حكم تكفير المعين والفرق بين قيام الحجة وفهم الحجة

advertisement
‫بسم هللا الرحمن الرحيم‬
‫حكم تكفير المعين‬
‫والفرق بين قيام الحجة وفهم الحجة‬
‫الشيخ العالمة إسحاق بن عبدالرحمن بن حسن آل الشيخ‬
‫‪1‬‬
NEDÂ
Yayın No: 32
Kitap İsmi: Muayyen Tekfirin Hükmü ve Hüccetin Ulaşması ile
Hüccetin Anlaşılması Arasındaki Fark
Yazarı: İshak bin Abdirrahman Al’uş Şeyh Rahimehullah
Tercüme: Ammar bin Muhammed
Yayına Hazırlayan: Abdulhakim Ebu Selman
Tashih & Redakte: Abdullah Yıldırım
Kapak Tasarım: Mustafa Erikçi
Dizgi: İsmail Çakırcı
Baskı: Çetinkaya Ofset (332 342 01 09)
Fevzi Çakmak Mah. Hacı Bayram Cad. No: 18
Baskı Yeri: Konya
Baskı Tarihi: Şubat/2017
İLETİŞİM
Neda Kitabevi
Şükran Mah. Başaralı cd. No:6
Rampalı Çarşı No:12 Meram/KONYA
Tel: 0 541 834 0273
0 332 350 4687
www.nedakitabevi.com
2
‫‪HUTBET’UL HÂCE‬‬
‫َِّل َّنَّحَّمَّ ُد َّهَُّوَّنَّسَّتَّ لَّعيَّنُ َّهَُّوَّنَّسَّتَّغََّّفل َُّر َّهُ‪َّ،‬وَّنَّ َُّعو َُّذَّ‬
‫إنَّ َّالَّحَّمَّد ل لَّ‬
‫ت َّأعَّمَّاَّللنَّا‪َّ ،‬مَّنََّّ‬
‫ور َّأنَّفُ لسنَّا َّوَّ لَّمنَّ َّسَّيَّئا لَّ‬
‫ش َُّر لَّ‬
‫ِلل َّ لَّمنَّ َّ َُّ‬
‫َّبلا َّ‬
‫ضلَّلَّ َّهُ‪َّ،‬وَّمَّنَََّّّيُضََّّلللََّّفَّلََََّّّا لَّديََّّلَّ َّهُ‪َّ.‬‬
‫للاَُّفَّلََّّ َُّم لَّ‬
‫يَّهَّ لَّد لَّهَّ َّ‬
‫للاُ َّوَّحَّدَّ َّهُ َّلَّ َّشَّ لَّريكَّ َّلَّ َّهُ‪َّ،‬‬
‫وَّأشَّهَّ َُّد َّأنَّ َّلَّ َّإلهَّ َّإلَّ َّ َّ‬
‫سوَّلُ َّهُ‪.‬‬
‫وَّأشَّهَّ َُّدَّأنََّّ َُّمحَّمَّداًَّعَّبَّ َُّد َّهَُّوَّرَّ َُّ‬
‫]يَّا َّأيُّهَّا َّالَّ لَّذينَّ َّآمََّّنُوا َّاتََّّقُوا َّللاَّ َّحَّق ََّّتُقَّاَّتل لَّه َّوَّلََّّ‬
‫تَّ َُّموَّتُنَّإلََّّوَّأنََّّتُمََّّ َُّمسََّّلل َُّمونَّ‪[.‬‬
‫سَّ‬
‫]يَّاَّأَُّّيهَّاَّالنَّ َُّ‬
‫اس َّاتََّّقُواَّرَّبَّ َُّك َُّم َّالَّ لَّذيَّخَّلَّقَّ َُّكمَّ َّ لَّمنَّ َّنَّفَّ ٍ‬
‫َّرجَّالًَّ‬
‫حدَّ ٍَّة َّوَّخَّلَّقَّ َّ لَّمنَّهَّا َّزَّوَّجَّهَّا َّوَّبَّثَّ َّ لَّمنَّ َّهُمَّا لَّ‬
‫وَّا لَّ‬
‫كَّثلَّيراً َّوََّّنلسَّا ًَّء َّوَّاتََّّقُوا َّللاَّ َّالَّ لَّذي َّتَّسَّاءََّّلُونَّ ََّّبل لَّهَّ‬
‫وَّالَّرَّحَّامََّّإنََّّللاََّّكَّانََّّعَّلَّيَّ َُّكمََّّرََّّقليبَّا ً‪[.‬‬
‫]يَّاَّأيُّهَّا َّالَّ لَّذينَّ َّآمََّّنُواَّاتََّّقُواَّللاَّ َّوََّّقُوَّلُواَّقَّوَّلً َّسَّ لَّديداًَّ‬
‫ط لَّعَّ‬
‫يُصََّّللحَّ َّلَّ َُّكمَّ َّأعَّمَّالَّ َُّكمَّ َّوَّيَّغَّلَّفرَّ َّلَّ َُّكمَّ َّ َُّذَّنُوبَّ َُّكمَّ َّوَّمَّنَّ َّيُ لَّ‬
‫ظيمَّا ً‪[.‬‬
‫سولَّ َّهَُّفَّقَّدََّّفَّازََّّفَّوَّزاًَّعَّ لَّ‬
‫للاََّّوَّرَّ َُّ‬
‫ث َّكَّلَّ ُم َّللالَّ‪َّ ،‬وَّخَّيَّرََّّ‬
‫أمَّا َّبَّعَّ َُّد‪ :‬فَّإنَّ َّأصَّدَّقَّ َّالَّحَّ لَّدي لَّ‬
‫لَّ‬
‫ورَّ َُّمحَّدَّثَّاتُهَّا‪َّ،‬وَّ َُّك َُّّ‬
‫يَََّّدَّيَُّ َُّمحَّمَّ ٍَّدَّ‪َّ،‬وَّشَّرَّالَّ َُّم لَّ‬
‫الَّهَّدَّ لَّ‬
‫ل َّضَّلَّلَّ ٍَّةَّ‬
‫ل ََّّبلدَّعَّ ٍَّة َّضَّلَّلَّةَّ‪ ،‬وَّ َُّك َُّّ‬
‫َُّمحَّدَّثَّ ٍة ََّّبلدَّعَّةَّ‪َّ ،‬وَّ َُّك َُّّ‬
‫ار‪.‬‬
‫َّفليَّالنَّ لَّ‬
‫‪3‬‬
“Hamd, ancak Allah içindir. O’na hamdeder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin
şerrinden ve kötü amellerimizden O’na sığınırız. Allah kimi hidâyete erdirirse onu saptıracak
yoktur, kimi de saptırırsa onu hidâyete erdirecek yoktur.
Allah’tan başka (ibâdet edilmeye layık hak) İlah olmadığına şehâdet ederim. O, tektir ve
ortağı yoktur. Ve şehâdet ederim ki, Muhammed O’nun kulu ve Rasûlüdür.
“Ey imân edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde
korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i
İmrân, 102)
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da
eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar
üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak
birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık
haklarına riâyetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin
üzerinize gözetleyicidir.” (Nisâ, 1)
“Ey imân edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz
söyleyin ki, Allah işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı
bağışlasın. Kim Allah ve Rasûlüne itâ’at ederse büyük
bir kurtuluşa ermiş olur.” (Ahzâb, 70-71)
Muhakkak ki, sözlerin en doğrusu Allah’ın Kelâm’ı, yolların en hayırlısı Muhammed Sallallahu
aleyhi ve Sellem’in
yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan uydurulanlarıdır. Sonradan uydurulup dine
sokulan her yenilik bid’at, her bid’at sapıklıktır ve her sapıklık da ateştedir.”[1]
4
DAVETİMİZ
‫بسم هللا الرحمن الرحيم‬
Gayemiz öncelikle Âdem Aleyhisselam’dan Hatem’ul Enbiya Muhammed Sallallahu Aleyhi ve
Sellem’e
kadar bütün rasul ve nebilerin ortak daveti olan tevhid akidesini, ulaşabildiğimiz her yere
neşretmek, tevhidi bozan bütün küfür ve şirk çeşitleriyle mücadele etmek ve insanları kendisine
kulluk etmeye davet eden bütün sahte ilahları yani tağutları deşifre etmektir. Allah’ u Te’âlâ bu
hususta şöyle buyurmaktadır:
ّ ٰ َّ‫﴿وقَاتِلُو ُه ْم َحتَّى ََل تَ ُكونَ فِ ْتنَةٌ َويَ ُكونَ الدِّينُ ُكلُّهُ ِ ٰ ِّلِ فَن ِ ِن ا ْتتَ َه ْوا فَنِن‬
‫صي ٌر‬
ِ َ‫هللاَ بِ َما يَ ْع َملُونَ ب‬
َ
“Fitne (şirk) kalmayıp din yalnız Allah’ın oluncaya
kadar onlarla savaşın!” (Enfal, 39)
Yine tevhidin içerisinde yer alan önemli bir rükun olan “Vela-Bera (Dostluk-Düşmanlık)”
akidesi ve buna bağlı olarak müşriklerin tekfiri ve bu surette İman-Küfür saflarının netleşmesi
hususu da davetimizin mihenk taşlarından birisidir. İman-Küfür meseleleri başta olmak üzere
akide konuları hakkında bâtıl davetçileri tarafından ortaya atılan şüphelerin izalesi temel
hedeflerimizden birisidir. Bu konularda Ehl-i Sünnet’in ifrat ve tefritten uzak vasat akidesini ortaya
koymak esas gayemizdir.
Tevhid’den sonra davet ettiğimiz en önemli mesele ise Sünnet’tir. Yani akidevi konular başta
olmak üzere tüm İslamî meseleleri Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve ashâbının anlattıkları ve
yaşadıkları şekilde kabul edip hayata aktarmak ve onlardan sonra çıkmış olan bid’atleri
reddetmektir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sahîh hadîste ümmetinin yetmiş üç fırkaya
bölüneceğini ve bunlardan sadece bir tanesinin kurtuluşa ereceğini beyan etmiş ve bu Fırka-i
Naciye’yi de şöyle tarif etmiştir.
«‫ص َحابِي‬
ْ َ‫» َما أَتَا َعلَ ْي ِه َوأ‬
“Benim ve ashâbımın yolu üzere olanlar...”[2]
Bu yolu devam ettiren yegâne fırka ise Ehl-i Sünnet ve’l Cema’attir.
