4, Sayı: 35, Aralık 2016, s. 144-165 Yayın Geliş Tarihi / Article Arrival

advertisement
_____________________________________________________________________________________
Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 35, Aralık 2016, s. 144-165
Yayın Geliş Tarihi / Article Arrival Date
07.11.2016
Yayınlanma Tarihi / The Publication Date
10.12.2016
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin TEZER
Bilecik Şeyh Edebali Ünv. İ.İ.B.F. İktisat Bölümü
[email protected]
TÜRKİYE EKONOMİSİNİN 2003-2014 YILLARI ARASINDAKİ MAKROEKONOMİK GÖRÜNÜMÜ VE EKONOMİK KIRILGANLIK
BELİRTİLERİ
Öz
1980 sonrası dünya ekonomilerini etkileyen neo-liberal politikalar sonucunda, Türkiye ekonomisinin yapısal niteliklerinin değişmesi ve dış etkilere açık hale gelmesi,
uluslararası sermaye hareketlerinin de tetiklediği ekonomik dalgalanmalara neden
olmuştur. Özellikle çalışma kapsamı içinde yer alan 2000-2001 krizi sonrası hızla
değişen dünya ekonomik koşulları ve dış koşullara bağlı olarak değişen Türkiye
ekonomisinin makro ekonomik yapısı, yeniden meydana gelebilecek ekonomik
krizlerin önceden tahmin edilebilmesi için çalışmalar yapılmaktadır. Bu nedenle,
bu çalışmada özellikle 2000 ve 2001 de yaşanan son ulusal kriz sonrasında, ekonominin genel işleyiş sürecinde olası ekonomik kırılmalar veya krizlere neden olabilecek makroekonomik gelişmelerin değerlendirilmesine çalışılmıştır. Üç bölümden meydana gelen bu çalışmada, ilk bölümde son dönemlerde öne çıkan kriz teorileri ve bu teorilerin, literatürdeki krizlerin değerlendirilmesine yer verilmiştir. İkinci bölümde ise Türkiye ekonomisinin 2003-2014 arasında, seçilen ekonomik göstergelerin, tablo ve grafikler yardımıyla, makroekonomik performansı incelenmiş
ve kriz teorilerinin ışığında değerlendirilmesine çalışılmıştır. Son bölümde ise,
Türkiye ekonomisinin 2003-2014 arasındaki ekonomik performansının, seçilen
göstergeler ışığında değerlendirilmesi yapılmıştır.
Anahtar kelimeler: Kriz Teorileri, Ekonomik Krizler, Finansal Krizler, Türkiye Ekonomisi
Türkiye ekonomisinin 2003-2014 yılları arasındaki mak-roekonomik görünümü ve ekonomik
kırılganlık belirtileri
BETWEEN 2003-2014 YEARS OF TURKEY’S ECONOMY, MACROECONOMIC OUTLOOK AND ECONOMIC INDICATIONS OF FRAGILITY
Abstract
Affecting the world economy after 1980 neo-liberal policies as a result of structural
changes and external influences of the Turkish economy to become open to international capital movements have caused and induced economic fluctuations. Especially the scope of work within the rapidly changing world economic conditions
and the aftermath of the crisis of 2000-2001, the T urkish economy depending on
varying external conditions macro-economic structure, re-to predict the economic
crises that may occur are carried out. Therefore, in this study, especially in the wake of the last National crisis in 2000 and 2001, the overall functioning of the economy, macroeconomic developments or crises that may cause fractures in the process of the evaluation of economic potential has been studied. In this study occurring in three parts, the first section in the last period of the crisis the crisis to the
evaluation of theories and of these theories have been given in the literature. In the
second chapter of the Turkish economy between 2003-2014, selected economic indicators, tables and graphs with the help of the macroeconomic performance and
crisis theories examined in the light of the evaluation have been studied. In the last
section of the Turkish economy in the light of Selected Indicators of economic performance between 2003-2014 were evaluated
Keywords: Theory of Crises, Economic Crises, Financial Crisis, Economy of
Turkey
Giriş
Ekonomik krizler, hem gelişmiş, hem de gelişmekte olan ülkeleri etkisi altına alarak büyük
boyutlara ulaşan ekonomik kayıplara neden olmaktadır. Bu krizler, ülkelerin kendi içindeki
dinamiklerinden kaynaklanabileceği gibi, dışsal faktörlerden de ortaya çıkabilmektedirler.
1980’li yıllardan itibaren başlayan liberalleşme politikaları sonucu hızlanan sermaye hareketleri,
Türkiye ve birçok gelişmekte olan ülkenin ekonomik krizler yaşamasına neden olmuştur. Son
yıllarda yaşanan krizlerin hem gelişmiş ekonomilerde, hem de gelişmekte olan ekonomilerde
sıklıkla görülmesi, yeni kriz teorilerinin geliştirilmesine neden olmuştur. Bu krizlerin tanımlanmasında ve açıklanmasında uyarı göstergeleri olarak kabul edilebilecek birçok çalışma ortaya
konmuştur. Genel olarak öne çıkan bu çalışmalar; kriz uyarı göstergeleri, ekonomilerin GSYİH
seviyesi, işsizlik oranları, yüksek enflasyon oranları, kamu bütçe dengesi ve açıkları, uluslararası rezerv düzeyi, cari işlemler dengesi, kamu ve özel sektör borç düzeyi, iç-dış borç stoku ve
vadeleri, borçların GSYİH içindeki oranı gibi birçok başlıklar altında değerlendirilmektedir.
İktisadi değerlendirmeler yapılırken bu değişkenlerden hangilerinin daha fazla öne çıktığı hakkındaki farklı görüşler ileri sürülmektedir. Bu çalışmada, sınırlı sayıda değişkenler kullanılmış
olup bu değişkenlerin zaman süreci içinde tablo ve grafikler yardımıyla incelenmesine çalışılmıştır. Üç bölümden meydana gelen bu çalışmada, ilk bölümde son dönemlerde öne çıkan kriz
teorileri ve bu teorilerin, literatürdeki krizleri açıklayabilmesiyle ilgili yorumların değerlendirilmesine yer verilmiştir. İkinci bölümde ise Türkiye ekonomisinin 2003-2014 arasında, seçilen
ekonomik göstergelerin, tablo ve grafikler yardımıyla, makroekonomik performansı incelenmiş
ve kriz teorilerinin ışığı altında değerlendirilmesine çalışılmıştır. Sonuç bölümünde ise Türkiye
ekonomisinin 2003-2014 arasındaki ekonomik performansının, seçilen göstergeler ışığındaki
genel değerlendirilmesi yapılmıştır.
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 35, Aralık 2016, s. 144-165
145
Türkiye ekonomisinin 2003-2014 yılları arasındaki mak-roekonomik görünümü ve ekonomik
kırılganlık belirtileri
1. Ekonomik Kriz Türleri ve Kriz Tanımlamaları
Son yıllarda dünya ekonomisinde krizlerin sıklıkla görülmesi literatürdeki kriz tanımlarının
ve teorilerin artmasına neden olmuştur. Çok farklı kriz tanımları yapılmakla beraber, geniş bir
bakış açısıyla krizler, makroekonomik istikrarsızlık, verimlilik ve büyüme oranlarındaki olumsuz değişmeler olarak değerlendirilebilir. Bir başka bakış açısıyla ise, ekonomilerde görülen
GSYİH seviyesindeki düşüşler, enflasyon-işsizlik oranlarının yüksekliği, arz-talep kaymaları,
yatırım-tasarruf dengesizliği, ithalat-ihracat arasındaki ilişkinin negatif etkisi, ödemeler dengesindeki aksaklıklar, kamu bütçe dengesizlikleri, ekonomik krizleri yaratan sebepler olarak görülebilir. İktisat literatüründe ise krizler üzerinde farklı iktisadi görüşler ileri sürülmektedir.
Mesela Marx’a göre krizler; kapitalist gelişme sürecinin, aşırı üretim ve kar oranlarının
düşme eğilimine girmesi olarak ifade edilmektedir (Sweezy, 2007:151). Gouverneour, krizleri
ikiye ayırarak ilkine devresel (konjonktürel), ikincisine ise yapısal krizler demektedir. Devresel
krizlerin oluşumunu aşırı üretim ve peşinden gelen talep yetersizliği kaynaklı durgunluk ile
ilişkilendirirken, yapısal krizleri, sermaye birikimini engelleyen sorunlara bağlamaktadır (Governeour, 2007:239). Fisher ise (1932) krizlerin başlıca sebebini, ekonomideki borçlanmaların
yüksekliğine bağlamaktadır. Çünkü ekonominin büyüme sürecinde aşırı kredi genişlemesi ve
buna bağlı olarak borçlanma seviyelerinin yükselmesi, ekonomideki kırılganlığın artmasına
neden olmaktadır. Ekonomideki borçlanma seviyeleri bir noktadan sonra, piyasada oluşabilecek
içsel veya dışsal şoklar sonucunda krizlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır. Kindleberger, bu yüksek borçlanma seviyelerinin ekonominin taşıyamayacağı seviyelere ulaşmasının
ekonomik kırılganlıklara neden olacağını ve her hangi bir şok ile krizin gerçekleşebileceğini
ileri sürmekle beraber bu krizlerin çıkma zamanının tam olarak kestirilemeyeceğini ileri sürmektedir (Kindleberger, 2008:26). Minsky (1992) ise finansal krizlerin yanlış uygulanan makroekonomik politikalar, finansal piyasaların çalışma şekli ve kapitalist sistemin kriz yaratan
doğası olarak görmektedir. Mishkin (1991) finansal krizlerde verimli yatırım olanaklarına sahip
finansal piyasaların, ahlaki-tehlike ve ters- seçim problemlerinin gittikçe kötüleşmesi nedeniyle
fonların etkin bir biçimde idare edilememesi sonucu ortaya çıkan doğrusal olmayan bozulmalar
olarak görülmektedir.
1.1. Ekonomik Kriz Türleri ve Modelleri
Ekonomik krizleri, ortaya çıkış süreci veya etkileri bakımından incelendiğinde, birbirinden
farklı özellikler görülmektedir. Bu nedenle her bir kriz teorisi, kendi zamanının ve kendi bölgesel şartlarından kaynaklanan özellikler barındırmaktadır. Ekonomik istikrarsızlıklar, birçok farklı nedenler sonucu ortaya çıkmakla beraber, genel olarak, gelişmiş ülkelerde devresel dalgalanmalardan, gelişmekte olan ülkelerde ise, daha çok yapısal nedenlerden dolayı meydana gelmektedir. Özellikle 1980’lerden sonra görülen ekonomik krizlerin karakteristik yapısı üzerine farklı
bir literatür gelişmiştir. Örneğin, Krugman (2010) ilk defa “Latin Amerika” da yaşanan krizler
üzerinden yaptığı incelemelerinde öne sürdüğü “Birinci Nesil Ekonomik Kriz Teori” sinde ve
ardından “Avrupa” da yaşanan “ERM Krizi” üzerinde geliştirdiği “İkinci Nesil Ekonomik Krizler” ile ilgili çalışmalarında finansal piyasaların yarattığı krizler üzerinde durmaktadır.
1990’lı yıllarda uzak doğuda ortaya çıkan “Asya Krizi” ise önceki kriz teorilerinin açıklamakta yetersiz kaldığı teorik çıkmaza “Üçüncü Nesil Kriz Teori” lerinin ilave edilmesine neden
olmuştur. Tüm bu gelişmelere rağmen yirmi birinci yüzyılın ilk büyük krizi olarak adlandırılan,
2008 ABD krizinin ortaya çıkması ve ardından Avrupa’ya ve dünyanın genelini etkisi altına
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 35, Aralık 2016, s. 144-165
146
Türkiye ekonomisinin 2003-2014 yılları arasındaki mak-roekonomik görünümü ve ekonomik
kırılganlık belirtileri
alması, önceki kriz teorilerinin yenilenmesine ve literatüre yeni yaklaşımlar getirmesine neden
olmuştur.
