cinsel işlev bozuklukları ve kişilerarası tarz, öfke, kendilik algısı

advertisement
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
UYGULAMALI PSİKOLOJİ
ANABİLİM DALI
CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI VE KİŞİLERARASI
TARZ, ÖFKE, KENDİLİK ALGISI
Yüksek Lisans Tezi
Emel ALKAN
Ankara-2008
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
UYGULAMALI PSİKOLOJİ
ANABİLİM DALI
CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI VE KİŞİLERARASI
TARZ, ÖFKE, KENDİLİK ALGISI
Yüksek Lisans Tezi
Emel ALKAN
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Nesrin HİSLİ ŞAHİN
Ankara-2008
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
UYGULAMALI PSİKOLOJİ
ANABİLİM DALI
CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI VE KİŞİLERARASI
TARZ, ÖFKE, KENDİLİK ALGISI
Yüksek Lisans Tezi
Tez Danışmanı: Prof. Dr. Nesrin HİSLİ ŞAHİN
Tez Jürisi Üyeleri
Adı ve Soyadı
İmzası
......................................................
........................................
......................................................
........................................
......................................................
........................................
Tez Sınavı Tarihi ..................................
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE
Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik
davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural
ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve
sonuçları
andığımı
ve
kaynağını
gösterdiğimi
ayrıca
beyan
ederim.(……/……/200…)
Tezi Hazırlayan Öğrencinin
Adı ve Soyadı
Emel ALKAN
İmzası
TEŞEKKÜR
Tez süresinde son aşamaya kadar yardımını esirgemeyen, akademik ve manevi
desteği ile tezimi tamamlamamda önemli katkısı olan tez danışmanım ve değerli
hocam Prof. Dr. Nesrin Hisli Şahin’e sonsuz tesekkürlerimi sunarım.
Tezim sırasında yardım talebimi geri çevirmeyip büyük sabır ve anlayış gösteren
degerli jüri üyelerim Doç. Dr. Ayşegül Durak Batıgün’e ve Doç. Dr. Elif Kabakçı’ya
çok teşekkür ederim.
Yüksek Lisans öğrenimim süresince dostlukları ve destekleriyle hayatımda
olmalarıyla kendimi çok şanslı hissettiğim ve çalışmanın her aşamasında her şekilde
beni motive eden, her daim yanımda olduğunu hissettiren çok değerli arkadaşlarım
Uzm. Psk. Çisem Utku Ural’a, Uzm. Psk. Belgin Üstün’e, Uzm. Psk. İrem Öker’e ve
Uzm. Psk. Sezer Kent Oduncu’ya sonsuz teşekkürler...
Lisans eğitimim ile hayatıma giren ve uzun yıllar boyunca da her daim yanımda
olacaklarına inandığım, kilometrelerce uzakta olsalar da tezimin tamamlanmasında
önemli katkılarını esirgemeyen çok değerli arkadaşlarım, Uzm. Psk. Aylin Gündoğdu
Özgül’e, Uzm. Psk. Burcu Bölükbaşı’na ve Psk. Jülide Aktürk’e çok teşekkürler...
Tezimde örnekleme ulaşmamda yardımlarını esirgemeyen Dr. Asena Canyiğit’e, Dr.
Berat Cem Özgür’e, Dr. Şule Yılmaz’a, Dr. Sibel Tezcan’a, Dr. Göksel Bayam’a,
Psk. Bilge Alpdündar’a, Psk. Gülay Çivi’ye, Doç. Dr. Demokan Erol’a, Doç. Dr.
Ayhan Karabulut’a, Dr. Kenan Öztorum’a, iş arkadaşlarıma ve Hıfzıssıhha Mektebi
5
Müdürlüğü’nde görev yapan eski mesai arkadaşlarıma sonsuz teşekkürler... İş ve oda
arkadaşım sevgili Filiz Daşkafa’ya ve fahri çalışma arkadaşımız sevgili Azize Atlı’ya
destekleri, anlayışları ve her ümitsizliğe kapıldığım anlarda motivasyon kaynağım
oldukları için teşekkür ederim.
İsmini sayamadığım ve her bunaldığımda bana destek vermeye çalışan, sabırla
tezimin bitmesini bekleyen ve beni özleyen tüm arkadaşlarıma da ayrıca
teşekkürler...
Bu çalışmada yer almayı çekinmeden kabul eden tüm katılımcılara önemli
katkılarından dolayı teşekkür ederim.
Tüm yaşamım boyunca bana duydukları sonsuz güven, destek ve rehberlikleri ile şu
anda olduğum noktaya erişmemde büyük katkıları olan, yaptığım her işe iyi
dilekleriyle katkıda bulunan, bana güç veren, sevgilerini ve sıcaklıklarını her daim
hissettiğim sevgili anneme ve babama sonsuz teşekkürler...
Sadece tez aşamasında değil hayatım boyunca bana her konuda rehberlik eden,
yolumu aydınlatan, destek veren, her zaman yanımda olduğunu hissettiren ve abim
olmasından dolayı kendimi çok şanslı hissettiğim Alper Semih Alkan’a, tanıdığım
andan itibaren hayatımda önemli bir yeri olan, ablam, arkadaşım, dostum ve sırdaşım
olan Sevinç Göral Alkan’a (Sensei) sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
6
Tezimin her aşamasında bana yardımcı olan ve sabırla beni destekleyen, her daim
varlığı ile beni güvende hissettiren ve motive eden, her şeyden önemlisi de varlığıyla
hayatımın ayrılmaz bir parçası haline gelen sevgili Ozan Pazvantoğlu’na sonsuz
teşekkürler....
7
İÇİNDEKİLER
TEŞEKKÜR ............................................................................................................ 5
İÇİNDEKİLER......................................................................................................... i
TABLOLAR........................................................................................................... iii
EKLER................................................................................................................... iv
BÖLÜM I ................................................................................................................ 5
GİRİŞ .................................................................................................................. 5
I.1.
Kişilerarası İlişkilere Yönelik Kuramlar...........................................10
I.1.a.Kişilerarası Kuram........................................................................10
I.1.b.Bağlanma Kuramı.........................................................................18
I.1.c.Kişilerarası Döngü ........................................................................23
I.2.
Kişilerarası İlişkiler ve Kendilik Algısı ............................................31
I.3.a.
Bir Kişilerarası Duygu: Öfke ...........................................................40
I.3.b.
Kişilerarası İletişim Tarzı ve Kendilik Algısı ...................................48
I.4. Cinsel İşlev Bozuklukları .........................................................................51
I.4.a.Cinsel İstek Bozuklukları..............................................................62
I.4.a.i.Azalmış Cinsel İstek Bozukluğu ............................................62
I.4.a.ii.Cinsel Tiksinme Bozukluğu ..................................................66
I.4.b.Cinsel Uyarılma Bozuklukları.......................................................67
I.4.b.i.Kadında Cinsel Uyarılma Bozukluğu .....................................68
I.4.b.ii.Erkekte Erektil Bozukluk......................................................69
I.4.c.Orgazm Bozuklukları....................................................................72
I.4.c.i.Kadında Orgazm Bozukluğu ..................................................72
I.4.c.ii.Erkekte Orgazm Bozukluğu ..................................................75
I.4.c.iii.Premature Ejakülasyon (Erken Boşalma) .............................78
I.4.d.Cinsel Ağrı Bozuklukları ..............................................................81
I.4.d.i.Disparoni (Ağrılı Cinsel İlişki)...............................................81
I.4.d.ii.Vajinismus............................................................................83
I.4.e.Genel Tıbbi Duruma Bağlı Cinsel İşlev Bozuklukları ...................87
I.4.f.Madde Kullanımının Yol Açtığı Cinsel İşlev Bozukluğu ...............88
I.5.a.
Öfke ve Cinsel İşlev Bozuklukları....................................................89
I.5.b.
Kişilerarası İletişim Tarzı ve Cinsel İşlev Bozuklukları....................90
I.5.c.
Kişilerarası İlişkiler, Kendilik Algısı, Öfke ve Cinsel İşlev
Bozuklukları ..................................................................................................94
I.6.
Araştırmanın Amacı ve Cevap Aranan Sorular.................................98
BÖLÜM II............................................................................................................101
YÖNTEM.........................................................................................................101
II.1.
Örneklem.......................................................................................101
II.2.
Kullanılan Ölçme Araçları .............................................................105
II.2.a.“Kişisel Bilgi Formu”................................................................106
II.2.b.“Kişilerarası İletişim Tarzı Ölçeği” ...........................................109
II.2.c.“Sosyal Karşılaştırma Ölçeği” ...................................................111
II.2.d.”Çok Boyutlu Öfke Ölçeği”.......................................................112
II.2.e.“Kısa Semptom Envanteri”........................................................114
II.2.f.“Golombok-Rust Cinsel Doyum Ölçeği”....................................116
II.3.
İşlem..............................................................................................118
i
BÖLÜM III..................................................................................................121
BULGULAR ....................................................................................................121
III.1.
Kişilerarası İletişim Tarzı, Öfke, Benlik Algısı ve Genel Psikolojik
Belirtiler (KSE) Üzerinde Grup, Cinsiyet ve Yaşın Temel ve Ortak Etkileri .122
III.2.
Kadınlarda ve Erkeklerde GRCDÖ Üzerinde Grup, Yaş ve Eğitimin
Temel ve Ortak Etkileri................................................................................126
III.3.
Cinsel İşlev Bozukluğu Olan ve Cinsel İşlev Bozukluğu Olmayan
Grupların Karşılaştırılması ...........................................................................128
III.4.
Cinsel İşlev Bozukluğunu ve Cinsel Yaşam Kalitesini Yordayan
Değişkenler ..................................................................................................134
III.5.
Cinsel İşlev Bozuklukları ile Kişilerarası İletişim Tarzı, Öfke ve
Benlik Algısı Arasındaki İlişkiler .................................................................141
BÖLÜM IV ..........................................................................................................152
TARTIŞMA......................................................................................................152
IV.1.
Sınırlılıklar ....................................................................................170
IV.2.
Sonuç ve Öneriler ..........................................................................171
KAYNAKLAR.....................................................................................................175
ÖZET ...................................................................................................................191
ABSTRACT .........................................................................................................193
EKLER.................................................................................................................195
ii
TABLOLAR
Şekil 1. Kadında cinsel yanıt döngüsü .....................................................................54
Şekil 2. Erkekte cinsel yanıt döngüsü ......................................................................54
Tablo I.1 Cinsel yanıt döngüsünde her bir evreye karşılık gelen klinik sendromlar..56
Tablo I.2. Cinsel işlev bozukluklarının etyolojisinde psikolojik faktörler ................60
Tablo II. 1. Örneklemin Demografik Özellikleri....................................................104
Tablo II. 2. Cinsel İşlev Bozukluğu Tanıları ve Başlangıç Tiplerinin Oranları .......105
Tablo II.3. Kişisel Bilgi Formu Sorularının Ortalama ve Standart Sapma Verileri .109
Tablo III. 1. Kişilerarası iletişim tarzı düzeyi üzerinde grup, cinsiyet ve yaşın temel
ve ortak etkileri.....................................................................................................122
Tablo III. 2. Öfke düzeyi üzerinde grup, cinsiyet ve yaşın temel ve ortak etkileri ..123
Tablo III. 3. Genel psikolojik belirtiler (KSE) düzeyi üzerinde grup, cinsiyet ve yaşın
temel ve ortak etkileri ...........................................................................................123
Tablo III. 4. Benlik algısı düzeyi üzerinde grup, cinsiyet ve yaşın temel ve ortak
etkileri ..................................................................................................................124
Grafik III.1 Kadınlarda yaşın etkisi .......................................................................125
Grafik III.2. 18-30 yaş grupta cinsiyetler arasındaki farklılık.................................126
Tablo III. 5. Kadın grupta cinsel işlev bozuklukları (GRCDÖ) düzeyi üzerinde grup,
yaş ve eğitim düzeyinin temel ve ortak etkileri......................................................127
Tablo III. 6. Erkek grupta cinsel işlev bozuklukları (GRCDÖ) düzeyi üzerinde grup,
yaş ve eğitim düzeyinin temel ve ortak etkileri......................................................127
Tablo III.7. Cinsel işlev bozukluğu olan ve cinsel işlev bozukluğu olmayan grupların
öfke, kişilerarası iletişim tarzı, benlik algısı, genel psikolojik belirtiler (KSE),
yaşamdan doyum almama ve kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik
değişkenleri açısından karşılaştırılması .................................................................129
Tablo III.8. Cinsel işlev bozukluğu olan ve olmayan kadınların ve erkeklerin
Golombok Rust Cinsel Doyum Ölçeği puanları açısından karşılaştırılması............132
Tablo III.9. Cinsel İşlev Bozukluğu Olan ve Olmayan Kadınlarda ve Erkeklerde
Golombok Rust Cinsel Doyum Ölçeği’nden alınan puanları yordayan değişkenler136
Tablo III.10 Kadınlarda Cinsel İşlev Bozuklukları ile Öfke Değişkenleri arasındaki
ilişkiler .................................................................................................................142
Tablo III.11 Kadınlarda Cinsel İşlev Bozuklukları ile Benlik Algısı Değişkenleri
Arasındaki İlişkiler ...............................................................................................143
Tablo III.12 Kadınlarda Cinsel İşlev Bozuklukları ile Kişilerarası İletişim Tarzı
Değişkenleri Arasındaki İlişkiler ...........................................................................144
Tablo III.13 Erkeklerde Cinsel İşlev Bozuklukları ile Öfke Değişkenleri arasındaki
ilişkiler .................................................................................................................146
Tablo III.14 Erkeklerde Cinsel İşlev Bozuklukları ile Benlik Algısı Değişkenleri
arasındaki ilişkiler.................................................................................................148
Tablo III.15 Erkeklerde Cinsel İşlev Bozuklukları ile Kişilerarası İletişim Tarzı
Değişkenleri arasındaki ilişkiler ............................................................................149
iii
EKLER
Ek 1. Veri Toplama Araçları .................................................................................195
Ek 2. Psikiyatrist Hasta Değerlendirme Formu ......................................................213
Ek 3. Psikiyatrist Bilgi Formu ...............................................................................214
Ek 4. Araştırma Değişkenleri Arasındaki İlişkiler .................................................215
iv
BÖLÜM I
GİRİŞ
Doğası gereği toplumsal bir varlık olan insan, ilişkiler ağı içinde doğar, yaşar
ve ölür. İnsan yaşamı boyunca anne, baba-çocuk, arkadaş, komşu ve iş arkadaşı gibi
çeşitli ilişkiler kurar. Ancak hepsinin ortak yönü, bu ilişkilerde kişilerin birbirlerini
etkilemeleri ve birbirlerinden etkilenmeleridir (Hortaçsu, 2003). Saymaz (2003)
kişilerarası ilişkileri, genel anlamıyla bireylerin diğer kişilerle olan ilişkilerinde
yaşadıkları duygu, düşünme ve davranış stilleri olarak tanımlamaktadır. İlişkiler,
kişilerin özelliklerinden, etkileşim özelliklerinden, içinde yaşanılan toplumdan ve
fiziksel ortamdan etkilenmektedir. Ayrıca ilişkiler kişilerin ne sıklıkla görüştükleri,
aralarında var olan duygusal yakınlık, karşılıklı bağımlılık, toplumsal rolleri içermesi
gibi özellikler açısından farklılık göstermektedir (Hortaçsu, 2003). Bunların yanısıra
ilişkiler, birbirlerinden kişilerde uyandırdıkları duygular, kişinin ilişkiye dair
düşünceleri ve anıları, ilişkinin niteliğinin kişinin sonraki yaşam ve uyumuna etkileri
yönünden de farklılaşmaktadır. Kişilerin ihtiyaçlarını karşılama yönünden önemli bir
işleve sahip olan ilişkilerin kapsamı ilişkiden ilişkiye farklılık göstermektedir.
İlişkilerin sözkonusu işlevsel yönlerine yönelik çeşitli çalışmalar yapılmıştır ve
bunların büyük çoğunluğu ilişkilerin kişilere sağladığı olumlu katkılarına
odaklanmıştır (Hortaçsu, 2003). İlişkilerin işlevleri yaşamın farklı evrelerinde
değişiklik gösterebilmektedir. Örneğin Erikson’a göre, ergenlik evresinde kimlik
oluşturma, kendini anlama ve geliştirme önem kazanmaktadır ve görüş ve
düşüncelerin paylaşılmasına, kimliğin oluşturulmasına önemli katkılar sağlamaktadır
5
(Akt., Hortaçsu, 2003). İlişkilerin işlevleri üzerine yapılan çalışmalara göre ilişkilerin
olumlu işlevleri arasında; bağlılık (sevgi, güven, sırdaşlık gibi), dostluk (hoş vakit
geçirme, düşüncelerin paylaşımı gibi), yardım, zararlı davranışların engellenmesi ve
toplumsal konumun gerektirdiği davranışların geliştirilmesi ve sürdürülmesi yer
almaktadır (Hortaçsu, 2003). Bunların yanısıra bir diğer kişi ile ilişki kurmak, kişinin
yalnızlık duygusunun azalmasına, zihinsel süreçlerinin devamlı olarak uyarılmasına
ve zenginleşmesine, kişinin kendisi hakkında daha çok bilgi edinmesine yardımcı
olmaktadır. İlişkiler kişinin benlik saygısını (self-esteem) ve kendilik değerini
artırmaktadır. Sonuç olarak ilişkilerin olumlu işlevleri, kişilerin zor durumlara olan
direncini arttırmakta ve daha mutlu olmalarına, kendilerine zarar verecek
davranışlardan kaçınmalarına olanak tanımaktadır (DeVito, 2002). Bunun yanı sıra
zarar veren yardım (istenmeyen ya da kişiden gelen aşırı düzeydeki yardım gibi),
istenmeyen dostluk (özel yaşama müdahale, eleştiri gibi), sağlığa ve toplumsal
kurallara zarar verici davranışların edinilmesi ve sürdürülmesi ise olumsuz işlevler
arasında yer almaktadır. Olumsuz işlevler ise kişiyi mutsuz etmekte, gerilime
sokmakta ve kendisine zarar verebilecek davranışlarda bulunmasına neden
olabilmektedir (Hortaçsu, 2003).
Kişilerarası ilişkilerin altı aşaması bulunmaktadır. Bu altı aşama görüşme
(contact), bağlılık/ilgi (involvement), samimiyet (intimacy), bozulma/gerileme
(deterioration),
düzelme/iyileşme/onarma
(repair)
ve
çözülme/sona
erme
(dissolution)’dir. Her ilişki görüşme aşaması ile başlamaktadır ve bu aşamada ilk
olarak algısal bir ilişki kurulur, yani iki taraf birbirini görür, duyar. Daha sonra
yüzeysel ve şahsi olmayan etkileşimsel bir görüşme gerçekleşir. Bu aşamada fiziksel
görünümün, sözel ve sözel olmayan davranışların, arkadaşlık, canayakınlık, açıklık
6
gibi özelliklerin büyük bir önemi bulunmaktadır. Bağlılık aşamasında karşılıklı ilişki
gelişir, ilerler ve iki taraf birbiri hakkında daha çok şey öğrenmeye çalışır.
Samimiyet aşamasında taraflar ilişkiyi tam olarak oluştururlar. Birçok ilişki
samimiyet aşamasında kalabildiği gibi bazı ilişkiler de gerileme/bozulma aşamasına
girmekte ve taraflar arasında bağlar zayıflamaya başlamaktadır. İlişkiler çok çeşitli
nedenlerle bozulmaya, gerilemeye başlar. İki kişinin biraraya gelmesini sağlayan
nedenler devam etmedikçe ya da değişmeye başladıkça ilişkiler de bozulmaya başlar.
Sonuç olarak, yalnızlık duygusunun azalmasında, kişinin kendilik bilgisini ve
özsaygısını arttıran, hoş duygular veren ve acıları azaltan ilişki bu işlevleri yerine
getirmemeye başlar. Blumstein ve Schwartz (1983), ilişkilerin bozulmasına neden
olan
diğer
faktörlerin
üçüncü
bir
kişinin
ilişkiye
dahil
olması,
cinsel
memnuniyetsizlikler, iş ile ilgili memnuniyetsizlikler ya da ekonomik, maddi
sorunlar olduğunu öne sürmüşlerdir (Akt., DeVito, 2002). Bozulmanın ilk aşaması
kişinin kendi içinde yaşadığı memnuniyetsizliklerdir ve kişi bu ilişkinin önceden
düşündüğü gibi kendisi için o kadar da önemli olmadığını düşünmeye başlar. Bu
süreç ilerledikçe, devam ettikçe ikinci aşamaya kişilerarası bozulmaya yani
memnuniyetsizliğin eşler arasında tartışılmasına geçilir. Bu bozulma aşamasında
kişilerarası iletişim de önemli bir düzeyde değişir. Aslında bu örüntüler kısmen
ilişkideki bozulmaya karşı verilen tepkidir, yani ilişkideki bozulmaya bağlı olarak
kişi hissettiklerine göre iletişim kurmaktadır. Buna karşın nasıl bir iletişim kurduğu
(ya da iletişim kurmakta başarısızlığa uğradığı) ilişkinin geleceğini, akıbetini
etkilemektedir. Bozulma aşamasında taraflar daha az konuşmaya ve dinlemeye, daha
fazla uzaklaşmaya ve kendilerini daha az ortaya koymaya başlar.
7
Sosyal bir varlık olan insanın yaşamında büyük bir öneme sahip olan
iletişimin kişilerarası ilişkilerde önemi açıkça görülmektedir. İletişim, gündelik
yaşamın kaçınılmaz bir parçasıdır ve iki sistem arasındaki karşılıklı bilgi alışverişi
olarak tanımlanmaktadır (Dökmen, 1994). McQuail (1975)’e göre her sosyal
etkileşim, iletişimi zorunlu kılmaktadır ve herhangi bir sosyal süreç, iletişimsel
sürecin varlığını doğurmaktadır (Akt., Hartley, 1993). Bunun dışında iletişimi
açıklamak için birçok tanım yapılmıştır, ancak vurgulanan esas unsur, bireyin diğer
kişiler ile olan her türlü etkileşiminde iletişimin yer almasıdır. Dolayısı ile kişinin
yaşamdan aldığı zevk ve mutluluk kişinin hem diğer insanlarla kurduğu ilişkilere
hem de bu kişilerarası ilişkiler bağlamında oluşturduğu iletişim becerilerine bağlı
olarak değişmektedir (Matthews, 1993).
İletişimi açıklamak için yapılan tanımlar gibi kişilerarası iletişimi açıklamak
için de birçok tanım yapılmıştır. Kişilerarası iletişimi anlamanın en iyi yollarından
birisi içerdiği öğeleri incelemektir. Bu öğeler; yüz yüze olmak, ilişkideki roller, iki
yönlülük, anlam, amaçlılık, süreç ve zamandır (Hartley, 1993). Kişilerarası
iletişim iki kişi arasındadır ve yüz yüze gerçekleşmektedir. Bu iki kişinin rolleri ve
bir diğeri ile olan ilişkisi, değişiklik göstermektedir. John Stewart (1975)’a göre
kişilerarası iletişim roller, stereotipiler ya da kullandığımız maskeler arasında değil,
kişiler arasında gerçekleşmektedir. Ona göre kişilerarası iletişim, birbirini tanıyan,
bilen ve bir diğerinin birey olarak var oluşunun farkında olan iki kişi arasındaki
iletişimdir. Dürüstlüğün, kişisel duygu ve düşüncelerin açıklıkla paylaşıldığı,
karşılıklı ilgi ve alakanın gösterildiği iletişimlerdir (Akt., Hartley, 1993). Ayrıca
kişilerarası iletişim, iletişim tanımlarında yer aldığı gibi mesajın doğrusal bir biçimde
alıcıya ulaştığı bir iletişim biçimi olmayıp, aksine iki yönlü bir akışı barındıran bir
8
iletişimdir. Bu tür iletişimde sadece mesajın aktarımı değil, özellikle anlamın
yaratılması ve paylaşılması söz konusudur. Kişilerarası iletişim, amaçlı bir şekilde
gerçekleşen, belli olay akışlarından ziyade, devam eden bir süreci olan ve zaman
içerisinde belli bir birikimi barındıran bir iletişimdir (Hartley, 1993). Bunların yanı
sıra kişilerarası ilişkilerde önemli olan bazı unsurlardan biri, sosyal benliklerimizi
etkileyen sosyal durumun özellikleridir. Diğer bir unsur da sosyal algımızın, yani
kendimizi nasıl gördüğümüzün (kendimize olan güvenimizin, saygımızın vb.)
diğerlerini nasıl gördüğümüzü etkilemesi, bilişsel ve zihinsel süreçlerimizin,
davranışlarımıza ve iletişimimize olan etkisidir. Kişilerarası iletişimin bu
bileşenlerinin yanı sıra, bireyin kişilerarası becerilerinin de iletişimde önemi
bulunmaktadır. Bu beceriler; sözsüz iletişim, geribildirimde bulunma, soru sorma,
yansıtma, iletişimi başlatma ve bitirme, dinleme ve kendini açmadır (Hartley, 1993).
Bu bileşenlerin her biri, her duruma uygun olmasa da bireyin farklı ortam ve
durumlarda uygun davranışı ve duruşu sergilemesi, bireyin iletişim becerilerini
ortaya koymaktadır. Gordon (1970), “eleştiri, etiketleme, analiz etme, niyetli
övme, emretme, tehdit etme, ahlak bekçiliği, uygunsuz soru sorma, öğüt verme,
konuyu değiştirme, mantık boyutuna çekme, teselli etme” olmak üzere 12 iletişim
engeli tanımlamıştır. Kişinin bu iletişim engellerini sıklıkla kullanması yani belirli
bir kişilerarası iletişim tarzı oluşturması, kişinin kişilerarası ilişkilerinde kalıcı
zararlar oluşmasına neden olabilmektedir (Bolton, 1986). Ayrıca, bireyin özsaygısını
etkileyebilmekte, kişiyi savunmacı davranmaya, dirençli olmaya ya da kızgın ve
öfkeli olmaya itebilmektedir. Bunlara ek olarak iletişim engelleri, kişinin yalnızlık
hissetmesine, aile problemleri, mesleki yetersizlik, stres ve fiziksel hastalıklar
yaşamasına etkide bulunabilmektedir (Bolton, 1986).
9
Buraya kadar toplumsal bir varlık olan insanın, ilişkiler ağı içinde doğup
yaşadığı ve öldüğü belirtilirken, kişinin kişisel özelliklerinin, benliğinin ve iletişim
tarzlarının da bu ilişkiler içerisinde oluştuğuna ve özellikle iletişim alanında
yaşanılan sorunların tüm yaşamı etkileyebilen sonuçlarının olabileceğine bi giriş
yapılmıştır. Ancak sözkonusu kişilerarası ilişkilerin bireyin kişiliğinin, özsaygısının
oluşumunda ve yaşayabileceği psikolojik sorunların ortaya çıkışında nasıl bir rol
oynadığı ise aşağıdaki bölümlerde ele alınacaktır. Bu çerçevede öncelikle kişilerarası
kuramlara yönelik kuramlara yer verilirken daha sonra sırayla kişilerarası ilişkiler ve
kendilik algısı, kişilerarası bir duygu olan öfke, kişilerarası iletişim tarzı ve kendilik
algısı, cinsel işlev bozuklukları, öfke ve cinsel işlev bozuklukları, kişilerarası iletişim
tarzı ve cinsel işlev bozuklukları konularına değinilecektir.
I.1. Kişilerarası İlişkilere Yönelik Kuramlar
I.1.a. Kişilerarası Kuram
Kişilerarası ilişkilere yönelik ilk kuramsal girişim Freud ve ardından gelen
psikanalitik kuramcılar ile başlamıştır. Baldwin (1992), Freud’un depresyonun
oluşumunda ilişkilerin içselleştirilmesine ve obje kaybı olgusuna değinerek ilk defa
kişilerarası ilişkilere vurgu yaptığını ifade etmektedir (Akt., Boyacıoğlu, 1994). Daha
sonraki süreçte kişilerarası ilişkiler nesne ilişkileri olarak kavramsallaştırılmış ve
kişiliğin gelişimi ile psikopatolojinin oluşumunda kişilerarası ilişkilerin önemine
vurgu yapılmıştır. Kernberg (1976) içselleştirilen nesne ilişkilerinde insan, benlik ve
benliğin diğerleri ile etkileşim imgesi olmak üzere üç boyutuna vurgu yaparken;
Mahler ve arkadaşları (1975) nesne ilişkilerinin bireydeki güvenlik, korunma, bakım
duygularının devam etmesi açısından önemli olduğuna değinmiştir (Akt.,
Boyacıoğlu, 1994). Baldwin (1992)’in de belirttiği gibi bu kuramcıların özellikle
10
vurgu yaptıkları konu, önemli diğerleri ya da nesnelerle olan ilişkilerin kişiliğin ve
psikopatolojilerin oluşumunda belirleyici olduklarıdır. Nesne ilişkileri ile ilgili
yapılan yeni çalışmalar da benlik yaşantısının diğerleri ile olan ilişkide oluştuğunu ve
benlik duygusunun önemli diğerleri ile güvenli ilişkide olma isteği ile biçimlendiğini
göstermektedir (Akt., Boyacıoğlu, 1994). Kişilerarası ilişkilerin kuramsallaşması ile
ilgili ilk çalışmalar Sullivan tarafından gerçekleştirilmiştir (Boyacıoğlu, 1994).
Sullivan psikanaliz alanında diğer kuramcılardan farklı bir duruşa sahiptir. Çünkü
psikanalitik bakış açısına sosyolojik ve antropolojik bakış açılarını da dahil ederek,
şimdiki sosyal psikiyatri olarak adlandırılan ve psikiyatri alanına sosyal bilimlerin
dahil edilmesine olanak tanıyan farklı bir yaklaşım sağlamıştır. Sullivan, kişilerarası
psikiyatrinin kavram ve fikirlerini, ilk olarak şizofreni hastaları ile çalışırken
üretmeye başlamıştır. Sullivan’ın insan kavramının temelinde, insanın sosyal bir
varlık olduğu yatmaktadır. Bu yönü ile Freud’cu yaklaşımdan ayrılmasının yanısıra
Sullivan, Kraepelin’ci psikiyatriyi de tanı kriterleri ve semptomlara verdiği önem
açısından eleştirmiştir. Bu tarz bir bakış açısının, tanının ötesinde bir değerlendirme
yapmayı önleyebileceğini ve bireyi sosyal çevresi ile bir bütün olarak görmeye engel
olabileceğini öne sürmüştür. Sullivan’ın yaklaşımı, şimdiki ve geçmişteki kaygılar,
güvensizlik ve kaçınma deneyimleri aracılığı ile şekillenen, uygun olmayan ilişki
örüntülerini değiştirmek amacıyla, kişilerarası ilişkiye odaklanmaktadır (Evans,
1996). Kişilerarası ilişkilerde, özellikle davranışları ve ilişkiler içinde geliştirilen
tepkileri vurgulamıştır. Sullivan (1953), kendinden önceki kuramcılardan farklı
olarak kişiliğin, kişilerarası ilişkilerin bir örüntüsü olduğunu, kişilerarası ilişkilerden
arındırılamayacak bir bütünlük olduğunu ve bireylerin diğer insanlarla ilişki dışında
var olamayacaklarını vurgulamıştır. Sullivan, davranış bozukluklarının insanlar arası
11
ilişkilerden kaynaklandığını ve dolayısı ile tedavisinin de insan ilişkileri ile mümkün
olabileceğini belirtmiştir. İnsan ilişkilerinin en önemli yönü olarak sözlü ya da
sözsüz iletişimi görmüştür. Dolayısı ile iletişimin, insanlararası olaylarda çözümü
oluşturabildiği gibi yanlış yorumlama veya algılamalar ile sorunları ortaya
çıkartabilen bir araç olduğunu düşünerek, çalışmalarında ilişkilere ve iletişime
odaklanmıştır (Geçtan, 2000). Sullivan’ın kuramına göre insanlararası ilişki ve
iletişimin engellenmesinde, anksiyete en önemli faktörlerden birini oluşturmaktadır.
Bu noktada Sullivan Freud’dan farklılaşmaktadır. Çünkü Freud, kaygının kişiden
kaynaklanan nedenlerine odaklanırken Sullivan, insanların değer verdiği kişilerle
yaşadıkları ilişkilere dikkat çekmiş (Burger, 2006); davranışların oluşumunda etkili
olan dinamizmler kapsamında en önemli dinamizm olarak, anksiyete sonucu oluşan
“benlik sistemi” dinamizmini tanımlamıştır. Sullivan’a göre anksiyete insan
ilişkilerinin ürünüdür. Bireyler, kayıgıyı azaltmak amacı ile önemsedikleri kişilerden
onay almak ya da onların onaylamama davranışlarını aza indirmek için davranışlarını
şekillendirmeyi, uyarlamayı ve duruma uyumlu hale getirmeyi öğrenirler. Bazı
davranış biçimlerini onaylayan ve bazılarını ise yasaklayan benlik sistemi bu şekilde
oluşmaktadır (Sullivan, 1953; Geçtan, 2000).
Sullivan (1953) prototaksik, parataksik ve sintaksik olarak üç şekilde ortaya
çıkan ‘psikolojik süreçler’i tanımlamıştır. Prototaksik yaşantı, yaşamın ilk yıllarında
oluşan ve daha sonraki parataksik ve sintaksik süreçler için gerekli olan ve zihinde
geçici olarak ortaya çıkan, anlık imge ve duygulardır. Bu duygular arasında bir
bağlantı bulunmamaktadır. Parataksik düşünce ise, aralarında mantıksal bir ilişki
bulunmayan ancak aynı anda ortaya çıkan iki olay arasında nedensel bir bağlantı
kurma eğilimi olarak tanımlanmaktadır. Sullivan düşüncelerimizin birçoğunun
12
parataksik nitelikte olduğunu öne sürmüştür. Sintaksik ise sözcükler, rakamlar gibi,
bir grup tarafından geçerliği ortaklaşa kabul edilmiş simgeleri içeren en gelişmiş
düşünce biçimidir (Geçtan, 2000).
Sullivan kişilik alanı içerisinde etkinlik gösteren süreçler arasında, dinamizm
ve psikolojik süreçlerin yanısıra kişileştirmeleri (personifikasyon) tanımlamıştır.
Kişileştirmeler, kişinin kendisine ya da bir diğer insana ilişkin olarak geliştirdiği
imgelerdir ve ihtiyaçların karşılanması ya da anksiyeteli durumlar karşısında oluşan
duygu, tutum ve kavramları içeren bir karmaşadır (Geçtan, 2000). Kişileştirmeler,
öncelikle, daha izole kişilerarası ilişkilerde oluşmaktadır. Ancak bir kere oluştuktan
sonra, diğer insanlara ilişkin tutumlarda kalıcı ve etkileyici olmaktadır. Bu kavram
Sullivan tarfaından ‘iyi ben’ ve ‘kötü ben’ olarak ikiye ayrılarak daha da
belirginleştirilmiştir. ‘İyi ben’ ödülleyici özelliğe sahip kişilerarası deneyimlerle,
‘kötü ben’ ise kaygı verici kişilerarası yaşantılarla gelişmektedir (Boyacıoğlu, 1994).
Sullivan’a göre normaldışı davranışlar, gelişim aşamaları süresince ortaya çıkan
olumsuz yaşantılar sonucunda, kişinin kendisine ve diğerlerine ilişkin yetersiz ve
yanlış kişileştirmeler geliştirmesinden kaynaklanmaktadır. Kişi diğer insanları
nitelendirirken, kendine ilişkin kişileştirmelerinin etkisinde kaldığı için, diğerlerini
de kendisini değerlendirdiği şekilde değerlendirmekte, dolayısı ile kendine dair
geliştirmiş olduğu yetersiz ve yanlış kişileştirmeler, kişinin diğerlerine yönelik de
yanılgılı algılamalarına neden olmaktadır. Bireyin, geçmişinde yaşadığı sorunlu
yaşantılar sonucu kendine ilişkin geliştirdiği olumsuz görüşler, bu sorun üzerinde
etkin bir şekilde düşünebilmesini, olayları doğru algılamasını ve uygun davranışları
sergilemesini engellemekte ve anksiyete düzeyini arttırmaktadır. Sonuç olarak kişi
kendisini içinden çıkılmaz bir hal içerisinde hissetmekte ve bir kısırdöngüde sıkışmış
13
bir halde bulmaktadır. Ancak kişinin bu olumsuz yaşantılarına bağlı olarak
geliştirdiği kişileştirmeler, genellikle mal edildikleri kişilerin gerçek niteliklerini
yansıtmamakta, kişinin hem çevresini hem de kendisini yanlış değerlendirmesine ve
dolayısı ile ilişkilerinin bozulmasına neden olabilmektedir (Geçtan, 2000).
Sullivan insan davranışlarının, ihtiyaçlarını doyurma ve güvenlik amaçlarına
hizmet etmek için şekillendiğini, dolayısı ile tüm davranışların, bu ihtiyaçların
yoğunluğunu azaltmak ya da anksiyeteden kaçınmak için gerçekleştirildiğini öne
sürmüştür. Bireyin fiziksel ihtiyaçları, sevgi ihtiyacı, güvenlik ihtiyacı, yakınlık
ihtiyacı gibi ihtiyaçlarının giderilmesi, bir diğer insana bağımlıdır ve doyum sağlama
insanlararası ilişkiler ile gerçekleşmektedir. İnsan, bu sözü edilen fizyolojik ve
duygusal ihtiyaçlarının karşılanmasında başkalarına bağımlı olmasının yanısıra,
yaşadığı her olaydan ve ilişkilerinden etkilenmekte ve davranışları, ilişkilerinin
içeriği tarafından belirlenmektedir (Geçtan, 2000).
Sullivan normal dışı davranışı, benlik sisteminde oluşan bozuklukların
yanısıra, bu bozuklukların oluşmasında önemli bir etken olarak gördüğü anksiyete
kavramı çerçevesinde, “anksiyeteye neden olan etmenler” ve “anksiyetenin yarattığı
sonuçlar” olmak üzere iki şekilde açıklamıştır. Bu bağlamda Sullivan, anksiyetenin
oluşumuna neden olan etmenler arasında ilk sırada, kişinin yetişmesinde etkili olan
ilişkileri, yani ebeveynleri, öğretmenleri gibi yetişkinlerle ve yaşıtları ile kurduğu
ilişkileri görmüştür. Anksiyetenin empati yolu ile öğrenildiğini vurgulamıştır. Bu
nedenle de çevredeki kişiler ve iletişim çok önemlidir (Geçtan, 2000; Altıntaş ve
Gültekin, 2005). Çocuğun yakın çevresinde anksiyeteli insanların varlığı, çocuğun da
anksiyete hissetmesine, korku duygusunun yerleşmesine ve güvensizlik duyguları
14
yaşamasına neden olmakta ve çocuk üzerinde yıkıcı etkiler yaratmaktadır (Sullivan,
1953). Anksiyetenin oluşumu ile kişinin davranışları da etkilendiğinden, etkin tepki
biçimlerinin geliştirilmesi de engellenmektedir. Anksiyetenin yoğunluğuna bağlı
olarak, davranışlar kısıtlanır, algılama ve dikkat bozuklukları görülmeye başlar.
Birey bu anksiyete durumundan kaçmaya, uzaklaşmaya çalışır ya da çevresinden ya
da iç dünyasından kaynaklanan ve anksiyete yaratan bu durumları algılamamaya, yok
saymaya ya da çarpıtmaya çalışarak, iki farklı savunma tepkisinden birini verebilir.
Anksiyete yaratan durum ya da koşuldan fiziksel olarak kaçınmanın mümkün
olmadığı durumlarda, kişi
davranışlarını haklı gösterecek nedenler bulmaya,
kendisini cezalandırabilecek durumdaki kişileri ikna etmeye, kendisini olduğundan
farklı göstermeye çalıştığı savunma yöntemlerini kullanır. Sayılan bu çeşitli savunma
biçimlerinin yanısıra Sullivan’ın daha fazla önem verdiği savunma yöntemi, bireyin
iç dünyasından ya da davranışlarından kaynaklanan anksiyeteye karşı kullandığı,
bilinç dünyasının içeriğini denetlemedir. Bu savunmalar, “seçici ilgisizlik” olarak
adlandırdığı, kişinin kendisinde anksiyete oluşturabilecek düşünce ve duyguları
seçici bir biçimde bilinç dünyasından uzak tutması şeklinde; ya da “yedek süreçler”
dediği, kişinin anksiyete oluşturabilecek duygusal tepkilerinin yerine, böyle tepkiler
yaratmayacak nitelikte tepkiler geliştirmesi şeklinde, iki biçimde oluşmaktadır. Bu
iki savunma yöntemini kullanarak kişi, kendisinde anksiyete yaratabilecek durumları
görmemeyi ya da duymamayı öğrenerek, böyle durumlarda zihnini başka
düşüncelerle dolduracak uğraşılar içerisine girer ve bu şekilde kendisini korumaya
çalışır. Bu durumlarda kişi obsesif düşüncelerle uğraşabilir; kendisini küçültücü
özeleştiriler yapabilir; bedensel rahatsızlıklarına ilişkin kaygılar ya da yoğun üzüntü
15
ve endişe duyguları yaşayabilir; bir süre sonra kim olduğuna dair yanlış çıkarımlar
yapmaya başlayabilir (Geçtan, 2000; Burger, 2006).
Sullivan tarafından, seçici ilgisizlik ve yedek süreçler olarak adlandırılan bu
savunma yöntemlerini herkes belirli oranlarda kullanmaktadır, ancak Ford ve Urban
(1967) tarafından da belirtildiği üzere, bu yöntemlerin çok sık bir şekilde
kullanılması, kişinin uyum sorunlarının daha çok artmasına neden olmaktadır (Akt.,
Geçtan, 2000). Bu savunma yöntemlerinin çok sık kullanılması, kişinin kaçındığı ya
da görmezden geldiği durumların sayısının artmasına, dolayısı ile kendisine doyum
sağlayabilecek birçok fırsatı değerlendirememesine ve sonuç olarak davranış kaybına
uğramasına neden olabilir. Buna ek olarak bu yöntemler, bireyin ilişkilerini olumsuz
yönde etkilediği için
çevresinden doyum alması mümkün olamayacaktır.
Anksiyeteden kaçınmak amacı ile kullandığı yedek düşünceler, yaşadığı durumları
ve diğerlerine dair düşünce ve görüşlerini yanlış algılamasına ve yorumlamasına
neden olduğundan, diğerlerine ya da durumlara ilişkin abartılı genelleme ve
önyargılar geliştirmesine ve bunlara saplanıp kalmasına neden olacaktır. Onun bu tür
davranışları, çevresi tarafından olumsuz bir şekilde değerlendireleceği için
diğerlerinde olumsuz duyguların uyanmasına
ve çevresi tarafından kabul
edilmemesine neden olacaktır (Geçtan, 2000). Bilinç düzeyinde yapılan ve ‘iyi-ben,
kötü-ben kişileştirmesi’ tanımlamalarının yanısıra, Sullivan ‘ben-değil kişileştirmesi’
tanımlaması da yapmıştır. Sullivan, yaşamın sürdürülmesinde büyük öneme sahip
olan bazı tepkilerin, kişi tarafından hayatından çıkarılmasının, yani bireyin yaşamı
boyunca bazı duygu, düşünce ya da davranışları bilinç düzeyinden uzak tutmasının,
kişiliğin çözülmesine kadar varabilecek ağır sonuçlar doğurabileceğini öne
sürmüştür. Sullivan’a göre kişi, ben-değil kişileştirmelerini uyurken ya da şizofren
16
olduğunda fark eder ve yaşar. Bu çözüştürme kavramı Freud’un bastırma kavramı ile
benzerlik göstermektedir (Geçtan, 2000; Burger, 2006). Bunlara ek olarak Sullivan
(1953), seçici ilgisizliğin ve yedek süreçlerin bireyin doğuştan getirdiği eğilimler
olduğunu düşünmüş ve bunların nasıl uygulanacağının çevresel etmenler tarafından
belirlendiğini ifade etmiştir.
Bunların yanısıra Sullivan (1953), kişilerarası ilişkilerde ihtiyaçların
doyurulması gereksiniminin ‘iki taraflılık’ ilkesine dayandığını belirtmiştir. Sullivan,
kişilerarası bir durumda bütünleşmenin bir süreç olduğunu ve bu süreçte
tamamlayıcılık ihtiyaçlarının çözüldüğünü (ya da daha kötüye gittiğini), iki taraflı
eylemin oluştuğunu (ya da dağıldığını) ve benzer ihtiyaçların memnun edildiğini (ya
da reddedildiğini) öne sürmüştür. İki kişi arasındaki bu süreç birleşme, yakınlaşma
(sonraki etkileşimlerin oluşması) ya da ayrılma (sonraki etkileşimlerden kaçınma) ile
sonuçlanabilmektedir. Bu süreç de ikili ya da daha büyük bir sosyal sistem içerisinde
gelişmektedir ve sonuç sadece bir tarafa bağlı olarak belirlenmemekte, iki tarafın
karşıdaki kişinin ihtiyaçlarına nasıl karşılık verdiğine bağlı olarak gelişmektedir.
Sullivan, bu iki taraflı kişilerarası ilişkiler kuralı ile herhangi bir kişilerarası
davranışın, bireyin diğer kişilerden algı ve beklentilerini doğrulayacak ya da
onaylayacak tepkiler almak amacıyla ortaya çıktığını belirtmiştir. Diğerlerinin
kendilerinden tatmin olduğu izlenimi, kişinin olumlu duygular yaşamasına olanak
tanımaktadır. Kişi onay gördükçe, benzer davranışları tekrarlamaktadır ve başarılı
kişilerarası ilişki kişinin kendine saygı ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılamaktadır.
Sullivan’ın kişilerarası ilişkiler kuramı ile ilgili olarak buraya kadar
aktarılanlar kısaca toparlanacak olunursa; Sullivan’ın özellikle kişiliğin kişilerarası
17
ilişkiler içerisinde geliştiğine ve bireylerin diğer insanların dışında varolamayacağına
vurgu yaptığı görülmektedir. Ayrıca prototaksik, parataksik ve sintaksik olarak üç
şekilde ortaya çıkan ‘psikolojik süreçler’in kişilerarası niteliklerinin olduğunu
belirtmiştir. Bu bilişsel süreçler ile kişinin kendine ve diğerlerine ilişkin imgelerinin
oluştuğunu ifade etmiş ve bunu da kişileştirmeler (personifikasyonlar) olarak
adlandırmıştır. Ona göre bu kişileştirmeler yakın ilişkilerde oluşmakta ve bir kere
oluştuğunda da diğer insanlara ilişkin tutumlarda da etkileyici ve kalıcı olmaktadır.
Ödülleyici özelliklere sahip kişilerarası ilişkilerde ‘iyi ben’ kişileştirmesinin, kaygı
verici kişilerarası ilişkilerde ise ‘kötü ben’ kişileştirmesinin geliştiğini belirtmiştir.
Kişilerarası ilişkilerde, ihtiyaçların doyurulması gereksiniminin de ‘iki taraflılık’
ilkesine dayandığını belirtmiş ve diğerlerinin onaylayıcı davranışlarının kişinin
olumlu duygular yaşamasına olanak tanıdığını, kaygının azaldığını, olumsuz
tepkilerinin ise var olan kaygılarını daha arttırdığını öne sürmüştür.
Yukarıda yapılan açıklamalar çerçevesinde görülmektedir ki Sullivan, kişinin
çocukluk döneminde kişilerarası ilişkilerinde kendine ve önemli diğerleri için belirli
algılamalar geliştirdiğini, ileri yaşlarda da kişilerarası ilişkilerdeki davranışlarını bu
algılamalar
çerçevesinde
oluşturduğunu
söylemektedir,
Olumsuz
algımalar
geliştirdiğinde ise yani kendilik algısı olumsuz olarak etkilendiğinde kaygıdan
kurtulmak için olumsuz sonuçlara yol açabilecek bazı savunma mekanizmalarını
kullanmaya başladığını öne sürmüştür.
I.1.b.
Bağlanma Kuramı
Bowlby annelerin çocuklar için neden bu kadar önemli olduğunu anlamaya
çalışırken var olan kuramların açıklamalarını yetersiz bulmasına karşın, psikanalatik
18
kuramdan, etoloji çalışmalarından, evrim kuramından ve gelişim psikolojisi
çalışmalarından yararlanmış ve bağlanma kuramının ilk temellerini oluşturmuştur
(Thompson, 1999; Cassidy, 1999). Bowlby, bir çocuğun annesine bağlanmasına
farklı bir bakış açısı getirmiş ve bunun yanısıra ayrılık, yoksunluk ve yasa bağlı
bozukluklara ilişkin de bir takım açıklamalar ortaya koymuştur. Bağlanma kuramı
(Ainsworth, 1989; Bowlby, 1969/1982), bireyin erken dönemde birincil bakıcısı ile
kurduğu ilişkinin, kişinin kendisine yönelik ve kendisi için önemli diğer insanlara
yönelik temsillerini etkileyebileceği görüşü üzerine kuruludur (Akt., İmamoğlu ve
İmamoğlu, 2007). Bireyin ilk bakım veren kişi ile kurduğu ilişki, bireyin kendini
güvende hissetmesi, ihtiyaçlarının giderilmesi, yakınlık görme gibi beklentilerini
olumlu bir şekilde karşılıyorsa, birey bakıcısı ile kurduğu ilişkiden tatmin olacak ve
kendisini sevilmeye değer ve önemli hissedecektir. Karşısındaki kişiyi de güvenilir
ve olumlu algılayacaktır. Bu algılamalar zaman içerisinde zihinsel temsiller olarak
yer edinerek bireyin sonraki ilişkilerini ve ilişkide olduğu kişilerle birlikte kendini
algılayışını da etkileyecektir (Hazan ve Shaver, 1994. Akt., Saymaz, 2003).
Ainsworth, Bowlby’nin bu kuramının genişlemesine yardımcı olmuş, kurama farklı
açıklamalar getirmiş ve bebeğin sinyallerine karşı ebeveyn duyarlılığı kavramını ve
bu duyarlılığın anne bebek arasındaki bağlanmanın gelişmesindeki rolünü ortaya
koymuştur (Akt., Bretherton, 1992).
Bowlby’e (1973) göre, sosyal çevrenin (özellikle de kişi için önemli olan
başkalarının) sergilediği tepkilerin ne derecede tutarlı ve güvenilir olarak
algılandığına ve kişinin kendisini ne ölçüde sevilmeye değer bulduğuna ilişkin
farklılaşan algılar, göreli olarak durağan bir kişilik özelliği olan bağlanma stilini
belirlemektedir. Bowlby (1969/1982), bağlanma stilinin bireyin birincil bakıcısı ile
19
tekrarlı etkileşimine ve kişinin bu erken dönemde geliştirdiği beklentilerine
dayandığını öne sürmüştür (Akt., İmamoğlu ve İmamoğlu, 2006). Bowlby (1973),
kişinin kendisine, önemli diğerlerine ve dış dünyaya ilişkin geliştirdiği bu
beklentileri, zihinsel temsilleri, ‘içsel çalışan modeller’ olarak tanımlamıştır. İçsel
çalışan modeller; benlik, bağlanma figürleri ve bağlanma ilişkileri ile ilgili edinilmiş
bilgilerdir. Rothbard ve Shaver (1994) bu zihinsel temsillerin, erken çocukluk
döneminde esnek ve değişken iken, tekrarlar ve deneyimler sonucunda sabitlenerek,
değişime dirençli hale geldiklerini belirtmişlerdir (Akt., Saymaz, 2003).
Bowlby, kendiliğe ilişkin ve diğerlerine ilişkin olmak üzere, iki tip içsel
çalışan modeli tanımlamıştır (Bartholomew ve Horowitz, 1991). Bebek-bakıcı
ilişkisinin niteliğine bağlı olarak bireyler, sevilmeye değer olduklarına ya da değersiz
olduklarına ilişkin bir benlik modeli ve insanların güvenilir, yardımsever olduklarına
ya da başkalarının güvenilmez olduğuna ilişkin bir başkaları modeli geliştirmektedir.
İçsel çalışan modellerin en önemli özelliği, bireyin diğer insanların tutumlarını
tahmin etmesi ve davranışını ona göre planlamasıdır. Çalışan modeller ile bireyler
yeni
durumlarda,
durumu
tekrar
değerlendirmeye
gerek
kalmadan,
nasıl
davranacaklarına karar vermektedirler. Araştırmacılar, bu zihinsel modellerin kişinin
beklentilerini, duygularını,
etkileyerek,
kişinin
düşüncelerini ve davranışlarını otomatik
sonraki
ilişkilerinin
gelişimini
yönlendirdiğini
olarak
öne
sürmektedirler. Dolayısı ile Bowlby’nin tanımladığı bağlanma stili, kişiye özgü olup
ilk bakıcısı ile kurduğu bu ilişki bireyin kişiliği ile özdeşleşerek, sonraki sosyal
ilişkileri için tipik temsilleri oluşturmaktadır (İmamoğlu ve İmamoğlu, 2006). Bunun
yanısıra, kişinin sadece bir bağlanma stili olabileceği varsayımına karşılık, Baldwin
ve ark. (1996), Collins ve Read (1990) gibi bazı araştırmacılar, deneyimlediklerine
20
bağlı olarak kişinin farklı kişilerarası ortamlarda, çok çeşitli zihinsel bağlanma
modelleri geliştirebileceğini öne sürmüşlerdir (Akt., İmamoğlu ve İmamoğlu, 2006).
Main (1990)’e göre, kişinin ilk bakıcısı ile arasında gelişmiş olan bağlanma stili
baskın olsa da kişi, farklı bağlanma stratejilerini öğrenebilir ya da farklı bağlanma
yönelimlerini geliştirebilmektedir (Akt., İmamoğlu ve İmamoğlu, 2006). Bunlara ek
olarak bu araştırmacılara göre, belirli bir zamanda ve belirli bir ilişkiye özgü gelişen
bağlanma stili, belirli çevresel koşullarda kişinin kişilerarası beklentilerini
etkileyebilmektedir. Sonuç olarak, bağlanma stilleri, kişinin bireysel bazı
özelliklerini etkileyebildikleri gibi, bağlanma davranışları da, belirli ilişkilerde
zihinsel modellere ya da beklentilere göre farklılaşabilmektedir (İmamoğlu ve
İmamoğlu, 2006).
Bowlby, Ainsworth ile birlikte yaptıkları çalışmalar sonucunda, çocuk ile
anne arasındaki bağlanmanın güvenli oluşunun, ileriki yakın ilişkilerinde, kendini
anlamasında ve hatta psikopatolojide önemli bir etkisinin olabileceğini öne sürmüştür
(Akt., Thompson, 1999). Bireylerin kendilerine, dünyaya ve diğerlerine dair bilişsel
değerlendirmeleri, bağlanma tarzları ile ilişkilidir. Yapılan çalışmalar güvenli
bağlanan bireylerin, güvensiz bağlanan bireylere göre daha fazla olumlu
yüklemelerde bulunduğunu, güvensiz bireylerin başkalarına güvenmekte güçlük
çektiklerini ve güvenli bağlanan bireylerin kendilerine olan güvenlerinin daha yüksek
olduğunu göstermektedir (Collins ve Read, 1990; Feeney ve Noller, 1990;
Mikulincer, 1998). Buna ek olarak, güvenli bağlanmış olan bireyler, travmatik bir
stresle
karşılaştıklarında
ciddi
ruhsal
sağlık
problemlerinden
kendilerini
koruyabilmektedirler (Bowlby, 1980).
21
Bağlanma davranışlarının devamlılığına ilişkin çalışmalar bulunmasının yanı
sıra, son dönemlerde araştırmacılar, bağlanma çalışma modeli ile yetişkinlerin sosyal
ve duygusal uyumu arasındaki ilişkiyi araştırmışlardır. Kobak ve Sceery (1988), genç
yetişkinlerin kendilerine ve diğerlerine ilişkin temsillerini incelemişler ve güvenli
bağlanan kişilerin kendilerini rahat ve diğerlerini destekleyici gördüklerini; kaçınan
bağlanan kişilerin, kendilerini rahat, ancak diğerlerini destek olmayan kişiler olarak
gördüklerini; kaygılı kaçınan bağlanan kişilerin ise kendilerini kaygılı ve diğerlerini
destekleyici gördüklerini bulmuşlardır (Akt., Bartholomew ve Horowitz, 1991).
Bowlby, kendine ve diğerlerine ilişkin iki tip çalışma modeli bulunduğunu öne
sürmüş olmasına karşın, kendilik imajı ve diğerlerinin imajını, olumlu ve olumsuz
olmak üzere iki boyutta değerlendirmiştir. Bartholomew ve Horowitz (1991) kendilik
imajını olumlu benlik-olumsuz benlik (sevgi ve desteği hakeden ve haketmeyen) ve
diğerlerinin imajını da olumlu ve olumsuz (güvenilir ve kabul edici- güvenilmez ve
reddedici) olmak üzere iki uçta değerlendirmiş ve her bağlanma stilinin, kişilerarası
problem örüntüleri ile ilişkisini incelemiştir. Buna göre korkulu bağlanan kişiler, en
çok kişilerarası problem tarifleyen kişiler olmuş ve kayıtsız bağlanan kişiler sosyal
etkileşimlerde sıcaklık ve yakınlığın azlığından şikayet etmişlerdir. Saplantılı
bağlanan kişilerin problemleri, çalışmanın hipotezlerini desteklememiş olsa da
araştırmacılar, bu kişilerin olumsuz kendilik imajlarının ve olumlu diğerlerinin
imajının,
ilişkilerinde
aşırı
sıcak
ve
pasif
olma
problemini
yansıttığını
düşünmüşlerdir (Bartholomew ve Horowitz, 1991).
Buraya kadar görüldüğü gibi Bowlby’nin bağlanma kuramında da kişilerarası
ilişkilerin ve etkili iletişimin önemi dolaylı bir biçimde de olsa vurgulanmaktadır.
22
I.1.c. Kişilerarası Döngü
Bilişsel-davranışçı yaklaşıma göre, davranışları belirleyenler, düşünceler ve
gözlenemeyen süreçlerdir ve duygular, bilişsel süreçlerin ve düşüncelerin ürünüdür.
