DEVRİMCİ HALK KURTULUŞ PARTİSİ DEVRİMCİ SOL Ağustos 2017 SAYI: 26 DEVRİM İÇİN SAVAŞMAYANA SOSYALİST DENMEZ Savaş İdelojilerin Savaşıdır Öğretmenin, öğrenme için etkin bireysel çalışmanın devrimci bir görev olduğu unutulmamalıdır. Devrimciliğin statik, mekanik bir iş, genel anlamıyla bir meslek değil, bir ruh, bir coşku, bir yurtseverlik duygusu olduğu çıkmayacak biçimde kafamıza kazınmalı. İdeolojik olarak donanmalıyız. Burjuvazinin ideolojik saldırıları karşısında ne istediğimizi, neye karşı çıktığımızı, sistemin yerine neyi koyacağımızı iyi bilmek zorundayız. Bunun için her yoldaşımız ideolojik donanımı ve ideolojik mücadeleyi, hayatın hiçbir anında ihmal edemez. İhmal burjuvazinin beynimize girmesi demektir. İdeolojimizle Varız İdeolojimizle Savaşıyoruz! Devrimci Sol 26. Sayı İÇİNDEKİLER 1 - SAVAŞ İDELOJİLERİN SAVAŞIDIR İDEOLOJİ YAŞAM BİÇİMİDİR! İdeolojik Gücümüzle Varız ve Savaşıyoruz!................................3 2- İDEOLOJİMİZ ÇÖZÜM GÜCÜMÜZDÜR.............19 3- BİR KADRONUN İDEOLOJİK GÜÇLENME ARAÇLARI NELERDİR?...................................33 4- KADRO KİMDİR? Sürecin İhtiyaçlarına Cevap Veren Kadro Olmak Ne Demektir?..........43 5 - Parti-Cepheli Bir Kadronun Asgari Düzeyde Yapması Gerekenler Nelerdir?......................53 6- KADRO YETİŞTİREN YÖNETİCİLER OLMAK ZORUNDAYIZ KADRO EĞİTİMİNDEKİ SÜREKLİLİĞİ NASIL SAĞLAYACAĞIZ!.........................65 7- KADROLAŞMADAKİ EKSİKLERİMİZ VE GÖREVLERİMİZ..........................75 3 Devrimci Sol / 26 İDEOLOJİ KARARGAHTIR! Karargahı Güçlü Olmayanlar, Savaşı Zafere Ulaştıramaz! İdeolojimizle Varız İdeolojimizle Savaşıyoruz İdeolojimizle Kazanacağız İdeoloji karargahtır. Karargah, savaşın kurmay merkezidir. Kurmaylık, kurmaktan gelir. Dolayısıyla, ideoloji kurar ve şekil verir. Sınıflar mücadelesi, ideolojilerin mücadelesidir. Tarihsel olarak hep böyle olmuştur. Ancak bugün mücadelede ideolojinin rolü ve belirleyiciliği, hiçbir dönemle kıyaslanamayacak kadar öne çıkmıştır. Emperyalizm, halk kurtuluş hareketlerine karşı, onları ideolojik olarak teslim almayı hedefleyen bir saldırı çizgisi izliyor. Çünkü emperyalistler tecrübeleriyle de biliyorlar ki, önce ideoloji gelir. Bir hareketi ideolojik olarak teslim alabilirlerse, onu fiziki olarak yenmeleri zor değildir. Başta Latin Amerika solu olmak üzere, barış, ateşkes politikalarıyla silah bırakma ve silahlarını betonlara gömme aşamasına gelen tüm siyasi hareketler, önce ideolojik olarak yenilmişlerdir. Fiziki yenilgi bunu izlemiştir. Önce ideolojik teslimiyet, ardından fiziki yenilgi. Bu, tersinden de geçerlidir. Çünkü, İDEOLOJİK ZAFER KAZANILMADAN SİYASİ ZAFER KAZANILAMAZ! Teslimiyet, uzlaşma, tasfiye. Adım adım teslimiyet ve yenilgi böyle gelişiyor. Şurası çok açıktır; sınıflar mücadelesi aynı zamanda ideolojik mücadeledir ve ideolojiler, binlerce yıldır savaş halindedir. İdeoloji, savaşır ve savaştırır. Savaşan ve savaştıran ideolojidir. Marksist-Leninist ideolojisini kaybedenler, savaştıran bir komutanı kaybetmiş olurlar. Karargah Nedir? İDEOLOJİ, karargahtır. Bu karargahta, kimler, neler vardır? Bu karargahta, Marksizm-Leninizm var. Bu karargahta, devrimcilerin en büyük silahları olan diyalektik ve materyalizm var. Bu karargahta, tarihimiz, geleneklerimiz, değerlerimiz, şehitlerimiz, stratejimiz var. İdeoloji, HAYATI şekillendirir. - politikamız - hukukumuz - bilimsel temelimiz - felsefemiz - moral değerlerimiz - yaşam ve çalışma tarzımız İDEOLOJİMİZLE şekillenir. SAVAŞA İDEOLOJİ ŞEKİL VERİR. == yanlış veya doğru eylem çizgileri Yol, halkla önderliğin aynı hedef etrafında birleşmesi demektir, böylece onlar ölümü ve yaşamı korkmaksızın paylaşırlar. 4 İdeoloji; ““Maddi koşulların meydana getirdiği bir üst yapı ürünüdür ve bir kulübede bir saraydakinden başka türlü düşünülür.” Marx == halkı savaşa katmak veya katmamak == büyük silahlara tapmak veya tapmamak ideolojiye göre belirlenir. İdeolojimizle güçlü ve net olmak, politikamızla, hukukumuzla, bilimsel temelimizle, felsefemizle, moral değerlerimizle güçlü olmaktır. Sınıf savaşının, “ideolojilerin savaşı” olmasının ortaya çıkardığı pratik sonuçlardan biri şudur: bu mücadele aynı zamanda İRADELERİN mücadelesidir. Savaş, bir tarafın iradesini diğer tarafa kabul ettirmesi savaşıdır. İradeyi belirleyen, ideolojidir. Her zaferin, her direniş destanının temelinde, sağlam bir ideoloji vardır... Karargahımızın temel nitelikleri şunlardır: - İDEOLOJİK KARARLILIK - İDEOLOJİK NETLİK . - İDEOLOJİK BAĞIMSIZLIK Uzlaşmayan, vazgeçmeyen, her koşulda, ne olursa olsun, ölümler, yenilgiler pahasına bile olsa, ideolojik sağlamlık... Yenilmezliğin sırrı işte buradadır: ideolojik sağlamlık. Buna karşılık, her sapma, devrim yolundan sapma ve bataklığa yönelme, ideolojik bulanıklıkla başlar. Düşmanı Tanı, Yenilmez Ol Yaklaşık 2000 yıl önce savaşın yasalarını yazan Çinli Savaş Stratejisti Sun Tzu “Düşmanı tanı, kendini tanı, yenilmez ol” diyor. Sun Tzu, düşmanı ve kendini nasıl tanıyacağını da şöyle ifade ediyor: “Ölçün şu beş şey olsun; kıyaslarken bu değerleri kullan, böylece koşulları kavrayasın. Bunlar; YOL, HAVA, ARAZİ, ÖNDERLİK VE DİSİPLİN’dir. Yol, halkla önderliğin aynı hedef etrafında birleşmesi demektir, böylece onlar ölümü ve yaşamı korkmaksızın paylaşırlar. Hava, mevsimler demektir. Arazi, yol alma kolaylığı ya da zorluğu, mesafe, boyut ve güvenlik bakımlarından değerlendirilmelidir. Önderlik, zekâ, güvenilirlik, insancıllık, cesaret ve kararlılık işidir. Disiplin; örgütlenme, emir-komuta zinciri, ve lojistik demektir. Her komutan bu beş şeyi bilir. Bunları uygulayan KAZANIR, uygulamayan KAYBEDER. Şu halde, koşulları anlayabilmek için, şu değerleri kıyasla: - Hangi siyasi önderliğin Yol’u var? - Hangi komutan yetenekli? - Kim daha elverişli iklim ve araziye sahip? - Kimin disiplini etkili? - Kimin birlikleri daha güçlü? - Kimin askerleri ve subayları daha iyi eğitimli? - Kimin ödül-ceza sistemi daha açık? - İşte bu yolla, kimin galib geleceğini anlarsın.” (Sun Tzu, Savaş Sanatı, Sayf: 58-62) Sun Tzu’nun formüle ettiği beş maddenin ilki olan; “halkla önderliğin aynı hedef etrafında birleşmesi” İDEOLOJİ demektir. Sun Tzu’ya göre savaşı kazanmanın birinci koşulu doğru bir ideolojiye sahip olmaktır. Savaşın bu yasası bin yıllardan beri işlemektedir. Marx’ın deyimiyle tarih, “sınıf savaşımlarından ibarettir.” Yani ezilen, sömürülen halkların, ezen sömüren egemenlere karşı savaşından ibaret. Bu savaşta ezilen halkların hiçbir dönem ellerinde çok büyük silahları olmamıştır. Hatta kimi zaman silahları olmamıştır. Egemenler en basit silahlarla dahi silahlanmalarına izin vermemiştir halkların. Ezilen halklar egemenlerin ellerindeki silahları alarak savaşmışlardır. Halklara, kendilerinden kat kat büyük olanaklara sahip olan egemenlerle savaşma gücünü veren haklılıkları ve meşruluklarıdır. Yani İDEOLOJİLERİDİR! Savaşan ve savaştıran gerçek güç ideolojidir. Bağımsız, güçlü bir ideolojiye sahip olanlar, Sun Tzu’nun söylediği gibi, “ölümü ve yaşamı korkmaksızın paylaşırlar.” ÖLÜMÜ VE YAŞAMI PAYLAŞMAYANLAR, SAVAŞAMAZLAR. Onun için BİRİMİZ HEPİMİZ, HEPİMİZ BİRİMİZ İÇİNDİR diyebiliyoruz. Bu bir ajitasyon sloganı değil, gerçektir. Ve tarihimizde bunun yüzlerce örneği vardır. ABD raporları bile “Şadi Özbolat için ne yaparlarsa Engin Çeber denen yoksul adam için de aynısını yapabiliyorlar” diyor. Bunu bize yaptıran güç, İDEOLOJİMİZDİR... Bağımsız, güçlü bir ideolojisi olmayanlar ise ne yaşamı ne de ölümü paylaşamazlar. “Yaşamın kutsallığı”ndan bahsederler ancak, onların “kutsal” saydıkları yaşam bencillikleridir. Düzenin yoz, bencil yaşamlarıdır. Hiçbir şey için bedel ödemeyi göze alamazlar. Çünkü bedel ödemeyi göze alacakları, yarattıkları bir değerleri yoktur. Onlar için sadece kendi bencil yaşamları önemlidir. Dolayısıyla bir ideolojileri de yoktur. Burjuvazinin ideolojik etkisi altında kalıp ondan beslenirler. Sonuç bilimsel olarak çürümedir. 5 Devrimci Sol / 26 İDEOLOJİ NEDİR? Marx, “düşünceyi belirleyen toplumsal yaşam koşullarıdır” diyor. İnsan nasıl yaşarsa öyle düşünür. Marx, ideolojiyi de şöyle tanımlıyor; “Maddi koşulların meydana getirdiği bir üst yapı ürünüdür ve bir kulübede bir saraydakinden başka türlü düşünülür.” Yani sarayda yaşayanlarla, kulübede yaşayanların ideolojileri farklıdır. Türkçe sözlüklerde ideoloji: “Siyasi veya toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükümetin, bir partinin, bir grubun davranışlarına yön veren politik, hukuki, bilimsel, felsefi, dini, moral, estetik, düşünceler bütünü” olarak tanımlanıyor. Devrimci hareket ideolojiyi en özlü olarak, “yaşam biçimi” olarak tanımlamıştır. Yani kim hangi ideolojiye sahipse, yaşamını şekillendiren de odur; ona göre yaşar. İdeoloji, bir kişiyi ya da toplumu yönlendiren, onun davranış ve ruh haline şekil veren düşünüş biçimidir. İdeolojinin kaynağı sınıfsaldır. Kapitalist toplumda burjuva ve proletarya ideolojisi olmak üzere iki temel ideoloji vardır. Burjuva ideolojisi, halkı sömüren bu düzenin devamını savunur. Halkın sömürüsüne dayanan asalak burjuvazinin yaşam biçimiyle şekillenmiş yoz, çürümüş, gerici bir ideolojidir. Proletarya ideolojisi ise başta işçi sınıfı olmak üzere tüm halkın mücadelesi ile bu sömürü düzeninin yıkılması, yani özgür toplumu, proletarya iktidarını kurmayı içerir. Gelişen, güçlenen, ilerleyendir. Proleteryanın ideolojisi bilimsel sosyalizmdir. Marksist-Leninist bir ideolojidir. Burjuvazi ile proletarya arasında süren savaş esas olarak ideolojilerin savaşıdır. Bu savaşta haklı ve güçlü olan proletarya ideolojisidir. Burjuvazi de iktidarını sürdürebilmek için sınıf savaşında emekçi halkları ideolojik olarak güçsüzleştirmeye, emekçi halkları ideolojisizleştirerek ellerindeki en güçlü silahı almaya çalışmaktadır. Burjuvazinin ideolojik savaşının temel hedefi budur. İDEOLOJİSİZLEŞTİRMEK! Emperyalizmin Yeni-Sömürgecilik Sürecinde İdeolojik Savaşı ve Politikaları ABD, ikinci paylaşım savaşından sonra emperyalist kampın lideri olmuştur. Ve ikinci paylaşım savaşı sonrasında emperyalizmin halkları sömürme yöntemi Yeni Sömürgeciliktir. Çünkü emperyalistler İkinci Paylaşım Savaşında sahip oldukları pazarın üçte birini kaybetmişlerdir. Dünyanın dört bir yanında halkların ulusal, sosyal kurtuluş savaşları karşısında çok büyük bir yenilgiye uğradılar. Bu yenilgi esas olarak burjuva ideolojisinin, proletarya ideolojisi karşısındaki yenilgisiydi. Yeni sömürgecilik bu tarihsel sürecin ortaya çıkarttığı bir sömürge biçimidir. ABD emperyalizmi, 1950’lerden başlayarak günümüze kadar esas olarak ülkeleri yeni sömürgecilik yöntemiyle sömürmüştür. Yeni sömürgelerdeki halkların ulusal, sosyal kurtuluş mücadelelerini bastırmak için temel politikaları; - Askeri zor, - Ekonomik zor ve - İdeolojik propaganda olmuştur. Bu politikalar çok farklı dönemlerde çok farklı biçimler alsa da hep iç içe uygulanmış ve temel hedef halkları ideoloijik olarak yenilgiye uğratmak olmuştur. Yani hedef dünya halklarına umut olan proletaryanın ideolojisi sosyalizmi, umut olmaktan çıkartmak olmuştur. ABD, 20. yüzyılın başından itibaren, arka bahçesi diye adlandırılan Latin Amerika halklarının mücadelesini bastırmak için, doğrudan müdahaleyi içeren “Big Stick” -Kalın Sopa- doktrinini ,1961’de Küba’ya Domuzlar Körfezindeki hezimetinden sonra terk etmek zorunda kaldı. İdeolojik güçle donanmış 5 milyon nüfuslu Küba halkının karşısında dünyanın en büyük askeri ve ekonomik gücüne sahip ABD emperyalizmi Domuzlar Körfezi'nde tam bir hezimete uğradı. Burjuvazinin sınıf kini, iktidar bilinci, yönetme deneyimleri proletaryaya göre çok daha köklüdür. ABD emperyalizmi, Küba’da Domuzlar Körfezi hezimetinden sonra , Küba’dan etkilenen Latin Amerika ülkelerini toptan kaybetmemek için politikalarını değiştirdi. CIA’nın laboratuvarlarında yeni politikalar üretildi. İlerleme İçin İttifak Politikası ABD emperyalizminin Domuzlar Körfezi yenilgisinden sonraki yeni politikası ‘İlerleme İçin İttifak Politikası’ oldu. Emperyalizmin; “Yeni sömürgelerdeki halkların ulusal, sosyal kurtuluş mücadelelerini bastırmak için temel politikaları; - Askeri zor, - Ekenomik zor ve - İdeolojik propaganda olmuştur. 6 “1961 Ocak ayında henüz yeni seçilen ABD Başkanı John F. Kennedy ilk konuşmasında, Güney’deki “zavallı yeğenlerle” yeni bir ilişkinin kurulacağını ve “ilerleme için ittifak”ı müjdeliyordu. Sorun, sonunda “sefaletin zincirlerini parçalamaktır” deniliyordu. Kendisinin yeni “ilerleme için ittifak”! (alianza para el progreso) ABD’li güvenlik politikacılarının, devrimci akımların bir bütün olarak sadece dünya komünizmi tarafından yönlendirilmediği, tersine köklerinin ülkelerindeki sosyal adaletsizliklere dayandığı şeklindeki düşüncelerinden hareket ediyordu. Sol düşünceleri henüz başlangıçta boğabilmek için artık en başta, sosyal reformlarla birleştirilecekti. Washington artık gelecekte şimdiye kadar olduğu gibi sadece diktatörlükleri değil, demokrasileri de destekleyecek, Güney Amerika’da ekonomik büyümeyi sağlayabilmek için uzun vadeli krediler hazır tutulacak, fiyatlar istikrara kavuşturulacak, bir toprak reformu uygulanacak ve gecekonduları ortadan kaldırmak için konut yapımı desteklenecekti. Halk eğitim programları cehaleti ve kırda kurulacak sağlık merkezleri çocuk ölümünü kökünden kazıyacaktı. Bunlar sadece güzel laflar olarak kalmadı, bunları çeşitli uygulamalar da izledi. Aniden teknik yardım programları ve üniversiteler için burslar sunulmaya başlanmıştı. Kennedy’nin üç yıllık başkanlık döneminde, Latin Amerika’ya son 16 yıldan üç misli daha fazla para akmıştı. Ağustos 1961’de -Kennedy’nin göreve başlamasından sadece sekiz ay sonra- Uruguay’ın kibar sahil şehri Punta del Este’de, Kennedy’nin “Bu devrim aracılığıyla yakın geleceğimizi şekillendirmek için buluşuyoruz” parolası altına aldığı, Latin Amerikan devletleri konferansı yapıldı. Kıtanın 20 ülkesi tarafından imzalanan Punta dei Este Sözleşmesi öyle ilericiydi ki, hatta Küba’nın temsilcisi, Che Guevara dahi karşı çıkamamış, sadece çekimser kalmıştı. O sırada basında çıkan haberlerde şöyle deniyordu: Amerika’da şimdi iki devrimci hükümet vardır Küba ve Washington. “Büyük biraderin” kaba kavgacı müdahale politikasının artık köhneleştiği ve komünizme karşı mücadelede sadece askeri olmayan ince baskı metodlarının gerekli hale geldiği bu sırada görmemezlikten geliniyordu, “ilerleme için ittifak” programlarıyla yoksulların en yoksullarına, bunları sistem değiştiricilerin kollarına itmemek için, biraz yardım edilecekti, “yukarıdan devrimle”, “aşağıdan devrimin” önüne set çekilecekti.” (Gerilla Bilanço Çıkartıyor, Syf: 11-12) Yukarıda yaptığımız uzunca alıntı ABD emperyalizminin “ilerleme için ittifak politikası”nın ne demek olduğunu çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Tüm politikaların tek amacı devrim mücadelesini engellemektir. Bunda ise temel alınan, halkları ideolojik olarak güçsüzleştirmektir. Burjuvazi “devrim mi istiyorsunuz; onu da en iyi biz yaparız” diyerek, diğer taraftan “zoru” da göstererek halk ayaklanmalarına, silahlı mücadeleyi içeren devrim mücadelelerine gerek olmadığı düşüncesini yaymaya çalışmaktadır. Bu politikalar etkisini ilk olarak reformist, revizyonist sol ve aydınlar üzerinde gösterdi. Burjuvazi adına ideolojik saldırıyı sürdürecek Herbert Marcus gibi “aydınlar” devreye sokuldu. Devrim işçi sınıfı yerine “azınlıklara, serserilere, eşcinsellere havale” edilmek istendi. Herbert Marcus’un ideologluğunu yaptığı saldırılar da etkisini gösterdi, daha o günlerde sivil toplumculuk, savaşmak yerine uzlaşma düşüncesi solun bir bölümünü etkisi altına aldı. ABD bu dönemde sadece ideolojik propaganda ile yetinmemiş, propagandanın etkisini göstermesi için yeni sömürgelere “yardım” adı altında para musluklarını da açmıştır. ‘3. dünya ülkelerini’ geliştirme adına yapılan bu yardımlar esas olarak yoksullara da yapılmıyordu... Bizim ülkemizde olduğu gibi yoksullara verilen tekellerin tarihi geçmiş süt tozları vb. gıdalardan ibaretti. Halka yapılanlar göstermelik yardımlardır... Yardımlar asıl olarak bir orta tabaka yaratmaya yöneliktir... Orta tabaka, yeni sömürgelerde kapitalist ilişkilerin yaygınlaştırılması, pazarın genişletilmesi için gerekliydi. Ancak bütün “yardım”lara rağmen yeni sömürgelerde silahlı mücadele engellenemiyor, tüm Latin Amerika ülkelerinde gerilla mücadelesi büyümeye devam ediyordu. Başkan Kenedy’nin öldürülmesini bahane eden ABD, 10 yıllığına belirlenen bu politikalarına iki yılda son vermek zorunda kaldı. 1965’ler ve Ulusal Güvenlik Doktrini Emperyalistler “İlerleme İçin İttifak” politikasından sonuç alamayınca bu doktrini geliştirmiştir. “Değişen dünya durumu altmışlı yılların ortalarından sonra yeni bir doktrini gerekli kılıyordu: Brezilya’da popülist bir hükümet iktidara gelmişti ve Başbakan Joao Goulart bayrağına bir toprak reformunu ve çokuluslu firmaların kar transferinin sınırlandırılmasını yazmıştı. Gerçi Goulart’la devrimci bir hükümet değil ama, ABD çıkarlarıyla çelişkide olan milliyetçi bir hükümet iktidara gelmişti, Brezilya gibi dev bir ülkede “ilerleme İçin ittifak” türü birkaç reformcukla bir şey yapmak mümkün değildi. 1 Nisan 1964’de ABD tarafından yönlendirilen bir darbe ile Goulart hükümeti devrildi ve böylece Latin Amerika için yeni bir sayfa açıldı: Askeri diktatörlükler sayfası. Brezilya’daki darbe ile Washington’da yeni bir doktrin doğdu: Ulusal Güvenlik Doktrini. Ulusal Güvenlik Doktrini, uluslararası komünizmin amacına Devrimci Sol / 26 ulaşmak için toplumu içten çökertmeyi amaçladığını savunuyordu. Bu iç düşmana karşı tüm metodlarla, yasaların dışında da, mücadele edilmesi gerekiyordu. Bilimsel yöntemlerle işkence, silahlı kuvvetlerin yüksek kumandasına bağlı paramiliter çeteler ve rejim karşıtlarının öldürülmesi Ulusal Güvenlik Doktrini’nin ayrılmaz parçalarıdır. Devlet sınırları artık geçerli değildir, geçerli olan ideolojik sınırlardır, geçerli olan dünya komünizminin ve onun emrindeki iç düşmanın geri püskürtülmesinden ibaret olan Batı’nın ortaklığıdır. Askerler çıkarlarının savunulmasında kendi devlet sınırlarının dışında da Ulusal Güvenlik Doktrini’ne göre harekete geçebilirler, tüm devletlerin silahlı kuvvetleri ortak çalışabilir ve baskıyı koordine edebilirler. ABD askeri akademilerinde yüksek dereceden askerler baskı tekniklerini tümüyle tanışık hale getirileceklerdir. Ulusal Güvenlik Doktrini uyarınca silahlı kuvvetlere sadece baskıya indirgenemeyecek yeni bir sosyal rol verilmektedir. Askeri diktatörlükleri kurmakla devletin tüm fonksiyonlarını üstlenmekte, devlet işletmelerinin (kötü) idarecileri, (kötü) diplomatlar ve (kötü) plancı olmaktadırlar.” (Gerilla Bilanço Çıkartıyor, Syf: 14) Amerika bu doktrine göre yeni sömürge halklarını açıktan o ülkenin iç düşmanı olarak ilan etmiş ve kendi sömürü çıkarlarına tehdit oluşturduğu için doğrudan müdahale etmeyi kendine hak görmüştür... Yani yeni sömürgelerin iç işlerine doğrudan müdahale ettiği politikalardır... Bu politikalar gereğince ABD, yeni sömürgelerde orduyu, polisi iç savaşa göre örgütlemiş ve emperyalizmin çıkarlarını korumak için kendi halkına karşı silahlı bir güce dönüştürmüştür... Bu da yetmemiştir, doğrudan yeni sömürge ülkelerde kontra örgütlenmeleri, işkence merkezleri kurmuş, provokasyonlar, katliamlar örgütlemiştir. Bizim ülkemizdeki kontrgerilla örgütlenmesinin, paramiliter güçlerin oluşturulmasının temelleri bu politikalar gereğince atılmıştır. Gerillanın Hareket Ettiği Suyu Zehirlemek Ulusal Güvenlik Doktrini daha sonra ek bir unsurla genişletildi: Ayaklanmaya Karşı Mücadele/ “Counterinsurgency” ile. Bu altmışlı yıllarda gerilla hareketlerinin ortaya çıkışına bir yanıttı ve gerilla hareketleri de Ulusal Güvenlik Doktrini’ne bir cevaptı. Counter-insurgency” ağırlığı, - gizli servislerin geliştirilip güçlendirilmesine, - baskı metodlarının inceleştirilmesine ve - basın faaliyetine verdi, İnsanların kafasını da fethetmek gerekiyordu. 7 Ayaklanmaya Karşı Mücadele/ “Counter-insurgency” ile. Bu altmışlı yıllarda gerilla hareketlerinin ortaya çıkışına bir yanıtı ve gerilla hareketleri de Ulusal Güvenlik Doktrini’ne bir cevaptı. Counter-insurgency” ağırlığı, - gizli servislerin geliştirilip güçlendirilmesine, - baskı metodlarının inceleştirilmesine ve - basın faaliyetine verdi, İnsanların kafasını da fethetmek gerekiyordu. ABD dostu medyalara milyonlar akıtıldı, sağ gazeteciler finanse edildi ve uluslararası basın kuruluşları, insan hakları ve basın özgürlüğünün ABD yorumuyla donatılıp yetiştirildi, “ilerleme İttifakı”nın eski fikri toprak reformu da yeniden mezardan çıkarıldı ve örneğin Guatemala ve El Salvador’da -sınırlı bir şekilde- uygulandı. Ayaklanmaya karşı önlem alıcı mücadelenin anlamı, balığın, gerillanın hareket ettiği suyu zehirlemekti. ABD dostu medyalara milyonlar akıtıldı, sağ gazeteciler finanse edildi ve uluslararası basın kuruluşları, insan hakları ve basın özgürlüğünün ABD yorumuyla donatılıp yetiştirildi, “ilerleme İttifakı”nın eski fikri toprak reformu da yeniden mezardan çıkarıldı ve örneğin Guatemala ve El Salvador’da -sınırlı bir şekilde- uygulandı. Ayaklanmaya karşı önlem alıcı mücadelenin anlamı, balığın, gerillanın hareket ettiği suyu zehirlemekti. Ulusal Güvenlik Doktrini ve Ayaklanmaya Karşı Mücadele konsepti en belirgin şekilde Uruguay’da ürün verdi. Washington altmışlı yılların sonunda buraya, yerli polisi Brezilya’nın işkence odalarındaki son buluşlarla tanıştırmak üzere kalkınma danışmanı kılıfı altında işkence uzmanı Daniel Mitrione’yi göndermişti. Görevi Tupamarolara karşı mücadeleydi. Ulusal Güvenlik Doktrini silahlı örgütlere karşı mücadelede etkili bir araç olarak belirmişti. Bütün ülkelerde gerilla aygıtları parçalandı, bunların birçoğu iki aparat arasındaki mücadeleyi, gerillanın orduya ve polise karşı mücadelesini benimsemişlerdi ve tabii ki bu mücadelede kaybettiler.” (Gerilla Bilanço 8 “Askeri zordan sonra ekonomik zor geldi, İnsanlar alım güçlerinde büyük bir düşüşü kabullenmeye zorlandılar, orta tabaka yoksulluğa itildi. Yine insanlar iyi bir geleceğe ilişkin rüya kurmak yerine günlük yaşamlarını sürdürebilmek için çalışmaya zorlandılar. Artık devrimin değil, ücretlerin ödeneceği günün özlemini çekmeliydiler. Parola şuydu: Becerebilen kendisini kurtarsın!” Çıkartıyor, Sayf 15) 1960’ların sonlarına doğru ve 70’li yıllarda gerilla mücadelelerini bastırmak için Latin Amerika ülkelerinde neredeyse askeri darbe yapılmayan ülke kalmamıştır. 1960’ların ortaları ülkemizde reformizm, revizyonizme karşı gençlik içinde devrimci örgütlenmenin mayalanmaya başladığı yıllardır. THKP-C’yi oluşturacak kadrolar işçinin, köylünün yanında grevlerde, işgallerde, direnişlerde büyüyorlardı. Ve bu sürecin sonunda THKP-C’nin kurulmasıyla Türkiye’de 50 yıllık reformist ve revizyonist gelenek parçalanıyordu. Amerikan Emperyalizmi bizim ülkemizde de bu devrimci gelişme karşısında kontrgerilla örgütlenmelerini yaratmış ancak sonuç alamayınca 12 Mart 1970 darbesini gerçekleştirmiştir. THKP-C, THKO, TKP-ML’nin fiziki imhası da ABD emperyalizminin işbirlikçi oligarşiyle birlikte yukarıdaki politikaların bir parçası olarak gerçekleşmiştir. Ancak devrimci hareketlerin bu fiziki imhasıyla ülkemiz topraklarından devrim umudunu yok edememişlerdir. Tam tersine Kızıldere’de, dar ağaçlarında, işkence tezgahlarında ülkemiz devrimci hareketine çok güçlü ideolojik bir miras bırakılmıştır. Kızıldere’de Mahirler Türkiye devriminin yolunu çizmişlerdir. Varılacak yere bedeller ödenerek, kan içinde varılacağını göstermişlerdir. 1970’li Yıllar: Askeri Zordan Sonra Ekonomik Zor Politikaları “Askeri zordan sonra ekonomik zor geldi, İnsanlar alım güçlerinde büyük bir düşüşü kabullenmeye zorlandılar, orta tabaka yoksulluğa itildi. Yine insanlar iyi bir geleceğe ilişkin rüya kurmak yerine günlük yaşamlarını sürdürebilmek için çalışmaya zorlandılar. Artık devrimin değil, ücretlerin ödeneceği günün özlemini çekmeliydiler. Parola şuydu: Becerebilen kendisini kurtarsın!” (Gerilla Bilanço Çıkartıyor, Syf: 16) Mahir Çayan’ın halkın “maişet gailesi” dediği günlük geçim sorunlarından başını kaldıramadığı ve mücadeleden kopmasını ifade eden tespitidir “ekonomik zor”un uygulanması... Ekonomik zor politikaları bütün yeni sömürgelerde olduğu gibi ülkemizde de uygulanmış, katliamların, işkencelerin, provokasyonların, sivil faşist terörün yanı sıra devreye sokulmuştur. Ancak emperyalistler yine de halkların mücadelesini bastırmakta sonuç alamamıştır. Latin Amerika’da gerilla hareketlerini bastırmak için yapılan kontra katliamların sayısı yüzbinleri bulmasına rağmen Nikaragua’da Sandinistler iktidarı ele geçirmiştir. El Salvador’da gerilla mücadelesi çok daha üst boyutlara tırmanmıştır. Ülkemizde de devrimci hareketlerin tüm yetersizliklerine rağmen oligarşinin yönetememe krizi devrim alternatifini kitlelerin bilincinde büyütmektedir. ABD emperyalizmi bunun üzerine “uzun süreli diktatörlüklerin bütün halkı kendilerine karşı birleştirdiği ve diktatöre karşı nefretin bir devrimci duruma dönüşebileceği” tehlikesine karşı yeni bir politika geliştirmeye giriştiler. Project Democracy (Demokrasi Projesi) Demokrasi projesinin hazırlıkları 70’lerin sonuna doğru olsa da uygulamaya sokulması 1983’de başlamıştır. Darbelerle katliamlar, işkenceler yapan yüzbinlerce devrimciyi hapishanelere dolduran ve işkencelerle teslim almaya çalışan emperyalistler ve işbirlikçi oligarşiler bu politikalarla “demokratikleştirilmek” istendi. Kendilerinin tertipleyip iktidara getirdikleri cuntalar iktidardan indirilip yerine daha “demokrat, liberal” görünen düzen partileri iktidarlara taşındı. Ancak bu politikanın özü emperyalizm cephesinden ideolojik saldırıların en üst boyuta taşınmasıdır. Sosyalizm ideolojisine karşı emperyalizm yalan, demagoji ve her türlü ideolojik propagandayı ön plana çıkartmış ve bunun için dünya çapında milyarlarca dolar yatırım yapmıştır. ABD emperyalizminin “Project Democracy” için şu miktarlar öngörülüyordu: - Geri kalmış ülkelerdeki ordu önderlerinin demokratik prensipleri ve demokratik hareket tarzlarını öğrenmeleri” için 1,5 milyon dolar. - ABD vatandaşları ile yabancılar arasında “olumlu bağlar” kuracak olan ve “ortak değerlerin savunusuna dayanan” “Transoceanic Leadership Project” için 1,5 milyon dolar. - “Latin Amerikalı öğrencilere önderlik eğitimi” için 500.000 dolar. - Demokrasi ile serbest piyasa ekonomisi arasında Devrimci Sol / 26 varsayılan ilişkilerin propagandasını yapacak “Serbest Girişimcilik Merkezi’nin” kurulması için 1 milyon dolar. - “Mülteciler için bir çekim merkezi olacak” yeni bir “Sovyetler Birliği’ni Araştırma Merkezi” için 500.000 dolar. - ABD-State Department’ı, dünya çapında birçok ülkede “marksist-diyalektik düşünceleri içeren kitapların kolayca ve çoğu kez ucuza bulunabilmesine karşılık, demokratik bakış açılarını içeren kitapların eksikliğinden” hareket ettiğinden “dünya çapında kitap yayınlama projesi” için 4,455 milyon dolar. - “Honduras, Guatemala ve El Salvador’da kırsal bölgelerde yaşayanlar için yerel gazetelerin kurulmasını da” içeren “Orta Amerika Medya Programı” için bir milyon dolar. “Bu gazeteler başka alanların yanı sıra şu alanlarda da bilgiler sunmalı: Aile sağlığı, tarım üretimi yöntemleri ve demokrasiyi desteklemenin yarar ve kazançları.” Özellikle 80’lere kadar süren darbeler sürecinden sonra uygulamaya giren “Demokrasi Projesi” devrimci örgütlerin ideolojik olarak yenilgisinde ve halkların bilincinin çarpıtılmasında çok büyük etkisi olmuştur. Bugün bile emperyalizmin devrimci mücadeleye ve halklara yönelik ideolojik saldırılarını ifade etmek için bir dönüm noktası olarak “80 öncesi” ve “80 sonrası” diye ifade edilmektedir. Bununla ifade edilen tek başına 12 Eylül Cuntasının hapishanelerdeki faşist terörü değil, bu terörün tamamladığı beyinlerdeki ideolojik saldırı ve yenilgidir. Dünya ve ülkemizdeki sol hareketler esas olarak emperyalizmin hapishane politikaları ve ideolojik cephede yürüttüğü savaş karşısında direnmeyerek yenik düşmüşler ve tasfiye edilmişlerdir. Emperyalizmin bu saldırıları karşısında teslim olmayan, direnen ve ideolojik olarak tam bir zaferle çıkan PartiCephe olmuştur. Dünya solunda emperyalizm politikaları, legalizm, mültecilik, yılgınlık, inançsızlık, devrimci değerleri hızla terk etmek, umutsuzluk bataklığına gömülme olarak kendini gösterdi. Hapishanelerde teslimiyet, pişmanlık, nedamet getirme baş göstermişti. Uruguay’ın, Bolivya’nın vb. hapishaneleri ve Mamak, teslimiyetin teorilerinin kaynağı oldu. Direnmeyenler, 1980’lerin ortalarından itibaren “yeni açılımlar” yapıp, artık silahlı mücadelenin zamanın geçtiğini, legal imkanları kullanmak gerektiğini söylemeye başladılar. Beyinlerini burjuvaziye teslim etmişlerdi ve artık burjuvazinin teorisyenlerinin ağzından konuşacaklardı. Biz: “AMERİKANCI FAŞİST CUNTA 45 MİLYON HALKI TESLİM ALAMAYACAK” diyerek emperyalizme ve cuntacılarına karşı meydan okuduk. Faşizmin ve burjuva bireyciliğinin karşısına şehitle- 9 rimizle barikat ördük. Sol “yaşamak” için yaptırımlara boyun eğerken biz 1984 ölüm orucu ile ölerek devrimci mücadelenin geleceğini tayin ediyorduk. 1990’larda emperyalistler onların ideologları tarihin sonunu ilan ettiler. Sosyalist ülkelerde karşı devrimler gerçekleşti. Burjuvazi, sosyalizmin yıkıntıları üzerinde tarihin en büyük ideolojik saldırılarını başlattı. “Tek kutuplu dünya” “modası geçen bağımsızlık” tezleri her yeri kapladı. 1960’lardaki Marcuslar’ın yerini “tarihin sonu geldi, emperyalizm değişti” diyen Fukuyamalar, Negriler aldı. “Marx haklı çıkmamıştı” vb. sözler tartıştırılıyordu. İnançsızlık, umutsuzluk, legalizm, silahlı mücadelenin reddi ve burjuva ideolojisinin ne kadar pespaye türü varsa ortalığa döküldü. Ve halkların bunlara inanması Sosyalizm ideolojisine karşı emperyalizm yalan, demagoji ve her türlü ideolojik propagandayı ön plana çıkartmış ve bunun için dünya çapında milyarlarca dolar yatırım yapmıştır. ABD emperyalizmi “Project Democracy” için şu miktarlar öngörülüyordu: -”Geri kalmış ülkelerdeki ordu önderlerinin demokratik prensipleri ve demokratik hareket tarzlarını öğrenmeleri” için 1,5 milyon dolar. -ABD vatandaşları ile yabancılar arasında “olumlu bağlar” kuracak olan ve “ortak değerlerin savunusuna dayanan” “Transoceanic Leadership Project” için 1,5 milyon dolar. -”Latin Amerikalı öğrencilere önderlik eğitimi” için 500.000 dolar. -Demokrasi ile serbest piyasa ekonomisi arasında varsayılan ilişkilerin propagandasını yapacak “Serbest Girişimcilik Merkezi’nin” kurulması için l milyon dolar. -”Mülteciler için bir çekim merkezi olacak” yeni bir “Sovyetler Birliği’ni Araştırma Merkezi” için 500.000 dolar. -ABD-State Department’ı, dünya çapında birçok ülkede “marksist-diyalektik düşünceleri içeren kitapların kolayca ve çoğu kez ucuza bulunabilmesine karşılık, demokratik bakış açılarını içeren kitapların eksikliğinden” hareket ettiğinden “dünya çapında kitap yayınlama projesi” için 4,455 milyon dolar. 10 Sosyalizm ideolojisine karşı emperyalizm yalan, demagoji ve her türlü ideolojik propagandayı ön plana çıkartmış ve bunun için dünya çapında milyarlarca dolar yatırım yapmıştır. ABD emperyalizmi “Project Democracy” için şu miktarlar öngörülüyordu: -”Geri kalmış ülkelerdeki ordu önderlerinin demokratik prensipleri ve demokratik hareket tarzlarını öğrenmeleri” için 1,5 milyon dolar. -ABD vatandaşları ile yabancılar arasında “olumlu bağlar” kuracak olan ve “ortak değerlerin savunusuna dayanan” “Transoceanic Leadership Project” için 1,5 milyon dolar. -”Latin Amerikalı öğrencilere önderlik eğitimi” için 500.000 dolar. -Demokrasi ile serbest piyasa ekonomisi arasında varsayılan ilişkilerin propagandasını yapacak “Serbest Girişimcilik Merkezi’nin” kurulması için l milyon dolar. -”Mülteciler için bir çekim merkezi olacak” yeni bir “Sovyetler Birliği’ni Araştırma Merkezi” için 500.000 dolar. -ABD-State Department’ı, dünya çapında birçok ülkede “marksist-diyalektik düşünceleri içeren kitapların kolayca ve çoğu kez ucuza bulunabilmesine karşılık, demokratik bakış açılarını içeren kitapların eksikliğinden” hareket ettiğinden “dünya çapında kitap yayınlama projesi” için 4,455 milyon dolar. için ideolojik propaganda en yoğun biçimde devreye girdi. Emperyalizmin propagandasından en çok etkilenen Sol oldu. Marksist-Leninist devrimi savunan solda uzlaşmacılık, teslimiyet, tasfiye veba gibi yayıldı. Emperyalizmin demokratikliğini keşfetmek, sosyalizmin hatalarını tespit etmek, silah bırakıp düzenle uzlaşmak solda en revaçtaki düşünceler haline geldi. Bayraklardan hemen orak-çekiç gibi sosyalizmi ifade eden semboller çıkarıldı. Silahlı mücadele inkar edildi, yanlışlığı keşfedildi. İnkar, inançsızlık, teslimiyet dünyada ve ülkemiz solunda alabildiğine yayıldı. Emperyalistler ideolojik savaşın bu kesitinde ciddi mevziler kazandılar. Devrimci hareketlerin pek çoğu sosyalizmin çözüm olmadığını savunuyor; “ideolojik kriz” lafını dillerinden düşürmüyorlardı. Biz; Direnerek geldiğimiz tüm bu aşamada “ATILIM”la örgütsel ve ideolojik olarak kendimizi yeniledik. İdeolojik kuşatma altında 16-17 Nisan direnişlerinde Sabolar’ın, Edalar’ın dalgalandırdığı orak çekiçli kızıl bayrak sosyalizmin onuru oldu. Ve o iki kadının dilinden tüm dünyaya inancımızı haykırdık: “BAYRAĞIMIZ ÜLKENİN HER TARAFINDA DALGALANACAK” 12 Eylül’ün tüm tahribatları ve 90’ların karşı devrimlerine rağmen başlattığımız silahlı mücadele ülkemiz solundaki sağa savruluşun ve teslimiyetin de önüne geçmiştir. Dünya solundaki teslimiyete rağmen ülkemizde 2000’li yıllara kadar şöyle ya da böyle tüm eksikliklerine rağmen Marksist-Leninist örgüt ve mücadele anlayışını terk etmeyen bir sol varlığını korumuştur. Bu bizim ideolojik gücümüzün, sol üzerindeki etkisi sayesinde mümkün dolmuştur. Ancak bağımsız, güçlü bir devrimci ideolojiye sahip olmayanlar emperyalizmin ideolojik-fiziki saldırıları karşısında ayakta kalmayı başaramazlar. 2000’ler; “Ya Düşünce Değişikliği, Ya Ölüm” Emperyalistlerin 2000’lerdeki saldırısının adı “Ya düşünce değişikliği, ya ölüm” idi ve amacı tüm halkları teslimiyete zorlamaktı. Ne kadar devrimci, sosyalist ilke, değer, düşünce varsa hepsini dünya üzerinden kazıyıp yok etmek istiyorlardı. Krizleriyle orantılı olarak da korkuları büyümüştü. Sol; bu saldırılar karşısında ciddi bir direniş gösteremedi ve tasfiye sürecine boyun eğmeyi tercih etti. O günlerde direnmek var olmak demekti, direnmek bedel ödeyerek, ölerek var olmaktı. Direnmek solun gündeminden, dilinden, yaşamından tamamen çıktı. “Akıllı solculuk” “kaymak tabakayı korumak” geçerli hale geldi. Büyük direniş sürerken, “direnmeyen çürür!” diye yazdık tarihe. Direniş sonrası, bunun kanıtlarıyla doludur. Biz; emperyalizmin bu güçlü tasfiye, teslimiyet politikasına karşı 7 yıllık Büyük Direniş ile cevap verdik. “YA DÜŞÜNCE DEĞİŞİKLİĞİ YA ÖLÜM” politikasına karşı yeryüzünün en sert sınıf çatışması ülkemizde Büyük Direniş’le gerçekleşti. Tüm dünyada ve ülkemizde devrimi, sosyalizmi bu kadar açık ve net savunan, uzlaşmayı reddeden ve cepheden tavır alan bir tek biz vardık. Ve o gün direndiğimiz için, bugün varız. O günlerde direndiğimiz için, bugün ülkemizde devrimcilik var. Yıl 2017; Direnen Bir Biz Varız Büyük Direnişimizin Zaferi tarihlerle sınırlanamayacak kadar büyüktür demiştik. Büyük Direniş'ten aldığımız güçle direniyoruz. Bugün ML bir hareket olarak direnen ve savaşan tarih sahnesinde sadece biz varız. AKP faşizmi sadece devrimcileri değil, bütün halkı düşman ilan etmiştir. Fethullahçılar’ın Devrimci Sol / 26 darbe girişimini bahane ederek 15 Temmuz 2016’dan beri OHAL’lerle, KHK’lerle açık faşizm koşullarını yaşatmaktadır. Devrimci hareketi bitirmeye yönelik gözaltılardan, tutuklamalara, katliamlara kadar her türlü saldırısını sürdürüyor. Saldırılar sadece devrimci harekete yönelik de değildir. Ancak saldırılar karşısında direnen sadece devrimci hareket vardır. Sol; bütün direnme dinamiklerini yitirmiş, ideolojik ve politik olarak emperyalizmin etkisi altındadır. Soldaki ideolojik yenilgi fiziki tasfiyeyi de beraberinde getirmiştir. Kürt milliyetçi hareket, ideolojik ve politik olarak Suriye’de emperyalizmin kullandığı işbirlikçi haline dönüşmüş, emperyalizmin “kara gücü” olarak kullanılmaktadır. Reformizm-oportünizm de Kürt milliyetçiliğinin kuyruğunda işbirlikçiliğin batağında debelenmektedir. Bugün biz Kızıldere’den bugüne tarihimizden, ideolojimizden aldığımız güçle emperyalizme ve işbirlikçi faşist AKP iktidarına karşı Nuriyeler’le, Semihler’le, 70 yaşındaki şehit babasıyla, hasta tutsaklarımız için TAYAD’lı ailelerimizle direniyoruz ve zaferler yaratıyoruz. AKP faşizminin tüm terör, sansür ve karşı devrimci propagandalarına rağmen, suskunluğa rağmen direnişimizin etkisi ülke sınırlarını aşıp dünyaya yayılıyor. 150 binden fazla memurun mesleğinden ihraç edildiği, buna karşı tek bir direnişin olmadığı ülkemizde, “herkes susuyor, kimse direnmiyor” diye umutsuzluğa düşmeden direniş örgütleyen ve yaz-kış demeden aylarca direnebilen sadece Cephelilerdir. İddia ediyoruz, böylesi bir süreçte Cepheliler dışında hiç kimse böyle bir direnişi örgütleyemez ve direnemez. İşte bunu yaptıran Cephe’nin ideolojisidir. Bunu yaptıran Büyük Direnişin zaferidir. Dünyanın hiçbir yerinde Cephe'nin dışında kimse 70 yaşındaki yaşlı bir babayı sadece kendi çocukları için değil, katledilen tüm Cepheli gerillaların kemiklerini almak için 90 gün açlık grevi yaptırarak direndiremez. Böyle direnişleri sadece Cepheliler yaratabilir. Savaşan ve savaştıran ideolojidir, sözü Cephe pratiğinde ve direnişlerinde bir kez daha hayat bulmuştur. Hiçbir politikasında geri adım atmayan, her geçen gün saldırılarını daha da artıran AKP faşizmi direnişlerimiz karşısında çaresizleşiyor ve geri adım atmak zorunda kalıyor. Faşizme bunu yaptıran İdeolojik gücümüzdür. İdeolojik Zafer Bizimdir ! Emperyalizmin İdeolojik Propagandasına Kanmadık! 