Tablo: 1. Ekonomik Kriz Türleri ve Modelleri
1.1.1. Reel Sektör Krizleri
1.1.2. Para ve Bankacılık Krizleri
1.1.3. Finansal Piyasalarda Krizler
1.1.3.1. Birinci Nesil Krizler
1.1.3.2. İkinci Nesil Krizler
1.1.3.3. Üçüncü Nesil Krizler
Kaynak: Kibritçioğlu, “Türkiye’de Ekonomik Krizler ve Hükümetler 1969-2001”Yeni Türkiye
Dergisi Ekonomik Kriz Özel Sayısı 41, 2001, s. 175
1.1.1. Reel Sektör Krizleri
Reel sektör krizleri; Mal-Hizmet ve İş Gücü piyasalarındaki üretim miktarlarında veya istihdam seviyesinde görülen beklenmedik düşüşler sonucunda ortaya çıkmaktadır. Mal ve hizmet
piyasalarında görülen daralmalar veya sürekli artan fiyat düzeyi seviyesi nedeniyle yaşanan
yüksek enflasyon dalgalanmalarının birçok sebebi olmakla birlikte, ilk görülen sebepler, para
arzı genişlemeleri veya daralmaları, kötümser bekleyişler nedeniyle üretim veya tüketim düşüşleri, politik istikrarsızlıklar olarak ifade edilmektedir. Günümüzde mal ve hizmet piyasalarında
görülen kriz beklentileri çok yaygın değildir. Özellikle küreselleşen dünyada uluslararası sermaye hareketlerinin serbestliği sonucu artması ve hızlanması, türev piyasalarında görülen yeni
ürünler, ekonomilerin yönünü finansal piyasalara çevirmiştir.
1.1.2. Para ve Bankacılık Krizleri
Ekonomide ülke parasının hızlı bir biçimde değer kayıplarına uğraması, para krizi olarak
ifade edilmektedir. Bu tanım, ülke ekonomisinde uygulanan para ve kur politikalarına göre değişebilmektedir. Eğer ekonomide sabit döviz kur sistemi geçerli ise devalüasyon oranındaki
hızlı yükselişler kriz olarak değerlendirilirken, dalgalı kur sisteminde ise, döviz kurunun ortalama piyasa değerinden önemli ölçüde sapmalar göstermesi kriz olarak değerlendirilmektedir.
Bu nedenle sabit döviz kuru sisteminde yaşanan krizlere, ödemeler dengesi krizleri, esnek döviz
kuru sisteminde görülen krizlere de döviz kuru krizleri denmektedir. Krizler nadiren sağlıklı
ekonomileri sıkıntılara sokmaktadır. Yine de ABD dışındaki ülkelerin bu tarz sıkıntılara sürüklenmesi için bir tür kanala ihtiyaç vardır ve bu kanal ise finansal piyasalardır (Roubini & Mihm,
2011:127).
Banka krizlerinde görülen durum, banka bilançolarında varlıklar kaleminde ortaya çıkan yetersizlikler, bankaların portföylerinde verimli olmayan fonların payının yüksekliği, varlık fiyatlarında ortaya çıkan ani dalgalanmalar, batan firma sayısındaki artışlar sonucunda geri dönmeyen kredilerdeki artışlar, politik ve ekonomik koşullardaki değişimler, bankalardan ani ve önemli miktarlarda mevduat çıkışları gibi etkenler bankacılık krizlerinin ortaya çıkmasında önemli
etkenlerdir. Bankalar ve diğer finansal kurumlar, kısa vadeli borç alınıp-verilen kurumlardır.
Süreçteki borç alıp-verme işlemi panik dönmelerinde her zaman kırılganlık yaratan unsurlar
olmuştur (Roubini & Mihm, 2011:127). Banka krizleri, finansal ve finansal olmayan sektörlerde
ekonomik durgunluğa, döviz kuru ve faiz oranlarındaki aşırı dalgalanma ve yükümlülüklerin
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 35, Aralık 2016, s. 144-165
147
Türkiye ekonomisinin 2003-2014 yılları arasındaki mak-roekonomik görünümü ve ekonomik
kırılganlık belirtileri
zamanında yerine getirilmemesine neden olmaktadır. Banka krizi deneyimlerine bakıldığında,
özellikle gelişmekte olan ülkelerde, bu krizlerin önce çıktığı görülmektedir.
1.1.3. Finansal Piyasalarda Krizler
Finansal krizler, dört ana başlık altında incelenmiştir. Bunlar yukarıdaki tablo:1 de de görüldüğü gibi birinci, ikinci, ve üçüncü nesil kriz modelleri olarak ifade edilmektedir. Kaminsky
& Reinhart (1999)’ a göre finansal serbestleşme ve uluslararası sermaye piyasalara erişim olanağı, bankacılık sektörünün dış yükümlülüğünü artırmakta, reel kesim finansmanı kolaylaşmakta ve böylece iktisadi kırgınlık ortamına girilmektedir.
Ancak bankacılık sektörünün bu süreçte artan yükümlülükleri nedeniyle ekonominin kırgınlığı da artmaktadır. Finansal krizler, 1980’lerden itibaren nedenleri ve sonuçları yönüyle literatürde oldukça geniş yer tutmaktadır. Finansal krizlerin nedenleri konusunda birinci, ikinci, ve
üçüncü nesil kriz modelleri olmak üzere üç farklı yaklaşım ortaya çıkmıştır.
1.1.3.1. Birinci Nesil Krizler
Birinci nesil kriz modellerine göre, makroekonomik politikaların (gevşek para ve maliye
politikaları gibi), hükümetin döviz kuru hedefleriyle tutarsızlık göstermesi, finansal krizlerin
temel nedenidir. Bu yaklaşım ilk kez 1979’da Paul Krugman tarafından, “Ödemeler Dengesi
Krizleri Üzerine Bir Model” (A Model Of- Payment Crises) olarak adlandırdığı bir çalışmayla
ortaya konmuştur. Birinci nesil kriz modelleri, Latin Amerika ülkelerinde ortaya çıkan krizleri
açıklamak için geliştirilen modeller olarak görülmektedir. Bu tür modellerde krizlerin ortaya
çıkışı, döviz rezervlerindeki azalmanın kritik seviyelere inmesi spekülatif saldırılara ve iktisadi
oyuncuların davranışlarının öngörülebilirliğine bağlı olması olan noktadır. Sabit döviz kuru
sisteminin olduğu bir ekonomide, bütçe açıklarının kapatılmasında parasal genişlemeye başvurulmasının yaratacağı sonuçlara dikkat çekmektedir. Krizler, genel olarak bütçe açıklarının bir
ürünü olarak değerlendirilmekte ve krizle ilgili olarak döviz kuru dengesizliği, bütçe açığı,
ödemeler dengesi gibi, temel ekonomik etkenler esas alınmaktadır. Döviz kuru rejiminin çöküş
nedeni, hükümetin, bütçe açıklarını kapatmak için karşılıksız para basması olarak gösterilmektedir (Krugman, 1979; 318-319). Uygulanan makroekonomik politikalar, sabit döviz kuru politikasının sürdürülebilmesini imkansız hale getirmektedir. Ekonomide görülen zayıflık algısı
spekülatif atakları başlatmakta, ardından devletin elindeki rezervlerin tükenmesine neden olmakta ve ekonomideki kırılganlığı artıran bir sebep olmaktadır.
1.1.3.2. İkinci Nesil Krizler
İkinci nesil kriz modelleri üzerine yapılan çalışmaların öncüsü olan, Obstfeld’ in 1996’ da
“Kendi Kendini Besleyen Para Krizleri Modeli” (Models Of Currency With Self-Fullfilling
Features)1 çalışması öne çıkmaktadır. Birinci nesil kriz modelleri, özellikle 1990’ların ikinci
yarısında meydana gelen Avrupa ERM krizinin açıklanmasında yetersiz kalması nedeniyle, kriz
teorilerinde yeni arayışlara neden olmuştur. 1992 Avrupa Para Sistemi veya ERM (European
Monetary System - Exchange Rate Mechanism) krizinin meydana gelmesinde ve bu krizin özelliklerinin Latin Amerika ülkelerinin 1980’lerde yaşadığı krizlerden farklı bir özellik içermesi,
çalışmaların yönünü ikinci nesil krizler üzerine yönetilmiştir. Krizlere neden olarak daha çok,
1
. Models of Currency Crises With Self-Fulfilling Features, (Kendi Kendini Besleyen Para Krizleri
Modeli) OBSTFELD, Maurice. (1996) European Economic Review 40 (1996) 1037-1040.
http://www.sfu.ca/~kkasa/obstfeld96.pdf
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 35, Aralık 2016, s. 144-165
148
Türkiye ekonomisinin 2003-2014 yılları arasındaki mak-roekonomik görünümü ve ekonomik
kırılganlık belirtileri
finansal göstergelere dikkat çekilmiş ve finansal krizlerin kamu açığı ya da cari açık olmadan da
çıkabileceği savunulmuştur. Bu model üzerinde yapılan çalışmalara; Calvo, 1995, Obstfeld
1996, çalışmaları örnek verilebilir. İkinci nesil kriz modellerinde krizler, kendi kendini besleyen
beklentiler sonucu ortaya çıkmaktadır (Obstfeld 1996:105). Birinci nesil krizlerden farklı olarak
spekülatörler, hükümetin döviz kurunun yükselmesine izin vereceğinden kuşkulanmaya başladıkları anda beklenen faiz oranları artmaktadır. Faiz oranlarının yükselme eğilimine yönelmesi,
sabit döviz kuru sistemini sürdürülemez duruma getirmektedir. İkinci nesil kriz modelleri sabit
döviz kuru sisteminin çöküşünü, ekonomik bir sürecin kaçınılmaz bir sonucu olarak değil, politik bir tercih olarak görmektedir (Şişman, 2006:18). Ya da diğer bir ifadeyle ikinci nesil modellere göre, devalüasyon yapılıp yapılmayacağı, sabit kur rejimini sürdürmenin hükümete sağladığı faydanın, maliyetinden yüksek olup olmadığına bağlıdır. Sabit kuru sürdürmenin maliyeti ne
kadar yüksekse, özel kesimin hükümetin sabit kuru sürdürme kararlılığının test edilmesi durumu
dikkate alınmaktadır. Eğer devalüasyon beklentisi yükselirse ya da, diğer bir ifadeyle, sabit kur
rejiminin sonlanacağı düşüncesi egemen olursa, ücretler ve faiz oranları yükselerek, gelecekteki
makroekonomik büyüklüklerdeki bozulmaya neden olmakta ve sabit kuru sürdürmenin maliyetini yükseltmektedir. Sabit döviz kurunu sürdürme maliyetindeki bu olumsuzluk devalüasyon
beklentilerinin daha da artmasına neden olmaktadır (Şişman, 2006:18). İkinci nesil modellerde
bekleyişlerin önemi ortaya çıkmakta ve makroekonomik büyüklüklerden çok gelecekteki makroekonomik büyüklükler dikkate alınmaktadır. Gelecekteki makroekonomik büyüklüklerin,
sabit döviz kuru politikası ile uyuşmayacağı yönünde bir beklenti oluşmakta ve kendi kendini
besleyen krizler durumu ortaya çıkmaktadır.
