma yaklaşımı da bulunmaktadır. Ancak bunları da daha çok biçimsel ele almaktadırlar. Bir nevi kurduğu ilişkilerin hatırına “bizde sizlerin siyasal, sosyal anlayışlarınızı alıyoruz” diyerek –çünkü en büyük destekçileri ABD ve Batı’dır– biçimsel bazı değişikliklere gitmişlerdir. Kuşkusuz Güney Kürdistan halkının onlarca yıldır yürüttüğü mücadele, özellikle de Kuzey Kürdistan’daki özgürlük mücadelesi’nin Güney’i etkilemesi, Ortadoğu despotik iktidarların türevleri olan siyaset tarzında kimi çatlaklar oluşturmuştur. Toplumda siyaset ve demokrasi anlayışında belirli düzeyde zihniyet değişikliği görülse de siyasal elitler açısından klasik despot anlayışı, onun siyaset anlayışını tümden aştıkları düşünülemez. Bu nedenle Güney Kürdistan’da mevcut siyasal ve ekonomik elite karşı büyük tepkiler gelişmektedir. Çünkü sonradan görme burjuvalar gibidirler. Deveyi amuduyla yutmaktadırlar. Artık Güney Kürdistan’da siyasal elitin ne kadar zengin olduğu, hükümet yöneticisi olarak nasıl bütün ekonomik imkanları kendilerine ve çevrelerine peşkeş çektikleri sıradan hikayeler haline gelmiştir. Bunlar tabii toplumda büyük bir öfke ve rahatsızlık yaratmaktadır. Mevcut siyaset tarzı; var olan bu ekonomik talana, sömürüye, vur patlasın çal oynasın biçiminde bir yaşam sürdürenlere tepkileri daha da artırmaktadırlar. Ortadoğu’nun diğer ülkelerindeki iktidarlar da Güney’deki gibi bir siyaset anlayışına sahiptirler ve benzer tarzda bir yaşam içindedirler. Bu nedenle Ortadoğu’nun diğer ülkelerinde siyasal elite gösterilen tepkiler Güney Kürdistan’daki siyasi güçlere karşı da vardır. Ancak ilk zamanlarda Güney Kürdistan yeni federasyona kavuştuğundan, Saddam diktatörlüğünden yeni kurtulduğundan, halk Irak otoritesinden uzak kalarak biraz nefes aldığından bu baskıcı, demokratik olmayan siyasal yaklaşımlar belli bir düzeyde mazur görülüyordu. Ya da bu tür gerekçelerle söz konusu siyasal elit baskıcı zihniyetini sürdürüyor ve ekonomik talanı rahatlıkla yapabiliyordu. Ama yıllar geçtikçe artık Kürt halkı şu veya bu gerekçelerle bu antidemokratik siyaset anlayışını ve ekonomik talanı kabul etmemektedir. Bu ekonomik talanın, bu despotik siyasetin özgürlük ve demokrasi ile alakası olmadığını halk artık anlamıştır. Bu uygulamaların ulusal politika, ulusal birlik, siyasal güçlerin birliği ve ulusun güç olmasıyla, dış güçlere karşı ortak davranmayla alakası olmadığını, aksine bu antidemokratik siyaset anlayışı ve ekonomik talanın ulusal birliğine zarar verdiğini ve ulusu güçten düşürdüğünü görüyor ve tepki duyuyor. Bu açıdan diğer ülkelerde gelişen halk ayaklanmalarının Güney Kürdistan’a da etkisi olacaktır. Nitekim şimdiden tartışmalar başlamıştır. Goran grubunun bu konuda bilinen açıklamaları ve çağrıları olmuştur. Kuşkusuz söyledikleri yanlış değildir, ama pragmatik bir yaklaşım gösterdikleri görülmektedir. İlkeli bir yaklaşım yoktur. Çünkü ilkeli yaklaşım olursa aslında kendilerinin de mevcut siyaset ve iktidar anlayışlarını gözden geçirmeleri gerekmektedir. Go- ran grubu siyaset anlayışında demokratik karakter taşıdığından değil de “niye biz de Güney’de etkili olmuyoruz, niye biz de yemiyoruz” biçiminde bir yaklaşımla sorunları ele almaktadır. Yoksa toplumu demokratikleştiren, toplumu güç yapan bir yaklaşımla hareket etmiyorlar. Söylemde KDP’yi ve YNK’yi