Albert Ellis, Aaron Beck ve Donald Meichenbaum, bilişsel-davranışçı yaklaşımı
benimsemiştir ve üçü de uyumsuz davranışların nedeni olarak, bozulmuş düşünce
süreçlerinin rolüne vurgu yapmıştır (Halgin ve Whitbourne, 1993). Bilişsel
davranışçı yaklaşım Beck’in (1991) depresyon üzerindeki çalışmaları ile daha fazla
gelişme göstermiştir (Akt., Halgin ve Whitbourne, 1993). Beck, psikanalist olarak
yetişmiş ve
Freud’un depresyon kuramını desteklemek için yaptığı araştırmalar
sonucunda, depresyondaki kişilerin bilişsel süreçlerinde olumsuz, negatif bir eğilim
olduğunu fark etmiştir (Akt., Freeman ve Dattilio, 1992; Halgin ve Whitbourne,
1993). Birçok klinik gözlem ve deneysel testlerden sonra, Beck (1976) duygusal
bozuklukların bilişsel kuramını, özellikle de depresyonun bilişsel modelini
geliştirmiştir (Akt., Freeman ve Dattilio, 1992). Beck’in yaklaşımı, George Kelly’nin
bilişsel kişilik kuramı kapsamında yer almaktadır. Kelly’nin bilişsel kişilik kuramına
göre kişilik, bireyin dünyaya ve kendine bakış açılarından, bir takım kişilik
yapılarından meydana gelmektedir. Kelly’e (1955) göre bu yapılar kişinin dünyasını
düzenleyemediğinde, psikolojik bozukluklar meydana gelmeye başlamaktadır. Kelly,
düşünce süreçlerinin duygu ve davranışların belirlenmesindeki etkisine vurgu
yapmıştır (Akt., Halgin ve Whitbourne, 1993). Beck de otomatik düşüncelerin,
işlevsiz tutumların ürünü olduğunu ve tüm bozukluklarda bu olumsuz duyguların
tetiklendiğini söylemektedir. Beck, bu otomatik düşünce süreçlerini, bilişseldavranışçı kuramının merkezinde tutmaktadır (Freeman ve Dattilio, 1992).
23
Klinik psikoloji alanındaki gelişmelere bakıldığında, bilişsel süreçlere,
düşünce ve duygulara odaklanan bilişsel yaklaşımın, psikopatolojilerin açıklanması,
değerlendirilmesi ve tedavi edilmesinde çok önemli katkılarının olduğu
açıkça
görülmektedir. Özellikle depresyon ve kaygı bozukluklarında etkili bir tedavi
yöntemi olarak işlev görmüştür. Önemli düzeyde aşamalar elde edilmiş olmasına
karşın, yapılan çalışmalar bilişsel yaklaşımın belirli noktalarda tıkanıklıklar
yaşadığını göstermektedir. Klasik bilişsel yaklaşım, insan gelişimi ve kişilik
organizasyonuna ilişkin sistemli bir kuramsal çerçeve sunamamakta, bu nedenle de
katı bir şekilde kendini tekrarlayan davranış örüntülerini açıklamak ve değiştirmekte
sınırlı kalmaktadır. Bu sınırlılığı çözmeye yönelik önerilerin buluştuğu ortak nokta
bilişsel yaklaşımın nesne ilişkileri ve bağlanma kuramları ile bütünleştirilmesi
sonucunda oluşmuştur (Soygüt ve Türkçapar, 2001). Buna ek olarak Hammen de
(1992) bilişsel yaklaşımda bilişlerin yüzeysel görünümlerinin ölçümlerine fazlası ile
güvenildiğini, benlik, kişilerarası ilişkiler ve kişinin içinde yer aldığı temel inançları
ile ilişkili olan ve daha derinde yer alan bilişsel özelliklerin ölçülmediği ve bunların
gözardı edildiğini öne sürerken (Akt., Boyacıoğlu ve Savaşır, 1995), özellikle benlik
ile kişilerarası ilişkilerin önemine vurgu yapmıştır. Benzer şekilde Safran (1990)
bilişsel yaklaşımın, bilişsel boyuta fazla önem verdiğini ve bu boyutun da aslında
insan doğasına uygun olmayan bilgisayar analojisi ile açıklanmaya çalışıldığına
vurgu yaparak, psikopatolojinin açıklanması ve tedavisi sürecinde bilişsel boyutun
ele alınırken kişilerarası ilişkiler bağlamında değerlendirilmesi gerekliliğine
değinmiştir. Safran ve Segal (1990) tarafından öne sürülen bu kişilerarası yaklaşım
ile bilişsel yaklaşımın bütünleştirilmesi girişiminde bilişler, duygular ve davranışlar,
kişilerarası bağlamda gelişen ve işlev gören yapılar olarak ele alınmakta ve
24
değerlendirilmekte, böylelikle daha genişletilmiş bir bilişsel model üzerine
oturtulmaktadır. Safran’a göre kişilerarası yaklaşım ile bilişsel yaklaşımın
bütünleştirilmesi,
ekolojik yaklaşım ile bilgi işleme kuramlarının birbirleri ile
uyumlu olan sayıltılarının birleşmesi ile mümkün olacaktır.
Safran (1990) ve bazı bilişsel kuramcılara göre bilgisayarların bilgiyi işleme
süreci ile insanın bilgiyi edinme ve işleme süreçleri arasında önemli bir farklılık
bulunmaktadır. Bu farklılığı gözönünde bulundurmadığı için bilgi işleme kuramını
yetersiz görmektedirler. Bu farklılığın en temel nedeni de insanların bilgiyi işleme
sürecinin kişilerarası bağlamda gerçekleşmesidir. İnsan zihni bu bilgiyi işlerken bu
bağlamdan elde ettiği verilerden de etkilenmektedir. Yani insan sadece bilgiyi
işlememekte, aynı zamanda bilginin edinildiği bu çevre ile etkileşime girmekte ve
çevreyi değiştirmektedir, yani pasif değil aktif bir konumdadır. Salt bilgi işleme
yaklaşımı, insanın bilgi edinme ve eylemleri arasındaki doğal ilişkiyi yansıtmamakta
ve insan işlevselliği hakkında kapsamlı bir bakış açısı sağlamamaktadır. Bu nedenle
elde edilen bulguların gerçek dünyadaki durumlara genellenmesi güçleşmektedir.
Safran (1990), bilişsel ve kişilerarası yaklaşımlar arasındaki bütünleştirmenin, bilgi
işleme yaklaşımı ve ekolojik yaklaşımın birbirleri ile uyumlu sayıltılarının birleşmesi
ile mümkün olacağını düşünmüştür. Bu sayıltılar şöyledir: 1) Biliş ve eylem arasında
doğal bir bağlantı bulunmaktadır, 2) İnsan ekolojik alana ve evrime uyum yapan
biyolojik bir varlıktır, 3) Kişilerarası ilişkiyi sürdürmek için programlanmış bir
eğilim bulunmaktadır (Akt., Boyacıoğlu ve Savaşır, 1995).
Son yıllarda psikopatoloji ve psikoterapinin bilişsel modellerinde şema
kavramı, merkezi bir kavramsal yapıyı oluşturmaktadır. Şema, ‘genel bilişsel temsil’
olarak
tanımlanmaktadır
ve
bu
bilgi
yapısı,
bilgi
işleme
ve
eylemin
25
gerçekleştirilmesini yönlendirmektedir. Bilişsel terapistler tarafından en çok ilgiyi
çeken şematik yapı, benlik şemasıdır. Benlik şeması kavramının en genel kullanımı
sosyal bilişsel alanda yapılan çalışmalardan elde edilmiştir. Buna göre, benlik
şemaları “geçmiş deneyimlerden elde edilen, sosyal deneyim içerisinde benlik ile
ilişkili bilginin işlenmesini yönlendiren ve düzenleyen, benlik hakkındaki bilişsel
genellemeler” olarak tanımlanmaktadır (Markus, 1977).
Benlik şeması kavramının diğer bir genel kullanımı, daha klinik bir
gelenekten gelmektedir. Bu görüşe göre benlik şeması, benlik değeri olasılığı (selfworth contingency) olarak kavramsallaştırılmaktadır. Beck ve arkadaşları bu görüşü
benimsemişlerdir ve şemayı, benliğin değerlendirilmesi sürecini yönlendiren gizli,
örtük bir kural (tacit-rule) olarak görmektedirler. Markus (1983) ve Markus ve
Nurius (1986), benlik şeması kavramının “olası/muhtemel benlikler” (possible
selves) fikri çerçevesinde genişletilmesi gerekliliğini öne sürmüşlerdir (Akt., Safran,
1990). Markus (1983) olası/muhtemel benlikler, kişinin ne olabileceği, ne olmayı
istediği ve ne olmaktan korktuğuna dair düşünceleri olarak tanımlanmaktadır.
Markus ve Nurius (1986) benlik şeması kavramının genişletilmesinin kişinin
davranışlarını kontrol etmede, değerlendirmede ve yönlendirmede kurallar,
standartlar ve stratejiler gibi çok farklı benlik bilgisi bileşenlerinin incelenmesi için
bir gerekçe oluşturduğunu öne sürmüşlerdir (Akt., Safran, 1990).
Safran’a (1990) göre benlik, kişilerarası bağlamda gelişmekte olup benlik
bilgisi, kişilerarası olayların bilişsel temsilini içermektedir. Bu kişilerarası
yaklaşımda, insanın diğerleri ile etkileşimlerini devam ettirme eğilimine önem
verilmektedir ve bu eğilimin hayatta kalmada önemli bir rolünün olduğu sayıltısına
dayandırılmaktadır (Boyacıoğlu ve Savaşır, 1995). Safran ve Segal (1990),
26
Bowlby’nin (1973) insan varlığının içsel çalışan modellerinin, bağlanma davranışı ve
ikili kişilerarası etkileşimlerde geliştiği varsayımından yola çıkmaktadırlar (Akt.,
Boyacıoğlu ve Savaşır, 1995). Bu tip bir modelin de kişilerarası şema olarak
kavramsallaştırılabileceğini belirterek, bu tip şemaların bağlanma figürleri ile
gerçekleşen etkileşimler temelinde oluştuğunu ve kişinin bu şemalar yolu ile
etkileşimlerini yordama olanağı bulduğunu öne sürmüşlerdir. Ne tek başına benlik ne
de tek başına diğerleri olmadığı için bu şemalar, benlik ve diğerlerinin genel
temsilini oluşturmaktadır ve aralarında bir etkileşim bulunmaktadır. Dolayısı ile
Bretherton (1985), bir kişinin benliği ile ilgili inançlarının otomatik olarak diğerleri
ile ilgili inançlarını doğurabildiğini ve benzer şekilde tam tersinin de geçerli
olabildiğini öne sürmüştür (Akt., Safran ve Segal, 1990). Safran ve Segal’e göre
(1990) kişilerarası şema, ilişkileri devam ettirme programı olarak görülmektedir ve
bu özelliği ile bilişsel ve kişilerarası alanları anlamada bir yapı oluşturmaktadır.
Benlik şeması, kişilerarası bağlamda ele alınmakta ve benliğin gelişimi, diğer
insanlarla ilişkileri etkilemesi ve onlardan etkilenmesi açısından değerlendirilerek,
daha geniş bir çerçevede ele alınmaktadır (Boyacıoğlu ve Savaşır, 1995). Safran’a
göre şema kavramı, ekolojik geçerliği açısından bilişsel süreçler ile kişilerarası
davranışlar arasındaki ilişkiye açıklık kazandırmaktadır. Kişilerarası şema, benlik ve
diğerlerinin etkileşimini temel alan genel bir bilgi yapısıdır ve kişilerarası ilişkilerin
devamına yönelik bilgileri içermektedir. Safran (1990), bu görüşünü şu şekilde
açıklamaktadır: “Kişi diğerlerini düşman olarak görüyorsa insanların nötr
davranışlarını seçici olarak düşmanca algılayacak ve buna göre tepkide bulunacak ve
bu davranışları ile diğerlerinden düşmanca davranışlar alacaktır. Bu da o kişide
kızgınlık yaratacak ve diğer insanlara yönelik düşmanlık beklentileri yerleşecektir (s.
27
95)”. Bu etkileşimsel döngü “bilişsel-kişilerarası döngü” (cogitive-interpersonal
cycle) olarak kavramsallaştırılmış olup, kişilerarası şemaların kişinin kişilerarası
dünyaya yönelik algısı doğrultusunda oluştuğunu ve şekillendiğini belirtmektedir. Bu
şemalar, gelişim sürecinde uyuma yönelik olarak gelişmekle birlikte, bilişselkişilerarası döngü nedeniyle girilen her ortamda şekillenmeye devam ettikleri için
yeni durumlara uyumu güçleştirebilmektedir de. Bu nedenle psikopatolojilerin
gelişimi ve sürmesinde temel sürecin bu döngüden kaynaklandığı öne sürülmektedir.
Safran (1990) “bilişsel-kişilerarası döngü” (cognitive-interpersonal cycle)
kavramında, Horowitz (1986) gibi kişilerarası kuramcıların, ‘kişilerarası ilişkilerin
tamamlanması’
olarak
tanımladığı,
“tamamlama
ilkesi”ne
oldukça
önem
vermektedir. Bu ilkeye göre, kişilerarası ilişkide sergilenen davranışlar, karşıdaki
kişide belirli tepkilerin oluşmasına neden olur. Yani kişinin karşısındaki kişide
görmek istediği davranışın ortaya çıkabilmesi için, o davranışın karşılığı olan
davranışlardan birini sergilemesi gerekmektedir. Bu döngüde, “kontrol boyutu ve
birlikte olma boyutu” olmak üzere iki boyut bulunmaktadır. Döngü içinde yer alan
tüm diğer davranış sıfatları bu iki boyutun etkileşiminden oluşmuştur. Kontrol
boyutundaki davranış özellikleri “baskın” ve “pasif” sıfatları ile, birlikte olma
boyutundaki davranışlar ise “dostça” ve “düşmanca” sıfatları ile tanımlanmaktadır.
Kontrol boyutunda tamamlama ilkesi karşıt karşılıklılığa dayandırılmıştır, örneğin
baskınlık pasifliği, pasiflik de baskınlığı doğurmaktadır. Birlikte olma boyutunda ise
tamamlama ilkesi benzer karşılıklılığa dayandırılmıştır, örneğin; düşmanlık
düşmanlığı, dostluk dostluğu doğurmaktadır. Safran ve Segal (1990)’e göre, belirli
duyguların hissedilmesinin ya da bu duyguların yaşantılanmasının ilişkileri tehdit
edeceğine yönelik kişilerarası şemaları olan bireylerde, tutarlı olmayan iletişimler
28
gözlenmektedir. Bu kişilerin çevrelerine ilettikleri mesajlar, tutarsız olabilmekle
birlikte, verdikleri iki sözel mesaj da tutarsız olabilmektedir. Örneğin, kişi öfkenin
ilişkiyi tehdit eden bir duygu olduğunu içeren bir şemaya sahip ise öfkesini sözel
olarak ifade etmeyecektir. Ancak sözel olmayan etkileşimlerde kişinin yaşadığı öfke
duygusu gözlenecektir. Bunun yanısıra, psikolojik olarak uyumsuz olan kişiler,
davranışları ile ilettikleri mesajın farkında olmadıkları için aldıkları karmaşık ve
rahatsız edici tepkileri de adlandıramamaktadırlar. Sonuç olarak ortaya çıkan
patolojik durum süreklilik gösterecektir (Safran ve Segal, 1990).
Buraya kadar çeşitli kuramlardan söz ettik. Sonuç olarak kişilerarası kuram,
bağlanma kuramı ve kişilerarası döngü kuramlarına bakıldığında, bu üç kuramın da
çocukluk döneminde kurulan ilişkilerin gelecekteki kişilerarası ilişkilerde sergilenen
tutumları belirlemekte önemli bir yere sahip olduğuna vurgu yaptığı görülmektedir.
Ancak Sullivan, çocuk-ebeveyn ilişkisinde anksiyetenin önemine vurgu yaparken;
Bowlby, anne-çocuk ilişkisindeki bağlanma tarzlarına vurgu yapmaktadır. Safran ise
zaten insanı, gelişim psikolojisi, bağlanma kuramı, duygu kuramı ve kişilerarası
kuram çerçevesinde ele almıştır. Sullivan, ebeveyn gibi yakın kişilerle etkileşimler
sonucu oluşan kişileştirmelerin (iyi-benlik ya da kötü-benlik) diğerleri ile kurulan
ilişkiyi de etkilediğini belirtirken; Bowlby ebeveyn ile kurulan ilişkiye dair
oluşturulan zihinsel temsiller ya da içsel çalışan modellerin diğerleri ile kurulan
ilişkilerde de etkili olabildiğini belirtmiştir. Sullivan aynı zamanda kişinin olumsuz
yaşantılarının, yaptığı kişileştirmeleri etkilediğini; kendisine ve diğerlerine yönelik
olumsuz görüşler geliştirmesine neden olarak artan anksiyetesi sonucunda yaşadığı
olaylar üzerinde etkin bir şekilde düşünemediğini ve tüm olaylara bu olumsuz
görüşler çerçevesinde baktığını belirtmiştir. Safran’ın öne sürdüğü bilişsel-
29
kişilerarası kurama göre de kişi olumsuz bir olay yaşadığında, kendine ve diğerlerine
yönelik olumsuz atıflarda bulunabilir, önyargılar geliştirebilir ve aşırı genellemeler
yapabilir. Sullivan sorunun ilişkilerde geliştiğini ve tedavisinin de yine kişilerarası
ilişkilerde yattığını belirtmiş ve özellikle diğerlerinden farklı olarak ‘anksiyete’ye
vurgu yapmıştır. Üç kuramın da özellikle vurgu yaptığı unsur, kişinin kendine ilişkin
bilgisinin yani benliğinin diğerleri ile olan ilişkisinde şekillendiği ve bu ilişkilerden
etkilendiğidir.
Özetle; kendilik şeması gelişimsel olarak kişinin hayatındaki önemli kişilerle
etkileşimleri sırasında ortaya çıkar ve kişinin olayları, durumları, ilişkilerini
yorumlayışını ve dolayısı ile bu yorumlarına bağlı olarak davranışlarını da etkiler.
Tüm bu etkilenmeler, sonuç olarak kişinin kendisine geri dönmekte, yaşadığı
patolojiler, anksiyete, öfke gibi duyguları ile bağlantılı olabilmektedir. Kişilerarası
ilişkiler bağlamında oluşan benlik algısının, kişinin diğerleri ile olan iletişim
tarzlarının belirlenmesinde ve öfke duygusunun oluşumunda etkili olduğu
düşünülebilir. Kişilerarası iletişim tarzı ile öfke duygusu arasında da bir etkileşim
olduğu, kişi öfkelendiğinde ve öfkesi ile etkin bir şekilde başedemediğinde daha
olumsuz bir iletişim tarzı sergileyebildiği; kişilerarası iletişim tarzı olumsuzlaştıkça
da ilişki sorunlarına bağlı olarak kişinin daha fazla öfke duygusu yaşayabileceği ileri
sürülebilir. Olumsuz benlik algısı kişinin kişilerarası iletişim tarzını ve öfke
duygusunu etkilerken, kişinin psikolojik olarak bir rahatsızlık yaşamasında ya da var
olan sorunun sürdürülmesinde önemli bir etmen olabilir. Diğer deyişle, olumsuz
benlik algısı arttıkça, kişinin kişilerarası iletişim tarzının da olumsuzlaşacağı, öfke
duygusunun artacağı ve sonuç olarak bunun cinsel işlev bozukluklarının oluşmasında
ve sürmesinde de etkili olacağı düşünülebilir. Bu nedenle, bundan sonraki
30
bölümlerde kendilik algısı, kişilerarası iletişim, öfke ve cinsel işlev bozuklukları
arasındaki ilişkilere yer veren araştırmalara değinilecektir.
I.2. Kişilerarası İlişkiler ve Kendilik Algısı
Psikoloji tarihi boyunca, insanın nasıl düşündüğüne, bilgi işleme süreçlerine
ilişkin çeşitli açıklamalar getirilmeye çalışılmıştır. 1960’lı yıllara kadar büyük önem
verilen davranışçı yaklaşımın yerini, bu tarihten sonra daha çok bilişsel yaklaşım
almaya başlamıştır. Davranışçı yaklaşım içsel (internal) ve zihinsel süreçlere çok az
önem verirken, bilişsel yaklaşım, zihinsel süreçlere ağırlık vermiş; hatta asıl çalışma
nesnesi olarak değerlendirmiştir (Brown, 1998). Dikkat süreçleri, yorumlama ve
bellek,
bilginin
işlenme
sürecinde
gözönünde
bulundurulan
ana
öğeleri
oluşturmuştur. Bunun yanısıra insanın sadece var olan uyaranları kaydeden bir sistem
olmadığına,
deneyimlerine
göre,
yaşadığı
dünyayı
yapılandırdığına,
bu
yapılandırmayı da daha önceki yaşadıkları ve gelecekten beklentileri doğrultusunda
oluşturduğuna vurgu yapılmaktadır (Brown, 1998). Bilişsel bakış açısının benliğe
olan etkilerine önem veren ilk psikolog Epstein’dir. Epstein (1973), insanların
kendileri
hakkındaki
fikirlerinin,
düşüncelerinin,
bilgiyi
nasıl
işlediklerini
yönlendiren bilginin bir çeşit formu olduğunu öne sürmektedir (Akt., Brown, 1998).
Epstein benlik kavramının bir benlik kuramı olduğunu ve bu benlik kuramının, bir
amacı gerçekleştirmede kavramsal bir araç olduğunu, mevcut benlik bilgisini
organize eden, temsil eden ve yeni benlik bilgisinin nasıl algılandığını yönlendiren
bir kuram olduğunu öne sürmüştür (Brown, 1998; Oyserman, 2001). Epstein’in bu
bilgi işleme süreci, benlik çalışmalarına olan yaklaşımda büyük bir değişime neden
olmuştur. Araştırmalar, insanların kendileri hakkında neden böyle düşündüklerinden
31
ziyade,
bu
düşüncelerinin,
yaşadıkları
olaylar
ve
deneyimler
hakkındaki
yorumlamalarını nasıl etkilediğini araştırmaya odaklanmıştır (Brown, 1998).
İnsanların kendileri hakkında çok çeşitli düşünceleri bulunmaktadır ve bunlar
kendi içinde belli bir organizasyona sahiptir. Birey için önemli olan ve anlamlı bir
kesinlik içerisinde tutulan kendine ilişkin bakış açısı, benlik şemaları olarak
tanımlanmaktadır (Markus, 1977; Myers, 1996). Bu şemalar bilgiyi işleme
süreçlerini yönlendiren hipotetik bilgi yapılarıdır ve her insan, çeşitli alanlarda
örneğin kendileri, diğer insanlar, sosyal gruplar ve olaylar hakkında şemalara sahiptir
(Fiske ve Taylor, 1991. Akt., Brown, 1998). Şemalar, dünyamızı düzenlememizde
kullandığımız zihinsel yapılardır (Myers, 1996). Bu şemalar da hangi bilgiyi
farkettiğimizi, bu bilgiyi nasıl yorumlayıp açıkladığımızı ve neyi hatırladığımızı
etkilemektedir (Brown, 1998; Myers, 1996). Benlik kavramımız, sadece şu anda kim
olduğumuza dair inançlarımızı değil, aynı zamanda bizim kim olma olasılığımız
olduğuna dair inançlarımızı da içermektedir. Diğer bir deyişle gelecekte nasıl biri
olacağımız hakkındaki düşüncelerimiz ya da olmak istemediğimiz benliğimize dair
düşüncelerimizi de kapsamaktadır (Myers, 1996).
Benlik sistemi hem benlikle ilişkili bir bilgi dizisi, deneyimlerin
yorumlanarak kullanılması, hem de bu bilginin yapılandırılması, savunulması ve
sürdürülmesi sürecidir (Epstein, 1973; Higgins, 1996. Akt., Oyserman, 2001;
Markus, 1977). Benlik kavramı, otobiyografik hafızanın deposu, deneyimlerin
organizatörü, duygusal tampon ve motivasyonel kaynak görevini görmektedir
(Markus ve Wurf, 1987). Benlik kavramı (self-concept) önemli bir bilişsel kavram ve
bellek yapısıdır. Neyi, nasıl hatırladığımız, deneyimlerimizi yorumlayıp kullanışımız
32
benlik kavramımız tarafından şekillendirilmektedir (Oyserman, 2001). Harris (1995),
Kihlstrom ve Klein (1994) benlik kavramını, neyin algılandığını, hissedildiğini ve
neye tepki verildiğini etkileyen, diğerlerinin tepkileri, algıları ve davranışlarını içeren
sosyal bir güç olarak tanımlamaktadırlar (Akt., Oyserman, 2001). Cushman ve Cahn
(1985) benlik kavramının, kişinin gerçek ve ideal ilişkilerindeki kimlik,
değerlendirme ve davranış kuralları bütünü olduğunu ve bu kuralların sürekliliği ve
tutarlılığının kişinin davranışlarının belirleyicisi olduğunu belirtmişlerdir. Benlik
kavramı bilişsel ve sosyal gelişimin hem bir temel aracı hem de bu gelişimin önemli
bir sonucunu oluşturmaktadır. Benlik hissi ilk olarak bedenin diğerlerinden ayrı
olduğunu duyumsamayı içermektedir ve dolayısı ile kimlik, bedenin sınırlarının
fiziksel duyumu ile başlamaktadır. Bu kimliğin ve benliğin ayrıştırılmaya
başlanması, diğerleri ile ebeveynleri yoluyla kurulan etkileşim ile gerçekleşmektedir
ve ebeveyninin kurduğu iletişim tarzı ile şekillenmektedir. Ebeveyn ile bebek
arasındaki uyumun niteliği; benlik kontolü (Feldman, Greenbaum ve Yirmiya, 1999)
ve duygu düzenlemesi (Weinberg, Tronick ve Cohn, 1999) gibi, çocuğun sonraki
benlik özellikleri ile ilişkili olarak görülmektedir (Akt., Oyserman, 2001). Bu da
ebeveyn ve bebek arasındaki değişim, etkileşim, değer, saygı ve etkinlik temel
duygularını oluşturan bağlanma tarzlarının temeli ya da ilişkililiğin işleyen modeli
olarak değerlendirilmektedir (Oyserman, 2001). Damon ve Hart’a göre (1988) benlik
yapısında maddeden, sosyal ve psikolojik perspektife yönelik bir gelişimsel ilerleme
bulunmaktadır ve bu gelişim sırasında her bir yeni aşama, bir önceki ile
bütünleşmekte ya da bir önceki dönüşüme uğramaktadır (Akt., Oyserman, 2001).
Ruble, Eisenberg ve Higgins (1994) psikolojik benlik gelişmeye başladıkça ergenin,
dünyaya kendisini nasıl sunacağı, kim olmayı arzuladığı, önceden kim olduğu ve
33
şimdi kim olduğu gibi, benliğinde birçok bakış açısını yakalayarak, bunları
birleştirmeye çalıştığını öne sürmüştür. Buna ek olarak da Erikson (1968), yetişkin
kimlik ve benlik gelişiminin, ergenliğin temel işi olduğunu ve kişinin kim olduğunu
ve nereye ait olduğunu belirlemesinin yetişkinliği boyunca da devam ettiğini
vurgulamıştır (Akt., Oyserman, 2001).
Benlik kavramlaştırılmasında, diğerlerinin kişiyi nasıl gördüğü ya da en
azından kişinin diğerlerinin görüşlerini nasıl algıladığı, kişinin kendisini nasıl
tasarladığını etkilemektedir (Oyserman, 2001). William James (1890/1950) bunu
benlik kavramının sosyal yönü olarak değerlendirmektedir ve sosyal benlikler, her
insan etkileşimine yansıyan, benliğin biricik hali olarak tanımlanmaktadır (Akt.
Oyserman, 2001). Mead de (1921-1925/1964) benliğin oluşumunda diğerlerinin
varlığının önemli olduğuna vurgu yapmıştır (Akt., Oyserman, 2001). Benlik bir çevre
içerisinde ve bu çevrede yer alan diğer kişilerin de katılım sağladığı değerler ve
kurallar göz önünde bulunularak gelişir. Bu bağlamda yakın kişilerin başarı ve
başarısızlıkları benliğin tanımlanmasında kişiye yardımcı olmaktadır. Bunun
yanısıra, alay etme gibi toplumsal değersizleştirme gibi durumlarda ise diğerleri,
kişisel değer ve özsaygının yargıcı olmaktadırlar (Oyserman, 2001).
Özsaygı, özdeğerlilik (self-esteem) kişinin kendisine yönelik genel bir öz
değerlendirme yapması ve genel bir kendilik değeri hissi olarak tanımlanmaktadır
(Myers, 1996). İnsanoğlu yaşamsal streslerle mücadele ederken bir denge unsuru
olarak özsaygıya (self-esteem); yani bu dünya üzerinde kendi varlığının bir anlamı
olduğu inancını duyumsamaya ihtiyaç duymaktadır. Bu bağlamda özsaygı, (selfesteem), kaygıyı -özellikle ölüm ve incinebilirliğe bağlı gelişen kaygıyı- dengeleme
34
işlevi görmektedir. Her insan özsayıgıya ihtiyaç duymakla birlikte, kişi özsaygıyı
kendisi için kendi kendine sağlayamaz, çünkü özsaygı kültürel bir mekanizmaya
sahiptir. Kişi içinde yaşadığı kültürden kaynaklanan standartlar doğrultusunda
kendisini değerlendirir, yargılar ve kendisine bir değer biçer (Pyszynski, Solomon ve
Greenberg, 2003). Geza Roheim (1943) de ‘Kültürlerin Kökeni ve İşlevi’ kitabında
özsaygının (self-esteem) diğerleri tarafından paylaşılan standartlarda buluşma ve bu
standartlara ulaşma ile çok ilişkili olduğunu belirtmiştir (Akt., Pyszynski, Solomon,
Greenberg, 2003).
Yüksek özdeğer ve düşük özdeğer benliğine sahip kişilerde özdeğer ile
kendine yönelik önyargı kullanımı arasındaki ilişkinin araştırıldığı çalışmalarda
yüksek özdeğere sahip kişilerin olumlu niteliklere sahip olduklarından emin oldukları
ve olumlu niteliklere sahip olmanın onlar için önemli olduğu gözlenmiştir (Blaine ve
Crocker, 1993). Diğer deyişle, onlar yanlıştan kaçınmakla değil kendilerini başarıya
götürecek yanlarını geliştirmekle ilgilenmektedirler. Düşük özdeğere sahip kişilerin
ise benliklerinden emin olmadıkları, olumlu ve olumsuz özellikleri hakkında net
olamadıkları saptanmıştır. Olaylara yaklaşırken ya da olayları değerlendirirken
yanlıştan kaçınmaya odaklandıkları, bir hata ya da yanlış ile karşı karşıya
geldiklerinde ise bunun kendi beceri eksiklikleri ile ilişkili olarak değerlendirdikleri
ileri sürülmektedir. Çünkü düşük özdeğere sahip kişilerin olumlu niteliklerinden
emin olmadıkları ve başarılarına güvenmedikleri; başarıyı elde etmek isteseler de
bunu
elde
edip
edemeyeceklerine
yönelik
kendilerine
güvenmedikleri
belirtilmektedir. Yüksek ve düşük özdeğere sahip kişiler aynı bilgi işleme süreçlerine
sahip olsalar bile benlik kavramları açısından farklılık göstermektedirler. Böyle
olunca da düşük özdeğere sahip kişiler, olumlu benlik algısına ve olumlu
35
duyguduruma ulaşmak için yüksek özdeğere sahip olan kişilerden daha farklı yollar
kullanmaktadırlar (Blaine ve Crocker, 1993).
İnsanların büyük bir çoğunluğu kendisini iyi hissetmek, güzel duygusal
durumları yaşamak, mutlu olmak ve iyi sonuçlar elde etmek ister. Düşük ve yüksek
özdeğere sahip kişiler arasında bu ihtiyacının farklılık göstermesi, düşük özdeğere
sahip kişilerin buna daha az ihtiyaç duymasından değil, bu isteklerini yerine
getirirken meydana gelen engeller ile ilişkilidir. Bu da düşük özdeğere sahip kişilerin
kendilerini iyi hissetmek için kendilerine olumlu atıflarda bulunmada yetersiz
kalmaları ile ilişkilendirilmektedir. Bu durum da onları tehditler karşısında
incinebilir kılmaktadır. Kendilik değerlerini tehdit edici olaylar gerçekleştiğinde
sahip oldukları alternatif olumlu yönlerini yönlendirmekte güçlük çekmektedirler. Bu
incinebilirliklerinden dolayı kendilik değerlerini genişletmekten ziyade korumaya
daha fazla önem vermektedirler (Baumeister, 1993). Dolayısı ile düşük kendilik
değeri olan kişiler, kendilik değerlerini azaltma yönünde tehdit eden unsurlardan
hoşlanmamaktadırlar. Kendilerine yönelik olumlu yönler bulmaya çalışırlar ancak bu
temeller yüksek kendilik değerine sahip olan kişilere kıyasla daha kırılgan ve sınırlı
olmaktadır. Sonuç olarak, düşük kendilik değeri olan kişiler kendilik değerlerini
zayıflatma tehdidi taşıyan olaylara karşı savunmacı, koruyucu ve esirgeyici tepkiler
verebilirler. Düşük kendilik değeri olan kişilerin benlik kavramlarını anlamaya
yönelik çeşitli çalışmalar bulunmuştur (Baumeister, 1993). Campell ve Lavallee
(1990), düşük kendilik değeri olan kişilerin yüksek kendilik değeri olan kişilerle
karşılaştırıldığında, kendilerine ilişkin daha az bilgiye sahip olduklarını öne
sürmüşlerdir ve bunu benlik kavramı karmaşası olarak adlandırmışlardır (Akt.,
Baumeister, 1993). Düşük kendilik değeri olan kişilerin kendilik kavramları günden
36
güne değişmekte ve dalgalanmaktadır. Kendilerine dair görüşleri çelişkiler ve
tutarsızlıklar içerebilmekte ve diğer insanlara kıyasla neden hoşlandıklarına ilişkin
daha az kesin inançları bulunmaktadır. Kısaca söylenecek olursa, kendilerine dair ne
bildikleri şüpheli, kararsız, tutarsız ve belirsizdir. Kendilik bilgisindeki bu eksiklik,
düşük kendilik değerini anlamak için güçlü bir anahtardır. Yüksek kendilik değerine
sahip olan kişiler ise sahip oldukları geniş kendilik bilgilerini, yaşamlarında etkili bir
şekilde kullanabilmektedirler. Böylesine kesin ve açık kendilik bilgisine sahip
olamamak, düşük kendilik değeri olan kişilerin uygun olmayan amaçlar
belirlemelerine, gerçekleştirilmesi zor olan şeylere başlamalarına ya da kolayca
gerçekleştirdikleri işlere değer vermekte güçlük çekmelerine neden olabilmektedir.
Buna ek olarak, düşük kendilik değeri olan kişiler kendilerini ortada, arada olarak
tanımlamaktadırlar. Sonuç olarak, düşük kendilik değeri, olumsuz bir bakış açısından
ziyade olumlu bakış açılarının olmaması olarak açıklanabilmektedir. Düşük benlik
değeri olan kişilerin kendiliklerine yönelik olumlu bakış açılarının olmaması da
kendilerinden nefret etmeleriyle değil kendilerine yönelik sevgilerinin olmamasıyla
açıklanmaktadır.
Bir diğer konu da bu kişilerin olumlu bakış açılarına nasıl uyum
sağlayamadıkları ile ilişkilidir. Birçok insan yüksek kendilik değerlerini, iyi oldukları
konuların çok önemli olduğuna kendilerini ikna ederek, ancak zayıflıklarını da
önemsizleştirerek devam ettirmektedirler. Ancak düşük kendilik değeri olan kişiler
zayıflıklarının önemini azaltmayı başaramadıkları için düşük kendilik değerine
takılıp kalmaktadırlar. Fiziksel çekicilik, karizma, zeka gibi özellikler önemli
nitelikler olarak bilinmektedir ve bu özelliklere sahip olmayan kişiler bunları
kendileri için önemsizleştiremeyebilirler. Sosyal baskılar da düşük kendilik değerini
37
devam ettiren diğer unsurlardır. İnsanlar kendilerini diğerleri ile karşılaştırmaktadır
ve bu karşılaştırmalar da kaçınılmaz olarak bir takım eksiklikleri
ortaya
çıkarmaktadır. Diğerleri ile yapılan karşılaştırmalarda sıklıkla diğerleri kişinin
kendisinden daha iyi, üstün olarak bulunmaktadır.
Genellikle insanlar çeşitli savunmalar ve önyargılar yoluyla kendilerine
yönelik olumlu bakış açılarını deteklemeye, güçlendirmeye çalışmaktadırlar
(Baumeister, 1993). Taylor ve Brown (1988) bu olumlu ilizyonları ruh sağlığının ve
uyumun bir parçası olarak görmektedirler (Akt., Baumeister, 1993). Düşük kendilik
değerine sahip olan kişilerde bu önyargılar ve çarpıtmalar belli bir düzeye kadar
bulunmakta
olup
kendilerini
gerçek
ve
önyargısız
bir
temelde
değerlendirmektedirler. Ancak bu da başka bir döngünün oluşumuna neden
olmaktadır. Düşük kendilik değeri olan kişiler becerilerinin eksikliğini doğru bir
temelde değerlendirmektedirler ve kişi kendi eksikliklerini gördükçe diğerlerinin de
bunları görme riski bulunduğundan birçok durumda kendilerini sosyal olarak izole
edebilmekte, diğer kişilere yaklaşmakta, sosyal etkileşimi başlatmakta güven
eksikliğinden dolayı sıkıntı yaşayabilmektedirler. Kişi kendisini yeteneksiz ve
başkaları tarafından reddedilen biri olarak gördükçe bunların bir araya gelmesi ile
kişinin düşük kendilik değeri bir kez daha doğrulanmış olmakta ve kişi
yetersizliklerine ve eksikliklerine daha çok ikna olmaktadır. Kişinin düşük kendilik
değeri bir kere oluştuğunda ise kendisine yönelik olumlu mesajları da şüphe ile
karşılamaya başlamakta ve yeni bilgileri, sabit ve değişmez benlik kavramına
uydurmaya çalışmaktadır. Böylelikle düşük kendilik değeri kendi kendine sürdürülür
hale gelmektedir (Baumeister, 1993). Bunun yanısıra Campbell ve Lavallee (1993)
yaptıkları araştırmalarda görmüşlerdir ki düşük kendilik değeri olan kişiler çok fazla
38
duygu değişimi yaşamaktadırlar (Akt., Baumeister, 1993). Duyguların aşırı düzeye
gelmesi ve değişmesi kişinin yetersiz kendilik bilgisi nedeni ile gerçekleşmektedir.
Çünkü düşük kendilik değeri olan kişiler kim olduklarına ilişkin kesin, net bir
duyguya sahip olmadıklarından olay ya da durumların akışına kendilerini daha çok
bırakmaktadırlar. Dolayıs ile düşük kendilik değeri olan kişiler daha sık olarak
duygusal sıkıntı yaşamakta ve olumsuz duygu durumuna girmektedirler. Harris ve
Snyder (1986), kişinin duygu değişimlerinin daha çok kendilik değerindeki geçici
değişim ve iniş-çıkışlarla ilişkili olduğunu öne sürmüşlerdir (Akt., Baumeister,
1993). Başka bir deyişle, kendilik değeri arttıkça kişi kişi olumlu duygular
hissetmekte, kendilik değeri düştükçe de öfke, kızgınlık, düşmanlık gibi bazı
olumsuz duygular ortaya çıkabilmektedir.
Düşük kendilik değerine sahip kişiler, yüksek kendilik değerine sahip olan
kişilere göre daha farklı bir kişilerarası davranış örüntüsüne sahiplerdir. Yüksek
kendilik değerine sahip olan kişiler diğerlerinde olumlu etki bırakmaya, olumlu
özelliklerini desteklemeye çalışırlarken düşük kendilik değeri olan kişiler, kendilerini
diğerlerine açma konusunda ihtiyatlıdırlar ve kendilerinden emin değillerdir. Bu
şekilde davranmalarında ilk amaç, kendilik değeri kaybından kaçınmaktır. Çünkü
kaynaklar yetersiz olduğunda kişi bunları korumaya çalışmaktadır. Düşük kendilik
değeri olan kişiler sosyal onaylanma ve sosyal kabullenme isterler, kendileri
hakkında olumlu düşünmeyi isterler, ancak kendini büyük gösterme tutumu ve
saldırgan sosyal etkileşime girmekten çekinmektedirler. Kendilerine dair kesin,
kendinden emin tarzda gösterilen nitelikler bu kişilerde sözlerini tutamama,
onaylanmama, başarısızlık ve hayalkırıklığı korkusu nedeni ile baskı ve kaygı
hissetmelerine neden olmaktadır. Düşük kendilik değeri olan kişilerin açık bir şekilde
39
benliklerini güçlendirmeye isteksiz olmaları kişilerarası ilişkiler yolu ile kendilik
değerlerini desteklemekten vazgeçtikleri anlamına gelmemektedir. Sadece daha
güvenli ve dolaylı yolları kullanmaktadırlar. Düşük kendilik değeri olan kişiler
diğerlerinden kişisel olarak daha üstün olduklarını iddia etmek yerine üstün bir gruba
üye olduklarını öne sürmektedirlerr (Baumeister, 1993). Baumeister, Kaufman ve
Levy (1989) de düşük kendilik değeri olan kişilerin kendilik değerlerini arttırmak
yerine başkalarını küçülterek kendilik değerlerini arttırmayı tercih ettiklerini öne
sürmüşlerdir (Akt., Baumeister, 1993). İyi kişilerarası ilişkiler, yüksek kendilik
değerinin oluşturulmasında ve aynı zamanda duygusal sağlık ve uyumda önemli
olduğu için sonuç olarak bu kişiler düşük kendilik değerine sahip kişiler olarak
kalmaktadırlar. Düşük kendilik değeri olan kişiler kendilerine dair kesin bir
kanaatleri olmadığından kendilerine yönelik yapılan eleştirilerin doğru olabileceği
konusunda tereddüt yaşamaktadırlar. Dolayısı ile olumlu özelliklere ilişkin net
olunmaması, kırılganlığı ve tehditlere karşı incinebilirliği arttırmaktadır. Sonuç
olarak düşük kendilik değerine sahip kişiler için tehditler daha tahrip edici
olmaktadır (Baumeister, 1993).
I.3.a. Bir Kişilerarası Duygu: Öfke
Evrensel bir duygu olan öfkenin hayatımızda önemli bir yeri bulunmaktadır.
Öfkenin yaşanması ve ifade edilmesinde kültürlerarasında ve bireyden bireye
farklılıklar görülmektedir. Biagio (1989) öfkeyi, rahatsız eden uyarıcıları ortadan
kaldırmak amacı ile kişiyi eyleme yönelten güçlü bir duygu olarak tanımlamış ve bu
duygunun gerçek veya varsanılan bir engellenme, tehdit veya haksızlık karşısında
oluştuğuna vurgu yapmıştır (Akt. Balkaya ve Şahin, 2003). Törestad da (1990)
Biagio gibi, öfkenin ortaya çıkma sebeplerini engellenme, haksızlığa uğrama,
40
eleştirilme, küçümsenme gibi durumlara atfetmiş olsa da öfkenin planlanarak ortaya
çıkmadığını belirtmiştir (Akt. Balkaya ve Şahin, 2003). Berkowitz (1962) de öfkenin
oluşmasında engellenme ve istenmeyen bir olaya vurgu yapmıştır. Bu olayın bilişsel
düzeyde ilk olarak olumsuz bir şekilde değerlendirildiğini ve kişide negatif bir etki
yaratarak, çağrısımsal düzeyde temel öfke deneyiminin yaşandığını öne sürmüştür
(Akt., Power ve Dalgleish, 1998). Kassinove ve Sukhodolsky (1995) öfkeyi bazı
bilişsel ve algısal çarpıtmalarla bağlantılı içsel bir duygu durumu olarak
tanımlamışlardır (Akt. Balkaya ve Şahin, 2003). Novaco’ya göre öfke, bilişsel olarak
öfke diye etiketlenen ve düşmanlık (antagonist) içerikli bilişlerin eşlik ettiği, yoğun
bir fizyolojik uyarılma durumudur (Akt. Balkaya ve Şahin, 2003). Martin ve Watson
(1997) ise öfkenin, doyurulmamış isteklere, istenmeyen sonuçlara ve karşılanmayan
beklentilere verilen doğal, evrensel ve insani bir duygusal tepki olduğunu
belirtmektedir (Akt., Soykan, 2003). Burada verilen tanımlardan da anlaşıldığı üzere
öfke bilim adamları tarafından farklı şekillerde tanımlanmaya çalışılmıştır. Öfke,
engellenme, tehdit, eleştirilme ya da haksızlık gibi olaylar karşısında oluşan ve kişiyi
rahatsız eden, bu uyarıcıları ortadan kaldırmaya yönelik olarak kişiyi eyleme iten,
bilişsel süreçlerin ve değerlendirmelerin eşlik ettiği, yoğun bir fizyolojik uyarılma
şeklinde görülen güçlü bir duygu şeklinde tanımlanabilir.
Öfkenin açıklanmasında en etkili kuramlardan birisi Novaco’nun (1975)
modelidir. Novaco dışsal olayların bilişsel olarak işlendiğini ve bunların duygusal
uyarılma durumlarına yol açtığını öne sürmüştür (Akt., Power ve Dalgleish, 1998).
Sosyal öğrenme kuramlarına göre, öfke ve saldırganlık gözlemsel öğrenme,
taklit, özdeşleşme, kopyalama ve rol alma yoluyla öğrenilmektedir. Duyguların nasıl
41
ifade edileceği de erken yaşlarda ailede, ana-babadan, erkek ve kız kardeşlerden ve
toplumsal kurallar ve yaşamdan öğrenilmektedir (Kısaç, 1997). Berkowitz (1990)
öfkenin sosyal ilişkilerden olduğu kadar, bireyin bilgi sürecinden de etkilendiğini
belirtmiştir. Yani öfke fizyolojik olarak algılandıktan sonra bireyin tepkisinin ne ve
nasıl olacağı, sahip olduğu mantıklı ve mantıkdışı inançları, geçmiş yaşantıları ve
olayla ilgili çağrışımları tarafından belirlenmektedir. Kısaca, bir takım düşünce
biçimleri bireyin öfke yaşantısını yoğunlaştırmakta ya da zayıflatmaktadır (Akt.,
Kısaç, 1997). Bir başka anlatımla, bireylerin öfke, korku, tedirginlik gibi
duygularının nedeni, olayın kendisiyle ilgili olmaktan çok, bireylerin bu olaylarla
ilgili takındıkları kavramsal gözlükler ya da zihinlerindeki sembollerdir. Ellis’e göre
de, öfke bireyin sahip olduğu öfkeye neden olan mantıkdışı inançların bir sonucu
olarak oluşmakta ve devam ettirilmektedir (Akt., Kısaç, 1997). Bu mantıkdışı
inançlar da genellikle içinde yaşanılan toplumdan ve aileden gelmektedir. Tavris
(1982) öfke ve öfkenin ifadesinin biyoloji ve kültürün, zihin ve bedenin işlevlerinin
bir sonucu olduğunu ifade etmiştir (Akt., Kısaç, 1997).
Yukarıdaki tanımlarda ve öfkenin oluşumuna yönelik getirilen açıklamalarda
görüldüğü üzere öfke duygusu fizyolojik, bilişsel ve sosyal perspektiften
değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme sadece öfke duygusu için geçerli değildir.
Genel olarak tüm duygular, kişinin bedensel ve zihinsel deneyimleri gözönünde
bulundurularak fizyolojik ya da bilişsel perspektiften açıklanmaya çalışılmıştır ve
tüm duygular içsel ve kişisel reaksiyonlar olarak değerlendirilmiştir. Duygu
iletişiminin, kişinin bu duygu ile ilişkili önceki deneyimlerine bağlı olarak oluştuğu
düşünülmektedir. Ancak Parkinson (1996) duyguların birçok nedeninin kişilerarası
özelliklere sahip olduğunu, sonuçlarının diğer insanlara etki ettiğini ve günlük
42
yaşamda kültürel ve kişilerarası işlevlerinin olduğunu öne sürmektedir. Ayrıca
duygularla ilişkili birçok olayın, durumun içsel ve tepkisel bir olgudan çok
iletişimsel özellikli olduğunu öne sürmektedir. Parkinson (1996), yapılan
tanımlamalarda ve duygu ile ilgili çalışmalarda duyguların nedenleri arasında sosyal
faktörlerin önemine yeterince önem verilmediğini, fizyolojik ve bilişsel perspektifin
yanısıra sosyal, kültürel ve kişilerarası ilişkilerin duyguların açıklanmasında önemli
bir yeri olduğunu öne sürmüştür. Parkinson (1996)’a göre; diğer insanlar, duyguların
tetiklenmesinde büyük öneme sahiptir, duygular doğrudan ve dolaylı olarak
kişilerarası ilişkilere etkide bulunmaktadır ve duyguların ifade edilmesi, spesifik
olarak kişilerarası ve kültürel işlevlere hizmet etmektedir. Olayların duygusal önemi
kişiye özgü bilişsel yorumlama süreçlerine ve kişi için önemine bağlı olarak
değerlendirilse de bu değerlendirmede sosyal etkileşim de rol oynamaktadır. Bunun
yanısıra kişinin duyguları uygun kanallar yolu ile ifade edilerek diğer kişilere
aktarılmakta böylece bu kişilerde de bir takım duygulanımlara yol açmaktadır.
Kısaca belirtilecek olunursa duygular sadece kişisel bir yorumdan ziyade sosyal
yaşamda etkileşim yolu ile ortaya çıkmaktadır. Kişilerarası faktörler duyguların
temel nedenleridir ve duygular insanların kişilerarası etkileşimler içerisine girmesine
ya da kişilerarası iletişimden uzaklaşmalarına yol açmaktadır. Rivera (1984)’nın da
belirttiği gibi duygular kişisel anlamlardan çok ilişkisel anlamlar içermektedir ve
duygusal etkileşimde bu anlamların ifade edilmesi duygunun doğasına bağlı olarak
spesifik kişilerarası işlevlere hizmet etmektedir (Akt., Parkinson, 1996).
Kişilerarası faktörlerin duyguların oluşumundaki önemi Averill (1983)
tarafından da vurgulanmıştır ve Averill, örneğin öfkenin kişilerarası ilişkilerde ortaya
çıkan bir duygu olduğunu, öfkenin başkasına yönelmiş olumsuz tutumu içerdiğini ve
43
sosyal yapıyı anlamadan, öfkenin de anlaşılamayacağını ileri sürmektedir (Akt.,
Kitayama, Markus ve Matsumoto, 1995). Duyguların aktarımı kişilerarası ilişkiler
içerisinde gerçkleşmektedir ve etkileşime bağlı olarak iki kişi arasında birbirine zıt
ya da benzer duygular oluşmaktadır. Sözel olmayan davranışlar, doğrudan karşı
tarafta da benzer sözel olmayan davranışlara ve dolayısı ile de karşı tarafta benzer
duygulara yol açmaktadır (Parkinson, 1996). Gottman (1979) bir çalışmasında,
evliliğinden memnun olmayan çiftlerin konuşmalarında, bir tarafta olumsuz duygu
iletişimi gerçekleştiğinde bunun diğer tarafta olumsuz duygu ifadesine yol açtığını ve
iletişimde duygusal karşılıklılığın kanıtlarının yer aldığını göstermiştir. Öfke, kaygı
gibi olumsuz duygularda meydana gelen bu karşılıklılık ilkesi aynı zamanda sevgi,
aşk gibi olumlu duygularda da görülmektedir (Akt., Parkinson, 1996).
Martin ve Watson (1997) kişilerarası boyutu da bulunan öfkenin çok zarar
verici olabilen bir duygusal yaşantı olduğunu ve kişilerarası sorunlu ilişkilere,
boşanmaya, çalışma yaşamında üretkenliğin ve işlevselliğin bozulmasına, fiziksel ve
ruhsal sağlıkta önemli sorunlara neden olabildiğini belirtmiştir (Akt. Soykan, 2003).
Günlük yaşam içinde sıklıkla yaşanan bu duygu temelde en az iki kişinin
mutsuzluğuna neden olmaktadır. Öfke, hem yöneldiği hedefi hem de kaynağını
olumsuz bir yaşantı içine sokmaktadır. Burada öfkeyi yaşayan için, öfkenin kontrolü,
öfkenin yöneldiği kişi içinse, gelen bu öfkeyle nasıl baş edilebileceği önemli bir
sorundur (Soykan, 2003).
Öfkenin ortaya çıkmasında etken olan olay ve unsurların yanı sıra öfkenin
şiddeti, bu öfkenin nasıl yaşandığı ve kişinin bu duygusunu kontrol becerisi de önem
arz etmektedir. Öfke temel olarak 3 objeye karşı ortaya çıkmaktadır; kişinin
44
kendisine, diğerlerine ve başına gelenlere yani yaşadığı dünyaya karşı (Soykan,
2003). Öfke kimi zaman kısa süreli, orta şiddette ve hatta kişiye faydalı; kimi zaman
ise, çok şiddetli, yoğun, sürekli ve tahrip edici olabilmektedir. Novaco (1975)’ya
göre öfke uyarıldıktan sonra, 4 ana davranışsal tepki görülmektedir, bunlar fiziksel
ya da sözel düşmanlık, pasif agresyon ya da geri çekilmedir. Bu tepkiler olayın nasıl
görüldüğünün belirlenmesinde büyük bir öneme sahiptir (Akt., Power ve Dalgleish,
1998). Schuerger (1979), öfke duygusunun nasıl ifade edildiğine bağlı olarak, kişiyi,
sözel ve fiziksel saldırılara açık bir hale getirebildiğini; aile içinde ve diğer
kişilerarası ilişkilerde çatışmalara neden olabildiğini öne sürmektedirler (Akt.,
Balkaya ve Şahin, 2003). Bunun yanı sıra Deffenbacher (1992) öfkenin kişinin
benlik saygısının önemli ölçüde düşmesine neden olabildiğini belirtmektedir (Akt.,
Balkaya ve Şahin, 2003).
Yapılan araştırmalar
öfke duygusunun cinsiyete göre farklılaştığını
göstermektedir. Averill (1983), öfkelenme sıklığı, yoğunluğu ve öfkelenme nedenleri
açısından kadınlar ve erkekler arasında anlamlı bir fark bulunmamış olduğunu
belirtirken (Akt., Balkaya ve Şahin, 2003), Lerner (1996) ve Sharkin (1993) öfkenin
ifade edilmesinde, erkeklerin kadınlara göre daha doğrudan ifade yöntemlerini
seçtiklerini, kadınların ise daha dolaylı yolları kullandıklarını bulmuşlardır (Akt.,
Balkaya ve Şahin, 2003). Lerner (1996) ve Sharkin (1993)’e göre, bu durumun en
önemli nedenlerinden biri, öfke duygusunun gösterilmesinin, kadınsı değil, erkeksi
bir tutum olduğuna
inanılmasıdır. Pek çok kadın, ne kadar haklı olursa olsun,
öfkenin gösterilmemesi, tam tersi, bastırılması gerektiğine inanmaktadır (Akt.
Balkaya, 2001).
45
Lerner (1996) kadınların, özellikle erkelere yönelik öfkelerini doğrudan
gösterememelerinin nedeninin hem içsel
hem de sosyal engeller olduğunu ileri
sürmektir (Akt., Balkaya, 2001). Lerner (1996)’a göre kadınlar öfkenin, ilişkiyi
tahrip edeceğine ve sosyal olarak da onaylanmayacaklarına inandıkları için, öfkeyi
doğrudan ifade etmemek için uğraşmaktadırlar (Akt., Balkaya, 2001). Çok güçlü
sosyal onay ihtiyacı ve ayrılma kaygısı, öfkenin bastırılmasına yardımcı olmaktadır.
Bir diğer deyişle Lerner (1996)’a göre kadınlar, hayatlarını rahat sürdürmek için
başkalarına ihtiyaçları olduğuna daha çok odaklanırlar ve kendi bireysel ihtiyaçlarını
görmezden gelirler, bundan dolayı da öfkeyi ifade etmekte zorlanırlar (Akt., Balkaya,
2001). Soykan (2003) inkar ya da bastırma ile duyguların yok sayılmasının, ifade
edilmemesinin kişinin hem kendisi hem de çevresi için zararlı olma potansiyeli
taşıdığını, oysa bu duygular kişi tarafından kabul edildiğinde ve ifade edildiğinde
etkin, işe yarayan, üretken bir durum oluştuğunu öne sürmüştür. Bu bağlamda
depresyon ve yeme bozukluğu gibi problemlere kadınlarda daha sık rastlanması öfke
açısından incelenmiştir. Gordon ve Allen (1990), kadınlarda depresyonun,
maskelenmiş ve ifade edilmeyen öfkenin bir sonucu olarak ortaya çıktığını ileri
sürmüştür (Akt., Balkaya, 2001). Benzer şekilde Russel ve Shirk (1993) ifade
edilemeyen öfkenin yeme bozukluklarının ilerlemesinde önemli bir etkiye sahip
olduğunu öne sürmüştür (Akt., Balkaya, 2001). Ayrıca, Averill (1983) kadınların
erkeklerden farklı olarak, öfkelendikleri zaman sıklıkla ağlamayı tercih ettiklerine
işaret etmektedir (Akt., Balkaya, 2001).
Klinik gözlem sonuçlarına göre, kadınların aksine erkekler, öfke duyguları
hariç diğer duygularını ifade etmekte zorlanmaktadırlar. Buna ek olarak, kıskançlık,
üzüntü gibi diğer olumsuz duygularını, öfkeye dönüştürerek ifade etmektedirler.
46
Sharkin (1993) bunun nedeninin, öfke duygusunun, güçlülük, sertlik, saldırganlık
şeklinde ve “erkeksi”, diğer deyişle erkeğe yakışan ve onu güçlendiren bir duygu
olarak değerlendirilmesi olabileceğini öne sürmüştür. Diğer duygular ise, “kadınsı”
olarak görülmektedir. Bu nedenle öfke, temel bir erkek duygusu olarak ele alınmakta
ve kadınların aksine pozitif bir duygu olarak, erkekte olması gerektiği şeklinde
değerlendirilmektedir (Akt. Balkaya, 2001).
Öfke ve diğer duygular arasında son derece karmaşık bir ilişki bulunmaktadır.
