T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ UYGULAMALI PSİKOLOJİ ANABİLİM DALI CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI VE KİŞİLERARASI TARZ, ÖFKE, KENDİLİK ALGISI Yüksek Lisans Tezi Emel ALKAN Ankara-2008 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ UYGULAMALI PSİKOLOJİ ANABİLİM DALI CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI VE KİŞİLERARASI TARZ, ÖFKE, KENDİLİK ALGISI Yüksek Lisans Tezi Emel ALKAN Tez Danışmanı Prof. Dr. Nesrin HİSLİ ŞAHİN Ankara-2008 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ UYGULAMALI PSİKOLOJİ ANABİLİM DALI CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI VE KİŞİLERARASI TARZ, ÖFKE, KENDİLİK ALGISI Yüksek Lisans Tezi Tez Danışmanı: Prof. Dr. Nesrin HİSLİ ŞAHİN Tez Jürisi Üyeleri Adı ve Soyadı İmzası ...................................................... ........................................ ...................................................... ........................................ ...................................................... ........................................ Tez Sınavı Tarihi .................................. TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim.(……/……/200…) Tezi Hazırlayan Öğrencinin Adı ve Soyadı Emel ALKAN İmzası TEŞEKKÜR Tez süresinde son aşamaya kadar yardımını esirgemeyen, akademik ve manevi desteği ile tezimi tamamlamamda önemli katkısı olan tez danışmanım ve değerli hocam Prof. Dr. Nesrin Hisli Şahin’e sonsuz tesekkürlerimi sunarım. Tezim sırasında yardım talebimi geri çevirmeyip büyük sabır ve anlayış gösteren degerli jüri üyelerim Doç. Dr. Ayşegül Durak Batıgün’e ve Doç. Dr. Elif Kabakçı’ya çok teşekkür ederim. Yüksek Lisans öğrenimim süresince dostlukları ve destekleriyle hayatımda olmalarıyla kendimi çok şanslı hissettiğim ve çalışmanın her aşamasında her şekilde beni motive eden, her daim yanımda olduğunu hissettiren çok değerli arkadaşlarım Uzm. Psk. Çisem Utku Ural’a, Uzm. Psk. Belgin Üstün’e, Uzm. Psk. İrem Öker’e ve Uzm. Psk. Sezer Kent Oduncu’ya sonsuz teşekkürler... Lisans eğitimim ile hayatıma giren ve uzun yıllar boyunca da her daim yanımda olacaklarına inandığım, kilometrelerce uzakta olsalar da tezimin tamamlanmasında önemli katkılarını esirgemeyen çok değerli arkadaşlarım, Uzm. Psk. Aylin Gündoğdu Özgül’e, Uzm. Psk. Burcu Bölükbaşı’na ve Psk. Jülide Aktürk’e çok teşekkürler... Tezimde örnekleme ulaşmamda yardımlarını esirgemeyen Dr. Asena Canyiğit’e, Dr. Berat Cem Özgür’e, Dr. Şule Yılmaz’a, Dr. Sibel Tezcan’a, Dr. Göksel Bayam’a, Psk. Bilge Alpdündar’a, Psk. Gülay Çivi’ye, Doç. Dr. Demokan Erol’a, Doç. Dr. Ayhan Karabulut’a, Dr. Kenan Öztorum’a, iş arkadaşlarıma ve Hıfzıssıhha Mektebi 5 Müdürlüğü’nde görev yapan eski mesai arkadaşlarıma sonsuz teşekkürler... İş ve oda arkadaşım sevgili Filiz Daşkafa’ya ve fahri çalışma arkadaşımız sevgili Azize Atlı’ya destekleri, anlayışları ve her ümitsizliğe kapıldığım anlarda motivasyon kaynağım oldukları için teşekkür ederim. İsmini sayamadığım ve her bunaldığımda bana destek vermeye çalışan, sabırla tezimin bitmesini bekleyen ve beni özleyen tüm arkadaşlarıma da ayrıca teşekkürler... Bu çalışmada yer almayı çekinmeden kabul eden tüm katılımcılara önemli katkılarından dolayı teşekkür ederim. Tüm yaşamım boyunca bana duydukları sonsuz güven, destek ve rehberlikleri ile şu anda olduğum noktaya erişmemde büyük katkıları olan, yaptığım her işe iyi dilekleriyle katkıda bulunan, bana güç veren, sevgilerini ve sıcaklıklarını her daim hissettiğim sevgili anneme ve babama sonsuz teşekkürler... Sadece tez aşamasında değil hayatım boyunca bana her konuda rehberlik eden, yolumu aydınlatan, destek veren, her zaman yanımda olduğunu hissettiren ve abim olmasından dolayı kendimi çok şanslı hissettiğim Alper Semih Alkan’a, tanıdığım andan itibaren hayatımda önemli bir yeri olan, ablam, arkadaşım, dostum ve sırdaşım olan Sevinç Göral Alkan’a (Sensei) sonsuz teşekkürlerimi sunarım. 6 Tezimin her aşamasında bana yardımcı olan ve sabırla beni destekleyen, her daim varlığı ile beni güvende hissettiren ve motive eden, her şeyden önemlisi de varlığıyla hayatımın ayrılmaz bir parçası haline gelen sevgili Ozan Pazvantoğlu’na sonsuz teşekkürler.... 7 İÇİNDEKİLER TEŞEKKÜR ............................................................................................................ 5 İÇİNDEKİLER......................................................................................................... i TABLOLAR........................................................................................................... iii EKLER................................................................................................................... iv BÖLÜM I ................................................................................................................ 5 GİRİŞ .................................................................................................................. 5 I.1. Kişilerarası İlişkilere Yönelik Kuramlar...........................................10 I.1.a.Kişilerarası Kuram........................................................................10 I.1.b.Bağlanma Kuramı.........................................................................18 I.1.c.Kişilerarası Döngü ........................................................................23 I.2. Kişilerarası İlişkiler ve Kendilik Algısı ............................................31 I.3.a. Bir Kişilerarası Duygu: Öfke ...........................................................40 I.3.b. Kişilerarası İletişim Tarzı ve Kendilik Algısı ...................................48 I.4. Cinsel İşlev Bozuklukları .........................................................................51 I.4.a.Cinsel İstek Bozuklukları..............................................................62 I.4.a.i.Azalmış Cinsel İstek Bozukluğu ............................................62 I.4.a.ii.Cinsel Tiksinme Bozukluğu ..................................................66 I.4.b.Cinsel Uyarılma Bozuklukları.......................................................67 I.4.b.i.Kadında Cinsel Uyarılma Bozukluğu .....................................68 I.4.b.ii.Erkekte Erektil Bozukluk......................................................69 I.4.c.Orgazm Bozuklukları....................................................................72 I.4.c.i.Kadında Orgazm Bozukluğu ..................................................72 I.4.c.ii.Erkekte Orgazm Bozukluğu ..................................................75 I.4.c.iii.Premature Ejakülasyon (Erken Boşalma) .............................78 I.4.d.Cinsel Ağrı Bozuklukları ..............................................................81 I.4.d.i.Disparoni (Ağrılı Cinsel İlişki)...............................................81 I.4.d.ii.Vajinismus............................................................................83 I.4.e.Genel Tıbbi Duruma Bağlı Cinsel İşlev Bozuklukları ...................87 I.4.f.Madde Kullanımının Yol Açtığı Cinsel İşlev Bozukluğu ...............88 I.5.a. Öfke ve Cinsel İşlev Bozuklukları....................................................89 I.5.b. Kişilerarası İletişim Tarzı ve Cinsel İşlev Bozuklukları....................90 I.5.c. Kişilerarası İlişkiler, Kendilik Algısı, Öfke ve Cinsel İşlev Bozuklukları ..................................................................................................94 I.6. Araştırmanın Amacı ve Cevap Aranan Sorular.................................98 BÖLÜM II............................................................................................................101 YÖNTEM.........................................................................................................101 II.1. Örneklem.......................................................................................101 II.2. Kullanılan Ölçme Araçları .............................................................105 II.2.a.“Kişisel Bilgi Formu”................................................................106 II.2.b.“Kişilerarası İletişim Tarzı Ölçeği” ...........................................109 II.2.c.“Sosyal Karşılaştırma Ölçeği” ...................................................111 II.2.d.”Çok Boyutlu Öfke Ölçeği”.......................................................112 II.2.e.“Kısa Semptom Envanteri”........................................................114 II.2.f.“Golombok-Rust Cinsel Doyum Ölçeği”....................................116 II.3. İşlem..............................................................................................118 i BÖLÜM III..................................................................................................121 BULGULAR ....................................................................................................121 III.1. Kişilerarası İletişim Tarzı, Öfke, Benlik Algısı ve Genel Psikolojik Belirtiler (KSE) Üzerinde Grup, Cinsiyet ve Yaşın Temel ve Ortak Etkileri .122 III.2. Kadınlarda ve Erkeklerde GRCDÖ Üzerinde Grup, Yaş ve Eğitimin Temel ve Ortak Etkileri................................................................................126 III.3. Cinsel İşlev Bozukluğu Olan ve Cinsel İşlev Bozukluğu Olmayan Grupların Karşılaştırılması ...........................................................................128 III.4. Cinsel İşlev Bozukluğunu ve Cinsel Yaşam Kalitesini Yordayan Değişkenler ..................................................................................................134 III.5. Cinsel İşlev Bozuklukları ile Kişilerarası İletişim Tarzı, Öfke ve Benlik Algısı Arasındaki İlişkiler .................................................................141 BÖLÜM IV ..........................................................................................................152 TARTIŞMA......................................................................................................152 IV.1. Sınırlılıklar ....................................................................................170 IV.2. Sonuç ve Öneriler ..........................................................................171 KAYNAKLAR.....................................................................................................175 ÖZET ...................................................................................................................191 ABSTRACT .........................................................................................................193 EKLER.................................................................................................................195 ii TABLOLAR Şekil 1. Kadında cinsel yanıt döngüsü .....................................................................54 Şekil 2. Erkekte cinsel yanıt döngüsü ......................................................................54 Tablo I.1 Cinsel yanıt döngüsünde her bir evreye karşılık gelen klinik sendromlar..56 Tablo I.2. Cinsel işlev bozukluklarının etyolojisinde psikolojik faktörler ................60 Tablo II. 1. Örneklemin Demografik Özellikleri....................................................104 Tablo II. 2. Cinsel İşlev Bozukluğu Tanıları ve Başlangıç Tiplerinin Oranları .......105 Tablo II.3. Kişisel Bilgi Formu Sorularının Ortalama ve Standart Sapma Verileri .109 Tablo III. 1. Kişilerarası iletişim tarzı düzeyi üzerinde grup, cinsiyet ve yaşın temel ve ortak etkileri.....................................................................................................122 Tablo III. 2. Öfke düzeyi üzerinde grup, cinsiyet ve yaşın temel ve ortak etkileri ..123 Tablo III. 3. Genel psikolojik belirtiler (KSE) düzeyi üzerinde grup, cinsiyet ve yaşın temel ve ortak etkileri ...........................................................................................123 Tablo III. 4. Benlik algısı düzeyi üzerinde grup, cinsiyet ve yaşın temel ve ortak etkileri ..................................................................................................................124 Grafik III.1 Kadınlarda yaşın etkisi .......................................................................125 Grafik III.2. 18-30 yaş grupta cinsiyetler arasındaki farklılık.................................126 Tablo III. 5. Kadın grupta cinsel işlev bozuklukları (GRCDÖ) düzeyi üzerinde grup, yaş ve eğitim düzeyinin temel ve ortak etkileri......................................................127 Tablo III. 6. Erkek grupta cinsel işlev bozuklukları (GRCDÖ) düzeyi üzerinde grup, yaş ve eğitim düzeyinin temel ve ortak etkileri......................................................127 Tablo III.7. Cinsel işlev bozukluğu olan ve cinsel işlev bozukluğu olmayan grupların öfke, kişilerarası iletişim tarzı, benlik algısı, genel psikolojik belirtiler (KSE), yaşamdan doyum almama ve kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik değişkenleri açısından karşılaştırılması .................................................................129 Tablo III.8. Cinsel işlev bozukluğu olan ve olmayan kadınların ve erkeklerin Golombok Rust Cinsel Doyum Ölçeği puanları açısından karşılaştırılması............132 Tablo III.9. Cinsel İşlev Bozukluğu Olan ve Olmayan Kadınlarda ve Erkeklerde Golombok Rust Cinsel Doyum Ölçeği’nden alınan puanları yordayan değişkenler136 Tablo III.10 Kadınlarda Cinsel İşlev Bozuklukları ile Öfke Değişkenleri arasındaki ilişkiler .................................................................................................................142 Tablo III.11 Kadınlarda Cinsel İşlev Bozuklukları ile Benlik Algısı Değişkenleri Arasındaki İlişkiler ...............................................................................................143 Tablo III.12 Kadınlarda Cinsel İşlev Bozuklukları ile Kişilerarası İletişim Tarzı Değişkenleri Arasındaki İlişkiler ...........................................................................144 Tablo III.13 Erkeklerde Cinsel İşlev Bozuklukları ile Öfke Değişkenleri arasındaki ilişkiler .................................................................................................................146 Tablo III.14 Erkeklerde Cinsel İşlev Bozuklukları ile Benlik Algısı Değişkenleri arasındaki ilişkiler.................................................................................................148 Tablo III.15 Erkeklerde Cinsel İşlev Bozuklukları ile Kişilerarası İletişim Tarzı Değişkenleri arasındaki ilişkiler ............................................................................149 iii EKLER Ek 1. Veri Toplama Araçları .................................................................................195 Ek 2. Psikiyatrist Hasta Değerlendirme Formu ......................................................213 Ek 3. Psikiyatrist Bilgi Formu ...............................................................................214 Ek 4. Araştırma Değişkenleri Arasındaki İlişkiler .................................................215 iv BÖLÜM I GİRİŞ Doğası gereği toplumsal bir varlık olan insan, ilişkiler ağı içinde doğar, yaşar ve ölür. İnsan yaşamı boyunca anne, baba-çocuk, arkadaş, komşu ve iş arkadaşı gibi çeşitli ilişkiler kurar. Ancak hepsinin ortak yönü, bu ilişkilerde kişilerin birbirlerini etkilemeleri ve birbirlerinden etkilenmeleridir (Hortaçsu, 2003). Saymaz (2003) kişilerarası ilişkileri, genel anlamıyla bireylerin diğer kişilerle olan ilişkilerinde yaşadıkları duygu, düşünme ve davranış stilleri olarak tanımlamaktadır. İlişkiler, kişilerin özelliklerinden, etkileşim özelliklerinden, içinde yaşanılan toplumdan ve fiziksel ortamdan etkilenmektedir. Ayrıca ilişkiler kişilerin ne sıklıkla görüştükleri, aralarında var olan duygusal yakınlık, karşılıklı bağımlılık, toplumsal rolleri içermesi gibi özellikler açısından farklılık göstermektedir (Hortaçsu, 2003). Bunların yanısıra ilişkiler, birbirlerinden kişilerde uyandırdıkları duygular, kişinin ilişkiye dair düşünceleri ve anıları, ilişkinin niteliğinin kişinin sonraki yaşam ve uyumuna etkileri yönünden de farklılaşmaktadır. Kişilerin ihtiyaçlarını karşılama yönünden önemli bir işleve sahip olan ilişkilerin kapsamı ilişkiden ilişkiye farklılık göstermektedir. İlişkilerin sözkonusu işlevsel yönlerine yönelik çeşitli çalışmalar yapılmıştır ve bunların büyük çoğunluğu ilişkilerin kişilere sağladığı olumlu katkılarına odaklanmıştır (Hortaçsu, 2003). İlişkilerin işlevleri yaşamın farklı evrelerinde değişiklik gösterebilmektedir. Örneğin Erikson’a göre, ergenlik evresinde kimlik oluşturma, kendini anlama ve geliştirme önem kazanmaktadır ve görüş ve düşüncelerin paylaşılmasına, kimliğin oluşturulmasına önemli katkılar sağlamaktadır 5 (Akt., Hortaçsu, 2003). İlişkilerin işlevleri üzerine yapılan çalışmalara göre ilişkilerin olumlu işlevleri arasında; bağlılık (sevgi, güven, sırdaşlık gibi), dostluk (hoş vakit geçirme, düşüncelerin paylaşımı gibi), yardım, zararlı davranışların engellenmesi ve toplumsal konumun gerektirdiği davranışların geliştirilmesi ve sürdürülmesi yer almaktadır (Hortaçsu, 2003). Bunların yanısıra bir diğer kişi ile ilişki kurmak, kişinin yalnızlık duygusunun azalmasına, zihinsel süreçlerinin devamlı olarak uyarılmasına ve zenginleşmesine, kişinin kendisi hakkında daha çok bilgi edinmesine yardımcı olmaktadır. İlişkiler kişinin benlik saygısını (self-esteem) ve kendilik değerini artırmaktadır. Sonuç olarak ilişkilerin olumlu işlevleri, kişilerin zor durumlara olan direncini arttırmakta ve daha mutlu olmalarına, kendilerine zarar verecek davranışlardan kaçınmalarına olanak tanımaktadır (DeVito, 2002). Bunun yanı sıra zarar veren yardım (istenmeyen ya da kişiden gelen aşırı düzeydeki yardım gibi), istenmeyen dostluk (özel yaşama müdahale, eleştiri gibi), sağlığa ve toplumsal kurallara zarar verici davranışların edinilmesi ve sürdürülmesi ise olumsuz işlevler arasında yer almaktadır. Olumsuz işlevler ise kişiyi mutsuz etmekte, gerilime sokmakta ve kendisine zarar verebilecek davranışlarda bulunmasına neden olabilmektedir (Hortaçsu, 2003). Kişilerarası ilişkilerin altı aşaması bulunmaktadır. Bu altı aşama görüşme (contact), bağlılık/ilgi (involvement), samimiyet (intimacy), bozulma/gerileme (deterioration), düzelme/iyileşme/onarma (repair) ve çözülme/sona erme (dissolution)’dir. Her ilişki görüşme aşaması ile başlamaktadır ve bu aşamada ilk olarak algısal bir ilişki kurulur, yani iki taraf birbirini görür, duyar. Daha sonra yüzeysel ve şahsi olmayan etkileşimsel bir görüşme gerçekleşir. Bu aşamada fiziksel görünümün, sözel ve sözel olmayan davranışların, arkadaşlık, canayakınlık, açıklık 6 gibi özelliklerin büyük bir önemi bulunmaktadır. Bağlılık aşamasında karşılıklı ilişki gelişir, ilerler ve iki taraf birbiri hakkında daha çok şey öğrenmeye çalışır. Samimiyet aşamasında taraflar ilişkiyi tam olarak oluştururlar. Birçok ilişki samimiyet aşamasında kalabildiği gibi bazı ilişkiler de gerileme/bozulma aşamasına girmekte ve taraflar arasında bağlar zayıflamaya başlamaktadır. İlişkiler çok çeşitli nedenlerle bozulmaya, gerilemeye başlar. İki kişinin biraraya gelmesini sağlayan nedenler devam etmedikçe ya da değişmeye başladıkça ilişkiler de bozulmaya başlar. Sonuç olarak, yalnızlık duygusunun azalmasında, kişinin kendilik bilgisini ve özsaygısını arttıran, hoş duygular veren ve acıları azaltan ilişki bu işlevleri yerine getirmemeye başlar. Blumstein ve Schwartz (1983), ilişkilerin bozulmasına neden olan diğer faktörlerin üçüncü bir kişinin ilişkiye dahil olması, cinsel memnuniyetsizlikler, iş ile ilgili memnuniyetsizlikler ya da ekonomik, maddi sorunlar olduğunu öne sürmüşlerdir (Akt., DeVito, 2002). Bozulmanın ilk aşaması kişinin kendi içinde yaşadığı memnuniyetsizliklerdir ve kişi bu ilişkinin önceden düşündüğü gibi kendisi için o kadar da önemli olmadığını düşünmeye başlar. Bu süreç ilerledikçe, devam ettikçe ikinci aşamaya kişilerarası bozulmaya yani memnuniyetsizliğin eşler arasında tartışılmasına geçilir. Bu bozulma aşamasında kişilerarası iletişim de önemli bir düzeyde değişir. Aslında bu örüntüler kısmen ilişkideki bozulmaya karşı verilen tepkidir, yani ilişkideki bozulmaya bağlı olarak kişi hissettiklerine göre iletişim kurmaktadır. Buna karşın nasıl bir iletişim kurduğu (ya da iletişim kurmakta başarısızlığa uğradığı) ilişkinin geleceğini, akıbetini etkilemektedir. Bozulma aşamasında taraflar daha az konuşmaya ve dinlemeye, daha fazla uzaklaşmaya ve kendilerini daha az ortaya koymaya başlar. 7 Sosyal bir varlık olan insanın yaşamında büyük bir öneme sahip olan iletişimin kişilerarası ilişkilerde önemi açıkça görülmektedir. İletişim, gündelik yaşamın kaçınılmaz bir parçasıdır ve iki sistem arasındaki karşılıklı bilgi alışverişi olarak tanımlanmaktadır (Dökmen, 1994). McQuail (1975)’e göre her sosyal etkileşim, iletişimi zorunlu kılmaktadır ve herhangi bir sosyal süreç, iletişimsel sürecin varlığını doğurmaktadır (Akt., Hartley, 1993). Bunun dışında iletişimi açıklamak için birçok tanım yapılmıştır, ancak vurgulanan esas unsur, bireyin diğer kişiler ile olan her türlü etkileşiminde iletişimin yer almasıdır. Dolayısı ile kişinin yaşamdan aldığı zevk ve mutluluk kişinin hem diğer insanlarla kurduğu ilişkilere hem de bu kişilerarası ilişkiler bağlamında oluşturduğu iletişim becerilerine bağlı olarak değişmektedir (Matthews, 1993). İletişimi açıklamak için yapılan tanımlar gibi kişilerarası iletişimi açıklamak için de birçok tanım yapılmıştır. Kişilerarası iletişimi anlamanın en iyi yollarından birisi içerdiği öğeleri incelemektir. Bu öğeler; yüz yüze olmak, ilişkideki roller, iki yönlülük, anlam, amaçlılık, süreç ve zamandır (Hartley, 1993). Kişilerarası iletişim iki kişi arasındadır ve yüz yüze gerçekleşmektedir. Bu iki kişinin rolleri ve bir diğeri ile olan ilişkisi, değişiklik göstermektedir. John Stewart (1975)’a göre kişilerarası iletişim roller, stereotipiler ya da kullandığımız maskeler arasında değil, kişiler arasında gerçekleşmektedir. Ona göre kişilerarası iletişim, birbirini tanıyan, bilen ve bir diğerinin birey olarak var oluşunun farkında olan iki kişi arasındaki iletişimdir. Dürüstlüğün, kişisel duygu ve düşüncelerin açıklıkla paylaşıldığı, karşılıklı ilgi ve alakanın gösterildiği iletişimlerdir (Akt., Hartley, 1993). Ayrıca kişilerarası iletişim, iletişim tanımlarında yer aldığı gibi mesajın doğrusal bir biçimde alıcıya ulaştığı bir iletişim biçimi olmayıp, aksine iki yönlü bir akışı barındıran bir 8 iletişimdir. Bu tür iletişimde sadece mesajın aktarımı değil, özellikle anlamın yaratılması ve paylaşılması söz konusudur. Kişilerarası iletişim, amaçlı bir şekilde gerçekleşen, belli olay akışlarından ziyade, devam eden bir süreci olan ve zaman içerisinde belli bir birikimi barındıran bir iletişimdir (Hartley, 1993). Bunların yanı sıra kişilerarası ilişkilerde önemli olan bazı unsurlardan biri, sosyal benliklerimizi etkileyen sosyal durumun özellikleridir. Diğer bir unsur da sosyal algımızın, yani kendimizi nasıl gördüğümüzün (kendimize olan güvenimizin, saygımızın vb.) diğerlerini nasıl gördüğümüzü etkilemesi, bilişsel ve zihinsel süreçlerimizin, davranışlarımıza ve iletişimimize olan etkisidir. Kişilerarası iletişimin bu bileşenlerinin yanı sıra, bireyin kişilerarası becerilerinin de iletişimde önemi bulunmaktadır. Bu beceriler; sözsüz iletişim, geribildirimde bulunma, soru sorma, yansıtma, iletişimi başlatma ve bitirme, dinleme ve kendini açmadır (Hartley, 1993). Bu bileşenlerin her biri, her duruma uygun olmasa da bireyin farklı ortam ve durumlarda uygun davranışı ve duruşu sergilemesi, bireyin iletişim becerilerini ortaya koymaktadır. Gordon (1970), “eleştiri, etiketleme, analiz etme, niyetli övme, emretme, tehdit etme, ahlak bekçiliği, uygunsuz soru sorma, öğüt verme, konuyu değiştirme, mantık boyutuna çekme, teselli etme” olmak üzere 12 iletişim engeli tanımlamıştır. Kişinin bu iletişim engellerini sıklıkla kullanması yani belirli bir kişilerarası iletişim tarzı oluşturması, kişinin kişilerarası ilişkilerinde kalıcı zararlar oluşmasına neden olabilmektedir (Bolton, 1986). Ayrıca, bireyin özsaygısını etkileyebilmekte, kişiyi savunmacı davranmaya, dirençli olmaya ya da kızgın ve öfkeli olmaya itebilmektedir. Bunlara ek olarak iletişim engelleri, kişinin yalnızlık hissetmesine, aile problemleri, mesleki yetersizlik, stres ve fiziksel hastalıklar yaşamasına etkide bulunabilmektedir (Bolton, 1986). 9 Buraya kadar toplumsal bir varlık olan insanın, ilişkiler ağı içinde doğup yaşadığı ve öldüğü belirtilirken, kişinin kişisel özelliklerinin, benliğinin ve iletişim tarzlarının da bu ilişkiler içerisinde oluştuğuna ve özellikle iletişim alanında yaşanılan sorunların tüm yaşamı etkileyebilen sonuçlarının olabileceğine bi giriş yapılmıştır. Ancak sözkonusu kişilerarası ilişkilerin bireyin kişiliğinin, özsaygısının oluşumunda ve yaşayabileceği psikolojik sorunların ortaya çıkışında nasıl bir rol oynadığı ise aşağıdaki bölümlerde ele alınacaktır. Bu çerçevede öncelikle kişilerarası kuramlara yönelik kuramlara yer verilirken daha sonra sırayla kişilerarası ilişkiler ve kendilik algısı, kişilerarası bir duygu olan öfke, kişilerarası iletişim tarzı ve kendilik algısı, cinsel işlev bozuklukları, öfke ve cinsel işlev bozuklukları, kişilerarası iletişim tarzı ve cinsel işlev bozuklukları konularına değinilecektir. I.1. Kişilerarası İlişkilere Yönelik Kuramlar I.1.a. Kişilerarası Kuram Kişilerarası ilişkilere yönelik ilk kuramsal girişim Freud ve ardından gelen psikanalitik kuramcılar ile başlamıştır. Baldwin (1992), Freud’un depresyonun oluşumunda ilişkilerin içselleştirilmesine ve obje kaybı olgusuna değinerek ilk defa kişilerarası ilişkilere vurgu yaptığını ifade etmektedir (Akt., Boyacıoğlu, 1994). Daha sonraki süreçte kişilerarası ilişkiler nesne ilişkileri olarak kavramsallaştırılmış ve kişiliğin gelişimi ile psikopatolojinin oluşumunda kişilerarası ilişkilerin önemine vurgu yapılmıştır. Kernberg (1976) içselleştirilen nesne ilişkilerinde insan, benlik ve benliğin diğerleri ile etkileşim imgesi olmak üzere üç boyutuna vurgu yaparken; Mahler ve arkadaşları (1975) nesne ilişkilerinin bireydeki güvenlik, korunma, bakım duygularının devam etmesi açısından önemli olduğuna değinmiştir (Akt., Boyacıoğlu, 1994). Baldwin (1992)’in de belirttiği gibi bu kuramcıların özellikle 10 vurgu yaptıkları konu, önemli diğerleri ya da nesnelerle olan ilişkilerin kişiliğin ve psikopatolojilerin oluşumunda belirleyici olduklarıdır. Nesne ilişkileri ile ilgili yapılan yeni çalışmalar da benlik yaşantısının diğerleri ile olan ilişkide oluştuğunu ve benlik duygusunun önemli diğerleri ile güvenli ilişkide olma isteği ile biçimlendiğini göstermektedir (Akt., Boyacıoğlu, 1994). Kişilerarası ilişkilerin kuramsallaşması ile ilgili ilk çalışmalar Sullivan tarafından gerçekleştirilmiştir (Boyacıoğlu, 1994). Sullivan psikanaliz alanında diğer kuramcılardan farklı bir duruşa sahiptir. Çünkü psikanalitik bakış açısına sosyolojik ve antropolojik bakış açılarını da dahil ederek, şimdiki sosyal psikiyatri olarak adlandırılan ve psikiyatri alanına sosyal bilimlerin dahil edilmesine olanak tanıyan farklı bir yaklaşım sağlamıştır. Sullivan, kişilerarası psikiyatrinin kavram ve fikirlerini, ilk olarak şizofreni hastaları ile çalışırken üretmeye başlamıştır. Sullivan’ın insan kavramının temelinde, insanın sosyal bir varlık olduğu yatmaktadır. Bu yönü ile Freud’cu yaklaşımdan ayrılmasının yanısıra Sullivan, Kraepelin’ci psikiyatriyi de tanı kriterleri ve semptomlara verdiği önem açısından eleştirmiştir. Bu tarz bir bakış açısının, tanının ötesinde bir değerlendirme yapmayı önleyebileceğini ve bireyi sosyal çevresi ile bir bütün olarak görmeye engel olabileceğini öne sürmüştür. Sullivan’ın yaklaşımı, şimdiki ve geçmişteki kaygılar, güvensizlik ve kaçınma deneyimleri aracılığı ile şekillenen, uygun olmayan ilişki örüntülerini değiştirmek amacıyla, kişilerarası ilişkiye odaklanmaktadır (Evans, 1996). Kişilerarası ilişkilerde, özellikle davranışları ve ilişkiler içinde geliştirilen tepkileri vurgulamıştır. Sullivan (1953), kendinden önceki kuramcılardan farklı olarak kişiliğin, kişilerarası ilişkilerin bir örüntüsü olduğunu, kişilerarası ilişkilerden arındırılamayacak bir bütünlük olduğunu ve bireylerin diğer insanlarla ilişki dışında var olamayacaklarını vurgulamıştır. Sullivan, davranış bozukluklarının insanlar arası 11 ilişkilerden kaynaklandığını ve dolayısı ile tedavisinin de insan ilişkileri ile mümkün olabileceğini belirtmiştir. İnsan ilişkilerinin en önemli yönü olarak sözlü ya da sözsüz iletişimi görmüştür. Dolayısı ile iletişimin, insanlararası olaylarda çözümü oluşturabildiği gibi yanlış yorumlama veya algılamalar ile sorunları ortaya çıkartabilen bir araç olduğunu düşünerek, çalışmalarında ilişkilere ve iletişime odaklanmıştır (Geçtan, 2000). Sullivan’ın kuramına göre insanlararası ilişki ve iletişimin engellenmesinde, anksiyete en önemli faktörlerden birini oluşturmaktadır. Bu noktada Sullivan Freud’dan farklılaşmaktadır. Çünkü Freud, kaygının kişiden kaynaklanan nedenlerine odaklanırken Sullivan, insanların değer verdiği kişilerle yaşadıkları ilişkilere dikkat çekmiş (Burger, 2006); davranışların oluşumunda etkili olan dinamizmler kapsamında en önemli dinamizm olarak, anksiyete sonucu oluşan “benlik sistemi” dinamizmini tanımlamıştır. Sullivan’a göre anksiyete insan ilişkilerinin ürünüdür. Bireyler, kayıgıyı azaltmak amacı ile önemsedikleri kişilerden onay almak ya da onların onaylamama davranışlarını aza indirmek için davranışlarını şekillendirmeyi, uyarlamayı ve duruma uyumlu hale getirmeyi öğrenirler. Bazı davranış biçimlerini onaylayan ve bazılarını ise yasaklayan benlik sistemi bu şekilde oluşmaktadır (Sullivan, 1953; Geçtan, 2000). Sullivan (1953) prototaksik, parataksik ve sintaksik olarak üç şekilde ortaya çıkan ‘psikolojik süreçler’i tanımlamıştır. Prototaksik yaşantı, yaşamın ilk yıllarında oluşan ve daha sonraki parataksik ve sintaksik süreçler için gerekli olan ve zihinde geçici olarak ortaya çıkan, anlık imge ve duygulardır. Bu duygular arasında bir bağlantı bulunmamaktadır. Parataksik düşünce ise, aralarında mantıksal bir ilişki bulunmayan ancak aynı anda ortaya çıkan iki olay arasında nedensel bir bağlantı kurma eğilimi olarak tanımlanmaktadır. Sullivan düşüncelerimizin birçoğunun 12 parataksik nitelikte olduğunu öne sürmüştür. Sintaksik ise sözcükler, rakamlar gibi, bir grup tarafından geçerliği ortaklaşa kabul edilmiş simgeleri içeren en gelişmiş düşünce biçimidir (Geçtan, 2000). Sullivan kişilik alanı içerisinde etkinlik gösteren süreçler arasında, dinamizm ve psikolojik süreçlerin yanısıra kişileştirmeleri (personifikasyon) tanımlamıştır. Kişileştirmeler, kişinin kendisine ya da bir diğer insana ilişkin olarak geliştirdiği imgelerdir ve ihtiyaçların karşılanması ya da anksiyeteli durumlar karşısında oluşan duygu, tutum ve kavramları içeren bir karmaşadır (Geçtan, 2000). Kişileştirmeler, öncelikle, daha izole kişilerarası ilişkilerde oluşmaktadır. Ancak bir kere oluştuktan sonra, diğer insanlara ilişkin tutumlarda kalıcı ve etkileyici olmaktadır. Bu kavram Sullivan tarfaından ‘iyi ben’ ve ‘kötü ben’ olarak ikiye ayrılarak daha da belirginleştirilmiştir. ‘İyi ben’ ödülleyici özelliğe sahip kişilerarası deneyimlerle, ‘kötü ben’ ise kaygı verici kişilerarası yaşantılarla gelişmektedir (Boyacıoğlu, 1994). Sullivan’a göre normaldışı davranışlar, gelişim aşamaları süresince ortaya çıkan olumsuz yaşantılar sonucunda, kişinin kendisine ve diğerlerine ilişkin yetersiz ve yanlış kişileştirmeler geliştirmesinden kaynaklanmaktadır. Kişi diğer insanları nitelendirirken, kendine ilişkin kişileştirmelerinin etkisinde kaldığı için, diğerlerini de kendisini değerlendirdiği şekilde değerlendirmekte, dolayısı ile kendine dair geliştirmiş olduğu yetersiz ve yanlış kişileştirmeler, kişinin diğerlerine yönelik de yanılgılı algılamalarına neden olmaktadır. Bireyin, geçmişinde yaşadığı sorunlu yaşantılar sonucu kendine ilişkin geliştirdiği olumsuz görüşler, bu sorun üzerinde etkin bir şekilde düşünebilmesini, olayları doğru algılamasını ve uygun davranışları sergilemesini engellemekte ve anksiyete düzeyini arttırmaktadır. Sonuç olarak kişi kendisini içinden çıkılmaz bir hal içerisinde hissetmekte ve bir kısırdöngüde sıkışmış 13 bir halde bulmaktadır. Ancak kişinin bu olumsuz yaşantılarına bağlı olarak geliştirdiği kişileştirmeler, genellikle mal edildikleri kişilerin gerçek niteliklerini yansıtmamakta, kişinin hem çevresini hem de kendisini yanlış değerlendirmesine ve dolayısı ile ilişkilerinin bozulmasına neden olabilmektedir (Geçtan, 2000). Sullivan insan davranışlarının, ihtiyaçlarını doyurma ve güvenlik amaçlarına hizmet etmek için şekillendiğini, dolayısı ile tüm davranışların, bu ihtiyaçların yoğunluğunu azaltmak ya da anksiyeteden kaçınmak için gerçekleştirildiğini öne sürmüştür. Bireyin fiziksel ihtiyaçları, sevgi ihtiyacı, güvenlik ihtiyacı, yakınlık ihtiyacı gibi ihtiyaçlarının giderilmesi, bir diğer insana bağımlıdır ve doyum sağlama insanlararası ilişkiler ile gerçekleşmektedir. İnsan, bu sözü edilen fizyolojik ve duygusal ihtiyaçlarının karşılanmasında başkalarına bağımlı olmasının yanısıra, yaşadığı her olaydan ve ilişkilerinden etkilenmekte ve davranışları, ilişkilerinin içeriği tarafından belirlenmektedir (Geçtan, 2000). Sullivan normal dışı davranışı, benlik sisteminde oluşan bozuklukların yanısıra, bu bozuklukların oluşmasında önemli bir etken olarak gördüğü anksiyete kavramı çerçevesinde, “anksiyeteye neden olan etmenler” ve “anksiyetenin yarattığı sonuçlar” olmak üzere iki şekilde açıklamıştır. Bu bağlamda Sullivan, anksiyetenin oluşumuna neden olan etmenler arasında ilk sırada, kişinin yetişmesinde etkili olan ilişkileri, yani ebeveynleri, öğretmenleri gibi yetişkinlerle ve yaşıtları ile kurduğu ilişkileri görmüştür. Anksiyetenin empati yolu ile öğrenildiğini vurgulamıştır. Bu nedenle de çevredeki kişiler ve iletişim çok önemlidir (Geçtan, 2000; Altıntaş ve Gültekin, 2005). Çocuğun yakın çevresinde anksiyeteli insanların varlığı, çocuğun da anksiyete hissetmesine, korku duygusunun yerleşmesine ve güvensizlik duyguları 14 yaşamasına neden olmakta ve çocuk üzerinde yıkıcı etkiler yaratmaktadır (Sullivan, 1953). Anksiyetenin oluşumu ile kişinin davranışları da etkilendiğinden, etkin tepki biçimlerinin geliştirilmesi de engellenmektedir. Anksiyetenin yoğunluğuna bağlı olarak, davranışlar kısıtlanır, algılama ve dikkat bozuklukları görülmeye başlar. Birey bu anksiyete durumundan kaçmaya, uzaklaşmaya çalışır ya da çevresinden ya da iç dünyasından kaynaklanan ve anksiyete yaratan bu durumları algılamamaya, yok saymaya ya da çarpıtmaya çalışarak, iki farklı savunma tepkisinden birini verebilir. Anksiyete yaratan durum ya da koşuldan fiziksel olarak kaçınmanın mümkün olmadığı durumlarda, kişi davranışlarını haklı gösterecek nedenler bulmaya, kendisini cezalandırabilecek durumdaki kişileri ikna etmeye, kendisini olduğundan farklı göstermeye çalıştığı savunma yöntemlerini kullanır. Sayılan bu çeşitli savunma biçimlerinin yanısıra Sullivan’ın daha fazla önem verdiği savunma yöntemi, bireyin iç dünyasından ya da davranışlarından kaynaklanan anksiyeteye karşı kullandığı, bilinç dünyasının içeriğini denetlemedir. Bu savunmalar, “seçici ilgisizlik” olarak adlandırdığı, kişinin kendisinde anksiyete oluşturabilecek düşünce ve duyguları seçici bir biçimde bilinç dünyasından uzak tutması şeklinde; ya da “yedek süreçler” dediği, kişinin anksiyete oluşturabilecek duygusal tepkilerinin yerine, böyle tepkiler yaratmayacak nitelikte tepkiler geliştirmesi şeklinde, iki biçimde oluşmaktadır. Bu iki savunma yöntemini kullanarak kişi, kendisinde anksiyete yaratabilecek durumları görmemeyi ya da duymamayı öğrenerek, böyle durumlarda zihnini başka düşüncelerle dolduracak uğraşılar içerisine girer ve bu şekilde kendisini korumaya çalışır. Bu durumlarda kişi obsesif düşüncelerle uğraşabilir; kendisini küçültücü özeleştiriler yapabilir; bedensel rahatsızlıklarına ilişkin kaygılar ya da yoğun üzüntü 15 ve endişe duyguları yaşayabilir; bir süre sonra kim olduğuna dair yanlış çıkarımlar yapmaya başlayabilir (Geçtan, 2000; Burger, 2006). Sullivan tarafından, seçici ilgisizlik ve yedek süreçler olarak adlandırılan bu savunma yöntemlerini herkes belirli oranlarda kullanmaktadır, ancak Ford ve Urban (1967) tarafından da belirtildiği üzere, bu yöntemlerin çok sık bir şekilde kullanılması, kişinin uyum sorunlarının daha çok artmasına neden olmaktadır (Akt., Geçtan, 2000). Bu savunma yöntemlerinin çok sık kullanılması, kişinin kaçındığı ya da görmezden geldiği durumların sayısının artmasına, dolayısı ile kendisine doyum sağlayabilecek birçok fırsatı değerlendirememesine ve sonuç olarak davranış kaybına uğramasına neden olabilir. Buna ek olarak bu yöntemler, bireyin ilişkilerini olumsuz yönde etkilediği için çevresinden doyum alması mümkün olamayacaktır. Anksiyeteden kaçınmak amacı ile kullandığı yedek düşünceler, yaşadığı durumları ve diğerlerine dair düşünce ve görüşlerini yanlış algılamasına ve yorumlamasına neden olduğundan, diğerlerine ya da durumlara ilişkin abartılı genelleme ve önyargılar geliştirmesine ve bunlara saplanıp kalmasına neden olacaktır. Onun bu tür davranışları, çevresi tarafından olumsuz bir şekilde değerlendireleceği için diğerlerinde olumsuz duyguların uyanmasına ve çevresi tarafından kabul edilmemesine neden olacaktır (Geçtan, 2000). Bilinç düzeyinde yapılan ve ‘iyi-ben, kötü-ben kişileştirmesi’ tanımlamalarının yanısıra, Sullivan ‘ben-değil kişileştirmesi’ tanımlaması da yapmıştır. Sullivan, yaşamın sürdürülmesinde büyük öneme sahip olan bazı tepkilerin, kişi tarafından hayatından çıkarılmasının, yani bireyin yaşamı boyunca bazı duygu, düşünce ya da davranışları bilinç düzeyinden uzak tutmasının, kişiliğin çözülmesine kadar varabilecek ağır sonuçlar doğurabileceğini öne sürmüştür. Sullivan’a göre kişi, ben-değil kişileştirmelerini uyurken ya da şizofren 16 olduğunda fark eder ve yaşar. Bu çözüştürme kavramı Freud’un bastırma kavramı ile benzerlik göstermektedir (Geçtan, 2000; Burger, 2006). Bunlara ek olarak Sullivan (1953), seçici ilgisizliğin ve yedek süreçlerin bireyin doğuştan getirdiği eğilimler olduğunu düşünmüş ve bunların nasıl uygulanacağının çevresel etmenler tarafından belirlendiğini ifade etmiştir. Bunların yanısıra Sullivan (1953), kişilerarası ilişkilerde ihtiyaçların doyurulması gereksiniminin ‘iki taraflılık’ ilkesine dayandığını belirtmiştir. Sullivan, kişilerarası bir durumda bütünleşmenin bir süreç olduğunu ve bu süreçte tamamlayıcılık ihtiyaçlarının çözüldüğünü (ya da daha kötüye gittiğini), iki taraflı eylemin oluştuğunu (ya da dağıldığını) ve benzer ihtiyaçların memnun edildiğini (ya da reddedildiğini) öne sürmüştür. İki kişi arasındaki bu süreç birleşme, yakınlaşma (sonraki etkileşimlerin oluşması) ya da ayrılma (sonraki etkileşimlerden kaçınma) ile sonuçlanabilmektedir. Bu süreç de ikili ya da daha büyük bir sosyal sistem içerisinde gelişmektedir ve sonuç sadece bir tarafa bağlı olarak belirlenmemekte, iki tarafın karşıdaki kişinin ihtiyaçlarına nasıl karşılık verdiğine bağlı olarak gelişmektedir. Sullivan, bu iki taraflı kişilerarası ilişkiler kuralı ile herhangi bir kişilerarası davranışın, bireyin diğer kişilerden algı ve beklentilerini doğrulayacak ya da onaylayacak tepkiler almak amacıyla ortaya çıktığını belirtmiştir. Diğerlerinin kendilerinden tatmin olduğu izlenimi, kişinin olumlu duygular yaşamasına olanak tanımaktadır. Kişi onay gördükçe, benzer davranışları tekrarlamaktadır ve başarılı kişilerarası ilişki kişinin kendine saygı ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Sullivan’ın kişilerarası ilişkiler kuramı ile ilgili olarak buraya kadar aktarılanlar kısaca toparlanacak olunursa; Sullivan’ın özellikle kişiliğin kişilerarası 17 ilişkiler içerisinde geliştiğine ve bireylerin diğer insanların dışında varolamayacağına vurgu yaptığı görülmektedir. Ayrıca prototaksik, parataksik ve sintaksik olarak üç şekilde ortaya çıkan ‘psikolojik süreçler’in kişilerarası niteliklerinin olduğunu belirtmiştir. Bu bilişsel süreçler ile kişinin kendine ve diğerlerine ilişkin imgelerinin oluştuğunu ifade etmiş ve bunu da kişileştirmeler (personifikasyonlar) olarak adlandırmıştır. Ona göre bu kişileştirmeler yakın ilişkilerde oluşmakta ve bir kere oluştuğunda da diğer insanlara ilişkin tutumlarda da etkileyici ve kalıcı olmaktadır. Ödülleyici özelliklere sahip kişilerarası ilişkilerde ‘iyi ben’ kişileştirmesinin, kaygı verici kişilerarası ilişkilerde ise ‘kötü ben’ kişileştirmesinin geliştiğini belirtmiştir. Kişilerarası ilişkilerde, ihtiyaçların doyurulması gereksiniminin de ‘iki taraflılık’ ilkesine dayandığını belirtmiş ve diğerlerinin onaylayıcı davranışlarının kişinin olumlu duygular yaşamasına olanak tanıdığını, kaygının azaldığını, olumsuz tepkilerinin ise var olan kaygılarını daha arttırdığını öne sürmüştür. Yukarıda yapılan açıklamalar çerçevesinde görülmektedir ki Sullivan, kişinin çocukluk döneminde kişilerarası ilişkilerinde kendine ve önemli diğerleri için belirli algılamalar geliştirdiğini, ileri yaşlarda da kişilerarası ilişkilerdeki davranışlarını bu algılamalar çerçevesinde oluşturduğunu söylemektedir, Olumsuz algımalar geliştirdiğinde ise yani kendilik algısı olumsuz olarak etkilendiğinde kaygıdan kurtulmak için olumsuz sonuçlara yol açabilecek bazı savunma mekanizmalarını kullanmaya başladığını öne sürmüştür. I.1.b. Bağlanma Kuramı Bowlby annelerin çocuklar için neden bu kadar önemli olduğunu anlamaya çalışırken var olan kuramların açıklamalarını yetersiz bulmasına karşın, psikanalatik 18 kuramdan, etoloji çalışmalarından, evrim kuramından ve gelişim psikolojisi çalışmalarından yararlanmış ve bağlanma kuramının ilk temellerini oluşturmuştur (Thompson, 1999; Cassidy, 1999). Bowlby, bir çocuğun annesine bağlanmasına farklı bir bakış açısı getirmiş ve bunun yanısıra ayrılık, yoksunluk ve yasa bağlı bozukluklara ilişkin de bir takım açıklamalar ortaya koymuştur. Bağlanma kuramı (Ainsworth, 1989; Bowlby, 1969/1982), bireyin erken dönemde birincil bakıcısı ile kurduğu ilişkinin, kişinin kendisine yönelik ve kendisi için önemli diğer insanlara yönelik temsillerini etkileyebileceği görüşü üzerine kuruludur (Akt., İmamoğlu ve İmamoğlu, 2007). Bireyin ilk bakım veren kişi ile kurduğu ilişki, bireyin kendini güvende hissetmesi, ihtiyaçlarının giderilmesi, yakınlık görme gibi beklentilerini olumlu bir şekilde karşılıyorsa, birey bakıcısı ile kurduğu ilişkiden tatmin olacak ve kendisini sevilmeye değer ve önemli hissedecektir. Karşısındaki kişiyi de güvenilir ve olumlu algılayacaktır. Bu algılamalar zaman içerisinde zihinsel temsiller olarak yer edinerek bireyin sonraki ilişkilerini ve ilişkide olduğu kişilerle birlikte kendini algılayışını da etkileyecektir (Hazan ve Shaver, 1994. Akt., Saymaz, 2003). Ainsworth, Bowlby’nin bu kuramının genişlemesine yardımcı olmuş, kurama farklı açıklamalar getirmiş ve bebeğin sinyallerine karşı ebeveyn duyarlılığı kavramını ve bu duyarlılığın anne bebek arasındaki bağlanmanın gelişmesindeki rolünü ortaya koymuştur (Akt., Bretherton, 1992). Bowlby’e (1973) göre, sosyal çevrenin (özellikle de kişi için önemli olan başkalarının) sergilediği tepkilerin ne derecede tutarlı ve güvenilir olarak algılandığına ve kişinin kendisini ne ölçüde sevilmeye değer bulduğuna ilişkin farklılaşan algılar, göreli olarak durağan bir kişilik özelliği olan bağlanma stilini belirlemektedir. Bowlby (1969/1982), bağlanma stilinin bireyin birincil bakıcısı ile 19 tekrarlı etkileşimine ve kişinin bu erken dönemde geliştirdiği beklentilerine dayandığını öne sürmüştür (Akt., İmamoğlu ve İmamoğlu, 2006). Bowlby (1973), kişinin kendisine, önemli diğerlerine ve dış dünyaya ilişkin geliştirdiği bu beklentileri, zihinsel temsilleri, ‘içsel çalışan modeller’ olarak tanımlamıştır. İçsel çalışan modeller; benlik, bağlanma figürleri ve bağlanma ilişkileri ile ilgili edinilmiş bilgilerdir. Rothbard ve Shaver (1994) bu zihinsel temsillerin, erken çocukluk döneminde esnek ve değişken iken, tekrarlar ve deneyimler sonucunda sabitlenerek, değişime dirençli hale geldiklerini belirtmişlerdir (Akt., Saymaz, 2003). Bowlby, kendiliğe ilişkin ve diğerlerine ilişkin olmak üzere, iki tip içsel çalışan modeli tanımlamıştır (Bartholomew ve Horowitz, 1991). Bebek-bakıcı ilişkisinin niteliğine bağlı olarak bireyler, sevilmeye değer olduklarına ya da değersiz olduklarına ilişkin bir benlik modeli ve insanların güvenilir, yardımsever olduklarına ya da başkalarının güvenilmez olduğuna ilişkin bir başkaları modeli geliştirmektedir. İçsel çalışan modellerin en önemli özelliği, bireyin diğer insanların tutumlarını tahmin etmesi ve davranışını ona göre planlamasıdır. Çalışan modeller ile bireyler yeni durumlarda, durumu tekrar değerlendirmeye gerek kalmadan, nasıl davranacaklarına karar vermektedirler. Araştırmacılar, bu zihinsel modellerin kişinin beklentilerini, duygularını, etkileyerek, kişinin düşüncelerini ve davranışlarını otomatik sonraki ilişkilerinin gelişimini yönlendirdiğini olarak öne sürmektedirler. Dolayısı ile Bowlby’nin tanımladığı bağlanma stili, kişiye özgü olup ilk bakıcısı ile kurduğu bu ilişki bireyin kişiliği ile özdeşleşerek, sonraki sosyal ilişkileri için tipik temsilleri oluşturmaktadır (İmamoğlu ve İmamoğlu, 2006). Bunun yanısıra, kişinin sadece bir bağlanma stili olabileceği varsayımına karşılık, Baldwin ve ark. (1996), Collins ve Read (1990) gibi bazı araştırmacılar, deneyimlediklerine 20 bağlı olarak kişinin farklı kişilerarası ortamlarda, çok çeşitli zihinsel bağlanma modelleri geliştirebileceğini öne sürmüşlerdir (Akt., İmamoğlu ve İmamoğlu, 2006). Main (1990)’e göre, kişinin ilk bakıcısı ile arasında gelişmiş olan bağlanma stili baskın olsa da kişi, farklı bağlanma stratejilerini öğrenebilir ya da farklı bağlanma yönelimlerini geliştirebilmektedir (Akt., İmamoğlu ve İmamoğlu, 2006). Bunlara ek olarak bu araştırmacılara göre, belirli bir zamanda ve belirli bir ilişkiye özgü gelişen bağlanma stili, belirli çevresel koşullarda kişinin kişilerarası beklentilerini etkileyebilmektedir. Sonuç olarak, bağlanma stilleri, kişinin bireysel bazı özelliklerini etkileyebildikleri gibi, bağlanma davranışları da, belirli ilişkilerde zihinsel modellere ya da beklentilere göre farklılaşabilmektedir (İmamoğlu ve İmamoğlu, 2006). Bowlby, Ainsworth ile birlikte yaptıkları çalışmalar sonucunda, çocuk ile anne arasındaki bağlanmanın güvenli oluşunun, ileriki yakın ilişkilerinde, kendini anlamasında ve hatta psikopatolojide önemli bir etkisinin olabileceğini öne sürmüştür (Akt., Thompson, 1999). Bireylerin kendilerine, dünyaya ve diğerlerine dair bilişsel değerlendirmeleri, bağlanma tarzları ile ilişkilidir. Yapılan çalışmalar güvenli bağlanan bireylerin, güvensiz bağlanan bireylere göre daha fazla olumlu yüklemelerde bulunduğunu, güvensiz bireylerin başkalarına güvenmekte güçlük çektiklerini ve güvenli bağlanan bireylerin kendilerine olan güvenlerinin daha yüksek olduğunu göstermektedir (Collins ve Read, 1990; Feeney ve Noller, 1990; Mikulincer, 1998). Buna ek olarak, güvenli bağlanmış olan bireyler, travmatik bir stresle karşılaştıklarında ciddi ruhsal sağlık problemlerinden kendilerini koruyabilmektedirler (Bowlby, 1980). 