Anjelika Akbar`ın KPE`ndeki Konseri /Kiev Politeknik Enstitüsü” Milli

advertisement
Gönüller Diyaloğu: Anjelika Akbar’ın KPE’ndeki Konseri
/Kiev Politeknik Enstitüsü” Milli Teknik Üniversitesinin Gazetesi, 2 Haziran 2011/
-Üniversitenin Kültür ve Sanat Merkezinin bugün tıklık tıklım dolu olduğunu anladığımda ve
sahnede de bir kuyruklu piyano bulunduğunu görünce hemen sanatçı için bir heyecana
kapıldım. Çünkü salonda bazılarının düşündüğü gibi sadece gençlik modası, diskotek ve
eğlenceyle ilgilenen çok sayıda gürültücü üniversite ve lise öğrencileri bulunuyordu. Sanki
öğretmenleri gençleri tutup getirmiş gibi görünüyordu. Programda duyurulan klasik eserler ise
bambaşka bir hava gerektiriyordu… Ama, işte sahneye emin adımlarla uzun boylu, kırmızı
elbiseli bir bayan çıktı. Anjelika Akbar –dünyaca ünlü bir piyanist, besteci, müzik doktoru,
UNESCO temsilcisi, yazar, tercüman, mutlu bir eş ve iki çocuk annesidir. Ukrayna kökenleri
olan, ancak yaklaşık yirmi yıldır Türkiye’de yaşayan bu şahıs çağdaş müzik doruklarının
yıldızı, 400 (!) senfonik, koro, oda müziği ve enstrümantal eserin müellifidir.
Anjelika’nın salona hitap ederken söylediği ilk sözler, samimiyetiyle izleyicileri büyüledi.
Hafif bir aksanla çocukluğunu, dört yaşındayken nasıl mutlak işitme yetisinin ortaya çıktığını,
müzik okulu ve konservatuardaki eğitimini ve tabii, babasının bireysel vasıflarının
oluşmasındaki etkisini anlattı. Anjelika’nın salonda hazır bulunan babası –Stanislav
Timçenko aslında meslektaşımız ve Sosyoloji ve Hukuk Fakültesi Felsefe Kürsüsünde
profesördür– herhalde kızıyla çok gururlanmıştır. Aile sıcaklığının elektrik dalgaları süratle
bütün salona yayıldı. Dahası, Anjelika salonda bulunanlara kendinizi evinizde veya dostlar
meclisindeymiş gibi hissedin dedi. Bu şekilde, karşılıklı şefkat ortamında müzikli dakikalar
geldi, geçti…
Tabii ki çok sayıda piyano virtüözü Ukrayna’yı ziyaret ediyor. Kültür krizi bulunduğuna dair
feryatlara rağmen başkent konservatuar ve filarmoni salonları kural olarak tıklım tıklım
dolmaktadır. Ancak piyanistlerin önemli bir bölümü, belirli bestecilerin eserleri üzerine
ihtisaslaşmış erkeklerdir. Ve biz burada icra stilinde içsel uyum ve sıra dışı ihtiraslılığın
birleştiği, dişiliğin ışığıyla müziği doygunlaştıran bir hanımefendi gördük. Her bir eser, ufak
bir temsile dönüşüyordu, çünkü piyanist konser eserleri için minik prelüdler sunmaktaydı ve
hatta bazılarını da şarkılarıyla tamamlamaktaydı. Anjelika, “şark usulünde” olmak üzere
Bah’ı, Astor Piazzolla tangolarını, Türk bestecilerin eserlerini ve tabii ki kendi eserlerini çaldı.
Anjelika’nın müziğinin insanlara olağandışı etkisinin sırrını çözmeye kalksak tek bir şey
söyleyebiliriz – o canıgönülden çalmaktadır. Ancak böylesine bir icra, nerede yaşadıklarına,
hangi yaşlarda olduklarına bakılmaksızın izleyicilerin gönüllerine kor düşürmeye muktedirdir.
Bir anlığına sanki salonda bulunan insanlar sahneden yayılan müzik seslerinin dalgalarıyla
titreşen ve aynı duyguları paylaşan herhangi bir canlı organizmada bütünleşmişti.
Piazzolla’nın “Libertango”su, Anjelika’nın büyük oğluna /oğlunun adı Yürek’tir ve “kalp”
olarak tercüme edilmektedir/ ithaf ettiği “Yürek” adlı vals, Türk besteci Erkin’in “Küçük
Çoban” eseri coşkuyla dakikalarca alkışlandı. Hassas sosyal konularla ilgili olan ve Nazım
Hikmet’in kaderini anlatan “Yalnız Çınar” baladı, trajik Yugoslavya olaylarını anlatan
“Kosova” piyesi başta olmak üzere Akbar’ın kendi eserleri derin intibalar yarattı. Roden
heykelleri sergisini ziyaretinden sonra yazdığı “Kamo Grâdeşi” (Quo vadis –Yolculuk
Nereye), kompozisyonunu çalmak üzere Stanislav Timçenko’nun sahneye çıkması da bir
heyecan dalgası yarattı.
Salonda hazır bulunan son derece dost canlısı Türk öğrencileri ve Ukrayna’daki Türk
temsilcilikleri görevlileri, kahramanımızın müstesna mizah anlayışı, felsefe merakı, salonda
boş yer bulamayan dinleyiciler ve kliplerin gösterilmesi sırsında çıkan teknik sorunların tipik
durumu hakkında daha çok şey anlatmak da mümkündür. Programın bitiminde dinleyicilerin
sanatçıyı uzun süre ayakta alkışlaması ise son derece kayda değerdir.
Ancak yine de en iyisi, konuğumuzun kenti sözlerinden alıntıyla noktayı koymak
olacaktır. ”Ben eminim ki, yaşamda en önemli şey taşıdığın kanın veya dinin, ya da siyasi
inançların sesi değildir. En önemlisi –ne bir vücutla, ne bir bilinçle, ne de inançla ilintisi olan
kalbin sesidir. Bu sadece her birimizde var olan Sevgiyle bağlantılıdır bu şekilde
gönüllerimizde barış ve sevgi yeşerteceğiz ve yaşamın karmaşası içinde huzur vahaları
yaratacağız!”
Marina Prepotenskaya,
Ukrayna Milli Teknik Üniversitesi “Kiev Politeknik Enstitüsü” Felsefe Kürsüsü Doçenti, şair,
radyocu
Download