1.1.3.3. Üçüncü Nesil Krizler
Üçüncü nesil kriz modellerinde gelişen piyasalardaki türev enstrümanların gelişmesi ve iletişimdeki sürat, yeni ekonomik oluşumların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu yaklaşım da
ilk kez 1996’de Maurice Obsfeld tarafından ikinci nesil krizlerle açıklanamayan Asya krizleri
üzerine geliştirilmiştir. 1997 Asya krizinden sonra bankacılık ve finans sektörünün rolünü vurgulayarak, banka krizleri ile para krizlerinin birbirlerinin besleyen bir kısır döngü yarattığı ana
düşüncesine dayanmakta ve krizlerin, ülkeler arasında bulaşma mekanizmasını açıklamaya çalışmaktadır. Bunlara ilaveten “ahlaki tehlike” ve “ters seçim” olguları da bu krizlerin önemli
konuları arasında yer almıştır. 1997 yılında Doğu Asya krizinin yaşanmasıyla birlikte, finansal
krizleri açıklayan birinci ve ikinci nesil ekonomik kriz modellerinin bu krizi açıklamakta yetersiz kaldığı ileri sürülmektedir. Bu krizde öne çıkan ikiz kriz olgusu, bankacılık krizleri ve para
krizleri, eş zamanlı olarak ortaya çıkarak, birbirlerini besledikleri görülmektedir (Obstfeld,
1996:474). İkiz krizler açısından bakıldığında 1997 Asya krizi iyi bir örnek olarak görülmektedir. Bu krizde öne çıkan özellik, kriz yaşayan ülkelerin makroekonomik yapılarındaki kırılganlık belirtilerinin önceden görülememiş olmasıdır. Hatta bu dönemde kriz yaşayan ülkeler, ülke
içi ekonomik konularda daha çok korumacı politikalar izledikleri görülmüştür. Bölgedeki ülke
ekonomilerinin düşük enflasyonlu, genellikle bütçe fazlası veren dış borçları sürdürülebilir nitelikte olan ekonomiler olarak görülmektedir. Ve bu ekonomilerde işsizlik, büyüme ve enflasyon
gibi makroekonomik büyüklükler, kriz öncesinde sorun yaratmayacak, kendi kendini besleyen
ya da çoklu denge yaratabilecek beklentilere neden olmayacak bir düzende olduğu görülmektedir.
Asya krizi 1997 de Tayland’ın döviz kurunu (Tayland Baht’ının yabancı dövizler karşısında) yüzen kur sistemini sürdürüldüğü sırada başlamıştır. Ardından bu krizin etkisi hızlı bir şe-
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 35, Aralık 2016, s. 144-165
149
Türkiye ekonomisinin 2003-2014 yılları arasındaki mak-roekonomik görünümü ve ekonomik
kırılganlık belirtileri
kilde Filipin Pezosu’nu ve Malezya Ringit’ini de etkilemiştir. En sonunda Endonezya, Rupiah’ı
diğer Asya ülkelerine karşı devalüasyon gerçekleşmiştir (Barro, 2001:2). Bulaşıcılık etkisiyle
tüm Asya bölgesindeki ülkelere ( Tayland, Tayvan, Güney Kore, Endonezya, Malezya ) yayılmıştır. Kaminsky ve Reinhart’a göre (1998) Asya’da yaşanan kriz sürecinde bölge ülkelerinde
olan ilk etkileri devalüasyonlar ve borsa çöküşleri şeklinde olmuştur. Hatta krizin etkisi derinleştikçe yayılma özelliği nedeniyle bölge ekonomilerinin dışındaki bazı ülkelerin(Arjantin, Rusya, Türkiye) ekonomileri ve borsaları da etkilenmiştir. Bu etkilenme ise borsalarındaki hisse
senedi fiyatlarının düşüşü ve ulusal paralara karşı spekülatif ataklar şeklinde olmuştur (Kaminsky & Reinhart, 1998:444-448). Asya krizinin analizinde kullanılan en önemli açıklamalardan birisi de “eksik bilgi” ( asimetrik enformasyon ) ve “ahlaki – tehlike” ( moral – hazard )
koşuludur ( Mishkin 1999:710 ). Asimetrik bilgi ile asimetrik bilginin yol açtığı potansiyel
problemleri göz önüne alan Mishkin, finansal kriz sürecini şu şekilde tanımlamaktadır. Finansal
kriz; ters seçim ve ahlaki tehlike problemlerinin iyice şiddetlendiği finansal piyasaların, fonları
en üretken yatırım fırsatlarına sahip alanlara etkin bir şekilde aktarma yeteneğinde meydana
gelen bozulmadır. Finansal piyasalarda gerçekleşen bu bozulma ise ekonominin sert bir daralma
sürecine girmesine neden olan reel etkiler yaratabilmektedir (Mishkin, 1991:7). Asimetrik bilginin yol açtığı potansiyel problemleri göz önüne alan Mishkin, finansal kriz sürecini tanımlarken,
ahlaki tehlike ve ters seçim problemlerinin iyice öne çıktığı finansal piyasaların, fonları etkin
olmayan finansal piyasalara kaymasının krizlerin zeminini oluşturduğunu ifade etmektedir(Mishkin, 1991:7). Miskin asimetrik bilginin finansal sistem içerisinde iki temel soruna yol
açtığını vurgulamakta ve ters seçim olarak adlandırdığı birinci sorun, borçlanma ilişkisinin gerçekleşmesinden önce ortaya çıkmaktadır. Borç verenin istenilmeyen bir borç alıcıyı seçmesi
sorunun ilk basamağını oluşturmaktadır. Bu ters seçim sonucu gerçekleşen bor verme, ya da
diğer bir ifade ile sistemin zayıf halkalarına kayan fonlar, daha sonra çıkacak ahlaki tehlikenin
de ilk işareti olmaktadır. Çünkü burada da sistemin zayıf halkalarını içinde yer alan borç alıcılar,
içsel zayıflıklarını saklayarak ahlaki tehlike kavramının içinin doldurulmasını sağlamaktadırlar.
Ters seçim ve ahlaki tehlike kavramlarının nedeni tarafların eksik bilgiye sahip olmasından
kaynaklanmaktadır (Mishkin, 1991:2-4). Krugman ise (2010), Miskin ile aynı görüşten yola
çıkarak (asimetrik enformasyon) eksik bilgi, ters seçim (Adverse-Selection) kavramlarıyla hareket ederken, aynı zamanda bulaşıcılık etkisini (contagion-effection) de ilave etmektedir.
2. Kriz Yaratan Makroekonomik İstikrarsızlık Göstergeleri
Krizi önceden tahmin etmeye yönelik göstergelerin kriz sürecinin habercisi olabilmesi için
kritik değerlerin normal sürecin dışında bir seyir izlemesi gerekir. Öncü göstergeler veya kriz
erken uyarı sinyalleri, bir krizin başlangıç safhasındaki gelişimin sinyallerini veren ekonomik
göstergelerden oluşmaktadır. Bu göstergeler bakılarak ekonominin ne yönde seyir izleyeceği
önceden tahmin edilmektedir (Kar & Taban, 2006:428). Tablo; 2’de iki ayrı kategoride belirlenen makroekonomik göstergelerden herhangi birindeki değişim, normal süreçte kriz sinyallerinden biri olarak algılanmakta ve ülke ekonomisinin performansı açısından kriz tahminleri için
değerlendirmeler yapılmaya çalışılmaktadır. Ekonomik kriz göstergeleri iki başlık altında değerlendirmektedir. Bunlardan ilki ekonominin reel kesimi üzerinde daha fazla etkisi olan makroekonomik reel sektör göstergeleri, diğeri ise ekonominin finansal piyasalarında etkili olduğu
düşünülen finansal piyasa göstergeleridir.
Aşağıda tabloda listelenen veriler, ekonomide olası kriz sinyallerinin incelenmesinde kullanılan göstergelerden sadece bazılarıdır. Tablodaki verilerin her biri, ekonomik kriz sinyalleri
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 35, Aralık 2016, s. 144-165
150
Türkiye ekonomisinin 2003-2014 yılları arasındaki mak-roekonomik görünümü ve ekonomik
kırılganlık belirtileri
bakımından tek başına herhangi bir ifade etmediği gibi, bazen birkaç tanesinin bir araya gelerek
olumsuzluk yaratan veriler sunması bir kriz olacağı anlamına gelmemektedir. Genellikle bir kriz
zemini olabilmesi için aşağıdaki tablodaki rasyolardan bir çoğunun aynı zaman süreci içerisinde
bir araya gelmesi, ekonomilerde kırılganlıklara neden olmaktadır.
Tablo: 2 Türkiye Ekonomisinin Makroekonomik Ekonomik Kriz Göstergeleri
Reel Sektör
Finansal Piyasalar
-GSYİH
-Kamu Bütçe Dengesi
-Toplam Dış Borçlar / GSYİH
-Enflasyon Seviyesi
-Kamu Bütçe Açığı / GSYİH
-Kısa Vadeli Dış Borçlar
-İşsizlik Oranları
-Kamu Borcu / Toplam Borç
-Kısa Vadeli Borçlar / GSYİH
-Ödemeler Dengesi Gelişmeleri
-Toplam Borç / GSYİH
-Uzun Vadeli Dış Borçlar
-Cari İşlemler Dengesi
-Toplam İç Borç Stoku
-Döviz Kuru Değişimleri
-Cari İşlemler Dengesi / GSYİH
-Toplam İç Borç Stoku / GSYİH
-Faiz Oranlarındaki Değişmeler
-İthalat-İhracat
-Toplam Dış Borç Stoku
2.1. Reel sektör göstergeleri
Gelişmekte olan ekonomilerde özlenen ve reel sektörün finansmanında ortaya çıkan zorluklar ekonomik büyüme hedefine ulaşabilmeyi zorlaştırmaktadır. Ekonomik büyümenin temel
etkenlerinden olan reel sektörün büyümesi için önemli bir finansman kaynağı olan krediler, dış
ticaret, enflasyon ve cari işlemler dengesindeki dinamikler, hem büyümenin temelinde yer alan
finansal faktörlerin belirlenmesi, hem de büyümenin finansal piyasalara etkilerinin analiz edilmesi açısından önemli olmaktadır.
2.1.1. Ekonomik Büyüme, Enflasyon ve İşsizlik Oranlarındaki Gelişmeler
Ekonomik büyüme (GSYİH) iki anlamda kullanılmaktadır. İktisat teorisinde büyüme terimi
ile ekonominin mal ve hizmet kapasitesinin genişlemesi anlaşılmaktadır. Büyüme hızının bir
dönemden diğerine sürekli inişli-çıkışlı bir seyir izlemesi, ekonomide temel bir istikrarsızlık
göstergesi olarak yorumlanabilir. Çünkü, ekonomide görülen istikrarsız büyüme süreci, yatırımcılar açısından belirsizlik yaratmakta, yatırımcıların uzun dönemli karar almalarını engellemekte
ve belirsizliğin neden olduğu gelecek kaygısına yol açmaktadır. Ekonomide bu tür bir süreçle
karşılaşıldığında bazı yapısal problemlerin var olduğu düşünülebilir. Bir ekonominin hızlı büyüyebilmesi için öncelikli olarak daha fazla yatırım yapması gerekmektedir. Daha fazla yatırım
yapmak için de, daha çok ekonomik kaynağa sahip olmak gerekmektedir. Bu ise, daha fazla
tasarruf etmek veya yeterli tasarruf imkanlarına ulaşılamıyorsa dış piyasalardan tasarruf kullanmak gerekmektedir. Bu ise dış borçlanma demektir. Türkiye Ekonomisinin makroekonomik
performansını incelerken kullanacağımız ilk veriler, aşağıdaki tablo; 3’de görülmektedir. Tablodan da görüldüğü gibi, Türkiye ekonomisi 2003 yılından itibaren GSYİH büyüme oranlarında
pozitif yönlü bir değişim içindedir.