Öfkenin anksiyete, suçluluk, depresyon, bağımlılık ve cinsellikle ilgisi olduğu birçok
araştırmacı tarafından gösterilmektedir (Burne ve Kelley, 1981; Biaggio, 1987; Riley
ve ark., 1989; Tangney, 1996; Fava ve ark., 1990; Akt. Soykan, 2003). Gordon
(1999) aslında kızgınlık, öfke gibi duyguların daha çok ikincil duygular olduğunu,
kırılma, alınma, gücenme, anlaşılmama, reddedilme, engellenme, korku, kaygı, hayal
kırıklığı, yalnızlık gibi acı veren temel duygulara ikincil olarak oluştuğunu ifade
etmiştir (Akt., Soykan, 2003). Öfke, dile getirilmemiş veya anlaşılmamış, kabul
görmemiş kızgınlıkların topluca yaşanması ve ortaya dökülmesi olarak da ortaya
çıkabilmektedir (Soykan, 2003).
Madlow (1972) ve Hankins (1993) öfkenin tokat atma, tekme atma, vurma,
tehdit etme, aşırı eleştirel olma, hata arama, tartışma ve saldırgan bir tavır içinde
olma, suçlama, alay etme, dedikodu yapma, önyargıyla yaklaşma gibi açıkça ve
doğrudan gözlenebilen sözel ve davranışsal belirtiler ile ifade edilebildiği gibi,
başkalarından uzak durma ve onlarla işbirliğini reddetme, sessizlik, unutkanlık,
psikosomatik hastalıklar, depresyon ve suçluluk duyguları, aşırı alttan alma,
çekingen davranma, ağlama, şiddete ve suça yönelik fanteziler içinde bulunma,
47
yoğun bir rahatsızlık ve stres altında olma duygusu, mutsuzluk ve gerginlik,
güceniklik ve ruhsal acı çekme duygularının varlığı gibi belirtiler ile de dolaylı
olarak ifade edilebildiğini belirtmektedirler (Akt., Soykan, 2003).
I.3.b. Kişilerarası İletişim Tarzı ve Kendilik Algısı
Yaşamı boyunca bireyin ne bildiği, ne yaptığı, nasıl davrandığı ya da ne
hissettiği diğer kişiler tarafından şekillendirilmektedir. Bu süreçte kişilerarası
iletişim, en önemli etmenlerden birini oluşturmaktadır. Bireyin ‘gerçekte’ kim
olduğu, kişinin kendisini nasıl gördüğü, diğerlerinin bireyi nasıl gördüğü, kişinin
çevresinde yer alan insanlar için nasıl bir rol oynadığı gibi etmenlerden etkilenmekte
ve bu unsurlar tarafından şekillendirilmektedir. Bireyin nasıl ve ne kadar etkili
iletişim kurabildiği tamamen bireye bağlıdır. Kişilerarası iletişimin birey için önemi
büyüktür, çünkü kendilik kavramı kişilerarası iletişim süreçlerinde öğrenilmekte,
devam ettirilmekte ve değişmektedir. Kişinin kendisini nasıl gördüğü başkaları
tarafından nasıl görüldüğüne dair algılayışının bir sonucudur (Myers ve Myers,
1992). Kişinin kendisine ilişkin görüşü sabit değil aksine dinamik ve değişim
içindedir. Her yeni birey ya da her yeni deneyim dünyaya, diğer insanlara ve kişinin
kendisine yönelik bakış açısını destekleyip güçlendirebildiği gibi, değişime de neden
olabilmektedir. Kişi, kim olduğuna dair görüşünün diğer insanlar tarafından
desteklenmesini ve doğrulanmasını ister. Kişi kendisine yönelik doğrulamanın
yanısıra, başkalarına ve dünyaya dair görüşlerinin de doğrulanmasını istemektedir ve
bu süreçte de iletişimin büyük bir önemi bulunmaktadır (Myers ve Myers, 1992).
Sieburg (1969) iletişimi insanın temel ihtiyaçlarından biri olarak görmektedir.
Kişi iletişim yolu ile diğerleri ile ilişki kurabilmekte, ilişkilerini sürdürebilmekte ve
48
ilişki kurma çabasına da karşı taraftan belirli bir yanıt beklemektedir (Myers ve
Myers, 1992).
Cushman ve Cahn (1985), bireyin kendilik kavramının diğer insanlarla
etkileşimindeki iletişim becerilerini düzenlemede önemli ve gerekli bir yere sahip
olduğunu belirtmektedirler. Glauser (1984) da olumlu iletişim deneyimi olan
kişilerin olumsuz iletişim deneyimi olan kişilere göre daha olumlu kendilik
izlenimlerinin olduğunu ve bu kişilerin daha etkili iletişim kurabildiklerini belirterek
kişilerarası iletişim ve kendilik kavramı arasındaki ilişkiye açıklama getirmektedir
(Akt., Rancer, Kosberg ve Silvestri, 1992).
Kişi sadece kendini nasıl gördüğüne dikkat etmemekte, aynı zamanda
kendisinin diğerleri tarafından nasıl görüldüğüne, nasıl değerlendirildiğine de önem
vermektedir. Dolayısı ile bireyin nasıl düşündüğü, davrandığı ya da hissettiği diğer
insanların bireyi nasıl algılandığından büyük ölçüde etkilenmektedir (Myers ve
Myers, 1992; Cushman ve Cahn, 1985). Kısaca belirtilecek olunursa, kendilik
kavramının oluşumunda bireyin kendilik algısı önemli bir yere sahiptir. Ayrıca
Cushman ve Cahn (1985) bireyin kendilik kavramının, sadece diğerleri ile olan
etkileşimi içerisinde oluşturulabileceğini ve sürdürülebileceğini, diğerleri ile olan
ilişkilerini ve onlarla ilişkisindeki anlaşma süreçlerini ancak iletişim yolu ile
tanımlayabileceğini ve yorumlayabileceğini öne sürmüşlerdir. Bu bağlamda da
dinleme ve uzlaşma becerilerinin önemli bir yere sahip olduğunu, çünkü kendinden
ve karşısından beklentilerini daha doğru belirleyebilmenin dinleme ve uzlaşma
becerileri
ile
gerçekleşebileceğini,
kişilerarası
iletişimdeki
yeterliliklerin
belirlenmesinde önemli bir yere sahip olduğunu ifade etmişlerdir. Benlik kavramının
49
iletişim becerileri öğeleri içerisindeki yeri gözönünde bulundurulduğunda benlik
kavramının iletişime özgü (communication-specific) bir yapı olduğu görülmektedir
(Cushman ve Cahn, 1985). Bu süreçte bireyin diğer insanları algılayışı, diğerlerinin
kendisini nasıl değerlendirdiğine dair olan algısı bu kişilerarası ilişki süreçlerinden
etkilenmektedir. Yani benlik kavramı diğerleri ile etkileşim içerisinde iletişim yolu
ile oluşturulan, sürdürülen ve bu etkileşimden ve iletişim süreçlerinden etkilenmeye
devam eden bir yapıdır. Dolayısı ile bireyin kişilerarası iletişim tarzının oluşmasında
kendilik algısının büyük önemi bulunmaktadır.
Kişilerarası ilişkilerde karşılaşılan iletişim engelleri genellikle iletişimi
olumsuz olarak etkilemektedir. Her ne kadar iletişim engellerinin etkileri çeşitlilik
gösterse ve duruma göre değişebilse de sıklıkla, kişinin özsaygısının azalmasına ve
olumsuz etkilenmesine neden olmaktadır. İletişim engellerinin bireylerin özsaygısını
etkileyebilmesinin yanı sıra, bireyin süregelen iletişim engellerinden etkilenmesinde
kişinin olumlu benlik algısının da önemi büyüktür. Aydın ve ark. (2002) olumlu
benlik kavramına sahip olan bireylerin, daha az duygusal problemler yaşamakta
olduklarını; çevreleri ve diğer insanlarla daha verimli ilişkiler kurabildiklerini ve
başarılı olma yönünde daha gayretli ve girişimci olduklarını ifade etmektedirler.
Rancer, Kosberg ve Silvestri (1992), özsaygı ile saldırgan iletişime
yatkınlığın ilişkisi üzerine yaptıklar çalışmada, özsaygının kişisel güç ve beceri
boyutlarının, tartışmacı iletişim tarzı ile pozitif yönde ilişkili olduğunu bulmuşlardır.
Ayrıca özsaygının savunmacı, kendini kabul, sevilebilirlik, hoşlanılabilirlik, kendini
kontrol, kişilik bütünleşmesi boyutlarının ise sözel saldırganlık ile negatif yönde
ilişkili olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Bu çalışmanın gösterdiği gibi bireyin kendilik
50
kavramının önemli boyutlarından birini oluşturan özsaygı ile kişilerarası iletişim tarzı
arasında önemli bir ilişki bulunmaktadır.
İnsanlar düşünce ve yeteneklerini yani kendilerini bazı nesnel yollarla
değerlendirme eğilimindedirler. Ancak, Festinger (1954) insanların bu amaçla nesnel
araçlar bulamadıklarında kendilerini diğer kişilerin fikirleri ve yetenekleri ile
karşılaştırarak değerlendirdiklerini ifade etmektedirler (Akt., Park ve Salmon, 2005).
Bu nesnel araçlar, özellikle kişilerarası iletişimlerde sıklıkla kullanılmaktadır.
Dolayısı ile diğer kişilerin iletişim tarzları ve kendi iletişim tarzları, kendilerine
yönelik algılarını etkilemede büyük bir role sahiptir.
I.4. Cinsel İşlev Bozuklukları
Günümüze
kadar
cinselliğe
ilişkin
farklı
tanımlamalar
açıklamalar
getirilmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda Sadock (2007), cinselliği, “bir kişinin diğerine
çekici gelmesini de içerecek şekilde, cinsel haz alma ve üremeyle ilgili bütün
düşünce, duygu ve davranışları kapsar” şeklinde tanımlamıştır. Aydın (1998) ise
cinselliği, “cinsel doyumu ve iki insanın bir armoni içerisinde beraberliklerini içeren,
sosyal kurallar, değer yargıları ve tabularla belirlenmiş, biyolojik, psikolojik, sosyal
yönleri olan özel bir yaşantı” olarak tanımlamıştır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)
sağlıklı cinselliği “somatik, duygusal, entellektüel ve sosyal bileşenleri olumlu yönde
bütünleştiren, zenginleştiren ve kişiliği, iletişimi, sevgiyi geliştiren bütünlük” olarak
tanımlamaktadır. Cinsellik bir bireyin, fiziksel, psikolojik ve sosyal yaşantısının
önemli bir yönü olup sadece basit bir şekilde üreme çin yapılan biyolojik bir yaşantı
değil, kişilerarası duyguların iletişimine yarayan, kişiye hoş duygular yaşatan ve
zevk veren bir yaşantıdır (Özkan, 2001). Tanımlarda da açık bir şekilde görüldüğü
51
üzere cinsellik ve cinsel davranışlar çok geniş kapsamlı, çeşitli faktörlerin
etkileşimiyle belirlenen ve bireyler arasında oldukça farklılık gösteren bir yaşantıyı
içermektedir. Öyle ki kişinin diğerleri ile kurduğu ilişkilerden, içinde bulunduğu
toplumdan, kültür ve sosyal çevreden, yaşam koşullarından, bireyin kendi kişilik
özelliklerinden, biyolojik özelliklerinden ve kendilik algısından önemli ölçüde
etkilenmektedir. Böylesine çok faktörün etkileşimi ile belirlenen, zengin bir yaşantı
olan cinselliğin tanımlamasının yapılması da dolayısı ile oldukça güçleşmektedir.
İki kişi arasındaki ilişkinin özel bir boyutu olan cinsellik bireyin kişiliğinin
her yönü ile ilişkilidir. Kişinin benlik kavramı, beden ve benlik algısı, bu bağlamda
kendisini ve diğerini, sergiledikleri rollerini nasıl algıladığı, tutumları cinselliğin
yaşanmasında ve dolayısı ile bozuklukların değerlendirilmesinde büyük önem
taşımaktadır. Cinselliğin yaşanması, birey olmak, tek başınalık, bağımsızlık,
cinselliği özgürce yaşayabilmek, kendini diğerine teslim edebilmek, diğerinin benzer
yaşantılarına katılabilme, bir ve birlikte olmak, bütün olma, tek başına yeniden
bütünlenme, diğerinin bütünleşmesine katkıda bulunma, onunla olmanın öznel ve
özel durumunu algılama, varoluşun yeni boyutlarının keşfi anlamına gelmektedir
(Aydın, 1998). Cinsellik kişinin benliği ve öznelliği için önemli olduğu kadar
bireylerarası
ilişkilerinde
de rolü
bulunmaktadır.
İlişkilerin
ilerlemesi
ve
gelişmesinde büyük payı bulunmaktadır (Maner, 2001).
Cinselliğe ilişkin ilk kapsamlı araştırma, Kinsey ve arkadaşları tarafından
1938 ile 1952 yılları arasına ait insanın cinsel davranışlarına yönelik istatistikleri
içermektedir (Akt., İncesu, 1998a). Bu çalışmanın yayınlanması, sadece bilim
dünyasında değil tüm toplumda bir etki uyandırmış ve “cinsellik” kavramı,
52
“bilinmeyen” bir alan olmaktan çıkarak bilimsel olarak araştırılabilir, ölçülebilir ve
tartışılabilir bir özellik kazanmaya başlamıştır. Daha sonra Masters ve Johnson 1954
yılında insan cinsel tepkisinin anatomi ve fizyolojisini araştırmaya başlamış ve 10
yıl süren çalışmanın sonuçları 1966 yılında “İnsanda Cinsel Davranış” adlı kitapta
yayınlanmıştır (Akt., İncesu, 1998a). Bu çalışmanın en önemli özelliği, bu
çalışmanın bilgilerinin cinsel fizyoloji ile ilgili olarak bugün bilinenlerin temelini
oluşturmasıdır. Masters ve Johnson, insan cinsel yanıt döngüsünü dört ayrı evreye
ayırmıştır. Bunlar; uyarılma evresi, plato evresi, orgazm evresi ve çözülme evresidir.
Cinsel yanıt döngüsü psikofizyolojik bir deneyim olup erkekte ve kadında cinsel
yanıt döngüsü, tepkinin yoğunluğu açısından farklılık göstermektedir. Erkekte cinsel
yanıt döngüsündeki değişiklikler tepkinin süresi ile ilişkili iken, kadında tepkinin
hem yoğunluğu hem de süresi ile ilişkilidir ve bu nedenle kadında sayısız çeşitlilikte
olabilmektedir. Kadın ve erkekte cinsel yanıt döngüsü Şekil 1 ve Şekil 2’de
gösterilmektedir (İncesu, 1998a).
Masters ve Johnson’ın çalışmaları bu alanda çalışan klinisyenleri de
etkilemiştir. Seks terapisinin kurucularından olan Kaplan (1987) kadın ve erkeğin
cinsel yanıtının ilk bakışta tek ve bağımsız bir bütün gibi göründüğünü, ancak her iki
cinsiyette de cinsel yanıtın iki ayrı evreden meydana geldiğini ifade etmiştir. Cinsel
yanıtın ilk evresi genital vazokonjesyondan oluşmaktadır. Bu evrede erkekte penil
ereksiyon, kadında vajinal lubrikasyon, büyüme ve kabarma meydana gelmektedir.
İkinci evre ise, orgazmı sağlayan genital kasların refleks klonik kasılmalarıdır. Bu
evreler anatomik ve fizyolojik olarak kadın ve erkekte benzerlik göstermektedir.
Genital
vazokonjesyon
yanıtı
parasempatik
sinir
sistemi
tarafından,
kas
53
kontraksiyonları ile karakterize olan ikinci evre ise sempatik sinir sistemi tarafından
innerve edilmektedir (Kaplan, 1987).
Şekil 1. Kadında cinsel yanıt döngüsü
Şekil 2. Erkekte cinsel yanıt döngüsü
(İncesu, 1998a, s.4)
54
Cinsel yanıt, travma, ilaç ve yaş gibi fiziksel etkenlerden farklı derecelerde
etkilenebilmektedir. Dolayısı ile farklı psikopatolojik mekanizmalarla birbirinden
kesin hatlarla ayrılan farklı klinik sendromlara yol açmaktadır. İnsan cinsel yanıtının
bifazik niteliğinin anlaşılması cinsel işlev bozukluklarının ayırıcı tanısı ve tedavi
yaklaşımları açısından ilerlemeler ve gelişmeler elde edilmesi açısından faydalı
olmuştur. Cinsel yanıtın tek bir fizyolojik sürecin parçaları olduğu yanlış inancı, tüm
cinsel işlev bozukluklarının erkeklerde empotans, kadınlarda ise frijidite olarak
tanımlanmasına neden olmaktaydı. Dolayısı ile cinsel yanıtın bifazik niteliğinin
anlaşılması, bu yanlış inancın yıkılmasını sağlamıştır (İncesu, 1998a).
1970’li yılların sonlarından başlayarak uyarılma ve orgazm evrelerine ek
olarak cinsel isteğin de önemli bir rol oynadığı anlaşılmış olup cinsel istek
aşamasının da farklı klinik sendromlara yol açtığı ve dolayısı ile farklı tedavi
yaklaşımlarını gerektirdiği görülmüştür. Cinsel yanıtın istek, uyarılma ve orgazm
evrelerine denk düşen klinik sendromlar bulunduğundan, ancak çözülme evresine
denk düşen klinik sendromlar çok nadir olduğundan sınıflandırmalar içerisinde
çözülme evresi belirtilmemektedir. Günümüzde insandaki cinsel yanıt döngüsünün
birbirleri ile bağlantılı, ancak anatomik ve nörofizyolojik olarak birbirlerinden farklı
üç evreden oluştuğu kabul edilmekte olup cinsel işlev bozuklukları Tablo 1’de
gösterilen her bir evreye karşılık gelen klinik sendromlar topluluğu olarak
değerlendirilmektedir (İncesu, 1998a).
Cinsel işlevin fizyolojisi üzerine yapılan araştırmaların ardından günümüze
kadar merkezi sinir sistemi, endokrin sistem ile ilgili çalışmalar yapılmıştır ve cinsel
işlevin nöroendokrin temelleri ile ilgili kapsamlı bilgilere ulaşılmıştır. Yapılan
55
çalışmalar; cinsel davranışın ve cinsel işlevin merkezi sinir sistemi ve endokrin
sistem ile nörokimyasal,
nörofizyolojik
ve psikolojik süreçlerin karşılıklı
etkileşiminden oluşan kompleks bir davranış örüntüsü olduğunu göstermektedir. Bu
süreçlerin bir şekilde işlev görmemesi cinsel yaşamın belirgin bir şekilde
etkilenmesine neden olmaktadır. Her türlü psikiyarik sorun, bedensel bazı hastalıklar
ve ilaçlar, hormonlar ve benzeri çeşitli fiziksel etkenler bu süreçlerin birini ya da
birden fazla süreç üzerinde engelleme ya da olumsuz etkiler yapabilmektedir (İncesu,
1998a).
Tablo I.1 Cinsel yanıt döngüsünde her bir evreye karşılık gelen klinik
sendromlar
Evre
Fizyolojik Süreç
Sendromlar
1) İstek
MSS (Merkezi Sinir
Sistemi)’deki cinsel
merkezlerin aktivasyonu;
1) Cinsel İstek Boz.
2) Uyarılma
3) Orgazm
Yeterli ölçüde endokrin
sistem desteği
Genital bölgede
vazokonjesyon+ sistemik
vazokonjesyon
2) Cinsel Tiksinti Boz.
Erkekte: Ereksiyon
Bozukluğu
Erkekte Ereksiyon
Kadında: Uyarılma
Bozukluğu
Kadında Lubrikasyon
Refleks kas
kontraksiyonları
Erkekte: Ejakülasyon
Bozuklukları
Erkekte Ejakülasyon
Kadında: Orgazm
Bozuklukları
Kadında Orgazm
(İncesu, 1998a)
Cinsel işlev bozukluklarının tanımlama ve sınıflamasında henüz evrensel bir
fikir birliği oluşturulamamış olsa da Sungur (1998), cinsel işlev bozukluğunu cinsel
56
ilginin ve/veya cinsel uyaranlara verilen yanıtların, inatçı ve tekrarlayıcı biçimde
bozulması olarak tanımlamaktadır. DSM-IV’te de cinsel işlev bozukluklarının
tanımında vurgu yapılan öğeler, cinsel istekte ve cinsel yanıt döngüsünde meydana
gelen psikofizyolojik bozulmalardır (Köroğlu, 1994). Cinsel işlev bozuklukları,
bireyin yaşamında anlamlı düzeyde sorun oluşturmakta ve kişilerarası ilişkilerde
güçlüklere neden olmaktadır. Bu DSM-IV’te temel olarak yedi başlıkta incelenmekte
olup Eksen I bozuklukları içinde yer almaktadır. Bunlar cinsel istek bozuklukları,
cinsel uyarılma bozuklukları, orgazm bozuklukları, cinsel ağrı bozuklukları, genel
tıbbi duruma bağlı cinsel işlev bozukluğu ve başka türlü adlandırılamayan cinsel
işlev bozukluğu’dur (Köroğlu, 1994). DSM-IV’e göre her bir cinsel işlev bozukluğu
için üç kriter tanımlanmıştır. İlk kriter cinsel isteğin, cinsel uyarılmanın ya da
orgazmın olmaması gibi psikofizyolojik bozukluğu tanımlamaktadır. İkinci ve
üçüncü kriterler her bozukluk için aynıdır: Bozukluk belirgin bir sıkıntıya ya da
kişilerarası güçlüğe neden olur ve bu bozukluk bir başka Eksen I bozuklukları ile
açıklanamamakta, sadece bir maddenin (kötüye kullanılabilen br ilaç, tedavi için
kullanılan bir ilaç) ya da genel tıbbi bir durumun doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı
değildir (Kay ve Tasman, 2006).
Cinsel işlev bozukluklarının başlangıç, koşul ve etiyolojik etkenlerini
belirtmek amacı ile alt tipleri tanımlanmıştır. “Yaşamboyu tip” ve “edinilmiş tip”,
bozukluğun başlangıç doğasını belirtmek; “yaygın tip” ve “durumsal tip” bozukluğun
ortaya çıktığı koşulu belirtmek; “psikolojik etkenlere bağlı” ve “bileşik etkenlere
bağlı” tanımları da bozukluğun etyolojik etkenlerini belirtmek amacı ile
kullanılmaktadır (Köroğlu, 1994). Cinsel işlev bozukluklarının temel özelliği, cinsel
yanıt döngüsündeki fazlardan birinde ya da daha fazlasında öznel olarak haz
57
duyulmasında veya istekte bir bozulma ya da nesnel olarak performansta bir bozulma
şeklinde inhibisyon olmasıdır. Bozukluklar tek başına ya da diğer bozukluklar ile
birlikte görülebilmekte olup klinik tablonun temel parçası olduğunda cinsel işlev
bozukluğu tanısı konulabilmektedir (Sadock, 2007).
Cinsel işlev bozukluklarının psikolojik etyolojisine ilişkin günümüze kadar
çeşitli görüşlerde bulunulmuştur. Bu yaklaşımlar geleneksel ve modern yaklaşımlar
olmak üzere iki grupta toplanmıştır. Geleneksel yaklaşımlar, psikanalitik ve
davranışçı yaklaşım olarak iki grupta değerlendirilmektedir. Psikanalitik yaklaşıma
göre, cinsel işlev bozuklukları bilinçaltı çatışmalara bağlı olarak gelişmekte olup bu
bu çatışmaların temelinde ise erken çocukluk yaşantıları, psikoseksüel gelişim
dönemlerinde bir aksaklık oluşması, oedipus kompleksi, kastrasyon anksiyetesi ya da
penis kıskançlığı gibi nedenlerin yer aldığı düşünülmektedir. Davranışçı yaklaşıma
göre ise tüm davranışlar gibi cinselliğin ve cinsel davranışların da öğrenildiği ve
dolayısı ile cinsel işlev bozukluğu olan kişilerin cinsel uyarılara yanlış tepkiler
vermeyi öğrendikleri görüşü esas alınmaktadır. Modern yaklaşımların temeli Masters
ve Johnson (1970) tarafından atılmış olup bu yaklaşıma göre cinsel işlev
bozuklukları, çok heterojen bir gruptur ve etyolojisinde birçok neden rol
oynayabilmektedir. Geleneksel yaklaşımların öne sürdüğü psikoseksüel gelişim
aşamalarındaki aksaklıklar ve yanlış öğrenilmiş davranışların yanısıra modern
yaklaşım cinsel işlev bozukluklarının etyolojisinde eşler arasındaki ilişkinin ve cinsel
bilgi eksikliğinin de önemli bir rol oynadığına vurgu yapmaktadır. Cinsel işlev
bozukluklarının etyolojisine ilişkin yapılan araştırmalara göre eksik ya da yanlış
cinsel bilgi, geleneksel ve tutucu yetiştiriliş biçimi, çocukluk yaşantıları ve aile
ortamı, eşler arasındaki uyumsuzluk ve iletişim sorunları, başka bir cinsel sorunun
58
bulunması, başka bir psikiyatrik sorunun bulunması ve beden imgesi gibi faktörlerin
önemli bir role sahip oldukları saptanmıştır (Tuğrul, 1998). Sadock (2007) da ilişki
sorunlarının önemini belirtmiş ve cinsel işlev bozukluklarının ilişki sorunlarına yol
açabildiğini ve aynı zamanda cinsel işlev bozukluklarının ilişki sorunlarından
kaynaklanabildiğini, bu hastalarda genellikle cinsel performans ile ilgili bir
yetersizlik ya da utanma duygusu geliştiğini vurgulamıştır. Cinsel işlev bozukluğu
biyolojik sorunların, kişinin içsel çatışmalarının, kişilerarası zorlukların ya da
bunların birleşiminin sonucunda ortaya çıkabilmektedir (Sadock, 2007).
Cinsel işlev bozukluklarına yol açan etkenler belirtildiği gibi çok faktörlü
olup etkenler arasında da karmaşık bir ilişki söz konusudur. Bu etkenler genel olarak
fiziksel ve psikolojik faktörler olarak ikiye ayrılarak tanımlanmakta olup psikolojik
faktörler de yatkınlık yaratıcı, başlatıcı ve devam ettirici faktörler olmak üzere üç
grupta tanımlanmaktadır. Bu faktörler Tablo I.2’de gösterilmiştir.
Cinsel işlev bozukluğunun görülme sıklığına ilişkin yapılan araştırmalara
göre, kadınların %30-%60'ı, erkeklerin ise %40’ı yaşamları boyunca en az bir cinsel
işlev bozukluğu yaşamaktadır. Kadınlarda en sık görülen cinsel işlev bozuklukları
‘cinsel istek bozukluğu ve uyarılma bozuklukları’ iken erkeklerde en sık görülen
cinsel işlev bozukluğu ise ‘erken boşalma’dır. Başka bir deyişle yaklaşık olarak her 3
kadından 1'inde ve yaklaşık olarak 3-4 erkekten 1’inde cinsel işlev bozukluğu
bulunmaktadır. Araştırmalara göre 60 yaş üstünde kadınların %60-%80'i cinsel işlev
bozukluğu yaşamaktadır ve en sık yardım alan yaş grubunu 50-59 yaş arasındaki
kadınlar oluşturmaktadır. Gelişmiş batı ülkelerinde tedaviye başvuran kadınlar daha
çok ileri yaşlardaki kadınlar olurken ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerde
59
genellikle genç-orta yaşlardaki kadınlar tedavi arayışında bulunmaktadır. Ülkemizde
en çok başvuru nedenini kadınlarda vajinismus oluşturmaktadır (İncesu, 2007).
Tablo I.2. Cinsel işlev bozukluklarının etyolojisinde psikolojik faktörler
Yatkınlık Yaratıcı
Başlatıcı Etkenler
Devam Ettirici Etkenler
Etkenler
• Yetiştirilme tarzı
• Hamilelik ve doğum
• Performas anksiyetesi
• Bozuk aile ilişkileri
• Eşler arasındaki genel
• Başarısızlık korkusu
• Yetersiz ya da yanlış ilişki bozukluğu
• Suçluluk duygusu
cinsel bilgiler
• Aldaltılma
• Partnerler
arasında
çekicilik kaybı
• Travmatik
cinsel • Gerçekdışı beklentiler
deneyim
• Partnerdeki cinsel işlev
• Genel
ilişkideki
• Psikoseksüel roldeki bozukluğu
uyumsuzluk
güvensizlik
• Rastlantısal başarısızlık
• Yakınlık korkusu
• İntrapsişik
dinamik • Organik
• Bozuk kendilik algısı
hastalıklara
nedenler
reaksiyon
• Yetersiz cinsel bilgi
• Yaşlanma
• Cinsel mitler
• Depresyon ve anksiyete
• Kısıtlı önsevişme
• Travmatik
cinsel
• Psikiyatrik
deneyimler
rahatsızlıklar
• Kendini
yetersiz
tanıma
(Tuğrul, 1998)
Orta yaş döneminde ve daha yaşlı yetişkinlerde cinselliğin önemini ve cinsel
işlev bozukluklarının görülme sıklığını belirlemek amacıyla Nicolosi, Laumann,
Glasser, Moreira, Paik ve Gingell (2004) tarafından yapılan ve 29 ülkeden 40-80 yaş
arasında 27.500 erkek ve kadının katılım sağladığı çalışmanın sonuçlarına göre
erkeklerin %80’inden fazlası, kadınların da %65’i son bir yıl süresince cinsel
birleşme yaşamakta olup erkeklerde en çok görülen bozukluğun prematür
ejakülasyon (%14) ve erektil disfonksiyon (%10), kadınlarda ise cinsel istek azlığı
(%21), orgazma ulaşamama (%16) ve lubrikasyonda yaşanan güçlükler (%16)
olduğu bulunmuştur. Çalışma sonuçlarına göre cinsel istek ve aktivite orta yaş ve
60
ileri yaş dönemlerinde yaygın olarak devam etmektedir ve cinsel işlev
bozukluklarının görülme sıklığı bu yaş döneminde yüksek olmakla birlikte yaş ile
birlikte özellikle de erkeklerde artma eğilimindedir. Bunun yanısıra aynı araştırmada
erkeklerin %82’si, kadınların ise %76’sı bir ilişkinin yürütülmesi ve kişinin benlik
saygısı için tatmin edici bir cinsel yaşama sahip olmanın çok önemli olduğunu ifade
etmişlerdir.
Türkiye’de cinsellik ve cinsel işlev bozuklukları ile ilgili yapılan çalışma
sonuçları aşağıda incelenmiş olup her bir cinsel işlev bozukluğu ile ilgili yapılmış
çalışmalara ve verilerine detaylı olarak cinsel işlev bozuklukları altında yer
verilecektir. Sağduyu ve arkadaşlarının (1997) çalışmasına göre erkeklerin %92.8’i
kadınların da %54’ü cinselliği olumlu bir şekilde değerlendirmiştir. Cinsellik ile ilgili
olumsuz duygular çoğunlukla daha yaşlı gruplarda görülmüştür. Bu çalışmaya göre,
cinsel işlev bozukluğu olan hastalar arasında kadınların %25’inin, erkeklerin de
%5’inin cinsel istek azlığından şikayet ettikleri görülmüştür (Akt., Aydın ve Gülçat,
2004).
Kayır (1990) cinsel işlev bozukluğu olan kadınların %52’sinin vajinismus,
%25’inin cinsel istek azlığı, %15’inin anorgazmi ve %2’sinin disparoni tanısı
aldığını rapor etmiştir. Cinsel işlev bozukluğu olan erkeklerin ise %48’inin erektil
bozukluk, %20’sinin prematür ejakülasyon, %5’inin cinsel istek azlığı, %2’sinin
engellenmiş ejakülasyon tanısı ve %22’sinin ise birden fazla cinsel işlev bozukluğu
tanısı aldığını bildirmiştir. Özkan (1981) ise psikiyatrik popülasyonda benzer
bulgulara ulaşmıştır ve hastaların %49’unun erektil bozukluğunun olduğunu,
%52.9’unun prematür ejakülasyon sorununun olduğunu, buna karşılık kadın
61
hastaların ise %35.5’inin disparoni, %53.3’ünün vajinismus, %66.6’sının anorgazmi,
%60’ının cinsel uyarılma bozukluğu ve %84.4’ünün cinsel istek azlığı sorununun
olduğunu bulmuştur (Akt., Aydın ve Gülçat, 2004).
I.4.a. Cinsel İstek Bozuklukları
Cinsel istek bozuklukları, DSM-IV’te azalmış (hipoaktif) cinsel istek
bozukluğu ve cinsel tiksinme bozukluğu olarak iki gruba ayrılmaktadır. Azalmış
cinsel istek bozukluğu; cinsel fantezi ve cinsel aktivite isteğinin az olması ya da hiç
olmaması ile karakterize iken cinsel tiksinme bozukluğu, cinsel partnerle genital
cinsel ilişki kurmaktan ya da masturbasyondan tiksinme ve kaçınma ile
karakterizedir (Sadock, 2007).
I.4.a.i. Azalmış Cinsel İstek Bozukluğu
Azalmış cinsel istek bozukluğu kişinin yaşı ve yaşam koşulları dikkate
alınarak, sürekli olarak ya da tekrarlayıcı bir biçimde cinsel fantezi ve cinsel
etkinlikte
bulunma
isteğinin
az
olması
ya
da
hiç
olmaması
şeklinde
tanımlanmaktadır. Azalmış cinsel istek bozukluğuna, cinsel tiksinme bozukluğuna
kıyasla daha sık rastlanmaktadır (Sadock, 2007).
Cinsel işlev bozuklukları arasında DSM-IV tanı kriterlerinde, tanımlamasında
en çok sıkıntı çekilen bozukluk, cinsel istek bozukluklarıdır. Bunun en temel
nedenlerinden birisi, cinsel ilişkide bulunmanın kişi tarafından ne kadar sıklıkla
istenmesi gerektiğine dair bir tanımlama yapılamamasıdır. Azalmış cinsel istek
bozukluğu, içinde yaşanılan dönem ve kültürden de etkilenmektedir. Çünkü içinde
yaşanılan dönem ve kültür, kişinin cinselliğine ilişkin beklentilerini etkilemekte,
62
dolayısı ile döneme ve kültüre bağlı olarak farklılıklar görülebilmektedir. Elde edilen
veriler, cinsel istekte azalma tanısının konulmasında, kişinin duruma özgü öznel
değerlendirmelerinin önemli bir yere sahip olduğunu göstermektedir (Davison ve
Neale, 2004). Azalmış cinsel istek bozukluğunu değerlendirirken kültürel, sosyal,
dini, psikolojik ve bedensel faktörlerin ele alınması büyük bir öneme sahiptir (İncesu,
1998b).
Azalmış cinsel istek bozukluğunun tanı prosedüründeki karşamaşıklık nedeni
ile bozukluğun sıklığını değerlendirmeye yönelik yapılan epidemiyolojik çalışmalar
yetersizdir. Cinsel sorunları nedeni ile çeşitli kliniklere başvuruda bulunan kişi ya da
çiftler üzerinde yapılan çalışmalar değerlendirildiğinde batı toplumlarında kadınlarda
cinsel yakınma nedeni ile başvuruların %30-49’unu cinsel istek azlığı olanların
oluşturduğu görülürken, ülkemizdeki oranın %8-15 arasında değişim gösterdiği
görülmüştür. Bu fark ülkemizde cinsel istek azlığına daha az rastlandığı şeklinde
yorumlanmamaktadır. Türkiye’de başvuru oranının az olması cinsel istek azlığının
ülkemizde sorun olarak algılanmaması ve bu nedenle hekime başvurma konusunda
çekingenliğin olması şeklinde açıklanmaktadır. Diğer bir fark ise kadın-erkek
arasındadır. Hem batı toplumlarında hem de ülkemizde kadınlarda cinsel istek azlığı
görülme oranı, erkeklere oranla en az iki kat daha fazladır (İncesu, 1998b; İncesu,
2007).
Erkeklerde azalmış cinsel istek bozukluğu ile başvurular oldukça nadir
olmaktadır.
Bunun
nedeni
ise
erkeklerin
sertleşme kaybı
yakınması
ile
başvurmalarıdır, oysa ki çoğunlukla sertleşme kaybı cinsel ilgi ve istek azalmasına
bağlı olarak gelişmektedir. Cinsel istek azlığı ile başvuru azlığının bir diğer nedeni
63
olarak “erkeklerin her zaman ve her koşulda cinselliğe hazır olduğu” cinsel miti
görülmektedir ve bu mitin erkeklerin yardım arama davranışını engellediği
düşünülmektedir. Kadınlarda olduğu gibi erkeklerde de ikincil olarak gelişen bir
cinsel istek azalması, eş ile ilişkisinin doyurucu olmaması ile açıklanmaktadır.
Azalmış cinsel istek bozukluğunun nedenleri hakkında çok fazla bilgiye sahip
olunmasa da LoPiccolo ve Friedman (1988), klinik vakaları gözden geçirdiklerinde
azalmış cinsel istek bozukluğunda, kontrolü kaybetme korkusu, hamilelikten korkma,
depresyon, sakinleştirici, antihipertansiyon ya da başka ilaçların yan etkileri,
kişilerarası ilişkilerde (özellikle evlilikte veya çiftler arasında) çatışma olması gibi
nedenlerin etkili olabildiğini görmüşlerdir (Akt., Davison ve Neale, 2004). Azalmış
cinsel istek bozukluğunun biyolojik nedenleri arasında böbrek üstü bezlerinin az ya
da çok çalışması, cinsellik hormonlarının azlığı, epilepsi, gibi bazı hastalıklar, bazı
ainti-depresan ve bazı antihipertansif ilaçlar, psikoz tedavisinde kullanılan ilaçlar
gibi bazı ilaçlar, psikolojik nedenleri arasında ise kişilik sorunları, çocuk sahibi
olmak istememek, psikiyatrik bazı rahatsızlıklar, yaşla veya çekicilikle ilgili
endişeler, eşe ilgi kaybı, evlilik çatışmaları yer almaktadır (İncesu, 2007). Hormonal
nedenlere ilişkin olarak Bancroft (1988), erkeklerde testesteron düzeyi düştükçe,
cinsel istek düzeylerinde de düşme olduğunu gösteren bulgular rapor ederken
psikolojik nedenlerle ilişkili olarak da Morokoff ve Gilliland (1993) günlük
yaşamlarında stres düzeyleri yüksek olan kişilerin cinsel istek düzeylerinin düşük
olduğunu bildirmişlerdir (Akt., Davison ve Neale, 2004). Bunun yanısıra Beck ve
Bozman’ın 1991 ve 1995 yıllarında yapmış oldukları iki deneysel çalışma
göstermiştir ki öfke, kadınlarda daha az etkili olmakla birlikte, her iki cinsiyette de
cinsel isteğin azalmasında önemli bir role sahiptir (Akt., Davison ve Neale, 2004).
64
Bunların yanı sıra, uzun süreli olarak seksten yoksun kalma, cinsel dürtü azalmasına
neden olabileceği gibi, istek azlığı, eşe karşı düşmanlık duygularının ya da ilişkide
ciddi sorunların bir göstergesi de olabilir. Yapılan bir çalışmaya göre, iki ay cinsel
ilişki kurmayan genç evli çiftlerde evlilik alanlarındaki sorunlar en sık görülen
nedeni oluşturmaktadır (Bozkurt ve Aydın, 2005). Azalmış cinsel istek bozukluğu,
ilişkinin yapısı, işleyişi, ilişki çatışmaları, çiftlerin cinselliğe yaklaşımı ve cinsel
davranış özelliklerinden etkilenmekte olup mutsuz ve çatışmalı ilişkilere bir tepki
olarak ortaya çıkabilmektedir (İncesu, 1998b).
Kadında azalmış cinsel istek bozukluğu değerlendirilirken, özellikle yaşanılan
ilişkinin cinsellik dışı boyutları da göz önünde bulundurulmalıdır. Eşiyle mutsuz
olan, istemeden evlendirilmiş olan, eşinden psikolojik, fiziksel ve duygusal olarak
şiddet gören, aldatılan, eşi tarafından anlaşılmadığını hisseden ve eşi ile cinsellik
dışında başka bir paylaşımı olmayan, ilişkiden beklentileri karşılanmayan bir kadının
cinsel isteksizliğinin olmaması çok nadir görülen bir durumdur. Bunun yanısıra
ülkemiz gibi geleneksel yapıya sahip olan ülkelerde ve cinsellik açısından baskıcı
kültürlerde yetişen, cinsel gelişimi ketlenen kadınların cinsel isteksizlik yaşama
riskleri oldukça fazladır. Cinselliği hayatı boyunca yasaklanmış, kendi bedenine ve
cinselliğine yabancılaşmış, hiç masturbasyon yapmamış, cinsel isteğini göstermenin
ve cinsel fantazi kurmanın kötü bir şey olduğunu öğrenmiş, ailesi ve toplum için
değeri kızlık zarından daha fazla olmayan bir kadın için cinsellik, haz alınan bir
eylem olmaktan çok tercih edilmeyen bir zorunluluk ve görev halini almaktadır.
Sonuç olarak istek olması biyolojik içgüdü, yeterli benlik saygısı, kendini
seksi bulmak, cinsellikle ilgili olumlu deneyim yaşamak, uygun eşin varlığı ve eş ile
65
cinsellik dışındaki alanlarda da iyi bir ilişkiye sahip olmak gibi faktörlerle ilişkilidir.
Dolayısı ile bu faktörlerden bazılarının yokluğu ya da bozulması azalmış istek ile
ilişkili olabilmektedir (Bozkurt ve Aydın, 2005).
I.4.a.ii. Cinsel Tiksinme Bozukluğu
Cinsel tiksinme bozukluğu sürekli olarak ya da tekrarlayıcı bir biçimde cinsel
eş ile genital cinsel ilişki kurmaktan aşırı tiksinti duyma ve bundan tümüyle ya da
hemen hemen tümüyle kaçınma olarak tanımlanmaktadır (Sadock, 2007; İncesu,
2007; Köroğlu, 1994). Bazı araştırmacılar cinsel tiksinme bozukluğu ile azalmış
cinsel istek bozukluğu arasındaki sınırın oldukça belirsiz olduğunu düşünmektedir.
Her iki bozukluğun ortak belirtisi cinsel ilişki sıklığının az olmasıdır, ancak cinsel
tiksinme bozukluğu söz konusu olduğunda “iğrenç bulma” ve “fobi” kelimelerine
özellikle dikkat edilmelidir. Bunun yanı sıra ‘cinsel tiksinme bozukluğu’, ‘azalmış
cinsel istek bozukluğu’na göre daha ağır bir bozukluktur ve daha az görülmektedir
(Sadock, 2007).
Cinsel tiksinme bozukluğuna ilişkin kesin bir veri olmamakla birlikte kadında
cinsel tiksinme bozukluğu, diğer cinsel işlev bozukluklarına göre daha az oranda ve
erkeklerde de kadınlara oranla daha az görülmektedir (İncesu, 2007).
Cinsel tiksinme bozukluğunda rol alabilen etkenler gözden geçirildiğinde,
azalmış cinsel istek bozukluğuna neden olabilen etkenlere ek olarak cinsel korkular,
cinsel travmalar, tecavüz, çocukluk çağı kötüye kullanımı, cinsel kimlik ve yönelim
sorunları, ağır kişilik sorunları, cinsel fobiler ve eş reddi gibi etkenlerin varlığı
görülmektedir (İncesu, 2007; Sadock, 2007). Stuart ve Greer (1984) tecavüz ya da
çocuklukta cinsel kötüye kullanım gibi cinsel travma öyküsünün bulunmasının, Katz
66
ve arkadaşları (1989) ise AIDS gibi cinsel yolla bulaşan bir hastalığa yakalanma
korkusunun nedenler arasında yer aldığını rapor etmişlerdir (Akt., Davison ve Neale,
2004). Ayrıca, ağrı uyandıran çok sayıda cinsel birleşme deneyimi sonucunda da bu
bozukluk gelişebilmektedir. Bunlara ek olarak partnerin psikolojik bir saldırıda
bulunduğu düşünüldüğünde ve ilişki zorlukları yaşandığında tepkisel olarak
gelişebileceği öne sürülmektedir (Sadock, 2007).
I.4.b. Cinsel Uyarılma Bozuklukları
Cinsel uyarılma, Masters ve Johnson tarafından tanımlanan cinsel tepki
döngüsünde ikinci aşamayı oluşturmaktadır ve bazı kişiler cinsel isteğe ilişkin bir
sorun yaşamazken cinsel olarak uyarılmakta ya da uyarılmayı devam ettirmekte
güçlük yaşayabilmektedirler. Uyarılma bozuklukları, ‘kadında cinsel uyarılma
bozukluğu’ ve ‘erkekte erektil bozukluk (sertleşme bozukluğu)’ olmak üzere, iki alt
grupta tanımlanmaktadır. Önceden kadında cinsel uyarılma bozukluğu frijidite
(cinsel soğukluk), erkekte erektil bozukluk ise empotans (iktidarsızlık) olarak
adlandırılmaktaydı. Cinsel iktidarsızlık ya da soğukluk ifadelerinin yerine, cinsel
uyarılma bozukluğu ifadesinin kullanılması önemli bir gelişmedir. Çünkü
iktidarsızlık kelimesi, erkek için güçlü olmak, hakim olmak, kontrolü elde tutmak ve
gerçek bir erkek olmak gibi, maço erkek kavramını desteklemekte; cinsel soğukluk
ifadesi de kadının duygusal olarak uzak, mesafeli, antipatik ve duygusuz olduğu
düşüncesini uyandırmaktadır. Burada hedeflenilmesi gereken unsur ilişki olması
gerekirken bu ifadeler, sorunu kişiler üzerine çekmekte ve kişiye küçültücü,
aşağılayıcı bazı anlamları atfetmektedir.
67
I.4.b.i. Kadında Cinsel Uyarılma Bozukluğu
Kadında cinsel uyarılma bozukluğu ‘sürekli olarak ya da yineleyici bir
biçimde, cinsel uyarılmayla yeterli bir ıslanma-kabarma tepkisi sağlayamama ya da
cinsel etkinlik bitinceye kadar bunu sürdürememe’ şeklinde tanımlanmaktadır
(Köroğlu, 1994; Sadock, 2007; İncesu, 2007). Kadında cinsel uyarılma bozukluğu
tanısının konulabilmesi için kadınlarda rahat bir cinsel birleşmeye olanak tanıyan
vajinal ıslanmanın sürekli olarak yetersiz olması gerekmektedir. Ayrıca tanı
koyarken cinsel uyaranın süresinin, yoğunluğunun ve odağının yeterliliği özellikle
değerlendirilmelidir.
Kadın cinsel uyarılma bozukluğu tüm cinsel yakınmalarla başvuran kadınlar
arasında %20-35 oranında saptanmıştır. Otuz yaşından sonra daha sık rastlandığı
söylenmekle birlikte en çok 50-59 yaşları arasında görülmektedir (İncesu, 2007).
Uyarılma fazıyla ilişkili işlev bozukluğu olan kadınlarda sıklıkla orgazm sorunları da
bulunmaktadır ve görece mutlu evli çiftlerden oluşan bi grupta kadınların %33’ünün
cinsel heyecanı sürdürmede zorluk yaşadıkları bulunmuştur. Yapılan bazı çalışmalara
göre kadınların %14-19’u kronik, %23’ü ise aralıklı olarak lubrikasyonla ilişkili
sorunlar yaşadıkları tespit edilmiştir. Sürekli ya da aralıklı olarak lubrikasyon ile
ilgili sorunların postmenapozal kadınlarla yapılan çalışmalarda %44’e ulaştığı
bulunmuştur (Sadock, 2007).
Cinsel uyarılma bozukluklarının nedenleri arasında performans korkusu ve
‘kendini seyretme’ davranışı önemli bir etkendir. Kendini seyretme davranışının yanı
sıra kadınlarda, kadının kendisi için neyin uyarıcı olduğunu bilmemesi, anatomik
olarak kendi bedeni ile ilgili bilgisinin olmaması, cinsel ihtiyaçlarına ilişkin
68
konuşmaktan utanması faktörler arasında yer alabilmektedir (Davison ve Neale,
2004). Bunların yanısıra kadının cinselliğe bakışı, cinsel gelişimi ve cinsellik ile ilgili
inanışlarının da önemi bulunmaktadır, çünkü kadının cinsel inanışları ve cinselliğe
bakış açısı kadının cinsellikten haz almasını ve dolayısı ile bunun için uyarılmayı
istemesi ve izin vermesini belirlemektedir. Çünkü kadın kendisine uyarılmak için
izin vermediği müddetçe uyarılamayacak ve cinsellikten haz alamayacaktır. Bu
nedenle cinselliğe bakış açısı, toplumun cinsellik ile ilgili kuralları sorunun ortaya
çıkmasında yer alan faktörlerdendir. Bir diğer neden, cinsel ilişki sırasında erkeklerin
kısa sürede ilişkiye hazır olması ve orgazma ulaşmasıdır. Çünkü kadının daha uzun
süre uyarılma gereksinimi vardır ve erkek partnerinin uyarılması için duyarlı
davranmaz ise bu süre kadın için yeterli olmaz ve kadın yeterince uyarılmadan
ilişkiye girmek istemez, girince de keyif alamaz. Bu tür hazır olmadan yaşanan
ilişkiler tekrarlandıkça da bu sorun kalıcı hale gelebilmektedir (İncesu, 2007). Bir
diğer faktör çiftin ilişkisi, iletişimleri ve özellikle de cinsel iletişim becerilerinin kötü
olmasıdır. Bazı bedensel hastalıklara, ilaçlara ve psikiyatrik sorunlara bağlı olarak
ortaya çıkabilir. Antidepresan ilaçlar cinsel yanıt döngüsünün en fazla uyarılma
evresini etkilemektedir ve antihistaminik ya da antikolinerjik etkileri olan ilaçlar
vajinal ıslanmayı azaltarak uyarılmayı bozabilmektedirler (Sadock, 2007; İncesu,
2007).
I.4.b.ii.
Erkekte Erektil Bozukluk
Erkekte erektil bozukluk aynı zamanda erektil disfonksiyon, sertleşme
zorluğu olarak da adlandırılmaktadır ve ‘sürekli olarak ya da yineleyici bir biçimde,
yeterli bir ereksiyon sağlayamama ya da cinsel etkinlik bitene dek bunu
sürdürememe’ olarak tanımlanmaktadır (Sadock, 2007; İncesu, 2007). Erkekte erektil
69
bozukluk tanısının konulabilmesi için, cinsel aktivitenin tamamlanması için
sertleşmenin sürekli olarak sağlanamaması veya sürdürülememesi gerekmektedir
(Sadock, 2007). Erektil bozukluğun başlıca özelliği yineleyici bir biçimde yeterli
sertleşme sağlayamama ya da cinsel ilişki bitene kadar sertleşmeyi sürdürememektir
(İncesu, 2007). Erektil bozukluğunun yaşam boyu tipinde erkekte vajinaya girişi için
yeterli ereksiyon hiçbir zaman oluşmamıştır. Edinsel tipte ise bir dönem vajinaya
giriş için yeterli ereksiyon oluşmuş, ancak daha sonra olamamıştır (Sadock, 2007).
Bazı erkeklerde ise sabah sertlikleri veya ön sevişme ya da mastürbasyon sırasında
sertleşme olurken cinsel birleşmeye girecekleri zaman sertliklerini yitirirler. Bu
sabah sertliği ve önsevişme sırasında srertleşmesi olan erkeklerin tedavi sürecinde
şansları daha yüksektir. Çünkü bu durumlarda sorunun organik bir duruma bağlı
olarak gelişme olasılığı çok düşüktür (İncesu, 2007). Ayrıca edinsel tip ile
karşılaştırıldığında yaşam boyu cinsel işlev bozukluğu daha az görülmekle birlikte
tedaviye daha az yanıt vermektedir (Sadock, 2007).
Erektil bozukluğun görülme sıklığına ilişkin çeşitli değerler bulunmaktadır.
Kinsey’e göre 35 yaşında erektil disfonksiyon oranı % 2-4 oranlarında iken 80
yaşında bu oran %77’ye ulaşmaktadır (Akt., Sadock, 2007). İncesu (2007) tüm
erişkin popülasyonunun %10-20’sinde erektil disfonksiyon görülebildiğini, 45 yaşın
üzerinde çeşitli derecelerde sertleşme sorununu başlayabildiğini ve bu oranın 60 yaş
üzerinde belirgin bir şekilde artarak yaklaşık %50’lere ulaşabildiğini ifade etmiştir.
Chicago Üniversitesi’nin bir çalışmasına katılan erkeklerin %10’u geçen bir yıl
içersinde erektil disfonksiyon deneyimi yaşadıklarını ifade ederken %15-20’si
performans ile ilgili anksiyete tanımlamışlardır (Sadock, 2007). İncesu (2007) ise
yaşamın herhangi bir alanında bu sorunla birkaç kez karşılaşan erkeklerin oranının
70
%70-75’lere ulaştığını belirtmiştir. Feldman tarafından yapılan çalışmada 40-70
yaşları arasındaki erkeklerin %52’sinde sertleşme zorluğu saptanmış olup ülkemizde
sertleşme bozukluğu yaşayan erişkin erkeklerin yaklaşık 6.5 milyon olduğu ifade
edilmektedir (İncesu, 2007). Amerika’da Massachusetts çalışmasında 40-70 yaş arası
1290 erkek ile çalışılmış ve erektil disfonksiyonun her tür derecesinin görülme sıklığı
%52 olarak (hafif düzeyde, %17; orta düzeyde, %25; ağır düzeyde, %10)
bulunmuştur (Akt., Brotons ve ark., 2004). Erkek cinsel işlev bozuklukları arasında
en sık başvuru nedeni olup ABD’de Masters and Johnson grubunda bu oran %55,
İngiltere’de Havvton’un grubunda %60 iken, Prof. Dr. Mehmet Z. Sungur’un
kurduğu ünitede %75, İstanbul Tıp Fakültesi ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Cinsel
İşlev Bozuklukları Tedavi Merkezleri’ne bu oran sırası ile %70 ve %85.5 olarak
bulunmuştur (Sadock, 2007). Swindle, Cameron ve Rosen (2006) 20-75 yaş arasında
çok çeşitili ülkelerden erkeklerin katılım sağladığı
bir çalışmaya göre erektil
bozukluğun genel yaygınlık oranın %16 olduğunu, farklı ülkelerde bu oranın %10-20
arasında farklılaştığını rapor etmiştir.
Başarısız olma korkusu, cinsel anksiyete, öfke, cinsel performans konusunda
kaygılar ve toplumun ahlaki kurallarına bağlı olarak cinsel dürtülerin ifade
edilememesi erkeklerde sertleşme bozukluklarına neden olan psikolojik faktörleri
oluşturmaktadır (İncesu, 2007). Cinsel ilişkinin bir performans olarak algılanması
sonucu
başarılamaması
veya
başarılamayacağı
düşüncesinden
kaynaklanan
anksiyete, anksiyetenin yarattığı dikkat yönelim değişikliği ve buna bağlı erkeğin
katılımcılıktan iyice uzaklaşarak seyirci rolüne geçmesi bu bozukluğun etiyolojisinde
faktörler arasında önemli bir yere sahiptir (Kora, 2001). Masters ve Johnson 40 yaşın
üzerindeki erkeklerde peniste sertleşmeme korkusu olduğunu belirtmiştir ve
71
araştırmacılar bu korkunun yaşla birlikte erkekliği kaybetme korkusu olduğunu öne
sürmektedirler.
Kişinin
gelişimsel
sürecindeki
yakınlaşabilmeyi
engelleyen,
yetersizlik ve güvensizlik duygularına yol açan, sevemeyen ve sevilmeyen biri
olduğu hissi gelişmesine neden olan deneyimler gibi bazı faktörler erektil
bozukluğun gelişmesine neden olabilmektedir. Eşler arasındaki güçlükler, iletişim
bozuklukları, duyguların paylaşılamaması gibi faktörler bozukluğun gelişmesinde
yer alan diğer faktörleri oluşturmaktadır. Bunun yanısıra tekrarlayan erektil
disfonksiyonlar kişinin performans kaygısını daha da arttırarak, cinsel yakınlaşmadan
alınan haz ve uyarılmaya verilen yanıtın bozulmasına ve sorunun daha da
şiddetlenmesine neden olabilmektedir (Sadock, 2007). Erektil bozukluğa yol açan
tıbbi hastalılar arasında en iyi bilinen hastalık diyabettir. Ayrıca damar hastalıkları,
endokrine ve nörolojik birçok hastalık da erektil bozukluğa neden olabilmektedir (Sır
ve ark., 1998).
I.4.c. Orgazm Bozuklukları
DSM-IV’te, kadında orgazm bozukluğu, erkekte orgazm bozukluğu ve
prematür ejakülasyon (erken boşalma) şeklinde, biri kadında ikisi erkekte görülen, üç
tür orgazm bozukluğu tanımlanmıştır.
I.4.c.i. Kadında Orgazm Bozukluğu
Kadında orgazm bozukluğu ketlenmiş kadın orgazmı ya da anorgazmi olarak
da ifade edilmekte olup ‘olağan bir uyarılma evresinden sonra orgazmın sürekli
olarak ya da yineleyici bir biçimde gecikmesi ya da hiç olmaması’ şeklinde
tanımlanmaktadır. Ayrıca kadınlarda orgazmı tetikleyen uyaranın türü ve yoğunluğu
açısından büyük değişiklik görüldüğünden, klinisyenin kadında orgazm bozukluğu
72
tanısını koyarken, kadının yaşı, cinsel deneyimi ve aldığı cinsel uyaranların
yeterliliğini değerlendirmesi gerekmekte, normal bir heyecan fazı ardından kadının
orgazm olma yetisinin beklenenden daha az olduğu kanısına varması gerekmektedir.
Görülme sıklığına ilişkin farklı veriler bulunmasına karşın Kaplan (1974),
Spector ve Carey (1990)’e göre kadınlarda en çok yardım alma, terapiye başvurma
nedeni orgazm bozukluğunda görülmektedir (Akt., Davison ve Neale, 2004). Genel
toplum çalışmalarında orgazm bozukluğunun görülme sıklığının % 5-20 oranında
olduğu belirtilmiştir (İncesu, 2007). Ülkemizde buna yönelik bir çalışma olmamasına
karşın cinsel işlev bozukluğu yakınması ile başvuran kadınlarda yapılan bir
çalışmada orgazm bozukluğu oranının %40-60 olduğu görülmüştür (İncesu, 2007).
Diğer ülkelerde yapılan çalışmalara göre kadınlarda en çok yardım talebi orgazm
bozukluğu nedeniyle iken ülkemizde orgazm olamama yakınması ile tedavi talebinin
çok az olduğu bilinmektedir. Bunun farklı nedenlerinin olabileceği belirtilmektedir.