50 Yıl Önce Söylediklerimizden Milim Sapmadık! 11 Kurtuluşa Kadar Savaşacak; Anadolu’da Bağımsızlık, Demokrasi ve Sosyalizmi Kuracağız! “Bugünün dünyasında, yalnız başına kalmayı göze almadan güçlü olmak ve düşmana karşı savaşmak mümkün değildir.” “Yalnız başına emperyalizme, oligarşiye ve onun uzantılarına karşı savaşmak, hiçbir teknik ile silahla değiştirilemeyecek dünyanın en büyük gücüdür. Bu kendine güvendir. Bu ideolojik sağlamlıktır. Dışarıda veya tutsaklıkta bizi yenilmez kılan ideolojik sağlamlığımız ve bunun getirdiği güven devam ettikçe, tüm saldırılara karşı yine zaferden zafere koşacağız.” DHKP Genel Sekreteri Dursun Karataş Biz diyoruz ki biz yeneceğiz! Dayı’nın yolunda yürüyoruz. Tek başımızayız. Emperyalizmin ve oligarşinin her türlü saldırılarına karşı tek başımıza da olsak her alanda, her cephede direniyoruz. Tarihe yazılan direnişler yaratıyoruz. Biliyoruz ki, tek başımıza dirensek de, 7 milyarlık dünyada tek başımıza değiliz. Dünya halkları bizimledir. Direnişimiz, politikalarımız halkımızın, dünya halklarının duygularına tercüman olmaktadır. Halklarımıza yol göstermektedir. Çünkü, bizim elimizde Marksist-Leninist ideolojimiz var. Sınıflar savaşında Marksist-Leninist ideolojiden daha güçlü bir silah yoktur. Çünkü, bizim elimizde Marksist-Leninist ideoloji sadece yazılı bir metin değildir. Her anımızı, her eylemimizi, her adımımızı belirleyen bir eylem kılavuzudur. Çünkü, bizim elimizde Marksist-Leninist ideoloji, bizimle birlikte yaşayan, gelişen, büyüyen, direnen, savaşan, düşünen, planlayan, programlayan, eyleme geçen, geri çekilen, atılım yapan, şehit düşen, şehitliklerden yeniden ve yeniden doğan, yaşamımızın ve savaşımızın kendisidir. Çünkü, bizim ideolojimiz, yazılı bir metin olmaktan çıkmış Maltepe olmuş, Kızıldere olmuştur. Biz diyoruz ki, biz yeneceğiz. Çünkü, bizim Anadolu’nun kerpiç bir köy evinden, Anadolu’nun bütün köşelerine kadar yayılan “Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik” sloganımız, Kızıldere’miz var. Çünkü, bizim, dünyanın neredeyse her tarafında sosyalizm bayrakları indirilip, em- Biz: “AMERİKANCI FAŞİST CUNTA 45 MİLYON HALKI TESLİM ALAMAYACAK” diyerek emperyalizme ve cuntacılarına karşı meydan okuduk. Faşizmin ve burjuva bireyciliğinin karşısına şehitlerimizle barikat ördük. Sol “yaşamak” için yaptırımlara boyun eğerken biz 1984 ölüm orucu ile ölerek devrimci mücadelenin geleceğini tayin ediyorduk. 12 “Bugünün dünyasında, yalnız başına kalmayı göze almadan güçlü olmak ve düşmana karşı savaşmak mümkün değildir.” “Yalnız başına emperyalizme, oligarşiye ve onun uzantılarına karşı savaşmak, hiçbir teknik ile silahla değiştirilemeyecek dünyanın en büyük gücüdür. Bu kendine güvendir. Bu ideolojik sağlamlıktır. Dışarıda veya tutsaklıkta bizi yenilmez kılan ideolojik sağlamlığımız ve bunun getirdiği güven devam ettikçe, tüm saldırılara karşı yine zaferden zafere koşacağız.” DHKP Genel Sekreteri Dursun Karataş peryalizme biat edilirken, kuşatıldıkları üssün penceresinden sosyalizmin orak-çekiçli bayrağını dalgalandıran, Sabolarımız, Edalarımız var. Yıkılan sığınak altından silahları çıkartıp savaşan Leylalarımız, Mahirlerimiz, Oğuzlarımız var. 17’sinde teslim olmayan Sıla Abalaylarımız var. Bir Örgütü Savaşçı Bir Örgüt Yapan, Militanlaştıran, İdeolojik Netliği ve Bağımsızlığıdır İdeolojik olarak net olmayanlar, inançsız ve korkak olurlar. Güç karşısında doğrularından vazgeçip, eğilip bükülürler. Sağdan, soldan esen bütün rüzgarlardan etkilenip savrulurlar. Cüretin, inancın, sağlam durmanın kaynağı ideolojik netliktir. İşte biz, 47 yıldır, böyle bir ideolojik güçten besleniyoruz. Arkamızda öyle bir tarih var ki, burjuvazinin ideolojik, askeri cephaneliğindeki tüm silahlar bu tarihe çarpıp etkisizleşiyor. 47 yıllık mücadele tarihimizde, içinden geçtiğimiz zorlu dönemeçlerde sarsılmadıysak, bölünüp parçalanmadıysak, politik olarak tıkanmadıysak, sağdan soldan etkilenmeden kendi ayaklarımız üzerinde durduysak, dünya ölçeğinde ilkler ve gelenekler yaratan, emperyalizmin baş hedefi olan bir hareket olduysak bu, ideolojik gücümüz, ideolojik sağlamlığımız ve netliğimiz, Marksist-Leninist çizgide yürüyor oluşumuz ve iktidar hedefimizden asla ve asla vazgeçmememiz sayesindedir. Bu çizgi, devrime olan inancımızın, cesaretimizin, kararlılığımızın, uzlaşmaz oluşumuzun, kendimize ve halkımıza duyduğumuz güvenin ifadesidir. Cephe, siyaset sahnesine çıktığından beri örgütsel ve siyasi bağımsızlığı temel aldı. M-L ideolojiyi sahiplendi, her türlü saldırıya karşı savaştı. Kendine ve ideolojisine güveni temel aldı. İdeolojik sağlamlık; ideolojik olarak savunduklarını tereddütsüzce hayata geçirme iradesidir. Bu iradeye sahip olmayanlar ideolojik olarak sağlam kalamazlar, sağdan, soldan esen her rüzgardan etkilenirler. Felsefe sözlüğünde irade; “Eylemi düşünceye uygun olarak gerçekleştirebilme yetisi” olarak tanımlanmaktadır. Yani ideolojik sağlamlılık, düşünce, inanç ve tercihlerimizi hayata uygulama, eyleme geçirme kararlılığı ve netliğidir. Tarih bilincidir. İdeolojimiz, sömürü ve zulümden kurtuluşumuzun ideolojisidir. İdeolojimiz, devrimci ideolojidir. Devrimci ideoloji, Marksizm-Leninizm’dir. Marksizm-Leninizm, sömürü ve zulme karşı kurtuluşa kadar savaşmanın kılavuzudur. Anadolu topraklarında “Kurtuluşa Kadar Savaş”ın yolu ise Parti-Cephe’nin ideolojik-politik çizgisidir. İdeolojik sağlamlılığın olmadığı yerde özgüven sorunu yaşanır. Güvensizlik ise, devrimci ilke ve doğruların kararlı bir tarzda savunulmasını engeller. Tereddütler, kararsızlıklar yaşanır. Giderek, uzlaşmacı, faydacı, bedel ödemekten, emek vermekten kaçan tavırlar gelişir. Devrimci tavır, bedeli ne olursa olsun, doğruları sonuna kadar savunmaktır. Her durumda, her ilişkide bu tereddütsüzlüğe, kararlılığa sahip olmazsanız düşüncelerinizde oportünistleşmeye başlar. Artık, devrimin çıkarlarını, devrimci ilkeleri ölçü olmaktan çok günü kurtarmaya, durumu idare etmeye, görmezden gelmeye başlarsınız. Bu kendi doğrularınızı da çürütmeye başlamanız anlamına gelir. ‘80’lerin sonunda Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin yıkılmasıyla moral üstünlüğünü ele geçiren karşı-devrimin saldırıları ideolojik, politik, askeri ve psikolojik her alanda, yeni biçim ve yöntemlerle kesintisiz sürüyor. ‘90’lardan itibaren, sosyalizmin kurulduğu ilk ülke de içinde olmak üzere onlarca sosyalist ve halk iktidarlarının olduğu ülkelerde karşı devrimler yaşandı… On yıllardır ulusal-sosyal kurtuluş mücadelesi veren hareketler silahlı mücadeleyi terk edip parlamenter mücadeleye evrilerek emperyalizmle ve işbirlikçileriyle uzlaşma sürecine girdiler… Biz, THKP-C’den Devrimci Sol’a, Devrimci Sol’dan DHKP-C’ye stratejik hedefimizden milim sapmadan, iktidar iddiamızdan, sosyalizm inancımızdan vazgeçmeden emperyalizme ve işbirlikçi oligarşiye karşı savaşımızı sürdürüyoruz… Bugünün koşullarında, M-L ideolojisiyle iktidar hedefli silahlı mücadele yürüten tek hareketiz… 70’lerden bugüne, Türkiye devrim mücadele tarihinde; 12 Mart faşist cuntası, Kızıldere katliamı, 12 Eylül Amerikancı faşist cunta, 90’lardaki karşı devrimler, 12 Temmuz, 16-17 Nisan başta olmak üzere hareketimizin yediği merkezi operasyonlar, katliamlar, kaybetmeler, tutuklamalar... 2000 yılında 19 Aralık Katliamıyla başlayan ve 7 yıl süren devrimci hareketi tecrit ve tasfiye politikası, Önderimiz Dursun 13 Devrimci Sol / 26 Karataş’ın şehitliği, ABD emperyalizminin örgütümüz için aldığı imha kararları ve AKP faşizminin örgütümüze özel yönelişi gibi çok ağır saldırılardan ve önemli dönemeçlerden geçtik. Bu tarihsel dönemeçlerde birçok siyasi hareket yolunu şaşırmış ve yok olmuştur. Biz bütün bu süreçlerden ideolojik olarak güçlenerek çıktık. Bunun dört nedeni vardır; Birincisi; İdeolojik Bağımsızlığımızdır. İdeolojik bağımsızlığı olmayanların politika üretecek kendi beyinleri, ayakta duracak kendi ayakları yoktur. Sağdan soldan esen her türlü rüzgarın etkisinde kalırlar. Kendilerine ait hiçbir politikaları yoktur. Biz ideolojik bağımsızlığımızı koruduk. Emperyalizmin her türlü saldırıları karşısında bu gücümüzle direndik, ve saldırılara karşı politika ürettik. Hiçbir dönem politikasız kalmadık. İkincisi; Emperyalizm konusundaki netliğimizdir. Solu sol yapan en önemli değerlerden birisi emperyalizm karşısındaki tavrıdır. Sol emperyalizmin yalan ve demagojilerinden, ideolojik saldırılarından etkilenmiş ve emperyalizmin politikalarının ideolojik etkisi altına girmiştir. Emperyalizm sonuna kadar savaşılacak bir güç olarak değil, uzlaşılacak bir güç olarak görülmüştür. Emperyalizmin değiştiği söylenerek “demokratik emperyalizm” keşfedilmiştir. Bugün bu anlayışın sonu emperyalizme “kara gücü” olmaya kadar varmıştır. Biz hiçbir dönem emperyalizmin ideolojik etkisi altında kalmadık. Emperyalizmin saldırıları karşısında hep net olduk. Saldırılarını cevapsız bırakmadık. Üçüncüsü; Marksizm-Leninizm’e bağlılığımız ve sosyalizm inancımızdır. Sosyalizmin yıkıldı dendiği bir dönemde biz sosyalizmin orak- çekiçli bayrağını ülkenin dört bir yanında dalgalandırdık. Kanımızla inançlarımızı duvarlara işledik. Marksizm-Leninizmin tüm değerlerini savunan, onun için savaşan, emperyalizme ve işbirlikçi iktidarlara darbeler vuran tek M-L örgütüz. Sosyalizm yıkılmamıştır. Yıkılan revizyonizmdir. Uzlaşmacılıktır. Biz emperyalizm ve işbirlikçi oligarşiye karşı savaşma gücünü M-L’den alıyoruz. Dördüncüsü; İktidar iddiamızdır. İktidar iddiası olmayanlar savaşamazlar. Sırtlarını dayadıkları güç çökünce solun en büyük zaafı ortaya çıkmıştır. Sol bugün iktidarsızdır. İktidarı alabileceklerine ve iktidarı ayakta tutabileceklerine inancı kalmamıştır solun. İktidar iddiasını yitiren sol kime, neye karşı, niçin savaşacak? İktidar iddiasını yitiren sol savaşma iddiasını da yitirmiştir. Sivil Toplumculuk iktidar iddiasının yitirildiği zeminde gelişmiştir. İktidar iddiası olmayanlar ne için savaşacak ve ne için direnecektir? Uzlaşma, teslimiyet iktidar iddiasının yitimiyle başlamıştır. Devrimci hareket emperyalizmin ve işbirlikçilerin ideolojik, fiziki her türlü saldırılarına rağmen iktidar iddiasını yitirmemiştir. 90’ların karşı-devrimler sürecinde, İdeolojik olarak net olmayanlar, inançsız ve korkak olurlar. Güç karşısında doğrularından vazgeçip, eğilip bükülürler. Sağdan, soldan esen bütün rüzgarlardan etkilenip savrulurlar. Cüretin, inancın, sağlam durmanın kaynağı ideolojik netliktir. İşte biz, 47 yıldır, böyle bir ideolojik güçten besleniyoruz. Arkamızda öyle bir tarih var ki, burjuvazinin ideolojik, askeri cephaneliğindeki tüm silahlar bu tarihe çarpıp etkisizleşiyor. 2000’lerin tecrit saldırıları karşısında iktidar iddiasını korumuştur. Fiziken imha edilmeye çalışıldığı süreçlerde bile iktidar iddiasını kaybetmemiştir. İdeolojik Bağımsızlığımız 60’lı Yılların Sonunda Başlar O Günden Bugüne Anti-Emperyalist, Anti-Oligarşik Savaşımız Sürüyor İdeolojimiz, devrim yolunda en güçlü silahımızdır, sömürü düzenini yıkma gücümüzdür. İdeolojimiz, devrime yürüme çizgimizdir. Sömürü düzenini yıkma, iktidarı alma kararlığımızda ışığımız, geleceğimizdir. Devrimci bir parti ya da örgüt ideolojik güç ve değerler toplamıdır. Bir devrimci örgütü ayakta tutan, savaştıran, düşmanı yenilgiye uğratacak olan ne sayısal, ne silah, ne de teknik gücüdür. Bir devrimci örgütü ayakta tutan ideolojik gücüdür. Eğer düşmanı yenilgiye uğratacak güç askeri-teknik güç olsaydı, bugüne kadar hiç bir devrim gerçekleşemezdi. Örgütü savaşçı bir örgüt yapan, militanlaştıran, ideolojik güç ve devrime olan inançtır. İdeolojik olarak net olmayanlar, inançsız ve korkak olurlar. Uzlaşmacı olurlar. Sağdan soldan esen bütün rüzgarlardan etkilenip savrulurlar. Çünkü sağlamlığın, cüretin kaynağı da ideolojik netliktir. İşte biz 70’lerden beri, böyle bir ideolojik güçten besleniyoruz. Böyle bir güç olmadan 122 şehidin verildiği 7 yıl süren ölümüne bir direniş sürdürülemez. Böyle bir güç olmadan OHAL koşullarında, 150 bin memurun mesleğinden ihraç edildiği ve kimsenin direnmediği bir dönemde Nuriyeler, Semihler yaratılamaz. 70 yaşındaki bir şehit babası 90 gün açlık grevine yatıp direnemez... Tarihimiz her dönem için en büyük yol göstericimizdir. Arkamızda öyle bir tarih var ki, burjuvazinin ideolojik, askeri cephaneliğindeki tüm silahlar bu tarihe çarpıp etki- 14 sizleşiyor. İdeolojimize güveniyoruz. İdeolojimizin ve onun pratik ve siyasi ifadesi olan politikalarımız etrafında solun ve halkımızın birleşeceğine inanıyoruz. İdeolojik anlamda bağımsızlığı olmayanlar sağdan ve soldan esen rüzgarların, emperyalist saldırı ve politikaların önünde fazla dayanamazlar. Halkın iktidarını kurmak için başlarken devrim yürüyüşümüze, ne ABD, ne AB, ve ne de onların işbirlikçilerine güvenerek başlamadık. Bugün solla aramızdaki en temel ayrım noktasını, bu tespit oluşturmaktadır. Evet, yolumuz uzun, asla eğilip bükülmeyen bir ideolojiyle doğrulanmış bir yolda yürümenin moral ve stratejik gücü bizimledir. Emperyalizmin “en tehlikeli örgütler” listesinde yer almamız, oligarşinin imha operasyonlarının baş hedefi olmamız kadro ve kitle sayımızdan, askeri gücümüzden değil, M-L kılavuzluğunda Anadolu topraklarında devrim ve iktidar iddiamızdandır. İdeolojik, politik, örgütsel bağımsızlığımızdandır. Emperyalist saldırılar ve politikalar karşısında teslim olmayışımızdandır. Uzlaşmaz oluşumuzdandır. Başka Güçlere Bel Bağlamak, İlkeler Yerine Pragmatizme Sarılmak, Siyasi İradeyi Kaybetmektir! Sınıflar mücadelesinde belli bir misyon ve iddiayla yer alan her güç için esas olan kendi “öz gücüne” güvendir. Burada temel olarak kavranması gereken iki önemli nokta vardır: Birincisi; “öz güç” sadece sayısal bir güç meselesi değildir. Öz güç, ideolojidir, halka ve örgütüne güvendir, tarih bilincidir. Kendi dinamiklerin üzerinde durmaktır. Politika bu güvenler temelinde yürütülür. İkincisi; kendi öz gücüne güvenmekle, kendi gücünü esas almakla, dünyadaki bütün toplumsal hareketlerden, devrimlerin, örgütlerin deney ve tecrübelerinden, örgütlenme ve çalışma tarzından yararlanmak, hatalarından, zafer ve yenilgilerinden dersler çıkarmak, devrimci parti ve örgütlerle enternasyonalist dayanışmayı geliştirmek, birbiriyle çelişen politikalar değildir. Tam tersine; çıkarılan bu sonuçları, ekonomik, politik, kültürel, tarihsel olarak kendi ülke ve halk gerçeğiyle birleştirmek, ideolojik, politik ve örgütsel olarak kendi öz gücüne, halkına güveni ifade eder. Kendi Özgücüne Güvenmeyenler; Giderek Kendi İdeolojilerine Karşı Güvensizleşip, İnançsızlaşırlar Kendine güvensizlik, başka güçlere bel bağlamaktır. Kendi halkına ve örgütüne güvenmeyen ve ayakları kendi ülke topraklarına basmayanlar, başka güçlere bel bağlamayı bir politika haline getirenler, zamanla kendi ideolojilerine karşı güvensizleşip, inançsızlaşırlar. Başka güçlere bel bağlamak; sırtını, sınıfsal planda devrimin temel güçleri dışındaki sınıf ve katmanlara, ideolojik ve örgütsel anlamda da burjuvaziye, küçük-burjuva örgütlere, devrim yapmış ülke devletlerine yaslamaya çalışmaktır. Başka ülkelerin devrim stratejisini, örgütlenme anlayışını şablon olarak kendi ülkesine uygulamak, o ülkelerin bir şubesi gibi çalışmaktır. Bu durum, siyasi kimliksizleşmedir. Ve devrimin yolundan sapmayı da beraberinde getirir. İşte ülkemiz solunun durumu bugün gözler önündedir. İdeolojik, politik önderliğini emperyalizmin yaptığı bir sol ile karşı karşıyayız. Ki, bu durum solda bugün ortaya çıkan bir durum da değildir. Reformist, oportünist sol, küçük burjuva milliyetçiliği, hiçbir zaman kendi ideolojisine güvenmemiştir, kendi özgücüne dayanmamıştır. Kendine ait değerleri, kendine ait kültürü, gelenekleri yoktur. Kendi halkı, kendi vatanı yoktur. Devrimini yapmış ülkelerin devrim stratejilerini kendilerine şablon olarak alırlar. Onun için bağımsız bir ideolojileri yoktur. Kendi bağımsız ideolojisi olmayan, kendi dinamiklerine dayanmayan solun ayakları, hiçbir zaman ülke topraklarına basmamıştır. Sırtlarını yaslayacakları hep başka bir güç aramışlardır. Ülkemiz solunun daha ilk ortaya çıktığı 1920’lerde TKP’nin kuruluşu Sovyet devriminin taklidi üzerine şekillenmiştir. TKP’nin tarihi boyunca hiçbir dönem bağımsız ideolojisi olmamıştır. Halka dayanmamışlardır. Halkın iktidarını ve sosyalizmi, yalnızca halk kurabilir. Bu Marksist-Leninistler için tartışılamayacak kadar açık bir gerçektir. Marksist-Leninistler, halkın dışındaki güçlere bel bağlamazlar; onlardan demokrasi, bağımsızlık, insan hakları beklemezler. Emperyalizmden veya oligarşiden böylesi beklentileri olanlar, hayatın hiçbir alanında mücadeleyi ve direnişi sonuna kadar götüremez, ideolojik olarak güçlü duramaz, siyasi cürete sahip olamazlar. Cüretin kaynağı ideolojik sağlamlıktır. İdeolojik sağlamlığımızın kaynağı, kanla yazılan tarihimizdir. İdeolojik Bağımsızlığımız Mahir Çayanlar'la Başlar. . . İdeolojik sağlamlık; ideolojik olarak savunduklarını teredütsüzce hayata geçirme iradesidir. İdeolojik sağlamlılığın olmadığı yerde özgüven sorunu yaşanır. Güvensizlik ise, devrimci ilke ve doğruların kararlı bir tarzda savunulmasını engeller. İdeolojik sağlamlık, İdeolojik olarak savunduklarını tereddütsüzce hayata geçirmektir. İdeolojik açıdan sağlam olunursa kazanan devrim, kazanılan devrimcilik olur. İdeolojik sağlamlık, her koşulda devrimin ve devrimciliğin gerektirdiği her şeyi yapmaktır. Devrimci Sol / 26 İdeolojik sağlamlık, devrim stratejimizin, örgüt ve örgütlenme anlayışımızın kanla yazılan tarihidir. İdeolojik bağımsızlık demek Türkiye devriminin yolu demektir… Mahir Çayan demektir… Emperyalizmi bu netlikte görmek demektir… 1960’lar Türkiye’sinde sola egemen olan anlayışa göre enternasyonalizm, SBKP’cilikti. SSCB’nin çıkar ve politikaları esas alınacak, örgütsel yapı, SBKP’nin Türkiye sorumlularının şemsiyesi altında kurulup yönetilecekti. Bu enternasyonalistlik, hiç kuşku yok ki, Marksist-Leninist değildi. 80’li yılların ortalarından sonra, Türkiye solunda, kendisine M-L diyen pek çok örgüt, ideolojik ve örgütsel olarak büyük savrulmalar yaşamıştır. 12 Eylül Cuntası ve sosyalist sistemin yıkılması, bu savrulmaların iki ana kaynağı olmuştur. 12 Eylül faşist cuntası bu savruluşta büyük bir etkendir tabii. Ancak, yine de bu kadar siyasi hareketi, böylesine savuranın tek başına cuntanın terörü olmadığı açıktır. Kaldı ki, daha cunta gelmeden çeşitli siyasi yapılar faşist teröre karşı direnmek savaşmak yerine geri çekilmenin, yurt dışına çıkmanın yollarını yapmışlardır. Bu terör karşısında savrulmayan, yerinde duranlar da vardır çünkü. Cuntanın terörü, asıl etkisini, ideolojik ve örgütsel olarak köksüz, zayıf yapılar üzerinde göstermiştir. Bu anlamda, denilebilir ki, cunta, çeşitli siyasi hareketlerde zaten var olan eğilimleri açığa çıkarmış, bunlar kendi zayıf temelleri, ideolojilerine ve kendilerine güvensizlikleri nedeniyle, esen sert rüzgarların önünde duramayıp savrulmuşlardır. Bir hareket, mücadele tarihi boyunca birçok aşamadan geçer. Güçlenir, güçsüzleşir, zaferler, yenilgiler yaşar, darbeler alır, kuşatmalarla karşı karşıya kalır... Kendi öz gücüne güvenen, ideolojisine güvenen bir güç, bütün bunlara rağmen yolunu, doğrultusunu kaybetmez. Solun 1990’lardan bu yana yaşadığı savrulmalarla birlikte, hem politik olarak, hem ideolojik ve kültürel olarak emperyalizmden, burjuvaziden etkilenmesinin had safhaya çıktığı bir ortamda, öz güce güven, her zamankinden daha büyük bir önem kazanmıştır. Önderimiz Dursun Karataş’ın dediği gibi; “Bugünün dünyasında, yalnız başına kalmayı göze almadan güçlü olmak ve düşmana karşı savaşmak mümkün değildir. Siyasette güç olmak, en başta bu ideolojik sağlamlıktan ve kendine güvenden geçer. Emperyalizmi yanlış tespit edenlerin vardığı ve varacağı yer ise uzlaşmacılık, teslimiyet ve reformistleşmedir. Bugün gelinen aşama, solun ve Kürt milliyetçilerinin yaşadığı süreç de bunu doğrulamıştır. Soldaki Savrulma Asıl Olarak İdeolojik Savrulmadır 15 Herkes kendini komünist, Marksist-Leninist olarak nitelendirebilir; ama bu kimseyi Marksist-Leninist yapmaya yetmez. Bu kadar kolay burjuvazinin etkisi altına girebilen, her dönem bir güce sırtını dayama ihtiyacı duyan, kendi bağımsız ideolojik-politik hattını uygulamak yerine sürekli “güç dengelerini” gözeterek politika yapan, emperyalizmin ideolojik, politik saldırıları karşısında teoride ve pratikte şekilden şekile giren bir hareket, Marksist-Leninist bir hareket olamaz. 1990’lı yılların sonuna gelindiğinde de, halen çok çeşitli savrulmalar devam etmektedir. ‘80’li yıllardaki rüzgarlarda kısmen ayakta kalabilenlerin veya kendini daha sonra az çok toparlayabilenlerin, bu defa farklı savrulmalar yaşadığı görülmüştür. Başka güçlere bel bağlamak, ideolojik güçsüzleşme ve ideolojik bağımsızlığını kaybetmek aynı zamanda, kendi dışındaki güçlerin politikalarının ve ideolojisinin etkisi altına girmenin, şablonculuğun, taklitçiliğin de önünü açıyordu. Etkilenmeler, reformist örgüt, parti ve ülkelerden etkilenmeyle de sınırlı kalmıyor, emperyalist politikalardan ve medyadan, burjuvaziden, oligarşi içi kavganın sonucu ortaya çıkan manevralardan etkilenerek bunlara göre politikalar belirleniyordu. İşte bu dönemde emperyalist çözüm, barış politikaları, kimilerini önüne katmış götürmüştür. Politikalar emperyalistlerin, düzen partilerinin, tekellerin “demokratikleşme” paketlerine göre belirlenmiş, taktik adına 28 Şubatlar’da Genel Kurmay’a yedeklenilmiş, “MGK solculuğu” diye bir sol türemiştir. Bu durum daha sonraki yıllarda da, Avrupa solculuğu, AKP solculuğu gibi kendini emperyalizm ve oligarşinin politikalarına yedeklenmekte ifadesini bulmuştur. İktidarı almak gibi bir hedefi olmayan sol, emperyalizmin yönlendirdiği “renkli devrimler”e umut bağlamıştır. Sosyalist ülkelerdeki karşı devrimci komplo ve darbeler “halk hareketi” olarak alkışlanmış, körfez krizindeki emperyalist saldırı “it dalaşı” olarak adlandırılmış, emperyalist komplolarla Çavuşesku’ların kurşuna dizilmesinde “tarafsız” kalınmıştır... Ezen ve ezilen, yani burjuvazi ile proletarya arasında süren sınıf savaşında “tarafsızlık” diye üçüncü bir yol yoktur. Bu savaşta tarafsızım demek ezenden, yani burjuvaziden yana taraf olmaktır. Bu örneklerin ilk akla gelenlerinden bazılarıdır. Türkiye solunda bunun çokça örneği vardır. Bütün bu savruluşlar, bazen “taktik”, bazen de “birlikler” olarak savunulmuştur. Taktik değil, ideolojik savrulmadır; ideolojik yenilgidir. Solun bazı kesimleri, zaman zaman yanıldıklarını kabul etseler de bunlar, utangaç özeleştiriler halinde kalmış, yanılgıların, böyle bir etkiye açık olmanın ideolojik kaynaklarını sorgulayan bir muhasebeye dönüşememiştir. 1990’lar; Kendi Ayakları Üzerinde Dura- 16 mayanlar “Kabe”leri Yıkılınca, “Kabesiz” Kaldılar Sosyalist sistem yıkıldıktan, başka bir deyişle solun bir kısmının sırtını dayadığı merkezler yıkıldıktan sonra, solun bu gelenekten gelen kesimleri “kabe”lerden, başka güçlere yedeklenmekten kurtuldular mı? Kendi ayaklarının üzerinde durmayı öğrenebildi mi? Ne yazık ki hayır! Çünkü esasen solun bu kesimleri, kendi iradeleriyle, bir muhasebeyle kurtulmadılar o kabelerden. Bu anlayışın köklü eleştirisini yapmadıkları için de politika yapış tarzı birçoğunda aynen sürdü. İttifak politikalarını aynı çarpık anlayışla şekillendirmeyi devam ettirdiler. Dün SBKP’nin, AEP’in hatalarını görmezden geliyorlardı, bugün de yeni ittifaklarının yanlışlarını görmezden geldiler. Sırtını bir yere dayayarak ayakta duranlar, sırtını dayadığı şey yok olduğunda, ayakta duramaz düşerler. Bu bir fizik kuralıdır. Ama o arada, ya yaslanılacak yeni bir yer aranır, veya kendi başına ayakta durabilmenin yolu, yöntemi keşfedilir. Bunları keşfedemeyen ölür. Kendi başına ayakta durmayı öğrenmeyip, yaslanacak yeni bir yer bulanlar ise, ömrünü ancak biraz daha uzatmış, bir sonraki güçlü fırtınaya kadar idare etmiş olur. Ama sonu yine ölümdür. SBKP, AEP, ÇKP’nin yönlendirmesi ve etkisi altında olan örgütler, kabeleri yıkılınca dağılmaya, legalleşip düzenle bütünleşmeye, suçu da Marksizm-Leninizmin üzerine atmaya başladılar. Mesela TKP, on yıllarca sırtını SBKP’ye dayamış, SBKP dağılınca da bir kaç yıl bile ayakta durabilecek iradeyi gösteremeyip kendi çöküşünü yaşamıştır. Mesela TDKP bir dönem “Çin, Çin” deyip durmuş, sonra Halk Savaşını reddedince, bu defa AEP’e yaslanmaya çalışmış, AEP tarafından tanınmak için olmadık şeyler yapılmış, AEP yıkılıp gidince, dünyanın yeni koşullarında sırtını dayayacak yeni bir yer bulamamış ve kendini boylu boyunca legalizmin içine atmıştır. Fizik kuralı, siyasette de geçerli olmuştur. Sırtını ÇKP’ye, SBKP’ye dayayan, oradan destek alarak, onların vereceği desteğe güvenerek mücadele sürdüren gerilla hareketleri ise, sosyalist sistemin dağılmasıyla birlikte silahlı mücadeleyi terk etmişler, reformizmin yolunu tutmuşlardır. Emperyalizm karşısında korkuya kapılarak ilkelerinden sürekli tavizler vermeye, en sonunda onunla uzlaşarak barış masalarına oturmaya başlamışlardır. Bu durum, M-L’den uzaklaşmanın, ideolojik zayıflığın, kendine güvensizliğin, başka güçlere bel bağlamanın kaçınılmaz sonucudur. Bu anlayışın sahiplerini politika belirlerken yönlendiren “güç”tür. Bu nedenle güçlü olanın politikalarıyla paralellik kurarak ondan güç almayı hesaplarlar. Emperyalizmin ideolojik hegemonyasının etkisi altına girmeleri ve em- peryalist politikalara yedeklenmeleri bu yüzdendir. İdeolojisi, söylemde belli ama bu ideolojiye güvensiz olanlar, sürekli başkalarına bakıp, taklit etmeye, başkalarının gücü altında var olmaya çalışırlar. “Marksist-Leninist”, “Komünist, devrimci, sosyalist” olduklarını söyleyen büyük iddiaların sahibi olanların, başka güçlere bel bağlamasının, emperyalizmin ideolojik bombardımanından etkilenmesinin nedeni ideolojik zayıflıktır. Örgütüne ve halkına güvensizliktir, ideolojisine güvensizliktir. Solun çeşitli kesimlerinin 90’lardan bu yana izlediği politikalara bakıldığında 1960’ların sonunda kırılan revizyonist, reformist geleneğin daha da gerileyerek sola hakim olduğu görülür. Gelinen aşamada devrimci sola sırtını dönerek, düzeniçi politikalar etrafında ittifak arayışına girmek revaçtadır. Bu tarz savrulmalar, devrim iddiasını kaybetmiş ve parlamenterizme yönelmiş tüm sol güçlerin ortak özelliklerinden biridir. Başka güçlere bel bağlama olgusu, güç ilişkileri içinde, “güçsüzlerin daha güçlü olana bel bağlaması” şeklinde anlaşılsa da, sorun sadece “güç” meselesi de değildir. Alabildiğine kitlesel veya hatırı sayılır silahlı güç sahibi hareketler de aynı tavır içine girebilirler. Örneğin, PKK, bunun somut bir örneğidir. Bu anlamda “başka güçlere bel bağlama” sadece güç ilişkilerine bağlı bir olgu olmayıp, aynı zamanda ideolojik bir sorundur. Küçükburjuvazinin sınıfsal bir eğilimidir. Küçük-burjuvazi fiziken güçlü de olsa, yaslanacak bir güç arayışı içinde olabilir. Bu onun kendi ideolojisine güvensizliğinin sonucudur. 90’lı Yıllarda Reformist Dalga Tüm Dünyayı Sardığında Biz Bu Dalgadan Etkilenmedik Marksizm bayrağını dalgalandırmaya devam ettik. Sosyalizmi tek başımıza savunmanın onurunu yaşadık. Ağır bedeller ödemeyi göze alarak emperyalizmin kendini en güçlü hissettiği, sosyalizmin ise prestij kaybettiği bir dönemde, anti-emperyalist çizgimizi sürdürmekten, sosyalizmi savunmaktan vazgeçmedik. Kayıplar vermekten, güç kaybetmekten korkmadık. Tam tersine bizi korkutacak olan şey, emperyalizme darbe vuramamak, sosyalizmi sahiplenememektir. Çünkü bu, devrimci bir hareket için kendi varlık şartlarının ortadan kalkmasıdır. İdeolojik sağlamlık ve bunun kazandırdığı özgüven, siyasette ilkelerde tavizsiz, tutarlı olmak, hiçbir koşulda düşmanla uzlaşmamak ve dediğini yapmak, yaptığını savunmak, Parti-Cephe kimliğidir. Dünya ve ülkemiz solu bugün bu değerleri kaybetmiştir. İlkesizlik ve tutarsızlık, dün söylediğini bugün unutmak, bugün söylediğini yarın inkar etmek, reddiyecilik vardır. İlkeli ve tutarlı olmak bedel ödemeyi göze almayı gerektirir. Bu ise ancak ideolojik olarak sağlam olmakla, Devrimci Sol / 26 kendine güvenmekle mümkündür. 12 Eylül cuntası yılları ve bu dönemde hapishaneler, bedel ödemeyi, fedakarlığı gerektiren dönemlerden biridir. Ama fedakarlık yapmayı, bedel ödemeyi göze almayanlar ilkelerini, inançlarını, halkı mücadeleye çağıran sözlerini unutarak, yurtdışına kaçarak, mülteciliği seçmişlerdir. Kaçamayıp hapishaneye girenlerin kimileri, cuntanın karşısında hazırola geçip, İstiklal Marşı söylerken, kimileri “derinlikli politika” adına Tek Tip Elbiseyi meşrulaştırmış, kimileri cuntanın mahkemelerinde günah çıkarıp “devleti yıkmak isteyen bir örgüt” olmadıklarını sadece bir “dergi çevresi” olduklarını söyleyerek tövbekar olmuşlardır. Devrimci Sol önderliği, kadroları ve savaşçıları, Ölüm Oruçlarında şehitler vererek, savunma, görüş, havalandırma gibi tüm haklarının gasp edilmesini göze alarak, gereken fedakarlığı göstermişler, bedel ödemişlerdir. Ama siyasi kimliklerinden, ilkelerinden ve tutarlı devrimci, uzlaşmaz çizgilerinden asla taviz vermemişlerdir. Bunlar yalnızca “o döneme” ilişkin tartışmalar olmayıp, sonraki süreçleri de belirleyen tavır ve anlayışlardır. Sol’un hemen her kesimi, yıllardır emperyalizm ve oligarşinin her saldırısının ardından “Hesap soracağız” demesine karşın, bir türlü hesap soran bir mücadele çizgisi izleyememiştir. Ne kitlesel, ne askeri anlamda hesap soran eylemlere girişmez. Emperyalizm ve oligarşiden hesap sormak demek, emperyalizm ve oligarşinin şiddetini, terörünü üzerine çekmektir. Bu şiddetin, terörün hedefi olup kayıplar vermek, bedel ödemektir. Açık ki, bu şiddeti ve terörü, ödenecek bedelleri göze almayanlar oligarşi ve emperyalizm karşısında ilkeli ve tutarlı olamaz, hesap soramazlar. 1984’lerin hapishanelerinde olan da, 1990’lı yıllarda dışarıda olan da, 2000’li yıllarda teslimiyeti seçenlerin de durumu budur. 50 Yıllık Revizyonist Geleneğin En Önemli Özelliklerinden Biri de İdeolojik ve Örgütsel Bağımlılıktır Türkiye solunun geçmişinden söz ederken klasikleşmiş bir kavram kullanılır: “50 yıllık revizyonist gelenek”. İşte bu 50 yıllık revizyonist geleneğin en önemli özelliklerinden biri de ideolojik ve örgütsel bağımlılıktı. Devrimin yolunun netleştirilmesi ve bu yolda yürüyebilecek devrimci bir örgüt anlayışının şekillendirilmesi, bu geleneği de yıkmak zorundaydı. Türkiye devrimi için yola çıkanlar, ideolojik bağımsızlığa sahip olmak zorundadır. THKP-C’nin çıkışı, bu zorunluluğun gerçekleştirildiği bir sonuçtur. Türkiye solunda ideolojik ve örgütsel bağımsızlığa sahip olunmayışın en yaygın biçimleri ve nedenleri şöyle sıralanabilir: - Şablonculuk, - Taklitçilik, 17 - Enternasyonalizmin yanlış kavranışı ve uygulanışı, - Düzen içi eğilimler taşımak, - Kendine ve ideolojisine güvensizlik... - İktidar iddiasına sahip bir örgütlenme ve işleyişe sahip olmamak THKP-C, daha partileşme sürecinden itibaren bu tür ilişkilerin uzağında olmuştur. Yönümüzü, politikalarımızı diğer ülkelerin komünist partileri değil, Marksist-Leninist ilkeler ve Türkiye devriminin çıkarları belirlemiştir. O günden bugüne de bağımsızlığımızı ortadan kaldırabilecek hiçbir uluslararası ilişkiye girilmemiş, şu veya bu sosyalist ülkenin desteğini almak için faydacılık yapılmamıştır. İdeolojik bağımsızlığın kaybedilmesinin bir diğer biçimi ise, şablonculukta ifadesini buluyordu. Devrim, başka ülkelerde nasıl olmuşsa, bizde de öyle olacaktı. Revizyonizmin üstesinden gelmek, Türkiye devriminin yolunu çizmek ancak, “Marksizm-Leninizm’i bir dogma değil bir eylem klavuzu olarak” kavrayarak, Marksist- Leninist ilkeler ışığında hareket edilerek başarılabilirdi. Bunun anlamı ise strateji, taktik ve politikaları, kendi ülke gerçeğine dayanarak belirlemektir. Her türden şablonculuğu, taklitçiliği reddetmektir. THKP-C bu çizgide yürüyerek 50 yıllık revizyonist geleneği ve karşısına dikilmeye çalışılan oportünist barikatları parçalamış, ülkemizde Marksist-Leninist çizginin temsilcisi ve uygulayıcısı olmuştur. THKP-C bugün DHKP-C’dir; THKP-C’den DHKPC’ye, istikrarla aynı çizgide sağa-sola sapmadan yürünerek bugünlere gelinmiştir. İdeolojik ve örgütsel bağımsızlığımız, bu istikrarın en güçlü ayaklarından biridir. Parti-Cephe hiçbir zaman, diğer ülkelerin devrimlerini taklit etmeye kalkmamıştır. Ayaklarımız kendi ülke topraklarımıza basmıştır. İ İşte bunun içindir ki, DHKP-C bugün dünyadaki M-L silahlı mücadeleyi savunan ve savaşan devrimci bir Partidir. Bugünün dünyasında tek başına da kalsa silahlı devrim mücadelesini sürdürebilmesinin nedeni ideolojik bağımsızlığıdır. İdeolojik bağımsızlığı ve iktidar iddiasıyla DHKP-C’, tek başına da kalsa doğru bildiği yoldan bir milim bile sapmadan yürüyebilmektedir. Sonuç olarak bugün DHKP-C’yi emperyalizm karşısında tek başına da olsa savaşan bir güç yapan ideolojik bağımsızlığımız, Emperyalizm karşısındaki netliğimiz, M-L ideolojisinden sapmamamız, ve M-L’yi sahiplenmemiz ve İktidar iddiamızdır. Oligarşinin iktidarını yıkacak, Devrimci Halk İktidarını kuracağız! 18 Bütün çiçekler solsa da Soldan sağa savrulmuş iken Bir tek karanfiller kalır Doğru bildiği yolda Karanfiller... Bayrak bayrak yürüyor... Ümit İlter Devrimci Sol / 26 19 İDEOLOJİMİZ ÇÖZÜM GÜCÜMÜZDÜR GÜCÜMÜZÜ KARARGAHTAN ALIRIZ: KARARGAHTAKİ KURMAYLARIMIZ; nizmin ışığında halkın içinde şekillenmiştir. İdeolojimizde halka yabancı olan tek bir şey yoktur. Onun içindir ki halkımıza güveniyoruz. Halkımıza güvenin kaynağında ideolojimize güven vardır. Şehitlerimizin yarattığı değerlerimiz, tarihimiz vardır. Tarihimiz sınıf bilincimizdir, tarihimiz ideolojimizdir. Mahirlerden günümüze yarım asırlık devrimci mücadele tarihimizde ; Marksizm-Leninizmden bir milim bile şaşmadan devrim mücadelesini sürdürmemiz bundandır. Yarım asırlık tarihimizin en zorlu dönemeçlerinde bir kez bile yalpalamadık. Tereddüte düşmedik. Yüzümüz hep Kızıldere’ye dönük oldu. Onun için “HER CEPHELİ’NİN DOĞUM YERİ KIZILDERE'DİR” dedik. Dönüp hep Kızıldere’ye baktık. Gerekirse Kızıldere gibi imha olmak pahasına direndik, Marksizmi-Leninizmi, devrimi savunduk. Halkımızı sahiplendik. Yeni Kızıldere'ler yarattık. Tarihin önümüze çıkardığı zorlu dönemeçlerde bir kez bile politikasız kalmadık. Karşı-devrimin her türlü imha politikalarına karşı direndik ve biz kazandık. Devrim kazandı, halkımız kazandı. İdeoloji, soyut bir kavram değildir; yaşayan, gelişen Onun için halka güvenimiz sonsuzdur. Onun içindir topluma yön veren, toplumları ayakta tutan canlı, somut, ki, yaprağın bile kıpırdamadığı zorlu süreçlerde “bu maddi bir güçtür. İdeolojinin halkla bağı kurulduğunda halktan adam olmaz” deyip kaçmadık. Çünkü halkı ML bir örgüt, devasa bir güç haline gelir. Halktan kopuk hiçbir zaman kendi dışımızda görmedik. ideolojiler ölmeye ve yok olmaya mahkumdur. Çünkü Örgütsüz, bilinçsiz halkın, faşizmin terörü karşısında ML ideoloji; işçi sınıfının, halkın ideolojisidir. Halkın korkup sinmesinden daha tabii ne olabilir? kurtuluşunu sağlayacak, devrimin ideolojisidir. Devrimciler kendini halkın öncüsü olaHalka güvenelim... Halk yaratan rak görüyorsa, öncelikle kendileri dive üretendir. Halk kendinden renmeli, bedel ödemeli, halka örnek olanı sahiplenir. Devrimciler İdeolojik Sağlamlık, olmalıdır. halktır. Halkın evlatlarıdır. Mahirlerler’den günümüze halkın Zoru görünce kaçan, “kaymak ta1-Tarih bilinci, kurtuluşu için yüzlece şehit verdik. bakayı korumak gerekir” diye direnİdeolojimiz halkın en yiğit, en 2-İktidar bilinci, memeyi, bedel ödememeyi “akıllı solonurlu, kahraman evlatlarının culuk” sayanlar ne solcu, ne devrimci 3-Devrimci kanlarıyla yoğrulmuştur. İdeoloolabilir, ne de halka öncülük yapabilir. jimizin mayasında halk var, halkın bir kişilik, Biz halkımız ve vatanımız için bedel en onurlu evlatları, halkı için, vaödemekten hiçbir zaman kaçınmadık. 4-Halka, davaya tanı için canını feda eden kahraOnun içindir ki, “Yaşamış sayılmaz man şehitlerimiz var... değerlere bağlılıktır. yurdu için ölmesini bilmeyenler” diyen İdeolojimiz Marksizm-LeniAyçe İdil Erkmen de, “Bir canım var, Marksizm-Leninizm Diyalektik ve Materyalizm Tarihimiz Geleneklerimiz Değerlerimiz Şehitlerimiz Stratejimiz Parti-Cephemiz’dir. 20 babası 90 gün açlık grevi yafeda olsun halkım için” - Sadece savaş araçlarını parak şehit gerillalarımızın kediyen Ahmet İbili de bizim çeşitlendirmek, geliştirmek tek başımiklerini alıyor. yoldaşımızdır. na yetmez. Tüm bunları cüretle hayHasta tutsaklarımız için Kızıldere’yi, 84 Ölüm ata geçirmekte bir o kadar önemlidir. verdiğimiz mücadeleler karOrucunu, 12 Temmuzları, şısında düşman peşinen mağ17 Nisanları, 96 Ölüm -Bunun içinde; lup olduğunu ilan etmektedir. Oruçlarını, Sibel Yalçın1- İdeolojik netlik Hasta tutsak yoldaşlarımızı faları, kuşatmalarda duvarşizmin “merhametine” terk etlara kanlarıyla inancını 2- İktidar iddiası, miyoruz, zulmün hücrelerinde yazanları, Balkıcalar’ı, 3Zaferi kazanma isteği olmalıdır. çekip alıyoruz. Ulucanları, Büyük Direnişleri yaratan aynı inanç Bütün bunları yapan ve ve aynı ideolojidir. yaptıran bizim ideolojimizdir. Tarihin en zorlu dönemeçlerinde çözüm gücümüz İdeolojimizin gücüyle savaşıyor, direniyor ve zaferler hep ideolojimiz olmuştur. kazanıyoruz. Düşman saldırılarını cevapsız bırakmıyoruz. Emperyalizmin tüm dünyadaki tecrit kuşatmasına karşı tam 7 yıl boyunca tecrit hücrelerinde yalnız başına Direnişlerimizle, politikalarımızla, mücadelemizle direnmişlerdir Özgür Tutsaklarımız. yarattığımız her sonuç, kazandığımız her zafer halkta karşılığını bulmaktadır. Halkta bir bilinç yaratmaktadır. 