2004 yılında en yüksek seviyeye ulaştığı görülen GSYİH büyüme oranları. 2005’ ten itibaren tedricen azalmakta, 2008 dünya ekonomik krizinin meydana geldiği yılda, % 0,7’ye kadar
düşmüş, krizin etkilerinin en çok hissedildiği 2009 yılında ise ekonomi % -4.8 oranında küçülme ile karşı karşıya gelmiştir. Ardından 2010 yılında yeniden büyüme sürecine geçen Türkiye
ekonomisi, % 9.2’lik bir oranla yine yüksek büyüme performansına ulaşmış olmasına rağmen,
sonraki yıllarda tekrar bir azalış trendine yönelmiştir. 2014 sonu itibarıyla ekonomideki büyüme
oranları hedeflerin gerisinde kalıp % 3.3 olarak gerçekleşmiştir. Tablodaki verilerden de anla-
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 35, Aralık 2016, s. 144-165
151
Türkiye ekonomisinin 2003-2014 yılları arasındaki mak-roekonomik görünümü ve ekonomik
kırılganlık belirtileri
şıldığı gibi, 2003-2014 yılları arasında Türkiye ekonomisinin yıllık ortalama büyüme oranlarının % 5 olduğu görülmektedir.
2.1.1.1. Enflasyon Oranları
Enflasyon, fiyatların genel seviyesindeki artış olarak tanımlanmaktadır. Fiyat istikrarı ya da
ulusal paranın istikrarının korunması, fiyatlar genel düzeninin korunması anlamına gelmektedir.
Günümüzde istikrar politikaları, hem fiyat istikrarını, hem de tam istihdamı ayrı ayrı göz önünde tutmakta ve bunları bir arada gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Ekonomik istikrarsızlık durumunda fiyatlar genel düzeyi olumsuz etkilenecek ve olumsuz etki toptan eşya endeksi, ya da
tüketici fiyat endeksleri gibi endeksler aracılığıyla ölçülmektedir. Enflasyonist baskı ekonomik
istikrarsızlığın en önemli göstergelerinden birisi olarak görülmektedir. Türkiye ekonomisinde
enflasyon oranlarının, 2003’ten itibaren sürekli düşüş göstermesi, enflasyon oranlarının ekonomideki sürecin olumlu yönünü göstermektedir. 2003’ten itibaren düşüşe geçen enflasyon oranlarının son yıllarda durağan bir yapıya dönüştüğü görülmektedir. İstikrarlı bir süreklilik arz eden
enflasyon seviyesi % 6 ile % 9 arasında sabitleşmiş, merkez bankası para politikalarına rağmen,
gerek döviz kurundaki (volatilite) oynaklıklar, gerekse petrol ve doğalgaz fiyatlarına bağlı maliyet baskıları, enflasyon hedeflemesinde istenen seviyelere ulaşılamamıştır. Türkiye ekonomisinde, 1980’ler ve 1990’lar boyunca etkili olan talep enflasyonuna rağmen, 2000’li yıllarda talep
enflasyonundan çok maliyet enflasyonunun etkili olduğu anlaşılmaktadır. Fiyat istikrarı hedefinin, yatırımların ve gelecek beklentilerinin iyimser bir hava yaratması açısından önemli olduğu
düşünüldüğünde, istenilen seviyelere düşmeyen enflasyon oranları, olumsuz bir ekonomik görünüm sergilemektedir. Aşağıdaki Grafik; 1 ve Tablo; 3’de, enflasyon verileri görülmektedir.
Grafik; 1’de görüldüğü gibi 2003 ve 2004 sonrası izleyen yıllarda yapışık (dirençli) enflasyon
sürecinde girilmiş ve belli bir seviyenin altına düşürülememiştir. Yukarıda da değinildiği gibi
2003 ile 2014 arasında enflasyon rakamları azalan bir seyir izlemektedir. 2003 yılında ÜFE
olarak % 13.9 olarak görülen oranlar, TÜFE’de ise % 18.4 olarak gerçekleşmiştir. İlerleyen
yıllarda sürekli azalan değerler, 2010’dan itibaren tekrar yükselmiş, 2014 sonu itibarıyla,
ÜFE’de % 6.36, TÜFE’de % 10.2 olarak gerçekleştiği görülmektedir. Enflasyonist ortam yatırımları, tasarrufları ve gelecek beklentilerini olumsuz etkilediği için ekonomideki enflasyon
gelişmeleri reel sektörün istikrarı açısından önemli bir yeri vardır. Enflasyon rakamlarının 2010
sonrası performansı ekonominin olumsuz yönünü göstermektedir.
2.1.1.2. İstihdam Seviyesi
Ekonomideki istihdam seviyesi, mevcut çalışma şartlarında ve cari ücret düzeyinde çalışmak isteyen
tüm emek sahipleri iş bulabildiği gibi, ülkenin mevcut sermaye malları stoku ve tabiat faktörünün de
tamamen üretime katılmış olduğu kabul edilmektedir. Böylece ekonominin mevcut üretim potansiyelinden tamamen yararlanılmakta ve atıl kapasite bulunmamaktadır. Tam istihdama ulaşmış olarak kabul
edilen ekonomilerde % 2 veya % 3 gibi düşük oranlarda işsizlik seviyesi, makul kabul edilmektedir. Doğal işsizlik oranları olarak kabul edilen (% 2-3 aralığı) bu oranlar, ekonomiler üzerinde istikrarsızlık yaratmadığı düşünülmektedir. Ekonomilerde istikrarsızlık yaratan işsizlik türü gelişmekte olan ülkelerde
daha çok “yapısal işsizlik” olarak ortaya çıkmakta, gelişmiş ekonomilerde ise “friksiyonel işsizlik” olarak tanımlanan bir işsizlik seviyesi görülmektedir. Türkiye ekonomisinin yapısı göz önüne alındığında
yapısal işsizliğin daha çok görüldüğü anlaşılmaktadır. Türkiye’de yüksek nüfus artışı ve göçler, iş gücüne
katılım oranlarındaki yükseklik, işsizlik oranlarının aşağı yönlü hareketini yavaşlatmaktadır. Tablo; 3’de
görüldüğü gibi ekonomideki GSYİH büyüme seviyesinin sürmesine rağmen, işsizlik oranlarının düşmemesi, hem ithalata bağımlı üretim yapısından hem de nitelikli iş gücünün yetersizliği, işsizliğin düşmesini engelleyen unsurlardan en önemlileri arasında yer almaktadır. Türkiye, ihracata dayalı büyüme stratejisinde, üretimindeki ithalat payının çok yüksek olması iş gücü açısından katma değer oranını düşürmekte,
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 35, Aralık 2016, s. 144-165
152
Türkiye ekonomisinin 2003-2014 yılları arasındaki mak-roekonomik görünümü ve ekonomik
kırılganlık belirtileri
bu da GSYİH büyüme oranlarındaki pozitif yönlü bir seyir izlemesine rağmen, istihdama yansımamaktadır. Tablodaki göstergeler, işsizlik seviyesinin 2003 ile 2014 arasındaki süreçte olumsuz ve durağan bir
yapı içinde olduğu görülmektedir. Türkiye ekonomisinde işsizlik seviyesinin 2003-2014 yılları itibarıyla
% 9 ile % 12 arasında değiştiği görülmektedir. İşsizlik seviyesinin yüksek olması ekonomideki üretim
yapısında ve eğitim yapısında görülen yapısal faktörlerin etkili olduğu görüntüsünü vermektedir.
Tablo: 3. Türkiye Ekonomisinde Makroekonomik Göstergeler (2003-2014)
Kaynak:http://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TCMB+TR/TCMB+TR/Main+Menu/Istatistikler/Odemele
r+Dengesi+ve+Ilgili+Istatistikler
Grafik: 1. Türkiye - Enflasyon Oranı 2004 – 2014
153
http://tr.tradingeconomics.com/turkey/inflation-cpi
2.1.1.3. Türkiye Ekonomisinde Ödemeler Dengesi Gelişmeleri – Dış Ticaret- Cari İşlemler Dengesi
Ödemeler dengesi, bir ülkenin dış piyasalarla olan ekonomik ilişkilerini ortaya koyduğu için
önemli bir gösterge niteliğindedir. Dış denge açısından en önemli sorun, ödemeler bilançosunun
açık veya fazla verip veremediği meselesidir. Bir ekonomide dış finansman ilişkilerinden elde
edilen gelirlerin toplamı, giderler toplamından yüksek olursa, ekonomi açısından olumlu bir
durumdur. Yani bir ülke ekonomisinde net dış faktör gelirleri, net dış faktör giderlerinden yüksekse o ülke ekonomisi cari işlemler dengesinde fazla veriyor demektir. Ya da tam tersi bir durum mevcut ise, yani net dış faktör gelirleri, net dış faktör giderlerinden az ise, cari işlemler
dengesi açık veriyor demektir. Eğer cari işlemler denesi açık veriyorsa, bu açığı, dış borçlanma
yoluyla kapatmak zorunluluğu söz konusudur. Bu da ülke ekonomisinin dış borç yapısını yükselten bir etki yaratmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde dış istikrar açısından karşılaşılan en
önemli sorun ödemeler bilançosu açıklarıdır. Ödemeler dengesinde istikrarsızlıktan söz edilebilmesi için açık veya fazlanın sürekliliği de söz konusudur. Çünkü ödemeler dengesinin belli
bir düzeyde açık veya fazla vermesi sürdürülebilir olduğu takdirde makul karşılanabilmektedir.
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 35, Aralık 2016, s. 144-165
Türkiye ekonomisinin 2003-2014 yılları arasındaki mak-roekonomik görünümü ve ekonomik
kırılganlık belirtileri
Ödemeler bilançosu dengesizliklerini giderici tedbirler olarak para politikaları ve maliye politikaları kullanılmaktadır. Bu politikaların dışında diğer politika araçlarından da yararlanılmaktadır. Bunlar arasında ithalat kısıtlamaları, gümrük vergileri, ihracatı teşvik tedbirleri, kambiyo
kontrolleri en önemlileri arasında yer almaktadır. Türkiye ekonomisinin ödemeler dengesi sorunu son yıllarda sürekli bir kırılganlık belirtisi olarak ele alınmaktadır. Çünkü Türkiye ekonomisi
sürekli dış ticarete bağlı cari açık problemi yaşamaktadır. Cari açık sorunu ve her yıl borçlanma
gereğinin artması, dış borçlanmaya neden olmakta ve bu da, ülke ekonomisinin dış borç yükünün yüksek bir seyir izlemesine neden olmaktadır. Tablo; 4’deki Türkiye ekonomisinin 2003 ve
2014 arasındaki ithalat-ihracat değerlerine bakıldığında, hem ithalatın, hem de ihracatın 2011
yılına kadar aynı yönde sürekli arttığı görülmektedir. İthalata bağımlı bir ticaret yapısının olması, Türkiye ekonomisinin cari açık verme sorununun temel kaynağını teşkil ettiğini vurgulamak
gerekmektedir. İthalatın her zaman ihracattan yüksek olması ve buna bağlı olarak dış ticaret
açığının sürekliliği, turizm gelirleri, yurtdışı transfer gelirleri ve diğer gelirlere rağmen cari işlemeler açığının devamlı yükselmesi, ekonomideki istikrarsızlığı etkileyen faktörlerin ilk sırasında yer almaktadır. Aşağıdaki Tablo; 4’de ihracat- ithalat, cari işlemler dengesinin yıllara göre
gerçekleşme dönemleri görülmektedir. Cari işlemler dengesinin, GSYİH’ ya oranı dikkate alındığında 2003 yılında % -2.5 seviyesindeyken bu oran 2004’de % -3.6’ya 2005’te % - 4.5’e,
2006’da % -6.0’a, 2007’de % -5.8’e, 2008’e % -5.4’e, 2009’da % -1.9’a, 2010’da % -6.2 ye,
2011’de % -9.2’ye, 2012’de % -6.2’ye, 2013’de % -7.9’a, ve nihayet 2014’te % -5.7 olarak
gerçekleşmiştir. Cari işlemler açığı, kriz yılının etkisiyle düşük çıktığı 2009 yılı hariç sürekli
yüksek bir seviyede olduğu görülmektedir. Kriz yıllarının tetikleyici oranı olarak genel kabul
gören % -6’nın üzerinde süreklilik göstermektedir. Cari işlemler dengesinin GSYİH’ ya oranı
ise, 2003’te % -2.5 seviyesinden başlayıp 2011’de en yüksek seviyesine çıktığı % -9.7’lerde
kriz uyarı sistemlerinde kritik eşik olan % -9 seviyesini aştığı görülmektedir. Hatta hem 2011’de
(% -9.7) hem de 2013’te (% -7.9) kritik eşik seviyelerine ulaşıldığı görülmektedir. Yine aynı
tabloda görülen cari işlemler dengesinin rakamsal değerlerini dikkate alan bir değerlendirmede,
2003 yılından 2014 yılı sonuna kadar sırasıyla ( milyar USD ), -7.554, -14.198, -21.449, 31.837, -40.192, -12.010, -45.313, -75.050, -48.494, -65.035, -46.015 olarak gerçekleştiği görülmektedir. Rakamlardan da görüldüğü gibi cari işlemler dengesi sürekli açık vermekte ve bu
açıklar artan bir seyir izlemektedir. Hem cari işlemler açığının GSYİH’ ya oranı, hem de bu
açıkların rakamsal değerlerinin yıllar itibariyle grafiksel gösterimi Grafik; 2’de görülmektedir.