Hiçbir kişi ve topluluk kendisine Ehl-i Sünnet ismini vermek ile bu kurtulan fırkaya dâhil
olmaz. Ehl-i Sünnet’in en bariz vasfı hayırlı ilk üç nesil olan Selef-i Sâlihin’e tâbi olmak ve
onlardan sonrakilerin sözlerine karşı temkinli olmak, halefin çıkarttığı bid’at ve münkerlerden uzak
durmaktır. Sahîh'de İmran bin Husayn Radıyallahu Anh’dan rivâyet edildiğine göre Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle
buyurmuştur:
5
‫ أَ َذ َك َر بَ ْع َد قَ ْرتِ ِه قَ ْرتَ ْي ِن‬:‫ قَا َل ِع ْم َرانُ فَالَ أَ ْد ِري‬- ،‫ ثُ َّم الَّ ِذينَ يَلُوتَ ُه ْم‬،‫ ثُ َّم الَّ ِذينَ يَلُوتَ ُه ْم‬،‫« َخ ْي ُر أُ َّمتِي قَ ْرتِي‬
، َ‫ َويَ ْن ُذ ُرونَ َوَلَ يَفُون‬، َ‫ش َهدُونَ َويَ ُخوتُونَ َوَلَ يُ ْؤتَ َمنُون‬
ْ َ ‫ست‬
ْ َ‫ ثُ َّم إِنَّ بَ ْع َد ُك ْم قَ ْو ًما ي‬- ‫أَ ْو ثَالَثًا‬
ْ ُ‫ش َهدُونَ َوَلَ ي‬
» ُ‫س َمن‬
ِّ ‫َويَ ْظ َه ُر فِي ِه ُم ال‬
“Ümmetimin en hayırlısı benim çağımdır. Sonra
onların ardından gelenler. Onlardan sonra daha sonra
gelenlerdir. -İmran Radıyallahu Anh, kendi çağından
sonra iki nesil mi üç nesil mi zikretti bilemiyorum, derOnlardan sonra şahitliği istenmediği hâlde şahitlik
yapan, hıyanet eden ve kendisine güvenilmeyen, adak
adayan, fakat yerine getirmeyen ve aralarında şişmanlık
(yeme-içme düşkünlüğü) baş gösteren bir toplum
gelecektir.”[3]
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve ashâbından sonra Tevhid’e ve Sünnet’e davet vazifesini
ise Rabbani Ulema şu hadîs gereğince devralmıştır:
«‫»إِنَّ ا ْل ُعلَ َما َء هم َو َرثَةُ ْاْلَ ْتبِيَا ِء‬
"Âlimler peygamberlerin varisleridir.”[4]
İşte bu noktada hedefimiz, rasullerden sonra Tevhid’e ve Sünnet’e davet görevini
üstlenmiş olan Rabbani âlimlerin ilmi mirasını günümüz insanlarına ulaştırarak insanlarla ilim arasında köprü vazifesi görmektir. O ilim ki kaynağı Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e ardından
Cibril-i Emin’e ve nihâyet Âlemlerin Rabbi’ne ulaşır. Bu ilim, kıyamete kadar âlimler tarafından
temsil edilmeye devam edilecektir. Zîrâ Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:
ّ ٰ ‫ َحتَّى يَأْتِيَ ُه ْم أَ ْم ُر‬،‫ َوَلَ َمنْ َخالَفَ ُه ْم‬،‫ض ُّر ُه ْم َمنْ َخ َذلَ ُه ْم‬
ّ ٰ ‫«َلَ يَزَا ُل ِمنْ أُ َّمتِي أُ َّمةٌ قَائِ َمةٌ بِأ َ ْم ِر‬
ُ َ‫ َلَ ي‬،ِ‫هللا‬
ِ‫هللا‬
» َ‫َو ُه ْم َعلَى ٰذلِك‬
“Ümmetimden Allah’ın emrini ayakta tutan bir topluluk
hep var olacaktır. Ne onları terk edip gidenler, ne de
onlara muhâlefet edenler -onlar bu hâl üzere iken
Allah’ın emri onlara gelinceye kadar- onlara bir zarar
veremeyeceklerdir.”[5]
Bu sebeple tarih boyu Ehl-i Sünnet ve’l Cema’at akidesine bayraktarlık etmiş olan ulemanın
eserlerini ve Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den miras almış oldukları ilmi yaymak temel
gayemizdir. Bu gayemize ulaşmak için bilhâssa Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem tarafından
övülen hayırlı ilk üç nesil olan Selef-i Sâlihin’in menhecini esas alacağız ve kelamî, felsefi cereyanlardan etkilenmemiş, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ve ashâbının akidesi üzere sebat
eden, kısacası “Fırka-i Naciye (Kurtulan Fırka)” ve “Taifet’ul Mansura (Muzaffer Taife)” mensubu
olan hadîs ve sünnet ehli imamların mirasını nakletmeye çalışacağız. Hedefimiz asla insanları
seleften bir aslı olmayan şahsi kanaatlerimize veya câhiliye asabiyetiyle oluşturulmuş hiziplere
davet etmek değildir. Bilakis hedefimiz yalnızca Tevhid’e ve Sünnet’e hizmet olacaktır (İnşaallah).
Tevfik Allah’u Te’âlâ’dan…
6
Yayına Hazırlayanın Mukaddimesi
Muayyen tekfir yani belirli bir şahsın tekfiri ile bu tekfirden önce ilgili şahsa hüccet ikâmesinin
yani şer’î delillerin ona ulaştırılmasının gerekip gerekmediği konuları; bir başka tabirle küfür ve
şirk hususunda cehâletin özür olup olmadığı meselesi, bilhâssa bundan yaklaşık üç asır önce
Şeyh Muhammed bin Abdilvehhab Rahimehullah’ın Necd bölgesinde tevhid davetine başlamasıyla
birlikte sıkça tartışılan bir mesele hâline gelmiş ve günümüzde de hararetle tartışılmaya devam
edilen konular arasında yer almaktadır.
Şeyh Rahimehullah ve onun ilim halkasındaki âlimler dinin aslı olan tevhid hususunda cehâletin
ma’zeret olmayacağını, şirk vesâir yollarla dinin aslını bozan herkesin cehâletine ve te’viline
bakılmaksızın muayyen olarak tekfir edileceğini savunurken onların karşısında yer alan (hatta bir
kısmı kendilerini, Ehli Sünnet’e ve selef menhecine nispet edip, ilim ehli olarak geçinen) bir kısım
zevat ise şirk konusunda cehâletin özür olacağını, dolayısıyla bilmeden şirk koşan bir kimsenin
muayyen olarak tekfir edilemeyeceğini, gerek şer’î nasslarda gerekse de âlimlerin sözlerinde
geçen “Her kim şu ibâdeti Allah’tan başkasına yöneltirse müşriktir” ya da “Her kim şöyle derse, şu
şekilde i’tikâd ederse kâfirdir” şeklindeki sözlerin sadece sözkonusu fiilin nev’inin yani türünün
küfür olduğu manasına geldiğini, bu hükmün muayyen (belirli) şahıslara indirgenmesinin ise
ancak sözkonusu şahıslara ta’rif edilmesi (öğretilmesi, hüccetin yani delilin ulaştırılması)
anlatılması hatta bütün şüphelerinin izale edilmesinden sonra mümkün olacağını iddia etmişlerdir.
Öyle ki bu iddiaya göre bir kişi “Evet, ben Allah’tan başkasına ibâdet ediyor ve O’na
ilahlığında, rabliğinde ortak koşuyorum” demedikçe kâfir olmamaktadır! Böyle birisi ise Müslümanım diyen toplumlarda kolay kolay çıkmayacağı için hâliyle nass ve icmâ’nın tayin ettiği bütün
küfür ve şirk hükümleri âdeta gündelik hayatta, vakıada hiçbir tezahürü olmayan mücerred, soyut
lafızlar olarak kalmakta ve bir nevi bunlara dair bütün deliller ve fetvalar teberrüken okunulup
geçilecek sözler şeklinde değerlendirilmektedir.
İşte bu da dinin emirlerinin bir bahaneyle iptal edilmesinin bir şeklidir ve Yahudiler gibi
Allah’ın Kitâbı’nı bizzât tahrif etmeye güçleri yetmeyenler böylece fiiliyatta bir tahrif ameliyesi
uygulamaya yeltenmişler ancak Allah’u Te’âlâ onların karşısına Rabbanî âlimleri çıkartarak bu
dalâlet ehlinin davetini geçersiz kılmıştır.
Bu okuyacağınız risâlede de görüleceği üzere Şeyh Muhammed bin Abdilvehhab ve
torunları Şeyh Abdullatif ve Şeyh İshak Allah Cümlesine Rahmet Etsin hüccet ikâmesinin ancak dinin
aslı haricindeki birtakım kapalı meselelerde gerekeceğini, dinin aslını bozanların ise hüccete
gerek olmaksızın tekfir edileceğini beyan etmişlerdir. Esasında onların bu husustaki görüşleri
açıktır hatta düşmanları bu yüzden onları tekfircilikle suçlamaktadırlar. Hâlbuki onlar, şirk ehlinin
tekfir edilmesi görüşünü kendileri ihdâs etmemişler, bilakis (risâlede de detaylarıyla görüleceği
7
üzere) Kitâb, Sünnet ve icmâdan açık delillere istinad etmişlerdir. Şeyh Muhammed bin
Abdilvehhab’ın hicri onikinci asırda tevhid davetiyle ortaya çıkmasından az öncesine kadar da
kişinin şirk koşmakla beraber İslam üzere kalmaya devam edeceği şeklinde bir fikre
rastlanmamıştır.
Şeyhin ortaya çıktığı dönem ise İslam ümmetinin, gerek dinî gerekse de siyasî açıdan çöküş
yaşadığı bir dönemdir. Hatta akide muhâlifi tarihçiler bile bu dönemi gerek Osmanlı Devleti
açısından gerekse genel anlamda İslam coğrafyası açısından “Gerileme Dönemi” olarak
adlandırırlar ve batılılaşma cereyanları ile dinden uzaklaşma hareketlerinin bu dönemden itibaren
İslam ülkelerini sarmaya başladığını itiraf ederler. Bu dönemde İslam’a intisap eden devletler,
Haçlılar karşısında bozguna uğrarken, Batılı sömürgeciler birer birer İslam topraklarını işgal
etmeye başlamış ve küfrün zâhirdeki bu galibiyeti karşısında Müslüman olduğunu iddia eden
kitleler yenilgi psikolojisine kapılmış, Allah ve Rasûlü’nün kendilerine boş vaadlerde bulunduğunu
zannederek şüpheye düşmüş ve İslam dininden topluluklar hâlinde irtidat etmeye başlamışlardır.
Günümüz koşullarına benzeyen bu devirde, İslam’ın garipliği gitgide artmış, câhiller akın
akın küfre koşarken âlim geçinenler de câhillerin bu sapmasına karşı mukavemet edememişler
bilakis onlar için çeşitli ma’zeretler uydurarak mevcut durumu meşrulaştırmaya çalışmışlardır.
Şeyh Muhammed Rahimehullah bu yozlaşmaya karşı ilk dönemlerde âdeta tek başına direnmiş
ve ne yazık ki karşısına ilk önce ailesi çıkmış, kardeşi Süleyman bin Abdilvehhab, Hanbeli
fakihlerinden olmasına rağmen “es-Savaik’ul İlahiyye” ismiyle Hindistan’da basılan ve Türkiye’de
de “Hakikat (!) Kitabevi” tarafından Arapça olarak yayınlanan risâlesinde ona reddiye yaparak,
avâmın yaptığı amellerin çoğunun büyük şirk olmadığını, olsa bile bunları cehâletten dolayı
yaptıkları için tekfir edilemeyeceklerini iddia etmiştir.
“Tathir’ul İ’tikad” müellifi es-San’ani’nin de başlangıçta tevhid ehlini müdâfaa ederken
sonraları cehâletin özür olduğu fikrine döndüğü rivâyet olunur. Nitekim eş-Şevkanî “ed-Durr’un
Nadid” adlı risâlesinde es-San’anî’nin bu görüşlerine reddiye yapmaktadır.
Daha sonraki dönemlerde Iraklı Nakşibendî şeyhi Davud bin Cercis şirkte cehâletin özür
olduğunu savunmuş hatta kendisi akidede onlara muhâlif olduğu hâlde İbnu Teymiye ve
Muhammed bin Abdilvehhab’ın da bu görüşte olduğunu ileri sürmüştür. Âlimlerden birçoğu bu ve
benzeri hususlarda İbnu Cercis’e reddiye yapmıştır ki bunlardan birisi olan Şeyh Abdullatif’in
cehâlet konusunda onun âlimlere attığı iftiralara verdiği cevâbını risâlenin ilerleyen sayfalarında
okuyacaksınız inşallah.