7 yıl boyunca tecrit hücrelerinde somutlanan çatışma esas olarak emperyalist burjuvazinin ideolojisi ile proletaryanın temsilcisi devrimci ideolojisi arasında yaşanmıştır. Halk anlamaz, halk korkar diye bakmayın. Ve zafer devrimin olmuştur. Cepheliler, ideolojimizin gücüyle kendinizi donatın. Cephe savaşçısı Sıla Abalay 17 yaşında düşmanla Özgür tutsaklarımızın direnişlerinden, tutsak aileleçatışarak şehit düştü. Büyük direniş başladığında henüz rimize, işçi direnişlerimizden memur direnişlerimize, yeni doğmuştu. Cephe savaşçılarının büyük çoğunluğu Dev-Genç'lilerimizden, Mahallenin Şahanlarına her dida ya Büyük Direniş sürecinde örgütlenmiş ya da henüz renişimiz halkta önemli bir bilinç yaratıyor. Her direniBüyük Direniş döneminde daha çocuktur, büyük direniş şimizin politik etkisi ülke sınırlarını aşıp dünyanın dört sonrasında örgütlenmiştir. bir yanında yankısını buluyor. Emperyalizmin tecrit saldırısı karşısında direnmeyenler, Cephe politikalarının ve direnişlerinin etkisi en somut her geçen gün çürümüş ve bugün ideolojik-politik önhaliyle Haziran Ayaklanmasında halkta karşılığını bulderliğini emperyalizmin yaptığı uzlaşmacı, teslimiyetçi, muştur. Haziran Ayaklanmasının her anına Cephe polititasfiye sürecini yaşamıştır. Böyle bir sol ile karşı karşıkaları, Cephe’nin yarattığı değerleri, direniş ruhu hakim yayız. olmuştur. Kürt Milliyetçileri emperyalizme maşalık yapıyor. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın direnişi karşıSolun en karakteristik özelliklerinden birisi anti-emperyalist sında çaresiz kalan AKP faşizmi Nuriye'leri tutuklama olmasıdır. Reformizm-oportünizm böylesi bir süreçte gerekçesi olarak “yeni bir Haziran Ayaklanmasına neden bile Kürt milliyetçilerinin kuyruğundan kopamıyor. Kürt olabilir” diyor. milliyetçi hareketin yedeğinde “enternasyonalist dayaİşte, ideolojimizin gücü budur. nışma” demagojisiyle emperyalizmin politikalarına alet Yüz binlerce üyesi olan KESK, yönetimlere çöreklenen oluyor. Kürt milliyetçileri, reformizmin ve oportünizm tarafından Devrimci değerlerin, devrimci kriterlerin ters-yüz pasifleştirilerek, faşizmin ekmeğine yağ sürerken, iki edildiği böylesi bir süreçte biz 17 yaşında savaşçı Sılalar’ı Cepheli’nin direnişiyle başlayan direniş, gün gün büyüyaratıyoruz. yerek AKP faşizmine Haziran Ayaklanması korkusu yaOHAL yasaları ve KHK’lerle 150 binin üzerinde şatıyor. kamu emekçisinin AKP faşizmi tarafından açığa alındığı Tüm Cepheliler’in kuşanması gereken silah ideolojive tek bir direnişin olmadığı süreçte biz Nuriyeler’in, mizdir. İdeolojimiz tüm dünya halklarına yol yapan, yol Semihler’in, etkisi sınırları aşan direnişini yaratıyoruz. açan ideolojidir. Yüzlerce gerilla şehidinin dağlarda mezarsız bırakıldığı, Kürt milliyetçilerinin OHAL’i gerekçe yaparak kılını İdeolojimize Gözbebeği Gibi Bakmak kıpırdatmadığı bir süreçte, 70 yaşındaki Cepheli bir şehit Kendi Bireysel Eğitimimize Devrimci Sol / 26 Önem Vermektir İdeolojik seviyemizi sürekli yükseltmeliyiz. Yükseltmezsek gerileme kaçınılmazdır. Bunun yolu bireysel eğitimimizi kesintisiz, sistemli ve sürekli hale getirmektir. Eğitimi ekmek, hava, su gibi ihtiyaç olarak görmektir. Kadrolar partinin eli ayağı, gözü, kulağıdır. Parti politikalarını hayata geçirecek olan, her alanda politika üretecek olan, düşman politikalarını boşa çıkartacak olan kadrolardır. Kadroların bu ihtiyaçlara cevap vermesi ancak ve ancak kendilerini sürekli, sistematik olarak eğitmekten geçer. Kendini eğitmeyen kadro gerilemeye, var olanı tüketmeye, çürümeye mahkumdur. Kaç yıllık devrimci olursak olalım. Hangi kitapları okumuş olursak olalım, hangi deney ve tecrübelere sahip olursak olalım sürekli kendimizi eğitmek zorundayız. Kendini eğitmeyen kadro, sürecin ihtiyaçlarına cevap veremez. Hayatın önüne çıkarttığı sorunları çözemez. Devrimcilik sorun çözmektir. Hayatın, pratiğin çıkarttığı sorunlar karşısında çözümsüz kalan bir kadro devrimci heyecan ve coşkusunu yitirir. Her geçen gün emperyalizme ve faşizme karşı yürüttüğümüz devrim mücadelesi kadroların üzerine büyük görev ve sorumluluklar yüklemektedir. Düşman 17 yaşındaki bir gencimiz Sıla Abalay’ı “örgütün üst düzey yöneticisi” diye katlediyor. 17 yaşındaki bir gencimizden nasıl korkuyorsa 70 yaşındaki ailelerimizden de aynı oranda korkuyor. TAYAD’lı bir şehit ailemiz İnanç Özkeskin’i katletmeleri bu korkularının sonucudur. Bugün her Cepheli’nin omuzlarına binen yük her zamankinden daha ağırdır. Elbette, bu yükü omuzlamanın yolu ancak ve ancak kendimizi sürekli eğitmekten geçmektedir. Kendini sürekli eğitmeyen bir kadro kör olur, sağır olur. Apolitikleşir... Kendimizi eğitmediğimiz, eğitimimizi süreklileştiremediğimiz taktirde ilerleyemeyiz. İlerleyemediğimiz noktada gerileriz. Üretemeyiz. Üretemediğimizde var olan bilgileri tüketiriz. Kendimizi yenilemek, geliştirmek ve daha sağlam bağlarla devrime bağlamak için eğitimimizi hiçbir koşulda ihmal etmemeliyiz. Bireysel eğitimin yolu günlük, disiplinli, programlı okumaktır, ihtiyacımız temelinde araştırmak, yazmaktır. Okumayan, araştırmayan, yazmayan bir kadro kendini geliştiremez. Ne okuyacağız? Birincisi kendi yayınlarımızı okuyacağız. Kitaplarımızı, 21 İDEOLOJI NETLIK! 1- İdeolojik Netlik Düşmanın gözünün içine bakabilmektir. Yani ideolojik netlik aynı zamanda cüretin kaynağıdır. 2- Savaşmak için ideolojik netlik şarttır... 3- İdeolojik netlik örgütüne halkına ve kendine güvendir. 4- İdeolojik netlik ilkeli, kurallı, devrimci yaşamaktır. 5- İdeolojik netlik ikna etmek ve inandırmaktır. 6- İdeolojik netlik, Her yaptığın işte sosyalizm inancını ve devrim iddiasını büyütmektir. 5- İdeolojik netlik ne yapacağını, nasıl yapacağını bilmektir. 6- ideolojik netlik, devrimci heyevan, devrimci coşku ve devrimci kararlılıktır. 7- İdeolojik netlik halka güvenmek ve halkı örgütlemektir. 8- İdeolojik netlik ölmek ama teslim olmamaktır. 9- İdeolojik netlik, fakat, ama, ancak demeden köşeli düşünmektir. 10- İdeoloiketlik düşünmek, sınıfsal düşünmektir... 11- İdeolojik netlik sınıf bilincine sahip olmaktır 12- İdeolojik netlik tarih bilincidir. dergilerimizi okuyacağız. Halkın Sesi’nden kendi gündemizi takip edeceğiz. İçinde bulunduğumuz süreçlere, çalıştığımız alanın ihtiyaçlarına göre partinin bize verdiği yayınları okuyacağız. Karşımıza çıkan somut sorunları çözmek için araştırmalar yapacağız ve buna ilişkin ÖNCELİKLE KENDİ YAYINLARIMIZA, KENDİ TARİHİMİZE bakaca- 22 - İKTIDAR İDDIASI 1- Herşeyde, stratejik hedef devrim ve iktidar iddiası olmazsa kişisel çatışmalar kaçnınılmazdır. 2- İktidar iddası stratejik düşünmektir 3- İktidar iddiası proğramlı, hedefli ve iddialı olmaktır. 4- İktidar iddiası her koşulda savaşmaktır . 5- İktidar iddiası devrimde ısrar, vazgeçmemektir. 6- İktidar iddiası yenilgiden zaferler çıkartmaktır. 7- İktidar iddiası yüz sefer de yenilsen ayağa kalkıp yürümektir. 8- İktidar iddiası cüretli olmaktır. 9- İktidar iddiası, ben değil, biz olmaktır. 10- İktidar iddiası, sonuna kadar diyebilmektir. ğız. Bizim dışımızda AKP faşizminin saldırılarına karşı politika üreten hiç kimse yoktur. AKP faşizminin politikalarına karşı çıkan, faşizmin uygulamalarını tanımayan, direnen, saldırılarını boşa çıkartan ve kendi gündemini oluşturan sadece Cephe vardır. Kürt milliyetçileri, reformizm, oportünizm düzen için muhalefet dahi yapamıyorlar. Ya tamamen teslim olmuş durumdalar ya da CHP’nin gölgesinde politika yapmaya çalışıyorlar. Yıllardır Adalet İstiyoruz diye kampanya yapıyoruz. Merhamet dilenmiyoruz, icazet istemiyoruz, Adalet istiyoruz, Adalet için hesap soruyoruz. HDP’nin Eşbaşkanları, milletvekilleri, belediye başkanları tutuklandı. Yasal parti binalarına giremediler. OHAL var diye tek bir ses çıkartamadılar. Düzen partisi CHP’nin milletvekili Enis Berberoğlu tutuklanınca Adalet Yürüyüşü yapacağız diyorlar. Cepheliler yıllardır ADALET için yürüyor. Yapmadıkları eylem kalmamıştır. Bir düzen partisi, düzen sınırları içinde bile milletvekilleri tutuklanana kadar üretebildiği tek bir politikası olmamıştır. Onun içindir ki, politika üretmek için, kendimizi eğitmek için, ideolojik olarak güçlenmek için önce kendi tarihimize, kendi yayınlarımıza, kendi gündemlerimize bakacağız. Araştırma yaptığımız konu hakkında çıkan yayınları, deneyimleri araştırıp okuyacağız. Burjuva basını, TV’leri devrimci bir süzgeçten geçirerek mutlaka takip etmeliyiz. Eğitimimiz, kuru, soyut teorik bir eğitim değil mücadele ve hayatla bağları olan, sorunlarımızı çözen, önümüzü açan, siyasal dinamizmi yükselten bir eğitim olmalıdır. Lenin, Menşevikler için şöyle diyor; “Öğrendiler ama kavramadılar. Ezbere öğrendiler, üzerine düşünmediler. Sözleri benimsediler, anlamını değil...” Her şey bilgiyi kavramaya ve uygulamaya bağlı. Uygulanmayan hiçbir şey gerçek anlamda öğrenilmemiştir. Pratikte denenmemiş bilgi, bilgi değildir. “Eğitimin Temel Yükünün Bireylerin Omuzunda Olması Kaçınılmazdır” (Mahir Çayan) “Görülüyor ki kadrolaşma hareketinde, kişinin teorik formasyon durumu çok önemli rol oynamaktadır. Kadronun, yığınların önderi olarak doğru çizgide eylem yapması, bağımsız, örgütçü olarak çalışması, bu niteliğine sıkı sıkıya bağlıdır. Eğitimin temel yükünün bireylerin omzunda olması kaçınılmazdır. Öğretmenin, öğrenme için etkin bireysel çalışmanın devrimci bir görev olduğu unutulmamalıdır. Devrimciliğin statik, mekanik bir iş, genel anlamıyla bir meslek değil, bir ruh, bir coşku, bir yurtseverlik duygusu olduğu çıkmayacak biçimde kafamıza kazınmalı. Eğitimin, bu ruhun, bu coşkunun bir gereği olarak birinci görev olduğu, benlikte biçimlenmeli. Ancak o zaman devrimci eğitimin temelini oluşturan bireysel çalışmalar aksatılmadan yürütülebilir. Ancak o zaman kağıt üzerindeki devrimci eğitim, üzerine aldığımız kararlar, bürokratik kararlar olmaktan çıkar, somut günlük eğitim biçimine döner. “Yürüyen devrim arabasına ben de omuz vereyim, benim de payım olsun işte” biçimindeki tutum tümü ile mekanik bir tutumdur. Bu tutum kişiyi edilgenliğe iter. Zor anlarda ise dönekliğe götürür. Sorun arabanın itilme eylemine katılma durumu değil, sorun tüm olanakların seferberliği ve devrim için sorumluluk yüklenebilme sorunudur. Bu da bir yerde devrimci coşkuyu, karşı-devrimci güçlere karşı zorluğu, hıncı gerektirir. Devrimci Sol / 26 Uzun devrim günlerinde bizi ayakta tutan yıkıcı gücün, bu devrimci coşku ve hınç olduğunu bilelim, nasıl silahını yitiren ordu, orduluk niteliğini yitirirse, yurtsever coşkusu taşımayan devrimci de, devrimcilik niteliğini yitirir...” (Mahir Çayan, Bütün Yazılar, s. 28, Boran Yayınevi) İdeolojik Olarak Güçlü Kalmak İçin Sürekli Dinamik Olmalıyız İdeolojik olarak güçlenmenin, devrimci olarak sürekli dinamik olmanın bilinmeyen sırları yoktur. - Bir: Kendi eğitimimizi süreklileştirmeliyiz. Kendini sürekli, sistemli olarak eğitmeyenler, bunu bir ihtiyaç olarak görmeyenler başkasını eğitemez. Başkasının da eğitime ihtiyacı olduğunu göremez. Örgütlemek için, kadrolaştırmak için sürekli ve sistemli olarak belli bir hedef doğrultusunda kendimizi eğitmemiz şarttır. - İki: Halktan öğrenip, halka öğretmeliyiz. Halkı küçümseyenler, halktan öğrenemezler. Halkın devrimin temel unsuru olduğunu bilmeyenler, halkı savaştıramazlar, halkı örgütleyemezler, halka öğretemezler. Halkı sevmeyenler halk için savaşamazlar. Halktan öğrenmek, öncelikle halka güvenmekten geçer. Halk yüzyılların deney ve tecrübesiyle bir deryadır. Evet halk, bu düzen tarafından eğitimsiz, cahil, örgütsüz ve güçsüz bırakılmıştır. Ancak bu düzen içinde yaşamayı, ayakta kalmayı başaran halk düzen hakkında birçok deney ve tecrübelere sahiptir. Birçok olanaklara sahiptir. Halktan öğrenmesini bilmeliyiz. Marksizm-Leninizm bilimi bize herkes eğitilebilir, herkes savaştırılabilir diyor. Halk bilmez, halk cahil, halk öğrenemez diye halkı küçümseyenler halka öğretemez. Böyle düşünmek bilime aykırıdır. Halkı eğitmeliyiz. Halkı örgütlemek için eğitmeliyiz. Halkı savaştırmak için eğitmeliyiz. Çünkü halk savaşımızın temel unsurudur. Halkı eğitmezsek savaştıramayız. Halkı eğitmezsek, halk kendini sömüren bu aşağılık düzene hizmet etmeye, kul köle olmaya devam edecektir. Örgütsüz halk, yenilmeye mahkumdur. Örgütsüz halk savaşamaz. Halkı örgütlemek için eğitmeliyiz. Halkı eğitmenin, halka öğretmenin araçları halk okullarıdır. Halk okulları sistemin dışında, devrimcilerin insiyatifinde halkın içinde kurulan okullardır. Meclisler, halkın eğitimi için kullanacağımız en temel araçlarımızdandır. Halk meclislerinde halk okullarını kurarak 23 halkın eğitimini kesintisiz sürdürmeliyiz. - Üç: Eleştiri-özeleştiriyi yaşamımızın ayrılmaz parçası haline getirmeliyiz. Eleştiri, özeleştiri Marksizmin temel taşlarındandır. Çünkü kendini eleştirebilen tek sistem sosyalizmdir. Eleştiri gelişmenin, yenilenmenin temel silahıdır. Bu silahı kullanmayan bir devrimci asla yenilenemez. Asla hatalarından, yanlışlarından, yenilgilerinden dersler çıkartamaz. Eleştiri ve özeleştiriyi yaşamımızın ayrılmaz bir parçası haline getirmek zorundayız. Bunu başaramadığımız sürece yenilgilerimizi zafere dönüştüremeyiz. Eleştiri ve özeleştiri bir devrimcinin günlük tayinidir. Öğretmek ve öğrenmek devrimci bir görevdir. Hep tekrarladık; devrimcilik, bir ruh, coşku ve bir yurtseverlik duygusudur. Eğitim de bu ruhun, bu coşkunun bir gereği olarak birinci görevimizdir. Kendimizi eğiteceğiz, bu eğitimi sürekli kılacağız. Halkı eğiteceğiz, bu eğitimi sürekli kılacağız. Ve halktan öğrenip halka öğreteceğiz. Ve bu süreklilik bizi diri, dinamik tutacaktır. Bu süreklilik, devrimciliği - Zaferi Kazanma İsteği Yaratmak! 1- Zaferi kazanma isteği yaratmak devrimi göstermektir. 2- Zaferi kazanma isteği yaratmak kimin için, ne için savaştığını bilmektir 3- Zeferi kazanma isteği yaratmak halka devrimde çıkarlarını göstermektir 4- Zaferi kazanma isteği yaratmak, kurtuluşu göstermektir 5- Zaferi kazanma isteği yaratmak savaşı öğrenmektir... 6- Zaferi kazanma isteği yaratmak, tarihi bilmektir. 7- Zaferi kazanma isteği yaratmak zaferde kurtuluşu göstermektir. 8- Zaferi kazanma isteği yaratmak, nasıl kazanabileceğini öğretmektir. 9- Zaferi kazanma isteği yaratmak kolektivizmi, örgütün gücünü göstermektir. 10- Zaferi kazanma isteği yaratmak halkı ve vatanı sevdirmektir. 24 büyütecektir. Eğer bunun, yani öğrenmenin ve öğretmenin, eğitmenin-eğitilmenin birinci görevimiz olduğunu bilerek davranırsak, bunun bir ruh, coşku ve yurtseverlik duygusu olduğunu bir an aklımızdan çıkartmazsak, ancak o zaman eğitim kağıt üzerinde kalmaz. Ancak o zaman eğitim, bürokratik kararlar olmaktan çıkıp somut günlük eğitim biçimine dönüşür. Eğitim bizim kendimizi tanımamızı sağlar. Eğitim bize düşmanımızı tanımayı öğretir. Eğitim bize, halkımızı ve halkımızın gücünü tanımayı öğretir. Eğitim bize, devrimi nasıl yapacağımızı öğretir. Eğitim bize, örgütümüzü tanımayı öğretir. Eğitim bize dava adamı olmayı öğretir. Dava adamı olmak, halkını ve vatanını büyük bir coşku ile sevmektir. En önde olmaktır, ön açmaktır. Dava adamı olmak, lokomotif olmaktır. Dava adamı olmak tereddütsüz, koşulsuz örgütünü ve yoldaşlarını sahiplenmektir. Dava adamı olmak, örgütü ile bütünleşmektir. Dava adamı olmak, bir ortak ruh ve kültürel şekilleniştir. Dava adamı olmak BİZ olmaktır. Dava adamı olmak “ben varsam örgüt vardır” diyebilmektir. Dava adamı olmak her türlü yanlışa karşı cepheden savaşabilmektir. Dava adamı olmak, eleştirmekten ve eleştirilmekten korkmamaktır. Dava adamı olmak, yoldaşlarına ve şehitlerine toz kondurmamak demektir. Dava adamı olmak, intikam duygusunu asla yitirmemektir. Sıradan devrimcilik ile dava adamını ayıran en önemli noktalardır bunlar. DAVA ADAMI OLMAK İDEOLOJİK OLARAK GÜÇLENMEKTİR. İDEOLOJİMİZİN YENİLMEZ SİLAHIYLA DONANMAKTIR. İDEOLOJİ 1- Siyasi veya toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükûmetin, bir partinin, bir grubun davranışlarına yön veren politik, hukukî, bilimsel, felsefî, dinî, moral, estetik düşünceler bütünü: 2- İdeoloji, bir kişiyi ya da toplumu yönlendiren, onun davranış ve ruh haline şekil veren düşünüş biçimidir. 3- İdeoloji kaynağını sınıf ilişkilerinden alır. Yaşadığmız toplumda iki temel ideoloji vardır: Bir; Proletaryanın ideolojisi, İki; Burjuvazinin ideolojisi 4- Burjuva ideolojisi egemenlerin, sömürü çarkını sürdürmek isteyenlerin ideolojisidir ve toplumun gelişmesinin önünde engel olduğu için çürüyeni, gerileyeni temsil eder. 5- Proletarya ideolojisi ise başta işçi sınıfı olmak üzere tüm halkın ideolojisidir ve bu sömürü çarkından kurtulmayı, yarının yeni toplumunu yaratmayı hedefler. Bunun için ilericidir... Gelişen, güçlenen ve ilerleyendir. 6- Sınıflar savaşımı bu iki ideolojinin karşılıklı çarpışmasından ibarettir. İki ideoloji arasındaki savaş, sınıfsız toplum olan komünizme kadar da devam edecektir. 7- İdeoloji yaşam biçimidir. Nasıl yaşarsan öyle düşünürsün... Devrimci ideoloji ile donanmak için devrimci yaşamı hakim kılmak zorundayız... 8- İdeoloji şekil verir, bizi biçimlendirir... 9- Bir partide ideolojik birlik yoksa o parti ayakta kalamaz... İdeoloji partiyi ayakta tutan, yaşatan harçtır. 10- İdeoloji Parti-Cepheli kimliğimizdir. Bu ideoloji sayasindedir ki dünyanın her yerindeki Parti-Cephelilerin yürekleri aynı atar... 25 Devrimci Sol / 26 Siyasi Dinamizm, Burjuvazinin İdeolojik Saldırılarına Karşı Politika Üretmektir Burjuvazi ideolojik, kültürel, siyasi, politik... her koldan saldırıyor. Bu saldırılara karşı siyasi dinamizmini yitirenler politika üretemez. İdeolojik olarak sağlam kalamaz. Burjuva ideolojisinin etkisinden kurtulması mümkün olmaz. Siyasi dinamizmimizi diri tutmak için; Bir: Sistemli olarak okuyacağız. Her gün en az 10 sayfa okuyacağız. İki: Her gün televizyon ana haberlerini takip edip en az bir gazete okuyacağız. Düşüncelerimizi rahatlıkla ifade edebildiğimizde, yanlış gördüğümüz bir şeyi eleştirdiğimizde, herhangi bir konu üzerinde yoldaşça tartışabildiğimizde, siyasi dinamizmimiz artar, canlı bir işlerlik oluşur. Bu tarz, sahiplenmeyi sorumluluk almayı, inisiyatifli olmayı artırır. Herkesin kendini tetikte hissettiği, sustuğu bir ortamda kimse gelişmez. Demokratik bir ortam ve yoldaşça ilişkiler doğal bir disiplin oluşturur. Disiplin zorla uyulan bir şey olmaktan çıkar. Demokrasi işletilmezse gerekli disiplin sağlanamadığında ikna edilemediğinde yaptırım ve talimat ortaya çıkar. Bu da sekterliği doğurur. Demokrasiyi işletmek kendimize, ideolojimize güvendir. Her konuda doğruyu hayata geçirebilmek için ideolojik netliğimize güvenmeliyiz Siyasi dinamizm; moral ve eğitimdir. Savaş moral ile yürür. Savaşta eğitim ile ustalaşırız. Ömürboyu süren, sürerken de gelişen, yenilenen devrimciliğin sırrı; her gün çalışmaktır. Bu dinamizmi sürekli içimizde taşımanın başka yolu yoktur. Nerede olursak olalım; demokratikte, hapiste, illegalde, tek başınayken... Her zaman siyasi dinamizm içinde olmalıyız. Umutlu olmak gökten inmez. İnsanın içine bir sabah güneşi gibi doğmaz. Umut da söke söke kazanılır. Umut; bilgi ve emek demektir. Evet, bizim umudumuz bilgi ve emekten oluşur. Hayatın içinde umudu somutlarız. Siyasi dinamizm, bilgi demektir. Siyasi dinamizmimizi yitirmemek için emek harcayacağız, çalışacağız, çalışacağız, çalışacağız... ABD emperyalistlerine tarihi yenilgisini yaşatan Vietnam Halk Savaşının mimarlarından Giap “Stratejimize yol gösteren hususlar şunlardı: dinamizm, inisiyatif, hareketlilik ve yeni durumlar karşısında çabuk karar alabilmek.” diyor. Dinamizm; kendini dünyanın imparatoru sanan ABD emperyalizmine diz çöktüren, halk savaşı denilen sanatın temelidir. İdeolojik İnançsızlığın Kökeninde Teorik Sığlık Vardır Teori donmuş kalıplar değildir. Gelişendir. Onu geliştirmek, üzerine yeni bilgiler eklemek gerekir. Çünkü, doğada, toplumda hiçbir şey olduğu gibi yerinde durmuyor. Her şey gelişim halinde kendini yeniliyor. Her şeyin değişim, dönüşüm halinde olduğu doğada, toplumda kendini yenilemeyen devrimci, gelişmek bir yana, geriler. Halka, devrime olan inancı zayıflarken inançsızlığı büyütür. Çünkü kendimizi geliştirmezsek, hayatın karşımıza çıkarttığı sorunlar karşısında çaresiz kalırız. Söyledikleri ile yaptıkları farklı insanlar haline geliriz. Kadronun yozlaşması budur. İnançsızlık, halka güvensizlik, çözümsüzlük duygusu, giderek sorunlarla uzlaşma, bu uzlaşmanın diğer alanlara uzanması, olmazcılığın gelişmesi, en sonunda statükoculuk ve düzeniçi özlemlerin büyümesi... Bu sıralama içinde çürüme kaçınılmazdır. Teorik sığlık, yetinmeciliktir. Kendini yenilememek, gelişmemektir. Kendini eğitmemektir. Beynini, ruhunu burjuvazinin ideolojik etkisine teslim etmektir. İdeolojimizin Güçlü Silahıyla Donanmak İçin Hayatımızı Politikleştirmeliyiz! İki sınıf iki ideoloji vardır; biri burjuvazi, diğeri proletarya... Birinin yararına olan diğerinin zararınadır. Bu bilince sahip olmak politik olmaktır. Politik olmak; İKİ İDEOLOJİ ARASINDAKİ SAVAŞTA SAF TUTMAKTIR. Devrimci ideolojiyi düşüncede, yaşamda ve çalışmada hakim kılan devrimciler, devrimci değerlerini korurlar; iradelerini düşmana teslim etmezler. Kısacası devrimci; düşüncede, duyguda ve her alanda POLİTİK OLMAK zorundadır.. Sorun tek başına iradeyi teslim etmemek ile de sınırlı değildir. İrade korunacaktır, geliştirilecektir... İrade, iktidar için, yeni bir düzen kurmak için, o iktidar aracılığı ile yeni insanı yaratmak için gereklidir. Devrimci, politikleştiği ölçüde iktidar bilinci gelişir. Politika Nedir? Politika, genel olarak sorunları çözmek için ürettiğimiz sistemli çözümlerimizin adıdır. Planlarımızı, yöntemlerimizi, hedeflerimizi ve bunlara nasıl ulaşacağımızı içeren programımızdır. 26 SİYASET NEDİR? 1- Kelime anlamı: Devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayış. 2- Siyasetin devrimci anlamı: İlke ve kurallarla sorun çözmek... 3- Siyaset kavramı da sınıfsaldır. Burjuvazinin siyaset anlaylışı, Devrimcilerin siyaset anlayışı... Burjuvazinin siyaseti yalan, dolan, demagoji üzerine kuruludur. 4- Burjuvazinin siyasetine ilkesizlik ve kuralsızlık hakimdir. Halkın sömürüsü üzerine kuruludur, Halka düşmandır. 5- Devrimcilerin siyaseti ilkeli ve kurallıdır. Burjuvazinin iktidarını yıkmak için politika üretmektir. Devrimin ve halkın çıkarına çıkarları doğrultusunda politika üretir. Politik olmak ise; sınıf ve örgüt bilinciyle toplumsal her türlü sorunla ilgilenmek, bu sorunlara çözümler üretmek, üretilen çözümlerin uygulanmasında yer almak, bu şekilde geleceği yaratma çabası içinde olmaktır. Toplumsal sorunları çözmek, bugünü ve yarını şekillendirmek; iktidar olmakla, yönetmekle doğrudan bağlantılı olduğu için, politika denildiğinde iktidarın alınması akla gelir. Politik mücadele özünde iktidar mücadelesidir. İktidar sorunu ise sınıflar mücadelesinin odak noktasıdır. Sınıfsal olduğu için, her politika belli bir ideolojinin damgasını taşır. Alınan iktidar o ideolojiyi yayacak, kurumsallaştıracaktır. İki temel sınıf olduğu gibi bu sınıflara ait de iki temel ideoloji vardır. Birincisi; burjuva ideolojisi, hakim sınıfın ideolojisi; İkincisi ise Marksizim-Leninizm (ML) ya da proletarya ideolojisi dediğimiz ezilen sınıfın ideolojisidir. Her ikisi arasında ara yol yoktur. Üçüncü bir ideoloji yoktur. Üçüncü bir ideoloji olduğunu iddia edenler burjuva ideolojisinden yanadırlar, ona hizmet ediyorlar de- mektir. Sınıf mücadelesi bu iki cephe arasında devam eden bir savaştır. Bu savaş; 1- İdeolojik 2- Ekonomik-demokratik 3- Politik olmak üzere üç cephede sürer. Kısaca özetlersek, ekonomik-demokratik mücadele çeşitli ekonomik haklar için, düzen içinde karşılanması mümkün olan demokratik haklar için verilen mücadeledir. Politik mücadele ise iktidar mücadelesidir; ve silahlı mücadele de bu mücadelenin bir biçimi, en üst boyutudur. İdeolojik mücadele ise düzenin kültürüne, burjuvazinin ideolojik hegemonyasına karşı yürütülen mücadeledir. Üretim ilişkilerinden doğan ve toplumsal yapıyı belirleyen ezen-ezilen, sömüren-sömürülen ilişkisi, kültürü ve ideolojiyi yarattığı gibi, bu ilişkinin yarattığı sınıfsal çelişkilerin çözülmesi, ekonomik çıkarların karşılanması sorunu da politikayı yaratmıştır. Dolayısıyla politika sınıfsaldır ve sınıfın iktidarını anlatır. Yani bir sınıfın; iktidarı alma, iktidarda kalma ve bu iktidar aracılığıyla toplumu şekillendirmesi çabası politikayı oluşturur. Politika için şu tanımları yapabiliriz: Politika genel anlamda, çelişkiyi-sorunu sınıfımız lehine çözme sanatıdır. Elimizdeki imkanlarla, içinde bulunduğumuz koşullar içinde, temel ihtiyaçlarımızı karşılamak için ürettiğimiz programımızdır. Dolayısıyla şablonlarla, reçetelerle ele alınamaz. Politika; ne istediğimizi belirlemek, çelişkiyi kendi sınıfının lehine çözmek için program üretmek ve strateji geliştirmektir. Program ise, belirlediğimiz hedefe nasıl ulaşacağımız sorusuna cevap veren, ilkelerimizi ve çalışma tarzımızı içeren, sorunu çözmek için ürettiğimiz plan, yol, yöntem ve fikirler bütünlüğüdür. Stratejidir, taktiktir. Politika; iktidarı almak, iktidarda kalmak ve bu iktidar aracılığıyla toplumu değiştirme mücadelesidir. Ki ezilen sınıflar açısından, sorunun bu şekilde çözülmesine DEVRİM denir. İki temel sınıf ve birbirine zıt ideoloji olduğu için, bu sınıfların politika tarzları da, politikacıları da birbirinden farklıdır. Bunlar burjuva politikası ve proletarya politikasıdır. Burjuva politikacılığı temel olarak yalan, dolan ve demagoji üzerine kuruludur, bireyciliği savunur ve tekellerin sömürüsünün devamını amaçlar. Proletarya politikası ise açıklık, dürüstlük üzerine kuruludur, kolektivizmi savunur ve sömürünün ortadan Devrimci Sol / 26 kaldırılmasını amaçlar. Politik olmak, bugün ve gelecek konusunda düşünmek, program üretmek, söz ve karar hakkına sahip olmak ve uygulamaktır. Bizim politikamız halkı politikleştirmek, burjuvazininki ise apolitikleştirmektir. Düzen kitleleri, apolitikleştirmeden sömürü düzenini ayakta tutamaz. Her sınıfın temsilcileri çelişkiyi, kendi sınıfları lehine çözmek isterler... Buna göre yaşarlar, düşünürler... Buna göre programlar üretirler. Meselenin özü, nasıl bir dünya ve nasıl bir ülkede yaşamak istediğimizdir. Emperyalistler ve işbirlikçilerinin istekleri ile halkın istediği; birbirinden farklıdır. Bizim istediğimiz, insanın insan tarafından sömürüsünün son bulduğu bir düzen yani sosyalizmdir. Bizim istediğimiz yönetim şekli; devrimci demokrasidir. Biz gerçek bir özgürlük düzeni ve gerçek bir demokrasi istiyoruz. Yeni bir ahlak, yeni bir kültür, ileri bir toplumsal düzen yaratmak istiyoruz. Ve bunu yaratmanın yolu da iktidarı almak ve iktidar aracılığıyla istediğimiz düzeni kurmaktan geçiyor. Bu nedenle biz devrim istiyoruz Marks, Engels ve Lenin bu sömürü düzenini ortadan kaldırmak için işçi sınıfının ideolojisini yaratmışlardır. Halkın kurtuluşu olan bu toplumsal düzene nasıl ulaşabileceğimizi ise önderlerimiz Marksizm-Leninizm bilimi ışığında araştırmış, incelemiş ve ülkemiz koşullarına uyarlamışlardır. İktidarı alma stratejimiz Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi(PASS)dir. Stratejik hedefimiz anti-emperyalist, anti-oligarşik devrimdir. Devrim için ise örgüte, örgütlenmeye ve silahlı halk savaşına ihtiyaç vardır. Yaptığımız her şey bu ihtiyaçları karşılamaya hizmet etmek zorundadır. Nasıl Politikleşeceğiz? Nasıl Politikleştireceğiz? Her sorunu iktidara ve iktidar mücadelesine bağlamak, politik düşünmektir. Yani politikleşmek, iktidarı istemektir. Politikleşmek için; - Halka ne yararı var - Devrime ne yararı var - Cephe'ye ne yararı var sorularını sorarak düşünmeye başlamak ilk adımdır. Örgütlü düşünmek böyle başlar.... Örgütlenmek düzen ve devrim arasında, mevcut düzeni kabullenme ve değiştirme arasında, değiştirmekten yana seçim yapmaktır. Örgütlemek ise bu seçimi yaptırmak için çaba sarf etmektir. 27 - Politik olmak; Kendini örgütlemektir! Kendi düşüncelerini örgütlemek, iktidar hedefiyle donatmak, “kişisel” olandan uzaklaşmak “biz” olana yönelmek, tercihini her alanda “biz” in ölçülerine göre belirlemek, kısacası “Cephe’nin ne yararı var” sorusuna göre şekil almaktır. Önce kendini örgütlemeyenler politika üretemez, Cephe’nin ihtiyaçlarına karşılık veremez, başkalarını da örgütleyemez... - Politik Olmak; Yoldaşını Örgütlemektir! İdeolojik olarak kollektivizmi tercih eden bir beyin, kendi ilişkilerinde de bunu esas alır... Eleştiri-özeleştiriyi hakim kılmak, kendisindeki ve çevresindeki eksik ve zaaflarla mücadele etmek, yaşamda ve çalışmada “Cephe’nin yararına” ilkesini hayata geçirmek yoldaşlarını örgütlemek, dolayısıyla örgütü büyütmektir... Yoldaşını örgütlemeyen, örgütlemek için emek harcamayan politik bakmıyor demektir. Çünkü örgütlemediğimiz, emek vermediğimiz yoldaşımızı düzene, düzenin her türlü saldırılarına karşı savunmasız bırakmaktır. - Politik Olmak Halkı Örgütlemektir! Halkı örgütlemek halkı düzene teslim etmemektir. Devrimci ideolojiyi, “Cephe'nin yararına olan nedir” sorusunu geniş kesimlere ulaştırarak maddi bir güç haline getirmektir. Örgütlü gücü, savaşı büyütmektir. Görüldüğü gibi iktidar isteği öncelikle devrimcinin kendi beyninde verdiği bir savaşla kazanılmaya başlar... Sonra yoldaşlarına ve daha sonra da halka doğru yayılarak devam eder.... Devrim kitlelerin eseridir. Kitleler kazanılmadan gerçekleşen devrim yoktur. İktidar için sağlamlaşmak zorundayız... Kendi beyinlerimizi birer mevzi gibi korunaklı hale getirmeliyiz... İktidar için güç biriktirmeliyiz. Devrimci üretkenliği arttırmak için doğru düşünmeyi öğrenmek; doğru düşünmenin, devrimci ideolojinin ortaya çıkardığı olanakları devrim için kullanabilmek Sınıf bilinci; Halk Sevgisidir. Halk sevgisi devrimcilik yapmaktır. Devrimcilik insana kişiliğini, onurunu kazandıran bir okuldur. Sınıf bilinci kim olduğunu, kimden yana olduğunu, kime karşı savaştığını bilmektir. 28 için politikleşmek zorundayız.... Her insan savaşabilir... Her insan eğitilebilir, Nasıl? EĞİTİMLE... Hayatımızı politikleştireceğiz. 24 saat iktidarı isteyeceğiz, her sorunu kavgaya bağlayacak, her adımda halk için, Cephe için, devrim için ne yararı var, ne zararı var diye soracağız. Sürekli eğitim ve sürekli bir dinamizmle.... Kitaplardan öğreneceğiz, Hayattan öğreneceğiz, Geçmiş deneylerden ve kendi pratiğimizden öğreneceğiz. Pratiğe girmeyenler, kenarda duranlar niyetleri ne olursa olsun oportünistleşirler.. Oportünizm Cephe içinde kendine yaşam alanı bulamaz. Suyun, kendisine ait olmayan her yabancı maddeyi eninde sonunda dışına atması gibi Cephe çizgisi de her “oportünist” tavrı dışına atacaktır. Bunu beklemek kendiliğindenciliktir, zaman kaybıdır, emek kaybıdır... “Öğrenmeyi geciktirmek” diye bir lüksümüz yoktur. Her konuda kendi deneyimizi yaşamak lüksümüz de yoktur. İktidar isteğimiz her tür gecikmenin, öğrenmeye kapalı olmanın önünde engeldir. - Öğrenmek Pratiğe Girmektir! Pratiğe girmeden öğrenemeyiz. Pratiğe girmek yapmaktır. Yapmak öğrenmektir. Pratikten doğan bilgiyi edinen her Cepheli yönetmeyi öğrenebilir. Kendi “ben” düşüncesinin yerine halk için, Cephe için, devrim için ne yararı var, ne zararı var sorusunu soran ve gereğini yerine getirebilen herkes sınırsız gelişebilir. Bilgi sahibi olmazsak “kör” oluruz. Körlük; zamanı ve mekanı yok eder. Bilgi ise körlüğü altetmeye yarayan bir silahtır. Düzenin işleyişine ve bilgisine vakıf olmak, kapitalizmi tanımak; siyasi, askeri, ekonomik, kültürel... her anlamda düşmanı tanımak zorundayız... Düşmanı tanımak zorundayız. Siyasi dinamizmin ve iktidarı almanın bir başka koşulu da budur. Apolitikleşmenin İdeolojik Kaynağı Bireyciliktir, Burjuva İdeolojisidir “Her şey halk için, Cephe için, devrim için” denilmiyorsa “her şey ben için” düşüncesi hakimdir. BİZİM GÜÇLÜ YANLARIMIZ DÜŞMANIN ZAYIF YANLARI NELERDİR? 1- Sınıfsal ve tarihsel olarak haklı olan biziz... Bu bizim en güçlü yanımız, Düşman ise Halkı sömürdüğü için suçlu ve güçsüzdür... 2- Biz üreten halkın temsilcileriyiz... Onların hakları için savaşıyoruz... Halkın çıkarları devrimden yanadır... Onun için güçlü olan biziz... Düşman ise halkı sömüren tekellerin çıkarlarını korumak için vardır. düşman Hem halkı sömürüp hem de halkı yayında tutamaz... 3- Düşman sömürüsünü yalan ve demagoji üzerine yaptığı propaganda ile sürdürmektedir. Bu onu güçsüzlüğüdür... Biz ise gerçekler üzerine politika yaparız...Gerçeklerin temsilcisiyiz... Onun için güçlü olan biziz... 4- Düşman çürüyüp yok olmakta olan kapitalist toplumun temsilcisidir, biz doğup gelişmekte olan sosyalizmin temsilcileriyiz... Bunlar bizim siyasal olarak güçlü yanlarımızdır, düşmanın ise güçsüz yanlarıdır... 5- Düşmanın askeri polisi, kurumları sömürü düzenini sürdürmek için halka karşı baskı aracıdır... Faşist terörün kurumlarıdır... Ve bütün kurumlarında halkı çalıştırmaktadır. Halkın olduğu her yere devrimciler de girer... Onun için devrimciler halk düşmanlarının yatak odalarına kadar girebilirler... Hiçbir önlemleri devrimcilerin halk düşmanlarına ulaşmamıza engel olamaz... 6- Askeri olarak bizim güçlü, düşmanın zayıf yanları... Düşmanın yüzbinlerce askeri polisi miti, kontrası var, en gelişmiş silahları var, ama güçsüzdür... Çünkü bizim nerde olduğumuzu bilmiyor. Devrimciler halkın olduğu her yerden ortaya çıkap düşmandan hesap sorabilir... 7- Düşman her zaman bizim onlara vuracağımız korkusuyla yaşar...Onun için deva- 29 Devrimci Sol / 26 sa teknolojik yatırımlar yaparak önlemeye çalışır... Ancak bizim ne zaman nereye eylem yapacağımız bilemediği için o teknolojisine ve askeri donanımına rağmen önlem alamaz... 8- Düşman hedefleri her yerdedir ve açıktır... Biz de her yerde olabiliriz ama gizli olduğumuz için düşman bizi bulamaz... 9- Düşman mobeselerle, internetle, telefon dinelemeleriyle güçlü bir istihbarat ağına sahiptir... Ancak biz onunların kullandığı yöntemlerin dışında kalınca düşman için çok önemli olan istihbaratlarını boşa çıkartmış oluruz... 10- Şafak, bahtiyar’ın eyleminde olduğu gibi tek bir 7.65 ile düşmanın bütün ihtişamını, yalan ve dömagojilerini boşa çıkartabiliriz... 11-Düşman adaletsizliğin yaratıcısıdır, bizim silahlı mücadelemiz ise halkın adalet özlemine cevap verir... 12-Düşman işkence yapar, bize ise inançlarımız, onurumuz, değerlerimiz için canımızı veririz... Düşman en güçlü göründüğü işkencehanelerde direnişimiz karşısında çaresiz kalır... 13- Gerillada da, gerilla küçük birliklerle, küçük silahlarla düşman hedeflerine her yerde vurup geri çekilebilir... Düşman ise gerillaya karşı operasyon yapmak için binlerce asker ile operasyon yapması gerekir...Binlerce askerle yapılan operasyonda düşman hangi teknolojik savaş araçlarına sahip olursa olsun küçük birlikiklerle hareket eden gerillalara karşı başarılı olamaz... Çünkü uçuz bucaksız dağlarımızın milyonlarca metrekaresi düşman araçlarının giremeyeceği, ayak basamaycağı sarp dağlarla doludur... 