21 Bağlanma davranışlarının devamlılığına ilişkin çalışmalar bulunmasının yanı sıra, son dönemlerde araştırmacılar, bağlanma çalışma modeli ile yetişkinlerin sosyal ve duygusal uyumu arasındaki ilişkiyi araştırmışlardır. Kobak ve Sceery (1988), genç yetişkinlerin kendilerine ve diğerlerine ilişkin temsillerini incelemişler ve güvenli bağlanan kişilerin kendilerini rahat ve diğerlerini destekleyici gördüklerini; kaçınan bağlanan kişilerin, kendilerini rahat, ancak diğerlerini destek olmayan kişiler olarak gördüklerini; kaygılı kaçınan bağlanan kişilerin ise kendilerini kaygılı ve diğerlerini destekleyici gördüklerini bulmuşlardır (Akt., Bartholomew ve Horowitz, 1991). Bowlby, kendine ve diğerlerine ilişkin iki tip çalışma modeli bulunduğunu öne sürmüş olmasına karşın, kendilik imajı ve diğerlerinin imajını, olumlu ve olumsuz olmak üzere iki boyutta değerlendirmiştir. Bartholomew ve Horowitz (1991) kendilik imajını olumlu benlik-olumsuz benlik (sevgi ve desteği hakeden ve haketmeyen) ve diğerlerinin imajını da olumlu ve olumsuz (güvenilir ve kabul edici- güvenilmez ve reddedici) olmak üzere iki uçta değerlendirmiş ve her bağlanma stilinin, kişilerarası problem örüntüleri ile ilişkisini incelemiştir. Buna göre korkulu bağlanan kişiler, en çok kişilerarası problem tarifleyen kişiler olmuş ve kayıtsız bağlanan kişiler sosyal etkileşimlerde sıcaklık ve yakınlığın azlığından şikayet etmişlerdir. Saplantılı bağlanan kişilerin problemleri, çalışmanın hipotezlerini desteklememiş olsa da araştırmacılar, bu kişilerin olumsuz kendilik imajlarının ve olumlu diğerlerinin imajının, ilişkilerinde aşırı sıcak ve pasif olma problemini yansıttığını düşünmüşlerdir (Bartholomew ve Horowitz, 1991). Buraya kadar görüldüğü gibi Bowlby’nin bağlanma kuramında da kişilerarası ilişkilerin ve etkili iletişimin önemi dolaylı bir biçimde de olsa vurgulanmaktadır. 22 I.1.c. Kişilerarası Döngü Bilişsel-davranışçı yaklaşıma göre, davranışları belirleyenler, düşünceler ve gözlenemeyen süreçlerdir ve duygular, bilişsel süreçlerin ve düşüncelerin ürünüdür. Albert Ellis, Aaron Beck ve Donald Meichenbaum, bilişsel-davranışçı yaklaşımı benimsemiştir ve üçü de uyumsuz davranışların nedeni olarak, bozulmuş düşünce süreçlerinin rolüne vurgu yapmıştır (Halgin ve Whitbourne, 1993). Bilişsel davranışçı yaklaşım Beck’in (1991) depresyon üzerindeki çalışmaları ile daha fazla gelişme göstermiştir (Akt., Halgin ve Whitbourne, 1993). Beck, psikanalist olarak yetişmiş ve Freud’un depresyon kuramını desteklemek için yaptığı araştırmalar sonucunda, depresyondaki kişilerin bilişsel süreçlerinde olumsuz, negatif bir eğilim olduğunu fark etmiştir (Akt., Freeman ve Dattilio, 1992; Halgin ve Whitbourne, 1993). Birçok klinik gözlem ve deneysel testlerden sonra, Beck (1976) duygusal bozuklukların bilişsel kuramını, özellikle de depresyonun bilişsel modelini geliştirmiştir (Akt., Freeman ve Dattilio, 1992). Beck’in yaklaşımı, George Kelly’nin bilişsel kişilik kuramı kapsamında yer almaktadır. Kelly’nin bilişsel kişilik kuramına göre kişilik, bireyin dünyaya ve kendine bakış açılarından, bir takım kişilik yapılarından meydana gelmektedir. Kelly’e (1955) göre bu yapılar kişinin dünyasını düzenleyemediğinde, psikolojik bozukluklar meydana gelmeye başlamaktadır. Kelly, düşünce süreçlerinin duygu ve davranışların belirlenmesindeki etkisine vurgu yapmıştır (Akt., Halgin ve Whitbourne, 1993). Beck de otomatik düşüncelerin, işlevsiz tutumların ürünü olduğunu ve tüm bozukluklarda bu olumsuz duyguların tetiklendiğini söylemektedir. Beck, bu otomatik düşünce süreçlerini, bilişseldavranışçı kuramının merkezinde tutmaktadır (Freeman ve Dattilio, 1992). 23 Klinik psikoloji alanındaki gelişmelere bakıldığında, bilişsel süreçlere, düşünce ve duygulara odaklanan bilişsel yaklaşımın, psikopatolojilerin açıklanması, değerlendirilmesi ve tedavi edilmesinde çok önemli katkılarının olduğu açıkça görülmektedir. Özellikle depresyon ve kaygı bozukluklarında etkili bir tedavi yöntemi olarak işlev görmüştür. Önemli düzeyde aşamalar elde edilmiş olmasına karşın, yapılan çalışmalar bilişsel yaklaşımın belirli noktalarda tıkanıklıklar yaşadığını göstermektedir. Klasik bilişsel yaklaşım, insan gelişimi ve kişilik organizasyonuna ilişkin sistemli bir kuramsal çerçeve sunamamakta, bu nedenle de katı bir şekilde kendini tekrarlayan davranış örüntülerini açıklamak ve değiştirmekte sınırlı kalmaktadır. Bu sınırlılığı çözmeye yönelik önerilerin buluştuğu ortak nokta bilişsel yaklaşımın nesne ilişkileri ve bağlanma kuramları ile bütünleştirilmesi sonucunda oluşmuştur (Soygüt ve Türkçapar, 2001). Buna ek olarak Hammen de (1992) bilişsel yaklaşımda bilişlerin yüzeysel görünümlerinin ölçümlerine fazlası ile güvenildiğini, benlik, kişilerarası ilişkiler ve kişinin içinde yer aldığı temel inançları ile ilişkili olan ve daha derinde yer alan bilişsel özelliklerin ölçülmediği ve bunların gözardı edildiğini öne sürerken (Akt., Boyacıoğlu ve Savaşır, 1995), özellikle benlik ile kişilerarası ilişkilerin önemine vurgu yapmıştır. Benzer şekilde Safran (1990) bilişsel yaklaşımın, bilişsel boyuta fazla önem verdiğini ve bu boyutun da aslında insan doğasına uygun olmayan bilgisayar analojisi ile açıklanmaya çalışıldığına vurgu yaparak, psikopatolojinin açıklanması ve tedavisi sürecinde bilişsel boyutun ele alınırken kişilerarası ilişkiler bağlamında değerlendirilmesi gerekliliğine değinmiştir. Safran ve Segal (1990) tarafından öne sürülen bu kişilerarası yaklaşım ile bilişsel yaklaşımın bütünleştirilmesi girişiminde bilişler, duygular ve davranışlar, kişilerarası bağlamda gelişen ve işlev gören yapılar olarak ele alınmakta ve 24 değerlendirilmekte, böylelikle daha genişletilmiş bir bilişsel model üzerine oturtulmaktadır. Safran’a göre kişilerarası yaklaşım ile bilişsel yaklaşımın bütünleştirilmesi, ekolojik yaklaşım ile bilgi işleme kuramlarının birbirleri ile uyumlu olan sayıltılarının birleşmesi ile mümkün olacaktır. Safran (1990) ve bazı bilişsel kuramcılara göre bilgisayarların bilgiyi işleme süreci ile insanın bilgiyi edinme ve işleme süreçleri arasında önemli bir farklılık bulunmaktadır. Bu farklılığı gözönünde bulundurmadığı için bilgi işleme kuramını yetersiz görmektedirler. Bu farklılığın en temel nedeni de insanların bilgiyi işleme sürecinin kişilerarası bağlamda gerçekleşmesidir. İnsan zihni bu bilgiyi işlerken bu bağlamdan elde ettiği verilerden de etkilenmektedir. Yani insan sadece bilgiyi işlememekte, aynı zamanda bilginin edinildiği bu çevre ile etkileşime girmekte ve çevreyi değiştirmektedir, yani pasif değil aktif bir konumdadır. Salt bilgi işleme yaklaşımı, insanın bilgi edinme ve eylemleri arasındaki doğal ilişkiyi yansıtmamakta ve insan işlevselliği hakkında kapsamlı bir bakış açısı sağlamamaktadır. Bu nedenle elde edilen bulguların gerçek dünyadaki durumlara genellenmesi güçleşmektedir. Safran (1990), bilişsel ve kişilerarası yaklaşımlar arasındaki bütünleştirmenin, bilgi işleme yaklaşımı ve ekolojik yaklaşımın birbirleri ile uyumlu sayıltılarının birleşmesi ile mümkün olacağını düşünmüştür. Bu sayıltılar şöyledir: 1) Biliş ve eylem arasında doğal bir bağlantı bulunmaktadır, 2) İnsan ekolojik alana ve evrime uyum yapan biyolojik bir varlıktır, 3) Kişilerarası ilişkiyi sürdürmek için programlanmış bir eğilim bulunmaktadır (Akt., Boyacıoğlu ve Savaşır, 1995). Son yıllarda psikopatoloji ve psikoterapinin bilişsel modellerinde şema kavramı, merkezi bir kavramsal yapıyı oluşturmaktadır. Şema, ‘genel bilişsel temsil’ olarak tanımlanmaktadır ve bu bilgi yapısı, bilgi işleme ve eylemin 25 gerçekleştirilmesini yönlendirmektedir. Bilişsel terapistler tarafından en çok ilgiyi çeken şematik yapı, benlik şemasıdır. Benlik şeması kavramının en genel kullanımı sosyal bilişsel alanda yapılan çalışmalardan elde edilmiştir. Buna göre, benlik şemaları “geçmiş deneyimlerden elde edilen, sosyal deneyim içerisinde benlik ile ilişkili bilginin işlenmesini yönlendiren ve düzenleyen, benlik hakkındaki bilişsel genellemeler” olarak tanımlanmaktadır (Markus, 1977). Benlik şeması kavramının diğer bir genel kullanımı, daha klinik bir gelenekten gelmektedir. Bu görüşe göre benlik şeması, benlik değeri olasılığı (selfworth contingency) olarak kavramsallaştırılmaktadır. Beck ve arkadaşları bu görüşü benimsemişlerdir ve şemayı, benliğin değerlendirilmesi sürecini yönlendiren gizli, örtük bir kural (tacit-rule) olarak görmektedirler. Markus (1983) ve Markus ve Nurius (1986), benlik şeması kavramının “olası/muhtemel benlikler” (possible selves) fikri çerçevesinde genişletilmesi gerekliliğini öne sürmüşlerdir (Akt., Safran, 1990). Markus (1983) olası/muhtemel benlikler, kişinin ne olabileceği, ne olmayı istediği ve ne olmaktan korktuğuna dair düşünceleri olarak tanımlanmaktadır. Markus ve Nurius (1986) benlik şeması kavramının genişletilmesinin kişinin davranışlarını kontrol etmede, değerlendirmede ve yönlendirmede kurallar, standartlar ve stratejiler gibi çok farklı benlik bilgisi bileşenlerinin incelenmesi için bir gerekçe oluşturduğunu öne sürmüşlerdir (Akt., Safran, 1990). Safran’a (1990) göre benlik, kişilerarası bağlamda gelişmekte olup benlik bilgisi, kişilerarası olayların bilişsel temsilini içermektedir. Bu kişilerarası yaklaşımda, insanın diğerleri ile etkileşimlerini devam ettirme eğilimine önem verilmektedir ve bu eğilimin hayatta kalmada önemli bir rolünün olduğu sayıltısına dayandırılmaktadır (Boyacıoğlu ve Savaşır, 1995). Safran ve Segal (1990), 26 Bowlby’nin (1973) insan varlığının içsel çalışan modellerinin, bağlanma davranışı ve ikili kişilerarası etkileşimlerde geliştiği varsayımından yola çıkmaktadırlar (Akt., Boyacıoğlu ve Savaşır, 1995). Bu tip bir modelin de kişilerarası şema olarak kavramsallaştırılabileceğini belirterek, bu tip şemaların bağlanma figürleri ile gerçekleşen etkileşimler temelinde oluştuğunu ve kişinin bu şemalar yolu ile etkileşimlerini yordama olanağı bulduğunu öne sürmüşlerdir. Ne tek başına benlik ne de tek başına diğerleri olmadığı için bu şemalar, benlik ve diğerlerinin genel temsilini oluşturmaktadır ve aralarında bir etkileşim bulunmaktadır. Dolayısı ile Bretherton (1985), bir kişinin benliği ile ilgili inançlarının otomatik olarak diğerleri ile ilgili inançlarını doğurabildiğini ve benzer şekilde tam tersinin de geçerli olabildiğini öne sürmüştür (Akt., Safran ve Segal, 1990). Safran ve Segal’e göre (1990) kişilerarası şema, ilişkileri devam ettirme programı olarak görülmektedir ve bu özelliği ile bilişsel ve kişilerarası alanları anlamada bir yapı oluşturmaktadır. Benlik şeması, kişilerarası bağlamda ele alınmakta ve benliğin gelişimi, diğer insanlarla ilişkileri etkilemesi ve onlardan etkilenmesi açısından değerlendirilerek, daha geniş bir çerçevede ele alınmaktadır (Boyacıoğlu ve Savaşır, 1995). Safran’a göre şema kavramı, ekolojik geçerliği açısından bilişsel süreçler ile kişilerarası davranışlar arasındaki ilişkiye açıklık kazandırmaktadır. Kişilerarası şema, benlik ve diğerlerinin etkileşimini temel alan genel bir bilgi yapısıdır ve kişilerarası ilişkilerin devamına yönelik bilgileri içermektedir. Safran (1990), bu görüşünü şu şekilde açıklamaktadır: “Kişi diğerlerini düşman olarak görüyorsa insanların nötr davranışlarını seçici olarak düşmanca algılayacak ve buna göre tepkide bulunacak ve bu davranışları ile diğerlerinden düşmanca davranışlar alacaktır. Bu da o kişide kızgınlık yaratacak ve diğer insanlara yönelik düşmanlık beklentileri yerleşecektir (s. 27 95)”. Bu etkileşimsel döngü “bilişsel-kişilerarası döngü” (cogitive-interpersonal cycle) olarak kavramsallaştırılmış olup, kişilerarası şemaların kişinin kişilerarası dünyaya yönelik algısı doğrultusunda oluştuğunu ve şekillendiğini belirtmektedir. Bu şemalar, gelişim sürecinde uyuma yönelik olarak gelişmekle birlikte, bilişselkişilerarası döngü nedeniyle girilen her ortamda şekillenmeye devam ettikleri için yeni durumlara uyumu güçleştirebilmektedir de. Bu nedenle psikopatolojilerin gelişimi ve sürmesinde temel sürecin bu döngüden kaynaklandığı öne sürülmektedir. Safran (1990) “bilişsel-kişilerarası döngü” (cognitive-interpersonal cycle) kavramında, Horowitz (1986) gibi kişilerarası kuramcıların, ‘kişilerarası ilişkilerin tamamlanması’ olarak tanımladığı, “tamamlama ilkesi”ne oldukça önem vermektedir. Bu ilkeye göre, kişilerarası ilişkide sergilenen davranışlar, karşıdaki kişide belirli tepkilerin oluşmasına neden olur. Yani kişinin karşısındaki kişide görmek istediği davranışın ortaya çıkabilmesi için, o davranışın karşılığı olan davranışlardan birini sergilemesi gerekmektedir. Bu döngüde, “kontrol boyutu ve birlikte olma boyutu” olmak üzere iki boyut bulunmaktadır. Döngü içinde yer alan tüm diğer davranış sıfatları bu iki boyutun etkileşiminden oluşmuştur. Kontrol boyutundaki davranış özellikleri “baskın” ve “pasif” sıfatları ile, birlikte olma boyutundaki davranışlar ise “dostça” ve “düşmanca” sıfatları ile tanımlanmaktadır. Kontrol boyutunda tamamlama ilkesi karşıt karşılıklılığa dayandırılmıştır, örneğin baskınlık pasifliği, pasiflik de baskınlığı doğurmaktadır. Birlikte olma boyutunda ise tamamlama ilkesi benzer karşılıklılığa dayandırılmıştır, örneğin; düşmanlık düşmanlığı, dostluk dostluğu doğurmaktadır. Safran ve Segal (1990)’e göre, belirli duyguların hissedilmesinin ya da bu duyguların yaşantılanmasının ilişkileri tehdit edeceğine yönelik kişilerarası şemaları olan bireylerde, tutarlı olmayan iletişimler 28 gözlenmektedir. Bu kişilerin çevrelerine ilettikleri mesajlar, tutarsız olabilmekle birlikte, verdikleri iki sözel mesaj da tutarsız olabilmektedir. Örneğin, kişi öfkenin ilişkiyi tehdit eden bir duygu olduğunu içeren bir şemaya sahip ise öfkesini sözel olarak ifade etmeyecektir. Ancak sözel olmayan etkileşimlerde kişinin yaşadığı öfke duygusu gözlenecektir. Bunun yanısıra, psikolojik olarak uyumsuz olan kişiler, davranışları ile ilettikleri mesajın farkında olmadıkları için aldıkları karmaşık ve rahatsız edici tepkileri de adlandıramamaktadırlar. Sonuç olarak ortaya çıkan patolojik durum süreklilik gösterecektir (Safran ve Segal, 1990). Buraya kadar çeşitli kuramlardan söz ettik. Sonuç olarak kişilerarası kuram, bağlanma kuramı ve kişilerarası döngü kuramlarına bakıldığında, bu üç kuramın da çocukluk döneminde kurulan ilişkilerin gelecekteki kişilerarası ilişkilerde sergilenen tutumları belirlemekte önemli bir yere sahip olduğuna vurgu yaptığı görülmektedir. Ancak Sullivan, çocuk-ebeveyn ilişkisinde anksiyetenin önemine vurgu yaparken; Bowlby, anne-çocuk ilişkisindeki bağlanma tarzlarına vurgu yapmaktadır. Safran ise zaten insanı, gelişim psikolojisi, bağlanma kuramı, duygu kuramı ve kişilerarası kuram çerçevesinde ele almıştır. Sullivan, ebeveyn gibi yakın kişilerle etkileşimler sonucu oluşan kişileştirmelerin (iyi-benlik ya da kötü-benlik) diğerleri ile kurulan ilişkiyi de etkilediğini belirtirken; Bowlby ebeveyn ile kurulan ilişkiye dair oluşturulan zihinsel temsiller ya da içsel çalışan modellerin diğerleri ile kurulan ilişkilerde de etkili olabildiğini belirtmiştir. Sullivan aynı zamanda kişinin olumsuz yaşantılarının, yaptığı kişileştirmeleri etkilediğini; kendisine ve diğerlerine yönelik olumsuz görüşler geliştirmesine neden olarak artan anksiyetesi sonucunda yaşadığı olaylar üzerinde etkin bir şekilde düşünemediğini ve tüm olaylara bu olumsuz görüşler çerçevesinde baktığını belirtmiştir. Safran’ın öne sürdüğü bilişsel- 29 kişilerarası kurama göre de kişi olumsuz bir olay yaşadığında, kendine ve diğerlerine yönelik olumsuz atıflarda bulunabilir, önyargılar geliştirebilir ve aşırı genellemeler yapabilir. Sullivan sorunun ilişkilerde geliştiğini ve tedavisinin de yine kişilerarası ilişkilerde yattığını belirtmiş ve özellikle diğerlerinden farklı olarak ‘anksiyete’ye vurgu yapmıştır. Üç kuramın da özellikle vurgu yaptığı unsur, kişinin kendine ilişkin bilgisinin yani benliğinin diğerleri ile olan ilişkisinde şekillendiği ve bu ilişkilerden etkilendiğidir. Özetle; kendilik şeması gelişimsel olarak kişinin hayatındaki önemli kişilerle etkileşimleri sırasında ortaya çıkar ve kişinin olayları, durumları, ilişkilerini yorumlayışını ve dolayısı ile bu yorumlarına bağlı olarak davranışlarını da etkiler. Tüm bu etkilenmeler, sonuç olarak kişinin kendisine geri dönmekte, yaşadığı patolojiler, anksiyete, öfke gibi duyguları ile bağlantılı olabilmektedir. Kişilerarası ilişkiler bağlamında oluşan benlik algısının, kişinin diğerleri ile olan iletişim tarzlarının belirlenmesinde ve öfke duygusunun oluşumunda etkili olduğu düşünülebilir. Kişilerarası iletişim tarzı ile öfke duygusu arasında da bir etkileşim olduğu, kişi öfkelendiğinde ve öfkesi ile etkin bir şekilde başedemediğinde daha olumsuz bir iletişim tarzı sergileyebildiği; kişilerarası iletişim tarzı olumsuzlaştıkça da ilişki sorunlarına bağlı olarak kişinin daha fazla öfke duygusu yaşayabileceği ileri sürülebilir. Olumsuz benlik algısı kişinin kişilerarası iletişim tarzını ve öfke duygusunu etkilerken, kişinin psikolojik olarak bir rahatsızlık yaşamasında ya da var olan sorunun sürdürülmesinde önemli bir etmen olabilir. Diğer deyişle, olumsuz benlik algısı arttıkça, kişinin kişilerarası iletişim tarzının da olumsuzlaşacağı, öfke duygusunun artacağı ve sonuç olarak bunun cinsel işlev bozukluklarının oluşmasında ve sürmesinde de etkili olacağı düşünülebilir. Bu nedenle, bundan sonraki 30 bölümlerde kendilik algısı, kişilerarası iletişim, öfke ve cinsel işlev bozuklukları arasındaki ilişkilere yer veren araştırmalara değinilecektir. I.2. Kişilerarası İlişkiler ve Kendilik Algısı Psikoloji tarihi boyunca, insanın nasıl düşündüğüne, bilgi işleme süreçlerine ilişkin çeşitli açıklamalar getirilmeye çalışılmıştır. 1960’lı yıllara kadar büyük önem verilen davranışçı yaklaşımın yerini, bu tarihten sonra daha çok bilişsel yaklaşım almaya başlamıştır. Davranışçı yaklaşım içsel (internal) ve zihinsel süreçlere çok az önem verirken, bilişsel yaklaşım, zihinsel süreçlere ağırlık vermiş; hatta asıl çalışma nesnesi olarak değerlendirmiştir (Brown, 1998). Dikkat süreçleri, yorumlama ve bellek, bilginin işlenme sürecinde gözönünde bulundurulan ana öğeleri oluşturmuştur. Bunun yanısıra insanın sadece var olan uyaranları kaydeden bir sistem olmadığına, deneyimlerine göre, yaşadığı dünyayı yapılandırdığına, bu yapılandırmayı da daha önceki yaşadıkları ve gelecekten beklentileri doğrultusunda oluşturduğuna vurgu yapılmaktadır (Brown, 1998). Bilişsel bakış açısının benliğe olan etkilerine önem veren ilk psikolog Epstein’dir. Epstein (1973), insanların kendileri hakkındaki fikirlerinin, düşüncelerinin, bilgiyi nasıl işlediklerini yönlendiren bilginin bir çeşit formu olduğunu öne sürmektedir (Akt., Brown, 1998). Epstein benlik kavramının bir benlik kuramı olduğunu ve bu benlik kuramının, bir amacı gerçekleştirmede kavramsal bir araç olduğunu, mevcut benlik bilgisini organize eden, temsil eden ve yeni benlik bilgisinin nasıl algılandığını yönlendiren bir kuram olduğunu öne sürmüştür (Brown, 1998; Oyserman, 2001). Epstein’in bu bilgi işleme süreci, benlik çalışmalarına olan yaklaşımda büyük bir değişime neden olmuştur. Araştırmalar, insanların kendileri hakkında neden böyle düşündüklerinden 31 ziyade, bu düşüncelerinin, yaşadıkları olaylar ve deneyimler hakkındaki yorumlamalarını nasıl etkilediğini araştırmaya odaklanmıştır (Brown, 1998). İnsanların kendileri hakkında çok çeşitli düşünceleri bulunmaktadır ve bunlar kendi içinde belli bir organizasyona sahiptir. Birey için önemli olan ve anlamlı bir kesinlik içerisinde tutulan kendine ilişkin bakış açısı, benlik şemaları olarak tanımlanmaktadır (Markus, 1977; Myers, 1996). Bu şemalar bilgiyi işleme süreçlerini yönlendiren hipotetik bilgi yapılarıdır ve her insan, çeşitli alanlarda örneğin kendileri, diğer insanlar, sosyal gruplar ve olaylar hakkında şemalara sahiptir (Fiske ve Taylor, 1991. Akt., Brown, 1998). Şemalar, dünyamızı düzenlememizde kullandığımız zihinsel yapılardır (Myers, 1996). Bu şemalar da hangi bilgiyi farkettiğimizi, bu bilgiyi nasıl yorumlayıp açıkladığımızı ve neyi hatırladığımızı etkilemektedir (Brown, 1998; Myers, 1996). Benlik kavramımız, sadece şu anda kim olduğumuza dair inançlarımızı değil, aynı zamanda bizim kim olma olasılığımız olduğuna dair inançlarımızı da içermektedir. Diğer bir deyişle gelecekte nasıl biri olacağımız hakkındaki düşüncelerimiz ya da olmak istemediğimiz benliğimize dair düşüncelerimizi de kapsamaktadır (Myers, 1996). Benlik sistemi hem benlikle ilişkili bir bilgi dizisi, deneyimlerin yorumlanarak kullanılması, hem de bu bilginin yapılandırılması, savunulması ve sürdürülmesi sürecidir (Epstein, 1973; Higgins, 1996. Akt., Oyserman, 2001; Markus, 1977). Benlik kavramı, otobiyografik hafızanın deposu, deneyimlerin organizatörü, duygusal tampon ve motivasyonel kaynak görevini görmektedir (Markus ve Wurf, 1987). Benlik kavramı (self-concept) önemli bir bilişsel kavram ve bellek yapısıdır. Neyi, nasıl hatırladığımız, deneyimlerimizi yorumlayıp kullanışımız 32 benlik kavramımız tarafından şekillendirilmektedir (Oyserman, 2001). Harris (1995), Kihlstrom ve Klein (1994) benlik kavramını, neyin algılandığını, hissedildiğini ve neye tepki verildiğini etkileyen, diğerlerinin tepkileri, algıları ve davranışlarını içeren sosyal bir güç olarak tanımlamaktadırlar (Akt., Oyserman, 2001). Cushman ve Cahn (1985) benlik kavramının, kişinin gerçek ve ideal ilişkilerindeki kimlik, değerlendirme ve davranış kuralları bütünü olduğunu ve bu kuralların sürekliliği ve tutarlılığının kişinin davranışlarının belirleyicisi olduğunu belirtmişlerdir. Benlik kavramı bilişsel ve sosyal gelişimin hem bir temel aracı hem de bu gelişimin önemli bir sonucunu oluşturmaktadır. Benlik hissi ilk olarak bedenin diğerlerinden ayrı olduğunu duyumsamayı içermektedir ve dolayısı ile kimlik, bedenin sınırlarının fiziksel duyumu ile başlamaktadır. Bu kimliğin ve benliğin ayrıştırılmaya başlanması, diğerleri ile ebeveynleri yoluyla kurulan etkileşim ile gerçekleşmektedir ve ebeveyninin kurduğu iletişim tarzı ile şekillenmektedir. Ebeveyn ile bebek arasındaki uyumun niteliği; benlik kontolü (Feldman, Greenbaum ve Yirmiya, 1999) ve duygu düzenlemesi (Weinberg, Tronick ve Cohn, 1999) gibi, çocuğun sonraki benlik özellikleri ile ilişkili olarak görülmektedir (Akt., Oyserman, 2001). Bu da ebeveyn ve bebek arasındaki değişim, etkileşim, değer, saygı ve etkinlik temel duygularını oluşturan bağlanma tarzlarının temeli ya da ilişkililiğin işleyen modeli olarak değerlendirilmektedir (Oyserman, 2001). Damon ve Hart’a göre (1988) benlik yapısında maddeden, sosyal ve psikolojik perspektife yönelik bir gelişimsel ilerleme bulunmaktadır ve bu gelişim sırasında her bir yeni aşama, bir önceki ile bütünleşmekte ya da bir önceki dönüşüme uğramaktadır (Akt., Oyserman, 2001). Ruble, Eisenberg ve Higgins (1994) psikolojik benlik gelişmeye başladıkça ergenin, dünyaya kendisini nasıl sunacağı, kim olmayı arzuladığı, önceden kim olduğu ve 33 şimdi kim olduğu gibi, benliğinde birçok bakış açısını yakalayarak, bunları birleştirmeye çalıştığını öne sürmüştür. Buna ek olarak da Erikson (1968), yetişkin kimlik ve benlik gelişiminin, ergenliğin temel işi olduğunu ve kişinin kim olduğunu ve nereye ait olduğunu belirlemesinin yetişkinliği boyunca da devam ettiğini vurgulamıştır (Akt., Oyserman, 2001). Benlik kavramlaştırılmasında, diğerlerinin kişiyi nasıl gördüğü ya da en azından kişinin diğerlerinin görüşlerini nasıl algıladığı, kişinin kendisini nasıl tasarladığını etkilemektedir (Oyserman, 2001). William James (1890/1950) bunu benlik kavramının sosyal yönü olarak değerlendirmektedir ve sosyal benlikler, her insan etkileşimine yansıyan, benliğin biricik hali olarak tanımlanmaktadır (Akt. Oyserman, 2001). Mead de (1921-1925/1964) benliğin oluşumunda diğerlerinin varlığının önemli olduğuna vurgu yapmıştır (Akt., Oyserman, 2001). Benlik bir çevre içerisinde ve bu çevrede yer alan diğer kişilerin de katılım sağladığı değerler ve kurallar göz önünde bulunularak gelişir. Bu bağlamda yakın kişilerin başarı ve başarısızlıkları benliğin tanımlanmasında kişiye yardımcı olmaktadır. Bunun yanısıra, alay etme gibi toplumsal değersizleştirme gibi durumlarda ise diğerleri, kişisel değer ve özsaygının yargıcı olmaktadırlar (Oyserman, 2001). Özsaygı, özdeğerlilik (self-esteem) kişinin kendisine yönelik genel bir öz değerlendirme yapması ve genel bir kendilik değeri hissi olarak tanımlanmaktadır (Myers, 1996). İnsanoğlu yaşamsal streslerle mücadele ederken bir denge unsuru olarak özsaygıya (self-esteem); yani bu dünya üzerinde kendi varlığının bir anlamı olduğu inancını duyumsamaya ihtiyaç duymaktadır. Bu bağlamda özsaygı, (selfesteem), kaygıyı -özellikle ölüm ve incinebilirliğe bağlı gelişen kaygıyı- dengeleme 34 işlevi görmektedir. Her insan özsayıgıya ihtiyaç duymakla birlikte, kişi özsaygıyı kendisi için kendi kendine sağlayamaz, çünkü özsaygı kültürel bir mekanizmaya sahiptir. Kişi içinde yaşadığı kültürden kaynaklanan standartlar doğrultusunda kendisini değerlendirir, yargılar ve kendisine bir değer biçer (Pyszynski, Solomon ve Greenberg, 2003). Geza Roheim (1943) de ‘Kültürlerin Kökeni ve İşlevi’ kitabında özsaygının (self-esteem) diğerleri tarafından paylaşılan standartlarda buluşma ve bu standartlara ulaşma ile çok ilişkili olduğunu belirtmiştir (Akt., Pyszynski, Solomon, Greenberg, 2003). Yüksek özdeğer ve düşük özdeğer benliğine sahip kişilerde özdeğer ile kendine yönelik önyargı kullanımı arasındaki ilişkinin araştırıldığı çalışmalarda yüksek özdeğere sahip kişilerin olumlu niteliklere sahip olduklarından emin oldukları ve olumlu niteliklere sahip olmanın onlar için önemli olduğu gözlenmiştir (Blaine ve Crocker, 1993). Diğer deyişle, onlar yanlıştan kaçınmakla değil kendilerini başarıya götürecek yanlarını geliştirmekle ilgilenmektedirler. Düşük özdeğere sahip kişilerin ise benliklerinden emin olmadıkları, olumlu ve olumsuz özellikleri hakkında net olamadıkları saptanmıştır. Olaylara yaklaşırken ya da olayları değerlendirirken yanlıştan kaçınmaya odaklandıkları, bir hata ya da yanlış ile karşı karşıya geldiklerinde ise bunun kendi beceri eksiklikleri ile ilişkili olarak değerlendirdikleri ileri sürülmektedir. Çünkü düşük özdeğere sahip kişilerin olumlu niteliklerinden emin olmadıkları ve başarılarına güvenmedikleri; başarıyı elde etmek isteseler de bunu elde edip edemeyeceklerine yönelik kendilerine güvenmedikleri belirtilmektedir. Yüksek ve düşük özdeğere sahip kişiler aynı bilgi işleme süreçlerine sahip olsalar bile benlik kavramları açısından farklılık göstermektedirler. Böyle olunca da düşük özdeğere sahip kişiler, olumlu benlik algısına ve olumlu 35 duyguduruma ulaşmak için yüksek özdeğere sahip olan kişilerden daha farklı yollar kullanmaktadırlar (Blaine ve Crocker, 1993). İnsanların büyük bir çoğunluğu kendisini iyi hissetmek, güzel duygusal durumları yaşamak, mutlu olmak ve iyi sonuçlar elde etmek ister. Düşük ve yüksek özdeğere sahip kişiler arasında bu ihtiyacının farklılık göstermesi, düşük özdeğere sahip kişilerin buna daha az ihtiyaç duymasından değil, bu isteklerini yerine getirirken meydana gelen engeller ile ilişkilidir. Bu da düşük özdeğere sahip kişilerin kendilerini iyi hissetmek için kendilerine olumlu atıflarda bulunmada yetersiz kalmaları ile ilişkilendirilmektedir. Bu durum da onları tehditler karşısında incinebilir kılmaktadır. Kendilik değerlerini tehdit edici olaylar gerçekleştiğinde sahip oldukları alternatif olumlu yönlerini yönlendirmekte güçlük çekmektedirler. Bu incinebilirliklerinden dolayı kendilik değerlerini genişletmekten ziyade korumaya daha fazla önem vermektedirler (Baumeister, 1993). Dolayısı ile düşük kendilik değeri olan kişiler, kendilik değerlerini azaltma yönünde tehdit eden unsurlardan hoşlanmamaktadırlar. Kendilerine yönelik olumlu yönler bulmaya çalışırlar ancak bu temeller yüksek kendilik değerine sahip olan kişilere kıyasla daha kırılgan ve sınırlı olmaktadır. Sonuç olarak, düşük kendilik değeri olan kişiler kendilik değerlerini zayıflatma tehdidi taşıyan olaylara karşı savunmacı, koruyucu ve esirgeyici tepkiler verebilirler. Düşük kendilik değeri olan kişilerin benlik kavramlarını anlamaya yönelik çeşitli çalışmalar bulunmuştur (Baumeister, 1993). Campell ve Lavallee (1990), düşük kendilik değeri olan kişilerin yüksek kendilik değeri olan kişilerle karşılaştırıldığında, kendilerine ilişkin daha az bilgiye sahip olduklarını öne sürmüşlerdir ve bunu benlik kavramı karmaşası olarak adlandırmışlardır (Akt., Baumeister, 1993). Düşük kendilik değeri olan kişilerin kendilik kavramları günden 36 güne değişmekte ve dalgalanmaktadır. Kendilerine dair görüşleri çelişkiler ve tutarsızlıklar içerebilmekte ve diğer insanlara kıyasla neden hoşlandıklarına ilişkin daha az kesin inançları bulunmaktadır. Kısaca söylenecek olursa, kendilerine dair ne bildikleri şüpheli, kararsız, tutarsız ve belirsizdir. Kendilik bilgisindeki bu eksiklik, düşük kendilik değerini anlamak için güçlü bir anahtardır. Yüksek kendilik değerine sahip olan kişiler ise sahip oldukları geniş kendilik bilgilerini, yaşamlarında etkili bir şekilde kullanabilmektedirler. Böylesine kesin ve açık kendilik bilgisine sahip olamamak, düşük kendilik değeri olan kişilerin uygun olmayan amaçlar belirlemelerine, gerçekleştirilmesi zor olan şeylere başlamalarına ya da kolayca gerçekleştirdikleri işlere değer vermekte güçlük çekmelerine neden olabilmektedir. Buna ek olarak, düşük kendilik değeri olan kişiler kendilerini ortada, arada olarak tanımlamaktadırlar. Sonuç olarak, düşük kendilik değeri, olumsuz bir bakış açısından ziyade olumlu bakış açılarının olmaması olarak açıklanabilmektedir. Düşük benlik değeri olan kişilerin kendiliklerine yönelik olumlu bakış açılarının olmaması da kendilerinden nefret etmeleriyle değil kendilerine yönelik sevgilerinin olmamasıyla açıklanmaktadır. Bir diğer konu da bu kişilerin olumlu bakış açılarına nasıl uyum sağlayamadıkları ile ilişkilidir. Birçok insan yüksek kendilik değerlerini, iyi oldukları konuların çok önemli olduğuna kendilerini ikna ederek, ancak zayıflıklarını da önemsizleştirerek devam ettirmektedirler. Ancak düşük kendilik değeri olan kişiler zayıflıklarının önemini azaltmayı başaramadıkları için düşük kendilik değerine takılıp kalmaktadırlar. Fiziksel çekicilik, karizma, zeka gibi özellikler önemli nitelikler olarak bilinmektedir ve bu özelliklere sahip olmayan kişiler bunları kendileri için önemsizleştiremeyebilirler. Sosyal baskılar da düşük kendilik değerini 37 devam ettiren diğer unsurlardır. İnsanlar kendilerini diğerleri ile karşılaştırmaktadır ve bu karşılaştırmalar da kaçınılmaz olarak bir takım eksiklikleri ortaya çıkarmaktadır. Diğerleri ile yapılan karşılaştırmalarda sıklıkla diğerleri kişinin kendisinden daha iyi, üstün olarak bulunmaktadır. Genellikle insanlar çeşitli savunmalar ve önyargılar yoluyla kendilerine yönelik olumlu bakış açılarını deteklemeye, güçlendirmeye çalışmaktadırlar (Baumeister, 1993). Taylor ve Brown (1988) bu olumlu ilizyonları ruh sağlığının ve uyumun bir parçası olarak görmektedirler (Akt., Baumeister, 1993). Düşük kendilik değerine sahip olan kişilerde bu önyargılar ve çarpıtmalar belli bir düzeye kadar bulunmakta olup kendilerini gerçek ve önyargısız bir temelde değerlendirmektedirler. Ancak bu da başka bir döngünün oluşumuna neden olmaktadır. Düşük kendilik değeri olan kişiler becerilerinin eksikliğini doğru bir temelde değerlendirmektedirler ve kişi kendi eksikliklerini gördükçe diğerlerinin de bunları görme riski bulunduğundan birçok durumda kendilerini sosyal olarak izole edebilmekte, diğer kişilere yaklaşmakta, sosyal etkileşimi başlatmakta güven eksikliğinden dolayı sıkıntı yaşayabilmektedirler. Kişi kendisini yeteneksiz ve başkaları tarafından reddedilen biri olarak gördükçe bunların bir araya gelmesi ile kişinin düşük kendilik değeri bir kez daha doğrulanmış olmakta ve kişi yetersizliklerine ve eksikliklerine daha çok ikna olmaktadır. Kişinin düşük kendilik değeri bir kere oluştuğunda ise kendisine yönelik olumlu mesajları da şüphe ile karşılamaya başlamakta ve yeni bilgileri, sabit ve değişmez benlik kavramına uydurmaya çalışmaktadır. Böylelikle düşük kendilik değeri kendi kendine sürdürülür hale gelmektedir (Baumeister, 1993). Bunun yanısıra Campbell ve Lavallee (1993) yaptıkları araştırmalarda görmüşlerdir ki düşük kendilik değeri olan kişiler çok fazla 38 duygu değişimi yaşamaktadırlar (Akt., Baumeister, 1993). Duyguların aşırı düzeye gelmesi ve değişmesi kişinin yetersiz kendilik bilgisi nedeni ile gerçekleşmektedir. Çünkü düşük kendilik değeri olan kişiler kim olduklarına ilişkin kesin, net bir duyguya sahip olmadıklarından olay ya da durumların akışına kendilerini daha çok bırakmaktadırlar. Dolayıs ile düşük kendilik değeri olan kişiler daha sık olarak duygusal sıkıntı yaşamakta ve olumsuz duygu durumuna girmektedirler. Harris ve Snyder (1986), kişinin duygu değişimlerinin daha çok kendilik değerindeki geçici değişim ve iniş-çıkışlarla ilişkili olduğunu öne sürmüşlerdir (Akt., Baumeister, 1993). Başka bir deyişle, kendilik değeri arttıkça kişi kişi olumlu duygular hissetmekte, kendilik değeri düştükçe de öfke, kızgınlık, düşmanlık gibi bazı olumsuz duygular ortaya çıkabilmektedir. Düşük kendilik değerine sahip kişiler, yüksek kendilik değerine sahip olan kişilere göre daha farklı bir kişilerarası davranış örüntüsüne sahiplerdir. Yüksek kendilik değerine sahip olan kişiler diğerlerinde olumlu etki bırakmaya, olumlu özelliklerini desteklemeye çalışırlarken düşük kendilik değeri olan kişiler, kendilerini diğerlerine açma konusunda ihtiyatlıdırlar ve kendilerinden emin değillerdir. Bu şekilde davranmalarında ilk amaç, kendilik değeri kaybından kaçınmaktır. Çünkü kaynaklar yetersiz olduğunda kişi bunları korumaya çalışmaktadır. Düşük kendilik değeri olan kişiler sosyal onaylanma ve sosyal kabullenme isterler, kendileri hakkında olumlu düşünmeyi isterler, ancak kendini büyük gösterme tutumu ve saldırgan sosyal etkileşime girmekten çekinmektedirler. Kendilerine dair kesin, kendinden emin tarzda gösterilen nitelikler bu kişilerde sözlerini tutamama, onaylanmama, başarısızlık ve hayalkırıklığı korkusu nedeni ile baskı ve kaygı hissetmelerine neden olmaktadır. Düşük kendilik değeri olan kişilerin açık bir şekilde 39 benliklerini güçlendirmeye isteksiz olmaları kişilerarası ilişkiler yolu ile kendilik değerlerini desteklemekten vazgeçtikleri anlamına gelmemektedir. Sadece daha güvenli ve dolaylı yolları kullanmaktadırlar. Düşük kendilik değeri olan kişiler diğerlerinden kişisel olarak daha üstün olduklarını iddia etmek yerine üstün bir gruba üye olduklarını öne sürmektedirlerr (Baumeister, 1993). Baumeister, Kaufman ve Levy (1989) de düşük kendilik değeri olan kişilerin kendilik değerlerini arttırmak yerine başkalarını küçülterek kendilik değerlerini arttırmayı tercih ettiklerini öne sürmüşlerdir (Akt., Baumeister, 1993). İyi kişilerarası ilişkiler, yüksek kendilik değerinin oluşturulmasında ve aynı zamanda duygusal sağlık ve uyumda önemli olduğu için sonuç olarak bu kişiler düşük kendilik değerine sahip kişiler olarak kalmaktadırlar. Düşük kendilik değeri olan kişiler kendilerine dair kesin bir kanaatleri olmadığından kendilerine yönelik yapılan eleştirilerin doğru olabileceği konusunda tereddüt yaşamaktadırlar. Dolayısı ile olumlu özelliklere ilişkin net olunmaması, kırılganlığı ve tehditlere karşı incinebilirliği arttırmaktadır. Sonuç olarak düşük kendilik değerine sahip kişiler için tehditler daha tahrip edici olmaktadır (Baumeister, 1993). I.3.a. Bir Kişilerarası Duygu: Öfke Evrensel bir duygu olan öfkenin hayatımızda önemli bir yeri bulunmaktadır. Öfkenin yaşanması ve ifade edilmesinde kültürlerarasında ve bireyden bireye farklılıklar görülmektedir. Biagio (1989) öfkeyi, rahatsız eden uyarıcıları ortadan kaldırmak amacı ile kişiyi eyleme yönelten güçlü bir duygu olarak tanımlamış ve bu duygunun gerçek veya varsanılan bir engellenme, tehdit veya haksızlık karşısında oluştuğuna vurgu yapmıştır (Akt. Balkaya ve Şahin, 2003). Törestad da (1990) Biagio gibi, öfkenin ortaya çıkma sebeplerini engellenme, haksızlığa uğrama, 40 eleştirilme, küçümsenme gibi durumlara atfetmiş olsa da öfkenin planlanarak ortaya çıkmadığını belirtmiştir (Akt. Balkaya ve Şahin, 2003). Berkowitz (1962) de öfkenin oluşmasında engellenme ve istenmeyen bir olaya vurgu yapmıştır. Bu olayın bilişsel düzeyde ilk olarak olumsuz bir şekilde değerlendirildiğini ve kişide negatif bir etki yaratarak, çağrısımsal düzeyde temel öfke deneyiminin yaşandığını öne sürmüştür (Akt., Power ve Dalgleish, 1998). Kassinove ve Sukhodolsky (1995) öfkeyi bazı bilişsel ve algısal çarpıtmalarla bağlantılı içsel bir duygu durumu olarak tanımlamışlardır (Akt. Balkaya ve Şahin, 2003). Novaco’ya göre öfke, bilişsel olarak öfke diye etiketlenen ve düşmanlık (antagonist) içerikli bilişlerin eşlik ettiği, yoğun bir fizyolojik uyarılma durumudur (Akt. Balkaya ve Şahin, 2003). Martin ve Watson (1997) ise öfkenin, doyurulmamış isteklere, istenmeyen sonuçlara ve karşılanmayan beklentilere verilen doğal, evrensel ve insani bir duygusal tepki olduğunu belirtmektedir (Akt., Soykan, 2003). Burada verilen tanımlardan da anlaşıldığı üzere öfke bilim adamları tarafından farklı şekillerde tanımlanmaya çalışılmıştır. Öfke, engellenme, tehdit, eleştirilme ya da haksızlık gibi olaylar karşısında oluşan ve kişiyi rahatsız eden, bu uyarıcıları ortadan kaldırmaya yönelik olarak kişiyi eyleme iten, bilişsel süreçlerin ve değerlendirmelerin eşlik ettiği, yoğun bir fizyolojik uyarılma şeklinde görülen güçlü bir duygu şeklinde tanımlanabilir. Öfkenin açıklanmasında en etkili kuramlardan birisi Novaco’nun (1975) modelidir. Novaco dışsal olayların bilişsel olarak işlendiğini ve bunların duygusal uyarılma durumlarına yol açtığını öne sürmüştür (Akt., Power ve Dalgleish, 1998). Sosyal öğrenme kuramlarına göre, öfke ve saldırganlık gözlemsel öğrenme, taklit, özdeşleşme, kopyalama ve rol alma yoluyla öğrenilmektedir. Duyguların nasıl 41 ifade edileceği de erken yaşlarda ailede, ana-babadan, erkek ve kız kardeşlerden ve toplumsal kurallar ve yaşamdan öğrenilmektedir (Kısaç, 1997). Berkowitz (1990) öfkenin sosyal ilişkilerden olduğu kadar, bireyin bilgi sürecinden de etkilendiğini belirtmiştir. Yani öfke fizyolojik olarak algılandıktan sonra bireyin tepkisinin ne ve nasıl olacağı, sahip olduğu mantıklı ve mantıkdışı inançları, geçmiş yaşantıları ve olayla ilgili çağrışımları tarafından belirlenmektedir. Kısaca, bir takım düşünce biçimleri bireyin öfke yaşantısını yoğunlaştırmakta ya da zayıflatmaktadır (Akt., Kısaç, 1997). Bir başka anlatımla, bireylerin öfke, korku, tedirginlik gibi duygularının nedeni, olayın kendisiyle ilgili olmaktan çok, bireylerin bu olaylarla ilgili takındıkları kavramsal gözlükler ya da zihinlerindeki sembollerdir. Ellis’e göre de, öfke bireyin sahip olduğu öfkeye neden olan mantıkdışı inançların bir sonucu olarak oluşmakta ve devam ettirilmektedir (Akt., Kısaç, 1997). Bu mantıkdışı inançlar da genellikle içinde yaşanılan toplumdan ve aileden gelmektedir. Tavris (1982) öfke ve öfkenin ifadesinin biyoloji ve kültürün, zihin ve bedenin işlevlerinin bir sonucu olduğunu ifade etmiştir (Akt., Kısaç, 1997). Yukarıdaki tanımlarda ve öfkenin oluşumuna yönelik getirilen açıklamalarda görüldüğü üzere öfke duygusu fizyolojik, bilişsel ve sosyal perspektiften değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme sadece öfke duygusu için geçerli değildir. Genel olarak tüm duygular, kişinin bedensel ve zihinsel deneyimleri gözönünde bulundurularak fizyolojik ya da bilişsel perspektiften açıklanmaya çalışılmıştır ve tüm duygular içsel ve kişisel reaksiyonlar olarak değerlendirilmiştir. Duygu iletişiminin, kişinin bu duygu ile ilişkili önceki deneyimlerine bağlı olarak oluştuğu düşünülmektedir. Ancak Parkinson (1996) duyguların birçok nedeninin kişilerarası özelliklere sahip olduğunu, sonuçlarının diğer insanlara etki ettiğini ve günlük 42 yaşamda kültürel ve kişilerarası işlevlerinin olduğunu öne sürmektedir. Ayrıca duygularla ilişkili birçok olayın, durumun içsel ve tepkisel bir olgudan çok iletişimsel özellikli olduğunu öne sürmektedir. Parkinson (1996), yapılan tanımlamalarda ve duygu ile ilgili çalışmalarda duyguların nedenleri arasında sosyal faktörlerin önemine yeterince önem verilmediğini, fizyolojik ve bilişsel perspektifin yanısıra sosyal, kültürel ve kişilerarası ilişkilerin duyguların açıklanmasında önemli bir yeri olduğunu öne sürmüştür. Parkinson (1996)’a göre; diğer insanlar, duyguların tetiklenmesinde büyük öneme sahiptir, duygular doğrudan ve dolaylı olarak kişilerarası ilişkilere etkide bulunmaktadır ve duyguların ifade edilmesi, spesifik olarak kişilerarası ve kültürel işlevlere hizmet etmektedir. Olayların duygusal önemi kişiye özgü bilişsel yorumlama süreçlerine ve kişi için önemine bağlı olarak değerlendirilse de bu değerlendirmede sosyal etkileşim de rol oynamaktadır. Bunun yanısıra kişinin duyguları uygun kanallar yolu ile ifade edilerek diğer kişilere aktarılmakta böylece bu kişilerde de bir takım duygulanımlara yol açmaktadır. Kısaca belirtilecek olunursa duygular sadece kişisel bir yorumdan ziyade sosyal yaşamda etkileşim yolu ile ortaya çıkmaktadır. Kişilerarası faktörler duyguların temel nedenleridir ve duygular insanların kişilerarası etkileşimler içerisine girmesine ya da kişilerarası iletişimden uzaklaşmalarına yol açmaktadır. Rivera (1984)’nın da belirttiği gibi duygular kişisel anlamlardan çok ilişkisel anlamlar içermektedir ve duygusal etkileşimde bu anlamların ifade edilmesi duygunun doğasına bağlı olarak spesifik kişilerarası işlevlere hizmet etmektedir (Akt., Parkinson, 1996). Kişilerarası faktörlerin duyguların oluşumundaki önemi Averill (1983) tarafından da vurgulanmıştır ve Averill, örneğin öfkenin kişilerarası ilişkilerde ortaya çıkan bir duygu olduğunu, öfkenin başkasına yönelmiş olumsuz tutumu içerdiğini ve 43 sosyal yapıyı anlamadan, öfkenin de anlaşılamayacağını ileri sürmektedir (Akt., Kitayama, Markus ve Matsumoto, 1995). Duyguların aktarımı kişilerarası ilişkiler içerisinde gerçkleşmektedir ve etkileşime bağlı olarak iki kişi arasında birbirine zıt ya da benzer duygular oluşmaktadır. Sözel olmayan davranışlar, doğrudan karşı tarafta da benzer sözel olmayan davranışlara ve dolayısı ile de karşı tarafta benzer duygulara yol açmaktadır (Parkinson, 1996). Gottman (1979) bir çalışmasında, evliliğinden memnun olmayan çiftlerin konuşmalarında, bir tarafta olumsuz duygu iletişimi gerçekleştiğinde bunun diğer tarafta olumsuz duygu ifadesine yol açtığını ve iletişimde duygusal karşılıklılığın kanıtlarının yer aldığını göstermiştir. Öfke, kaygı gibi olumsuz duygularda meydana gelen bu karşılıklılık ilkesi aynı zamanda sevgi, aşk gibi olumlu duygularda da görülmektedir (Akt., Parkinson, 1996). Martin ve Watson (1997) kişilerarası boyutu da bulunan öfkenin çok zarar verici olabilen bir duygusal yaşantı olduğunu ve kişilerarası sorunlu ilişkilere, boşanmaya, çalışma yaşamında üretkenliğin ve işlevselliğin bozulmasına, fiziksel ve ruhsal sağlıkta önemli sorunlara neden olabildiğini belirtmiştir (Akt. Soykan, 2003). Günlük yaşam içinde sıklıkla yaşanan bu duygu temelde en az iki kişinin mutsuzluğuna neden olmaktadır. Öfke, hem yöneldiği hedefi hem de kaynağını olumsuz bir yaşantı içine sokmaktadır. Burada öfkeyi yaşayan için, öfkenin kontrolü, öfkenin yöneldiği kişi içinse, gelen bu öfkeyle nasıl baş edilebileceği önemli bir sorundur (Soykan, 2003). Öfkenin ortaya çıkmasında etken olan olay ve unsurların yanı sıra öfkenin şiddeti, bu öfkenin nasıl yaşandığı ve kişinin bu duygusunu kontrol becerisi de önem arz etmektedir. Öfke temel olarak 3 objeye karşı ortaya çıkmaktadır; kişinin 44 kendisine, diğerlerine ve başına gelenlere yani yaşadığı dünyaya karşı (Soykan, 2003). Öfke kimi zaman kısa süreli, orta şiddette ve hatta kişiye faydalı; kimi zaman ise, çok şiddetli, yoğun, sürekli ve tahrip edici olabilmektedir. Novaco (1975)’ya göre öfke uyarıldıktan sonra, 4 ana davranışsal tepki görülmektedir, bunlar fiziksel ya da sözel düşmanlık, pasif agresyon ya da geri çekilmedir. Bu tepkiler olayın nasıl görüldüğünün belirlenmesinde büyük bir öneme sahiptir (Akt., Power ve Dalgleish, 1998). Schuerger (1979), öfke duygusunun nasıl ifade edildiğine bağlı olarak, kişiyi, sözel ve fiziksel saldırılara açık bir hale getirebildiğini; aile içinde ve diğer kişilerarası ilişkilerde çatışmalara neden olabildiğini öne sürmektedirler (Akt., Balkaya ve Şahin, 2003). Bunun yanı sıra Deffenbacher (1992) öfkenin kişinin benlik saygısının önemli ölçüde düşmesine neden olabildiğini belirtmektedir (Akt., Balkaya ve Şahin, 2003). Yapılan araştırmalar öfke duygusunun cinsiyete göre farklılaştığını göstermektedir. Averill (1983), öfkelenme sıklığı, yoğunluğu ve öfkelenme nedenleri açısından kadınlar ve erkekler arasında anlamlı bir fark bulunmamış olduğunu belirtirken (Akt., Balkaya ve Şahin, 2003), Lerner (1996) ve Sharkin (1993) öfkenin ifade edilmesinde, erkeklerin kadınlara göre daha doğrudan ifade yöntemlerini seçtiklerini, kadınların ise daha dolaylı yolları kullandıklarını bulmuşlardır (Akt., Balkaya ve Şahin, 2003). Lerner (1996) ve Sharkin (1993)’e göre, bu durumun en önemli nedenlerinden biri, öfke duygusunun gösterilmesinin, kadınsı değil, erkeksi bir tutum olduğuna inanılmasıdır. Pek çok kadın, ne kadar haklı olursa olsun, öfkenin gösterilmemesi, tam tersi, bastırılması gerektiğine inanmaktadır (Akt. Balkaya, 2001). 