İşte cehâlet özrü tartışması Şeyh İshak’ın dönemine kadar böyle süregelmiştir. Bir yanda
muayyen tekfiri savunan Necd uleması, diğer yanda da aynı günümüz zındıkları gibi tekfirsizliği
savunan dalâlet ehli, meseleyi tartışırken ve bu hususta saflar net olup kimin neyi savunduğu az
çok belliyken, nihâyet kendilerini Muhammed bin Abdilvehhab’ın davetine nispet eden bazı
kimseler çıkmış, tıpkı günümüz dalâlet ehlinin yaptığı gibi her şeyi altüst edip birbirine
karıştırararak cehâletin ma’zeret olduğunu ve bunun bizzât Şeyh Muhammed ve etbaı’nın akidesi
olduğunu iddia edivermişlerdir. Bu hususta da şeyhin tam aksi yönde açık, muhkem sözlerini bir
kenara bırakarak “Kevvaz Kubbesi” gibi müteşabih (ihtimalli) bazı sözlerine sarılmışlardır. İşte
8
Şeyh İshak’ın bu risâleyi kaleme alma sebebi de bu kesimin ortaya attığı iddialardır. Bu hususta
Şeyh İshak Rahimehullah şöyle demektedir:
“Bize ulaştı ve bizler duyduk ki, ilim ve din iddiasında bulunan ve Şeyh Muhammed bin
Abdilvehhab’ı kendilerine imam edinmiş olduklarını iddia eden bir takım insanlar, Allah’a ortak
koşan ve putlara ibâdet eden muayyen kişilere küfür ve şirk nispet edilemeyeceğini
söylüyorlarmış. Şöyle ki; onlardan birinden bizzât duyduğuma göre kardeşlerden birinden, onun
Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e du’â eden ve ondan istiğasede (yardım talebinde) bulunan bir
adama şirk ve küfür nispet ettiğini duyduğunda adam ona demiş ki: “Ona ta’rif edene (şirk ve
küfür olduğunu bildirene, hücceti ikâme edene) kadar, ona küfür nispet etme (!)”
Şeyh İshak’ın tercümesini sunduğumuz bu kitabın girişinde söylediği bu sözler üzerinde
düşünen bir kimse, tartışmanın gerçek mahiyetini idrâk eder ve o zamanki şüphecilerin yolunun
günümüz şüphecilerinin yoluyla aynı olduğunu anlar. Bu risâle, sözkonusu şüphelere ışık tutması
bakımından ilmî bir delil niteliği taşıdığı gibi aynı zamanda günümüzde varolan cehâlet özrü
tartışmalarının tarihi gelişimini sunması, Necd bölgesi tevhid davetinin nasıl bozulmaya
başladığını ve günümüz Suud Selefiliğine (!) ne zaman dönüştüğünü göstermesi bakımından da
tarihî bir vesika özelliği taşımaktadır.
Öyle görünüyor ki Şeyh İshak, Necd bölgesi tevhid davetinin son temsilcilerinden birisidir ve
davet içindeki bu yozlaşmaya mukavemet etmeye çalışmıştır. Lâkin çoğunluğun bu din karşısındaki duyarsızlığı ve ilim talebelerinin de hakkı müdâfaa etmek yerine çoğunluğa tâbi olmayı
tercih etmesi sebebiyle hakkın sesi zamanla iyice kısılarak nihâyet kötü yöneticilerin de etkisiyle
tevhid daveti temsilcilerini kaybederek ancak böyle kitap sayfaları arasında kalmıştır. Lâkin Allah’u
Te’âlâ
va’dettiği üzere nurunu tamamlayacak[6] ve Rasûl Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in müjdelediği
şekilde her yüz senede bir, dinini yenileyecek bir müceddidi gönderecektir.[7]
Şeyh İshak’ın bu hacmi küçük fakat ilmi değeri son derece büyük risâlesinin temel konusu
tekfir meselesi olmakla beraber risâlenin içerisinde şeyhin işaret ettiği bazı nükteler de risâleye
iyice değer katmaktadır. Meselâ tevhidi savunuyormuş gibi görünen toplulukların müşriklerden
beraet (uzaklaşma) noktasındaki duyarsızlıklarından ve bunun küllî bir irtidata dönüşme
tehlikesinden gâfil olmalarından şikâyet ederek şöyle demektedir:
“…bizim bahsettiğimiz kimseler ve müşriklerin yanlarına gidip onların yanında okumaları,
iddialarına göre onlardan ilim almaları gibi hususlarda onlar gibi olanlara bir bak! Bütün bunlar,
onların kabul ettiği ve onlar hakkında ma’lûm olan şeylerdir. İşte bunlar böylece müşriklere
dostluk göstermek ve onlara meyletmekle itham olunurlar.
Musibetlerden bir tanesi de şudur ki; bu türden birisi (müşriklerin yanından) dönüp
Müslümanların yanına geldiğinde ona müşriklere gitmeden önce izzeti ikram yönünden nasıl
muâmele ediyorlarsa, o şekilde muâmele etmeye devam ediyorlar. Hâlbuki onlardan bazen
müşriklerin beldelerini övmek, Müslümanları ve ülkelerini beğenmeme gibi ancak kötü düşünceli
kimselerden zuhur edecek davranışlar zuhur etmektedir ki onlar bu hâlleri üzere kalmaktadırlar.
Onların bu davranışlarını reddedenler ise çok azdır. Bir kimsenin bunların bu tarz fiillerinden
dolayı dinden çıkıp sapmasından endişe etmesine gelince; ben hiç kimsenin bunu umursadığını
9
zannetmiyorum. Sanki kendisinden riddet vb. şeyler sudur eden kimselerle alâkalı verilen şer’î
hükümler bu yapılanlarla çelişmiyormuş gibi (hiç kimse bunları önemsememektedir).”
Şeyh burada müşriklerle dost olanlar bir yana kendileri bunu yapmasalar da yapanlara karşı
duyarsız olan kimseleri kınamakta ve ilim öğrenmek gibi bahanelerle müşriklerin arasına giren
kimseleri de tenkid etmektedir.
Bu risâlede şeyh, bizlere tekfir meselesi başta olmak üzere bütün dinî meselelerde uyulacak
temel usûlü de göstermekte ve şöyle demektedir:
“İslam dininde zorunlu olarak bilinmesi gereken meselelerden birisi de şudur; usûluddin
meselelerinde başvurulacak merci Kitâb, Sünnet ve ümmetin muteber icmâsıdır ki bundan kasıt
da sahâbenin üzerinde bulundukları yoldur. Bu konularda merci, belirli bir âlimin şahsı değildir.
Kimin yanında bu esas, şüphe götürmeyecek ve kalbine oturacak bir şekilde sabitleşirse,
imamların bazı kitaplarında karşılaşmış olduğu müteşabih (ihtimalli) sözlerin anlaşılması ona
kolay olacaktır. Zîrâ Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem dışında masum olan hiç kimse yoktur.”
İşte şeyhin de işaret ettiği gibi akide meselelerinde başvurulacak kaynak Kitâb, Sünnet ve
selefin icmâsı olduğu hâlde günümüzde de maalesef aynı şekilde âlimlerin sözleri üzerinden bu
meseleleri tartışma hastalığı devam etmektedir. Hâlbuki konuyla alâkalı muhkem nasslara hatta
âlimlerin de muhkem sözlerine mürâcaat edildiğinde meseleler çözülecektir. Lâkin dalâlet ehli
bunun farkında olduğu için meseleyi asla asıllara götürmeye yanaşmamakta ve meselenin
kıyısında dolaşarak “Şu âlimin kavlini nasıl yorumluyorsunuz” gibi sözlerle asıl meseleyi
karartmaya çalışmaktadır.
Şeyh İshak’ın bu kısa risâlesi böyle faydalı ve ibretli sözlerle dolup taşmaktadır. İşte ihtiva
ettiği bu faydalardan dolayı biz de bu risâleyi Türkçe’ye tercüme ederek yayınlamaya karar vermiş
bulunmaktayız. Sözkonusu risâle “Akidet’ul Muvahhidin” adlı derlemenin içerisinde 6. Risâle
olarak neşredilmiş olup 165 ila 186. sayfalar arasında yer almaktadır. Bizler de tercümeye bu
mecmuanın 1419/1999 tarihli baskısının pdf nüshasını esas aldık.
Şeyh İshak’ın risâlesinin tahkikini İsmail bin Sad bin Atik 1407H/1987M yılında
gerçekleştirmiş ve risâleyi AbdulAzîz bin Fevzan’ın 1312H tarihinde -yani Şeyh İshak’ın
sağlığında- yazdığı nüshadan aldığını beyan etmiştir ki sözkonusu zât da bunu bizzât Şeyh
İshak’tan naklettiğini ifade etmiştir. Bu hususu risâlenin sonunda “1312 Zulhicce ayı, musannif
Şeyh İshak Rahimehullahu Te’âlâ’nın kendi el yazısından aktarılmıştır” ifadeleriyle belirtmektedir.
Buna rağmen bazı kimseler bu risâlenin “ed-Durar’us Seniyye” gibi Necd ulemasının
fetvalarını ihtiva eden mecmualarda bulunmamasından hareketle risâlenin sıhhatine dil uzatmaya
kalkmaktadır ancak bu yaklaşım kanaatimizce doğru değildir. Zîrâ Necd ulemasına ait olup da bu
tarz mecmualarda yer almayan birçok risâle mevcuttur. Nitekim Şeyh İshak’ın hayatıyla alâkalı
bölümde bahsettiğimiz birçok risâlesi de ed-Durar’us Seniyye’de yoktur. Nitekim “Ercuze” nazmı
ve diğer bazı eserlerinin olduğu gibi bu eserin de Şeyh tarafından Hindistan’da kaleme alındığı
bazı yerlerde zikredilmektedir. Dolayısıyla bu risâlenin ed-Durar’da zikredilmemesinin bu ve
benzeri birçok sebebi olabilir. Bununla beraber risâlenin ismi Şeyh tarafından konulmamıştır, bu
10
isim muhakkik ya da risâleyi yazan müstensih tarafından konulmuş olabilir lâkin bu isimlendirmede bir sakınca yoktur, zîrâ kitabın muhtevasına uygun bir isimlendirmedir.
Sözkonusu risâle üzerinde, muhakkik çok fazla bir çalışma yapmadığından dolayı kitaptaki
hadîslerin tahrici, alıntı yapılan eserlerin ve sayfa numaraları vesâiresinin tesbiti tarafımızdan
yapıldığı gibi dipnotlar da tamamen bize aittir. Risâlenin mevzusunun güncel olması itibariyle yer
yer uzasa da, dipnotlar vasıtasıyla konunun anlaşılmasına yardımcı olmaya çalıştık.
Başta mütercim arkadaşımız olmak üzere kitapta emeği geçen herkese teşekkürlerimizi
arzeder, İslam’a ve Müslümanlara faydalı olmasını Rabbimizden dileriz.
Muvaffakiyet Allah’tandır.
11
Müellif Şeyh İshak Rahimehullah Hakkında
Nesebi ve Doğumu
Tam ismi İshak bin Abdirrahman bin Hasen bin Muhammed bin Abdilvehhab’tır. Nesebinden
anlaşılacağı üzere tevhid davetinin müceddidi Muhammed bin Abdilvehhab Rahimehullah’ın torunu
olan ikinci müceddid lakaplı Şeyh Abdurrahman bin Hasen Rahimehullah’ın oğludur. 1276H/1859M
yılında Riyad’da doğmuştur.
Hocaları ve İlmi Seyahatleri
Ağabeyi Şeyh Abdullatif Rahimehullah’dan ve onun oğlu Abdullah Rahimehullah’dan ve Şeyh
Hamd bin Atik Rahimehullah’dan ilim almıştır ki bu ismi geçenlerin hepsi Necd bölgesinin önde
gelen âlimleridir. Bunlardan başka hocaları da vardır. Henüz temyiz çağındayken yani buluğa
ermemişken Kur’an’ı ezberlemiş ve bazı muhtasar kitapların ezberine başlamıştır.
Necd bölgesinde meydana gelen bazı siyasî karışıklıkların akabinde H.1309 tarihinde
Hindistan’a seyahatte bulunmuş ve başta Hindistan’daki muhaddislerin önde gelenlerinden olan
Nezir Hüseyin Dehlevî olmak üzere birçok kimseden hadîs dinlemiş, kıraatte bulunmuş ve icazet
almıştır. Daha sonra Mısır ulemasının yanında da okumuş ve aynı şekilde onlar vasıtasıyla da
hadîste; sem’a, kıraat, icazet ve isnad sahibi olmuştur. Mekke’de de bir müddet bulunmuştur.
Usûl ve furû’da, nahiv başta olmak üzere birçok ilimde derinleşmiştir ki ed-Durar’us Seniyye’yi
derleyen zât onu şu vasıflarla vasfetmektedir:
“Allame, fehhame (kavrayış sahibi), muhaddis, fakih, vaiz, uyanık bir muhakkik (araştırmacı),
(bildikleriyle) amel eden, zahid, takva sahibi, faziletli şeyh…” İşte bu özellikleriyle kendisine tâbi
olunan bir imam hâline gelmiştir.