eleştiriyorlar. Toplumun bu güçlere karşı rahatsızlıkları olduğu için Güney Kürdistan’da 3. güç de olmuşlardır. Ama bu tepkileri, KDP ve YNK’ye karşı çıkmaları ideolojik-teorik olarak demokratik, özgürlükçü bir karakterde olmadığından bir gelişme gösterememiştir. Özgüce ve alternatif bir demokratik projeye dayanarak bu tepkileri dillendirmediklerinden ilk başta yarattıkları rüzgarı kaybetmişlerdir. Bunun nedeni de iktidar paylaşımını esas alan bir yaklaşım içinde olmalarıdır. Bu nedenle Güney’de yakın zamanda alternatif bir demokratik toplum modelinin ortaya çıkması kolay gözükmemektedir. Tüm bu gerçekler sadece bütün Ortadoğu açsından değil Güney Kürdistan açısından da Önder Apo’nun komünal demokratik yaşamı ve demokratik toplumu hedefleyen demokratik konfederal kurumlaşmanın gerçek bir kurtuluş modeli olduğunu bir daha ortaya koymuştur. Bu açıdan Önder Apo’nun ideolojik teorik tezlerinin demokratik yapılanma temelinde demokratik bir sistem yaratma anlayışının Güney Kürdistan’da da daha yaygın bir düşünce akımı haline gelmesi gerekmektedir. Bu konuda belli çabalar vardır, ama klasik siyaset anlayışı, klasik demokrasi ve özgürlükçü anlayış aşılamadığından Önderliğin paradigmasına uygun özgürlükçü, demokratik bir zihniyet Güney’de yeterince geliştirilemiyor. Çünkü Güney Kürdistan’da farklı bir siyaset anlayışı izlemeye çalışanlar da Güney Kürdistan’daki hakim siyaset tarzı ve demokrasi anlayışını aşamamaktadırlar. Bu nedenle özellikle Güney Kürdistan’daki radikal demokratların zihniyette klasik iktidar ve demokrasi anlayışını aşarak Önder Apo’nun iktidardan uzak, demokratik toplumcu siyasi zihniyetini kendilerinde içselleştirmeleri gerekmektedir. Tunus’ta başlayan ve Mısır’da tüm Ortadoğu’yu etkileyecek biçimde gelişen halk ayaklanmaları Irak’ı da belirli düzeylerde etkileyecektir. Zaten ABD Irak’ı kendisinin düşündüğü sisteme göre hazırlamaktadır. Belirli yönleriyle işbirlikçi siyasal islamcı bir karakter taşımaktadır. Zaten seçimler yapılmaktadır. Genel meclisin yanında il meclisleri de biçimsel olarak varlığını sürdürmektedir. Herhalde bundan sonra bu çok biçimsel olan sınırlı demokratik çerçevenin içini biraz daha doldurmaya çalışacaklardır. Irak’ta bir taraftan radikal islamcıların saldırıları, diğer taraftan İran’ın siyasi baskısı yaşanmaktadır. Hem İran etkisini hem de bu radikal islam etkisini azaltmak açısından mevcut iktidar bloğunun toplum ile ilişkilerini geliştirerek topluma dayanan bir siyasi güç olmasını gerekli kılmaktadır. Eğer Ortadoğu’daki, Mısır ve diğer yerlerdeki gelişmeler biraz daha oturur ve siyasal bir sisteme kavuşursa bu durum beraberinde sünnilerin şiiler karşısında daha da güçlenmesini getirebilir. Sünniler içindeki radikal islamcı eğilimlerin zayıflaması durumu ortaya “Güney Kürdistan’da siyasal elitin ne kadar zengin olduğu, hükümet yöneticisi olarak nasıl bütün ekonomik imkanları kendilerine ve çevrelerine peşkeş çektikleri sıradan hikayeler haline gelmiştir. Bunlar toplumda büyük bir öfke ve rahatsızlık yaratmaktadır. Mevcut siyaset tarzı;bu ekonomik talana, sömürüye, vur patlasın çal oynasın biçiminde bir yaşam sürdürenlere tepkileri daha da artırmaktadırlar. Ortadoğu’nun diğer ülkelerindeki iktidarlar da Güney’deki gibi bir siyaset anlayışına sahiptirler ve benzer tarzda bir yaşam içindedirler”