Cari işlemler dengesinin sürdürülebilme sorunu asıl meseledir. Sürdürülebilir borçlanmada
etkin olan faiz politikaları Türkiye ekonomisi açısından yüksek faiz ve kontrollü serbest dalgalanma politikaları, uygulanan döviz kuru politikasına bağlı olarak değişmektedir.
Tablo : 4. Türkiye Ekonomisinde Dış Ticaret Verileri ve Cari İşlemler Dengesi
http://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TCMB+TR/TCMB+TR/Main+Menu/Istatistikler/Odemel
er+Dengesi+ve+Ilgili+Istatistikler
http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/TemelEkonomikGostergeler.aspxhttp
www.hazine.gov.tr_File__path=ROOT_Documents_Ekonomik+ve+Sektörel+Göstergeler
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 35, Aralık 2016, s. 144-165
154
Türkiye ekonomisinin 2003-2014 yılları arasındaki mak-roekonomik görünümü ve ekonomik
kırılganlık belirtileri
Grafik : 2. Dış Ticaret ve Cari işlemler Dengesi
Kaynak: Tablo; 4 teki verilerden oluşturulmuştur.
2.1.2.
Finansal Piyasalar
2.1.2.1. Türkiye Ekonomisinde Kamu Bütçe Dengesi
Ekonomik istikrarsızlık belirtileri arasında yer alan en önemli göstergelerden biri de kamu
bütçe dengesi, kamu bütçe büyüklükleri ve GSYİH içindeki oranlarının değerlendirilmesidir.
Tablo; 5’de kamu bütçe dengesi içinde incelenen “Kamu Bütçe Geliri, Kamu Bütçe Gideri,
Kamu Bütçe Açığı, Kamu Bütçe Açığı / GSYİH, Faiz Dışı Denge, Faiz Dışı Denge / GSYİH,
Merkezi Yönetim Bütçe Açığı / GSYİH” olarak sıralanmaktadır. Tablo değerlendirildiğinde
sırasıyla bütçe gelir ve giderlerinin ülke GSYİH seviyesiyle doğru orantılı olarak arttığı görülmektedir. Burada dikkate alınması gereken durum, gelirler ile giderler arasında oluşan farklılığın izlediği süreçtir. Ya da, diğer bir ifadeyle, bütçe açığının olması ve bu bütçe açığının,
GSYİH içindeki oranının, yıllar itibariyle nasıl şekillendiğinin incelenmesidir. Bütçe açığının
GSYİH içindeki oranı “Maastricht Kriterleri” açısından değerlendirildiğinde kriz yaratabilecek
eşik değerlerin altında kalması ekonomideki istikrar göstergesi olarak algılanmaktadır. Tablodaki veriler 2003-2014 arasındaki bütçe açıklarının GSYİH içindeki oranı sürekli azalış eğilimindedir. 2003 te Bütçe Açığı / GSYİH oranı % 8.84 olarak gerçekleşirken 2014 yılında bu seviye
% 1.28 seviyesine kadar inmektedir. Türkiye ekonomisinde istikrarsızlık yaratan bir durum
görülmemekle birlikte, ekonomide artı değer olarak görülen bir görüntüdür. Bütçe açıklarının
azalması kamu kesimi borçlanma gereğinin (KKBG) de azalması anlamına gelmektedir.
Kamu kesiminin borçlanma gereğinin yüksek olması ise, devletin iç veya dış borç ihtiyacını
artıran bir unsurdur. Bu borçlanma tercihi iç borçlanma yönünde olduğunda ekonomide dışlama
etkisi “Crowding - Out” yarattığından ekonomik büyümeye olumsuz olarak yansımaktadır.
Çünkü özel sektör yatırım kaynakları kamu bütçe açıklarına yönelmekte ve yatırımların düşmesine neden olmaktadır. Kamu borçlanma gereği verimsiz kamu harcamalarına dönüşmesi ekonomideki sürdürülebilir borç yükü ve gittikçe artan faiz ödemeleri ekonomi üzerinde risk yaratan olguların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu yüzden kamu kesimi borçlanma gereğinin
GSYİH içindeki oranının yüksek olmaması, ekonomideki istikrar belirtisi olarak algılanırken,
aksi durumdaki olumsuz gelişmeler ise ekonomik istikrarsızlık belirtisi olarak görülmektedir.
Tablo; 5’de, görüldüğü gibi (KKBG) kamu kesimi borçlanma gereği 2003 ten itibaren düşüşe geçmiştir. 2003 yılında KKBG’nin GSYİH’ ya oranı % 7.32 iken, bu rakam, 2004’de 3.63’e,
2005’de -0.07, 2006’da -1.83, 2007’de, 0.08, 2008’de 1.62, 2009’da 5.05 (2009 ABD krizinin
dünyayı etkilediği ve dolayısıyla Türkiye ekonomisini de etkilediği yıldır) 2010’da 2.36,
2011’de 0.14, 2012’de 0.99, 2013’de 0.46 ve en son 2014’de 0.98 olarak gerçekleşmiştir. Türkiye ekonomisinde, sadece kriz yılı olan 2009 ve 2010 yılı hariç KKBG’nin en düşük seviyede
olması için bütçe disiplini içinde hareket edildiğinin bir göstergesidir. Aynı tabloda bütçe gerçekleşmeleri içindeki en önemli kalem olan faiz dışı denge de görülmektedir. 2003’ de Faiz Dışı
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 35, Aralık 2016, s. 144-165
155
Türkiye ekonomisinin 2003-2014 yılları arasındaki mak-roekonomik görünümü ve ekonomik
kırılganlık belirtileri
Denge / GSYİH, % 4.03 olarak görülmesine rağmen bütçe açığında görüldüğü gibi faiz dışı
denge de, kamu borç yükünün azalmasıyla doğru orantılı olarak düşmüş ve 2014 yılı itibariyle
% 1.54’ e kadar gerilemiştir. Böylece faiz dışı dengenin GSYİH oranı içindeki seviyesinin
azalması ülke harcamalarına ve yatırımlarına ayrılan payın daha fazla artması anlamına geldiğinden ekonomideki iyimser gelişme olarak değerlendirilmektedir.
Tablo: 5. Türkiye Ekonomisinde Kamu Bütçe Dengesi
http://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TCMB+TR/TCMB+TR/Main+Menu/Istatistikler/Odemel
er+Dengesi+ve+Ilgili+Istatistikler
http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/TemelEkonomikGostergeler.aspxhttp
www.hazine.gov.tr_File__path=ROOT_Documents_Ekonomik+ve+Sektörel+Göstergeler
156
2.1.2.2. Türkiye Ekonomisinin İç ve Dış Borç Yapısı
Türkiye’nin geçmişte yaşadığı krizlerde ciddi bir paya sahip olan iç ve dış borçların,
GSYİH içindeki oranları, ülke ekonomisinde yakından takip edilmesi gereken göstergelerin
başında yer almaktadır. Türkiye’nin borç yükünün yapısı incelenirken; “ Toplam Borç / GSYİH,
Toplam İç Borç Stoku / GSYİH, Toplam Dış Borç Stoku, Toplam Dış Borçlar / GSYİH, Kısa
Vadeli Dış Borçlar, Kısa Vadeli Borçlar / GSYİH, Uzun Vadeli Dış Borçlar” gibi göstergeler
dikkate alınır ve ekonomide borç sürdürülebilirlik durumu değerlendirilmektedir. Türkiye ekonomisinin temel borçlanma nedenleri arasında yer alan cari açığa dayalı dış sermaye ihtiyacı,
hem tüketime, hem yatırımlara, hem de ara malına dayalı ithalattan kaynaklanmaktadır. Borçlanma yapısının iki farklı şekli vardır. Bunlardan biri iç borçlanma, diğeri ise dış borçlanmadır.
Geçmiş yıllarda yaşanan ekonomik krizlerde her iki faktörün de etkin olarak yer aldığı görülmektedir. 2000’li yıllardan itibaren değişen borçlanma anlayışı nedeniyle Türkiye ekonomisinde
borçlanma göstergeleri açısından dikkate alınması gereken iki önemli ayrıma daha dikkat çekmek gerekmektedir. Bunlardan biri kamu borç yükü seviyesi, diğerleri özel sektör borçlanma
seviyeleridir.
Aşağıdaki Tablo; 6’da dış borç stokunun GSYİH’ ya oranı yıllar itibariyle seyri görülmektedir. Tabloda 2003 ile 2014 arasında kısa ve uzun vadeli borç stokunda sürekli olarak bir artış
görülmektedir. 2003 yılında 23.013 (milyar USD) olarak görülen kısa vadeli dış borç stoku sırasıyla 2004 te 32.203, 2005’te 38.914, 2006’da 42.853, 2007’de 43.145, 2008’de 52.519,
2009’da 48.990, 2010’da 77.247, 2011’de 81.593, 2012’de 100.223, 2013’de 130.489, 138,681
milyar dolara ulaşan bir süreç izlemiştir. Uzun vadeli dış borç yükü ise aynı tablodan hareketle
2003 ile 2014 arası gelişmelere bakıldığında, 2003’de 121.144 milyar dolardan 2014 sonuna
kadar 264 milyar dolara ulaşmıştır. Toplam dış borç yükü ise 2003’ten 2014’e kadar, 144.157
milyar dolardan, 396.800 milyar dolara ulaşmıştır. 2003’ten 2014’e kadar kısa vadeli dış borç
yapısı yaklaşık 6 kat, uzun vadeli dış borç yapısı ise 2.2 kat büyümüş, toplam dış borç yükü ise
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 35, Aralık 2016, s. 144-165
Türkiye ekonomisinin 2003-2014 yılları arasındaki mak-roekonomik görünümü ve ekonomik
kırılganlık belirtileri
2.75 kat büyümüştür. Oysa Türkiye ekonomisinin GSYİH’sı aynı yıllar itibariyle, 2003’ten,
2014’ kadar (2003’te 304.1 milyar USD’ den 2014’te 810.310 milyar USD’ ye varmıştır) yaklaşık 2.7 kat büyümüştür. Buradan da anlaşılmaktadır ki GSYİH büyüme oranlarıyla, ülke ekonomisinin borçlanma seviyesi aynı yönde paralel bir seyir izlemiştir. Bir diğer unsur ise, kısa
vadeli dış borç yapısındaki risk arz eden yükseliş göze çarpmaktadır. Toplam borç seviyesinin
GSYİH içindeki oranı yüksek olmadığı ileri sürülebilirse de, kısa vadeli dış borç seviyesi, ülke
döviz rezervleri dikkate alındığında, risk yaratan bir unsur olarak görülmektedir. Bu bedenle
merkez bankası varlıkları ve yükümlülüklerini de içeren bölümde toplan döviz varlıkları ve
yükümlülüklerinin de değerlendirilmesinden sonra kısa vadeli borç yapısının risk derecesi üzerinde yorum yapılacaktır.