Öğrencileri
Bereketli ilim meclislerine önderlik eden Şeyh İshak’ın öğrencileri arasında yeğeni İbrahim
bin Abdullatif, AbdulAzîz bin Atik, Abdullah el-Ankari ve başkaları da vardır.
Eserleri
Şeyh İshak’ın elinizdeki bu eser haricinde de birçok risâle ve fetvaları mevcuttur ki bunların
birçoğu Necd ulemasının eserlerinden derlenmiş olan ed-Durar’us Seniyye isimli mecmuanın
içerisinde mevcuttur. Ayrıca Hindistan seyahati esnasında kaleme almış olduğu akide konularıyla
12
alâkalı şiir şeklindeki “Ercuze”si mevcuttur. Bağdadlı İbnu Haneş isminde birisine yazdığı reddiye
ve yine el-Cevâbat’us Sem’iyye isimli başka bir eseri de vardır.
Ahlâkı ve hakkındaki övgüler
Şeyh İshak denildiğine göre güzel çehreli, güleryüzlü, tevazu sahibi bir kimse olup sürekli
ders vermekle meşgul olurdu. Ele aldığı konuları derinlemesine araştıran birisiydi ve kendisinden
çokça istifade edilirdi. Süleyman bin Sehman ve başkalarının onun hakkında övgü dolu şiirleri
vardır. H.1319/M.1901 tarihinde Riyad’da vefât etmiştir. Allah ona, ailesine, hocalarına ve
öğrencilerine rahmetiyle muâmele etsin ve ilimlerinden istifade etmeyi bizlere nasib etsin.
Amin.[8]
13
Muayyen Tekfirin Hükmü
ve
Hüccetin İkâmesi ile Hüccetin Anlaşılması
Arasındaki Fark
َّ ‫س ِم‬
‫يم‬
ْ ِ‫ب‬
ِ ‫هللاِ ال َّر ْح َم ِن ال َّر ِح‬
ْ َ‫ َوأ‬، َ‫ َوَلَ ُعد َْوانَ إَِلَّ َعلَى الظَّالِ ِمينَ َوا ْل َعاقِبَةُ لِ ْل ُمتَّقِين‬، َ‫ب ا ْل َعالَ ِمين‬
ِّ ‫ا ْل َح ْم ُد ِ َِّلِ َر‬
ُ‫ش َه ُد أَنْ ََل إِلَهَ إِ ََّل هللا‬
ُ ‫ستَ َغ‬
، ‫ش ِر ُك ا ْل َكفُو ُر‬
ْ ‫ فَ َمنْ َعبَ َد َغ ْي َرهُ فَ ُه َو ال ُم‬، ُ‫شدَائِ ِد َو ََل يُ ْدعَى إَِل َّ إِيَّاه‬
َّ ‫اث فِي ال‬
ْ ُ‫ الَّ ِذي ََل ي‬، ‫ص َم ُد‬
َّ ‫اْلَ َح ُد ال‬
، َ‫ص ْحبِ ِه أَ ْْج َم ِعين‬
ْ َ‫ َوأ‬، ‫آن‬
ِّ َ‫بِن‬
ُ ‫ش َه ُد أَنَّ ُم َح َّمدًا َع ْب ُدهُ َو َر‬
َ ‫صلَّى هللاُ َعلَ ْي ِه َوآلِ ِه َو‬
َ ُ‫ َو َخلِيلُه‬، ُ‫سولُه‬
ِ ‫ص القُ ْر‬
:ُ‫سو ٌل أَ َّما بَ ْعد‬
ُ ‫ فَ َال تَبِ َّي بَ ْع َدهُ َوَلَ َر‬، َ‫الَّ ِذي قَا َمتْ بِ ِه ا ْل ُح َّجةُ َعلَى ا ْل َعالَ ِمين‬
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…
Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’adır. Düşmanlık ancak zâlimleredir. Akibet muttakilerindir.
Şehâdet ederim ki Ahad ve Samed olan Allah’tan başka -ibâdete lâyık hak- ilah yoktur. O ki; belâ
ve musibetlerde O’ndan başkasından yardım istenilmez ve O’ndan başkasına du’â edilmez. Her
kim O’ndan başkasına ibâdet ederse Kur’an’ın nassıyla o kişi müşrik ve kâfirdir. Şehâdet ederim
ki Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem O’nun kulu, Rasûlü ve halilidir (dostudur). Allah ona, ailesine
ve bütün ashâbına salât etsin ki o Sallallahu Aleyhi ve Sellem‘in vasıtasıyla âlemlere hüccet ikâme
edilmiştir. Ondan sonra ne bir Nebi ne de bir Rasûl yoktur.
Bundan sonra; bize ulaştı ve bizler duyduk ki, ilim ve din iddiasında bulunan ve Şeyh
Muhammed bin Abdilvehhab’ı kendilerine imam edinmiş olduklarını iddia eden bir takım insanlar,
Allah’a ortak koşan ve putlara ibâdet eden muayyen kişilere küfür ve şirk nispet edilemeyeceğini
söylüyorlarmış. Şöyle ki; onlardan birinden bizzât duyduğuma göre kardeşlerden birinden, onun
Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e du’â eden ve ondan istiğasede (yardım talebinde) bulunan bir
adama şirk ve küfür nispet ettiğini duyduğunda adam ona demiş ki: “Ona ta’rif edene (şirk ve
küfür olduğunu bildirene, hücceti ikâme edene) kadar, ona küfür nispet etme (!)”
İşte bu ve bu türden kimseler gerek yolculuklarda ve gerekse de kendi ülkelerinde
müşriklerle içli dışlı olmaktan rahatsız olmuyorlar, bilakis müşriklerin âlimleri arasından insanların
en kâfiri denebilecek kimselerden ilim öğreniyorlar.[9]
14
Müşriklerin âlimleri de onlara kendi davaları hakkında şüpheler ekerler ki bunların bazısı
risâlenin devamında gelecektir -inşaAllahu Te’âlâ- ve bu şüphelerle kendi teba’alarının ayak
takımından bazısını; hiçbir bilgisi olmayan, onların durumunu anlamayan, ayırt etme (yeteneği) ve
anlayış sahibi olmayan kimseleri kandırdılar. Bu kimseler ki; bedenlerini kardeşlerden, kalplerini
şeyhlerden uzaklaştırıp onlara (şüphecilere) müdahene (yağcılık) yaptılar, açığa vurdukları
şüphelerden, fasıklar ve müşriklerle içli dışlı olmalarının (Müslümanlarda) doğurduğu kırgınlıktan
dolayı (Müslümanları) terkettiler ve kendileri de terkedildi.
Sonuç olarak, bunlar müşrikleri ancak umum olarak tekfir ediyorlar ve kendi aralarında bu
düşüncelerini açığa vurmaktan çekiniyorlar.[10] Bu bid’atleri ve şüpheleri öyle yayıldı ki bazı önde
gelen kardeşlere bile sirâyet etti. Onların bu hataya düşmesinin sebebi ise Allah en iyisini bilendir,
temel kitapları terk etmek, onlara gereken önemi göstermemek ve (haktan) sapmaktan yana
korku duymamaktır.
Şeyh Muhammed bin Abdilvehhab’ın Allah Ruhunu Arındırsın ve onun oğullarının risâlelerinden
yüz çevirdiler ki ileride geleceği üzere, bu risâleler gerçekten bu şüphelerin hepsini açıklamaya
kefildir! Azıcık bilgi sahibi olan bir kimse, bugün insanların hâllerini gördüğü ve zikredilen
şeyhlerin i’tikâdına baktığı zaman, gerçekten hayrete düşer. Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh! (güç
ve kuvvet ancak Allah’tandır)!.
Bu bahsi geçen kimselerden birine bu meseleden bahsettiğimde dedi ki: “Biz bu türbelere ve
orada yatanlara ibâdet edenlere: ‘Senin bu yaptığın şirktir!’ deriz ama (türbeye ibâdet eden) o
kimse müşrik değildir (!)…”
Dikkat et, görüyorsun! Rabbine hamdet ve O’ndan afiyet iste!
Muhakkak ki bu cevap, Irakî’nin (Davud bin Cercis’in) verdiği bazı cevaplarla aynıdır ki
bunlara Şeyh Abdullatif (Minhac’ut Te’sis adlı eserinde ve başka yerlerde) reddiye vermiştir.
Bu hususta benimle konuşan kişi, bazı talebelerin ona bu meseleyi ve dayandığı delili
sorduğunu söyledi. O şahıs ise bununla alâkalı şöyle demiş:
“(Küfür fiilinin) nev’ini (türünü) tekfir ederiz, (muayyen) şahsı ise ancak ta’riften (bildirdikten,
hücceti ikâme ettikten) sonra tekfir ederiz. Bu konudaki dayanağımız, Şeyh Muhammed bin
Abdilvehhab’ın Allah Ruhunu Arındırsın bazı risâlelerinde gördüğümüz şeylerdir. (Şeyh) Kelvaz[11]
Kubbesi’ne ve Abdulkâdir’e ibâdet edenlerden câhil olanları, onları ikaz edecek (veya uyaracak)
birinin olmayışı sebebiyle tekfir etmekten kaçınmıştır.”
Dikkat et, acayipliği görüyorsun! Sonra Allah’u Te’âlâ’dan seni, âfiyet ve doğruluktan
sapmaktan korumasını iste!
Onların durumu, Şeyh Muhammed bin Abdilvehhab Rahimehullah’dan nakledilen şu meşhûr
hikâyeyi ne kadar da andırmaktadır. Şeyh bir gün, dinin aslını açıklayıp onunla alâkalı meseleleri
izah ederken, orada oturanlardan birisi bu mevzularla alâkalı hiç bir şey sormadığı, acayip
karşılamadığı ve merak da etmediği hâlde ta ki şeyh bu (Kevvaz Kubbesi ile alâkalı) sözü gibi
(kapalılık içeren) bir söz sarfettiğinde o adam bunun üzerine dedi ki: “Bu (da) nedir? Nasıl olur?”
Şeyh bunun üzerine şöyle dedi: “Allah seni kahretsin! Biz sabahtan beri konuştuğumuz hâlde sen
15
ne bir şey anladın, ne de sordun fakat ne zaman ki böyle yanlış bir kelâm sarfedildi (de hemen)
fark ettin! Sen tıpkı pislikten başka bir şeye konmayan sinek gibisin!” veya buna benzer bir şeyler
söyledi.
Allah’a hamdu senalar olsun, yardımı ve doğruya isâbet etmeyi O’ndan isteriz; bizler ancak
şeyhlerimiz, Muhammed bin Abdilvehhab’ın “İfâdet’ul Mustefid”[12] adlı eserinde ve torununun
(Abdurrahman bin Hasen’in) Irakî’ye reddiyelerinde[13] söylediklerini söylüyoruz ki bu, onlardan
önceki din imamlarının da sözleriyle aynıdır. Şöyle ki: İslam dininde zorunlu olarak bilinmesi
gereken meselelerden birisi de şudur; usûluddin meselelerinde başvurulacak merci Kitâb, Sünnet
ve ümmetin muteber icmâsıdır ki bundan kasıt da sahâbenin üzerinde bulundukları yoldur. Bu
konularda merci, belirli bir âlimin şahsı değildir. Kimin yanında bu esas, şüphe götürmeyecek ve
kalbinde yer edecek bir şekilde sabitleşirse, imamların bazı kitaplarında karşılaşmış olduğu
müteşabih sözlerin anlaşılması ona kolay olacaktır. Zîrâ Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem dışında
masum olan hiç kimse yoktur.
Bizim bu meselemiz, bir olan ve ortağı bulunmayan Allah’a ibâdet, O’nun dışındakilere
ibâdetten beri olma ve Allah ile beraber O’ndan başkasına ibâdet edenlerin, işlemiş oldukları
şirkin, İslam milletinden (dininden) çıkaran büyük şirk olduğu meselesidir ki bu, asılların aslıdır.