Diğer sorunlardan bu soruna sıra gelmemesi, zaten iyi bir cinsellik yaşıyor olup bir
eksiklik hissetmemeleri, nereye başvuruda bulunacaklarını bilmemeleri, kadınların
bu sorunu öncelikli görmemesi bu nedenlerden bazıları olarak belirtilmektedir.
Bunların yanısıra en yaygın olan düşünce, kadınlar için erkeğin cinselliği ve hazzı
yaşamasının daha önemli olduğu, kendi hazzı ve orgazmının daha sonra düşünülmesi
gerektiği düşüncesidir (İncesu, 2007). Edinsel tip orgazm bozukluğu klinik
popülasyonda sık bir yakınma olarak ortaya çıkmaktadır. Orgazmın devamında her
nekadar neden sonuç ilişkisi belirlenememiş olsa da evlilikteki mutluluğun önemli
bir yeri olduğu bulunmuştur (Sadock, 2007).
73
Kadında orgazm bozukluğunda, kadın normal bir cinsel ilişki sonunda
orgazm yaşayamamaktadır. Birleşme olmadan klitoral uyarılma ile orgazm olabilen
ancak, klitoral uyaran olmaksızın birleşme sırasında orgazm olamayan bir kadın
anorgazmik olarak nitelendirilemez. Kadın cinsel yanıtı üzerinde yapılan fizyolojik
araştırmalar, yanlış bir inanış olan vajinal orgazmın klitoral orgazmdan daha kaliteli
olduğu inanışını çürütmüştür ve klitoral ve vajinal uyarım ile oluşan orgazmın
fizyolojik olarak eşdeğer olduğu kanıtlanmıştır. Freud kadının cinsel olgunluğa
ulaşması için vajinal duyarlılığa erişmesinde, klitoral duyarlılığı bırakması
gerektiğini
vurgulamıştır
ancak
günümüzde
bu
görüş
yanlış
olarak
değerlendirilmektedir. Buna karşın bazı kadınlar koital olarak erişilen orgazm ile
daha farklı bir haz aldıklarını ifade etmektedirler. Bazı araştırmacılar bu farklı haz
hissinin koitus sırasında ortaya çıkan psikolojik yakınlık ile ilgili olduğunu öne sürse
de bazı araştırmacılar koital orgazmın fizyolojik olarak farklı bir deneyim olduğunu
öne sürmektedirler. Bu tartışmaların yanısıra birçok kadın koitus sırasında elle koital
uyarı ve penil vajinal uyarı birleşimi ile orgazma ulaşmaktadır (Sadock, 2007).
Kadında orgazm bozukluğu uyarılma bozukluğu ile birlikte ele alınmalıdır çünkü
uyarılma aşamasındaki sorunlar orgazm aşamasını etkilemektedir. Uygun süre ve
yoğunlukta uyaran almayan bir kadın orgazm olamadığı gibi, partnerle yaşanan
sorunlardan, cinselliğin yaşandığı ortama kadar birçok faktör orgazmı etkilemektedir.
Uyarılma azlığının bir nedeni de eşte erken boşalma sorunun olmasıdır. Çünkü erken
boşalma kaygısı ile erkek önsevişmeyi kısa tuttuğu için kadının uyarılması ve
orgazm olması daha zor olmaktadır (İncesu, 2007).
Kadının orgazm bozukluğu yaşamasında etken olan psikolojik faktörler
çoğunlukla cinselliğin bastırılması ile ilişkilidir. Bu etkenlerden bazıları gebe kalma
74
korkusu, cinsel partner tarafından reddedilme ya da vajinaya zarar gelmesi gibi
korkular, cinsel dürtüler ile ilgili suçluluk duyguları, erkeklere yönelik düşmanlık
duygularıdır. Ayrıca bazı kadınlar orgazmı denetimin kaybı, saldırgan ve yıkıcı
birşey olarak gördükleri için bu dürtülerle ilgili korkuları heyecan ve orgazmın
ketlenmesine neden olabilmektedir. Kadınların cinselliğe bakış açıları ve cinsel
inanışları kadının kendi kendini tatmin etmesine engel oluşturabilmektedir ve
masturbasyon yaparak orgazm olma hakkını kendilerine vermezler. Bazı kadınlar ise
masturbasyon ile orgazma ulaşabilirken partner varlığında orgazma ulaşamazlar.
Aslında kadınlar ile ilgili kültürel beklentiler ve sosyal kısıtlamalar bu cinsel
bastırmalarla yakından ilgilidir. Bunların yanısıra bazı kadınlar orgazm olamama
kaygısı
ile
yeterli uyarana rağmen aşırı
anksiyete nedeni
ile
orgazma
ulaşamayabilirler. Bir başka etken ise fiziksel ya da psikiyatrik bir rahatsızlığın
olması ya da ilaç kullanımıdır (Sadock, 2007; İncesu, 2007).
Kadınlarda orgazm olabilme yaş ile birlikte artmaktadır. Çünkü kadın
vücudunu tanıdıkça orgazm olma olasılığı da artmaktadır ve orgazm öğrenilebilen bir
şeydir. Kinsey, yaklaşık olarak kadınların %50’sinin ilk orgazmı geç erişkinlikte
yaşadığını rapor etmiştir (Sadock, 2007).
I.4.c.ii. Erkekte Orgazm Bozukluğu
Erkekte orgazm bozukluğu ketlenmiş orgazm, gecikmiş ejakülasyon ve ya
geç ve güç boşalma olarak da ifade edilmektedir. Erkekte orgazm bozukluğu ‘kişinin
yaşı gözü önüne alındığında yoğunluk ve süre açısndan yeterli olduğu düşünülen
cinsel etkinlik sırasında, olağan bir cinsel uyarılma evresi sonrası, sürekli ya da
yineleyici bir biçimde orgazmın gecikmesi ya da hiç olmaması’ şeklinde
75
tanımlanmaktadır. Erkek koitus sırasında orgazm evresine çok güç ulaşır ya da
ulaşamaz (Sadock, 2007). Erkekte orgazm bozuklukları geç boşalma, zevk
almaksızın boşalma (fizyolojik ya da anhedonik orgazm) ve doyumsuzluk olmak
üzere 3 farklı biçimde ortaya çıkmaktadır (İncesu, 2007). Bazı araştırmacılar orgazm
ile ejakülasyonun ayırt edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Ketlenmiş orgazm ile
retrograd ejakülasyonun farklı olduğu ve ayırt edilmesi gerektiği vurgulanmaktadır,
çünkü retrograd ejakülasyonda seminal sıvı doğrudan geri gitmekte ve bu her zaman
bir organik nedene bağlı olmaktadır (Sadock, 2007).
Geç boşalmada (retarde ejakülasyon) erkek doruk noktasına ya hiç ulaşamaz
ya da orgazm olabilmesi için uzun ya da yoğun bir uyarılma sürecine gereksinim
duyar. Boşalmanın hiç olmaması (masturbasyon, uyku ve cinsel ilişki sırasında),
kısmen oluşması (masturbasyonda oluşan ancak cinsel birleşmede oluşmayan) ya da
oldukça
uzun
süren
bir
uyarılma
sonunda
oluşan
boşalma
biçiminde
görülebilmektedir. Bu bozukluk genellikle aşırı kontrollü ve kendini cinselliğe
bırakmakta güçlük çeken ve partnerine öfke, düşmanlık duyguları içinde olan
erkeklerde görülmektedir (Sadock, 2007; Davison ve Neale, 2004). Ayrıca Davison
ve Neale (2004) eşini hamile bırakma korkusu içinde olan erkeklerde ve partnerine
cinsel ilginin kaybolması sonucu da bu bozukluk gelişebildiğini belirtmişlerdir.
Ayrıca bu sorunun obsesif-kompulsif bozukluğu olan erkeklerde daha yaygın bir
şekilde görüldüğü rapor edilmektedir (Sadock, 2007).
Geç boşalma, erken boşalma ve erektil disfonksiyon bozukluklarına göre çok
daha az görülmektedir. Genel toplumda görülme sıklığı %5 ve daha az olarak rapor
76
edilmiştir. Masters ve Johnson, 447 kişilik bir cinsel disfonksiyonu olan grupta bu
oranın %3.8 olarak bulunduğunu bildirmişlerdir.
Bunun yanısıra boşalma hiç olmuyor ise bu organik bir sorunu
düşündürmektedir. Prostatektomi gibi genitoüriner sistemle ilgili ameliyatlar,
nörolojik bazı hastalıklar gibi fizyolojik rahatsızlıklara bağlı olarak oluşabilmektedir
(Sadock,
2007;
(antihipertansif,
İncesu,
2007).
antidepresan,
Bunun
tiyoridazin
yanısıra
gibi
bazı
ilaçların
nöroepileptikler)
kullanımı
boşalmayı
geciktirebilmektedir (Sadock, 2007; İncesu, 2007). Aşırı alkol alımına bağlı olarak
veya hiperglisemi nedeniyle geçici olarak retarde ejakülasyon gelişebilmektedir.
Yaşamboyu orgazm bozukluğu daha ciddi bir sorunu işaret etmektedir. Bu erkekler
çok katı kuralları olan bir çevreden geliyor olabilir, cinselliği kötü, günah ve genital
bölgeleri kirli olarak algılıyor olabilir ya da suçluluk duyguları yaşıyor oolabilir. Bu
kişilerin cinsellik alanındaki ilişkilerinde de genellikle yakınlaşma ile ilgili sorunlar
bulunmaktadır. Devam etmekte olan bir ilişkide edinsel olarak gelişen orgazm
bozukluğu çoğunlukla bir takım kişilerarası sorunların olduğunu göstermektedir
(Sadock, 2007).
Fizyolojik (anhedonik) orgazm bozukluğu çok nadir sayıda erkekte meydana
gelmektedir ve erkek hiçbir şekilde haz almamaktadır. Fizyolojik orgazmda geç ve
kısmi boşalmadan farklı olarak hem emisyon hem de fışkırma gerçekleşmekte ve
kasılmalar da olmaktadır, ancak kişi zevk duygusu yaşayamamaktadır.
Doyumsuzlukta ise bazı erkekler orgazm olmalarına rağmen orgazm
duygusundan yeterli doyum alamamaktadır. Kinsey ve arkadaşları yaşanan orgazm
77
duygusunun her birleşmede aynı olmadığını, tüm erkeklerin 1/5’nin düşük
yoğunlukta orgazm yaşadığını bildirmişlerdir (İncesu, 2007).
I.4.c.iii.
Premature Ejakülasyon (Erken Boşalma)
Prematür ejakülasyon ‘sürekli olarak ya da yineleyici bir biçimde, çok az bir
cinsel uyarılma ile kişinin istemesinden önce, vajinaya girmeden önce, girer girmez
ya da hemen sonra ejakülasyonun olması’ şeklinde tanımlanmaktadır. Ancak tanı
koyarken klinisyenin, hastanın yaşı, cinsel partnerin yeni olup olmadığı, cinsel
etkinliğin sıklığı, düzenliliği ve süresi gibi uyarılma evresini etkileyen faktörleri
gözönünde bulundurması gerekmektedir (Sadock, 2007). İşlev bozukluğunu
tanımlamada kullanılan kesin bir süre yoktur. Şahin (2001b) erken boşalma
bozukluğunun net bir tanımlamasının halen yapılmadığını, ancak “erken” kelimesi
ile ifade edilenin cinsel tepki döngüsünün plato evresinin kısa sürmesine vurgu
yapıldığını belirtmek gerektiğini ifade etmektedir. Orgazm hızlıdır. Dolayısı ile
erkek, boşalma refleksi üzerindeki iradi kontrolü öğrenememiş ya da kaybetmiştir ve
uyarılır uyarılmaz orgazma erken ulaşmaktadır (Şahin, 2001b). Yapılan laboratuar
çalışmaları erken boşlama sorunu olan erkeklerin cinsel uyarılma eşiklerinin daha
düşük olduğunu göstermektedir. Masters ve Johnson erken boşalmayı, cinsel
birleşmenin %50’sinde kadının orgazma ulaşmasına yetecek kadar boşalmayı
erteleyememe olarak tanımlamıştır. Obler (1973) vajinal girişten itibaren iki
dakikadan kısa sürede boşalmayı kriter olarak belirlemiştir. Kilman ve Auerbach
(1979) vajinal girşten boşalmaya kadar 5 dakikalık bir süreyi ölçüt almayı ve süre ile
birlikte kadının orgazm olup olmadığını da araştırma raporlarında belirtmeyi
önermişlerdir. Bu tanımlardan anlaşılacağı üzere, erken boşalmanın tanımlamasında
78
vajinal giriş ile ejakülasyon arasındaki süre, partnerin orgazmından önceki boşalma
yüzdesi, giriş-çıkış sayısı gibi çeşitli niceliksel kriterler belirlenmeye çalışılmıştır.
Ancak Kaplan bu tür nicel tanımlamaların yetersiz olduğunu, sürenin değil boşalma
refleksi üzerindeki istemli kontrolün olmamasının burada önemli olduğunu
vurgulamıştır. Erken boşalan kişilerin erken boşalma süreleri çok farklılık
gösterebileceğinden ve partner tepkisi kriteri de bu sebeple çok farklılıklar
gösterebileceğinden,
“erken
boşalma”
yetersiz
bir
tanımlama
olmaktadır.
Tanımlamada karşılaşılan bu sorun, patolojinin zamanlama ile ilgili olmak yerine
kişinin ejakülasyon refleksi üzerindeki iradi kontrolün olmamasıdır (Şahin, 2001b;
Yetkin, 2001).
Erken boşalma erkeklerde en yaygın olarak görülen cinsel işlev
bozukluğudur.
Lauman ve ark., (1994), St. Lawrence ve Madakasira (1992)
erkeklerin %40’ının yaşamlarının bir dönümünde böyle bir sorun yaşadığını rapor
etmişlerdir (Akt., Davison ve Neale, 2004). Bir başka deyişle her 3 ya da 4 erkekten
birinin bu sorun ile karşı karşıya olduğu belirtilmektedir (İncesu, 2007). Ülkemizde
erkeklerde en sık görülen cinsel işlev bozukluğunun erken boşalma sorunu olmasına
karşın, bu sorun cinsel işlev bozuklukları tedavi merkezlerine başvurular arasında
erektil disfonksiyondan sonra ikinci sırada yer almaktadır. Erken boşalma sorununun
sıklığı, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Cinsel İşlev Bozuklukları Merkezi’nde %14,5
olarak saptanırken, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Cinsel İşlev Bozukluğu Tedavi
Ünitesi’nde bu oranın %20-25 arasında olduğu bulunmuştur (İncesu, 2007). Davison
ve Neale (2004) erken boşalma sorununun her sosyoekonomik düzeyden erkekte
görülebildiğini bildirmişlerdir. Ancak Sadock (2007) erken boşalmanın günümüzde
düşük eğitim seviyesinde olan erkeklere göre yüksek eğitimli erkeklerde, daha fazla
79
oranda görüldüğünü rapor etmiştir. Bu durumu da yüksek eğitimli erkeklerin partner
doyumunu düşünmelerine bağlamaktadır.
Kinsey (1948) premature ejakulasyonun oluşumuna ilişkin, sorunu cinsel
ilişki sıklığının azlığına bağlamaktadır (Akt. Yetkin, 2001). Kaplan’a göre
defekasyon, miksiyon gibi diğer biyolojik işlevler üzerinde denetimin öğrenilmesi
gibi, erken boşalmada da benzer bir süreç işlemekte ve kişi geribildirim duyumlarını
yani orgazm duyumlarını algılayabildiğinde denetim kontrolünü öğrenilebilmektedir.
Boşalma süresinin alkol, ilaç, kondom, anestol pomad ya da sprey gibi maddeler ile
uzatılması boşalmayı geciktirmemekte, sadece uyarılmayı geciktirmektedir. Dolayısı
ile uyarılma belli bir düzeye ulaştığında boşalma denetimsiz bir şekilde meydana
gelmektedir. Kişi boşalmak üzere olduğunu uygun zamanda fark etmeyi
öğrendiğinde boşalmayı erteleyebilir (Yetkin, 2001).
Bunun yanısıra erken boşalma sorunu olan erkeklerde belirli bir düzeyde
kaygı da yaşanmaktadır. Çiftlerin erken boşalma olup olmayacağına odaklanması,
cinsel yaşamlarında penil, vajinal ya da anal birleşmeye odaklanmaları, kaygının
daha da artmasına ve sorunun sürmesine etkide bulunabilmektedir (Yetkin, 2001).
Cinsel eylem ile ilişkil anksiyetenin yanısıra cinsel suçluluk, geçmişte yer alan
ebeveyn-çocuk çatımasının olması, kişilerarası ilişkilerde aşırı duyarlılık, cinsel
performans ile ilgili aşırı mükemmeliyetçilik ya da gerçek olmayan beklentilerin
olması diğer psikolojik
faktörler arasında yer almaktadır.
Ayrıca cinsel
deneyimsizlik, kadına yönelik agresyon, saldırganlık ve öfke gibi duygularının
olması, kaygılı kişilik yapısının olması diğer psikolojik etkenler arasında
sayılmaktadır (İncesu, 2007). Bunların yanısıra olumsuz kültürel koşullamaların
80
sonucunda da erken boşalma gelişebildiği, özellikle cinsel eylemin çabuk bitmesini
isteyen fahişelerle olan ilk cinsel deneyimlerin ya da utanç verici olabilecek
ortamlarda (oda arkadaşlarıyla paylaşılan ev gibi) yaşanılan cinsel deneyimlerin,
erkeği hızla orgazma ulaşmaya koşullayabileceği belirtilmektedir. Bunun yanısıra
stresli, kötü kişilerarası iletişimlerin olduğu evliliklerde, bozukluğun şiddeti
artabilmektedir (Sadock, 2007).
I.4.d. Cinsel Ağrı Bozuklukları
Cinsellikle ilgili ve DSM IV’te tanımlanan iki ağrı bozukluğu, disparoni
(ağrılı cinsel ilişki) ve vajinismus’tur.
I.4.d.i. Disparoni (Ağrılı Cinsel İlişki)
Disparoni ‘erkekte ya da kadında cinsel ilişkiye, sürekli olarak ya da
yineleyici bir biçimde eşlik eden genital ağrının olması’ şeklinde tanımlanmaktadır.
Ağrının tekrarlayıcı olması tanı koymada önemli bir kriterdir. Kısa süreli ve geçici
olan ağrılar disparoni olarak kabul edilmezler. Kadınlarda ağrının olması, vajinal
ıslanmanın olmaması ile ilişkilendiriliyorsa, burada tanı cinsel uyarılma bozukluğu
olmalıdır. Ayrıca cinsel aktivite sırasında ağrı olması nedeniyle uyarılmanın kısa
sürmesine bağlı olarak, uyarılma bozukluğu ya da orgazm bozukluğu da görülebilir.
Ağrı, ikinci bir ağrı bozukluğu olan vajinusmusla ilişkili ya da eş zamanlı olabilir.
Tekrarlayıcı vajinismus dönemleri disparoniye yol açabildiği gibi bunun tersi de
gelişebilmektedir. Bu iki durumda da önemli olan somatik unsurların dışlanmasıdır.
Birleşme sırasında ortaya çıkan genital ağrının rahim, vajen ya da penis bezlerinde
meydana gelen enfeksiyon ile ilişkili olabildiği gözlenmiştir. Ağrı için böyle bir tıbbi
81
neden varsa veya ağrı vajinismusa ya da ıslanma eksikliğine bağlı ise disparoni tanısı
konmamalıdır (Sadock, 2007; İncesu, 2007).
Disparoninin görülme sıklığı konusunda net bir bilgi olmamakla birlikte,
Richters’in yaptığı çalışmada cinsel işlev bozukluğu olan kadınların %20’sinin ağrılı
cinsel ilişki yaşadığı bildirilmiştir. Ağrılı cinsel ilişki en sık 20-29 yaşları arasında
yaşanmaktadır. CETAD (2006)’ın çalışmasında, cinsel birleşme sırasında ağrı
yaşadıklarını söyleyen kadınların oranı %54.4 olarak tespit edilmiş olup yine aynı
çalışmada, ilk cinsel birleşme sırasında ağrı, korku ve kasılma yaşayan kadınların
%17’si zaman zaman benzer sorunu yaşadıklarını ifade etmişlerdir (Akt., İncesu,
2007). Bunun yanısıra kadın cinsel bölgeleriyle ilgili cerrahi işlemlerden sonra %30
oranında geçici disparoni geliştiği düşünülmektedir (Sadock, 2007).
Bozukluğun psikolojik nedenlerine ilişkin olarak kişinin cinsellikle ya da
ilişkisi ile ilgili çatışmalarının bir etkisinin olabileceği öne sürülmüştür. Ayrıca
tecavüz ya da çocukluk çağı cinsel kötüye kullanım öyküsü olan kadınlarda bu
yakınmanın daha yaygın olduğu görülmektedir. Ağrı beklentisi kadının cinsel
birleşmeden kaçınmasına neden olabilmektedir. Ayrıca partneri kadının hazır olup
olmadığına
bakmaksızın
koitus
girişiminde
bulunduğunda
sorun
şiddetlenebilmektedir. Cinsellik ile ilgili yaşanan tüm bu olumsuz olaylar kadının
cinsellikten bir şekilde korkmasına ve kaçınmasına neden olmaktadır. Bazı
kadınlarda bu korkuya bağlı olarak edinilmiş vajinismus ve disparoni ortaya
çıkabilmektedir. Benzer şekilde yanlış cinsel inanışlar, cinselliğin haz vermeyen bir
eylem gibi algılanması, cinsellik ile ilgili edinilen olumsuz düşünceler de ağrılı cinsel
ilişkinin ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Disparoni erkeklerde kadınlara
82
oranla daha az görülmektedir ve çoğunlukla peyronie hastalığı (üretranın darlığına
bağlı), prostatit veya gonore, herpes enfeksiyonu gibi tıbbi bir durumla ilişkilidir.
Orgazm öncesinde oluşan vazokonjesyon nedeni ile kişi rahatsızlık duyabildiği gibi
bazı erkekler nadiren de olsa ejakülasyon sonrası ağrı duyabilirler. Cinsel eylemle
ilgili çatışmalara ya da bazı antidepresan ilaçların yan etkilerine bağlı olarak perinal
kaslar istemsiz olarak kasılabilmektedir ve bu kasılmalar da ağrıya neden
olabilmektedir (Sadock, 2007; İncesu, 2007).
I.4.d.ii.
Vajinismus
Vajinismus ‘vajinanın dış üçte birindeki kaslarda cinsel birleşmeyi
engelleyecek şekilde, sürekli olarak ya da yineleyici bir biçimde istem dışı kasılmalar
olması’ şeklinde tanımlanmaktadır. Bu istemsiz kasılmalar jinekolojik muayenede
görülebildiği gibi bazı kadınlarda sadece cinsel birleşme sırasında görülebilmektedir.
Vajinadaki kasılma çoğu vakada cinsel birleşmeye izin vermemektedir. Daha az
sayıdaki olguda, zorlama ile giriş olabilmekte ancak birleşme ağrılı ve acı verici
olmaktadır.
Vajinismusun yaygınlığı anorgazmiye göre daha az olarak belirtilmiş
olmasına karşın doğu ülkelerinde vajinismus yaygınlığı daha fazladır ve ülkemizde
de tedavi yardımında bulunan kadınların yaklaşık %50’sini vajinismus sorunu olan
kadınların oluşturduğu söylenebilir. Bu oran Batı ülkelerinde %10 civarındadır.
Ülkemizde vajinismus görülme sıklığına ilişkin olarak Tuğrul ve ark. (1993) cinsel
sorunlar nedeni ile psikiyatri kliniklerine başvuran kadınların %73’ünün vajinismus
tanısı aldığını bildirmişlerdir. Vajinismus toplumumuzda sıklıkla evliliğin ilk
gecesinde, ilk cinsel birleşme denendiği anda ortaya çıkmaktadır (İncesu, 2007).
83
CETAD (2006)’ın çalışmasına göre ilk cinsel ilişkide zorluk yaşayan kadınların
dikkat çekecek derecede yüksek olduğu, ilk cinsel birleşmelerinde korku, kasılma,
acı hissi ya da kaçınma davranışları nedeniyle cinsel birleşmenin gerçekleşemediği
durumları tespit etmek amacı ile sorulan soruya ‘evet’ şeklinde yanıt verenlerin
oranının %54.4 olduğu bulunmuştur (Akt. İncesu, 2007).
Vajinusmusun, kadının eşini, kendini ya da cinsel yakınlaşma zevkini
bilindışı bir şekilde inkar etme ile ilişkili olabildiği öne sürülmekle birlikte, bunu
destekleyen kanıt bulunmamaktadır. Çünkü vajinusmusu olan kadınlar, klitoral
doyuma ulaşabilmektedirler (Davison ve Neale, 2004). Hamilelik korkusunun,
cinselliğe ilişkin korkutmaların, eşte ortaya çıkan bazı cinsel problemlerin, kadında
vajinusmus oluşmasında etken olabildiği öne sürülmekle birlikte, LePiccolo ve Stock
(1987) çocukluk döneminde cinsel taciz veya tecavüz gibi kötüye kullanımın
olmasının vajinusmusun gelişmesine neden olabileceğini belirtmişlerdir (Akt.,
Davison ve Neale, 2004).
Yapılan araştırmalara göre vajinismusu olan kadınların genellikle çocuksu
özellikler gösteren, cinsel kaçınmaları olan, erişkin bir kadın olmaya karşı isteksiz ve
cinsel açıdan tecrübesiz kişiler olduğu, kurallara uyan, kızgınlıklarını göstermeyen ve
sürekli kabul içinde olan kişiler olduğu saptanmıştır (Şahin, 2001c).
Vajinismusun nedenlerine ilişkin olarak Masters ve Johnson 21 vakalık bir
diziye dayanarak dört özgün etken tanımlamıştır. Bunlar; eşte cinsel işlev bozukluğu,
dinsel tututculuk, cinsel taciz ve şiddete maruz kalmak ve öncelikli eşcinsel
özdeşleşme’dir. Çeşitli araştırmacılar ise vajinismus etyolojisinde şu psikolojik
etkenleri vurgulamışlardır; baskıcı, otoriter baba, baba-kız ilişkisinde bazı
84
güçlüklerin olması, zayıf, güçsüz annenin varlığı, cinselliği değersizleştiren,
aşağılayan aile, cinsel organlardan iğrenme veya hoşlanmama, olumsuz dinsel
şartlanma, cinsel şiddet, eşcinsel özdeşim, yanlış bilgiler ve inanışlar, kızlık zarını
yitirme korkusu, cinsel tabular ve mitler, pasif, bağımlı eş ve gebelik korkusu (Şahin,
2001c). Silverstein (1989)’in incelediği 22 vajinismus vakasının neredeyse
tamamının babalarının ahlaki ve cinsel baskı uygulayan kişiler oldukları görülmüş ve
bu kadınların öfkelerini ifade edemedikleri, uyumlu ve kabul gereksinimi içinde
oldukları, çeşitli korkularının olduğu ve şiddet içerikli rüyalar gördükleri izlenmiştir.
Buna karşın bu 22 vakanın çoğunun orgazmik olduğu da görülmüştür. Bu vakaların
aile özellikleri incelendiğinde babalarının baskın, tehditkar, annelerinin seksten
hoşlanmayan ve seksi, görev gibi yapan kadınlar olduğu, ebeveynlerin ilişkisinde
şiddetin ve çatışmaların yoğun olduğu, yatak odalarını ayırdıkları görülmüştür. Bu
kadınların babaları izlendiğinde aşırı koruyucu, sedüktif ve sınırların belirsiz olduğu
ilişkilerin var olduğu görülmüştür (Akt., Şahin, 2001d).
Bunların yanısıra sağlıklı bir cinsel yaşam döngüsü bulunan ve hiç vajinismus
sorunu yaşamayan kadınlarda kaza, hastalık, doğum, kürtaj, düşük veya kötü
deneyimlere neden olan jinekolojik muayene ya da cerrahi müdahale nedeni ile
cinsel birleşme fikrine hassasiyet oluşabilmekte ve ikincil olarak vajinismus
gelişebilmektedir (Sadock, 2007; İncesu, 2007).
Tuğrul ve Kabakçı (1997) tarafından ülkemizde vajinusmusu olan kadın ve
eşleri ile yapılan bir çalışmaya göre bu çiftlerin yaklaşık yarısının cinsel bilgi
düzeylerinin çok düşük olduğu bulunmuştur. Buna göre cinsel işlev bozukluklarında
ve vajinismusun gelişmesinde cinsel bilgi düzeyinin büyük bir öneme sahip olduğu
85
anlaşılmaktadır. Benzer şekilde İncesu (2007) cinsellikle ilgili yerleşmiş yanlış cinsel
inanışların ve tabuların vajinismusun gelişmesinde en önemli faktörlerden olduğunu
belirtmiştir.
Tuğrul, Öztan ve Kabakçı (1993) ülkemizde, Lavee (1991) ise bazı
Müslüman ülkelerinde, vajinismusun batı ülkelerine kıyasla daha fazla görülmesinde
en önemli nedenlerden birinin ‘geleneksel ve tutucu aile ortamının’ olduğunu öne
sürmüşlerdir (Akt., Tuğrul, 1998).
Birlikteliği süren çiftlerde cinsel birleşme denemeleri zaman içerisinde
azalmaktadır ve birleşme olmaksızın cinselliklerini sürdürmektedirler. Çözüm için
tedavi arayışı bazı çiftlerde ilk bir yılda başlayabildiği gibi bazı çiftlerde yıllar
sonraya bırakılabilmektedir. Tedavi arayışında çocuk sahibi olma isteği ve bu konuda
ailenin ve çevrenin baskıları en önemli motivasyonu oluşturmaktadır. Vajinismus
sorunu olan çiftlerde boşanma oranlarının oldukça yüksek olduğu rapor edilmektedir.
Türkiye’de konunun ailelere yansıtılması kadının konumunu zorlaştırabilmekte ve
bekaretinin sorgulanmasına yola çabilmektedir. Hatta evliliğin bitirilmesi konusunda
çifte aile tarafından baskı yapılmasına neden olabilmektedir. Aile ve çevreden gelen
her türlü baskı çiftin performans anksiyetesini arttırarak sorunun daha da
pekişmesine neden olmaktadır. Bunun yanısıra kadının cinsellikte yaşadığı
yetersizlik duygusu tüm yaşamına yansıyabilmektedir ve suçluluk, değersizlik
duygularının yoğunlaşmasına ve hatta depresyon eğiliminin artmasına neden
olabilmektedir (İncesu, 2007).
86
I.4.e. Genel Tıbbi Duruma Bağlı Cinsel İşlev Bozuklukları
Sadece genel tıbbi bir durumun doğrudan fizyolojik etkisine bağlı olarak
gelişen, klinik olarak belirgin bir cinsel işlev bozukluğunun var olmasıdır. Tanı
kriterlerine göre, belirgin kişilerarası ilişki zorluklarına neden olan cinsel ilişkide
ağrı, azalmış cinsel istek, erkekte erektil işlev bozukluğu ya da diğer cinsel işlev
bozukluğu biçimlerini içermelidir (A Ölçütü). Genel tıbbi bir durumun doğrudan
fizyolojik etkileri ile tam olarak açıklanabileceğine ilişkin öykü, fiziksel muayene ya
da laboratuvar bulguları gibi kanıtlar olmalıdır (B Ölçütü). Ayrıca, bu bozukluğun
başka bir bozukluk ile (Majör Depresif Bozukluk gibi) daha iyi açıklanamaması
gerekmektedir (C Ölçütü). Genel tıbbi durumun başlangıcı ile cinsel işlev
bozukluğunun zamansal ilişkisi bulunması ve cinsel işlev bozukluğunun atipik
başlangıç yaşı ya da gidişi gibi, atipik özelliklerin varlığı, cinsel işlev bozukluğunun
genel tıbbi bir duruma bağlı olarak gelişip gelişmediğini değerlendirmede önemli
kriterlerdendir. Buna karşın psikolojik etkenler, genel tıbbi bir durum ya da bir
maddenin etyolojik bir rolü olduğunun saptanmasına karşın bu nedenlerin hiçbiri
cinsel işlev bozukluğunu yeterli bir şekilde açıklayamıyorsa “Bileşik Etkenlere
Bağlı” cinsle işlev bozukluğu tanısı konmaktadır.
Genel Tıbbi Duruma Bağlı cinsel işlev bozukluklarının alt tipleri
bulunmaktadır. Bunlar; Kadında Genel Tıbbi Duruma Bağlı Azalmış Cinsel İstek
Bozukluğu, Erkekte Genel Tıbbi Duruma Bağlı Azalmış Cinsel İstek Bozukluğu,
Erkekte Genel Tıbbi Duruma Bağlı Erektil Bozukluk, Kadında Genel Tıbbi Duruma
Bağlı Disparoni, Erkekte Genel Tıbbi Duruma Bağlı Disparoni, Kadında Genel Tıbbi
Duruma Bağlı Başka Bir Cinsel İşlev Bozukluğu ve Erkekte Genel Tıbbi Duruma
87
Bağlı Başka Bir Cinsel İşlev Bozukluğu’dur. Bunun yanısıra nörolojik bozukluklar
(örn. multipl skleroz, omurilik lezyonu, nöropati, temporal lob lezyonları), endokrin
durumları (diabetes
mellitus,
hipotiroidizm,
hiper
ve
hipoadrenokortisizm,
hiperprolaktinemi gibi), damarsal ve genitoüriner durumlar (testis hastalığı, üretra
enfeksiyonu, genital yaralanma ya da enfeksiyon, atrofik vajinit, vajina ve dış genital
organların enfeksiyonu, sistit, endometriyozis, pelvik enfeksiyonlar, kanserler
gibi)’dan meydana gelen genel tıbbi durumların karışımı cinsel işlev bozukluklara
neden olabilmektedir.
Genel tıbbi bir duruma bağlı cinsel işlev bozukluğu tanısı, bozukluk doğrudan
bu tıbbi hastalığın etkisi ile açıklandığında konur. Eğer psikolojik etkenler de cinsel
işlev bozukluğunun başlaması, şiddetlenmesi ve sürmesinde rol oynuyorsa tanı
Bileşik Etkenlere Bağlı alt tipi ile birlikte belirtilmek üzere “Birincil Cinsel İşlev
Bozukluğu”dur (Köroğlu, 1994).
I.4.f.
Madde Kullanımının Yol Açtığı Cinsel İşlev Bozukluğu
Madde Kullanımının Yol Açtığı Cinsel İşlev Bozukluğu, belirgin bir sıkıntı
ya da kişilerarası zorluklar doğurmakta ve kullanılan bir maddeye bağlı olarak işlev
bozukluğu, istek bozukluğu, uyarılma bozukluğu, orgazm bozukluğu ya da cinsel
ağrıyı içerebilmektedir. İşlev bozukluğu tamamı ile bir maddenin doğrudan
oluşturduğu fizyolojik etki ile açıklanmalıdır ve madde kullanımının yol açmadığı
başka bir cinsle işlev bozukluğu ile açıklanamaz. Madde kullanımına bağlı cinsel
işlev bozukluğu primer cinsel işlev bozukluğundan başlangıcı ve gidişi açısından
fark göstermektedir. Madde kullanımın bağlı olarak gelişen cinsle işlev bozukluğu
yalnızca entoksikasyon ile ilişkili iken primer cinsel işlev bozukluğu madde
88
kullanımı başlangıcından önce gelişmekte ya da madde yoksunluk dönemi
uzadığında ortaya çıkabilmektedir. Madde entoksikasyonunun sonlanmasından sonra
yaklaşık olarak bir ay gibi bir süre için işlev bozukluğunun sürmesi, kullanılan
maddenin miktarı, süresi ya da türüne göre beklenenden daha aşırı bir işlev
bozukluğunun gelişmesi ya da önceden yineleyen primer cinsel işlev bozukluğunun
bulunması, işlev bozukluğunun, primer cinsel işlev bozukluğu ile daha iyi
açıklanabildiğini gösteren özelliklerdir (Köroğlu, 1994).
I.5.a. Öfke ve Cinsel İşlev Bozuklukları
Araştırmacılara göre, öfke ve diğer duygular arasında çok karmaşık bir ilişki
bulunmaktadır. Jakops ve ark. (1997), Wickless ve Kirsch (1988) öfkelendiği zaman
pek çok insanın, kaygı ve korku düzeylerinin arttığını, bazen de suçluluk ve
üzüntünün, bu öfkeye eşlik ettiğini belirtmişlerdir (Akt., Balkaya ve Şahin, 2003).
Tangney ve ark. (1996), üniversite öğrencileriyle yaptıkları çalışmalarda, utanç
duygusu ve başkalarını suçlama eğilimi arasında ilişki olduğunu bulmuşlardır. Utanç
duygusunun kişinin, incinme ve olumsuz olaylar yüzünden öfke duygusunu
uyandırdığını ve böylece başkalarını suçlama eğilimi içerisine girdiklerini öne
sürmüşlerdir (Akt., Balkaya ve Şahin, 2003).
Kişilerarası ilişkilerde yaşanan problemler sıklıkla cinsel isteğin azalması ile
birlikte görülmektedir. Fakat ikisi arasındaki neden-sonuç ilişkisi anlaşılması güç bir
durumdur (Meuleman ve Van Lankveld, 2005). Öfke, cinsel isteği ve uyarılmayı
engelleyen önemli bir süreç olabilmektedir (Bozman ve Beck, 1991). Beck ve
Bozman (1995) tarafından yapılan bir çalışmada öfke ve kaygı hissettiklerinde,
kadınların cinsel isteklerinde azalma olduğu; öfke duyduklarında ise bu isteksizliğin
89
daha fazla arttığı, buna karşın erkekler için yaşanan cinsel isteksizlik durumunda
kaygı ve öfkenin farklılık göstermediği bulunmuştur. Ayrıca Barlow (1986)
tarafından yapılan bir çalışma, cinsel işlev bozukluğu olan kişilerin, cinsel işlev
bozukluğu olmayan kişilere kıyasla, kaygılı iken, cinsel ipuçlarındansa, performansa
ya da başka konulara odaklandığını göstermektedir. Bu çalışmalar öfke, kaygı ve
kişilerarası ilişkiler ile cinsel işlev bozuklukları arasında anlamlı bir ilişki olduğunu
ve bu konunun araştırılmasının önemli noktalara ışık tutacağını göstermektedir.
Cinsel
işlev
bozukluğu
olan
kişilerin
kişilik
özelliklerine
ilişkin
gerçekleştirilen bir çalışmada, cinsel işlev bozukluğu bulunan erkeklerin daha fazla
kişilerarası kaygı yaşadıkları, daha boyun eğici davranış sergiledikleri ve daha dış
kontrol odağına sahip oldukları bulunmuştur. Bunun yanı sıra, cinsel işlev bozukluğu
bulunan erkeklerde, öfkenin oldukça belirgin olduğu, fakat bu öfkenin içe yönelimli
bir öfke olduğu bulunmuştur. Bu erkekler kendilerini diğer kişilere göre daha çok
eleştirmektedirler. Bununla birlikte cinsel işlev bozukluğu bulunan erkeklerin
eşlerinin, kontrol grubundaki kadınlara göre daha fazla saldırganca davranışlar
sergiledikleri ve öfkelerini dışa vurdukları bulunmuştur (Roseinheim ve Neuman,
1981).
I.5.b. Kişilerarası İletişim Tarzı ve Cinsel İşlev Bozuklukları
Etkili iletişim, hayatın her alanında kişinin içinde bulunduğu durum ve
koşullara uyum sağlamasında çok önemli bir yere sahiptir. İletişim insanlığın en
önemli gereksinimlerinden birisi olmakla beraber, insanlar arasında etkili bir
iletişimin söz konusu olduğunu söylemek oldukça güçtür. Kişilerarası ilişkilerde
iletişim becerilerin yetersiz olması yalnızlık, aile problemleri, mesleki yetersizlik,
90
tatminsizlik, stres ve fiziksel hastalıklar gibi birçok yaşamsal alanı olumsuz
etkileyebilmektedir (Bolton, 1986). Buna karşın birçok insan etkili iletişim kurma
becerisine sahip değildir. Özellikle çiftler arasında iletişim problemlerine sıklıkla
rastlanmaktadır. Özellikle de cinsel doyum ve cinsel uyum konusunda iletişimin
önemi daha da artmaktadır. Etkili iletişimin cinsel uyumda önemli bir yere sahip
olduğu, araştırmacılar tarafından uzun zamandan beri farkında olunan bir konu olup
Heiman
ve
Grafton-Becker
(1989)
sıklıkla
görülen
kadın
cinsel
işlev
bozukluklarından biri olan orgazm bozukluğunun etiyolojisinde ve bozukluğun
devam etmesinde, iletişim eksikliklerinin ya da engellerinin önemli bir rol oynadığını
öne sürmüştür (Akt., Kelly, Strassberg ve Turner, 2006). Fiziksel bir nedene bağlı
olmayan cinsel işlev bozukluklarında, ilişki çatışmalarının cinsel soruna neden
olduğu;
sorunu
devam
ettirdiği
ve
tedavinin
sonucunu
etkileyebildiği
düşünülmektedir. Metz ve Epstein (2002)’e göre işlevsel olmayan iletişim tarzları
bazı cinsel problemlerin sonucu ya da nedeni olabilmektedir. Heiman ve GraftonBecker (1989), bazı iletişim problemlerinin cinsel işlev bozukluğu olan çiftlere özgü
olduğunu; orgazm bozukluğunun etiyolojisinde ve bozukluğun devam etmesinde
iletişim eksikliği, iletişimdeki güven eksikliği ve iletişimdeki engellerin ilişkili
olduğunu öne sürmüşlerdir (Akt., Kelly, Strassberg ve Turner, 2004).
Yukarıda belirtildiği üzere iletişimin cinsel sorunlar üzerinde etkisi olduğu
öne sürülmektedir. Purnine ve Carey (1997) iletişimin, çiftlerin cinsel yaşamını,
cinsel memnuniyetlerini ve cinsel uyumlarını nasıl etkilediği üzerine yaptıkları
çalışmada çiftler arasındaki cinsel uyumun, çiftin anlaşması, aynı konuda hemfikir
olmaları (agreement) ile ve erkeklerin eşlerinin cinsel tercihlerini anlaması
(understanding) ile ilişkili olduğunu bulmuşlardır. Araştırma bulguları, erkeklerin
91
kadınların cinsel tercihlerini, yönelimlerini anlamalarının, çiftler arasındaki en
önemli faktörlerden biri olduğunu göstermektedir. Çünkü “bir diğerini anlamak”
karşı taraftaki bireyin nasıl memnun edileceğinin bilinmesine olanak tanıdığından
ilişkilerde büyük öneme sahiptir.
Kadın orgazm bozukluğunda iletişim ve ilişkili konular üzerinde Kelly,
Strassberg ve Turner (2004) tarafından yapılan araştırma sonuçlarına göre, orgazm
bozukluğu bulunan çiftler sağlıksız iletişime sahiptirler. Kelly, Strassberg ve Turner
(2006) tarafından yapılan bir diğer çalışmada, çiftlerin iletişim örüntüleri net olma,
suçlama ve açıklık boyutlarında değerlendirilmiştir ve bu araştırmanın bulgularına
göre, kadın orgazm bozukluğu olan çiftlerin iletişim örüntülerinin, kontrol
grubundaki orgazm bozukluğu bulunmayan çiftlere göre daha problemli olduğu
bulunmuştur. Orgazm bozukluğu olan kadınlar, orgazm bozukluğu bulunmayan
kadınlara
göre
eşlerinin
daha
fazla
suçlamasına
maruz
kalmaktadırlar.
Araştırmacılar, orgazm bozukluğu bulunan çiftlerin, suçlama ya da ilişkiye
açıklıkları konusunda yaşanan problemlerin, orgazm bozukluğuna ya da eşlerin
birbirileri ile sağlıklı bir iletişim kuramamalarına bağlı olarak gelişebileceğini
belirtmişlerdir (Kelly, Strassberg ve Turner, 2006).
Kilmann ve ark. (1983), ikincil orgazm bozukluğu olan 48 çift ile yaptıkları
çalışmada, 4 saatlik cinsel eğitim tedavisinin etkisini araştırmışlar ve araştırmaya
katılan bu kadınların cinsel kaygılarında anlamlı bir düşüş olduğunu ve orgazm
sıklıklarında da anlamlı düzeyde bir artış olduğunu görmüşlerdir (Akt. Kilmann ve
ark., 1986). Bir başka çalışmada Kilmann ve arkadaşları (1986), ikincil orgazm
bozukluğu yaşayan kadınlarda çeşitli tedavi yöntemlerinin etkililiğini araştırmayı
92
hedeflemişlerdir. Bu tedavi yöntemleri, iletişim becerilerinin geliştirilmesi, cinsel
becerilerinin geliştirilmesi ve bu iki yöntemin farklı sırada verilerek oluşturulan
kombinasyonlarından meydana gelmektedir. Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında,
tedavi alan çiftlerin cinsel memnuniyet düzeylerinde ve cinsel uyumlarında anlamlı
düzeyde artış olduğu görülmüştür. Bunun yanısıra, tedavi öncesinde ilişki
uyumlarının kötü olduğunu ifade eden çiftlerin, ilişki uyumlarının iyi olduğunu ifade
eden çiftlere göre tedavi sonrasında, orgazm sıklıklarında artış olduğu bulunmuştur.
Milan, Kilmann ve Boland (1988), beş grup tedavi yönteminden birini almış
olan, 66 ikincil orgazm bozukluğu olan kadın ve eşleri ile 2-6 yıl sonra izleme
çalışması yapmışlardır. Gönderilen anketlere 38 çift yanıt vermiş ve grup
tedavisinden sonra boşanmayan ve ek bir tedavi almayan kadınların orgazm
deneyimleme becerilerinde zaman içerisinde artış olduğu, tedavi öncesinde %9.5
ortalaması olan koital orgazm sıklığının, uzun dönemli izleme çalışmasında %36.9
ortalamasına çıktığı görülmüştür. Tedaviyi takiben cinsel uyumda ve koital sıklıkta
da benzer şekilde artış olduğu, ancak 2-6 yıl sonra neredeyse başlangıç düzeyine
döndüğü bulunmuştur. Buna karşın katılımcılar genel olarak tedaviye olumlu yanıt
vermiş ve tedavinin iletişim ve ilişki becerilerine odaklanmasının önemini özellikle
vurgulamışlardır.
Bu çalışmaların yanısıra Lau, Yang, Cheng ve Wang (2006) çiftlerin her
ikisinde birlikte görülen cinsel işlev bozukluklarını yordayan değişkenleri belirlemek
amacı ile, Çin’de 298 çiftin katılımıyla yürüttükleri çalışmada, iletişimin cinsel işlev
bozukluğu görülmesinde önemli bir etkiye sahip olduğunu bulmuşlardır. Ayrıca
cinsel sorunlarını eşleri ile konuşan kadınlarda, birlikte cinsel sorun gelişme oranının
93
her iki çiftte de cinsel sorun olanlara göre daha az olduğu bulunmuştur. Araştırma
bulgularına göre sadece bir eşte cinsel işlev bozukluğu görüldüğünde çiftlerin
çoğunun cinsel sorunları üzerinde konuşmadıkları ve tıbbi ya da psikolojik yardım
almadıkları bulunmuştur. Bu nedenle terapi programlarında iletişim konusuna
özellikle ilgi verilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu araştırmada her iki çiftte birden
cinsel işlev bozukluğu olması üzerinde kötü evlilik ilişkisinin olmasının bir etkisi
olmadığı, ancak iletişim eksikliklerinin, cinsel bilgi yetersizliğinin, cinsiyetler arası
güç dengesizliğinin etkisinin olduğu bildirilmiştir.
Cinsel yaşamda meydana gelen sorunlar ve cinsel işlev bozuklukları,
bireylerin yaşamını etkileyen önemli sorunlardan birini oluşturmaktadır ve
çözümlenmeyen ilişki çatışmaları, cinsel bozuklukların bir nedeni olabildiği gibi
cinsel bozukluklar da ilişki çatışmalarının katalizörü olabilmektedir (Litzinger ve
Gordon, 2005; Byers, 2005).
I.5.c. Kişilerarası İlişkiler, Kendilik Algısı, Öfke ve Cinsel İşlev
Bozuklukları
İletişim engelleri bireyin özsaygısının etkilenmesine sebep olabildiği gibi,
bireyleri, savunmacı davranmaya, dirençli olmaya ya da kızgın ve öfkeli olmaya
itebilmektedir (Bolton, 1986). Öfke, utanç ve suçluluk gibi duygularla birlikte ortaya
çıkabilmektedir. Eğer kişinin yaptığı bir şey başarısızlıkla sonuçlanıyorsa ve bundan
dolayı kişi kendisini sorumlu tutuyorsa, öfkenin yanı sıra kişi, suçluluk da
hissedebilmektedir.
Bunun
yanı
sıra
utanç,
kişinin
kendisini
olumsuz
değerlendirmesine neden olmaktadır ve benliğe ciddi ölçüde zarar vermektedir.
Kişinin utanç duymasına neden olan olay, kişinin bu olayı benliğinin olumsuz bir
94
yansıması gibi algılamasına ve dolayısı ile kişinin kendisini değersiz hissetmesine
neden olabilmektedir. Bunların sonucunda ise kişinin benlik algısı ve kendisine
verdiği değer, zarar görmektedir (Tangney ve Fischer, 1995, Akt., Balkaya ve Şahin,
2003). Bireyin özsaygısının ve benlik algısının olumsuz olarak etkilenmesi, bireyin
bağımlılığına, kendisini geri çekmesine, kendisini yenilmiş, kaybetmiş ya da yetersiz
hissetmesine neden olabilmektedir (Bolton, 1986). Bu kendini geri çekme, bağımlılık
ve özsaygısının azalması gibi davranışlar, bireyin kişilerarası iletişimini olumsuz
yönde etkilemeye devam etmekte ve sorunun çözümündense daha kötü bir hal
almasına neden olabilmektedir. Sonuç olarak Bolton (1986) tarafından da belirtildiği
üzere iletişim engellerinin çok sık olarak kullanılması, kişilerarası ilişkilerin önemli
ve kalıcı bir şekilde zarar görmesine neden olabilmektedir.
Kişilerarası iletişimde yaşanan engeller sonucunda ortaya çıkan öfke ile
birlikte yaşanan suçluluk duygusu ise, kişiyi empati kurmaya, kişilerarası ilişkilerde
hataları tamir etmeye ve özür dilemeye yöneltebilmektedir. Ancak utanç duygusu,
suçluluk duygusunun sağladığı olumlu girişimler yerine, kişinin gizlenmesine, içine
kapanmasına neden olmaktadır (Tangney ve Fischer, 1995. Akt., Balkaya ve Şahin,
2003). Utanç duygusu bireyin içine kapanmasına, utanca neden olan durumdan
kaçınmasına neden olmasının yanı sıra, zarar gören benliğini öfke duygusu ile
besleyerek, öfkeyi utanca neden olan bu duruma yöneltmektedir (Tangney, 1992.
Akt., Balkaya ve Şahin, 2003).
İnsanların hayatları boyunca yaşadıkları duygusal problemler, sadece bu
problemi yaşayan kişiyi değil, aynı zamanda bu kişinin yaşamında yer alan diğer
kişileri de etkilemektedir. Benzer şekilde, yakın kişisel ilişki çerçevesinde yaşanan
95
cinsel işlev bozuklukları da bu açıdan önem arz etmektedir. Eşlerden birinde ya da
her ikisinde birden bu tür sorunların olması, bu kişilerin evliliğini, ilişkilerini
olumsuz bir şekilde etkileyecektir. Bunun yanısıra her insan kendilik kavramını
oluştururken bunun bir yönünü de cinselliği üzerine oturtmaktadır. Dolayısı ile cinsel
işlevlerde meydana gelen bir takım sorunlar, kişinin kendilik algısını da olumsuz
olarak etkileyebilmektedir (Davison ve Neale, 2004).
Benlik algısı ile öfke duygusu arasında ilişki olabildiği gibi kendilik
kavramının önemli bir boyutunu oluşturan cinsellik ile benlik algısı arasında da
önemli bir ilişki olduğu Davison ve Neale (2004)’nin de belirttiği üzere kabul gören
bir konudur. Cinsellik ve benlik saygısı arasındaki ilişki üzerine Stimson, Stimson ve
Dougherty (1980) tarafından 49 kadın ve 50 erkek üniversite öğrencisinin katılım
sağladığı bir çalışma yapılmıştır. Araştırmacılar, Amerika’da hem kadın hem de
erkeklerin cinsel aktivitelerinin artmasına karşılık kadın ve erkeğin davranışları
benzerlik
gösterse
de
bu
davranışları
anlamlandırmaları
ve
kendilerini
değerlendirmeleri arasında önemli bir farklılık olduğunu öne sürmüşlerdir. Cinsel
aktivite ve cinsel performansın yeterliliğinin, benlik saygısı üzerine etkisinin kadın
ve erkekte farklılaşacağı, benlik saygısı ve cinselliğin çok boyutlu olduğu ve cinsel
aktivitenin performans niteliği boyutunun diğer sosyal becerilerden bağımsız olduğu
araştırmanın hipotezlerini oluşturmaktadır. Araştırma sonuçlarına göre yetersiz cinsel
performans, erkeklerde benlik saygısına en çok etkide bulunan unsur olarak
bulunmuştur. Erkekler cinsel yetersizlik alanlarını birbirinden bağımsız 4 boyut
altında toparlamışlardır; Engellenmiş/Hayalkırıklığına uğramış (frustrated) (yetersiz
cinsel aktivite ve genel olarak popülerliğin olmaması maddelerine dayalı);
Güvenilmezlik (Undependability) (orgazmı geciktirememe ve genel olarak
96
güvenilmezlik maddelerine dayalı); Genel yetersizlik (general inadequacy) (hem
cinsel performanstan hem de iyi yapamamak ile ilişkili hislerden memnuniyetsizlik
ile ilgili maddelere dayalı); Benliğin ve bedenin reddedilmesi (rejection of self and
body) (hem fiziksel hem de sosyal benliğin değiştirilme isteği ile ilgili maddelere
dayalı). Bu araştırma bulgularına göre Amerikan erkekleri için cinsel yeterlilik benlik
organizasyonunun temel kaynağını oluşturmaktadır. Erkekler sadece bir güven
faktörü belirtmişlerdir ve bu faktör de fazla cinsel aktivite ile genel sosyal güven ve
benlik saygısı ile bütünleşmektedir. İlk başta yer alan maddeyi de cinsel aktivite
sıklığı oluşturmaktadır. Burada ilginç olan nokta, bu faktör içerisinde performansın
niteliğine ilişkin hiçbir maddenin girmemiş olmasıdır. Bu bulguya göre erkekler
kendilerini değerlendirirken, performanslarının niteliklerinden ziyade cinsel aktivite
niceliğini değerlendirerek kendilerinden emin olmaktadırlar. Bunun yanısıra kadınlar
aktif ve memnuniyet verici cinselliklerini hem sosyal kabul hem de kendini
değerlendirme faktörlerinden ayırmışlardır. Erkeklerin aksine kadınlar
için
memnuniyet verici cinsel aktivite faktörü, benlik saygısı ve sosyal kabul bileşenlerini
içermemektedir. Ayrıca erkeklerin aksine kadınlar, cinsellikten tamamen ayrı iki
temel benlik saygısı kaynağına sahiptirler. Bunlar: İletişim becerileri maddelerine
dayalı ‘sosyal beceri-güven’ (social ability-confidence) ve cana yakınlık, sevimlilik
maddelerine dayalı ‘sosyal kabul’dur (social acceptance).
Cinsel işlev bozukluklarının etiyolojisinde bozuk kendilik algısı önemli bir
yer almaktadır. Cinsel işlev bozukluklarının devam ettirici faktörleri incelendiğinde
de bozuk kendilik algısının yer aldığı görülmektedir (Tuğrul, 1998). Cinsel işlev
bozukluğu geliştikten sonra kişinin kendilik algısı üzerinde olumsuz bir etki yaratıp
sorunun devam etmesinde ya da kötüleşmesinde rol oynayabilmektedir. Bir erkeğin
97
yaşadığı erektil işlev bozukluğu ya da prematür ejakülasyon kişinin erkeklik
duygusunu etkileyebilmekte ve ortaya çıkan anksiyete, bu bozuklukların devam
etmesine neden olabilmektedir. Bunun yanısıra anorgazmik bir kadın da kadınlık
duyguları ile ilgili sorunlar yaşamaya ve kendisini tam bir kadın olarak
hissetmemeye başlayabilmektedir. Ayrıca, orgazm olmayan kadının eşi de kendisini
yetersiz
olarak
algılmaya
ve
erkeklik
duygusundan
şüphe
duymaya
başlayabilmektedir (Şahin, 2001a).
I.6. Araştırmanın Amacı ve Cevap Aranan Sorular
Çiftler arasında yaşanan çatışmaların ortaya çıkmasında önemli bir faktör
olan kişilerarası iletişim tarzı, sorunun devamı ya da sorunun çözümünde de önemli
bir yere sahiptir. Bu bağlamda yapılan çalışmalarda da görüldüğü üzere, bireyin
kişilerarası iletişim tarzı ile kendilik algısı ve öfke arasındaki ilişkinin önemi göz
önüne alındığında, kişilerarası ilişkilerdeki problemin, yol açabileceği psikolojik
sorunların, özellikle de neden olabileceği cinsel işlev bozukluklarının tedavisinde
önemli bir yere sahip olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Bunların sonucunda; olumlu
kişilerarası iletişim tarzı ile olumlu kendilik algısı arasında pozitif bir ilişki olduğu ve
olumlu kişilerarası iletişim tarzı ile öfke ve cinsel işlev bozukluğu arasında negatif
yönde bir ilişki olduğu varsayılmaktadır. Cinsel işlev bozukluklarında eşlerin
birbirleri ile iletişimlerinin önemli bir faktör olduğu araştırmacılar tarafından bilinen
bir olgu olmakla birlikte bu konuda sistemli araştırmalar yapılmasına ihtiyaç
duyulmaktadır (Kaplan, 1974. Akt., Rosenheim ve Neumann, 1981). Literatürde bu
değişkenlerin tek tek ele alınıp, cinsel işlev bozukluğu ile ilişkisine bakıldığı
görülmektedir. Bu çalışmada, bu değişkenler birlikte ele alınarak cinsel işlev
bozukluğu ile ilişkisine bakılacaktır. Diğer bir deyişle, bu çalışmada cinsel işlev
98
bozukluğu ile kişilerarası iletişim tarzı, kendilik algısı ve öfke arasında nasıl bir
ilişkinin olduğunun incelenmesi amaçlanmıştır ve elde edilen verilerin ruh sağlığı
bağlamında değerlendirilmesi amaçlanmaktadır.