14- Anadolunun dağları gerillalar için yuva, düşman için tuzaktır... dağları bu şekilde kullandığımızda düşman çaresizdir. İktidar perspektifinden uzaklaşan devrimci “birey” in ideolojisine kapı açmış demektir. Bireyciliğin temeli ise burjuva toplumun temelini oluşturan “kutsal özel mülkiyet”tir. İktidar isteğinden uzaklaşanlar fiziki olarak devrimci saflarda bulunsalar da beyinleri kollektif olamaz... "Biz" in çıkarlarına göre düşünemez. Örgüt içinde bireyi yaşatmaya çalışır. Savaşın ihtiyaçlarına duyarsızlaşır. Emeğe, kendine yabancılaşır. İktidar isteğimizin en özlü ifadesini 160 yıl önce Marks dile getirmiştir: “İnsanlık dışı bu sistemde, insan kalmanın tek yolu insanlık dışı bu sisteme karşı savaşmaktır” Gerçekler tüm çıplaklığıyla ortadadır: İnsan kalmak için savaşmak zorundayız, kolektif düşünmek ve kolektif yaşamak zorundayız. Aksi ilkelliktir. Aksi bireyciliktir... Bireycilik ne kadar süslü ve incelmiş olsa da kör ve hayvanidir. Her tür düzeniçi düşünceyi ve alışkanlığı yıkmalıyız. Bireyciliğin olduğu yerde “kendine hayran” “ben bilirim”ciler oluşur. “Örgüt”ler vardır orada... Her bir insan ayrı bir örgüttür... En kötüsü de gerçeğe yabancılaşma başlamıştır. Hayat ve mücadele kendi yasaları içinde akıp gider... Bireyci apolitikler ise kendi dünyalarında yaşamaya devam ederler... Bireycilik kendini sınırlamaktır. İnsanın düşünsel gelişiminin zayıflamasıdır. Biz ise kendini sınırlayan değil devrimi ve ülkeyi yönetecek insanlar yaratmayı, kendi devrimimizi yapmayı hedefliyoruz. Politikleşmek Duyguların Örgütlenmesidir... Genellikle düşünce değişikliğinin duygulara yansıması daha sonradan olur... Ama mutlaka duygulara da yansımalıdır. Düşüncenin örgütlenmesi, yaşamı politikleştirmek duygu dünyasında da etkisini gösterecektir. Aksi halde düşüncede söylemde devrimci, günlük yaşamda sıradan ve düzeniçi olunur. Duygular gerçeği anlamaya kısmen hizmet edebilir ya da kırıntı düzeyinde anlamayı kolaylaştırabilir. Tek başına asla yeterli değildir. Duygular apolitikleştirir, kişiselleştirmelerin önünü açar... Kör bırakır. Mutlaka duygular dışında bilimsel gerçeklere ulaşmalıyız. Bilimsel gerçeklere ulaşmak içinse bilgiye ulaşmak ve emek vermek gereklidir. Lenin “sınıf mücadelesinin çıkarı, parti içinde sıkı bir örgütlenme gerektirir... Bu sıkı örgütlenmede sadece düşünceleri değil duyguları da sıkı şekilde örgütlemek” 30 Halk Bizim Büyük Ailemizdir! Sınıf bilinci saflaştırır. Saflaşan savaşır, savaşan kazanır! Tarih bilinci; Vatan Sevgisidir, VATAN: - Büyük evimizdir. - Tarihimizdir - İsyanlarımızdır - Bağımsızlık ve Özgürlük şiarımızdır - Namusumuzdur - Onurumuzdur - Dünümüz, bugünümüz, yarınımızdır! - Şehitlerimiz ve mezar taşlarımızdır1 - Yediğimiz ekmek, içtiğimiz su, soluduğumuz havadır. VATANI SEVMEK: - Evine sahip çıkmaktır. - Kendi öz kültürünü korumaktır - Emperyalizme karşı savaşmaktır. gerektiğinden söz eder. Devrimciler düzeni ve düzenin kendi düşünce ve duygu dünyalarında bıraktığı etkileri çözmelidir. Bu düzeniçi yaşama karşı ciddi bir savaş içinde olmak demektir. Bu savaş, devrimcinin düşünce ve duygu dünyasında ne kadar derinlere nüfuz ederse kazanma ihtimali de o kadar yüksek olur. Çünkü savaşın olduğu her yerde uzlaşmazlık vardır. Devrimci ideolojinin yardımıyla uzlaşmazlık mutlaka zaferle sonuçlandırılacaktır. Politikleşme Bir Yaşam Biçimidir Politika yönetmekle ilgili olduğuna ve sorunlar hiç bitmeyeceğine göre bir ömür boyu sürecektir. Devrimcinin kendisine ilişkin hedefleri ve bu hedefe ulaşmak için devrimci bir programı olmalıdır. Hayat zengin, koşullar farklıdır... Her sorunun çözümü kendi içindedir. Hazır reçeteler yoktur. Mekanik olmamak, nerede ne yapacağını bilmek gerekir. Her attığı adımın halkın, devrimin, Cephe’nin çıkarına hizmet etmesini sağlamak, iktidara yoğunlaşmaktır. Halka Güven Halka Güvenimizin Mayasında, Kendimize ve İdeolojimize İnanç Vardır. Halka Güvenmeyenler Devrim İçin Savaşamazlar. “Olanak, güç her şey kitlelerdedir. Kitlelere gitmeyenler, hiçbir şeye sahip olamazlar. Giderek umutsuz, iddiasız, yorgun olurlar” diyor Dayı. Marksist-Leninistler, gerçek ve yenilmez tek gücün HALK olduğuna inanırlar. “Gerçekten yıkılmaz olan kale nedir” sorusuna Mao şöyle cevap veriyordu: “Kitlelerdir; devrimi gerçekten ve içtenlikle destekleyen ve milyonlarca ve milyonlarca halktır. Ne olursa olsun hiçbir gücün ezemeyeceği gerçekten yıkılmaz kale işte budur.” Kendi gücüne ve halka güvenmeyenler, kaçınılmaz olarak sırtlarını bu yıkılmaz kale yerine “kağıttan kaplan” olan emperyalizme dayamaya sürüklenirler ve nihayetinde düzene biat ederler. Devrim Kitlelerin Eseridir Tarihte kitlelerin örgütlü savaşımı olmaksızın gerçekleşmiş bir devrim yoktur, olması da mümkün değildir. Mahir’in tanımıyla söylersek: “Devrim, halkın devrimci girişimiyle ‘aşağıdan yukarıya’ mevcut devlet cihazının parçalanarak politik iktidarın ele geçirilmesi ve bu iktidar aracılığıyla yukarıdan aşağıya daha ileri bir üretim tarzının örgütlenmesidir” Cepheli, Halka Güvenendir! Çünkü Cepheli Olmak İdeolojisine, Örgütüne Güvenmektir! Bir avuç sömürücü – egemen dışında kalan ezilenler halktır. Halk, işçi-köylü, esnaf, memur, öğrenci, mühendis, doktor, eczacı, ev kadını ve benzeri kesimlerden oluşur. Emeğiyle geçinen herkes bu tanımın içine girebilir. Cephelinin halka güveninin nedeni, halkı tanımasıdır. Anadolu halkının kültürünü, duygularını, geleneklerini ve sorunlarını bilir. Halkın tarihi, direnişler tarihidir. Cepheli halka güvenir, halkın devrim mücadelesine katılacağına inanır. Bu inançla halkı örgütlemekte ısrar eder, emek verir. Halka güvenmek, devrime inanmaktır. Çünkü devrim Devrimci Sol / 26 31 kitlelerin eseri olacaktır. Halkın tüm kesimleri her gün biraz daha açlıkla, yoksullukla karşı karşıya kalıyor. Düzen partilerinin halka verebileceği hiçbir şey yoktur. Halkın çıkarları devrimdedir. İşte, bunlardan dolayı halka güvenmeliyiz. Halka güvenen bir Cepheli, halka gider, emek verir. Halkın sorunlarını kendi sorunları bilir, çözüm üretir. Bu halkla kalıcı ilişkiler yaratmamızı sağlar. Halk büyük bir güçtür. Halkın gücünün önünde, tarihte hiçbir iktidar duramamıştır. Yüzlerce yıllık, devasa ordulara sahip krallıklar, imparatorluklar yıkılmış, yerle bir olmuştur. Bunu başaran halkın kendi gücüdür. Halkın içinde olmak, onların acısını, sevincini yoksulluğunu paylaşmak bizi büyütür, geliştirir ve netleştirir. Halkın açlığına tanık oluruz. Açlıktan ya da hastalıktan ölen çocukları görürüz. Yoksulluklarını, acılarını paylaşırız. Sınıf çelişkisi bizim için somut, elle tutulur hale gelir. Bu bizim öfkemizi, kinimizi büyütür. Büyüyen devrim iddiamızdır, cüretimizdir. Herhangi bir iş yapılacağı zaman ilk aklımıza gelen ya gençler olur, ya da kendi arkadaşlarımız. Doğallığında onlar sadece bize evini açan, basın açıklamalarına, mitinglerle gelen insanlar olarak kalır. Mao halkı “Gerçekten yıkılmaz kale” olarak tanımlıyor. Bu kale halkın gücüdür. Bu gücü harekete geçirmemiz ise bize bağlıdır: Halkın içinde olmalı, onlarla bütünleşmeli, onların nabzını elimizde tutmalıyız. Onların sorunu bizim de sorunumuz olmalıdır. Bu Mao’nun sözünü ettiği kaleyi inşa etmektir. Devrimi gerçekleştirecek olan bu güçtür, kitlelerdir. Halk devrim mücadelesinde her yerde olmalı, her görevi almalıdır. Bu onun en doğal hakkıdır. Komutan, savaşçı da olabilir, yönetici de, destek güçlerimizden birisi de. Bunun sınırlarını çizecek olan biz değiliz. Mücadelenin ihtiyaçları ve halkın pratik içindeki gelişimidir. Bugüne kadar oligarşi tüm saldırılarına rağmen örgütümüzün halkla bağını koparamamıştır. Kökümüz hep halkımızın içinde olmuştur. Bu halka olan güvenimizin sonucudur. Devrimin kitlelerin eseri olacağı ya da halkı savaştırmamız gerektiği konularında hepimiz aynı şeyleri düşünüyoruz. Ama pratikte aynı şeyleri yapmayız. Örneğin TAYAD’lılardan hepimiz coşkuyla, gururla söz ederiz. Hepsi tutsak ailesidir ama içlerinden sadece öne çıkanlar kadrolaşmıştır. Bunu sağlayan nedir? Bu nasıl başarılmıştır? Daha fazlası neden başarılamamıstır? Bu soruları kendi kendimize sorduğumuzda şunu göreceğiz: Nedeni sadece biziz, kendimiziz. Bizim kafamızdaki statükolardır. Bizim kadrolaşmada, insanlara emek vermede ön yargılı yaklaşımlarımızdır. Halktan insanlara fazla iş yaptırmayız. Ya da sorumluluk vermeyiz. Nuriye ve Semihler’in direnişini ve kitleler üzerinde bıraktığı etkiyi unutmayın. 70 Yaşındaki Kemal Amca’nın direnişini unutmayın. Bu yaklaşımın nedeni, emek vermekten kaçmamızdır. Herhangi bir konuyu onlara anlatmak için, iş yaptırmak için daha fazla uğraşmamız gerekecektir. Örneğin pankart yazma işi varsa, hemen gençlerden birini koştururuz. Neden aklımıza bir ev kadını ya da bir esnaf gelmez. Çünkü “yapamaz” diye düşünürüz. Kafamızda bu düşünce yerleşmiştir. Önce yapabilir diye düşünmeliyiz. Herkes her şeyi yapabilir. Çünkü Cephe'nin halkı savaştırma iddiası var. Her Cepheli de bu iddiayı taşımalıdır. Bu iddiayı taşımanın yaşamımıza yansımasıdır halka güven. Bu aynı zamanda kendimize de güvendir. Halka emek vereceğimize, örgütleyeceğimize ve savaştıracağımıza güvenmektir bunun adı. İdeolojimizin gücünün sonucudur. Halkı örgütlemekteki ısrarımızın sonucudur. Halkı örgütlemekte ideolojimizin gücüne güvenmeliyiz. Düşmanın tüm terör demagojilerine rağmen halkın hiçbir kesimi yoktur ki, Cephe orda örgütlenemesin. Çalışmalarımızın sonucunda en gerici kesimlerin içinde bile sonuç aldığımız, örgütlendiğimiz, halk için umut olduğumuz bir gerçektir. Haklılığımızı, meşruluğumuzu savunamayacağımız hiçbir zemin yoktur. İdeolojimizin gücüne, politikalarımızın haklılığına ve doğruluğuna güvenelim. Bugün politikalarımız bütün halk kesimleri üzerinde etki yaratmaktadır. AKP faşizmine geri adımlar attıran, halkın çok geniş kesimleri tarafından sahiplenilen bizim direnişlerimizdir. Bizim politikalarımızdır. Bu bizim faşizm karşısındaki ideolojik gücümüzdür. Halkı eğitmek için, örgütlemek için, savaştırmak için tüm Cepheliler bu güçle donanmalıdır. İdeolojik gücümüzün temelinde devrime, halka, sosyalizme inanç vardır. Tarih bilincimiz, iktidar iddiamız vardır. 32 O kerpiç evin çatısında Ölümüne çarpışan Mahir Eğilmez başımız Çözülmeyen yumruğumuzdur Ve bundan böyle Nerede haksızlık edilmişse Zorbalık yürümüşse halkın üstüne Orada kavganın Mahiri’yiz Her yer Kızıldere’dir bize... Ümit İlter 33 Devrimci Sol / 26 KADRO KİMDİR? Sürecin İhtiyaçlarına Cevap Veren Kadro Olmak Ne Demektir? Kadro, TDK sözlüğünde şöyle tanımlanıyor: 1. Bir kamu kuruluşunun, bir işletmenin, denetim veya yönlendirme işlerini gerçekleştirenler ve bunların taşıdığı ödev, yetki ve sorumlulukların hepsi. 2. Bu kişi ve sorumlulukları sayı, nitelik ve aşamalarıyla gösteren çizelge. Kadrolaşmak: Yeniden kadro oluşturmak. Siyasi anlamıyla kadro kimdir? Klasik olarak tanımlarsak asgari düzeyde Marksist-Leninist formasyona sahip, örgütlenme ve ajitasyon-propaganda yapabilen, asgari düzeyde askeri bilgiye sahip devrimcidir. Daha özet olarak şöyle de tanımlayabiliriz: Mücadeleyi, devrimi örgütleyendir kadro. Emperyalizm ve oligarşiyle halklar arasındaki savaşta, savaşın kaderini belirleyecek en temel unsur kadrolardır. Çünkü savaşan, savaştıran, silahları kullanan, politikaları belirleyen, stratejiyi belirleyen ve tüm bunları hayata geçiren insan unsurudur. Tüm diğer teknik unsurların belirleyiciliği insan unsuruna bağlıdır. Bu nedenle savaşımızın en temel unsuru kadrodur ve en temel sorunumuz kadrolaşma sorunudur. Bu nedenle kadrolaşmadaki ısrar ve kararlılık, savaşı kazanmadaki ısrar ve kararlılığın göstergesidir. Kadronun önemi, DHKP Kongre Belgelerinde şu şekilde ifade edilmiştir; "Her bölge ve alanın, en küçük bir birimin, askeri birliğin yöneticisi, partinin devrim stratejisinin, programının bir parçası, onu tamamlayan vazgeçilmez bir unsurudur. Parti ve örgüt nedir; parti ve örgüt stratejinin hayata geçmesi için, devrim için bir araçtır. Bu aracın motoru kadrolardır. Kadrolar veya bölge, alan, birim yöneticileri, kendilerini bu aracın motoru gibi görmez, onun fonksiyonunu yüklenmezse araç işlemez hale gelir. Bu ne demektir? Bu, partinin, giderek kendisini inkar etmesi, bütün söylemlere rağmen, pratikte stratejik hedefinden ve programından vazgeçmesi demektir. Kadro ve yöneticiler hangi alan ve birimde, hangi konumda olursa olsun, stratejik hedeften uzaklaştığı noktada, geçici olarak bazı başarılar elde etse de tıkanmaya, kısırlaşmaya mahkumdur. Bü "Her bölge ve alanın, en küçük bir birimin, askeri birliğin yöneticisi, partinin devrim stratejisinin, programının bir parçası, onu tamamlayan vazgeçilmez bir unsurudur. Parti ve örgüt nedir; parti ve örgüt stratejinin hayata geçmesi için, devrim için bir araçtır. Bu aracın motoru kadrolardır. Kadrolar veya bölge, alan, birim yöneticileri, kendilerini bu aracın motoru gibi görmez, onun fonksiyonunu yüklenmezse araç işlemez hale gelir. Bu ne demektir? Bu, partinin, giderek kendisini inkâr etmesi, bütün söylemlere rağmen, pratikte stratejik hedefinden ve programından vazgeçmesi demektir. Kadro ve yöneticiler hangi alan ve birimde, hangi konumda olursa olsun, stratejik hedeften uzaklaştığı noktada, geçici olarak bazı başarılar elde etse de tıkanmaya, kısırlaşmaya mahkûmdur. Bürokratizmin, liberalizmin, sekterliğin, tıkanıklıkların, verimsizliğin, moraldüşüklüğünün, olmazların ve yokların temel nedenlerini öncelikle burada aramak zorundayız." (DHKP Kongre Belgelir syf.254.) 34 Kadroyu kadro yapan bilincidir. -Kadroyu kadro yapan inancıdır. -Kadroyu kadro yapan geleceği görmesidir. -Kadroyu kadro yapan halk sevgisidir. -Kadroyu kadro yapan sonuç alıcılığıdır. -Kadroyu kadro yapan üzerine aldığı işi tamamına erdirmesidir, sorunlara çözüm bulmasıdır rokratizmin, liberalizmin, sekterliğin, tıkanıklıkların, verimsizliğin, moral düşüklüğünün, olmazların ve yokların temel nedenlerini burada aramak zorundayız." (DHKP Kongre Belgeleri syf.254.) Yani tek tek bütün kadrolar, bütün alan ve bölge yöneticilerimiz, devrim hedefimizin, stratejimizin parçası, onu hayata geçirecek, can verecek olan temel unsurlardır. Bu noktada her bir kadronun, çalışma tarzı, her bir kadronun ısrar ve kararlılığı, her bir kadronun programlı ve hedefli çalışması, bütün olarak stratejimizin hayata geçmesinde, savaşımızın gelişerek yaygınlaşmasında temel öneme sahiptir. "Eğer kadrolarımızın Marksist-Leninist eğitim çalışmaları zayıflamaya başlıyor ise, eğer bu kadroların siyasi ve kuramsal düzeyini yükseltme çalışmamız zayıflıyor ve bu nedenle kadrolar ilerleme perspektiflerimizle ilgilenmeyi, davamızın haklılığını anlamayı bırakıyor ve yukarıdan gelen talimatları körü körüne, mekanik bir biçimde uygulayan perspektifsiz sıradan uygulayıcılara dönüşüyorlar ise, kaçınılmaz olarak tüm parti ve devlet çalışmalarımız zayıflamak durumundadır. İster devlet, ister parti çalışması olsun, herhangi bir alanda çalışan militanların siyasi düzeyi ve Marksist – Leninist bilinci ne kadar yüksekse, çalışmanın kendisinin de o kadar yüksek ve verimli, sonuçlarının da o kadar elle tutulur olacağını bir önerme olarak kabul etmek gerekir; tersine, militanların siyasi düzeyi ve Marksist-Leninist bilinci ne kadar düşükse, çalışmada boşluklar ve başarısızlıklar olması, düşkünlük yaşanması, militanların tartışmacı uygulayıcılara dönüşmeleri ve yozlaşmaları da o kadar muhtemeldir. Şu kesinlikle söylenebilir ki, tüm çalışma alanlarında kadrolarımızı ideolojik olarak eğitip ülkenin içinde bulunduğu koşullarda ve uluslararası durumda yönlerini kolaylıkla bulmalarını sağlayacak bir siyasi bilince kavuşturabilseydik, bu insanları ülkeyi yönetme sorunlarını ağır hatalar yapmadan çözebilecek tam olarak olgunlaşmış Marksist-Leninistler yapabilseydik, bütün sorunlarımızın onda dokuzunu çözülebileceğini tahmin etmek için elimizde her tür gerekçe olurdu." (STALİN, ÇELİK İRADE Marx Engels Lenin Enstitüsü Ceylan Yayımcılık: syf: 106-107) Stalin'in işaret ettiği nokta, kadroların siyasi düzeyinin önemidir. Biz kadrolaşmadan, kadronun belirleyiciliğinden bahsederken, partinin politikalarını halka taşıyarak, halkı örgütleyen, savaştıran, devrimin sorunlarına çözümler bulan, her kararını devrimin ve halkın çıkarlarını gözeterek alan, her koşulda ve her şart altında, direnmekten, savaşmaktan, örgütlemekten vazgeçmeyen bir kadrolaşmadan bahsediyoruz. Bu nedenle kadroyu kadro yapan nedir sorusuna; - Kadroyu kadro yapan bilincidir. - Kadroyu kadro yapan inancıdır. - Kadroyu kadro yapan geleceği görmesidir. - Kadroyu kadro yapan halk sevgisidir. - Kadroyu kadro yapan sonuç alıcılığıdır. - Kadroyu kadro yapan üzerine aldığı işi tamamına erdirmesidir, sorunlara çözüm bulmasıdır diyoruz. Yönetici Kadro Yetiştiren Okul Olmalıdır Daha önce ifade ettiğimiz gibi; “Yönetici, kadrolaşmanın en ileri mevzisinde gördüğü insanları, tabiri caizse çanta gibi yanında taşımalıdır.” Yöneticinin temel işi kadrolaşmadır. Çünkü kadrolaştırmadan yönetemez, örgütleyemez, gelişim sağlayamaz. Emperyalizmin ve faşizmin saldırıları her geçen gün şiddetini artırırken, kadro ihtiyacı sürekli olarak kendini dayatmaktadır. Emperyalizm bizi imha edilmesi gereken örgüt olarak ilan etti ve AKP faşizmi her alanda saldırılarını yoğunlaştırdı. Katliamlar, tutuklamalar, işkenceler sürekli artarak sürüyor. Bu saldırıları püskürtebilmenin yolu her alanda örgütlenmektir. Her alanda örgütlenebilmenin yolu ise her alanda kadrolaşmayı sürekli bir hale getirebilmektir. Bu nedenle de her alanın, bölgenin yöneticisinin ve komitelerinin en temel işi kadrolaşmadır. Burada üzerinde durmak istediğimiz nokta, kadrolaşmada eğitimin pratik yanıdır. Kadrolaşma esas olarak hayatın içinde, sorunlarla mücadelede, politika üretiminde ortaya çıkacaktır. Bu nedenle de her yönetici, kadrolaşmanın en ileri mevzisinde gördüğü insanı adeta bir çanta gibi yanında taşımalıdır. Sorunların çözümünün yöntemlerini, sorunları çözerek, örgütlenme yöntemlerini halkla bire bir ilişkilerde, zorlukları aşmanın yollarını; günlük sorunların içinde yaşayarak, yaşatarak, göstererek bir bilince dönüştürmelidir. Yani sorun, yapılan her işi bir eğitime dönüştürmenin uygun bir biçimini yaratmaktır. Bu ancak ve ancak mücadeleyi birlikte örgütleyerek başarılabilir. Devrimci Sol / 26 Parti-Cepheli yöneticinin kadrolaşma konusundaki tutumu DHKP Kongre Belgeleri'nde şu şekilde ifade edilmiştir: "Düşünün, bir yöneticimiz sürekli olarak bölgesinde çok geniş bir potansiyelimiz olduğundan söz eder. Ama hemen ardı sıra hazır, yetişmiş kadro, milis komutanı, propaganda için her türlü araç ve gereç ve hatta kendisinin barınması için ev, para ister. "Bunlar olmazsa olmaz" diye de dayatır. Bu anlayışla başlayan bir yönetim şeklinin yaratıcı olmayacağı, sürekli hazırlopçuluğu üreten bürokratik bir ilişki ağı kuracağı ve sözü edilen büyük potansiyeli de örgütleyemeyeceği kesindir. Bir önder, bir yönetici, potansiyelin, hem de büyük bir potansiyelin olduğu bir yerde, bu potansiyel içerisinden örgütlenme için ihtiyacı olan her şeyi çıkarabilmelidir. Eğer çıkaramıyorsa, uygulanan yöntemlerde ve hayata geçirilen çalışma tarzında bir yanlışlık, bir bozukluk aranmalıdır. Yönetici, "potansiyel var" denilen yerde, işe nereden ve nasıl başlayacağını bilmek zorundadır. Bir yöneticinin öncelikli görevi kadro yetiştirmektir. Kadro yetiştirmeyen, yetişmesi için emek vermeyen bir yönetici, devrimci bir yönetici, bir önder değil, olsa olsa bir bürokrattır. Bürokrat nedir? Bürokrat, üstten aldığı emri yerine getiren, her türlü personel araç ve gereç ihtiyacı yukarıdan aşağıya karşılanan bir ilişki ağında, aynı zamanda emir verendir. Araç gereçlerin tükendiği, personelin olmadığı koşullarda ise yangelip oturabilendir. Onun yaratıcı olması, eksiklerinin yerlerini doldurup üretmesi için herhangi bir neden yoktur. Doğal ki, bu tür bir çalışma tarzının oluşturduğu bir yaşam biçimi ve düşünce sistemi kendine uygun olacaktır. Hantal, emir alan, emir veren, konum ve yetkilerini dayatarak insanları ezen, yukarıya karşı hoş görünen, alta karşı sekter olan birisidir. Yükselme, daha çok yetki sahibi olma onun temel amacıdır. Çalıştığı alanda kadro yoksa, kadro eğitmek için bizzat seferber olanlar ise, en küçük bir olanağı, en küçük bir ilişkiyi değerlendirerek, gecesini gündüzüne katarak "mutlaka Partiyi ve Cepheyi burada örgütleyeceğim, hareketin istediklerini bulacağım" anlayışıyla gerektiğinde her türlü riski göze alarak, olmaz gibi görünen şeyleri ortadan kaldırır, hatta yoktan var eder. "Yok, olmaz" türü gerekçeleri getirmeyi, kendini aşağılama olarak kabul eder. Hazırlopçuluğa asla tenezzül etmez. Kolay kazanılan her şeyin kolayca kaybedilebileceğini bilir. Bir devrimci yönetici asla sıradan bir bürokrat gibi emir alan ve emir veren olamaz. Devrimci ilişkilerde, her şeyden önce yaratıcılık ve inisiyatif esastır. Yaratıcılığını ve inisiyatifini geliştirmeyenler, devrimci ilişkileri emir alıp verme olarak kavrayanlar, emirleri de uygulamazlar. Sıradan bürokrat, üstten aldığı emirleri uygularken, 35 kurulu devlet mekanizmasının alt-üst ilişkileri oluşturulmuş yapısını kullanır. Ve gerekli sonuçlarını alır. Devrimci örgütlenmelerde ise, hemen her zaman bu tür bürokrasinin işleyeceği hiyerarşik ilişkiler ve altyapı yoktur. Bu tür ilişkilerin, altyapısının olduğu yerlerde de, bürokratik ilişki tarzı sürdürüldüğünde, var olan coşku ve morale sahip bu potansiyel kısa sürede düşmeye, gerilemeye, yok olmaya mahkumdur. Kolektif yapıların dağılması, kişisel sürtüşmeler, kariyerizm sorunları ve üretimsizlik doğabilecek sonuçtur. Devrimci bir yönetici, olumlu bir zemin olan bu ilişkileri daha da geliştiren, politize eden, kadro üreten, bu kadrolarla başka yerleşim alanlarını örgütleyen, savaş birliklerini çoğaltan, orayı bir üs haline getirendir. Gerçek bir önder, bırakın yoğun devrimci potansiyelin olmasını, hiçbir ilişkinin, hiçbir olanağın olmadığı koşullarda dahi yaşamanın ve kitlelere uzanmanın yolunu bulan insandır. Nasıl sorusunun reçetesi yoktur. Bunun cevabı, devrimci inanç, yaratıcılık, disiplinli olmak ve engin bir halk sevgisindedir. Yöneticiliği, yaratıcılık, özveri, daha çok çalışma, sorumluluk alma, en tehlikeli durumları göze alma olarak kavramamış olanlar, hep dışarıdan gelecek, temin edilecek olanaklara güvenerek yöneticilik yapmayı düşlerler. Bu tür bir yöneticilikte yaratıcılık ve özveri yoktur. Aldığı emri yerine getirmeyi düşünür ama emri bizzat yerine getirenin kendisi olmasını hiç düşünmez. Bütün programını ve planını, emri başkalarının yerine getirmesi üzerine düzenler. Eğer hareket tarafından istenen tarzda kadrolar ve olanaklar temin edilmemişse, gayet rahat bir şekilde "olmaz" diyerek beklemeyi tercih eder. Kendi koşulları ve olanakları içerisinde eksik ve yetersiz insanları eğiterek, yoksa olanaklar temin etmeye çalışarak, gerektiğinde bizzat başına geçerek emri yerine getirmez. Aynı anlayış programsızdır. Program yapsa bile, bu program, stratejik hedefe varmayı esas alan bir program olmayıp, soyutluklarla dolu, olumlu sonuçlar yaratmayacak ve dış desteklerin belirleyici olduğu bir programdır. İstediği destekler sağlanamayınca "yapacak şey yoktur" deyip bir anda tüm programdan vazgeçer. Üstten zorlamayla, olması gereken kendilerine söylenip, uygulanabilir programlar verildiğinde, bunun hayata geçmesi için zorlayıcı, yaratıcı ve sahiplenici olmaz. "Burası böyledir, ben söylemiştim, bunlar olmazsa olmaz" deyip, kendisini dayatmaya başlar. Emir ve talimatları uygulamaz. Hangi görünümde gelirse gelsin, yaratıcı ve özverili olmama, tembellik, bilmediği halde biliyor görünme, giderek "burası benim, ben bilirim" şeklindeki mülkiyet anlayışı sırıtmaya başlar. Bu, partiyle çatışmanın başlaması demektir. Bu, kariyerizm, özerklik, statükoculuk, anarşizan eğilimler demektir. Parti stratejik hedefe varmak için programlarının takipçisi olmak zorundadır. 36 Kadrolaşma esas olarak hayatın içinde, sorunlarla mücadelede, politika üretiminde ortaya çıkacaktır. Bu nedenle de her yönetici, kadrolaşmanın en ileri mevzisinde gördüğü insanı adeta bir çanta gibi yanında taşımalıdır. Sorunların çözümünün yöntemlerini, sorunları çözerek, örgütlenme yöntemlerini halkla bire bir ilişkilerde, zorlukları aşmanın yollarını; günlük sorunların içinde yaşayarak, yaşatarak, göstererek bir bilince dönüştermelidir. Yani sorun, yapılan her işi bir eğitime dönüştürmenin uygun bir biçimini yaratmaktır. Bu ancak ve ancak mücadeliyi birlikte örgütleyerek başarılabilir. Programları uygulayan, strateji ve taktikleri hayata geçirecek olan parti kadrolarıdır. Parti, kadroları dönüştürmek, onları gerçek birer önder haline getirmek göreviyle karşı karşıyadır. Parti, kendilerine önder ve kadro diyenlerin toplandığı bir yığınak olmayıp, örgütleyen, yaratan, savaşan kadroların partisidir. Konumu, geçmişi, geçmişte yaptıkları ne olursa olsun, parti zaferi elde etmek istiyorsa, bugün ne yapıldığına ve geleceğe bakmak zorundadır. Hiç kimse, geçmiş yıllarına, popüler isimlerine, konumlarına dayanarak Parti ve Cephe'nin gelişmesinin önüne set çekecek, genç kadroların önünü tıkayacak, savaşın yükseltilmesini geciktirecek veya engelleyecek bir dayatma içerisine giremez. Parti, zaferin peşindeyse, piyasada bolca bulunan ama emperyalizme ve oligarşiye karşı tek bir kurşun sıkmayan ve her gün biraz daha kendini tüketen partilerden olmak istemiyorsa, gıdasını burjuva ve küçük burjuva ideolojisinden alan, savaşı engelleyici rol oynayan zaaflar, bencillikler, dayatmalar üzerine ısrarla gitmek zorundadır. Bürokratik ilişki ağı, bürokratik yaşamı ve düşünce tarzını da doğurur. Bürokrat, bir ürün ortaya çıkartmak için, programın ve taktiklerin sonucunu almak için, görev verdiği insanın eksikliklerini, yetenek ve yeteneksizliklerini, eğitimsizliğini göz önünde bulundurarak insanları eğitmez. Emir vererek -ki çoğu kez verdiği emrin de anlaşılır olduğu şüphelidir her şeyin olmasını ister. Olmayınca, suçu kadrolara yıkarak, kendisi sorumluluk üstlenmez. Çünkü o çalışma yaptığı alandaki kadroları, olanakları, olması ve olmaması gerekenleri yeterince bilmez ve bir bütün olarak alana vakıf değildir. Çünkü, alan üzerinde kafa yormayı, sorunlar üzerine yoğunlaşmayı, emek vermeyi sevmez. Alttan gelen raporları hemen hiçbir katkı ve yorum yapmadan bir üste iletir. Ve bununla görevini yaptığını kabul eder. Genellikle yeni önerilerde bulunmaz. Altın olanaksızlıklar ve olumsuzluklar karşısında karamsarlığına ortak olur. Çoğunlukla alanındaki kadrolarla doğrudan bir bağı olmayıp, rapor ilişkisi sürdürür. Bu bürokratik ilişki ağında, yönetici, yöneticilik görevini yapmamaktadır. Kadrolarla bizzat ilişki sürdürerek, onları eğitmek, yanlışlarını göstermek, doğrularla tekrar pratiğe sokmak ve sonuç almak anlamında bir ısrara sahip değildir. Bu işleyişte alttaki kadrolar, esas olarak kendi deneyleriyle öğrenebildikleri kadar öğrenecek, öğrendikleriyle tekrar pratiği örgütleyecek ve kısırdöngü sürmeye devam edecektir. Burada önder, öngörüleriyle, sorunlar üzerine yoğunlaşmasıyla, perspektifleriyle, eğiticiliğiyle, bizzat öğreticiliğiyle yol gösterici olandır." (DHKP Kongre Belgeleri, syf: 258-262) Kadro eğitmeyen yönetici, esas olarak yöneticilik vasfını yitirmiş demektir. Çünkü kadro eğitmeyen, kadro eğitmek için emek vermeyen yönetici, iktidar hedefinden uzaklaşmıştır. Devrim için yanıp tutuşmamakta, devrimi bilinciyle, duygularıyla, çalışma tarzıyla istememektedir. İstemenin karşılığı, yapmaktır, ısrar etmektir, kararlı olmaktır. Her Parti-Cepheli yönetici ve kadronun akıldan asla çıkarmaması gereken şey, iktidarı istemenin, almanın yolunun kadrolaşma olduğudur. Kadro yetiştirmek, aynı zamanda her yöneticinin, her kadronun, kendi alternatifini yaratması demektir. Bu yeni alanlara, yeni bölgeler açılmak, savaşın yayılmasını sağlamak, daha fazla kitle örgütlenmesi yaratmak, daha fazla kurumlaşma sağlamak, düşman güçlerine daha fazla darbe vurmak, devrime daha fazla yaklaşmak demektir. Bu bilinçle donanan her kadro ve yönetici devrimin asli unsuru olma görevini yerine getirir. Yöneticilik, her şeye kendi koşturmaktan öte, insanları seferber edebilmektir, iş yapacak başka insanlar yetiştirmektir, yani, kadro yetiştirmektir. İyi yöneticiliğin en önemli ölçüsü nedir diye sorarsak, şöyle diyebiliriz; kadro yetiştiren, alternatifini yaratandır. Alternatifini yaratmak, daha fazla yükü omuzlamaya, başka alanları örgütlemeye aday olmaktır. Kadrolaştırmak, her yöneticinin, sorumlunun asli görevlerinden biridir. Kendi sorumluluğundaki insanların gelişimini sağlamayan, bunun için gereken çabayı göstermeyen bir yönetici, eksik bir yöneticidir. Neden insan yetiştirmediği tartışılmak durumundadır. Ve böyle bir eksikliğin altından mutlaka ama mutlaka düzen çıkacaktır. Devrimi geliştirmeyen, örgütün çıkarlarını korumayan, iktidara yönelmeyen her davranışın altından mutlaka düzen çıkar. Şu veya bu biçimiyle çıkabilir ve bu çok önemli değildir. Önemli olan ve bilmemiz gereken, her türlü geriliğimizin düzene hizmet ettiği, devrimi geliştirmeyen her türlü davranışın ve tarzın düzeni geliştirdiğidir. Devrimci Sol / 26 Tersinden ise düzene karşı her adım devrimi geliştirir. Yetiştirilen her kadro, devrime kazanılan her insan zaferimizi yakınlaştırır, düşmanı zayıflatır. Bu nedenle kadro yetiştirmek en temel görevlerimizdendir. Eğitmeden Kadrolaşma Sağlanamaz Kadrolaşmada en temel unsur eğitimdir. Düzenli, programlı ve hedefli bir eğitim faaliyetinin olmadığı bir birimde ve alanda, sürekli bir kadrolaşmanın sağlanması düşünülemez. Eğitimi ise tek başına teorik eğitim olarak düşünmek yanlıştır. Eğitim esas olarak hayatın içinde, pratikte şekillenir ve bilince dönüşür. Pratikten kopuk bir eğitimin sonuç alıcı olması beklenemez. Eğitim, aynı zamanda pratikle, yeni görevlerle, yeni bir ilişki biçimiyle tamamlanmalıdır. Bir komite içinde istihdam etmek, yöneticiyle kadro adayları arasındaki paylaşımı artırmak (aynı evde kalmaktan, günün mümkün olabilen en fazla bölümünü birlikte geçirmek, mümkün olabilen en fazla işi birlikte yapmak gibi) ilk yapılması gerekenlerdir. Kadro adayının pratik içinde ve çok yönlü eğitimi ancak bu şekilde sağlanabilir. Bununla birlikte, kadro adayı olarak belirlediğimiz kişilerle ek ve özel olarak eğitim çalışmaları yapılmalıdır. Kişinin hedeflerine, mücadele içindeki yerine, geldiği sınıfsal kökene, taşıdığı sınıfsal özelliklere, olumluluklarına ve olumsuzluklarına göre bir eğitim programı oluşturulmalı ve bu program dahilinde eğitim süreci yürütülmelidir. Okunacak kitaplardan izlenecek filmlere, öğretilecek pratik işlerden eleştirilip değiştirilecek yanlarına, birlikte geçirilecek zamana, birlikte yapılacak işlere kadar bir çok konu belirlenmeli ve eğitim süreci bir program dahilinde yürütülmelidir. Eğitimi mutlaka soyut bilgiden çıkarmayı başarmalıyız. Soyut bilgi, pratikten kopuk bilgidir. Asla ve asla, sadece teorik eğitimle ve birkaç eğitim çalışmasıyla insanların kadrolaşmasını beklememeliyiz. Elbetteki kadrolaşmayı aylara, yıllara yayılan bir çalışma olarak da düşünmemeliyiz. Kadrolaşmanın zamanını ve niteliğini belirleyecek olan şey bizim emeğimiz, yöntemlerdeki yaratıcılığımız, insanın ruhuna girmedeki ustalığımızdır. Kadro eğitiminde iki temel hedefimiz olmalıdır; Birincisi; kadrolarımızı ideolojik olarak eğitip ülkenin ve dünyanın içinde bulunduğu koşullarda yönlerini kolaylıkla bulmalarını sağlayacak bir siyasi bilince kavuşturmak, İkincisi ise; Yönetme yeteneklerini ağır hatalar yapmadan geliştirebilmektir. Tüm kadrolarımız ML toplumsal gelişme yasalarını bilimini özümsemelidirler. Bu kavgada rahatlığa, ihmale, korkuya, gözyaşına, paniğe, mücadele kaçkınlığına yer yoktur. Kadro eğitimimiz bunları ortadan kaldıran ve 37 Yöneticilik, her şeye kendi koşturmaktan öte, insanları seferber edebilmektir, iş yapacak başka insanlar yetiştirmektir, yani, kadro yetiştirmektir. İyi yöneticiliğin en önemli ölçüsü nedir diye sorarsak, şöyle diyebiliriz; kadro yetiştiren, alternatifini yaratandır. Alternatifini yaratmak, daha fazla yükü omuzlamaya, başka alanları örgütlemeye aday olmaktır. Kadrolaştırmak, her yöneticinin, sorumlunun asli görevlerinden biridir. Kendi sorumluluğundaki insanların gelişimini sağlamayan, bunun için gereken çabayı göstermeyen bir yönetici, eksik bir yöneticidir. Neden insan yetiştirmediği tartışılmak durumundadır. Ve böyle bir eksikliğin altından mutlaka ama mutlaka düzen çıkacaktır. her şart ve koşul altında savaşı sürdürebilen kadrolar yaratmayı hedeflemelidir. Örgütün en temel harcı insandır. Ve bir örgütün ihtiyaç duyduğu insanlar kadro diye tanımladığımız, yönetici diye tanımladığımız insanlardır. Örgüt ancak bu insanların varlığıyla görevlerini yerine getirebilir, varılmak istenen hedefe daha kolay ulaşılabilir. Diğer bir önemli nokta ise sorumluluk bilincinin yaratılmasıdır. Kadro eğitimimiz, kadrolarda sorumluluk bilinci yaratmayı başarmalıdır. Çünkü bir hareketin kadro ve taraftarlarındaki sorumluluk bilincinin büyüklüğü, hiçbir yerde inisiyatifsiz, tavırsız kalınmamasını sağlar. Faşizmin saldırıları karşısında hızlı ve doğru inisiyatif geliştirmek ve kararlar almak faşizmin saldırılarını boşa çıkarmada hayati önemdedir. Sorumluluk bilinci, her türlü sorunu sahiplenmek, her türlü saldırı karşısında örgütün, devrimin ve halkın çıkarlarını korumaktır. Zamanında yerine getirilen her görevin devrime atılan bir adım olduğunu bilmek, yerine getirilemeyen her görevin ise bizi gerileteceğini bilerek, her işten devrimin lehine sonuç alma kararlılığı taşımaktır. Yerine getirilen veya getirilmeyen her görev bütün olarak örgütü etkiler. Tek tek insanların sorumluluklarını yerine getirmemesi, sadece onların bulundukları alanlara 38 Kadro eğitiminde iki temel hedefimiz olmalıdır; Birincisi; kadrolarımızı ideolojik olarak eğitip ülkenin ve dünyanın içinde bulunduğu koşullarda yönlerini kolaylıkla bulmalarını sağlayacak bir siyasi bilince kavuşturmak, İkincisi ise; Yönetme yeteneklerini ağır hatalar yapmadan geliştirebilmektir. Tüm kadrolarımız ML toplumsal gelişme yasalarını bilimini özümsemelidirler. Bu kavgada rahatlığa, ihmale, korkuya, gözyaşına, paniğe, mücadele kaçkınlığına yer yoktur. Kadro eğitimimiz bunları ortadan kaldıran ve her şart ve koşul altında savaşı sürdürebilen kadrolar yaratmayı hedeflemelidir. Örgütün en temel harcı insandır. Ve bir örgütün ihtiyaç duyduğu insanlar kadro diye tanımladığımız, yönetici diye tanımladığımız insanlardır. Örgüt ancak bu insanların varlığıyla görevlerini yerine getirebilir, varılmak istenen hedefe daha kolay ulaşılabilir. zarar vermez. Bundan bir bütün olarak örgüt zarar görür. Örgütün gelişimi engellenmiş olur. Yapılmayan her iş, yapılması gereken diğer işlere engel olur, geciktirir, yapılmamasına neden olur ve bu durumda bütün bir alanı ve birimi etkiler. Bir alan veya birimdeki aksaklıklar ise, örgütün genel programının yerine getirilmesine engel olur. Bu nedenle tek bir kadronun çalışma tarzı bütün örgütü etkiler. Yani her kadronun ve kadro adayının eğitim süreci, savaşımızın gelişip yaygınlaşmasında belirleyicidir. Devrimci, devrimin kadrolarının, taraftarlarının, halkın bilinç düzeyinin yükseltilmesinin devrim için hayati önemini bilir. Kendi eğitimine, kadrolarımızın, taraftarlarımızın ve halkın eğitimine, bilinçlendirilmesine önem verir. Eğitimi yaşamın bir parçası haline getirir. Yaşamın her anında, yolda yürürken, bir yerde çay içerken, yemek yerken her yeri, her aracı eğitim için değerlendirir. Her olanağı halka yönelik ajitasyon-propaganda faaliyetimiz için değerlendirir. Bunlar Parti-Cepheli yönetici ve kadronun özellikleri olmak zorundadır. Kitle Çalışması Yapmadan Kadrolaşma Sağlanamazs Devrimimizin ihtiyaç duyduğu kadrolar halkın içindedir. Devrimci halktır, halkın evladıdır, halkın içinden çıkar, halk için savaşır, halka bu savaşta öncülük eder. Bu nedenle devrimin ihtiyaç duyduğu kadrolar halkın içinden çıkar. Halka gitmek, halka devrimci politikaları götürmek, halkı örgütlemek kadrolaşma açısından en zorunlu faaliyettir. Diyebiliriz ki; kitle çalışması yapmadan kadrolaşma sağlanamaz. Devrimci halka güvenmelidir. Halka güvenmeden halka gidilemez, kitle çalışması yürütülemez. Halka güvenmek, halkı soruna ve çözüme ortak etmektir. Tartışmak, tartıştırmak, komitelerde görevlendirmek, pratiği örgütlemesini sağlamaktır. Halkı soruna ve çözüme katmadan halkı örgütlemek, kadrolaştırmak mümkün değildir. Halkı katmadığımız sürece kadro sıkıntısı yaşamaya devam ederiz. Emperyalizm ve faşizm her türlü yöntemle saldırarak bizi teslim almaya çalışırken, her gün tutuklamalar birbirini izlerken, halkı katmadan faşizmin saldırıları karşısında direnebilmek, örgütlenebilmek, savaşabilmek mümkün değildir. Devrimi yapacak olan halktır. Halk örgütlenmeden, savaşmadan devrim yapmak mümkün değildir. Çünkü, emperyalizmin ve işbirlikçilerinin teknik ve askeri üstünlüğünü aşabilmenin tek yolu halkın örgütlü bir şekilde savaşa katılmasıdır. Bu nedenle halkı örgütlemek, savaştırmak devrimin zorunlu koşuludur. Mahir Çayan devrim için iki koşulun zorunluluğundan bahseder. Birincisi; objektif koşullar, yani devrim için bizden bağımsız, bizim dışımızda gerekli olan ekonomik ve siyasi koşullar, ekonomik ve siyasi kriz; yani milli krizin varlığı. İkincisi ise; subjektif koşullar, yani devrimi gerçekleştirecek olan partinin varlığı. Bu ikinci koşulu tamamlayan şey ise halkın parti saflarında savaşa katılmasıdır. Halkı savaşa katmadan subjektif koşulların oluşması sağlanamaz. Bu durumda her Parti-Cepheli kadro ve yöneticinin sorumluluğu, halkı örgütlemek ve kadrolaştırmaktır. Bu durumda kadro örgütle halk arasındaki köprüdür. Örgütün politikalarını halka taşır, halkı örgütler, savaştırır. Halk örgütü bire bir ilişki ile tanır. Kadrolarımızla yürüttüğü günlük ilişki içinde tanır. Hangi konuda ne düşünüyoruz, neden savaşıyoruz, hangi yöntemlerle savaşıyoruz, kim için savaşıyoruz? Bunları halka taşıyacak olan, halka örgütümüzü, stratejimizi anlatacak olan kadrolarımızdır. Her kadro halkla örgüt arasındaki köprüdür, bağdır. Ne kadar çok kadro ve yönetici yetiştirebilirsek politikalarımızı halka o kadar yaygın bir şekilde taşıyabilir, savaşımızı o kadar yaygın bir şekilde sürdürebiliriz. Emperyalizm ve oligarşi karşısında çok daha büyük bir Devrimci Sol / 26 maddi güç halini alabilmemiz buna bağlıdır. Kadrolaşma Kendiliğindenci Değil, Örgütlü Programlı Bir Çalışmanın Ürünüdür Kadrolaşma bir mekanizma meselesidir. Bu mekanizmanın kurulmadığı bir birimde kadrolaşma olmaz, olursa da tesadüfîdir. Bu mekanizma önce o alandaki yöneticilerin kafasında oluşmalıdır; kimler gelişmeye açıktır, kimler kadro adayıdır, insanları tanımalı, onlara ilişkin programlar çıkarmalı ve örgütsel işleyiş içinde, pratik içinde bunları hayata geçirmelidir. Kadrolaşma sorunu kendiliğindenciliğe bırakılamaz. Elbette ki eğitimin yükü tek tek kadroların da omuzlarındadır, fakat aynı zamanda, alanın, birimin ve bir bütün olarak örgütün sorumluluğundadır. Bir alan ve birimin komitesinin kadrolaşma üzerine bir eğitim programı yoksa, kadrolaşma üzerine bir faaliyeti yoksa, tek tek insanları kadrolaştırma üzerine bir programı yoksa, genel kitle çalışması içinde kadrolaşma çalışması yoksa, o komite işlevsiz bir komitedir, o komitede bürokratizm hakimdir. Kadrolaşmanın sürekliliğini sağlamanın yolu, bu konuda bir mekanizmaya, hedeflere, programa sahip olmaktır. Kadrolaşmanın sürekliliğini, yetişecek her kadronun ideolojik, politik ve pratik olarak daha donanımlı olmasını nasıl sağlayacağız? Her alandaki yöneticilerin, kadroların bu soruya verilmiş somut bir cevabı, bu cevabı gerçekliğe dönüştürecek somut bir programı olmalıdır. Çünkü kadrolaşma 'kendiliğindenci bir çalışma içinde gerçekleşemez. Kendiliğindencilik içinde gerçekleşen kadrolaşmada, o kadrolar, çok çeşitli zayıflıkları, çarpıklıkları içlerinde taşırlar ve kendiliğindenci bir çalışma ile kadroların devrimci saflarda sürekliliği de sağlanamaz. Her bölge, alan ve birim yöneticisi, birlikte mücadele ettiği insanların gelişiminden, devrimciliğinin sürekliliğinden sorumludur. Bu sorumluluk kendini, eğitimde, devrimci saflardaki kalıcılaşmada, görev ve sorumluluk üstlenmedeki gelişimde gösterir. Yönetici kendini her kadronun gelişiminden sorumlu tutmak zorundadır. Aksi taktirde kendiliğindencilik ve bürokratizm baş gösterir, ki bu durumda gerileme kaçınılmazdır. Kendiliğindencilik, devrimciliğin tükenişidir, kendiliğindencilik uzlaşmacılıktır, sorumsuzluktur. Uzlaşmacılığın ve sorumsuzluğun olduğu bir yerde kadrolaşma gerçekleştirilemez. Parti-Cepheli kadro ve yöneticiler, devrime, halka, örgüte karşı sorumluluk duygusuyla savaşır ve hiç bir koşulda, hiçbir gerilikle uzlaşmazlar. Diyebiliriz ki, Parti-Cepheli yönetici ve kadroların en temel nitelikleri uzlaşmazlıklarıdır. Bu uzlaşmazlığı 39 yaratacak olan ise eğitimdir. Her yönetici, her komite kadro eğitim okulu olmalıdır. Deyim yerindeyse, kadro fabrikası gibi çalışmalıdır. Her fabrikanın, ürettiği ürüne göre bir üretim mekanizması vardır. Bu mekanizme olmadan sürekli bir üretimin sağlanması mümkün olmazdı. İşte biz, kadrolaşma sorununda böyle bir mekanizmayı oluşturmayı hedeflemeliyiz. Bir komitenin her üyesi bu mekanizmanın parçaları, her yönetici ise bu mekanizmanın motoru olma işlevi görmelidir. Kadrolaşma sorununu, örgütlü ve programlı bir süreç olarak yürütmeyi bir sistem haline getirdiğimizde bu konudaki eksikliklerimizi hızla tamamladığımızı göreceğiz. Biz eminiz ki, bizim örgütleyemeyeceğimiz, savaştıramayacağımız, kadrolaştıramayacağımız kimse yoktur. Çünkü biz, ML ideolojinin gücüne, tarihsel ve siyasal haklılığımıza, politikalarımızın doğruluğuna güveniyoruz. Haklı ve meşru olan, doğru olan biziz. Bu durumda ideolojik olarak güçlü olan biziz. Peki sorunumuz nedir? Sorunumuz, ideolojik gücümüzü, politikalarımızı geniş halk kitlelerine götürerek, halkı bu politikalarla örgütleyerek savaştırmadaki eksikliğimizdir. Bu eksiklik kadro eksikliğidir ve bu eksikliği giderecek olan, her alan, bölge ve birimlerde yürüteceğimiz kadrolaşma çalışması olacaktır. Savaşımızın devrimimizin kaderi bu çalışmaya, kadrolaşmaya bağlıdır. Kadrolaşma sorununu konusunda, her yönetici ve komitemiz bu sorumlulukla hareket etmeli, politika belirlemeli, program oluşturmalı ve hedefler koymalıdır. Kadro Sorun Çözen Olmak Zorundadır Kadroyu kadro yapan niteliklerden birisi sorun çözücülüğüdür. Savaş önümüze her gün yeni yeni sorunlar çıkarır. Bu sorunlar çözüldükçe savaş büyür, yaygınlaşır. Sorunları çözmek; politika üretmek, yöntemler geliştirmektir. Bir kadro sürekli politika üreten olmalıdır. Yani sorunlar karşısında çözümler bulan olmalıdır. Sorunlara çözümler bulabilmek için, sorununun nedenini anlayabilmek, çıkış koşullarını anlayabilmek gerekir. Sorunun ortaya çıkış nedenini anlamadan bir Devrimci halka güvenmelidir. Halka güvenmeden halka gidilemez, kitle çalışması yürütülemez. Halka güvenmek, halkı soruna ve çözüme ortak etmektir. Tartışmak, tartıştırmak, komitelerde görevlendirmek, pratiği örgütlemesini sağlamaktır. 