Allah, Rasûllerini bunun için göndermiş, kitapları bunun için indirmiştir. Hüccet de insanlara Rasûl
ve Kur’an ile ikâme olmuştur.
Bu esas hakkında Allah’a şirk koşan kimsenin tekfiri açısından din imamlarının cevâbının bu
olduğunu, böyle bir kimsenin tövbe ettirileceğini, eğer tövbe etmezse öldürüleceğini göreceksin.
Onlar, usûle (dinin asıllarına) dair meselelerde ta’rifi zikretmezler. Ta’rifi, delillerin bazı
Müslümanlara kapalı olabileceği hafi (kapalı) meselelerde, Kaderiye ve Mürcie gibi bid’at ehlinin
tartıştıkları konularda[14], yine sarf ve atf[15] gibi hafi bir meselede zikreder.[16]
Kabre tapanlara nasıl ta’rif ederler? Oysa onlar Müslüman değildir ve İslam ismi içerisine
girmezler! Hiç şirk ile birlikte bir amel kalır mı? Allah’u Te’âlâ (şirk koşanlar hakkında) şöyle buyuruyor:
(‫اط‬
َ ‫)وَل يَد ُْخلُونَ ا ْل َجنَّةَ َحتَّى يَلِ َج ا ْل َج َم ُل فِي‬
ِ َ‫س ِّم ا ْل ِخي‬
َ
“Deve iğnenin deliğinden geçinceye kadar cennete
giremezler.” (A’raf, 40)
َّ ِ‫ش ِركْ ب‬
(ٍ‫ي‬
ْ ُ‫) َو َمنْ ي‬
ِّ ‫س َما ِء فَت َْخطَفُهُ الطَّ ْي ُر أَ ْو تَ ْه ِوي بِ ِه‬
َّ ‫اِلِ فَ َكأَتَّ َما َخ َّر ِمنَ ال‬
ُ ‫الر‬
َ ‫ان‬
ٍ ‫يح فِي َم َك‬
ٍ ‫س ِح‬
“Kim Allah'a ortak koşarsa, sanki o gökten düşmüş de
onu bir kuş kapıvermiş veya rüzgâr onu ıssız bir yere
sürükleyip atmış gibidir.” (Hacc, 31)
َّ َّ‫)إِن‬
(‫هللاَ َل يَ ْغفِ ُر أَنْ يُش َْركَ بِ ِه‬
“Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz.” (Nisa,
48)
(ُ‫ان فَقَ ْد َحبِطَ َع َملُه‬
ِ ‫اْلي َم‬
ِ ْ ِ‫) َو َمنْ يَ ْكفُ ْر ب‬
16
“Kim imânı inkâr ederse işte onun ameli boşa
gitmiştir.” (Ma’ide, 5)
Ve diğer âyetler…
Fakat bu i’tikâd, çirkin bir i’tikâdı daha gerektirmektedir ki bu da, ümmete hüccetin Rasûl ve
Kur’an ile ikâme edilmediğidir! Rasûlü ve Kitâbı unutmaları neticesini doğuran bu kötü anlayıştan
Allah’a sığınırız.[17] Bilakis Risâletin ve Kur’an’ın ulaşmadığı ve câhiliye üzerine ölen fetret ehli
dahi, icmâ ile Müslüman olarak isimlendirilmez ve onlar için istiğfar dilenmez. İlim ehli, yalnızca
ahirette azaplandırılmaları hususunda ihtilâf etmişlerdir.[18]
İşte bu bahsettiğimiz şüphe ve benzerleri veya bundan daha aşağıda olan şüpheler
Şeyh Muhammed bin Abdilvehhab zamanındaki bazı kimselere de arız olmuş, fakat şüpheye
düşen bu kimseler bunları bir şüphe olarak görmüşler ve bu şüpheleri izale etmek için (şeyhten)
talepte bulunmuşlardır. Fakat bizim bahsettiğimiz kimseler ise bu şüpheleri asıl ediniyor ve
müşriklerin geneline ta’rif gerektiğine hükmediyor, üstelik kendilerine muhâlefet edenleri de
cehâletle suçluyorlar.[19] Onlar bu hâlleriyle doğruya isâbet edememişlerdir. Zîrâ bu hususta
onlar hakkında hevaya tâbi olmak sözkonusudur. Bundan kasıt da müşriklerle içli dışlı olmaktır!
(‫) َربَّنَا َلَ تُ ِز ْغ قُلُوبَنَا بَ ْع َد إِ ْذ َه َد ْيتَنَا‬
“Rabbimiz, hidâyet ettikten sonra kalblerimizi eğriltme!”
(Al-i İmran, 8)
Allahu Ekber! Yoldan sapanlar ne kadar da çoğaldı ve;
( َ‫ش ُع ُرون‬
ْ َ‫) َو ُه ْم َلَ ي‬
“Onlar (ne yaptıklarının) şuurunda da değiller!” (Yusuf, 15)
Bu meselede getireceğimiz delillerin daha iyi anlaşılması için bu mukaddimeyi zikrettik.
17
Şeyh Muhammed bin Abdulvehhab Rahimehullah’ın
Mesele Hakkındaki Risâlesi
Şeyh Muhammed bin Abdilvehhab Allah Ruhunu Arındırsın; ilk başlarda, fitneye kapılmadan
önce, sâlihlerden birisi olan Ahsa’nın sahibi (yöneticisi) Ahmed bin Abdilkerim’e yazmış olduğu
risâlede –ki biz bu risâleden, reddiye verdiğimiz kimsenin, bu risâlenin sahibiyle (veya
görüşleriyle) benzerliğinden dolayı birkaç mesele zikredeceğiz (Şeyh İshak)- şöyle demiştir.
Risâlenin metni şöyledir:
“Muhammed bin Abdilvehhab’tan Ahmed bin Abdilkerim’e! Selam gönderilmiş elçileredir.
Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’adır. Bundan sonra;
Mektubun ulaştı. Orada zikrettiğin meseleyi anlatıyor, sana gelen işkâlden (şüpheden)
bahsediyor ve onun izâlesini istiyorsun. Sonra senden bir mektup daha geldi, Şeyh’ul İslam’ın
(İbnu Teymiyye’nin) kelâmını araştırıp bulduğundan ve senden şüpheyi izâle ettiğinden
bahsetmişsin. Allah’tan dileğimiz seni İslam dinine iletmesidir.
Şeyhin (İbnu Teymiyye’nin) kelâmı hangi meseleye delâlet ediyor? Şeyhin kelâmı, Lat ve
Uzza’ya ibâdet edenler gibi putlara ibâdet eden, tıpkı Ebu Cehil’in sövdüğü gibi (hak olduğuna)
şahit olduktan sonra Rasûl’ün dinine söven kimsenin muayyen olarak tekfir edilmeyeceğine mi
delâlet ediyor?
Bilakis, bu ibâreler başkaları bir yana İbnu Feyruz’un[20], Sâlih bin Abdillah’ın ve onların
benzerlerinin İslam dininden çıkaran açık bir küfür ile tekfir edileceği hakkında gâyet sarih ve
açıktır. Bu husus İbn’ul Kayyım’ın ve şeyhin -senden şüpheyi kaldırdığını söylediğin- sözlerinde;
Yusuf ve benzerlerinin kabirleri üzerindeki putlara tapanların, darlıklarda ve rahatlıkta onlara
du’â edenlerin, ikrar ettikten ve şahit olduktan sonra Rasûl’ün dinine sövenlerin ve bunu (bu
amellerin şirk olduğunu) ikrar ettikten sonra, putlara ibâdeti din edinenlerin küfürleri hakkında
açıktır.
Bu söylediğim sözlerde bir mücazefe (demagoji, laf kalabalığı) yoktur. Bilakis bunları sen de
doğruluyorsun. Lâkin Allah bir kalbi kör ederse onun için bir çıkış yolu yoktur. Ancak ben senin
hakkında Allah’u Te’âlâ’nın şu kavlinden korkarım:
( َ‫) َذلِكَ بِأَتَّ ُه ْم آ َمنُوا ثُ َّم َكفَ ُروا فَطُبِ َع َعلَى قُلُوبِ ِه ْم فَ ُه ْم َل يَ ْفقَ ُهون‬
“Bu, onların önce imân edip sonra inkâr etmeleri, bu
yüzden de kalplerine mühür vurulması sebebiyledir. Artık onlar anlamazlar.” (Münafikun, 3)
18
Sana gelen bu şüphe aslında elindeki bir lokma etten ibarettir. Sen, müşriklerin diyarını terk
ettiğin zaman, senin ve ailenin (yiyeceğini) kaybedeceğinden korkuyorsun. Böylece Allah’ın
rızkından şüphe ediyorsun. Bunun yanı sıra kötü arkadaşlar da (âdetleri olduğu üzere seni yoldan
çıkarttılar). Sen, -Allah’a sığınırız- derece derece düşüyorsun! Önce şüphe, ardından şirk
beldesi(ne gitmek) ve onlara dostluk göstermek, arkalarında namaz kılmak(la işe başlayıp,
müşriklere yağcılık yaparak müslümanlardan beri oldun)...”
(Şeyh Muhammed bin Abdilvehhab) Rahimehullahu Te’âlâ’nın sözü burada sona erdi.
Şimdi şeyhin, ismi geçen (İbnu Feyruz gibi) âlimlerin tekfiri ve Yusuf’un kabri üzerindeki puta
ibâdet edenlerin küfrü ile alâkalı sözleri üzerinde düşün! Bu husus aynı zamanda İbn’ul Kayyım
Rahimehullah’ın
sözlerinde ve sözkonusu risâlenin sahibinden (Muhammed bin Abdilvehhab’tan
yukarıda) hikâye edilen sözlerde de gâyet açıktır.
Şeyh bu adama, münafıklarla alâkalı âyetle hükmetmiştir. Muhakkak ki bu, genel bir
hükümdür. Aynı şekilde bugün, Necd bölgesinden kendilerini dine ve ilme nispet edenlerin
çoğunun hâllerini bir düşün! Onlar ki, müşriklerin beldelerine gider ve orada bir müddet ikâmet
ederler. Onlardan ilim talep eder ve onlarla oturup kalkarlar. Sonra Müslümanların yanına geri
döndüklerinde kendilerine “Allah’u Te’âlâ’dan kork ve rabbine bu yaptıklarından dolayı tövbe et!”
denilince kendisine bunu söyleyen kimseyle alay eder ve şöyle derler: “İlim talep etmekten dolayı
mı tövbe edeyim?”
Sonra sahip olduğu kötü i’tikâdının ve kibrinin gerektirdikleri, sözlerinde ve fiillerinde ortaya
çıkar ki bunda şaşılacak bir şey yoktur. Çünkü o, müşriklerle içli dışlı olarak Allah’a ve Rasûlü’ne
isyan etmiş ve cezasını görmüştür. Lâkin asıl tuhaf olan, Din ve Tevhid Ehli’nin müşriklerle
muvahhidlerin arasını birleştirmek isteyen bu tip kimseleri içlerine almalarıdır. Hâlbuki Allah’u
Te’âlâ,
onların arasını hem Yüce Kitâbı’nda, hem de Nebisi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in dili ile
ayırmıştır.
Şeyh Rahimehullahu Te’âlâ daha sonra o risâlesinde Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den sonra
irtidat eden birçok kimsenin olduğunu, meselâ Ebu Bekir Radıyallahu Anh zamanında zekâtı
vermekten imtina ettiklerinden dolayı riddetine hükmettikleri kimseler gibi... Yine Ali Radıyallahu
Anh’ın
ashâbı(ndan onu ilah edinenler), Kûfe’deki (Museyleme’nin peygamberlik iddiasını tasdik
eden) Mescit Ehli, Benu Ubeyd el-Kaddah (Mısır ve Afrika’ya hükmeden Fatimi devleti) vs… Tüm
bunların muayyen olarak riddetine hükmetmişlerdir.
