rekir. Başka bir değişle, işyerindeki asıl işin bir kısmını veya yardımcı işlerini alt işverene / alt işverenlere gördüren asıl işverenin, işin geri kalan kısmında kendisi de işçi çalıştırıyor olması gerekir. Aksi takdirde, işin tamamının anahtar teslimi olarak yahut bölümler halinde farklı işverenlere verilmesi söz konusu olur ki, bu durumda asıl işverenden değil, iş sahibinden söz edilir (Akyiğit, 2011:30-31; Süzek, 2011:142). Doktrinde ifade edilen bu husus, Yönetmelikteki asıl işveren tanımına dercedilen “…asıl işte kendisi de işçi çalıştıran…” ibaresi ve alt işverenlik ilişkisinin koşulları arasında sayılan “Asıl işverenin işyerinde mal veya hizmet üretimi işlerinde çalışan kendi işçileri de bulunmalıdır.” Cümlesi ile normatif dayanağına kavuşmuştur (AİY m.3/ç, 4/a). Yine bir işverenin “asıl işveren” sayılabilmesi için işin sahibi olması gerekmeyip, işi aldıktan sonra bunun bir kısmını başka bir işverene veren kişi de (işin geri kalan kısmında kendisi de işçi çalıştırıyorsa) asıl işveren sayılır (Akyiğit, 2011:32). Son olarak, işyerindeki yardımcı işlerde veya asıl işin bir bölümünde başka işverene iş veren ancak işin geri kalan kısmını işçi çalıştırmaksızın memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle yerine getiren kamu kurum ve kuruluşlarının asıl işveren sayılıp sayılmayacağını da tartışmak gerekmektedir. Zira kanunun lafzına bakıldığında, işçi çalıştırmayan kamu idareleri İş Kanunu anlamında işveren sıfatı taşımadığından, bu kanun kapsamına girmemektedir. Bu durumda bu kamu idareleri “asıl işveren” olarak kabul edilmediği takdirde, yüklenici işçilerinin işçilik akları konusunda yüklenici ile birlikte müteselsil sorumluluğunun da bulunmadığı sonucuna varılmaktadır. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi bu güne kadar kamu kurumlarında alt işverenlik ilişkisi yönünden asıl işverenin kendi işçilerinin de olup olmadığı noktasında bir araştırmayı gerekli görmemiştir. Buna rağmen Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin bir kararında, asıl işveren alt işveren ilişkisinden söz edebilmek için asıl işverenin kendi adına işçi çalıştırdığı bir işyerinin olması gerekliliğinden söz edilmiştir (Çankaya ve Çil, 2011:22). Akyiğit’e göre; “Kamu işverenlerinin asıl işveren sıfatını edinmeleri için mutlaka işçi çalıştırmaları zorunlu görülmemelidir. Çünkü, işçi çalıştırmaları mümkün ve bu nedenle iş hukuku ve sosyal sigortalar bakımından işveren niteliğini edinmeleri doğaldır fakat kamuda sadece işçi çalıştırılmadığı, önemli sayıda (memur, sözleşmeli personel gibi) işçi sıfatı bulunmayan kimseleri de çalıştırdıkları bilinen bir gerçektir. Şimdi, sırf kendisine bağlı işçi çalıştırmıyor diye kamudan iş alan müteahhidin işçilerini kamu kuruluşunun asıl işveren niteliğiyle birlikte sorumluluğundan dışlamak tatminkar gözükmez.” (Akyiğit, Mayıs/2011:6) Çankaya ve Çil’e göre; Alt İşverenlik Yönetmeliği’nin yürürlüğe girmesiyle sorunun başka bir açıdan ele alınması gerekir. Belirtilen Yönetmeliğin 4. maddesinin (a) bendinde “Asıl işverenin işyerinde mal veya hizmet üretimi işlerinde çalışan kendi işçileri de bulunmalıdır.” Şeklinde kurala yer verilmiş olmakla asıl işverenin işçi çalıştırmamış olması asıl işveren alt işveren ilişkisinin varlığına engel gibi görünmektedir (Çankaya ve Çil, 2011:22). Konuya ideal hukuk ve iş hukukunun işçiyi koruma amacı açısından baktığımızda, kimi zaman binlerce personel çalıştıran kamu idarelerinin salt işçi çalıştırmadığı gerekçesiyle “asıl 65