Bu
çalışmanın
alandaki
ihtiyaca
anlamlı
bir
yanıt
oluşturacağı
düşünülmektedir. Ülkemizde bu alanda sınırlı sayıda çalışma bulunmaktadır. Bunun
yanı sıra çalışma sonuçları, alanda yeni fikirlerin oluşmasında ve kişilerarası beceri
eğitimlerinde nelere dikkat edilmesi gerektiği konularında büyük bir öneme sahip
olacak, ruhsal sağlık bağlamında sosyal beceri eğitimlerine ve öfke yönetimi
çalışmalarına da ışık tutacaktır.
Bu hedef dahilinde çalışmanın amaçları:
1. Cinsel işlev bozukluğu tanısı almış olan kişilerin kişilerarası iletişim tarzları,
kendilik algıları, öfke tepkileri hakkında elde edilen bulgular ışığında
saptama yapmak,
2. Cinsel işlev bozukluğu tanısı almış olan kişilerin kişilerarası iletişim tarzlarını
cinsel işlev bozukluğu olmayan grup ile karşılaştırmak,
3. Cinsel işlev bozukluğu tanısı almış olan kişilerin kendilik algılarını cinsel
işlev bozukluğu olmayan grup ile karşılaştırmak,
4. Cinsel işlev bozukluğu tanısı almış olan kişilerin öfke tepkilerini cinsel işlev
bozukluğu olmayan grup ile karşılaştırmaktır.
Bu amaç doğrultusunda araştırmada yanıt aranan sorular;
1. Yaş, cinsiyet ve eğitim gibi demografik değişkenlerin araştırma değişkenleri
ile ilişkisi var mıdır? Bu bağlamda gruplar arasında bir farklılık var mıdır?
99
2. Cinsel işlev bozukluğu olmayan grup ile cinsel işlev bozukluğu tanısı almış
olan hastalar kişilerarası iletişim tarzı, öfke yaşantısı ve benlik algısı
açısından farklılık göstermekte midir?
3. Cinsel işlev bozukluğu olmayan grupta ve cinsel işlev bozukluğu tanısı almış
olan grupta cinsel işlev sorunlarını yordayan değişkenler nelerdir?
4. Cinsel işlev bozukluğu olmayan grup ve cinsel işlev bozukluğu tanısı almış
olan hastalarda kişilerarası ilişki tarzları, benlik algısı ve öfke yaşantısı
arasında ilişki var mıdır?
100
BÖLÜM II
YÖNTEM
Yukarıda aktarılan kuramsal çalışmalar ve araştırma soruları çerçevesinde
Ölçme Araçları bölümünde açıklanan ölçekler kullanılarak toplam 190 kişiye
ulaşılmıştır. Bu bölümde katılımcıların demografik özellikleri, ölçeklerin özellikleri
ve ölçeklerin uygulamasında izlenen yöntem aktarılmaktadır.
II.1. Örneklem
Araştırmada, araştırma grubu ve karşılaştırma grubu olmak üzere iki grup
kullanılmıştır.
Araştırma grubu
verileri çeşitli sağlık
kuruluşlarına cinsel
rahatsızlıkları nedeni ile üroloji, kadın doğum ve jinekoloji, psikiyatri uzmanlarına
başvuran hastalar arasından çalışmaya katılmayı kabul edenlerden elde edilmiştir.
Kadın doğum ve jinekoloji, üroloji uzmanlarına başvuran hastalar daha sonra
psikiyatriste yönlendirilerek hastanın tanısı ve eşlik eden başka bir psikiyatrik ya da
psikolojik rahatsızlığının olup olmadığı psikiyatrist tarafından değerlendirilmiştir.
Karşılaştırma grubunu ise Ankara’da yaşayan ve herhangi bir cinsel işlev
bozukluğu ya da başka bir psikiyatrik ya da psikolojik rahatsızlığı olmayan kişiler
oluşturmuştur ve gönüllülük esasına dayanarak kartopu tekniği ile veriler elde
edilmiştir (Bailey, 1994). Araştırmacının bir tanıdığı belirlenip kendi tanıdıkları
içinde gönüllü katılımcı olabilecek kişiler belirlenerek ölçekler katılımcılara
verilmiştir.
Araştırmada toplam olarak 400 adet anket dağıtılmıştır. Bu anketlerden 255
tanesi geri dönmüş olup 11 tanesi rastgele doldurulması ve boş bırakılması nedeni ile
101
analize alınmamıştır. Geriye kalan 244 anketten; 9 kişi karşılaştırma grubundan, 1
kişi araştırma grubundan olmak üzere toplam 10 kişi evli olmamaları nedeniyle
dışarıda tutulmuştur. Karşılaştırma grubundan 6 kişi, Kişisel Bilgi Formu’nun 24.
sorusunda belirtilen “Herhangi bir psikiyatrik hastalığınız ya da psikolojik
rahatsızlığınız var mı?” sorusunu ‘Var’ olarak işaretledikleri için ve araştırma
grubundan 3 kişi, psikiyatrist tarafından tanılanmış cinsel işlev bozukluğuna eşlik
eden psikiyatrik rahatsızlıkları olması nedeni ile çalışma dışında tutulmuştur. Yapılan
normal dağılım analizi sonrasında uç değer olarak 2 kişi araştırma grubundan, 33 kişi
de karşılaştırma grubundan olmak üzere toplam 35 kişi analiz dışında tutulmuştur.
Araştırmada dışarıda tutulan verilerden sonra gönüllü olarak katılım sağlayan
18-53 yaş arası cinsel işlev bozukluğu tanısı almış ve tedaviye başlanmamış 95
kişilik araştırma grubu ile cinsel işlev bozukluğu tanısı olmayan 95 kişilik
karşılaştırma grubu ile çalışılmıştır. Analizler toplam 190 kişiye ait veri ile
gerçekleştirilmiştir. Araştırma grubundaki katılımcıların 43’ünü (%45,3) kadın,
52’sini (%54,7) erkek; karşılaştırma grubunun ise 47’sini (%49,5) kadın, 48’ini
(%50,5) erkek katılımcılar oluşturmaktadır. Katılımcıların yaş uzamı 18-53 arasında
değişmektedir ve araştırma grubunun yaş ortalaması 32,42 (ss=7,87), karşılaştırma
grubunun yaş ortalaması ise 32,97 (ss=8,62)’dir. Karşılaştırma grubundaki
katılımcıların 2’si yaş sorusuna yanıt vermemiştir. Yaş değişkeni, 18-30 yaş ve 31
yaş ve üstü şeklinde iki gruba ayrılarak analize sokulmuştur.
Eğitim özellikleri incelendiğinde araştırma grubunda katılımcıların 2’sinin
(%2,1) okuryazar olmadığı, 1’inin (%1,1) okuryazar, 27’sinin (%28,4) ilkokul
mezunu, 17’sinin (%17,9) ortaokul mezunu, 32’sinin (%33,7) lise mezunu, 14’ünün
102
(%14,7) üniversite mezunu, 1’inin (%1,1) yüksek lisans mezunu ve 1’inin (%1,1)
doktora mezunu olduğu görülmüştür. Karşılaştırma grubundaki katılımcıların ise
2’sinin (%2,1) okuryazar olmadığı, 1’inin (%1,1) okuryazar olduğu, 23’ünün
(%24,2) ilkokul mezunu, 13’ünün (%13,7) ortaokul mezunu, 21’inin (%22,1) lise
mezunu, 26’sının (%27,4) üniversite mezunu, 5’inin (%5,3) yüksek lisans mezunu,
4’ünün (%4,2) doktora mezunu olduğu görülmüştür. Eğitim değişkeni; okuryazar
olmayanlar, okuryazar olanlar ve ilkokul mezunu olanlar birinci grup, ortaokul
mezunu ve lise mezunu olanlar ikinci grup, üniversite mezunu ve üstü düzeyde
eğitim olanlar ise üçüncü grup olmak üzere 3 gruba ayrılmıştır.
Sosyoekonomik düzey ise iki gruba ayrılmıştır: 1500 YTL’ye kadar aylık
geliri olanlar birinci grubu (alt ekonomik düzey), 1501 YTL ve üstü ücret alanlar ise
ikinci grubu (alt orta ekonomik düzey) oluşturmuştur. Sosyoekonomik düzeye ilişkin
bilgi edinmek amacı ile sorulan soruya verilen yanıtlardan, araştırma grubundaki
katılımcıların 79’unun (%83,2) alt ekonomik düzeyde; 16’sının (%16,8) alt orta
ekonomik düzeyde olduğu; karşılaştırma grubundaki katılımcıların ise 68’inin
(%71,6) alt ekonomik düzeyde; 27’sinin (%28,4) alt orta ekonomik düzeyde olduğu
görülmüştür.
Katılımcıların evlilik süresi uzamı 1 ay ile 384 ay arasında değişmekte olup
araştırma grubunun evlilik süresi uzamı 1 ay ile 384 ay arasında değişirken,
karşılaştırma grubunun evlilik süresi uzamı ise 1 ay ile 348 ay arasında
değişmektedir. Evlilik süresi değişkeni; 1-24 ay, 25-132 ay ve 133 ay ve üstü
şeklinde üç gruba ayrılarak analize sokulmuştur. Araştırma grubunun, 31’inin
(%32,6) 1-24 ay, 25’inin (%25,3) 25-132 ay, 40’ının (%41,2) ise 133 ay ve üstü bir
103
süredir evli bulunan kişilerden oluştuğu görülmüştür. Karşılaştırma grubunun ise
29’unun (%30.5) 1-24 ay, 30’unun (%31,6) 25-132 ay, 36’sının ise (%37,9) 133 ay
ve üstü bir süredir evli bulunan kişilerden oluştuğu görülmüştür. Katılımcıların çocuk
sahibi olup olmadıklarına ilişkin soruya verilen yanıtlara göre, araştırma grubundaki
katılımcıların 35’inin (%36,8) çocuğunun olmadığı, 59’unun (%62,1) çocuğunun
olduğu; karşılaştırma grubunun ise 26’sının (%27,4) çocuğunun olmadığı, 67’sinin
(%70,5) çocuğunun olduğu görülmüştür. Araştırma grubunda 1 kişi (%1,1),
karşılaştırma grubunda ise 2 kişi (%2,1) bu soruyu yanıtlamamıştır.
Tablo II. 1. Örneklemin Demografik Özellikleri
Demografik Değişkenler
Araştırma Grubu
N
%
Ort. Ss
43 45.3
1.55 .50
52 54.7
43 45.3
1.55 .50
52 54.7
Kadın
Erkek
18-30 yaş
31 ve üstü
Okuryazar değil30
ilkokul arası
Ortaokul-Lise
49
Üniversite ve üstü 16
Grup
Yaş
Grup
Eğitim
Grup
Medeni
Durum
Gelir
Grubu
Evlilik
süresi
Çocuk
durumu
31.6
Karşılaştırma Grubu
N
%
Ort. Ss
47 49.5
1.51 .50
48 50.5
41 43.2
1.57 .50
54 56.8
26
27.4
51.6
16.8
1.85
.68 34
35
35.8
36.8
2.09
.80
4.00
.00 95
100
4.00
.00
1.17
.38
68
27
29
.86 30
36
26
.51
67
71.6
28.4
30.5
31.6
37.9
27.4
70.5
1.28
.45
2.07
.83
1.68
.51
Evli
95
100
500-1500
1501 ve üstü
1-24 ay
25-132 ay
133 ay ve üstü
Çocuğu yok
Çocuğu var
79
16
31
24
40
35
59
83.2
16.8
32.6
25.3
42.1
36.8
62.1
2.10
1.61
Yaş, eğitim, gelir ve evlilik süresi değişkenleri yukarıda açıklandığı gibi
gruplara ayrılmıştır ve bu gruplar, analizlere sokulmuştur. Bu nedenle demografik
özelliklere ilişkin tabloda bu değişkenlerin oluşturulan gruplarına ilişkin frekans,
104
ortalama ve standart sapma değerlerine yer verilmiştir. Örneklemin demografik
değişkenlerine ilişkin bilgi Tablo II.1’de verilmiştir.
Araştırma grubunda yer alan erkek ve kadınların almış oldukları cinsel işlev
bozukluğu tanıları ve başlangıç tipi (yaşam boyu ya da edinsel) incelendiğinde
kadınların 12’sinin (%27,9) ‘azalmış cinsel istek bozukluğu’ (2’si yaşam boyu ve
10’u edinsel tip), 1’inin (%2,3) ‘cinsel uyarılma bozukluğu’ (yaşam boyu tip),
22’sinin (%51,2) ‘vajinismus’ (21’i yaşam boyu ve 1’i edinsel tip), 8’inin (%18,6)
‘anorgasmi’ tanısı (5’i yaşam boyu ve 3’ü edinsel tip); erkeklerin ise 44’ünün
(%84,6) ‘prematür ejakülasyon’ (22’si yaşam boyu ve 22’si edinsel tip), 8’inin
(%15,4) ‘erektil disfonksiyon’ tanısı (edinsel tip) aldığı görülmüştür. Bu değerler
Tablo II.2’de verilmiştir.
Tablo II. 2. Cinsel İşlev Bozukluğu Tanıları ve Başlangıç Tiplerinin Oranları
KADIN
Azalmış
Cinsel
İstek
Bozukluğu
Cinsel Uyarılma Bozukluğu
Vajinismus
Anorgazmi
Toplam
ERKEK
Prematür Ejakülasyon
Erektil Disfonksiyon
Toplam
N
%
Yaşam
Boyu
Edinsel
12
27,9
2
10
1
22
8
43
2,3
51,2
18,6
100
1
21
5
29
1
3
14
44
8
52
84,6
15,4
100
22
22
22
8
30
II.2. Kullanılan Ölçme Araçları
Araştırmanın hipotezlerini sınamak amacı ile araştırma değişkenlerini
değerlendirmek için ölçekler kullanılmıştır. Kişilerarası iletişim tarzını ölçmek için
105
Ankara Üniversitesi Uygulamalı Psikoloji Yüksek Lisans Programı öğrencilerinin
geliştirdikleri “Kişilerarası İletişim Tarzı Ölçeği”, kendilik algısını ölçmek amacı ile
Şahin ve Şahin (1994) tarafından Türkçe uyarlaması yapılmış olan “Sosyal
Karşılaştırma Ölçeği”, öfke değişkenini ölçmek için Siegel (1986) tarafından
geliştirilen “Çok Boyutlu Öfke Ölçeği” kullanılmıştır. Cinsel işlev bozukluğunu
ölçmek için ise Rust ve Golombok (1983) tarafından geliştirilmiş olan (Akt., Tuğrul,
Öztan ve Kabakçı, 1993) ve Tuğrul, Öztan ve Kabakçı (1993) tarafından uyarlanan
“Golombok-Rust Cinsel Doyum Ölçeği” kullanılmıştır. Bunların yanı sıra
katılımcıların demografik bilgilerini elde edebilmek amacı ile “Kişisel Bilgi Formu”
ve çeşitli psikolojik belirtilerini taramak amacı ile ise “Kısa Semptom Envanteri”
uygulanmıştır.
II.2.a. “Kişisel Bilgi Formu”
Katılımcıların demografik bilgileri hakkında veri elde edebilmek amacı ile
ölçekler ile birlikte 34 maddelik bir kişisel bilgi formu verilmiştir. Demografik
bilgilerin yanı sıra kişinin ekonomik, sosyal ve duygusal açıdan kendisini nasıl
gördüğü, şu anda psikiyatrik/psikolojik veya tıbbi rahatsızlığı olup olmadığı ve daha
önceden psikiyatrik/psikolojik veya tıbbi rahatsızlık geçirip geçirmediğine ilişkin
bazı sorular sorulmuştur. Yaş, cinsiyet, eğitim durumu, gelir düzeyi, medeni durumu
gibi demografik verilere yönelik soruların yanı sıra “Evli iseniz evliliğinizi nasıl
değerlendiriyorsunuz?, Ekonomik açıdan kendinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?,
Kendinizi ruh sağlığı açısından nasıl görüyorsunuz?, Genel olarak diğer insanlarla
olan ilişkilerinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?, Genel olarak hayatınızı nasıl
değerlendiriyorsunuz?, Gelecek 5 yıl içerisinde yaşamınızın nasıl olacağını
düşünüyorsunuz?, Kendinizi yalnız hissettiğiniz oluyor mu?” gibi sorulara yer
106
verilmiştir. Bu soruların amacı katılımcıların kişisel yaşamlarını ve ilişkilerini nasıl
değerlendirdikleri hakkında bilgi edinmektir. Ayrıca, “Alkol kullanıyor musunuz?,
Herhangi bir psikiyatrik hastalığınız ya da psikolojik rahatsızlığınız var mı?
Psikiyatrik hastalığınız ya da psikolojik rahatsızlığınız varsa, tedavi görüyor
musunuz? Daha önce psikiyatrik tedavi gördünüz mü?” gibi bazı sorulara da yer
verilmiştir. Depresyon, anksiyete, şizofreni gibi bazı psikiyatrik rahatsızlıklar ile kalp
hastalıkları, kanser, AIDS, kronik böbrek yetmezliği, diabetes mellitus ve nörolojik
hastalıklar gibi bazı tıbbi rahatsızlıklar, alkol ve madde kullanımı cinsel işlev
bozukluklarına
yol
açabildikleri
ya
da
cinsel
yaşantıyı
olumsuz
yönde
etkileyebildikleri için (Özkan, 2001) bu karıştırıcı değişkenleri kontrol edebilmek
amacı ile bu alanlarda bilgi edinilmesi hedeflenmiştir. Her türlü psikiyatrik sorun
cinsel yanıt döngüsünde bir ya da birden fazla süreç üzerinde engelleme ya da
olumsuz etkiler yapabilmektedir (İncesu, 1998a) ve cinsel işlev bozuklukları, sıklıkla
depresif bozukluklar, anksiyete bozuklukları, kişilik bozuklukları ve şizofreni gibi
ruhsal rahatsızlıklarla yakından ilişkilidir (Sadock, 2007). Bu nedenle örneklem
bölümünde de açıklandığı üzere psikiyatrik rahatsızlığı olduğunu belirten
katılımcıların verileri analiz dışında tutulmuştur. Bunun yanısıra katılımcıların kişisel
yaşamlarını ve ilişkilerini nasıl değerlendirdikleri hakkında bilgi edinmek amacı ile
sorulmuş olan bu sorular ‘yaşamdan doyum almama’ ve ‘kişilerarası ilişkilerden
duyulan memnuniyetsizlik’ şeklinde iki faktör altında gruplanarak analizlerde etkileri
araştırılmıştur. Kişisel bilgi formunda yer alan “Evli iseniz evliliğinizi nasıl
değerlendiriyorsunuz?”, “Ekonomik açıdan kendinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?”,
“Kendinizi fiziksel olarak nasıl görüyorsunuz?”, “Kendinizi ruh sağlığı açısından
nasıl değerlendiriyorsunuz?”, “Genel olarak hayatınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?”
107
ve “Gelecek 5 yıl içerisinde yaşamınızın nasıl olacağını düşünüyorsunuz?” soruları
‘yaşamdan doyum almama’ altında gruplanmıştır. “İçinde büyüdüğünüz ailenizin,
size ne türden bir ilgi ve yakınlık gösterdiğini düşünüyorsunuz?”, “Genel olarak
diğer insanlarla olan ilişkinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?”, “Karşı cinsle genel
olarak ilişkinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?”, “Kendinizi yalnız hissettiğiniz oluyor
mu?” ve “Yakın arkadaşınız var mı?” soruları ise “kişilerarası ilişkilerden duyulan
memnuniyetsizlik”
altında
gruplanmıştır.
“Yaşamdan
doyum
almama”
ve
“kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik” olarak gruplanan değişkenlerden
alınan yüksek puanlar
bireylerin
yaşamlarından doyumsuz olduklarını ve
ilişkilerinden memnuniyetsiz olduklarını göstermektedir. Kişisel bilgi formunda
araştırma ve karşılaştırma gruplarının evliliklerini, ruhsal ve fiziksel olarak
kendilerini nasıl gördüklerini, genel olarak diğer insanlarla ve karşı cinsle ilişkilerini
nasıl gördüklerini, yaşamlarından memnuniyetlerini değerlendirmelerine ilişkin
sorulan sorulara verdikleri yanıtların ortalama ve standart sapma değerlerine Tablo
II.3’te yer verilmiştir.
108
Tablo II.3. Kişisel Bilgi Formu Sorularının Ortalama ve Standart Sapma
Verileri
Kişisel Bilgi Formu Soruları
Araştırma
Grubu
Ort.
Ss
Karşılaştırma
Grubu
Ort.
Ss
7. Evliliğinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
2.27
.95
1.74
.73
2.07
.95
1.83
.87
2.64
.76
2.55
.75
1.40
.76
1.79
.87
1.01
.10
1.01
.18
1.79
.60
1.81
.53
2.12
.62
2.05
.73
2.43
.86
1.96
.68
2.77
1.08
2.21
.82
2.61
3.28
1.06
.96
2.31
2.72
.88
.92
2.42
.71
2.08
.61
2.37
.89
1.99
.74
12. İçinde büyüdüğünüz ailenizin, size ne
türden bir ilgi ve yakınlık gösterdiğini
düşünüyorsunuz?
13. Ekonomik açıdan kendinizi nasıl
değerlendiriyorsunuz?
14. Alkol kullanıyor musunuz?
15. Uyuşturucu vb. madde kullanıyor
musunuz?
16. Genel olarak diğer insanlarla ilişkinizi nasıl
değerlendiriyorsunuz?
17. Karşı cinsle genel olarak ilişkinizi nasıl
değerlendiriyorsunuz?değerlendiriyorsunuz?
18. Kendinizi fiziksel olarak nasıl
görüyorsunuz?
19. Kendinizi ruh sağlığı açısından nasıl
görüyorsunuz?
20. Kendinizi yalnız hissettiğiniz oluyor mu?
21. Yakın arkadaşınız var mı?
22. Genel olarak hayatınızı nasıl
değerlendiriyorsunuz?
23. Gelecek 5 yıl içinde yaşamınızın nasıl
olacağını düşünüyorsunuz?
II.2.b. “Kişilerarası İletişim Tarzı Ölçeği”
Katılımcıların kişilerarası iletişim tarzlarını belirlemek amacıyla Şahin ve
arkadaşları (2007) tarafından geliştirilen “Kişilerarası İletişim Tarzı Ölçeği” (KİTÖ)
kullanılmıştır. KİTÖ 60 maddelik, 1-5 arası Likert tipi puanlanan kendini
değerlendirme türü bir ölçektir. Ölçek kişilerin kişilerarası iletişim tarzlarını
belirlemek amacıyla geliştirilmiştir. Puan ranjı 60-300’dür, ölçekten alınan yüksek
109
puanlar olumsuz iletişim tarzına, düşük puanlar olumlu iletişim tarzına işaret
etmektedir. Ölçeğin altı alt faktörü bulunmaktadır (Şahin ve ark., 2007).
Testin güvenirliğine bakıldığında Cronbach alfa iç tutarlık katsayısının .93
olduğu görülmektedir. Geçerlik çalışmasında, ölçeğin yapı geçerliğini belirlemek
amacıyla Kısa Semptom Envanteri (KSE), Offer Yalnızlık Ölçeği (OYÖ) ve
Kişilerarası İletişim Tarzı Ölçeği (KİT) kullanılmıştır. Buna göre, KİTÖ’nün alt
ölçekleri ve toplam puanı ile KSE’nin her bir alt ölçeği arasında .49 (p<.01) ve .17
(p<.01) arasında değişen anlamlı korelasyonlar olduğu görülmüştür. KİTÖ’nün alt
ölçekleri ile KİT’in alt ölçekleri ve toplam puanı arasındaki korelasyonlara
bakıldığında, alt ölçekler arası korelasyonlar .71 (p<.01) ve -.09 (p<.05) arasında
değişmektedir. Son olarak da KİTÖ’nün alt ölçekleri ve toplam puanları ile OYÖ
arasındaki korelasyonlara bakıldığında, alt ölçeklerle arasındaki korelasyonların .34
(p<.01) ile .22 (p<.01) arasında değiştiği görülmektedir (Şahin ve ark., 2007).
Bu çalışma örnekleminden elde edilen verilere göre Kişilerarası İletişim Tarzı
Ölçeği’nin Cronbach alfa iç tutarlık katsayısı .94 olarak bulunmuş olup ‘baskın
kişilerarası iletişim tarzı’ alt ölçeği Cronbach alfa değeri .86, ‘kaçıngan kişilerarası
iletişim tarzı’ alt ölçeği Cronbach alfa değeri .76, ‘öfkeli kişilerarası iletişim tarzı’
Cronbach alfa değeri .80, ‘duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı’ Cronbach
alfa değeri .72, ‘manipülatif kişilerarası iletişim tarzı’ Cronbach alfa değeri .75 ve
‘küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı’ Cronbach alfa değeri ise .65 olarak
hesaplanmıştır.
110
II.2.c. “Sosyal Karşılaştırma Ölçeği”
Sosyal Karşılaştırma Ölçeği (SKÖ) kişinin başkaları ile kıyaslandığında
kendini çeşitli boyutlarda nasıl gördüğüne ilişkin algılarını ölçmektedir. Ölçeğin
özgün formu, Gilbert, Allan ve Trent (1991) tarafından ruhsal sorun belirtileri yüksek
olan kişilerin kendilerini başka insanlarla karşılaştırırken kendilerini önemli kişilik
boyutlarında olumsuz bir şekilde değerlendirdikleri varsayımından yola çıkılarak
geliştirilmiştir ve bu ilk form iki kutuplu 5 özellikten oluşmaktadır (Akt., Savaşır ve
Şahin, 1997). Türkçe formu Şahin ve Şahin (1992) tarafından geliştirilmiş ve
başarılı-başarısız özelliği eklenerek 6 maddelik form elde edilmiştir (Akt., Savaşır ve
Şahin, 1997). Geliştirilen bu ölçek bir çalışmada kullanılmış ve depresif belirtileri
yüksek ve düşük olan grupları başarılı bir şekilde ayırdedebildiği görülmüştür. Daha
sonra Şahin, Durak ve Şahin (1993) tarafından boyut sayısı arttırılarak şu anda
kullanılan 18 maddelik form elde edilmiştir. Altı maddelik formun, üç sosyoekonomik düzeyden 263 kız, 277 erkek olmak üzere toplam 540 lise ve üniversite
öğrencisi ile yapılan çalışmada Cronbach Alfa değeri .79 olarak hesaplanmıştır. Daha
sonra geliştirilen 18 maddelik form 501 banka çalışanı üzerinde yapılan araştırmada
kullanılmış ve Cronbach Alfa değerinin .89’a çıktığı bulunmuştur.
Sosyal Karşılaştırma Ölçeği’nin Beck Depresyon Envanteri ile korelasyonu
-.19 (p<.000) olarak ve 627 üniversite öğrencisi ile yapılan bir çalışmada Kısa
Semptom Envanteri’nin alt ölçekleri ile korelasyonlarının ise .14 ve -.34 arasında
değiştiği bulunmuştur. Ölçeğin, Beck Depresyon Envanteri’nden 9 altı ve 17 üstü
puan alan grupları ayrıştırabildiği (p>.001) görülmüştür (Savaşır ve Şahin, 1997).
111
Bu çalışma örnekleminden elde edilen verilere göre, Sosyal Karşılaştırma
Ölçeği’nin Cronbach alfa iç tutarlık katsayısının .91 olduğu hesaplanmıştır.
II.2.d. “Çok Boyutlu Öfke Ölçeği”
Çok Boyutlu Öfke Ölçeği (ÇBÖÖ) Balkaya ve Şahin (2003) tarafından,
öfkeyi çeşitli boyutlarıyla ölçen, Türk kültürüne özgü, yeni ve orijinal bir ölçek
oluşturmak amacı ile geliştirilmiştir. Ölçeğin geçerliğine ilişkin bilgilere ulaşmak
için de, öfkeyi ve öfkeyle ilişkili diğer duyguları ölçtüğü düşünülen diğer envanterler
(Kısa Semptom Envanteri ve Suçluluk Utanç Ölçeği) kullanılmış ve ölçeği oluşturan
boyutların faktör yapılarına bakılmıştır. “Öfke Belirtileri”, “Öfkeye Yol Açan
Durumlar”, “Öfkeyle İlişkili Düşünceler”, “Öfkeyle İlişkili Davranışlar” ve
“Kişilerarası Öfke” ölçeğin alt boyutları olarak belirlenmiştir (Balkaya ve Şahin,
2003).
“Çok Boyutlu Öfke Ölçeği”nin her boyutu için yapılan faktör analizleri
sonucunda ortaya çıkan faktörlerden oluşturulan faktör alt ölçeklerinin Cronbach
Alfa güvenirlik katsayıları, ayrı ayrı hesaplanmış olup yapılan analiz sonucunda söz
konusu 5 temel boyutun güvenirlik katsayılarının α= 0.83 ve α= 0.93 arasında,
toplam 15 faktör alt ölçeğinin güvenirlik katsayılarının da α= 0.64 ve α= 0.95
arasında değiştiği görülmüştür. Ölçeğin iç tutarlılığına yönelik analizler sonucunda
da faktör alt ölçekleri arasında r =-.11 (p<.01) ile r =.76 (p<. 001) arasında değişen
anlamlı korelasyonlar bulunmuştur (Balkaya ve Şahin, 2003).
Öfke, hostilitenin temelinde yatan bir duygudur ve pek çok araştırma da
öfkenin
benlik
saygısını
etkilediğini,
depresyon,
kaygı
ve
somatizasyon
bozukluklarıyla anlamlı ilişkiler gösterdiğini işaret etmektedir. Bunun yanı sıra
112
öfkenin suçluluk ve utanç duygularıyla güçlü ilişkileri bulunmaktadır. Buradan yola
çıkarak öfkeyi ölçmesi amaçlanan bir ölçeğin, bu değişkenlerle, yayınlardakine
uygun
ilişkiler
göstermesi,
ölçeğin
geçerliğine
ilişkin
kanıtlar
olarak
değerlendirilebileceğinden bu boyutları içeren Kısa Semptom Envanteri (KSE) ve
Suçluluk ve Utanç Ölçeği (SUTÖ) ile Çok Boyutlu Öfke Ölçeği (ÇBÖÖ) arasındaki
ilişkilere bakılmıştır (Balkaya ve Şahin, 2003).
KSE toplam puanıyla ÇBÖÖ faktörleri arasındaki korelasyonun .01 ile .67
arasında değiştiği, en yüksek oranların “öfkeyle ilişkili düşünceler” boyutu ile olduğu
bulunmuştur. Çok Boyutlu Öfke Ölçeği (ÇBÖÖ) alt ölçekleri ile Suçluluk ve Utanç
Ölçeği (SUTÖ) arasındaki korelasyonlar değerlendirildiğinde değişkenler arasında
anlamlı düzeyde pek çok korelasyon olduğu görülmüştür. “Utanç” alt ölçeği,
ÇBÖÖ’nün “Umursamaz Tepkiler” alt ölçeği hariç, diğer tüm alt ölçekleriyle anlamlı
ilişkiler içinde bulunmuştur. “Öfkeyle İlişkili Düşünceler” boyutu, “Utanç” ile pozitif
korelasyon gösterirken (r =.12; p<.001), “Suçluluk” ile, düşük bir seviyede de olsa,
anlamlı bir şekilde negatif korelasyon göstermektedir (r =-.08; p<.05). Bu şunu ifade
etmektedir; öfkeye yönelik düşünceler arttıkça, utanç duygusunun arttığı ve suçluluk
duygusunun ise azaldığı söylenebilmektedir. Suçluluk puanı, “Pasif-Agresif
Tepkiler” (r =.26; p<.001) ve “İçedönük Tepkiler” (r =.25; p<.001) ile anlamlı
ilişkiler içindedir. “İntikam Tepkileri” ile anlamlı düzeyde olmasa da ters yönde
korelasyon göstermektedir (Balkaya ve Şahin, 2003).
Bu çalışmada ÇBÖÖ’nin “Öfkeyle İlişkili Davranışlar” ve “Kişilerarası
Öfke” alt boyutları kullanılmıştır. Bu çalışma örnekleminden elde edilen verilere
göre Çok Boyutlu Öfke Ölçeği’nin “Öfkeyle İlişkili Davranışlar” Cronbach alfa iç
113
tutarlık katsayısı .66 olarak, “Kişilerarası Öfke” Cronbach alfa iç tutarlık katsayısı
.92 olarak ve her iki alt boyut toplam Cronbach alfa iç tutarlık katsayısı .91 olarak
hesaplanmıştır. “Öfkeyle İlişkili Davranışlar” alt boyutunun alt ölçeklerinin
Cronbach Alfa değerleri mevcut çalışma örneklemi için; “Saldırgan Davranışlar” alt
ölçeği .81, “Sakin Davranışlar” alt ölçeği .71, “Kaygılı Davranışlar” alt ölçeği .63
olarak hesaplanmıştır. “Kişilerarası Öfke” alt boyutunun alt ölçeklerinin Cronbach
Alfa değerleri ise; “İntikam tepkileri” alt ölçeği .93, “Pasif Agresif Tepkiler” .75,
“İçedönük Tepkiler” .70 ve “Umursamaz Tepkiler” .80 olarak hesaplanmıştır.
II.2.e. “Kısa Semptom Envanteri”
Kısa Semptom Envanteri çeşitli psikolojik belirtileri taramak amacıyla
Derogatis (1992) tarafından geliştirilmiş olup SCL-90 envanterinin 53 maddelik kısa
formudur. 90 maddelik olan SCL-90’nın 9 faktöre dağılmış olan maddelerinden her
faktörde en fazla yükü almış olan maddeler seçilerek 53 maddelik bu kısa form
oluşturulmuştur. Ölçeğin 53 maddelik bu formu, 9 alt ölçek ve global rahatsızlık
belirleyicisi 3 ölçekten oluşmaktadır (Akt., Şahin ve Durak, 1994).
Maddeler “hiç” ve “çok fazla” ifadelerine eşlik eden 0-4 değerleri arası
derecelendirilmiş Likert tipi bir ölçek üzerinden puanlanmaktadır. Alt ölçekler
“Somatizasyon”,
“Obsesif-Kompulsif
Belirtiler”,
“Kişilerarası
Alınganlık”,
“Depresyon”, “Anksiyete”, “Hostilite”, “Fobik Anksiyete”, “Paranoid Düşünceler”,
“Psikotisizm”, olarak isimlendirilmiş; Global Rahatsızlık Belirleyici üç ölçek ise;
“Rahatsızlık Ciddiyeti İndeksi” (RCI), “Belirti Toplamı” (BT) ve “Semptom
Rahatsızlık İndeksi” (SRI) olarak isimlendirilmiştir. KSE’nin 9 alt ölçeği arasındaki
114
iç tutarlılık katsayıları ise .71 ve .85 arasında değişiklik göstermektedir (Şahin ve
Durak,1994).
Ölçek, Türk kültürü için Şahin ve Durak (1994) tarafından uyarlanmıştır.
Üniversite öğrencileri örneklem olarak ele alınarak, yeni bir faktör analizi yapılmış
ve 5 faktör bulunmuştur. Bu 5 faktörden elde edilen faktör alt ölçeklerinin isimleri ve
Cronbach alfa değerleri şu şekildedir: Depresyon, α=.88; Anksiyete, α=.87; Olumsuz
Benlik, α=.87; Somatizasyon, α=.75 ve Hostilite, α=.76. KSE’nin ergen örneklemi
üzerinde değerlendirildiği diğer bir çalışmada da, üniversite öğrencilerinden elde
edilen bulgulara çok benzer bulgular elde edilmiştir. Şahin, Batıgün ve Uğurtaş
(2002) tarafından yapılan bu farklı çalışmada da 5 faktör elde edilmiş ve maddelerin
alt ölçeklere dağılımında iki çalışma arasında az bir farklılık görülmüştür. Alt
ölçeklerden elde edilen Cronbach alfa değerlerinin ise .70 (somatizasyon) ile .88
(depresyon) arasında değiştiği bulunmuştur.
KSE’nin ölçüt bağıntılı geçerlikle ilgili yapılan üç ayrı çalışma sonucunda,
envanterin alt ölçeklerinin ve üç global indeks puanlarının Sosyal Karşılaştırma
Ölçeği ile -.14 ve -.34 arasında, Boyuneğicilik Ölçeği ile .16 ve .42 arasında, Strese
Yatkınlık Ölçeği ile .24 ve .36 arasında, UCLA-Yalnızlık Ölçeği ile .34 ile -.57
arasında, Beck Depresyon Envanteri ile ise .34 ve .70 arasında değişen korelasyonlar
gösterdiği belirlenmiştir (Balkaya, 2001).
Bu çalışma örnekleminden elde edilen verilere göre Kısa Semptom Envanteri
Ölçeği’nin Cronbach alfa iç tutarlık katsayısı .95 olarak hesaplanmıştır. Mevcut
çalışma örneklemi için “Anksiyete” alt ölçeğinin Cronbach Alfa değeri .86,
“Depresyon” alt ölçeğinin Cronbach Alfa değeri .87, “Negatif Benlik” alt ölçeğinin
115
Cronbach Alfa değeri .86, “Somatizasyon” alt ölçeğinin Cronbach Alfa değeri .80 ve
“Hostilite” alt ölçeğinin Cronbach Alfa değeri .71 olarak hesaplanmıştır.
II.2.f. “Golombok-Rust Cinsel Doyum Ölçeği”
Rust ve Golombok (1983) tarafından geliştirilen Golombok-Rust Cinsel
Doyum Ölçeği (GRCDÖ) cinsel ilişkinin niteliğini ve cinsel işlev bozukluklarını
değerlendirmeye yönelik bir ölçme aracıdır (Akt., Tuğrul, Öztan ve Kabakçı, 1993).
Sürekli bir eşi olan heteroseksüel bireylere ya da çiftlere uygulanmaktadır. Elde
edilen toplam puan cinsel işlevlerin niteliği ile ilgili genel bir fikir vermekte, alt
boyut puanları ise ilişkinin çeşitli yönleri ile ilgili daha detaylı bilgiler ortaya
koymaktadır. Özellikle bazı alt boyut puanlarından tanı koyabilmek için de
yararlanılabilmektedir.
Ölçek,
ayrıca
yapılan
cinsel
terapinin
etkinliğinin
ölçülebilmesi ya da çeşitli sosyal, psikolojik, medikal veya farmakolojik
müdahalelerin
cinsellik
üzerindeki
etkilerinin
araştırılması
amacıyla
da
kullanılabilmektedir (Tuğrul, Öztan ve Kabakçı, 1993).
Cinsel fonksiyonlarla ilgili olarak klinisyenlerin de görüşünü alarak 96 madde
oluşturan Rust ve Golombok (1986), yaptıkları pilot çalışma ve çeşitli faktör
analizleri sonucunda kadın ve erkek için hazırlanmış ve her biri 28 maddeden oluşan
iki ayrı form oluşturmuşlardır. Kadın ve erkek formlarında 5’i ortak olmak üzere 7
alt boyut yer almaktadır. Her iki formda ortak olan alt boyutlar; kaçınma, doyum,
iletişim, dokunma ve ilişki sıklığı alt boyutlarıdır. Ayrıca kadın formunda vajinismus
ve orgazm bozukluğu (anorgazmi), erkek formunda ise erken boşalma (prematür
ejakülasyon) ve empotans (erektil disfonksiyon) alt boyutları bulunmaktadır. İlişki
sıklığı ve iletişim alt boyutları ikişer, diğer alt boyutlar dörder madde ile
116
sorgulanmaktadır. Ayrıca her iki formda da bu alt boyutlar dışında kalan ancak cinsel
ilişkinin niteliği ile ilgili dört madde yer almaktadır.
Rust ve Golombok (1986) GRCDÖ’nün geçerli ve güvenilir bir ölçek
olduğunu çeşitli analizler ile ortaya koymuşlardır ve ölçeğin iki yarım güvenirlik
katsayısı kadınlarda .94, erkeklerde ise .87 olarak belirtilmiştir. Alt boyutlar
açısından elde edilen iç tutarlık katsayılarının .61 ve .83 arasında değiştiği
bulunmuştur. Ölçek klinik ve karşılaştırma gruplarına uygulandığında, ölçeğin,
toplam puanlar üzerinden grupları anlamlı düzeyde birbirinden ayırdedebildiği
görülmüştür (kadınlarda r= .63, p<.001; erkeklerde r= .37, p<.005).
Tuğrul, Öztan ve Kabakçı (1993) tarafından GRCDÖ’nün standardizasyon
çalışması yapılmış ve çalışma 73 sorunlu ve 53 sorunsuz olmak üzere toplam 126
kadın ve 66 sorunlu ve 51 sorunsuz olmak üzere toplam 117 erkek ile yürütülmüştür.
Ölçeğin iç tutarlılığı toplam puan açısından erkeklerde Cronbach alfa
katsayısı .92, kadınlarda .91 olarak saptanmıştır. Tüm alt boyutlar için Cronbach alfa
değerleri kadın formunda .51 ile .88 arasında, erkek formunda .63 ile .91 arasında
değişmektedir. En yüksek alfa değeri kadınlarda vajinismus, erkeklerde erken
boşalma alt boyutu için elde edilmiş olup her iki grupta da en düşük alfa değerini
cinsel ilişki sıklığı alt boyutu (kadınlarda .51; erkeklerde .63) almıştır.
Erkeklerde sorunlu ve sorunsuz gruplar için yapılan diskriminant analizi
sonucunda maddelerin grupları doğru ayırdetme oranı %98, alt boyutların grupları
ayırdetme oranı ise %94 olarak belirlenmiştir. Erken boşalma grubu ile sorunsuz
117
grubun diskriminant analizi sonuçları hem toplam puanın hem de alt boyut
puanlarının grupları doğru ayırdetme oranın %100 olduğunu göstermiştir.
Kadınlarda sorunlu ve sorunsuz gruplar için yapılan diskriminant analizi
sonucunda maddelerin %98, alt boyutların ise %95 doğruluk oranıyla grupları
ayırdettiği belirlenmiştir. Vajinismus grubu ile sorunsuz grubun diskriminant analizi
sonuçları, madde puanlarının %100, alt boyut puanlarının ise %99 doğruluk oranıyla
grupları ayırdedebildiğini ortaya koymuştur.
Bu çalışma örnekleminden elde edilen verilere göre Golombok-Rust Cinsel
Doyum Ölçeği’nin Cronbach alfa iç tutarlık katsayısı erkeklerde .83, kadınlarda .94
olarak hesaplanmıştır. Bu örneklemden elde edilen verilere göre tüm alt boyutlar için
Cronbach alfa değerlerinin kadın formunda .59 ile .88 arasında, erkek formunda ise
.42 ile .85 arasında değiştiği bulunmuştur.
II.3. İşlem
Araştırmada kullanılan soru ve ölçekler sıra etkisini kontrol edebilmek amacı
ile Kişisel Bilgi Formu’nun sırası sabit tutulmak üzere diğer ölçeklerin sırası
değiştirilerek 3 farklı form oluşturulmuştur. Ölçekler katılımcılara zarf içerisinde
verilmiş ve katılımcılar anketleri doldurduktan sonra zarf içerisinde kapalı olarak
teslim etmişlerdir. Formda yer alan soruları katılımcılar kendileri yanıtlamışlardır.
Ölçeklerin uygulanması yaklaşık olarak 45 dakika sürmüştür. Verilerin toplanması
Ağustos 2007-Ocak 2008 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir.
Cinsel işlev bozukluğu tanısı almış kişilere ait olan veriler, Ankara’daki
çeşitli sağlık kuruluşlarına cinsel rahatsızlıkları nedeni ile başvuran hastalar
118
arasından çalışmaya katılmayı kabul edenlerden elde edilmiştir. Katılımcılara verilen
anketlerin başında araştırmanın amacı ile gizlilik ilkesi hakkında bilgiye ve ölçekleri
nasıl dolduracaklarına ilişkin yönergelere yer verilmiştir. Katılımcılar arasında cinsel
işlev
bozukluğu
olan
grupta
okuryazar
olmayan
kişilere
sorular,
araştırmacı/psikiyatrist tarafından yöneltilerek form doldurtulmuştur.
Üroloji, kadın-doğum ve jinekoloji uzmanlarına başvuran hastaların organik
bir rahatsızlıklarının olup olmadığını tespit etmek amacı ile doktorları tarafından
gerekli tetkik ve muayeneleri yapıldıktan sonra anket kendilerine uygulanmış ve
daha sonra hasta psikiyatriste yönlendirilerek hastanın tanısı ve eşlik eden başka bir
psikiyatrik ya da psikolojik rahatsızlığının olup olmadığı psikiyatrist tarafından
değerlendirilmiştir. Psikiyatristler her bir hasta için Ek-2’de yer alan “Psikiyatrist
Hasta Değerlendirme Formu”nu doldurmuştur. Bu form cinsel işlev bozukluklarında
cinsel öykü almada sorgulanan alanlar gözönünde bulundurularak (Sadock, 2007;
Yetkin, 1998) ve alanda aktif olarak çalışan iki psikiyatristin de görüşü alınarak
hazırlanmıştır. Hastalarla görüşen psikiyatristlere, Ek 3’de yer alan “Psikiyatrist Bilgi
Formu” doldurtulmuştur. Bu konuda cinsel işlev bozukluğu olan hastalara ait veriler
3 psikiyatrist, 4 ürolog ve 2 kadın doğum ve jinekoloji uzmanından elde edilmiş olup
uzman olarak alanda çalışma sürelerinin ortalaması 10,88 yıl olarak bulunmuştur.
Ürologlar tanı koymada ICD-10 ve IIEF tanı ölçetlerini, kadın doğum uzmanları ise
ICD-10 tanı ölçütlerini kullandıklarını ifade etmişlerdir. Psikiyatristler ise tanı
koymada DSM-IV-R ve ICD-10 tanı ölçütlerini kullandıklarını ifade etmişlerdir,
ancak çalışma için psikiyatristler tarafından konulan ve DSM-IV-R tanı ölçütlerine
göre konulmuş olan tanılar esas alınmıştır.
119
Karşılaştırma grubunu ise Ankara’da yaşayan ve herhangi bir cinsel işlev
bozukluğu ya da başka bir psikiyatrik ya da psikolojik rahatsızlığı olmayan kişiler
oluşturmuştur ve gönüllülük esasına dayanarak kartopu tekniği ile veriler elde
edilmiştir (Bailey, 1994). Araştırmacının bir tanıdığı belirlenip kendi tanıdıkları
içinde gönüllü katılımcı olabilecek kişiler belirlenerek ölçekler katılımcılara
verilmiştir.
120
BÖLÜM III
BULGULAR
Bu bölümde, araştırmanın amaçları doğrultusunda elde edilen verilere
uygulanan istatistik analiz sonuçlarına yer verilmiştir. Sunulan tüm analizler SPSS
10.0 for windows paket programı ile gerçekleştirilmiş olup tablolar ve sonuçlar
‘Using SPSS for Windows and Macintosh Analyzing and Understanding Data’
(Green ve Salkind, 2008) kitabında yer alan APA kurallarına göre verilmiştir.
Araştırma analizleri yapılmadan önce veri girişinin doğruluğu ve değişkenlerin
dağılımlarının çok değişkenli istatistik analizi sayıltılarına uygunluğu test edilmiştir.
Bulgular verilirken ilk olarak toplam grupta araştırma değişkenleri olarak
kullanılan ‘kişilerarası iletişim tarzı, öfke, benlik algısı, kısa semptom envanteri’
ölçek puanları üzerinde demografik değişkenlerin etkilerinin incelendiği ANOVA
sonuçlarına yer verilecektir. İkinci sırada örneklem cinsiyetlere göre ayrıştırılıp
cinsel işlev sorunlarını ölçen GRCDÖ puanı üzerinde demografik değişkenlerin
etkilerinin incelendiği ANOVA sonuçlarına yer verilecektir. Analizin cinsiyetlere
göre yapılmasının nedeni cinsel işlev bozukluğunu ölçen ölçeğin kadın ve erkekler
için farklı formlarının olmasıdır. Üçüncü aşamada cinsel işlev bozukluğu olan ve
olmayan grupların
araştırma değişkenleri açısından karşılaştırmalarına
yer
verilecektir. Dördüncü aşamada cinsel işlev bozukluğu olan kadınlarda ve erkeklerde
cinsel işlev bozukluğunu yordayan, cinsel işlev bozukluğu olmayan kadınlarda ve
erkeklerde cinsel yaşam kalitesini yordayan değişkenlere yönelik yapılan regresyon
analizi sonuçları ele alınacaktır. Son olarak da cinsel işlev bozukluğu ile kişilerarası
121
iletişim
tarzı,
benlik
algısı
ve
öfke
değişkenleri
arasındaki
ilişkiler
değerlendirilmiştir.
III.1. Kişilerarası İletişim Tarzı, Öfke, Benlik Algısı ve Genel Psikolojik
Belirtiler (KSE) Üzerinde Grup, Cinsiyet ve Yaşın Temel ve Ortak
Etkileri
Araştırma örneklemi, 18-30 yaş arasında olanlar ve 31 yaş ve üstü yaşında
olanlar olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. Grup, cinsiyet ve yaşın temel ve etkileşim
etkilerini incelemek amacıyla 2x2x2 faktörlü varyans analizi uygulanmıştır.
Analizlere göre; grup, cinsiyet ve yaşın temel ve ortak etkilerine ilişkin bulgulara 1-4
arasındaki tablolarda yer verilmiştir.
Tablo III. 1. Kişilerarası iletişim tarzı düzeyi üzerinde grup, cinsiyet ve yaşın
temel ve ortak etkileri
Değişimin Kaynağı
Kareler
Toplamı
9748,61
Grup
5025,50
Cinsiyet
221,91
Yaş
405,26
Grup*Cinsiyet
967,63
Grup*Yaş
,76
Cinsiyet*Yaş
35,32
Grup*Cinsiyet*Yaş
167363,13
Hata
3147255,16
Toplam
*p<.05, **p≤.01, ***p<.001
sd
1
1
1
1
1
1
1
182
Ortalama
kare
9748,61
5025,50
221,91
405,26
967,63
,76
35,32
919,58
F
10,60***
5,46*
,24
,44
1,05
,00
,04
190
Yapılan analiz sonucunda kişilerarası iletişim tarzı düzeyi üzerinde grup
(F=10.60; p≤.001) ve cinsiyet (F=5.46; p<.05) temel etkisi olduğu bulunmuştur.
Cinsel işlev bozukluğu olan gruptakilerin kişilerarası iletişim tarzı düzeyinin
(x=132.48, ss=32.96) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptakilerin kişilerarası
122
iletişim tarzı düzeyinden (x=117.24, ss=27.71) anlamlı düzeyde yüksek olduğu
bulunmuştur. Bunun yanısıra erkeklerin kişilerarası iletişim tarzı puanının
(x=130.21, ss=33.35) kadınların kişilerarası iletişim tarzı puanından (x=118.91,
ss=27.88) anlamlı düzeyde yüksek olduğu görülmüştür.
Tablo III. 2. Öfke düzeyi üzerinde grup, cinsiyet ve yaşın temel ve ortak etkileri
Değişimin Kaynağı
Kareler
Toplamı
3408,84
Grup
2752,82
Cinsiyet
1783,29
Yaş
427,68
Grup*Cinsiyet
2276,48
Grup*Yaş
5,91
Cinsiyet*Yaş
1349,69
Grup*Cinsiyet*Yaş
172268,97
Hata
7452584,97
Toplam
*p<.05, **p<.01, ***p<.001
sd
Ortalama
kare
1
1
1
1
1
1
1
182
F
3408,84
2752,82
1783,29
427,68
2276,48
5,91
1349,69
946,53
3,60
2,91
1,88
,45
2,41
,01
1,43
190
Yapılan analiz sonucunda öfke düzeyi üzerinde grup, cinsiyet ve yaşın temel
ve etkileşim etkisinin olmadığı bulunmuştur.
Tablo III. 3. Genel psikolojik belirtiler (KSE) düzeyi üzerinde grup, cinsiyet ve
yaşın temel ve ortak etkileri
Değişimin Kaynağı
Kareler
Toplamı
18071,52
Grup
2660,50
Cinsiyet
66,78
Yaş
801,06
Grup*Cinsiyet
91,72
Grup*Yaş
333,71
Cinsiyet*Yaş
554,11
Grup*Cinsiyet*Yaş
129101,54
Hata
420696,93
Toplam
*p<.05, **p<.01, ***p<.001
sd
Ortalama
kare
1
1
1
1
1
1
1
18071,52
2660,50
66,78
801,06
91,72
333,71
554,11
182
709,35
F
25,48***
3,75*
,09
1,13
,13
,47
,78
190
123
Yapılan analiz sonucunda genel psikolojik düzey üzerinde grup (F=25.48;
p<.001) ve cinsiyet (F=3.75; p<.05) temel etkisi olduğu bulunmuştur. Cinsel işlev
bozukluğu olan gruptakilerin genel psikolojik belirti düzeyinin (x=46.96, ss=32.44)
cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptakilerin genel psikolojik belirti düzeyinden
(x=28.49, ss=19.35) anlamlı düzeyde yüksek olduğu bulunmuştur. Ayrıca, kadınların
genel psikolojik belirti ortalamasının (x=41.44, ss=30.93) erkeklerin genel psikolojik
belirti ortalamasından (x=34.38, ss=25.19) daha yüksek olduğu görülmektedir.
Tablo III. 4. Benlik algısı düzeyi üzerinde grup, cinsiyet ve yaşın temel ve ortak
etkileri
Değişimin Kaynağı
Kareler
Toplamı
sd
2735,02
1
Grup
320,58
1
Cinsiyet
1
93,39
Yaş
264,26
1
Grup*Cinsiyet
1
120,13
Grup*Yaş
901,61
1
Cinsiyet*Yaş
,13
1
Grup*Cinsiyet*Yaş
30232,78
182
Hata
Toplam
1420765,58 190
*p<.05, **p<.01, ***p<.001
Ortalama
kare
2735,02
320,58
93,39
264,26
120,13
901,61
,13
F
16,46***
1,93
,56
1,59
,72
5,43*
,00
166,11
Tablo III.4’te görüldüğü üzere benlik algısı düzeyi üzerinde grup (F=16.46;
p<.001) temel etkisi olduğu bulunmuştur. Cinsel işlev bozukluğu olan gruptakilerin
benlik algısı düzeyinin (x=81.34, ss=14.55) cinsel işlev bozukluğu olmayan
gruptakilerin benlik algısı düzeyinden (x=89.45, ss=11.43) anlamlı düzeyde düşük
olduğu bulunmuştur.
Ayrıca benlik algısı düzeyi üzerinde cinsiyet ve yaş etkileşim etkisinin
(F=5.43; p<.05) olduğu bulunmuştur. Bu etkileşim etkisinin kaynağını belirlemek
124
üzere yapılan Tukey Kramer testi sonuçlarına göre, 18-30 yaş arasındaki kadınlar ile
31 yaş ve üstü yaşta olan kadınlar (q=-3.94; p<.01) arasında anlamlı düzeyde fark
olduğu bulunmuştur. Buna göre 18-30 yaş arasındaki kadınların benlik algısı
ortalamasının (x=80.78, ss=16.04) 31 ve üstü yaşında olan kadınların benlik algısı
ortalamasından (x=88.42, ss=12.20) daha düşük olduğu bulunmuştur (Grafik III.1).
90
88
86
84
Benlik Algisi
Yas
82
18-30 yas
80
Kadin
31 ve ustu yas
Erkek
Cinsiyet
Grafik III.1 Kadınlarda yaşın etkisi
Bunun yanısıra 18-30 yaş arasındaki kadınlar ile 18-30 yaş arasındaki
erkekler arasında (q=-4.03, p<.01) benlik algısı puanı açısından anlamlı düzeyde fark
olduğu bulunmuştur. Buna göre 18-30 yaş arasındaki kadınların benlik algısı
puanının (x=80.78, ss=16.04) 18-30 yaş arasındaki erkeklerin puanından (x=88.99,
ss=12.05) daha düşük olduğu bulunmuştur (Grafik III.2).
125
90
88
86
84
Benlik Algisi
Cinsiyet
82
Kadin
80
18-30 yas
Erkek
31 ve ustu yas
Yas
Grafik III.2. 18-30 yaş grupta cinsiyetler arasındaki farklılık
III.2. Kadınlarda ve Erkeklerde GRCDÖ Üzerinde Grup, Yaş ve Eğitimin
Temel ve Ortak Etkileri
Kadınlarda ve erkeklerde cinsel işlev sorunları üzerinde grup, yaş ve eğitimin
temel ve etkileşim etkilerini incelemek amacıyla 2x2x3 faktörlü varyans analizi
uygulanmıştır. Analizlere göre; grup, yaş ve eğitimin temel ve ortak etkilerine ilişkin
bulgulara Tablo III. 5 ve Tablo III.6’da yer verilmiştir.
126
Tablo III. 5. Kadın grupta cinsel işlev bozuklukları (GRCDÖ) düzeyi üzerinde
grup, yaş ve eğitim düzeyinin temel ve ortak etkileri
Değişimin Kaynağı
Kareler
sd
Ortalama
F
Toplamı
kare
Grup
19347,03
1
19347,03 101,73***
Yaş
660,95
1
660,95
3,48
Eğitim
409,17
2
204,59
1,08
Grup*Yaş
186,84
1
186,84
,98
Grup*Eğitim
49,13
2
24,57
,13
Yaş*Eğitim
124,33
2
62,16
,33
Grup*Yaş*Eğitim
108,76
2
54,38
,28
Hata
14833,94
78
190,18
Toplam
205097,45
90
*p<.05, **p<.01, ***p<.001
Yapılan analiz sonucunda kadınlarda cinsel işlev bozuklukları düzeyi
üzerinde grup (F=101.73; p<.001) temel etkisi olduğu bulunmuştur. Cinsel işlev
bozukluğu olan kadınların GRCDÖ toplam puanının (x=60,38, ss=16.83) cinsel işlev
bozukluğu olmayan kadınların GRCDÖ toplam puanından (x=26,15, ss=9.64)
anlamlı düzeyde yüksek olduğu bulunmuştur.