Bunları zikrettikten sonra Şeyh Muhammed bin Abdilvehhab şöyle demiştir:
“Sana karmaşık bir hâle getirdikleri Şeyh’ul İslam İbnu Teymiyye’nin ibâresine gelince; o,
tüm bunlardan daha katıdır. Eğer biz de bunu söylesek meşhûr olan birçok şahsı muayyen olarak
tekfir ederdik. Zîrâ o; söz konusu yerde açık bir şekilde, muayyen kimsenin ancak hüccetin
ikâmesinden sonra tekfir edileceğini açıklamıştır. Kendisine hüccet ikâme olunan muayyen kişi
ise tekfir edilir.[21] Mâlum olduğu üzere hüccetin ikâmesinin manası, Allah’ın ve Rasûlü’nün
kelâmını Ebu Bekir es-Sıddık Radıyallahu Anh’ın anladığı gibi anlaması değildir. Bilakis, Allah’ın ve
Rasûlü’nün kelâmı ulaştığında ve özür olacak unsurlardan da soyutlandığında bu kimse kâfirdir.
19
Tıpkı tüm kâfirlere Kur’an ile hüccetin ikâme olunması gibi. Bununla beraber Allah’u Te’âlâ şöyle
de buyurmaktadır:
(ُ‫)إِتَّا َْج َع ْلنَا َعلَى قُلُوبِ ِه ْم أَ ِكنَّةً أَن يَ ْفقَ ُهوه‬
“Onların kalpleri üzerine, anlamamaları için örtüler
koyduk.” (Kehf, 57; En’am, 25)
َّ ‫اب ِع ْن َد‬
( َ‫الص ُّم ا ْلبُ ْك ُم الَّ ِذينَ ََل يَ ْعقِلُون‬
َ َّ‫)إِن‬
ُّ ِ‫هللا‬
ِّ ‫ش َّر الد ََّو‬
“Allah katında canlıların en kötüsü akletmeyen sağır
ve dilsiz kimselerdir.” (Enfal, 22)
Kaldı ki şeyhin (hüccet ikâmesiyle alâkalı) sözleri riddet ve şirkle değil bilakis (ister usûl
isterse de furûyla alâkalı olsun) cüz’î meselelerle alâkalıdır.”
Sonra şeyh dedi ki: “İşte bütün bunlar münafıkların nifâklarını izhâr ettiklerinde mürted
olduklarını apaçık gösterir. Bu durumda onun hiç kimseyi muayyen olarak tekfir etmediğini ona
nispet etmen nerededir? Aynı şekilde bunu, kelâmcılar ve onların benzeri kimseler hakkında
onların imamlarından riddete ve küfre düştükleri çeşitli konuları zikrettiği yerde açıklamıştır.”[22]
Şeyh’ul İslam İbnu Teymiye Rahimehullahu Te’âlâ şöyle demiştir:
“Bu, eğer hafi olan meselelerde olursa şöyle denilebilir: Terkedeni küfre sokacak olan
hüccet, ikâme edilmediğinden dolayı hata etmiştir ve sapmıştır. Fakat bu (küfür), onların bazı
gruplarından; müşriklerin, Yahudi ve Hristiyanların bile Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in
bununla gönderildiğini ve muhâliflerini tekfir ettiğini bildikleri zâhir (açık) meselelerde olmaktadır.
Meselâ; bir olan ve ortağı bulunmayan Allah’a ibâdeti emretmesi, Allah’u Te’âlâ’nın dışında
meleklere, nebilere ve başkalarına ibâdet edilmesini yasaklaması gibi… Zîrâ bunlar İslam’ın en
belirgin şiarlarıdır. Sonra onların liderlerinden birçoğunun bu durumlara düştüklerini ve böylece
mürted olduklarını görürsün. Onlardan birçoğunun bazen çok açık bir şekilde İslam’dan irtidat
ettiklerini görürüz.”
İbnu Teymiyye şöyle devam etmiştir: “Bundan daha açık olanı şudur ki, bunlar arasından
riddet(i gerektiren şeyler) hususunda eser verenler de çıkmıştır. Nitekim (Fahruddin) er-Razi,
yıldızlara ibâdet konusunda bir kitap yazmıştır.[23] Elbette böyle bir davranış, Müslümanların
ittifâkıyla İslam’dan riddettir (irtidat etmektir).”
Bunlar, harfi harfine şeyhin lafızlarıdır. Şeyhin, hafi meseleler ile bizim kendisi hakkında
konuştuğumuz muayyen küfrü (tekfiri) ayıran sözlerini düşün!
Onların liderlerini, falan kişi filan kişi şeklinde muayyen olarak tekfir etmesini ve onların
riddetinin apaçık bir riddet olmasını düşün! Şeyhin, Şafii imamlarının büyüklerinden birisi olmasına rağmen Fahr’ur Razi’nin İslam’dan irtidatına dair icmâyı ortaya koymasını düşün!..[24]
Şimdi onun bu sözlerinin “Bir kimse, velev ki Abdulkâdir’e rahatlıkta ve darlıkta du’â etse de
Abdullah bin Avf’ı sevse (veya ona meyletse) de ve Ebu Hadide’ye ibâdet ettiği hâlde onun dininin
güzel olduğunu iddia etse de tekfir edilmez” şeklinde anlaşılması doğru olur mu?
20
Yine Şeyh’ul İslam (İbnu Teymiyye, kelâmcılara ve onlara benzeyenlere karşı olan
reddiyesinde) şöyle demiştir:
“Bilakis âlemdeki bütün şirkler onların türünden kişilerin görüşlerine dayanarak icat edilmiştir.
Onlar şirki emredenler ve yapanlardır. Onlardan şirki emretmeyenler ise şirkten nehyetmez.
Bilakis hem tevhidi hem şirki bir arada kabul ederler. Eğer muvahhidleri herhangi bir sebepten
dolayı tercih ederlerse onların haricindeki müşriklerden de tercih ettikleri olur. Bazen de her
ikisine birden karşı çıkarlar. Bunu iyi düşün, çünkü bu gerçekten çok faydalıdır.
Öncesinde İslam dininde olup şirkten nehyetmeyen ve bununla beraber tevhidi gerekli gören
kimseler de bunun gibidir. Bilakis, onlar tevhid iddiasında bulundukları hâlde şirke cevaz verir ve
onu emrederler. Onların tevhidleri, ameldeki bir tevhid değil sadece kavlî (sözdeki) bir tevhidden
ibarettir.”
(Şeyh İbnu Teymiyye) Rahimehullah’ın sözü burada sona erdi.[25]
Şeyhin sözlerini düşün ve şeytanın bununla seni kötü bir anlayışa sevk ettiği (kandırdığı)
şeyi, şeyhin sözlerine arzet! Bu öyle fasit bir anlayıştır ki, sen onunla Allah’ı, Rasûlü’nü ve
ümmetin icmâsını yalanladın ve bu yüzden tağutlara ibâdete taraf oldun. Bunu anladıysan ne âla,
aksi takdirde Allah’tan sana kendi eliyle hidâyet bahşetmesi için du’â ve niyazı çoğaltmandan
başka sana denecek bir şey yoktur. Zîrâ tehlike büyüktür. Ateşte ebedi olarak kalmak, apaçık
riddetin cezasıdır. Bir tümen veya yarım tümen paraya aldığın bir lokma et için asla değmez!
Bizim yanımızda öyle insanlar var ki, aileleriyle (yanlarında bir mal olmaksızın) geliyorlar ve (aç
kalmıyorlar) dilenmiyorlar.[26]
Allah’u Te’âlâ bu mesele hakkında şöyle buyurmaktadır:
(‫ُون‬
َ َّ‫اس َعةٌ فَنِي‬
َ ‫)يَا ِعبَا ِد‬
ِ ‫ضي َو‬
ِ ‫ي الَّ ِذينَ آ َمنُوا إِنَّ أَ ْر‬
ِ ‫اي فَا ْعبُد‬
“Ey imân eden kullarım! Şüphesiz ki Ben’im arzım
(yeryüzü) geniştir. O hâlde, ancak Bana kulluk edin.”
(Ankebut, 56)
َّ ‫)و َكأَيِّنْ ِمنْ دَابَّ ٍة َل ت َْح ِم ُل ِر ْزقَ َها‬
(‫س ِمي ُع ا ْل َعلِي ُم‬
َّ ‫هللاُ يَ ْر ُزقُ َها َوإِيَّا ُك ْم َوه َُو ال‬
َ
“Nice canlılar var ki, rızıklarını kendileri elde
edemezler. Allah onları da rızıklandırır, sizi de. Semî
(işiten) ve Alîm (bilen) O’dur.” (Ankebut, 60)
Şeyhin (Muhammed bin Abdilvehhab’ın) mezkûr risâlesinden bazı yerleri özetlenerek harfi
harfine aktarılan sözleri burada sona erdi. “Tarih”ten[27] bu risâleye mürâcaat et, zîrâ onda
gerçekten çok faydalar vardır.
Burada kast olunan, hüccetin Rasûl ve Kur’an ile ikâme edilmiş olmasıdır. Rasûlü işiten ve
Kur’an’ın ulaştığı herkese hüccet ikâme olmuştur. Bu, Şeyh’ul İslam (İbnu Abdilvehhab)’ın
kelâmında şu sözleri sarfettiği esnada açık olarak belirtilmiştir:
“Ma’lûm olduğu üzere hüccetin ikâmesinin manası, Allah’ın ve Rasûlü’nün kelâmını Ebu
Bekir es-Sıddık Radıyallahu Anh’ın anladığı gibi anlaması değildir. Bilakis, Allah’ın ve Rasûlü’nün
21
kelâmı ulaştığında ve özür olacak unsurlardan da soyutlandığında bu kimse kâfirdir. Tıpkı tüm
kâfirlere Kur’an ile hüccetin ikâme olunması gibi. Bununla beraber Allah’u Te’âlâ şöyle de
buyurmuştur:
(ً‫)إِتَّا َْج َع ْلنَا َعلَى قُلُوبِ ِه ْم أَ ِكنَّةً أَن يَ ْفقَ ُهوهُ َوفِي آ َذاتِ ِه ْم َو ْقرا‬
“Onların kalpleri üzerine, onu anlamamaları için
örtüler, kulaklarına da ağırlık koyduk.” (Kehf, 57; En’am,
25)
Şimdi şeyhin sözlerini düşün, düşünceni toparla ve Allah’tan hidâyet dile!
İşte bu üç yerde şeyh (der ki:) “Her kime Kur’an ulaştıysa ve onu işittiyse onu anlamasa bile,
o kimseye Kur’an ile beraber hüccet kâim olmuştur.”[28] Allah’a hamd olsun ki Kur’an’ı işiten her
Müslüman bu hususa imân eder. Lâkin şeytanlar insanların çoğunu Allah’ın fıtratından -ki Allah
kullarını bu hâl üzere yaratmıştır- alıp götürdüler. Sonra Şeyh’ul İslam’ın onların küfürlerine
hükmetmesi hakkındaki sözlerini düşün!
Şeyh “Kendilerine ta’rif edilinceye kadar tekfir edilmezler veya onlar müşrik olarak
adlandırılmazlar” dedi mi? Bilakis, onların yaptıkları, Şeyh’ul İslam’ın sözüne işarette bulunduğumuz yerdeki gibi şirktir. Sonra (Muhammed bin Abdilvehhab’ın), Şeyh’ul İslamdan (İbnu
Teymiyye’den) naklettiği, kelâmcılar ve onlara benzeyenler hakkındaki sözlerini düşün!
“Bu, eğer kapalı olan meselelerde olursa şöyle denilebilir: Terkedeni küfre sokacak olan
hüccet ikâme edilmediğinden dolayı –ta ki ona ta’rif edilene kadar- hata etmiştir ve sapmıştır.
Fakat bu durum, açık meselelerde vuku bulmaktadır.”
Şeyh’ul İslam devamında şöyle diyor:
“Hatta Yahudiler, Hristiyanlar ve müşrikler bile Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bununla
gönderildiğini ve muhâliflerini tekfir ettiğini bilmektedirler. Meselâ, bir olan ve ortağı bulunmayan
Allah’a ibâdeti emretmesi, Allah’ın dışında nebilere ve meleklere ibâdet edilmesini yasaklaması
gibi. Sonra onların liderlerinden birçoğunun bu durumlara düştüklerini ve böylece mürted
olduklarını görürsün.”