Tablo: 6. Türkiye Ekonomisin Borçların GSYİH’ ya Oranı ve AB Tanımlı Borç Yapısı
(2003-2014)
157
http://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TCMB+TR/TCMB+TR/Main+Menu/Istatistikler/Odemeler+D
engesi+ve+Ilgili+Istatistikler. http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/TemelEkonomikGostergeler.aspxhttp.
www.hazine.gov.tr_File__path=ROOT_Documents_Ekonomik+ve+Sektörel+Göstergeler.
Türkiye’nin kamu borç yükü seviyesinin Maastricht Kriterlerine göre % 60’ın altında olması, 2001 krizinden sonraki dönemde olumlu bir gelişme olarak görünmektedir. Kamu borç yükü
bakımından olumlu olarak görülen bu eğilim, özel sektör bakımından ise farklı bir görünüm arz
etmektedir. Çünkü tabloda da görüldüğü gibi, aslında Türkiye ekonomisinin borç yükü yapısının
niteliksel olarak değiştiği görülmektedir. Borçlanma oranından daha ziyade, borç yapısındaki
değişim dikkat çeken unsurdur. Tablo da da görüldüğü gibi borç yükü kamu sektöründen, özel
sektöre kaymaktadır. Kamu kesimi üzerindeki borç yükünün artış seviyesinin düşmesine rağmen, borçlanma seviyesinin özel sektör üzerine geçmesi, Kamu borç yükü değerleri Maastricht
kriterleri açısından olumlu bir seviyede olduğu görülmektedir. Oysa, ülke ekonomisinin toplam
borç yükü ele alındığında, yıllar itibariyle borçlanma seviyesi düşmediği gibi aksine artış eğilimi yönündedir. Türkiye’nin 2003’den, 2014 yılı sonuna kadar kamu, TCMB, özel sektör ve
Brüt Dış Borç Stok Miktarı (milyon dolar), Türkiye Brüt Dış Borç Stoku / GSYİH (%) değerleri
tablo; 7’de görülmektedir. 2003’te 129.592 milyar USD olan toplam brüt dış borç stokunun
64.533 milyar USD’si kamu kesimine aitken, TCMB’nin içindeki payı; 22.003 milyar USD
olarak gerçekleşmiş, özel sektör yükümlülüğü ise 43.056 milyar USD olarak gerçekleşmiştir.
Tabloda da görüldüğü gibi 2003’ten itibaren dış borç yükü 2014’e kadar hem kamu kesiminde,
hem de özel sektör üzerinde artarken, TCMB’nin dış borç yükümlülüğü sürekli azalmıştır.
2003’te kamu kesimi dış borç yükümlülüğü özel sektörün 1,5 katı daha fazla dış borç yükü
taşırken, 2014 sonu itibariyle bu oran tam tersine dönmüş ve özel sektör, kamu kesiminin 2.3
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 35, Aralık 2016, s. 144-165
Türkiye ekonomisinin 2003-2014 yılları arasındaki mak-roekonomik görünümü ve ekonomik
kırılganlık belirtileri
kat daha fazla dış borç yükümlülüğü seviyesine ulaşmıştır. Kamu kesimi dış borç yükü
2003’ten, 2014’e kadar yaklaşık 3.5 kat büyürken, özel sektör brüt dış borç yükümlülüğü, yaklaşık 6.4 kat büyümüştür.
Türkiye ekonomisinin 2003’teki toplam dış borç yükü 129.592 milyar dolar olarak gerçekleşirken, bu rakam GSYİH içindeki oranı % 56.2’lik seviyedeyken, 2014 sonu itibariyle
396.800 milyar dolara ulaşmış ve GSYİH içindeki oranı % 49.6’ya düşmüştür. Toplam dış borç
yükünün GSYİH içindeki oranı değerlendirildiğinde ise, ekonomik istikrar açısından olumlu bir
seyir izlediği düşünülebilir. Fakat özel sektör üzerindeki yükümlüklerin artış seyri ekonomik
istikrarsızlık belirtisi açısından dikkat edilmesi gereken bir husustur. Çünkü özel sektörün kırılganlıklara neden olan dış yükümlülükleri, ekonomik istikrarsızlık belirtileri açısından son dönem kriz teorileri içinde önemli bir yeri olmuştur. Özellikle 1990’lı yıllarda yaşanan Latin Amerika ve Asya krizlerinde görülen ikinci ve üçüncü nesil krizler olarak adlandırılan, özel sektör
üzerindeki borç yükü nedeniyle ortaya çıkan, ahlaki tehlike, ters seçim ve bulaşıcılık etkileri
özel sektörün borçlanma seviyesinin dikkate alınması gerektiğini göstermektedir. Bu nedenle,
özel sektör dış borç yapısının kısa vadeli kısmının yüksekliği, son dönem kriz teorilerinin ışığında risk seviyesinin yüksek olduğunu göstermektedir.
Türkiye ekonomisinde toplam dış yükümlülüklerinin içerisinde en riskli olan bölüm, bu yükümlülüklerin kısa vadeli olan kısmındadır. 2014 sonu itibariyle özel sektörün dış borç toplamı
içinde 112.512 milyar USD’ lik kısmı kısa vadeli, 162.706 milyar USD’ lik kısmı uzun vadeli
olarak görülmektedir. Bu da kısa vadeli dış borç yükünün özel sektör üzerinde kırılganlık riskini
ortaya koymaktadır. Kısa vadeli borç yapısının yüksek olması merkez bankası döviz rezervleri
üzerinde de baskı oluşturmaktadır. TCMB’nin döviz rezervleri yıllar itibariyle tablo; 8’de görülmektedir. 2003’de 44.957 milyar USD olan döviz rezervleri, 2014 yılında 127.317 milyar
USD’ ye kadar çıkmıştır. Döviz rezervlerinin artışına rağmen kısa vadeli dış borç yükü toplamı,
rezervler karşısında kamu kesimi ve özel sektör kısa vadeli dış borç yükümlülüğü 140 milyar
dolara yakın olduğu düşünüldüğünde, ödemeler dengesinde risk derecesi yüksek bir durum olarak algılanmalıdır. Bu konuya tekrar değinileceğinden şimdilik kısa bir değerlendirmeyle geçilecektir.
Tablo: 7. Türkiye Ekonomisinde Kesimlere Göre Dış Borç Yükümlülük Yapısı
Kaynak: https://www.hazine.gov.tr/tr-TR/Istatistik-Sunum-Sayfasi?mid=120&cid=12
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 35, Aralık 2016, s. 144-165
158
Türkiye ekonomisinin 2003-2014 yılları arasındaki mak-roekonomik görünümü ve ekonomik
kırılganlık belirtileri
Tablo: 8. TCMB Rezervleri ve Faiz Oranları (2003-2014)
http://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TCMB+TR/TCMB+TR/Main+Menu/Istatistikler/Odemel
er+Dengesi+ve+Ilgili+Istatistikler
2.1.2.3. Finansal Piyasalar ve Bankacılık
Türkiye ekonomisinde, geçmişte yaşanan ekonomik krizlerde önemli bir yeri olan finansal
piyasalara ait ekonomik göstergeler, kriz belirtisi için dikkat edilmesi gereken sinyallerden bir
diğeridir. Özellikle 2008’de yaşanan ABD merkezli Dünya Krizi’nden sonra geliştirilen dördüncü nesil krizlerin temel inceleme konusu olan kurumların yapısal durumlarını içeren çalışmalarda, ekonomik kırılganlığı yaratan asıl unsurun, kurumların borç-yatırım ilişkilerinin zayıflığı üzerine kurulmuştur. Bu nedenle ülke ekonomisinde yakından takip edilen finansal piyasaların durumu, ekonomideki kırılganlığı belirlemek açısından önemlidir. Para politikalarının ve
finansal piyasaların daha aktif olduğu neo-liberal yapının, son yıllarda yaşanan birçok krizin
temelinde etkin bir konumda olması, bu piyasaların yapısal sorunlarının incelenmesini önemli
hale getirmektedir.
2000-2001 krizinden sonra Türkiye ekonomisinin içinde yer alan finansal piyasalar, yeniden
düzenlenmiş ve dünya standartlarına uygun, küresel sermaye yapılarına entegre bir finansal
yapıya dönüştürülmeye çalışılmıştır. Bu yıllarda zayıf yapılara sahip olan finansal kurumların
bazıları kapatılmış, bazıları güçlü finansal kurumlarla entegrasyona tabi tutularak, güçlü bir
finansal yapıya döndürülmüştür. Krizden sonraki süreçte ülke ekonomisindeki artan aktif büyüklüğüne bağlı olarak bankacılık sektörün geliştiği görülmektedir. Bu nedenle 2008 krizinin
hem ABD, hem AB ekonomilerinde yarattığı finansal sarsıntılara rağmen Türkiye ekonomisinde
çok büyük tahribatlar yaratmaması 2000-2001 krizi sonrası yapılanmanın bir sonucu olarak
değerlendirilmektedir. Gerek gelişmiş ülkeler, gerekse de gelişmekte olan ekonomiler açısından
birçok probleme neden olan 2008 küresel finansal kriz, ülkelerin çoğunun finansal piyasaların
yapısal sorunlarını yeniden masaya yatırmalarına neden olmuştur. Türkiye ekonomisinde özellikle finans piyasaların doğrudan etkilendiği faiz oranları, döviz kuru değişmeleri ve döviz rezervleri, finansal piyasaların iç ve dış borçlanma yapıları inceleme konusu olmaktadır. Çünkü
faiz oranları, ekonomide yatırımları, dolayısıyla işsizlik oranlarını, reel döviz kuru gerçekleşmelerini, dolayısıyla ithalat ve ihracat verilerini, sermaye akımlarının yönünü (içe veya dışa dönük
olarak) doğrudan etkileyen unsur olarak görülmektedir.