40 Her kadro halkla örgüt arasındaki köprüdür, bağdır. Ne kadar çok kadro ve yönetici yetiştirebilirsek politikalarımızı halka o kadar yaygın bir şekilde taşıyabilir, savaşımızı o kadar yaygın bir şekilde sürdürebiliriz. Emperyalizm ve oligarşi karşısında çok daha büyük bir maddi güç halini alabilmemiz buna bağlıdır. sorunu çözmek mümkün değildir. Bir sorunun ortaya çıkış nedenini anlamanın yolu ise yoğunlaşmaktır, düşünmektir. Düşünmek ve yoğunlaşmak ise soru sormaktır. NEDEN? Sorunun ilk nedenini ortaya çıkarana kadar soracağımız soru, neden sorusudur. Bir sorunu ancak ve ancak nedenini bulduğumuzda ortadan kaldırabiliriz. Kadrolaşma sürecinde, her kadroda yaratmamız gereken niteliklerden birisi sorun çözücülüktür. Kadroların eğitim sürecini buna göre düzenlemeli, bu konudaki eksikliklerini gidermeli, zayıf yanlarını güçlendirmeliyiz. Politika üretmeyen, sorunlar karşısında çözümler üretemeyen, sorunları aşamayan kadro yalpalar, kendine güvensizleşir, inançsızlaşır. Buna asla izin verilmemelidir. Kadro kendine ideolojik ve siyasi olarak güvenli olmalı, her türlü sorunla başa çıkabilecek güce sahip olmalıdır. Her konuda her şeyi bilemeyebiliriz. Bu zaten mümkün de değildir. Kadronun gücü her konuyu biliyor olmasında değildir. Kadronun gücü, kendine, örgütüne ve halkına güvendedir. İdeolojisine güvenindedir. Her türlü sorunun bir çözümünün mutlaka olduğunu bilmesindedir. Diyalektik materyalizm ile her türlü sorunu çözebileceğine olan inancındadır. Kadronun gücü; tarihsel ve siyasal haklılığındadır. Yoldaşlarına ve örgütüne olan bağlılığındadır. Parti-Cepheli kadro bunları bilir ve bunların ışığında her sorunun çözülebileceğini bilir ve sahiplenir. Sorunu çözmek için sorunu sahiplenmek, kendi sorunumuz olarak görmek gerekir. Burada kıstasımız nedir? Kıstasımız; devrimin her sorunu bizim sorunumuzdur anlayışımızdır. Burada önemli önemsiz, küçük büyük ayrımı yoktur yapılamaz. Devrimin her sorunu bizim sorunumuzdur ve bu sorunlara çözüm bulmak bizim sorumluluğumuzdur. Bu sorumluluk duygusuna sahip olmadan sorun çözen kadro olmak, sorun çözen kadrolar yetiştirmek mümkün değildir. Bu sorumluluk duygusuna önce yöneticiler sahip olmalı ve kadrolarımıza ve kadro adaylarımıza taşımalıdır. Kadro Olmak Dava Adamı Olmaktır Kadro olmak dava adamı olmaktır. Dava adamı olmak ise, örgütün, halkın ve devrimin çıkarlarını her türlü koşulda savunmaktır. Savaşı büyütmeyi, gelişmeyi, her alanda daha nitelikli silahlı ve kitlesel örgütlenmeleri yaratmayı hedeflemektir. Dava adamı olmak, aynı zamanda iktidar hedefine sahip olmaktır. İktidarı alma bilincinde olan her kadro; kadro ve savaşçı yetiştirmeden, kitleleri eğitmeden devrim heyecanını, coşkusunu ve düşüncesini taşıyamaz. Bir kadro için, hayatın her alanı, her an, eğitim faaliyetidir. Dava adamı olmanın, örgüt insanı olmanın en temel kıstası kadro eğitmektir. Kadro, hem sorunları sahiplenecek, çözümler bulacak, hem de yeni kadrolar yetiştirecektir. Kadro yetiştirirken dava adamı olma niteliklerini kazandırmalıyız. Nedir bunlar? 1- Halk ve vatan sevgisi. 2- Kendini saklamadan sakınmadan en önde yer almak. 3- Örgütünü ve yoldaşlarını tereddütsüz sahiplenmek, örgüt ile bütünleşmek. 4- Ortak ruh ve kültürel şekillenme. 5- Biz olmak. 6- Ben varsam Cephe var diyebilmek. 7- Yanlışlara göz yummamak, her türlü yanlış ve zaafla savaşmak. 8- Örgütüne ve yoldaşlarına toz kondurmamak. 9- Sınıf bilinci ve kinini asla yitirmemek. "Benim de katkım olsun, bu mücadeleye bende omuz vereyim" şeklindeki düşünce dava adamlığıyla bağdaşmaz. Böyle bir kafa yapısıyla devrimcilik sürekli büyütülemez, dava adamı olunamaz. Bu düşünce biçimi önce devrimciliği sıradanlaştırır. Sonra, zor koşullarda, dönekliği getirir. Dava adamı olabilmek için, her türlü olanağı seferber etmek gerekir. Beyniyle, yüreğiyle, her zorluğu göğüsleyebilmeli, her sorumluluğu üstlenebilmelidir devrimci. Dava adamı böyle olunur. Emperyalizme ve Faşizme Karşı Savaşı Örgütleyebilecek, Savaşa Önderlik Edebilecek Tek Güç Parti-Cephe'dir Emperyalizmin ve faşizmin saldırıları ve bu saldırılar karşısında solun tavırsızlığı, Kürt Milliyetçi Hareketinin teslimiyetçiliği, ve bizim tek direnen ve savaşta ısrar eden güç olmamız, asla uzlaşmamamız göstermiştir ki; Parti-Cephe, bu sürece önderlik edebilecek tek güçtür. İdeolojik olarak bu sürece önderlik edebilecek tek güçtür. Mücadele çizgisi ile bu sürece önderlik edebilecek tek güçtür. Kadro anlayışı, eğitim anlayışı ile bu sürece önderlik edebilecek tek güçtür. Faşizme karşı direnme Devrimci Sol / 26 ve savaşma gelenekleriyle, bu savaş içinde yarattığı değerlerle bu sürece önderlik edebilecek tek güçtür. Bizden başka direnen, bizden başka savaşan, bizden başka ML'yi savunan, bizden başka sosyalizmde ısrar eden, bizden başka emperyalizme karşı bağımsızlığı savunan kimse kalmamıştır. Uzlaşmacılık ve teslimiyetle birlikte düzeniçi solculuk moda haline gelmiştir. Bağımsızlıktan vazgeçildiği, emperyalizm kelimesinin telaffuz edilmekten kaçınıldığı bir süreçte, silahlı mücadeleyi örgütleme, savaşma, savaştırma iddiası taşımaya, her türlü saldırıya karşı direnmeye devam ediyoruz. Her alanda direnişler örgütlemeye devam ediyoruz. Bize her koşul ve şart altında direnme gücü veren ideolojik gücümüzdür. İdeolojik gücümüzün kaynağı, ideolojik netlik ve ideolojik bağımsızlığımızdır. Kadro politikamızın temelinde de ideolojik netlik ve bağımsızlığımız vardır. Yetiştireceğimiz her kadro, ideolojik gücümüzü kendinde somutlamalı ve bu gücün halka taşıyıcısı olmalıdır. Tüm Cephe, kadro ve taraftarları, bu bilinçle hareket etmelidir. En küçük bir sorunu bile halkın önüne götürmeli, halkla birlikte çözüm üretmelidir. Bilmeliyiz ki, halkı, halkın iktidarı için örgütlemeye hizmet etmeyen hiçbir çözüm devrimci değildir. Halkı, halkın iktidarı için, devrim için örgütlemeye hizmet etmeyen her politika düzeniçidir. Parti-Cepheli kadro, düzeniçi her türlü düşünceyle mücadele eder, savaşır. Bu bizim karakterimizdir. Bu karakteri yaratan, Kızıldere'den günümüze tarihimiz, şehitlerimiz, geleneklerimizdir. Biz tarihimizin hiçbir aşamasında uzlaşmadık, teslim olmadık. En zorlu koşullarda tek başımıza savaşmaya devam ettik, fiziki imhaları göze aldık ve ideolojimizden asla taviz vermedik. İdeolojik netliğimizi ve bağımsızlığımızı her koşulda koruduk. Düşmanın imha saldırılarıyla karşı karşıya kaldık, ihaneti yaşadık, dost bildiklerimizin bizi savaş alanlarında yalnız bıraktığını gördük, fırtınalar ortasında kaldık, depremler yaşadık, ancak devrimden, sosyalizmden asla vazgeçmedik. Bu nedenle diyoruz ki; Anadolu ihtilaline önderlik edebilecek tek güç PARTİCEPHEDİR. Sonuç olarak; - “DÜNYADAKİ BÜTÜN SERMAYELER İÇİNDE EN DEĞERLİSİ VE EN BELİRLEYİCİ OLANI İNSANDIR, KADROLARDIR.” STALİN - SAVAŞIN CEPHEDE VE CEPHE GERİSİNDE TÜM İHTİYAÇLARINI GÖRÜP BUNA UYGUN OLARAK TAKTİK GELİŞTİRECEK OLANLAR KADROLARIMIZDIR. - KADRO ÖRGÜTLE HALK ARASINDAKİ KÖPRÜDÜR. - KADROLAŞMA SÜRECİ BİREYSEL DEĞİL, ÖRGÜTLÜ, PROGRAMLI, HEDEFLİ BİR MEKA- 41 NİZMA YARATMA SORUNUDUR. KADROLAŞMA KONUSUNDA BİR MEKANİZMAYA SAHİP OLMADAN, KADROLAŞMADA SÜREKLİLİK SAĞLANAMAZ. - KİTLE ÇALIŞMASI YÜRÜTÜLMEDEN KADROLAŞMA SAĞLANAMAZ. SORUNLARIMIZI HALKA TAŞIMALI, BİRLİKTE TARTIŞMALI VE BİRLİKTE ÇÖZÜMLER ÜRETMELİYİZ. - KADRO SAHİP OLDUĞUMUZ VE OLABİLECEĞİMİZ BELİRLEYİCİ GÜÇTÜR VE BU ANLAMDA EN BÜYÜK İHTİYACIMIZDIR. - YÖNETİCİ ve KADROLARIMIZ HEDEFLERDEN SAPMAMANIN GÜVENCESİDİR. - KADRO, DAVA ADAMIDIR. DAVA ADAMI OLMAK, ZORLUKLARA, BASKILARA SALDIRILARA KARŞI ÖRGÜTÜ, HALKI DEVRİMİ HER KOŞULDA SAVUNMAKTIR. ZAFERE KİLİTLENMEKTİR. DEVRİMCİLİK BİR RUH, COŞKU VE VATANSERVERLİK HALİDİR - KADROYU KADRO YAPAN, SORUN ÇÖZÜCÜLÜĞÜDÜR... - PARTİ-CEPHE, İDEOLOJİK NETLİĞİYLE, POLİTİKALARIYLA, MÜCADELE ANLAYIŞIYLA, DEVRİMDEKİ ISRARIYLA, KADROLAŞMA POLİTİKALARIYLA ÜLKEMİZDEKİ DEVRİME ÖNDERLİK EDEBİLECEK TEK GÜÇTÜR. Kadrolaşmanın sürekliliğini sağlamanın yolu, bu konuda bir mekanizmaya, hedeflere, proğrama sahip olmaktır. Kadrolaşmanın sürekliliğini, yetişecek her kadronun ideolojik, politik ve pratik olarak daha donanımlı olmasını nasıl sağlayacağız? Her alandaki yöneticilerin, kadroların bu soruya verilmiş somut bir cevabı, bu cevabı gerçekliğe dönüştürecek somut bir programı olmalıdır. Çünkü kadrolaşma 'kendiliğindenci bir çalışma içinde gerçekleşemez. Kendiliğindencilik içinde gerçekleşen kadrolaşmada, o kadrolar, çok çeşitli zayıflıkları, çarpıklıkları içlerinde taşırlar ve kendiliğindenci bir çalışma ile kadroların devrimci saflarda sürekliliği de sağlanamaz. 42 Dagğda şahan İcerde boran Sokakta militan Ve tepeden tırnağa yoldaş Yaşadı Örgütleyerek hayatı Yaşadı Örgütleyerek halkı Yaşadı Örgütleyerek gerçeği Yaşadı Örgütleyerek şehitliğini Ve yaşıyor hala Halkının umudunda Yaşıyor Halkının cevahirinde Yaşıyor Halkının kavgasında Ve yaşayacak Dövüşe dövüşe sıra neferi Daha dunyayı fethedecek Dinleyin kalbinizin sesini Zafer marşını söylüyor sıra neferi... Ümit İlter 43 Devrimci Sol / 26 Parti-Cepheli Bir Kadronun Asgari Düzeyde Yapması Gerekenler Nelerdir? Emperyalizme ve faşizme karşı bir ölüm kalım savaşımı içerisindeyiz. Bu savaşı sürdürebilmenin, saldırıları göğüsleyebilmenin, örgütlenebilmenin ve zafere ulaşabilmenin yolu bilgidir. Bilgi savaştaki en önemli silahlardan biridir. Kime karşı, kim için, neden savaştığını bilmeyen bir savaşçı veya örgütün, savaşı zafere kadar sürdürebilmesi mümkün değildir. "Bilgi güçtür" sözü, bilginin bir çok silahtan daha önemli olduğunu belirtir. Çünkü bilgi, kime karşı nasıl ve hangi araçlarla savaşılacağını öğretir. Hangi yöntemlerin kullanılması gerektiğini öğretir. Parti-Cepheli bir kadronun savaşımızda asgari düzeyde bilmesi gerekenler ve yapması gerekenler nelerdir? İlk olarak nasıl bir dünyada yaşadığımız ve nasıl bir ülkede savaştığımız gerçeği bilince çıkarılmalıdır. Bunları bilmeden ne yapacağımızı, kime karşı savaştığımızı ve neden savaştığımızı somutlayamayız. Yönümüzü şaşırır, sağa sola savruluruz. En önemlisi de savaşımızın nedenlerini netleştiremeyiz. Bu durumda meşruluk yitimi ve inançsızlık baş gösterir. Savaşımızın nedenlerini mutlaka somutlamalıyız. Bunun için nasıl bir dünyada yaşadığımız ve nasıl bir ülkede savaştığımız sorularına doğru cevaplar vermek zorundayız. Nasıl bir dünyada yaşadığımız sorusuna verilebilecek en net cevap; emperyalizmin egemenliği altındaki bir dünyada yaşıyoruz cevabıdır. Ekonomik, sosyal, kültürel, askeri olarak emperyalizmin egemenliği altındaki bir dünyada yaşıyoruz. Emperyalizm tekelci dönemiyle birlikte, hemen her alanda tekeller tek hakim güç haline dönüştüler. Üretim araçlarına sahip olan ve dünya sermayesinin neredeyse tamamını gasp eden tekeller, bununla birlikte hemen bütün alanlarda egemenliğini ilan etti. Bunda elbetteki sosyalist sisteme ihanet eden revizyonizmin payı da büyüktür. Revizyonizmin ihanetiyle birlikte, karşısında neredeyse direnecek hiçkimse kalmayan emperyalistler, burjuva demokrasisinin kesin zaferini ilan ettiler. Burjuvazinin ideologluğuna soyunan Negri ve Fukuyama, "tarihin sonunun geldiğini", "burjuva demokrasininin kesin zaferini kazandığını", "artık emperyalizmin değiştiğini", "emperyalizmin demokrasi ve insan hakları taşıdığını" ilan ettiler. Elbetteki bu çok erken bir zafer ilanıydı. Çünkü sınıflar savaşı henüz sonlanmadı ve tarih ilerlemeye devam ediyor. Emperyalistlerin 1990'lı yılların başlarında zaferlerini ilan etmelerinden bugüne birçok gelişme yaşandı. Bunlardan ilki ABD emperyalizmi öncülüğünde emperyalist kampın, 1990'ların hemen başında Irak'a saldırmalarıydı. Açıkça dünya halklarına sopa gösteriliyor, Amerikan emperyalizminin egemenliğinin kabul edilmesi isteniyordu. Biz ise bu süreçte silahlı mücadeleyi yükselterek emperyalizmin ideolojik saldırılarına, "sosyalizm yenildi", "sınıflar savaşımı bitti", "uğrunda savaşmaya ve ölmeye değer bir şey kalmadı" saldırılarına karşı sosyalizmi savunmaya, silahlı mücadeleyi savunmaya devam ettik. Emperyalizmin ideolojik saldırılarına karşı direnen tek güç bizdik ve düşmanlarımızın imha saldırılarıyla karşı karşıya kaldık. 12 Temmuz ve 16-17 Nisan katliamlarıyla emperyalizm ve oligarşi bizi teslim olmaya zorladı. Biz ise; ellerimizde silahlarımız ve dilimizde sloganlarımızla karşıladık düşmanın saldırılarını. Orak çekiçli bayrağı dalgalandırdığımızda Çiftehavuzlardan, emperyalizm ve oligarşi şaşkındı. Tüm dünya teslim olurken dünyanın Türkiye'sinden biz namlularımızı emperyalizmin iktidarına çevirdik. Savaşa savaşa, öle öldüre, direnerek ve bedeller ödeyerek, iktidar iddiamızdan milim şaşmadan sosyalizm yolunda ilerledik. Bugün de aynı kararlılıkla, aynı iktidar iddiamızla, sosyalizm inancımızla savaşmaya devam ediyoruz. 44 Bu süreç emperyalistlerin ideolojik saldırıları hızla artırdıkları ve buna paralel olarak da, Marksist-Leninist olduğunu iddia eden gerilla hareketlerinin ve ulusalcı hareketlerin hızla sağa savruldukları, silah bıraktıkları, bayraklarından orak çekiçleri çıkardıkları, uzlaşma ve teslimiyet arayışlarına girdikleri bir süreçti. Biz ise bu süreçte silahlı mücadeleyi yükselterek emperyalizmin ideolojik saldırılarına, "sosyalizm yenildi", "sınıflar savaşımı bitti", "uğrunda savaşmaya ve ölmeye değer bir şey kalmadı" saldırılarına karşı sosyalizmi savunmaya, silahlı mücadeleyi savunmaya devam ettik. Emperyalizmin ideolojik saldırılarına karşı direnen tek güç bizdik ve düşmanlarımızın imha saldırılarıyla karşı karşıya kaldık. 12 Temmuz ve 16-17 Nisan Katliamlarıyla emperyalizm ve oligarşi bizi teslim olmaya zorladı. Biz ise; ellerimizde silahlarımız ve dilimizde sloganlarımızla karşıladık düşmanın saldırılarını. Orak çekiçli bayrağı dalgalandırdığımızda Çiftehavuzlar’dan, emperyalizm ve oligarşi şaşkındı. Tüm dünya teslim olurken dünyanın Türkiye'sinden biz namlularımızı emperyalizmin iktidarına çevirdik. Savaşa savaşa, öle öldüre, direnerek ve bedeller ödeyerek, iktidar iddiamızdan milim şaşmadan sosyalizm yolunda ilerledik. Bugün de aynı kararlılıkla, aynı iktidar iddiamızla, sosyalizm inancımızla savaşmaya devam ediyoruz. Bugün emperyalizm kronik krizlerinden birini çok derin bir şekilde yaşamaktadır. Bugünün dünyasında emperyalizmin krizinin hafiflemesini sağlayan tek neden, halkların öfkesinin düzeniçi güçler tarafından örgütlenmesidir. İslamcı ve milliyetçi örgütler, düzeniçi reformist güçler ile politika üretemez hale gelen ve düzeniçi güçlerin peşine takılan oportünizm halkların öfkesini yine düzen içinde eritmekte, emperyalizmin ve işbirlikçilerinin iktidarına yönelmesine engel olmaktadırlar. Bugünün dünyasında devrimcilik her zamankinden çok daha zorunlu ve meşrudur. Emperyalizmin sömürüsü, talanı ve katliamları artmış, demokrasi, insan hakları, globalizm söylemlerinin altının boş olduğu, emperyalizmin aynı sömürgeci ve halk düşmanı karakteri taşıdığı ortaya çıkmıştır. Dünyanın yarısından fazlası yoksullukla boğuşuyor, her 5 saniyede bir çocuk açlık ve açlığa bağlı nedenlerle yaşamını yitiriyor, 8 emperyalist tekelin geliri dünya nüfusunun yarısından fazlasının gelirden daha fazla, dünyanın toplam gelirlerinin yüzde ellisi Amerikan tekellerinin kasasına akıyor... Böylesine bir dünyada silahlanmak ve savaşmak onur, ahlak ve vicdan sorunudur. Her şeyden önce bir tercih değil zorunluluktur. Halklar açısından, halkların öncüsü olduğunu iddia edenler açısından, sosyalist olduğunu iddia edenler açısından, ML olduğunu iddia edenler açısından böylesine bir dünyada savaşmak tarihsel bir sorumluluk ve zorunluluktur. Peki nasıl bir ülkede yaşıyoruz? Emperyalizmin yeni sömürgesi, faşizmle yönetilen bir ülkede yaşıyoruz. Bugün ülkemiz zenginlikleri ABD emperyalizmi tarafından talan ediliyor, halkımız açlığa, sefalete mahkum ediliyor, ulusal onurumuz çiğnenmeye, kültürümüz yok edilmeye çalışılıyor. Yozlaşma her yanı sarmış durumda. Devrimciler ve halk çocukları evlerinde katlediliyor, her türlü örgütlenme hakkı yasaklanıyor, hakları için direnenler tutuklanıyor. AKP iktidarı emperyalizmin desteğini de arkasına alarak tüm gücüyle devrim cephesine saldırıyor. Bu Duruma Nasıl Getirildik? Tüm Bu Yaşananların Sorumlusu Kim? Bu soruların cevabını bulabilmek için biraz geriye gitmek gerekiyor. "1940'lı yılların başından itibaren SARAÇOĞLU hükümetinin uygulamalarıyla, emperyalizmle işbirlikçi ilişkilere giren burjuvazi güçlenmeye başladı. İktidar, savaşın sona ermesiyle birlikte ABD'nin koruyuculuğunu ve yardımını istemeye yöneldi. Nedir, bu yardım ve koruyuculuk isteminin anlamı? Burjuvaların halkı, bu burjuvaların kendi silahlı güçleri yok mudur ki, öksüz bir çocuk gibi emperyalizmin kollarına atılmak için çırpınıyor? Nerede egemen sınıfların "her biri bir tarih açıp bir tarih kapatan" güçlü sultanları? Milliyetçilik, vatanseverlik diye diye kendi vatanından, kendi halkından "koruyuculuk ve yardım" istemeyip emperyalistlerin, yani "dış mihraklar"ın kollarına atılmak, oligarşinin apoletli generallerine bir şeyler anımsatıyor mu? Egemen sınıfların tarih görüşü ve gerici hükümetleri bunu, "savaş sonrası bozulan ekonomik durumumuz ve SSCB saldırganlığı" karşısında "hür dünya ile daha sağlam ilişkiler kurmak, gelişmek ve güçlenmek için, askeri ve ekonomik yardım almak", "Batı'ya sığınmak" olarak açıklıyor. İşbirlikçilik için ileri sürülen gerekçeler, yaşanılan tarihin, toplumsal gerçekliğin çarpıtılmasından ve yalandan başka bir şey değildir. Zira şu unutulmamalıdır ki, Kurtuluş Savaşı sonrasında ülkemizde ekonomik durum Böylesine bir dünyada silahlanmak ve savaşmak onur, ahlak ve vicdan sorunudur. Her şeyden önce bir tercih değil zorunluluktur. Halklar açısından, halkların öncüsü olduğunu iddia edenler açısından, sosyalist olduğunu iddia edenler açısından, ML olduğunu iddia edenler açısından böylesine bir dünyada savaşmak tarihsel bir sorumluluk ve zorunluluktur. Devrimci Sol / 26 çok bozuk olmasına rağmen, emperyalistler ülke politikasında söz sahibi olamamıştır. Peki Öyleyse Aynı Ekonomik Güçlükler Karşısında Birbirinin Tam Tersi Bu Tavır Nasıl Açıklanabilir? Bunun en önemli nedeni, 1923'te Kemalist iktidar karşısında işbirlikçi sınıfların güçsüz olmasıdır. 1940'larda ise bu durum değişmiş, gelişen ve palazlanan işbirlikçi burjuvazi, ülkemiz halklarını ABD emperyalizmine soydurarak, bu talan ve yağma sofrasından kendisi de nasiplenmek amacıyla ihanet politikasını sahneye koymuş ve Kemalist iktidarı bu doğrultuda politika değişikliklerine zorlamıştır. (...) Bir taraftan geliştirdiği yeni-sömürgecilik metodlarıyla ülkemizi boyunduruğu altına almak için sinsi planlar tezgahlarken, diğer yandan da uluslararası ilişkilerde, buna uygun diplomatik-siyasi manevralar yapmaktadır. Örneğin İspanya, Yunanistan gibi diktatörlüklere ve krallıklara dil uzatmayan ABD senatosundaki konuşmacılar, Türkiye'deki tek parti yönetiminden şikayet ediyor, ve Türkiye'de çok partili demokrasiye geçilmesi için ABD hükümeti ve uluslararası güçlerden ülkemize baskı yapılmasını istiyorlardı. II. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası geliştirilen yeni-sömürgecilik metodları, ABD emperyalizmi güdümünde Marshall-Truman Planlarıyla, ekonomik ve askeri yardım, ikili anlaşmalar ve askeri paktlar aracılığıyla tezgahlanmaktadır. İzlenecek yol belli olmuştur artık... Yeni olan nedir? Yeniden emperyalizmin kucağına düşmek... Yani 1900'lerin yarı-sömürge Türkiye'sine, farklı tarihi toplumsal koşullarda, farklı biçimlerde geri dönmek... Bağımsızlıktan sömürge ilişkilerine teslimiyet! Yani ihanet! Egemen sınıfların tarihi, ihanetin tarihidir. (...) Egemen sınıflar, ABD emperyalizmi tarafından hazırlanan uluslararası işbölümünde, Türkiye için belirlenen bu rolü, ülkemizin yağmalanması için gönüllü suç ortaklığını büyük bir iştahla kabul ettiler. "Yardımlarla birlikte ABD tarafından öne sürülen ve kabul edilen istekler şunlardı: 1) Türkiye'nin aldığı borç ve bağışlarla Amerikan savaş sanayiine müşteri olması; (ABD askeri yardımı alarak, savunma masraflarından "tasarruf etmek", TC hükümetlerine bulunmaz bir lütuf gibi geldi ve kabul edildi.) 2) Türkiye'nin tarıma ve tarıma dayalı özel sermaye ağırlıklı sanayileşmeye öncelik verip, ağır sanayinin 45 bir kenara bırakılması. (Egemen sınıfların çıkarları bu istekle uyuşuyordu.) 3) Yabancı sermayeye ve mallarına kapıları açmak: serbest dış ticarete gitmek isteği... (Ki bu istek emperyalizm ile çelişmelere neden oldu. Zira II. Paylaşım Savaşı sonrası, sermayenin korkunç boyutlara varan temerküzünün yarattığı kaosla yan yana duran, pazarların iyice daralmışlığı, emperyalizmin krizini her geçen gün daha da derinleştiriyordu. Bu nedenle, kendisine yeni pazarlar arayan Yankee emperyalizmine, Türkiye egemen sınıflarının karşı çıkması kabul edilemez bir şeydi. Özellikle dış ticaret serbestisi üzerine çelişki ve çatışmalar, yerli ve yabancı sömürücü sınıflar arasında, bu yağma ve talandan daha fazla pay alma mücadelesinin arenası oldu. Emperyalizm bu dönemdeki isteklerini, sonraki yıllarda kademeli olarak kabul ettirecekti.) Emperyalizm, Türkiye'den bu tür ekonomik imtiyazların yanı sıra, NATO, CENTO gibi emperyalist askeri ittifaklara girmek, üs anlaşmaları yapmak gibi başka birçok tavizi de, yine aynı yolla elde etti." (DS Savunma, Haklıyız Kazanacağız, syf: 246-247-248) Yani savaşla kazanılan bağımsızlık, anlaşmalarla, ikili ilişkilerle, yardım adı altındaki borçlandırmalarla, Halk için demokrasi savaşı veriyoruz. Demokrasi, tüm diğer her şey gibi sınıfsal olduğundan, biz halk için demokrasi savaşı yürütüyoruz. Kapitalist-emperyalist sistemde halklar için demokrasi olaması mümkün değildir, sistemin yapısına aykırıdır. Burjuvazi, "herkes için demokrası", "herkesin aynı demokrasiye ihtiyacı var", "demokrasi hepimize lazım" gibi söylemlerle bu konuda bilinç bulanıklığı yaratmaya, demokrasi söylemleriyle kitlelerin düzen dışına çıkmasını engellemeye çalışmaktadır. Oysa MarksistLeninist bilim ve toplumlar tarihi bize, ilkel komünal toplum dışında tüm toplumların tarihinin sınıf savaşımları tarihi olduğunu ve bir sınıfın çıkarına olanın diğer sınıfn zararına olduğunu öğretir. Sınıfsal bir olgu olan demokrasi de bu nedenle, "herkes için", "bütün toplum için" ve "sınıflarüstü" olamaz. Bu nedenlede biz salt bir demokrasi söyleminin ötesinde, burjuva iktidarının yönetim biçimi olan faşizme karşı, halk için demokrasi savaşı yürütüyoruz. 46 Emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı halkların çıkarlarını koruyabilmek için, emperyalizmden ve işbirlikçilerinden, ideolojik olarak, siyasi olarak, ekonomik ve askeri olarak bağımsız olmak zorunluluktur. Bugün ülkemizde bu bağımsızlığa sahip olan tek örgüt Parti-Cephedir. Kızıldere'den günümüze Parti-Cephe tarihi ideolojik bağımsızlığın ve ideolojik netliğin tarihidir. Bu güçle bugüne kadar emperyalizme ve oligarşiye karşı savaşımızı, Marksist-Leninist ideolojimizden milim sapmadan sürdürdük ve sürdürmeye devam ediyoruz. MarksizmLeninizmden, halkın iktidarı olan sosyalizmden sapmadan, her koşul altında, her türlü bedeli göze alarak direnmek ve savaşmak artık bir Parti-Cephe geleneğidir ve her Parti-Cephe kadrosu bu geleneği yaşatan ve yeni değerler ekleyerek zafere taşıyan halk savaşçıları olmalıdırlar. Elbetteki unutmamamız gereken en önemli şeylerin başında şehitlerimiz gelir. Şehitlerimizin yaşamları, savaşları ve kahramanlıkları bize, bir Parti-Cepheli kadronun nasıl olması konusunda büyük birikimler sunarken aynı zamanda iktidar savaşında neyi nasıl yapacağımız konusunda birer okuldurlar. Bu okulu savaşımızın zaferi için en doğru şekilde değerlendirmeyi öğrenmeliyiz. Çünkü devrimimizin kaderi bir yerde bu okuldan öğrenip öğrenememize bağlıdır. hibe görünümündeki zincirlerle yok edilerek ülkemizin zenginlikleri yeniden emperyalist tekellerin ayakları altına serildi. Bugün bu işbirlikçilik görevini AKP iktidarı yürütmektedir. AKP iktidarı zaman zaman emperyalizmin çıkarlarına ters politikalar izlemiş görünümü içerisinde olsa da, esas olarak emperyalizmin uşaklığını üstlenmiş durumdadır. "Arap baharı" sürecinde Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da emperyalizmin temsilciliğini yürütmüştür. Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, para dolu valizlerle bir Libya'ya, bir Mısır'a koşturmuştur. AKP emperyalizmin işbirlikçisi faşist bir iktidardır. Bütün uygulamaları halka karşıdır. Halktan yana tek bir kararı yoktur. 2000'li yılların başından itibaren, emperyalizmin, NATO karargahlarında alınan "beyinleri teslim alma" saldırılarını DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümetinden devralarak yürütmüştür. Bu saldırılara karşı ideolojik olarak direnme gücü bulamayan ülkemiz solu, direnmemeyi tercih ederek halka sırtını dönmüş, AKP'nin katliam politikalarını güçlendirmiştir. AKP iktidarı, emperyalizmin beyinleri teslim alma saldırılarına, ideolojik olarak tükenen Kürt Milliyetçi Hareketini ve oportünist, reformist solu da, "barış", "Kürt açılımı", "demokratik açılım" söylemleriyle yedekleyerek iktidarını güçlendirmiştir. Ülkemizin, emperyalizmin yeni-sömürgesi olduğu gerçeğinden uzaklaşanlar, sömürge tipi faşizmi bilince çıkaramayanlar AKP iktidarından ve özellikle Avrupa Birliği ülkelerinden ve Amerika'dan "demokrasi" beklentilerine kapıldılar. "Gelin çözün", "bize de müdahale edin" çağrıları yaptılar. "Yetmez ama evet" diyerek, AKP'nin halkı aldatma ve iktidarını güçlendirme politikalarına ortak oldular. Bunun nedeni solun yaşadığı ideolojik bunalımdır. Soldaki bu ideolojik bunalım, gittikçe halka ve kendine güvensizlik, devrime inançsızlık şeklinde gelişti ve bugün gelinen aşamada, faşizmin saldırılarına karşı hiçbir şey yapmamaya, tek bir direniş örgütlememeye, en küçük demokratik hakkı dahi savunamaz hale gelmeye dönüştü. Özellikle HDP, tutuklanan milletvekillerini dahi savunamaz duruma düştü. Kürt illeri yakılıp yıkılırken, halk bodrumlarda katledilirken bir oturma eylemi, bir açlık grevi dahi örgütleyemez duruma geldiler. Kürt Milliyetçi Hareketi katledilen gerillalarının cenazelerini dahi sahipsiz bıraktı. Kürt Milliyetçi Hareketin kuyruğuna takılan oportünist sol ise, artık tek bir politika dahi üretememekte, varlığıyla yokluğu belirsizleşmektedir. Bu saydıklarımızın ışığında diyebiliriz ki, emperyalizmin egemenliği altındaki bir dünyada yaşıyor, emperyalizmin yeni sömürgesi, sömürge tipi faşizmle yönetilen bir ülkede savaşıyoruz. Bu nedenle Parti-Cepheli bir kadro her koşulda emperyalizme ve faşizme karşı savaşma kararlılığını sürdürmeli, iktidar iddiasını süreklileştirmeli, her türlü burjuva ideolojisine karşı ideolojik mücadeleden asla vazgeçmemelidir. Ne İçin Savaşıyoruz? Ne için savaştığını bilince çıkarmayan hiç kimse bu savaşta sonuna kadar savaşma iradesini gösteremez. Çünkü, ne için savaştığını bilince çıkarmayan için savaş, bir süre sonra anlamını yitirir ve inançsızlık, uzlaşmacılık ve nihayetinde teslimiyetçilik ortaya çıkar. Biz bağımsızlık, demokrasi ve halkın iktidarı için, yani sosyalizm için savaşıyoruz. Bağımsızlığımız olmadan özgür olamayız, bağımsızlığımız olmadan halklarımız için demokratik bir yaşamı kuramayız, iktidarı almadan, emperyalizmin ve işbirlikçisi oligarşinin iktidarına son vermeden ulusal bağımsızlığımızı kazanamayız. Bugünün dünyasında halklar olarak yaşadığımız her Devrimci Sol / 26 türlü sorunun kaynağı emperyalizmin sömürü ve talanıdır. Ülkemiz emperyalizme bağımlı yeni-sömürge bir ülkedir. Ülkemizin zenginlikleri emperyalist tekeller ve işbirlikçileri tarafından yağmalanıyor, halkımız yoksulluk içinde yaşamaya mahkum edilirken, bir avuç halk düşmanı ülkemizin kaynaklarını gasp ederek, halkımızın emeğini sömürerek zenginlik içinde yaşıyor. 8 Amerikan tekeli dünyanın yarı nüfusunun fazlasının gelirine el koyuyor. Tüm dünya gelirlerinin yüzde ellisi Amerikan tekellerinin kasasına akıyor. Bu nedenle tüm dünyada halkların her türlü sorununun kaynağı emperyalizmdir. Tüm sorunlarımızın kaynağı emperyalizm olduğuna göre, emperyalizme karşı bağımsızlık kazanılmadan, emperyalist tekellerin sömürü ve talanına son verilmeden halkların sorunları çözülemez. Çünkü her sorunun çözümü, sorunun kaynağının yok edilmesini zorunlu kılar. Halk için demokrasi savaşı veriyoruz. Demokrasi, tüm diğer her şey gibi sınıfsal olduğundan, biz halk için demokrasi savaşı yürütüyoruz. Kapitalist-emperyalist sistemde halklar için demokrasi olması mümkün değildir, sistemin yapısına aykırıdır. Burjuvazi, "herkes için demokrasi", "herkesin aynı demokrasiye ihtiyacı var", "demokrasi hepimize lazım" gibi söylemlerle bu konuda bilinç bulanıklığı yaratmaya, demokrasi söylemleriyle kitlelerin düzen dışına çıkmasını engellemeye çalışmaktadır. Oysa Marksist-Leninist bilim ve toplumlar tarihi bize, ilkel komünal toplum dışında tüm toplumların tarihinin sınıf savaşımları tarihi olduğunu ve bir sınıfın çıkarına olanın diğer sınıfın zararına olduğunu öğretir. Sınıfsal bir olgu olan demokrasi de bu nedenle, "herkes için", "bütün toplum için" ve "sınıflar üstü" olamaz. Bu nedenle de biz salt bir demokrasi söyleminin ötesinde, burjuva iktidarının yönetim biçimi olan faşizme karşı, halk için demokrasi savaşı yürütüyoruz. Savaşımızın amacı; emperyalizmin ve işbirlikçisi oligarşinin iktidarını yıkarak, halkın iktidarını, yani sosyalizmi kurmaktır. Neden halkın iktidarı? Çünkü, her şey sınıfsal olduğu için, halk kendi iktidarını kurmadan, yönetimi kendi ellerine geçirmeden ve sınıfsal düşmanı olan burjuvaziye karşı kendi diktatörlüğünü kurmadan, asla sınıfsal çıkarlarını koruyamaz, sorunlarına çözüm bulamaz. Tarih göstermiştir ki; reformist solun da içinde olduğu, hiçbir düzen içi güç halkların sorunlarına çözüm getiremez. Venezüella ve Yunanistan günümüzün en somut örnekleridir. Düzeniçi her güç, kendini nasıl adlandırırsa adlandırsın, emperyalist tekellerin çıkarlarının dışında politika üretemez, üretmez. Çünkü; her örgüt, her sınıf ve her sınıfın türevleri, ait oldukları sınıfın çıkarlarına hizmet eder ve ait oldukları sistemin sınırları içinde yaşam şansı bulabilirler. Reformizm de bir burjuva ideolojisidir ve kendisine ancak burjuva 47 Bugün Kürt Milliyetçi Hareketi ve onun politikalarına yedeklenen oportünizm ve roformizm anti emperyalist bir mücadele yürütmeden, emperyalizme tek kurşun sıkmadan, bir taş atmadan, tek bir direniş örgütlemeden, anti-emperyalistlikten ve sosyalizmden sözediyorlar. Hayır! Emperyalizme ve oligarşiye karşı savaşmadan sosyalist olunamaz, devrimci olunamaz. Emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesi yürütmeden halkların kaderleri savunulamaz, ulusal değerler korunamaz. sistem içinde yaşam şansı bulabilir. Halkın iktidarı olan sosyalizm ise, halkın çıkarlarına karşı olan her türlü burjuva düşüncesinin yaşam koşullarını ortadan kaldırmakla yükümlüdür. Halkın iktidarının sürekliliği için; başta burjuvazinin sınıf olarak direnci kırılmak ve sınıf olarak ortadan kaldırılmak zorundadır. Devamında ise, burjuva ideolojisinin biçimleri olan, reformist, milliyetçi ve sivil toplumcu düşünceler örgütlü yapılar olmaktan çıkarılmak ve zamanla yok edilmek zorundadırlar. Halk ile halk düşmanları arasındaki savaş amansızdır ve hiçbir liberalliğe izin vermez. Bu savaşta karşı tarafa tavizler veren yenilmeye mahkumdur. Burjuvaziye ait hiçbir düşünceye ve örgütlenmeye taviz verilemez. Parti-Cepheli kadrolar bu tavizsizliğin garantisidir. Emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı halkların çıkarlarını koruyabilmek için, emperyalizmden ve işbirlikçilerinden, ideolojik olarak, siyasi olarak, ekonomik ve askeri olarak bağımsız olmak zorunluluktur. Bugün ülkemizde bu bağımsızlığa sahip olan tek örgüt PartiCephe'dir. Kızıldere'den günümüze Parti-Cephe tarihi ideolojik bağımsızlığın ve ideolojik netliğin tarihidir. Bu güçle bugüne kadar emperyalizme ve oligarşiye karşı savaşımızı, Marksist-Leninist ideolojimizden milim sapmadan sürdürdük ve sürdürmeye devam ediyoruz. Marksizm-Leninizmden, halkın iktidarı olan sosyalizmden sapmadan, her koşul altında, her türlü bedeli göze alarak direnmek ve savaşmak artık bir Parti-Cephe geleneğidir ve her Parti-Cephe kadrosu bu geleneği yaşatan ve yeni değerler ekleyerek zafere taşıyan halk savaşçıları olmalıdırlar. Elbette ki unutmamamız gereken en önemli şeylerin başında şehitlerimiz gelir. Şehitlerimizin yaşamları, savaşları ve kahramanlıkları bize, bir Parti-Cepheli kadronun nasıl olması gerektiği konusunda büyük birikimler sunarken, aynı zamanda iktidar savaşında neyi nasıl yapacağımız konusunda birer okuldurlar. Bu okulu savaşımızın zaferi için en doğru şekilde değerlendirmeyi öğrenmeliyiz. Çünkü devrimimizin kaderi bir yerde bu okuldan öğrenip öğrenememize bağlıdır. 