Şeyh devamında şöyle diyor:
“Sonra Şeyh (Muhammed)’in Şeyh’ul İslam’ın sözleri hakkındaki “Şeyhin, hafi meseleler ile
bizim üzerinde olduğumuz muayyen küfrü (tekfiri) ayıran sözlerini düşün!.. Onların liderlerini
muayyen olarak tekfir etmesini düşün!..” lafızları üzerinde de -şeyhin dediği gibi- dur ve düşün!..”
Bu kadar alıntı, bu şüphelerin reddedilmesi için yeterlidir.
Şeyh’ul İslam, Allah Ruhunu Arındırsın (tevhide dair) bu meseleleri (onların iddiasının aksine)
Yahudi ve Hristiyanların bile İslam dininden olduğunu bildikleri açık meselelerden kılmıştır. Ne var
ki sana bahsettiğimiz kişi, buna karşı kör olmuştur. Öyle anlaşılıyor ki o, bunları okuyup kabul
ettiği hâlde kendisi ile bunu insanların yaşadığı vakıaya tatbik etmesi arasına bazı engeller
girmiştir. Bunun da sebebleri vardır ki insanın kendisi hakkında eğrilikten ve değişmekten
22
korkmaması bu sebeblerden birisidir. Selef ise bu durumdan korkmuştur. Ne var ki, bazen insanın
hevası, onu hakkı öğrenmekten ve nasslara dayanarak o hakkı anlamasından alıkoyuyor.
Nitekim Şeyh Muhammed bin Abdilvehhab Rahimehullahu Te’âlâ da “Tarih” sahibinin zikretmiş
olduğu bazı risâlelerinde buna değinmiş ve şöyle demiştir: “Bunlardan bir tanesi de şudur: Dinin
aslına dair mesele bazı talebelere tam bir sene takrir ettirilir, o da onu öğrenir ve (zihninde)
tasavvur eder. Fakat vakıada yaşandığı zaman onu fehm edemez.”
Dur ve düşün!.. Yine bu misallerden bir tanesi de Veşm bölgesi âlimlerinden bazıları ile
alâkalı zikrettiği şu husustur: Bu kimse Şeyh Muhammed ile yaptığı bazı yazışmalarında tevhidi
ikrar eder ve ardından şeyhe bu surette hakka isâbet edip etmediğini sorar. Şeyh ise ona
cevâben şöyle der:
“Tevhidi kabul etmen haktır ve bu hususta da isâbet ettin. Lâkin asıl hüner öğrendikten
sonra amel etmektedir. Zîrâ sen, sizin beldenize bazı din düşmanları tarafından bu dine ve ehline
dil uzatmayı ihtiva eden mektuplar ulaştırıldığında onlarla birlikte hareket ettin ve onlardan
uzaklaşmadığın gibi onlardan ayrılmadın da!” Şeyhin sözü bu şekilde veya buna yakındır.
İşte bunu düşün, bundan kurtulabilirsen büyük bir işten kurtulmuş olursun!
Ayrıca şeyh Rahimehullah’ın risâlenin sahibi (Ahmed bin Abdulkerim) hakkında “Eğer ki
münafıklar, tağutlara ibâdete taraftar olurlarsa...” şeklinde hükmü indirmesini sonra onun riddetine
hükmetmesini bir düşün! Şeyhin bu şahıstan naklettiği şeylerin en önemlilerinden bir tanesi de
onun muayyen tekfirde tevakkuf etmesi ve onu hicretten alıkoyan en büyük şeyin elindeki bir
lokma et ve fakirlik korkusu olmasıdır.[29] Sonra bir de bizim bahsettiğimiz kimseler ve
müşriklerin yanlarına gidip onların yanında okumaları, iddialarına göre onlardan ilim almaları gibi
hususlarda onlar gibi olanlara bir bak! Bütün bunlar, onların kabul ettiği ve onlar hakkında ma’lûm
olan şeylerdir. İşte bunlar böylece müşriklere dostluk göstermek ve onlara meyletmekle itham
olunurlar.
Musibetlerden bir tanesi de şudur ki; bu türden birisi (müşriklerin yanından) dönüp
Müslümanların yanına geldiğinde ona müşriklere gitmeden önce izzeti ikram yönünden nasıl
muâmele ediyorlarsa, o şekilde muâmele etmeye devam ediyorlar. Hâlbuki onlardan bazen
müşriklerin beldelerini övmek, Müslümanları ve ülkelerini beğenmeme gibi ancak kötü düşünceli
kimselerden zuhur edecek davranışlar zuhur etmektedir ki onlar bu hâlleri üzere kalmaktadırlar
(bundan vazgeçmemektedirler). Onların bu davranışlarını reddedenler ise çok azdır. Bir kimsenin
bunların bu tarz fiillerinden dolayı dinden çıkıp sapmasından endişe etmesine gelince; ben hiç
kimsenin bunu umursadığını zannetmiyorum! Sanki kendisinden riddet vb. şeyler sudur eden
kimselerle alâkalı verilen şer’î hükümler bu yapılanlarla çelişmiyormuş gibi (hiç kimse bunları
önemsememektedir!)
23
Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Getirdiği Şeyleri İnkâr Edenin
ve Kendisine Hüccet İkâme Olunan Kişinin Hükmü
Şeyh Rahimehullah ve ondan önce de Şeyh’ul İslam Rahimehullah’ın daha önce ölüp gitmiş olan
insanlar hakkında söylediği gibi, keza daha önce zikri geçen bu meşhûrların davetçisinin zikrettiği
gibi, şimdi kendi hâline bak ve i’tikâd ettiğin şeyler hakkında tefekkür et! Şüphesiz bundan
kurtulursan, büyük bir şeyden kurtulmuş olursun, aksi takdirde ise şaşılacak bir şey yoktur. Lâ
havle ve lâ kuvvete illâ billâh!..
Meselemizin delillerinden birisi de, şeyh Rahimehullahu Te’âlâ’nın İsa bin Kasım ve Ahmed bin
Suveylim’in; Şeyh’ul İslam Takiyyuddin’in Allah Ruhunu Arındırsın: “Kendisine hüccet ikâme olduğu
hâlde Rasûl’ün getirdiğini inkâr eden kimse kâfirdir” sözünü, şeyhe sordukları zaman şeyhin, İsa
bin Kasım ve Ahmed bin Suveylim isimli iki kardeşe yazdığı cevaptır:
“Selamun aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu, bundan sonra:
Zikretmiş olduğunuz şeyhin (İbnu Teymiyye’nin): “Şunu, şunu inkâr edenler (hüccet ikâme
edilmişse kâfirdir)…” vb. sözlerindendir. Sizler: “Bu tağutlara ve tâbilerine hüccet ikâme edilmiş
midir edilmemiş midir?” diye soruyorsunuz. Bu, en acayip durumlardan birisidir! Nasıl bunda
şüpheye düşersiniz, sizlere defalarca açıkladım ki hüccetin üzerine ikâme edilmediği kimse, yeni
İslam’a girmiş ya da uzak bir bölgede yaşayan veya sarf ve atf gibi kapalı olan meselelerde (hata
eden kimse)dir. Bu tür meselelerde, ta’rif edilene kadar tekfir edilmez.
Allah’u Te’âlâ’nın Kitâbı’nda açıkladığı usûluddin meselelerinde ise Allah’ın hücceti Kur’an’dır.
Kime Kur’an ulaşırsa hüccet ona ulaşmıştır. Fakat işkâlin kaynağı, sizlerin hüccetin ikâme
edilmesiyle hüccetin fehm edilmesini (anlaşılmasını) birbirinden ayırt edememenizdir. Zîrâ
kâfirlerin ve münafıkların çoğunluğu, üzerlerine ikâme edilmesine rağmen Allah’ın hüccetini fehm
edememişlerdir (anlayamamışlardır). Bu, Allah’u Te’âlâ’nın şu buyruğunda olduğu gibidir:
ً‫سبِيال‬
َ )
( ‫ض ُّل‬
ْ َ‫ب أَنَّ أَ ْكثَ َر ُه ْم ي‬
ُ ‫س‬
َ َ‫س َم ُعونَ أَ ْو يَ ْعقِلُونَ إِنْ ُه ْم إِ ََّل َك ْاْلَ ْت َع ِام بَ ْل ُه ْم أ‬
َ ‫أَ ْم ت َْح‬
“Sen onların çoğunu dinler ve akıl erdirirler mi
sanırsın? Onlar ancak hayvanlar gibidir; hatta onlar
yolca daha da sapıktırlar.” (Furkan, 44)
Hüccetin ikâmesi ve ulaşması başka bir şey, fehm edilmesi (anlaşılması) ise başka bir
şeydir.”[30]
Şeyhin sözlerini düşün. Allah’tan seni doğru bir anlayış ile rızıklandırmasını ve taassuptan
korumasını diliyoruz. Şeyh Rahimehullah’ın: “Kur’an’ın ulaştığı herkese hüccet ikâme olmuştur, bunu
24
fehm etmese (anlamasa) bile!..” sözlerini ve onun bunu (fehm etmese bile Kur’an’ın ulaştığı
herkese hüccet ikâme olmasını) hataya düşenlerin hataya düşme sebebi kılmasını ve ta’rifi hafi
meselelerde (gerekli) kılmasını düşün!..
Nakilde bulunduğumuz kişi ise ta’rifi dinin asıllarında (tekfirden önce gerekli) kılmıştır.
Hâlbuki Kur’an ve Rasûl’den sonra ta’rif var mıdır? Sonra da diyor ki: “Bu i’tikâdımızdır, hem bizim
hem şeyhlerimizin!”
Doğruluktan sonra sapmaktan Allah’a sığınırız! Hâlbuki bu mesele, Şeyh Muhammed
Rahimehullah’ın
eserlerinde bir hayli çoktur. Çünkü onun zamanındaki müşriklerin âlimleri de
(bilhâssa) muayyen tekfir hakkında çekişip durdular. İşte bu; (Mufid’ul Mustefid kitabında yaptığı)
“Amr bin Abese Radıyallahu Anh Hadîsi”nin şerhi ki başından sonuna kadar hepsi muayyen tekfir
hakkındadır. Öyle ki (Şeyh Muhammed) Şeyh’ul İslam İbnu Teymiyye Rahimehullah’dan bu konu
hakkında şunları nakletmiştir:
“Her kim Ali Radıyallahu Anh’a du’â (ibâdet) ederse kâfirdir. Her kim de bunu yapanı tekfir
etmezse o da küfre düşmüştür.”[31]
Ve kendisine dayanmış olduğu şer’î deliller üzerinde de iyice düşün ki onlar üzerinde değil
bir mü’min, sadece insâflı bir akıl sahibi dahi iyice düşünse bu meselenin üzerinde ittifâk edilmiş
bir konu olduğunu anlar. Öyle ki bu, i’tikâdında bozukluk olan bir kimse dışında kimseye müşkil
gelmez.[32]
Şeyh Süleyman bin Abdillah Rahimehullahu Te’âlâ Tevhid’in Şerhi’nde[33] çeşitli yerlerde tevhid
kelimesini söyleyen, namaz kılan ve zekât veren fakat sâlihlere du’â etmek, onlardan yardım
dilemek ve onlar adına kurban kesmek gibi söz ve fiilleri ile buna muhâlefet edenlerin, hem tevhid
kelimesini söyleyip hem de ona muhâlefet etme bakımından Yahudi ve Hristiyanlara benzediğini
belirtir.
Buna binâen müşriklere (tekfirden önce) ta’rif edilmesi gerektiğini söyleyenlerin, Yahudi ve
Hristiyanlara da ta’rif edilmesi gerektiğini söylemesi ve ta’rif etmeden önce onları tekfir etmemesi
gerekir. Bu, ibret nazarıyla bakıldığında gâyet açık bir konudur.