2.1.2.4. Faiz Oranları, Döviz Kuru ve Rezervleri, Finansal Piyasaların Borçlanma Yapısı
Finansal kısıtlarının ortadan kalkmasıyla birlikte sermaye akımlarının etkisiyle, ülke ekonomilerinde, daha yüksek büyüme seviyeleri beklenmektedir. Ekonomilerin büyümesinde etkin
bir rolü olan yabancı sermaye girişleri, ülke ekonomilerinde yarattığı olumlu gelişmelere rağmen, ters yöndeki sermaye hareketleri (sermaye çıkışları) ekonomilere büyük zararlar da verebilmektedir. Ya da dışsal şoklara bağlı olarak, sermaye girişlerinde ortaya çıkabilecek bir duraksama veya sermaye çıkışları, döviz pozisyon açığı olan firmaların faaliyetlerini olumsuz etkileyebilmektedir. Yabancı sermaye girişlerini etkileyen birçok faktör olmasına rağmen, bunlardan
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 35, Aralık 2016, s. 144-165
159
Türkiye ekonomisinin 2003-2014 yılları arasındaki mak-roekonomik görünümü ve ekonomik
kırılganlık belirtileri
en önemlisi ülke faiz oranlarının seviyesidir. Faiz oranlarının oluşmasında birçok faktör öne
çıkmaktadır. Bu faktörler; uluslararası net döviz rezervleri, kısa ve uzun vadeli dış borç yükü,
Kamu Bütçe Dengesi, Kamu Kesimi Borçlanma Gereği (KKBG), Uluslararası iktisadi gelişmeler, politik istikrar durumu, finansal kurumların yapısı gibi öne çıkan konular bunlardan bazıları
sayılabilir. Bunlardan ilki olan sermaye hareketlerinin yönünü belirlemede en etkin unsurların
başında gelen konu, ülke faiz oranlarının seviyesidir. Ülke ekonomisinin yabancı sermayeye
kazandıracağı faiz oranları hem dünya ekonomisi içinde diğer ülkelerin uyguladığı faiz oranlarının seviyesine, hem de ülke ekonomisinde uygulanan faiz oranlarının seviyesine bağlı olarak
hareket etmektedir. Eğer ekonomide yüksek faiz, düşük kur sistemi uygulanıyorsa, yabancı
sermayeyi ülke içine çeken bir cazibe yaratmakta ve ülkeye yönelik sermaye akımlarının hızlanmasına neden olmaktadır. Sermaye akımlarının yoğunluğu o ülke ekonomisinde döviz bolluğu yaratarak yerli paranın değerlenmesine neden olmaktadır. Faize duyarlılığı yüksek olan yabancı sermayenin ülke ekonomilerine girişleri iki şekilde olmaktadır. Kısa ve uzun vadeli olan
sermaye girişlerinde kısa vadeli olanlar daha çok portföy yatırımları şeklinde olup bunlar daha
çok hisse senetlerine, hazine bonoları ve tahvillere, şirket finansman bonolarına yönelmektedir.
Bunların likiditesi ve volatilitesi yüksek olduğundan çok çabuk nakide ve dövize geçerek yurt
dışına çıkabildiklerinden sıcak para hareketleri olarak da adlandırılmaktadırlar. Bu türden yatırımlar, kısa süreli bir sermaye hareketi olarak ekonomiye sağladığı faydaların yanında ani sermaye çıkışına da sebep oldukları için, kriz dönemlerinde para piyasalarının üzerinde istikrarsızlıklara neden olmaktadırlar. Orta ve uzun vadeli sermaye girişleri ise tahvil piyasaları veya doğrudan yatırımlar şeklinde olmaktadır. Ama asıl kriz sinyali gönderen veya olası ekonomik istikrarsızlıkların nedenlerini veya şiddetinin yoğunluğunu belirleyen sebepler, kısa vadeli sermaye
hareketleri olarak görülmektedir. Bu yüzden yüksek net yabancı para cinsi yükümlülükler, firmaların bilançolarını dış sermaye girişlerinde oluşabilecek ani duruş veya sermaye çıkışları
karşısında kırılgan hale getirebilmektedir. Böylece, sermaye girişlerinde ortaya çıkabilecek bir
aksaklık, döviz kurunda oynaklığı artırmak suretiyle firmaların karlılığında düşüşe ve yatırım
iştahlarında bozulmaya neden olabilmektedir (Hülagü & Yalçın, 2014: 2).
Aşağıdaki tablo; 9’da, finansal göstergeler başlığı altında yıllar (2003-2014) itibariyle döviz
kurlarının değerleri, net uluslararası rezerv miktarları, TCMB’nin uyguladığı faiz oranları görülmektedir. Tablo; 9’dan da görüldüğü gibi 2003 yılında itibaren döviz kurları artmıştır. Bunun
sebepleri arasında hem ülke ekonomisinin içsel yapısından kaynaklanan sebepler yer almakta,
hem de, dünya ekonomisinde yaşanan konjonktürel değişimler bulunmaktadır. Döviz kuru seviyesindeki yükselmeler, Türkiye ekonomisinin ithalata bağımlı olan ihraç malları nedeniyle, dış
piyasalardaki rekabetini olumsuz etkilenmesine neden olmaktadır. Bu nedenle döviz kuru dalgalanmaları ithalat ve ihracat açısından olumsuz yönleri daha baskın olduğundan arzu edilmeyen
bir durum olarak görülmektedir. Döviz kuru dalgalanmalarının ikinci olumsuz etkisi ise, dış
tasarruflara bağlı yatırım ve tüketim kaynaklarının ülke ekonomisinde etkin olması, ya da diğer
bir ifadeyle, dış borca bağımlı bir yatırım ve tüketim baskısının yüksek olması, döviz kuru artışlarında, firmaların TL cinsinden borç yükünün artışına neden olmaktadır. Türkiye ekonomisinin
dış borç yükü ile ilgili analizler önceki bölümlerde yapıldığından burada tekrar edilmeyecektir.
Ama tabloda da görüldüğü gibi döviz kurları 2003 ten, 2014’e kadar sürekli yükseldiği görülmektedir. Faiz oranlarında ise daha farklı bir seyir izlenmektedir. Çünkü ekonominin genel borç
yapısının kamu kesiminden, özel sektör üzerine hareket etmesinden dolayı ve KKBG’nin sürekli düşmesi faiz oranlarının aşağı yönlü hareketine neden olmuştur.
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 35, Aralık 2016, s. 144-165
160
Türkiye ekonomisinin 2003-2014 yılları arasındaki mak-roekonomik görünümü ve ekonomik
kırılganlık belirtileri
Tablo: 9. Türkiye Ekonomisinde Finansal Göstergeler (2003-2014)
http://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TCMB+TR/TCMB+TR/Main+Menu/Istatistikler/Odemel
er+Dengesi+ve+Ilgili+Istatistikler
http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/TemelEkonomikGostergeler.aspxhttp
www.hazine.gov.tr_File__path=ROOT_Documents_Ekonomik+ve+Sektörel+Göstergeler
Finansal kuruluşlar üzerinde yoğunlaşan kısa vadeli dış borç yapısı ülke ekonomisi açısından en fazla risk taşıyan kesim olarak görülmektedir. Aşağıdaki tablo; 10’da son yıllarda sektörler itibariyle kısa vadeli dış borç yükünün sektörlere göre dağılımı görülmektedir. Tablodan da
anlaşıldığı gibi, yıllar itibariyle özel sektör üzerindeki kısa vadeli borç yükümlülüklerinin arttığı
ve bu artışın daha çok finansal kuruluşların üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Tablodaki
veriler ışığında 2002 den itibaren kısa vadeli borç yükü, özel sektör aleyhine gelişmektedir.
2002 yılında kısa vadeli dış borç yükü toplamı, yılın dördüncü çeyrek sonlarında 116.424 milyon dolar ve bunun 13.854 milyon dolarlık kısmı özel sektör üzerinde görülmekte, bu tutarın da
5.429 milyon doları finansal kuruluşlar üzerindeyken, 8.425 milyon doları finansal olmayan
kurumların üzerinde olduğu görülmektedir. 2003’den, 2014 yılı sonuna kadar kısa vadeli toplam
borç yükü yükselmekle beraber, bu borç yükü içindeki finansal kuruluşların ve finansal olmayan
kesimin payının sürekli yükseldiği anlaşılmaktadır. 2014 yılı itibariyle Türkiye ekonomisinin
kısa vadeli toplam dış borç yükü; 138.681 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Kısa vadeli toplam borç yükünün 119. 547 milyon dolarlık tutarı özel sektör üzerinde olmuş, bunun 80.940
milyon doları finansal kuruluşlara olan borçlar olup (bankacılık sektörü üzerinde), 2.071 milyon
doları, bankacılık dışı kesim üzerinde, 36.536 milyon dolarlık kısmı ise finansal olmayan kesim
üzerinde olduğu görülmektedir. Aslında burada göze çarpan konu 2002 den itibaren kısa vadeli
toplam dış borç yükü, kamu kesiminde azalan bir eğilim göstermekte iken, özel kesim üzerinde
sürekli artmış olduğu görülmektedir. Özel sektörün sahip olduğu kısa vadeli toplam borç yükü,
Türkiye ekonomisinin gelecekte kırılganlık yaratabilecek bir risk faktörü olarak öne çıkmaktadır.
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 35, Aralık 2016, s. 144-165
161
Türkiye ekonomisinin 2003-2014 yılları arasındaki mak-roekonomik görünümü ve ekonomik
kırılganlık belirtileri
Tablo: 10. Kısa Vadeli Borç Stoku- Sektörlere Göre Dağılımı
Türkiye Ekonomisinde Sektörlere Göre Kısa Vadeli Borçların Dağılımı 2002-2014 Arası
Yıllar (dördüncü çeyrek sonuçları)
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
2013
2014
16,424
23,013
32,203
38,914
42,853
43,145
52,519
48,99
77,247
81,593
100,223
130,486
138,681
KAMU KESİMİ
915
1341
1840
2133
1750
2163
3248
3598
4290
7013
11040
17605
18772
Finansal Kuruluşlar
915
1341
1840
2133
1750
2163
3248
3598
4290
7013
11040
17605
18772
915
1341
1840
2133
1750
2163
3248
3598
4290
7013
11040
17605
18772
1655
2860
3287
2763
2563
2282
1874
1764
1553
1239
1036
833
362
13,854
18,812
27,076
34,018
38,54
38,7
47,397
43,628
71,404
73,341
88,147
112,048
119,547
5429
8351
13172
17860
20946
16656
24088
21858
47604
46542
59380
77110
83011
5429
8351
12714
17199
20230
16184
23692
21587
46576
45226
57345
74647
80940
0
0
458
661
716
472
396
271
1028
1316
2035
2463
2071
8425
19461
13904
16258
17594
22044
23309
21770
23800
26799
26767
34938
36536
Kısa Vadeli Borç Toplamı
Bankalar
TCMB
ÖZEL KESİM
Finansal Kuruluşlar
Bankalar
Bankacılık Dışı
Finansal Olmayan Kuruluşlar
Kaynak: TCMB İstatistik Genel Müdürlüğü Ödemeler Dengesi Müdürlüğü
Sonuç
Sonuç olarak, iktisat literatüründe öne çıkan kriz teorilerinin ışığında Türkiye ekonomisinin
seçilen verileri değerlendirilerek zamanlar arası değişim süreci incelenmiş ve son yıllardaki
gelişim performansı incelenmiştir. Verilerden yola çıkarak Türkiye ekonomisinde daha önceki
dönemlerde yaşanan krizleri de dikkate alınarak, ekonomide kırılganlıklar yaratabilecek veriler
değerlendirilmiş ve varılan sonuçlar üzerinden yorumlanmaya çalışılmıştır. Türkiye ekonomisinin 2000 krizi sonrasından, 2014 yılı sonuna kadar olan dönemde incelenen GSYİH seviyesi,
işsizlik oranları, enflasyon artış seviyesi, kamu bütçe disiplini, uluslararası rezervler, cari işlemler dengesi, kamu ve özel sektör borcu, iç-dış borç stok toplamı, iç-dış borç yükü vadeleri, toplam borç seviyesinin GSYİH içindeki oranı, döviz kuru oynaklığı, gibi göstergeler çalışmanın
temelini oluşturmuştur.