45 Lerner (1996) kadınların, özellikle erkelere yönelik öfkelerini doğrudan gösterememelerinin nedeninin hem içsel hem de sosyal engeller olduğunu ileri sürmektir (Akt., Balkaya, 2001). Lerner (1996)’a göre kadınlar öfkenin, ilişkiyi tahrip edeceğine ve sosyal olarak da onaylanmayacaklarına inandıkları için, öfkeyi doğrudan ifade etmemek için uğraşmaktadırlar (Akt., Balkaya, 2001). Çok güçlü sosyal onay ihtiyacı ve ayrılma kaygısı, öfkenin bastırılmasına yardımcı olmaktadır. Bir diğer deyişle Lerner (1996)’a göre kadınlar, hayatlarını rahat sürdürmek için başkalarına ihtiyaçları olduğuna daha çok odaklanırlar ve kendi bireysel ihtiyaçlarını görmezden gelirler, bundan dolayı da öfkeyi ifade etmekte zorlanırlar (Akt., Balkaya, 2001). Soykan (2003) inkar ya da bastırma ile duyguların yok sayılmasının, ifade edilmemesinin kişinin hem kendisi hem de çevresi için zararlı olma potansiyeli taşıdığını, oysa bu duygular kişi tarafından kabul edildiğinde ve ifade edildiğinde etkin, işe yarayan, üretken bir durum oluştuğunu öne sürmüştür. Bu bağlamda depresyon ve yeme bozukluğu gibi problemlere kadınlarda daha sık rastlanması öfke açısından incelenmiştir. Gordon ve Allen (1990), kadınlarda depresyonun, maskelenmiş ve ifade edilmeyen öfkenin bir sonucu olarak ortaya çıktığını ileri sürmüştür (Akt., Balkaya, 2001). Benzer şekilde Russel ve Shirk (1993) ifade edilemeyen öfkenin yeme bozukluklarının ilerlemesinde önemli bir etkiye sahip olduğunu öne sürmüştür (Akt., Balkaya, 2001). Ayrıca, Averill (1983) kadınların erkeklerden farklı olarak, öfkelendikleri zaman sıklıkla ağlamayı tercih ettiklerine işaret etmektedir (Akt., Balkaya, 2001). Klinik gözlem sonuçlarına göre, kadınların aksine erkekler, öfke duyguları hariç diğer duygularını ifade etmekte zorlanmaktadırlar. Buna ek olarak, kıskançlık, üzüntü gibi diğer olumsuz duygularını, öfkeye dönüştürerek ifade etmektedirler. 46 Sharkin (1993) bunun nedeninin, öfke duygusunun, güçlülük, sertlik, saldırganlık şeklinde ve “erkeksi”, diğer deyişle erkeğe yakışan ve onu güçlendiren bir duygu olarak değerlendirilmesi olabileceğini öne sürmüştür. Diğer duygular ise, “kadınsı” olarak görülmektedir. Bu nedenle öfke, temel bir erkek duygusu olarak ele alınmakta ve kadınların aksine pozitif bir duygu olarak, erkekte olması gerektiği şeklinde değerlendirilmektedir (Akt. Balkaya, 2001). Öfke ve diğer duygular arasında son derece karmaşık bir ilişki bulunmaktadır. Öfkenin anksiyete, suçluluk, depresyon, bağımlılık ve cinsellikle ilgisi olduğu birçok araştırmacı tarafından gösterilmektedir (Burne ve Kelley, 1981; Biaggio, 1987; Riley ve ark., 1989; Tangney, 1996; Fava ve ark., 1990; Akt. Soykan, 2003). Gordon (1999) aslında kızgınlık, öfke gibi duyguların daha çok ikincil duygular olduğunu, kırılma, alınma, gücenme, anlaşılmama, reddedilme, engellenme, korku, kaygı, hayal kırıklığı, yalnızlık gibi acı veren temel duygulara ikincil olarak oluştuğunu ifade etmiştir (Akt., Soykan, 2003). Öfke, dile getirilmemiş veya anlaşılmamış, kabul görmemiş kızgınlıkların topluca yaşanması ve ortaya dökülmesi olarak da ortaya çıkabilmektedir (Soykan, 2003). Madlow (1972) ve Hankins (1993) öfkenin tokat atma, tekme atma, vurma, tehdit etme, aşırı eleştirel olma, hata arama, tartışma ve saldırgan bir tavır içinde olma, suçlama, alay etme, dedikodu yapma, önyargıyla yaklaşma gibi açıkça ve doğrudan gözlenebilen sözel ve davranışsal belirtiler ile ifade edilebildiği gibi, başkalarından uzak durma ve onlarla işbirliğini reddetme, sessizlik, unutkanlık, psikosomatik hastalıklar, depresyon ve suçluluk duyguları, aşırı alttan alma, çekingen davranma, ağlama, şiddete ve suça yönelik fanteziler içinde bulunma, 47 yoğun bir rahatsızlık ve stres altında olma duygusu, mutsuzluk ve gerginlik, güceniklik ve ruhsal acı çekme duygularının varlığı gibi belirtiler ile de dolaylı olarak ifade edilebildiğini belirtmektedirler (Akt., Soykan, 2003). I.3.b. Kişilerarası İletişim Tarzı ve Kendilik Algısı Yaşamı boyunca bireyin ne bildiği, ne yaptığı, nasıl davrandığı ya da ne hissettiği diğer kişiler tarafından şekillendirilmektedir. Bu süreçte kişilerarası iletişim, en önemli etmenlerden birini oluşturmaktadır. Bireyin ‘gerçekte’ kim olduğu, kişinin kendisini nasıl gördüğü, diğerlerinin bireyi nasıl gördüğü, kişinin çevresinde yer alan insanlar için nasıl bir rol oynadığı gibi etmenlerden etkilenmekte ve bu unsurlar tarafından şekillendirilmektedir. Bireyin nasıl ve ne kadar etkili iletişim kurabildiği tamamen bireye bağlıdır. Kişilerarası iletişimin birey için önemi büyüktür, çünkü kendilik kavramı kişilerarası iletişim süreçlerinde öğrenilmekte, devam ettirilmekte ve değişmektedir. Kişinin kendisini nasıl gördüğü başkaları tarafından nasıl görüldüğüne dair algılayışının bir sonucudur (Myers ve Myers, 1992). Kişinin kendisine ilişkin görüşü sabit değil aksine dinamik ve değişim içindedir. Her yeni birey ya da her yeni deneyim dünyaya, diğer insanlara ve kişinin kendisine yönelik bakış açısını destekleyip güçlendirebildiği gibi, değişime de neden olabilmektedir. Kişi, kim olduğuna dair görüşünün diğer insanlar tarafından desteklenmesini ve doğrulanmasını ister. Kişi kendisine yönelik doğrulamanın yanısıra, başkalarına ve dünyaya dair görüşlerinin de doğrulanmasını istemektedir ve bu süreçte de iletişimin büyük bir önemi bulunmaktadır (Myers ve Myers, 1992). Sieburg (1969) iletişimi insanın temel ihtiyaçlarından biri olarak görmektedir. Kişi iletişim yolu ile diğerleri ile ilişki kurabilmekte, ilişkilerini sürdürebilmekte ve 48 ilişki kurma çabasına da karşı taraftan belirli bir yanıt beklemektedir (Myers ve Myers, 1992). Cushman ve Cahn (1985), bireyin kendilik kavramının diğer insanlarla etkileşimindeki iletişim becerilerini düzenlemede önemli ve gerekli bir yere sahip olduğunu belirtmektedirler. Glauser (1984) da olumlu iletişim deneyimi olan kişilerin olumsuz iletişim deneyimi olan kişilere göre daha olumlu kendilik izlenimlerinin olduğunu ve bu kişilerin daha etkili iletişim kurabildiklerini belirterek kişilerarası iletişim ve kendilik kavramı arasındaki ilişkiye açıklama getirmektedir (Akt., Rancer, Kosberg ve Silvestri, 1992). Kişi sadece kendini nasıl gördüğüne dikkat etmemekte, aynı zamanda kendisinin diğerleri tarafından nasıl görüldüğüne, nasıl değerlendirildiğine de önem vermektedir. Dolayısı ile bireyin nasıl düşündüğü, davrandığı ya da hissettiği diğer insanların bireyi nasıl algılandığından büyük ölçüde etkilenmektedir (Myers ve Myers, 1992; Cushman ve Cahn, 1985). Kısaca belirtilecek olunursa, kendilik kavramının oluşumunda bireyin kendilik algısı önemli bir yere sahiptir. Ayrıca Cushman ve Cahn (1985) bireyin kendilik kavramının, sadece diğerleri ile olan etkileşimi içerisinde oluşturulabileceğini ve sürdürülebileceğini, diğerleri ile olan ilişkilerini ve onlarla ilişkisindeki anlaşma süreçlerini ancak iletişim yolu ile tanımlayabileceğini ve yorumlayabileceğini öne sürmüşlerdir. Bu bağlamda da dinleme ve uzlaşma becerilerinin önemli bir yere sahip olduğunu, çünkü kendinden ve karşısından beklentilerini daha doğru belirleyebilmenin dinleme ve uzlaşma becerileri ile gerçekleşebileceğini, kişilerarası iletişimdeki yeterliliklerin belirlenmesinde önemli bir yere sahip olduğunu ifade etmişlerdir. Benlik kavramının 49 iletişim becerileri öğeleri içerisindeki yeri gözönünde bulundurulduğunda benlik kavramının iletişime özgü (communication-specific) bir yapı olduğu görülmektedir (Cushman ve Cahn, 1985). Bu süreçte bireyin diğer insanları algılayışı, diğerlerinin kendisini nasıl değerlendirdiğine dair olan algısı bu kişilerarası ilişki süreçlerinden etkilenmektedir. Yani benlik kavramı diğerleri ile etkileşim içerisinde iletişim yolu ile oluşturulan, sürdürülen ve bu etkileşimden ve iletişim süreçlerinden etkilenmeye devam eden bir yapıdır. Dolayısı ile bireyin kişilerarası iletişim tarzının oluşmasında kendilik algısının büyük önemi bulunmaktadır. Kişilerarası ilişkilerde karşılaşılan iletişim engelleri genellikle iletişimi olumsuz olarak etkilemektedir. Her ne kadar iletişim engellerinin etkileri çeşitlilik gösterse ve duruma göre değişebilse de sıklıkla, kişinin özsaygısının azalmasına ve olumsuz etkilenmesine neden olmaktadır. İletişim engellerinin bireylerin özsaygısını etkileyebilmesinin yanı sıra, bireyin süregelen iletişim engellerinden etkilenmesinde kişinin olumlu benlik algısının da önemi büyüktür. Aydın ve ark. (2002) olumlu benlik kavramına sahip olan bireylerin, daha az duygusal problemler yaşamakta olduklarını; çevreleri ve diğer insanlarla daha verimli ilişkiler kurabildiklerini ve başarılı olma yönünde daha gayretli ve girişimci olduklarını ifade etmektedirler. Rancer, Kosberg ve Silvestri (1992), özsaygı ile saldırgan iletişime yatkınlığın ilişkisi üzerine yaptıklar çalışmada, özsaygının kişisel güç ve beceri boyutlarının, tartışmacı iletişim tarzı ile pozitif yönde ilişkili olduğunu bulmuşlardır. Ayrıca özsaygının savunmacı, kendini kabul, sevilebilirlik, hoşlanılabilirlik, kendini kontrol, kişilik bütünleşmesi boyutlarının ise sözel saldırganlık ile negatif yönde ilişkili olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Bu çalışmanın gösterdiği gibi bireyin kendilik 50 kavramının önemli boyutlarından birini oluşturan özsaygı ile kişilerarası iletişim tarzı arasında önemli bir ilişki bulunmaktadır. İnsanlar düşünce ve yeteneklerini yani kendilerini bazı nesnel yollarla değerlendirme eğilimindedirler. Ancak, Festinger (1954) insanların bu amaçla nesnel araçlar bulamadıklarında kendilerini diğer kişilerin fikirleri ve yetenekleri ile karşılaştırarak değerlendirdiklerini ifade etmektedirler (Akt., Park ve Salmon, 2005). Bu nesnel araçlar, özellikle kişilerarası iletişimlerde sıklıkla kullanılmaktadır. Dolayısı ile diğer kişilerin iletişim tarzları ve kendi iletişim tarzları, kendilerine yönelik algılarını etkilemede büyük bir role sahiptir. I.4. Cinsel İşlev Bozuklukları Günümüze kadar cinselliğe ilişkin farklı tanımlamalar açıklamalar getirilmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda Sadock (2007), cinselliği, “bir kişinin diğerine çekici gelmesini de içerecek şekilde, cinsel haz alma ve üremeyle ilgili bütün düşünce, duygu ve davranışları kapsar” şeklinde tanımlamıştır. Aydın (1998) ise cinselliği, “cinsel doyumu ve iki insanın bir armoni içerisinde beraberliklerini içeren, sosyal kurallar, değer yargıları ve tabularla belirlenmiş, biyolojik, psikolojik, sosyal yönleri olan özel bir yaşantı” olarak tanımlamıştır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) sağlıklı cinselliği “somatik, duygusal, entellektüel ve sosyal bileşenleri olumlu yönde bütünleştiren, zenginleştiren ve kişiliği, iletişimi, sevgiyi geliştiren bütünlük” olarak tanımlamaktadır. Cinsellik bir bireyin, fiziksel, psikolojik ve sosyal yaşantısının önemli bir yönü olup sadece basit bir şekilde üreme çin yapılan biyolojik bir yaşantı değil, kişilerarası duyguların iletişimine yarayan, kişiye hoş duygular yaşatan ve zevk veren bir yaşantıdır (Özkan, 2001). Tanımlarda da açık bir şekilde görüldüğü 51 üzere cinsellik ve cinsel davranışlar çok geniş kapsamlı, çeşitli faktörlerin etkileşimiyle belirlenen ve bireyler arasında oldukça farklılık gösteren bir yaşantıyı içermektedir. Öyle ki kişinin diğerleri ile kurduğu ilişkilerden, içinde bulunduğu toplumdan, kültür ve sosyal çevreden, yaşam koşullarından, bireyin kendi kişilik özelliklerinden, biyolojik özelliklerinden ve kendilik algısından önemli ölçüde etkilenmektedir. Böylesine çok faktörün etkileşimi ile belirlenen, zengin bir yaşantı olan cinselliğin tanımlamasının yapılması da dolayısı ile oldukça güçleşmektedir. İki kişi arasındaki ilişkinin özel bir boyutu olan cinsellik bireyin kişiliğinin her yönü ile ilişkilidir. Kişinin benlik kavramı, beden ve benlik algısı, bu bağlamda kendisini ve diğerini, sergiledikleri rollerini nasıl algıladığı, tutumları cinselliğin yaşanmasında ve dolayısı ile bozuklukların değerlendirilmesinde büyük önem taşımaktadır. Cinselliğin yaşanması, birey olmak, tek başınalık, bağımsızlık, cinselliği özgürce yaşayabilmek, kendini diğerine teslim edebilmek, diğerinin benzer yaşantılarına katılabilme, bir ve birlikte olmak, bütün olma, tek başına yeniden bütünlenme, diğerinin bütünleşmesine katkıda bulunma, onunla olmanın öznel ve özel durumunu algılama, varoluşun yeni boyutlarının keşfi anlamına gelmektedir (Aydın, 1998). Cinsellik kişinin benliği ve öznelliği için önemli olduğu kadar bireylerarası ilişkilerinde de rolü bulunmaktadır. İlişkilerin ilerlemesi ve gelişmesinde büyük payı bulunmaktadır (Maner, 2001). Cinselliğe ilişkin ilk kapsamlı araştırma, Kinsey ve arkadaşları tarafından 1938 ile 1952 yılları arasına ait insanın cinsel davranışlarına yönelik istatistikleri içermektedir (Akt., İncesu, 1998a). Bu çalışmanın yayınlanması, sadece bilim dünyasında değil tüm toplumda bir etki uyandırmış ve “cinsellik” kavramı, 52 “bilinmeyen” bir alan olmaktan çıkarak bilimsel olarak araştırılabilir, ölçülebilir ve tartışılabilir bir özellik kazanmaya başlamıştır. Daha sonra Masters ve Johnson 1954 yılında insan cinsel tepkisinin anatomi ve fizyolojisini araştırmaya başlamış ve 10 yıl süren çalışmanın sonuçları 1966 yılında “İnsanda Cinsel Davranış” adlı kitapta yayınlanmıştır (Akt., İncesu, 1998a). Bu çalışmanın en önemli özelliği, bu çalışmanın bilgilerinin cinsel fizyoloji ile ilgili olarak bugün bilinenlerin temelini oluşturmasıdır. Masters ve Johnson, insan cinsel yanıt döngüsünü dört ayrı evreye ayırmıştır. Bunlar; uyarılma evresi, plato evresi, orgazm evresi ve çözülme evresidir. Cinsel yanıt döngüsü psikofizyolojik bir deneyim olup erkekte ve kadında cinsel yanıt döngüsü, tepkinin yoğunluğu açısından farklılık göstermektedir. Erkekte cinsel yanıt döngüsündeki değişiklikler tepkinin süresi ile ilişkili iken, kadında tepkinin hem yoğunluğu hem de süresi ile ilişkilidir ve bu nedenle kadında sayısız çeşitlilikte olabilmektedir. Kadın ve erkekte cinsel yanıt döngüsü Şekil 1 ve Şekil 2’de gösterilmektedir (İncesu, 1998a). Masters ve Johnson’ın çalışmaları bu alanda çalışan klinisyenleri de etkilemiştir. Seks terapisinin kurucularından olan Kaplan (1987) kadın ve erkeğin cinsel yanıtının ilk bakışta tek ve bağımsız bir bütün gibi göründüğünü, ancak her iki cinsiyette de cinsel yanıtın iki ayrı evreden meydana geldiğini ifade etmiştir. Cinsel yanıtın ilk evresi genital vazokonjesyondan oluşmaktadır. Bu evrede erkekte penil ereksiyon, kadında vajinal lubrikasyon, büyüme ve kabarma meydana gelmektedir. İkinci evre ise, orgazmı sağlayan genital kasların refleks klonik kasılmalarıdır. Bu evreler anatomik ve fizyolojik olarak kadın ve erkekte benzerlik göstermektedir. Genital vazokonjesyon yanıtı parasempatik sinir sistemi tarafından, kas 53 kontraksiyonları ile karakterize olan ikinci evre ise sempatik sinir sistemi tarafından innerve edilmektedir (Kaplan, 1987). Şekil 1. Kadında cinsel yanıt döngüsü Şekil 2. Erkekte cinsel yanıt döngüsü (İncesu, 1998a, s.4) 54 Cinsel yanıt, travma, ilaç ve yaş gibi fiziksel etkenlerden farklı derecelerde etkilenebilmektedir. Dolayısı ile farklı psikopatolojik mekanizmalarla birbirinden kesin hatlarla ayrılan farklı klinik sendromlara yol açmaktadır. İnsan cinsel yanıtının bifazik niteliğinin anlaşılması cinsel işlev bozukluklarının ayırıcı tanısı ve tedavi yaklaşımları açısından ilerlemeler ve gelişmeler elde edilmesi açısından faydalı olmuştur. Cinsel yanıtın tek bir fizyolojik sürecin parçaları olduğu yanlış inancı, tüm cinsel işlev bozukluklarının erkeklerde empotans, kadınlarda ise frijidite olarak tanımlanmasına neden olmaktaydı. Dolayısı ile cinsel yanıtın bifazik niteliğinin anlaşılması, bu yanlış inancın yıkılmasını sağlamıştır (İncesu, 1998a). 1970’li yılların sonlarından başlayarak uyarılma ve orgazm evrelerine ek olarak cinsel isteğin de önemli bir rol oynadığı anlaşılmış olup cinsel istek aşamasının da farklı klinik sendromlara yol açtığı ve dolayısı ile farklı tedavi yaklaşımlarını gerektirdiği görülmüştür. Cinsel yanıtın istek, uyarılma ve orgazm evrelerine denk düşen klinik sendromlar bulunduğundan, ancak çözülme evresine denk düşen klinik sendromlar çok nadir olduğundan sınıflandırmalar içerisinde çözülme evresi belirtilmemektedir. Günümüzde insandaki cinsel yanıt döngüsünün birbirleri ile bağlantılı, ancak anatomik ve nörofizyolojik olarak birbirlerinden farklı üç evreden oluştuğu kabul edilmekte olup cinsel işlev bozuklukları Tablo 1’de gösterilen her bir evreye karşılık gelen klinik sendromlar topluluğu olarak değerlendirilmektedir (İncesu, 1998a). Cinsel işlevin fizyolojisi üzerine yapılan araştırmaların ardından günümüze kadar merkezi sinir sistemi, endokrin sistem ile ilgili çalışmalar yapılmıştır ve cinsel işlevin nöroendokrin temelleri ile ilgili kapsamlı bilgilere ulaşılmıştır. Yapılan 55 çalışmalar; cinsel davranışın ve cinsel işlevin merkezi sinir sistemi ve endokrin sistem ile nörokimyasal, nörofizyolojik ve psikolojik süreçlerin karşılıklı etkileşiminden oluşan kompleks bir davranış örüntüsü olduğunu göstermektedir. Bu süreçlerin bir şekilde işlev görmemesi cinsel yaşamın belirgin bir şekilde etkilenmesine neden olmaktadır. Her türlü psikiyarik sorun, bedensel bazı hastalıklar ve ilaçlar, hormonlar ve benzeri çeşitli fiziksel etkenler bu süreçlerin birini ya da birden fazla süreç üzerinde engelleme ya da olumsuz etkiler yapabilmektedir (İncesu, 1998a). Tablo I.1 Cinsel yanıt döngüsünde her bir evreye karşılık gelen klinik sendromlar Evre Fizyolojik Süreç Sendromlar 1) İstek MSS (Merkezi Sinir Sistemi)’deki cinsel merkezlerin aktivasyonu; 1) Cinsel İstek Boz. 2) Uyarılma 3) Orgazm Yeterli ölçüde endokrin sistem desteği Genital bölgede vazokonjesyon+ sistemik vazokonjesyon 2) Cinsel Tiksinti Boz. Erkekte: Ereksiyon Bozukluğu Erkekte Ereksiyon Kadında: Uyarılma Bozukluğu Kadında Lubrikasyon Refleks kas kontraksiyonları Erkekte: Ejakülasyon Bozuklukları Erkekte Ejakülasyon Kadında: Orgazm Bozuklukları Kadında Orgazm (İncesu, 1998a) Cinsel işlev bozukluklarının tanımlama ve sınıflamasında henüz evrensel bir fikir birliği oluşturulamamış olsa da Sungur (1998), cinsel işlev bozukluğunu cinsel 56 ilginin ve/veya cinsel uyaranlara verilen yanıtların, inatçı ve tekrarlayıcı biçimde bozulması olarak tanımlamaktadır. DSM-IV’te de cinsel işlev bozukluklarının tanımında vurgu yapılan öğeler, cinsel istekte ve cinsel yanıt döngüsünde meydana gelen psikofizyolojik bozulmalardır (Köroğlu, 1994). Cinsel işlev bozuklukları, bireyin yaşamında anlamlı düzeyde sorun oluşturmakta ve kişilerarası ilişkilerde güçlüklere neden olmaktadır. Bu DSM-IV’te temel olarak yedi başlıkta incelenmekte olup Eksen I bozuklukları içinde yer almaktadır. Bunlar cinsel istek bozuklukları, cinsel uyarılma bozuklukları, orgazm bozuklukları, cinsel ağrı bozuklukları, genel tıbbi duruma bağlı cinsel işlev bozukluğu ve başka türlü adlandırılamayan cinsel işlev bozukluğu’dur (Köroğlu, 1994). DSM-IV’e göre her bir cinsel işlev bozukluğu için üç kriter tanımlanmıştır. İlk kriter cinsel isteğin, cinsel uyarılmanın ya da orgazmın olmaması gibi psikofizyolojik bozukluğu tanımlamaktadır. İkinci ve üçüncü kriterler her bozukluk için aynıdır: Bozukluk belirgin bir sıkıntıya ya da kişilerarası güçlüğe neden olur ve bu bozukluk bir başka Eksen I bozuklukları ile açıklanamamakta, sadece bir maddenin (kötüye kullanılabilen br ilaç, tedavi için kullanılan bir ilaç) ya da genel tıbbi bir durumun doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı değildir (Kay ve Tasman, 2006). Cinsel işlev bozukluklarının başlangıç, koşul ve etiyolojik etkenlerini belirtmek amacı ile alt tipleri tanımlanmıştır. “Yaşamboyu tip” ve “edinilmiş tip”, bozukluğun başlangıç doğasını belirtmek; “yaygın tip” ve “durumsal tip” bozukluğun ortaya çıktığı koşulu belirtmek; “psikolojik etkenlere bağlı” ve “bileşik etkenlere bağlı” tanımları da bozukluğun etyolojik etkenlerini belirtmek amacı ile kullanılmaktadır (Köroğlu, 1994). Cinsel işlev bozukluklarının temel özelliği, cinsel yanıt döngüsündeki fazlardan birinde ya da daha fazlasında öznel olarak haz 57 duyulmasında veya istekte bir bozulma ya da nesnel olarak performansta bir bozulma şeklinde inhibisyon olmasıdır. Bozukluklar tek başına ya da diğer bozukluklar ile birlikte görülebilmekte olup klinik tablonun temel parçası olduğunda cinsel işlev bozukluğu tanısı konulabilmektedir (Sadock, 2007). Cinsel işlev bozukluklarının psikolojik etyolojisine ilişkin günümüze kadar çeşitli görüşlerde bulunulmuştur. Bu yaklaşımlar geleneksel ve modern yaklaşımlar olmak üzere iki grupta toplanmıştır. Geleneksel yaklaşımlar, psikanalitik ve davranışçı yaklaşım olarak iki grupta değerlendirilmektedir. Psikanalitik yaklaşıma göre, cinsel işlev bozuklukları bilinçaltı çatışmalara bağlı olarak gelişmekte olup bu bu çatışmaların temelinde ise erken çocukluk yaşantıları, psikoseksüel gelişim dönemlerinde bir aksaklık oluşması, oedipus kompleksi, kastrasyon anksiyetesi ya da penis kıskançlığı gibi nedenlerin yer aldığı düşünülmektedir. Davranışçı yaklaşıma göre ise tüm davranışlar gibi cinselliğin ve cinsel davranışların da öğrenildiği ve dolayısı ile cinsel işlev bozukluğu olan kişilerin cinsel uyarılara yanlış tepkiler vermeyi öğrendikleri görüşü esas alınmaktadır. Modern yaklaşımların temeli Masters ve Johnson (1970) tarafından atılmış olup bu yaklaşıma göre cinsel işlev bozuklukları, çok heterojen bir gruptur ve etyolojisinde birçok neden rol oynayabilmektedir. Geleneksel yaklaşımların öne sürdüğü psikoseksüel gelişim aşamalarındaki aksaklıklar ve yanlış öğrenilmiş davranışların yanısıra modern yaklaşım cinsel işlev bozukluklarının etyolojisinde eşler arasındaki ilişkinin ve cinsel bilgi eksikliğinin de önemli bir rol oynadığına vurgu yapmaktadır. Cinsel işlev bozukluklarının etyolojisine ilişkin yapılan araştırmalara göre eksik ya da yanlış cinsel bilgi, geleneksel ve tutucu yetiştiriliş biçimi, çocukluk yaşantıları ve aile ortamı, eşler arasındaki uyumsuzluk ve iletişim sorunları, başka bir cinsel sorunun 58 bulunması, başka bir psikiyatrik sorunun bulunması ve beden imgesi gibi faktörlerin önemli bir role sahip oldukları saptanmıştır (Tuğrul, 1998). Sadock (2007) da ilişki sorunlarının önemini belirtmiş ve cinsel işlev bozukluklarının ilişki sorunlarına yol açabildiğini ve aynı zamanda cinsel işlev bozukluklarının ilişki sorunlarından kaynaklanabildiğini, bu hastalarda genellikle cinsel performans ile ilgili bir yetersizlik ya da utanma duygusu geliştiğini vurgulamıştır. Cinsel işlev bozukluğu biyolojik sorunların, kişinin içsel çatışmalarının, kişilerarası zorlukların ya da bunların birleşiminin sonucunda ortaya çıkabilmektedir (Sadock, 2007). Cinsel işlev bozukluklarına yol açan etkenler belirtildiği gibi çok faktörlü olup etkenler arasında da karmaşık bir ilişki söz konusudur. Bu etkenler genel olarak fiziksel ve psikolojik faktörler olarak ikiye ayrılarak tanımlanmakta olup psikolojik faktörler de yatkınlık yaratıcı, başlatıcı ve devam ettirici faktörler olmak üzere üç grupta tanımlanmaktadır. Bu faktörler Tablo I.2’de gösterilmiştir. Cinsel işlev bozukluğunun görülme sıklığına ilişkin yapılan araştırmalara göre, kadınların %30-%60'ı, erkeklerin ise %40’ı yaşamları boyunca en az bir cinsel işlev bozukluğu yaşamaktadır. Kadınlarda en sık görülen cinsel işlev bozuklukları ‘cinsel istek bozukluğu ve uyarılma bozuklukları’ iken erkeklerde en sık görülen cinsel işlev bozukluğu ise ‘erken boşalma’dır. Başka bir deyişle yaklaşık olarak her 3 kadından 1'inde ve yaklaşık olarak 3-4 erkekten 1’inde cinsel işlev bozukluğu bulunmaktadır. Araştırmalara göre 60 yaş üstünde kadınların %60-%80'i cinsel işlev bozukluğu yaşamaktadır ve en sık yardım alan yaş grubunu 50-59 yaş arasındaki kadınlar oluşturmaktadır. Gelişmiş batı ülkelerinde tedaviye başvuran kadınlar daha çok ileri yaşlardaki kadınlar olurken ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerde 59 genellikle genç-orta yaşlardaki kadınlar tedavi arayışında bulunmaktadır. Ülkemizde en çok başvuru nedenini kadınlarda vajinismus oluşturmaktadır (İncesu, 2007). Tablo I.2. Cinsel işlev bozukluklarının etyolojisinde psikolojik faktörler Yatkınlık Yaratıcı Başlatıcı Etkenler Devam Ettirici Etkenler Etkenler • Yetiştirilme tarzı • Hamilelik ve doğum • Performas anksiyetesi • Bozuk aile ilişkileri • Eşler arasındaki genel • Başarısızlık korkusu • Yetersiz ya da yanlış ilişki bozukluğu • Suçluluk duygusu cinsel bilgiler • Aldaltılma • Partnerler arasında çekicilik kaybı • Travmatik cinsel • Gerçekdışı beklentiler deneyim • Partnerdeki cinsel işlev • Genel ilişkideki • Psikoseksüel roldeki bozukluğu uyumsuzluk güvensizlik • Rastlantısal başarısızlık • Yakınlık korkusu • İntrapsişik dinamik • Organik • Bozuk kendilik algısı hastalıklara nedenler reaksiyon • Yetersiz cinsel bilgi • Yaşlanma • Cinsel mitler • Depresyon ve anksiyete • Kısıtlı önsevişme • Travmatik cinsel • Psikiyatrik deneyimler rahatsızlıklar • Kendini yetersiz tanıma (Tuğrul, 1998) Orta yaş döneminde ve daha yaşlı yetişkinlerde cinselliğin önemini ve cinsel işlev bozukluklarının görülme sıklığını belirlemek amacıyla Nicolosi, Laumann, Glasser, Moreira, Paik ve Gingell (2004) tarafından yapılan ve 29 ülkeden 40-80 yaş arasında 27.500 erkek ve kadının katılım sağladığı çalışmanın sonuçlarına göre erkeklerin %80’inden fazlası, kadınların da %65’i son bir yıl süresince cinsel birleşme yaşamakta olup erkeklerde en çok görülen bozukluğun prematür ejakülasyon (%14) ve erektil disfonksiyon (%10), kadınlarda ise cinsel istek azlığı (%21), orgazma ulaşamama (%16) ve lubrikasyonda yaşanan güçlükler (%16) olduğu bulunmuştur. Çalışma sonuçlarına göre cinsel istek ve aktivite orta yaş ve 60 ileri yaş dönemlerinde yaygın olarak devam etmektedir ve cinsel işlev bozukluklarının görülme sıklığı bu yaş döneminde yüksek olmakla birlikte yaş ile birlikte özellikle de erkeklerde artma eğilimindedir. Bunun yanısıra aynı araştırmada erkeklerin %82’si, kadınların ise %76’sı bir ilişkinin yürütülmesi ve kişinin benlik saygısı için tatmin edici bir cinsel yaşama sahip olmanın çok önemli olduğunu ifade etmişlerdir. Türkiye’de cinsellik ve cinsel işlev bozuklukları ile ilgili yapılan çalışma sonuçları aşağıda incelenmiş olup her bir cinsel işlev bozukluğu ile ilgili yapılmış çalışmalara ve verilerine detaylı olarak cinsel işlev bozuklukları altında yer verilecektir. Sağduyu ve arkadaşlarının (1997) çalışmasına göre erkeklerin %92.8’i kadınların da %54’ü cinselliği olumlu bir şekilde değerlendirmiştir. Cinsellik ile ilgili olumsuz duygular çoğunlukla daha yaşlı gruplarda görülmüştür. Bu çalışmaya göre, cinsel işlev bozukluğu olan hastalar arasında kadınların %25’inin, erkeklerin de %5’inin cinsel istek azlığından şikayet ettikleri görülmüştür (Akt., Aydın ve Gülçat, 2004). Kayır (1990) cinsel işlev bozukluğu olan kadınların %52’sinin vajinismus, %25’inin cinsel istek azlığı, %15’inin anorgazmi ve %2’sinin disparoni tanısı aldığını rapor etmiştir. Cinsel işlev bozukluğu olan erkeklerin ise %48’inin erektil bozukluk, %20’sinin prematür ejakülasyon, %5’inin cinsel istek azlığı, %2’sinin engellenmiş ejakülasyon tanısı ve %22’sinin ise birden fazla cinsel işlev bozukluğu tanısı aldığını bildirmiştir. Özkan (1981) ise psikiyatrik popülasyonda benzer bulgulara ulaşmıştır ve hastaların %49’unun erektil bozukluğunun olduğunu, %52.9’unun prematür ejakülasyon sorununun olduğunu, buna karşılık kadın 61 hastaların ise %35.5’inin disparoni, %53.3’ünün vajinismus, %66.6’sının anorgazmi, %60’ının cinsel uyarılma bozukluğu ve %84.4’ünün cinsel istek azlığı sorununun olduğunu bulmuştur (Akt., Aydın ve Gülçat, 2004). I.4.a. Cinsel İstek Bozuklukları Cinsel istek bozuklukları, DSM-IV’te azalmış (hipoaktif) cinsel istek bozukluğu ve cinsel tiksinme bozukluğu olarak iki gruba ayrılmaktadır. Azalmış cinsel istek bozukluğu; cinsel fantezi ve cinsel aktivite isteğinin az olması ya da hiç olmaması ile karakterize iken cinsel tiksinme bozukluğu, cinsel partnerle genital cinsel ilişki kurmaktan ya da masturbasyondan tiksinme ve kaçınma ile karakterizedir (Sadock, 2007). I.4.a.i. Azalmış Cinsel İstek Bozukluğu Azalmış cinsel istek bozukluğu kişinin yaşı ve yaşam koşulları dikkate alınarak, sürekli olarak ya da tekrarlayıcı bir biçimde cinsel fantezi ve cinsel etkinlikte bulunma isteğinin az olması ya da hiç olmaması şeklinde tanımlanmaktadır. Azalmış cinsel istek bozukluğuna, cinsel tiksinme bozukluğuna kıyasla daha sık rastlanmaktadır (Sadock, 2007). Cinsel işlev bozuklukları arasında DSM-IV tanı kriterlerinde, tanımlamasında en çok sıkıntı çekilen bozukluk, cinsel istek bozukluklarıdır. Bunun en temel nedenlerinden birisi, cinsel ilişkide bulunmanın kişi tarafından ne kadar sıklıkla istenmesi gerektiğine dair bir tanımlama yapılamamasıdır. Azalmış cinsel istek bozukluğu, içinde yaşanılan dönem ve kültürden de etkilenmektedir. Çünkü içinde yaşanılan dönem ve kültür, kişinin cinselliğine ilişkin beklentilerini etkilemekte, 62 dolayısı ile döneme ve kültüre bağlı olarak farklılıklar görülebilmektedir. Elde edilen veriler, cinsel istekte azalma tanısının konulmasında, kişinin duruma özgü öznel değerlendirmelerinin önemli bir yere sahip olduğunu göstermektedir (Davison ve Neale, 2004). Azalmış cinsel istek bozukluğunu değerlendirirken kültürel, sosyal, dini, psikolojik ve bedensel faktörlerin ele alınması büyük bir öneme sahiptir (İncesu, 1998b). Azalmış cinsel istek bozukluğunun tanı prosedüründeki karşamaşıklık nedeni ile bozukluğun sıklığını değerlendirmeye yönelik yapılan epidemiyolojik çalışmalar yetersizdir. Cinsel sorunları nedeni ile çeşitli kliniklere başvuruda bulunan kişi ya da çiftler üzerinde yapılan çalışmalar değerlendirildiğinde batı toplumlarında kadınlarda cinsel yakınma nedeni ile başvuruların %30-49’unu cinsel istek azlığı olanların oluşturduğu görülürken, ülkemizdeki oranın %8-15 arasında değişim gösterdiği görülmüştür. Bu fark ülkemizde cinsel istek azlığına daha az rastlandığı şeklinde yorumlanmamaktadır. Türkiye’de başvuru oranının az olması cinsel istek azlığının ülkemizde sorun olarak algılanmaması ve bu nedenle hekime başvurma konusunda çekingenliğin olması şeklinde açıklanmaktadır. Diğer bir fark ise kadın-erkek arasındadır. Hem batı toplumlarında hem de ülkemizde kadınlarda cinsel istek azlığı görülme oranı, erkeklere oranla en az iki kat daha fazladır (İncesu, 1998b; İncesu, 2007). Erkeklerde azalmış cinsel istek bozukluğu ile başvurular oldukça nadir olmaktadır. Bunun nedeni ise erkeklerin sertleşme kaybı yakınması ile başvurmalarıdır, oysa ki çoğunlukla sertleşme kaybı cinsel ilgi ve istek azalmasına bağlı olarak gelişmektedir. Cinsel istek azlığı ile başvuru azlığının bir diğer nedeni 63 olarak “erkeklerin her zaman ve her koşulda cinselliğe hazır olduğu” cinsel miti görülmektedir ve bu mitin erkeklerin yardım arama davranışını engellediği düşünülmektedir. Kadınlarda olduğu gibi erkeklerde de ikincil olarak gelişen bir cinsel istek azalması, eş ile ilişkisinin doyurucu olmaması ile açıklanmaktadır. Azalmış cinsel istek bozukluğunun nedenleri hakkında çok fazla bilgiye sahip olunmasa da LoPiccolo ve Friedman (1988), klinik vakaları gözden geçirdiklerinde azalmış cinsel istek bozukluğunda, kontrolü kaybetme korkusu, hamilelikten korkma, depresyon, sakinleştirici, antihipertansiyon ya da başka ilaçların yan etkileri, kişilerarası ilişkilerde (özellikle evlilikte veya çiftler arasında) çatışma olması gibi nedenlerin etkili olabildiğini görmüşlerdir (Akt., Davison ve Neale, 2004). Azalmış cinsel istek bozukluğunun biyolojik nedenleri arasında böbrek üstü bezlerinin az ya da çok çalışması, cinsellik hormonlarının azlığı, epilepsi, gibi bazı hastalıklar, bazı ainti-depresan ve bazı antihipertansif ilaçlar, psikoz tedavisinde kullanılan ilaçlar gibi bazı ilaçlar, psikolojik nedenleri arasında ise kişilik sorunları, çocuk sahibi olmak istememek, psikiyatrik bazı rahatsızlıklar, yaşla veya çekicilikle ilgili endişeler, eşe ilgi kaybı, evlilik çatışmaları yer almaktadır (İncesu, 2007). Hormonal nedenlere ilişkin olarak Bancroft (1988), erkeklerde testesteron düzeyi düştükçe, cinsel istek düzeylerinde de düşme olduğunu gösteren bulgular rapor ederken psikolojik nedenlerle ilişkili olarak da Morokoff ve Gilliland (1993) günlük yaşamlarında stres düzeyleri yüksek olan kişilerin cinsel istek düzeylerinin düşük olduğunu bildirmişlerdir (Akt., Davison ve Neale, 2004). Bunun yanısıra Beck ve Bozman’ın 1991 ve 1995 yıllarında yapmış oldukları iki deneysel çalışma göstermiştir ki öfke, kadınlarda daha az etkili olmakla birlikte, her iki cinsiyette de cinsel isteğin azalmasında önemli bir role sahiptir (Akt., Davison ve Neale, 2004). 64 Bunların yanı sıra, uzun süreli olarak seksten yoksun kalma, cinsel dürtü azalmasına neden olabileceği gibi, istek azlığı, eşe karşı düşmanlık duygularının ya da ilişkide ciddi sorunların bir göstergesi de olabilir. Yapılan bir çalışmaya göre, iki ay cinsel ilişki kurmayan genç evli çiftlerde evlilik alanlarındaki sorunlar en sık görülen nedeni oluşturmaktadır (Bozkurt ve Aydın, 2005). Azalmış cinsel istek bozukluğu, ilişkinin yapısı, işleyişi, ilişki çatışmaları, çiftlerin cinselliğe yaklaşımı ve cinsel davranış özelliklerinden etkilenmekte olup mutsuz ve çatışmalı ilişkilere bir tepki olarak ortaya çıkabilmektedir (İncesu, 1998b). Kadında azalmış cinsel istek bozukluğu değerlendirilirken, özellikle yaşanılan ilişkinin cinsellik dışı boyutları da göz önünde bulundurulmalıdır. Eşiyle mutsuz olan, istemeden evlendirilmiş olan, eşinden psikolojik, fiziksel ve duygusal olarak şiddet gören, aldatılan, eşi tarafından anlaşılmadığını hisseden ve eşi ile cinsellik dışında başka bir paylaşımı olmayan, ilişkiden beklentileri karşılanmayan bir kadının cinsel isteksizliğinin olmaması çok nadir görülen bir durumdur. Bunun yanısıra ülkemiz gibi geleneksel yapıya sahip olan ülkelerde ve cinsellik açısından baskıcı kültürlerde yetişen, cinsel gelişimi ketlenen kadınların cinsel isteksizlik yaşama riskleri oldukça fazladır. Cinselliği hayatı boyunca yasaklanmış, kendi bedenine ve cinselliğine yabancılaşmış, hiç masturbasyon yapmamış, cinsel isteğini göstermenin ve cinsel fantazi kurmanın kötü bir şey olduğunu öğrenmiş, ailesi ve toplum için değeri kızlık zarından daha fazla olmayan bir kadın için cinsellik, haz alınan bir eylem olmaktan çok tercih edilmeyen bir zorunluluk ve görev halini almaktadır. Sonuç olarak istek olması biyolojik içgüdü, yeterli benlik saygısı, kendini seksi bulmak, cinsellikle ilgili olumlu deneyim yaşamak, uygun eşin varlığı ve eş ile 65 cinsellik dışındaki alanlarda da iyi bir ilişkiye sahip olmak gibi faktörlerle ilişkilidir. Dolayısı ile bu faktörlerden bazılarının yokluğu ya da bozulması azalmış istek ile ilişkili olabilmektedir (Bozkurt ve Aydın, 2005). I.4.a.ii. Cinsel Tiksinme Bozukluğu Cinsel tiksinme bozukluğu sürekli olarak ya da tekrarlayıcı bir biçimde cinsel eş ile genital cinsel ilişki kurmaktan aşırı tiksinti duyma ve bundan tümüyle ya da hemen hemen tümüyle kaçınma olarak tanımlanmaktadır (Sadock, 2007; İncesu, 2007; Köroğlu, 1994). Bazı araştırmacılar cinsel tiksinme bozukluğu ile azalmış cinsel istek bozukluğu arasındaki sınırın oldukça belirsiz olduğunu düşünmektedir. Her iki bozukluğun ortak belirtisi cinsel ilişki sıklığının az olmasıdır, ancak cinsel tiksinme bozukluğu söz konusu olduğunda “iğrenç bulma” ve “fobi” kelimelerine özellikle dikkat edilmelidir. Bunun yanı sıra ‘cinsel tiksinme bozukluğu’, ‘azalmış cinsel istek bozukluğu’na göre daha ağır bir bozukluktur ve daha az görülmektedir (Sadock, 2007). Cinsel tiksinme bozukluğuna ilişkin kesin bir veri olmamakla birlikte kadında cinsel tiksinme bozukluğu, diğer cinsel işlev bozukluklarına göre daha az oranda ve erkeklerde de kadınlara oranla daha az görülmektedir (İncesu, 2007). Cinsel tiksinme bozukluğunda rol alabilen etkenler gözden geçirildiğinde, azalmış cinsel istek bozukluğuna neden olabilen etkenlere ek olarak cinsel korkular, cinsel travmalar, tecavüz, çocukluk çağı kötüye kullanımı, cinsel kimlik ve yönelim sorunları, ağır kişilik sorunları, cinsel fobiler ve eş reddi gibi etkenlerin varlığı görülmektedir (İncesu, 2007; Sadock, 2007). Stuart ve Greer (1984) tecavüz ya da çocuklukta cinsel kötüye kullanım gibi cinsel travma öyküsünün bulunmasının, Katz 66 ve arkadaşları (1989) ise AIDS gibi cinsel yolla bulaşan bir hastalığa yakalanma korkusunun nedenler arasında yer aldığını rapor etmişlerdir (Akt., Davison ve Neale, 2004). Ayrıca, ağrı uyandıran çok sayıda cinsel birleşme deneyimi sonucunda da bu bozukluk gelişebilmektedir. Bunlara ek olarak partnerin psikolojik bir saldırıda bulunduğu düşünüldüğünde ve ilişki zorlukları yaşandığında tepkisel olarak gelişebileceği öne sürülmektedir (Sadock, 2007). I.4.b. Cinsel Uyarılma Bozuklukları Cinsel uyarılma, Masters ve Johnson tarafından tanımlanan cinsel tepki döngüsünde ikinci aşamayı oluşturmaktadır ve bazı kişiler cinsel isteğe ilişkin bir sorun yaşamazken cinsel olarak uyarılmakta ya da uyarılmayı devam ettirmekte güçlük yaşayabilmektedirler. Uyarılma bozuklukları, ‘kadında cinsel uyarılma bozukluğu’ ve ‘erkekte erektil bozukluk (sertleşme bozukluğu)’ olmak üzere, iki alt grupta tanımlanmaktadır. Önceden kadında cinsel uyarılma bozukluğu frijidite (cinsel soğukluk), erkekte erektil bozukluk ise empotans (iktidarsızlık) olarak adlandırılmaktaydı. Cinsel iktidarsızlık ya da soğukluk ifadelerinin yerine, cinsel uyarılma bozukluğu ifadesinin kullanılması önemli bir gelişmedir. Çünkü iktidarsızlık kelimesi, erkek için güçlü olmak, hakim olmak, kontrolü elde tutmak ve gerçek bir erkek olmak gibi, maço erkek kavramını desteklemekte; cinsel soğukluk ifadesi de kadının duygusal olarak uzak, mesafeli, antipatik ve duygusuz olduğu düşüncesini uyandırmaktadır. Burada hedeflenilmesi gereken unsur ilişki olması gerekirken bu ifadeler, sorunu kişiler üzerine çekmekte ve kişiye küçültücü, aşağılayıcı bazı anlamları atfetmektedir. 67 I.4.b.i. Kadında Cinsel Uyarılma Bozukluğu Kadında cinsel uyarılma bozukluğu ‘sürekli olarak ya da yineleyici bir biçimde, cinsel uyarılmayla yeterli bir ıslanma-kabarma tepkisi sağlayamama ya da cinsel etkinlik bitinceye kadar bunu sürdürememe’ şeklinde tanımlanmaktadır (Köroğlu, 1994; Sadock, 2007; İncesu, 2007). Kadında cinsel uyarılma bozukluğu tanısının konulabilmesi için kadınlarda rahat bir cinsel birleşmeye olanak tanıyan vajinal ıslanmanın sürekli olarak yetersiz olması gerekmektedir. Ayrıca tanı koyarken cinsel uyaranın süresinin, yoğunluğunun ve odağının yeterliliği özellikle değerlendirilmelidir. Kadın cinsel uyarılma bozukluğu tüm cinsel yakınmalarla başvuran kadınlar arasında %20-35 oranında saptanmıştır. Otuz yaşından sonra daha sık rastlandığı söylenmekle birlikte en çok 50-59 yaşları arasında görülmektedir (İncesu, 2007). Uyarılma fazıyla ilişkili işlev bozukluğu olan kadınlarda sıklıkla orgazm sorunları da bulunmaktadır ve görece mutlu evli çiftlerden oluşan bi grupta kadınların %33’ünün cinsel heyecanı sürdürmede zorluk yaşadıkları bulunmuştur. Yapılan bazı çalışmalara göre kadınların %14-19’u kronik, %23’ü ise aralıklı olarak lubrikasyonla ilişkili sorunlar yaşadıkları tespit edilmiştir. Sürekli ya da aralıklı olarak lubrikasyon ile ilgili sorunların postmenapozal kadınlarla yapılan çalışmalarda %44’e ulaştığı bulunmuştur (Sadock, 2007). Cinsel uyarılma bozukluklarının nedenleri arasında performans korkusu ve ‘kendini seyretme’ davranışı önemli bir etkendir. Kendini seyretme davranışının yanı sıra kadınlarda, kadının kendisi için neyin uyarıcı olduğunu bilmemesi, anatomik olarak kendi bedeni ile ilgili bilgisinin olmaması, cinsel ihtiyaçlarına ilişkin 68 konuşmaktan utanması faktörler arasında yer alabilmektedir (Davison ve Neale, 2004). Bunların yanısıra kadının cinselliğe bakışı, cinsel gelişimi ve cinsellik ile ilgili inanışlarının da önemi bulunmaktadır, çünkü kadının cinsel inanışları ve cinselliğe bakış açısı kadının cinsellikten haz almasını ve dolayısı ile bunun için uyarılmayı istemesi ve izin vermesini belirlemektedir. Çünkü kadın kendisine uyarılmak için izin vermediği müddetçe uyarılamayacak ve cinsellikten haz alamayacaktır. Bu nedenle cinselliğe bakış açısı, toplumun cinsellik ile ilgili kuralları sorunun ortaya çıkmasında yer alan faktörlerdendir. Bir diğer neden, cinsel ilişki sırasında erkeklerin kısa sürede ilişkiye hazır olması ve orgazma ulaşmasıdır. Çünkü kadının daha uzun süre uyarılma gereksinimi vardır ve erkek partnerinin uyarılması için duyarlı davranmaz ise bu süre kadın için yeterli olmaz ve kadın yeterince uyarılmadan ilişkiye girmek istemez, girince de keyif alamaz. Bu tür hazır olmadan yaşanan ilişkiler tekrarlandıkça da bu sorun kalıcı hale gelebilmektedir (İncesu, 2007). Bir diğer faktör çiftin ilişkisi, iletişimleri ve özellikle de cinsel iletişim becerilerinin kötü olmasıdır. Bazı bedensel hastalıklara, ilaçlara ve psikiyatrik sorunlara bağlı olarak ortaya çıkabilir. Antidepresan ilaçlar cinsel yanıt döngüsünün en fazla uyarılma evresini etkilemektedir ve antihistaminik ya da antikolinerjik etkileri olan ilaçlar vajinal ıslanmayı azaltarak uyarılmayı bozabilmektedirler (Sadock, 2007; İncesu, 2007). I.4.b.ii. Erkekte Erektil Bozukluk Erkekte erektil bozukluk aynı zamanda erektil disfonksiyon, sertleşme zorluğu olarak da adlandırılmaktadır ve ‘sürekli olarak ya da yineleyici bir biçimde, yeterli bir ereksiyon sağlayamama ya da cinsel etkinlik bitene dek bunu sürdürememe’ olarak tanımlanmaktadır (Sadock, 2007; İncesu, 2007). Erkekte erektil 69 bozukluk tanısının konulabilmesi için, cinsel aktivitenin tamamlanması için sertleşmenin sürekli olarak sağlanamaması veya sürdürülememesi gerekmektedir (Sadock, 2007). Erektil bozukluğun başlıca özelliği yineleyici bir biçimde yeterli sertleşme sağlayamama ya da cinsel ilişki bitene kadar sertleşmeyi sürdürememektir (İncesu, 2007). Erektil bozukluğunun yaşam boyu tipinde erkekte vajinaya girişi için yeterli ereksiyon hiçbir zaman oluşmamıştır. Edinsel tipte ise bir dönem vajinaya giriş için yeterli ereksiyon oluşmuş, ancak daha sonra olamamıştır (Sadock, 2007). Bazı erkeklerde ise sabah sertlikleri veya ön sevişme ya da mastürbasyon sırasında sertleşme olurken cinsel birleşmeye girecekleri zaman sertliklerini yitirirler. Bu sabah sertliği ve önsevişme sırasında srertleşmesi olan erkeklerin tedavi sürecinde şansları daha yüksektir. Çünkü bu durumlarda sorunun organik bir duruma bağlı olarak gelişme olasılığı çok düşüktür (İncesu, 2007). Ayrıca edinsel tip ile karşılaştırıldığında yaşam boyu cinsel işlev bozukluğu daha az görülmekle birlikte tedaviye daha az yanıt vermektedir (Sadock, 2007). Erektil bozukluğun görülme sıklığına ilişkin çeşitli değerler bulunmaktadır. Kinsey’e göre 35 yaşında erektil disfonksiyon oranı % 2-4 oranlarında iken 80 yaşında bu oran %77’ye ulaşmaktadır (Akt., Sadock, 2007). İncesu (2007) tüm erişkin popülasyonunun %10-20’sinde erektil disfonksiyon görülebildiğini, 45 yaşın üzerinde çeşitli derecelerde sertleşme sorununu başlayabildiğini ve bu oranın 60 yaş üzerinde belirgin bir şekilde artarak yaklaşık %50’lere ulaşabildiğini ifade etmiştir. Chicago Üniversitesi’nin bir çalışmasına katılan erkeklerin %10’u geçen bir yıl içersinde erektil disfonksiyon deneyimi yaşadıklarını ifade ederken %15-20’si performans ile ilgili anksiyete tanımlamışlardır (Sadock, 2007). İncesu (2007) ise yaşamın herhangi bir alanında bu sorunla birkaç kez karşılaşan erkeklerin oranının 70 %70-75’lere ulaştığını belirtmiştir. Feldman tarafından yapılan çalışmada 40-70 yaşları arasındaki erkeklerin %52’sinde sertleşme zorluğu saptanmış olup ülkemizde sertleşme bozukluğu yaşayan erişkin erkeklerin yaklaşık 6.5 milyon olduğu ifade edilmektedir (İncesu, 2007). Amerika’da Massachusetts çalışmasında 40-70 yaş arası 1290 erkek ile çalışılmış ve erektil disfonksiyonun her tür derecesinin görülme sıklığı %52 olarak (hafif düzeyde, %17; orta düzeyde, %25; ağır düzeyde, %10) bulunmuştur (Akt., Brotons ve ark., 2004). Erkek cinsel işlev bozuklukları arasında en sık başvuru nedeni olup ABD’de Masters and Johnson grubunda bu oran %55, İngiltere’de Havvton’un grubunda %60 iken, Prof. Dr. Mehmet Z. Sungur’un kurduğu ünitede %75, İstanbul Tıp Fakültesi ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Cinsel İşlev Bozuklukları Tedavi Merkezleri’ne bu oran sırası ile %70 ve %85.5 olarak bulunmuştur (Sadock, 2007). Swindle, Cameron ve Rosen (2006) 20-75 yaş arasında çok çeşitili ülkelerden erkeklerin katılım sağladığı bir çalışmaya göre erektil bozukluğun genel yaygınlık oranın %16 olduğunu, farklı ülkelerde bu oranın %10-20 arasında farklılaştığını rapor etmiştir. Başarısız olma korkusu, cinsel anksiyete, öfke, cinsel performans konusunda kaygılar ve toplumun ahlaki kurallarına bağlı olarak cinsel dürtülerin ifade edilememesi erkeklerde sertleşme bozukluklarına neden olan psikolojik faktörleri oluşturmaktadır (İncesu, 2007). Cinsel ilişkinin bir performans olarak algılanması sonucu başarılamaması veya başarılamayacağı düşüncesinden kaynaklanan anksiyete, anksiyetenin yarattığı dikkat yönelim değişikliği ve buna bağlı erkeğin katılımcılıktan iyice uzaklaşarak seyirci rolüne geçmesi bu bozukluğun etiyolojisinde faktörler arasında önemli bir yere sahiptir (Kora, 2001). Masters ve Johnson 40 yaşın üzerindeki erkeklerde peniste sertleşmeme korkusu olduğunu belirtmiştir ve 71 araştırmacılar bu korkunun yaşla birlikte erkekliği kaybetme korkusu olduğunu öne sürmektedirler. Kişinin gelişimsel sürecindeki yakınlaşabilmeyi engelleyen, yetersizlik ve güvensizlik duygularına yol açan, sevemeyen ve sevilmeyen biri olduğu hissi gelişmesine neden olan deneyimler gibi bazı faktörler erektil bozukluğun gelişmesine neden olabilmektedir. Eşler arasındaki güçlükler, iletişim bozuklukları, duyguların paylaşılamaması gibi faktörler bozukluğun gelişmesinde yer alan diğer faktörleri oluşturmaktadır. Bunun yanısıra tekrarlayan erektil disfonksiyonlar kişinin performans kaygısını daha da arttırarak, cinsel yakınlaşmadan alınan haz ve uyarılmaya verilen yanıtın bozulmasına ve sorunun daha da şiddetlenmesine neden olabilmektedir (Sadock, 2007). Erektil bozukluğa yol açan tıbbi hastalılar arasında en iyi bilinen hastalık diyabettir. Ayrıca damar hastalıkları, endokrine ve nörolojik birçok hastalık da erektil bozukluğa neden olabilmektedir (Sır ve ark., 1998). I.4.c. Orgazm Bozuklukları DSM-IV’te, kadında orgazm bozukluğu, erkekte orgazm bozukluğu ve prematür ejakülasyon (erken boşalma) şeklinde, biri kadında ikisi erkekte görülen, üç tür orgazm bozukluğu tanımlanmıştır. I.4.c.i. Kadında Orgazm Bozukluğu Kadında orgazm bozukluğu ketlenmiş kadın orgazmı ya da anorgazmi olarak da ifade edilmekte olup ‘olağan bir uyarılma evresinden sonra orgazmın sürekli olarak ya da yineleyici bir biçimde gecikmesi ya da hiç olmaması’ şeklinde tanımlanmaktadır. Ayrıca kadınlarda orgazmı tetikleyen uyaranın türü ve yoğunluğu açısından büyük değişiklik görüldüğünden, klinisyenin kadında orgazm bozukluğu 72 tanısını koyarken, kadının yaşı, cinsel deneyimi ve aldığı cinsel uyaranların yeterliliğini değerlendirmesi gerekmekte, normal bir heyecan fazı ardından kadının orgazm olma yetisinin beklenenden daha az olduğu kanısına varması gerekmektedir. Görülme sıklığına ilişkin farklı veriler bulunmasına karşın Kaplan (1974), Spector ve Carey (1990)’e göre kadınlarda en çok yardım alma, terapiye başvurma nedeni orgazm bozukluğunda görülmektedir (Akt., Davison ve Neale, 2004). Genel toplum çalışmalarında orgazm bozukluğunun görülme sıklığının % 5-20 oranında olduğu belirtilmiştir (İncesu, 2007). Ülkemizde buna yönelik bir çalışma olmamasına karşın cinsel işlev bozukluğu yakınması ile başvuran kadınlarda yapılan bir çalışmada orgazm bozukluğu oranının %40-60 olduğu görülmüştür (İncesu, 2007). Diğer ülkelerde yapılan çalışmalara göre kadınlarda en çok yardım talebi orgazm bozukluğu nedeniyle iken ülkemizde orgazm olamama yakınması ile tedavi talebinin çok az olduğu bilinmektedir. Bunun farklı nedenlerinin olabileceği belirtilmektedir. Diğer sorunlardan bu soruna sıra gelmemesi, zaten iyi bir cinsellik yaşıyor olup bir eksiklik hissetmemeleri, nereye başvuruda bulunacaklarını bilmemeleri, kadınların bu sorunu öncelikli görmemesi bu nedenlerden bazıları olarak belirtilmektedir. Bunların yanısıra en yaygın olan düşünce, kadınlar için erkeğin cinselliği ve hazzı yaşamasının daha önemli olduğu, kendi hazzı ve orgazmının daha sonra düşünülmesi gerektiği düşüncesidir (İncesu, 2007). Edinsel tip orgazm bozukluğu klinik popülasyonda sık bir yakınma olarak ortaya çıkmaktadır. Orgazmın devamında her nekadar neden sonuç ilişkisi belirlenememiş olsa da evlilikteki mutluluğun önemli bir yeri olduğu bulunmuştur (Sadock, 2007). 