Tablo III. 6. Erkek grupta cinsel işlev bozuklukları (GRCDÖ) düzeyi üzerinde
grup, yaş ve eğitim düzeyinin temel ve ortak etkileri
Değişimin Kaynağı
Kareler
sd
Ortalama
F
Toplamı
kare
Grup
4970,49
1
4970,49 51,62***
Yaş
103,67
1
103,67
1,08
Eğitim
13,31
2
6,66
,07
Grup*Yaş
2,32
1
2,32
,02
Grup*Eğitim
128,79
2
64,39
,67
Yaş*Eğitim
46,74
2
23,37
,24
Grup*Yaş*Eğitim
57,41
2
28,71
,30
Hata
8472,63
88
96,28
Toplam
119359,19
100
*p<.05, **p<.01, ***p<.001
127
Erkeklerde cinsel işlev bozuklukları (GRCDÖ) düzeyi üzerinde grup temel
etkisi (F=51.62; p<.001) olduğu saptanmıştır. Cinsel işlev bozukluğu olan grubun
GRCDÖ toplam puanının (x=40,91, ss=10.46) cinsel işlev bozukluğu olmayan
grubun GRCDÖ toplam puanından (x=22,11, ss=8.35) anlamlı düzeyde yüksek
olduğu bulunmuştur.
III.3. Cinsel İşlev Bozukluğu Olan ve Cinsel İşlev Bozukluğu Olmayan
Grupların Karşılaştırılması
Cinsel işlev bozukluğu olan kişilerin iletişim becerilerinde önemli bir sorun
olduğuna ya da oluştuğuna yönelik literatürde bazı bulgular bulunmaktadır (Metz ve
Epstein, 2002; Kelly, Strassberg ve Turner, 2006). Bunun yanısıra literatürde cinsel
işlev bozukluğu ile öfke duygusu ve kişinin benlik algısı arasında ilişki olduğunu
gösteren bulgular da yer almaktadır (Bozman ve Beck, 1991; Roseinheim ve
Neuman, 1981; Davison ve Neale, 2004; Stimson, Stimson ve Dougherty, 1980). Bu
bulgulardan yola çıkarak bu çalışmada cinsel işlev bozukluğu olan ve olmayan
grupların araştırma değişkenleri (kişilerarası iletişim tarzı, öfke, genel psikolojik
belirtiler, benlik algısı ve cinsel işlev) açısından farklılaşıp farklılaşmadığının
anlaşılması amacı ile bağımsız örneklem t-testi yapılmıştır ve bu analizin Bonferroni
düzeltmesi de dikkate alınarak ulaşılan sonuçlar Tablo III.7’de verilmiştir.
Tabloda görüldüğü gibi, cinsel işlev bozukluğu olan grubun içedönük öfke
tepkileri puanı (x=32.81, ss=5.50) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=29.30,
ss=6.09) anlamlı düzeyde (t=4.17, p<.001) farklıdır.
128
Tablo III.7. Cinsel işlev bozukluğu olan ve cinsel işlev bozukluğu olmayan
grupların öfke, kişilerarası iletişim tarzı, benlik algısı, genel psikolojik belirtiler
(KSE), yaşamdan doyum almama ve kişilerarası ilişkilerden duyulan
memnuniyetsizlik değişkenleri açısından karşılaştırılması
DEĞİŞKENLER
ÖFKE
Kişilerarası Öfke
İntikam tepkileri
Pasif agresif tepkiler
İçedönük tepkiler
Umursamaz tepkiler
Öfkeyle İlişkili Davranışları
Saldırgan davranışlar
Sakin davranışlar
Kaygılı davranışlar
KİŞİLERARASI TARZ
Baskın Tarz
Kaçıngan Tarz
Öfkeli Tarz
Duygudan Kaçıngan Tarz
Manipülatif Tarz
Küçümseyici Tarz
BENLİK ALGISI
KSE
Anksiyete
Depresyon
Negatif Benlik
Somatizasyon
Hostilite
Yaşamdan Doyum Almama
Kişilerarası İlişkilerden
Memnun Olmama
* p <.05, ** p <.01, *** p ≤.001
Araştırma Grubu
Karşılaştırma Grubu
N= 95
N= 95
Ortalama ss
Ortalam ss
t
a
199.66
31.20 191.55
30.68 1.81
125.84
24.90 121.10
25.44 1.30
55.79
18.39 53.57
17.12 .86
30.68
6.43
31.55
7.10
.88
32.81
5.50
29.30
6.09
4.17***
6.56
2.72
6.68
3.20
.29
73.81
9.37
70.45
9.26
2.49*
26.53
7.87
24.73
6.79
1.69
33.88
5.54
32.89
6.51
1.13
13.41
3.21
12.83
3.14
1.25
132.48
32.96 117.24
27.71 3.45***
25.60
9.33
23.68
7.72
1.54
24.57
6.80
20.88
5.74
4.04***
23.58
7.64
19.96
5.86
3.66***
24.91
6.56
21.93
6.64
3.12**
24.50
6.42
21.65
6.20
3.12**
9.32
3.64
9.13
3.43
.36
81.34
14.55 89.45
11.43 4.27***
47.00
32.44 28.49
19.34 4.77***
9.60
8.33
5.90
4.87
3.73***
13.57
9.66
7.96
5.85
4.84***
10.51
8.59
6.06
4.96
4.37***
6.32
6.11
3.60
3.60
3.73***
6.98
4.48
4.97
3.93
3.28***
14.91
3.39
12.53
2.64
5.40***
11.87
2.50
10.72
2.28
3.34***
129
Öfkeyle ilişkili davranışlar alt ölçek puanına bakıldığında cinsel işlev
bozukluğu olan grubun puanının (x=73.81, ss=9.37) cinsel işlev bozukluğu olmayan
gruptan (x=70.45, ss=9.26) anlamlı düzeyde yüksek olduğu görülmektedir (t=2.49,
p<.05).
Cinsel işlev bozukluğu olan grubun kişilerarası iletişim tarzı (KİTÖ) puanı
(x=132.48, ss=32.96) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=117.24, ss=27.71)
anlamlı düzeyde yüksektir (t=3.45, p≤.001). Kişilerarası iletişim tarzı ölçeğinin alt
ölçeklerine bakıldığında cinsel işlev bozukluğu olan grubun kaçıngan kişilerarası
iletişim tarzı puanının (x=24.57, ss=6.80) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan
(x=20.88, ss=5.74) anlamlı düzeyde yüksek olduğu (t=4.04, p<.001), cinsel işlev
bozukluğu olan grubun öfkeli kişilerarası iletişim tarzı puanının (x=23.58, ss=7.64)
cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=19.96, ss=5.86) anlamlı düzeyde daha
yüksek olduğu (t=3.66, p<.001), cinsel işlev bozukluğu olan grubun duygudan
kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanının (x=24.91, ss=6.56) cinsel işlev
bozukluğu olmayan gruptan (x=21.93, ss=6,64) anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu
(t=3.12, p<.01), cinsel işlev bozukluğu olan grubun manipülatif kişilerarası iletişim
tarzı puanının (x=24.50, ss=6.42) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=21.65,
ss=6,20) anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu (t=3.12, p<.01) görülmektedir.
Cinsel işlev bozukluğu olan grubun benlik algısı puanının (x=81.34,
ss=14.55) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=89.45, ss=11.43) anlamlı
düzeyde daha düşük olduğu (t=4.27, p<.001) bulunmuştur.
Cinsel işlev bozukluğu olan grubun kısa semptom envanteri toplam puanı
(x=47.00, ss= 32.44) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=28.49, ss=19.34)
anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu (t=4.77, p<.001), cinsel işlev bozukluğu olan
130
grubun anksiyete puanının (x=9.60, ss=8.33) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan
(x=5.90, ss=4.87) anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu (t=3.73, p<.001), depresyon
puanının (x=13.57, ss=9.66) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=7.96,
ss=5.85) anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu (t=4.84, p<.001), negatif benlik
puanının (x=10.51, ss=8.59) cinsel işlev bozukluğu olmayan grubun puanından
(x=6.06, ss=4.96) anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu (t=4.37, p<.001),
somatizasyon puanının (x=6.32, ss=6.11) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan
(x=3.60, ss=3.60) anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu (t=3.73, p<.001) ve hostilite
puanının (x=6.98, ss=4.48) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=4.97,
ss=3.93) anlamlı düzeyde daha yüksek (t=3.28, p<.001) olduğu bulunmuştur.
Bu iki grubun yaşamdan doyum almama ve kişilerarası ilişkilerden duyulan
memnuniyetsizlik değişkenlerinden aldıkları puanlar açısından da farklılaştığı
bulunmuştur. Cinsel işlev bozukluğu olan grubun yaşamdan doyum almama puanının
(x=14.91, ss=3.39) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=12.53, ss=2.64)
anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu (t=5.40, p<.001), cinsel işlev bozukluğu olan
grubun kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik puanının (x=11.87,
ss=2.50) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=10.72, ss=2.28) anlamlı
düzeyde daha yüksek (t=3.34, p<.001) olduğu bulunmuştur.
Golombok-Rust Cinsel Doyum Ölçeği puanları açısından bu iki grup
arasındaki farklılıklara Tablo III.8’de yer verilmiştir. Tabloda görüldüğü üzere,
kadınlarda cinsel işlev bozukluğu olan grubun Golombok Rust Cinsel Doyum Ölçeği
puanı (x=60.38, ss=16.83) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=26.15,
ss=9.64) anlamlı düzeyde daha yüksektir (t= 11.97, p<.001).
131
Tablo III.8. Cinsel işlev bozukluğu olan ve olmayan kadınların ve erkeklerin
Golombok Rust Cinsel Doyum Ölçeği puanları açısından karşılaştırılması
Araştırma Grubu
N= 43
Kadın
Ortalama ss
60.38
16.83
GRCDÖ Toplam
5.18
2.13
Sıklık
4.40
2.22
İletişim
8.85
3.47
Doyum
7.51
4.41
Kaçınma
6.79
4.28
Dokunma
8.39
5.44
Vajinismus
10.14
3.76
Anorgasmi
DEĞİŞKENLER
Araştırma Grubu
N= 52
Erkek
Ortalama ss
40.91
10.46
GRCDÖ Toplam
4.04
2.20
Sıklık
3.21
2.35
İletişim
7.26
3.37
Doyum
2.58
2.12
Kaçınma
2.30
2.71
Dokunma
9.45
3.62
Erken Boşalma
6.90
4.06
Empotans
* p <.05 ** p <.01 *** p <.001
DEĞİŞKENLER
Karşılaştırma Grubu
N= 47
Ortalama ss
t
26.15
9.64
11.97***
3.28
1.52
4.91***
2.76
1.75
3.91***
3.51
1.99
9.05***
2.88
2.02
6.49***
2.27
1.89
6.58***
3.15
2.45
5.98***
4.32
2.07
9.20***
Karşılaştırma Grubu
N= 48
Ortalama ss
t
22.11
8.35
9.88***
2.44
1.32
4.34***
1.99
1.58
3.02**
3.92
2.20
5.83***
1.24
1.47
3.65***
1.75
1.93
1.16
3.25
3.02
9.26***
2.28
2.06
7.10***
Kadınlarda bu iki grup Golombok Rust Cinsel Doyum Ölçeğinin alt ölçekleri
açısından da karşılaştırılmıştır. Cinsel işlev bozukluğu olan grubun ilişki sıklık alt
ölçeği puanı (x=5.18, ss=2.13), cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=3.28,
ss=1.52) anlamlı düzeyde daha yüksek (t= 4.91, p<.001), cinsel işlev bozukluğu olan
grubun iletişim alt ölçeği puanı (x=4.40, ss= 2.22), cinsel işlev bozukluğu olmayan
gruptan (x=2.76, ss=1.75) anlamlı düzeyde daha yüksek (t= 3.91, p<.001), cinsel
işlev bozukluğu olan grubun doyum alt ölçeği puanı (x=8.85, ss=3.47), cinsel işlev
bozukluğu olmayan gruptan (x=3.51, ss=1.99) anlamlı düzeyde daha yüksek (t=9.05,
132
p<.001), cinsel işlev bozukluğu olan grubun kaçınma alt ölçeği puanı (x=7.51,
ss=4.41), cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=2.88, ss=2.02) anlamlı düzeyde
daha yüksek (t= 6.49, p<.001), cinsel işlev bozukluğu olan grubun dokunma alt
ölçeği puanı (x=6.79, ss=4.28), cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=2.27,
ss=1.89) anlamlı düzeyde daha yüksek (t= 6.58, p<.001), cinsel işlev bozukluğu olan
grubun vajinismus alt ölçeği puanı (x=8.39, ss=5.44), cinsel işlev bozukluğu
olmayan gruptan (x=3.15, ss=2.45) anlamlı düzeyde daha yüksek (t=5.98, p<.001),
cinsel işlev bozukluğu olan grubun anorgasmi alt ölçeği puanı (x=10.14, ss=3.76),
cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=4.32, ss=2.07) anlamlı düzeyde daha
yüksek (t=9.46, p<.001) olarak bulunmuştur.
Erkeklerde cinsel işlev bozukluğu olan grubun Golombok Rust Cinsel
Doyum Ölçeği puanı (x=40.91, ss=10.46) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan
(x=22.11, ss=8.53) anlamlı düzeyde daha yüksektir (t=9.88, p<.001). Erkeklerde bu
iki grup Golombok Rust Cinsel Doyum Ölçeğinin alt ölçekleri açısından da
karşılaştırılmıştır. Cinsel işlev bozukluğu olan grubun ilişki sıklığı alt ölçeği puanı
(x=4.04, ss=2.20), cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=2.44, ss=1.32) anlamlı
düzeyde daha yüksek (t=4.34, p<.001), cinsel işlev bozukluğu olan grubun iletişim
alt ölçeği puanı (x=3.21, ss=2.35) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=1.99,
ss=1.58) anlamlı düzeyde daha yüksek (t=3.02, p<.01), cinsel işlev bozukluğu olan
grubun doyum alt ölçeği puanı (x=7.26, ss=3.37) cinsel işlev bozukluğu olmayan
gruptan (x=3.92, ss=2.20) anlamlı düzeyde daha yüksek (t=5.83, p<.001), cinsel işlev
bozukluğu olan grubun kaçınma alt ölçeği puanı (x=2.58, ss=2.12) cinsel işlev
bozukluğu olmayan gruptan (x=1.24, ss=1.47) anlamlı düzeyde daha yüksek (t=3.65,
p<.001), cinsel işlev bozukluğu olan grubun erken boşalma alt ölçek puanı (x=9.45,
133
ss=3.62) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=3.25, ss=3.02) anlamlı düzeyde
daha yüksek (t=9.26, p<.001), cinsel işlev bozukluğu olan grubun empotans alt
ölçeği puanı (x=6.90, ss=4.06) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=2.28,
ss=2.06) anlamlı düzeyde daha yüksek (t=7.10, p<.001) olarak bulunmuştur.
Bunların yanısıra cinsel işlev bozukluğu olan grubun dokunma alt ölçeği puanı
(x=2.30, ss=2.71), cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=1.75, ss=1.93) yüksek
olmasına karşın bu farkın anlamlı olmadığı (t=1.16, p>.05) bulunmuştur.
III.4. Cinsel İşlev Bozukluğunu ve Cinsel Yaşam Kalitesini Yordayan
Değişkenler
Golombok-Rust Cinsel Doyum Ölçeği tanıtılırken açıklandığı üzere bu
ölçeğin hastalarda cinsel işlev bozukluğunun ciddiyetine ilişkin bilgi vermesinin
yanısıra ‘normal’lerde de cinsel yaşam kalitesini değerlendirdiği belirtilmişti. Cinsel
işlev bozukluğu olan kadınlarda ve erkeklerde cinsel işlev bozukluğunu yordayan
değişkenlerin belirlenmesinin yanısıra cinsel işlev bozukluğu olmayan kadınlarda ve
erkeklerde de cinsel yaşam kalitesini yordayan değişkenleri belirlemek amacıyla
aşamalı hiyerarşik regresyon analizi yapılmıştır. Yordayıcı değişkenler olarak
demografik değişkenler (yaş, eğitim, gelir, evlilik süresi), kişilerarası iletişim tarzı alt
ölçek puanları (baskın tarz, kaçıngan tarz, öfkeli tarz, duygudan kaçıngan tarz,
manipülatif tarz, küçümseyici tarz), öfke alt ölçek puanları (intikama yönelik öfke
tepkileri, pasif agresif öfke tepkileri, içedönük öfke tepkileri, umursamaz öfke
tepkileri, saldırgan davranışlar, sakin davranışlar ve kaygılı davranışlar), benlik
algısı, yaşamdan doyum almama, kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik
ve genel psikolojik belirtiler alınmıştır. Regresyon denklemine sırasıyla birinci
134
adımda demografik değişkenler, ikinci adımda öfke alt ölçek puanları, üçüncü
adımda kişilerarası iletişim tarzı alt ölçek puanları, dördüncü adımda benlik algısı
puanı, beşinci adımda yaşamdan doyum almama puanı, altıncı adımda kişilerarası
ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik puanı ve yedinci adımda ise kısa semptom
envanteri (genel psikolojik belirtiler) alt ölçek puanları ayrı bloklar halinde
alınmıştır. Cinsel işlev bozukluğu olan kadınlarda ve erkeklerde cinsel işlev
bozukluğunu yordayan değişkenlere ilişkin ve cinsel işlev bozukluğu olmayan
kadınlarda ve erkeklerde cinsel yaşam kalitesini yordayan değişkenlere ilişkin
aşamalı hiyerarşik regresyon analizi sonuçları Tablo III.9’da verilmektedir.
135
Tablo III.9. Cinsel İşlev Bozukluğu Olan ve Olmayan Kadınlarda ve Erkeklerde Golombok Rust Cinsel Doyum Ölçeği’nden
ERKEKLER
KADINLAR
alınan puanları yordayan değişkenler
GRUP Değişken (Regresyon denklemine
giriş sırasına göre)
CİB
İntikam öfke tepkileri
VAR
Benlik algısı
Yaşamdan Doyum Almama
Kişilerarası İlişki Memnun Olmama
CİB
Küçümseyici tarz
YOK Duygudan kaçıngan tarz
Benlik algısı
Yaşamdan Doyum Almama
Kişilerarası İlişki Memnun Olmama
Somatizasyon
CİB
Saldırgan davranışlar
VAR
Küçümseyici tarz
Benlik algısı
Yaşamdan Doyum Almama
Kişilerarası İlişki Memnun Olmama
CİB
Kaçıngan tarz
YOK Benlik algısı
Yaşamdan Doyum Almama
Kişilerarası İlişki Memnun Olmama
Olumsuz Benlik
R
R²
.305
.408
.452
.452
.359
.498
.533
.587
.588
.641
.558
.604
.658
.659
.670
.342
.416
.423
.425
.518
.093
.167
.204
.204
.129
.248
.284
.345
.346
.411
.312
.364
.433
.434
.449
.117
.173
.179
.180
.268
R²
Değişim
.093
.074
.037
.000
.129
.120
.035
.061
.001
.066
.312
.053
.069
.001
.015
.117
.056
.006
.002
.087
Beta
t
.242
-.235
.208
-.015
.268
-.195
-.116
.288
.033
-.303
.402
.207
-.210
-.011
.149
.142
-.209
-.005
-.003
.338
1.55
-1.32
1.32
-.08
2.01*
-1.34
-.93
1.97*
.24
-2.12*
3.35**
1.66
-1.51
-.08
1.13
.94
-1.25
-.03
-.02
2.24*
Hata
varyansı
.134 (1,41)
.187 (2,40)
.865 (3,39)
.1183 (4,38)
.450 (1,45)
.224 (2,44)
.105 (3,43)
.704 (4,42)
.658 (5,41)
.357 (6,40)
.166 (1,50)
.337 (2,49)
.114 (3,48)
.376 (4,47)
.605 (5,46)
.194 (1,46)
.121 (2,45)
.472 (3,44)
.576 (4,43)
.237 (5,42)
F
Değişim
4.216*
3.534
1.837
.006
6.642*
7.006*
2.131
3.904*
.056
4.477*
22.656***
4.049*
5.822*
.057
1.287
6.094*
3.070
.296
.081
5.02*
F
4.22*
4.01*
3.34*
2.44
6.64**
7.27**
5.68**
5.52***
4.33**
4.661***
22.66***
14.04***
12.22***
9.00***
7.50***
6.09*
4.72*
3.20*
2.37
3.07*
*p<.05; **p<.01; ***p<.001
136
Tablo III.9’da görüldüğü üzere cinsel işlev bozukluğu olan kadınlarda birinci
aşamada denkleme sokulan demografik değişkenlerin (yaş, evlilik süresi, eğitim ve
gelir düzeyi) yordayıcı gücünün olmadığı bulunmuştur. İkinci aşamada öfke alt
ölçekleri blok olarak eklendiğinde intikama yönelik öfke tepkileri değişkeninin
yordayıcı gücü olduğu ve bu değişkenin açıkladığı varyansın % 09 olduğu
bulunmuştur (F(1,41)= 4.22; p<.05). Üçüncü aşamada kişilerarası iletişim tarzı alt
ölçekleri blok olarak eklenmiştir, ancak yordayıcı güçlerinin olmadığı görülmüştür.
Dördüncü aşamada benlik algısı denkleme sokulmuştur ve benlik algısının cinsel
işlev bozukluğu üzerinde intikama yönelik öfke tepkileri ile birlikte yordayıcı olduğu
bulunmuştur, R² değişim=.074, F(2,40)= 4.01; p<.05 ve birlikte açıkladıkları varyans
%17’ye ulaşmıştır. Ancak benlik algısı değişkeninin yordamaya bağımsız katkısının
olmadığı bulunmuştur (t=-1.32, p>.05). Beşinci aşamada denkleme sokulan
yaşamdan doyum almama değişkeninin intikama yönelik öfke tepkileri ve benlik
algısı değişkenleri ile birlikte cinsel işlev bozukluğu üzerinde yordayıcı gücü olduğu
(R² değişim=.037, F(3,39)=3.34; p<.05) ancak tek başına yordamaya katkısının
olmadığı bulunmuştur (t=1.32, p<.05). Bu üç değişkenin açıkladığı varyans %20’ye
ulaşmıştır. Altıncı aşamada denkleme sokulan kişilerarası ilişkilerden duyulan
memnuniyetsizlik değişkeninin cinsel işlev bozukluğunu yordayıcı gücü olmadığı
ancak diğer üç değişken ile birlikte denkleme girdiği bulunmuştur, R² değişim=.00,
F(4,38)=2.44; p>.05. Kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik değişkeninin
yordamaya bağımsız katkısının olmadığı (t=-.08, p>.05) bulunmuştur. İntikama
yönelik öfke tepkileri, benlik algısı, yaşamdan doyum almama ve kişilerarası
ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik değişkenlerinin cinsel işlev bozuklukları
137
üzerinde birlikte yordayıcı güçlerinin olduğu ve açıkladıkları toplam varyansın %20
olduğu bulunmuştur.
Cinsel işlev bozukluğu olmayan kadın grupta birinci aşamada denkleme
sokulan demografik değişkenlerin (yaş, evlilik süresi, eğitim ve gelir düzeyi) cinsle
yaşam kalitesi üzerinde yordayıcı gücünün olmadığı bulunmuştur. İkinci aşamada
öfke alt ölçekleri blok olarak eklendiğinde denkleme girmedikleri görülmüştür.
Üçüncü aşamada kişilerarası iletişim tarzı alt ölçekleri blok olarak eklenmiştir ve
küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı değişkeninin cinsel yaşam kalitesi üzerindeki
yordadığı varyansın %13 olduğu bulunmuştur (F (1,45)=6.64; p<.05). Cinsel yaşam
kalitesini yordayan ikinci değişkenin duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı
olduğu bulunmuştur, R² değişim=.12, F(2,44)= 7.27; p<.01. Küçümseyici kişilerarası
iletişim tarzı değişkeninin yordamaya bağımsız katkısının (t=2.01, p<.05) olduğu ve
duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı değişkeninin ise yordamaya bağımsız
katkısının (t=-1.34, p>.05) olmadığı ancak her iki değişkenin birlikte açıkladığı
varyansın %25’e ulaştığı görülmektedir. Dördüncü aşamada benlik algısı denkleme
sokulmuştur ve bu değişkenin yordamaya bağımsız katkısının olmadığı (t=-.93,
p>.05), ancak küçümseyici ve duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı
değişkenleri ile birlikte yordayıcı gücü olduğu bulunmuştur, R² değişim=.04,
(F(3,43)=5.68; p<.01. Bu üç değişkenin açıkladığı varyans %28’e ulaşmıştır. Beşinci
aşamada denkleme giren yaşamdan doyum almama değişkeninin yordamaya
bağımsız katkısının olduğu (t=1.97, p<.05) ve küçümseyici ve duygudan kaçıngan
kişilerarası iletişim tarazları ve benlik algısı ile birlikte cinsel yaşam kalitesi üzerinde
anlamlı düzeyde yordayıcı gücü olduğu bulunmuştur, R² değişim=.06, F(4,42)=5.52;
p<.001. Bu değişkenlerin açıkladığı varyans % 35’e ulaşmıştır. Altıncı aşamada
138
denkleme sokulan kişilerarası ilişkilerden memnuniyetsizliğin yordamaya bağımsız
katkısı olmadığı (t=.24, p>.05), ancak cinsel yaşam kalitesi üzerinde diğer
değişkenler ile birlikte yordayıcı gücünün olduğu bulunmuştur, R² değişim=.001,
F(5,41)=4.33; p<.01. Yedinci aşamada denkleme sokulan kısa semptom envanteri alt
ölçeklerinden somatizasyon değişkeninin yordamaya bağımsız katkısının olduğu (t=2.12, p<.05) ve cinsel yaşam kalitesi üzerinde yordayıcı gücünün olduğu (R²
değişim=.07, F(6,40)=4.66; p<.01) bulunmuş olup diğer değişkenler ile açıkladığı
varyansın toplam olarak %41’e ulaştığı görülmektedir.
Cinsel işlev bozukluğu olan erkek grupta birinci aşamada denkleme sokulan
demografik değişkenlerin (yaş, evlilik süresi, eğitim ve gelir düzeyi) cinsel işlev
bozuklukları üzerinde yordayıcı gücü olmadığı bulunmuştur. İkinci aşamada öfke alt
ölçekleri blok olarak eklendiğinde saldırgan davranışlar değişkeninin yordamaya
bağımsız katkısının olduğu (t=3.35, p<.01) ve cinsel işlev bozukluğu üzerinde
açıkladığı varyansın %31 olduğu bulunmuştur (F(1,50)=22.66; p<.001). Üçüncü
aşamada kişilerarası iletişim tarzı alt ölçekleri blok olarak eklenmiştir ve
küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı değişkeninin yordamaya bağımsız katkısının
olmadığı (t=1.66, p>.05) bulunsa da saldırgan davranışlar ile birlikte cinsel işlev
bozukluklarını
anlamlı
düzeyde
yordadığı
bulunmuştur
(R²
değişim=.05,
F(2,49)=14.04; p<.001) ve birlikte açıkladıkları varyans %36’ya ulaşmıştır.
Dördüncü aşamada benlik algısı denkleme sokulmuştur ve kendi başına yordamaya
katkısının olmadığı (t=-1.51, p>.05), saldırgan davranışlar ve küçümseyici
kişilerarası iletişim tarzı ile birlikte ise cinsel işlev bozukluklarını anlamlı düzeyde
yordadığı
görülmüştür,
R²
değişim=.07,
F(3,48)=12.22;
p<.001.
Saldırgan
davranışlar ve küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı ile birlikte benlik algısı
139
değişkenin açıkladığı varyans %43’e ulaşmıştır. Beşinci aşamada denkleme sokulan
yaşamdan doyum almama değişkeninin yordamaya bağımsız katkısının olmadığı (t=.08, p>.05) bulunmuştur. Yaşamdan doyum almama değişkeninin saldırgan
davranışlar, küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı ve benlik algısı değişkenleri ile
birlikte yordayıcı gücünün olduğu bulunmuştur, R² değişim=.001, F(4,47)=9.00;
p<.001.
Altıncı
aşamada
denkleme
sokulan
kişilerarası
ilişkilerden
memnuniyetsizliğin yordamaya bağımsız katkısının olmadığı bulunmuştur (t=1.13,
p>.05). Saldırgan davranışlar, küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı, benlik algısı ve
yaşamdan doyum almama değişkenleri ile birlikte cinsel işlev bozukluğu üzerinde
yordayıcı gücünün olduğu bulunmuştur (R² değişim=.015, F(5,46)=7.50; p<.001) ve
açıkladıkları toplam varyans %45’e ulaşmıştır.
Cinsel işlev bozukluğu olmayan erkek grupta birinci aşamada denkleme
sokulan demografik değişkenlerin (yaş, evlilik süresi, eğitim ve gelir düzeyi) cinsel
yaşam kalitesi üzerinde yordayıcı gücü olmadığı bulunmuştur. İkinci aşamada öfke
alt ölçekleri blok olarak eklendiğinde denkleme girmedikleri görülmüştür. Üçüncü
aşamada denkleme sokulan kişilerarası iletişim tarzı alt ölçeklerinden kaçıngan
kişilerarası iletişim tarzı değişkeninin yordamaya bağımsız katkısının olmadığı
(t=.94, p>.05) ancak cinsel yaşam kalitesi üzerinde açıkladığı varyansın %12 olduğu
bulunmuştur, F(1,46)=6.09; p<.05. Dördüncü aşamada denkleme giren benlik
algısının kendi başına yordamaya katkısının olmadığı (t=-1.25, p>.05) bulunmuştur.
Kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı ile birlikte yordadığı varyans %17’ye ulaşmıştır
(R² değişim=.06, F(2,45)=4.72; p<.05). Beşinci aşamada denkleme sokulan
yaşamdan doyum almama değişkeninin yordamaya bağımsız katkısının olmadığı (t=.03, p>.05) ancak cinsel yaşam kalitesi üzerinde kendinden önce denkleme giren
140
değişkenler ile birlikte yordayıcı gücünün olduğu bulunmuştur, R² değişim=.01,
F(3,44)=3.20; p<.05. Böylece açıklanan varyans % 18’e ulaşmıştır. Altıncı aşamada
denkleme sokulan kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik değişkeninin
cinsel yaşam kalitesi üzerindeki yordayıcı gücü anlamlı düzeyde olmasa da (R²
değişim=.002, F(4,43)=2.37; p>.05) denkleme girdiği görülmektedir. Kişilerarası
ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik değişkeninin yordamaya bağımsız katkısının
da olmadığı bulunmuştur (t=-.02, p>.05). Yedinci aşamada denkleme sokulan kısa
semptom envanteri alt ölçeklerinden negatif benlik değişkeninin yordamaya
bağımsız katkısının olduğu (t=2.24, p<.05) ve cinsel yaşam kalitesi üzerinde
yordayıcı gücünün olduğu bulunmuştur, R² değişim=.09, F(5,42)=3.07; p<.05.
Böylelikle kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı, benlik algısı, yaşamdan doyum
almama, kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik ve negatif benlik
değişkenlerinin cinsel yaşam kalitesi üzerinde açıkladıkları toplam varyans %27’ye
ulaşmıştır.
III.5. Cinsel İşlev Bozuklukları ile Kişilerarası İletişim Tarzı, Öfke ve
Benlik Algısı Arasındaki İlişkiler
Kadınlarda ve erkeklerde araştırma değişkenlerinin birbirleri ile ilişkileri
Pearson Momentler Çarpımı Korelasyon tekniği kullanılarak hesaplanmış olup
tablolara Ek 4’te yer verilmiştir. Burada kadınlarda ve erkeklerde cinsel işlev
bozukluğu ile kişilerarası iletişim tarzı, cinsel işlev bozukluğu ile öfke ve cinsel işlev
bozukluğu ile benlik algısı değişkenleri arasındaki ilişkilere değinilecektir.
Kadınlarda yapılan korelasyon analizi sonuçları Tablo III. 10-12’de, erkeklerde
yapılan korelasyon analizi sonuçları ise Tablo 13-15’de sunulmuştur.
141
Tablo III.10 Kadınlarda Cinsel İşlev Bozuklukları ile Öfke Değişkenleri
Sakin
davranışlar
Kaygılı
davranışlar
.26*
.12
.12
.27*
.24*
.18
.12
.24*
Öfke yle
ilişlkili
davranışlar
ı
Saldırgan
davranışlar
-.23*
-.19
-.22*
-.28**
.03
-.11
-.23*
.16-
Umursamaz
tepkiler
.12
.05
.13
-.06
.28**
.22*
-.04
.10
İçedönük
tepkiler
Pasif agresif
tepkiler
.08
.00
.06
-.07
.26*
.17
-.06
.08
İntikam
tepkileri
.13
GRCDÖ
Sıklık
.06
İletişim
.08
Doyum
-.02
Kaçınma
.32*
Dokunma
.22*
Vajinismus -.05
Anorgasmi .11
*p<.05, **p<.01
Kişilerarası
öfke
Öfke
arasındaki ilişkiler
.02-.10
-.04
-.07
-.03
.02
.03
.00
.23*
.19
.13
.12
.38**
.27**
.02
.16
.02
.02
.00
.07
.02
-.06
-.02
.04
.22*
.20
.05
.12
.26*
.25*
.17
.13
.16
.14
.13
.04
.33**
.26*
-.04
.11
GRCDÖ toplam puanı ile öfke davranışları toplam puanı (r=.23, p<.05),
içedönük öfke tepkileri puanı (r=.26, p<.05) ve kaygılı davranışlar puanı (r=.22,
p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu görülürken pasif agresif öfke
tepkileri puanı (r=-.23, p<.05) arasında ise negatif yönde anlamlı ilişki olduğu
görülmektedir.
GRCDÖ alt ölçeği iletişim puanı ile pasif agresif öfke tepkileri puanı (r=-.22,
p<.05) arasında negatif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir.
GRCDÖ alt ölçeği doyum puanı ile içedönük öfke tepkileri puanı (r=.27,
p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki görülürken pasif agresif öfke tepkileri
puanı (r=-.28, p<.01) arasında negatif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir.
142
GRCDÖ alt ölçeği kaçınma puanı ile öfke toplam puanı (r=.32, p<.05),
kişilerarası öfke tepkileri puanı (r=.26, p<.05), intikam tepkileri puanı (r=.28, p<.01),
içedönük öfke tepkileri puanı (r=.24, p<.01), öfke davranışları toplam puanı (r=.38,
p<.01), saldırgan davranışlar puanı (r=.33, p<.01) ve kaygılı davranışlar puanı (r=.26,
p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu bulunmuştur.
GRCDÖ alt ölçeği dokunma puanı ile öfke toplam puanı (r=.22, p<.05),
intikam tepkileri puanı (r=.22, p<.01), öfke davranışları toplam puanı (r=.27, p<.01),
saldırgan davranışlar puanı (r=.26, p<.05) ve kaygılı davranışlar puanı (r=.25, p<.05)
arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir.
GRCDÖ alt ölçeği vajinismus puanı ile pasif agresif öfke tepkileri puanı (r=.23, p<.05) arasında negatif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir.
GRCDÖ alt ölçeği anorgasmi puanı ile içedönük öfke tepkileri puanı (r=.24,
p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir.
Tablo III.11 Kadınlarda Cinsel İşlev Bozuklukları ile Benlik Algısı Değişkenleri
Benlik
algısı
Arasındaki İlişkiler
-.46**
GRCDÖ
Sıklık
-.36**
İletişim
-.33**
Doyum
-.44**
Kaçınma
-.24*
Dokunma
-.30**
Vajinismus -.39**
Anorgasmi -.35**
*p<.05, **p<.01
143
Benlik algısı ile cinsel işlev bozuklukları arasındaki ilişki incelendiğinde
benlik algısı puanı ile GRCDÖ toplam puanı (r=-.46, p<.01), GRCDÖ alt ölçekleri
sıklık puanı (r=-.36, p<.01), iletişim puanı (r=-.33, p<.01), doyum puanı (r=-.44,
p<.01), kaçınma puanı (r=-.24, p<.05), dokunma puanı (r=-.30, p<.01), vajinismus
puanı (r=-.39, p<.01) ve anorgasmi puanı (r=-.35, p<.01) arasında negatif yönde
anlamlı ilişki olduğu görülmektedir.
Tablo III.12 Kadınlarda Cinsel İşlev Bozuklukları ile Kişilerarası İletişim Tarzı
Kaçıngan kişilerarası
iletişim tarzı
Öfkeli kişilerarası
iletişim tarzı
Duygudan kaçıngan
kişilerarası iletişim
tarzı
Manipülatif
kişilerarası iletişim
tarzı
Küçümseyici
kişilerarası iletişim
tarzı
.31**
GRCDÖ
Sıklık
.23*
İletişim
.22*
Doyum
.15
Kaçınma
.38**
Dokunma
.30**
Vajinismus .18
Anorgasmi .17
*p<.05, **p<.01
Baskın kişilerarası
iletişim tarzı
Kişilerarası iletişim
tarzı toplam puan
Değişkenleri Arasındaki İlişkiler
.23*
.18
.14
.08
.34**
.27*
.13
.13
.34**
.23*
.25*
.23*
.32**
.25*
.26*
.20
.28**
.18
.20
.11
.45**
.35**
.03
.16
.13
.12
.08
.11
.07
.02
.15
.09
.25*
.19
.19
.06
.31**
.28**
.18
.10
.18
.18
.16
.08
.23*
.20
.12
.07
GRCDÖ toplam puanı ile kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.31, p<.01),
baskın kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.23, p<.05), kaçıngan kişilerarası iletişim
tarzı puanı (r=.34, p<.01), öfkeli kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.28, p<.01),
manipülatif kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.25, p<.05) arasında pozitif yönde
anlamlı ilişki olduğu görülmektedir.
144
GRCDÖ alt ölçeği sıklık puanı ile kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.23,
p<.05), kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.23, p<.05) arasında pozitif yönde
anlamlı ilişki olduğu görülmektedir.
GRCDÖ alt ölçeği iletişim puanı ile kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.22,
p<.05), kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.25, p<.05) arasında pozitif yönde
anlamlı ilişki olduğu görülmektedir.
GRCDÖ alt ölçeği doyum puanı ile kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanı
(r=.23, p<.05) ve içedönük öfke tepkileri puanı (r=.27, p<.05) arasında pozitif yönde
anlamlı ilişki görülürken pasif agresif öfke tepkileri puanı (r=-.28, p<.01) arasında
negatif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir.
GRCDÖ alt ölçeği kaçınma puanı ile kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.38,
p<.01), baskın kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.34, p<.01), kaçıngan kişilerarası
iletişim tarzı puanı (r=.32, p<.01), öfkeli kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.45,
p<.01), manipülatif kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.31, p<.01), küçümseyici
kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.23, p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki
olduğu bulunmuştur.
GRCDÖ alt ölçeği dokunma puanı ile kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.30,
p<.01), baskın kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.27, p<.01), kaçıngan kişilerarası
iletişim tarzı puanı (r=.25, p<.01), öfkeli kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.35,
p<.01) ve manipülatif kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.28, p<.01) arasında pozitif
yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir.
145
GRCDÖ alt ölçeği vajinismus puanı ile kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı
puanı (r=.26, p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki görülürken pasif agresif
öfke tepkileri puanı (r=-.23, p<.05) arasında negatif yönde anlamlı ilişki olduğu
görülmektedir.
GRCDÖ alt ölçeği anorgasmi puanı ile içedönük öfke tepkileri puanı (r=.24,
p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir.
Erkeklerde yapılan korelasyon analizi sonuçları ise Tablo III.13-15’de
sunulmuştur.
Tablo III.13 Erkeklerde Cinsel İşlev Bozuklukları ile Öfke Değişkenleri
Saldırgan
davranışlar
Sakin
davranışlar
Kaygılı
davranışlar
.33**
.15
.25*
.30**
.23*
.35**
.15
.10
Öfke yle
ilişlkili
davranışları
.28**
.18
.16
.29**
.23*
.28**
.13
.10
Umursamaz
tepkiler
İntikam
tepkileri
.32**
.19
.15
.29**
.24*
.30**
.15
.16
Pasif agresif
tepkiler
İçedönük
tepkiler
Kişilerarası
öfke
GRCDÖ
Sıklık
İletişim
Doyum
Kaçınma
Dokunma
Erken boşalma
Empotans
*p<.05, **p<.01
Öfke
arasındaki ilişkiler
.16
.17
.07
.22*
.15
.13
.05
.06
-.10
-.06
-.09
-.15
.05
.04
-.07
-.08
.26**
.14
.07
.19
.17
.21*
.15
.25*
.40**
.12
.21*
.30**
.22*
.42**
.24*
.25*
-.08
.04
-.13
-.10
-.03
-.20*
-.01
.10
.10
.14
-.07
.16
.10
-.01
.08
.11
GRCDÖ toplam puanı ile öfke toplam puanı (r=.32, p<01), kişilerarası öfke
tepkileri puanı (r=.28, p<.01), intikam tepkileri puanı (r=.33, p<.01), öfke
davranışları toplam puanı (r=.26, p<.01) ve saldırgan davranışlar puanı (r=.40, p<.01)
arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir.
146
.05
.09
-.03
.12
.09
.09
-.06
.01
GRCDÖ alt ölçeği iletişim puanı ile intikama yönelik öfke tepkileri puanı
(r=.25, p<.05) ve saldırgan davranışlar puanı (r=.21, p<.05) arasında pozitif yönde
anlamlı ilişki olduğu görülmektedir.
GRCDÖ alt ölçeği doyum puanı ile öfke toplam puanı (r=.29, p<.01),
kişilerarası öfke tepkileri puanı (r=29, p<.01), intikam öfke tepkileri puanı (r=.30,
p<.01), pasif agresif öfke tepkileri puanı (r=.22, p<.05) ve saldırgan davranışlar
puanı (r=.30, p<.01) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir.
GRCDÖ alt ölçeği kaçınma puanı ile öfke toplam puanı (r=.24, p<.05),
kişilerarası öfke tepkileri puanı (r=.23, p<.05), intikam tepkileri puanı (r=.23, p<.05)
ve saldırgan davranışlar puanı (r=.22, p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki
olduğu bulunmuştur.
GRCDÖ alt ölçeği dokunma puanı ile öfke toplam puanı (r=.30, p<.01),
kişilerarası öfke tepkileri puanı (r=.28, p<.01), intikam tepkileri puanı (r=.35, p<.01),
öfke davranışları toplam puanı (r=.21, p<.05), saldırgan davranışlar puanı (r=.42,
p<.01) arasında pozitif yönde ve sakin davranışlar puanı (r=-.20, p<.05) arasında ise
negatif yönde anlamlı ilişki olduğu bulunmuştur.
GRCDÖ alt ölçeği erken boşalma puanı ile saldırgan davranışlar puanı (r=.24,
p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki bulunmuştur.
GRCDÖ alt ölçeği empotans puanı ile öfke davranışları toplam puanı (r=.25,
p<.05) ve saldırgan davranışlar puanı (r=.25, p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı
ilişki olduğu bulunmuştur.
147
Tablo III.14 Erkeklerde Cinsel İşlev Bozuklukları ile Benlik Algısı Değişkenleri
Benlik
algısı
arasındaki ilişkiler
GRCDÖ
Sıklık
İletişim
Doyum
Kaçınma
Dokunma
Erken boşalma
Empotans
*p<.05, **p<.01
-.43**
-.23*
-.39**
-.35**
-.25*
-.24*
-.14
-.28**
Benlik algısı ile cinsel işlev bozuklukları arasındaki ilişki incelendiğinde ise
benlik algısı puanı ile GRCDÖ toplam puanı (r=-.43, p<.01), GRCDÖ alt ölçekleri
sıklık puanı (r=-.23, p<.05), iletişim puanı (r=-.39, p<.01), doyum puanı (r=-.35,
p<.01), kaçınma puanı (r=-.25, p<.05), dokunma puanı (r=-.24, p<.05) ve empotans
puanı (r=-.28, p<.01) arasında negatif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir.
Benlik algısı ile erken boşalma puanı (r=-.14, p>.05) arasında negatif yönde ilişki
olduğu görülmektedir ancak bu ilişki anlmalı düzeyde değildir.
Tablo III.15’te görüldüğü üzere, GRCDÖ toplam puanı ile kişilerarası iletişim
tarzı puanı (r=.48, p<.01), baskın kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.36, p<.01),
kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.47, p<.01), öfkeli kişilerarası iletişim
tarzı puanı (r=.41, p<.01), duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.46,
p<.01), manipülatif kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.35, p<.01), küçümseyici
kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.23, p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki
olduğu görülmektedir.
148
Tablo III.15 Erkeklerde Cinsel İşlev Bozuklukları ile Kişilerarası İletişim Tarzı
Baskın kişilerarası
iletişim tarzı
Kaçıngan kişilerarası
iletişim tarzı
Öfkeli kişilerarası
iletişim tarzı
Duygudan kaçıngan
kişilerarası iletişim
tarzı
Manipülatif
kişilerarası iletişim
tarzı
Küçümseyici
kişilerarası iletişim
tarzı
GRCDÖ
Sıklık
İletişim
Doyum
Kaçınma
Dokunma
Erken boşalma
Empotans
*p<.05, **p<.01
Kişilerarası iletişim
tarzı toplam puan
Değişkenleri arasındaki ilişkiler
.48**
.16
.27**
.23*
.42**
.41**
.34**
.21*
.36**
.11
.23*
.22*
.32**
.42**
.18
.09
.47**
.14
.33**
.24*
.29**
.34**
.34**
.24*
.41**
.22*
.20*
.27**
.31**
.32**
.30**
.25*
.46**
.10
.15
.15
.46**
.35**
.40**
.25*
.35**
.08
.20*
.11
.35**
.20*
.29**
.21*
.23*
.12
.22*
.10
.36**
.40**
.09
-.11
GRCDÖ alt ölçeği sıklık puanı ile sadece öfkeli kişilerarası iletişim tarzı
puanı (r=.22, p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu bulunmuştur.
GRCDÖ alt ölçeği iletişim puanı ile kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.27,
p<.01), baskın kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.23, p<.05), kaçıngan kişilerarası
iletişim tarzı puanı (r=.33, p<.01), öfkeli kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.20,
p<.05), manipülatif kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.20, p<.05), küçümseyici
kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.22, p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki
olduğu görülmektedir.
GRCDÖ alt ölçeği doyum puanı ile kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.23,
p<.05), baskın kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.22, p<.05), kaçıngan kişilerarası
149
iletişim tarzı puanı (r=.24, p<.05), öfkeli kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.27,
p<.01) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir.
GRCDÖ alt ölçeği kaçınma puanı ile kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.42,
p<.01), baskın kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.32, p<.01), kaçıngan kişilerarası
iletişim tarzı puanı (r=.29, p<.01), öfkeli kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.31,
p<.01), duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.46, p<.01),
manipülatif kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.35, p<.01), küçümseyici kişilerarası
iletişim tarzı puanı (r=.36, p<.01) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu
bulunmuştur.
GRCDÖ alt ölçeği dokunma puanı ile kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.41,
p<.01), baskın kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.42, p<.01), kaçıngan kişilerarası
iletişim tarzı puanı (r=.34, p<.01), öfkeli kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.32,
p<.01), duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.35, p<.01),
manipülatif kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.20, p<.05), küçümseyici kişilerarası
iletişim tarzı puanı (r=.40, p<.01) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu
bulunmuştur.
GRCDÖ alt ölçeği erken boşalma puanı ile kişilerarası iletişim tarzı puanı
(r=.34, p<.01), kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.34, p<.01), öfkeli
kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.30, p<.01), duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim
tarzı puanı (r=.40, p<.01) ve manipülatif kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.29,
p<.01) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu bulunmuştur.
150
GRCDÖ alt ölçeği empotans puanı ile kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.21,
p<.05), kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.24, p<.05), öfkeli kişilerarası
iletişim tarzı puanı (r=.25, p<.05), duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanı
(r=.25, p<.05) ve manipülatif kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.21, p<.05) arasında
pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu bulunmuştur.
Araştırmada elde edilen en önemli bulgu, cinsel işlev bozukluğu olan ve
cinsel işlev bozukluğu olmayan grubun içe dönük öfke tepkileri ve öfke davranışları,
kişilerarası iletişim tarzları, benlik algısı ve genel psikolojik belirtiler düzeyinde
birbirlerinden anlamlı düzeyde farklılaşmalarıdır.
Regresyon analizleri incelendiğinde cinsel işlev bozukluğu olan kadınlarda
intikama yönelik öfke tepkileri, benlik algısı, yaşamdan doyum almama ve
kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik değişkenlerinin, cinsel işlev
bozukluğu olan erkeklerde ise saldırgan davranışlar, küçümseyici kişilerarası iletişim
tarzı, benlik algısı, yaşamdan doyum almama ve kişilerarası ilişkilerden duyulan
memnuniyetsizlik değişkenlerinin cinsel işlev bozukluklarını yordadığı bulunmuştur.
Cinsel işlev bozukluğu olmayan kadınlarda küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı,
duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı, benlik algısı, yaşamdan doyum
almama, kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik ve somatizasyon
değişkenlerinin, cinsel işlev bozukluğu olmayan erkeklerde ise kaçıngan kişilerarası
iletişim tarzı, benlik algısı, yaşamdan doyum almama, kişilerarası ilişkilerden
duyulan memnuniyetsizlik ve negatif benlik değişkenlerinin cinsel yaşam kalitesini
yordadığı bulunmuştur.
151
BÖLÜM IV
TARTIŞMA
Bu çalışmada cinsel işlev bozukluğu ile kişilerarası iletişim tarzı, kendilik
algısı ve öfke arasında nasıl bir ilişkinin olduğunun incelenmesi ve elde edilen
verilerin ruh sağlığı bağlamında değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Bu araştırmada elde edilen en önemli bulgu cinsel işlev bozukluğu olan
kişilerin kişilerarası iletişim tarzı, öfke, benlik algısı, genel psiklojik belirtiler,
yaşamdan doyum almama ve kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik
boyutlarında daha olumsuz bir örüntüye sahip olmaları olup bu değişkenlerin cinsel
sorunlar üzerinde yordayıcılıklarının olmasıdır.
Cinsel işlev bozukluğu olan kişiler cinsel işlev bozukluğu olmayanlarla
karşılaştırıldığında kişilerarası iletişim tarzlarının daha olumsuz olduğu, ayrıca
erkeklerin kişilerarası iletişim tarzının da kadınlarınkinden daha olumsuz olduğu
bulunmuştur. Bu da bu sorunların çözülmesinde iletişim becerileri üzerinde
çalışılmasının önemini göstermektedir. Nitekim, Hawton, Catalan ve Fagg (1992)
tarafından erektil bozukluğu olan erkeklerle ve eşleri ile yapılan çalışmada, eşler
arasında kolay ve iyi iletişime geçmenin tedavi sonuçlarını iyi yönde etkilediği
bulunmuştur. Hawton, Catalan ve Fagg (1992) tarafından yapılan bu çalışma her ne
kadar sadece erektil disfonksiyonu olan erkeklerle ve onların eşleri ile yapılmış olsa
da cinsel işlev bozukluğunun tedavisinde iletişim süreçlerinin önemli bir yere sahip
olduğunu göstermektedir. Bunun yanısıra yazında, cinsel işlev bozukluklarının
tedavisinde iyi iletişim süreçlerinin gelişmesinin tedavi üzerinde olumlu etkileri
olduğunu gösteren başka çalışmalar da bulunmaktadır (örn., Kelly, Strassberg ve
152
Turner, 2004; Kelly, Strassberg ve Turner, 2006; Kilmann ve ark., 1986; Lau, Yang,
Cheng ve Wang, 2006; Metz ve Epstein, 2002; Milan, Kilmann ve Boland, 1988;
Purnine ve Carey, 1997). Mevcut araştırma bulgusunun, yazında yer alan bu
bulgularla örtüştüğü görülmektedir.
Ayrıca erkeklerin kadınlardan daha olumsuz iletişim örüntüsüne sahip olduğu
bulunmuştu. Basow ve Rubenfeld (2003) genel olarak çatışma durumlarında
kadınların sorunları konuşmayı tercih ettiklerini, erkeklerin ise sorunlara çözüm
bulmaktan, önermekten kaçındıklarını belirtmiştir (Akt., Durak-Batıgün, 2006).
Bunun yanısıra Şahin, Durak ve Yasak-Gültekin (1994)’in intihar olasılığında
kişilerarası iletişim tarzının, yaşamı sürdürme nedenleri, yalnızlık ve umutsuzluk
değişkenlerinin etkisinin araştırıldığı çalışmaya göre, erkeklerin daha ketleyici
iletişim tarzına sahip oldukları, kadınların ise daha besleyici iletişim tarzını
benimsedikleri bulunmuştur. Her ne kadar Basow ve Rubenfeld (2003) ve Şahin,
Durak ve Yasak-Gültekin (1994) tarafından gerçekleştirilen bu çalışmalar, cinsel
işlev bozukluğu olan kişiler ile yapılmamış olsalar da kadınların ve erkeklerin,
sorunlara yönelik genel yaklaşım tarzlarını gösteren özellik sergilemeleri açısından
önemlidirler. Ayrıca erkeklerin kadınlara göre daha olumsuz iletişim tarzlarını
benimsediklerini göstermektedirler. Dolayısı ile mevcut araştırmadaki cinsiyetler
arasındaki farka işaret eden bulgu, yani erkeklerin daha olumsuz iletişim tarzını
benimsemeleri yazında yer alan bu bulgular ile desteklenmektedir.
Cinsel işlev bozukluğu olan grubun öfkelerini cinsel işlev bozukluğu olmayan
gruba göre daha fazla davranışlarına yansıttıkları ve içedönük öfke tepkilerinin daha
fazla olduğu bulunmuştur. İki grup arasında öfke değişkeni açısından bulunan bu
farklılık, daha önceki bölümlerde açıklandığı gibi başarısızlık duygusundan ötürü
153
öfke duygusunun yaşanan soruna yansıtıldığı şeklinde yorumlanabilir (Tangney ve
ark., 1996. Akt., Balkaya ve Şahin, 2003). Ayrıca Roseinheim ve Neuman (1981)
cinsel işlev bozukluğu bulunan erkeklerde, öfkenin oldukça belirgin olduğunu, bu
öfkenin içe yönelimli bir öfke olduğunu ve bu erkeklerin, kendilerini diğer kişilere
göre daha çok eleştirdiklerini belirtmişlerdir. İki grup arasındaki içedönük öfke
tepkileri arasında bulunan farklılık tüm grupta bulunduğu için yazında yer alan
erkeklerde
içedönük
söylenememektedir.
öfke
Ancak
tepkilerinin
öfke
sergilendiği
değişkeninin
bulgusu
cinsel
ile
sorunlar
örtüştüğü
üzerindeki
yordayıcılığı ileride daha detaylı olarak tartışılacaktır.
Cinsel işlev bozukluğu olan kişilerin cinsel işlev bozukluğu olmayanlardan
daha fazla genel psikolojik belirti düzeyine sahip oldukları, aynı zamanda kadınların
genel psikolojik belirti düzeyinin erkeklerin genel psikolojik belirti düzeyinden daha
yüksek olduğu bulunmuştur. Derogatis ve Meyer (1979) da benzer şekilde cinsel
işlev bozukluğu olan kişilerin genel psikolojik belirti düzeyinin cinsel işlev
bozukluğu olmayan gruba göre anlamlı düzeyde yüksek olduğunu ve özellikle
depresyon, anksiyete, kişilerarası duyarlılık ve hostilite puanlarının yükseldiğini
bulmuşlardır. Clement ve Pfafflin (1980) de cinsel işlev bozukluğu olan çiftlerin
normallerden farklı olarak somatik şikayetler, hassasiyet, depresyona yatkınlık, kolay
öfkelenme gibi psikosomatik ve nevrotik hastalarda görülen benzer özelliklere sahip
olduklarını, Fugl-Meyer, Lodnert, Branholm ve Fugl-Meyer (1997) cinsel işlevdeki
değişimlerin anksiyete, depresyon gibi bazı olumsuz duygulara yol açabildiğini öne
sürmüşlerdir. Bunların yanısıra vajinismusu olan olgularda da psikolojik belirti ve
nörotizm düzeyinin yüksek olduğunu (Derogatis, Meyer ve King, 1981; Cooper,
1969) gösteren bulgular bulunmaktadır. Buna karşın Duddle (1977) vajinismusu olan
154
kadınların nörotizm açısından, Kennedy ve ark. (1995) ise psikolojik belirti düzeyleri
açısından normal sınırlar içerisinde yer aldıklarını, ancak üst sınıra yakın olduğunu
belirtmişlerdir (Akt., Tuğrul ve Kabakçı, 1997). Buna göre psikolojik belirti
düzeyinin üst sınıra yakın olması, cinsel işlev bozukluğu olan kişilerin psikolojik
belirti düzeylerinin normallere göre daha yüksek olduğunu ve belirtilerin yükselme
eğilimlerinin daha fazla olduğunu göstermektedir. Cinsel işlev bozukluklarında
psikolojik belirti düzeyleri açısından cinsiyetler arasındaki farklılıkları gösteren bir
bulguya ulaşılamamış olsa da yazında kadınların erkeklere göre psikolojik belirti
düzeylerinin daha yüksek olduğunu gösteren (örn, Şahin ve Durak, 1994) ve görülen
belirti özelliklerinin cinsiyetlere göre farklılaştığını gösteren (örn., Şahin, Batıgün ve
Uğurtaş, 2002) çalışmalara rastlanmıştır. Yazında yer alan bu bulgular mevcut
araştırmada kadınların erkeklere göre daha yüksek psikolojik belirti düzeyine sahip
olmaları bulgusu ile örtüşmektedir.
Cinsel işlev bozukluğu olanların benlik algısının cinsel işlev bozukluğu
olmayanlardan daha olumsuz olduğu bulunmuştur. Clement ve Pfafflin (1980) cinsel
işlev bozukluğu olan çiftlerin kendilerine güvenlerinin, normal olanlara göre daha
düşük olduğunu, kendilerini daha az çekici bulduklarını, kadınların kendilerini
utangaç, çekingen ve engellenmiş olarak tanımladıklarını bulmuşlardır. Ayrıca Şahin
ve Kayır (1998), vajinismuslu kadınların suçluluk duyguları, cinsel suçluluk, kendine
güvensizlik ve yetersizlik duyguları gibi ortak özellikleri olduğunu belirtmektedirler.
Festinger (1954)’in insanların kendilerini diğer kişilerin fikirleri ve yetenekleri ile
karşılaştırarak değerlendirdikleri bulgusu da ele alındığında (Akt., Park ve Salmon,
2005), cinsel işlev bozukluğu olan kişilerin kendilerini diğerleri ile karşılaştırarak
155
yaşadıkları sorunu eksiklik ve yetersizlik olarak algıladıkları, dolayısı ile benlik
algılarının olumsuzlaştığı yorumu yapılabilir.
