Ali Bulaç`tan Gülen savunması

advertisement
On5yirmi5.com
Ali Bulaç'tan Gülen savunması
Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç, vicdan ve akıl sahipleri seslendiği yazısında
Fethullah Gülen'i bakın nasıl savundu...
Yayın Tarihi : 12 Nisan 2014 Cumartesi (oluşturma : 10/20/2017)
İşte Ali Bulaç'ın o yazısı...
Ey vicdan ve akıl sahipleri...
Devletin kendini İttihatçı zihniyetle bir kere daha restore ettiği sürecin henüz muhasebesini
yapmadık, doğru dürüst hasar tespiti bile yapmış değiliz. Fakat hayat öğreticidir, bazı olayları sıcağı
sıcağına kritik edebiliriz.
Süreç “siyasî”dir. Siyaset geriden ahlakî değerler ve hukukî kurallar eşliğinde yapılır. Eğer siyaset
yönetme sanatı ve iktidar ilişkisini düzenleme etkinliği ise ahlaktan ve hukuktan bağımsız
düşünülemez. Siyasetçiler, rakiplerini tasfiye etmeye kalkışırken ahlakî ve hukukî kuralları ihlal
ediyorsa, mücadele “pozitif siyaset alanı”ndan çıkar, “Zer-u zor-u tezvir (para, aldatma ve
baskı)”nın hükümferma olduğu “negatif siyaset”e döner. Unutmayalım ki şiddet, terör ve savaş da
siyasetin araçlarıdır. Böyle bir siyaset yüceltilemez. Ahlakî ve hukukî kaygıları olanlar bu siyasetin
savunucusu olamazlar. Hele söz sahibi, entelektüelse ya gücün yanında duran bir oportünisttir veya
tercihini yapmış bir partizandır.
Meşru siyasetin zorluğu altın (zer), aldatma, algı operasyonu, demagoji (tezvir) ve baskıdır (zor).
Tezvirin açık örneklerinden biri Fethullah Gülen Hocaefendi’nin İslam dinine “paralel bir din”
kurmakla suçlanmasıdır. Hocaefendi’ye yöneltilen suçlamaya göre, onun din anlayışı İslam’ın tevhid
inancının sınırlarını zorlamakta, “İslam içinde paralel bir din” meydana getirmektedir.
Bölgemizi kasıp kavuran mezhep çatışmalarında katliam yapanlar, sözde meşruiyetlerini diğer
mezhep mensuplarını tekfir etmekten almaktadırlar. Şu soru önemli: Bir Şii nasıl oluyor da bir
Sünni’nin mescidini veya bir Sünni bir Şii’nin türbesini havaya uçurup yüzlerce insanın canına
kıyabiliyor? Katliamları yapanlar kendilerinden olmayanları “Müslüman” görmüyorlar. Müslüman
görmedikleri gibi “mutlak kötü”, ontolojik şer görüp imha etmeyi inançlarının ve mücadelelerinin
gereği sayıyorlar.
HOCAEFENDİ, TÜRKİYE’NİN YETİŞTİRDİĞİ ÖNEMLİ ÂLİMLERDEN BİRİDİR
Türkiye’de de ilk defa geniş bir cemaat grubu böylesine bir algı operasyonuna tabi tutuluyor.
Liderine “yalancı peygamber, sahte veli, alim müsveddesi”; yüz binlerce mensubuna “bilinci
uyuşturulmuş, narkoz yutmuş haşhaşi”; konumuna “sülük, sülükten beter”; barındığı yerlere “in”
deniyor. Ve daha neler! Üretilmek istenen imaj şudur: Bu insanlar bilinçten, akıldan yoksun;
merkezden emir alan -haşa- sürüdürler; haşhaşin gibi tehlikeli örgüt üyeleridir, zararlıdırlar; öyleyse
toplumun -aslında devletin- bunlardan bir an önce temizlenmesi lazım. Bunlara yapılacak her türden
kötülük caizdir.