73 Kadında orgazm bozukluğunda, kadın normal bir cinsel ilişki sonunda orgazm yaşayamamaktadır. Birleşme olmadan klitoral uyarılma ile orgazm olabilen ancak, klitoral uyaran olmaksızın birleşme sırasında orgazm olamayan bir kadın anorgazmik olarak nitelendirilemez. Kadın cinsel yanıtı üzerinde yapılan fizyolojik araştırmalar, yanlış bir inanış olan vajinal orgazmın klitoral orgazmdan daha kaliteli olduğu inanışını çürütmüştür ve klitoral ve vajinal uyarım ile oluşan orgazmın fizyolojik olarak eşdeğer olduğu kanıtlanmıştır. Freud kadının cinsel olgunluğa ulaşması için vajinal duyarlılığa erişmesinde, klitoral duyarlılığı bırakması gerektiğini vurgulamıştır ancak günümüzde bu görüş yanlış olarak değerlendirilmektedir. Buna karşın bazı kadınlar koital olarak erişilen orgazm ile daha farklı bir haz aldıklarını ifade etmektedirler. Bazı araştırmacılar bu farklı haz hissinin koitus sırasında ortaya çıkan psikolojik yakınlık ile ilgili olduğunu öne sürse de bazı araştırmacılar koital orgazmın fizyolojik olarak farklı bir deneyim olduğunu öne sürmektedirler. Bu tartışmaların yanısıra birçok kadın koitus sırasında elle koital uyarı ve penil vajinal uyarı birleşimi ile orgazma ulaşmaktadır (Sadock, 2007). Kadında orgazm bozukluğu uyarılma bozukluğu ile birlikte ele alınmalıdır çünkü uyarılma aşamasındaki sorunlar orgazm aşamasını etkilemektedir. Uygun süre ve yoğunlukta uyaran almayan bir kadın orgazm olamadığı gibi, partnerle yaşanan sorunlardan, cinselliğin yaşandığı ortama kadar birçok faktör orgazmı etkilemektedir. Uyarılma azlığının bir nedeni de eşte erken boşalma sorunun olmasıdır. Çünkü erken boşalma kaygısı ile erkek önsevişmeyi kısa tuttuğu için kadının uyarılması ve orgazm olması daha zor olmaktadır (İncesu, 2007). Kadının orgazm bozukluğu yaşamasında etken olan psikolojik faktörler çoğunlukla cinselliğin bastırılması ile ilişkilidir. Bu etkenlerden bazıları gebe kalma 74 korkusu, cinsel partner tarafından reddedilme ya da vajinaya zarar gelmesi gibi korkular, cinsel dürtüler ile ilgili suçluluk duyguları, erkeklere yönelik düşmanlık duygularıdır. Ayrıca bazı kadınlar orgazmı denetimin kaybı, saldırgan ve yıkıcı birşey olarak gördükleri için bu dürtülerle ilgili korkuları heyecan ve orgazmın ketlenmesine neden olabilmektedir. Kadınların cinselliğe bakış açıları ve cinsel inanışları kadının kendi kendini tatmin etmesine engel oluşturabilmektedir ve masturbasyon yaparak orgazm olma hakkını kendilerine vermezler. Bazı kadınlar ise masturbasyon ile orgazma ulaşabilirken partner varlığında orgazma ulaşamazlar. Aslında kadınlar ile ilgili kültürel beklentiler ve sosyal kısıtlamalar bu cinsel bastırmalarla yakından ilgilidir. Bunların yanısıra bazı kadınlar orgazm olamama kaygısı ile yeterli uyarana rağmen aşırı anksiyete nedeni ile orgazma ulaşamayabilirler. Bir başka etken ise fiziksel ya da psikiyatrik bir rahatsızlığın olması ya da ilaç kullanımıdır (Sadock, 2007; İncesu, 2007). Kadınlarda orgazm olabilme yaş ile birlikte artmaktadır. Çünkü kadın vücudunu tanıdıkça orgazm olma olasılığı da artmaktadır ve orgazm öğrenilebilen bir şeydir. Kinsey, yaklaşık olarak kadınların %50’sinin ilk orgazmı geç erişkinlikte yaşadığını rapor etmiştir (Sadock, 2007). I.4.c.ii. Erkekte Orgazm Bozukluğu Erkekte orgazm bozukluğu ketlenmiş orgazm, gecikmiş ejakülasyon ve ya geç ve güç boşalma olarak da ifade edilmektedir. Erkekte orgazm bozukluğu ‘kişinin yaşı gözü önüne alındığında yoğunluk ve süre açısndan yeterli olduğu düşünülen cinsel etkinlik sırasında, olağan bir cinsel uyarılma evresi sonrası, sürekli ya da yineleyici bir biçimde orgazmın gecikmesi ya da hiç olmaması’ şeklinde 75 tanımlanmaktadır. Erkek koitus sırasında orgazm evresine çok güç ulaşır ya da ulaşamaz (Sadock, 2007). Erkekte orgazm bozuklukları geç boşalma, zevk almaksızın boşalma (fizyolojik ya da anhedonik orgazm) ve doyumsuzluk olmak üzere 3 farklı biçimde ortaya çıkmaktadır (İncesu, 2007). Bazı araştırmacılar orgazm ile ejakülasyonun ayırt edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Ketlenmiş orgazm ile retrograd ejakülasyonun farklı olduğu ve ayırt edilmesi gerektiği vurgulanmaktadır, çünkü retrograd ejakülasyonda seminal sıvı doğrudan geri gitmekte ve bu her zaman bir organik nedene bağlı olmaktadır (Sadock, 2007). Geç boşalmada (retarde ejakülasyon) erkek doruk noktasına ya hiç ulaşamaz ya da orgazm olabilmesi için uzun ya da yoğun bir uyarılma sürecine gereksinim duyar. Boşalmanın hiç olmaması (masturbasyon, uyku ve cinsel ilişki sırasında), kısmen oluşması (masturbasyonda oluşan ancak cinsel birleşmede oluşmayan) ya da oldukça uzun süren bir uyarılma sonunda oluşan boşalma biçiminde görülebilmektedir. Bu bozukluk genellikle aşırı kontrollü ve kendini cinselliğe bırakmakta güçlük çeken ve partnerine öfke, düşmanlık duyguları içinde olan erkeklerde görülmektedir (Sadock, 2007; Davison ve Neale, 2004). Ayrıca Davison ve Neale (2004) eşini hamile bırakma korkusu içinde olan erkeklerde ve partnerine cinsel ilginin kaybolması sonucu da bu bozukluk gelişebildiğini belirtmişlerdir. Ayrıca bu sorunun obsesif-kompulsif bozukluğu olan erkeklerde daha yaygın bir şekilde görüldüğü rapor edilmektedir (Sadock, 2007). Geç boşalma, erken boşalma ve erektil disfonksiyon bozukluklarına göre çok daha az görülmektedir. Genel toplumda görülme sıklığı %5 ve daha az olarak rapor 76 edilmiştir. Masters ve Johnson, 447 kişilik bir cinsel disfonksiyonu olan grupta bu oranın %3.8 olarak bulunduğunu bildirmişlerdir. Bunun yanısıra boşalma hiç olmuyor ise bu organik bir sorunu düşündürmektedir. Prostatektomi gibi genitoüriner sistemle ilgili ameliyatlar, nörolojik bazı hastalıklar gibi fizyolojik rahatsızlıklara bağlı olarak oluşabilmektedir (Sadock, 2007; (antihipertansif, İncesu, 2007). antidepresan, Bunun tiyoridazin yanısıra gibi bazı ilaçların nöroepileptikler) kullanımı boşalmayı geciktirebilmektedir (Sadock, 2007; İncesu, 2007). Aşırı alkol alımına bağlı olarak veya hiperglisemi nedeniyle geçici olarak retarde ejakülasyon gelişebilmektedir. Yaşamboyu orgazm bozukluğu daha ciddi bir sorunu işaret etmektedir. Bu erkekler çok katı kuralları olan bir çevreden geliyor olabilir, cinselliği kötü, günah ve genital bölgeleri kirli olarak algılıyor olabilir ya da suçluluk duyguları yaşıyor oolabilir. Bu kişilerin cinsellik alanındaki ilişkilerinde de genellikle yakınlaşma ile ilgili sorunlar bulunmaktadır. Devam etmekte olan bir ilişkide edinsel olarak gelişen orgazm bozukluğu çoğunlukla bir takım kişilerarası sorunların olduğunu göstermektedir (Sadock, 2007). Fizyolojik (anhedonik) orgazm bozukluğu çok nadir sayıda erkekte meydana gelmektedir ve erkek hiçbir şekilde haz almamaktadır. Fizyolojik orgazmda geç ve kısmi boşalmadan farklı olarak hem emisyon hem de fışkırma gerçekleşmekte ve kasılmalar da olmaktadır, ancak kişi zevk duygusu yaşayamamaktadır. Doyumsuzlukta ise bazı erkekler orgazm olmalarına rağmen orgazm duygusundan yeterli doyum alamamaktadır. Kinsey ve arkadaşları yaşanan orgazm 77 duygusunun her birleşmede aynı olmadığını, tüm erkeklerin 1/5’nin düşük yoğunlukta orgazm yaşadığını bildirmişlerdir (İncesu, 2007). I.4.c.iii. Premature Ejakülasyon (Erken Boşalma) Prematür ejakülasyon ‘sürekli olarak ya da yineleyici bir biçimde, çok az bir cinsel uyarılma ile kişinin istemesinden önce, vajinaya girmeden önce, girer girmez ya da hemen sonra ejakülasyonun olması’ şeklinde tanımlanmaktadır. Ancak tanı koyarken klinisyenin, hastanın yaşı, cinsel partnerin yeni olup olmadığı, cinsel etkinliğin sıklığı, düzenliliği ve süresi gibi uyarılma evresini etkileyen faktörleri gözönünde bulundurması gerekmektedir (Sadock, 2007). İşlev bozukluğunu tanımlamada kullanılan kesin bir süre yoktur. Şahin (2001b) erken boşalma bozukluğunun net bir tanımlamasının halen yapılmadığını, ancak “erken” kelimesi ile ifade edilenin cinsel tepki döngüsünün plato evresinin kısa sürmesine vurgu yapıldığını belirtmek gerektiğini ifade etmektedir. Orgazm hızlıdır. Dolayısı ile erkek, boşalma refleksi üzerindeki iradi kontrolü öğrenememiş ya da kaybetmiştir ve uyarılır uyarılmaz orgazma erken ulaşmaktadır (Şahin, 2001b). Yapılan laboratuar çalışmaları erken boşlama sorunu olan erkeklerin cinsel uyarılma eşiklerinin daha düşük olduğunu göstermektedir. Masters ve Johnson erken boşalmayı, cinsel birleşmenin %50’sinde kadının orgazma ulaşmasına yetecek kadar boşalmayı erteleyememe olarak tanımlamıştır. Obler (1973) vajinal girişten itibaren iki dakikadan kısa sürede boşalmayı kriter olarak belirlemiştir. Kilman ve Auerbach (1979) vajinal girşten boşalmaya kadar 5 dakikalık bir süreyi ölçüt almayı ve süre ile birlikte kadının orgazm olup olmadığını da araştırma raporlarında belirtmeyi önermişlerdir. Bu tanımlardan anlaşılacağı üzere, erken boşalmanın tanımlamasında 78 vajinal giriş ile ejakülasyon arasındaki süre, partnerin orgazmından önceki boşalma yüzdesi, giriş-çıkış sayısı gibi çeşitli niceliksel kriterler belirlenmeye çalışılmıştır. Ancak Kaplan bu tür nicel tanımlamaların yetersiz olduğunu, sürenin değil boşalma refleksi üzerindeki istemli kontrolün olmamasının burada önemli olduğunu vurgulamıştır. Erken boşalan kişilerin erken boşalma süreleri çok farklılık gösterebileceğinden ve partner tepkisi kriteri de bu sebeple çok farklılıklar gösterebileceğinden, “erken boşalma” yetersiz bir tanımlama olmaktadır. Tanımlamada karşılaşılan bu sorun, patolojinin zamanlama ile ilgili olmak yerine kişinin ejakülasyon refleksi üzerindeki iradi kontrolün olmamasıdır (Şahin, 2001b; Yetkin, 2001). Erken boşalma erkeklerde en yaygın olarak görülen cinsel işlev bozukluğudur. Lauman ve ark., (1994), St. Lawrence ve Madakasira (1992) erkeklerin %40’ının yaşamlarının bir dönümünde böyle bir sorun yaşadığını rapor etmişlerdir (Akt., Davison ve Neale, 2004). Bir başka deyişle her 3 ya da 4 erkekten birinin bu sorun ile karşı karşıya olduğu belirtilmektedir (İncesu, 2007). Ülkemizde erkeklerde en sık görülen cinsel işlev bozukluğunun erken boşalma sorunu olmasına karşın, bu sorun cinsel işlev bozuklukları tedavi merkezlerine başvurular arasında erektil disfonksiyondan sonra ikinci sırada yer almaktadır. Erken boşalma sorununun sıklığı, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Cinsel İşlev Bozuklukları Merkezi’nde %14,5 olarak saptanırken, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Cinsel İşlev Bozukluğu Tedavi Ünitesi’nde bu oranın %20-25 arasında olduğu bulunmuştur (İncesu, 2007). Davison ve Neale (2004) erken boşalma sorununun her sosyoekonomik düzeyden erkekte görülebildiğini bildirmişlerdir. Ancak Sadock (2007) erken boşalmanın günümüzde düşük eğitim seviyesinde olan erkeklere göre yüksek eğitimli erkeklerde, daha fazla 79 oranda görüldüğünü rapor etmiştir. Bu durumu da yüksek eğitimli erkeklerin partner doyumunu düşünmelerine bağlamaktadır. Kinsey (1948) premature ejakulasyonun oluşumuna ilişkin, sorunu cinsel ilişki sıklığının azlığına bağlamaktadır (Akt. Yetkin, 2001). Kaplan’a göre defekasyon, miksiyon gibi diğer biyolojik işlevler üzerinde denetimin öğrenilmesi gibi, erken boşalmada da benzer bir süreç işlemekte ve kişi geribildirim duyumlarını yani orgazm duyumlarını algılayabildiğinde denetim kontrolünü öğrenilebilmektedir. Boşalma süresinin alkol, ilaç, kondom, anestol pomad ya da sprey gibi maddeler ile uzatılması boşalmayı geciktirmemekte, sadece uyarılmayı geciktirmektedir. Dolayısı ile uyarılma belli bir düzeye ulaştığında boşalma denetimsiz bir şekilde meydana gelmektedir. Kişi boşalmak üzere olduğunu uygun zamanda fark etmeyi öğrendiğinde boşalmayı erteleyebilir (Yetkin, 2001). Bunun yanısıra erken boşalma sorunu olan erkeklerde belirli bir düzeyde kaygı da yaşanmaktadır. Çiftlerin erken boşalma olup olmayacağına odaklanması, cinsel yaşamlarında penil, vajinal ya da anal birleşmeye odaklanmaları, kaygının daha da artmasına ve sorunun sürmesine etkide bulunabilmektedir (Yetkin, 2001). Cinsel eylem ile ilişkil anksiyetenin yanısıra cinsel suçluluk, geçmişte yer alan ebeveyn-çocuk çatımasının olması, kişilerarası ilişkilerde aşırı duyarlılık, cinsel performans ile ilgili aşırı mükemmeliyetçilik ya da gerçek olmayan beklentilerin olması diğer psikolojik faktörler arasında yer almaktadır. Ayrıca cinsel deneyimsizlik, kadına yönelik agresyon, saldırganlık ve öfke gibi duygularının olması, kaygılı kişilik yapısının olması diğer psikolojik etkenler arasında sayılmaktadır (İncesu, 2007). Bunların yanısıra olumsuz kültürel koşullamaların 80 sonucunda da erken boşalma gelişebildiği, özellikle cinsel eylemin çabuk bitmesini isteyen fahişelerle olan ilk cinsel deneyimlerin ya da utanç verici olabilecek ortamlarda (oda arkadaşlarıyla paylaşılan ev gibi) yaşanılan cinsel deneyimlerin, erkeği hızla orgazma ulaşmaya koşullayabileceği belirtilmektedir. Bunun yanısıra stresli, kötü kişilerarası iletişimlerin olduğu evliliklerde, bozukluğun şiddeti artabilmektedir (Sadock, 2007). I.4.d. Cinsel Ağrı Bozuklukları Cinsellikle ilgili ve DSM IV’te tanımlanan iki ağrı bozukluğu, disparoni (ağrılı cinsel ilişki) ve vajinismus’tur. I.4.d.i. Disparoni (Ağrılı Cinsel İlişki) Disparoni ‘erkekte ya da kadında cinsel ilişkiye, sürekli olarak ya da yineleyici bir biçimde eşlik eden genital ağrının olması’ şeklinde tanımlanmaktadır. Ağrının tekrarlayıcı olması tanı koymada önemli bir kriterdir. Kısa süreli ve geçici olan ağrılar disparoni olarak kabul edilmezler. Kadınlarda ağrının olması, vajinal ıslanmanın olmaması ile ilişkilendiriliyorsa, burada tanı cinsel uyarılma bozukluğu olmalıdır. Ayrıca cinsel aktivite sırasında ağrı olması nedeniyle uyarılmanın kısa sürmesine bağlı olarak, uyarılma bozukluğu ya da orgazm bozukluğu da görülebilir. Ağrı, ikinci bir ağrı bozukluğu olan vajinusmusla ilişkili ya da eş zamanlı olabilir. Tekrarlayıcı vajinismus dönemleri disparoniye yol açabildiği gibi bunun tersi de gelişebilmektedir. Bu iki durumda da önemli olan somatik unsurların dışlanmasıdır. Birleşme sırasında ortaya çıkan genital ağrının rahim, vajen ya da penis bezlerinde meydana gelen enfeksiyon ile ilişkili olabildiği gözlenmiştir. Ağrı için böyle bir tıbbi 81 neden varsa veya ağrı vajinismusa ya da ıslanma eksikliğine bağlı ise disparoni tanısı konmamalıdır (Sadock, 2007; İncesu, 2007). Disparoninin görülme sıklığı konusunda net bir bilgi olmamakla birlikte, Richters’in yaptığı çalışmada cinsel işlev bozukluğu olan kadınların %20’sinin ağrılı cinsel ilişki yaşadığı bildirilmiştir. Ağrılı cinsel ilişki en sık 20-29 yaşları arasında yaşanmaktadır. CETAD (2006)’ın çalışmasında, cinsel birleşme sırasında ağrı yaşadıklarını söyleyen kadınların oranı %54.4 olarak tespit edilmiş olup yine aynı çalışmada, ilk cinsel birleşme sırasında ağrı, korku ve kasılma yaşayan kadınların %17’si zaman zaman benzer sorunu yaşadıklarını ifade etmişlerdir (Akt., İncesu, 2007). Bunun yanısıra kadın cinsel bölgeleriyle ilgili cerrahi işlemlerden sonra %30 oranında geçici disparoni geliştiği düşünülmektedir (Sadock, 2007). Bozukluğun psikolojik nedenlerine ilişkin olarak kişinin cinsellikle ya da ilişkisi ile ilgili çatışmalarının bir etkisinin olabileceği öne sürülmüştür. Ayrıca tecavüz ya da çocukluk çağı cinsel kötüye kullanım öyküsü olan kadınlarda bu yakınmanın daha yaygın olduğu görülmektedir. Ağrı beklentisi kadının cinsel birleşmeden kaçınmasına neden olabilmektedir. Ayrıca partneri kadının hazır olup olmadığına bakmaksızın koitus girişiminde bulunduğunda sorun şiddetlenebilmektedir. Cinsellik ile ilgili yaşanan tüm bu olumsuz olaylar kadının cinsellikten bir şekilde korkmasına ve kaçınmasına neden olmaktadır. Bazı kadınlarda bu korkuya bağlı olarak edinilmiş vajinismus ve disparoni ortaya çıkabilmektedir. Benzer şekilde yanlış cinsel inanışlar, cinselliğin haz vermeyen bir eylem gibi algılanması, cinsellik ile ilgili edinilen olumsuz düşünceler de ağrılı cinsel ilişkinin ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Disparoni erkeklerde kadınlara 82 oranla daha az görülmektedir ve çoğunlukla peyronie hastalığı (üretranın darlığına bağlı), prostatit veya gonore, herpes enfeksiyonu gibi tıbbi bir durumla ilişkilidir. Orgazm öncesinde oluşan vazokonjesyon nedeni ile kişi rahatsızlık duyabildiği gibi bazı erkekler nadiren de olsa ejakülasyon sonrası ağrı duyabilirler. Cinsel eylemle ilgili çatışmalara ya da bazı antidepresan ilaçların yan etkilerine bağlı olarak perinal kaslar istemsiz olarak kasılabilmektedir ve bu kasılmalar da ağrıya neden olabilmektedir (Sadock, 2007; İncesu, 2007). I.4.d.ii. Vajinismus Vajinismus ‘vajinanın dış üçte birindeki kaslarda cinsel birleşmeyi engelleyecek şekilde, sürekli olarak ya da yineleyici bir biçimde istem dışı kasılmalar olması’ şeklinde tanımlanmaktadır. Bu istemsiz kasılmalar jinekolojik muayenede görülebildiği gibi bazı kadınlarda sadece cinsel birleşme sırasında görülebilmektedir. Vajinadaki kasılma çoğu vakada cinsel birleşmeye izin vermemektedir. Daha az sayıdaki olguda, zorlama ile giriş olabilmekte ancak birleşme ağrılı ve acı verici olmaktadır. Vajinismusun yaygınlığı anorgazmiye göre daha az olarak belirtilmiş olmasına karşın doğu ülkelerinde vajinismus yaygınlığı daha fazladır ve ülkemizde de tedavi yardımında bulunan kadınların yaklaşık %50’sini vajinismus sorunu olan kadınların oluşturduğu söylenebilir. Bu oran Batı ülkelerinde %10 civarındadır. Ülkemizde vajinismus görülme sıklığına ilişkin olarak Tuğrul ve ark. (1993) cinsel sorunlar nedeni ile psikiyatri kliniklerine başvuran kadınların %73’ünün vajinismus tanısı aldığını bildirmişlerdir. Vajinismus toplumumuzda sıklıkla evliliğin ilk gecesinde, ilk cinsel birleşme denendiği anda ortaya çıkmaktadır (İncesu, 2007). 83 CETAD (2006)’ın çalışmasına göre ilk cinsel ilişkide zorluk yaşayan kadınların dikkat çekecek derecede yüksek olduğu, ilk cinsel birleşmelerinde korku, kasılma, acı hissi ya da kaçınma davranışları nedeniyle cinsel birleşmenin gerçekleşemediği durumları tespit etmek amacı ile sorulan soruya ‘evet’ şeklinde yanıt verenlerin oranının %54.4 olduğu bulunmuştur (Akt. İncesu, 2007). Vajinusmusun, kadının eşini, kendini ya da cinsel yakınlaşma zevkini bilindışı bir şekilde inkar etme ile ilişkili olabildiği öne sürülmekle birlikte, bunu destekleyen kanıt bulunmamaktadır. Çünkü vajinusmusu olan kadınlar, klitoral doyuma ulaşabilmektedirler (Davison ve Neale, 2004). Hamilelik korkusunun, cinselliğe ilişkin korkutmaların, eşte ortaya çıkan bazı cinsel problemlerin, kadında vajinusmus oluşmasında etken olabildiği öne sürülmekle birlikte, LePiccolo ve Stock (1987) çocukluk döneminde cinsel taciz veya tecavüz gibi kötüye kullanımın olmasının vajinusmusun gelişmesine neden olabileceğini belirtmişlerdir (Akt., Davison ve Neale, 2004). Yapılan araştırmalara göre vajinismusu olan kadınların genellikle çocuksu özellikler gösteren, cinsel kaçınmaları olan, erişkin bir kadın olmaya karşı isteksiz ve cinsel açıdan tecrübesiz kişiler olduğu, kurallara uyan, kızgınlıklarını göstermeyen ve sürekli kabul içinde olan kişiler olduğu saptanmıştır (Şahin, 2001c). Vajinismusun nedenlerine ilişkin olarak Masters ve Johnson 21 vakalık bir diziye dayanarak dört özgün etken tanımlamıştır. Bunlar; eşte cinsel işlev bozukluğu, dinsel tututculuk, cinsel taciz ve şiddete maruz kalmak ve öncelikli eşcinsel özdeşleşme’dir. Çeşitli araştırmacılar ise vajinismus etyolojisinde şu psikolojik etkenleri vurgulamışlardır; baskıcı, otoriter baba, baba-kız ilişkisinde bazı 84 güçlüklerin olması, zayıf, güçsüz annenin varlığı, cinselliği değersizleştiren, aşağılayan aile, cinsel organlardan iğrenme veya hoşlanmama, olumsuz dinsel şartlanma, cinsel şiddet, eşcinsel özdeşim, yanlış bilgiler ve inanışlar, kızlık zarını yitirme korkusu, cinsel tabular ve mitler, pasif, bağımlı eş ve gebelik korkusu (Şahin, 2001c). Silverstein (1989)’in incelediği 22 vajinismus vakasının neredeyse tamamının babalarının ahlaki ve cinsel baskı uygulayan kişiler oldukları görülmüş ve bu kadınların öfkelerini ifade edemedikleri, uyumlu ve kabul gereksinimi içinde oldukları, çeşitli korkularının olduğu ve şiddet içerikli rüyalar gördükleri izlenmiştir. Buna karşın bu 22 vakanın çoğunun orgazmik olduğu da görülmüştür. Bu vakaların aile özellikleri incelendiğinde babalarının baskın, tehditkar, annelerinin seksten hoşlanmayan ve seksi, görev gibi yapan kadınlar olduğu, ebeveynlerin ilişkisinde şiddetin ve çatışmaların yoğun olduğu, yatak odalarını ayırdıkları görülmüştür. Bu kadınların babaları izlendiğinde aşırı koruyucu, sedüktif ve sınırların belirsiz olduğu ilişkilerin var olduğu görülmüştür (Akt., Şahin, 2001d). Bunların yanısıra sağlıklı bir cinsel yaşam döngüsü bulunan ve hiç vajinismus sorunu yaşamayan kadınlarda kaza, hastalık, doğum, kürtaj, düşük veya kötü deneyimlere neden olan jinekolojik muayene ya da cerrahi müdahale nedeni ile cinsel birleşme fikrine hassasiyet oluşabilmekte ve ikincil olarak vajinismus gelişebilmektedir (Sadock, 2007; İncesu, 2007). Tuğrul ve Kabakçı (1997) tarafından ülkemizde vajinusmusu olan kadın ve eşleri ile yapılan bir çalışmaya göre bu çiftlerin yaklaşık yarısının cinsel bilgi düzeylerinin çok düşük olduğu bulunmuştur. Buna göre cinsel işlev bozukluklarında ve vajinismusun gelişmesinde cinsel bilgi düzeyinin büyük bir öneme sahip olduğu 85 anlaşılmaktadır. Benzer şekilde İncesu (2007) cinsellikle ilgili yerleşmiş yanlış cinsel inanışların ve tabuların vajinismusun gelişmesinde en önemli faktörlerden olduğunu belirtmiştir. Tuğrul, Öztan ve Kabakçı (1993) ülkemizde, Lavee (1991) ise bazı Müslüman ülkelerinde, vajinismusun batı ülkelerine kıyasla daha fazla görülmesinde en önemli nedenlerden birinin ‘geleneksel ve tutucu aile ortamının’ olduğunu öne sürmüşlerdir (Akt., Tuğrul, 1998). Birlikteliği süren çiftlerde cinsel birleşme denemeleri zaman içerisinde azalmaktadır ve birleşme olmaksızın cinselliklerini sürdürmektedirler. Çözüm için tedavi arayışı bazı çiftlerde ilk bir yılda başlayabildiği gibi bazı çiftlerde yıllar sonraya bırakılabilmektedir. Tedavi arayışında çocuk sahibi olma isteği ve bu konuda ailenin ve çevrenin baskıları en önemli motivasyonu oluşturmaktadır. Vajinismus sorunu olan çiftlerde boşanma oranlarının oldukça yüksek olduğu rapor edilmektedir. Türkiye’de konunun ailelere yansıtılması kadının konumunu zorlaştırabilmekte ve bekaretinin sorgulanmasına yola çabilmektedir. Hatta evliliğin bitirilmesi konusunda çifte aile tarafından baskı yapılmasına neden olabilmektedir. Aile ve çevreden gelen her türlü baskı çiftin performans anksiyetesini arttırarak sorunun daha da pekişmesine neden olmaktadır. Bunun yanısıra kadının cinsellikte yaşadığı yetersizlik duygusu tüm yaşamına yansıyabilmektedir ve suçluluk, değersizlik duygularının yoğunlaşmasına ve hatta depresyon eğiliminin artmasına neden olabilmektedir (İncesu, 2007). 86 I.4.e. Genel Tıbbi Duruma Bağlı Cinsel İşlev Bozuklukları Sadece genel tıbbi bir durumun doğrudan fizyolojik etkisine bağlı olarak gelişen, klinik olarak belirgin bir cinsel işlev bozukluğunun var olmasıdır. Tanı kriterlerine göre, belirgin kişilerarası ilişki zorluklarına neden olan cinsel ilişkide ağrı, azalmış cinsel istek, erkekte erektil işlev bozukluğu ya da diğer cinsel işlev bozukluğu biçimlerini içermelidir (A Ölçütü). Genel tıbbi bir durumun doğrudan fizyolojik etkileri ile tam olarak açıklanabileceğine ilişkin öykü, fiziksel muayene ya da laboratuvar bulguları gibi kanıtlar olmalıdır (B Ölçütü). Ayrıca, bu bozukluğun başka bir bozukluk ile (Majör Depresif Bozukluk gibi) daha iyi açıklanamaması gerekmektedir (C Ölçütü). Genel tıbbi durumun başlangıcı ile cinsel işlev bozukluğunun zamansal ilişkisi bulunması ve cinsel işlev bozukluğunun atipik başlangıç yaşı ya da gidişi gibi, atipik özelliklerin varlığı, cinsel işlev bozukluğunun genel tıbbi bir duruma bağlı olarak gelişip gelişmediğini değerlendirmede önemli kriterlerdendir. Buna karşın psikolojik etkenler, genel tıbbi bir durum ya da bir maddenin etyolojik bir rolü olduğunun saptanmasına karşın bu nedenlerin hiçbiri cinsel işlev bozukluğunu yeterli bir şekilde açıklayamıyorsa “Bileşik Etkenlere Bağlı” cinsle işlev bozukluğu tanısı konmaktadır. Genel Tıbbi Duruma Bağlı cinsel işlev bozukluklarının alt tipleri bulunmaktadır. Bunlar; Kadında Genel Tıbbi Duruma Bağlı Azalmış Cinsel İstek Bozukluğu, Erkekte Genel Tıbbi Duruma Bağlı Azalmış Cinsel İstek Bozukluğu, Erkekte Genel Tıbbi Duruma Bağlı Erektil Bozukluk, Kadında Genel Tıbbi Duruma Bağlı Disparoni, Erkekte Genel Tıbbi Duruma Bağlı Disparoni, Kadında Genel Tıbbi Duruma Bağlı Başka Bir Cinsel İşlev Bozukluğu ve Erkekte Genel Tıbbi Duruma 87 Bağlı Başka Bir Cinsel İşlev Bozukluğu’dur. Bunun yanısıra nörolojik bozukluklar (örn. multipl skleroz, omurilik lezyonu, nöropati, temporal lob lezyonları), endokrin durumları (diabetes mellitus, hipotiroidizm, hiper ve hipoadrenokortisizm, hiperprolaktinemi gibi), damarsal ve genitoüriner durumlar (testis hastalığı, üretra enfeksiyonu, genital yaralanma ya da enfeksiyon, atrofik vajinit, vajina ve dış genital organların enfeksiyonu, sistit, endometriyozis, pelvik enfeksiyonlar, kanserler gibi)’dan meydana gelen genel tıbbi durumların karışımı cinsel işlev bozukluklara neden olabilmektedir. Genel tıbbi bir duruma bağlı cinsel işlev bozukluğu tanısı, bozukluk doğrudan bu tıbbi hastalığın etkisi ile açıklandığında konur. Eğer psikolojik etkenler de cinsel işlev bozukluğunun başlaması, şiddetlenmesi ve sürmesinde rol oynuyorsa tanı Bileşik Etkenlere Bağlı alt tipi ile birlikte belirtilmek üzere “Birincil Cinsel İşlev Bozukluğu”dur (Köroğlu, 1994). I.4.f. Madde Kullanımının Yol Açtığı Cinsel İşlev Bozukluğu Madde Kullanımının Yol Açtığı Cinsel İşlev Bozukluğu, belirgin bir sıkıntı ya da kişilerarası zorluklar doğurmakta ve kullanılan bir maddeye bağlı olarak işlev bozukluğu, istek bozukluğu, uyarılma bozukluğu, orgazm bozukluğu ya da cinsel ağrıyı içerebilmektedir. İşlev bozukluğu tamamı ile bir maddenin doğrudan oluşturduğu fizyolojik etki ile açıklanmalıdır ve madde kullanımının yol açmadığı başka bir cinsle işlev bozukluğu ile açıklanamaz. Madde kullanımına bağlı cinsel işlev bozukluğu primer cinsel işlev bozukluğundan başlangıcı ve gidişi açısından fark göstermektedir. Madde kullanımın bağlı olarak gelişen cinsle işlev bozukluğu yalnızca entoksikasyon ile ilişkili iken primer cinsel işlev bozukluğu madde 88 kullanımı başlangıcından önce gelişmekte ya da madde yoksunluk dönemi uzadığında ortaya çıkabilmektedir. Madde entoksikasyonunun sonlanmasından sonra yaklaşık olarak bir ay gibi bir süre için işlev bozukluğunun sürmesi, kullanılan maddenin miktarı, süresi ya da türüne göre beklenenden daha aşırı bir işlev bozukluğunun gelişmesi ya da önceden yineleyen primer cinsel işlev bozukluğunun bulunması, işlev bozukluğunun, primer cinsel işlev bozukluğu ile daha iyi açıklanabildiğini gösteren özelliklerdir (Köroğlu, 1994). I.5.a. Öfke ve Cinsel İşlev Bozuklukları Araştırmacılara göre, öfke ve diğer duygular arasında çok karmaşık bir ilişki bulunmaktadır. Jakops ve ark. (1997), Wickless ve Kirsch (1988) öfkelendiği zaman pek çok insanın, kaygı ve korku düzeylerinin arttığını, bazen de suçluluk ve üzüntünün, bu öfkeye eşlik ettiğini belirtmişlerdir (Akt., Balkaya ve Şahin, 2003). Tangney ve ark. (1996), üniversite öğrencileriyle yaptıkları çalışmalarda, utanç duygusu ve başkalarını suçlama eğilimi arasında ilişki olduğunu bulmuşlardır. Utanç duygusunun kişinin, incinme ve olumsuz olaylar yüzünden öfke duygusunu uyandırdığını ve böylece başkalarını suçlama eğilimi içerisine girdiklerini öne sürmüşlerdir (Akt., Balkaya ve Şahin, 2003). Kişilerarası ilişkilerde yaşanan problemler sıklıkla cinsel isteğin azalması ile birlikte görülmektedir. Fakat ikisi arasındaki neden-sonuç ilişkisi anlaşılması güç bir durumdur (Meuleman ve Van Lankveld, 2005). Öfke, cinsel isteği ve uyarılmayı engelleyen önemli bir süreç olabilmektedir (Bozman ve Beck, 1991). Beck ve Bozman (1995) tarafından yapılan bir çalışmada öfke ve kaygı hissettiklerinde, kadınların cinsel isteklerinde azalma olduğu; öfke duyduklarında ise bu isteksizliğin 89 daha fazla arttığı, buna karşın erkekler için yaşanan cinsel isteksizlik durumunda kaygı ve öfkenin farklılık göstermediği bulunmuştur. Ayrıca Barlow (1986) tarafından yapılan bir çalışma, cinsel işlev bozukluğu olan kişilerin, cinsel işlev bozukluğu olmayan kişilere kıyasla, kaygılı iken, cinsel ipuçlarındansa, performansa ya da başka konulara odaklandığını göstermektedir. Bu çalışmalar öfke, kaygı ve kişilerarası ilişkiler ile cinsel işlev bozuklukları arasında anlamlı bir ilişki olduğunu ve bu konunun araştırılmasının önemli noktalara ışık tutacağını göstermektedir. Cinsel işlev bozukluğu olan kişilerin kişilik özelliklerine ilişkin gerçekleştirilen bir çalışmada, cinsel işlev bozukluğu bulunan erkeklerin daha fazla kişilerarası kaygı yaşadıkları, daha boyun eğici davranış sergiledikleri ve daha dış kontrol odağına sahip oldukları bulunmuştur. Bunun yanı sıra, cinsel işlev bozukluğu bulunan erkeklerde, öfkenin oldukça belirgin olduğu, fakat bu öfkenin içe yönelimli bir öfke olduğu bulunmuştur. Bu erkekler kendilerini diğer kişilere göre daha çok eleştirmektedirler. Bununla birlikte cinsel işlev bozukluğu bulunan erkeklerin eşlerinin, kontrol grubundaki kadınlara göre daha fazla saldırganca davranışlar sergiledikleri ve öfkelerini dışa vurdukları bulunmuştur (Roseinheim ve Neuman, 1981). I.5.b. Kişilerarası İletişim Tarzı ve Cinsel İşlev Bozuklukları Etkili iletişim, hayatın her alanında kişinin içinde bulunduğu durum ve koşullara uyum sağlamasında çok önemli bir yere sahiptir. İletişim insanlığın en önemli gereksinimlerinden birisi olmakla beraber, insanlar arasında etkili bir iletişimin söz konusu olduğunu söylemek oldukça güçtür. Kişilerarası ilişkilerde iletişim becerilerin yetersiz olması yalnızlık, aile problemleri, mesleki yetersizlik, 90 tatminsizlik, stres ve fiziksel hastalıklar gibi birçok yaşamsal alanı olumsuz etkileyebilmektedir (Bolton, 1986). Buna karşın birçok insan etkili iletişim kurma becerisine sahip değildir. Özellikle çiftler arasında iletişim problemlerine sıklıkla rastlanmaktadır. Özellikle de cinsel doyum ve cinsel uyum konusunda iletişimin önemi daha da artmaktadır. Etkili iletişimin cinsel uyumda önemli bir yere sahip olduğu, araştırmacılar tarafından uzun zamandan beri farkında olunan bir konu olup Heiman ve Grafton-Becker (1989) sıklıkla görülen kadın cinsel işlev bozukluklarından biri olan orgazm bozukluğunun etiyolojisinde ve bozukluğun devam etmesinde, iletişim eksikliklerinin ya da engellerinin önemli bir rol oynadığını öne sürmüştür (Akt., Kelly, Strassberg ve Turner, 2006). Fiziksel bir nedene bağlı olmayan cinsel işlev bozukluklarında, ilişki çatışmalarının cinsel soruna neden olduğu; sorunu devam ettirdiği ve tedavinin sonucunu etkileyebildiği düşünülmektedir. Metz ve Epstein (2002)’e göre işlevsel olmayan iletişim tarzları bazı cinsel problemlerin sonucu ya da nedeni olabilmektedir. Heiman ve GraftonBecker (1989), bazı iletişim problemlerinin cinsel işlev bozukluğu olan çiftlere özgü olduğunu; orgazm bozukluğunun etiyolojisinde ve bozukluğun devam etmesinde iletişim eksikliği, iletişimdeki güven eksikliği ve iletişimdeki engellerin ilişkili olduğunu öne sürmüşlerdir (Akt., Kelly, Strassberg ve Turner, 2004). Yukarıda belirtildiği üzere iletişimin cinsel sorunlar üzerinde etkisi olduğu öne sürülmektedir. Purnine ve Carey (1997) iletişimin, çiftlerin cinsel yaşamını, cinsel memnuniyetlerini ve cinsel uyumlarını nasıl etkilediği üzerine yaptıkları çalışmada çiftler arasındaki cinsel uyumun, çiftin anlaşması, aynı konuda hemfikir olmaları (agreement) ile ve erkeklerin eşlerinin cinsel tercihlerini anlaması (understanding) ile ilişkili olduğunu bulmuşlardır. Araştırma bulguları, erkeklerin 91 kadınların cinsel tercihlerini, yönelimlerini anlamalarının, çiftler arasındaki en önemli faktörlerden biri olduğunu göstermektedir. Çünkü “bir diğerini anlamak” karşı taraftaki bireyin nasıl memnun edileceğinin bilinmesine olanak tanıdığından ilişkilerde büyük öneme sahiptir. Kadın orgazm bozukluğunda iletişim ve ilişkili konular üzerinde Kelly, Strassberg ve Turner (2004) tarafından yapılan araştırma sonuçlarına göre, orgazm bozukluğu bulunan çiftler sağlıksız iletişime sahiptirler. Kelly, Strassberg ve Turner (2006) tarafından yapılan bir diğer çalışmada, çiftlerin iletişim örüntüleri net olma, suçlama ve açıklık boyutlarında değerlendirilmiştir ve bu araştırmanın bulgularına göre, kadın orgazm bozukluğu olan çiftlerin iletişim örüntülerinin, kontrol grubundaki orgazm bozukluğu bulunmayan çiftlere göre daha problemli olduğu bulunmuştur. Orgazm bozukluğu olan kadınlar, orgazm bozukluğu bulunmayan kadınlara göre eşlerinin daha fazla suçlamasına maruz kalmaktadırlar. Araştırmacılar, orgazm bozukluğu bulunan çiftlerin, suçlama ya da ilişkiye açıklıkları konusunda yaşanan problemlerin, orgazm bozukluğuna ya da eşlerin birbirileri ile sağlıklı bir iletişim kuramamalarına bağlı olarak gelişebileceğini belirtmişlerdir (Kelly, Strassberg ve Turner, 2006). Kilmann ve ark. (1983), ikincil orgazm bozukluğu olan 48 çift ile yaptıkları çalışmada, 4 saatlik cinsel eğitim tedavisinin etkisini araştırmışlar ve araştırmaya katılan bu kadınların cinsel kaygılarında anlamlı bir düşüş olduğunu ve orgazm sıklıklarında da anlamlı düzeyde bir artış olduğunu görmüşlerdir (Akt. Kilmann ve ark., 1986). Bir başka çalışmada Kilmann ve arkadaşları (1986), ikincil orgazm bozukluğu yaşayan kadınlarda çeşitli tedavi yöntemlerinin etkililiğini araştırmayı 92 hedeflemişlerdir. Bu tedavi yöntemleri, iletişim becerilerinin geliştirilmesi, cinsel becerilerinin geliştirilmesi ve bu iki yöntemin farklı sırada verilerek oluşturulan kombinasyonlarından meydana gelmektedir. Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, tedavi alan çiftlerin cinsel memnuniyet düzeylerinde ve cinsel uyumlarında anlamlı düzeyde artış olduğu görülmüştür. Bunun yanısıra, tedavi öncesinde ilişki uyumlarının kötü olduğunu ifade eden çiftlerin, ilişki uyumlarının iyi olduğunu ifade eden çiftlere göre tedavi sonrasında, orgazm sıklıklarında artış olduğu bulunmuştur. Milan, Kilmann ve Boland (1988), beş grup tedavi yönteminden birini almış olan, 66 ikincil orgazm bozukluğu olan kadın ve eşleri ile 2-6 yıl sonra izleme çalışması yapmışlardır. Gönderilen anketlere 38 çift yanıt vermiş ve grup tedavisinden sonra boşanmayan ve ek bir tedavi almayan kadınların orgazm deneyimleme becerilerinde zaman içerisinde artış olduğu, tedavi öncesinde %9.5 ortalaması olan koital orgazm sıklığının, uzun dönemli izleme çalışmasında %36.9 ortalamasına çıktığı görülmüştür. Tedaviyi takiben cinsel uyumda ve koital sıklıkta da benzer şekilde artış olduğu, ancak 2-6 yıl sonra neredeyse başlangıç düzeyine döndüğü bulunmuştur. Buna karşın katılımcılar genel olarak tedaviye olumlu yanıt vermiş ve tedavinin iletişim ve ilişki becerilerine odaklanmasının önemini özellikle vurgulamışlardır. Bu çalışmaların yanısıra Lau, Yang, Cheng ve Wang (2006) çiftlerin her ikisinde birlikte görülen cinsel işlev bozukluklarını yordayan değişkenleri belirlemek amacı ile, Çin’de 298 çiftin katılımıyla yürüttükleri çalışmada, iletişimin cinsel işlev bozukluğu görülmesinde önemli bir etkiye sahip olduğunu bulmuşlardır. Ayrıca cinsel sorunlarını eşleri ile konuşan kadınlarda, birlikte cinsel sorun gelişme oranının 93 her iki çiftte de cinsel sorun olanlara göre daha az olduğu bulunmuştur. Araştırma bulgularına göre sadece bir eşte cinsel işlev bozukluğu görüldüğünde çiftlerin çoğunun cinsel sorunları üzerinde konuşmadıkları ve tıbbi ya da psikolojik yardım almadıkları bulunmuştur. Bu nedenle terapi programlarında iletişim konusuna özellikle ilgi verilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu araştırmada her iki çiftte birden cinsel işlev bozukluğu olması üzerinde kötü evlilik ilişkisinin olmasının bir etkisi olmadığı, ancak iletişim eksikliklerinin, cinsel bilgi yetersizliğinin, cinsiyetler arası güç dengesizliğinin etkisinin olduğu bildirilmiştir. Cinsel yaşamda meydana gelen sorunlar ve cinsel işlev bozuklukları, bireylerin yaşamını etkileyen önemli sorunlardan birini oluşturmaktadır ve çözümlenmeyen ilişki çatışmaları, cinsel bozuklukların bir nedeni olabildiği gibi cinsel bozukluklar da ilişki çatışmalarının katalizörü olabilmektedir (Litzinger ve Gordon, 2005; Byers, 2005). I.5.c. Kişilerarası İlişkiler, Kendilik Algısı, Öfke ve Cinsel İşlev Bozuklukları İletişim engelleri bireyin özsaygısının etkilenmesine sebep olabildiği gibi, bireyleri, savunmacı davranmaya, dirençli olmaya ya da kızgın ve öfkeli olmaya itebilmektedir (Bolton, 1986). Öfke, utanç ve suçluluk gibi duygularla birlikte ortaya çıkabilmektedir. Eğer kişinin yaptığı bir şey başarısızlıkla sonuçlanıyorsa ve bundan dolayı kişi kendisini sorumlu tutuyorsa, öfkenin yanı sıra kişi, suçluluk da hissedebilmektedir. Bunun yanı sıra utanç, kişinin kendisini olumsuz değerlendirmesine neden olmaktadır ve benliğe ciddi ölçüde zarar vermektedir. Kişinin utanç duymasına neden olan olay, kişinin bu olayı benliğinin olumsuz bir 94 yansıması gibi algılamasına ve dolayısı ile kişinin kendisini değersiz hissetmesine neden olabilmektedir. Bunların sonucunda ise kişinin benlik algısı ve kendisine verdiği değer, zarar görmektedir (Tangney ve Fischer, 1995, Akt., Balkaya ve Şahin, 2003). Bireyin özsaygısının ve benlik algısının olumsuz olarak etkilenmesi, bireyin bağımlılığına, kendisini geri çekmesine, kendisini yenilmiş, kaybetmiş ya da yetersiz hissetmesine neden olabilmektedir (Bolton, 1986). Bu kendini geri çekme, bağımlılık ve özsaygısının azalması gibi davranışlar, bireyin kişilerarası iletişimini olumsuz yönde etkilemeye devam etmekte ve sorunun çözümündense daha kötü bir hal almasına neden olabilmektedir. Sonuç olarak Bolton (1986) tarafından da belirtildiği üzere iletişim engellerinin çok sık olarak kullanılması, kişilerarası ilişkilerin önemli ve kalıcı bir şekilde zarar görmesine neden olabilmektedir. Kişilerarası iletişimde yaşanan engeller sonucunda ortaya çıkan öfke ile birlikte yaşanan suçluluk duygusu ise, kişiyi empati kurmaya, kişilerarası ilişkilerde hataları tamir etmeye ve özür dilemeye yöneltebilmektedir. Ancak utanç duygusu, suçluluk duygusunun sağladığı olumlu girişimler yerine, kişinin gizlenmesine, içine kapanmasına neden olmaktadır (Tangney ve Fischer, 1995. Akt., Balkaya ve Şahin, 2003). Utanç duygusu bireyin içine kapanmasına, utanca neden olan durumdan kaçınmasına neden olmasının yanı sıra, zarar gören benliğini öfke duygusu ile besleyerek, öfkeyi utanca neden olan bu duruma yöneltmektedir (Tangney, 1992. Akt., Balkaya ve Şahin, 2003). İnsanların hayatları boyunca yaşadıkları duygusal problemler, sadece bu problemi yaşayan kişiyi değil, aynı zamanda bu kişinin yaşamında yer alan diğer kişileri de etkilemektedir. Benzer şekilde, yakın kişisel ilişki çerçevesinde yaşanan 95 cinsel işlev bozuklukları da bu açıdan önem arz etmektedir. Eşlerden birinde ya da her ikisinde birden bu tür sorunların olması, bu kişilerin evliliğini, ilişkilerini olumsuz bir şekilde etkileyecektir. Bunun yanısıra her insan kendilik kavramını oluştururken bunun bir yönünü de cinselliği üzerine oturtmaktadır. Dolayısı ile cinsel işlevlerde meydana gelen bir takım sorunlar, kişinin kendilik algısını da olumsuz olarak etkileyebilmektedir (Davison ve Neale, 2004). Benlik algısı ile öfke duygusu arasında ilişki olabildiği gibi kendilik kavramının önemli bir boyutunu oluşturan cinsellik ile benlik algısı arasında da önemli bir ilişki olduğu Davison ve Neale (2004)’nin de belirttiği üzere kabul gören bir konudur. Cinsellik ve benlik saygısı arasındaki ilişki üzerine Stimson, Stimson ve Dougherty (1980) tarafından 49 kadın ve 50 erkek üniversite öğrencisinin katılım sağladığı bir çalışma yapılmıştır. Araştırmacılar, Amerika’da hem kadın hem de erkeklerin cinsel aktivitelerinin artmasına karşılık kadın ve erkeğin davranışları benzerlik gösterse de bu davranışları anlamlandırmaları ve kendilerini değerlendirmeleri arasında önemli bir farklılık olduğunu öne sürmüşlerdir. Cinsel aktivite ve cinsel performansın yeterliliğinin, benlik saygısı üzerine etkisinin kadın ve erkekte farklılaşacağı, benlik saygısı ve cinselliğin çok boyutlu olduğu ve cinsel aktivitenin performans niteliği boyutunun diğer sosyal becerilerden bağımsız olduğu araştırmanın hipotezlerini oluşturmaktadır. Araştırma sonuçlarına göre yetersiz cinsel performans, erkeklerde benlik saygısına en çok etkide bulunan unsur olarak bulunmuştur. Erkekler cinsel yetersizlik alanlarını birbirinden bağımsız 4 boyut altında toparlamışlardır; Engellenmiş/Hayalkırıklığına uğramış (frustrated) (yetersiz cinsel aktivite ve genel olarak popülerliğin olmaması maddelerine dayalı); Güvenilmezlik (Undependability) (orgazmı geciktirememe ve genel olarak 96 güvenilmezlik maddelerine dayalı); Genel yetersizlik (general inadequacy) (hem cinsel performanstan hem de iyi yapamamak ile ilişkili hislerden memnuniyetsizlik ile ilgili maddelere dayalı); Benliğin ve bedenin reddedilmesi (rejection of self and body) (hem fiziksel hem de sosyal benliğin değiştirilme isteği ile ilgili maddelere dayalı). Bu araştırma bulgularına göre Amerikan erkekleri için cinsel yeterlilik benlik organizasyonunun temel kaynağını oluşturmaktadır. Erkekler sadece bir güven faktörü belirtmişlerdir ve bu faktör de fazla cinsel aktivite ile genel sosyal güven ve benlik saygısı ile bütünleşmektedir. İlk başta yer alan maddeyi de cinsel aktivite sıklığı oluşturmaktadır. Burada ilginç olan nokta, bu faktör içerisinde performansın niteliğine ilişkin hiçbir maddenin girmemiş olmasıdır. Bu bulguya göre erkekler kendilerini değerlendirirken, performanslarının niteliklerinden ziyade cinsel aktivite niceliğini değerlendirerek kendilerinden emin olmaktadırlar. Bunun yanısıra kadınlar aktif ve memnuniyet verici cinselliklerini hem sosyal kabul hem de kendini değerlendirme faktörlerinden ayırmışlardır. Erkeklerin aksine kadınlar için memnuniyet verici cinsel aktivite faktörü, benlik saygısı ve sosyal kabul bileşenlerini içermemektedir. Ayrıca erkeklerin aksine kadınlar, cinsellikten tamamen ayrı iki temel benlik saygısı kaynağına sahiptirler. Bunlar: İletişim becerileri maddelerine dayalı ‘sosyal beceri-güven’ (social ability-confidence) ve cana yakınlık, sevimlilik maddelerine dayalı ‘sosyal kabul’dur (social acceptance). Cinsel işlev bozukluklarının etiyolojisinde bozuk kendilik algısı önemli bir yer almaktadır. Cinsel işlev bozukluklarının devam ettirici faktörleri incelendiğinde de bozuk kendilik algısının yer aldığı görülmektedir (Tuğrul, 1998). Cinsel işlev bozukluğu geliştikten sonra kişinin kendilik algısı üzerinde olumsuz bir etki yaratıp sorunun devam etmesinde ya da kötüleşmesinde rol oynayabilmektedir. Bir erkeğin 97 yaşadığı erektil işlev bozukluğu ya da prematür ejakülasyon kişinin erkeklik duygusunu etkileyebilmekte ve ortaya çıkan anksiyete, bu bozuklukların devam etmesine neden olabilmektedir. Bunun yanısıra anorgazmik bir kadın da kadınlık duyguları ile ilgili sorunlar yaşamaya ve kendisini tam bir kadın olarak hissetmemeye başlayabilmektedir. Ayrıca, orgazm olmayan kadının eşi de kendisini yetersiz olarak algılmaya ve erkeklik duygusundan şüphe duymaya başlayabilmektedir (Şahin, 2001a). I.6. Araştırmanın Amacı ve Cevap Aranan Sorular Çiftler arasında yaşanan çatışmaların ortaya çıkmasında önemli bir faktör olan kişilerarası iletişim tarzı, sorunun devamı ya da sorunun çözümünde de önemli bir yere sahiptir. Bu bağlamda yapılan çalışmalarda da görüldüğü üzere, bireyin kişilerarası iletişim tarzı ile kendilik algısı ve öfke arasındaki ilişkinin önemi göz önüne alındığında, kişilerarası ilişkilerdeki problemin, yol açabileceği psikolojik sorunların, özellikle de neden olabileceği cinsel işlev bozukluklarının tedavisinde önemli bir yere sahip olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Bunların sonucunda; olumlu kişilerarası iletişim tarzı ile olumlu kendilik algısı arasında pozitif bir ilişki olduğu ve olumlu kişilerarası iletişim tarzı ile öfke ve cinsel işlev bozukluğu arasında negatif yönde bir ilişki olduğu varsayılmaktadır. Cinsel işlev bozukluklarında eşlerin birbirleri ile iletişimlerinin önemli bir faktör olduğu araştırmacılar tarafından bilinen bir olgu olmakla birlikte bu konuda sistemli araştırmalar yapılmasına ihtiyaç duyulmaktadır (Kaplan, 1974. Akt., Rosenheim ve Neumann, 1981). Literatürde bu değişkenlerin tek tek ele alınıp, cinsel işlev bozukluğu ile ilişkisine bakıldığı görülmektedir. Bu çalışmada, bu değişkenler birlikte ele alınarak cinsel işlev bozukluğu ile ilişkisine bakılacaktır. Diğer bir deyişle, bu çalışmada cinsel işlev 98 bozukluğu ile kişilerarası iletişim tarzı, kendilik algısı ve öfke arasında nasıl bir ilişkinin olduğunun incelenmesi amaçlanmıştır ve elde edilen verilerin ruh sağlığı bağlamında değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Bu çalışmanın alandaki ihtiyaca anlamlı bir yanıt oluşturacağı düşünülmektedir. Ülkemizde bu alanda sınırlı sayıda çalışma bulunmaktadır. Bunun yanı sıra çalışma sonuçları, alanda yeni fikirlerin oluşmasında ve kişilerarası beceri eğitimlerinde nelere dikkat edilmesi gerektiği konularında büyük bir öneme sahip olacak, ruhsal sağlık bağlamında sosyal beceri eğitimlerine ve öfke yönetimi çalışmalarına da ışık tutacaktır. Bu hedef dahilinde çalışmanın amaçları: 1. Cinsel işlev bozukluğu tanısı almış olan kişilerin kişilerarası iletişim tarzları, kendilik algıları, öfke tepkileri hakkında elde edilen bulgular ışığında saptama yapmak, 2. Cinsel işlev bozukluğu tanısı almış olan kişilerin kişilerarası iletişim tarzlarını cinsel işlev bozukluğu olmayan grup ile karşılaştırmak, 3. Cinsel işlev bozukluğu tanısı almış olan kişilerin kendilik algılarını cinsel işlev bozukluğu olmayan grup ile karşılaştırmak, 4. Cinsel işlev bozukluğu tanısı almış olan kişilerin öfke tepkilerini cinsel işlev bozukluğu olmayan grup ile karşılaştırmaktır. Bu amaç doğrultusunda araştırmada yanıt aranan sorular; 1. Yaş, cinsiyet ve eğitim gibi demografik değişkenlerin araştırma değişkenleri ile ilişkisi var mıdır? Bu bağlamda gruplar arasında bir farklılık var mıdır? 