Bunun yanısıra kişisel bilgi formunda yer verilen sorulardan oluşturulan
yaşamdan doyum almama ve kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik t-test
ile analize sokulduğunda cinsel işlev bozukluğu olan grubun cinsel işlev bozukluğu
olmayan gruptan bu boyutlarda daha olumsuz bir örüntüye sahip oldukalrı
bulunmuştur. Ayrıca bu değişkenlerin cinsel işlev bozuklukları ve cinsel yaşam
kalitesi üzerinde yordayıcılıklarının olduğu da bulunmuştur. Stamogiannou,
Grunfeld, Denison ve Muir (2005) erektil bozukluğu olan erkeklerde, erektil
bozukluk ile ilgili inançlarının yaşam kalitelerini etkilediğini, cinsel işlevde kayıp
oluştukça yaşam kalitelerinin düştüğünü bulmuşlardır. Her ne kadar bu çalışma
sadece erektil bozukluğu olan erkeklerle yapılmış olsa da cinsel işlev ile yaşam
doyumu arasındaki ilişkiyi göstermektedir. Yine benzer şekilde cinsel işlev
bozukluğu olan grubun cinsel işlev bozukluğu olmayan gruba göre kişilerarası
ilişkilerden duyulan memnuniyetsizliklarının daha yüksek olduğu bulunmuştur.
Buraya kadar tartışılan ilgili yazında da görüldüğü üzere cinsel işlev bozukluğu olan
kişilerin daha çekingen, kaçıngan davrandıkları (Sır ve ark, 1998) bulunmuştur ve
ilişki ile ilgili yaşanan sorunların cinsel işlev bozukluklarının sürmesinde devam
ettirici faktör olduğu bulunmuştur (örn; Kelly, Strassberg ve Turner, 2004; Lau,
Yang, Cheng ve Wang, 2006; Metz ve Epstein, 2002). Buna göre de cinsel sorunlar
arttıkça kendilerini diğerleri ile kurdukları ilişkilerden çektikleri ya da ilişki
kurmaktan rahatsızlık duydukları yorumu yapılabilir.
Buraya kadar cinsel işlev bozukluğu olanların araştırma değişkenleri
bağlamında daha olumsuz bir örüntüye sahip oldukları bulgusu üzerinde tartışmalar
156
yürütülmüştür. Bundan sonra araştırma değişkenlerinin cinsel sorunlar üzerindeki
yordayıcılıkları daha detaylı bir şekilde ele alınacaktır.
Hatırlanacağı gibi bu çalışmada cinsel işlev bozukluğu Golombok-Rust
Cinsel Doyum Ölçeği (GRCDÖ) ile ölçülmüştü. GRCDÖ hastalar için cinsel işlev
bozukluğunun ciddiyetine ilişkin bilgi vermekle beraber, ‘normal’lerde de cinsel
yaşam kalitesine ilişkin ipuçları vermektedir. Bu olgu dikkate alınarak yapılan
regresyon analizi sonuçlarına göre, gerek hasta grubunda gerekse ‘normal’ grupta
cinsel işlev sorunlarını yordayan ortak değişkenlerin benlik algısı, kişilerarası
ilişkilerden
duyulan
memnuniyetsizlik,
yaşamdan
doyum
almama
olduğu
gözlenmiştir. Ancak hasta grup söz konusu olduğunda devreye ayrıca öfkenin ve
iletişimin de girdiği gözlenmektedir. Bu durum özellikle cinsiyetin dikkate alındığı
analizlerde daha belirgindir. Diğer deyişle, erkek hastalarda cinsel işlev bozukluğunu
yordayan sözkonusu öfke değişkeni saldırgan davranışlar iken, kadın hastalarda
intikama yönelik öfke tepkileri olmuştur. Kişilerarası iletişim açısından bakıldığında
ise erkeklerde küçümseyici tarzın yordayıcılığı da devreye girmiştir.
Cinsel işlev bozukluğu olan kadınlarda cinsel işlev bozukluğunun intikama
yönelik öfke tepkileri tarafından yordandığı belirtilmişti. Bir çalışmaya göre cinsel
işlev bozukluğu bulunan erkeklerin eşleri, kontrol grubundaki kadınlara göre daha
fazla saldırganca davranışlar sergilemekte ve öfkelerini dışa vurmaktadırlar
(Roseinheim ve Neuman, 1981). Bu bulgu cinsel sorun, kişinin kendisinde meydana
gelmese de kişiyi öfkeli davranmaya itebildiğini göstermektedir. Ayrıca Tangney ve
ark. (1996), yaşamın herhangi bir alanında yaşanan başarısızlığın öfke duygusunun
oluşmasına ve bu öfke duygusunun da yaşanan soruna yönlendirildiğini öne
157
sürmüşlerdir (Akt., Balkaya ve Şahin, 2003). Her ne kadar Tangney ve ark
(1996)’nın çalışması cinsel sorunlar ile ilgili olmasa da, bu görüşten yola çıkarak
cinsel sorunların da başarısızlık olarak algılanarak öfke duygusunun oluşabileceği
yorumu yapılabilir. Ayrıca, Lerner (1996) ve Sharkin (1993) kadınların öfke
duygularını ifade ederken daha dolaylı yolları kullandıkları bulgusu da (Akt.,
Balkaya ve Şahin, 2003) ele alındığında, cinsel alanda yaşanan sorunların öfke
duygusunun gelişmesine neden olabildiği ve kadınların da intikam gibi daha dolaylı
yolları seçtikleri söylenebilir. Mevcut araştırma sonuçlarında kişilerarası iletişim
tarzlarının yordayıcı gücünün olması beklenirken öfke değişkeninin yordayıcılık
gücünün daha fazla olduğu görülmüştür. Kişilerarası iletişim tarzı ile öfke değişkeni
arasındaki ilişkiler incelendiğinde bu değişkenler arasında pozitif yönde anlamlı
ilişki olduğu görülmüştür (Bknz., Ek.4). Öfkeli kişilerarası iletişim tarzı ve baskın
kişilerarası iletişim tarzı gibi kişilerarası iletişim tarzları da aslında öfke tepkilerini
içermektedir. Bu tarzlara ilişkin ölçek maddeleri incelendiğinde; örneğin;
“Sinirlendiğimde sonradan pişman olacağım sözler söylerim”, “Öfkelendiğimde
genellikle bağırıp çağırırım” öfkeli kişilerarası iletişim tarzı alt ölçeği, “Çoğu zaman
isteklerimi yaptırmak için insanlara karşı tehditkar olurum”, “Kendi düşüncelerimi
savunmak için gerekirse karşımdakini kırarım” baskın kişilerarası iletişim tarzı alt
ölçeği ifadelerinden bazıları olup öfke duygusunun bu iletişim tarzlarında yer aldığı
görülmektedir. Öfke duygusu iletişim tarzları içerisinde gösterilebildiği gibi iletişim
engelleri de kişiyi savunmacı davranmaya, dirençli olmaya ya da kızgın ve öfkeli
olmaya itebilmektedir (Bolton, 1986). Birey diğerleri ile iletişim kuramadığı, yani
kendisini açık bir şekilde ifade edemediği, anlaşılmadığını düşündüğü ya da benzeri
diğer iletişim engelleri ile yüzyüze geldiğinde öfkeli olabilmekte ve öfkeli
158
davranışlar sergileyebilmektedir. Bu bağlamda, mevcut araştırmada elde edilen
kişilerarası iletişim tarzı ile öfke arasındaki ilişki desteklenmektedir. Bunun yanısıra
önceden de belirtildiği üzere öfke duygusu cinsel işlev bozukluklarında çok yoğun
olduğunda ve bu yoğun öfke duygusu ile etkin bir şekilde başedilememesi
durumunda iletişim becerileri de daha fazla olumsuzlaşabilmektedir. Öfke duygusu
ile kişilerarası iletişim tarzları arasındaki karşılıklı etkileşim değerlendirildiğinde
cinsel işlev bozukluklarında öfke değişkeninin yordayıcılığının bulunması öfke
tepkilerinin cinsel işlev bozukluklarında daha baskın bir hal aldığı şeklinde
yorumlanabilir. Bunun yanısıra bulgularda açıklandığı üzere cinsel işlev bozuklukları
ile öfke değişkeni (Bknz. Tablo III.14) ve cinsel işlev bozuklukları ile kişilerarası
iletişim tarzları (Bknz. Tablo III.16) arasındaki ilişkiler incelendiğinde cinsel işlev
bozuklukları arttıkça öfke tepkilerinin de arttığı ve kişilerarası iletişim tarzlarının
olumsuzlaştığı bulunmuştur. Cinsel işlev bozuklukları ile öfke tepkilerini içeren
baskın tarz, manipülatif tarz, kaçıngan tarz ve öfkeli tarz gibi kişilerarası iletişim
tarzları arasındaki yüksek korelasyonlar intikama yönelik öfke tepkilerinin
yordayıcılığını destekler niteliktedir.
Cinsel işlev bozukluklarını intikama yönelik öfke tepkileri değişkeni ile
birlikte yordayan diğer değişkenin benlik algısı olduğu görülmüştür. Kendilik
algısının cinsel işlev bozukluklarının etiyolojisinde, yani cinsel işlev bozukluklarının
devam ettirici faktörleri arasında yer aldığı belirtilmiştir (Tuğrul, 1998; Şahin,
2001a). Bunun yanısıra oluşan bir cinsel işlev bozukluğu, benlik algısının
olumsuzlaşmasına ve cinsel işlev bozukluğunun sürmesine ya da kötüleşmesine de
neden olabilmektedir. Cinsel işlev bozukluğu olan bir kadın, kadınlık duyguları ile
ilgili sorunlar yaşamaya ve kendisini tam bir kadın olarak hissetmemeye
159
başlayabilmektedir (Şahin, 2001a). Cinsel işlev bozuklukları ile benlik algısı arasında
neden-sonuç ilişkisi tam olarak bilinmese de mevcut araştırmada cinsel işlev
bozukluğu sorunu arttıkça benlik algısının daha da olumsuzlaştığı bulunmuştur (ya
da tersi) (Bknz. Tablo III.15). Tangney ve Fischer (1995) eğer bir kişinin yaptığı şey
başarısızlıkla sonuçlanıyorsa ve kişi bundan dolayı kendisini sorumlu tutuyorsa
kişinin öfke duygusunun yanısıra suçluluk ya da utanç duyabileceğini ifade
etmişlerdir. Eğer kişi utanç duyuyorsa kişinin yaşadığı bu olayı benliğinin olumsuz
bir yansıması olarak değerlendirmeye başlayarak kendini değersiz hissetmeye
başlayabileceğini ve sonuçta da kişinin benlik algısının ve kendisine verdiği değerin
zarar göreceğini belirtmişlerdir (Akt., Balkaya ve Şahin, 2003). Mevcut araştırmada
da cinsel alanda yaşanılan sorunlar arttıkça benlik algısında düşüş olduğu
bulunmuştur ve bu bulguya göre cinsel alanda yaşadıkları sorunları benliklerinin
olumsuz bir yansıması olarak değerlendirerek geliştirdikleri suçluluk ve utanç
duygularına bağlı olarak kendilerine verdikleri değerin düşmüş olabileceği yorumu
yapılabilir. Buna ek olarak benlik algısı ile öfke değişkeni arasındaki ilişkiler
incelendiğinde, kadınlarda benlik algısı olumsuzlaştıkça pasif agresif tepkilerin de
daha az görüldüğü bulunmuştur (Bknz. Ek 4). Buna göre benlik algıları düştükte öfke
duygularını daha açık bir şekilde gösterdikleri söylenebilir. Deffenbacher (1992)
öfke duygusunun kendilik algısında düşüşe yol açabildiğini, Baumeister (1993)
kendilik değeri düştükçe öfke, kızgınlık, düşmanlık gibi bazı olumsuz duyguların
ortaya çıktığını ifade etmişlerdir. Sonuç olarak yazında yer alan, öfke ve benlik algısı
arasındaki ilişkiler, cinsel işlev bozuklukları ve benlik algısı arasındaki ilişkiler
gözönünde bulundurulduğunda, mevcut araştırmada benlik algısının intikama
yönelik öfke tepkileri ile birlikte cinsel işlev bozuklukları üzerinde yordayıcı
160
gücünün olması, cinsel işlev bozukluklarında öfke ve benlik algısının önemli bir yere
sahip olduğunu göstermektedir. Ayrıca yaşamdan doyum alamama ve kişilerarası
ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik, kadınlarda cinsel işlev bozukluklarını
yordayan diğer değişkenlerdir. Bu da cinsel alanda yaşanan sorunların bireylerin
genel olarak tüm yaşamlarından aldıkları doyumu etkileyebildiği, cinsel yaşamda
meydana
gelen
sorunların
yaşamın
diğer
alanlarına
yansıdığı
şeklinde
yorumlanabilir.
Cinsel işlev bozukluğu olan erkeklerde saldırgan öfke davranışlarının cinsel
işlev bozuklukları üzerinde yordayıcılığı olduğu bulunmuştur. Roseinheim ve
Neuman (1981) cinsel işlev bozukluğu bulunan erkeklerin daha fazla kişilerarası
kaygı yaşadıklarını, öfkenin oldukça belirgin olduğunu bulmuşlardır. Mevcut
araştırmada da cinsel işlev bozukluğunda saldırgan davranışların sergilendiği, yani
öfke tepkilerinin artması bu araştırma ile örtüşmektedir. Bununla birlikte,
Roseinheim ve Neuman (1981)’ın bu çalışmasında, ortaya çıkan öfkenin genellikle
içedönük öfke olduğu bulunmuş olmasına karşın, mevcut çalışmada içedönük öfke
tepkilerinin azaldığı bulunmuştur. Ancak öfkenin ifade edilmesinde, erkeklerin
kadınlara göre daha doğrudan ifade yöntemlerini seçtikleri (Lerner, 1996; Sharkin,
1993. Akt. Balkaya ve Şahin, 2003) düşünüldüğünde saldırgan davranışlar
değişkeninin cinsel işlev bozukukları üzerindeki yordayıcılığı desteklenmektedir. Sır
ve ark. (1998)’nın erektil bozukluk üzerine yaptıkları çalışma bulgularına göre,
organik ve psikojenik erektil bozukluğu arttıkça depresyon ve sosyal anksiyetenin
arttığı, benlik saygısının ise düştüğü bulunmuştur. Aynı çalışmada yapılan regresyon
analizi sonuçlarına göre de ereksiyon derecesine etki eden faktörlerin sosyal
anksiyete, benlik saygısı ve yaş değişkenleri olduğu bulunmuştur. Araştırma
161
bulgularımızda
yaşın
cinsel
işlev
bozuklukları
üzerinde
yordayıcı
etkisi
beklentilerimiz yönünde bulunmamıştır, ancak örneklemin yeterince büyük
olmaması yaşın yordayıcı etkisinin bulunmamasında önemli bir etken olarak
görülebilir. Mevcut
araştırmada elde edilen benlik algısının cinsel işlev
bozukluklarını yordaması yazında yer alan bulgu ile desteklenmektedir. Ayrıca
araştırmamızda cinsel işlev bozuklukları türleri, örneklem yetersizliği nedeni ile
ayrıca analize alınmamış olup toplam cinsel işlev bozukluğu puanları analize
alınmıştır. Ancak cinsel işlev bozuklukları ile benlik algısı arasındaki ilişkiler
incelendiğinde (Bknz. Tablo III.18) en yüksek ilişkinin toplam puan ile benlik algısı
arasında olduğu görülmekte olup erektil disfonksiyon ile benlik algısı arasında
anlamlı düzeyde ilişki olduğu, yani erektil disfonksiyon sorunu arttkça benlik
algısının daha da olumsuzlaştığı bulunmuştur. Buna karşın prematür ejakülasyon ile
benlik algısı arasında korelasyon anlamlı düzeyde bulunmamıştır. Cinsel işlev
bozuklukları ile kişilerarası iletişim tarzı, benlik algısı ve öfke değişkenlerinin hep
birlikte
ilişkisini
inceleyen
başka
bir
çalışma
yazında
bulunamamıştır.
Araştırmamızda bulduğumuz saldırgan davranışlar, küçümseyici kişilerarası iletişim
tarzı ve
benlik
algısı değişkenlerinin
cinsel işlev
bozukluğu
üzerindeki
yordayıcılıkları yeni bir bulgudur. Dutton ve Brown (1997) global benlik saygısının
kişinin başarı ve başarısızlıklara verdiği duygusal tepkileri belirlediğini öne
sürmüştür. Buna ek olarak daha önceden belirtildiği üzere Tangney ve Fischer (1995)
başarısızlık duygusuna bağlı olarak öfke ile birlikte gelişebilen suçluluk ve utanç
duygularının benlik saygısının düşmesine neden olabileceğini (Akt., Balkaya ve
Şahin, 2003) ve Baumeister (1993) benlik saygısı düşük olan kişilerin bununla
başetmek için başkalarını küçük düşürücü tutumlar sergilediklerini öne sürmüşlerdir.
162
Yazında yer alan bu araştırma bulgularına göre mevcut araştırma bulgusu
incelendiğinde bu kişilerin cinsel işlev bozukluğu sorunu ile başarısızlık duygusu
içerisine girdikleri, bu başarısızlık duygusuna yönelik duygusal tepkilerinin ‘öfke’
gibi daha olumsuz bir duygu olarak ortaya çıktığı, bununla başetmek için de daha
saldırgan davranışlar ve küçümseyici iletişim örüntüsü sergilemeye başladıkları
söylenebilir. Bunun yanısıra Stimson, Stimson ve Dougherty (1980) yaptıkları bir
çalışmada yetersiz cinsel performansın erkeklerde benlik saygısına en çok etkide
bulunan unsur olduğunu ve Amerikan erkekleri için cinsel yeterliliğin benlik
organizasyonunun temel kaynağını oluşturduğunu bulmuşlardır. Benzer şekilde
toplumumuzda cinsel sorunlar erkekler tarafından başarısızlık (kendilerinin
başarısızlığı) olarak algılanmaktadır (Aydın ve Gülçat, 2004). Bu bulgular, cinsel
sorunlar yaşayan erkeklerin başarısızlık duygusu içerisine girerek benlik algılarının
bundan etkilenebileceği yorumumuzu destekler niteliktedir.
‘Normal’lere bakıldığında ise cinsel yaşam kalitesini yordayan değişkenler
erkeklerde kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı ve olumsuz benlik iken, kadınlarda
yordayıcı değişkenlerin küçümseyici ve duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı
ve somatizayon belirtileri olduğu bulunmuştur.
Yukarıda cinsel işlev bozukluğu olan kadınlarda açıklandığı üzere, sorun
şiddetlendikçe yani cinsel işlev bozukluğu görüldüğünde öfke duygusu daha yoğun
yaşanırken, cinsel yaşam kalitesi düştüğünde öfke duygusu daha hafif bir düzeyde
ortaya çıkmakta ve kişilerarası iletişim tarzlarının yordayıcı gücünün olduğu
görülmektedir. Kişilerarası iletişim tarzlarından küçümseyici kişilerarası iletişim
tarzının ve duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzının kadınlarda cinsel yaşam
163
kalitesini yordama gücü olduğu bulunmuştur. Özellikle küçümseyici kişilerarası
iletişim tarzı ölçek maddeleri incelendiğinde (“İnsanlarla konuşurken iğneleyici
sözler söylemekten çekinmem”, “Sorduğum sorularla karşımdakini sıkıştırmaktan
hoşlanırım”, “Haksız olsam da karşımdaki ne derse desin, kendimi savunurum”) bu
ifadelerin öfke duygusunu içerdiği anlaşılmaktadır. Bir başka deyişle, küçümseyici
kişilerarası iletişim tarzı öfke duygusunun bir yansımasıdır denebilir. Buna göre
cinsel yaşam kalitesi bozulduğunda, öfke tepkilerini içeren iletişim tarzlarının
görüldüğü, cinsel işlev bozukluğu geliştiğinde ise öfke tepkilerinin daha belirgin
olarak görüldüğü yorumu yapılabilir. Küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı ile
birlikte duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzının da cinsel yaşam kalitesini
yordadığı bulunmuştur. “İnsanlarla çatışmaktan ve aramızda var olan problemleri
tartışmaktan kaçınırım”, “İnsanlarla konuşurken duygularımı gizlemeye çalışırım”,
“Problem yaşadığım bireyin ne hissettiğiyle ilgilenmem” ifadeleri duygudan
kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı alt ölçeği ifadelerinden bazılarıdır. Bu ifadeler ele
alındığında, duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzının yordayıcılığı, cinsel
yaşam kalitesi olumsuz bir şekilde etkilenen kadınların, sorunlarını ve duygularını
ifade etmedikleri ya da ifade etmekten kaçındıkları şeklinde yorumlanabilir. Ayrıca,
Kelly, Strassberg ve Turner (2006) tarafından yapılan bir çalışmaya göre kadın
orgazm bozukluğu bulunan çiftlerin iletişim örüntülerinin kontrol grubundaki sorunu
olmayan çiftlerden daha problemli olduğu bulunmuştur. Duygudan kaçıngan
kişilerarası iletişim tarzının, henüz cinsel işlev bozukluğu gelişmeden sadece cinsel
yaşamda meydana gelen sorunları yorduyor olması Kelly, Strassberg ve Turner
(2006)’ın çalışmasında elde edilen cinsel sorunlar ile iletişim arasındaki ilişkiyi
destekler niteliktedir. Yani cinsel yaşamda meydana gelen sorunlar iletişim tarzının
164
olumsuzlaşmasına ya da iletişim tarzlarında meydana gelen sorunlar, cinsel yaşamın
olumsuz bir şekilde etkilenmesine, sorunun ilerlemesine ve devam etmesine yol
açabilir. Yazında cinsel işlev bozuklukları ile iletişim arasındaki ilişkiyi gösteren
çalışmalar ele alındığında (Kelly, Strassberg ve Turner, 2004; Kelly, Strassberg ve
Turner, 2006; Kilmann ve ark., 1986; Lau, Yang, Cheng ve Wang, 2006; Metz ve
Epstein, 2002; Milan, Kilmann ve Boland, 1988; Purnine ve Carey, 1997) iletişimin
cinsel işlev bozuklukları gelişmeden dahi yordayıcılığının olması, cinsellikte
iletişimin önemini göstermektedir. Yaşamdan doyum alamama ve kişilerarası
ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik değişkenlerinin kadınlarda cinsel yaşam
kalitesini yorduyor olması, cinselliğin önemli bir yere sahip olduğu ve cinsel
yaşamın, yaşamın diğer alanları üzerinde önemli bir etkisi olduğu şekillinde
yorumlanabilir. Genel psikolojik belirtilerden somatizasyon değişkeninin cinsel
yaşam kalitesini yordadığı bulunmuştur. Fugl-Meyer, Lodnert, Branholm ve FuglMeyer (1997) cinsel işlevdeki değişimlerin bazı olumsuz duygulara (anksiyete,
depresyon gibi) yol açabildiğini öne sürmüşlerdir. Depresyon ve anksiyete gibi
olumsuz duygudurumlar yaşandığında, bu duyguduruma bazı bedensel tepkiler de
eşlik edebilmektedir. Cinsel yaşam kalitesinin somatizasyon değişkeni tarafından
yordanıyor olması, cinsel yaşamdaki olumsuzlukların, kişinin duygudurumunu
olumsuz bir şekilde etkilemesine ve bazı bedensel tepkilerin görülmeye başlanmasına
neden olabildiği şeklinde yorumlanabilir. Ayrıca yaşamdan doyum alamama
değişkeninin cinsel yaşam kalitesi üzerindeki yordayıcılığı da ele alındığında,
duygusal durumun olumsuz bir şekilde etkilendiği ve dolayısı ile bedensel bazı
tepkilerin görülebildiği söylenebilir.
165
Cinsel işlev bozukluğu olmayan erkek grupta kaçıngan kişilerarası iletişim
tarzı, benlik algısı, yaşamdan doyum almama, kişilerarası ilişkilerden duyulan
memnuniyetsizlik ve genel psikolojik belirtilerden “olumsuz benlik” değişkenlerinin
cinsel yaşam kalitesi üzerinde yordama gücünün olduğu görülmüştür. Cushman ve
Cahn (1985) iletişim becerilerinin düzenlenmesinde kendilik kavramının önemine
vurgu yapmışlardır. Mevcut araştırmada da benlik algısı olumsuzlaştıkça kişilerarası
iletişim tarzlarının da olumsuzlaştığı bulunmuştur (Bkz. Ek 4). Bu açıdan cinsel
yaşam kalitesinin kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı ile benlik algısı tarafından
yordanması, cinsel yaşam kalitesinde bazı olumsuz değişimler gerçekleştiğinde dahi
erkeklerin bu konuları konuşmaktan kaçındıkları şeklinde yorumlanabilir. Ayrıca
Amerikan erkekleri için cinsel yeterliliğin benlik organizasyonunun temel kaynağını
oluşturduğu bulgusu (Stimson, Stimson ve Dougherty, 1980) ve toplumumuzda da
cinsel sorunların erkekler tarafından başarısızlık (kendilerinin başarısızlığı) olarak
algılanmasına dair bulgu (Aydın ve Gülçat, 2004) ele alındığında, cinselliğin benlik
kavramı ile bütünleştirildiği ve dolayısı ile bu alandaki en küçük olumsuz değişimi
konuşmaktan kaçındıkları söylenebilir. Cinsel işlev ile kişilerarası iletişim tarzı
arasındaki
korelasyonlar
incelendiğinde
(Bknz
Tablo
III.19)
en
yüksek
korelasyonların kaçıngan ve duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzları ile cinsel
işlev arasında olduğu bulunmuştur. Bu da kaçıngan kişilerarası iletişim tarzının
yordayıcı gücünü desteklemekte ve erkeklerin cinsel işlev bozukluğu olmasa da
cinsel yaşam kalitesindeki olumsuz değişimleri konuşmaktan çekindiklerini
göstermektedir. Yaşamdan doyum alamama ve kişilerarası ilişkilerden duyulan
memnuniyetsizlik değişkenlerinin, cinsel işlev bozukluğu olmayan erkeklerde de çok
düşük de olsa yordayıcı güce sahip olduğu bulunmuştur. Bu da Stimson, Stimson ve
166
Dougherty (1980) ve Aydın ve Gülçat (2004) tarafından vurgulanan cinselliğin
benlik organizasyonunda çok önemli bir yere sahip olduğu bulgusunu destekler
nitelikte olup, cinsel alanda oluşan sorunların tüm benliğe aktarıldığı yorumu
yapılabilir. Bunun yanısıra, ‘olumsuz benliğin’ cinsel yaşam kalitesi üzerinde
yordayıcılığının bulunması da, cinselliğin erkekler için benliğin önemli bir yerini
oluşturduğu, cinsel yaşamda bir bozukluk olmasa da sadece kalitesinde bir sorun
oluşmasının erkekleri olumsuz olarak etkilediği yorumunu desteklemektedir.
“İnsanların sizi sevmediğine, size kötü davrandığına inanmak”, “Kendini
diğerlerinden aşağı görmek”, “Başarılarınız için diğerlerinden yeterince takdir
görmediğiniz düşüncesi” ifadeleri ‘olumsuz benlik’ alt ölçek maddelerinden
bazılarıdır ve cinsel yaşam kalitesindeki olumsuz değişimin genel psikolojik durumu
etkilediğini, özellikle de benliğe yönelik olumsuz genellemeler yapıldığını
göstermektedir. Ayrıca, yaşamdan doyum alamama ve kişilerarası ilişkilerden
duyulan
memnuniyetsizlik
değişkenlerinin
de
bu
değişkenler
ile
birlikte
yordayıcılığının olması, erkeklerin cinsel yaşamları ile benlik kavramları ve genel
yaşam doyumları arasında önemli bir bağ kurduklarını düşündürmektedir.
Bu çalışmada örneklemin
yetersiz olması nedeni
ile cinsel işlev
bozukluklarının türleri, regresyon analizi ile incelenememiştir. Ancak değişkenler
arası ilişkiler incelendiğinde cinsel işlev bozuklukları ile araştırma değişkenleri
arasında önemli ipuçlarının yer aldığı görülmüştür.
Yapılan değişkenler arası ilişkiler analizine göre, vajinismus sorunu arttıkça
pasif agresif öfke tepkilerinin azaldığı ve kaçıngan kişilerarası iletişim tarzının
belirginleştiği bulunmuştur (Bknz. Tablo III.10). Yazında yer alan araştırmalar,
167
vajinismusu olan kadınların genellikle çocuksu özellikler gösteren, cinsel
kaçınmaları olan, kurallara uyan, kızgınlıklarını göstermeyen ve sürekli kabul içinde
olan kişiler olduğunu (Şahin, 2001c) vurgulasa da, mevcut araştırmada vajinismuslu
kadınların pasif agresif tepkilerinin azaldığı yani, öfkelerini belli ettikleri
bulunmuştur. Kaçıngan kişilerarası iletişim tarzının da belirginleşmiş olması bu
sorunların konuşulmasından kaçınıldığını göstermekte olup, Bolton (1986) tarafından
vurgulandığı üzere iletişim engellerinin sık olarak kullanılması ile iletişim
örüntülerinin bozulduğu, daha saldırgan tavırların sergilendiği yorumu yapılabilir.
Dolayısı ile cinsel sorunlar arttıkça kişilerin iletişim örüntülerinin olumsuzlaştığı ve
iletişim engellerine bağlı olarak öfke tepkilerinin arttığı yorumu yapılabilir.
Anorgazmi sorunu arttıkça içedönük öfke tepkileri puanının da arttığı
bulunmuştur. Bu bulgu, anorgazminin kadının kadınlık duyguları ile ilgili sorunlar
yaşamaya ve kendisini tam bir kadın olarak hissetmemeye başlaması (Şahin, 2001a)
nedeni ile kendine yönelik öfke duyguları hissetmesi şeklinde yorumlanabilir. Ayrıca
Lerner (1996) ve Sharkin (1993) kadınların öfkelerini daha dolaylı yollardan
gösterdiklerini belirtmişlerdir (Akt., Balkaya ve Şahin, 2003). Buna ek olarak Lerner
(1996) kadınların öfkenin, ilişkiyi tahrip edeceğine ve sosyal olarak da
onaylanmayacaklarına inandıkları için, öfkeyi doğrudan ifade etmemek için
uğraştıklarını öne sürmektedir. Lerner (1996)’e göre, çok güçlü sosyal onay ihtiyacı
ve ayrılma kaygısı, öfkenin bastırılmasına yardımcı olmaktadır (Akt., Balkaya,
2001). Bunun yanısıra daha önce belirtildiği üzere, cinsel işlev bozukluğu olan
grubun anksiyete, depresyon gibi duygusal boyutta genel belirtiler puanlarının cinsel
işlev bozukluğu olmayan gruptan daha yüksek olduğu görülmüştür. Cinsel alanda
yaşanan bu sorunların, kadınların kendilerini kadınlık rollerini yerine getiremeyen
168
kişiler olarak tanımlamalarına, depresyon düzeylerinin artmasına ve depresif duygu
durumuna bağlı olarak da hatayı kendilerine atfetmelerine, dolayısı ile öfkeyi
kendilerine yöneltmelerine neden olabileceği yorumu yapılabilir.
Prematür ejakülasyon sorunu arttıkça, saldırgan davranışların arttığı, erektil
disfonksiyon sorunu arttıkça ise öfke davranışlarının ve saldırgan davranışların arttığı
bulunmuştur (Bknz, Tablo III.13). Bu bulgu, regresyon analizinde elde edilen cinsel
işlev bozukluğu olan erkeklerde saldırgan davranışların yordayıcılığını destekler
niteliktedir. İletişim tarzları incelendiğinde ise, hem prematür ejakülasyonda hem de
erektil disfonksiyonda genel olarak kişilerarası iletişim tarzlarının olumsuzlaştığı ve
kaçıngan, öfkeli, duygudan kaçıngan ve manipülatif kişilerarası iletişim tarzlarının
belirginleştiği bulunmuştur. Buna göre sorunun çözümünde önemli bir yer tutan
iletişim örüntüsünün daha içekapanıcı, diğerinden uzak durmaya ya da diğerini
uzaklaştırmaya yönelik kaçıngan ya da ilişkiyi daha olumsuzluklara iten öfkeli tarzın
benimsendiği görülmektedir. Bolton (1986)’un belirttiği gibi iletişim engellerinin
sıklıkla kullanılması da kişiyi daha savunmacı davranmaya ve saldırgan davranışlara
itebilmektedir. Erkeklerin öfke duygularını daha doğrudan ifade ettikleri (Lerner,
1996; Sharkin, 1993. Akt., Balkaya ve Şahin, 2003) bilinmektedir. Ayrıca, erkekler
kıskançlık, üzüntü gibi diğer olumsuz duygularını da öfkeye dönüştürerek ifade
etmektedirler. Sharkin (1993) bunun nedeninin, öfke duygusunun, güçlülük, sertlik,
saldırganlık şeklinde ve “erkeksi”, diğer deyişle erkeğe yakışan ve onu güçlendiren
bir duygu olarak değerlendirilmesi olabileceğini öne sürmüştür (Akt. Balkaya, 2001).
Erkeklerin genel olarak duygularını konuşmaktan kaçındıklarına (Şahin, Durak ve
Yasak-Gültekin, 1994) ve yaşadıkları sorunlara çözüm önermekten çekindiklerine
(Basow ve Rubenfeld, 2003. Akt., Durak-Batıgün, 2006) dair bulgular ele alınınca,
169
erkeklerin var olan sorunu konuşmaktan kaçındıkları ve daha saldırgan, olumsuz,
iletişimi ketleyici bir iletişim tarzı oluşturdukları söylenebilir.
Yukarıda tartışılan bulgular değerlendirildiğinde cinsel işlev bozukluklarında
kişilerarası iletişim tarzları, öfke tepkileri ve benlik algısı alanlarında daha olumsuz
bir örüntünün ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Ayrıca bu alanlarda cinsiyetler arasında
da bir farklılık olduğu görülmüştür.
IV.1.
Sınırlılıklar
Cinsel işlev bozukluğu olmayan grubun kendi içinde eğitim düzeyleri
arasındaki dağılımın dengeli olduğu bulunsa da bu denge cinsel işlev bozukluğu olan
grupta sağlanamamıştır. Grubun kendi içinde üniversite ve üstü düzeyde eğitim
alanların oranının diğer eğitim düzeyine sahip olanlara göre daha düşük olduğu
görülmüştür. Bu, çalışma sonuçlarının genellenebilirliği düşüren bir faktördür.
Araştırmada veriler özbildirim yolu ile elde edilmiştir. Bu nedenle
katılımcıların kendini iyi gösterme çabalarının olabileceği, özellikle cinsellikle ilgili
sorularda bu çaba içerisine girmiş olabilecekleri düşünülmektedir. Cinsel yaşamdaki
sorunların başarısızlık olarak algılanması ve cinsiyet rollerinin bundan etkilenmesi
kendini iyi gösterme çabasının bazı nedenleri olarak görülmektedir. Ayrıca cinselliğe
ilişkin toplumsal kurallarımızın soruları yanıtlarken açık cevaplar vermelerini
etkilemiş olabileceği düşünülmektedir. Bunun yanısıra fazla sayıda ölçeğin birarada
uygulanmış olması bir diğer sınırlılık olarak görülmektedir. Çalışmaya katılanların
ölçekleri
doldururken
sıkıldıkları,
zorlandıkları
ve
birçoğunda
ölçeklerin
doldurulmadığı gözlenmiştir. Araştırmanın önemli sınırlılıklarından biri de çalışma
konusunun cinsellik ile ilgili olmasıdır. Kartopu yöntemi ile elde edilmeye çalışılan
karşılaştırma grubu verilerinin geri dönüş oranının az olması ya da katılmaya gönüllü
170
olanların güçlükle bulunması toplulumuzda cinselliğin halen bir tabu olarak
görüldüğünü düşündürmektedir.
IV.2. Sonuç ve Öneriler
Araştırma bulgularına göre cinsel işlev bozukluğu tanısı almış olan kişilerin
kişilerarası iletişim tarzlarının cinsel işlev bozukluğu olmayan kişilerden daha
olumsuz olduğu, benlik algılarının daha düşük olduğu, daha fazla öfke tepkilerinin
olduğu ve genel belirti düzeylerinin daha yüksek olduğu bulunmuştur. Demografik
faktörler incelendiğinde kişilerarası iletişim tarzları açısından cinsiyet etkisinin
olduğu ve benlik algısı açısından ise yaş ve cinsiyet etkisinin olduğu bulunmuştur.
Cinsel işlev bozukluğu tanısı almış olanlarda cinsel işlev bozukluğu olmayan
gruba göre öfke değişkenlerinin daha baskın olduğu bulunmuştur. Cinsel işlev
bozukluğu olan kadınlarda öfke tepkilerinin kişilerarası iletişim tarzına göre cinsel
işlev bozuklukları üzerinde daha fazla yordayıcı gücünün olduğu bulunmuş olup
cinsel işlev bozukluğu olmayan kadınlarda ise küçümseyici ve duygudan kaçıngan
kişilerarası iletişim tarzlarının cinsel yaşam kalitesini yordadığı bulunmuştur.
Cinse işlev bozukluğu olan erkeklerde ise yine öfke tepkileri yoğun olmakla
birlikte öfke duygusunu içeren küçümseyici kişilerarası iletişim tarzının cinsel işlev
bozuklukları üzerinde yordama gücünün olduğu görülmüştür. Cinsel işlev bozukluğu
olmayan erkeklerde ise kaçıngan kişilerarası iletişim tarzının cinsel yaşam kalitesini
yordadığı bulunmuştur.
171
Cinsel işlev bozukluğu olan ve olmayan kadınlarda ve erkeklerde cinsel işlev
bozuklukları üzerinde benlik algısı, yaşamdan doyum almama ve kişilerarası
ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik değişkenlerinin yordayıcı gücünün olduğu
bulunmuştur.
Bu araştırmanın bulguları genel olarak değerlendirildiğinde cinsel işlev
bozukluğu olanlarda kişilerarası iletişim tarzının sorunlu, öfke düzeylerinin yüksek,
benlik algılarının da düşük olduğu söylenebilir. Kişilerarası ilişkiler bağlamında
gelişen kendilik algısının, öfke ve kişilerarası iletişim tarzları ile karşılıklı bir
etkileşim içinde olduğu ve yine kişilerarası iletişim tarzları ile öfke arasında da bir
etkileşim olduğu görülmektedir. Bu çalışmada, bu değişkenlerin cinsel işlev
bozuklukları ve cinsel yaşam kalitesi üzerindeki yordayıcılıkları üzerinde
çalışılmıştır. Kişilerarası iletişim tarzlarının ve kendilik algısının yaşanılan
olaylardan nasıl etkilendiğinin, nasıl bir gelişim ve değişim gösterdiğinin anlaşılması
ve psikopatolojideki rollerinin olduğu anlaşılan bu değişkenlerin, hangisinin temel
değişken olduğunun anlaşılabilmesi için model sınamasının yapılmasının faydalı
olacağı düşünülmektedir. Ayrıca kendilik algısının gelişiminde ve sonraki ilişkilerde
önemli bir role sahip olan bağlanma tarzlarının da sonraki çalışmalarda ele
alınmasının, incelenmesinin faydalı olacağı düşünülmektedir.
Her ne kadar araştırma sonuçlarımıza göre erkeklerde cinsel işlev bozukluğu
üzerinde yaşın etkisi bulunmamış olsa da yazında yaş arttıkça ilişkisel problemlerin,
daha genç yaşlarda ise kişinin ruhsal durumu ve iç çatışmalarının erektil bozukluk
üzerinde daha etkili olduğu bulunmuştur (Corona ve ark., 2004). Bu bağlamda
araştırmamızın erkeklerin duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzını ağırlıklı
172
olarak kullandığına ve kadınlara göre daha fazla öfke davranışı sergilediklerine
ilişkin bulguları değerlendirildiğinde terapide yaşa göre ilişki ve iletişim özellikleri
incelenerek bir çalışma modelinin oluşturulmasının faydalı olacağı düşünülmektedir.
Bunların yanısıra daha geniş bir örneklem ile bu değişkenlerin bir sonraki
çalışmalarda ele alınmasının bu unsurların daha detaylı bir şekilde incelenmesine
olanak tanıyacağı ve sonuçların genellenebilirliğini arttıracağı düşünülmektedir.
Mevcut araştırmada çiftlerle çalışılmamıştır. Bundan sonraki çalışmalarda
çiftlerle çalışılmasının kişilerarası iletişim tarzlarının çiftin ilişkisi içerisindeki
etkileşimini görmek açısından faydalı olacağı düşünülmektedir. Ayrıca cinsellik iki
kişi arasında yaşanan bir olgu olduğu, yaşanılan sorunlar sadece kişinin değil
ilişkinin sorunu olduğu ve eşlerden birinde meydana gelen cinsel sorunun diğer
partnerin de cinsel yaşamını etkilediği için, bundan sonraki çalışmalarda eşler arası
iletişimin ve etkileşimin cinsel işlev bozuklukları üzerindeki etkilerini daha detaylı
olarak
belirleyebilmek
amacı
ile
çiftlerin
katılım
sağladığı
çalışmaların
yürütülmesinin daha faydalı olacağı düşünülmektedir. Ayrıca çiftler arasında
cinselliğe bakış açısı, cinsel istek ve uyum konularındaki benzerliklerin tedavi
sonucunu etkilediği (Hawton, Catalan ve Fagg, 1992) bulunmuş olup tedavide çiftler
ile birlikte çalışılmasının daha iyi sonuç alınmasında katkısı olacağı vurgulanmıştır.
Bu çalışma bulgularına göre cinsel işlev bozukluklarında kişilerarası iletişim
tarzları, öfke tepkileri ve benlik algısı alanlarında daha olumsuz bir örüntünün ortaya
çıktığı anlaşılmaktadır. Ayrıca bu alanlarda cinsiyetler arasında da bir farklılık
olduğu görülmüştür. Tedavi sürecinde öfke yönetimi, kişilerarası iletişim becerileri
ve özsaygıyı güçlendirmeye yönelik müdahalelerin daha sistematik olarak
kullanılması tedaviden elde edilen performansı daha olumlu etkileyecektir. İletişimin
173
önemi gözönünde bulundurulduğunda, tedavide iletişim tarzlarının belirlenip, hangi
iletşim tarzında sorun yaşandığı tespit edilerek o sorunun değiştirilmesine yönelik
müdahaleler geliştirilmesinin faydalı olacağı düşünülmektedir. Nitekim, Hawton,
Catalan ve Fagg (1992) da terapide iletişim örüntülerine önem verilmesi gerektiğini,
özellikle cinsel tedavi içerisinde duyulara odaklanma programında iletişim ile
çalışılmış olunmasının alınan sonuçlarda ilerleme sağlayacağını belirtmişlerdir.
Tedavi sürecinde iletişim becerileri, öfke yönetimi ve özsaygının geliştirilmesine
önem verilmesi gerektiği gibi, bu alanlarda çalışılırken cinsiyetler arası farklılıkların
da gözönünde bulundurulmasının tedaviden elde edilecek sonuç üzerinde önemli
olduğu
düşünülmektedir.
Ayrıca
bu
değişkenlerin
aralarındaki
karşılıklı
etkileşimlerin varlığı nedeni ile de tedavi sürecinde çiftlerle çalışılırken bu
faktörlerin gözönünde bulundurulduğu tedavi modellerinin geliştirilmesinin faydalı
olacağı düşünülmektedir.
174
KAYNAKLAR
Altıntaş, E., & Gültekin, M. (2005). Psikolojik Danışma Kuramları. İstanbul: Aktüel
Yayınları.
Aydın, H., & Gülçat, Z. (2004). Türkiye. R. T. Francoeur & R. J. Noonan (Ed) içinde
The Continuum Complete International Encyclopedia of Sexuality. New
York: Continuum International Publishing Group.
Aydın, B., Şirin, A., Yaycı, M., Okrar, M., Yaycı, L. (2002). Gelişim Psikolojisi.
İstanbul: Tanıtım Tasarım Yayıncılık Ltd. Şti.
Aydın, H. (1998). Cinsellik ve cinsel işlev. C. Güleç, & E., Köroğlu. (Ed). Psikiyatri
Temel Kitabı. Ankara: Hekimler Yayın Birliği.
Bailey, K. D. (1994). Methods of social research. New York: Free Press.
Balkaya, B. (2001). Çok boyutlu öfke envanterinin geliştirilmesi ve bazı semptom
grubundaki etkisi. Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Psikoloji Bölümü Uygulama Psikoloji Anabilim Dalı. Yüksek Lisans Tezi.
Balkaya, F., & Şahin Hisli, N. (2003). Çok boyutlu öfke ölçeği. Türk Psikiyatri
Dergisi, 14(3), 192-202.
Barlow, D. H. (1986). Causes of sexual dysfunction: The role of anxiety and
cognitive interference. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 54 (2),
140-148.
175
Bartholomew, K., & Horowitz, L. M. (1991). Attachment styles among young adults:
A test of a four-category model. Journal of Personality and Social
Psychology, 61 (2), 226-244.
Baumeister, R. F. (1993). Understanding the inner nature of low self-esteem
uncertain, fragile, protective and conflicted. In Roy F. Baumeister, SelfEsteem: The Puzzle of Low Self-Regard, New York: Plenum Press.
Beck, J. G. & Bozman, A. W. (1995). Gender differences in sexual desire: The
effects of anger and anxiety. Archives of Sexual Behavior, 24 (6),595-612.
Blaine, B., & Crocker, J. (1993). Self-esteem and self-serving biases in reactions to
positive and negative events: An integrative review. In Roy F. Baumeister,
Self-Esteem: The Puzzle of Low Self-Regard. New York: Plenum Press.
Bolton, R. (1986). People Skills: How to Assert Yourself, Listen to Others, and
Resolve Conflicts. New York: Touchstone Book.
Bowlby, J. (1969). Attachment and Loss. (2nd ed.). New York: Basic Books.
Bowlby, J. (1973). Attachment and Loss: Separation, anxiety and anger. New York:
Basic Books.
Bowlby, J. (1980). Attachment and Loss: Sadness and depression. New York: Basic
Books.
Boyacıoğlu, G. (1994). Üniversite öğrencilerinde kişilerarası şemalar ve depresif
belirtiler arasındaki ilişkiler. Yayınlanmamış Doktora Tezi.
176
Boyacıoğlu, G., & Savaşır, I. (1995). Kişilerarası şemalar ölçeğinin geçerlik ve
güvenirlik çalışması. Türk Psikoloji Dergisi, 10 (35), 40-58.
Bozkurt, A., & Aydın, H. (2005). Cinsellik. Kaplan & Sadock Klinik Psikiyatri, Özet
Psikiyatri. B. J. Sadock & V. A. Sadock, Ankara: Güneş Kitabevi.
Bozman, A. W. & Beck, J. G. (1991). Covariation of sexual desire and sexual
arousal: the effects of anger and anxiety. Archives of Sexual Behavior, 20 (1),
47-60.
Bretherton, I. (1992). The origins of attachment theory: John Bowlby and Mary
Ainsworth. Developmental Psychology, 28, 759-775.
Brotons, F. B., Campos, J. C., Gonzalez-Correales, R., Martı´n-Morales, A.,
Moncada, I., & Pomerol, J. M. (2004). Core document on erectile
dysfunction: key aspects in the care of a patient with erectile dysfunction.
International Journal of Impotence Research, 16, 26-39.
Brown, J. D. (1998). The self. California: McGraw-Hill.
Burger, J. M. (2006). Kişilik. İstanbul: Kaknüs Yayınları.
Byers, E. S. (2005). Relationship satisfaction and sexual satisfaction: A longitudinal
study of individuals in long-term relationships. The Journal of Sex Research,
42 (2), 113-118.
Cassidy, J. (1999). The nature of the child’s ties. J. Cassisdy & P. R. Shaver.
Handbook of Attachment. (3-20). New York: Guilford Press.
177
Clement, U., & Pfafflin, F. (1980). Chnages in personality scores among couples
sunsequent to sex therapy. Archives of Sexual Behavior, 9(3), 235-244.
Collins, N., & Read, S. (1990). Adult attachment, working models and relationship
quality in dating couples. Journal of Personality and Social Psychology, 58,
644-663.
Corona, G., Mannucci, E., Mansani, R., Petrone, L., Bartolini, M., Giommi, R.,
Mancini, M., Forti, G., & Maggi, M. (2004). Aging and pathogenesis of
erectile dysfunction. International Journal of Impotence Research, 16, 395–
402.
Cushman, D. P., & Cahn, D. D. (1985). Communication in Interpersonal
Relationships. Albany: State University of New York Pres.
Davison, G. C., & Neale, J. M. (2004). Anormal Psikolojisi. (7. Baskı). Çev. ed. İ.
Dağ. Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları.
Derogatis, L. R., & Meyer, J. K. (1979). A psychological profile of sexual
dysfunctions. Archives of Sexual Behavior, 8(3), 201-223.
Derogatis, L. R., Meyer, J. K., & King, K. M. (1981). Psychopathology in
individuals with sexual dysfunction. American Journal of Psychiatry, 138(6),
757-763.
DeVito, J. A. (2002). Messages: Building interpersonal communication skills. 5th ed.
Boston: Allyn & Bacon.
178
Dökmen, Ü. (1994). İletişim çatışmaları ve empati. 20. Baskı. İstanbul: Sistem
Yayıncılık
Durak-Batıgün, A. (2006). İntihar olasılığı ve cinsiyet: İletişim becerileri, yaşamı
sürdürme nedenleri, yalnızlık ve umutsuzluk açısından bir inceleme. Proje
No: 2003 09 01 021, 2006.
Dutton, K. A., & Brown, J. D. (1997). Gobal self-esteem and specific self-view as
determinants of people’s reactions to success and failure. Journal of
Personality and Social Psychology, 73(1), 139-148.
Evans, F. B. (1996). Harry Stack Sullivan: Interpersonal Theory and Psychotherapy.
New York: Routledge. In Book Forum (1998). American Journal of
Psychiatry, 155 (6), 846-854.
Feeney, J., & Noller, P. (1990). Attachment styles as a predictor of adult romantic
relationship. Journal of Personality and Social Psychology, 58 (2), 281-291.
Freeman, A., & Dattilio, F. M. (1992). Comprehensive Casebook of Cognitive
Therapy. New York: Plenum Press.
Fugl-Meyer A. R., Lodnert, G., Branholm, I-B, & Fugl-Meyer K. S. (1997). On life
satisfaction in male ED. International Journal of Impotence Reserach, 9,
141–148.
Geçtan, E. (2000). Psikanaliz ve Sonrası. İstanbul: Remzi Kitabevi.
179
Gordon, T. (1970). Parent Effectiveness Training; The No-lose Program For Raising
Responsible Children. New York: P. H. Wyden.
Green, S. B., & Salkind, N. J. (2008). Using SPSS for Windows and Macintosh
analyzing and understanding data. (5th ed.). New Jersey: Pearson Prentice
Hall.
Halgin, R. P., & Whitbourne, S. K. (1993). Abnormal Psychology: The Human
Experience of Psychological Disorders. Chicago: Brown & Benchmark
Publishers.
Hartley, P. (1993). Interpersonal Communication. New York: Routledge.
Hawton, K., Catalan, J., & Fagg, J. (1992). Sex therapy for erectile dysfunction:
Characteristics of couples, treatment outcome and prognostic factors.
Archives of Sexual Behavior, 21(2), 161-175.
Hortaçsu, N. (2003). Çocuklukta İlişkiler: Ana Baba, Kardeş ve Arkadaşlar. İstanbul:
İmge Kitabevi
İmamoğlu, S., & İmamoğlu, E. O. (2006). Relationships between general and
context-specific attachment orientations in a Turkish sample. The Journal of
Social Psychology, 146 (3), 261-274.
İmamoğlu, E. O., & İmamoğlu, S. (2007). Relationships between attachment security
and self-construal orientations. The Journal of Psychology, 141 (5), 539-558.
180
İncesu, C. (1998a). Cinsel İşlevin Fizyolojisi. N. Yetkin ve C. İncesu, Cinsel
Sorunlara Genel Yaklaşım, Cinsel İşlev Bozuklukları Monograf Serisi 1,
İstanbul: Roche.
İncesu, C. (1998b). Kadınlarda Azalmış (Hipoaktif) Cinsel İstek ve Cinsel Tiksinti
Bozuklukları. N. Yetkin ve C. İncesu, Cinsel Sorunlara Genel Yaklaşım,
Cinsel İşlev Bozuklukları Monograf Serisi 3, İstanbul: Roche.
İncesu, C. (2007). Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığı Alanında Ulusal ve Yerel Medya
Yoluyla Savunuculuk Projesi: Cinsel Yaşam ve Sorunları, Bilgilendirme
Dosyası, Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği.
Kaplan, H. S. (1987). The Illustrated Manual of Sex Therapy. 2nd ed. USA:
Brunner/Mazel.
Kay, J., & Tasman, A. (2006). Essentials of Psychiatry. England: John Wiley &
Sons, Ltd. (p.699)
Kelly, M. P., Strassberg, D. S., & Turner, C. M. (2004). Communication and
associated relationship issues in female anorgasmia. Journal of Sex & Marital
Therapy, 30, 263-276.
Kelly, M. P., Strassberg, D. S., & Turner, C. M. (2006). Behavioral assessment of
couples’ communication in female orgasmic disorder. Journal of Sex &
Marital Therapy, 32, 81-95.
181
Kısaç, İ. (1997). Üniversite öğrencilerinin bazı değişkenler açısından sürekli öfke ve
öfke ifade biçimlerinin incelenmesi. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Ana Bilim Dalı.
Doktora tezi.
Kilmann, P. R., Mills, K. H., Caid, C., Davidson, E., Bella, B., Milan, R., Drose, G.,
Boland, J., Follingstad, D., Montgomery, B., & Wanlass, R. (1986).
Treatment of secondary orgasmic dysfunction: An outcome study. Archives of
Sexual Behavior, 15 (3), 211-229.
Kitayama, S., Markus, H. R., & Matsumoto, H. (1995). Culture, self and emotion: A
cultural perspective on “self-conscious” emotions. J. P. Tangney & K. W.
Fischer (Ed by). Self-concious emotions. New York: The Guilford Press.
Kora, K. (2001). Erektil işlev bozukluğunda mitlerin ve performansın anksiyetesinin
rolü. D. Şahin & A. Kayır (ed.), Sık Görülen İki Cinsel İşlev Bozukluğu:
Vajinismus ve Erken Boşalmada Değerlendirme, Tanı ve Tedaviler, İstanbul:
Roche. (p. 43).
Köroğlu, E. (1994). Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı, DSM-IV. (4.
Baskı), Hekimler Yayın Birliği.
Lau, J. T. F., Yang, X., Cheng, Y., & Wang, Q. (2006). Co-occurrence of sexual
dysfunction within young married couple dyads living in rural China: a
population-based study. International Journal of Impotence Research, 18,
150–159.
182
Litzinger, S., & Gordon, K. C. (2005). Exploring relationships among
communication, sexual satisfaction and marital satisfaction. Journal of Sex
and Marital Therapy, 31, 409-424.
Maner, F. (2001). Yeme Bozukluklarında Cinsel İşlev Bozuklukları. D. Şahin & A.
Kayır (ed.), Sık Görülen İki Cinsel İşlev Bozukluğu: Vajinismus ve Erken
Boşalmada Değerlendirme, Tanı ve Tedaviler, İstanbul: Roche. (p. 47)
Markus, H. (1977). Self-schemata and processing information about the self. Journal
of Personality and Social Psychology, 35 (2), 63-78.
Markus, H. (1983). Self-knowledge: An expanded view. Journal of Personality, 51,
543-565.
Markus, H. & Wurf, E. (1987). The dynamics of self-concept: A social psychological
perspective. Annual Review of Psychology, 38, 299-337.
Matthews, D.W. (1993). Relationship Basics. North Carolina: North Carolina
Cooperative Extension Service.
Metz, M. E., & Epstein, N. (2002). Assessing the role of relationship conflict in
sexual dysfunction. Journal of Sex and Marital Therapy, 28 (2), 139-164.
Meuleman, E. J. H., & Van Lankveld J. J. D. M. (2005). Hypoactive sexual desire
disorder: an underestimated condition in men. BJU International, 95 (3), 291296.
183
Mikulincer, M. (1998). Adult attachment style and affect regulation: Strategic
variationsin self-appraisals. Journal of Personality and Social Psychology, 75
(2), 420-435.
Milan, R. J., Kilmann, P. R., & Boland, J. P. (1988). Treatment outcome of
secondary orgasmic dysfunction: A two- to six-year follow-up. Archives of
Sexual Behavior, 17(6), 463-480.
Myers, D. G. (1996). Social Psychology. (Fifth edition). New York: McGraw-Hill
Companies, Inc.
Myers, G. J. & Myers, M. T. (1992). The Dynamics of Human Communication: A
laboratory approach. New York: McGraw Hill, Inc.
Nicolosi, A., Laumann , E. O., Glasser, D. B., Moreira, E. D., Paik, A.,Gingell, C.
(2004). Sexual behavior and sexual dysfunctions after age 40: The global
study of sexual attitudes and behaviors. Urology, 64, 991–997.
Oyserman, D. (2001). Self-concept and identity. In A. Tesser & N. Schwarz (Eds.),
Blackwell Handbook of Social Psychology: Intraindividual Processes (pp.
499-517). Oxford, UK: Blackwell.
Özkan, M. B. (2001). Fiziksel Hastalıklarda Cinsel Sorunlar. D. Şahin & A. Kayır
(ed.), Sık Görülen İki Cinsel İşlev Bozukluğu: Vajinismus ve Erken
Boşalmada Değerlendirme, Tanı ve Tedaviler, İstanbul: Roche. (p. 13-14)
184
Park, H. S., & Salmon, C. T. (2005). A test of the third-person effect in public
relations: Application of social comparison theory. Journalism & Mass
Communication Quarterly, 82 (1), 25-43.
Parkinson, B. (1996). Emotions are social. British Journal of Psychology, 87, 663683.
Power, M., & Dalgleish, T. (1998). Cognition and Emotion: From order to disorder.
Sussex: Taylor& Francis Psychology Press.
Purnine, D. M., & Carey, M. P. (1997). Interpersonal communication and sexual
adjustment: The roles of understanding and agreement. Journal of Consulting
and Clinical Psychology, 65 (6), 1017-1025.
Pyszynski, T., Solomon, S., Greenberg, J. (2003). Terror management theory: An
evolutionary existential account of human behavior. In Pyszynski, T.,
Solomon, S., Greenberg, J., In the Wake of 9/11: The Psychology of Terror
(Chapter 2), APA Washington, DC.
Rancer, A. S., Kosberg, R. L., & Silvestri, V. N. (1992). The relationship between
self-esteem and aggressive communication predispositions. Communication
Research Reports, June, 23-32.