Hocaefendi, Türkiye’nin yetiştirdiği birkaç önemli âlimden biridir. Yerel ve ulusal sınırları aşmış,
küresel bir vizyona ulaşmıştır. Tefsir, fıkıh usulü, kelam, tasavvuf ve özellikle hadis ve siyer
alanında muazzam bir birikime sahiptir. Türkçeyi en beliğ kullanabilen üç-beş kişiden biridir. Bilgi
elde etme ve düşünme usulü hermönetik, tarihselci veya kafadan değil, İslam’ın meşru ve makbul
usulüdür. Üniversite mezunu değildir, akademik kariyeri yoktur, ama zaten onu “İslam âlimi” yapan
geleneksel usulde yetişmiş olmasıdır. Referansı Kur’an ve Sünnet’tir ve İslam’ın ana gövdesine
(sevad-ı azam) ve ana caddesine (gelenek) bağlıdır. Dahası modern dünyayı, Batılı bilimleri ve
felsefesini de yakından takip etmekte, yerine göre kolayca referanslar verebilmektedir. Her makbul
İslam âlimi gibi sosyal hayatla, ticaretle, ekonomiyle, bölgesel ve küresel siyasetle, eğitimle
ilgilenmektedir. (Bkz. A. Bulaç, Din, Kent ve Cemaat -Fethullah Gülen Örneği, Ufuk y. İstanbul.) Eğer
Efendimiz (sas)’in buyurduğu gibi “Âlimler peygamberlerin vârisleri” ise -ki öyledir- bu durumda Hz.
Peygamber ne ile ilgilenmişse âlimler ve hocalar da onunla ilgilenir, ilgilenmelidirler. Ebu Hanife
büyük bir müçtehitti, aynı zamanda ticaret yapardı. Zorba yöneticilere karşı direnerek hayatını
kaybetti. Eğer muhafazakâr-dindarlar “Hoca’nın siyasetle, ticaretle ne işi var?” diyorlarsa feci halde
zihinleri laikleşmiş, farkında değillerdir.
Elbette Hocaefendi ve Hizmet hareketinin yapıp ettikleri eleştirilebilir. Her beşerî fiil ve hareket
hata ile maluldür. Eleştirileri usulüne ve konusuna göre yapmalıdır. Mesela eğer Hocaefendi’nin
yanlış görüşlerini kendi kulvarındaki âlimler yapmalıdır; eleştirilerini de konuyu kaydırmadan,
bağlamdan çıkarmadan İslam usul içinde yapmalıdırlar. Tefsirse tefsir, kelamî konu ise kelamî konu
vs. Hocaefendi’yi İslamî görüşleri dolayısıyla siyasiler ve cahil köşe yazarları eleştiremez.
PEKİ BU İLAHİYATÇILARA NE OLUYOR?
Hocaefendi’ye isnad edilecek yanlışlar, rivayetleri meşkuk şahitliklere, dedikodu kabilinden
haberlere değil, konuşmalarına ve kitaplarına dayandırılmak gerekir. Söyleyip yazdıkları ortada iken,
Hocaefendi’nin “yalancı peygamber” ilan edildiği toplantıda hocalar, ilim adamları hiç değilse bu rijid
söylemi yumuşatacak, ortalığı yatıştıracak bir-iki cümle söyleyebilirlerdi. Bu, Hocaefendi’nin hak ve
hukukunu savunmak yanında ilmin ve âlimin haysiyetini korumak olacaktı. Hadi diyelim ki siyasiler
kızgın, peki ilahiyatçılara ne oluyor? Onlar ateşin üzerine su dökmeli değil mi? Bu toplum cinnet
geçirirse kim aklını başına, vicdanını kalbine iade edecek? Biz de birbirimizi boğazlayacak mıyız?
Cahil değillerse bütün ilahiyatçılar bilir ki, Hocaefendi “beddua” etmedi, Kur’an’da karşılığı olan
“mübahale ve mülaane”de bulundu, bu da hükümete karşı bir komplo içinde olmadığını anlatmak
içindi. Aylarca İslamî bir teamül çarpıtıldı, hocalardan biri çıkıp İslam adına bu çarpıtmayı düzeltmedi.