99 2. Cinsel işlev bozukluğu olmayan grup ile cinsel işlev bozukluğu tanısı almış olan hastalar kişilerarası iletişim tarzı, öfke yaşantısı ve benlik algısı açısından farklılık göstermekte midir? 3. Cinsel işlev bozukluğu olmayan grupta ve cinsel işlev bozukluğu tanısı almış olan grupta cinsel işlev sorunlarını yordayan değişkenler nelerdir? 4. Cinsel işlev bozukluğu olmayan grup ve cinsel işlev bozukluğu tanısı almış olan hastalarda kişilerarası ilişki tarzları, benlik algısı ve öfke yaşantısı arasında ilişki var mıdır? 100 BÖLÜM II YÖNTEM Yukarıda aktarılan kuramsal çalışmalar ve araştırma soruları çerçevesinde Ölçme Araçları bölümünde açıklanan ölçekler kullanılarak toplam 190 kişiye ulaşılmıştır. Bu bölümde katılımcıların demografik özellikleri, ölçeklerin özellikleri ve ölçeklerin uygulamasında izlenen yöntem aktarılmaktadır. II.1. Örneklem Araştırmada, araştırma grubu ve karşılaştırma grubu olmak üzere iki grup kullanılmıştır. Araştırma grubu verileri çeşitli sağlık kuruluşlarına cinsel rahatsızlıkları nedeni ile üroloji, kadın doğum ve jinekoloji, psikiyatri uzmanlarına başvuran hastalar arasından çalışmaya katılmayı kabul edenlerden elde edilmiştir. Kadın doğum ve jinekoloji, üroloji uzmanlarına başvuran hastalar daha sonra psikiyatriste yönlendirilerek hastanın tanısı ve eşlik eden başka bir psikiyatrik ya da psikolojik rahatsızlığının olup olmadığı psikiyatrist tarafından değerlendirilmiştir. Karşılaştırma grubunu ise Ankara’da yaşayan ve herhangi bir cinsel işlev bozukluğu ya da başka bir psikiyatrik ya da psikolojik rahatsızlığı olmayan kişiler oluşturmuştur ve gönüllülük esasına dayanarak kartopu tekniği ile veriler elde edilmiştir (Bailey, 1994). Araştırmacının bir tanıdığı belirlenip kendi tanıdıkları içinde gönüllü katılımcı olabilecek kişiler belirlenerek ölçekler katılımcılara verilmiştir. Araştırmada toplam olarak 400 adet anket dağıtılmıştır. Bu anketlerden 255 tanesi geri dönmüş olup 11 tanesi rastgele doldurulması ve boş bırakılması nedeni ile 101 analize alınmamıştır. Geriye kalan 244 anketten; 9 kişi karşılaştırma grubundan, 1 kişi araştırma grubundan olmak üzere toplam 10 kişi evli olmamaları nedeniyle dışarıda tutulmuştur. Karşılaştırma grubundan 6 kişi, Kişisel Bilgi Formu’nun 24. sorusunda belirtilen “Herhangi bir psikiyatrik hastalığınız ya da psikolojik rahatsızlığınız var mı?” sorusunu ‘Var’ olarak işaretledikleri için ve araştırma grubundan 3 kişi, psikiyatrist tarafından tanılanmış cinsel işlev bozukluğuna eşlik eden psikiyatrik rahatsızlıkları olması nedeni ile çalışma dışında tutulmuştur. Yapılan normal dağılım analizi sonrasında uç değer olarak 2 kişi araştırma grubundan, 33 kişi de karşılaştırma grubundan olmak üzere toplam 35 kişi analiz dışında tutulmuştur. Araştırmada dışarıda tutulan verilerden sonra gönüllü olarak katılım sağlayan 18-53 yaş arası cinsel işlev bozukluğu tanısı almış ve tedaviye başlanmamış 95 kişilik araştırma grubu ile cinsel işlev bozukluğu tanısı olmayan 95 kişilik karşılaştırma grubu ile çalışılmıştır. Analizler toplam 190 kişiye ait veri ile gerçekleştirilmiştir. Araştırma grubundaki katılımcıların 43’ünü (%45,3) kadın, 52’sini (%54,7) erkek; karşılaştırma grubunun ise 47’sini (%49,5) kadın, 48’ini (%50,5) erkek katılımcılar oluşturmaktadır. Katılımcıların yaş uzamı 18-53 arasında değişmektedir ve araştırma grubunun yaş ortalaması 32,42 (ss=7,87), karşılaştırma grubunun yaş ortalaması ise 32,97 (ss=8,62)’dir. Karşılaştırma grubundaki katılımcıların 2’si yaş sorusuna yanıt vermemiştir. Yaş değişkeni, 18-30 yaş ve 31 yaş ve üstü şeklinde iki gruba ayrılarak analize sokulmuştur. Eğitim özellikleri incelendiğinde araştırma grubunda katılımcıların 2’sinin (%2,1) okuryazar olmadığı, 1’inin (%1,1) okuryazar, 27’sinin (%28,4) ilkokul mezunu, 17’sinin (%17,9) ortaokul mezunu, 32’sinin (%33,7) lise mezunu, 14’ünün 102 (%14,7) üniversite mezunu, 1’inin (%1,1) yüksek lisans mezunu ve 1’inin (%1,1) doktora mezunu olduğu görülmüştür. Karşılaştırma grubundaki katılımcıların ise 2’sinin (%2,1) okuryazar olmadığı, 1’inin (%1,1) okuryazar olduğu, 23’ünün (%24,2) ilkokul mezunu, 13’ünün (%13,7) ortaokul mezunu, 21’inin (%22,1) lise mezunu, 26’sının (%27,4) üniversite mezunu, 5’inin (%5,3) yüksek lisans mezunu, 4’ünün (%4,2) doktora mezunu olduğu görülmüştür. Eğitim değişkeni; okuryazar olmayanlar, okuryazar olanlar ve ilkokul mezunu olanlar birinci grup, ortaokul mezunu ve lise mezunu olanlar ikinci grup, üniversite mezunu ve üstü düzeyde eğitim olanlar ise üçüncü grup olmak üzere 3 gruba ayrılmıştır. Sosyoekonomik düzey ise iki gruba ayrılmıştır: 1500 YTL’ye kadar aylık geliri olanlar birinci grubu (alt ekonomik düzey), 1501 YTL ve üstü ücret alanlar ise ikinci grubu (alt orta ekonomik düzey) oluşturmuştur. Sosyoekonomik düzeye ilişkin bilgi edinmek amacı ile sorulan soruya verilen yanıtlardan, araştırma grubundaki katılımcıların 79’unun (%83,2) alt ekonomik düzeyde; 16’sının (%16,8) alt orta ekonomik düzeyde olduğu; karşılaştırma grubundaki katılımcıların ise 68’inin (%71,6) alt ekonomik düzeyde; 27’sinin (%28,4) alt orta ekonomik düzeyde olduğu görülmüştür. Katılımcıların evlilik süresi uzamı 1 ay ile 384 ay arasında değişmekte olup araştırma grubunun evlilik süresi uzamı 1 ay ile 384 ay arasında değişirken, karşılaştırma grubunun evlilik süresi uzamı ise 1 ay ile 348 ay arasında değişmektedir. Evlilik süresi değişkeni; 1-24 ay, 25-132 ay ve 133 ay ve üstü şeklinde üç gruba ayrılarak analize sokulmuştur. Araştırma grubunun, 31’inin (%32,6) 1-24 ay, 25’inin (%25,3) 25-132 ay, 40’ının (%41,2) ise 133 ay ve üstü bir 103 süredir evli bulunan kişilerden oluştuğu görülmüştür. Karşılaştırma grubunun ise 29’unun (%30.5) 1-24 ay, 30’unun (%31,6) 25-132 ay, 36’sının ise (%37,9) 133 ay ve üstü bir süredir evli bulunan kişilerden oluştuğu görülmüştür. Katılımcıların çocuk sahibi olup olmadıklarına ilişkin soruya verilen yanıtlara göre, araştırma grubundaki katılımcıların 35’inin (%36,8) çocuğunun olmadığı, 59’unun (%62,1) çocuğunun olduğu; karşılaştırma grubunun ise 26’sının (%27,4) çocuğunun olmadığı, 67’sinin (%70,5) çocuğunun olduğu görülmüştür. Araştırma grubunda 1 kişi (%1,1), karşılaştırma grubunda ise 2 kişi (%2,1) bu soruyu yanıtlamamıştır. Tablo II. 1. Örneklemin Demografik Özellikleri Demografik Değişkenler Araştırma Grubu N % Ort. Ss 43 45.3 1.55 .50 52 54.7 43 45.3 1.55 .50 52 54.7 Kadın Erkek 18-30 yaş 31 ve üstü Okuryazar değil30 ilkokul arası Ortaokul-Lise 49 Üniversite ve üstü 16 Grup Yaş Grup Eğitim Grup Medeni Durum Gelir Grubu Evlilik süresi Çocuk durumu 31.6 Karşılaştırma Grubu N % Ort. Ss 47 49.5 1.51 .50 48 50.5 41 43.2 1.57 .50 54 56.8 26 27.4 51.6 16.8 1.85 .68 34 35 35.8 36.8 2.09 .80 4.00 .00 95 100 4.00 .00 1.17 .38 68 27 29 .86 30 36 26 .51 67 71.6 28.4 30.5 31.6 37.9 27.4 70.5 1.28 .45 2.07 .83 1.68 .51 Evli 95 100 500-1500 1501 ve üstü 1-24 ay 25-132 ay 133 ay ve üstü Çocuğu yok Çocuğu var 79 16 31 24 40 35 59 83.2 16.8 32.6 25.3 42.1 36.8 62.1 2.10 1.61 Yaş, eğitim, gelir ve evlilik süresi değişkenleri yukarıda açıklandığı gibi gruplara ayrılmıştır ve bu gruplar, analizlere sokulmuştur. Bu nedenle demografik özelliklere ilişkin tabloda bu değişkenlerin oluşturulan gruplarına ilişkin frekans, 104 ortalama ve standart sapma değerlerine yer verilmiştir. Örneklemin demografik değişkenlerine ilişkin bilgi Tablo II.1’de verilmiştir. Araştırma grubunda yer alan erkek ve kadınların almış oldukları cinsel işlev bozukluğu tanıları ve başlangıç tipi (yaşam boyu ya da edinsel) incelendiğinde kadınların 12’sinin (%27,9) ‘azalmış cinsel istek bozukluğu’ (2’si yaşam boyu ve 10’u edinsel tip), 1’inin (%2,3) ‘cinsel uyarılma bozukluğu’ (yaşam boyu tip), 22’sinin (%51,2) ‘vajinismus’ (21’i yaşam boyu ve 1’i edinsel tip), 8’inin (%18,6) ‘anorgasmi’ tanısı (5’i yaşam boyu ve 3’ü edinsel tip); erkeklerin ise 44’ünün (%84,6) ‘prematür ejakülasyon’ (22’si yaşam boyu ve 22’si edinsel tip), 8’inin (%15,4) ‘erektil disfonksiyon’ tanısı (edinsel tip) aldığı görülmüştür. Bu değerler Tablo II.2’de verilmiştir. Tablo II. 2. Cinsel İşlev Bozukluğu Tanıları ve Başlangıç Tiplerinin Oranları KADIN Azalmış Cinsel İstek Bozukluğu Cinsel Uyarılma Bozukluğu Vajinismus Anorgazmi Toplam ERKEK Prematür Ejakülasyon Erektil Disfonksiyon Toplam N % Yaşam Boyu Edinsel 12 27,9 2 10 1 22 8 43 2,3 51,2 18,6 100 1 21 5 29 1 3 14 44 8 52 84,6 15,4 100 22 22 22 8 30 II.2. Kullanılan Ölçme Araçları Araştırmanın hipotezlerini sınamak amacı ile araştırma değişkenlerini değerlendirmek için ölçekler kullanılmıştır. Kişilerarası iletişim tarzını ölçmek için 105 Ankara Üniversitesi Uygulamalı Psikoloji Yüksek Lisans Programı öğrencilerinin geliştirdikleri “Kişilerarası İletişim Tarzı Ölçeği”, kendilik algısını ölçmek amacı ile Şahin ve Şahin (1994) tarafından Türkçe uyarlaması yapılmış olan “Sosyal Karşılaştırma Ölçeği”, öfke değişkenini ölçmek için Siegel (1986) tarafından geliştirilen “Çok Boyutlu Öfke Ölçeği” kullanılmıştır. Cinsel işlev bozukluğunu ölçmek için ise Rust ve Golombok (1983) tarafından geliştirilmiş olan (Akt., Tuğrul, Öztan ve Kabakçı, 1993) ve Tuğrul, Öztan ve Kabakçı (1993) tarafından uyarlanan “Golombok-Rust Cinsel Doyum Ölçeği” kullanılmıştır. Bunların yanı sıra katılımcıların demografik bilgilerini elde edebilmek amacı ile “Kişisel Bilgi Formu” ve çeşitli psikolojik belirtilerini taramak amacı ile ise “Kısa Semptom Envanteri” uygulanmıştır. II.2.a. “Kişisel Bilgi Formu” Katılımcıların demografik bilgileri hakkında veri elde edebilmek amacı ile ölçekler ile birlikte 34 maddelik bir kişisel bilgi formu verilmiştir. Demografik bilgilerin yanı sıra kişinin ekonomik, sosyal ve duygusal açıdan kendisini nasıl gördüğü, şu anda psikiyatrik/psikolojik veya tıbbi rahatsızlığı olup olmadığı ve daha önceden psikiyatrik/psikolojik veya tıbbi rahatsızlık geçirip geçirmediğine ilişkin bazı sorular sorulmuştur. Yaş, cinsiyet, eğitim durumu, gelir düzeyi, medeni durumu gibi demografik verilere yönelik soruların yanı sıra “Evli iseniz evliliğinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?, Ekonomik açıdan kendinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?, Kendinizi ruh sağlığı açısından nasıl görüyorsunuz?, Genel olarak diğer insanlarla olan ilişkilerinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?, Genel olarak hayatınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?, Gelecek 5 yıl içerisinde yaşamınızın nasıl olacağını düşünüyorsunuz?, Kendinizi yalnız hissettiğiniz oluyor mu?” gibi sorulara yer 106 verilmiştir. Bu soruların amacı katılımcıların kişisel yaşamlarını ve ilişkilerini nasıl değerlendirdikleri hakkında bilgi edinmektir. Ayrıca, “Alkol kullanıyor musunuz?, Herhangi bir psikiyatrik hastalığınız ya da psikolojik rahatsızlığınız var mı? Psikiyatrik hastalığınız ya da psikolojik rahatsızlığınız varsa, tedavi görüyor musunuz? Daha önce psikiyatrik tedavi gördünüz mü?” gibi bazı sorulara da yer verilmiştir. Depresyon, anksiyete, şizofreni gibi bazı psikiyatrik rahatsızlıklar ile kalp hastalıkları, kanser, AIDS, kronik böbrek yetmezliği, diabetes mellitus ve nörolojik hastalıklar gibi bazı tıbbi rahatsızlıklar, alkol ve madde kullanımı cinsel işlev bozukluklarına yol açabildikleri ya da cinsel yaşantıyı olumsuz yönde etkileyebildikleri için (Özkan, 2001) bu karıştırıcı değişkenleri kontrol edebilmek amacı ile bu alanlarda bilgi edinilmesi hedeflenmiştir. Her türlü psikiyatrik sorun cinsel yanıt döngüsünde bir ya da birden fazla süreç üzerinde engelleme ya da olumsuz etkiler yapabilmektedir (İncesu, 1998a) ve cinsel işlev bozuklukları, sıklıkla depresif bozukluklar, anksiyete bozuklukları, kişilik bozuklukları ve şizofreni gibi ruhsal rahatsızlıklarla yakından ilişkilidir (Sadock, 2007). Bu nedenle örneklem bölümünde de açıklandığı üzere psikiyatrik rahatsızlığı olduğunu belirten katılımcıların verileri analiz dışında tutulmuştur. Bunun yanısıra katılımcıların kişisel yaşamlarını ve ilişkilerini nasıl değerlendirdikleri hakkında bilgi edinmek amacı ile sorulmuş olan bu sorular ‘yaşamdan doyum almama’ ve ‘kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik’ şeklinde iki faktör altında gruplanarak analizlerde etkileri araştırılmıştur. Kişisel bilgi formunda yer alan “Evli iseniz evliliğinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?”, “Ekonomik açıdan kendinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?”, “Kendinizi fiziksel olarak nasıl görüyorsunuz?”, “Kendinizi ruh sağlığı açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?”, “Genel olarak hayatınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?” 107 ve “Gelecek 5 yıl içerisinde yaşamınızın nasıl olacağını düşünüyorsunuz?” soruları ‘yaşamdan doyum almama’ altında gruplanmıştır. “İçinde büyüdüğünüz ailenizin, size ne türden bir ilgi ve yakınlık gösterdiğini düşünüyorsunuz?”, “Genel olarak diğer insanlarla olan ilişkinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?”, “Karşı cinsle genel olarak ilişkinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?”, “Kendinizi yalnız hissettiğiniz oluyor mu?” ve “Yakın arkadaşınız var mı?” soruları ise “kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik” altında gruplanmıştır. “Yaşamdan doyum almama” ve “kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik” olarak gruplanan değişkenlerden alınan yüksek puanlar bireylerin yaşamlarından doyumsuz olduklarını ve ilişkilerinden memnuniyetsiz olduklarını göstermektedir. Kişisel bilgi formunda araştırma ve karşılaştırma gruplarının evliliklerini, ruhsal ve fiziksel olarak kendilerini nasıl gördüklerini, genel olarak diğer insanlarla ve karşı cinsle ilişkilerini nasıl gördüklerini, yaşamlarından memnuniyetlerini değerlendirmelerine ilişkin sorulan sorulara verdikleri yanıtların ortalama ve standart sapma değerlerine Tablo II.3’te yer verilmiştir. 108 Tablo II.3. Kişisel Bilgi Formu Sorularının Ortalama ve Standart Sapma Verileri Kişisel Bilgi Formu Soruları Araştırma Grubu Ort. Ss Karşılaştırma Grubu Ort. Ss 7. Evliliğinizi nasıl değerlendiriyorsunuz? 2.27 .95 1.74 .73 2.07 .95 1.83 .87 2.64 .76 2.55 .75 1.40 .76 1.79 .87 1.01 .10 1.01 .18 1.79 .60 1.81 .53 2.12 .62 2.05 .73 2.43 .86 1.96 .68 2.77 1.08 2.21 .82 2.61 3.28 1.06 .96 2.31 2.72 .88 .92 2.42 .71 2.08 .61 2.37 .89 1.99 .74 12. İçinde büyüdüğünüz ailenizin, size ne türden bir ilgi ve yakınlık gösterdiğini düşünüyorsunuz? 13. Ekonomik açıdan kendinizi nasıl değerlendiriyorsunuz? 14. Alkol kullanıyor musunuz? 15. Uyuşturucu vb. madde kullanıyor musunuz? 16. Genel olarak diğer insanlarla ilişkinizi nasıl değerlendiriyorsunuz? 17. Karşı cinsle genel olarak ilişkinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?değerlendiriyorsunuz? 18. Kendinizi fiziksel olarak nasıl görüyorsunuz? 19. Kendinizi ruh sağlığı açısından nasıl görüyorsunuz? 20. Kendinizi yalnız hissettiğiniz oluyor mu? 21. Yakın arkadaşınız var mı? 22. Genel olarak hayatınızı nasıl değerlendiriyorsunuz? 23. Gelecek 5 yıl içinde yaşamınızın nasıl olacağını düşünüyorsunuz? II.2.b. “Kişilerarası İletişim Tarzı Ölçeği” Katılımcıların kişilerarası iletişim tarzlarını belirlemek amacıyla Şahin ve arkadaşları (2007) tarafından geliştirilen “Kişilerarası İletişim Tarzı Ölçeği” (KİTÖ) kullanılmıştır. KİTÖ 60 maddelik, 1-5 arası Likert tipi puanlanan kendini değerlendirme türü bir ölçektir. Ölçek kişilerin kişilerarası iletişim tarzlarını belirlemek amacıyla geliştirilmiştir. Puan ranjı 60-300’dür, ölçekten alınan yüksek 109 puanlar olumsuz iletişim tarzına, düşük puanlar olumlu iletişim tarzına işaret etmektedir. Ölçeğin altı alt faktörü bulunmaktadır (Şahin ve ark., 2007). Testin güvenirliğine bakıldığında Cronbach alfa iç tutarlık katsayısının .93 olduğu görülmektedir. Geçerlik çalışmasında, ölçeğin yapı geçerliğini belirlemek amacıyla Kısa Semptom Envanteri (KSE), Offer Yalnızlık Ölçeği (OYÖ) ve Kişilerarası İletişim Tarzı Ölçeği (KİT) kullanılmıştır. Buna göre, KİTÖ’nün alt ölçekleri ve toplam puanı ile KSE’nin her bir alt ölçeği arasında .49 (p<.01) ve .17 (p<.01) arasında değişen anlamlı korelasyonlar olduğu görülmüştür. KİTÖ’nün alt ölçekleri ile KİT’in alt ölçekleri ve toplam puanı arasındaki korelasyonlara bakıldığında, alt ölçekler arası korelasyonlar .71 (p<.01) ve -.09 (p<.05) arasında değişmektedir. Son olarak da KİTÖ’nün alt ölçekleri ve toplam puanları ile OYÖ arasındaki korelasyonlara bakıldığında, alt ölçeklerle arasındaki korelasyonların .34 (p<.01) ile .22 (p<.01) arasında değiştiği görülmektedir (Şahin ve ark., 2007). Bu çalışma örnekleminden elde edilen verilere göre Kişilerarası İletişim Tarzı Ölçeği’nin Cronbach alfa iç tutarlık katsayısı .94 olarak bulunmuş olup ‘baskın kişilerarası iletişim tarzı’ alt ölçeği Cronbach alfa değeri .86, ‘kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı’ alt ölçeği Cronbach alfa değeri .76, ‘öfkeli kişilerarası iletişim tarzı’ Cronbach alfa değeri .80, ‘duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı’ Cronbach alfa değeri .72, ‘manipülatif kişilerarası iletişim tarzı’ Cronbach alfa değeri .75 ve ‘küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı’ Cronbach alfa değeri ise .65 olarak hesaplanmıştır. 110 II.2.c. “Sosyal Karşılaştırma Ölçeği” Sosyal Karşılaştırma Ölçeği (SKÖ) kişinin başkaları ile kıyaslandığında kendini çeşitli boyutlarda nasıl gördüğüne ilişkin algılarını ölçmektedir. Ölçeğin özgün formu, Gilbert, Allan ve Trent (1991) tarafından ruhsal sorun belirtileri yüksek olan kişilerin kendilerini başka insanlarla karşılaştırırken kendilerini önemli kişilik boyutlarında olumsuz bir şekilde değerlendirdikleri varsayımından yola çıkılarak geliştirilmiştir ve bu ilk form iki kutuplu 5 özellikten oluşmaktadır (Akt., Savaşır ve Şahin, 1997). Türkçe formu Şahin ve Şahin (1992) tarafından geliştirilmiş ve başarılı-başarısız özelliği eklenerek 6 maddelik form elde edilmiştir (Akt., Savaşır ve Şahin, 1997). Geliştirilen bu ölçek bir çalışmada kullanılmış ve depresif belirtileri yüksek ve düşük olan grupları başarılı bir şekilde ayırdedebildiği görülmüştür. Daha sonra Şahin, Durak ve Şahin (1993) tarafından boyut sayısı arttırılarak şu anda kullanılan 18 maddelik form elde edilmiştir. Altı maddelik formun, üç sosyoekonomik düzeyden 263 kız, 277 erkek olmak üzere toplam 540 lise ve üniversite öğrencisi ile yapılan çalışmada Cronbach Alfa değeri .79 olarak hesaplanmıştır. Daha sonra geliştirilen 18 maddelik form 501 banka çalışanı üzerinde yapılan araştırmada kullanılmış ve Cronbach Alfa değerinin .89’a çıktığı bulunmuştur. Sosyal Karşılaştırma Ölçeği’nin Beck Depresyon Envanteri ile korelasyonu -.19 (p<.000) olarak ve 627 üniversite öğrencisi ile yapılan bir çalışmada Kısa Semptom Envanteri’nin alt ölçekleri ile korelasyonlarının ise .14 ve -.34 arasında değiştiği bulunmuştur. Ölçeğin, Beck Depresyon Envanteri’nden 9 altı ve 17 üstü puan alan grupları ayrıştırabildiği (p>.001) görülmüştür (Savaşır ve Şahin, 1997). 111 Bu çalışma örnekleminden elde edilen verilere göre, Sosyal Karşılaştırma Ölçeği’nin Cronbach alfa iç tutarlık katsayısının .91 olduğu hesaplanmıştır. II.2.d. “Çok Boyutlu Öfke Ölçeği” Çok Boyutlu Öfke Ölçeği (ÇBÖÖ) Balkaya ve Şahin (2003) tarafından, öfkeyi çeşitli boyutlarıyla ölçen, Türk kültürüne özgü, yeni ve orijinal bir ölçek oluşturmak amacı ile geliştirilmiştir. Ölçeğin geçerliğine ilişkin bilgilere ulaşmak için de, öfkeyi ve öfkeyle ilişkili diğer duyguları ölçtüğü düşünülen diğer envanterler (Kısa Semptom Envanteri ve Suçluluk Utanç Ölçeği) kullanılmış ve ölçeği oluşturan boyutların faktör yapılarına bakılmıştır. “Öfke Belirtileri”, “Öfkeye Yol Açan Durumlar”, “Öfkeyle İlişkili Düşünceler”, “Öfkeyle İlişkili Davranışlar” ve “Kişilerarası Öfke” ölçeğin alt boyutları olarak belirlenmiştir (Balkaya ve Şahin, 2003). “Çok Boyutlu Öfke Ölçeği”nin her boyutu için yapılan faktör analizleri sonucunda ortaya çıkan faktörlerden oluşturulan faktör alt ölçeklerinin Cronbach Alfa güvenirlik katsayıları, ayrı ayrı hesaplanmış olup yapılan analiz sonucunda söz konusu 5 temel boyutun güvenirlik katsayılarının α= 0.83 ve α= 0.93 arasında, toplam 15 faktör alt ölçeğinin güvenirlik katsayılarının da α= 0.64 ve α= 0.95 arasında değiştiği görülmüştür. Ölçeğin iç tutarlılığına yönelik analizler sonucunda da faktör alt ölçekleri arasında r =-.11 (p<.01) ile r =.76 (p<. 001) arasında değişen anlamlı korelasyonlar bulunmuştur (Balkaya ve Şahin, 2003). Öfke, hostilitenin temelinde yatan bir duygudur ve pek çok araştırma da öfkenin benlik saygısını etkilediğini, depresyon, kaygı ve somatizasyon bozukluklarıyla anlamlı ilişkiler gösterdiğini işaret etmektedir. Bunun yanı sıra 112 öfkenin suçluluk ve utanç duygularıyla güçlü ilişkileri bulunmaktadır. Buradan yola çıkarak öfkeyi ölçmesi amaçlanan bir ölçeğin, bu değişkenlerle, yayınlardakine uygun ilişkiler göstermesi, ölçeğin geçerliğine ilişkin kanıtlar olarak değerlendirilebileceğinden bu boyutları içeren Kısa Semptom Envanteri (KSE) ve Suçluluk ve Utanç Ölçeği (SUTÖ) ile Çok Boyutlu Öfke Ölçeği (ÇBÖÖ) arasındaki ilişkilere bakılmıştır (Balkaya ve Şahin, 2003). KSE toplam puanıyla ÇBÖÖ faktörleri arasındaki korelasyonun .01 ile .67 arasında değiştiği, en yüksek oranların “öfkeyle ilişkili düşünceler” boyutu ile olduğu bulunmuştur. Çok Boyutlu Öfke Ölçeği (ÇBÖÖ) alt ölçekleri ile Suçluluk ve Utanç Ölçeği (SUTÖ) arasındaki korelasyonlar değerlendirildiğinde değişkenler arasında anlamlı düzeyde pek çok korelasyon olduğu görülmüştür. “Utanç” alt ölçeği, ÇBÖÖ’nün “Umursamaz Tepkiler” alt ölçeği hariç, diğer tüm alt ölçekleriyle anlamlı ilişkiler içinde bulunmuştur. “Öfkeyle İlişkili Düşünceler” boyutu, “Utanç” ile pozitif korelasyon gösterirken (r =.12; p<.001), “Suçluluk” ile, düşük bir seviyede de olsa, anlamlı bir şekilde negatif korelasyon göstermektedir (r =-.08; p<.05). Bu şunu ifade etmektedir; öfkeye yönelik düşünceler arttıkça, utanç duygusunun arttığı ve suçluluk duygusunun ise azaldığı söylenebilmektedir. Suçluluk puanı, “Pasif-Agresif Tepkiler” (r =.26; p<.001) ve “İçedönük Tepkiler” (r =.25; p<.001) ile anlamlı ilişkiler içindedir. “İntikam Tepkileri” ile anlamlı düzeyde olmasa da ters yönde korelasyon göstermektedir (Balkaya ve Şahin, 2003). Bu çalışmada ÇBÖÖ’nin “Öfkeyle İlişkili Davranışlar” ve “Kişilerarası Öfke” alt boyutları kullanılmıştır. Bu çalışma örnekleminden elde edilen verilere göre Çok Boyutlu Öfke Ölçeği’nin “Öfkeyle İlişkili Davranışlar” Cronbach alfa iç 113 tutarlık katsayısı .66 olarak, “Kişilerarası Öfke” Cronbach alfa iç tutarlık katsayısı .92 olarak ve her iki alt boyut toplam Cronbach alfa iç tutarlık katsayısı .91 olarak hesaplanmıştır. “Öfkeyle İlişkili Davranışlar” alt boyutunun alt ölçeklerinin Cronbach Alfa değerleri mevcut çalışma örneklemi için; “Saldırgan Davranışlar” alt ölçeği .81, “Sakin Davranışlar” alt ölçeği .71, “Kaygılı Davranışlar” alt ölçeği .63 olarak hesaplanmıştır. “Kişilerarası Öfke” alt boyutunun alt ölçeklerinin Cronbach Alfa değerleri ise; “İntikam tepkileri” alt ölçeği .93, “Pasif Agresif Tepkiler” .75, “İçedönük Tepkiler” .70 ve “Umursamaz Tepkiler” .80 olarak hesaplanmıştır. II.2.e. “Kısa Semptom Envanteri” Kısa Semptom Envanteri çeşitli psikolojik belirtileri taramak amacıyla Derogatis (1992) tarafından geliştirilmiş olup SCL-90 envanterinin 53 maddelik kısa formudur. 90 maddelik olan SCL-90’nın 9 faktöre dağılmış olan maddelerinden her faktörde en fazla yükü almış olan maddeler seçilerek 53 maddelik bu kısa form oluşturulmuştur. Ölçeğin 53 maddelik bu formu, 9 alt ölçek ve global rahatsızlık belirleyicisi 3 ölçekten oluşmaktadır (Akt., Şahin ve Durak, 1994). Maddeler “hiç” ve “çok fazla” ifadelerine eşlik eden 0-4 değerleri arası derecelendirilmiş Likert tipi bir ölçek üzerinden puanlanmaktadır. Alt ölçekler “Somatizasyon”, “Obsesif-Kompulsif Belirtiler”, “Kişilerarası Alınganlık”, “Depresyon”, “Anksiyete”, “Hostilite”, “Fobik Anksiyete”, “Paranoid Düşünceler”, “Psikotisizm”, olarak isimlendirilmiş; Global Rahatsızlık Belirleyici üç ölçek ise; “Rahatsızlık Ciddiyeti İndeksi” (RCI), “Belirti Toplamı” (BT) ve “Semptom Rahatsızlık İndeksi” (SRI) olarak isimlendirilmiştir. KSE’nin 9 alt ölçeği arasındaki 114 iç tutarlılık katsayıları ise .71 ve .85 arasında değişiklik göstermektedir (Şahin ve Durak,1994). Ölçek, Türk kültürü için Şahin ve Durak (1994) tarafından uyarlanmıştır. Üniversite öğrencileri örneklem olarak ele alınarak, yeni bir faktör analizi yapılmış ve 5 faktör bulunmuştur. Bu 5 faktörden elde edilen faktör alt ölçeklerinin isimleri ve Cronbach alfa değerleri şu şekildedir: Depresyon, α=.88; Anksiyete, α=.87; Olumsuz Benlik, α=.87; Somatizasyon, α=.75 ve Hostilite, α=.76. KSE’nin ergen örneklemi üzerinde değerlendirildiği diğer bir çalışmada da, üniversite öğrencilerinden elde edilen bulgulara çok benzer bulgular elde edilmiştir. Şahin, Batıgün ve Uğurtaş (2002) tarafından yapılan bu farklı çalışmada da 5 faktör elde edilmiş ve maddelerin alt ölçeklere dağılımında iki çalışma arasında az bir farklılık görülmüştür. Alt ölçeklerden elde edilen Cronbach alfa değerlerinin ise .70 (somatizasyon) ile .88 (depresyon) arasında değiştiği bulunmuştur. KSE’nin ölçüt bağıntılı geçerlikle ilgili yapılan üç ayrı çalışma sonucunda, envanterin alt ölçeklerinin ve üç global indeks puanlarının Sosyal Karşılaştırma Ölçeği ile -.14 ve -.34 arasında, Boyuneğicilik Ölçeği ile .16 ve .42 arasında, Strese Yatkınlık Ölçeği ile .24 ve .36 arasında, UCLA-Yalnızlık Ölçeği ile .34 ile -.57 arasında, Beck Depresyon Envanteri ile ise .34 ve .70 arasında değişen korelasyonlar gösterdiği belirlenmiştir (Balkaya, 2001). Bu çalışma örnekleminden elde edilen verilere göre Kısa Semptom Envanteri Ölçeği’nin Cronbach alfa iç tutarlık katsayısı .95 olarak hesaplanmıştır. Mevcut çalışma örneklemi için “Anksiyete” alt ölçeğinin Cronbach Alfa değeri .86, “Depresyon” alt ölçeğinin Cronbach Alfa değeri .87, “Negatif Benlik” alt ölçeğinin 115 Cronbach Alfa değeri .86, “Somatizasyon” alt ölçeğinin Cronbach Alfa değeri .80 ve “Hostilite” alt ölçeğinin Cronbach Alfa değeri .71 olarak hesaplanmıştır. II.2.f. “Golombok-Rust Cinsel Doyum Ölçeği” Rust ve Golombok (1983) tarafından geliştirilen Golombok-Rust Cinsel Doyum Ölçeği (GRCDÖ) cinsel ilişkinin niteliğini ve cinsel işlev bozukluklarını değerlendirmeye yönelik bir ölçme aracıdır (Akt., Tuğrul, Öztan ve Kabakçı, 1993). Sürekli bir eşi olan heteroseksüel bireylere ya da çiftlere uygulanmaktadır. Elde edilen toplam puan cinsel işlevlerin niteliği ile ilgili genel bir fikir vermekte, alt boyut puanları ise ilişkinin çeşitli yönleri ile ilgili daha detaylı bilgiler ortaya koymaktadır. Özellikle bazı alt boyut puanlarından tanı koyabilmek için de yararlanılabilmektedir. Ölçek, ayrıca yapılan cinsel terapinin etkinliğinin ölçülebilmesi ya da çeşitli sosyal, psikolojik, medikal veya farmakolojik müdahalelerin cinsellik üzerindeki etkilerinin araştırılması amacıyla da kullanılabilmektedir (Tuğrul, Öztan ve Kabakçı, 1993). Cinsel fonksiyonlarla ilgili olarak klinisyenlerin de görüşünü alarak 96 madde oluşturan Rust ve Golombok (1986), yaptıkları pilot çalışma ve çeşitli faktör analizleri sonucunda kadın ve erkek için hazırlanmış ve her biri 28 maddeden oluşan iki ayrı form oluşturmuşlardır. Kadın ve erkek formlarında 5’i ortak olmak üzere 7 alt boyut yer almaktadır. Her iki formda ortak olan alt boyutlar; kaçınma, doyum, iletişim, dokunma ve ilişki sıklığı alt boyutlarıdır. Ayrıca kadın formunda vajinismus ve orgazm bozukluğu (anorgazmi), erkek formunda ise erken boşalma (prematür ejakülasyon) ve empotans (erektil disfonksiyon) alt boyutları bulunmaktadır. İlişki sıklığı ve iletişim alt boyutları ikişer, diğer alt boyutlar dörder madde ile 116 sorgulanmaktadır. Ayrıca her iki formda da bu alt boyutlar dışında kalan ancak cinsel ilişkinin niteliği ile ilgili dört madde yer almaktadır. Rust ve Golombok (1986) GRCDÖ’nün geçerli ve güvenilir bir ölçek olduğunu çeşitli analizler ile ortaya koymuşlardır ve ölçeğin iki yarım güvenirlik katsayısı kadınlarda .94, erkeklerde ise .87 olarak belirtilmiştir. Alt boyutlar açısından elde edilen iç tutarlık katsayılarının .61 ve .83 arasında değiştiği bulunmuştur. Ölçek klinik ve karşılaştırma gruplarına uygulandığında, ölçeğin, toplam puanlar üzerinden grupları anlamlı düzeyde birbirinden ayırdedebildiği görülmüştür (kadınlarda r= .63, p<.001; erkeklerde r= .37, p<.005). Tuğrul, Öztan ve Kabakçı (1993) tarafından GRCDÖ’nün standardizasyon çalışması yapılmış ve çalışma 73 sorunlu ve 53 sorunsuz olmak üzere toplam 126 kadın ve 66 sorunlu ve 51 sorunsuz olmak üzere toplam 117 erkek ile yürütülmüştür. Ölçeğin iç tutarlılığı toplam puan açısından erkeklerde Cronbach alfa katsayısı .92, kadınlarda .91 olarak saptanmıştır. Tüm alt boyutlar için Cronbach alfa değerleri kadın formunda .51 ile .88 arasında, erkek formunda .63 ile .91 arasında değişmektedir. En yüksek alfa değeri kadınlarda vajinismus, erkeklerde erken boşalma alt boyutu için elde edilmiş olup her iki grupta da en düşük alfa değerini cinsel ilişki sıklığı alt boyutu (kadınlarda .51; erkeklerde .63) almıştır. Erkeklerde sorunlu ve sorunsuz gruplar için yapılan diskriminant analizi sonucunda maddelerin grupları doğru ayırdetme oranı %98, alt boyutların grupları ayırdetme oranı ise %94 olarak belirlenmiştir. Erken boşalma grubu ile sorunsuz 117 grubun diskriminant analizi sonuçları hem toplam puanın hem de alt boyut puanlarının grupları doğru ayırdetme oranın %100 olduğunu göstermiştir. Kadınlarda sorunlu ve sorunsuz gruplar için yapılan diskriminant analizi sonucunda maddelerin %98, alt boyutların ise %95 doğruluk oranıyla grupları ayırdettiği belirlenmiştir. Vajinismus grubu ile sorunsuz grubun diskriminant analizi sonuçları, madde puanlarının %100, alt boyut puanlarının ise %99 doğruluk oranıyla grupları ayırdedebildiğini ortaya koymuştur. Bu çalışma örnekleminden elde edilen verilere göre Golombok-Rust Cinsel Doyum Ölçeği’nin Cronbach alfa iç tutarlık katsayısı erkeklerde .83, kadınlarda .94 olarak hesaplanmıştır. Bu örneklemden elde edilen verilere göre tüm alt boyutlar için Cronbach alfa değerlerinin kadın formunda .59 ile .88 arasında, erkek formunda ise .42 ile .85 arasında değiştiği bulunmuştur. II.3. İşlem Araştırmada kullanılan soru ve ölçekler sıra etkisini kontrol edebilmek amacı ile Kişisel Bilgi Formu’nun sırası sabit tutulmak üzere diğer ölçeklerin sırası değiştirilerek 3 farklı form oluşturulmuştur. Ölçekler katılımcılara zarf içerisinde verilmiş ve katılımcılar anketleri doldurduktan sonra zarf içerisinde kapalı olarak teslim etmişlerdir. Formda yer alan soruları katılımcılar kendileri yanıtlamışlardır. Ölçeklerin uygulanması yaklaşık olarak 45 dakika sürmüştür. Verilerin toplanması Ağustos 2007-Ocak 2008 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Cinsel işlev bozukluğu tanısı almış kişilere ait olan veriler, Ankara’daki çeşitli sağlık kuruluşlarına cinsel rahatsızlıkları nedeni ile başvuran hastalar 118 arasından çalışmaya katılmayı kabul edenlerden elde edilmiştir. Katılımcılara verilen anketlerin başında araştırmanın amacı ile gizlilik ilkesi hakkında bilgiye ve ölçekleri nasıl dolduracaklarına ilişkin yönergelere yer verilmiştir. Katılımcılar arasında cinsel işlev bozukluğu olan grupta okuryazar olmayan kişilere sorular, araştırmacı/psikiyatrist tarafından yöneltilerek form doldurtulmuştur. Üroloji, kadın-doğum ve jinekoloji uzmanlarına başvuran hastaların organik bir rahatsızlıklarının olup olmadığını tespit etmek amacı ile doktorları tarafından gerekli tetkik ve muayeneleri yapıldıktan sonra anket kendilerine uygulanmış ve daha sonra hasta psikiyatriste yönlendirilerek hastanın tanısı ve eşlik eden başka bir psikiyatrik ya da psikolojik rahatsızlığının olup olmadığı psikiyatrist tarafından değerlendirilmiştir. Psikiyatristler her bir hasta için Ek-2’de yer alan “Psikiyatrist Hasta Değerlendirme Formu”nu doldurmuştur. Bu form cinsel işlev bozukluklarında cinsel öykü almada sorgulanan alanlar gözönünde bulundurularak (Sadock, 2007; Yetkin, 1998) ve alanda aktif olarak çalışan iki psikiyatristin de görüşü alınarak hazırlanmıştır. Hastalarla görüşen psikiyatristlere, Ek 3’de yer alan “Psikiyatrist Bilgi Formu” doldurtulmuştur. Bu konuda cinsel işlev bozukluğu olan hastalara ait veriler 3 psikiyatrist, 4 ürolog ve 2 kadın doğum ve jinekoloji uzmanından elde edilmiş olup uzman olarak alanda çalışma sürelerinin ortalaması 10,88 yıl olarak bulunmuştur. Ürologlar tanı koymada ICD-10 ve IIEF tanı ölçetlerini, kadın doğum uzmanları ise ICD-10 tanı ölçütlerini kullandıklarını ifade etmişlerdir. Psikiyatristler ise tanı koymada DSM-IV-R ve ICD-10 tanı ölçütlerini kullandıklarını ifade etmişlerdir, ancak çalışma için psikiyatristler tarafından konulan ve DSM-IV-R tanı ölçütlerine göre konulmuş olan tanılar esas alınmıştır. 119 Karşılaştırma grubunu ise Ankara’da yaşayan ve herhangi bir cinsel işlev bozukluğu ya da başka bir psikiyatrik ya da psikolojik rahatsızlığı olmayan kişiler oluşturmuştur ve gönüllülük esasına dayanarak kartopu tekniği ile veriler elde edilmiştir (Bailey, 1994). Araştırmacının bir tanıdığı belirlenip kendi tanıdıkları içinde gönüllü katılımcı olabilecek kişiler belirlenerek ölçekler katılımcılara verilmiştir. 120 BÖLÜM III BULGULAR Bu bölümde, araştırmanın amaçları doğrultusunda elde edilen verilere uygulanan istatistik analiz sonuçlarına yer verilmiştir. Sunulan tüm analizler SPSS 10.0 for windows paket programı ile gerçekleştirilmiş olup tablolar ve sonuçlar ‘Using SPSS for Windows and Macintosh Analyzing and Understanding Data’ (Green ve Salkind, 2008) kitabında yer alan APA kurallarına göre verilmiştir. Araştırma analizleri yapılmadan önce veri girişinin doğruluğu ve değişkenlerin dağılımlarının çok değişkenli istatistik analizi sayıltılarına uygunluğu test edilmiştir. Bulgular verilirken ilk olarak toplam grupta araştırma değişkenleri olarak kullanılan ‘kişilerarası iletişim tarzı, öfke, benlik algısı, kısa semptom envanteri’ ölçek puanları üzerinde demografik değişkenlerin etkilerinin incelendiği ANOVA sonuçlarına yer verilecektir. İkinci sırada örneklem cinsiyetlere göre ayrıştırılıp cinsel işlev sorunlarını ölçen GRCDÖ puanı üzerinde demografik değişkenlerin etkilerinin incelendiği ANOVA sonuçlarına yer verilecektir. Analizin cinsiyetlere göre yapılmasının nedeni cinsel işlev bozukluğunu ölçen ölçeğin kadın ve erkekler için farklı formlarının olmasıdır. Üçüncü aşamada cinsel işlev bozukluğu olan ve olmayan grupların araştırma değişkenleri açısından karşılaştırmalarına yer verilecektir. Dördüncü aşamada cinsel işlev bozukluğu olan kadınlarda ve erkeklerde cinsel işlev bozukluğunu yordayan, cinsel işlev bozukluğu olmayan kadınlarda ve erkeklerde cinsel yaşam kalitesini yordayan değişkenlere yönelik yapılan regresyon analizi sonuçları ele alınacaktır. Son olarak da cinsel işlev bozukluğu ile kişilerarası 121 iletişim tarzı, benlik algısı ve öfke değişkenleri arasındaki ilişkiler değerlendirilmiştir. III.1. Kişilerarası İletişim Tarzı, Öfke, Benlik Algısı ve Genel Psikolojik Belirtiler (KSE) Üzerinde Grup, Cinsiyet ve Yaşın Temel ve Ortak Etkileri Araştırma örneklemi, 18-30 yaş arasında olanlar ve 31 yaş ve üstü yaşında olanlar olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. Grup, cinsiyet ve yaşın temel ve etkileşim etkilerini incelemek amacıyla 2x2x2 faktörlü varyans analizi uygulanmıştır. Analizlere göre; grup, cinsiyet ve yaşın temel ve ortak etkilerine ilişkin bulgulara 1-4 arasındaki tablolarda yer verilmiştir. Tablo III. 1. Kişilerarası iletişim tarzı düzeyi üzerinde grup, cinsiyet ve yaşın temel ve ortak etkileri Değişimin Kaynağı Kareler Toplamı 9748,61 Grup 5025,50 Cinsiyet 221,91 Yaş 405,26 Grup*Cinsiyet 967,63 Grup*Yaş ,76 Cinsiyet*Yaş 35,32 Grup*Cinsiyet*Yaş 167363,13 Hata 3147255,16 Toplam *p<.05, **p≤.01, ***p<.001 sd 1 1 1 1 1 1 1 182 Ortalama kare 9748,61 5025,50 221,91 405,26 967,63 ,76 35,32 919,58 F 10,60*** 5,46* ,24 ,44 1,05 ,00 ,04 190 Yapılan analiz sonucunda kişilerarası iletişim tarzı düzeyi üzerinde grup (F=10.60; p≤.001) ve cinsiyet (F=5.46; p<.05) temel etkisi olduğu bulunmuştur. Cinsel işlev bozukluğu olan gruptakilerin kişilerarası iletişim tarzı düzeyinin (x=132.48, ss=32.96) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptakilerin kişilerarası 122 iletişim tarzı düzeyinden (x=117.24, ss=27.71) anlamlı düzeyde yüksek olduğu bulunmuştur. Bunun yanısıra erkeklerin kişilerarası iletişim tarzı puanının (x=130.21, ss=33.35) kadınların kişilerarası iletişim tarzı puanından (x=118.91, ss=27.88) anlamlı düzeyde yüksek olduğu görülmüştür. Tablo III. 2. Öfke düzeyi üzerinde grup, cinsiyet ve yaşın temel ve ortak etkileri Değişimin Kaynağı Kareler Toplamı 3408,84 Grup 2752,82 Cinsiyet 1783,29 Yaş 427,68 Grup*Cinsiyet 2276,48 Grup*Yaş 5,91 Cinsiyet*Yaş 1349,69 Grup*Cinsiyet*Yaş 172268,97 Hata 7452584,97 Toplam *p<.05, **p<.01, ***p<.001 sd Ortalama kare 1 1 1 1 1 1 1 182 F 3408,84 2752,82 1783,29 427,68 2276,48 5,91 1349,69 946,53 3,60 2,91 1,88 ,45 2,41 ,01 1,43 190 Yapılan analiz sonucunda öfke düzeyi üzerinde grup, cinsiyet ve yaşın temel ve etkileşim etkisinin olmadığı bulunmuştur. Tablo III. 3. Genel psikolojik belirtiler (KSE) düzeyi üzerinde grup, cinsiyet ve yaşın temel ve ortak etkileri Değişimin Kaynağı Kareler Toplamı 18071,52 Grup 2660,50 Cinsiyet 66,78 Yaş 801,06 Grup*Cinsiyet 91,72 Grup*Yaş 333,71 Cinsiyet*Yaş 554,11 Grup*Cinsiyet*Yaş 129101,54 Hata 420696,93 Toplam *p<.05, **p<.01, ***p<.001 sd Ortalama kare 1 1 1 1 1 1 1 18071,52 2660,50 66,78 801,06 91,72 333,71 554,11 182 709,35 F 25,48*** 3,75* ,09 1,13 ,13 ,47 ,78 190 123 Yapılan analiz sonucunda genel psikolojik düzey üzerinde grup (F=25.48; p<.001) ve cinsiyet (F=3.75; p<.05) temel etkisi olduğu bulunmuştur. Cinsel işlev bozukluğu olan gruptakilerin genel psikolojik belirti düzeyinin (x=46.96, ss=32.44) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptakilerin genel psikolojik belirti düzeyinden (x=28.49, ss=19.35) anlamlı düzeyde yüksek olduğu bulunmuştur. Ayrıca, kadınların genel psikolojik belirti ortalamasının (x=41.44, ss=30.93) erkeklerin genel psikolojik belirti ortalamasından (x=34.38, ss=25.19) daha yüksek olduğu görülmektedir. Tablo III. 4. Benlik algısı düzeyi üzerinde grup, cinsiyet ve yaşın temel ve ortak etkileri Değişimin Kaynağı Kareler Toplamı sd 2735,02 1 Grup 320,58 1 Cinsiyet 1 93,39 Yaş 264,26 1 Grup*Cinsiyet 1 120,13 Grup*Yaş 901,61 1 Cinsiyet*Yaş ,13 1 Grup*Cinsiyet*Yaş 30232,78 182 Hata Toplam 1420765,58 190 *p<.05, **p<.01, ***p<.001 Ortalama kare 2735,02 320,58 93,39 264,26 120,13 901,61 ,13 F 16,46*** 1,93 ,56 1,59 ,72 5,43* ,00 166,11 Tablo III.4’te görüldüğü üzere benlik algısı düzeyi üzerinde grup (F=16.46; p<.001) temel etkisi olduğu bulunmuştur. Cinsel işlev bozukluğu olan gruptakilerin benlik algısı düzeyinin (x=81.34, ss=14.55) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptakilerin benlik algısı düzeyinden (x=89.45, ss=11.43) anlamlı düzeyde düşük olduğu bulunmuştur. Ayrıca benlik algısı düzeyi üzerinde cinsiyet ve yaş etkileşim etkisinin (F=5.43; p<.05) olduğu bulunmuştur. Bu etkileşim etkisinin kaynağını belirlemek 124 üzere yapılan Tukey Kramer testi sonuçlarına göre, 18-30 yaş arasındaki kadınlar ile 31 yaş ve üstü yaşta olan kadınlar (q=-3.94; p<.01) arasında anlamlı düzeyde fark olduğu bulunmuştur. Buna göre 18-30 yaş arasındaki kadınların benlik algısı ortalamasının (x=80.78, ss=16.04) 31 ve üstü yaşında olan kadınların benlik algısı ortalamasından (x=88.42, ss=12.20) daha düşük olduğu bulunmuştur (Grafik III.1). 90 88 86 84 Benlik Algisi Yas 82 18-30 yas 80 Kadin 31 ve ustu yas Erkek Cinsiyet Grafik III.1 Kadınlarda yaşın etkisi Bunun yanısıra 18-30 yaş arasındaki kadınlar ile 18-30 yaş arasındaki erkekler arasında (q=-4.03, p<.01) benlik algısı puanı açısından anlamlı düzeyde fark olduğu bulunmuştur. Buna göre 18-30 yaş arasındaki kadınların benlik algısı puanının (x=80.78, ss=16.04) 18-30 yaş arasındaki erkeklerin puanından (x=88.99, ss=12.05) daha düşük olduğu bulunmuştur (Grafik III.2). 125 90 88 86 84 Benlik Algisi Cinsiyet 82 Kadin 80 18-30 yas Erkek 31 ve ustu yas Yas Grafik III.2. 18-30 yaş grupta cinsiyetler arasındaki farklılık III.2. Kadınlarda ve Erkeklerde GRCDÖ Üzerinde Grup, Yaş ve Eğitimin Temel ve Ortak Etkileri Kadınlarda ve erkeklerde cinsel işlev sorunları üzerinde grup, yaş ve eğitimin temel ve etkileşim etkilerini incelemek amacıyla 2x2x3 faktörlü varyans analizi uygulanmıştır. Analizlere göre; grup, yaş ve eğitimin temel ve ortak etkilerine ilişkin bulgulara Tablo III. 5 ve Tablo III.6’da yer verilmiştir. 126 Tablo III. 5. Kadın grupta cinsel işlev bozuklukları (GRCDÖ) düzeyi üzerinde grup, yaş ve eğitim düzeyinin temel ve ortak etkileri Değişimin Kaynağı Kareler sd Ortalama F Toplamı kare Grup 19347,03 1 19347,03 101,73*** Yaş 660,95 1 660,95 3,48 Eğitim 409,17 2 204,59 1,08 Grup*Yaş 186,84 1 186,84 ,98 Grup*Eğitim 49,13 2 24,57 ,13 Yaş*Eğitim 124,33 2 62,16 ,33 Grup*Yaş*Eğitim 108,76 2 54,38 ,28 Hata 14833,94 78 190,18 Toplam 205097,45 90 *p<.05, **p<.01, ***p<.001 Yapılan analiz sonucunda kadınlarda cinsel işlev bozuklukları düzeyi üzerinde grup (F=101.73; p<.001) temel etkisi olduğu bulunmuştur. Cinsel işlev bozukluğu olan kadınların GRCDÖ toplam puanının (x=60,38, ss=16.83) cinsel işlev bozukluğu olmayan kadınların GRCDÖ toplam puanından (x=26,15, ss=9.64) anlamlı düzeyde yüksek olduğu bulunmuştur. Tablo III. 6. Erkek grupta cinsel işlev bozuklukları (GRCDÖ) düzeyi üzerinde grup, yaş ve eğitim düzeyinin temel ve ortak etkileri Değişimin Kaynağı Kareler sd Ortalama F Toplamı kare Grup 4970,49 1 4970,49 51,62*** Yaş 103,67 1 103,67 1,08 Eğitim 13,31 2 6,66 ,07 Grup*Yaş 2,32 1 2,32 ,02 Grup*Eğitim 128,79 2 64,39 ,67 Yaş*Eğitim 46,74 2 23,37 ,24 Grup*Yaş*Eğitim 57,41 2 28,71 ,30 Hata 8472,63 88 96,28 Toplam 119359,19 100 *p<.05, **p<.01, ***p<.001 127 Erkeklerde cinsel işlev bozuklukları (GRCDÖ) düzeyi üzerinde grup temel etkisi (F=51.62; p<.001) olduğu saptanmıştır. Cinsel işlev bozukluğu olan grubun GRCDÖ toplam puanının (x=40,91, ss=10.46) cinsel işlev bozukluğu olmayan grubun GRCDÖ toplam puanından (x=22,11, ss=8.35) anlamlı düzeyde yüksek olduğu bulunmuştur. III.3. Cinsel İşlev Bozukluğu Olan ve Cinsel İşlev Bozukluğu Olmayan Grupların Karşılaştırılması Cinsel işlev bozukluğu olan kişilerin iletişim becerilerinde önemli bir sorun olduğuna ya da oluştuğuna yönelik literatürde bazı bulgular bulunmaktadır (Metz ve Epstein, 2002; Kelly, Strassberg ve Turner, 2006). Bunun yanısıra literatürde cinsel işlev bozukluğu ile öfke duygusu ve kişinin benlik algısı arasında ilişki olduğunu gösteren bulgular da yer almaktadır (Bozman ve Beck, 1991; Roseinheim ve Neuman, 1981; Davison ve Neale, 2004; Stimson, Stimson ve Dougherty, 1980). Bu bulgulardan yola çıkarak bu çalışmada cinsel işlev bozukluğu olan ve olmayan grupların araştırma değişkenleri (kişilerarası iletişim tarzı, öfke, genel psikolojik belirtiler, benlik algısı ve cinsel işlev) açısından farklılaşıp farklılaşmadığının anlaşılması amacı ile bağımsız örneklem t-testi yapılmıştır ve bu analizin Bonferroni düzeltmesi de dikkate alınarak ulaşılan sonuçlar Tablo III.7’de verilmiştir. Tabloda görüldüğü gibi, cinsel işlev bozukluğu olan grubun içedönük öfke tepkileri puanı (x=32.81, ss=5.50) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=29.30, ss=6.09) anlamlı düzeyde (t=4.17, p<.001) farklıdır. 