Rosenheim, E., & Neumann, M. (1981). Personality charactreistics of sexually
dysfunctioning males and theri wives. The Journal of Sex Research, 17 (2),
124-138.
185
Ruble, D. N., Eisenberg, R., & Higgins, E. T. (1994). Developmental changes in
achievement evaluation: Motivational implications of self-other differences.
Child Development, 65, 1095-1110.
Rust, J., & Golombok, S. (1986). The GRISS: A psychometric instrument for the
assessment of sexual dysfunction. Archives of Sexual Behavior, 15 (2), 157165.
Sadock, V. A. (2007). Normal insan cinselliği, cinsel işlev ve cinsel kimlik
bozuklukları. Kaplan ve Sadock’s Comprehensive Textbok of Psychiatry (8.
Baskı), Ed. Sadock, B. J. & Sadock, V. A. (Çeviri: Aydın, H. & Bozkurt, A.)
Ankara: Güneş Kitabevi.
Safran, J. D. (1990). Towards a refinement of cognitive therapy in light of
interpersonal theory: I. Theory. Clinical Psychology Review, 10 (1), 87-105.
Safran, J. D., & Segal, Z. V. (1990). Interpersonal Process in Cognitive Therapy.
New York: Basic Books, Inc. Publishers.
Savaşır, I., & Şahin, N. H. (1997). Bilişsel-Davranışçı Terapilerde Değerlendirme:
Sık Kullanılan Ölçekler. Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları.
Saymaz, İ. (2003). Üniversite öğrencilerinin kişilerarası ilişkileri ve bağlanma stilleri
arasındaki ilişkinin incelenmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
İstanbul Üniversitesi, İstanbul.
186
Sır, A., Şahin, H., Özen, Ş., Özkan, M., Gedik, A., & Bircan, K. (1998). Erkekte
erektil bozukluk ve organik nedene bağlı erektil bozuklukların ayrımı. Klinik
Paikofarmakoloji Bülteni, 8 (3), 163-167.
Siegel, J. M. (1986). The multidimensional anger inventory. Journal of Personality
and Social Psychology, 5 (1), 191-200.
Soygüt, G., & Türkçapar, H. (2001). Antisosyal kişilik bozukluğunda kişilerarası
şema örüntüleri: Bilişsel kişilerarası bir bakış. Türk Psikoloji Dergisi, 16 (47),
55-66.
Soykan, Ç. (2003). Öfke ve öfke yönetimi. Kriz Dergisi, 11 (2), 19-27.
Stamogiannou, I., Grunfeld, E. A., Denison, K., & Muir, G. (2005). Beliefs about
illness and quality of life among men with erectile dysfunction. International
Journal of Impotence Research, 17, 142–147.
Stimson, A., Stimson, J., & Dougherty, W. (1980). Female and male sexuality and
self-esteem. The Journal of Social Psychology, 112, 157-158.
Sullivan, H. S. (1953). Interpersonal theory of psychiatry. New York: Norton, W.W.
& Company, Inc.
Sungur, M. (1998). Cinsel İşlev Bozuklukları. Psikiyatri Temel Kitabı (Cilt 2). Ed.
Cengiz Güleç & Ertuğrul Köroğlu. Ankara: Hekimler Yayın Birliği.
187
Swindle, R., Cameron, A., & Rosen, R. (2006) A 15-item short form of the
psychological and ınterpersonal relationship scales. International Journal of
Impotence Research, 18, 82–88
Şahin, D. (2001a). Cinsel işlev bozukluklarının psikolojik nedenleri. D. Şahin & A.
Kayır (ed.), Sık Görülen İki Cinsel İşlev Bozukluğu: Vajinismus ve Erken
Boşalmada Değerlendirme, Tanı ve Tedaviler, İstanbul: Roche. (p. 40).
Şahin, D. (2001b). Erken boşalmanın psiko-sosyal nedenleri. D. Şahin & A. Kayır
(ed.), Sık Görülen İki Cinsel İşlev Bozukluğu: Vajinismus ve Erken
Boşalmada Değerlendirme, Tanı ve Tedaviler, İstanbul: Roche. (p. 51).
Şahin, D. (2001c). Vajinismusun psikososyal nedenleri. D. Şahin & A. Kayır (ed.),
Sık Görülen İki Cinsel İşlev Bozukluğu: Vajinismus ve Erken Boşalmada
Değerlendirme, Tanı ve Tedaviler, İstanbul: Roche. (p. 97).
Şahin, D. (2001d). Vajinismusun psikodinamik nedenleri. D. Şahin & A. Kayır (ed.),
Sık Görülen İki Cinsel İşlev Bozukluğu: Vajinismus ve Erken Boşalmada
Değerlendirme, Tanı ve Tedaviler, İstanbul: Roche. (p. 101).
Şahin, D., & Kayır, A. (1998). Vajinismus olguları ile bir grup psikoterapisi süreci.
Nöropsikiyatri Arşivi, 35(1), 55-60.
Şahin, N. H., Durak, A., & Şahin, N. (1993). Bir grup banka personelinde işdoyumu
ve stres. Basılmamış araştırma raporu.
188
Şahin, N. H., Durak, A., & Yasak-Gültekin, Y. (1994). Interpersonal style,
loneliness and depression. 23rd International Congress of Applied
Psychology, July 17-22, Madrid, Spain.
Şahin, N. H., Batıgün, D. A. & Uğurtaş, S. (2002). Kısa Semptom Envanteri (KSE):
Ergenler İçin Kullanımının Geçerlik, Güvenilirlik ve Faktör Yapısı. Türk
Psikiyatri Dergisi,13 (2),125-135.
Şahin, N. H., & Durak, A. (1994). Kısa Semptom Envanteri: Türk Gençleri için
Uyarlanması. Türk Psikoloji Dergisi, 9 (31), 44-56.
Şahin, N. H., Koc, V., Ergün, H., Düzgün, G., Uzun, C., Çeri, Ö, Karslı, E., & Örflü,
P. (2007). Kişilerarası İletişim Tarzı Ölçeği: Geçerlik ve güvenirlik çalışması.
Yayınlanmamış araştırma.
Thompson, R. A. (1999). Early attachment and later development. J. Cassisdy & P.
R. Shaver. Handbook of Attachment. (265-286). New York: Guilford Press.
Tuğrul, C. & Kabakçı, E. (1997). Vajinismusu olan ve olmayan kadınların bazı
özellikleri. Türk Psikoloji Dergisi, 12(40), 39-55.
Tuğrul, C. (1998). Cinsel işlev bozukluklarının psikolojik nedenleri. N. Yetkin ve C.
İncesu, Cinsel Sorunlara Genel Yaklaşım, Cinsel İşlev Bozuklukları
Monograf Serisi 2, İstanbul: Roche.
Tuğrul, C., Öztan, N., & Kabakçı, E. (1993). Golombok-Rust Cinsel Doyum
Ölçeği’nin Standardizasyon Çalışması. Türk Psikiyatri Dergisi, 4 (2), 83-88.
189
Yetkin, N. (1998). Cinsel öykü alma ve cinsel işlevin değerlendirilmesi. N. Yetkin ve
C. İncesu, Cinsel Sorunlara Genel Yaklaşım, Cinsel İşlev Bozuklukları
Monograf Serisi 1, İstanbul: Roche.
Yetkin, N. (2001). Erken boşalma ve tedavisi. D. Şahin & A. Kayır (ed.), Sık
Görülen İki Cinsel İşlev Bozukluğu: Vajinismus ve Erken Boşalmada
Değerlendirme, Tanı ve Tedaviler, İstanbul: Roche. (p. 57).
190
ÖZET
Bu çalışmanın amacı, cinsel işlev bozukluğu ile kişilerarası iletişim tarzı,
kendilik algısı ve öfke arasındaki ilişkinin incelenmesidir. Böylece, cinsel işlev
bozuklarının gelişmesi ve sürdürülmesinde bu faktörlerin nasıl bir etkisinin
olduğunun saptanması hedeflenmiştir. Çalışmanın örneklemini, 18-53 yaş arası
cinsel işlev bozukluğu tanısı alan 95 kişi ve cinsel işlev bozukluğu olmayan 95 kişi
olmak üzere toplam 190 kişi oluşturmuştur.
Araştırmanın hipotezlerini sınamak amacı ile kişilerarası iletişim tarzını
ölçmek için Ankara Üniversitesi Uygulamalı Psikoloji Yüksek Lisans Programı
öğrencilerinin geliştirdikleri “Kişilerarası İletişim Tarzı Ölçeği”, kendilik algısını
ölçmek amacı ile Şahin ve Şahin (1994) tarafından Türkçe uyarlaması yapılmış olan
“Sosyal Karşılaştırma Ölçeği”, öfke değişkenini ölçmek için Siegel (1986) tarafından
geliştirilen “Çok Boyutlu Öfke Ölçeği” kullanılmıştır. Cinsel işlev bozukluğunu
ölçmek için ise Rust ve Golombok (1983) tarafından geliştirilmiş olan ve Tuğrul,
Öztan ve Kabakçı (1993) tarafından uyarlanan “Golombok-Rust Cinsel Doyum
Ölçeği” kullanılmıştır. Bunların yanı sıra katılımcıların demografik bilgilerini elde
edebilmek amacı ile “Kişisel Bilgi Formu” ve genel psikolojik belirtilerini taramak
amacı ile ise “Kısa Semptom Envanteri” uygulanmıştır.
Araştırma sonuçlarına göre cinsel işlev bozukluğu olan grubun cinsel işlev
bozukluğu olmayan gruba göre öfke düzeyleri, kişilerarası iletişim tarzları, benlik
algıları ve genel psikolojik belirtileri açısından daha yüksek puanlar aldıkları
bulunmuştur. Regresyon analizleri incelendiğinde; cinsel işlev bozukluğu olan
kadınlarda intikama yönelik öfke tepkileri, benlik algısı, yaşamdan doyum almama
191
ve kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik değişkenlerinin; cinsel işlev
bozukluğu olan erkeklerde ise saldırgan davranışlar, küçümseyici kişilerarası iletişim
tarzı, benlik algısı, yaşamdan doyum almama ve kişilerarası ilişkilerden duyulan
memnuniyetsizlik değişkenlerinin cinsel işlev bozukluklarını yordadığı bulunmuştur.
Cinsel işlev bozukluğu olmayan kadınlarda küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı,
duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı, benlik algısı, yaşamdan doyum
almama, kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik ve somatizasyon
değişkenlerinin; cinsel işlev bozukluğu olmayan erkeklerde ise kaçıngan kişilerarası
iletişim tarzı, benlik algısı, yaşamdan doyum almama, kişilerarası ilişkilerden
duyulan memnuniyetsizlik ve olumsuz benlik değişkenlerinin cinsel yaşam kalitesini
yordadığı bulunmuştur.
Tüm sonuçlar
genel olarak
değerlendirildiğinde,
bulgular,
olumsuz
kişilerarası iletişim tarzı, yüksek öfke düzeyi ve olumsuz benlik algısının cinsel işlev
bozuklukları ile ilişkili olabileceği şeklinde yorumlanmıştır.
192
ABSTRACT
The purpose of this study is to examine the relationship of interpersonal
communication style, self-perception and anger with the sexual dysfunctions. By this
way, it is intended that how these factors influence the development and perpetuating
of sexual dysfunctions. The sample consists of 190 people who are between the ages
of 18-53 years old. Ninethy five people of sample have been diagnosed with sexual
dysfunctions and 95 people don’t have any sexual problems.
In order to verify the hypotheses of the study, “Interpersonal Communication
Style Inventory” was used which was developed by the students of Ankara
University Clinical Psychology Master Program. Besides that in order to assess the
self-perception “Social Comparison Scale” was used which was adapted by Şahin
and Şahin (1994) and to measure the anger variable “Multidimensional Anger
Inventory” was used which was developed by Siegel (1986). In order to measure the
sexual dysfunctions “Golombok-Rust Inventory of Sexual Satisfaction” (GRISS) was
used which was developed by Rust and Golombok (1983) and adapted by Tuğrul,
Öztan and Kabakçı (1993). Furthermore in order to get the demographic information
of participants “Personal Information Form” and to search the psychological
symptoms of participants “Brief Symptom Inventory” was used.
According to results, the score of people with sexual dysfunction on anger,
interpersonal communication style, self-perception and brief symptom inventory was
found higher than the score of people without sexual dysfunction. When the
regression analyses were examined, it was seen that, in women with sexual
dysfunction, sexual dysfunction was predicted by revengeful reactions, selfperception, dissatisfaction from life and interpersonal relationship. In men with with
193
sexual dysfunction, sexual dysfunction was predicted by aggressive behavior,
sarcastic interpersonal style, self-perception, dissatisfaction from life and
interpersonal relationship. In women without sexual dysfunction, sarcastic and
emotional avoidant interpersonal style, self-perception, dissatisfaction from life and
interpersonal relationship, somatic complaints predicted sexual satisfaction. In men
without
sexual
dysfunction,
avoidant
interpersonal
style,
self-perception,
dissatisfaction from life and interpersonal relationship, negative self predicted sexual
satisfaction.
It was concluded that negative interpersonal relationship style, anger and
negative self-concept is in correlation with sexual dysfunctions.
194
EKLER
Ek 1. Veri Toplama Araçları
Bu çalışma, insanların kişilerarası ilişki tarzları ile duygu durumları
arasındaki ilişkiyi araştırmaktadır. Ülkemizde bu alanda sınırlı sayıda çalışma
bulunmaktadır. Bu çalışmadan elde edilecek sonuçlar, alanda yapılacak yeni
araştırmalara ve olası yeni tedavi yöntemlerine ilişkin veri sağlaması açısından önem
arz etmektedir. Soruların doğru ya da yanlış cevabı bulunmamaktadır. Lütfen her
maddeyi eksiksiz ve içten bir şekilde doldurunuz. Değerlendirmeler grup temelinde
olacağından ankette kimliğinizi belirtecek bilgiler istenmemektedir. Katılımınız için
çok teşekkür ederiz.
Bu çalışma ile ilgili bilgi almak istediğiniz taktirde aşağıdaki iletişim
bilgilerini kullanabilirsiniz.
Ankara Üniversitesi
Klinik Psikoloji Yüksek Lisans Öğrencisi
Psikolog Emel ALKAN
e-mail: [email protected]
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Nesrin HİSLİ ŞAHİN
195
Kişisel Bilgi Formu
1- Yaş: …………….
2- Cinsiyet: K
E
3- Eğitim Durumunuz: Okur-Yazar Değil
İlkokul
Ortaokul
Lise
Üniversite
Doktora
4- Ortalama aylık net geliriniz?
500 YTL ve altı
501-1000 YTL
2001-2500 YTL
2501-3000YTL
Okur-Yazar
Yüksek Lisans
1001-1500 YTL
3001 YTL ve üstü
1501-2000 YTL
5- Şu anda bir işte çalışıyor musunuz?
Evet
Hayır
Emekli
Emekli-Çalışıyor
6- Medeni Durumunuz: Bekar (Hayatımda kimse yok)
var)
Sözlü-Nişanlı
Evli
Evli-ayrı yaşıyor
Boşanmış
7- Evli iseniz, evliliğinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok iyi
İyi
Orta
Kötü
Bekar (ilişkisi/sevdiği
Dul
Çok Kötü
8- Bekar, ama sözlü, nişanlı ya da herhangi tür bir ilişkiniz varsa, bu ilişkinizi
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok iyi
İyi
Orta
Kötü
Çok Kötü
9- Bekar, ama karşı cinsten biriyle hiçbir tür bağınız yoksa, bu durumunuzu
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok iyi
İyi
Orta
Kötü
Çok Kötü
10- Çocuk:
Yok
Var
……..tane
11- Kardeş sayısı (Kendiniz dahil): ……Erkek
……Kız
196
12- İçinde büyüdüğünüz ailenizin, size ne türden bir ilgi ve yakınlık gösterdiğini
düşünüyorsunuz?
Çok iyi
İyi
Orta
Kötü
Çok Kötü
13- Ekonomik açıdan kendinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok iyi
İyi
Orta
Kötü
14- Alkol kullanıyor musunuz?
Hiç
Nadiren
zaman
Arada sırada
15- Uyuşturucu vb. madde kullanıyor musunuz?
Hiç
Nadiren
Arada sırada
zaman
Çok Kötü
Sıklıkla
Her
Sıklıkla
Her
16- Genel olarak diğer insanlarla olan ilişkinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok iyi
İyi
Orta
Kötü
Çok Kötü
17- Karşı cinsle genel olarak ilişkinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok iyi
İyi
Orta
Kötü
Çok Kötü
18- Kendinizi fiziksel olarak nasıl görüyorsunuz?
Çok iyi
İyi
Orta
Kötü
Çok Kötü
19- Kendinizi ruh sağlığı açısından nasıl görüyorsunuz?
Çok iyi
İyi
Orta
Kötü
Çok Kötü
20- Kendinizi yalnız hissettiğiniz oluyor mu?
Hiç
Nadiren
Arada sırada
zaman
21- Yakın arkadaşınız var mı?
Çok fazla
Epey var
Orta derecede var
Sıklıkla
Biraz var
22- Genel olarak hayatınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok iyi
İyi
Orta
Kötü
Her
Hiç yok
Çok Kötü
23- Gelecek 5 yıl içerisinde yaşamınızın nasıl olacağını düşünüyorsunuz?
197
Çok iyi
İyi
Orta
Kötü
Çok Kötü
24- Herhangi bir psikiyatrik hastalığınız ya da psikolojik rahatsızlığınız var mı?
(Yoksa 31. soruya geçebilirsiniz.)
Yok
Var (Belirtiniz……………………………………….)
25- Psikiyatrik hastalığınız ya da psikolojik rahatsızlığınız varsa, başlangıç
zamanı? ………..
26- Psikiyatrik hastalığınız ya da psikolojik rahatsızlığınız varsa, tedavi görüyor
musunuz?
Evet
Hayır
27- Bu rahatsızlığınıza ilişkin tedavi görüyorsanız, ne zaman başladınız?
………..
28- Tedavi içerisinde ilaç tedavisi de var mı?
Evet
Hayır
29- İlaç kullanıyorsanız, ne zamandır kullanıyorsunuz? ………..
30- Başka bir psikiyatrik hastalığınız ya da psikolojik rahatsızlığınız var mı?
Yok
Var (Belirtiniz……………………………………….)
31- Daha önce psikiyatrik tedavi gördünüz mü?
Evet
Hayır
32- Herhangi bir tıbbi hastalığınız var mı?
Yok
Var (Belirtiniz……………………………………….)
33- Ailenizde herhangi bir psikiyatrik hastalığı olan var mı?
Yok
Var (Belirtiniz……………………………………….)
34- Ailenizde herhangi bir tıbbi hastalığı olan var mı?
Yok
Var (Belirtiniz……………………………………….)
198
Kişilerarası İletişim Tarzı Ölçeği
YÖNERGE (AÇIKLAMA)
Lütfen her ifadeyi dikkatle okuyup, sizi ne kadar tanımladığını sağ tarafındaki seçeneklerden birini
işaretleyerek belirtiniz. Lütfen boş bırakmayınız. Seçeneklerde "doğru" ya da "yanlış" diye bir değerlendirme
yoktur, önemli olan sizin kendinizi nasıl tanımladığınızdır. Lütfen isim yazmayın. Katkılarınız için çok
teşekkür ederiz.
Sizi ne kadar tanımlıyor
0%
1 İnsanlarla konuşurken iğneleyici sözler söylemekten çekinmem.
25% 50% 75% 100%
(1) (2) (3) (4) (5)
2 Problemini anlatan bir kişinin, duygularından bahsetmesinden rahatsız olurum. ( 1 ) ( 2 ) ( 3 ) ( 4 ) ( 5 )
3 Problem yaşadığım bireyin ne hissettiğiyle ilgilenmem.
(1) (2) (3) (4) (5)
4 Karşımdaki insanı, yapmasını istediğim davranış konusunda zorlarım.
(1) (2) (3) (4) (5)
5 İnsanlara emir vererek bir işi daha çabuk yaptırabileceğimi düşünürüm.
(1) (2) (3) (4) (5)
6 Kendi çıkarım için başkalarına hoş sözler söylemekten kaçınmam.
Eleştirilmemek ya da reddedilmemek için kendi doğrularımı kendime
7
saklarım.
8 İstediklerimi yapmaları için gerektiğinde insanlara gözdağı veririm.
(1) (2) (3) (4) (5)
(1) (2) (3) (4) (5)
(1) (2) (3) (4) (5)
9 Karşımdaki bireyle konuşurken onu küçük düşürücü ifadeler kullandığım olur. ( 1 ) ( 2 ) ( 3 ) ( 4 ) ( 5 )
10 Sorduğum sorularla karşımdakini sıkıştırmaktan hoşlanırım.
(1) (2) (3) (4) (5)
11 İnsanları dinlerken, sık sık sıkılıp konuyu değiştirmeye çalışırım.
(1) (2) (3) (4) (5)
12 Birilerini dinlerken genelde elimde bir şeylerle oynuyor olurum.
(1) (2) (3) (4) (5)
13 Birini dinlerken oturduğum yerde kıpırdanmadan duramam.
(1) (2) (3) (4) (5)
14 Haksız olsam da karşımdaki kişi ne derse desin, kendimi savunurum.
(1) (2) (3) (4) (5)
15
Karşımdaki kişiye açıklama yapmaktansa, doğrudan ne yapması gerektiğini
söylemeyi tercih ederim.
(1) (2) (3) (4) (5)
16 Sohbet sırasında birini dinlemek istemesem de dinliyormuş gibi görünürüm.
İnsanlarla çatışmaktan ve aramızda var olan problemleri tartışmaktan
17
kaçınırım.
18 İnsanlarla sorunlarımı çözerken, kendi ihtiyaçlarımı ön planda tutarım.
(1) (2) (3) (4) (5)
19 İnsanlara istediğim bir şeyi yaptırmak için onları pohpohlarım.
(1) (2) (3) (4) (5)
20 Sinirlendiğimde sonradan pişman olacağım sözler söylerim.
(1) (2) (3) (4) (5)
21 Biri beni eleştiriyorsa “asıl sen kendine bak” derim.
(1) (2) (3) (4) (5)
22 Arkadaşlarıma kendi taktığım isimlerle seslenirim.
(1) (2) (3) (4) (5)
23 Dertlerini anlatan arkadaşıma, bunları boş vermesini söylerim.
(1) (2) (3) (4) (5)
24 Genellikle karşımdakileri dinlerken hiç soru sormam.
(1) (2) (3) (4) (5)
25 Karşımdakileri eleştirmekten kaçınmam.
(1) (2) (3) (4) (5)
26 İnsanlarla konuşurken duygularımı gizlemeye çalışırım.
(1) (2) (3) (4) (5)
27 Başkalarının hatalarını görürsem yüzlerine vururum.
(1) (2) (3) (4) (5)
(1) (2) (3) (4) (5)
(1) (2) (3) (4) (5)
199
Sizi ne kadar tanımlıyor
0%
25% 50% 75% 100%
28 Karşımdakilerin sorunlarını dinlemekten kaçınırım.
(1) (2) (3) (4) (5)
29 Başka insanların beğendiğim özelliklerini övmekten çekinirim.
(1) (2) (3) (4) (5)
30
Birini dinlerken anlamadığım ya da kaçırdığım bir yer olduğunda, sözünü
kesip anlayamadığımı ya da kaçırdığımı söyleyemem.
(1) (2) (3) (4) (5)
31 Söylediklerimin aynen yapılmasını beklerim.
(1) (2) (3) (4) (5)
32 İnsanların çoğunun aptal olduğuna inanırım.
(1) (2) (3) (4) (5)
33 Öfkelendiğimde genellikle bağırıp çağırırım.
(1) (2) (3) (4) (5)
34 Eğer bir kişiye kızmışsam öfkemi başkalarından çıkarırım.
(1) (2) (3) (4) (5)
35 Birisiyle konuşurken göz teması kurmaktan rahatsız olurum.
(1) (2) (3) (4) (5)
36 Birini dinlemek istemezsem ilgisiz sorularla geçiştirmeye çalışırım.
(1) (2) (3) (4) (5)
37 Sıkıcı konular açıldığında; konuyu hemen değiştiririm.
(1) (2) (3) (4) (5)
38
Sıklıkla konuşulan konu sonlanmadan başka bir konuya geçtiğimi fark ettiğim
olmuştur.
(1) (2) (3) (4) (5)
39
Kişilerarası sorunumu çözerken, karşımdakini anlamak zorunda olmadığımı
düşünürüm.
(1) (2) (3) (4) (5)
40 Genelde, almak istediğim cevabı alacağım türden sorular sorarım.
(1) (2) (3) (4) (5)
41 İnsanlar yaptığım övgüleri hak etmeseler de onları överim.
(1) (2) (3) (4) (5)
42 Biriyle tartışırken, tek amacım o tartışmayı kazanmaktır.
(1) (2) (3) (4) (5)
43 Karşımdakilerle içten içe alay etmekten hoşlanırım.
(1) (2) (3) (4) (5)
44 İnsanlara nasihat vermeyi severim.
(1) (2) (3) (4) (5)
45
İnsanların dış görünüşleri, onlara karşı davranışlarımı/konuşma
biçimimi/ilişkilerimi belirler.
(1) (2) (3) (4) (5)
46 İnsanlar, istediklerimi yapmazlarsa onlara küseceğimi bilirler.
(1) (2) (3) (4) (5)
47 Arkadaşlarıma isim takmaktan hoşlanırım.
(1) (2) (3) (4) (5)
48 Karşımdakini sorguya çekiyormuşum gibi sorular sorarım.
(1) (2) (3) (4) (5)
49 Çoğu zaman isteklerimi yaptırmak için insanlara karşı tehditkar olurum.
(1) (2) (3) (4) (5)
50
Karşımdaki kişi ile aynı düşünceleri paylaşmadığımda söylediklerini sonuna
kadar dinleyemem.
(1) (2) (3) (4) (5)
51 Çevremdeki insanları kendi istek ve gereksinimlerime göre yönlendiririm.
(1) (2) (3) (4) (5)
52 Başkalarına emirler vermekten hoşlanırım.
(1) (2) (3) (4) (5)
53
Karşımdakini dinlerken aklımda başka düşünceler olsa da onu anlıyormuş gibi
(1) (2) (3) (4) (5)
görünmeye devam ederim.
54 Çok öfkeli olduğum zaman gözüm hiç kimseyi görmez.
(1) (2) (3) (4) (5)
55 Başkasıyla konuşurken, cevabını pek önemsemediğim halde sorular sorarım.
(1) (2) (3) (4) (5)
56 Birileri benimle tartışırsa sonunda kırılabileceklerini bilirler.
(1) (2) (3) (4) (5)
57 İnsanların çoğunun riyakar olduğuna inanırım.
(1) (2) (3) (4) (5)
200
Sizi ne kadar tanımlıyor
0%
Birisi bana sorunlarını anlatmaya başladığında içimden “umarım fazla
58
uzatmaz” diye geçiririm.
59
25% 50% 75% 100%
(1) (2) (3) (4) (5)
İsteklerimi soru şeklinde (yapar mısın, eder misin gibi) yöneltmek yerine
doğrudan (yap, et gibi) ifade etmeyi tercih ederim.
(1) (2) (3) (4) (5)
60 Kendi düşüncelerimi savunmak için gerekirse karşımdakini kırarım.
(1) (2) (3) (4) (5)
Çok Boyutlu Öfke Ölçeği
(Öfkeyle İlişkili Davranışlar Alt Ölçeği)
Sizi öfkelendiren bir durumda kaldığınızda aşağıdaki davranışları ne
sıklıkla gösterirsiniz?
Hiç Nadiren Arada Sıklıkla Her
sırada
zaman
1. Soğukkanlılığımı korurum.
2. Sinirimi boşaltmaya çalışırım.
3. Bana nasıl böyle bir haksızlık yapıldığını düşünürüm.
4. Kontrolümü kaybedeceğim düşüncesine kapılırım.
5. Bunlar başıma neden geliyor diye düşünürüm.
6. Ne yapacağımı düşünürüm.
7. Sağa-sola vururum.
8. Çözüme yönelik düşünmeye başlarım.
9. İnsanlar bana bağırırsa ben de onlara bağırırım.
10. Benimle aynı fikirde olmayan insanlarla tartışmaya
girmekten kendimi alamam.
11. Şiddet gösteririm.
12. Gözüme bir şey gözükmez.
13. En iyi savunma saldırıdır diye düşünürüm.
14. Unutmaya çalışırım.
15. Herkes kadar ben de kavga ederim.
16. Haklarımı korumak için fiziksel şiddete başvurmam
gerekirse, yaparım.
17. Daha da sakinleşmeye çalışırım.
18. Kendime sürekli sakin ol diye telkinlerde bulunurum.
19. Sakinleşmek için olayın nedenlerini sorgularım.
201
Hiç Nadiren Arada Sıklıkla Her
sırada
zaman
20. Kendi kendine geçmesini beklerim.
21. Kendimi sakinleştirmeye çalışırım.
22. Hoşlanmadığım fikirlerimi örtbas etmeye çalışırım.
23. Umutsuzluğa düşerim.
24. Kendimden başka bir şey düşünemem.
25. Öfkemi göstermem.
26. Soğukkanlılığımı kaybettiğim zaman, birine tokat
atabilirim.
Çok Boyutlu Öfke Ölçeği
(Kişilerarası Öfke Alt Ölçeği)
Sizi öfkelendiren bir insan karşısında aşağıdaki davranışları ne sıklıkla
gösterirsiniz?
1. Kendini suçlu hissetmesi için uğraşırım.
2. Beni bu şekilde sinirlendirmeye hakkı yok diye düşünürüm.
3. Onu mahvetmek isterim.
4. Onu hiç önemsemediğimi gösteren bir davranış yaparım.
5. Anında parlarım.
6. Sonuna kadar götüremeyeceğim tehditleri sıkça savururum.
7. Hakaret ederim.
8. Karşımdakini cezalandırmak isterim.
9. Dedikodusunu yaparım.
10. Hakkında düşündüklerimi ona söylerim.
11. Burnunun ortasına bir yumruk hakediyor diye düşünürüm.
12. Bunu kasıtlı yapıyor diye düşünürüm.
13. Beni sevmediğini düşünürüm.
14. Beni önemsemediğini düşünürüm.
15. Karşımdakinden intikam almak isterim.
16. Ona her türlü kötülüğü yapmak isterim.
17. O anda öcümü almak isterim.
18. Onu aşağılamak isterim.
19. Bana böyle acı çektirmemeliydi diye düşünürüm.
20. İstediklerinin tam tersini yaparım.
Hiç Nadiren Arada Sıklıkla Her
sırada
zaman
202
21. Gerekmedikçe konuşmam, ilgi göstermem.
22. Saatlerce öfkeli kalırım.
23. Beni hayal kırıklığına uğrattı diye düşünürüm.
24. Bana patronluk taslıyor diye düşünürüm.
25. Kendimi savunarak konuşurum.
26. Onu yaptığına pişman ettirmek isterim.
27. Kendini ne sanıyor diye düşünürüm.
28. Yüksek sesle bağırırım.
29. Aklımdan neyi yanlış yaptım diye geçer.
30. Nasıl tepkiler vereceğimi düşünürüm.
31.
32.
33.
34.
35.
36.
37.
38.
39.
40.
41.
42.
43.
44.
45.
46.
47.
Sakin olmaya çalışırım.
Kendimi kontrol etmem gerektiğini düşünürüm.
Onu yenmeye çalışırım.
Ona, neye yol açtığını iyice göstermeye çalışırım.
İçimden onun ne kadar aşağılık biri olduğu geçer.
Benden istediklerini yapmam.
Ona mutlaka birşeyler söylemem gerektiğini düşünürüm.
Kim olduğumu ona gösteririm.
Benimle alay ettiğini düşünürüm.
Ona gününü göstermek isterim.
Canı kavga istiyor diye düşünürüm.
İçime kapanırım.
Gülerim.
Hiç aldırmam
Görmezden gelirim.
Suçu kendimde ararım.
Ben ondan bunun acısını çıkarırım diye düşünürüm
Hiç Nadiren Arada
sırada
Sıklıkla Her
zaman
203
Sosyal Karşılaştırma Ölçeği
Sizin de bildiğiniz gibi, hepimiz zaman zaman kendimizi diğer insanlarla karşılaştırır
ve bazı değerlendirmeler yaparız. Bu değerlendirmeler sonucunda kendimizle ilgili
bazı fikirler ediniriz. Sizin de kendinizle ilişkili bazı kişisel görüşleriniz mutlaka
vardır. Lütfen, aşağıdaki sıfatların her birinde sizi en iyi yansıtan sayıyı bularak
üzerine (X) işarati koyunuz.
Yetersiz
1
2
3
4
5
6
Yeterli/üstün
Beceriksiz
1
2
3
4
5
6
Becerikli
Başarısız
1
2
3
4
5
6
Başarılı
Sevilmeyen biri
1
2
3
4
5
6
Sevilen biri
İçe dönük
1
2
3
4
5
6
Dışa dönük
Yalnız
1
2
3
4
5
6
Yalnız değil
Dışta bırakılmış
1
2
3
4
5
6
Kabul edilmiş
Sabırsız
1
2
3
4
5
6
Sabırlı
Hoşgörüsüz
1
2
3
4
5
6
Hoşgörülü
Söyleneni yapan
1
2
3
4
5
6
İnsiyatif sahibi
Korkak
1
2
3
4
5
6
Cesur
Kendine güvensiz
1
2
3
4
5
6
Kendine güvenli
Çekingen
1
2
3
4
5
6
Atılgan
Dağınık
1
2
3
4
5
6
Düzenli
Pasif
1
2
3
4
5
6
Aktif
Kararsız
1
2
3
4
5
6
Kararlı
Antipatik
1
2
3
4
5
6
Sempatik
Boyun eğici
1
2
3
4
5
6
Hakkını arayıcı
204
Kısa Semptom Envanteri
Aşağıda insanların bazen yaşadıkları belirtiler ve yakınmaların bir listesi
verilmiştir. Listedeki her maddeyi lütfen dikkatle okuyun. Daha sonra o
belirtinin SİZİ BUGÜN DAHİL, SON BİR HAFTADIR NE KADAR
RAHATSIZ ETTİĞİNİ yandaki bölmede uygun olan yerde işaretleyin. Her
belirti için sadece bir yeri işaretlemeye ve hiçbir maddeyi atlamamaya özen
gösterin.
1. İçinizdeki sinirlilik ve titreme hali
2. Baygınlık, baş dönmesi
3. Bir başka kişinin sizin düşüncelerinizi kontrol edeceği fikri
4. Başınıza gelen sıkıntılardan dolayı başkalarının suçlu olduğu
duygusu
5. Olayları hatırlamada güçlük
6. Çok kolayca kızıp öfkelenme
7. Göğüs (kalp) bölgesinde ağrılar
8. Meydanlık (açık) yerlerden korkma duygusu
9. Yaşamınıza son verme düşünceleri
10. İnsanların çoğuna güvenilemeyeceği hissi
11. İştahta bozukluklar
12. Hiçbir nedeni olmayan ani korkular
13. Kontrol edemediğiniz duygu patlamaları
14. Başka insanlarla beraberken bile yalnızlık hissetmek
15. İşleri bitirme konusunda kendini engellenmiş hissetmek
16. Yalnızlık hissetmek
17. Hüzünlü, kederli hissetmek
18. Hiçbir şeye ilgi duymamak
19. Ağlamaklı hisetmek
20. Kolayca incinebilme, kırılmak
21. İnsanların sizi sevmediğine, kötü davrandığına inanmak
22. Kendini diğerlerinden daha aşağı görme
23. Mide bozukluğu, bulantı
24. Diğerlerinin sizi gözlediği ya da hakkınızda konuştuğu duygusu
Bu belirtiler son bir haftadır
sizde ne kadar var?
Çok
Hiç
fazla
205
25. Uykuya dalmada güçlük
26. Yaptığınız şeyleri tekrar tekrar doğru mu diye kontrol etmek
27. Karar vermede güçlükler
28. Otobüs, tren, metro gibi umumi vasıtalarla seyahatlerden korkmak
29. Nefes darlığı, nefessiz kalmak
30. Sıcak soğuk basmaları
31. Sizi korkuttuğu için bazı eşya, yer ya da etkinliklerden uzak
kalmaya çalışmak
32. Kafanızın “bomboş” kalması
33. Bedeninizin bazı bölgelerinde uyuşmalar, karıncalanmalar
34. Günahlarınız için cezalandırılmanız gerektiği
35. Gelecekle ilgili umutsuzluk duyguları
36. Konsantrasyonda (dikkati birşey üzerinde toplama) güçlük /
zorlanma
37. Bedenin bazı bölgelerinde zayıflık, güçsüzlük hissi
38. Kendini gergin ve tedirgin hissetmek
39. Ölme ve ölüm üzerine düşünceler
40. Birini dövme, ona zarar verme, yaralama isteği
41. Birşeyleri kırma, dökme isteği
42. Diğerlerinin yanındayken yanlış birşeyler yapmamaya çalışmak
43. Kalabalıklarda rahatsızlık duymak
44. Bir başka insana hiç yakınlık duymamak
45. Dehşet ve panik nöbetleri
46. Sık sık tartışmaya girmek
47. Yalnız bırakıldığında / kalındığında sinirlilik hissetmek
48. Başarılarınız için diğerlerinden yeterince takdir görmemek
49. Yerinde duramayacak kadar tedirgin hissetmek
50. Kendini değersiz görmek / değersizlik duyguları
51. Eğer izin verirseniz insanların sizi sömüreceği duygusu
52. Suçluluk duyguları
53. Aklınızda bir bozukluk olduğu fikri
Bu belirtiler son bir
haftadır sizde ne kadar
var?
Çok
Hiç
fazla
206
Golombok-Rust Cinsel Doyum Ölçeği
Kadın Formu
Aşağıda cinsel yaşamla ilgili sorular yer almaktadır. Her soru için "hiçbir zaman",
"nadiren", "bazen", "çoğu zaman", "her zaman" şeklinde beş cevap şıkkı yer
almaktadır. Sizden istenen kendi cinsel yaşamınızı göz önüne alarak soruları
cevaplandırmanızdır.
Cevaplandırırken;
1. Her soruyu dikkatle okuyunuz.
2. Sorulan durumun son zamanlarda ne kadar sıklıkta ortaya çıktığını
düşününüz.
3. Söz konusu durumun ne kadar sıklıkta ortaya çıktığına karar verdikten
sonra, o seçeneğin altındaki daireyi [X] işareti koyarak ( ) veya içini
karalayarak ( ) cevabınızı belirtiniz.
●
4. Hiçbir soruyu cevapsız bırakmayınız.
Lütfen soruları içtenlikle ve dürüstçe cevaplandırmaya özen gösteriniz.
Cevaplandırırken, başkalarının görüşlerini dikkate almadan sadece kendi
görüşünüzü belirtiniz.
207
Hiçbir
Çoğu
Her
Nadiren Bazen
zaman
zaman zaman
1. Haftada iki defadan fazla cinsel
birleşmede bulunur musunuz?
2. Eşinize, cinsel ilişkinizle ilgili olarak
nelerden hoşlanıp nelerden
hoşlanmadığınızı söyleyebilir misiniz?
3. Cinsel yönden kolay uyarılır mısınız?
4. Cinsel ilişki sırasında boşalmak için
henüz erken olduğunu düşünürseniz
boşalmayı geciktirebilir misiniz?
5. Eşinizle olan cinsel yaşamınızı tekdüze
(monoton) buluyor musunuz?
6. Eşinizin cinsel organına dokunup
okşamaktan rahatsızlık duyar mısınız?
7. Eşinizin sizinle sevişmek istediğinde,
tedirgin ve endişeli olur musunuz?
8. Cinsel organınızın, eşinizin cinsel
organına girmesinden hoşlanmadığını
sorar mısınız?
9. Eşinize, cinsel ilişkinizle ilgili nelerden
hoşlanıp hoşlanmadığını sorar mısınız?
10. İlişki sırasında cinsel organınızın
sertleşmediği olur mu?
11. Eşinizle olan cinsel ilişkinizde sevgi ve
şefkatin eksik olduğunu hisseder
misiniz?
12. Eşinizin, cinsel organınıza dokunup,
okşamasından zevk alır mısınız?
13. Cinsel birleşme sırasında erken
boşalmayı engelleyebilir misiniz?
14. Eşinizle sevişmekten kaçınır mısınız?
15. Eşinizle olan cinsel ilişkinizi tatminkar
buluyor musunuz?
16. Önsevişme (öpme, okşama gibi)
sırasında cinsel organınızın sertleştiği
olur mu?
17. Bir hafta boyunca cinsel ilişkide
bulunmadığınız olur mu? (hastalık gibi
nedenler dışında)
18. Eşinizle karşılıklı mastürbasyon
yapmaktan (kendinizi tatmin etmekten)
zevk alır mısınız?
19. Eşinizle sevişmek istediğinizde ilişkiyi
siz başlatır mısınız?
20. Eşinizin sizi sevip okşamasından
hoşlanır mısınız?
208
Hiçbir
Çoğu
Her
Nadiren Bazen
zaman zaman
zaman
21. İstediğiniz kadar sık cinsel ilişkide
bulunur musunuz?
22. Eşinizle sevişmeyi reddettiğiniz olur
mu?
23. Cinsel birleşme sırasında cinsel
organınızın sertliğini kaybettiği olur
mu?
24. Cinsel organınız eşinizin cinsel
organına girer girmez istemeden
boşaldığınız olur mu?
25. Eşinize sarılıp, vücudunu okşamaktan
zevk alır mısınız?
26. Cinsel yaşama karşı ilgisizlik duyar
mısınız?
27. Cinsel organınız eşinizin cinsel
organına girmek üzereyken, istemeden
boşaldığınız olur mu?
28. Sevişme sırasında yaptıklarınızdan
tiksinti duyar mısınız?
209
Golombok-Rust Cinsel Doyum Ölçeği
Erkek Formu
Aşağıda cinsel yaşamla ilgili sorular yer almaktadır. Her soru için "hiçbir
zaman", "nadiren", "bazen", "çoğu zaman", "her zaman" şeklinde beş cevap
şıkkı yer almaktadır. Sizden istenen kendi cinsel yaşamınızı göz önüne alarak
soruları cevaplandırmanızdır.
Cevaplandırırken;
1. Her soruyu dikkatle okuyunuz.
2. Sorulan durumun son zamanlarda ne kadar sıklıkta ortaya çıktığını
düşününüz.
3. Söz konusu durumun ne kadar sıklıkta ortaya çıktığına karar verdikten
sonra, o seçeneğin altındaki daireyi [X] işareti koyarak ( ) veya içini
karalayarak ( ) cevabınızı belirtiniz.
●
4. Hiçbir soruyu cevapsız bırakmayınız.
Lütfen sorulan içtenlikle ve dürüstçe cevaplandırmaya özen gösteriniz.
Cevaplandırırken, başkalarının görüşlerini dikkate almadan, sadece kendi
görüşünüzü belirtiniz.
210
Hiçbir
Nadiren
zaman
1. Haftada iki defadan fazla cinsel
birleşmede bulunur musunuz?
2. Eşinize, cinsel ilişkinizle ilgili
olarak nelerden hoşlanıp nelerden
hoşlanmadığınızı söyleyebilir
misiniz?
3. Cinsel yönden kolay uyarılır
mısınız?
4. Cinsel ilişki sırasında boşalmak için
henüz erken olduğunu düşünürseniz
boşalmayı geciktirebilir misiniz?
5. Eşinizle olan cinsel yaşamınızı
tekdüze (monoton) buluyor
musunuz?
6. Eşinizin cinsel organına dokunup
okşamaktan rahatsızlık duyar
mısınız?
7. Eşinizin sizinle sevişmek
istediğinde, tedirgin ve endişeli olur
musunuz?
8. Cinsel organınızın, eşinizin cinsel
organına girmesinden
hoşlanmadığını sorar mısınız?
9. Eşinize, cinsel ilişkinizle ilgili
nelerden hoşlanıp hoşlanmadığını
sorar mısınız?
10. İlişki sırasında cinsel organınızın
sertleşmediği olur mu?
11. Eşinizle olan cinsel ilişkinizde
sevgi ve şefkatin eksik olduğunu
hisseder misiniz?
12. Eşinizin, cinsel organınıza
dokunup, okşamasından zevk alır
mısınız?
13. Cinsel birleşme sırasında erken
boşalmayı engelleyebilir misiniz?
14. Eşinizle sevişmekten kaçınır
mısınız?
15. Eşinizle olan cinsel ilişkinizi
tatminkar buluyor musunuz?
16. Önsevişme (öpme, okşama gibi)
sırasında cinsel organınızın
sertleştiği olur mu?
17. Bir hafta boyunca cinsel ilişkide
bulunmadığınız olur mu? (hastalık
gibi nedenler dışında)
Bazen
Çoğu
zaman
Her
zaman
211
Hiçbir
Nadiren
zaman
18. Eşinizle karşılıklı mastürbasyon
yapmaktan (kendinizi tatmin
etmekten) zevk alır mısınız?
19. Eşinizle sevişmek istediğinizde
ilişkiyi siz başlatır mısınız?
20. Eşinizin sizi sevip okşamasından
hoşlanır mısınız?
21. İstediğiniz kadar sık cinsel ilişkide
bulunur musunuz?
22. Eşinizle sevişmeyi reddettiğiniz
olur mu?
23. Cinsel birleşme sırasında cinsel
organınızın sertliğini kaybettiği olur
mu?
24. Cinsel organınız eşinizin cinsel
organına girdikten hemen sonra
(girer girmez) istemeden
boşaldığınız olur mu?
25. Eşinize sarılıp, vücudunu
okşamaktan zevk alır mısınız?
26. Cinsel yaşama karşı ilgisizlik duyar
mısınız?
27. Cinsel organınız eşinizin cinsel
organına daha henüz girmeden
(girmek üzereyken), istemeden
boşaldığınız olur mu?
28. Sevişme sırasında yaptıklarınızdan
tiksinti duyar mısınız?
Bazen
Çoğu
zaman
Her
zaman
212
Ek 2. Psikiyatrist Hasta Değerlendirme Formu
Psikiyatrist Hasta Değerlendirme Formu
Bu çalışma kapsamında muayene ettiğiniz her hasta için aşağıda yer alan
bilgileri doldurmanız çalışmamız açısından büyük önem arz etmektedir. Yardım ve
katkılarınız için çok teşekkür ederiz.
Ankara Üniversitesi
Klinik Psikoloji Yüksek Lisans Öğrencisi
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Nesrin HİSLİ ŞAHİN
Psikolog Emel ALKAN
1. Yaş:
3. Cinsel yönelim:
4. Bu hasta ile ilk görüşmeniz mi?
5. İlişki durumu:
2. Cinsiyet:
Heteroseksüel ( )
Homoseksüel ( )
Biseksüel ( )
Evet ( )
Hayır ( )
Bekar ( ) Evli ( ) (Evlilik sayısı ....)
Ayrı ( )
Boşanmış ( )
Ciddi ilişki ( ) Beraber yaşama ( )
Rastgele buluşma ( )
6. Cinsel işlev bozukluğu
7. Başlangıcı:
8. Rahatsızlığın başlangıcı sağda yer
alan şıklarda belirtilen durum ya
da durumlara denk düşüyor mu?
9. Hasta cinsel işlev bozukluğu ile
ilgili olarak daha önce bir hekime
başvurmuş mu?
10. Hasta cinsel işlev bozukluğuna
ilişkin daha önce bir tedavi
görmüş mü?
11. Hastada cinsel işlev bozukluğuna
eşlik eden bir tanı var mı?
Yaşam boyu ( )
Edinsel ( )
Edinsel ise ne zaman? ..........
a) Tıbbi amaçlı bir ilaç kullanımı
b) Eğlence amaçlı yasadışı madde
kullanımı
c) Stresli bir yaşam olayı (örn. iş
kaybı, çocuk doğumu gibi)
d) İlişki çatışmaları, kişilerarası
zorluklara
Evet ( ) Hayır ( )
Evet ( )
Hayır ( )
Var ( )
Yok ( )
□
b) ya da bu tanı cinsel işlev bozukluğuna bağlı olarak mı gelişmiş?□
12. Varsa a) bu tanı cinsel işlev bozukluğundan önce mi gelişmiş?
213
Ek 3. Psikiyatrist Bilgi Formu
Psikiyatrist Bilgi Formu
Bu çalışma, insanların kişilerarası ilişki tarzları ile duygu durumları
arasındaki ilişkiyi araştırmaktadır. Ülkemizde bu alanda sınırlı sayıda çalışma
bulunmaktadır. Bu çalışmadan elde edilecek sonuçlar, alanda yapılacak yeni
araştırmalara ve olası yeni tedavi yöntemlerine ilişkin veri sağlaması açısından önem
arz etmektedir. Bu bağlamda çalışmamıza gösterdiğiniz katkı ve yardımlarınız için
çok teşekkür ederiz.
Ankara Üniversitesi
Klinik Psikoloji Yüksek Lisans Öğrencisi
Psikolog Emel ALKAN
e-mail: [email protected]
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Nesrin HİSLİ ŞAHİN
1. Yaşınız:
2. Cinsiyetiniz:
3. Uzmanlığınızı aldığınız üniversite/eğitim
hastanesi:
4. Herhangi özel bir alanda sertifikanız var
mı?
5. Varsa hangi alanda ve nereden?
6. Kaç yıldır psikiyatrist olarak
çalışıyorsunuz?
7. Hastalarınıza tanı koyarken hangi
sınıflandırma sistemini kullanıyorsunuz?
Evet ( )
Hayır ( )
DSM-IV-R ( )
ICD-10 ( )
Diğer ......
214
Ek 4. Araştırma Değişkenleri Arasındaki İlişkiler
Kadınlarda kişilerarası iletişim tarzları, öfke, benlik algısı ve cinsel işlev bozuklukları arasındaki Pearson Momentler Çarpımı
Korelasyonları
1
1.kat
2.baskın t
3.kaçıngn t.
4.öfkeli tarz
5.duygdnkc.
6.manipultif
7.küçümseyci
8.öfke
9.öfke in
10.intikam
11.pasf agrsif
12.içedönük
13.umrsamaz
14.Öfke d
15.saldırgan
16.sakin
17.kaygılı
18.skö
19.GRCDÖ
20.ARİZONA
21.sıklık
22.iletişim
23.doyum
24.kaçınma
25.dokunma
26.vajinismus
27.anorgasmi
1,00
.84**
.84**
.84**
.63**
.78**
.64**
.51**
.44**
.47**
.26*
.04
.20
.53**
.53**
-.03
.30**
-.26*
.31**
.23*
.23*
.22*
.15
.38**
.30**
.18
.17
2
1,00
.57**
.73**
.29**
.56**
.72**
.44**
.39**
.48**
.22*
-.11
.11
.42**
.57**
-.18
.17
-.16
.23*
.12
.18
.14
.08
.34**
.27*
.13
.13
3
1,00
.65**
.61**
.57**
.39**
.38**
.30**
.30**
.17
.03
.27*
.48**
.36**
.16
.22*
-.30**
.34**
.25*
.23*
.25*
.23*
.32**
.25*
.26*
.20
4
1,00
.29**
.57**
.60**
.57**
.49**
.54**
.29**
.02
.11
.63**
.69**
-.12
.38**
-.07
.28**
.18
.18
.20
.11
.45**
.35**
.03
.16
5
1,00
.51**
.09
.13
.12
.06
.02
.19
.23*
.12
-.07
.22*
.11
.30**
.13
.17
.12
.08
.11
.07
.02
.15
.09
6
1,00
.39**
.45**
.41**
.41**
.28**
.12
.13
.42**
.42**
-.06
.30**
-.20
.25*
.22*
.19
.19
.06
.31**
.28**
.18
.10
7
1,00
.38**
.34**
.42**
.25*
-.11
.01
.38**
.54**
-.22*
.21*
-.17
.18
.09
.18
.16
.08
.23*
.20
.12
.07
8
1,00
.97**
.91**
.74**
.46**
.12
.75**
.68**
-.02
.55**
.02
.13
.13
.06
.08
-.02
.32*
.22*
-.05
.11
9
1,00
.93**
.77**
.46**
.13
.58**
.59**
-.12
.46**
.04
.08
.12
.00
.06
-.07
.26*
.17
-.06
.08
10
1,00
.58**
.23*
-.05
.55**
.71**
-.28**
.39**
-.06
.12
.12
.05
.13
-.06
.28**
.22*
-.04
.10
11
1,00
.24*
.19
.39**
.41**
-.10
.33**
.26*
-.23*
-.15
-.19
-.22*
-.28**
.03
-.11
-.23*
.16-
12
1,00
.03
.30**
-.06
.35**
.37**
-.01
.26*
.31**
.12
.12
.27*
.24*
.18
.12
.24*
13
1,00
.04
-.20
.29**
.07
.07
-.02
.04
-.10
-.04
-.07
-.03
.02
.03
.00
14
1,00
.72**
.28**
.61**
-.04
.23*
.12
.19
.13
.12
.38**
.27**
.02
.16
15
1,00
-.40**
.37**
-.09
.16
.06
.14
.13
.04
.33**
.26*
-.04
.11
16
1,00
-.06
.06
.02
.02
.02
.00
.07
.02
-.06
-.02
.04
17
1,00
.01
.22*
.19
.20
.05
.12
.26*
.25*
.17
.13
18
1,00
-.46**
-.42**
-.36**
-.33**
-.44**
-.24*
-.30**
-.39**
-.35**
19
1,00
.86**
.66**
.69**
.78**
.82**
.86**
.53**
.84**
20
Mean
Sd
1,00
.48**
.59**
.69**
.64**
.72**
.32**
.84**
118.91
22.89
22.11
21.12
22.46
21.62
8.7
198.22
126.76
56.49
31.81
32.44
6.01
71.46
25.2
32.74
13.52
84.09
42.51
16.43
4.19
3.54
6.06
5.09
4.43
5.66
7.1
27.88
7.68
6.14
6.95
6.65
5.4
3.09
31.21
25.34
18.21
7.06
5.78
2.63
8.73
7.39
5.61
3.0
14.92
21.85
5.25
2.06
2.14
3.86
4.09
3.96
4.9
4.18
*p<.05; **p<.01
215
Erkeklerde kişilerarası iletişim tarzları, öfke, benlik algısı ve cinsel işlev bozuklukları arasındaki Pearson Momentler Çarpımı
Korelasyonları
1. kat
2. baskn
3.kacngn
4. öfkeli
5. dygdnkac
6. maniplatf
7. kücümsyci
8. öfke
9. öfkein
10. intikam
11.pasfagres
12.icedonuk
13. umursmz
14. öfked
15. saldırgn
16. sakin
17. kaygılı
18. skö
19. GRCDÖ
20. ACYÖ
21. sıklık
22. iletsim
23. doyum
24. kacınma
25. dokunma
26. erkboslm
27. empotns
1
2
3
1,00
.89**
.85**
.81**
.78**
.83**
.68**
.66**
.61**
.59**
.48**
.26**
.08
.55**
.63**
.04
.19
-.33**
.48**
.11
.16
.27**
.23*
.42**
.41**
.34**
.21*
1,00
.70**
.71**
.57**
.61**
.65**
.65**
.63**
.66**
.47**
.20*
.04
.44**
.67**
-.13
.11
-.31**
.36**
.03
.11
.23*
.22*
.32**
.42**
.18
.09
130.21
26.21
23.28
1,00
22.36
.56**
1,00
24.28
.63**
.56**
1,00
24.38
.67**
.58**
.64**
1,00
9.70
.56**
.46**
.35**
.51**
1,00
193.25
.55**
.64**
.40**
.49**
.47**
1,00
120.51
.48**
.57**
.34**
.44**
.47** .96**
1,00
53.04
.47**
.53**
.32**
.38**
.47** .85** .92**
1,00
30.49
.36**
.51**
.25*
.40**
.36** .82** .85** .69**
1,00
29.81
.19
.31**
.11
.28**
.15
.59** .57** .25*
.50**
1,00
7.17
.07
.01
.15
.06
.09
.07
.04
-.16
-.09
.20*
1,00
72.74
.50**
.57**
.39**
.42**
.30** .71** .48** .36**
.45** .41** .11
1,00
26,02
.46**
.67**
.42**
.37**
.39** .71** .63** .71**
.49** .09
-.14
.64**
1,00
33.95
.13
.01
.05
.16
.00
.13
-.05
-.28** .05
.37** .36** .53** -.24*
1,00
12.76
.25*
.21*
.16
.13
.03
.32** .16
.05
.18
.32** .03.58** .16
.21*
1,00
86.56
-.32** -.20
-.26** -.27** -.24* -.19
-.24* -.35** -.07
-.05
.22*
.02
-.16
.24*
-.03
1,00
31.89
.47**
.41**
.46**
.35**
.23*
.32** .28** .33**
.16
.10
-.10
.26** .40** -.08
.05
-.43**
1,00
.17
.14
.14
.12
-.14
.04
.04
.08
-.04
-.00
-.10
.05
.10
-.05
.04
-.25*
.50**
1,00 11.79
3.27
.14
.22*
.10
.08
.12
.19
.18
.15
.17
.14
-.06
.14
.12
.04
.09
-.23*
.51** .23*
2.63
.33**
.20*
.15
.20*
.22*
.15
.16
.25*
.07
-.07
-.09
.07
.21*
-.13
-.03 -.39**
.56** .25*
5.66
.24*
.27**
.15
.11
.10
.29** .29** .30**
.22*
.16
-.15
.19
.30** -.10
.12
-.35**
.68** .16
1.93
.29**
.31**
.46**
.35**
.36** .24*
.23*
.23*
.15
.10
.05
.17
.22*
-.03
.09
-.25*
.53** .14
2.04
.34**
.32**
.35**
.20*
.40** .30** .28** .35**
.13
-.01
.04
.21*
.42** -.20* .09
-.24*
.50** .15
.34**
.30**
.40**
.29**
.09
.15
.13
.15
.05
.08
-.07
.15
.24*
-.01
-.06 -.14
.74** .36** 6.47
.24*
.25*
.25*
.21*
-.11
.16
.10
.10
.06
.11
-.08
.25*
.25*
.10
.01
-.28**
.67** .69** 4.69
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
*p<.05; **p<.01
216
Mean
Sd
33.3
9.09
6.86
7.07
6.75
7.02
3.83
31.0
24.8
17.2
6.47
6.05
3.15
10.0
7.40
6.40
3.31
12.4
13.3
3.27
1.99
2.10
3.30
1.95
2.37
4.56
3.99
217
Download