Türkiye ekonomisinde özellikle 2000 ve 2001 krizlerinden sonraki dönemde, ekonomik kriz
yaratan erken uyarı sinyali verebilecek makroekonomik göstergeler yardımıyla, ekonominin
genel performansının incelenmesine çalışılmıştır. Türkiye ekonomisinin 2003 ile 2014 sonuna
kadar olan zaman diliminde yapılan analiz ve değerlendirmeler sonucunda, ekonomideki borçlanma yapısının, işsizlik seviyesinin yüksekliği, yapışkan enflasyon haline gelen fiyat düzeyi
(üfe-tüfe), artan dış borç seviyesinin özellikle özel sektör ve hane halkı üzerinde artan bir baskıya dönüşmesi, ithalata bağımlı olan ihracattan kaynaklanan dış ticaret açıkları, dış ticaret açıklarından kaynaklanan cari işlemler dengesindeki açıkların büyümesi, dış piyasaların etkilerine
açık faiz ve döviz kuru oynaklıkları kırılganlık yaratan ekonomik göstergeler olarak öne çıktığı
görülmektedir. Çalışmada en öne çıkan makroekonomik değerlendirmelerden biri, ülke ekonomisindeki iç ve dış borçlanma politikalarının 2003 yılından sonra kamu kesimi üzerindeki yükünün sürekli azalmasına rağmen, toplamda borçlanma seviyesinin azalmadığı, aksine sürekli
arttığı görülmektedir. Fakat borç yükü artış seviyesinin kamu kesiminde azalmasına rağmen
özel sektör borçlanma seviyesinin ise sürekli yükseldiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle ülke ekonomisindeki borçlanma seviyesinin düşmediği, aksine arttığı ve bu sonuçlar ışığında borçlanma
seviyelerinin özel sektör üzerinden kırılganlık yaratabilecek bir gösterge olarak ortaya çıktığı
görülmektedir.
Dışsal faktörlerin göz ardı edildiği çalışmada, iç borçlanma yapısında özel sektör yükümlülüklerinin sürekli artması, merkez bankasının rezervlerinin kısa vadeli döviz borçları karşıla-
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 35, Aralık 2016, s. 144-165
162
Türkiye ekonomisinin 2003-2014 yılları arasındaki mak-roekonomik görünümü ve ekonomik
kırılganlık belirtileri
makta yetersiz kalması, ekonomik krizlere zemin olacak bir süreç yaratabilecektir. 2003 ten
itibaren Türkiye ekonomisindeki GSYİH büyüme oranları (2008-ABD krizi etkisi hariç) pozitif
bir seyir izlemesine rağmen, ithalata bağımlı bir ihracat ve üretim yapısı, yatırımlar için gerekli
olan finansmanının yurt dışı tasarruflara bağımlı olması, ülke ekonomisinin sürekli cari açık
sorunu yaşamasına neden olmaktadır. Bu durum dış borç seviyesinin sürekli artırmaktadır. Türkiye ekonomisinin dış borç seviyesinin sürekli artması ve bu borç yükünün zaman zaman ülke
ekonomisinde ödemeler dengesine bağlı kırılganlıklar yaşanmasına neden olmaktadır. Geçmiş
yıllarda yaşanan krizlerin tecrübesiyle, gelecekte de, Türkiye ekonomisinin, aynı tarzda, kısa
vadeli dış borç seviyelerine bağlı krizlerin zemininin var olduğu anlaşılmaktadır.
KAYNAKLAR
Aslanoğlu, E.(2011). Küresel Ekonomik Kriz ve İktisat Politikaları- Zor Zamanlarda İktisat.
Özgür G. & Yetkiner H. (Ed.) Ankara: Efil Yayınevi, 978-605-4334-77-3
Balı, S. & Büyükşalvarcı, A.(2011). 1630’dan 2010’a Finansal Krizler Tarihi Balonlar, Panikler, Buhranlar ve Küresel Kriz. İstanbul: Çatı Kitapları, 978-605-4337-50-7
Barro, J. R.(2001). Economic Growth in East Asia Before And After The Financial Crisis.
NBER
Working
Paper,
No:8330.
http://www.nber.org/papers/w8330.
pdf?new_window=1.
Calvo, G.(1995). Crises in Emerging Markets Economies: A Global Perspectives. Nber Working Papers 11305. http://www.nber.org/papers/w11305.
Calvo, A. Guilerma & Mendoza, Enrique G. (1996). “Mexico’s balance of payment crisis: A
Chronicle of A Death Foretold”. Journal of İnternational Economics 41. (1996; 235264).
http://people.ucsc.edu/~hutch/241B/Ec%20241b%20SYLLABUS%20Winter%20200
9_files/calvo_mendoz_jie96.pdf
Calvo, G.(1998). Capital Flowsand The Emerging Economies: Theory, Evidence, and Controversies. Edwards, S. (Ed). University of Chicago Press. (USA).
http://www.nber.org/chapters/c6161
Corsettı, G. & Pesenti, P. & Rubini, N.(1998). What Causedthe Asian Currencyand Financial
Crisis? Part :1 a Macroeconomic Overview. Massachusetts: Working Paper No. 6833.
http://www.nber.org/papers/w6833.
Durmuş, S.(2010). Finansal Krizleri Açıklamaya Yönelik Yaklaşımlar, Kafkas Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. Sayı. 5. 31-46
Fısher, I. (1932). Boomsand Depressions – Some First Principles. Newyork Adelphi Company
Publishers.
Gouverneour, J.(2007). Kapitalist Ekonominin Temelleri - Çağdaş Kapitalizmin Marksist Ekonomik Tahliline Giriş. Başkaya, F. (Çev) Ankara: İmge Kitabevi, 975-533-189-1
Hülagü, T& Yalçın, C.(2014). Türkiye de Firmaların Yabancı Para Borçluluğu ve Kur Riskine
İlişkin Mikro Değerlendirmeler. Tcmb Ekonomi Notları. Sayı: 2014-13/25 Ağustos
2014.
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 35, Aralık 2016, s. 144-165
163
Türkiye ekonomisinin 2003-2014 yılları arasındaki mak-roekonomik görünümü ve ekonomik
kırılganlık belirtileri
Kalyoncu, H.&Yücel, F.(2010). Finansal Krizlerin Öncü Göstergeleri ve Ülke Ekonomilerini
Etkileme Kanalları: Türkiye örneği” Maliye Dergisi, Temmuz - Aralık Sayı 159.
Kamınsky, G & Lizondo, S. & Reinhart, C. M. (1998). Leading İndicators of Currency Crises.
IMF
Staff
Papers,Vol;45,No.
1.March
1998.
http://www.imf.org/external/pubs/ft/staffp/1998/03-98/pdf/kaminsky.pdf
Kaminsky G. L. &Reinhart C. M.(1999). The Twin Crises: The Causes of Banking and Balance
–of –Payments Problems. http://home.gwu.edu/~graciela/Home-Page/ResearchWork/Workıngpapers/twin-crises.pdf.
Kar, M.& Taban, S.(2006). “Kriz Erken Uyarı Sinyalleri Olarak Ekonomi Göstergeleri”. Ekonomik Kriz Öncesi Erken Uyarı Sistemleri Makale Derlenmesi. Editör. Seyidoğlu, Halil & Yıldız Rıfat. Arıkan Basım Yayın Dağıtım Ltd. Şti. 975-6145-60-9
Kazgan, G.(2008). Türkiye Ekonomisinde Krizler (1920-2001). İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.978-605-399-233-2
Keynes, J. M.(2008). İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi. Akalın, U. S. (Çev). İstanbul:
Kalkedon Yayınları. 978-9944-115-32-2
Kibritçioğlu, A.(2001). Türkiye’de Ekonomik Krizler ve Hükümetler, 1969-2001. Yeni Türkiye
Dergisi, Ekonomik Kriz Özel Sayısı, Cilt 1, Yıl 7, Sayı 41 (Eylül-Ekim).
Kibritçioğlu, B. & Köse, B. & Uğur, G.(1999). A Leading İndicators Approach to the Predictibility
of
Currency
Crises:
The
Case
of
Turkey.
http://www.econturk.org/Turkisheconomy/bengi.pdf
Kindleberger, C. P.(2008). Cinnet Panik ve Çöküş, Mali Krizler Tarihi. Tunalı, Halil.(Çev).
İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.978-975-6176-86-3
Krugman, P. (1979). İncreasing Returns Monopolistic Competitiona İnternational Trade.
http://www.princeton.edu/pr/pictures/gk/krugman/Krugmanincreasing_returns_1978.p
df
Krugman, P.(2010). Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü ve Küresel Kriz. Domaniç, N. (Çev)
İstanbul: Literatür Yayınları. 978-975-04-0543-3
Minsky, H. P.(1986). Stabilizing an Unstable Economy. NewYork: The Mc Graw- Hill Companies. Yale University Press. 978-0-07-159299-4
Minsky, H. P.(1992) The financial instability hypothesis. New-York: The Levy Economics Institute
of
Bard
College,
WorkingPaper
No.
282.
http://digitalcommons.bard.edu/hm_archive/282/
Mishkin, F. S.(1991). Anatomy of a Financial Crisis. NewYork: NBER.Working Paper No.
3934. http://www.nber.org/papers/w3934.pdf
Mishkin, F. S.(1996). Understanding Financial Crises: A Developing Country Perspective.
NBER Working Paper No. W5600. SSRN: http:/ssrn.com/abstract=7756M
Mishkin, F. S. (1999). “Lessons From The Asian Crises”, Journal İnternational Money and Finance.
NBER,
Cambridge,
MA
02138,
USA.
http://pascal.iseg.utl.pt/~aafonso/eif/pdf/257.pdf
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 35, Aralık 2016, s. 144-165
164
Türkiye ekonomisinin 2003-2014 yılları arasındaki mak-roekonomik görünümü ve ekonomik
kırılganlık belirtileri
Obstfeld, M.(1996). “Models of currency criseswith self-fulfilling” NBER Working Papers
Series. 5285. http://www.nber.org/papers/w5285.pdf
Obstfeld, M. & Taylor, A. M.(2002). Globalization and Capital Markets. NewYork: NBER.
Working Paper No. 8846. http://www.nber.org/papers/w8846.
Özman, M. U.& Sarıkaya, Ç.(2014). Enflasyonun Çıktı Açığı ve Kredilere Duyarlılığı. Ekonomi Notları. TCMB. Sayı: 2014-17 / Ekim 2014
Roubini, N. & Mihm, S. (2011). Kriz Ekonomisi. Tezcan, I. (Çev) İstanbul: Pegasus Yayınları.
978-605-5360-47-4
Sweezy, P. (2007). Kapitalist Gelişme Teorisi. Akalın, G. (Çev) İstanbul: Kalkedon Yayınları.
9944-115-10-X
Şişman, Mehmet (2006). “Parasal Kriz Teorileri ve Gelişmekte Olan Ülkeler” Marmara Ünv.
İ.İ.B.F. Dergisi Yıl 2006. Cilt XXI, Sayı 1. İstanbul.
Vergil, &Teyyare, (2014). Teorik Perspektiften Para Krizi Modelleri ve Kurumsal Model Örneği. Finans Politik &Ekonomik Yorumlar Dergisi. Cilt No: 51. Sayı. 591.
http://www.nber.org/papers/w5285.pdf
T.C. Kalkınma Bakanlığı Uluslararası Ekonomik Göstergeler 2011. (IMF, World Economic
Outlook, Eylül 2011). http://www.dpt.gov.tr/
Tcmb
İstatistik
Genel
Müdürlüğü
Ödemeler
Dengesi
Müdürlüğü.
www.hazine.gov.tr_File__path=ROOT_Documents_Ekonomik+ve+Sektörel+Gösterg
eler
https://www.hazine.gov.tr/tr-TR/Istatistik-Sunum-Sayfasi?mid=120&cid=12
http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/TemelEkonomikGostergeler.aspxhttp
http://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TCMB+TR/TCMB+TR/Main+Menu/Istatistikler/Od
emeler+Dengesi+ve+Ilgili+Istatistikler
http://tuikapp.tuik.gov.tr/Gosterge/?locale=tr
http://www.tradingeconomics.com/united-states/government-debt-to-gdp
The Journal of Academic Social Science Yıl: 4, Sayı: 35, Aralık 2016, s. 144-165
165
Download