128 Tablo III.7. Cinsel işlev bozukluğu olan ve cinsel işlev bozukluğu olmayan grupların öfke, kişilerarası iletişim tarzı, benlik algısı, genel psikolojik belirtiler (KSE), yaşamdan doyum almama ve kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik değişkenleri açısından karşılaştırılması DEĞİŞKENLER ÖFKE Kişilerarası Öfke İntikam tepkileri Pasif agresif tepkiler İçedönük tepkiler Umursamaz tepkiler Öfkeyle İlişkili Davranışları Saldırgan davranışlar Sakin davranışlar Kaygılı davranışlar KİŞİLERARASI TARZ Baskın Tarz Kaçıngan Tarz Öfkeli Tarz Duygudan Kaçıngan Tarz Manipülatif Tarz Küçümseyici Tarz BENLİK ALGISI KSE Anksiyete Depresyon Negatif Benlik Somatizasyon Hostilite Yaşamdan Doyum Almama Kişilerarası İlişkilerden Memnun Olmama * p <.05, ** p <.01, *** p ≤.001 Araştırma Grubu Karşılaştırma Grubu N= 95 N= 95 Ortalama ss Ortalam ss t a 199.66 31.20 191.55 30.68 1.81 125.84 24.90 121.10 25.44 1.30 55.79 18.39 53.57 17.12 .86 30.68 6.43 31.55 7.10 .88 32.81 5.50 29.30 6.09 4.17*** 6.56 2.72 6.68 3.20 .29 73.81 9.37 70.45 9.26 2.49* 26.53 7.87 24.73 6.79 1.69 33.88 5.54 32.89 6.51 1.13 13.41 3.21 12.83 3.14 1.25 132.48 32.96 117.24 27.71 3.45*** 25.60 9.33 23.68 7.72 1.54 24.57 6.80 20.88 5.74 4.04*** 23.58 7.64 19.96 5.86 3.66*** 24.91 6.56 21.93 6.64 3.12** 24.50 6.42 21.65 6.20 3.12** 9.32 3.64 9.13 3.43 .36 81.34 14.55 89.45 11.43 4.27*** 47.00 32.44 28.49 19.34 4.77*** 9.60 8.33 5.90 4.87 3.73*** 13.57 9.66 7.96 5.85 4.84*** 10.51 8.59 6.06 4.96 4.37*** 6.32 6.11 3.60 3.60 3.73*** 6.98 4.48 4.97 3.93 3.28*** 14.91 3.39 12.53 2.64 5.40*** 11.87 2.50 10.72 2.28 3.34*** 129 Öfkeyle ilişkili davranışlar alt ölçek puanına bakıldığında cinsel işlev bozukluğu olan grubun puanının (x=73.81, ss=9.37) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=70.45, ss=9.26) anlamlı düzeyde yüksek olduğu görülmektedir (t=2.49, p<.05). Cinsel işlev bozukluğu olan grubun kişilerarası iletişim tarzı (KİTÖ) puanı (x=132.48, ss=32.96) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=117.24, ss=27.71) anlamlı düzeyde yüksektir (t=3.45, p≤.001). Kişilerarası iletişim tarzı ölçeğinin alt ölçeklerine bakıldığında cinsel işlev bozukluğu olan grubun kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanının (x=24.57, ss=6.80) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=20.88, ss=5.74) anlamlı düzeyde yüksek olduğu (t=4.04, p<.001), cinsel işlev bozukluğu olan grubun öfkeli kişilerarası iletişim tarzı puanının (x=23.58, ss=7.64) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=19.96, ss=5.86) anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu (t=3.66, p<.001), cinsel işlev bozukluğu olan grubun duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanının (x=24.91, ss=6.56) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=21.93, ss=6,64) anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu (t=3.12, p<.01), cinsel işlev bozukluğu olan grubun manipülatif kişilerarası iletişim tarzı puanının (x=24.50, ss=6.42) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=21.65, ss=6,20) anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu (t=3.12, p<.01) görülmektedir. Cinsel işlev bozukluğu olan grubun benlik algısı puanının (x=81.34, ss=14.55) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=89.45, ss=11.43) anlamlı düzeyde daha düşük olduğu (t=4.27, p<.001) bulunmuştur. Cinsel işlev bozukluğu olan grubun kısa semptom envanteri toplam puanı (x=47.00, ss= 32.44) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=28.49, ss=19.34) anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu (t=4.77, p<.001), cinsel işlev bozukluğu olan 130 grubun anksiyete puanının (x=9.60, ss=8.33) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=5.90, ss=4.87) anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu (t=3.73, p<.001), depresyon puanının (x=13.57, ss=9.66) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=7.96, ss=5.85) anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu (t=4.84, p<.001), negatif benlik puanının (x=10.51, ss=8.59) cinsel işlev bozukluğu olmayan grubun puanından (x=6.06, ss=4.96) anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu (t=4.37, p<.001), somatizasyon puanının (x=6.32, ss=6.11) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=3.60, ss=3.60) anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu (t=3.73, p<.001) ve hostilite puanının (x=6.98, ss=4.48) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=4.97, ss=3.93) anlamlı düzeyde daha yüksek (t=3.28, p<.001) olduğu bulunmuştur. Bu iki grubun yaşamdan doyum almama ve kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik değişkenlerinden aldıkları puanlar açısından da farklılaştığı bulunmuştur. Cinsel işlev bozukluğu olan grubun yaşamdan doyum almama puanının (x=14.91, ss=3.39) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=12.53, ss=2.64) anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu (t=5.40, p<.001), cinsel işlev bozukluğu olan grubun kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik puanının (x=11.87, ss=2.50) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=10.72, ss=2.28) anlamlı düzeyde daha yüksek (t=3.34, p<.001) olduğu bulunmuştur. Golombok-Rust Cinsel Doyum Ölçeği puanları açısından bu iki grup arasındaki farklılıklara Tablo III.8’de yer verilmiştir. Tabloda görüldüğü üzere, kadınlarda cinsel işlev bozukluğu olan grubun Golombok Rust Cinsel Doyum Ölçeği puanı (x=60.38, ss=16.83) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=26.15, ss=9.64) anlamlı düzeyde daha yüksektir (t= 11.97, p<.001). 131 Tablo III.8. Cinsel işlev bozukluğu olan ve olmayan kadınların ve erkeklerin Golombok Rust Cinsel Doyum Ölçeği puanları açısından karşılaştırılması Araştırma Grubu N= 43 Kadın Ortalama ss 60.38 16.83 GRCDÖ Toplam 5.18 2.13 Sıklık 4.40 2.22 İletişim 8.85 3.47 Doyum 7.51 4.41 Kaçınma 6.79 4.28 Dokunma 8.39 5.44 Vajinismus 10.14 3.76 Anorgasmi DEĞİŞKENLER Araştırma Grubu N= 52 Erkek Ortalama ss 40.91 10.46 GRCDÖ Toplam 4.04 2.20 Sıklık 3.21 2.35 İletişim 7.26 3.37 Doyum 2.58 2.12 Kaçınma 2.30 2.71 Dokunma 9.45 3.62 Erken Boşalma 6.90 4.06 Empotans * p <.05 ** p <.01 *** p <.001 DEĞİŞKENLER Karşılaştırma Grubu N= 47 Ortalama ss t 26.15 9.64 11.97*** 3.28 1.52 4.91*** 2.76 1.75 3.91*** 3.51 1.99 9.05*** 2.88 2.02 6.49*** 2.27 1.89 6.58*** 3.15 2.45 5.98*** 4.32 2.07 9.20*** Karşılaştırma Grubu N= 48 Ortalama ss t 22.11 8.35 9.88*** 2.44 1.32 4.34*** 1.99 1.58 3.02** 3.92 2.20 5.83*** 1.24 1.47 3.65*** 1.75 1.93 1.16 3.25 3.02 9.26*** 2.28 2.06 7.10*** Kadınlarda bu iki grup Golombok Rust Cinsel Doyum Ölçeğinin alt ölçekleri açısından da karşılaştırılmıştır. Cinsel işlev bozukluğu olan grubun ilişki sıklık alt ölçeği puanı (x=5.18, ss=2.13), cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=3.28, ss=1.52) anlamlı düzeyde daha yüksek (t= 4.91, p<.001), cinsel işlev bozukluğu olan grubun iletişim alt ölçeği puanı (x=4.40, ss= 2.22), cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=2.76, ss=1.75) anlamlı düzeyde daha yüksek (t= 3.91, p<.001), cinsel işlev bozukluğu olan grubun doyum alt ölçeği puanı (x=8.85, ss=3.47), cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=3.51, ss=1.99) anlamlı düzeyde daha yüksek (t=9.05, 132 p<.001), cinsel işlev bozukluğu olan grubun kaçınma alt ölçeği puanı (x=7.51, ss=4.41), cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=2.88, ss=2.02) anlamlı düzeyde daha yüksek (t= 6.49, p<.001), cinsel işlev bozukluğu olan grubun dokunma alt ölçeği puanı (x=6.79, ss=4.28), cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=2.27, ss=1.89) anlamlı düzeyde daha yüksek (t= 6.58, p<.001), cinsel işlev bozukluğu olan grubun vajinismus alt ölçeği puanı (x=8.39, ss=5.44), cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=3.15, ss=2.45) anlamlı düzeyde daha yüksek (t=5.98, p<.001), cinsel işlev bozukluğu olan grubun anorgasmi alt ölçeği puanı (x=10.14, ss=3.76), cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=4.32, ss=2.07) anlamlı düzeyde daha yüksek (t=9.46, p<.001) olarak bulunmuştur. Erkeklerde cinsel işlev bozukluğu olan grubun Golombok Rust Cinsel Doyum Ölçeği puanı (x=40.91, ss=10.46) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=22.11, ss=8.53) anlamlı düzeyde daha yüksektir (t=9.88, p<.001). Erkeklerde bu iki grup Golombok Rust Cinsel Doyum Ölçeğinin alt ölçekleri açısından da karşılaştırılmıştır. Cinsel işlev bozukluğu olan grubun ilişki sıklığı alt ölçeği puanı (x=4.04, ss=2.20), cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=2.44, ss=1.32) anlamlı düzeyde daha yüksek (t=4.34, p<.001), cinsel işlev bozukluğu olan grubun iletişim alt ölçeği puanı (x=3.21, ss=2.35) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=1.99, ss=1.58) anlamlı düzeyde daha yüksek (t=3.02, p<.01), cinsel işlev bozukluğu olan grubun doyum alt ölçeği puanı (x=7.26, ss=3.37) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=3.92, ss=2.20) anlamlı düzeyde daha yüksek (t=5.83, p<.001), cinsel işlev bozukluğu olan grubun kaçınma alt ölçeği puanı (x=2.58, ss=2.12) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=1.24, ss=1.47) anlamlı düzeyde daha yüksek (t=3.65, p<.001), cinsel işlev bozukluğu olan grubun erken boşalma alt ölçek puanı (x=9.45, 133 ss=3.62) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=3.25, ss=3.02) anlamlı düzeyde daha yüksek (t=9.26, p<.001), cinsel işlev bozukluğu olan grubun empotans alt ölçeği puanı (x=6.90, ss=4.06) cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=2.28, ss=2.06) anlamlı düzeyde daha yüksek (t=7.10, p<.001) olarak bulunmuştur. Bunların yanısıra cinsel işlev bozukluğu olan grubun dokunma alt ölçeği puanı (x=2.30, ss=2.71), cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan (x=1.75, ss=1.93) yüksek olmasına karşın bu farkın anlamlı olmadığı (t=1.16, p>.05) bulunmuştur. III.4. Cinsel İşlev Bozukluğunu ve Cinsel Yaşam Kalitesini Yordayan Değişkenler Golombok-Rust Cinsel Doyum Ölçeği tanıtılırken açıklandığı üzere bu ölçeğin hastalarda cinsel işlev bozukluğunun ciddiyetine ilişkin bilgi vermesinin yanısıra ‘normal’lerde de cinsel yaşam kalitesini değerlendirdiği belirtilmişti. Cinsel işlev bozukluğu olan kadınlarda ve erkeklerde cinsel işlev bozukluğunu yordayan değişkenlerin belirlenmesinin yanısıra cinsel işlev bozukluğu olmayan kadınlarda ve erkeklerde de cinsel yaşam kalitesini yordayan değişkenleri belirlemek amacıyla aşamalı hiyerarşik regresyon analizi yapılmıştır. Yordayıcı değişkenler olarak demografik değişkenler (yaş, eğitim, gelir, evlilik süresi), kişilerarası iletişim tarzı alt ölçek puanları (baskın tarz, kaçıngan tarz, öfkeli tarz, duygudan kaçıngan tarz, manipülatif tarz, küçümseyici tarz), öfke alt ölçek puanları (intikama yönelik öfke tepkileri, pasif agresif öfke tepkileri, içedönük öfke tepkileri, umursamaz öfke tepkileri, saldırgan davranışlar, sakin davranışlar ve kaygılı davranışlar), benlik algısı, yaşamdan doyum almama, kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik ve genel psikolojik belirtiler alınmıştır. Regresyon denklemine sırasıyla birinci 134 adımda demografik değişkenler, ikinci adımda öfke alt ölçek puanları, üçüncü adımda kişilerarası iletişim tarzı alt ölçek puanları, dördüncü adımda benlik algısı puanı, beşinci adımda yaşamdan doyum almama puanı, altıncı adımda kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik puanı ve yedinci adımda ise kısa semptom envanteri (genel psikolojik belirtiler) alt ölçek puanları ayrı bloklar halinde alınmıştır. Cinsel işlev bozukluğu olan kadınlarda ve erkeklerde cinsel işlev bozukluğunu yordayan değişkenlere ilişkin ve cinsel işlev bozukluğu olmayan kadınlarda ve erkeklerde cinsel yaşam kalitesini yordayan değişkenlere ilişkin aşamalı hiyerarşik regresyon analizi sonuçları Tablo III.9’da verilmektedir. 135 Tablo III.9. Cinsel İşlev Bozukluğu Olan ve Olmayan Kadınlarda ve Erkeklerde Golombok Rust Cinsel Doyum Ölçeği’nden ERKEKLER KADINLAR alınan puanları yordayan değişkenler GRUP Değişken (Regresyon denklemine giriş sırasına göre) CİB İntikam öfke tepkileri VAR Benlik algısı Yaşamdan Doyum Almama Kişilerarası İlişki Memnun Olmama CİB Küçümseyici tarz YOK Duygudan kaçıngan tarz Benlik algısı Yaşamdan Doyum Almama Kişilerarası İlişki Memnun Olmama Somatizasyon CİB Saldırgan davranışlar VAR Küçümseyici tarz Benlik algısı Yaşamdan Doyum Almama Kişilerarası İlişki Memnun Olmama CİB Kaçıngan tarz YOK Benlik algısı Yaşamdan Doyum Almama Kişilerarası İlişki Memnun Olmama Olumsuz Benlik R R² .305 .408 .452 .452 .359 .498 .533 .587 .588 .641 .558 .604 .658 .659 .670 .342 .416 .423 .425 .518 .093 .167 .204 .204 .129 .248 .284 .345 .346 .411 .312 .364 .433 .434 .449 .117 .173 .179 .180 .268 R² Değişim .093 .074 .037 .000 .129 .120 .035 .061 .001 .066 .312 .053 .069 .001 .015 .117 .056 .006 .002 .087 Beta t .242 -.235 .208 -.015 .268 -.195 -.116 .288 .033 -.303 .402 .207 -.210 -.011 .149 .142 -.209 -.005 -.003 .338 1.55 -1.32 1.32 -.08 2.01* -1.34 -.93 1.97* .24 -2.12* 3.35** 1.66 -1.51 -.08 1.13 .94 -1.25 -.03 -.02 2.24* Hata varyansı .134 (1,41) .187 (2,40) .865 (3,39) .1183 (4,38) .450 (1,45) .224 (2,44) .105 (3,43) .704 (4,42) .658 (5,41) .357 (6,40) .166 (1,50) .337 (2,49) .114 (3,48) .376 (4,47) .605 (5,46) .194 (1,46) .121 (2,45) .472 (3,44) .576 (4,43) .237 (5,42) F Değişim 4.216* 3.534 1.837 .006 6.642* 7.006* 2.131 3.904* .056 4.477* 22.656*** 4.049* 5.822* .057 1.287 6.094* 3.070 .296 .081 5.02* F 4.22* 4.01* 3.34* 2.44 6.64** 7.27** 5.68** 5.52*** 4.33** 4.661*** 22.66*** 14.04*** 12.22*** 9.00*** 7.50*** 6.09* 4.72* 3.20* 2.37 3.07* *p<.05; **p<.01; ***p<.001 136 Tablo III.9’da görüldüğü üzere cinsel işlev bozukluğu olan kadınlarda birinci aşamada denkleme sokulan demografik değişkenlerin (yaş, evlilik süresi, eğitim ve gelir düzeyi) yordayıcı gücünün olmadığı bulunmuştur. İkinci aşamada öfke alt ölçekleri blok olarak eklendiğinde intikama yönelik öfke tepkileri değişkeninin yordayıcı gücü olduğu ve bu değişkenin açıkladığı varyansın % 09 olduğu bulunmuştur (F(1,41)= 4.22; p<.05). Üçüncü aşamada kişilerarası iletişim tarzı alt ölçekleri blok olarak eklenmiştir, ancak yordayıcı güçlerinin olmadığı görülmüştür. Dördüncü aşamada benlik algısı denkleme sokulmuştur ve benlik algısının cinsel işlev bozukluğu üzerinde intikama yönelik öfke tepkileri ile birlikte yordayıcı olduğu bulunmuştur, R² değişim=.074, F(2,40)= 4.01; p<.05 ve birlikte açıkladıkları varyans %17’ye ulaşmıştır. Ancak benlik algısı değişkeninin yordamaya bağımsız katkısının olmadığı bulunmuştur (t=-1.32, p>.05). Beşinci aşamada denkleme sokulan yaşamdan doyum almama değişkeninin intikama yönelik öfke tepkileri ve benlik algısı değişkenleri ile birlikte cinsel işlev bozukluğu üzerinde yordayıcı gücü olduğu (R² değişim=.037, F(3,39)=3.34; p<.05) ancak tek başına yordamaya katkısının olmadığı bulunmuştur (t=1.32, p<.05). Bu üç değişkenin açıkladığı varyans %20’ye ulaşmıştır. Altıncı aşamada denkleme sokulan kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik değişkeninin cinsel işlev bozukluğunu yordayıcı gücü olmadığı ancak diğer üç değişken ile birlikte denkleme girdiği bulunmuştur, R² değişim=.00, F(4,38)=2.44; p>.05. Kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik değişkeninin yordamaya bağımsız katkısının olmadığı (t=-.08, p>.05) bulunmuştur. İntikama yönelik öfke tepkileri, benlik algısı, yaşamdan doyum almama ve kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik değişkenlerinin cinsel işlev bozuklukları 137 üzerinde birlikte yordayıcı güçlerinin olduğu ve açıkladıkları toplam varyansın %20 olduğu bulunmuştur. Cinsel işlev bozukluğu olmayan kadın grupta birinci aşamada denkleme sokulan demografik değişkenlerin (yaş, evlilik süresi, eğitim ve gelir düzeyi) cinsle yaşam kalitesi üzerinde yordayıcı gücünün olmadığı bulunmuştur. İkinci aşamada öfke alt ölçekleri blok olarak eklendiğinde denkleme girmedikleri görülmüştür. Üçüncü aşamada kişilerarası iletişim tarzı alt ölçekleri blok olarak eklenmiştir ve küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı değişkeninin cinsel yaşam kalitesi üzerindeki yordadığı varyansın %13 olduğu bulunmuştur (F (1,45)=6.64; p<.05). Cinsel yaşam kalitesini yordayan ikinci değişkenin duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı olduğu bulunmuştur, R² değişim=.12, F(2,44)= 7.27; p<.01. Küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı değişkeninin yordamaya bağımsız katkısının (t=2.01, p<.05) olduğu ve duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı değişkeninin ise yordamaya bağımsız katkısının (t=-1.34, p>.05) olmadığı ancak her iki değişkenin birlikte açıkladığı varyansın %25’e ulaştığı görülmektedir. Dördüncü aşamada benlik algısı denkleme sokulmuştur ve bu değişkenin yordamaya bağımsız katkısının olmadığı (t=-.93, p>.05), ancak küçümseyici ve duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı değişkenleri ile birlikte yordayıcı gücü olduğu bulunmuştur, R² değişim=.04, (F(3,43)=5.68; p<.01. Bu üç değişkenin açıkladığı varyans %28’e ulaşmıştır. Beşinci aşamada denkleme giren yaşamdan doyum almama değişkeninin yordamaya bağımsız katkısının olduğu (t=1.97, p<.05) ve küçümseyici ve duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarazları ve benlik algısı ile birlikte cinsel yaşam kalitesi üzerinde anlamlı düzeyde yordayıcı gücü olduğu bulunmuştur, R² değişim=.06, F(4,42)=5.52; p<.001. Bu değişkenlerin açıkladığı varyans % 35’e ulaşmıştır. Altıncı aşamada 138 denkleme sokulan kişilerarası ilişkilerden memnuniyetsizliğin yordamaya bağımsız katkısı olmadığı (t=.24, p>.05), ancak cinsel yaşam kalitesi üzerinde diğer değişkenler ile birlikte yordayıcı gücünün olduğu bulunmuştur, R² değişim=.001, F(5,41)=4.33; p<.01. Yedinci aşamada denkleme sokulan kısa semptom envanteri alt ölçeklerinden somatizasyon değişkeninin yordamaya bağımsız katkısının olduğu (t=2.12, p<.05) ve cinsel yaşam kalitesi üzerinde yordayıcı gücünün olduğu (R² değişim=.07, F(6,40)=4.66; p<.01) bulunmuş olup diğer değişkenler ile açıkladığı varyansın toplam olarak %41’e ulaştığı görülmektedir. Cinsel işlev bozukluğu olan erkek grupta birinci aşamada denkleme sokulan demografik değişkenlerin (yaş, evlilik süresi, eğitim ve gelir düzeyi) cinsel işlev bozuklukları üzerinde yordayıcı gücü olmadığı bulunmuştur. İkinci aşamada öfke alt ölçekleri blok olarak eklendiğinde saldırgan davranışlar değişkeninin yordamaya bağımsız katkısının olduğu (t=3.35, p<.01) ve cinsel işlev bozukluğu üzerinde açıkladığı varyansın %31 olduğu bulunmuştur (F(1,50)=22.66; p<.001). Üçüncü aşamada kişilerarası iletişim tarzı alt ölçekleri blok olarak eklenmiştir ve küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı değişkeninin yordamaya bağımsız katkısının olmadığı (t=1.66, p>.05) bulunsa da saldırgan davranışlar ile birlikte cinsel işlev bozukluklarını anlamlı düzeyde yordadığı bulunmuştur (R² değişim=.05, F(2,49)=14.04; p<.001) ve birlikte açıkladıkları varyans %36’ya ulaşmıştır. Dördüncü aşamada benlik algısı denkleme sokulmuştur ve kendi başına yordamaya katkısının olmadığı (t=-1.51, p>.05), saldırgan davranışlar ve küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı ile birlikte ise cinsel işlev bozukluklarını anlamlı düzeyde yordadığı görülmüştür, R² değişim=.07, F(3,48)=12.22; p<.001. Saldırgan davranışlar ve küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı ile birlikte benlik algısı 139 değişkenin açıkladığı varyans %43’e ulaşmıştır. Beşinci aşamada denkleme sokulan yaşamdan doyum almama değişkeninin yordamaya bağımsız katkısının olmadığı (t=.08, p>.05) bulunmuştur. Yaşamdan doyum almama değişkeninin saldırgan davranışlar, küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı ve benlik algısı değişkenleri ile birlikte yordayıcı gücünün olduğu bulunmuştur, R² değişim=.001, F(4,47)=9.00; p<.001. Altıncı aşamada denkleme sokulan kişilerarası ilişkilerden memnuniyetsizliğin yordamaya bağımsız katkısının olmadığı bulunmuştur (t=1.13, p>.05). Saldırgan davranışlar, küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı, benlik algısı ve yaşamdan doyum almama değişkenleri ile birlikte cinsel işlev bozukluğu üzerinde yordayıcı gücünün olduğu bulunmuştur (R² değişim=.015, F(5,46)=7.50; p<.001) ve açıkladıkları toplam varyans %45’e ulaşmıştır. Cinsel işlev bozukluğu olmayan erkek grupta birinci aşamada denkleme sokulan demografik değişkenlerin (yaş, evlilik süresi, eğitim ve gelir düzeyi) cinsel yaşam kalitesi üzerinde yordayıcı gücü olmadığı bulunmuştur. İkinci aşamada öfke alt ölçekleri blok olarak eklendiğinde denkleme girmedikleri görülmüştür. Üçüncü aşamada denkleme sokulan kişilerarası iletişim tarzı alt ölçeklerinden kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı değişkeninin yordamaya bağımsız katkısının olmadığı (t=.94, p>.05) ancak cinsel yaşam kalitesi üzerinde açıkladığı varyansın %12 olduğu bulunmuştur, F(1,46)=6.09; p<.05. Dördüncü aşamada denkleme giren benlik algısının kendi başına yordamaya katkısının olmadığı (t=-1.25, p>.05) bulunmuştur. Kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı ile birlikte yordadığı varyans %17’ye ulaşmıştır (R² değişim=.06, F(2,45)=4.72; p<.05). Beşinci aşamada denkleme sokulan yaşamdan doyum almama değişkeninin yordamaya bağımsız katkısının olmadığı (t=.03, p>.05) ancak cinsel yaşam kalitesi üzerinde kendinden önce denkleme giren 140 değişkenler ile birlikte yordayıcı gücünün olduğu bulunmuştur, R² değişim=.01, F(3,44)=3.20; p<.05. Böylece açıklanan varyans % 18’e ulaşmıştır. Altıncı aşamada denkleme sokulan kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik değişkeninin cinsel yaşam kalitesi üzerindeki yordayıcı gücü anlamlı düzeyde olmasa da (R² değişim=.002, F(4,43)=2.37; p>.05) denkleme girdiği görülmektedir. Kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik değişkeninin yordamaya bağımsız katkısının da olmadığı bulunmuştur (t=-.02, p>.05). Yedinci aşamada denkleme sokulan kısa semptom envanteri alt ölçeklerinden negatif benlik değişkeninin yordamaya bağımsız katkısının olduğu (t=2.24, p<.05) ve cinsel yaşam kalitesi üzerinde yordayıcı gücünün olduğu bulunmuştur, R² değişim=.09, F(5,42)=3.07; p<.05. Böylelikle kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı, benlik algısı, yaşamdan doyum almama, kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik ve negatif benlik değişkenlerinin cinsel yaşam kalitesi üzerinde açıkladıkları toplam varyans %27’ye ulaşmıştır. III.5. Cinsel İşlev Bozuklukları ile Kişilerarası İletişim Tarzı, Öfke ve Benlik Algısı Arasındaki İlişkiler Kadınlarda ve erkeklerde araştırma değişkenlerinin birbirleri ile ilişkileri Pearson Momentler Çarpımı Korelasyon tekniği kullanılarak hesaplanmış olup tablolara Ek 4’te yer verilmiştir. Burada kadınlarda ve erkeklerde cinsel işlev bozukluğu ile kişilerarası iletişim tarzı, cinsel işlev bozukluğu ile öfke ve cinsel işlev bozukluğu ile benlik algısı değişkenleri arasındaki ilişkilere değinilecektir. Kadınlarda yapılan korelasyon analizi sonuçları Tablo III. 10-12’de, erkeklerde yapılan korelasyon analizi sonuçları ise Tablo 13-15’de sunulmuştur. 141 Tablo III.10 Kadınlarda Cinsel İşlev Bozuklukları ile Öfke Değişkenleri Sakin davranışlar Kaygılı davranışlar .26* .12 .12 .27* .24* .18 .12 .24* Öfke yle ilişlkili davranışlar ı Saldırgan davranışlar -.23* -.19 -.22* -.28** .03 -.11 -.23* .16- Umursamaz tepkiler .12 .05 .13 -.06 .28** .22* -.04 .10 İçedönük tepkiler Pasif agresif tepkiler .08 .00 .06 -.07 .26* .17 -.06 .08 İntikam tepkileri .13 GRCDÖ Sıklık .06 İletişim .08 Doyum -.02 Kaçınma .32* Dokunma .22* Vajinismus -.05 Anorgasmi .11 *p<.05, **p<.01 Kişilerarası öfke Öfke arasındaki ilişkiler .02-.10 -.04 -.07 -.03 .02 .03 .00 .23* .19 .13 .12 .38** .27** .02 .16 .02 .02 .00 .07 .02 -.06 -.02 .04 .22* .20 .05 .12 .26* .25* .17 .13 .16 .14 .13 .04 .33** .26* -.04 .11 GRCDÖ toplam puanı ile öfke davranışları toplam puanı (r=.23, p<.05), içedönük öfke tepkileri puanı (r=.26, p<.05) ve kaygılı davranışlar puanı (r=.22, p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu görülürken pasif agresif öfke tepkileri puanı (r=-.23, p<.05) arasında ise negatif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir. GRCDÖ alt ölçeği iletişim puanı ile pasif agresif öfke tepkileri puanı (r=-.22, p<.05) arasında negatif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir. GRCDÖ alt ölçeği doyum puanı ile içedönük öfke tepkileri puanı (r=.27, p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki görülürken pasif agresif öfke tepkileri puanı (r=-.28, p<.01) arasında negatif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir. 142 GRCDÖ alt ölçeği kaçınma puanı ile öfke toplam puanı (r=.32, p<.05), kişilerarası öfke tepkileri puanı (r=.26, p<.05), intikam tepkileri puanı (r=.28, p<.01), içedönük öfke tepkileri puanı (r=.24, p<.01), öfke davranışları toplam puanı (r=.38, p<.01), saldırgan davranışlar puanı (r=.33, p<.01) ve kaygılı davranışlar puanı (r=.26, p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu bulunmuştur. GRCDÖ alt ölçeği dokunma puanı ile öfke toplam puanı (r=.22, p<.05), intikam tepkileri puanı (r=.22, p<.01), öfke davranışları toplam puanı (r=.27, p<.01), saldırgan davranışlar puanı (r=.26, p<.05) ve kaygılı davranışlar puanı (r=.25, p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir. GRCDÖ alt ölçeği vajinismus puanı ile pasif agresif öfke tepkileri puanı (r=.23, p<.05) arasında negatif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir. GRCDÖ alt ölçeği anorgasmi puanı ile içedönük öfke tepkileri puanı (r=.24, p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir. Tablo III.11 Kadınlarda Cinsel İşlev Bozuklukları ile Benlik Algısı Değişkenleri Benlik algısı Arasındaki İlişkiler -.46** GRCDÖ Sıklık -.36** İletişim -.33** Doyum -.44** Kaçınma -.24* Dokunma -.30** Vajinismus -.39** Anorgasmi -.35** *p<.05, **p<.01 143 Benlik algısı ile cinsel işlev bozuklukları arasındaki ilişki incelendiğinde benlik algısı puanı ile GRCDÖ toplam puanı (r=-.46, p<.01), GRCDÖ alt ölçekleri sıklık puanı (r=-.36, p<.01), iletişim puanı (r=-.33, p<.01), doyum puanı (r=-.44, p<.01), kaçınma puanı (r=-.24, p<.05), dokunma puanı (r=-.30, p<.01), vajinismus puanı (r=-.39, p<.01) ve anorgasmi puanı (r=-.35, p<.01) arasında negatif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir. Tablo III.12 Kadınlarda Cinsel İşlev Bozuklukları ile Kişilerarası İletişim Tarzı Kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı Öfkeli kişilerarası iletişim tarzı Duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı Manipülatif kişilerarası iletişim tarzı Küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı .31** GRCDÖ Sıklık .23* İletişim .22* Doyum .15 Kaçınma .38** Dokunma .30** Vajinismus .18 Anorgasmi .17 *p<.05, **p<.01 Baskın kişilerarası iletişim tarzı Kişilerarası iletişim tarzı toplam puan Değişkenleri Arasındaki İlişkiler .23* .18 .14 .08 .34** .27* .13 .13 .34** .23* .25* .23* .32** .25* .26* .20 .28** .18 .20 .11 .45** .35** .03 .16 .13 .12 .08 .11 .07 .02 .15 .09 .25* .19 .19 .06 .31** .28** .18 .10 .18 .18 .16 .08 .23* .20 .12 .07 GRCDÖ toplam puanı ile kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.31, p<.01), baskın kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.23, p<.05), kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.34, p<.01), öfkeli kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.28, p<.01), manipülatif kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.25, p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir. 144 GRCDÖ alt ölçeği sıklık puanı ile kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.23, p<.05), kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.23, p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir. GRCDÖ alt ölçeği iletişim puanı ile kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.22, p<.05), kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.25, p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir. GRCDÖ alt ölçeği doyum puanı ile kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.23, p<.05) ve içedönük öfke tepkileri puanı (r=.27, p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki görülürken pasif agresif öfke tepkileri puanı (r=-.28, p<.01) arasında negatif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir. GRCDÖ alt ölçeği kaçınma puanı ile kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.38, p<.01), baskın kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.34, p<.01), kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.32, p<.01), öfkeli kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.45, p<.01), manipülatif kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.31, p<.01), küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.23, p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu bulunmuştur. GRCDÖ alt ölçeği dokunma puanı ile kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.30, p<.01), baskın kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.27, p<.01), kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.25, p<.01), öfkeli kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.35, p<.01) ve manipülatif kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.28, p<.01) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir. 145 GRCDÖ alt ölçeği vajinismus puanı ile kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.26, p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki görülürken pasif agresif öfke tepkileri puanı (r=-.23, p<.05) arasında negatif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir. GRCDÖ alt ölçeği anorgasmi puanı ile içedönük öfke tepkileri puanı (r=.24, p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir. Erkeklerde yapılan korelasyon analizi sonuçları ise Tablo III.13-15’de sunulmuştur. Tablo III.13 Erkeklerde Cinsel İşlev Bozuklukları ile Öfke Değişkenleri Saldırgan davranışlar Sakin davranışlar Kaygılı davranışlar .33** .15 .25* .30** .23* .35** .15 .10 Öfke yle ilişlkili davranışları .28** .18 .16 .29** .23* .28** .13 .10 Umursamaz tepkiler İntikam tepkileri .32** .19 .15 .29** .24* .30** .15 .16 Pasif agresif tepkiler İçedönük tepkiler Kişilerarası öfke GRCDÖ Sıklık İletişim Doyum Kaçınma Dokunma Erken boşalma Empotans *p<.05, **p<.01 Öfke arasındaki ilişkiler .16 .17 .07 .22* .15 .13 .05 .06 -.10 -.06 -.09 -.15 .05 .04 -.07 -.08 .26** .14 .07 .19 .17 .21* .15 .25* .40** .12 .21* .30** .22* .42** .24* .25* -.08 .04 -.13 -.10 -.03 -.20* -.01 .10 .10 .14 -.07 .16 .10 -.01 .08 .11 GRCDÖ toplam puanı ile öfke toplam puanı (r=.32, p<01), kişilerarası öfke tepkileri puanı (r=.28, p<.01), intikam tepkileri puanı (r=.33, p<.01), öfke davranışları toplam puanı (r=.26, p<.01) ve saldırgan davranışlar puanı (r=.40, p<.01) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir. 146 .05 .09 -.03 .12 .09 .09 -.06 .01 GRCDÖ alt ölçeği iletişim puanı ile intikama yönelik öfke tepkileri puanı (r=.25, p<.05) ve saldırgan davranışlar puanı (r=.21, p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir. GRCDÖ alt ölçeği doyum puanı ile öfke toplam puanı (r=.29, p<.01), kişilerarası öfke tepkileri puanı (r=29, p<.01), intikam öfke tepkileri puanı (r=.30, p<.01), pasif agresif öfke tepkileri puanı (r=.22, p<.05) ve saldırgan davranışlar puanı (r=.30, p<.01) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir. GRCDÖ alt ölçeği kaçınma puanı ile öfke toplam puanı (r=.24, p<.05), kişilerarası öfke tepkileri puanı (r=.23, p<.05), intikam tepkileri puanı (r=.23, p<.05) ve saldırgan davranışlar puanı (r=.22, p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu bulunmuştur. GRCDÖ alt ölçeği dokunma puanı ile öfke toplam puanı (r=.30, p<.01), kişilerarası öfke tepkileri puanı (r=.28, p<.01), intikam tepkileri puanı (r=.35, p<.01), öfke davranışları toplam puanı (r=.21, p<.05), saldırgan davranışlar puanı (r=.42, p<.01) arasında pozitif yönde ve sakin davranışlar puanı (r=-.20, p<.05) arasında ise negatif yönde anlamlı ilişki olduğu bulunmuştur. GRCDÖ alt ölçeği erken boşalma puanı ile saldırgan davranışlar puanı (r=.24, p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki bulunmuştur. GRCDÖ alt ölçeği empotans puanı ile öfke davranışları toplam puanı (r=.25, p<.05) ve saldırgan davranışlar puanı (r=.25, p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu bulunmuştur. 147 Tablo III.14 Erkeklerde Cinsel İşlev Bozuklukları ile Benlik Algısı Değişkenleri Benlik algısı arasındaki ilişkiler GRCDÖ Sıklık İletişim Doyum Kaçınma Dokunma Erken boşalma Empotans *p<.05, **p<.01 -.43** -.23* -.39** -.35** -.25* -.24* -.14 -.28** Benlik algısı ile cinsel işlev bozuklukları arasındaki ilişki incelendiğinde ise benlik algısı puanı ile GRCDÖ toplam puanı (r=-.43, p<.01), GRCDÖ alt ölçekleri sıklık puanı (r=-.23, p<.05), iletişim puanı (r=-.39, p<.01), doyum puanı (r=-.35, p<.01), kaçınma puanı (r=-.25, p<.05), dokunma puanı (r=-.24, p<.05) ve empotans puanı (r=-.28, p<.01) arasında negatif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir. Benlik algısı ile erken boşalma puanı (r=-.14, p>.05) arasında negatif yönde ilişki olduğu görülmektedir ancak bu ilişki anlmalı düzeyde değildir. Tablo III.15’te görüldüğü üzere, GRCDÖ toplam puanı ile kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.48, p<.01), baskın kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.36, p<.01), kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.47, p<.01), öfkeli kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.41, p<.01), duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.46, p<.01), manipülatif kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.35, p<.01), küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.23, p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir. 148 Tablo III.15 Erkeklerde Cinsel İşlev Bozuklukları ile Kişilerarası İletişim Tarzı Baskın kişilerarası iletişim tarzı Kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı Öfkeli kişilerarası iletişim tarzı Duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı Manipülatif kişilerarası iletişim tarzı Küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı GRCDÖ Sıklık İletişim Doyum Kaçınma Dokunma Erken boşalma Empotans *p<.05, **p<.01 Kişilerarası iletişim tarzı toplam puan Değişkenleri arasındaki ilişkiler .48** .16 .27** .23* .42** .41** .34** .21* .36** .11 .23* .22* .32** .42** .18 .09 .47** .14 .33** .24* .29** .34** .34** .24* .41** .22* .20* .27** .31** .32** .30** .25* .46** .10 .15 .15 .46** .35** .40** .25* .35** .08 .20* .11 .35** .20* .29** .21* .23* .12 .22* .10 .36** .40** .09 -.11 GRCDÖ alt ölçeği sıklık puanı ile sadece öfkeli kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.22, p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu bulunmuştur. GRCDÖ alt ölçeği iletişim puanı ile kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.27, p<.01), baskın kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.23, p<.05), kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.33, p<.01), öfkeli kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.20, p<.05), manipülatif kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.20, p<.05), küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.22, p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir. GRCDÖ alt ölçeği doyum puanı ile kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.23, p<.05), baskın kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.22, p<.05), kaçıngan kişilerarası 149 iletişim tarzı puanı (r=.24, p<.05), öfkeli kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.27, p<.01) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmektedir. GRCDÖ alt ölçeği kaçınma puanı ile kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.42, p<.01), baskın kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.32, p<.01), kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.29, p<.01), öfkeli kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.31, p<.01), duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.46, p<.01), manipülatif kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.35, p<.01), küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.36, p<.01) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu bulunmuştur. GRCDÖ alt ölçeği dokunma puanı ile kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.41, p<.01), baskın kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.42, p<.01), kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.34, p<.01), öfkeli kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.32, p<.01), duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.35, p<.01), manipülatif kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.20, p<.05), küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.40, p<.01) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu bulunmuştur. GRCDÖ alt ölçeği erken boşalma puanı ile kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.34, p<.01), kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.34, p<.01), öfkeli kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.30, p<.01), duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.40, p<.01) ve manipülatif kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.29, p<.01) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu bulunmuştur. 150 GRCDÖ alt ölçeği empotans puanı ile kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.21, p<.05), kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.24, p<.05), öfkeli kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.25, p<.05), duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.25, p<.05) ve manipülatif kişilerarası iletişim tarzı puanı (r=.21, p<.05) arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu bulunmuştur. Araştırmada elde edilen en önemli bulgu, cinsel işlev bozukluğu olan ve cinsel işlev bozukluğu olmayan grubun içe dönük öfke tepkileri ve öfke davranışları, kişilerarası iletişim tarzları, benlik algısı ve genel psikolojik belirtiler düzeyinde birbirlerinden anlamlı düzeyde farklılaşmalarıdır. Regresyon analizleri incelendiğinde cinsel işlev bozukluğu olan kadınlarda intikama yönelik öfke tepkileri, benlik algısı, yaşamdan doyum almama ve kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik değişkenlerinin, cinsel işlev bozukluğu olan erkeklerde ise saldırgan davranışlar, küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı, benlik algısı, yaşamdan doyum almama ve kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik değişkenlerinin cinsel işlev bozukluklarını yordadığı bulunmuştur. Cinsel işlev bozukluğu olmayan kadınlarda küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı, duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı, benlik algısı, yaşamdan doyum almama, kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik ve somatizasyon değişkenlerinin, cinsel işlev bozukluğu olmayan erkeklerde ise kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı, benlik algısı, yaşamdan doyum almama, kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik ve negatif benlik değişkenlerinin cinsel yaşam kalitesini yordadığı bulunmuştur. 