48 İktidar bilinci, bir örgütün ve bir kadronun hedeften şaşmazlığıdır. İktidar bilinci yitirildiğinde, hedeften kopulmuş demektir ki, bunun sonucunda yalpalamalar, savrulmalar ve düzenle uzlaşma kaçınılmazdır. Diyebiliriz ki; günümüzde emperyalizmle ve işbirlikçileriyle uzlaşarak düzençileşenlerin en temel sorunlarından birisi iktidar bilincini yitirmeleridir. Elbetteki bu ideolojik bir süreçtir. İdeolojik olarak net olmayanlar, ideolojik olarak bağımsızlığını koruyamayanlar iktidar bilincini de koruyamazlar. PartiCephe, Kızıldere'den günümüze bütün tarihi boyunca iktidar hedefinden bir milim sapmadan, emperyalizme ve oligarşiye karşı, her türlü koşul ve şart altında, bir çok ağır bedelleri göze alarak savaşmaya devam etmiş, Marksist-Leninist çizgisinden asla taviz vermemiştir. Parti-Cephe'yi Anadolu İhtilali'nin öncüsü yapan da bu tavizsizliğidir. Devrimimizin Niteliği; Anti Emperyalist, Anti Oligarşik Demokratik Halk Devrimi Olacaktır Bir ülkedeki devrimin niteliğini belirleyen şeyler; o ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasi durumudur. Bunlar doğru tespit edilmeden devrimin niteliği doğru belirlenemez ve mücadele anlayışında birçok şekilsizlik ve yanlışlık ortaya çıkar. Devrimci Sol Savunma'da ülkemiz devriminin niteliği şu şekilde açıklanır; "Devrimimiz anti-emperyalist, antioligarşik karakterde bir devrim olacaktır. Bu tespite, ülkemizin, ekonomik, sosyal, siyasal analizi sonucu varıyoruz. Ülkemizde belirleyici olan süreç, feodal süreç değil, "kapitalist" süreçtir. Ancak bu kapitalizm, ABD, Japonya ve Avrupa'daki kendi iç dinamizmiyle gelişen kapitalizm gibi değil, emperyalizme bağımlı ve bunun uzantısı olarak ortaya çıkmış ve şekillenmiştir. Ve bu nedenle de, emperyalizmin bunalımı, diğer yeni-sömürge ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde de had safhada hissedilmektedir. Ülkemizde, emperyalizmin esas müttefiki yerli egemen sınıf, baştan beri emperyalizmle bütünleşmiş olan işbirlikçi tekelci burjuvazidir. Ve tekelci burjuvazi, siyasi, ekonomik ve ideolojik olarak sömürü düzenini sürdürebilmek ve yönetebilmek için prekapitalist unsurlarla (toprak ağası, tefeci-tüccarlar) işbirliğine ihtiyaç duymaktadır. Bu azgın sömürü düzeninin sömürülen, ezilen sınıfları başta işçi sınıfı olmak üzere, yoksul ve topraksız köylü, kır ve şehir küçük-burjuvazisidir. Üretici güçlerin gelişmesini engelleyen sosyal ve siyasal güçler emperyalizm ve oligarşidir. Çok kısa olarak özetlediğimiz bu tablo, devrimimizin karakterini ortaya koyuyor." Yani savaşımız emperyalizmi ve işbirlikçisi oligarşiyi hedef almaktadır. Çünkü; ülkemizin zenginliklerini yağmalayan, halkımızı sömüren, işkence ve katliam politikalarını yürüten, eğitimden sağlığa, tarımdan doğaya, ekonomiden yozlaşmaya, spordan kültüre varana kadar her türlü sorunu yaratan, emperyalizmin ve oligarşinin sömürü ve talanıdır. Bu durumda devrimimiz, tüm bu sorunların kaynağına, yani emperyalizme ve oligarşiye yönelmek zorundadır. Bugün Kürt Milliyetçi Hareketi ve onun politikalarına yedeklenen oportünizm ve reformizm anti-emperyalist bir mücadele yürütmeden, emperyalizme tek kurşun sıkmadan, bir taş atmadan, tek bir direniş örgütlemeden, anti-emperyalistlikten ve sosyalizmden söz ediyorlar. Hayır! Emperyalizme ve oligarşiye karşı savaşmadan sosyalist olunamaz, devrimci olunamaz. Emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesi yürütmeden halkların kaderleri savunulamaz, ulusal değerler korunamaz. Devrimimizin niteliği kendisini kadro yapımızda da gösterir. Her Parti-Cephe kadrosu emperyalizme ve oligarşiye karşı savaşımızın, kurmayları, savaşçıları, yöneticileri ve kadrolarıdır. Her Parti-Cephe kadrosunun hedefinde emperyalizmin ve oligarşinin iktidarı vardır. Parti-Cephe kadroları bilir ki; emperyalizmin ve oligarşinin iktidarı alaşağı edilerek yerine halkın iktidarı kurulmadan halkın çektiği acılar, yoksulluk, açlık son bulmaz. Bu nedenle her Parti-Cephe kadrosu iktidara kilitlenmiş bir bilince sahip olmak zorundadır. Yani iktidar bilincine sahip olmak zorundadır. İktidar bilinci, bir örgütün ve bir kadronun hedeften şaşmazlığıdır. İktidar bilinci yitirildiğinde, hedeften kopulmuş demektir ki, bunun sonucunda yalpalamalar, savrulmalar ve düzenle uzlaşma kaçınılmazdır. Diyebiliriz ki; günümüzde emperyalizmle ve işbirlikçileriyle uzlaşarak düzeniçileşenlerin en temel sorunlarından birisi iktidar bilincini yitirmeleridir. Elbetteki bu ideolojik bir süreçtir. İdeolojik olarak net olmayanlar, ideolojik olarak bağımsızlığını koruyamayanlar iktidar bilincini de koruyamazlar. Parti-Cephe, Kızıldere'den günümüze bütün tarihi boyunca iktidar hedefinden bir milim sapmadan, emperyalizme ve oligarşiye karşı, her türlü koşul ve şart altında, bir çok ağır bedelleri göze alarak savaşmaya devam etmiş, Marksist-Leninist çizgisinden asla taviz vermemiştir. Parti-Cephe'yi Anadolu İhtilali'nin öncüsü yapan da bu tavizsizliğidir. Parti-Cephe'nin Devrim Stratejisi Devrimci Sol / 26 Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisidir Strateji'nin sözlüklerdeki Türkçe karşılığı; 1 . Önceden belirlenen bir amaca ulaşmak için tutulan yol. 2 . Bir ulusun veya uluslar topluluğunun, barış ve savaşta benimsenen politikalara en fazla desteği vermek amacıyla politik, ekonomik, psikolojik ve askeri güçleri bir arada kullanma bilimi ve sanatı, sevkülceyş. Emperyalizm ve oligarşiye karşı yürüttüğümüz savaş nasıl bir yol izleyecektir, halk kitleleri nasıl örgütlenecek ve bu savaşa nasıl, hangi yöntemlerle ve araçlarla katılacaktır? Bu sorular mutlaka yanıtlanmak zorundadır. Bu sorular yanıtlanmadan nasıl bir stratejiye sahip olacağımız, savaşı nasıl yürüteceğimiz belirsizleşir, hedeften uzaklaşır ve bir süre sonra kısırlaşarak kitlelerden kopmaya ve düzeniçileşmeye doğru evrilir. Her devrimin bir stratejisi olmak zorundadır ve bu stratejinin başarıya ulaşması ise o stratejinin doğruluğuna bağlıdır. Doğru bir strateji ancak ve ancak, ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasal durumu doğru analiz edilebildiğinde oluşturulabilir. Dünya devrimler tarihi ve ülkemiz, yanlış stratejilerle savaşmaya kalkanların hazin sonlarıyla doludur. Teslimiyetler, uzlaşmalar, silahları terk etmeler, sivil toplumcu düşüncelere yelken açmalar... Burada belirtmek gerekir ki, doğru bir strateji oluşturabilmek, ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasal yapısını doğru analiz edebilmek için zorunlu olan koşul; ideolojik netlik ve bağımsızlıktır. Bizim devrim stratejimiz tüm bu koşullar ışığında ortaya çıkmış olan Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi (PASS)'dir. Bizim stratejimiz, uzun süreli bir halk savaşı ile iktidarın alınmasını hedefler. Bizim halk savaşı stratejimiz, 2. bunalım döneminin sömürge ve yarı-sömürge ülkelerinin halk savaşlarından farklı olarak, başlangıçta silahlı propaganda biçiminde şekillenen öncü savaşı ile halkı devrim saflarına katmayı hedefler. Mahir ÇAYAN bu stratejiyi şöyle tanımlar: "... silahlı propagandayı temel, öteki politik, ekonomik ve demokratik mücadele biçimlerini, bu temel mücadele biçimine tabi olarak ele alan devrimci stratejiye, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi denir". (Bütün Yazılar , DEVRİMCİ SOL Yayınları, syf.389) "Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi, III. Bunalım Döneminin ilişki ve çelişkilerinden hareketle, Türkiye gibi yeni-sömürge ülkelerin halk savaşı stratejisidir. Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisinin tanımı da bu özgünlüğü vurgulayan bir tanımdır ve esas olarak farklılığın temel noktasını ele alır. Bu farklılık kitlelerin devrim saflarına çekilmesi noktasındadır. Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi, halk savaşının 49 bizim gibi ülkelerde kazandığı muhteva olarak ele alınmazsa, kısırlığa düşmek kaçınılmazdır. Bu kısırlık, ülkemiz koşullarında sürdürülecek halk savaşının II. Bunalım Dönemi halk savaşlarından temel farklılık noktası olan "kitlelerin devrim saflarına çekilmesi" sorununda odaklaşmaktadır." (Haklıyız Kazanacağız 2 Haziran Yayınları, syf: 754) Bizim ülkemiz gibi, emperyalizmin 3. bunalım döneminin yeni-sömürgesi olan ülkelerle, emperyalizmin 2. bunalım döneminin sömürge ve yarı sömürge ülkelerinin devrim stratejilerindeki temel farklılık, halk kitlelerinin devrime seferber edilmeleri sorunudur. Bu farklılığı ortaya çıkaran ise emperyalizmin işgal biçimindeki değişikliğidir. 2. Bunalım Döneminde emperyalistler bir ülkeyi sömürerek zenginliklerine el koyabilmek için açık askeri işgallere başvuruyorlardı. Açık işgaller bütün dünyada emperyalizme karşı sosyalist partiler öncülüğünde ulusal kurtuluş savaşlarıyla, halkların başkaldırılarına ve ardı ardına devrimlere neden oldu. 3. Bunalım Dönemlerinde emperyalistler artık açık işgalin yerine gizli işgali geliştirdiler. Artık emperyalizmin ordusunun yerini sözde bağımsız ve ulusal bir ordu, ulusal bir hükümet, ulusal bayrak ve emperyalist tekellerin yerini de yerli işbirlikçi tekeller aldı. Açık işgalin yerini gizli işgalin alması, halk kitlelerinin emperyalistlere karşı olan başkaldırılarının durulmasına neden olurken, halkın örgütlenme ve devrim saflarına seferber edilmesi sorununu ortaya çıkardı. Bu durumda elbette ki halk savaşı stratejisi, halk kitlelerinin kendiliğinden emperyalizme başkaldırılarının ve ayaklanmalarının yaşandığı 2. Bunalım Dönemi ülkelerinin halk savaşı stratejilerinden farklılık içermek zorundaydı ve bu farklılık esas olarak kendisini halkın devrim saflarına seferber edilebilmesi sorununda odaklandı. Halk kitlelerinin devrime seferber edilebilmesi süreci, silahlı mücadelenin, silahlı propaganda biçiminde yürütüldüğü bir öncü savaşı aşamasını içerir. Öncü savaşı, Bu görevi nasıl yerine getireceğiz, ne tür örgütlenmeler oluşturacağız? Öncelikle, silahlı mücadeleyi temel alan bir savaş örgütünün kadrolarının temel görevi savaşçı ve kadro yetiştirmektir. Sık sık tekrarladığımız bir gerçek vardır; Savaş insanla yürür. Bu gerçeklik savaşta kadrolaşmanın en temel unsur olduğunu anlatır. Silahları kullanacak olan, örgütlenme yapacak olan, savaşacak ve savaştıracak olan, en temelde ise stratejinin hayata geçmesini sağlayacak olan kadrolardır. 50 Parti-Cepheli kadro, kitle örgütlenmesini planlı ve proğramlı bir çalışma olarak ele alır. İktidarı almanın yolunun kitle örgütlenmesi olduğu bilinciyle faaliyet yürütür. Ekonomik, demokratik, politik diğer mücadele biçimlerinin silahlı propagandaya hitmet etmesinden en genelde anlamamız gereken şey; halka gitmek, halkı kadrolaştırmak ve savaştırmaktır. emperyalizmin 3. Bunalım Döneminin, gizli işgalin yaşandığı yeni-sömürge ülkelerinin halk savaşı stratejilerinin bir aşamasıdır. "Bu strateji iki ana evreden geçerek tamamlanacaktır. Birinci aşama, kitleleri politize ederek savaşa dahil etmek için proletaryanın savaşçı partisinin, silahlı propagandayı temel alarak yürüttüğü ve düzenli ordular aşamasına kadar sürecek olan öncü savaşıdır." (DEVRİMCİ SOL Yayınları, 1978, syf. 64) 2. Bunalım Döneminin sömürge ve yarı sömürge ülkeleri ile, 3. Bunalım Döneminde emperyalizmin yenisömürgesi ülkemiz arasındaki tek fark elbette ki bunlar değildir. "Bu farklılıklardan birisi de Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisinin, kır ve kentlerdeki mücadeleyi, diyalektik bütünlük içinde ele almasıdır. Bu, bizim gibi yeni-sömürge ülkelerde savaşın yürütülüş biçimini belirleyen bir ilkedir. Ve aynı zamanda mücadelenin çeşitli alanları ve temel sınıflar arasındaki bağlantıyı ortaya koyar. Önemli farklılıklardan biri de örgütlenmeye ilişkin farklılıktır. "Devrim stratejisini bu şekilde saptayan bir örgütün örgütsel ilkesi de, bu Leninist çizginin örgütsel ilkesi olan, Politik ve Askeri Liderliğin Birliği ilkesidir." (M.CAYAN, age, syf. 353) Sorunu daha özlü bir şekilde ifade edecek olursak; bütün halk savaşları Politikleşmiş Askeri Savaş'tır (PAS). Ülkemiz özgülünde silahlı propagandanın temel olmasından dolayı bu strateji, PASS olarak formüle edilmiştir. PASS, III. Bunalım Döneminde bir yeni-sömürge olan ülkemiz koşullarından hareketle oluşturulmuştur. Ve II. Bunalım Dönemi halk savaşlarından esas olarak aşağıdaki noktalarda farklılıklar içerir: 1- Ülkemiz halk savaşı, silahlı propagandanın temel mücadele biçimi olduğu bir öncü savaşı aşamasından geçecektir. 2- Ülkemizde halk savaşı, kır ve şehir diyalektik bütünlüğünü öngören Birleşik Devrimci Savaş ilkesine göre sürdürüle- cektir. 3- Ülkemizde, halk savaşının başında kurtarılmış bölgeler oluşması mümkün değildir. 4- Ülkemiz halk savaşında, temel güçler işçi sınıfı, köylülük ve küçük-burjuvazidir. İşçi sınıfı ve küçükburjuvazinin devrimde oynayacağı rol II. Bunalım Dönemi halk savaşlarına kıyasla artmıştır. 5- Ülkemiz halk savaşının örgütsel ilkesi, Politik Askeri Liderliğin Birliği ilkesidir." (Haklıyız Kazanacağız 2; Haziran Yayınları, Syf; 757-758) Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisinde, tüm diğer; ekonomik, demokratik, politik mücadele biçimleri silahlı propagandaya bağlıdır. Silahlı mücadele temel mücadele yöntemidir. Bunun günümüz açısından pratik karşılığı, savaşçılar, komutanlar yetiştirmek, her alanda illegal örgütlenmeler oluşturmaktır. Emperyalizme ve faşizme karşı savaşıyoruz ve düşmanlarımız bizi yok etmek için saldırıyor. Bu saldırıları göğüsleyebilmenin, daha da ötesinde örgütlenmelerimizi düşmanın karşısında koruyabilmenin, genişletebilmenin ve yaygınlaştırabilmenin yolu illegal örgütlenmelerin her alanda oluşturulmasıdır. Yoksa; "silahlı mücadele temel, diğer mücadele biçimleri ona tabidir" sözünü tekrarlamanın bir anlamı yoktur. Her şeyin yaşamda bir karşılığı vardır. Stratejimizin de yaşamda karşılığı vardır ve bunu oluşturmak Parti-Cephe kadrolarının görevidir. Bu Görevi Nasıl Yerine Getireceğiz, Ne Tür Örgütlenmeler Oluşturacağız? Öncelikle, silahlı mücadeleyi temel alan bir savaş örgütünün kadrolarının temel görevi savaşçı ve kadro yetiştirmektir. Sık sık tekrarladığımız bir gerçek vardır; Savaş insanla yürür. Bu gerçeklik savaşta kadrolaşmanın en temel unsur olduğunu anlatır. Silahları kullanacak olan, örgütlenme yapacak olan, savaşacak ve savaştıracak olan, en temelde ise stratejinin hayata geçmesini sağlayacak olan kadrolardır. Elbette ki kadrolaşmadan bahsederken, tek başına dar bir çerçevede parti kadrolaşmasından bahsetmiyoruz. Unutulmamalıdır ki Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi, bir halk savaşı stratejisidir. Yani savaşımızın temel unsuru halktır. Amacımız halk kitlelerinin devrim cephesinde saflaşmasını ve savaşa katılmasını sağlamaktır. Halkı katmadan bir devrimin gerçekleşmesi mümkün değildir. Bütün devrimler halkların eseridir. Sovyetler, Çin, Vietnam, Küba, Romanya, Bulgaristan, Arnavutluk ve diğer devrimler, halkların örgütlü savaşıyla gerçekleşmiştir. Bu nedenle devrim stratejisinin hayata geçebilmesi ve sonuca ulaşabilmesi için halkın katılımı üstünden atlanamayacak bir zorunluluktur. Bu bilince sahip olan Parti-Cepheli kadro, kitle örgütlenmesini planlı ve programlı bir çalışma olarak ele alır. İktidarı almanın yolunun kitle örgütlenmesi olduğu bilinciyle faaliyet Devrimci Sol / 26 yürütür. Ekonomik, demokratik, politik diğer mücadele biçimlerinin silahlı propagandaya hizmet etmesinden en genelde anlamamız gereken şey; halka gitmek, halkı kadrolaştırmak ve savaştırmaktır. Halka Gitmekten Bahsederken Kimlere Gitmekten Söz Ediyoruz? Bir avuç işbirlikçi ve hain dışındaki herkes örgütleyeceğimiz kesimler arasındadır. İşçi, memur, köylü, öğrenci, esnaf, kadın, çocuk, erkek, yaşlı, genç her dinden ve mezhepten olanlara gideceğiz. Ailelerimiz, akrabalarımız, arkadaşlarımız, komşularımız herkes ama herkese gidebiliriz, gitmek zorundayız. Biz herkesi örgütleyebilir, herkesi ikna edebiliriz. Her kesimden insana anlatacak onlarca, yüzlerce konu bulabiliriz. Çünkü emperyalizmin ve faşizmin baskısı altında yaşamak zorunda olan, yoksulluğa, açlığa mahkum edilen halkımızın onlarca, yüzlerce sorunu var ve bu sorunlarla çoğu zaman tek başına mücadele etmek zorunda. Çözüm bulamadığında karamsarlığa, umutsuzluğa kapılmakta, adeta zindan hayatı yaşamakta, zaman zaman da intiharı çözüm olarak görmektedir. Buna son vermek Parti-Cephe kadrolarının ellerindedir. Herkese gitmeli ve herkesi örgütlemeyi hedeflemeliyiz. Örgütsüzlüğü örgütlülüğe, umutsuzluğu umuda, ezilmişliği isyana döndürebiliriz. Elbette ki halk, gel örgütlen dediğimizde örgütlenmiyor, bir iki çağrıyla, bir iki sohbetle, bir kaç bildiriyle ve sloganla halkın örgütlenmesini beklemek hayalperestlik olur. Halka; sorunlarını tartışabileceği, hakkını arayabileceği, birlik olabileceği, mücadele edebileceği örgütlenmeler sunmak zorundayız. Biraraya gelebilecekleri, sorunlarını tartışabilecekleri, sorunları için mücadele edebilecekleri örgütlenmeler oluşturmalıyız. Halk Meclisleri bu anlamda kitle mücadelesi açısından en önemli örgütlenmelerdir. Elbette ki Halk Meclisleri tek başına yeterli değildir, milis örgütlenmelerini ve gizli grupları her alanda örgütlemek ve yaygınlaştırmak zorundayız. Bu örgütlenmeler öz olarak kitle örgütlenmeleridir. Halk Meclisleri; halkın sorunlarını hep birlikte tartışacağı, ortak kararlar alarak uygulayacakları örgütlenmelerdir. Halk Meclisleri her türlü sorunla mücadele edecek örgütlenmelerdir. Uyuşturucu, fuhuş, kumar, ulaşım, pahalılık, işsizlik, konut, eğitim, sağlık gibi her türlü konu Halk Meclislerinin gündemi olmalıdır. Faşizmin egemen olduğu bir ülkede, Halk Meclisleri gibi örgütlenmeler elbette ki kitle örgütlenmelerinin ihtiyacı açısından tek başına yeterli değildir. Faşizmin baskı ve saldırıları karşısında ayakta kalabilecek, gizli faaliyet yürütecek, faşizmin şiddetine şiddetle karşılık verecek, halkın adaletini uygulayacak, halkı faşist saldırılardan ve çetelerden koruyacak halk örgütlenmelerine de ihtiyaç var. Bu örgütlenmeler; Milisler ve gizli grup 51 örgütlenmeleridir. Günümüz açısından en temel ihtiyaçlarımızın başında bu tür kitle örgütlenmelerini oluşturmak ve yaygınlaştırmak gelmektedir. Her Parti-Cepheli kadro, bu ihtiyaçları kavramalı ve örgütlemelidir. Elbette ki bir anda, ha dediğimizde olmayacaktır ancak, örgütlemek pratik bir iştir. Örgütleyerek öğrenecek, öğrenerek örgütleyeceğiz. Eğer önce öğreneyim sonra örgütleyeyim dersek, hiçbir zaman o işe başlayamayız. Savaş savaş içinde öğrenilir. Savaşa dair her türlü faaliyet pratik içinde öğrenilir ve bilinç haline getirilebilir. Bunun için kitleler içinde olmak zorunludur. Halkın içinde olmadan, halkla birlikte olmadan, halk örgütlenmeleri yaratmak mümkün olmaz. P-C'li Kadro: - Savaşımızın ve sürecimizin ihtiyaçlarını kadrolar kavrayıp örgütlemeli, karşılamalıdır. Bu da pratik içinde kitleleri ve savaşı örgütledikçe kazanılacak bir niteliktir. Bu yüzden bir kadronun kitlelerle iç içe olması ve onların sorunlarına vakıf olması önemlidir. Halkın içinde olmak demek, halkın sorunlarına vakıf olmak, halktan öğrenmek ve öğretmek demektir. Bu militanca bir mücadeledir. Bürokrat bir çalışma tarzıyla halkı örgütlemek mümkün değildir. Kadro, halkı eğiten, değiştiren, örgütleyen, savaşa katan olmalıdır. İnsanlar nasıl eğitilecek, nasıl istihdam edilecek ve nasıl denetlenecekler, içinde bulunulan koşullarda bunu hangi yöntem ve araçları devreye sokarak gerçekleştireceğiz? Parti-Cepheli kadro bu sorulara cevaplar bulmalı ve mücadeleyi savaşçı bir ruhla yürütmelidir. Parti-Cepheli Kadronun Her İşinin Temelinde Örgüt Bilinci ve Örgüt Ruhu Vardır Mücadele tarihi göstermiştir ki, örgüt bilinci ve örgüt ruhuyla örgütlenmeyen hiçbir işin temeli sağlam değildir. Örgüt bilinci ve ruhuyla örgütlenmeyen hiçbir işten Faşizmin egemen olduğu bir ülkede, Halk Meclisleri gibi örgütlenmeler elbetteki kitle örgütlenmelerinin ihtiyacı açısından tek başına yeterli değildir. Faşizmin baskı ve saldırıları karşısında ayakta kalabilecek, gizli faaliyet yürütecek, faşizmin şiddetine şiddetle karşılık verecek, halkın adaletini uygulayacak, halkı faşist saldırılardan ve çetelerden koruyacak halk örgütlenmelerine de ihtiyaç var. Bu örgütlenmeler; Milisler ve gizli grup örgütlenmeleridir. Günümüz açısından en temel ihtiyaçlarımızın başında bu tür kitle örgütlenmelerini oluşturmak ve yaygınlaştırmak gelmektedir. 52 sonuç almak, zafer elde etmek mümkün değildir. Kitle örgütlenmesinde, silahlı mücadelenin örgütlenmesinde, bir eylemin örgütlenmesinde, bir yazının yazılmasında, bir insanın ikna edilmesinde, eleştiri-özeleştiri de, eğitim çalışmasında ve diğer her türlü devrimci faaliyette durum aynıdır. Bu nedenle de, Parti-Cepheli bir kadronun her işinin temelinde örgüt bilinci ve örgüt ruhu olmak zorundadır. Örgüt bilinci ve örgüt ruhu; her faaliyetin, her işin başından sonuna tüm ayrıntılarıyla örgütlü olması demektir. Yani; kolektif olması, planlı ve programlı olması, hedefli olması, denetlenmesi ve sonuç almada ısrarcı olması demektir. Eğer yaptığımız işte bunlar yoksa, o işin başarısızlıkla sonuçlanacağı daha baştan bellidir. Çünkü; eğer planlı ve programlı olmazsak, eğer denetlemezsek, ısrar etmezsek boşluklar oluşması kaçınılmazdır. Bu boşluklar düşmanın gireceği ve bize darbe vuracağı açık kapılardır. Düşmana açık kapı bırakmamalıyız. Örgüt bilincinde, örgüt ruhunda boşluklara yer yoktur. Çünkü örgüt bilinci ve kültürünün olmadığı yerde düzen kültürü vardır. Düzen kültürü devrimden olmayan, halktan olmayan, bizden olmayan her şeydir. Parti-Cephe’li kadro düzene teslim olmaz, düzenin gireceği boşluklara izin vermez. Çünkü Parti-Cephe'nin tarihi; uzlaşmazlıkların, zaferlerin,her türlü zorluğu aşabilmenin, emperyalizme ve oligarşiye karşı savaşı her şart ve koşul altında sürdürebilmenin, halkı savaştırmanın, düşmanın politikalarını boşa çıkarmanın, ulusal onuru savunmanın, sosyalizmi savunmanın, Marksizm-Leninizm'i savunmanın, kuşatmalarda, dağlarda, şehirlerde kanlarıyla örgütlerinin adını duvarlara yazan, sloganlarla düşmana inancına haykıran, ölümü halaylarla karşılayan, yoldaşları ve halkı için kendini hiç düşünmeden feda eden, bombalarla yerle bir edilen sığınaklardan silah çıkararak yoldaşlarının hesabını sormak için çırpınan kahraman şehitlerimizin tarihidir. Parti-Cepheli kadro tüm bu tarihin ve geleneklerin mirasçısıdır. Bu miras onurumuzdur, namusumuzdur, bilincimizdir, yüreğimizdir. Bu mirası yaşatacak ve geleceğe taşıyacak olan Parti-Cephe kadrolarıdır. Halkın içinde olmak demek, halkın sorunlarına vakıf olmak, halktan öğrenmek ve öğretmek demektir. Bu militanca bir mücadeledir. Bürokrat bir çalışma tarzıyla halkı örgütlemek mümkün değildir. Kadro, halkı eğiten, değiştiren, örgütleyen, savaşa katan olmalıdır. İnsanlar nasıl eğitilecek, nasıl istihdam edilecek ve nasıl denetlenecekler, içinde bulunulan koşullarda bunu hangi yöntem ve araçları devreye sokarak gerçekleştireceğiz? Parti-Cepheli kadro bu sorulara cevaplar bulmalı ve mücadeleyi savaşçı bir ruhla yürütmelidir. "PARTİ Yüreğini ve hayatını getirmiyorsan beraberinde hiç zahmet etme aramıza katılmak için katılmanla ayrılman bir olur Rahat bir yer arıyorsan sıcak sudan soğuk suya girmeyecekse elin hiç zahmet etme yaranın en güzel çiçek olduğu bu meydana gelmeye bu yol, ancak baş koyanlar içindir Burada sen, yemekte en sonuncu edinmede en sonuncu uykuda en sonuncu ama ölmede en birinci olmalısın." (Salvador'un Gizli Zindanları kitabından) 53 Devrimci Sol / 26 KADRO YETİŞTİREN YÖNETİCİLER OLMAK ZORUNDAYIZ KADRO EĞİTİMİNDEKİ SÜREKLİLİĞİ NASIL SAĞLAYACAĞIZ? Savaşımızın Her Koşulda Savaşan ve Savaştıran Komutanlara İhtiyacı Var. Savaşamızın Her Türlü Olanaklarla Savaşı Sürdürebilen Komutanlara Ve Yöneticilere İhtiyacı Var Kadro eğitimi, temel ML bilince sahip olmaktır. Eğitim, dünyayı, ülkemizi, sınıflar gerçeğini kavramaya yönelik teorik bilgilerin, pratik işlerin nasıl yapılacağının öğrenilmesinin yanısıra devrimci bir kişilik, düşünüş tarzı, yaşam tarzının oluşmasına da hizmet etmelidir. Eğitimin temeli sistemli, sürekli ve hedefli olmasıdır. Eğitim, yoğunlaştırılmış eğitim şeklinde yapılabilir. Ama eğitim, bir haftalık, bir aylık, bir yıllık bir süreç olarak ele alınamaz. Eğitim sürekli bir faaliyettir. Düzenli sistematik ve sürekli bir eğitim... Kadrolaşma, her kadronun bir alternatif yetiştirmesidir. kalmaması için yeni kadrolar ve yöneticiler yetiştirmeliyiz. 2- Örgütsel büyümemiz için. Her eğitip, yetiştirdiğimiz alternatifimiz demek, yeni bir alanda daha kendi yürüttüğümüz çapta bir faaliyet örgütleyebilmemizin olanağının yaratılması demektir. O halde, alternatiflerimizi eğitmek, yetiştirmek, örgütsel faaliyetimizin temellerinden biridir. Her devrimci alternatifini yetiştirmelidir. Bu, günlük örgütsel faaliyetlerimizin yanında, özel olarak bir teorik-pratik eğitim programının hayata geçirilmesi ile mümkün olacaktır. Bunun için bir alternatif eğitim programımız olmalıNeden alternatiflerimizi eğitmeliyiz? dır. 1- Örgütsel faaliyetlerimizin devamlılığını sağlamak Bu programımız teorik ve pratik iki bölüm içermelidir. için. Sürekli yeni kadrolar, yeni yöneticiler yetiştirmezsek Bunun yanında, kültürel, sanatsal, görsel eğitimleri de birincisi mücadeleyi büyütemeyiz. Örgütlülüğümüzü içerir. yeni alanlara taşıyamayız. Alternatiflerimizi eğitmek, İkincisi, faşizmin sürekli kadKadro bürokrat olmamalıdır. haftanın en azından bir iki günü, rolarımıza yöneldiği, katlettiği, Eleştiriözeleştiri alternatiflerimizle gün boyu tutsak ettiği, mücadeleden koparyapmalıdır. Sorumluluk sahibi yürüttüğümüz çalışmaları (çok mak için her türlü saldırıya başözel gizliliği olmayanları) birlikte olmalıdır. Süreç ve vurduğu bir süreçte kadro sürekyürütmek demektir. liliğini sağlayamazsak, yeni olaylar ve kişilerin değerAlternatiflerimizin bizim yaptıyöneticiler yetiştiremezsek örgütlendirmesine KENDİ ğımız tüm görevleri yapabilecek sel varlığımızı koruyamayız. BEYNİMİZİ değerlendirerek duruma gelmeleri hedeflenir. Onun için sürekli kadro ve yöneticiler yetiştirmeliyiz. Ya da şu veya bu nedenle görevlerimizi eskisi gibi sürdüremeyeceğimiz bir durum ortaya çıktığında, görev alanımızın boş başlamalıyız. Kadro genel sözler söyleyen değil bizzat örgütleyendir. Denetleyendir. Kadroların Eğitimine Önem Vermezsek Devrim Tehlikededir Kadrolarımızın 54 Halktan, sıradan her insan s empatizan adayıdır, Her sempatizan bir kadro adayıdır; Her kadro bir yönetici adayıdır. Devrimci savaş örgütünün temel yönetim ilke ve iddiası budur. Eğitim de bu ilke ve iddia üzerine şekillenmelidir. İdeolojik Seviyesini Yükseltmeliyiz! İdeoloji bir toplumsal biçimlenme aracıdır. İdeolojik çalışmamızın düzeyini sürekli yükseltmeliyiz. İdeolojik gücümüzü artırmalı ve sağlamlaştırmalıyız. Kadroların ideolojik düzeylerini yükseltmezsek sürecin sorunlarını çözemeyiz. Devrimin önümüze çıkarttığı sorunları çözemeyiz. Emperyalizmin ve işbirlikçi oligarşinin ideolojik saldırılarına karşı koyamayız. Bugün sol önemli oranda ideolojik ve politik olarak emperyalizmin hegemonyası altındadır. Bunun en büyük nedeni solun ideolojik olarak yenilgisidir. Kendini yenileyememesidir. 70 yıldır ayakta kalan Sovyet devriminin çökmesi, halk iktidarlarının karşı devrimlerle yıkılması esas olarak ideolojik yenilgidir. Sürekli, sürecin ihtiyaçlarına cevap verecek bir kadro kuşağı yaratmadan devrimin sorunlarını çözmek mümkün değildir. Bunun için ise kadroların ideolojik düzeylerini sürekli yükseltmeliyiz. Sürecin ihtiyaçlarına göre kadroların yetiştirilmesi devrimin her dönem temel sorunlarından birisi olmuştur. Çünkü politika üreten ve o politikaları hayata geçirecek olan kadrolardır. Bulgar devriminin önderi George Dimitrov kadroların eğitimi konusunda şöyle demektedir; “Yoldaşlar, en iyi kararlarımız bile, eğer onları uygulama alanına sokacak kişiler yoksa, birer karalama olmaktan ileriye geçemeyecektir. Maalesef, buna rağmen, çözmemiz gereken meselelerin en önemlilerinden biri olan kadro meselesi Kongre’nin ilgisini hiç de çekmemiştir. Komüntern Yürütme Komitesi’nin hesap raporu yedi gün tartışılmış, çeşitli ülkelerden birçok konuşmacı kürsüye çıkmış, ama Partiler ve işçi hareketi için son derece önemli olan bu meseleye yalnızca birkaç kişi, onlar da yüzeyde kalan sözlerle değinmiştir. Partilerimiz eylem alanında her şeye kişilerin, kadroların karar verdiklerini henüz pek anlamamış görünüyor. Bir yandan en değerli kadrolarımızı kavga içinde kaybederken, diğer yandan kadro meselesini önemsemeyen bir tutuma girmek asla hoşgörülemez. Bizler bir bilgiçler derneğinin değil, her zaman ateş hattında olan bir hareketin insanlarıyız. En dinamik, en cesur ve en bilinçli unsurlarımız en ön safhalarda yer almaktadırlar. Düşman, özellikle faşist ülkelerde, ilk önce bu ön saftaki adamların peşine düşmekte, öldürmekte, hapse ve toplama kamplarına atmakta, akıl almaz işkenceler yapmaktadır. Bu durum saflarımızı durmadan yenilememizi, bir yandan eski kadroları elde tutmaya çalışırken diğer yandan da yeni kadroları yetiştirmemizin ve eğitmemizin gerekliliğini açıkça ortaya koymaktadır.” Görüldüğü gibi kadrolar sorunu devrimin sürekli çözmek zorunda olduğu bir sorundur. Çünkü parti çizgisi doğrultusunda politika üretecek, parti politikalarını hayata geçirecek, kitleleri devrim mücadelesine katacak, kitleleri eğitecek, parti politikalarını halka taşıyacak olan kadrolardır. Sürecin İhtiyaçlarına Cevap Veren Kadrolar Nasıl Olmalıdır? - Sağlam ve coşkulu, zorluklardan korkmayan, - Zorlukları göğüsleyebilecek, - Zorlukların üstesinden gelebilecek, - Umudu hep koruyan, - Parti politikalarını hayata geçiren, - Sürecin ihtiyaçlarına göre politika üreten, - Burjuvazinin ideolojik saldırılarından etkilenmeyen ve burjuva ideolojisine karşı yılmadan savaşan... - Umudu hep büyüten bir kadro kuşağı yetiştirilmelidir. “Görülüyor ki kadrolaşma hareketinde kişinin teorik formasyon durumu çok önemli rol oynamaktadır. Kadronun yığınların önderi olarak doğru çizgide devrimci eylem yapması bağımsız örgütçü olarak çalışması bu niteliğine sıkı sıkıya bağlıdır. Eğitimin temel yükünün bireylerin omzunda olması kaçınılmazdır.” (Mahir Çayan) Düzenden İdeolojik Kopuş Yaşanmadan Kadro Eğitimi Yapılamaz Kadro yetiştirmek isteyen bir kadro sadece aktarmacı olmamalıdır. Kadro sadece bilgiyi aktaran değildir. Kadro aynı zamanda sadece eğitim için gerekli ilke ve kuralları hayata geçiren, bilindik yöntemleri uygulayan da değildir. Kadro yenileyen, somut durumlara göre bilgisini ve yöntemlerini değiştiren, üreten ve kendisini katandır. Aktarmacı, kalıp bilgiler ve yöntemler kadro yetiştirmeye yetmez. Kısmi sonuçlar alsa da yeni sorunlar, yeni insanlar karşısında sonuçsuzdur. Var olanı etkilediği, eğittiği insanları da bir ileri aşamaya taşıyamaz. Yani yine eğitimden sonuç alamayan, yine kadro eğitemeyen bir kadrodur o. Devrimci Sol / 26 Kadronun kadro eğitememesinin nedeni iddiasızlıktır. İddiasızlığın nedeni ise; BURJUVA İDEOLOJİSİNDEN TAM BİR KOPUŞUN SAĞLANAMAMASIDIR İdeolojik olarak düzenden kopan her kadro “ben herkesi ve her tür insanı mutlaka kadrolaştırabilirim” inancını ve iddiasını taşır. Yeni durumlara göre kendisini yenileyecek ve sonuç alacak bir bilgi ve yöntem esnekliği gösterir. Aktarmacılığın, ezberciliğin ötesine geçmiş, “ben bu işten sonuç alırım” kararını vererek ideolojik netleşme sürecini tamamlamıştır. Düzenin ideolojisinden kopmayanlar kadro eğitemez. Bencil olmayan her kadro, bir başkasını da kadrolaştırabilir. “Öğrenmek ve Öğretmek Zorundayız” Savaş örgütlerinin kadroları savaşın içerisindedir. Farklı düşünceler farklı bir yaşam biçimini, farklı bir kültürü yaratmış ve düşman da buna göre politika belirlemiştir. Bu nedenle bizim savaşımızda genç kadrolar temel bir öneme sahiptir. Düşüncenin ve savaşın taşıyıcısı onlardır. Savaş örgütleri, sürekli olarak düşmanın imha politikasıyla karşı karşıya olmalarının sonucudur ki; eğitim faaliyetine herkesten daha çok önem vermek zorundadır. Açık ki, öğrenme ve öğretme faaliyeti temel bir görev olarak kavranmazsa düşmanın imha ve tutsak etme politikaları başarıya ulaşır. Savaşı büyütmeyi, gelişmeyi, her alanda daha nitelikli silahlı ve kitlesel örgütlenmeleri yaratmayı hedeflemeliyiz. Bunun için daha çok parti kadrosu ve savaşçı eğitmek temel hedefimiz olmalıdır. ‘Nasıl eğiteceğiz’ sorusuna cevap vermeden nasıl öğreneceğimizin cevabını bulmalıyız. Kadro öğretmiyor, örgütlemiyor, dahası mücadelenin sorunlarını ciddiye almıyorsa devrimci görünüm altında büyük bir bencillik, inançsızlık ve kültürel yozlaşmayı barındırıyor demektir. Kadronun görevlerini bilip de bu görevlerini yapmayıp gerekçelere sığınanlar önce kendilerine bakmalıdır. Ben kimim, görevim nedir, ne yapmalıyım şeklinde uzatılabilecek sorulara cevaplar aramaya başladıklarında, yaşadıkları olumsuzlukların, öne sürdükleri gerekçelerin odağında kendilerini görürler. İktidarı alma bilincinde olan her kadro; kadro ve savaşçı yetiştirmeden, kitleleri eğitmeden devrim heyecanını, coşkusunu ve düşüncesini taşıyamaz. Bir kadro için, hayatın her alanı, her an, eğitim faaliyetidir. Kalıcı olmanın yolu, yaygın ve sürekli bir eğitim içinde yeni insanlar çıkarmak, kadrolaşmak, kadrolaştırmaktır. Eğitimci, insan gerçeğimizi bilerek eğitim biçimleri bulmak zorundadır. Kendi tarihimize yaslanarak, kendi yaşadıklarımızı önümüze alarak, kendi üslubumuzla eğitmek zorundayız. Felsefeyi, sosyalizmi, devrimler tarihini 55 kendi üslubumuzla anlatmanın yöntemlerini bulmalıyız. Teorinin devrimimizle, hatta günlük mücadelemiz ve yaşamımızla, inançlarımız ve duygularımızla bağını kurmalıyız. Bunu yapmazsak, eğitimi soyut bir olgu olmaktan çıkaramayız. Öğrenmenin temeli sorumluluk duymak, sormak, cevap bulmaktır. Düşmana karşı daha güçlü olmayı isteyen her kadro, bulduğu cevaplardan coşku duyacak, bunu kendi altındaki insana taşıyacaktır. Bir eğitici eğitimin heyecanını yaşamadan, önemini kavramadan eğitemez. Eğitmek her şeyden önce öğreteceği konuyu ciddiye almak ve bir öğrenci gibi hazırlanmak demektir. Kişiler veya kitleler her zaman emeği, ciddiyeti, inandırıcı olanı büyük ölçüde görür ve bunun karşılığını verirler. Yönetici Olmak ve Yönetici Yetiştirmek Savaşı büyütmek ve süreklileştirmek için yönetici olmak ve yönetici yetiştirmek zorundayız. Yönetici yetiştirmek devrimin, savaşın sorumluluğunu hissetmektir. Herkes böyle bir “sorumlu olma” duygusuyla hareket etmelidir. Bir boşluk, bir eksiklik, bir yetmezlik, ya da el atılabilecek yeni bir alan, faaliyetlerimize, ilişkilerimize eklenebilecek yeni bir halka gören herkes, o eksikliği gidermeye, o alana, o halkaya bir “sorumlu” gibi talip olmalı ve doğrudan üstlenmelidir. “Sorumluluk duygusu ve hareketi sahiplenmedeki yüksek bilinç yetkilerle, konumlarla kıyaslanamaz ve yer değiştiremez”; sahip olduğumuz yaklaşımın en özet ifadesi budur. Her insanımız bir yönetici sorumluluğu ve kavrayışı içinde olmalıdır. Yapılamayan her iş, özel olarak onun görevi değilse bile onu rahatsız etmeli, yapılması için eleştiri-öneri-katılım, her biçimiyle müdahaleci olmalıdır. İnsanlarımız yalnız kendi görevini nasıl yerine getireceğine değil, bulunduğu birimin, giderek hareketin tüm sorunlarına kafa yormalı, çözümler üretmeye çalışmalıdır. Örgütlülük, Parti, budur. -Kararları kendi dışında gören yönetici mücadele önünde engeldir. “Konuşmak ama yapmamak oportünizmdir. Kararları kendi dışında görmektir ki BU DA ADALETSİZLİKTİR. - Kadro kararları çekmecelerde saklamamalıdır. Hayatın içinde BİZZAT uygulamalı ve sonuç almalıdır. “Bilmek ve yapmak arasındaki bağı kurmak KAVRAMAKTIR. - Örgüte bağlı ama çok konuşan ve iş yapmayan yönetici tipi olmamalıyız. 