Bizim hüküm vermek üzere takip ettiğimiz usulümüz var. Mesela Hocaefendi eleştiriyi hak edecek
bir fikri kendi ağzından söyledi mi, kitaplarında yazdı mı? Bu yanlış fikir, sabit oldu mu (sübut)? Sabit
ise sarf ettiği lafızdan bu mana çıkar mı? Diyelim ki bizce böyle bir mana çıkıyor. Yine de
Hocaefendi’ye sormalı: Maksadınız bu muydu? Bu üç ilkeye (sübut, delalet ve maksadı beyan) riayet
etmeden hüküm vermenin, bir insanı ve sevenlerini İslam dairesinin dışına çıkarmanın ne büyük bir
vebal ve uhrevî cezayı gerektirdiğini hesaba katmak gerekmez mi?
Siyasiler, onun siyasete ilişkin tutum ve davranışlarını eleştirebilirler, bu onların hakkıdır. Ancak onu
İslam dairesi dışına çıkarma hak ve yetkileri yoktur. Eleştirebilirler, onunla teşrik-i mesai yapmak
istemeyebilirler ama Hocaefendi’yi ve Hizmet’i topluca cezalandıramazlar, “paralel din” kurma
suçlamasıyla kötü niyetli kimselerin hedefi haline getiremezler; kelime-i tevhidi dahi bilmeyen, haşa- “Lailahe Muhammed!” diye bağıran lümpenlerin, tinercilerin müesseselerine saldırmalarına izin
veremezler. Hocaefendi veya bir başkası, diğerlerinden farklı din görüşüne sahip olma hakkı vardır.
Aylardır yüz binlerce mü’min erkek ve mü’min kadın kahır içinde yaşıyor, gözyaşı döküyor, aileler
çözülüyor. Günah, yazık değil mi? Hangi cemaat veya grup olursa olsun kardeşlerimize “zalimken de,
mazlumken de yardım etmemiz” gerekmez mi? Aynı kıbleye yönelenler hani “duvar taşları” gibi
olmalıydı? Hani birinin ayağına diken batsa diğerlerinin tümü acısını hissederdi? Hani “birbirimizi
sevmedikçe iman etmeyecek, iman etmedikçe de cennete de girmeyecektik?” Bütün bunları nasıl bir
anda unuttuk? İktidar ve tüketim aşkı kalplerimizdeki merhameti mi kuruttu?
Eğer siyasiler İslam âlimlerini, hocaları ve cemaatleri yargılayacak olurlarsa, devlete ve iktidarlara
son derece tehlikeli yetkiler verilmiş olur. Hiçbir iktidar yeryüzünde kalıcı değildir; yarın bir başka
iktidar gelir aynı şeyi bugün yapanlara ve destek verdiği cemaatlere yapar. Hoşlanmadığı
cemaatlerin malına mülküne, okullarına, finans kuruluşlarına, medyasına el koyma, varlıklarını
tasfiye etme hakkını kendinde görür. Bugün Hizmet’e dayak atanların desteklediği cemaatler ve
gruplar aynı dayağı bir başkasından yer ki, aslında dayağı atan el devletin elidir ve bu devlet bir ruh,
bir zihniyet olarak her dönemde bedenden bedene geçmektedir.
Hem eğer Sünni ana gövde içinde farklı düşünen, farklı pratikleri olan bir cemaatin hayat hakkı
olmayacaksa diğer mezhep mensuplarının, gayrimüslimlerin ve farklı siyasî ve felsefî görüşte
olanların temel hak ve özgürlükleri ne olacak? Bir Müslüman bir Şii’yi veya bir Sünni’yi ehl-i kıble
saymayıp hak ve hukukuna saygı göstermiyorsa, diğerleri için en büyük tehdit olur.
Yazının devamını okumak için tıklayınız!
Bu dökümanı orjinal adreste göster
Ali Bulaç'tan Gülen savunması
Download