151 BÖLÜM IV TARTIŞMA Bu çalışmada cinsel işlev bozukluğu ile kişilerarası iletişim tarzı, kendilik algısı ve öfke arasında nasıl bir ilişkinin olduğunun incelenmesi ve elde edilen verilerin ruh sağlığı bağlamında değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu araştırmada elde edilen en önemli bulgu cinsel işlev bozukluğu olan kişilerin kişilerarası iletişim tarzı, öfke, benlik algısı, genel psiklojik belirtiler, yaşamdan doyum almama ve kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik boyutlarında daha olumsuz bir örüntüye sahip olmaları olup bu değişkenlerin cinsel sorunlar üzerinde yordayıcılıklarının olmasıdır. Cinsel işlev bozukluğu olan kişiler cinsel işlev bozukluğu olmayanlarla karşılaştırıldığında kişilerarası iletişim tarzlarının daha olumsuz olduğu, ayrıca erkeklerin kişilerarası iletişim tarzının da kadınlarınkinden daha olumsuz olduğu bulunmuştur. Bu da bu sorunların çözülmesinde iletişim becerileri üzerinde çalışılmasının önemini göstermektedir. Nitekim, Hawton, Catalan ve Fagg (1992) tarafından erektil bozukluğu olan erkeklerle ve eşleri ile yapılan çalışmada, eşler arasında kolay ve iyi iletişime geçmenin tedavi sonuçlarını iyi yönde etkilediği bulunmuştur. Hawton, Catalan ve Fagg (1992) tarafından yapılan bu çalışma her ne kadar sadece erektil disfonksiyonu olan erkeklerle ve onların eşleri ile yapılmış olsa da cinsel işlev bozukluğunun tedavisinde iletişim süreçlerinin önemli bir yere sahip olduğunu göstermektedir. Bunun yanısıra yazında, cinsel işlev bozukluklarının tedavisinde iyi iletişim süreçlerinin gelişmesinin tedavi üzerinde olumlu etkileri olduğunu gösteren başka çalışmalar da bulunmaktadır (örn., Kelly, Strassberg ve 152 Turner, 2004; Kelly, Strassberg ve Turner, 2006; Kilmann ve ark., 1986; Lau, Yang, Cheng ve Wang, 2006; Metz ve Epstein, 2002; Milan, Kilmann ve Boland, 1988; Purnine ve Carey, 1997). Mevcut araştırma bulgusunun, yazında yer alan bu bulgularla örtüştüğü görülmektedir. Ayrıca erkeklerin kadınlardan daha olumsuz iletişim örüntüsüne sahip olduğu bulunmuştu. Basow ve Rubenfeld (2003) genel olarak çatışma durumlarında kadınların sorunları konuşmayı tercih ettiklerini, erkeklerin ise sorunlara çözüm bulmaktan, önermekten kaçındıklarını belirtmiştir (Akt., Durak-Batıgün, 2006). Bunun yanısıra Şahin, Durak ve Yasak-Gültekin (1994)’in intihar olasılığında kişilerarası iletişim tarzının, yaşamı sürdürme nedenleri, yalnızlık ve umutsuzluk değişkenlerinin etkisinin araştırıldığı çalışmaya göre, erkeklerin daha ketleyici iletişim tarzına sahip oldukları, kadınların ise daha besleyici iletişim tarzını benimsedikleri bulunmuştur. Her ne kadar Basow ve Rubenfeld (2003) ve Şahin, Durak ve Yasak-Gültekin (1994) tarafından gerçekleştirilen bu çalışmalar, cinsel işlev bozukluğu olan kişiler ile yapılmamış olsalar da kadınların ve erkeklerin, sorunlara yönelik genel yaklaşım tarzlarını gösteren özellik sergilemeleri açısından önemlidirler. Ayrıca erkeklerin kadınlara göre daha olumsuz iletişim tarzlarını benimsediklerini göstermektedirler. Dolayısı ile mevcut araştırmadaki cinsiyetler arasındaki farka işaret eden bulgu, yani erkeklerin daha olumsuz iletişim tarzını benimsemeleri yazında yer alan bu bulgular ile desteklenmektedir. Cinsel işlev bozukluğu olan grubun öfkelerini cinsel işlev bozukluğu olmayan gruba göre daha fazla davranışlarına yansıttıkları ve içedönük öfke tepkilerinin daha fazla olduğu bulunmuştur. İki grup arasında öfke değişkeni açısından bulunan bu farklılık, daha önceki bölümlerde açıklandığı gibi başarısızlık duygusundan ötürü 153 öfke duygusunun yaşanan soruna yansıtıldığı şeklinde yorumlanabilir (Tangney ve ark., 1996. Akt., Balkaya ve Şahin, 2003). Ayrıca Roseinheim ve Neuman (1981) cinsel işlev bozukluğu bulunan erkeklerde, öfkenin oldukça belirgin olduğunu, bu öfkenin içe yönelimli bir öfke olduğunu ve bu erkeklerin, kendilerini diğer kişilere göre daha çok eleştirdiklerini belirtmişlerdir. İki grup arasındaki içedönük öfke tepkileri arasında bulunan farklılık tüm grupta bulunduğu için yazında yer alan erkeklerde içedönük söylenememektedir. öfke Ancak tepkilerinin öfke sergilendiği değişkeninin bulgusu cinsel ile sorunlar örtüştüğü üzerindeki yordayıcılığı ileride daha detaylı olarak tartışılacaktır. Cinsel işlev bozukluğu olan kişilerin cinsel işlev bozukluğu olmayanlardan daha fazla genel psikolojik belirti düzeyine sahip oldukları, aynı zamanda kadınların genel psikolojik belirti düzeyinin erkeklerin genel psikolojik belirti düzeyinden daha yüksek olduğu bulunmuştur. Derogatis ve Meyer (1979) da benzer şekilde cinsel işlev bozukluğu olan kişilerin genel psikolojik belirti düzeyinin cinsel işlev bozukluğu olmayan gruba göre anlamlı düzeyde yüksek olduğunu ve özellikle depresyon, anksiyete, kişilerarası duyarlılık ve hostilite puanlarının yükseldiğini bulmuşlardır. Clement ve Pfafflin (1980) de cinsel işlev bozukluğu olan çiftlerin normallerden farklı olarak somatik şikayetler, hassasiyet, depresyona yatkınlık, kolay öfkelenme gibi psikosomatik ve nevrotik hastalarda görülen benzer özelliklere sahip olduklarını, Fugl-Meyer, Lodnert, Branholm ve Fugl-Meyer (1997) cinsel işlevdeki değişimlerin anksiyete, depresyon gibi bazı olumsuz duygulara yol açabildiğini öne sürmüşlerdir. Bunların yanısıra vajinismusu olan olgularda da psikolojik belirti ve nörotizm düzeyinin yüksek olduğunu (Derogatis, Meyer ve King, 1981; Cooper, 1969) gösteren bulgular bulunmaktadır. Buna karşın Duddle (1977) vajinismusu olan 154 kadınların nörotizm açısından, Kennedy ve ark. (1995) ise psikolojik belirti düzeyleri açısından normal sınırlar içerisinde yer aldıklarını, ancak üst sınıra yakın olduğunu belirtmişlerdir (Akt., Tuğrul ve Kabakçı, 1997). Buna göre psikolojik belirti düzeyinin üst sınıra yakın olması, cinsel işlev bozukluğu olan kişilerin psikolojik belirti düzeylerinin normallere göre daha yüksek olduğunu ve belirtilerin yükselme eğilimlerinin daha fazla olduğunu göstermektedir. Cinsel işlev bozukluklarında psikolojik belirti düzeyleri açısından cinsiyetler arasındaki farklılıkları gösteren bir bulguya ulaşılamamış olsa da yazında kadınların erkeklere göre psikolojik belirti düzeylerinin daha yüksek olduğunu gösteren (örn, Şahin ve Durak, 1994) ve görülen belirti özelliklerinin cinsiyetlere göre farklılaştığını gösteren (örn., Şahin, Batıgün ve Uğurtaş, 2002) çalışmalara rastlanmıştır. Yazında yer alan bu bulgular mevcut araştırmada kadınların erkeklere göre daha yüksek psikolojik belirti düzeyine sahip olmaları bulgusu ile örtüşmektedir. Cinsel işlev bozukluğu olanların benlik algısının cinsel işlev bozukluğu olmayanlardan daha olumsuz olduğu bulunmuştur. Clement ve Pfafflin (1980) cinsel işlev bozukluğu olan çiftlerin kendilerine güvenlerinin, normal olanlara göre daha düşük olduğunu, kendilerini daha az çekici bulduklarını, kadınların kendilerini utangaç, çekingen ve engellenmiş olarak tanımladıklarını bulmuşlardır. Ayrıca Şahin ve Kayır (1998), vajinismuslu kadınların suçluluk duyguları, cinsel suçluluk, kendine güvensizlik ve yetersizlik duyguları gibi ortak özellikleri olduğunu belirtmektedirler. Festinger (1954)’in insanların kendilerini diğer kişilerin fikirleri ve yetenekleri ile karşılaştırarak değerlendirdikleri bulgusu da ele alındığında (Akt., Park ve Salmon, 2005), cinsel işlev bozukluğu olan kişilerin kendilerini diğerleri ile karşılaştırarak 155 yaşadıkları sorunu eksiklik ve yetersizlik olarak algıladıkları, dolayısı ile benlik algılarının olumsuzlaştığı yorumu yapılabilir. Bunun yanısıra kişisel bilgi formunda yer verilen sorulardan oluşturulan yaşamdan doyum almama ve kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik t-test ile analize sokulduğunda cinsel işlev bozukluğu olan grubun cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan bu boyutlarda daha olumsuz bir örüntüye sahip oldukalrı bulunmuştur. Ayrıca bu değişkenlerin cinsel işlev bozuklukları ve cinsel yaşam kalitesi üzerinde yordayıcılıklarının olduğu da bulunmuştur. Stamogiannou, Grunfeld, Denison ve Muir (2005) erektil bozukluğu olan erkeklerde, erektil bozukluk ile ilgili inançlarının yaşam kalitelerini etkilediğini, cinsel işlevde kayıp oluştukça yaşam kalitelerinin düştüğünü bulmuşlardır. Her ne kadar bu çalışma sadece erektil bozukluğu olan erkeklerle yapılmış olsa da cinsel işlev ile yaşam doyumu arasındaki ilişkiyi göstermektedir. Yine benzer şekilde cinsel işlev bozukluğu olan grubun cinsel işlev bozukluğu olmayan gruba göre kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizliklarının daha yüksek olduğu bulunmuştur. Buraya kadar tartışılan ilgili yazında da görüldüğü üzere cinsel işlev bozukluğu olan kişilerin daha çekingen, kaçıngan davrandıkları (Sır ve ark, 1998) bulunmuştur ve ilişki ile ilgili yaşanan sorunların cinsel işlev bozukluklarının sürmesinde devam ettirici faktör olduğu bulunmuştur (örn; Kelly, Strassberg ve Turner, 2004; Lau, Yang, Cheng ve Wang, 2006; Metz ve Epstein, 2002). Buna göre de cinsel sorunlar arttıkça kendilerini diğerleri ile kurdukları ilişkilerden çektikleri ya da ilişki kurmaktan rahatsızlık duydukları yorumu yapılabilir. Buraya kadar cinsel işlev bozukluğu olanların araştırma değişkenleri bağlamında daha olumsuz bir örüntüye sahip oldukları bulgusu üzerinde tartışmalar 156 yürütülmüştür. Bundan sonra araştırma değişkenlerinin cinsel sorunlar üzerindeki yordayıcılıkları daha detaylı bir şekilde ele alınacaktır. Hatırlanacağı gibi bu çalışmada cinsel işlev bozukluğu Golombok-Rust Cinsel Doyum Ölçeği (GRCDÖ) ile ölçülmüştü. GRCDÖ hastalar için cinsel işlev bozukluğunun ciddiyetine ilişkin bilgi vermekle beraber, ‘normal’lerde de cinsel yaşam kalitesine ilişkin ipuçları vermektedir. Bu olgu dikkate alınarak yapılan regresyon analizi sonuçlarına göre, gerek hasta grubunda gerekse ‘normal’ grupta cinsel işlev sorunlarını yordayan ortak değişkenlerin benlik algısı, kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik, yaşamdan doyum almama olduğu gözlenmiştir. Ancak hasta grup söz konusu olduğunda devreye ayrıca öfkenin ve iletişimin de girdiği gözlenmektedir. Bu durum özellikle cinsiyetin dikkate alındığı analizlerde daha belirgindir. Diğer deyişle, erkek hastalarda cinsel işlev bozukluğunu yordayan sözkonusu öfke değişkeni saldırgan davranışlar iken, kadın hastalarda intikama yönelik öfke tepkileri olmuştur. Kişilerarası iletişim açısından bakıldığında ise erkeklerde küçümseyici tarzın yordayıcılığı da devreye girmiştir. Cinsel işlev bozukluğu olan kadınlarda cinsel işlev bozukluğunun intikama yönelik öfke tepkileri tarafından yordandığı belirtilmişti. Bir çalışmaya göre cinsel işlev bozukluğu bulunan erkeklerin eşleri, kontrol grubundaki kadınlara göre daha fazla saldırganca davranışlar sergilemekte ve öfkelerini dışa vurmaktadırlar (Roseinheim ve Neuman, 1981). Bu bulgu cinsel sorun, kişinin kendisinde meydana gelmese de kişiyi öfkeli davranmaya itebildiğini göstermektedir. Ayrıca Tangney ve ark. (1996), yaşamın herhangi bir alanında yaşanan başarısızlığın öfke duygusunun oluşmasına ve bu öfke duygusunun da yaşanan soruna yönlendirildiğini öne 157 sürmüşlerdir (Akt., Balkaya ve Şahin, 2003). Her ne kadar Tangney ve ark (1996)’nın çalışması cinsel sorunlar ile ilgili olmasa da, bu görüşten yola çıkarak cinsel sorunların da başarısızlık olarak algılanarak öfke duygusunun oluşabileceği yorumu yapılabilir. Ayrıca, Lerner (1996) ve Sharkin (1993) kadınların öfke duygularını ifade ederken daha dolaylı yolları kullandıkları bulgusu da (Akt., Balkaya ve Şahin, 2003) ele alındığında, cinsel alanda yaşanan sorunların öfke duygusunun gelişmesine neden olabildiği ve kadınların da intikam gibi daha dolaylı yolları seçtikleri söylenebilir. Mevcut araştırma sonuçlarında kişilerarası iletişim tarzlarının yordayıcı gücünün olması beklenirken öfke değişkeninin yordayıcılık gücünün daha fazla olduğu görülmüştür. Kişilerarası iletişim tarzı ile öfke değişkeni arasındaki ilişkiler incelendiğinde bu değişkenler arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmüştür (Bknz., Ek.4). Öfkeli kişilerarası iletişim tarzı ve baskın kişilerarası iletişim tarzı gibi kişilerarası iletişim tarzları da aslında öfke tepkilerini içermektedir. Bu tarzlara ilişkin ölçek maddeleri incelendiğinde; örneğin; “Sinirlendiğimde sonradan pişman olacağım sözler söylerim”, “Öfkelendiğimde genellikle bağırıp çağırırım” öfkeli kişilerarası iletişim tarzı alt ölçeği, “Çoğu zaman isteklerimi yaptırmak için insanlara karşı tehditkar olurum”, “Kendi düşüncelerimi savunmak için gerekirse karşımdakini kırarım” baskın kişilerarası iletişim tarzı alt ölçeği ifadelerinden bazıları olup öfke duygusunun bu iletişim tarzlarında yer aldığı görülmektedir. Öfke duygusu iletişim tarzları içerisinde gösterilebildiği gibi iletişim engelleri de kişiyi savunmacı davranmaya, dirençli olmaya ya da kızgın ve öfkeli olmaya itebilmektedir (Bolton, 1986). Birey diğerleri ile iletişim kuramadığı, yani kendisini açık bir şekilde ifade edemediği, anlaşılmadığını düşündüğü ya da benzeri diğer iletişim engelleri ile yüzyüze geldiğinde öfkeli olabilmekte ve öfkeli 158 davranışlar sergileyebilmektedir. Bu bağlamda, mevcut araştırmada elde edilen kişilerarası iletişim tarzı ile öfke arasındaki ilişki desteklenmektedir. Bunun yanısıra önceden de belirtildiği üzere öfke duygusu cinsel işlev bozukluklarında çok yoğun olduğunda ve bu yoğun öfke duygusu ile etkin bir şekilde başedilememesi durumunda iletişim becerileri de daha fazla olumsuzlaşabilmektedir. Öfke duygusu ile kişilerarası iletişim tarzları arasındaki karşılıklı etkileşim değerlendirildiğinde cinsel işlev bozukluklarında öfke değişkeninin yordayıcılığının bulunması öfke tepkilerinin cinsel işlev bozukluklarında daha baskın bir hal aldığı şeklinde yorumlanabilir. Bunun yanısıra bulgularda açıklandığı üzere cinsel işlev bozuklukları ile öfke değişkeni (Bknz. Tablo III.14) ve cinsel işlev bozuklukları ile kişilerarası iletişim tarzları (Bknz. Tablo III.16) arasındaki ilişkiler incelendiğinde cinsel işlev bozuklukları arttıkça öfke tepkilerinin de arttığı ve kişilerarası iletişim tarzlarının olumsuzlaştığı bulunmuştur. Cinsel işlev bozuklukları ile öfke tepkilerini içeren baskın tarz, manipülatif tarz, kaçıngan tarz ve öfkeli tarz gibi kişilerarası iletişim tarzları arasındaki yüksek korelasyonlar intikama yönelik öfke tepkilerinin yordayıcılığını destekler niteliktedir. Cinsel işlev bozukluklarını intikama yönelik öfke tepkileri değişkeni ile birlikte yordayan diğer değişkenin benlik algısı olduğu görülmüştür. Kendilik algısının cinsel işlev bozukluklarının etiyolojisinde, yani cinsel işlev bozukluklarının devam ettirici faktörleri arasında yer aldığı belirtilmiştir (Tuğrul, 1998; Şahin, 2001a). Bunun yanısıra oluşan bir cinsel işlev bozukluğu, benlik algısının olumsuzlaşmasına ve cinsel işlev bozukluğunun sürmesine ya da kötüleşmesine de neden olabilmektedir. Cinsel işlev bozukluğu olan bir kadın, kadınlık duyguları ile ilgili sorunlar yaşamaya ve kendisini tam bir kadın olarak hissetmemeye 159 başlayabilmektedir (Şahin, 2001a). Cinsel işlev bozuklukları ile benlik algısı arasında neden-sonuç ilişkisi tam olarak bilinmese de mevcut araştırmada cinsel işlev bozukluğu sorunu arttıkça benlik algısının daha da olumsuzlaştığı bulunmuştur (ya da tersi) (Bknz. Tablo III.15). Tangney ve Fischer (1995) eğer bir kişinin yaptığı şey başarısızlıkla sonuçlanıyorsa ve kişi bundan dolayı kendisini sorumlu tutuyorsa kişinin öfke duygusunun yanısıra suçluluk ya da utanç duyabileceğini ifade etmişlerdir. Eğer kişi utanç duyuyorsa kişinin yaşadığı bu olayı benliğinin olumsuz bir yansıması olarak değerlendirmeye başlayarak kendini değersiz hissetmeye başlayabileceğini ve sonuçta da kişinin benlik algısının ve kendisine verdiği değerin zarar göreceğini belirtmişlerdir (Akt., Balkaya ve Şahin, 2003). Mevcut araştırmada da cinsel alanda yaşanılan sorunlar arttıkça benlik algısında düşüş olduğu bulunmuştur ve bu bulguya göre cinsel alanda yaşadıkları sorunları benliklerinin olumsuz bir yansıması olarak değerlendirerek geliştirdikleri suçluluk ve utanç duygularına bağlı olarak kendilerine verdikleri değerin düşmüş olabileceği yorumu yapılabilir. Buna ek olarak benlik algısı ile öfke değişkeni arasındaki ilişkiler incelendiğinde, kadınlarda benlik algısı olumsuzlaştıkça pasif agresif tepkilerin de daha az görüldüğü bulunmuştur (Bknz. Ek 4). Buna göre benlik algıları düştükte öfke duygularını daha açık bir şekilde gösterdikleri söylenebilir. Deffenbacher (1992) öfke duygusunun kendilik algısında düşüşe yol açabildiğini, Baumeister (1993) kendilik değeri düştükçe öfke, kızgınlık, düşmanlık gibi bazı olumsuz duyguların ortaya çıktığını ifade etmişlerdir. Sonuç olarak yazında yer alan, öfke ve benlik algısı arasındaki ilişkiler, cinsel işlev bozuklukları ve benlik algısı arasındaki ilişkiler gözönünde bulundurulduğunda, mevcut araştırmada benlik algısının intikama yönelik öfke tepkileri ile birlikte cinsel işlev bozuklukları üzerinde yordayıcı 160 gücünün olması, cinsel işlev bozukluklarında öfke ve benlik algısının önemli bir yere sahip olduğunu göstermektedir. Ayrıca yaşamdan doyum alamama ve kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik, kadınlarda cinsel işlev bozukluklarını yordayan diğer değişkenlerdir. Bu da cinsel alanda yaşanan sorunların bireylerin genel olarak tüm yaşamlarından aldıkları doyumu etkileyebildiği, cinsel yaşamda meydana gelen sorunların yaşamın diğer alanlarına yansıdığı şeklinde yorumlanabilir. Cinsel işlev bozukluğu olan erkeklerde saldırgan öfke davranışlarının cinsel işlev bozuklukları üzerinde yordayıcılığı olduğu bulunmuştur. Roseinheim ve Neuman (1981) cinsel işlev bozukluğu bulunan erkeklerin daha fazla kişilerarası kaygı yaşadıklarını, öfkenin oldukça belirgin olduğunu bulmuşlardır. Mevcut araştırmada da cinsel işlev bozukluğunda saldırgan davranışların sergilendiği, yani öfke tepkilerinin artması bu araştırma ile örtüşmektedir. Bununla birlikte, Roseinheim ve Neuman (1981)’ın bu çalışmasında, ortaya çıkan öfkenin genellikle içedönük öfke olduğu bulunmuş olmasına karşın, mevcut çalışmada içedönük öfke tepkilerinin azaldığı bulunmuştur. Ancak öfkenin ifade edilmesinde, erkeklerin kadınlara göre daha doğrudan ifade yöntemlerini seçtikleri (Lerner, 1996; Sharkin, 1993. Akt. Balkaya ve Şahin, 2003) düşünüldüğünde saldırgan davranışlar değişkeninin cinsel işlev bozukukları üzerindeki yordayıcılığı desteklenmektedir. Sır ve ark. (1998)’nın erektil bozukluk üzerine yaptıkları çalışma bulgularına göre, organik ve psikojenik erektil bozukluğu arttıkça depresyon ve sosyal anksiyetenin arttığı, benlik saygısının ise düştüğü bulunmuştur. Aynı çalışmada yapılan regresyon analizi sonuçlarına göre de ereksiyon derecesine etki eden faktörlerin sosyal anksiyete, benlik saygısı ve yaş değişkenleri olduğu bulunmuştur. Araştırma 161 bulgularımızda yaşın cinsel işlev bozuklukları üzerinde yordayıcı etkisi beklentilerimiz yönünde bulunmamıştır, ancak örneklemin yeterince büyük olmaması yaşın yordayıcı etkisinin bulunmamasında önemli bir etken olarak görülebilir. Mevcut araştırmada elde edilen benlik algısının cinsel işlev bozukluklarını yordaması yazında yer alan bulgu ile desteklenmektedir. Ayrıca araştırmamızda cinsel işlev bozuklukları türleri, örneklem yetersizliği nedeni ile ayrıca analize alınmamış olup toplam cinsel işlev bozukluğu puanları analize alınmıştır. Ancak cinsel işlev bozuklukları ile benlik algısı arasındaki ilişkiler incelendiğinde (Bknz. Tablo III.18) en yüksek ilişkinin toplam puan ile benlik algısı arasında olduğu görülmekte olup erektil disfonksiyon ile benlik algısı arasında anlamlı düzeyde ilişki olduğu, yani erektil disfonksiyon sorunu arttkça benlik algısının daha da olumsuzlaştığı bulunmuştur. Buna karşın prematür ejakülasyon ile benlik algısı arasında korelasyon anlamlı düzeyde bulunmamıştır. Cinsel işlev bozuklukları ile kişilerarası iletişim tarzı, benlik algısı ve öfke değişkenlerinin hep birlikte ilişkisini inceleyen başka bir çalışma yazında bulunamamıştır. Araştırmamızda bulduğumuz saldırgan davranışlar, küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı ve benlik algısı değişkenlerinin cinsel işlev bozukluğu üzerindeki yordayıcılıkları yeni bir bulgudur. Dutton ve Brown (1997) global benlik saygısının kişinin başarı ve başarısızlıklara verdiği duygusal tepkileri belirlediğini öne sürmüştür. Buna ek olarak daha önceden belirtildiği üzere Tangney ve Fischer (1995) başarısızlık duygusuna bağlı olarak öfke ile birlikte gelişebilen suçluluk ve utanç duygularının benlik saygısının düşmesine neden olabileceğini (Akt., Balkaya ve Şahin, 2003) ve Baumeister (1993) benlik saygısı düşük olan kişilerin bununla başetmek için başkalarını küçük düşürücü tutumlar sergilediklerini öne sürmüşlerdir. 162 Yazında yer alan bu araştırma bulgularına göre mevcut araştırma bulgusu incelendiğinde bu kişilerin cinsel işlev bozukluğu sorunu ile başarısızlık duygusu içerisine girdikleri, bu başarısızlık duygusuna yönelik duygusal tepkilerinin ‘öfke’ gibi daha olumsuz bir duygu olarak ortaya çıktığı, bununla başetmek için de daha saldırgan davranışlar ve küçümseyici iletişim örüntüsü sergilemeye başladıkları söylenebilir. Bunun yanısıra Stimson, Stimson ve Dougherty (1980) yaptıkları bir çalışmada yetersiz cinsel performansın erkeklerde benlik saygısına en çok etkide bulunan unsur olduğunu ve Amerikan erkekleri için cinsel yeterliliğin benlik organizasyonunun temel kaynağını oluşturduğunu bulmuşlardır. Benzer şekilde toplumumuzda cinsel sorunlar erkekler tarafından başarısızlık (kendilerinin başarısızlığı) olarak algılanmaktadır (Aydın ve Gülçat, 2004). Bu bulgular, cinsel sorunlar yaşayan erkeklerin başarısızlık duygusu içerisine girerek benlik algılarının bundan etkilenebileceği yorumumuzu destekler niteliktedir. ‘Normal’lere bakıldığında ise cinsel yaşam kalitesini yordayan değişkenler erkeklerde kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı ve olumsuz benlik iken, kadınlarda yordayıcı değişkenlerin küçümseyici ve duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı ve somatizayon belirtileri olduğu bulunmuştur. Yukarıda cinsel işlev bozukluğu olan kadınlarda açıklandığı üzere, sorun şiddetlendikçe yani cinsel işlev bozukluğu görüldüğünde öfke duygusu daha yoğun yaşanırken, cinsel yaşam kalitesi düştüğünde öfke duygusu daha hafif bir düzeyde ortaya çıkmakta ve kişilerarası iletişim tarzlarının yordayıcı gücünün olduğu görülmektedir. Kişilerarası iletişim tarzlarından küçümseyici kişilerarası iletişim tarzının ve duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzının kadınlarda cinsel yaşam 163 kalitesini yordama gücü olduğu bulunmuştur. Özellikle küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı ölçek maddeleri incelendiğinde (“İnsanlarla konuşurken iğneleyici sözler söylemekten çekinmem”, “Sorduğum sorularla karşımdakini sıkıştırmaktan hoşlanırım”, “Haksız olsam da karşımdaki ne derse desin, kendimi savunurum”) bu ifadelerin öfke duygusunu içerdiği anlaşılmaktadır. Bir başka deyişle, küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı öfke duygusunun bir yansımasıdır denebilir. Buna göre cinsel yaşam kalitesi bozulduğunda, öfke tepkilerini içeren iletişim tarzlarının görüldüğü, cinsel işlev bozukluğu geliştiğinde ise öfke tepkilerinin daha belirgin olarak görüldüğü yorumu yapılabilir. Küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı ile birlikte duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzının da cinsel yaşam kalitesini yordadığı bulunmuştur. “İnsanlarla çatışmaktan ve aramızda var olan problemleri tartışmaktan kaçınırım”, “İnsanlarla konuşurken duygularımı gizlemeye çalışırım”, “Problem yaşadığım bireyin ne hissettiğiyle ilgilenmem” ifadeleri duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı alt ölçeği ifadelerinden bazılarıdır. Bu ifadeler ele alındığında, duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzının yordayıcılığı, cinsel yaşam kalitesi olumsuz bir şekilde etkilenen kadınların, sorunlarını ve duygularını ifade etmedikleri ya da ifade etmekten kaçındıkları şeklinde yorumlanabilir. Ayrıca, Kelly, Strassberg ve Turner (2006) tarafından yapılan bir çalışmaya göre kadın orgazm bozukluğu bulunan çiftlerin iletişim örüntülerinin kontrol grubundaki sorunu olmayan çiftlerden daha problemli olduğu bulunmuştur. Duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzının, henüz cinsel işlev bozukluğu gelişmeden sadece cinsel yaşamda meydana gelen sorunları yorduyor olması Kelly, Strassberg ve Turner (2006)’ın çalışmasında elde edilen cinsel sorunlar ile iletişim arasındaki ilişkiyi destekler niteliktedir. Yani cinsel yaşamda meydana gelen sorunlar iletişim tarzının 164 olumsuzlaşmasına ya da iletişim tarzlarında meydana gelen sorunlar, cinsel yaşamın olumsuz bir şekilde etkilenmesine, sorunun ilerlemesine ve devam etmesine yol açabilir. Yazında cinsel işlev bozuklukları ile iletişim arasındaki ilişkiyi gösteren çalışmalar ele alındığında (Kelly, Strassberg ve Turner, 2004; Kelly, Strassberg ve Turner, 2006; Kilmann ve ark., 1986; Lau, Yang, Cheng ve Wang, 2006; Metz ve Epstein, 2002; Milan, Kilmann ve Boland, 1988; Purnine ve Carey, 1997) iletişimin cinsel işlev bozuklukları gelişmeden dahi yordayıcılığının olması, cinsellikte iletişimin önemini göstermektedir. Yaşamdan doyum alamama ve kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik değişkenlerinin kadınlarda cinsel yaşam kalitesini yorduyor olması, cinselliğin önemli bir yere sahip olduğu ve cinsel yaşamın, yaşamın diğer alanları üzerinde önemli bir etkisi olduğu şekillinde yorumlanabilir. Genel psikolojik belirtilerden somatizasyon değişkeninin cinsel yaşam kalitesini yordadığı bulunmuştur. Fugl-Meyer, Lodnert, Branholm ve FuglMeyer (1997) cinsel işlevdeki değişimlerin bazı olumsuz duygulara (anksiyete, depresyon gibi) yol açabildiğini öne sürmüşlerdir. Depresyon ve anksiyete gibi olumsuz duygudurumlar yaşandığında, bu duyguduruma bazı bedensel tepkiler de eşlik edebilmektedir. Cinsel yaşam kalitesinin somatizasyon değişkeni tarafından yordanıyor olması, cinsel yaşamdaki olumsuzlukların, kişinin duygudurumunu olumsuz bir şekilde etkilemesine ve bazı bedensel tepkilerin görülmeye başlanmasına neden olabildiği şeklinde yorumlanabilir. Ayrıca yaşamdan doyum alamama değişkeninin cinsel yaşam kalitesi üzerindeki yordayıcılığı da ele alındığında, duygusal durumun olumsuz bir şekilde etkilendiği ve dolayısı ile bedensel bazı tepkilerin görülebildiği söylenebilir. 165 Cinsel işlev bozukluğu olmayan erkek grupta kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı, benlik algısı, yaşamdan doyum almama, kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik ve genel psikolojik belirtilerden “olumsuz benlik” değişkenlerinin cinsel yaşam kalitesi üzerinde yordama gücünün olduğu görülmüştür. Cushman ve Cahn (1985) iletişim becerilerinin düzenlenmesinde kendilik kavramının önemine vurgu yapmışlardır. Mevcut araştırmada da benlik algısı olumsuzlaştıkça kişilerarası iletişim tarzlarının da olumsuzlaştığı bulunmuştur (Bkz. Ek 4). Bu açıdan cinsel yaşam kalitesinin kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı ile benlik algısı tarafından yordanması, cinsel yaşam kalitesinde bazı olumsuz değişimler gerçekleştiğinde dahi erkeklerin bu konuları konuşmaktan kaçındıkları şeklinde yorumlanabilir. Ayrıca Amerikan erkekleri için cinsel yeterliliğin benlik organizasyonunun temel kaynağını oluşturduğu bulgusu (Stimson, Stimson ve Dougherty, 1980) ve toplumumuzda da cinsel sorunların erkekler tarafından başarısızlık (kendilerinin başarısızlığı) olarak algılanmasına dair bulgu (Aydın ve Gülçat, 2004) ele alındığında, cinselliğin benlik kavramı ile bütünleştirildiği ve dolayısı ile bu alandaki en küçük olumsuz değişimi konuşmaktan kaçındıkları söylenebilir. Cinsel işlev ile kişilerarası iletişim tarzı arasındaki korelasyonlar incelendiğinde (Bknz Tablo III.19) en yüksek korelasyonların kaçıngan ve duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzları ile cinsel işlev arasında olduğu bulunmuştur. Bu da kaçıngan kişilerarası iletişim tarzının yordayıcı gücünü desteklemekte ve erkeklerin cinsel işlev bozukluğu olmasa da cinsel yaşam kalitesindeki olumsuz değişimleri konuşmaktan çekindiklerini göstermektedir. Yaşamdan doyum alamama ve kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik değişkenlerinin, cinsel işlev bozukluğu olmayan erkeklerde de çok düşük de olsa yordayıcı güce sahip olduğu bulunmuştur. Bu da Stimson, Stimson ve 166 Dougherty (1980) ve Aydın ve Gülçat (2004) tarafından vurgulanan cinselliğin benlik organizasyonunda çok önemli bir yere sahip olduğu bulgusunu destekler nitelikte olup, cinsel alanda oluşan sorunların tüm benliğe aktarıldığı yorumu yapılabilir. Bunun yanısıra, ‘olumsuz benliğin’ cinsel yaşam kalitesi üzerinde yordayıcılığının bulunması da, cinselliğin erkekler için benliğin önemli bir yerini oluşturduğu, cinsel yaşamda bir bozukluk olmasa da sadece kalitesinde bir sorun oluşmasının erkekleri olumsuz olarak etkilediği yorumunu desteklemektedir. “İnsanların sizi sevmediğine, size kötü davrandığına inanmak”, “Kendini diğerlerinden aşağı görmek”, “Başarılarınız için diğerlerinden yeterince takdir görmediğiniz düşüncesi” ifadeleri ‘olumsuz benlik’ alt ölçek maddelerinden bazılarıdır ve cinsel yaşam kalitesindeki olumsuz değişimin genel psikolojik durumu etkilediğini, özellikle de benliğe yönelik olumsuz genellemeler yapıldığını göstermektedir. Ayrıca, yaşamdan doyum alamama ve kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik değişkenlerinin de bu değişkenler ile birlikte yordayıcılığının olması, erkeklerin cinsel yaşamları ile benlik kavramları ve genel yaşam doyumları arasında önemli bir bağ kurduklarını düşündürmektedir. Bu çalışmada örneklemin yetersiz olması nedeni ile cinsel işlev bozukluklarının türleri, regresyon analizi ile incelenememiştir. Ancak değişkenler arası ilişkiler incelendiğinde cinsel işlev bozuklukları ile araştırma değişkenleri arasında önemli ipuçlarının yer aldığı görülmüştür. Yapılan değişkenler arası ilişkiler analizine göre, vajinismus sorunu arttıkça pasif agresif öfke tepkilerinin azaldığı ve kaçıngan kişilerarası iletişim tarzının belirginleştiği bulunmuştur (Bknz. Tablo III.10). Yazında yer alan araştırmalar, 167 vajinismusu olan kadınların genellikle çocuksu özellikler gösteren, cinsel kaçınmaları olan, kurallara uyan, kızgınlıklarını göstermeyen ve sürekli kabul içinde olan kişiler olduğunu (Şahin, 2001c) vurgulasa da, mevcut araştırmada vajinismuslu kadınların pasif agresif tepkilerinin azaldığı yani, öfkelerini belli ettikleri bulunmuştur. Kaçıngan kişilerarası iletişim tarzının da belirginleşmiş olması bu sorunların konuşulmasından kaçınıldığını göstermekte olup, Bolton (1986) tarafından vurgulandığı üzere iletişim engellerinin sık olarak kullanılması ile iletişim örüntülerinin bozulduğu, daha saldırgan tavırların sergilendiği yorumu yapılabilir. Dolayısı ile cinsel sorunlar arttıkça kişilerin iletişim örüntülerinin olumsuzlaştığı ve iletişim engellerine bağlı olarak öfke tepkilerinin arttığı yorumu yapılabilir. Anorgazmi sorunu arttıkça içedönük öfke tepkileri puanının da arttığı bulunmuştur. Bu bulgu, anorgazminin kadının kadınlık duyguları ile ilgili sorunlar yaşamaya ve kendisini tam bir kadın olarak hissetmemeye başlaması (Şahin, 2001a) nedeni ile kendine yönelik öfke duyguları hissetmesi şeklinde yorumlanabilir. Ayrıca Lerner (1996) ve Sharkin (1993) kadınların öfkelerini daha dolaylı yollardan gösterdiklerini belirtmişlerdir (Akt., Balkaya ve Şahin, 2003). Buna ek olarak Lerner (1996) kadınların öfkenin, ilişkiyi tahrip edeceğine ve sosyal olarak da onaylanmayacaklarına inandıkları için, öfkeyi doğrudan ifade etmemek için uğraştıklarını öne sürmektedir. Lerner (1996)’e göre, çok güçlü sosyal onay ihtiyacı ve ayrılma kaygısı, öfkenin bastırılmasına yardımcı olmaktadır (Akt., Balkaya, 2001). Bunun yanısıra daha önce belirtildiği üzere, cinsel işlev bozukluğu olan grubun anksiyete, depresyon gibi duygusal boyutta genel belirtiler puanlarının cinsel işlev bozukluğu olmayan gruptan daha yüksek olduğu görülmüştür. Cinsel alanda yaşanan bu sorunların, kadınların kendilerini kadınlık rollerini yerine getiremeyen 168 kişiler olarak tanımlamalarına, depresyon düzeylerinin artmasına ve depresif duygu durumuna bağlı olarak da hatayı kendilerine atfetmelerine, dolayısı ile öfkeyi kendilerine yöneltmelerine neden olabileceği yorumu yapılabilir. Prematür ejakülasyon sorunu arttıkça, saldırgan davranışların arttığı, erektil disfonksiyon sorunu arttıkça ise öfke davranışlarının ve saldırgan davranışların arttığı bulunmuştur (Bknz, Tablo III.13). Bu bulgu, regresyon analizinde elde edilen cinsel işlev bozukluğu olan erkeklerde saldırgan davranışların yordayıcılığını destekler niteliktedir. İletişim tarzları incelendiğinde ise, hem prematür ejakülasyonda hem de erektil disfonksiyonda genel olarak kişilerarası iletişim tarzlarının olumsuzlaştığı ve kaçıngan, öfkeli, duygudan kaçıngan ve manipülatif kişilerarası iletişim tarzlarının belirginleştiği bulunmuştur. Buna göre sorunun çözümünde önemli bir yer tutan iletişim örüntüsünün daha içekapanıcı, diğerinden uzak durmaya ya da diğerini uzaklaştırmaya yönelik kaçıngan ya da ilişkiyi daha olumsuzluklara iten öfkeli tarzın benimsendiği görülmektedir. Bolton (1986)’un belirttiği gibi iletişim engellerinin sıklıkla kullanılması da kişiyi daha savunmacı davranmaya ve saldırgan davranışlara itebilmektedir. Erkeklerin öfke duygularını daha doğrudan ifade ettikleri (Lerner, 1996; Sharkin, 1993. Akt., Balkaya ve Şahin, 2003) bilinmektedir. Ayrıca, erkekler kıskançlık, üzüntü gibi diğer olumsuz duygularını da öfkeye dönüştürerek ifade etmektedirler. Sharkin (1993) bunun nedeninin, öfke duygusunun, güçlülük, sertlik, saldırganlık şeklinde ve “erkeksi”, diğer deyişle erkeğe yakışan ve onu güçlendiren bir duygu olarak değerlendirilmesi olabileceğini öne sürmüştür (Akt. Balkaya, 2001). Erkeklerin genel olarak duygularını konuşmaktan kaçındıklarına (Şahin, Durak ve Yasak-Gültekin, 1994) ve yaşadıkları sorunlara çözüm önermekten çekindiklerine (Basow ve Rubenfeld, 2003. Akt., Durak-Batıgün, 2006) dair bulgular ele alınınca, 169 erkeklerin var olan sorunu konuşmaktan kaçındıkları ve daha saldırgan, olumsuz, iletişimi ketleyici bir iletişim tarzı oluşturdukları söylenebilir. Yukarıda tartışılan bulgular değerlendirildiğinde cinsel işlev bozukluklarında kişilerarası iletişim tarzları, öfke tepkileri ve benlik algısı alanlarında daha olumsuz bir örüntünün ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Ayrıca bu alanlarda cinsiyetler arasında da bir farklılık olduğu görülmüştür. IV.1. Sınırlılıklar Cinsel işlev bozukluğu olmayan grubun kendi içinde eğitim düzeyleri arasındaki dağılımın dengeli olduğu bulunsa da bu denge cinsel işlev bozukluğu olan grupta sağlanamamıştır. Grubun kendi içinde üniversite ve üstü düzeyde eğitim alanların oranının diğer eğitim düzeyine sahip olanlara göre daha düşük olduğu görülmüştür. Bu, çalışma sonuçlarının genellenebilirliği düşüren bir faktördür. Araştırmada veriler özbildirim yolu ile elde edilmiştir. Bu nedenle katılımcıların kendini iyi gösterme çabalarının olabileceği, özellikle cinsellikle ilgili sorularda bu çaba içerisine girmiş olabilecekleri düşünülmektedir. Cinsel yaşamdaki sorunların başarısızlık olarak algılanması ve cinsiyet rollerinin bundan etkilenmesi kendini iyi gösterme çabasının bazı nedenleri olarak görülmektedir. Ayrıca cinselliğe ilişkin toplumsal kurallarımızın soruları yanıtlarken açık cevaplar vermelerini etkilemiş olabileceği düşünülmektedir. Bunun yanısıra fazla sayıda ölçeğin birarada uygulanmış olması bir diğer sınırlılık olarak görülmektedir. Çalışmaya katılanların ölçekleri doldururken sıkıldıkları, zorlandıkları ve birçoğunda ölçeklerin doldurulmadığı gözlenmiştir. Araştırmanın önemli sınırlılıklarından biri de çalışma konusunun cinsellik ile ilgili olmasıdır. Kartopu yöntemi ile elde edilmeye çalışılan karşılaştırma grubu verilerinin geri dönüş oranının az olması ya da katılmaya gönüllü 170 olanların güçlükle bulunması toplulumuzda cinselliğin halen bir tabu olarak görüldüğünü düşündürmektedir. IV.2. Sonuç ve Öneriler Araştırma bulgularına göre cinsel işlev bozukluğu tanısı almış olan kişilerin kişilerarası iletişim tarzlarının cinsel işlev bozukluğu olmayan kişilerden daha olumsuz olduğu, benlik algılarının daha düşük olduğu, daha fazla öfke tepkilerinin olduğu ve genel belirti düzeylerinin daha yüksek olduğu bulunmuştur. Demografik faktörler incelendiğinde kişilerarası iletişim tarzları açısından cinsiyet etkisinin olduğu ve benlik algısı açısından ise yaş ve cinsiyet etkisinin olduğu bulunmuştur. Cinsel işlev bozukluğu tanısı almış olanlarda cinsel işlev bozukluğu olmayan gruba göre öfke değişkenlerinin daha baskın olduğu bulunmuştur. Cinsel işlev bozukluğu olan kadınlarda öfke tepkilerinin kişilerarası iletişim tarzına göre cinsel işlev bozuklukları üzerinde daha fazla yordayıcı gücünün olduğu bulunmuş olup cinsel işlev bozukluğu olmayan kadınlarda ise küçümseyici ve duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzlarının cinsel yaşam kalitesini yordadığı bulunmuştur. Cinse işlev bozukluğu olan erkeklerde ise yine öfke tepkileri yoğun olmakla birlikte öfke duygusunu içeren küçümseyici kişilerarası iletişim tarzının cinsel işlev bozuklukları üzerinde yordama gücünün olduğu görülmüştür. Cinsel işlev bozukluğu olmayan erkeklerde ise kaçıngan kişilerarası iletişim tarzının cinsel yaşam kalitesini yordadığı bulunmuştur. 171 Cinsel işlev bozukluğu olan ve olmayan kadınlarda ve erkeklerde cinsel işlev bozuklukları üzerinde benlik algısı, yaşamdan doyum almama ve kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik değişkenlerinin yordayıcı gücünün olduğu bulunmuştur. Bu araştırmanın bulguları genel olarak değerlendirildiğinde cinsel işlev bozukluğu olanlarda kişilerarası iletişim tarzının sorunlu, öfke düzeylerinin yüksek, benlik algılarının da düşük olduğu söylenebilir. Kişilerarası ilişkiler bağlamında gelişen kendilik algısının, öfke ve kişilerarası iletişim tarzları ile karşılıklı bir etkileşim içinde olduğu ve yine kişilerarası iletişim tarzları ile öfke arasında da bir etkileşim olduğu görülmektedir. Bu çalışmada, bu değişkenlerin cinsel işlev bozuklukları ve cinsel yaşam kalitesi üzerindeki yordayıcılıkları üzerinde çalışılmıştır. Kişilerarası iletişim tarzlarının ve kendilik algısının yaşanılan olaylardan nasıl etkilendiğinin, nasıl bir gelişim ve değişim gösterdiğinin anlaşılması ve psikopatolojideki rollerinin olduğu anlaşılan bu değişkenlerin, hangisinin temel değişken olduğunun anlaşılabilmesi için model sınamasının yapılmasının faydalı olacağı düşünülmektedir. Ayrıca kendilik algısının gelişiminde ve sonraki ilişkilerde önemli bir role sahip olan bağlanma tarzlarının da sonraki çalışmalarda ele alınmasının, incelenmesinin faydalı olacağı düşünülmektedir. Her ne kadar araştırma sonuçlarımıza göre erkeklerde cinsel işlev bozukluğu üzerinde yaşın etkisi bulunmamış olsa da yazında yaş arttıkça ilişkisel problemlerin, daha genç yaşlarda ise kişinin ruhsal durumu ve iç çatışmalarının erektil bozukluk üzerinde daha etkili olduğu bulunmuştur (Corona ve ark., 2004). Bu bağlamda araştırmamızın erkeklerin duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzını ağırlıklı 172 olarak kullandığına ve kadınlara göre daha fazla öfke davranışı sergilediklerine ilişkin bulguları değerlendirildiğinde terapide yaşa göre ilişki ve iletişim özellikleri incelenerek bir çalışma modelinin oluşturulmasının faydalı olacağı düşünülmektedir. Bunların yanısıra daha geniş bir örneklem ile bu değişkenlerin bir sonraki çalışmalarda ele alınmasının bu unsurların daha detaylı bir şekilde incelenmesine olanak tanıyacağı ve sonuçların genellenebilirliğini arttıracağı düşünülmektedir. Mevcut araştırmada çiftlerle çalışılmamıştır. Bundan sonraki çalışmalarda çiftlerle çalışılmasının kişilerarası iletişim tarzlarının çiftin ilişkisi içerisindeki etkileşimini görmek açısından faydalı olacağı düşünülmektedir. Ayrıca cinsellik iki kişi arasında yaşanan bir olgu olduğu, yaşanılan sorunlar sadece kişinin değil ilişkinin sorunu olduğu ve eşlerden birinde meydana gelen cinsel sorunun diğer partnerin de cinsel yaşamını etkilediği için, bundan sonraki çalışmalarda eşler arası iletişimin ve etkileşimin cinsel işlev bozuklukları üzerindeki etkilerini daha detaylı olarak belirleyebilmek amacı ile çiftlerin katılım sağladığı çalışmaların yürütülmesinin daha faydalı olacağı düşünülmektedir. Ayrıca çiftler arasında cinselliğe bakış açısı, cinsel istek ve uyum konularındaki benzerliklerin tedavi sonucunu etkilediği (Hawton, Catalan ve Fagg, 1992) bulunmuş olup tedavide çiftler ile birlikte çalışılmasının daha iyi sonuç alınmasında katkısı olacağı vurgulanmıştır. Bu çalışma bulgularına göre cinsel işlev bozukluklarında kişilerarası iletişim tarzları, öfke tepkileri ve benlik algısı alanlarında daha olumsuz bir örüntünün ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Ayrıca bu alanlarda cinsiyetler arasında da bir farklılık olduğu görülmüştür. Tedavi sürecinde öfke yönetimi, kişilerarası iletişim becerileri ve özsaygıyı güçlendirmeye yönelik müdahalelerin daha sistematik olarak kullanılması tedaviden elde edilen performansı daha olumlu etkileyecektir. İletişimin 173 önemi gözönünde bulundurulduğunda, tedavide iletişim tarzlarının belirlenip, hangi iletşim tarzında sorun yaşandığı tespit edilerek o sorunun değiştirilmesine yönelik müdahaleler geliştirilmesinin faydalı olacağı düşünülmektedir. Nitekim, Hawton, Catalan ve Fagg (1992) da terapide iletişim örüntülerine önem verilmesi gerektiğini, özellikle cinsel tedavi içerisinde duyulara odaklanma programında iletişim ile çalışılmış olunmasının alınan sonuçlarda ilerleme sağlayacağını belirtmişlerdir. Tedavi sürecinde iletişim becerileri, öfke yönetimi ve özsaygının geliştirilmesine önem verilmesi gerektiği gibi, bu alanlarda çalışılırken cinsiyetler arası farklılıkların da gözönünde bulundurulmasının tedaviden elde edilecek sonuç üzerinde önemli olduğu düşünülmektedir. Ayrıca bu değişkenlerin aralarındaki karşılıklı etkileşimlerin varlığı nedeni ile de tedavi sürecinde çiftlerle çalışılırken bu faktörlerin gözönünde bulundurulduğu tedavi modellerinin geliştirilmesinin faydalı olacağı düşünülmektedir. 174 KAYNAKLAR Altıntaş, E., & Gültekin, M. (2005). Psikolojik Danışma Kuramları. İstanbul: Aktüel Yayınları. Aydın, H., & Gülçat, Z. (2004). Türkiye. R. T. Francoeur & R. J. Noonan (Ed) içinde The Continuum Complete International Encyclopedia of Sexuality. New York: Continuum International Publishing Group. Aydın, B., Şirin, A., Yaycı, M., Okrar, M., Yaycı, L. (2002). Gelişim Psikolojisi. İstanbul: Tanıtım Tasarım Yayıncılık Ltd. Şti. Aydın, H. (1998). Cinsellik ve cinsel işlev. C. Güleç, & E., Köroğlu. (Ed). Psikiyatri Temel Kitabı. Ankara: Hekimler Yayın Birliği. Bailey, K. D. (1994). Methods of social research. New York: Free Press. Balkaya, B. (2001). Çok boyutlu öfke envanterinin geliştirilmesi ve bazı semptom grubundaki etkisi. Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Psikoloji Bölümü Uygulama Psikoloji Anabilim Dalı. Yüksek Lisans Tezi. Balkaya, F., & Şahin Hisli, N. (2003). Çok boyutlu öfke ölçeği. Türk Psikiyatri Dergisi, 14(3), 192-202. Barlow, D. H. (1986). Causes of sexual dysfunction: The role of anxiety and cognitive interference. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 54 (2), 140-148. 175 Bartholomew, K., & Horowitz, L. M. (1991). Attachment styles among young adults: A test of a four-category model. Journal of Personality and Social Psychology, 61 (2), 226-244. Baumeister, R. F. (1993). Understanding the inner nature of low self-esteem uncertain, fragile, protective and conflicted. In Roy F. Baumeister, SelfEsteem: The Puzzle of Low Self-Regard, New York: Plenum Press. Beck, J. G. & Bozman, A. W. (1995). Gender differences in sexual desire: The effects of anger and anxiety. Archives of Sexual Behavior, 24 (6),595-612. Blaine, B., & Crocker, J. (1993). Self-esteem and self-serving biases in reactions to positive and negative events: An integrative review. In Roy F. Baumeister, Self-Esteem: The Puzzle of Low Self-Regard. New York: Plenum Press. Bolton, R. (1986). People Skills: How to Assert Yourself, Listen to Others, and Resolve Conflicts. New York: Touchstone Book. Bowlby, J. (1969). Attachment and Loss. (2nd ed.). New York: Basic Books. Bowlby, J. (1973). Attachment and Loss: Separation, anxiety and anger. New York: Basic Books. Bowlby, J. (1980). Attachment and Loss: Sadness and depression. New York: Basic Books. Boyacıoğlu, G. (1994). Üniversite öğrencilerinde kişilerarası şemalar ve depresif belirtiler arasındaki ilişkiler. Yayınlanmamış Doktora Tezi. 176 Boyacıoğlu, G., & Savaşır, I. (1995). Kişilerarası şemalar ölçeğinin geçerlik ve güvenirlik çalışması. Türk Psikoloji Dergisi, 10 (35), 40-58. Bozkurt, A., & Aydın, H. (2005). Cinsellik. Kaplan & Sadock Klinik Psikiyatri, Özet Psikiyatri. B. J. Sadock & V. A. Sadock, Ankara: Güneş Kitabevi. Bozman, A. W. & Beck, J. G. (1991). Covariation of sexual desire and sexual arousal: the effects of anger and anxiety. Archives of Sexual Behavior, 20 (1), 47-60. Bretherton, I. (1992). The origins of attachment theory: John Bowlby and Mary Ainsworth. Developmental Psychology, 28, 759-775. Brotons, F. B., Campos, J. C., Gonzalez-Correales, R., Martı´n-Morales, A., Moncada, I., & Pomerol, J. M. (2004). Core document on erectile dysfunction: key aspects in the care of a patient with erectile dysfunction. International Journal of Impotence Research, 16, 26-39. Brown, J. D. (1998). The self. California: McGraw-Hill. Burger, J. M. (2006). Kişilik. İstanbul: Kaknüs Yayınları. Byers, E. S. (2005). Relationship satisfaction and sexual satisfaction: A longitudinal study of individuals in long-term relationships. The Journal of Sex Research, 42 (2), 113-118. Cassidy, J. (1999). The nature of the child’s ties. J. Cassisdy & P. R. Shaver. Handbook of Attachment. (3-20). New York: Guilford Press. 177 Clement, U., & Pfafflin, F. (1980). Chnages in personality scores among couples sunsequent to sex therapy. Archives of Sexual Behavior, 9(3), 235-244. Collins, N., & Read, S. (1990). Adult attachment, working models and relationship quality in dating couples. Journal of Personality and Social Psychology, 58, 644-663. Corona, G., Mannucci, E., Mansani, R., Petrone, L., Bartolini, M., Giommi, R., Mancini, M., Forti, G., & Maggi, M. (2004). Aging and pathogenesis of erectile dysfunction. International Journal of Impotence Research, 16, 395– 402. Cushman, D. P., & Cahn, D. D. (1985). Communication in Interpersonal Relationships. Albany: State University of New York Pres. Davison, G. C., & Neale, J. M. (2004). Anormal Psikolojisi. (7. Baskı). Çev. ed. İ. Dağ. Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları. Derogatis, L. R., & Meyer, J. K. (1979). A psychological profile of sexual dysfunctions. Archives of Sexual Behavior, 8(3), 201-223. Derogatis, L. R., Meyer, J. K., & King, K. M. (1981). Psychopathology in individuals with sexual dysfunction. American Journal of Psychiatry, 138(6), 757-763. DeVito, J. A. (2002). Messages: Building interpersonal communication skills. 5th ed. Boston: Allyn & Bacon. 178 Dökmen, Ü. (1994). İletişim çatışmaları ve empati. 20. Baskı. İstanbul: Sistem Yayıncılık Durak-Batıgün, A. (2006). İntihar olasılığı ve cinsiyet: İletişim becerileri, yaşamı sürdürme nedenleri, yalnızlık ve umutsuzluk açısından bir inceleme. Proje No: 2003 09 01 021, 2006. Dutton, K. A., & Brown, J. D. (1997). Gobal self-esteem and specific self-view as determinants of people’s reactions to success and failure. Journal of Personality and Social Psychology, 73(1), 139-148. Evans, F. B. (1996). Harry Stack Sullivan: Interpersonal Theory and Psychotherapy. New York: Routledge. In Book Forum (1998). American Journal of Psychiatry, 155 (6), 846-854. Feeney, J., & Noller, P. (1990). Attachment styles as a predictor of adult romantic relationship. Journal of Personality and Social Psychology, 58 (2), 281-291. Freeman, A., & Dattilio, F. M. (1992). Comprehensive Casebook of Cognitive Therapy. New York: Plenum Press. Fugl-Meyer A. R., Lodnert, G., Branholm, I-B, & Fugl-Meyer K. S. (1997). On life satisfaction in male ED. International Journal of Impotence Reserach, 9, 141–148. Geçtan, E. (2000). Psikanaliz ve Sonrası. İstanbul: Remzi Kitabevi. 179 Gordon, T. (1970). Parent Effectiveness Training; The No-lose Program For Raising Responsible Children. New York: P. H. Wyden. Green, S. B., & Salkind, N. J. (2008). Using SPSS for Windows and Macintosh analyzing and understanding data. (5th ed.). New Jersey: Pearson Prentice Hall. Halgin, R. P., & Whitbourne, S. K. (1993). Abnormal Psychology: The Human Experience of Psychological Disorders. Chicago: Brown & Benchmark Publishers. Hartley, P. (1993). Interpersonal Communication. New York: Routledge. Hawton, K., Catalan, J., & Fagg, J. (1992). Sex therapy for erectile dysfunction: Characteristics of couples, treatment outcome and prognostic factors. Archives of Sexual Behavior, 21(2), 161-175. Hortaçsu, N. (2003). Çocuklukta İlişkiler: Ana Baba, Kardeş ve Arkadaşlar. İstanbul: İmge Kitabevi İmamoğlu, S., & İmamoğlu, E. O. (2006). Relationships between general and context-specific attachment orientations in a Turkish sample. The Journal of Social Psychology, 146 (3), 261-274. İmamoğlu, E. O., & İmamoğlu, S. (2007). Relationships between attachment security and self-construal orientations. The Journal of Psychology, 141 (5), 539-558. 180 İncesu, C. (1998a). Cinsel İşlevin Fizyolojisi. N. Yetkin ve C. İncesu, Cinsel Sorunlara Genel Yaklaşım, Cinsel İşlev Bozuklukları Monograf Serisi 1, İstanbul: Roche. İncesu, C. (1998b). Kadınlarda Azalmış (Hipoaktif) Cinsel İstek ve Cinsel Tiksinti Bozuklukları. N. Yetkin ve C. İncesu, Cinsel Sorunlara Genel Yaklaşım, Cinsel İşlev Bozuklukları Monograf Serisi 3, İstanbul: Roche. İncesu, C. (2007). Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığı Alanında Ulusal ve Yerel Medya Yoluyla Savunuculuk Projesi: Cinsel Yaşam ve Sorunları, Bilgilendirme Dosyası, Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği. Kaplan, H. S. (1987). The Illustrated Manual of Sex Therapy. 2nd ed. USA: Brunner/Mazel. Kay, J., & Tasman, A. (2006). Essentials of Psychiatry. England: John Wiley & Sons, Ltd. (p.699) Kelly, M. P., Strassberg, D. S., & Turner, C. M. (2004). Communication and associated relationship issues in female anorgasmia. Journal of Sex & Marital Therapy, 30, 263-276. Kelly, M. P., Strassberg, D. S., & Turner, C. M. (2006). Behavioral assessment of couples’ communication in female orgasmic disorder. Journal of Sex & Marital Therapy, 32, 81-95. 181 Kısaç, İ. (1997). Üniversite öğrencilerinin bazı değişkenler açısından sürekli öfke ve öfke ifade biçimlerinin incelenmesi. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Ana Bilim Dalı. Doktora tezi. Kilmann, P. R., Mills, K. H., Caid, C., Davidson, E., Bella, B., Milan, R., Drose, G., Boland, J., Follingstad, D., Montgomery, B., & Wanlass, R. (1986). Treatment of secondary orgasmic dysfunction: An outcome study. Archives of Sexual Behavior, 15 (3), 211-229. Kitayama, S., Markus, H. R., & Matsumoto, H. (1995). Culture, self and emotion: A cultural perspective on “self-conscious” emotions. J. P. Tangney & K. W. Fischer (Ed by). Self-concious emotions. New York: The Guilford Press. Kora, K. (2001). Erektil işlev bozukluğunda mitlerin ve performansın anksiyetesinin rolü. D. Şahin & A. Kayır (ed.), Sık Görülen İki Cinsel İşlev Bozukluğu: Vajinismus ve Erken Boşalmada Değerlendirme, Tanı ve Tedaviler, İstanbul: Roche. (p. 43). Köroğlu, E. (1994). Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı, DSM-IV. (4. Baskı), Hekimler Yayın Birliği. Lau, J. T. F., Yang, X., Cheng, Y., & Wang, Q. (2006). Co-occurrence of sexual dysfunction within young married couple dyads living in rural China: a population-based study. International Journal of Impotence Research, 18, 150–159. 182 Litzinger, S., & Gordon, K. C. (2005). Exploring relationships among communication, sexual satisfaction and marital satisfaction. Journal of Sex and Marital Therapy, 31, 409-424. Maner, F. (2001). Yeme Bozukluklarında Cinsel İşlev Bozuklukları. D. Şahin & A. Kayır (ed.), Sık Görülen İki Cinsel İşlev Bozukluğu: Vajinismus ve Erken Boşalmada Değerlendirme, Tanı ve Tedaviler, İstanbul: Roche. (p. 47) Markus, H. (1977). Self-schemata and processing information about the self. Journal of Personality and Social Psychology, 35 (2), 63-78. Markus, H. (1983). Self-knowledge: An expanded view. Journal of Personality, 51, 543-565. Markus, H. & Wurf, E. (1987). The dynamics of self-concept: A social psychological perspective. Annual Review of Psychology, 38, 299-337. Matthews, D.W. (1993). Relationship Basics. North Carolina: North Carolina Cooperative Extension Service. Metz, M. E., & Epstein, N. (2002). Assessing the role of relationship conflict in sexual dysfunction. Journal of Sex and Marital Therapy, 28 (2), 139-164. Meuleman, E. J. H., & Van Lankveld J. J. D. M. (2005). Hypoactive sexual desire disorder: an underestimated condition in men. BJU International, 95 (3), 291296. 183 Mikulincer, M. (1998). Adult attachment style and affect regulation: Strategic variationsin self-appraisals. Journal of Personality and Social Psychology, 75 (2), 420-435. Milan, R. J., Kilmann, P. R., & Boland, J. P. (1988). Treatment outcome of secondary orgasmic dysfunction: A two- to six-year follow-up. Archives of Sexual Behavior, 17(6), 463-480. Myers, D. G. (1996). Social Psychology. (Fifth edition). New York: McGraw-Hill Companies, Inc. Myers, G. J. & Myers, M. T. (1992). The Dynamics of Human Communication: A laboratory approach. New York: McGraw Hill, Inc. Nicolosi, A., Laumann , E. O., Glasser, D. B., Moreira, E. D., Paik, A.,Gingell, C. (2004). Sexual behavior and sexual dysfunctions after age 40: The global study of sexual attitudes and behaviors. Urology, 64, 991–997. Oyserman, D. (2001). Self-concept and identity. In A. Tesser & N. Schwarz (Eds.), Blackwell Handbook of Social Psychology: Intraindividual Processes (pp. 499-517). Oxford, UK: Blackwell. Özkan, M. B. (2001). Fiziksel Hastalıklarda Cinsel Sorunlar. D. Şahin & A. Kayır (ed.), Sık Görülen İki Cinsel İşlev Bozukluğu: Vajinismus ve Erken Boşalmada Değerlendirme, Tanı ve Tedaviler, İstanbul: Roche. (p. 13-14) 184 Park, H. S., & Salmon, C. T. (2005). A test of the third-person effect in public relations: Application of social comparison theory. Journalism & Mass Communication Quarterly, 82 (1), 25-43. Parkinson, B. (1996). Emotions are social. British Journal of Psychology, 87, 663683. Power, M., & Dalgleish, T. (1998). Cognition and Emotion: From order to disorder. Sussex: Taylor& Francis Psychology Press. Purnine, D. M., & Carey, M. P. (1997). Interpersonal communication and sexual adjustment: The roles of understanding and agreement. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 65 (6), 1017-1025. Pyszynski, T., Solomon, S., Greenberg, J. (2003). Terror management theory: An evolutionary existential account of human behavior. In Pyszynski, T., Solomon, S., Greenberg, J., In the Wake of 9/11: The Psychology of Terror (Chapter 2), APA Washington, DC. Rancer, A. S., Kosberg, R. L., & Silvestri, V. N. (1992). The relationship between self-esteem and aggressive communication predispositions. Communication Research Reports, June, 23-32. Rosenheim, E., & Neumann, M. (1981). Personality charactreistics of sexually dysfunctioning males and theri wives. The Journal of Sex Research, 17 (2), 124-138. 185 Ruble, D. N., Eisenberg, R., & Higgins, E. T. (1994). Developmental changes in achievement evaluation: Motivational implications of self-other differences. Child Development, 65, 1095-1110. Rust, J., & Golombok, S. (1986). The GRISS: A psychometric instrument for the assessment of sexual dysfunction. Archives of Sexual Behavior, 15 (2), 157165. Sadock, V. A. (2007). Normal insan cinselliği, cinsel işlev ve cinsel kimlik bozuklukları. Kaplan ve Sadock’s Comprehensive Textbok of Psychiatry (8. Baskı), Ed. Sadock, B. J. & Sadock, V. A. (Çeviri: Aydın, H. & Bozkurt, A.) Ankara: Güneş Kitabevi. Safran, J. D. (1990). Towards a refinement of cognitive therapy in light of interpersonal theory: I. Theory. Clinical Psychology Review, 10 (1), 87-105. Safran, J. D., & Segal, Z. V. (1990). Interpersonal Process in Cognitive Therapy. New York: Basic Books, Inc. Publishers. Savaşır, I., & Şahin, N. H. (1997). Bilişsel-Davranışçı Terapilerde Değerlendirme: Sık Kullanılan Ölçekler. Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları. Saymaz, İ. (2003). Üniversite öğrencilerinin kişilerarası ilişkileri ve bağlanma stilleri arasındaki ilişkinin incelenmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul. 186 Sır, A., Şahin, H., Özen, Ş., Özkan, M., Gedik, A., & Bircan, K. (1998). Erkekte erektil bozukluk ve organik nedene bağlı erektil bozuklukların ayrımı. Klinik Paikofarmakoloji Bülteni, 8 (3), 163-167. Siegel, J. M. (1986). The multidimensional anger inventory. Journal of Personality and Social Psychology, 5 (1), 191-200. Soygüt, G., & Türkçapar, H. (2001). Antisosyal kişilik bozukluğunda kişilerarası şema örüntüleri: Bilişsel kişilerarası bir bakış. Türk Psikoloji Dergisi, 16 (47), 55-66. Soykan, Ç. (2003). Öfke ve öfke yönetimi. Kriz Dergisi, 11 (2), 19-27. Stamogiannou, I., Grunfeld, E. A., Denison, K., & Muir, G. (2005). Beliefs about illness and quality of life among men with erectile dysfunction. International Journal of Impotence Research, 17, 142–147. Stimson, A., Stimson, J., & Dougherty, W. (1980). Female and male sexuality and self-esteem. The Journal of Social Psychology, 112, 157-158. Sullivan, H. S. (1953). Interpersonal theory of psychiatry. New York: Norton, W.W. & Company, Inc. Sungur, M. (1998). Cinsel İşlev Bozuklukları. Psikiyatri Temel Kitabı (Cilt 2). Ed. Cengiz Güleç & Ertuğrul Köroğlu. Ankara: Hekimler Yayın Birliği. 187 Swindle, R., Cameron, A., & Rosen, R. (2006) A 15-item short form of the psychological and ınterpersonal relationship scales. International Journal of Impotence Research, 18, 82–88 Şahin, D. (2001a). Cinsel işlev bozukluklarının psikolojik nedenleri. D. Şahin & A. Kayır (ed.), Sık Görülen İki Cinsel İşlev Bozukluğu: Vajinismus ve Erken Boşalmada Değerlendirme, Tanı ve Tedaviler, İstanbul: Roche. (p. 40). Şahin, D. (2001b). Erken boşalmanın psiko-sosyal nedenleri. D. Şahin & A. Kayır (ed.), Sık Görülen İki Cinsel İşlev Bozukluğu: Vajinismus ve Erken Boşalmada Değerlendirme, Tanı ve Tedaviler, İstanbul: Roche. (p. 51). Şahin, D. (2001c). Vajinismusun psikososyal nedenleri. D. Şahin & A. Kayır (ed.), Sık Görülen İki Cinsel İşlev Bozukluğu: Vajinismus ve Erken Boşalmada Değerlendirme, Tanı ve Tedaviler, İstanbul: Roche. (p. 97). Şahin, D. (2001d). Vajinismusun psikodinamik nedenleri. D. Şahin & A. Kayır (ed.), Sık Görülen İki Cinsel İşlev Bozukluğu: Vajinismus ve Erken Boşalmada Değerlendirme, Tanı ve Tedaviler, İstanbul: Roche. (p. 101). Şahin, D., & Kayır, A. (1998). Vajinismus olguları ile bir grup psikoterapisi süreci. Nöropsikiyatri Arşivi, 35(1), 55-60. Şahin, N. H., Durak, A., & Şahin, N. (1993). Bir grup banka personelinde işdoyumu ve stres. Basılmamış araştırma raporu. 188 Şahin, N. H., Durak, A., & Yasak-Gültekin, Y. (1994). Interpersonal style, loneliness and depression. 23rd International Congress of Applied Psychology, July 17-22, Madrid, Spain. Şahin, N. H., Batıgün, D. A. & Uğurtaş, S. (2002). Kısa Semptom Envanteri (KSE): Ergenler İçin Kullanımının Geçerlik, Güvenilirlik ve Faktör Yapısı. Türk Psikiyatri Dergisi,13 (2),125-135. Şahin, N. H., & Durak, A. (1994). Kısa Semptom Envanteri: Türk Gençleri için Uyarlanması. Türk Psikoloji Dergisi, 9 (31), 44-56. Şahin, N. H., Koc, V., Ergün, H., Düzgün, G., Uzun, C., Çeri, Ö, Karslı, E., & Örflü, P. (2007). Kişilerarası İletişim Tarzı Ölçeği: Geçerlik ve güvenirlik çalışması. Yayınlanmamış araştırma. Thompson, R. A. (1999). Early attachment and later development. J. Cassisdy & P. R. Shaver. Handbook of Attachment. (265-286). New York: Guilford Press. Tuğrul, C. & Kabakçı, E. (1997). Vajinismusu olan ve olmayan kadınların bazı özellikleri. Türk Psikoloji Dergisi, 12(40), 39-55. Tuğrul, C. (1998). Cinsel işlev bozukluklarının psikolojik nedenleri. N. Yetkin ve C. İncesu, Cinsel Sorunlara Genel Yaklaşım, Cinsel İşlev Bozuklukları Monograf Serisi 2, İstanbul: Roche. Tuğrul, C., Öztan, N., & Kabakçı, E. (1993). Golombok-Rust Cinsel Doyum Ölçeği’nin Standardizasyon Çalışması. Türk Psikiyatri Dergisi, 4 (2), 83-88. 189 Yetkin, N. (1998). Cinsel öykü alma ve cinsel işlevin değerlendirilmesi. N. Yetkin ve C. İncesu, Cinsel Sorunlara Genel Yaklaşım, Cinsel İşlev Bozuklukları Monograf Serisi 1, İstanbul: Roche. Yetkin, N. (2001). Erken boşalma ve tedavisi. D. Şahin & A. Kayır (ed.), Sık Görülen İki Cinsel İşlev Bozukluğu: Vajinismus ve Erken Boşalmada Değerlendirme, Tanı ve Tedaviler, İstanbul: Roche. (p. 57). 190 ÖZET Bu çalışmanın amacı, cinsel işlev bozukluğu ile kişilerarası iletişim tarzı, kendilik algısı ve öfke arasındaki ilişkinin incelenmesidir. Böylece, cinsel işlev bozuklarının gelişmesi ve sürdürülmesinde bu faktörlerin nasıl bir etkisinin olduğunun saptanması hedeflenmiştir. Çalışmanın örneklemini, 18-53 yaş arası cinsel işlev bozukluğu tanısı alan 95 kişi ve cinsel işlev bozukluğu olmayan 95 kişi olmak üzere toplam 190 kişi oluşturmuştur. Araştırmanın hipotezlerini sınamak amacı ile kişilerarası iletişim tarzını ölçmek için Ankara Üniversitesi Uygulamalı Psikoloji Yüksek Lisans Programı öğrencilerinin geliştirdikleri “Kişilerarası İletişim Tarzı Ölçeği”, kendilik algısını ölçmek amacı ile Şahin ve Şahin (1994) tarafından Türkçe uyarlaması yapılmış olan “Sosyal Karşılaştırma Ölçeği”, öfke değişkenini ölçmek için Siegel (1986) tarafından geliştirilen “Çok Boyutlu Öfke Ölçeği” kullanılmıştır. Cinsel işlev bozukluğunu ölçmek için ise Rust ve Golombok (1983) tarafından geliştirilmiş olan ve Tuğrul, Öztan ve Kabakçı (1993) tarafından uyarlanan “Golombok-Rust Cinsel Doyum Ölçeği” kullanılmıştır. Bunların yanı sıra katılımcıların demografik bilgilerini elde edebilmek amacı ile “Kişisel Bilgi Formu” ve genel psikolojik belirtilerini taramak amacı ile ise “Kısa Semptom Envanteri” uygulanmıştır. Araştırma sonuçlarına göre cinsel işlev bozukluğu olan grubun cinsel işlev bozukluğu olmayan gruba göre öfke düzeyleri, kişilerarası iletişim tarzları, benlik algıları ve genel psikolojik belirtileri açısından daha yüksek puanlar aldıkları bulunmuştur. Regresyon analizleri incelendiğinde; cinsel işlev bozukluğu olan kadınlarda intikama yönelik öfke tepkileri, benlik algısı, yaşamdan doyum almama 191 ve kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik değişkenlerinin; cinsel işlev bozukluğu olan erkeklerde ise saldırgan davranışlar, küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı, benlik algısı, yaşamdan doyum almama ve kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik değişkenlerinin cinsel işlev bozukluklarını yordadığı bulunmuştur. Cinsel işlev bozukluğu olmayan kadınlarda küçümseyici kişilerarası iletişim tarzı, duygudan kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı, benlik algısı, yaşamdan doyum almama, kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik ve somatizasyon değişkenlerinin; cinsel işlev bozukluğu olmayan erkeklerde ise kaçıngan kişilerarası iletişim tarzı, benlik algısı, yaşamdan doyum almama, kişilerarası ilişkilerden duyulan memnuniyetsizlik ve olumsuz benlik değişkenlerinin cinsel yaşam kalitesini yordadığı bulunmuştur. Tüm sonuçlar genel olarak değerlendirildiğinde, bulgular, olumsuz kişilerarası iletişim tarzı, yüksek öfke düzeyi ve olumsuz benlik algısının cinsel işlev bozuklukları ile ilişkili olabileceği şeklinde yorumlanmıştır. 192 ABSTRACT The purpose of this study is to examine the relationship of interpersonal communication style, self-perception and anger with the sexual dysfunctions. By this way, it is intended that how these factors influence the development and perpetuating of sexual dysfunctions. The sample consists of 190 people who are between the ages of 18-53 years old. Ninethy five people of sample have been diagnosed with sexual dysfunctions and 95 people don’t have any sexual problems. In order to verify the hypotheses of the study, “Interpersonal Communication Style Inventory” was used which was developed by the students of Ankara University Clinical Psychology Master Program. Besides that in order to assess the self-perception “Social Comparison Scale” was used which was adapted by Şahin and Şahin (1994) and to measure the anger variable “Multidimensional Anger Inventory” was used which was developed by Siegel (1986). In order to measure the sexual dysfunctions “Golombok-Rust Inventory of Sexual Satisfaction” (GRISS) was used which was developed by Rust and Golombok (1983) and adapted by Tuğrul, Öztan and Kabakçı (1993). Furthermore in order to get the demographic information of participants “Personal Information Form” and to search the psychological symptoms of participants “Brief Symptom Inventory” was used. According to results, the score of people with sexual dysfunction on anger, interpersonal communication style, self-perception and brief symptom inventory was found higher than the score of people without sexual dysfunction. When the regression analyses were examined, it was seen that, in women with sexual dysfunction, sexual dysfunction was predicted by revengeful reactions, selfperception, dissatisfaction from life and interpersonal relationship. In men with with 193 sexual dysfunction, sexual dysfunction was predicted by aggressive behavior, sarcastic interpersonal style, self-perception, dissatisfaction from life and interpersonal relationship. In women without sexual dysfunction, sarcastic and emotional avoidant interpersonal style, self-perception, dissatisfaction from life and interpersonal relationship, somatic complaints predicted sexual satisfaction. In men without sexual dysfunction, avoidant interpersonal style, self-perception, dissatisfaction from life and interpersonal relationship, negative self predicted sexual satisfaction. It was concluded that negative interpersonal relationship style, anger and negative self-concept is in correlation with sexual dysfunctions. 194 EKLER Ek 1. Veri Toplama Araçları Bu çalışma, insanların kişilerarası ilişki tarzları ile duygu durumları arasındaki ilişkiyi araştırmaktadır. Ülkemizde bu alanda sınırlı sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmadan elde edilecek sonuçlar, alanda yapılacak yeni araştırmalara ve olası yeni tedavi yöntemlerine ilişkin veri sağlaması açısından önem arz etmektedir. Soruların doğru ya da yanlış cevabı bulunmamaktadır. Lütfen her maddeyi eksiksiz ve içten bir şekilde doldurunuz. Değerlendirmeler grup temelinde olacağından ankette kimliğinizi belirtecek bilgiler istenmemektedir. Katılımınız için çok teşekkür ederiz. Bu çalışma ile ilgili bilgi almak istediğiniz taktirde aşağıdaki iletişim bilgilerini kullanabilirsiniz. Ankara Üniversitesi Klinik Psikoloji Yüksek Lisans Öğrencisi Psikolog Emel ALKAN e-mail: [email protected] Tez Danışmanı Prof. Dr. Nesrin HİSLİ ŞAHİN 195 Kişisel Bilgi Formu 1- Yaş: ……………. 2- Cinsiyet: K E 3- Eğitim Durumunuz: Okur-Yazar Değil İlkokul Ortaokul Lise Üniversite Doktora 4- Ortalama aylık net geliriniz? 500 YTL ve altı 501-1000 YTL 2001-2500 YTL 2501-3000YTL Okur-Yazar Yüksek Lisans 1001-1500 YTL 3001 YTL ve üstü 1501-2000 YTL 5- Şu anda bir işte çalışıyor musunuz? Evet Hayır Emekli Emekli-Çalışıyor 6- Medeni Durumunuz: Bekar (Hayatımda kimse yok) var) Sözlü-Nişanlı Evli Evli-ayrı yaşıyor Boşanmış 7- Evli iseniz, evliliğinizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Çok iyi İyi Orta Kötü Bekar (ilişkisi/sevdiği Dul Çok Kötü 8- Bekar, ama sözlü, nişanlı ya da herhangi tür bir ilişkiniz varsa, bu ilişkinizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Çok iyi İyi Orta Kötü Çok Kötü 9- Bekar, ama karşı cinsten biriyle hiçbir tür bağınız yoksa, bu durumunuzu nasıl değerlendiriyorsunuz? Çok iyi İyi Orta Kötü Çok Kötü 10- Çocuk: Yok Var ……..tane 11- Kardeş sayısı (Kendiniz dahil): ……Erkek ……Kız 196 12- İçinde büyüdüğünüz ailenizin, size ne türden bir ilgi ve yakınlık gösterdiğini düşünüyorsunuz? Çok iyi İyi Orta Kötü Çok Kötü 13- Ekonomik açıdan kendinizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Çok iyi İyi Orta Kötü 14- Alkol kullanıyor musunuz? Hiç Nadiren zaman Arada sırada 15- Uyuşturucu vb. madde kullanıyor musunuz? Hiç Nadiren Arada sırada zaman Çok Kötü Sıklıkla Her Sıklıkla Her 16- Genel olarak diğer insanlarla olan ilişkinizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Çok iyi İyi Orta Kötü Çok Kötü 17- Karşı cinsle genel olarak ilişkinizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Çok iyi İyi Orta Kötü Çok Kötü 18- Kendinizi fiziksel olarak nasıl görüyorsunuz? Çok iyi İyi Orta Kötü Çok Kötü 19- Kendinizi ruh sağlığı açısından nasıl görüyorsunuz? Çok iyi İyi Orta Kötü Çok Kötü 20- Kendinizi yalnız hissettiğiniz oluyor mu? Hiç Nadiren Arada sırada zaman 21- Yakın arkadaşınız var mı? Çok fazla Epey var Orta derecede var Sıklıkla Biraz var 22- Genel olarak hayatınızı nasıl değerlendiriyorsunuz? Çok iyi İyi Orta Kötü Her Hiç yok Çok Kötü 23- Gelecek 5 yıl içerisinde yaşamınızın nasıl olacağını düşünüyorsunuz? 197 Çok iyi İyi Orta Kötü Çok Kötü 24- Herhangi bir psikiyatrik hastalığınız ya da psikolojik rahatsızlığınız var mı? (Yoksa 31. soruya geçebilirsiniz.) Yok Var (Belirtiniz……………………………………….) 25- Psikiyatrik hastalığınız ya da psikolojik rahatsızlığınız varsa, başlangıç zamanı? ……….. 26- Psikiyatrik hastalığınız ya da psikolojik rahatsızlığınız varsa, tedavi görüyor musunuz? Evet Hayır 27- Bu rahatsızlığınıza ilişkin tedavi görüyorsanız, ne zaman başladınız? ……….. 28- Tedavi içerisinde ilaç tedavisi de var mı? Evet Hayır 29- İlaç kullanıyorsanız, ne zamandır kullanıyorsunuz? ……….. 30- Başka bir psikiyatrik hastalığınız ya da psikolojik rahatsızlığınız var mı? Yok Var (Belirtiniz……………………………………….) 31- Daha önce psikiyatrik tedavi gördünüz mü? Evet Hayır 32- Herhangi bir tıbbi hastalığınız var mı? Yok Var (Belirtiniz……………………………………….) 33- Ailenizde herhangi bir psikiyatrik hastalığı olan var mı? Yok Var (Belirtiniz……………………………………….) 34- Ailenizde herhangi bir tıbbi hastalığı olan var mı? Yok Var (Belirtiniz……………………………………….) 198 Kişilerarası İletişim Tarzı Ölçeği YÖNERGE (AÇIKLAMA) Lütfen her ifadeyi dikkatle okuyup, sizi ne kadar tanımladığını sağ tarafındaki seçeneklerden birini işaretleyerek belirtiniz. Lütfen boş bırakmayınız. Seçeneklerde "doğru" ya da "yanlış" diye bir değerlendirme yoktur, önemli olan sizin kendinizi nasıl tanımladığınızdır. Lütfen isim yazmayın. Katkılarınız için çok teşekkür ederiz. Sizi ne kadar tanımlıyor 0% 1 İnsanlarla konuşurken iğneleyici sözler söylemekten çekinmem. 25% 50% 75% 100% (1) (2) (3) (4) (5) 2 Problemini anlatan bir kişinin, duygularından bahsetmesinden rahatsız olurum. ( 1 ) ( 2 ) ( 3 ) ( 4 ) ( 5 ) 3 Problem yaşadığım bireyin ne hissettiğiyle ilgilenmem. (1) (2) (3) (4) (5) 4 Karşımdaki insanı, yapmasını istediğim davranış konusunda zorlarım. (1) (2) (3) (4) (5) 5 İnsanlara emir vererek bir işi daha çabuk yaptırabileceğimi düşünürüm. (1) (2) (3) (4) (5) 6 Kendi çıkarım için başkalarına hoş sözler söylemekten kaçınmam. Eleştirilmemek ya da reddedilmemek için kendi doğrularımı kendime 7 saklarım. 8 İstediklerimi yapmaları için gerektiğinde insanlara gözdağı veririm. (1) (2) (3) (4) (5) (1) (2) (3) (4) (5) (1) (2) (3) (4) (5) 9 Karşımdaki bireyle konuşurken onu küçük düşürücü ifadeler kullandığım olur. ( 1 ) ( 2 ) ( 3 ) ( 4 ) ( 5 ) 10 Sorduğum sorularla karşımdakini sıkıştırmaktan hoşlanırım. (1) (2) (3) (4) (5) 11 İnsanları dinlerken, sık sık sıkılıp konuyu değiştirmeye çalışırım. (1) (2) (3) (4) (5) 12 Birilerini dinlerken genelde elimde bir şeylerle oynuyor olurum. (1) (2) (3) (4) (5) 13 Birini dinlerken oturduğum yerde kıpırdanmadan duramam. (1) (2) (3) (4) (5) 14 Haksız olsam da karşımdaki kişi ne derse desin, kendimi savunurum. (1) (2) (3) (4) (5) 15 Karşımdaki kişiye açıklama yapmaktansa, doğrudan ne yapması gerektiğini söylemeyi tercih ederim. (1) (2) (3) (4) (5) 16 Sohbet sırasında birini dinlemek istemesem de dinliyormuş gibi görünürüm. İnsanlarla çatışmaktan ve aramızda var olan problemleri tartışmaktan 17 kaçınırım. 18 İnsanlarla sorunlarımı çözerken, kendi ihtiyaçlarımı ön planda tutarım. (1) (2) (3) (4) (5) 19 İnsanlara istediğim bir şeyi yaptırmak için onları pohpohlarım. (1) (2) (3) (4) (5) 20 Sinirlendiğimde sonradan pişman olacağım sözler söylerim. (1) (2) (3) (4) (5) 21 Biri beni eleştiriyorsa “asıl sen kendine bak” derim. (1) (2) (3) (4) (5) 22 Arkadaşlarıma kendi taktığım isimlerle seslenirim. (1) (2) (3) (4) (5) 23 Dertlerini anlatan arkadaşıma, bunları boş vermesini söylerim. (1) (2) (3) (4) (5) 24 Genellikle karşımdakileri dinlerken hiç soru sormam. (1) (2) (3) (4) (5) 25 Karşımdakileri eleştirmekten kaçınmam. (1) (2) (3) (4) (5) 26 İnsanlarla konuşurken duygularımı gizlemeye çalışırım. (1) (2) (3) (4) (5) 27 Başkalarının hatalarını görürsem yüzlerine vururum. (1) (2) (3) (4) (5) (1) (2) (3) (4) (5) (1) (2) (3) (4) (5) 199 Sizi ne kadar tanımlıyor 0% 25% 50% 75% 100% 28 Karşımdakilerin sorunlarını dinlemekten kaçınırım. (1) (2) (3) (4) (5) 29 Başka insanların beğendiğim özelliklerini övmekten çekinirim. (1) (2) (3) (4) (5) 30 Birini dinlerken anlamadığım ya da kaçırdığım bir yer olduğunda, sözünü kesip anlayamadığımı ya da kaçırdığımı söyleyemem. (1) (2) (3) (4) (5) 31 Söylediklerimin aynen yapılmasını beklerim. (1) (2) (3) (4) (5) 32 İnsanların çoğunun aptal olduğuna inanırım. (1) (2) (3) (4) (5) 33 Öfkelendiğimde genellikle bağırıp çağırırım. (1) (2) (3) (4) (5) 34 Eğer bir kişiye kızmışsam öfkemi başkalarından çıkarırım. (1) (2) (3) (4) (5) 35 Birisiyle konuşurken göz teması kurmaktan rahatsız olurum. (1) (2) (3) (4) (5) 36 Birini dinlemek istemezsem ilgisiz sorularla geçiştirmeye çalışırım. (1) (2) (3) (4) (5) 37 Sıkıcı konular açıldığında; konuyu hemen değiştiririm. (1) (2) (3) (4) (5) 38 Sıklıkla konuşulan konu sonlanmadan başka bir konuya geçtiğimi fark ettiğim olmuştur. (1) (2) (3) (4) (5) 39 Kişilerarası sorunumu çözerken, karşımdakini anlamak zorunda olmadığımı düşünürüm. (1) (2) (3) (4) (5) 40 Genelde, almak istediğim cevabı alacağım türden sorular sorarım. (1) (2) (3) (4) (5) 41 İnsanlar yaptığım övgüleri hak etmeseler de onları överim. (1) (2) (3) (4) (5) 42 Biriyle tartışırken, tek amacım o tartışmayı kazanmaktır. (1) (2) (3) (4) (5) 43 Karşımdakilerle içten içe alay etmekten hoşlanırım. (1) (2) (3) (4) (5) 44 İnsanlara nasihat vermeyi severim. (1) (2) (3) (4) (5) 45 İnsanların dış görünüşleri, onlara karşı davranışlarımı/konuşma biçimimi/ilişkilerimi belirler. (1) (2) (3) (4) (5) 46 İnsanlar, istediklerimi yapmazlarsa onlara küseceğimi bilirler. (1) (2) (3) (4) (5) 47 Arkadaşlarıma isim takmaktan hoşlanırım. (1) (2) (3) (4) (5) 48 Karşımdakini sorguya çekiyormuşum gibi sorular sorarım. (1) (2) (3) (4) (5) 49 Çoğu zaman isteklerimi yaptırmak için insanlara karşı tehditkar olurum. (1) (2) (3) (4) (5) 50 Karşımdaki kişi ile aynı düşünceleri paylaşmadığımda söylediklerini sonuna kadar dinleyemem. (1) (2) (3) (4) (5) 51 Çevremdeki insanları kendi istek ve gereksinimlerime göre yönlendiririm. (1) (2) (3) (4) (5) 52 Başkalarına emirler vermekten hoşlanırım. (1) (2) (3) (4) (5) 53 Karşımdakini dinlerken aklımda başka düşünceler olsa da onu anlıyormuş gibi (1) (2) (3) (4) (5) görünmeye devam ederim. 54 Çok öfkeli olduğum zaman gözüm hiç kimseyi görmez. (1) (2) (3) (4) (5) 55 Başkasıyla konuşurken, cevabını pek önemsemediğim halde sorular sorarım. (1) (2) (3) (4) (5) 56 Birileri benimle tartışırsa sonunda kırılabileceklerini bilirler. (1) (2) (3) (4) (5) 57 İnsanların çoğunun riyakar olduğuna inanırım. (1) (2) (3) (4) (5) 200 Sizi ne kadar tanımlıyor 0% Birisi bana sorunlarını anlatmaya başladığında içimden “umarım fazla 58 uzatmaz” diye geçiririm. 59 25% 50% 75% 100% (1) (2) (3) (4) (5) İsteklerimi soru şeklinde (yapar mısın, eder misin gibi) yöneltmek yerine doğrudan (yap, et gibi) ifade etmeyi tercih ederim. (1) (2) (3) (4) (5) 60 Kendi düşüncelerimi savunmak için gerekirse karşımdakini kırarım. (1) (2) (3) (4) (5) Çok Boyutlu Öfke Ölçeği (Öfkeyle İlişkili Davranışlar Alt Ölçeği) Sizi öfkelendiren bir durumda kaldığınızda aşağıdaki davranışları ne sıklıkla gösterirsiniz? Hiç Nadiren Arada Sıklıkla Her sırada zaman 1. Soğukkanlılığımı korurum. 2. Sinirimi boşaltmaya çalışırım. 3. Bana nasıl böyle bir haksızlık yapıldığını düşünürüm. 4. Kontrolümü kaybedeceğim düşüncesine kapılırım. 5. Bunlar başıma neden geliyor diye düşünürüm. 6. Ne yapacağımı düşünürüm. 7. Sağa-sola vururum. 8. Çözüme yönelik düşünmeye başlarım. 9. İnsanlar bana bağırırsa ben de onlara bağırırım. 10. Benimle aynı fikirde olmayan insanlarla tartışmaya girmekten kendimi alamam. 11. Şiddet gösteririm. 12. Gözüme bir şey gözükmez. 13. En iyi savunma saldırıdır diye düşünürüm. 14. Unutmaya çalışırım. 15. Herkes kadar ben de kavga ederim. 16. Haklarımı korumak için fiziksel şiddete başvurmam gerekirse, yaparım. 17. Daha da sakinleşmeye çalışırım. 18. Kendime sürekli sakin ol diye telkinlerde bulunurum. 19. Sakinleşmek için olayın nedenlerini sorgularım. 201 Hiç Nadiren Arada Sıklıkla Her sırada zaman 20. Kendi kendine geçmesini beklerim. 21. Kendimi sakinleştirmeye çalışırım. 22. Hoşlanmadığım fikirlerimi örtbas etmeye çalışırım. 23. Umutsuzluğa düşerim. 24. Kendimden başka bir şey düşünemem. 25. Öfkemi göstermem. 26. Soğukkanlılığımı kaybettiğim zaman, birine tokat atabilirim. Çok Boyutlu Öfke Ölçeği (Kişilerarası Öfke Alt Ölçeği) Sizi öfkelendiren bir insan karşısında aşağıdaki davranışları ne sıklıkla gösterirsiniz? 1. Kendini suçlu hissetmesi için uğraşırım. 2. Beni bu şekilde sinirlendirmeye hakkı yok diye düşünürüm. 3. Onu mahvetmek isterim. 4. Onu hiç önemsemediğimi gösteren bir davranış yaparım. 5. Anında parlarım. 6. Sonuna kadar götüremeyeceğim tehditleri sıkça savururum. 7. Hakaret ederim. 8. Karşımdakini cezalandırmak isterim. 9. Dedikodusunu yaparım. 10. Hakkında düşündüklerimi ona söylerim. 11. Burnunun ortasına bir yumruk hakediyor diye düşünürüm. 12. Bunu kasıtlı yapıyor diye düşünürüm. 13. Beni sevmediğini düşünürüm. 14. Beni önemsemediğini düşünürüm. 15. Karşımdakinden intikam almak isterim. 16. Ona her türlü kötülüğü yapmak isterim. 17. O anda öcümü almak isterim. 18. Onu aşağılamak isterim. 19. Bana böyle acı çektirmemeliydi diye düşünürüm. 20. İstediklerinin tam tersini yaparım. Hiç Nadiren Arada Sıklıkla Her sırada zaman 202 21. Gerekmedikçe konuşmam, ilgi göstermem. 22. Saatlerce öfkeli kalırım. 23. Beni hayal kırıklığına uğrattı diye düşünürüm. 24. Bana patronluk taslıyor diye düşünürüm. 25. Kendimi savunarak konuşurum. 26. Onu yaptığına pişman ettirmek isterim. 27. Kendini ne sanıyor diye düşünürüm. 28. Yüksek sesle bağırırım. 29. Aklımdan neyi yanlış yaptım diye geçer. 30. Nasıl tepkiler vereceğimi düşünürüm. 31. 32. 33. 34. 35. 36. 37. 38. 39. 40. 41. 42. 43. 44. 45. 46. 47. Sakin olmaya çalışırım. Kendimi kontrol etmem gerektiğini düşünürüm. Onu yenmeye çalışırım. Ona, neye yol açtığını iyice göstermeye çalışırım. İçimden onun ne kadar aşağılık biri olduğu geçer. Benden istediklerini yapmam. Ona mutlaka birşeyler söylemem gerektiğini düşünürüm. Kim olduğumu ona gösteririm. Benimle alay ettiğini düşünürüm. Ona gününü göstermek isterim. Canı kavga istiyor diye düşünürüm. İçime kapanırım. Gülerim. Hiç aldırmam Görmezden gelirim. Suçu kendimde ararım. Ben ondan bunun acısını çıkarırım diye düşünürüm Hiç Nadiren Arada sırada Sıklıkla Her zaman 203 Sosyal Karşılaştırma Ölçeği Sizin de bildiğiniz gibi, hepimiz zaman zaman kendimizi diğer insanlarla karşılaştırır ve bazı değerlendirmeler yaparız. Bu değerlendirmeler sonucunda kendimizle ilgili bazı fikirler ediniriz. Sizin de kendinizle ilişkili bazı kişisel görüşleriniz mutlaka vardır. Lütfen, aşağıdaki sıfatların her birinde sizi en iyi yansıtan sayıyı bularak üzerine (X) işarati koyunuz. Yetersiz 1 2 3 4 5 6 Yeterli/üstün Beceriksiz 1 2 3 4 5 6 Becerikli Başarısız 1 2 3 4 5 6 Başarılı Sevilmeyen biri 1 2 3 4 5 6 Sevilen biri İçe dönük 1 2 3 4 5 6 Dışa dönük Yalnız 1 2 3 4 5 6 Yalnız değil Dışta bırakılmış 1 2 3 4 5 6 Kabul edilmiş Sabırsız 1 2 3 4 5 6 Sabırlı Hoşgörüsüz 1 2 3 4 5 6 Hoşgörülü Söyleneni yapan 1 2 3 4 5 6 İnsiyatif sahibi Korkak 1 2 3 4 5 6 Cesur Kendine güvensiz 1 2 3 4 5 6 Kendine güvenli Çekingen 1 2 3 4 5 6 Atılgan Dağınık 1 2 3 4 5 6 Düzenli Pasif 1 2 3 4 5 6 Aktif Kararsız 1 2 3 4 5 6 Kararlı Antipatik 1 2 3 4 5 6 Sempatik Boyun eğici 1 2 3 4 5 6 Hakkını arayıcı 204 Kısa Semptom Envanteri Aşağıda insanların bazen yaşadıkları belirtiler ve yakınmaların bir listesi verilmiştir. Listedeki her maddeyi lütfen dikkatle okuyun. Daha sonra o belirtinin SİZİ BUGÜN DAHİL, SON BİR HAFTADIR NE KADAR RAHATSIZ ETTİĞİNİ yandaki bölmede uygun olan yerde işaretleyin. Her belirti için sadece bir yeri işaretlemeye ve hiçbir maddeyi atlamamaya özen gösterin. 1. İçinizdeki sinirlilik ve titreme hali 2. Baygınlık, baş dönmesi 3. Bir başka kişinin sizin düşüncelerinizi kontrol edeceği fikri 4. Başınıza gelen sıkıntılardan dolayı başkalarının suçlu olduğu duygusu 5. Olayları hatırlamada güçlük 6. Çok kolayca kızıp öfkelenme 7. Göğüs (kalp) bölgesinde ağrılar 8. Meydanlık (açık) yerlerden korkma duygusu 9. Yaşamınıza son verme düşünceleri 10. İnsanların çoğuna güvenilemeyeceği hissi 11. İştahta bozukluklar 12. Hiçbir nedeni olmayan ani korkular 13. Kontrol edemediğiniz duygu patlamaları 14. Başka insanlarla beraberken bile yalnızlık hissetmek 15. İşleri bitirme konusunda kendini engellenmiş hissetmek 16. Yalnızlık hissetmek 17. Hüzünlü, kederli hissetmek 18. Hiçbir şeye ilgi duymamak 19. Ağlamaklı hisetmek 20. Kolayca incinebilme, kırılmak 21. İnsanların sizi sevmediğine, kötü davrandığına inanmak 22. Kendini diğerlerinden daha aşağı görme 23. Mide bozukluğu, bulantı 24. Diğerlerinin sizi gözlediği ya da hakkınızda konuştuğu duygusu Bu belirtiler son bir haftadır sizde ne kadar var? Çok Hiç fazla 205 25. Uykuya dalmada güçlük 26. Yaptığınız şeyleri tekrar tekrar doğru mu diye kontrol etmek 27. Karar vermede güçlükler 28. Otobüs, tren, metro gibi umumi vasıtalarla seyahatlerden korkmak 29. Nefes darlığı, nefessiz kalmak 30. Sıcak soğuk basmaları 31. Sizi korkuttuğu için bazı eşya, yer ya da etkinliklerden uzak kalmaya çalışmak 32. Kafanızın “bomboş” kalması 33. Bedeninizin bazı bölgelerinde uyuşmalar, karıncalanmalar 34. Günahlarınız için cezalandırılmanız gerektiği 35. Gelecekle ilgili umutsuzluk duyguları 36. Konsantrasyonda (dikkati birşey üzerinde toplama) güçlük / zorlanma 37. Bedenin bazı bölgelerinde zayıflık, güçsüzlük hissi 38. Kendini gergin ve tedirgin hissetmek 39. Ölme ve ölüm üzerine düşünceler 40. Birini dövme, ona zarar verme, yaralama isteği 41. Birşeyleri kırma, dökme isteği 42. Diğerlerinin yanındayken yanlış birşeyler yapmamaya çalışmak 43. Kalabalıklarda rahatsızlık duymak 44. Bir başka insana hiç yakınlık duymamak 45. Dehşet ve panik nöbetleri 46. Sık sık tartışmaya girmek 47. Yalnız bırakıldığında / kalındığında sinirlilik hissetmek 48. Başarılarınız için diğerlerinden yeterince takdir görmemek 49. Yerinde duramayacak kadar tedirgin hissetmek 50. Kendini değersiz görmek / değersizlik duyguları 51. Eğer izin verirseniz insanların sizi sömüreceği duygusu 52. Suçluluk duyguları 53. Aklınızda bir bozukluk olduğu fikri Bu belirtiler son bir haftadır sizde ne kadar var? Çok Hiç fazla 206 Golombok-Rust Cinsel Doyum Ölçeği Kadın Formu Aşağıda cinsel yaşamla ilgili sorular yer almaktadır. Her soru için "hiçbir zaman", "nadiren", "bazen", "çoğu zaman", "her zaman" şeklinde beş cevap şıkkı yer almaktadır. Sizden istenen kendi cinsel yaşamınızı göz önüne alarak soruları cevaplandırmanızdır. Cevaplandırırken; 1. Her soruyu dikkatle okuyunuz. 2. Sorulan durumun son zamanlarda ne kadar sıklıkta ortaya çıktığını düşününüz. 3. Söz konusu durumun ne kadar sıklıkta ortaya çıktığına karar verdikten sonra, o seçeneğin altındaki daireyi [X] işareti koyarak ( ) veya içini karalayarak ( ) cevabınızı belirtiniz. ● 4. Hiçbir soruyu cevapsız bırakmayınız. Lütfen soruları içtenlikle ve dürüstçe cevaplandırmaya özen gösteriniz. Cevaplandırırken, başkalarının görüşlerini dikkate almadan sadece kendi görüşünüzü belirtiniz. 207 Hiçbir Çoğu Her Nadiren Bazen zaman zaman zaman 1. Haftada iki defadan fazla cinsel birleşmede bulunur musunuz? 2. Eşinize, cinsel ilişkinizle ilgili olarak nelerden hoşlanıp nelerden hoşlanmadığınızı söyleyebilir misiniz? 3. Cinsel yönden kolay uyarılır mısınız? 4. Cinsel ilişki sırasında boşalmak için henüz erken olduğunu düşünürseniz boşalmayı geciktirebilir misiniz? 5. Eşinizle olan cinsel yaşamınızı tekdüze (monoton) buluyor musunuz? 6. Eşinizin cinsel organına dokunup okşamaktan rahatsızlık duyar mısınız? 7. Eşinizin sizinle sevişmek istediğinde, tedirgin ve endişeli olur musunuz? 8. Cinsel organınızın, eşinizin cinsel organına girmesinden hoşlanmadığını sorar mısınız? 9. Eşinize, cinsel ilişkinizle ilgili nelerden hoşlanıp hoşlanmadığını sorar mısınız? 10. İlişki sırasında cinsel organınızın sertleşmediği olur mu? 11. Eşinizle olan cinsel ilişkinizde sevgi ve şefkatin eksik olduğunu hisseder misiniz? 12. Eşinizin, cinsel organınıza dokunup, okşamasından zevk alır mısınız? 13. Cinsel birleşme sırasında erken boşalmayı engelleyebilir misiniz? 14. Eşinizle sevişmekten kaçınır mısınız? 15. Eşinizle olan cinsel ilişkinizi tatminkar buluyor musunuz? 16. Önsevişme (öpme, okşama gibi) sırasında cinsel organınızın sertleştiği olur mu? 17. Bir hafta boyunca cinsel ilişkide bulunmadığınız olur mu? (hastalık gibi nedenler dışında) 18. Eşinizle karşılıklı mastürbasyon yapmaktan (kendinizi tatmin etmekten) zevk alır mısınız? 19. Eşinizle sevişmek istediğinizde ilişkiyi siz başlatır mısınız? 20. Eşinizin sizi sevip okşamasından hoşlanır mısınız? 208 Hiçbir Çoğu Her Nadiren Bazen zaman zaman zaman 21. İstediğiniz kadar sık cinsel ilişkide bulunur musunuz? 22. Eşinizle sevişmeyi reddettiğiniz olur mu? 23. Cinsel birleşme sırasında cinsel organınızın sertliğini kaybettiği olur mu? 24. Cinsel organınız eşinizin cinsel organına girer girmez istemeden boşaldığınız olur mu? 25. Eşinize sarılıp, vücudunu okşamaktan zevk alır mısınız? 26. Cinsel yaşama karşı ilgisizlik duyar mısınız? 27. Cinsel organınız eşinizin cinsel organına girmek üzereyken, istemeden boşaldığınız olur mu? 28. Sevişme sırasında yaptıklarınızdan tiksinti duyar mısınız? 209 Golombok-Rust Cinsel Doyum Ölçeği Erkek Formu Aşağıda cinsel yaşamla ilgili sorular yer almaktadır. Her soru için "hiçbir zaman", "nadiren", "bazen", "çoğu zaman", "her zaman" şeklinde beş cevap şıkkı yer almaktadır. Sizden istenen kendi cinsel yaşamınızı göz önüne alarak soruları cevaplandırmanızdır. Cevaplandırırken; 1. Her soruyu dikkatle okuyunuz. 2. Sorulan durumun son zamanlarda ne kadar sıklıkta ortaya çıktığını düşününüz. 3. Söz konusu durumun ne kadar sıklıkta ortaya çıktığına karar verdikten sonra, o seçeneğin altındaki daireyi [X] işareti koyarak ( ) veya içini karalayarak ( ) cevabınızı belirtiniz. ● 4. Hiçbir soruyu cevapsız bırakmayınız. Lütfen sorulan içtenlikle ve dürüstçe cevaplandırmaya özen gösteriniz. Cevaplandırırken, başkalarının görüşlerini dikkate almadan, sadece kendi görüşünüzü belirtiniz. 210 Hiçbir Nadiren zaman 1. Haftada iki defadan fazla cinsel birleşmede bulunur musunuz? 2. Eşinize, cinsel ilişkinizle ilgili olarak nelerden hoşlanıp nelerden hoşlanmadığınızı söyleyebilir misiniz? 3. Cinsel yönden kolay uyarılır mısınız? 4. Cinsel ilişki sırasında boşalmak için henüz erken olduğunu düşünürseniz boşalmayı geciktirebilir misiniz? 5. Eşinizle olan cinsel yaşamınızı tekdüze (monoton) buluyor musunuz? 6. Eşinizin cinsel organına dokunup okşamaktan rahatsızlık duyar mısınız? 7. Eşinizin sizinle sevişmek istediğinde, tedirgin ve endişeli olur musunuz? 8. Cinsel organınızın, eşinizin cinsel organına girmesinden hoşlanmadığını sorar mısınız? 9. Eşinize, cinsel ilişkinizle ilgili nelerden hoşlanıp hoşlanmadığını sorar mısınız? 10. İlişki sırasında cinsel organınızın sertleşmediği olur mu? 11. Eşinizle olan cinsel ilişkinizde sevgi ve şefkatin eksik olduğunu hisseder misiniz? 12. Eşinizin, cinsel organınıza dokunup, okşamasından zevk alır mısınız? 13. Cinsel birleşme sırasında erken boşalmayı engelleyebilir misiniz? 14. Eşinizle sevişmekten kaçınır mısınız? 15. Eşinizle olan cinsel ilişkinizi tatminkar buluyor musunuz? 16. Önsevişme (öpme, okşama gibi) sırasında cinsel organınızın sertleştiği olur mu? 17. Bir hafta boyunca cinsel ilişkide bulunmadığınız olur mu? (hastalık gibi nedenler dışında) Bazen Çoğu zaman Her zaman 211 Hiçbir Nadiren zaman 18. Eşinizle karşılıklı mastürbasyon yapmaktan (kendinizi tatmin etmekten) zevk alır mısınız? 19. Eşinizle sevişmek istediğinizde ilişkiyi siz başlatır mısınız? 20. Eşinizin sizi sevip okşamasından hoşlanır mısınız? 21. İstediğiniz kadar sık cinsel ilişkide bulunur musunuz? 22. Eşinizle sevişmeyi reddettiğiniz olur mu? 23. Cinsel birleşme sırasında cinsel organınızın sertliğini kaybettiği olur mu? 24. Cinsel organınız eşinizin cinsel organına girdikten hemen sonra (girer girmez) istemeden boşaldığınız olur mu? 25. Eşinize sarılıp, vücudunu okşamaktan zevk alır mısınız? 26. Cinsel yaşama karşı ilgisizlik duyar mısınız? 27. Cinsel organınız eşinizin cinsel organına daha henüz girmeden (girmek üzereyken), istemeden boşaldığınız olur mu? 28. Sevişme sırasında yaptıklarınızdan tiksinti duyar mısınız? Bazen Çoğu zaman Her zaman 212 Ek 2. Psikiyatrist Hasta Değerlendirme Formu Psikiyatrist Hasta Değerlendirme Formu Bu çalışma kapsamında muayene ettiğiniz her hasta için aşağıda yer alan bilgileri doldurmanız çalışmamız açısından büyük önem arz etmektedir. Yardım ve katkılarınız için çok teşekkür ederiz. Ankara Üniversitesi Klinik Psikoloji Yüksek Lisans Öğrencisi Tez Danışmanı Prof. Dr. Nesrin HİSLİ ŞAHİN Psikolog Emel ALKAN 1. Yaş: 3. Cinsel yönelim: 4. Bu hasta ile ilk görüşmeniz mi? 5. İlişki durumu: 2. Cinsiyet: Heteroseksüel ( ) Homoseksüel ( ) Biseksüel ( ) Evet ( ) Hayır ( ) Bekar ( ) Evli ( ) (Evlilik sayısı ....) Ayrı ( ) Boşanmış ( ) Ciddi ilişki ( ) Beraber yaşama ( ) Rastgele buluşma ( ) 6. Cinsel işlev bozukluğu 7. Başlangıcı: 8. Rahatsızlığın başlangıcı sağda yer alan şıklarda belirtilen durum ya da durumlara denk düşüyor mu? 9. Hasta cinsel işlev bozukluğu ile ilgili olarak daha önce bir hekime başvurmuş mu? 10. Hasta cinsel işlev bozukluğuna ilişkin daha önce bir tedavi görmüş mü? 11. Hastada cinsel işlev bozukluğuna eşlik eden bir tanı var mı? Yaşam boyu ( ) Edinsel ( ) Edinsel ise ne zaman? .......... a) Tıbbi amaçlı bir ilaç kullanımı b) Eğlence amaçlı yasadışı madde kullanımı c) Stresli bir yaşam olayı (örn. iş kaybı, çocuk doğumu gibi) d) İlişki çatışmaları, kişilerarası zorluklara Evet ( ) Hayır ( ) Evet ( ) Hayır ( ) Var ( ) Yok ( ) □ b) ya da bu tanı cinsel işlev bozukluğuna bağlı olarak mı gelişmiş?□ 12. Varsa a) bu tanı cinsel işlev bozukluğundan önce mi gelişmiş? 213 Ek 3. Psikiyatrist Bilgi Formu Psikiyatrist Bilgi Formu Bu çalışma, insanların kişilerarası ilişki tarzları ile duygu durumları arasındaki ilişkiyi araştırmaktadır. Ülkemizde bu alanda sınırlı sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmadan elde edilecek sonuçlar, alanda yapılacak yeni araştırmalara ve olası yeni tedavi yöntemlerine ilişkin veri sağlaması açısından önem arz etmektedir. Bu bağlamda çalışmamıza gösterdiğiniz katkı ve yardımlarınız için çok teşekkür ederiz. Ankara Üniversitesi Klinik Psikoloji Yüksek Lisans Öğrencisi Psikolog Emel ALKAN e-mail: [email protected] Tez Danışmanı Prof. Dr. Nesrin HİSLİ ŞAHİN 1. Yaşınız: 2. Cinsiyetiniz: 3. Uzmanlığınızı aldığınız üniversite/eğitim hastanesi: 4. Herhangi özel bir alanda sertifikanız var mı? 5. Varsa hangi alanda ve nereden? 6. Kaç yıldır psikiyatrist olarak çalışıyorsunuz? 7. Hastalarınıza tanı koyarken hangi sınıflandırma sistemini kullanıyorsunuz? Evet ( ) Hayır ( ) DSM-IV-R ( ) ICD-10 ( ) Diğer ...... 214 Ek 4. Araştırma Değişkenleri Arasındaki İlişkiler Kadınlarda kişilerarası iletişim tarzları, öfke, benlik algısı ve cinsel işlev bozuklukları arasındaki Pearson Momentler Çarpımı Korelasyonları 1 1.kat 2.baskın t 3.kaçıngn t. 4.öfkeli tarz 5.duygdnkc. 6.manipultif 7.küçümseyci 8.öfke 9.öfke in 10.intikam 11.pasf agrsif 12.içedönük 13.umrsamaz 14.Öfke d 15.saldırgan 16.sakin 17.kaygılı 18.skö 19.GRCDÖ 20.ARİZONA 21.sıklık 22.iletişim 23.doyum 24.kaçınma 25.dokunma 26.vajinismus 27.anorgasmi 1,00 .84** .84** .84** .63** .78** .64** .51** .44** .47** .26* .04 .20 .53** .53** -.03 .30** -.26* .31** .23* .23* .22* .15 .38** .30** .18 .17 2 1,00 .57** .73** .29** .56** .72** .44** .39** .48** .22* -.11 .11 .42** .57** -.18 .17 -.16 .23* .12 .18 .14 .08 .34** .27* .13 .13 3 1,00 .65** .61** .57** .39** .38** .30** .30** .17 .03 .27* .48** .36** .16 .22* -.30** .34** .25* .23* .25* .23* .32** .25* .26* .20 4 1,00 .29** .57** .60** .57** .49** .54** .29** .02 .11 .63** .69** -.12 .38** -.07 .28** .18 .18 .20 .11 .45** .35** .03 .16 5 1,00 .51** .09 .13 .12 .06 .02 .19 .23* .12 -.07 .22* .11 .30** .13 .17 .12 .08 .11 .07 .02 .15 .09 6 1,00 .39** .45** .41** .41** .28** .12 .13 .42** .42** -.06 .30** -.20 .25* .22* .19 .19 .06 .31** .28** .18 .10 7 1,00 .38** .34** .42** .25* -.11 .01 .38** .54** -.22* .21* -.17 .18 .09 .18 .16 .08 .23* .20 .12 .07 8 1,00 .97** .91** .74** .46** .12 .75** .68** -.02 .55** .02 .13 .13 .06 .08 -.02 .32* .22* -.05 .11 9 1,00 .93** .77** .46** .13 .58** .59** -.12 .46** .04 .08 .12 .00 .06 -.07 .26* .17 -.06 .08 10 1,00 .58** .23* -.05 .55** .71** -.28** .39** -.06 .12 .12 .05 .13 -.06 .28** .22* -.04 .10 11 1,00 .24* .19 .39** .41** -.10 .33** .26* -.23* -.15 -.19 -.22* -.28** .03 -.11 -.23* .16- 12 1,00 .03 .30** -.06 .35** .37** -.01 .26* .31** .12 .12 .27* .24* .18 .12 .24* 13 1,00 .04 -.20 .29** .07 .07 -.02 .04 -.10 -.04 -.07 -.03 .02 .03 .00 14 1,00 .72** .28** .61** -.04 .23* .12 .19 .13 .12 .38** .27** .02 .16 15 1,00 -.40** .37** -.09 .16 .06 .14 .13 .04 .33** .26* -.04 .11 16 1,00 -.06 .06 .02 .02 .02 .00 .07 .02 -.06 -.02 .04 17 1,00 .01 .22* .19 .20 .05 .12 .26* .25* .17 .13 18 1,00 -.46** -.42** -.36** -.33** -.44** -.24* -.30** -.39** -.35** 19 1,00 .86** .66** .69** .78** .82** .86** .53** .84** 20 Mean Sd 1,00 .48** .59** .69** .64** .72** .32** .84** 118.91 22.89 22.11 21.12 22.46 21.62 8.7 198.22 126.76 56.49 31.81 32.44 6.01 71.46 25.2 32.74 13.52 84.09 42.51 16.43 4.19 3.54 6.06 5.09 4.43 5.66 7.1 27.88 7.68 6.14 6.95 6.65 5.4 3.09 31.21 25.34 18.21 7.06 5.78 2.63 8.73 7.39 5.61 3.0 14.92 21.85 5.25 2.06 2.14 3.86 4.09 3.96 4.9 4.18 *p<.05; **p<.01 215 Erkeklerde kişilerarası iletişim tarzları, öfke, benlik algısı ve cinsel işlev bozuklukları arasındaki Pearson Momentler Çarpımı Korelasyonları 1. kat 2. baskn 3.kacngn 4. öfkeli 5. dygdnkac 6. maniplatf 7. kücümsyci 8. öfke 9. öfkein 10. intikam 11.pasfagres 12.icedonuk 13. umursmz 14. öfked 15. saldırgn 16. sakin 17. kaygılı 18. skö 19. GRCDÖ 20. ACYÖ 21. sıklık 22. iletsim 23. doyum 24. kacınma 25. dokunma 26. erkboslm 27. empotns 1 2 3 1,00 .89** .85** .81** .78** .83** .68** .66** .61** .59** .48** .26** .08 .55** .63** .04 .19 -.33** .48** .11 .16 .27** .23* .42** .41** .34** .21* 1,00 .70** .71** .57** .61** .65** .65** .63** .66** .47** .20* .04 .44** .67** -.13 .11 -.31** .36** .03 .11 .23* .22* .32** .42** .18 .09 130.21 26.21 23.28 1,00 22.36 .56** 1,00 24.28 .63** .56** 1,00 24.38 .67** .58** .64** 1,00 9.70 .56** .46** .35** .51** 1,00 193.25 .55** .64** .40** .49** .47** 1,00 120.51 .48** .57** .34** .44** .47** .96** 1,00 53.04 .47** .53** .32** .38** .47** .85** .92** 1,00 30.49 .36** .51** .25* .40** .36** .82** .85** .69** 1,00 29.81 .19 .31** .11 .28** .15 .59** .57** .25* .50** 1,00 7.17 .07 .01 .15 .06 .09 .07 .04 -.16 -.09 .20* 1,00 72.74 .50** .57** .39** .42** .30** .71** .48** .36** .45** .41** .11 1,00 26,02 .46** .67** .42** .37** .39** .71** .63** .71** .49** .09 -.14 .64** 1,00 33.95 .13 .01 .05 .16 .00 .13 -.05 -.28** .05 .37** .36** .53** -.24* 1,00 12.76 .25* .21* .16 .13 .03 .32** .16 .05 .18 .32** .03.58** .16 .21* 1,00 86.56 -.32** -.20 -.26** -.27** -.24* -.19 -.24* -.35** -.07 -.05 .22* .02 -.16 .24* -.03 1,00 31.89 .47** .41** .46** .35** .23* .32** .28** .33** .16 .10 -.10 .26** .40** -.08 .05 -.43** 1,00 .17 .14 .14 .12 -.14 .04 .04 .08 -.04 -.00 -.10 .05 .10 -.05 .04 -.25* .50** 1,00 11.79 3.27 .14 .22* .10 .08 .12 .19 .18 .15 .17 .14 -.06 .14 .12 .04 .09 -.23* .51** .23* 2.63 .33** .20* .15 .20* .22* .15 .16 .25* .07 -.07 -.09 .07 .21* -.13 -.03 -.39** .56** .25* 5.66 .24* .27** .15 .11 .10 .29** .29** .30** .22* .16 -.15 .19 .30** -.10 .12 -.35** .68** .16 1.93 .29** .31** .46** .35** .36** .24* .23* .23* .15 .10 .05 .17 .22* -.03 .09 -.25* .53** .14 2.04 .34** .32** .35** .20* .40** .30** .28** .35** .13 -.01 .04 .21* .42** -.20* .09 -.24* .50** .15 .34** .30** .40** .29** .09 .15 .13 .15 .05 .08 -.07 .15 .24* -.01 -.06 -.14 .74** .36** 6.47 .24* .25* .25* .21* -.11 .16 .10 .10 .06 .11 -.08 .25* .25* .10 .01 -.28** .67** .69** 4.69 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 *p<.05; **p<.01 216 Mean Sd 33.3 9.09 6.86 7.07 6.75 7.02 3.83 31.0 24.8 17.2 6.47 6.05 3.15 10.0 7.40 6.40 3.31 12.4 13.3 3.27 1.99 2.10 3.30 1.95 2.37 4.56 3.99 217