56 Sürekli Eğitim - Öğrendiğimiz herşeyin somutla bağını kurmak - Öğrendiğini öğretmek - Kollektivizmi hayata geçirmek, komiteleri işletmek - Planlı programlı çalışacağız - Beklemeyeceğiz, politika üretecek harekete geçeceğiz. - Hedefli çalışacak, ısrarcı olacağız. Yoldaşlarımız partinin kadroları olmayı, yöneticileri olmayı devrimci bir hırs ve tutkuyla istemeli, kendileri ni bir sorumlu olarak, yönetici olarak yetiştirmeyi hedeflemelidirler. Yani, gerektiğinde bir sıra neferi olarak görevler alıp savaşmayı bilmeli, ama sorumluluk verildiğinde de onu üstlenebilecek donanım ve hazırlıkta olmalıdır. Yönetici yoldaşlarımızı “yönetemez” duruma getiren eksikliklerden biri, hepimizin bildiği gibi pratik içinde boğulmaktır. Pratik içinde boğulmamanın alternatifi elbette pratikten çekilmek olmayacaktır. “Pratik içinde nasıl ve neden boğuluyoruz?” sorusuna cevap verip, çözümümüzü de bunun üzerine şekillendirmek olacaktır. Yönetici, kendini, stratejik hedeflerimizin, plan ve programlarımızın uygulanmasının “sigortası” olarak görmelidir. Operasyonlar olacak, o stratejik hedefi düşünecek; kampanyalar, pratik görevler üst üste binecek, o bölgenin programını düşünecek; hem de hiçbir görevden, işten geri kalmadan. “Kadro ve yöneticiler... stratejik hedeften uzaklaştığı noktada geçici olarak bazı başarılar elde etse de tıkanmaya, kısırlaşmaya mahkumdur. Bürokratizmin, liberalizmin, sekterliğin, tıkanıklıkların, verimsizliğin, moral düşüklüğünün, olmazların ve yokların temel nedenlerini öncelikle burada aramak zorundayız.” Bu eksikliklerin ortaya çıktığı noktada oradaki yönetici, yönetici olma özelliğini kaybetmiştir artık. Hiçbir yöneticimiz unutmamalıdır ki, “Her bölge ve alanın, en küçük bir birimin, askeri birliğin yöneticisi, partinin devrim stratejisinin, programının bir parçası, onu tamamlayan vazgeçilmez bir unsurdur.” Yöneticilerimiz, kadrolarımız, pratik içinde boğuldukları için stratejik hedefleri, alan programlarını gözden kaçırıyor değil, tersine stratejik hedefler, programlar unutulduğu için pratik içinde boğulma kaçınılmaz olmaktadır. Yöneticilerimiz kadro yetiştirmenin, “başlı başına” bir iş olduğunu kavramalıdırlar önce. Kadro yetiştirmek günlük ilişkilere, pratiğin akışına yani kısacası kendiliğindenciliğe bırakıldığında orada kadrolaşma olmaz, olursa da yavaş ve sağlıksızdır. Kadrolaşma her alanın, her birimin, her yöneticinin, her kadronun yapması gereken planlı, programlı ve sürekliliği olan iradi bir faaliyettir. Yönetici “herkesle” ilgilenmek ve “her işe koşmak” gibi hesapsız, sistemsiz bir pratiğin içinde olursa orada bir kadrolaşma mekanizması oluşmaz. Yönetici sonuçta herkesle ve her işle ilgilenecektir, ama sistemli, hesaplı, öncelikler saptayarak ve mekanizmalar kurarak. Yönetici koşan ve koşturan, yapan ve yaptıran, örgütleyen ve örgütlettiren durumda olacaktır. Hesaplı ilgide, hesaplı işe koşmada seçici olacaktır yönetici. Seçiciliğinin çerçevesini kadrolaşmayı gerçekleştirmek, hızlandırmak belirleyecektir. Yönetici yoldaşlarımız kadro yetiştirmeyi önlerine temel görev olarak koyduktan sonra inatla, ısrarla bu insanları yetiştireceğim, kadro olacaklar, benim bugün yaptığım işleri yapacaklar diyecek ve sonuç alacaktır. Yönetici, sorumlu yoldaşlarımız bir alandaki, bir zaman dilimindeki başarı ya da başarısızlıklarını değerlendirirken, buna, bu alanda, bu süre içinde “kaç kadro, kaç yeni yönetici yetiştirdim?” sorusuyla başlamalıdırlar. Eğitim, kadro ve yönetici adaylarımızı asgari bir teorik formasyon ve asgari bir askeri formasyonla donatmayı hedeflemelidir. Sadece “kuru”, “soyut” eğitimle, sadece “organize” etmekle, “yapın” demekle, “şans” vermekle kadrolaşma gerçekleşmez. Öncelikle birlikte iş yapacağımız, iş yaptıracağımız insan neyi yapar, neyi yapamaz, yaparsa nasıl yapar, bunları bilerek, onu örgütsel faaliyetin çok çeşitli yanlarında görüp izleyerek, uygun ve ona özgü eğitim, denetim, yönetim şekillerini geliştirmeliyiz. Yapılan her şey nasıl yapılmış, yapılmamışsa niye yapılmamış mutlaka değerlendirilmelidir. En ufak ayrıntı uzun uzun tartışılmalıdır. “Oldu mu oldu” kolaycılığından çıkılıp bu değerlendirmeler -denetim işlevinin ötesindeeğitimin, kadrolaşmanın bir parçasına dönüştürülmelidir. Eğitimdeki, kadro eğitimindeki ciddiyet, kadrolaşma hedefimizdeki ısrar önce yönetici yoldaşlarımızda ete kemiğe bürünecektir. Çünkü alttaki insanlarımız, kadro, yönetici adaylarımız büyük ölçüde onlara göre biçimleneceklerdir. Eğitim programımızı, konularımızı belirlerken somut olmalıyız. Somutu ve eğitim yaptığımız alanın, insanların ihtiyaçlarını esas almalıyız. Siyasal faaliyetimizin, örgütsel, askeri, propaganda, lojistik her boyutu, her biçimi eğitim çalışmalarımızın konusu olmalıdır. Kadro halka nasıl gidecek, ajitasyonu, propagandayı 57 Devrimci Sol / 26 nasıl biçimlendirecek, burjuvaziye ve oportünizme karşı ideolojik mücadeleyi nasıl yürütecek, gazete, bildiri nasıl dağıtılır, işlevleri nedir, bomba nasıl yapılır, askeri eylemin, şiddetin savaşımızdaki yeri, rolü nedir, askeri araçlarımız nasıl elde edilir... vb. her şey eğitimimizin konuları olacak “Savaşımızın Kurmaylara İhtiyacı Var... “Dünyadaki bütün sermayeler içinde en değerlisi ve en belirleyici olanı insandır, kadrolardır.” diyor Stalin. Düşmanın bugünkü askeri üstünlüğüyle devrime yönelttiği saldırılar karşısındaki en güçlü barikatımız da, halkın büyük devrim potansiyelini harekete geçirecek kollarımız da kadrolarımızdır. Kadrolaşmayı ne mekanikleştirmeli, ne idealleştirmeli, ne de basite indirmeliyiz. Kadronun genel bir tanımı vardır, ancak öne çıkan özellikleri hemen her süreçte, sürecin ihtiyaçlarına göre bir anlamda yeniden biçimlenir. İnsanlarımıza güvenerek, bu güvenle sorumluluklar vererek, eğitim için pratik, teorik her imkanı sonuna kadar değerlendirerek bu süreci hızlandırmalı, hızla dönen bir kadrolaşma mekanizması oluşturmalıyız. Kadro sahip olduğumuz ve olabileceğimiz belirleyici güçtür ve bu anlamda en büyük ihtiyacımızdır. Bunu unutmamalıyız. Devrimci Hareketin savaşı, örgütlenmesi bugün on yılların tecrübesini omuzlarında taşıyan insanların omuzlarında yükselmiyor. Tersine hemen her alanda görev ve sorumlulukları, tecrübesizlikleriyle, yetmezlikleriyle genç yoldaşlarımız üstlenmişlerdir. Yönetici Sorunu, Partimiz ve Cephemiz Açısından Can Alıcı Bir Sorundur Hızla yönetici olmayı öğrenmek ve aynı hızla genç insanlarımızın kadrolaşmasını sağlayarak yeni yöneticiler yetiştirmek durumundayız. Gelecek vadeden ve gelişmeye açık onlarca insanımızı mücadelenin, örgütlenmelerin, hayatın içinden çekip, eğitip-yetiştirip yeniden görev alanına sokmalıyız. Suya atılan bir taşın dalga dalga yayılması gibi, onların atacağı her olumlu, somut adım; eğitim, kadrolaşma, ve okullar çerçevesinde dalga dalga yayılacak, bu görevin altından kısa sürede kalkmamızı sağlayacaktır. Bu görev birbirine bağlı iki yanı içeriyor. Yönetici olmak ve yönetici yetiştirmek. Birincisi, her kadromuz yönetici olmaya aday olmalıdır. İkincisi, her yöneticimiz kendi alternatifini yetiştirecek yöneticileri yetiştirmelidir. HER CEPHELI YÖNETİCİKOMUTAN OLMALIDIR: - Çünkü; Savaşımızın kurmaylara ihtiyacı var. Parti Cepheli komutan; Savaşı, siyasi, ideolojik, askeri, kültürel her alanda yürütebilen, sınıf bilinci taşıyan; yani emperyalizmin ve işbirlikçilerinin her politikasının altında halklara karşı bir düşmanlık olduğunu bilen, iktidar hedefini asla unutmayan, komutan ve savaşçı yetiştiren, savaşımızı yaymak ve süreklileştirmek hedefini temel alan, HER ŞART ALTINDA SAVAŞABILEN VE SAVAŞTIRABILENDIR. Sonuç olarak; İnsan olmazsa, en ideal programların ve en mükemmel planların hiçbir değeri yoktur. Bizi yok etmek isteyen emperyalizme ve oligarşiye karşı ideolojik ve örgütsel varlığımızı koruyacak, geleceğini belirleyecek olan, savaşı ve kitleleri örgütleyecek olan kadrolardır. Kadrolar örgütün iskeletidir. Devrimci örgütün en temel görevlerinden biri sürekli yeni kadrolar yetiştirmek ve kadrolarının ideolojik, politik, askeri düzeylerini sürekli yükseltmektir. Kadrolarını örgütlülüğün ihtiyaçlarına göre yetkinleştirmektir. Yetkinleşme, masa başında teorik bilgi yüklemekle olmaz, pratiğin içinde, sorunlarla mücadele ederek, engelleri aşarak olacaktır. Kadrolaşmayı idealleştirmemeli ve mekanikleştirmemeliyiz. İnsanlara sorumluluk verip, işleri dağıtmak değildir yöneticilik. Sonuç almaktır. İnsanlarımıza güvenmeli ve sorumluluklar vermeli, pratik ve teorik olarak eğitmeliyiz. Örgütümüzün şanlı tarihini yaratan yoldaşlarımızın hepsi çok tecrübeli, teorik olarak çok gelişmiş yılların kadroları değillerdir. Yüzlerce deneyimsiz, tecrübesiz ama inançlı, fedakar kahramanlarla yaratılmıştır tarihimiz. Kadro ve yönetici sorunu sadece geçmişin sorunu değildir. Devrim ve hatta devrim sonrasında da en temel ihtiyaçlardan olacaktır. Bugün de mücadele genç, tecrübesiz ve yeni insanlarımızın omuzlarında gidiyor. Bu nedenledir ki en temel ve acil ihtiyacımız her alanda sürecin ihtiyacına cevap 58 CEPHELİ KOMUTANIN BUGÜNKÜ HEDEFİ: 1- Savaşımızı Süreklileştirmek 2- Yaygınlaştırmaktır. Her Komutan; Şehirlerin Bütün Yoksul Mahalleleri ve Anadolu’nun Bütün Dağları Bizim Olacak Kararlılığımızın Teminatıdır. Zaferimizin garantisi komutanlarımızdır. Komutan savaşan, savaştıran, savaşçı yetiştiren, halkı örgütleyip savaştırandır. Görevlerinin ve sorumluluklarının bilincinde olan, yeni komutanlar ve savaşçılar eğiten bir komutan, savaşın hızla büyümesini sağlayacaktır. Komutan savaşın asli unsurunun insan olduğu gerçeğinden yola çıkarak, herkes savaşabilir, her savaşçı komutan olabilir düşüncesiyle hareket etmek zorundadır. veren kadrolar yetiştirmektir. Kadro yetiştirme yöneticilerimizin birincil görevidir. Milyonlarca yoksul emekci halkın içinde örgütleyecek, yetiştirecek insan yokluğundan sözetmek, “gelişmiyorlar”, “öğrenmiyorlar”, “korkuyorlar” demek samimi değil, devrimci değildir. Kadro kaynağımız halktır. Biz nasıl devrimci olduysak, herkes olabilir. Halkı örgütleyeceğiz, halka inanacak ve güveneceğiz. Halkın içinden çıkacak kadrolarımız ve yöneticilerimiz. Yönetici yetiştirmeye, suya atılan taşın yarattığı ilk halka gibi, gelişmeye en açık, umut veren insanlarımızdan başlayacağız. Teorik ve pratik olarak eğitip hayatın içinde yetkinleştireceğiz ve böylece halklarımızı çoğaltacağız ve bir yandan yöneticiliğimiz güçlenirken diğer yandan yönetici yetiştireceğiz. Yönetici, Resmi Ünvanından Dolayı Değil, Niteliklerinden Dolayı Yöneticidir On binlerin, yüz binlerin katıldığı ayaklanmaların yöneticisi olmak durumundayız; hem de çoğu kez Gazi’de olduğu gibi talimatlar almadan, talimatları kendimiz düşünüp uygulayarak. Kitle eylemlerinin yöneticisi, düzene olan kinleri ve hesap sorma istekleriyle saflarımıza akan öfkeli gençliğin yöneticisi olmak durumundayız. Şiddet eylemlerinin, silahlı savaşın yöneticileri olmak durumundayız. Ayaklanmaları, savaşın yaygınlaştığı, potansiyelimizin ve kitlenin büyüdüğü koşullarda, tüm bunları yönetip yönlendirecek yöneticiler yetiştirmek durumundayız. Dahası, bunu mücadelenin, günlük görevlerimizin içinde yapmak zorundayız. Kadrolaşma ve yönetici olmayı öğrenmek yalnız şu an belli görevleri olan yoldaşlarımız için geçerli ve gerekli değildir. Tüm yoldaşlarımız, taraftarlarımız aynı gereği ve sorumluluğu duymalıdırlar. Kadrolaşmayı yaygınlaştırmak, hayatın içinde doğal bir akışa kavuşturmak, bu akışa ivme kazandırmak, insanlarımızın sahip olduğu yetenekleri açığa çıkarmak ve her düzeyde yetkinleşip uzmanlaşmak, ancak böyle bir şekillenme içinde sağlanabilir. “Sorumluluk duygusu ve hareketi sahiplenmedeki yüksek bilinç yetkilerle, konumlarla kıyaslanamaz ve yer değiştiremez”; sahip olduğumuz yaklaşımın en özet ifadesi budur. “Sorumluluk verilmez, üstlenilir” anlayışı pratikteki şekillenmemizin bir anlatımıdır. Sorumluluk bilinci ve sahiplenme duygusu hareketimizde her türlü resmi konum ve sıfatın, her türlü bürokratik işleyişin üzerinde bir değer ve gelenektir. “Sinan ve Sabo yoldaşlarımız resmi olarak MK’ya atandıklarında bu onların o anki görevleri açısından hiçbir değişiklik yaratmamıştır. Çünkü onlar daha o konuma atanmalarının öncesinde sorumluluk ve sahiplenme duygularıyla zaten o işlevi yerine getirmeye başlamışlardı. MK’ya atanmaları yaptıklarının adını koymaktı bir anlamda.” Her insanımız bir yönetici sorumluluğu ve kavrayışı içinde olmalıdır. Yapılamayan her iş, özel olarak onun görevi değilse bile onu rahatsız etmeli, yapılması için eleştiri-öneri-katılım, her biçimiyle müdahaleci olmalıdır. Sorumsuzluklara ya da eksikliklere seyirci kalmak, gerçekte, o çok kullanılan deyişle “suç ortağı” olmaktır. İlla bir sorumsuzluk yada eksiklik de olmayabilir ortada. Faaliyetimizi geliştirmemek, buna kafa yormamak, dolayısıyla yeni işler, görevler yaratmamak da bir başka zaaftır. Aslında “memur anlayışı” dediğimiz bu zaafın olduğu yerden de gerçek yöneticiler çıkmaz. İnsanlarımız, yalnız kendi görevini nasıl yerine getireceğine değil, bulunduğu birimin, giderek hareketin tüm sorunlarına kafa yormalı, çözümler üretmeye çalışmalıdır. Hareket, bu demektir zaten. Örgütlülük, Parti, budur. Yalnız fiziki olarak binlerce insanın değil; binlerce insanın, binlerce emeğin, binlerce önerinin, binlerce cesaretin, özverinin biraraya gelmesidir hareket. Kişisel kaygılar ve hesaplar olmadığı sürece, yapılan iş devrimi ve Parti-Cephe'yi geliştirdiği sürece, kimsenin “insiyatif”, “konum”, “yetkisizlik” vs. kaygısı olmamalıdır. Bu 59 Devrimci Sol / 26 ölçüler net olduğu sürece “ne derler?” kaygısı olmamalıdır. Biliyoruz ki, yerinde saymak, esasında gelişen hayat karşısında gerilemektir. Yoldaşlarımız partinin kadroları olmayı, yöneticileri olmayı devrimci bir hırs ve tutkuyla istemeli, kendilerini bir sorumlu olarak, yönetici olarak yetiştirmeyi hedeflemelidirler. Yani, gerektiğinde bir sıra neferi olarak görevler alıp savaşmayı bilmeli, ama sorumluluk verildiğinde de onu üstlenebilecek donanım ve hazırlıkta olmalıdır. Sonuç olarak; Bir savaş örgütünün yöneticileri aynı zamanda kitlelerin düzene olan öfkesini devrime yönelten ayaklanmalar örgütleyip yöneten komutanlardır. Yani hem yönetici, hem savaşçı, hem komutandır. En temel görevi; yeni yöneticiler, savaşcılar ve komutanlar yetiştirmektir. Örgütü ve devrimi büyütecek olan budur. Bu görev, bir alanda sorumlu olsun yada olmasın, Parti Cepheli olan her insanımızın görevidir. Gözümüzde dağ gibi büyüyen örgütlenme işinin ilk adımı küçücük bir halkadır aslında. En yakın çevremizden başlayıp, insanlarımızı iyi tanıyarak, yeteneklerini açığa çıkararak ve eğiterek yetkinleştirebiliriz. İnanç, coşku ve morali örgütleyeceğiz. Yöneticilerimiz insanlara güvenecek ve insanlarımızın kendilerine güvenmelerini sağlayacak. Örgütün sorumluluk ve iş vermesini beklemeden biz iş talep edeceğiz. Yapılamayan ve yürümeyen her iş bütün insanlarımızı sorumlular kadar ilgilendirmeli, kafa yormalı, çözüm yolları aramalıyız. Olmayan ya da yürümeyen işler kişilerin işleri değil “bizim işimiz”dir, Parti Cephe’nin işidir. Parti Cephe, sadece sayısal olarak binlerce insanın bir araya gelmesi değildir. Binlerce emeğin, binlerce fedakarlığın, cesaretin, inancın, yeteneğin, bilginin birleştiği, manevi birliğin ve ideolojik birliğin adıdır. Bizi güçlü ve yenilmez yapan bu kollektif gücümüz ve irade birliğimizdir. Bu gücü büyütmek kendiliğinden olmayacak, bu gücü büyütmek yöneticilerimizin ellerindedir. Yöneticilerimiz, önce kendilerinden başlayacaklar eğitime. Yöneticilerimiz kendini eğitmeden başkalarını eğitemez. Kitlelerin karşısında bilgi olarak bir adım ilerde olmak bir süre idare eder. Sonra kendini tekrar ve gerileme başlar. Bütün yoldaşlarımız yönetici olmayı istemeli ve bu istek yöneticilerimiz tarafından yaratılmalıdır. Yönetici olmak istemeyenler görev ve sorumluluktan kaçanlardır. Görev ve sorumluluktan kaçanlar halkını, örgütünü ve yoldaşlarını sevmeyen ve fedakarlıktan kaçınanlardır. Yöneticilik bir etiket, bir ünvan değildir. Daha fazla emekçilik, daha fazla fedakarlık demektir. Biz ünvana ve yetkinin gücüne, havasına değil fedakarlığa ve emekçiliğe talip olmalıyız. Yoldaşlarımızın örgüt işleyişindeki yerinin, sorumluluklarının ileri olması onun bir sıra neferi gibi emekçi olmasının, savaşmasının önünde engel değildir. Parti Okulları ve Halk Okulları Kadro yetiştirmekle, kitleleri eğitmeyi birbirinden ayrı ve birbirini engelleyici çalışmalar olarak görmemeliyiz. Tersine kadro eğitimi ve kitle eğitimi aynı zaman kesiti ve aynı faaliyet içinde hayata geçirmemiz gereken çalışmalardır. Bir yandan elimizdeki gelişmeye açık, görev, sorumluluk üstlenebilecek insanlarımızı çok yönlü eğitirken, bir yandan da bu insanlarımızla kitlelere gitmek durumundayız. Bu çalışma içinde kadro ya da kadro adayı ile kitleler birbirinden etkilenerek, öğrenerek gelişirler. Yani Parti Okullarıyla Halk Okulları arasında sürekli bir akış, sürekli bir öğrenme-öğretme ilişkisi olacaktır. Okulun yeri örgütsel faaliyet yürüttüğümüz, mücadele ettiğimiz alanın kendisidir. O alanda ilişkimiz olan veya yeni ilişki kuracağımız her ev, her işyeri, her dernek okuldur. Sendikalar, düzen partilerinin binaları okuldur. Dağlar, kırlar, piknik alanları okuldur. Ve nihayet sokaklar okuldur. Kadro eğitimi açısından olduğu gibi, halkın eğitimi açısından da, halktan insanlarla birlikte olduğumuz her anı ve her yeri eğitim için değerlendirmek durumundayız. Bir düğünden cenazeye, kahvehaneden cemevine kadar kitlelerle birlikte olduğumuz tüm anları ve alanları, halkımızın geleneklerine gereken özeni göstermek koşuluyla HER KOMUTAN BİR PARTİ ÖRGÜTÜDÜR! Parti-Cepheli Komutan Gerçekçidir, Nesnelliğe Teslim Olmaz, UZLAŞMAZLIK KOMUTALIĞINTEMEL KARAKTERİDİR! Evet gerçekçi olmalıyız, komutanlarımız gerçeği en saf haliyle kavrayabilmeliler, ancak bunu koşullara teslim olmak için değil KOŞULLARI AŞMAK İÇİN YAPMALILAR. 60 HER CEPHELİ YÖNETİCİ-KOMUTAN OLMALIDIR: ÖNDERLİK: - Zeka - Güvenilirlik - Cesaret - Kararlılık - Disiplin - Örgütlenme - Emir-Komuta işi ve - Lojistiktir. HER KOMUTAN BUNLARI BİLİR UYGULAYAN KAZANIR, UYGULAMAYAN KAYBEDER (Sun Tzu) eğitim için değerlendirebiliriz. Mao, liberalizmin biçimlerini sayarken, birinde bu noktaya değinir: “Kitleler arasında olup da propaganda ve ajitasyon yapmamak ya da kitle toplantılarında konuşmamak, kitleler içinde araştırma ve inceleme yapmamak; tersine kitlelere karşı kayıtsız kalmak, kitlelerin dertleri ile ilgilenmemek, bir komünist olduğunu unutarak komünist olmayan sıradan biri gibi davranmak. Bu, liberalizmin yedinci biçimidir.” Parti Okullarıyla Halk Okulları arasında sürekli bir akış, sürekli bir öğrenme-öğretme ilişkisi olacaktır. Parti ve halk okullarında eğitimin muhtevasının aynılaştırılması içine düşülebilecek ikinci yanlıştır. Halk okullarındaki eğitim programlarımız, halkın gerçeğine yönelik belli bir araştırma ve incelemenin, emeğin ürünü olmalıdır. Halk okullarının eğitiminin konusu, çok kısa bir ifadeyle onların gerçeğidir. İçinde yaşadıkları düzenin ve halk iktidarının kavratılması bu gerçeğin üzerine inşa edeceğimiz teorik sistematiktir. Bu eğitim kendi tarihimizle, halkımızın tarihiyle ve bizzat o çalışma alanının tarihiyle beslenip işlenen bir eğitim olduğunda onları çok daha somut biçimde sarıp sarmalayacak, sınıf mücadelesini kendi dünlerinde ve bugünlerinde görmelerini sağlayacaktır. Sonuç Olarak; Devrimci bir örgütün eğitiminin bir ayağını kadro eğitimi oluştururken diğer temel ayağı bu kadrolarla kitleleri eğitmektir. Kadro eğitimi ile kitlelerin eğitimi birbirinden kopuk ele alınamaz. Kadrolar bir yandan öğrenirken öğrendiklerini kitlelere öğretirler ve kitlelerden öğrenirler. Parti okulları ile halk okulları arasında sürekli öğrenme-öğretme ilişkisi vardır. Okulların yeri, faaliyet yürüttüğümüz ve kadrolarımızın olduğu her yerdir. Halkımızın yaşadığı ev, işyeri, sendika, dernek, çarşı, pazar... her yer ajitasyon propaganda yapacağımız yerlerdir. Halkımız, cenazesine, düğününe, doğumuna geleni unutmaz. Halkımızı geleneklerinde, törelerinde olan her şeye saygıyla yaklaşıp bunları sahiplenmeli, buralarda kitlelerle birlikte olmalıyız. Kitle eğitiminde dil ve üslup, eğitim konuları en hassas ve özenli olacağımız konulardır. Halk okullarının eğitiminin konusu, içinde yaşadıkları düzenin, neden sömürüldüklerinin ve kurtuluşun nasıl olacağının kavratılmasıdır. Eğitimi kendi tarihimizle, halkımızın tarihiyle birleştirebilmeliyiz. Yönetici Yetiştiren Yöneticiler Olmak İçin Kolektivizmi Hayata Geçirmeliyiz! İktidar mücadelesinin olanaklarını ve araçlarını kadrolar yaratır. Kadroyu yaratacak olansa ideolojik eğitim ve kolektif pratiktir. Kolektivizm; kelime anlamı olarak sözlükte “Üretim vasıtalarının mahalli, milli veya dünya ölçüsünde ortaklaşa kullanılmasını gaye edinen iktisadi sistem” olarak tanımlanıyor. Yani sosyalist üretim biçimidir. Kolektif işleyiş ve kolektif örgütlenme olmadan kadro yaratılamaz. Yani kadrolaşma için; kolektif bir organlaşmaya, kolektif iş üreten mekanizmalara ihtiyaç vardır. Bireyci çalışma tarzı apolitikleşmeye; dolayısıyla da örgütsüzlüğe neden olur. Örgüt yaratmak, örgütü büyütmek için kadrolaşma faaliyeti sürekli olmak zorundadır. Kadroları eğitecek olansa kolektif işlerliktir. Kolektif mekanizmalar içinde halkı örgütler; halkı kadrolaştırırız. Bir devrimin sürekliliği halkla kurduğu bağ ölçüsündedir. Kolektif çalışmanın temel aracı komitelerdir. Örgütlenecek her faaliyetin ilk adımı komite kurmak olmalıdır. Komite kurmak da yeterli değildir. Komite işletilmelidir. Komite sadece bir iş paylaşımı değildir. Birlikte çalışmak, birlikte değerlendirme yapmak; birlikte politika üretmektir. Komiteler kadroların kolektivizmi öğrendikleri; kendilerini geliştirdikleri, eğittikleri okullardır. Okulumuz, pratiğimizdir. Her komite faaliyeti, her kolektif mekanizma kısacası örgütlü çalışmanın her aşaması birer kadro okuludur. Komiteler kadrolara örgüt yaratmayı; örgütü büyütmeyi ve “beyinleri örgütlü” yeni insanlar yaratmayı öğretirler. Bu anlamda her kadro bir “örgüt”tür; her kadro yeni bir kadronun yaratıcısı ve okuludur. Örgütü Geliştirmek; Kolektivizmin Devrimci Sol / 26 61 Kurumlarını Geliştirmektir Sınıf mücadelesinin değişmez kuralı şudur: Herhangi bir alandaki insanların gelişmesi ve deneyim kazanması için kolektivizm zorunludur. Her yöneticinin görevi kolektivizmin ete kemiğe büründüğü bir mekanizmayı yaratmaktır. Yönetici halktan ve diğer örgütlü insanlardan kopamaz. Komiteleri örgütlemeyerek ya da çalıştırmayarak, kendisini ve yoldaşlarını öğrenmeye kapatıyor; örgütün hayat damarlarını kapatıyor demektir. Niyeti ne olursa olsun komite çalıştırmayan yönetici örgütsüzlüğü ve bireyciliği yayıyor demektir. Dayı “İçimizden veya dışımızdan, nereden ve nasıl, hangi görünüm altında gelirse gelsin örgütü işletmeyen; kendini dayatan, savaşı gerileten, engelleyen, insanlarımızı; insanların tecrübe birikiminden yoksun olmaları, yeterli siyasi eğitimden geçmemiş olmaları vb konulardaki yetersizlikleri, ancak kolektif örgütlenme içinde aşılabilir. Kollektif örgütlenmeye gidilmediği sürece, insanları daha yakından tanımak, yetenek ve kapasitelerini gözleyebilmek, eksiklerini tespit ederek gidermek mümkün değildir. Moral bozukluğuna sürükleyen; birliğimizi zayıflatan ve parçalayan herkes, her şey, düşman cephesinden sayılmalıdır” diyor. Kolektivizmi hayata geçirmeyen yönetici de eksikliğini bu çerçevede ele almalı; komite örgütlememeyi, bizi gerileten ve düşmana hizmet eden bir tarz olarak görmelidir. Hiç kimse bir örgütün hayat damarlarını; halkla kurduğu bağları kesemez. Halkı kadrolaştırmak ve savaşın devamlılığını sağlamak gibi hayati bir görevi yok sayamaz. Yöneticiler Yeni Yönetici Yetiştirmek İçin Komiteleri İşletmelidir Çünkü; Komiteler Yönetici Yetiştiren Okullardır Komite çalışması insanları tanımanın en önemli araçlarındandır. Tek tek insanlar üzerinden yapılan bireysel çalışma günübirlik ve sınırlı gözlemler sunar. Kolektif mekanizmanın çok yönlülüğü ve pratiğin zenginliğini kavrayışı yoktur, bireysel çalışmanın. Ne kadar çok çaba ve emek harcanırsa harcansın bireysel emeğin, kolektif emek karşısında her zaman sınırları ve kısıtlılığı olacaktır. Bu kısıtlılık insan tanımayı; olumlu ve olumsuz yanlarını tam olarak görememeyi sağlar. Yani bireysel çalışma “subjektif”tir. Kolektif çalışma ise, “objektif gerçeğe” en yakın olan çalışma tarzıdır. Objektif gerçeği yakalamak; kadro adayının olumsuzluklarını eğitimle dönüştürmek, olumluluklarını ise büyütmek için önemlidir. Kadrolaşmanın en özlü tanımı “eğitimin sürekliliği”dir, Komutan, karamsarlıktan, yeterlilik duygusundan, zafer sarhoşluğundan kendisini ve birliğini uzak tutar. - Komutan savaşın kaderini belirler. - Komutan bilimsel düşünmelidir. - Komutan ve kendini iyi tanımalıdır - Komutan analiz yapabilme derinlemesine düşünme yanını güçlendirmeledir. - Komutan kendi eğitimini ve birliğinin eğitimini aksatmalıdır. - Komutan birliği içinde kollektivizmi çalıştırmalıdır. - Komutan birliğin moral ve motivasyonu yüksek tutmalıdır. - Komutan aklını ve cesaretini birleştirmelidir. - Komutan inisiyatifli esnek ve proğramlı olmalıdır. - Komutan doğru zamanda doğru kararı almalıdır. - Komutan uzlaşmazdır - Komutan ilkeli ve kurallı bir şekilde savaşı yönetmelidir - Komutan düşmanı küçümsemeli nede abartmalıdır - Komutan elindeki silahla savaşmasını başarandır - Komutan birliğin lojistlik ihtiyacını karşılamalıdır. - Komutan halkın örgütlüyendir - Komutan bir eylemin planlamasından uygulanmasına kadara yoğun emek verendir . - Komutan gerilla birliğinin disiplini sağlayandır - Komutan araziyi avcunun içi gibi bilmelidir. 62 HER CEPHELİ YÖNETİCİKOMUTAN OLMALIDIR: Her savaşçı bir komutan, Her komutan bir örgüt olmalıdır. Çünkü; BEN ÖRGÜTÜM DİYEN KOMUTANLAR; stratejik hedefe kilitlenir ve sürecimizin ihtiyacı olan politikaları hayata geçirir. eğitimde neyi hedefleyeceğimizi bize kollektivizm öğretir. Kolektivizm bilimsel yöntemdir; bilimsel yöntemle sonuç almaktır. Gerçeklerden kopmadan çelişkileri doğru bir tarzda ele almamızı ve devrim yararına çözebilmemizi sağlar. Bireysel ilişki tarzındaki subjektivizm duyguları, tek yanlılığı, kişiselleştirmeleri öne çıkarıyorsa kolektif ilişki tarzı da toplumsallığı içerir. Politik olan, devrimci olan kolektif ilişkilerdir. Kişisel ölçülerin, apolitikliğin ve duygusal değerlendirmelerin olduğu ilişki tarzı örgütü ve yoldaşlık ilişkilerini çürütür. Bir örgütün her türlü burjuva ideolojisine karşı en önemli sigortası kolektivizmdir. Kolektivizm ve komiteler yoksa kadrolaşma da hemen hemen yoktur. Bu gerçeği yılların tecrübesiyle biliyoruz. Tarihimiz bir kez daha bize öğretiyor: “İnsanların tecrübe birikiminden yoksun olmaları, yeterli siyasi eğitimden geçmemiş olmaları vb. konulardaki yetersizlikleri, ancak kolektif örgütlenme içinde aşılabilir. Kolektif örgütlenmeye gidilmediği sürece, insanları daha yakından tanımak, yetenek ve kapasitelerini gözleyebilmek, eksiklerini tespit ederek gidermek mümkün değildir.” (Yolun Neresindeyiz) Siyasi eğitim eksikleri, tecrübe birikiminden yoksunluklar bir komite içinde aşılabilir. Çünkü “kolektivizm bilgiyi paylaşmaktır.” Ve bu bilginin ortaya çıkardığı gücün birleşimidir. Kolektivizmin ortaya çıkardığı gücün önünde hiçbir kuvvet duramaz. Gelişmeleri, düşünceleri, bakış açılarımızı, edindiğimiz tüm birikimi, önerileri birleştirmektir. Kadro adaylarının bilginin gücüyle donanacakları; yeri geldiğinde onları hatalardan ve yanlış pratiğin içinden çekip çıkacak, onları sarıp sarmalayacak olan kollardır, kolektif yapılar. Kolektif mekanizmalar yaratılmadan halk kitlelerinin mücadeleye katılımları sağlanamaz. Bu mekanizmalar halkın yaratıcı ve üretken yanlarını açığa çıkaracak, onların söz ve karar hakkını ortaya koyabilecekleri yerlerdir. Komiteler “örgütleme” olduğu kadar aynı zamanda da birer “değerlendirme” mekanizmalarıdır. Halkı faaliyetlerin örgütlenmesine ve değerlendirilmesine katmayan; öneri, eleştiri ve değerlendirme almayan, alsa bile buna pratikte değer vermeyen bir pratik işleyişin yani kolektivizmin olmadığı örgütsel işleyişler edilgenlik ve duyarsızlaşma yaratır. Duyarsızlaşma, kayıtsızlık apolitikleşmeyi ve örgütsüzlüğü büyütür. Dolayısıyla şekilsiz bir kitle ortaya çıkar ki; bu da insan kaybı anlamına gelir. Canlı, dinamik bir örgüt; taraftarlarımızdan kitle ilişkilerine kadar herkesi içine çeken bir kolektivizm yaratılabilmişse mümkündür. Tersi ölü, en azından bürokratik, gelişmeye kapalı bir yapı olur. Yöneticilerimiz kolektivizmin gerekliliğini kafalarında netleştirmeli, bunu günlük ilişkilere taşımalıdırlar. Kadrolar, sempatizanlar, kitle ilişkileri vb. çeşitli düzeylerde konuların tartışılacağı, önerilerin getirileceği, eleştiri-özeleştirilerin yapılacağı mekanizmalarımız olmalıdır. Bu mekanizmalar herkese tek tek “şu konuda ne düşünüyorsun” sorusu sorulmadan herkesi pek çok konuda düşünmeye zorlayıcı ve öneriler getirme göreviyle donatan, devrimci bir ortamı yaratmalıdır. Sorumluluk duygusu ve sahiplenme bu ortamda gelişebilir ancak. “Gerçekten de, Che Guevara adamlarına kolektif bir görev verme yoluyla, disiplini korumaya ve onların sorumluluk hislerini canlı tutmaya büyük önem veriyordu. Bütün devrimciler gibi Che Guevara da yapıcı ve örgütleyici bir karaktere sahipti” (Debray, Che’nin Gerillası, sayfa 123) Yönetici Baktığı Yerde Komite Görendir Devrimci yöneticinin bulunduğu yerde örgütlülük, komiteleşme vardır. Kolektivizmin olmadığı yerde eğitim de olmaz. Yapılan eğitim çalışması ise kendini tekrara dönüşür. Çünkü yöneticinin kitleyle bir bağı yoktur. Bağı olmayanlar sadece soyut ve kitabi bilgileri aktarırlar. Hayatla bağları yoktur onların. Ki bu da eğitim değil, sıradan bir aktarımcılıktır. Kolektivizm sosyalist düzendir; yeni insandır. Kolektivizmi öğretmeyen yönetici düzeni öğretiyor demektir. Kolektivizm İdeolojik Mücadelenin Zeminidir Yanlışlara, çarpıklıklara karşı barikatımızdır... Kolektif bir işleyiş yoksa insanların yetersizliklerini zamanında göremeyiz. Çeşitli görevler üstlenen deneyimsiz insanlarımızın aldıkları işleri yerine getirememesi; kolektivizmin desteğinden yoksun olarak moralsizleşmelerine sebep ola- Devrimci Sol / 26 bilir. Kolektif yapılar içindeki canlı akış, eleştiriözeleştiri mekanizmasının sağladığı bilgi aktarımı ve denetim devrimcileri çok daha güçlü kılacaktır. İnsanların kendisini hareketin bir parçası olarak görmelerini sağlayacak olan kolektivizmdir. Kolektivizm bir örgüt gerçeğinde “ben”i “biz” yapan harçtır. İnsanlar bu anlayış içinde örgütle bütünleşirler. Bireycilik kapitalizme, kolektivizm sosyalizme aittir. Bu nedenle bireyciliği dayatanlar esas olarak devrimin saflarında kapitalizmin ideolojisini yaşatmış olurlar. Kolektivizmin küçümsenmesi, bir ihtiyaç ve zorunluluk olarak ele alınmaması devrime ve devrimciliğe aykırıdır. “Kolektif işleyiş insanlarımıza eksiklerini, zaaflarını aşma fırsatı verir. Kolektif işleyiş, karşılıklı denetim, eleştiriözeleştirinin altını dolduracak kolektif değerlendirmeler olmadığında herkes aldığı eleştirilerle ve eksikleriyle baş başa bırakılmış olur. Eleştiri de işlevini kaybeder. Ünlü Sovyet eğitimbilimcisi Makarenko’nun bir sözü vardır: ‘Kusurlu olan insan değil, aralarındaki ilişkilerdir.’ Herhangi bir alandaki, birimdeki insanlarımız arasındaki ilişkilere doğru bir yön verecek zemin ise kolektif bir işleyişten başka bir şey değildir. Makarenko’nun sözünü şöyle devam ettirebiliriz: “İnsanların aralarındaki ilişkilerin doğru kurulmasını istiyorsanız, kolektif bir hayat örgütleyin” (Devrimci Sol, sayı 19) Ayrıca kolektif tartışma ve üretimin olmadığı yerlerde ideolojik belirsizlik doğar. Bireycilik kolektivizmin yerini aldığında örgütsel ilkeler, kurallar, değerler, tarihsel birim ve deneyimler bir yana bırakılır. Geriye küçük burjuvazinin başına buyruk, ben bilirimci, programsız, plansız, sonuç almayan tarzı ortaya çıkar. Biz kolektivizmi büyüttükçe insanlarımızı da, örgütü de büyütmüş oluruz. Sıfırdan başlamış da olsa kitlelere sabır ve emek veren; kendi yetersizliklerini kitlelerin yaratıcılığıyla telafi eden her insanımız, bulunduğu yerde bir örgüt yaratır. Kolektivizm bir yöneticinin üstün vasfı değildir. Yöneticiliğin temel özelliklerindendir. Kolektivizmi doğal bir ihtiyaç haline getiren herkes hem kendisini hem de yeni yöneticileri örgütleyecektir. 63 Her Cepheli Komutan Olmalıdır! Çünkü; halkı örgütleyecek, bilinçlendirecek ve savaştıracak olan komutanlardır. Halkın sahip olduğu her araç savaşta bir silahtır. Ihtiyacımız olan her şey halktadır. Her Cepheli Komutan Olmalıdır! Çünkü; Düşman saldırıları kaşısında, sürecin ihtiyacına cevap veren politikalar üretmek, saldırılar karşısında taktikler geliştirmek komutanın görevidir. Her Cepheli komutan olmalıdır! Çünkü; halkı savaştırmanın koşullarını, araçlarını yaratacak olan komutanlardır. Her Cepheli komutan olmalıdır! Çünkü; Halkın, savaşın içinde olan komutanlardır; yeni savaşçılar, komutanlar yetiştirecek olan öncü ve önder komutanlardır. Her Cepheli komutan olmalıdır! Çünkü; komutanlarımız ilkler ve yeni gelenekler yaratma iddiasıyla savaşan, savaştıranlardır. Her Cepheli komutan olmalıdır! Çünkü; bir eylemi planlamak, yapılabilir hale getirmek, örgütlemek, yaptırmak komutanların görevidir. Her Cepheli komutan olmalıdır! Çünkü; halkı politikleştirmek komutanın görevidir. Halk politikleştiği zaman herkes bir askerdir. Her Cepheli komutan olmalıdır! Çünkü; Örgütlenen halkı savaşa göre mevzilendirmek komutanın görevidir. HERKES YAPABILDIĞI KADAR AMA BIZIM DOĞRULARIMIZLA YAPACAK. Her Cepheli komutan olmalıdır! Çünkü; bizi stratejik hedefimize ulaştıracak olan yönetici komutanlarımızdır. Her Cepheli komutan olmalıdır! Çünkü; savaşımızı Anadolu’nun bütün dağlarına ve şehirlerine yaymak ve süreklileştirmek için savaşımızın öncü ve önder komutanlara ihtiyacı vardır. 64 Başladı işe Bitirdi işi... Başlarken avaz avaz bağırmadı. Bitirdi ve : - Gelin seyredin, diye dört yanı çağırmadı.. O milyonların milyonda biridir. O bir sıra neferidir. Damarlarındaki bilmem hangi soyun kanı değil.. O bir yarış hayvanı değil. Yüzü herkesin yüzüne benzer. Su içer ağzıyla ayaklarıyla gezer… Onun için; başlıyan, biten, başlıyan iş var, sorgu soruş yok.. Gidiş var. Duruş yok.. O milyonların milyonda biridir. O bir sıra neferidir.. 65 Devrimci Sol / 26 BİR KADRONUN İDEOLOJİK GÜÇLENME ARAÇLARI NELERDİR? 1-Sürekli, Düzenli ve Sistematik Olarak Okumak araçlarımızdan biri olan okumamızı hiçbir şey engellememelidir. İş yoğunluğunun, günübirlik koşturmacanın içinde mutlaka ama mutlaka okumak için belirlenmiş bir zaman koymalı ve buna mutlaka uymalıyız. Bir kadroda nitelik sıçraması sağlayacak olan şey, ideolojik güçlenmedir. Okumak bizim zamanımızı çalan bir uğraş değil, tam tersine günlük koşturmaca içinde doğru düşünme, beynimizi sürekli geliştirme, coşkumuzu, moralimizi ve umudumuzu büyütme olanağı sağlayan bir olanaktır. Yüz bin kişi başlayıp otuz bin kişi ile biten Uzun Yürüyüş'te bile eğitimde ısrar ediyor Mao. Arka arkaya sıraya diziyor grupları önde yürüyenin sırt çantasına kitabı koyuyor, arkadaki okuyor. Böylece hem ülkeyi boydan boya yürüyorlar, hem de okuyorlar. Yoksa yüz bin kişi ile başlayıp yetmiş bin ölü vererek bir ölüm kalım savaşını tamamlamayı, hangi aklı başında, ruhu dingin insan kaldırabilir. Bu kadar ölümün, siyasi ideolojik anlamını kavratmak zorundadır. Ancak savaşçılarını ideolojik olarak güçlendirerek, 70 bin ölüye rağmen sürdürebiliyor ve zaferle taçlandırıyor Uzun Yürüyüş'ü Mao. Okuyarak, ideolojik olarak daha güçlü olacağız. İdeolojik olarak güçlenmek kendi gücümüzün sınırlarını aşmamızı sağlar. Okumak bilinç kazanmanın ön koşuludur. Okumadan bilgi edinemez, bilinç sahibi olamayız. Bu nedenle okumak; ancak her gün, düzenli, sistematik olarak ve belli bir hedef doğrultusunda, bir program ile okumak ideolojimizi güçlendirme araçlarından biridir. Bunun için önümüze bir program ve hedefler koyarak okumayı sistemleştirmeliyiz. Mesela günlük en az 10 sayfa kitap okumalıyız. Ne okuyacağımızı ihtiyacımıza göre belirlemeliyiz. Hangi konuda kendimizi eksik hissediyorsak veya güçlendirmemiz gerektiğini düşünüyorsak o doğrultuda, güçsüz yanlarımızı güçlendirmeyi, halk ve vatan sevgimizi büyütmeyi, savaş ve savaşan insan gerçekliğini öğrenmeyi, yaratıcılığımızı büyütmeyi, deney ve tecrübemizi geliştirmeyi, insanı ve hayatı daha iyi tanımayı ve umudumuzu, coşkumuzu arttırmayı, moral kazanmayı hedeflemeliyiz. Okuduklarımız, bir kadro olarak savaşımızın ihtiyaçlarına cevap olabilmemizi sağlamalıdır. Görevlerimizde daha verimli olmamızı sağlamalıdır okuduklarımız. Daha büyük sorumluluklar üstlenmemizi sağlamalıdır. Okumayan bir devrimci, devrimciliğini koruyamaz, devrimciliğini büyütemez. Emperyalizmin ideolojik saldırılarına karşı da kendini savunmasız kılar. Emperyalizm, 2-Teori ve pratik; sürekli ve sistemli bir şekilde beyinleri bombardımana Teorik olarak kendimizi geliştirmek zorunludur fakat tutmaktadır. Devrimcilerin bu bomyetmez, teorik olarak öğrendiklebardımandan yara almamasının rimizi uygulayarak bu süreci tayolu, ideolojik netliğin ve ideoOkumak bizim zamanımızı mamlamak durumundayız. Pratik lojik bağımsızlığın kazanılmaolarak denenmemiş hiçbir bilgi, çalan bir uğraş değil, tam sıdır. Bu da sürekli ve düzenli bilgi değildir diyor ustalarımız. tersine günlük koşturmaca okumakla mümkün olur. Düşman Bu nedenle teorik olarak öğrenkarşısında en büyük silahımız içinde doğru düşünme, diklerimizi hayata uygulayacak, teslim alınamayan beyinlerimizburadan edindiğimiz deneyimleri beynimizi sürekli geliştirme, dir. Ki ancak ideolojik olarak teoriye aktaracak, sürekli olarak coşkumuzu, moralimizi ve güçlendikçe beyinlerimizi birer pratikle teoriyi besleyecek, teori umudumuzu büyütme olanağı ile de pratiğe yön vererek ideosilaha dönüştürebiliriz. İdeolojik olarak güçlenme sağlayan bir olanaktır. lojimizi yenilmez kılacağız. 66 Bir devrimcinin kendini yeniden kalıba dökmesi, kendini eğitmesi için tek yoldur. VAZGEÇİLMEZ BİR YOLDUR, ZORUNLU BİR YOLDUR, BAŞKA YOL YOKTUR. Doğru bilgi pratikle kanıtlanmış, bilimsel bilgidir. Doğru bilginin en önemli özelliği, pratikte uygulanması ve pratiğe yön vererek pratiği geliştirmesidir. Gerek 47 yıllık devrimci savaş pratiğimizden, gerekse de dünya devrimleri ve devrimci savaşları pratiğinden edindiğimiz deneyimler, bilgi-birikimlerimiz, hareketimizi sürekli gelişen, emperyalizmin ve oligarşinin her türlü saldırısı karşısında güçlü kılan, dünyanın Türkiye’sinde devrim yapma iddiasından bir milim bile sapmayan bir Marksist-Leninist örgüt olmasını sağlamıştır. Yakın ve uzun vadeli hedeflerimize ulaşmamız, kadrolarımızın ideolojik olarak güçlenmesine, stratejik hedefimize göre savaşmalarına ve mücadelenin sıcak pratiği içerisinde her gün kendini yenileyen, savaşımızın önünü açan birer sıra neferi olmalarına bağlıdır. Her bir kadro, savaşı, savaşın içerisinde, savaşarak öğrenecektir. Savaşımızda daha az hata yapmak, düşmanlarımızın devrim korkusunu büyütmek için her bir kadro tek başına örgüt gibi hareket edecektir. Bunun için teorik olarak kendimizi geliştirecek, Marksizm-Leninizmin evrensel doğrularını öğrenerek, bilimsel düşünerek hareket edeceğiz. Doğrularımız, pratikte kanıtlanmış doğrulardır. Öğrendiklerimizi pratiğimize uygulayarak çıkan sonuçları en sade haliyle değerlendirecek, çıkardığımız derslerle teoriyi besleyecek ve teorimiz; daha güçlü adımlarla pratiğimize yön verecektir. Küçük burjuvazinin zaaf ve alışkanlıklar olarak bizlerde bıraktığı tahribatlar nedeniyle en zor olan, öğrendiklerimizi hayata uygulamaktır. Hayalinde devrimi gören bir kadro, öğrendiği her bilginin pratiğine yön vereceğini ve onu güçlendireceğini de görür. O zaman öğrendiklerimizi uygulamak zor olmayacaktır. Çünkü bir kadro bilir ki kendi pratiğinde aldığı her sonuç, bizi devrime bir adım daha yaklaştıracaktır. Ve sonuç almanın yolu öğrendiklerini pratiğe uygulamaktır. Kadro, kendi gelişiminin savaşımızın gelişimi olduğunu bilmelidir. Ve gelişiminin öğrendiklerini hayata geçirmekle olacağını görmelidir. Biz Marksizmi Leninizmi teorik lafazanlık yapmak için değil devrim yapmak için öğreniyoruz. Yaşamımızda ve pratiğimizde uygulamadığımız bilgi, beynimizde sadece yük olarak kalır. Ama biz devrim yapmak istiyoruz, devrim yapmak için öğreniyoruz. Bu nedenle öğrendiğimiz her bilgi, bizim yaşamımızı ve pratiğimizi şekillendirmeli, geliştirmelidir. Öğrendiklerimiz, deneyimlerimizden çıkardığımız sonuçlar pratiğimize yön vermelidir. Yaşadıklarımız sadece anı olarak kalıyorsa, deneyimlerimizden dersler çıkartmıyorsak, yaşananlar ya da teorik olarak edindiğimiz bilgiler bir anlam ifade etmez. Kadronun kendi eğitimi açısından, öğrendiği bilgiler, düşünceleri, savundukları yaşamı ve pratiğiyle uyumlu değilse, teorik bilgiyi kendi pratiğine uygulamıyorsa altı boştur. Ve tüm bu teorik bilgiler sadece kuru bilgi olarak kalır. Burjuva aydınları da çok şeyi teorik olarak bilir. Ama devrimciyi ondan ayıran en temel özellik, öğrendiği bilgileri hayatla buluşturmasıdır. Bilgi ile gerçeği buluşturmak büyük bir gücü açığa çıkarır; İNANCI! Teori ve pratiği bir bütün olarak ele almak inancımızı büyütür. 3-Eleştiri-Özeleştiri; Eleştiri özeleştiri, hatalarımızı, yanlışlarımızı, zaaflarımızı ortaya çıkarır ve bunlarla hesaplaşmamızı sağlar. Kendimizle, hata ve zaaflarımızla hesaplaşmak ideolojimizi güçlendirme araçlarımızdandır. Bir kadro eleştiri-özeleştiriyi içselleştirmeli, yaşamının bir parçası haline getirmelidir. Eleştiri özeleştiri eşsiz bir yöntemdir. Gerçeği savunur. Hataları düzeltir. Birbirimizi düşman karşısında nasıl savunacağımızı, sahipleneceğimizi öğretir. Bir devrimcinin kendini yeniden kalıba dökmesi, kendini eğitmesi için tek yoldur. VAZGEÇİLMEZ BİR YOLDUR, ZORUNLU BİR YOLDUR, BAŞKA YOL YOKTUR. Eleştiri-Özeleştiri Nedir? Eleştiri-özeleştirinin olmadığı ya da işlemediği bir devrimci yaşam düşünülemez. Örgütlü yaşamda ya da ilişkilerde ortaya çıkan olumsuzluklar, ilkesizlikler, disiplinsizlikler tek başına genel bir eğitim açısıyla ele alınamaz. Eleştiri-özeleştiri günlük yaşamımızın bir parçası olmak durumundadır. Ancak, eleştiri-özeleştirinin devrimci yaşamımızda doğru bir tarzda ele alınması, yerinde, zamanında kullanılması yoldaşlarımızın ve örgütlü yaşamımızın devrimden yana gelişimine hizmet etmesi oldukça önemlidir. Eleştiri-özeleştiri, her insanımızın gelişiminde, büyümesinde, olgunlaşmasında önemli bir araçtır. Ancak hala eleştiri-özeleştiri konusunda aşılamamış genel bir yanlış anlayış söz konusudur. Eleştiri-özeleştiri yoldaşlarımıza zor gelmekte, küçük-burjuva gurur ya da bu ideolojiden güç alan savunma mekanizması devrimcinin karşısına ciddi bir engel olarak çıkmaktadır. Bu anlayış aşılamadığı sürece olumsuzlukları, zaafları atmak ve gelişmek güçleşmektedir. 67 Devrimci Sol / 26 Tartışmayan, eleştirmeyen herkesle uyumlu görünen bir insan; ne kendi iç dünyasına, ne de faaliyet alanında ortaya çıkan sorunların çözümüne kafa yormayan, yalnızca seyreden bir anlayış kaçınılmaz olarak içten içe çürümenin zeminine kayacaktır. Devrimci ise her an, yaptığı her işte hesap veren, hesap soran olma bilinciyle hareket etmelidir. Parti-Cephe ailesi içerisinde yer alan her insanımız, konumu, düzeyi, kararlılığı ne olursa olsun; ister geri, ister ileri her davranışı, her alışkanlığı, her duygu ve düşüncesi; bununla birlikte bir bütün olarak yaşamı direk Parti-Cephe’yi bağlar. Kimse ayrıcalıklı değil, dokunulmaz da değildir. Kişi düzeyinde ya da yaşamın bütününde ortaya çıkan olumsuzlukları zaafları ortadan kaldırma çabasını tüm insanlarımıza taşımalı ve eğitime dönüştürmeliyiz. “Düzenli olarak yüzümüzü yıkamazsak kirleniriz. Etrafı düzenli olarak süpürüp silmezsek tozlanır. Eleştiri-özeleştiriyi de böyle ele almalıyız. Yani eleştiriözeleştiri temizliktir aslında. Aynı şekilde yoldaşlarımızın kafaları da böyledir. Onlar da süpürülmeli temizlenmelidir...” Mao. Bir kadro her türlü zaafa, hataya, yanlışa ilkesizliğe, kuralsızlığa karşı tavizsiz olmalıdır. Unutmayalım ki BAŞKALARINI YENEN GALİP, KENDİNİ YENEN KAHRAMANDIR. Ve SADECE KENDİNİ DEĞİŞTİRENLER, DÜNYAYI DEĞİŞTİREBİLİRLER. Her bir kadro, kendini yenen bir kahraman olmalı, kendini değiştirerek dünyayı değiştirme iddiasını büyütmelidir. İlişkilerimizin harcında güven ve sevgi bulunur. Bu güven ve sevgi olmadan doğru tarzda bir eleştri-özeleştiri mümkün değildir. Bu güvenin, sevgi ve samimiyetin göstergesi ise eleştirilerin ve düşüncelerin paylaşılmasıdır. Aksi takdirde ilişkiler yapmacık bir hal alır. Bu ise, kadroyu ve faaliyetlerini, birlikte çalışma yürüttüğü insanları geriletir. Özeleştiride cüretli olmalıyız. Cüretle zaafın, hatanın, yanlışın üzerine gitmeliyiz. Bu konuda gösterilecek bir tereddüt, çekimserlik, ideolojik olarak geriliklere, zaaflara ve yanlışlara teslim olmaya yol açar. Bir kadro, zaaflar, yanlışlar, hatalar, alışkanlıklar karşısında aciz ve güçsüz olamaz, onlara boyun eğemez. Her şeyin temeli sınıfsaldır. Eksikler, yanlışlar, olumluluklar ve olumsuzluklar da sınıfsal bir temele, ideolojik bir zemine dayanmaktadır. Biz asıl olarak bunu görmeliyiz. Bunu görürsek eleştirilen yanlarımızın kime neye hizmet ettiğini de görürüz. Sadece kendini değiştirenler dünyayı değiştirebilir. Kendini değiştiremeyenler dünyayı da değiştiremez. Önce kendimizi değiştirmekten başlayacağız. Kendimizi değiştirerek dünyayı da değiştireceğiz. Onun için gerçek bir özeleştiri, geleceği kurma iddiasıdır diyebiliriz. Eleştiri özeleştiri gerçeği ortaya çıkarmak ve akılcı çözümler bulmaktır. Eleştirinin amacı, ideolojik düzeyi yükseltmek, yani bilinç düzeyini yükseltmek olmalıdır. Eleştirinin amacı, doğru siyasi çizgiyi benimsetmek benimsemek olmalıdır. Eleştirinin amacı, çalışmadaki eksiklerin üstesinden gelmek için güç vermek olmalıdır. Bilimsel düşünmeden, işin içine duygularımızı katarak, tepkiyle, kızarak, azarlayarak ifade edilen karşımızdakini ikna etmeyen ayaküstü ve yeterince düşünülmeden gelişigüzel yapılan eleştiriler sonuç getirmez sorun çözmez. Eleştiri özeleştiri yapmazsak ideolojik gıdamızı almayı aksatıyoruz demektir. Bunların olmadığı ortamlarda sorunlar çözülmez. İdeolojik eğitim olmadığı zaman kafamız doğru çalışmaz. İdeolojik eğitim devam etmezse geriye dönüşler yaşanabilir. Hataları düzeltmenin tek yolu sabırla öğrenmek, kendi kendini eğitmek, ikna olmak, değişime açık olmaktır, değişime inanmaktır. “....Gerçekçi ve acımasız eleştiri, devrimcinin gelişmesine yardımcı olur. Bu şeref verici bir etkidir. Yalnızca kendini beğenmiş ve mahdut insanlar buna katlanamazlar. Kaygılarımızı ve korkularımızı paylaşalım, nerede başarısız olduğumuzu birbirimize anlatalım...Sizden, bana, eserimdeki eksiklikleri düzeltmek isteyen ve bunu başarabilecek bir savaşçı olarak davranmanızı istiyorum. Eleştiri benim cesaretimi kırmayacaktır. Hayır bu bana güçlüklerimi yenmeme yardım edecek dostlar arasında olduğumu kanıtlayacaktır.... Kolektiften ayrılan, kendisini bir tür süper dahi ya da keşfedilmemiş yetenek olarak gören bir adama ancak acınabilir. Kolektif, bir adamı her zaman yükseltecek, onu ayaklarının üzerine sağlam bir şekilde yerleştirecektir.” Ostrovski. 4- Politika Üretmek; Hayatın her alanına ilişkin politika üretmek, düşmanın Parti-Cephe ailesi içerisinde yer alan her insanımız, konumu, düzeyi, kararlılığı ne olursa olsun; ister geri, ister ileri her davranışı, her alışkanlığı, her duygu ve düşüncesi; bununla birlikte bir bütün olarak yaşamı direk Parti-Cephe’yi bağlar. Kimse ayrıcalıklı değil, dokunulmaz da değildir. Kişi düzeyinde ya da yaşamın bütününde ortaya çıkan olumsuzlukları zaafları ortadan kaldırma çabasını tüm insanlarımıza taşımalı ve eğitime dönüştürmeliyiz. 68 Bir kadro kurmay gibi düşünmelidir. Her bir kadromuz savaşımızın kurmayı olma misyonuyla hareket etmelidir. Kurmaylık, savaşı sevk ve idare etmektir. Savaşı sevk ve idare eden bir kurmay, asla politikasız kalmaz. Hemen her duruma ilişkin bir politikası vardır. Bir kadronun da faaliyet yürüttüğü alanda, gerek alanın gelişimine ilişkin gerekse de yaşanan sorunlar engeller ve zorluklar karşısında bir kurmay gibi hareket edebilmesi ve her türlü zorluğu aşma iradesini sürekli güçlendirmesi gereklidir. politikalarına karşı devrimci politika ile karşı koymak ideolojimizi güçlendirir. Politika üretmek, düzene ait hiçbir şeye teslim olmamak, hiçbir şeyi olduğu gibi kabul etmemek ve onu değiştirebilmektir. Devrimin önündeki hiçbir engeli kabul etmediğimiz gibi düşmanın hiçbir politikasını da kabul etmeyeceğiz. Her engeli aşmak için politika üreteceğiz. Unutmayacağız ki aştığımız her bir engel, orada ürettiğimiz her bir politika düşmana bir darbe vururken devrim cephesini büyütür. İşin siyasi yanı budur. Ancak aynı zamanda ideolojimizi de güçlendirir. Bu nedenle bir kadro, hayatın her alanına ilişkin politika üretebilmelidir. Hiçbir zaman çaresiz olamayız. Politikalarımız, ilkelerimize, ideolojimize, değerlerimize göre sorunları çözmeli, savaşımızı büyütmeli, düşmana tokat gibi inmelidir. Politikalarımız, bizim hayatta kalmamızı ve her koşulda savaşımızı büyütmemizi sağlayan olmalıdır. En zor koşullarda mücadeleyi daha ileriye taşımalı, yerinde saymanın önüne geçmelidir. Bir kadro kurmay gibi düşünmelidir. Her bir kadromuz savaşımızın kurmayı olma misyonuyla hareket etmelidir. Kurmaylık, savaşı sevk ve idare etmektir. Savaşı sevk ve idare eden bir kurmay, asla politikasız kalmaz. Hemen her duruma ilişkin bir politikası vardır. Bir kadronun da faaliyet yürüttüğü alanda, gerek alanın gelişimine ilişkin gerekse de yaşanan sorunlar engeller ve zorluklar karşısında bir kurmay gibi hareket edebilmesi ve her türlü zorluğu aşma iradesini sürekli güçlendirmesi gereklidir. Devrimci yaratıcılığını devreye sokmalıdır. Yaratıcılık bir kadronun en iyi silahıdır. Önünde hiçbir engel tanımayan, sadece sonuç almaya ve zafere kilitlenmiş bir beyin, en ciddi sorunlar karşısında bile binbir çeşit çözüm bulur. Diyalektik materyalizmi klavuz alarak, doğru ve sade düşünerek, her konuda politika üretebiliriz. Bilime inanıyoruz, doğa üstü birşey yapmaya kalkmıyoruz. Gücümüz ve becerilerimizin belki bir sınırı var ama irademizin sınırı olmadığını biliyoruz. Aklın sınırı olmadığını biliyoruz. Gerekirse beynimiz patlayana kadar düşünecek ve bir çözüm muhakkak bulacağız. 5- Uzlaşmamak; Düzenin Hiçbir Politikasıyla Uzlaşmamak Uzlaşmak çürütür, yozlaştırır, düzene götürür. İdeolojik olarak düzenle aramızdaki sınırları yok eder. Bu nedenle düzenin bütün kurum ve politikalarına karşı uzlaşmaz bir tavır içinde olmalıyız. Bu bizi yenilmez kılar. Uzlaşmazlık ideolojik güçlenme araçlarımızdandır. Devrimcilik hiçbir şekilde düzenle uzlaşmamaktır. Varolan nesnel durumu aşmaktır. Bir kadro, pratiğinde uzlaşmaz bir ruh haline sahip olmalıdır. Bu ruh hali ve kişiliği bizi ideolojik olarak güçlendirir. Düşman ideolojisine asla taviz vermemenin, rotadan sapmamanın garantisidir uzlaşmazlık. Bu, ideolojik olarak sağlam zeminlere oturmamızı ve güçlenmemizi sağlar. Uzlaşmamak, düzenle aramıza kalın duvarlar çekmektir. Uzlaşmamak, her koşulda bizi düzenin tüm saldırıları karşısında güçlü kılar. Ancak uzlaşmayanlar, kendi çizgilerini koruyabilir. Uzlaşmayanlar kendi politikalarını üretebilir ve kendi politikalarıyla savaşabilirler. Düzenle uzlaşmadığımız her an aslında düşmana karşı ideolojik bir zafer kazanıyoruz, nihai zaferimizin taşlarını örüyoruz demektir. Parti Cephe’nin 47 yıllık mücadele tarihi boyunca hiçbir koşulda uzlaşmama tavrı, bizi oportünizmden, revizyonizmden ve reformizmden ayırdeden temel özelliklerdendir. Ki bu uzlaşmama tavrı yeni bir militan tarz yaratmıştır ülkemiz topraklarında. 12 Eylül koşullarından, 90 Atılım yıllarına, Partili sürecimize, 96 Ölüm Orucu direnişinden pek çok hapishaneler direnişi, 19 Aralık ve 7 yıllık Büyük Ölüm Orucu Direnişine, sokaklarda, üslerde, barikatlarda, dağlarda ve hapishanelerde yaratılan direniş geleneklerine hemen her süreci uzlaşmama tavrı ile karşılamış ve destanlaşan bir tarih yaratılmıştır. Öyle ki artık dost da düşman da bilir ki Parti Cephelilik, eşittir uzlaşmamaktır. Parti-Cephe’nin bu militan kişiliği, gerek insanlarımızın yaşam ve çalışma tarzına, gerekse de düşman karşısındaki tavrında karşılığını bulur. Bir kadroyu, güçlü kılan, bir savaşçının elinde 7.65 tek bir silahla bile düşmanı ininde vuran bir güç olması uzlaşmazlığı sonucudur. Düşman, fiziken sayıca ve teknik olarak her türden donanıma sahip olmasına rağmen tek bir Parti-Cephe savaşçısı düşmanın ne kadar güçsüz olduğunu gösterebiliyor. Çünkü ideolojik olarak güçlü olan biziz. Haklı ve meşru Devrimci Sol / 26 olan biziz. Uzlaşmazlığımızın kaynağı, haklılığımıza ve meşruluğumuza inancımızdır. Haklılığına ve meşruluğuna inancını kaybedenler uzlaşmacı çizgiye savrularak, düzenle aralarındaki sınırları yok ederek mücadele arenasından çekildiler ve umutlarını emperyalizmin silahlarına, yardımlarına ve askeri olmaya bağladılar. Biz asla haklılığımıza ve meşruluğumuza inancımızı kaybetmeyeceğiz. Umudumuzu nihai zaferimize bağlamaya devam edeceğiz. Düşmanla asla uzlaşmayacağız. Kadrolarımız haklılık ve meşruluk bilincini kuşanarak uzlaşmaz militan bir kişilikle savaşmalıdır. Bu, sadece düşman karşısındaki tavırla sınırlandırılamaz, aynı zamanda ve en çok da iç düşmanlarımızla, kendimizle olan savaşımızdaki uzlaşmazlıktır. Bir devrimci, düzene ve düşmana ait her şeyin düşmanı olduğunu bilmeli ve onunla çatışmalı ve sonuç almalıdır. Hem iç, hem de dış düşmanımızla çatışmada sonuç almayı hedeflemeliyiz. Küçük büyük mevziler kazanabilmeliyiz. Çatışmayan uzlaşır, uzlaşan çürür. Bu bilince, ruh haline sahip olmalıyız. Bu kişilik, bu ruh hali ideolojik olarak bizi güçlendirir. Bu uzlaşmazlık, yaşamımızın her ayrıntısında karşılığını bulmalıdır. Ancak yaşamımızda bize ayrıntı gibi görünen her şeyde göstereceğimiz uzlaşmaz tavır bizi daha da güçlendirecektir ve uzlaşmazlık bir ruh haline dönüşecektir. 6- İlkeli ve Kurallı Bir Yaşam Devrimci İçin Olmazsa Olmazdır Hele de bir savaş örgütünde ilke ve kurallar olmadan mücadele yürütülemez. Düşmanın saldırı araçları çok yönlüdür ve esas olarak da saldırılar ideolojiktir. Bu saldırılara karşı kendimizi korumanın ve ideolojik olarak karşı koyabilmenin bir aracı da ilke ve kurallarımızdır. Bu nedenle ilke ve kurallarımız ideolojik güçlenme araçlarımızdandır. İlkeli ve kurallı bir yaşam, bizi düşmanın ideolojik ve fiziki saldırılarına karşı koruyan bir kalkandır. Bir savaş örgütünün ne kadar çok ilkesi ve kuralı varsa o kadar güçlüdür. Bir kadro, ne kadar ilkeli ve kurallıysa o kadar az hata yapar ve yaptığı işlerden sonuç alır. İlkelerin ve kuralların esnemeye başladığı, ortadan kalktığı yerde, düzen vardır. Bir kadro düzende yaşayarak, devrimci bir faaliyet örgütleyemez. Yaşamı, burjuvaziye, beyni devrime ait olamaz. Yaşam ve düşünceler birlikte değişir. Nasıl düşünürsek öyle yaşarız. İlkeler ve kurallar, düşüncelerimizi ve yaşamımızı disipline eder, düzenle aramıza duvarlar örer. Düşmanın, darbelerinden ve ideolojik saldırılarından kendimizi korumanın en temel yolu ilkelerimize ve kurallarımıza sıkı sıkıya sarılmaktır. İlkeli ve kurallı yaşamak bizi düşmanın ideolojik saldırılarından koruduğu gibi aynı zamanda ideolojik olarak da bizi güçlendirir. 69 7- Tarih bilinci; tarihimizi bilmek bize güç verir. Kendimizi halkımızı, dost ve düşmanlarımızı gösterir. Tarihimizi bilmek bize hangi süreçlerde düşmanın politikalarına karşı hangi politikaları ürettiğimizi, nasıl tavır aldığımızı, teslim olanların neden teslim olduğunu, direnenlerin neden ve nasıl direndiğini öğretir ve bize neyi nasıl yapacağımızı öğretir. Bu nedenle tarih bilinci ideolojik güçlenme araçlarımızdandır. Tarih bilincimiz güçlü olmalıdır. İdeolojimizin, geleneklerimizin, hemen her konuda ne yapmamız gerektiğinin cevabı mevcuttur tarihimizde ve bugünümüze ışık tutar. Her durumda tarihimize bakmalıyız ve tarihimizde bu konuda neler yapılmış, nasıl bir tavır alınmış, hangi politika belirlenmiş diye bakacağız ve bugün tarihimizden yola çıkarak nasıl bir politika geliştirebiliriz diye düşüneceğiz. Bugün onurla anacağımız bir tarihe sahibiz. Tarihimizin her döneminde oligarşinin ve emperyalizmin kuşatma ve imha politikalarına karşı sayısız direniş destanı, ideolojik bağımsızlık ve ideolojik sağlamlık görürüz. Tarihimizi iyi kavramak bizi ideolojik olarak sağlamlaştırır, sınıf kinimizi büyütür, savaşma dinamiklerimizi güçlendirir. Bu nedenle bir kadro önce tarih bilincine sahip olmalıdır. Tarihini bilmeyen yarını kurma iddiası taşıyamaz. Tarih bilincimiz sınıf kinimiz ve hesap sorma iddiamızdır. Tarih bilincimiz geleceği kurma iddiamızdır. 8- Şehit ve Tutsaklarımızla Yarattığımız Geleneklerimiz ve Değerlerimiz Bizim En Büyük İdeolojik Güçlenme Araçlarımızdan Çünkü geleneklerimizin ve değerlerimizin yaratılmasında canımız ve kanımız vardır. Bu değerlere sahip çıkıp, geleneklerimizi yaşatmaya devam ettirdiğimiz sürece ideolojik olarak güçlenmeye devam edeceğiz. Tarih bilincimiz güçlü olmalıdır. İdeolojimizin, geleneklerimizin, hemen her konuda ne yapmamız gerektiğinin cevabı mevcuttur tarihimizde ve bugünümüze ışık tutar. Her durumda tarihimize bakmalıyız ve tarihimizde bu konuda neler yapılmış, nasıl bir tavır alınmış, hangi politika belirlenmiş diye bakacağız ve bugün tarihimizden yola çıkarak nasıl bir politika geliştirebiliriz diye düşüneceğiz. 70 Halk kültürümüz, burjuvazinin yaratmaya çalıştığı kültürün panzehiridir. Halk kültürümüzü yaşatarak bu yozlaşmanın karşısında durabiliriz. Halk kültürümüzü yaşatarak, burjuvazinin ideolojik bombardımanında ciddi ölçüde kendimizi koruyabilir, mücadeleye devam edebiliriz. Belki de ülkemizde en çok değerleri ve gelenekleri olan hareket Parti-Cephe’dir. Peki neden sadece PartiCephe’nin insanları gelenekler yaratabiliyor? Bu tek başına tek tek kadrolarının olağanüstü güçlerinden kaynaklı değildir. Bir örgütsel şekilleniş, ortak bir ruh halinin sonucudur. Parti-Cephe önder, kadro ve savaşçıları aynı ortak ruha sahiptir; örgütüne, yoldaşlarına, halkına, vatanına ve ideolojisine sonsuz bağlılık. Bir ideolojik şekillenişin ürünüdür. Parti-Cepheliler, büyük bir halk ve vatan sevgisiyle, sınıf kiniyle kuşanarak savaşır. Tarihinden güç alır, Bedreddinlerden, Pir Sultanlara, Mahirlere... Halkların kahramanlıklarından, kahramanlarından ve yarattıkları değerlerden güç alır. Halkların yardımlaşmasını, dayanışmasını, paylaşımını görürüz. Sömürüye, başkaldırışını görürüz. Umudumuzu, vazgeçmeyişimizi, teslim olmayışını, son anında umudun adını kanla yazmayı, feda ruhunu, halka karşı sorumluluk duymayı, yoldaşını sahiplenmeyi, yaptığı işten sonuç almayı, daha sayabileceğimiz onlarca geleneği, yaratılan onlarca değeri görürüz. Ve bu geleneklerimiz ve değerlerimiz, tarihimiz boyunca bize ve halkımıza güç vermiştir. Yüzlerce sayfalık kitapların anlatacağını tek bir slogan, tek cümlelik söz, tek bir tavır anlatmaya yetmiştir. Bu gelenekler ideolojik netliğin, beyninin pırıl pırıl olmasının sonucu yaratılmıştır. Birçok yoldaşımız, bu geleneklerden ve değerlerden etkilenerek devrimcileşmiştir veya onlardan güç alarak yeni geleneklerin yaratıcısı olmuştur. Gelenekler ve değerler saflarımızda ağır bedeller ödenerek yaratılmıştır. O bedellerin sorumluluğunu taşıyarak değerlerimize ve geleneklerimize canımız kanımız pahasına sahip çıkarak, onu yaşatarak ideolojik olarak güçleniriz. 9- Halk Kültürümüz; Emperyalizm Kendi Bencil, Yoz, Çürümüş Kültürüyle Bizi de Çürütmeye Çalışıyor, Bunun Karşısındaki En Önemli Değerlerimizden Birisi Halk Kültürümüzdür Halkımızın kültüründe bireycilik, bencillik, ahlaksızlık yoktur. Adaletsizlik yoktur. Bu nedenle halk kültürümüz ideolojik olarak güçlendirme araçlarımızdandır. Parti-Cephe, bir halk hareketidir ve halkın en güzel değerleri ile yoğrulmuş bir kültüre sahiptir. Halkımızın kültürü düzenin tüm pisliklerinden arınmış bir kültürdür. Halk kültürümüz, içinde taşıdığı paylaşma, dayanışma, kardeşlik, ahlaklı olma, mazlumun yanında olma gibi birçok güzellikleri içinde barındıran bir kültürdür. Emperyalizm ve oligarşi, halkları kültürel olarak yozlaştırarak teslim almaya çalışır. Burjuvazi önce halkın değerlerine, kültürüne saldırmıştır. Kültür, bir halkın direnme dinamiklerini, mücadele dinamiklerini diri tutan bir yandır. Bu nedenle devrimci kültür ile halk kültürümüz içiçedir. Düzen, çok yönlü bir saldırı halindedir. Sadece, baskı, terör, katliamlarla halkı ve devrimcileri teslim almaya çalışmıyor, asıl olarak saldırıları ideolojik ve kültüreldir. Mücadele, asıl olarak ideolojik alanda sürüyor. Kültürel olarak yozlaştırma saldırıları da ideolojik saldırıdır. Ve en çok da bu alanda sonuç alabiliyor. Bizim de en çok mücadelesini verdiğimiz, vermek zorunda olduğumuz alan bu alandır. Burjuva kültürünün yaratmaya çalıştığı insan tipi, halk kültürümüzden uzak, yozlaşmış, hiçbir değeri olmayan, bencil insandır. Çünkü, yozlaştırılmış, beyni uyuşturulmuş, değersizleştirilmiş, bencil bir insan, bu düzen için en zararsız insandır. Biz devrimciler, önce kendimiz, burjuvazinin yaratmaya çalıştığı bu yozlaşmadan, kültürden kendimizi arındırmak ve korumak durumundayız. Ne kadar çok şey bilirsek bilelim, isterse onlarca yıllık devrimci olsun, kendisini bu saldırıdan korumadığı ve halk kültürümüzü yaşatmadığı takdirde devrimciliğini bitirir. Halk kültürümüz, burjuvazinin yaratmaya çalıştığı kültürün panzehiridir. Halk kültürümüzü yaşatarak bu yozlaşmanın karşısında durabiliriz. Halk kültürümüzü yaşatarak, burjuvazinin ideolojik bombardımanında ciddi ölçüde kendimizi koruyabilir, mücadeleye devam edebiliriz. Asıl olarak kapitalizmin toplum yaşamına ve ilişkilerine girmesiyle birlikte, halk kültürümüz ciddi oranda saldırılara maruz kalmıştır. Ve küçük burjuva kültürü yaygınlaşmaya başlamıştır. Küçük burjuvazinin yarattığı tahribatlardan nasibini hemen her kesim almıştır. Biz devrimciler de halk kültürü ciddi oranda yara almış, küçük burjuva kültüründen geliyoruz. Ve ancak devrimcileştikten sonra bizde oluşan bu tahribatları üzerimizden atıp yeni insan olmaya başlıyoruz. Yeni insan, burjuvazinin üzerinde oluşturduğu tüm geriliklerden ve pisliklerden arınmış temiz halk kültürümüzle donanmış devrimci insandır. Ve devrimciliğimiz boyunca, hep kültürel ve ideolojik olarak savaş halindeyiz. Bu savaşımız sürdüğü sürece ideolojik olarak daha da güçlenerek, savaşımızı büyütürüz... 71 Devrimci Sol / 26 10- Örgüt Bilinci; Örgüt Bilinci Esas Olarak Burjuvazi ile İdeolojik Mücadelede Gelişir Örgüt on yılların, hatta yüzyılların birikimlerinin süzülerek bilince dönüşmesidir. Düşmanla yürüttüğümüz savaşın bütün aşamaları örgüt bilincinde somutlanır. Bu nedenle örgüt bilinci ideolojik güçlenme araçlarındandır... Örgüt bilinci, aynı zamanda sınıf bilincidir. Sınıfının çıkarlarının örgüt olmaktan, örgütlü olmaktan ve ancak örgütlü bir savaşla devrim olabileceğine inanmaktır. Örgüt, en ileri, ortak aklımızdır. Örgütümüzün çıkarları, devrimin çıkarlarıdır. Örgütlü düşünürsek ancak yaptığımız işlerden doğru sonuçları alır, doğru dersleri çıkartırız. Örgütlü düşünen bir beyin gelişmelere açıktır. Örgütlü düşünmek, devrimi istemektir. Yaptığı her işte devrimi görebilmektir. Bugün devrime şunu da kazandık diye bakabilmektir. Örgütlü düşünmek “ben” olmaktan çıkmaktır, biz olabilmektir. Bir kadro örgüt gibi düşünmelidir, örgüt bilinci yüksek olmalıdır. Örgüt gibi düşünebilmek, halk için, Cephe için, devrim için düşünebilmektir. Olaylara gelişmelere bakışının halkın, devrimin ve örgütünün yararına mı zararına mı diye değerlendirilebilmesidir. Bu bakış açısı beyni sadeleştirdiği gibi, aynı zamanda da doğru ve güçlü adımlar atmamızı sağlar, bizi ideolojik olarak güçlendirir. Önder yoldaşlarımızdan Niyazi Aydın 85’te tahliye olduktan sonra, devrimci hareketin önderi, yönetici ve kadroları tutsak, ilişki ve olanakların yok denecek kadar az olduğu koşullarda, dışarıda mücadeleyi yeniden örgütleme ve devrimci hareketi Atılım sürecine taşımak için sorumluluk üstlenmiş ve “Ben varsam, Devrimci Sol da vardır” sözünü tarihe yazmıştır. Bu sözü söyleten şey Niyazi Aydın’ın üstün yeteneklerde bir insan olması değildir, örgütü kendinde bulması, ideolojisine ve örgütüne sınırsız bağlılığıdır. Örgüt, bizim ortak ve en doğru aklımızdır diyoruz. Örgütüne büyük bir bağlılığa sahip olan bir kadro, örgüt gibi düşünür ve burjuvazinin ideolojik saldırılarından etkilenmez. Çünkü örgüt aklımız, burjuvazinin her söylediğinin ve savunduğunun, kendisinin düşmanı olduğunu bilir ve ona karşı savaşır. 11- Tüm Dünyada Teslimiyet Rüzgarları Eserken, Emperyalizme Bir Taş Atmak Bile Çok Önemlidir. Böyle süreçlerde bize verilen bir selam bile çok önemlidir; çünkü moral güç verir. Moral bozmaksa suçtur. Savaşta moral güç, çok önemlidir. Savaş moralle yürür. Moral gücünü yitiren ordu yenilmeye mahkumdur. Düşman, moralimizi bozmak için ciddi anlamda psikolojik saldırı politikası yürütüyor. Yoldaşlarımızı katlediyor, savaşçılarımız için hastaydı, bombası patlamadı, silahı İkinci Dünya Savaşından kalmaydı, vb gibi söylemler, içlerinde işbirlikçi var gibi değerlerimize, şehitlerimize, eylemlerimize ilişkin olmadık yalan yanlış haberler servis ederek halkımızda devrimci harekete karşı bir güvensizlik ve saflarımızda moral bozukluğu yaratmak istiyor. Parti beyindir, tüm vücuda komutlar verir, bütün mekanizmanın doğru işlemesini sağlar. Öncelikle düşmanın her söylediğinin yanlış olduğunu, en doğru bilginin partimizin açıklamaları olduğunu bileceğiz. Düşmanın bu saldırılarından kitlemizde de kimi etkilenmelerin olması üzerine alınan son kararlarımızdan; “Değerlerimize, şehitlerimize, eylemlerimize ilişkin örgütümüzün insanları olumsuz, moral bozucu konuşamaz. Konuşanlar saflarımızdan atılacaktır.” kararı tüm insanlarımızın kulağına küpe olmalıdır. Düşmanın bu saldırılarından etkilenerek, saflarımızda Kadrolarımız haklılık ve meşruluk bilincini kuşanarak uzlaşmaz militan bir kişilikle savaşmalıdır. Bu, sadece düşman karşısındaki tavırla sınırlandırılamaz, aynı zamanda ve en çok da iç düşmanlarımızla, kendimizle olan savaşımızdaki uzlaşmazlıktır. Bir devrimci, düzene ve düşmana ait her şeyin düşmanı olduğunu bilmeli ve onunla çatışmalı ve sonuç almalıdır. Hem iç, hem de dış düşmanımızla çatışmada sonuç almayı hedeflemeliyiz. Küçük büyük mevziler kazanabilmeliyiz. Çatışmayan uzlaşır, uzlaşan çürür. Bu bilince, ruh haline sahip olmalıyız. Bu kişilik, bu ruh hali ideolojik olarak bizi güçlendirir. Bu uzlaşmazlık, yaşamımızın her ayrıntısında karşılığını bulmalıdır. Ancak yaşamımızda bize ayrıntı gibi görünen her şeyde göstereceğimiz uzlaşmaz tavır bizi daha da güçlendirecektir ve uzlaşmazlık bir ruh haline dönüşecektir. 72 Stratejik hedefe göre düşünmek ve savaşmak, rotayı sağlamlaştırır ve rotadan sapmamanın garantisidir. Ancak stratejik hedefe göre düşünenler ve savaşanlar sonuç alır. Kayıp 11 gerillanın kemikleri için Kemal Babanın 90 günü bulan açlık grevi direnişi, OHAL koşullarında bir şey yapılamaz diyenlere cevap olmuş, her koşulda direnilebileceğini ve kazanılabileceğini göstermiştir. Ve Kürdistan’da onlarca kayıp gerilla cenazesi olmasına rağmen, Kemal Gün’ün direnişi bir ilktir ve oligarşiye geri adım attıran güçlü bir siyasi zaferdir. düşmanın yaratmaya çalıştığı, moral bozucu söylemler ve düşünceleri savunmak insanlarımızda moral bozukluğu yaratır. Hiçbir kimsenin saflarımızda moral bozmaya hakkı yoktur. Her kim ki saflarımızda düşmanın servis ettiği bilgilerle değerlerimiz, şehitlerimiz ve eylemlerimiz hakkında yorumlar yapıyorsa düşmana hizmet ediyordur. Sorun kişilerin niyetlerinde değildir, sorun asıl olarak çarpık bir bakış açısında, değerlerimiz, şehitlerimiz ve eylemlerimiz hakkında düşmanın verdiği bilgileri doğru kabul ederek ve bunu savunarak örgütten bağımsız düşünmekte ve yarattığı sonuç itibariyle düşmanın saldırılarına ortak olunmasındadır. Tüm dünyada teslimiyet rüzgarları eserken, emperyalizme ve oligarşiye karşı açıktan savaşan sadece biziz. Emperyalizmin, yeni dünya düzenine ve silahlı örgütleri teslimiyete mahkum ettiği, teslim olmanın, silah bırakmanın adeta moda olduğu, emperyalizmin kurtarıcı olarak görüldüğü koşullarda emperyalizme tek bir taş atmak bile çok değerlidir. Bugün mesele, teknik donanımı ileri savaşçıların attığını vuran eylemleri veya düşmana ciddi kayıplar verdirip verdirmemesi değildir. Tabi ki düşmanı imha etmek, düzenini başına yıkmak ve tüm suçluları halkın adaletiyle buluşturmak ve halkımıza eşit, özgür ve bağımsız bir dünya kurmak için savaşıyoruz. Ama bugün açısından her askeri eylemimiz, teknik olarak düşmanı imha etmeye de bilir. Biz silahlı mücadeleye büyük çapta patlayıcılarla çok sayıda düşmanı öldürmek veya düşmanı tek bir eylemle imha etmek olarak bakmıyoruz. Öyle bakanlar, soruna sadece kaç kayıp verildi, kaç kayıp verdirildi olarak bakanlar, halktan ve silahlı mücadeleden uzaklaşmış, kendine güvensizleşip emperyalizmin etkisi altına girmişlerdir. Silahlı mücadele, aynı zamanda politik bir mücadeledir. Ve politik yanı ağır basan bir mücadeledir. Savaş, iki iradenin birbirine iradesini kabul ettirme savaşıdır. Silahlı eylem, halka düşmanın erişilemez, o büyük gücünün yenilemez ol- madığını gösterir, düşmana her ne kadar önlem alırsa alsın, her ne kadar teknik olarak kendini donatırsa donatsın, silahlanmış halkın karşısında duramayacağını ve bir gün mutlaka halkın adaletinin ensesinde biteceğini gösterir. Silahlı mücadele, bugün halkların tek kurtuluş yoludur ve emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı savaş meşrudur. Halkların tek kurtuluş yolunun silahlı halk kurtuluş savaşlarından geçtiği ve emperyalizme ve oligarşiye karşı savaşmanın halkların kaderi olduğu gerçeğinden yola çıkarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; bugün emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı tek bir taş bile atmak çok değerlidir. Çünkü halklara moral güç verir. Moral güç ise, savaşma dinamiklerini, savaşa katılma zeminlerini güçlendirir. Ve kimsenin bu morali bozmaya hakkı yoktur. Teknik olarak isterse çok yetersiz ve ilkel olsun, emperyalizme ve oligarşiye karşı iktidar iddiasıyla yürütülen bir savaş, olumsuz, moral bozu olarak değerlendirilemez. Bu tam da düşmanın istediği, emperyalizmi ve oligarşiyi sevindiren bir tablodur. Hiçbir kadro buna göz yummamalı, moral değerlerimizi hep yükseltmelidir. Bu tür durumlarda öncelikli olarak kadrolar başta olmak üzere tüm kitlemiz, düşmanın psikolojik saldırılarından etkilenmemeli, asla moral bozucu olmamalı ve örgüt gibi düşünebilmelidir. 12- Emperyalizmi, faşizmi, PASS’yi bilmek, bize stratejik hedefimizi gösterir. Stratejik hedefimize göre düşünmek ve mücadeleyi örgütlemek, bizi ideolojik olarak güçlendirir. Stratejik hedefe göre düşünmek ve savaşmak, rotayı sağlamlaştırır ve rotadan sapmamanın garantisidir. Ancak stratejik hedefe göre düşünenler ve savaşanlar sonuç alır. Kayıp 11 gerillanın kemikleri için Kemal Babanın 90 günü bulan açlık grevi direnişi, OHAL koşullarında bir şey yapılamaz diyenlere cevap olmuş, her koşulda direnilebileceğini ve kazanılabileceğini göstermiştir. Ve Kürdistan’da onlarca kayıp gerilla cenazesi olmasına rağmen, Kemal Gün’ün direnişi bir ilktir ve oligarşiye geri adım attıran güçlü bir siyasi zaferdir. Yine OHAL ile binlerce kamu emekçisi işlerinden atılmalarına rağmen Ankara-Yüksel Caddesi'nde, Malatya'da, Düzce’de, İstanbul’da, Bodrum'da süren Kamu Emekçileri Cephesinin direnişi dışında ciddi bir direniş yoktur. Ve direniş dalga dalga yayılarak, ülke sınırlarını aşıp dünyanın pek çok yerindeki sahiplenmelerle OHAL ile mağdur olan emekçilerin sesi olmuştur. Kanser hastası Mesude Pehlivan için özgürlük mücadelesi yine aynı süreçte kazanımla sonuçlanmıştır. Herkes, OHAL koşullarında bir şey yapılamaz derken, biz direnişler örgütleyip, zaferle sonuçlandırdık. Büyük Devrimci Sol / 26 bir iddia ile yola çıktık, halkımıza eşit özgür bir dünya kurma iddiasıyla yola çıktık. Ve savaşımızın en ağır bedelleri gerektirdiğinin bilinciyle hareket ettik ve bu bedelleri ödemekten kaçınmadık hiçbir dönem. Faşizmin, ağır baskı, terör ortamı değil, iddiamız, stratejik hedefimize ulaşma kararlılığımız belirliyor. Hangi hal olursa olsun sadece direnenler kazanır. Ve sadece yaptığı işte devrimi görenler sonuna kadar direnme iradesi gösterebilir. Stratejik hedefimize göre düşünen Leyla komutan, kendisine “yaralı, silahsız üç gerilla ne yapabilir?” sorusunu sormuş ve “inanan ve isteyen gerilla, devrim yapar” cevabını vermiştir. Stratejik hedefe göre düşünmek devrimi kendisinin yapacağını görmektir, hem de yaralı ve silahsızken. Stratejik hedefe göre düşünen bir kadro, her aldığı kararda devrimi görerek, stratejik hedefe hizmet edeceğini görerek alır. Yine Cephe komutanlarından Bilgehan Karpat’ın son anında dahi yoldaşlarının ve örgütünün güvenliğini, savaşımızın sürekliliğini düşünmesinde ve son mermisine kadar savaşarak geleneklerimize yeni bir halka eklemesindedir. Bilgehan komutanın hedefinin 25 metre yanına kadar giren cüretinde ve yeni insan olmaktadır stratejik hedefe göre savaşmak. Yeni insan, Bilgehan'dır. Yeni insan olmak Bilgehan olmaktır. Bu açıdan Leyla Komutanın kararı ve Bilgehan Komutanın cüreti ve direnişi hepimize örnektir. Ancak böyle düşünenler, savaşı en zor koşullarda sürdürebilir. Ve bugün, her cepheli Leyla ve Bilgehan komutanların izini takip etmelidir. En doğru rota, Leyla komutanın kararında ve Bilgehan komutanın direnişindedir. Dağlarda ve şehirlerde silahlı mücadeleyi büyütmek Leyla ve Bilgehan olmaktır. Sürecimizin komutanları Leyla ve Bilgehan’dır. Her bir kadro, yeni Leyla’lar, Bilgehanlar yaratma iddiasıyla savaşmalıdır. Stratejik Hedefe Göre Savaşmak; Kadro politikamıza uygun bir programın oluşturulması tartışmasız bir gerekliliktir. İnsanlar nasıl eğitilecek, nasıl istihdam edilecek ve nasıl denetlenecekler, içinde bulunulan koşullarda bunu hangi yöntem ve araçları devreye sokarak gerçekleştireceğiz? Bu sorulara cevap bulmaktır. Emperyalizm Kimdir? 1- Emperyalizm; 19 Aralık’ta yakılan 6 kadınımızın, Büyük Direniş'te şehit verdiğimiz 122 DEVRİMCİNİN KATİLİDİR... Neden; Türkiye’deki hapishaneler NATO’da tartışılmış, devrimcilerin düşüncelerinin teslim alınması ve tecrit politikası bir NATO yani emperyalist politika olarak Türkiye’de uygulanmıştır. Bu yüzden 122 insanımızın katledilmesinin sorumlusu EMPERYALİZMDİR! 73 2- Emperyalizm; evine bir kuru ekmek bile getiremeyen, köleliğe bile razıyken aç kalan; işi olmayan, on binlerle ifade edilen İŞSİZLER ordusudur. Neden; Özelleştirmeler bunun en somut ifadelerinden biridir. Halkın malı, mülkü tüm zenginleri, yarattığı tüm kaynaklar emperyalizme satılmıştır. İlk önce fabrikalar verimsiz hale getirilmiş, sonra da emperyalist tekellere peşkeş çekilmiştir. Emperyalizm çağındaki sınıf mücadelesi tecrübesi, işçi sınıfının ve emekçi halkın, silahlı burjuvaziyi ve toprak ağalarını ancak silah zoruyla yenebileceğini bize öğretiyor; bu anlamda bütün dünyanın ancak silahla değiştirilebileceğini söyleyebiliriz. Biz, savaşın ortadan kaldırılmasını savunuyoruz; biz, savaş istemiyoruz; ama savaş, ancak savaşla ortadan kaldırılabilir ve silahtan kurtulmak için silaha sarılmak gereklidir. Emperyalizm ve faşizmin ne olduğunu, halklara neler getirdiğini bilmek, hesap sormak için yanıp tutuşmak bir kadroyu ideolojik olarak güçlendirir. POLİTİKLEŞMİŞ ASKERİ SAVAŞ STRATEJİSİ’ni bilmek, ideolojik olarak güçlendirir. Bu, kısaca bağımsızlık-demokrasi-sosyalizm diye formüle ettiğimiz kesintisiz devrim programıdır. İktidarı alma stratejimiz Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi(PASS)dir. Silahlı mücadele temel, ekonomik demokratik mücadele ona tabidir. PASS ile Silahlı mücadelenin temel amacı, düşmana askeri kayıp verdirmek değildir. Asıl olarak düşmanın yenilmez olmadığını göstermek, korku duvarını parçalamak, halkı savaşa çağırmak içindir. Cüretli tek bir savaşçı, bir ordunun içine dalıyor, işte bu düşmana büyük bir korku, halka büyük bir umut veriyor. Stratejik hedefimiz anti-emperyalist, anti-oligarşik devrimdir. Devrim için ise örgüte, örgütlenmeye ve silahlı halk savaşına ihtiyaç vardır. Yaptığımız her şey bu sorunu çözmeye hizmet etmek zorundadır. Emperyalizm çağındaki sınıf mücadelesi tecrübesi, işçi sınıfının ve emekçi halkın, silahlı burjuvaziyi ve toprak ağalarını ancak silah zoruyla yenebileceğini bize öğretiyor; bu anlamda bütün dünyanın ancak silahla değiştirilebileceğini söyleyebiliriz. Biz, savaşın ortadan kaldırılmasını savunuyoruz; biz, savaş istemiyoruz; ama savaş, ancak savaşla ortadan kaldırılabilir ve silahtan kurtulmak için silaha sarılmak gereklidir. 74 DEVRİMİN ÜÇ HALİNE DAİR Maddenin üç hali varsa Ferhat Devrimin de üç hali vardır Birincisi Mahir hali Ki devrim için Kurtuluşa kadar savaşacaktır Maddenin üç hali varsa Ferhat Devrimin de üç hali vardır İkincisi can hali Ki devrim uğruna Ölenler dövüşerek ölürler Maddenin üç hali varsa Ferhat Devrimin de üç hali vardır Üçüncüsü halk hali Ki devrim Kitlelerin eseridir besbelli Ferhat ile Volta Devrimin üç hali vardır Ferhat Birincisi devrimin BİZ hali İkincisi devrimin BİZ hali Üçüncüsü devrimin BİZ hali Ve Che haklıdır Ferhat: "Devrimden başka hayat yoktur" Ötesi düzen Orada ki hayat değil batak Devrimin üç hali vardır Ferhat Devrimin üç hali Bizdedir Bizdir Biz devrimin ta kendisiyiz Ferhat Anladığımızda bunu Biz devrimiz... Ümit İlter BİR KIVILCIM BÜTÜN ORMANI TUTUŞTURUR NURİYE VE SEMİHLER’İN DİRENİŞİ FAŞİZMİN YANGINI OLACAK