25
Şeyh Abdullatif bin Abdirrahman Rahimehullah’ın
Bu Mesele Hakkındaki Risâlesi
Şeyh Abdullatif bin Abdirrahman Rahimehullahu Te’âlâ’nın sözlerine gelince, onun bu mesele
hakkında gerçekten çok sözü vardır. Biz şeyhin sözlerinden ancak birazını zikredeceğiz. Çünkü
mesele, üzerinde ittifâk edilmiş bir meseledir, makam ise ihtisâr (özet) makamıdır. Şeyhin
sözlerinden şüphelere karşı sana tenbihte bulunacak olanları zikredelim ki zikrettiğimiz kimse
Kevvaz Kubbesi’ne ibâdet edenler ve şeyhin bu kimselerin tekfirinde tevakkuf etmesinden yola
çıkarak istidlâlde bulunmuştur.
İlk olarak cevâbın seyrini ve hangi amaçla söylendiğini zikredelim. Şöyle ki; Şeyh
Muhammed Rahimehullah ve şeyhten bu kıssayı nakledenler bunu şeyhle alâkalı hasımlarının onun
hakkında ileri sürdükleri Müslümanları tekfir ettiği iddiasına karşı bir ma’zeret (savunma) olarak
zikrederler.[34] Yoksa bu sözün kendisi bir iddiadır, hüccet olmaya elverişli birşey değildir. Bilakis
Kur’an’dan ve Sünnet’ten bir delile ve bir şahide ihtiyaç duyar.[35]
Allah kimin basiretini açar da taassuptan korunursa ve o kimse i’tina gösteren birisi olursa
şeyhin bu meseleyi (sadra) şifâ olacak şekilde açıklamış olduğunu ve muayyen şahsın tekfir
edileceği hususunu bütün eserlerinde kesin olarak belirtmiş olduğunu, bu husustaki herhangi
birşey hakkında tevakkuf etmediğini de görür. Şimdi atıfta bulunduğumuz cevâbın seyrine
dönelim:
Şeyh Abdullatif bin Abdirrahman Rahimehullah, Irakî’nin “Haremeyn’i ve onun ehlini tekfir
ettiniz” sözlerine karşılık olarak onun sözlerini zikredip cevap vermiş ve ardından şöyle demiştir:
“Irakî dedi ki: “Şurası bilinmektedir ki bu konularda görüş beyan eden Müslümanları –hatalı
dahi olsalar- tekfir etmenin men edilmesi şerî’atin en büyük hedeflerinden birisidir. Zîrâ o içtihâd
edip de isâbet ederse iki ecir alırken hata ettiği takdirde bir ecir alır.”[36] Irakî’nin sözü burada
sona erdi.
Buna şöyle cevap verilir: Bu söz Irakî’nin açıkladığımız türden tahriflerindendir. Burada iki
tane tahrif vardır:
Birincisi: Irakî (İbnu Teymiyye’nin bu sözleri sarfetme sebebi olan) soruyu ve bunun
konusunun; Ehli Sünnet ve’l Cema’at ile Haricîler ve Rafizîler arasında çekişme ve ihtilâf olan
meselelerdeki tekfir hakkında oluşunu gizledi. Nitekim Haricîler ve Rafizîler, Müslümanları ve Ehli
Sünnet’i, kendi ortaya attıkları, esas edindikleri, uydurdukları ve kabullendikleri şeylere muhâlefet
etmelerinden dolayı tekfir ettiler.
Irakî burayı kendisine “Kabir ehline du’â etmek, onlardan istemek ve onlardan istiğasede
bulunmak bu bâbtan değildir. Müslümanlar bu mesele hakkında ihtilâf etmemişlerdir, bilakis
26
Şeyh’ul İslam İbnu Teymiyye’nin naklettiği ve tekfirinde ihtilâf olmayan meselelerden saydığı gibi,
bu amellerin tekfir edilen şirk olduğunda icmâ edilmiştir” denilmesinden korktuğu için gizlemiştir.
Şeyhin buradaki sözünün, onun küfür olduğunda icmâ edildiğini kesin olarak belirttiği
amellere hamledilmesi doğru olmaz. Şâyet Irakî’nin bu sözleri buna hamletmesi doğru olsaydı
şeyhin sözleri birbirine uyuşmaz hâle gelirdi. Muhakkak Allah’u Te’âlâ şeyhi bu iftiralardan uzak
tutmuş ve korumuştur. Şeyhin kelâmı birbirine uyumludur ve bazısı bazısına şahitlik eder. Sen
bunu anladığın zaman, Irakî’nin şeyhin bazı sözlerini gizleyip hazf etmesi suretiyle yapmış olduğu
tahrifatı ve sözün aslını hazf etmenin, sözü kast ettiği mananın dışına çıkartacağını da anlamış
olursun.
İkinci Tahrif: Şeyh Rahimehullah demiştir ki: “Müslümanları tekfir etmenin aslı...” Şeyhin (bu
açık) ibâreleri kabre ibâdet edenleri Müslümanlar olarak isimlendirilmekten çıkartmaktadır.
Nitekim onun bu kimseleri Müslümanların arasına dahil etmediğine hükmettiği buna benzer
sözlerini nakledeceğiz. Şimdi şeyh, Müslümanlardan bazı furû meselelerde hata edenlerden
bahsetti ve ardından şöyle dedi: “Her kim bir beşerin ilah olduğuna inanır veya bir ölüye du’â
eder, ondan yardım, rızık ve hidâyet ister, ona tevekkül eder ve ona secde ederse tevbe etmesi
istenir tövbe ederse eder aksi hâlde boynu vurulur.” (İbnu Teymiyye’den) alıntı burada sona erdi.
İşte böylece Irakî’nin istidlâli bâtıl olmuş ve temelinden yıkılmıştır. Nasıl olur da
Müslümanları tekfir etmekten alıkoymayı, sâlihlere du’â eden, Allah ile birlikte onlara istiğasede
bulunan, Allah’tan başkasının hakkı olmayan ibâdetleri onlara yönelten kimselere tatbik eder? Bu
Kitâb ve Sünnet’in nassıyla ve ümmetin âlimlerinin icmâsı ile bâtıldır. Irakî’nin cehâletinin ilginç bir
yönü de, o hasmına hüccet olarak bizzât iddiayı sunuyor. İddia ise delil olmaz. Irakî’nin kabre
ibâdet edenlerin İslamını iddia etmesi, onların İslamlarına dair kesin bir delile ihtiyaç duymaktadır.
Onların İslamları sabit olduğu takdirde tekfir edilmeleri men edilir.[37] “Teferruat ise müşkil
değildir.”[38]
Ma’lûmdur ki her kim Haricîler ve Rafizîler gibi hevasıyla Müslümanları tekfir eder veya ister
usûldeki isterse furûdaki ictihâdî meselelerde hata edeni tekfir ederse o ve onun benzerleri
bid’atçidir, sapıktır ve hidâyet imamları ile dinin şeyhlerinin üzerinde olduğu şeye muhâliftir.
Meselâ Şeyh’ul İslam Muhammed bin Abdilvehhab kimseyi bu ve buna benzer meselelerde
tekfir etmez, şeyh ancak Azîz olan Kitâb’ın ve onun getirdiği sahîh olan Sünnet’in tekfirini
açıkladığı ve ümmetin tekfiri hakkında icmâ ettiği kimseyi tekfir eder. Tıpkı dini değiştiren;
peygamberlere, meleklere ve sâlihlere ibâdet eden ve onlara du’â eden câhiliyye toplumunun
yaptıklarını yapan kimse gibi ki Allah onları tekfir etmiştir, onların kanlarını, mallarını ve soylarını
Allah’ın dışında; bir peygambere, bir veliye veya bir puta ibâdet etmelerinden dolayı mübah
kılmıştır. Azîz olan Kitâb’ın ve kusursuz Sünnet’in delâlet ettiği gibi bu kimselerin küfürde bir
farkları yoktur. Bunun açıklaması sana mufassal olarak yapılacaktır. Bunların bazısı daha önce
de geçmişti.
(Abdullatif bin Abdirrahman) dedi ki: “Bu câhillerin benzerleri hakkında soruldu. (O da dedi
ki): “Her kime hüccet ikâme olduysa ve hücceti öğrenmeye elverişliyse kabirlere ibâdet etmesiyle
27
kâfir olur.” (Ve yine şeyh dedi ki:) “Yere çakılıp kalana ve hevasına tâbi olana gelince, onun hâli
ne olur bilmem!..” Onun sözleri yeterince geçmiştir.
Bununla beraber İbn’ul Kayyım Rahimehullah sahibini kâfir yapan meselelerde, şeyhlerini
(üstad ve hocalarını) taklit edenlerin, hakkı ve onun bilgisini talep etmeye imkân bulup bunu
öğrenmeye de elverişli oldukları hâlde yüz çevirir ve dönüp bakmazlarsa kâfir olacaklarını kesin
olarak beyan etmiştir. Her kim Rasûller’in getirdiğini öğrenmeye imkân bulamaz ve öğrenmek için
elverişli olmazsa, bu kişi de onun nezdinde Rasûller’den hiç birisinin daveti ulaşmamış olan fetret
ehli mesabesindedir ki bu her iki tâ’ifenin de İslam’ına hükmedilmez hatta onların bir kısmını tekfir
etmeyenler nezdinde bile onlar Müslüman isminin içine girmezler. Onun bu husustaki sözleri sana
arzedilecektir.[39]
Şirke gelince, bu vasıf onlar için uygundur ve şirk ismi onlara verilir. Zîrâ İslam’ın aslı ve en
büyük kâ’idesi olan “La-ilahe İllallah” şehâdeti bozulduktan sonra İslam’dan artık geriye ne
kalabilir ki?[40] İslam’ın ve onun isminin, fakihlerin “Mürtedin Hükmü” bâbında zikrettikleri bazı
şeylerle beraber devam etmesi sâlihlere ibâdet ve onlara du’â etmekle beraber devam
etmesinden
daha
aşikârdır.[41]
Lâkin
Irakî
bu
amellerin
“ibâdet
ve
du’â”
olarak
isimlendirilmesinden kaçıyor! Bu amellerin “tevessül ve nidâ” olduğunu iddia ediyor ve bunları
müstehap görüyor. “Heyhât, peşindeki İlah olduğu hâlde kaçış nereye?”[42]
Kervanla ateş arasında Allah’ın, önünden de arkasından da bâtıl yanaşamayacak olan,
Hakîm ve Hamîd olan Allah’ın katından indirilmiş Yüce Kitâbı’nda bahşetmiş olduğu âyetler, kulu
ve Rasûlü olan Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in getirdiği hikmet, hidayet ve Allah’ın
kendisine indirdiği sınırların açıklaması vardır. Allah Subhanehu ve Te’âlâ daima bu din için kendisi
vasıtasıyla kullarına hüccetin kâim olacağı bir filiz yetiştirecektir öyle ki onlar O’nun Kitâbı’nda ve
dininde ilhada, eğriliğe dalıp onu olması gerekenden başka yerlere çekenlere karşı dinini ve
şerî’atini açıklamak için cihad edeceklerdir İla ahir...”[43]
Şeyh Rahimehullah’ın “Kabirlere du’â etmek, onlardan istemek ve onlardan istiğasede
bulunmak bu bâbtan değildir. Müslümanlar bu mesele hakkında ihtilâf etmediler, bilakis bu amellerin tekfir edilen şirk türünden olduğunda icmâ edilmiştir. Nitekim bizzât Şeyhulislam İbnu
Teymiye bunu nakletmiş ve bu konuyu tekfirinde ihtilâf olmayan meselelerden addetmiştir. Şu
hâlde şeyhin sözlerinin (bu amellere) hamledilmesi, o bu amellerin küfür olduğunda icmâ edilen
ameller olduğunu kesin olarak belirttiği hâlde doğru olmaz” sözlerini düşün!..
Derim ki: Şeyhin, Ali Radıyallahu Anh’a du’â (ibâdet) edileceğini iddia edenlerin kâfir olduğuna
dair daha önce geçen sözü buna delâlet eder.
Sonra şeyh dedi ki:
“İkinci Tahrif: Şeyhin Müslümanları tekfir etmenin aslına dair söyledikleri hakkındadır ki
şeyhin ibâreleri zaten kabirlere ibâdet edenleri Müslüman isminden çıkarmıştır.”
Şeyhin birinci ve ikinci sözlerini düşün ki bu (küfür olduğu) üzerinde icmâ edilmiş bir şeydir
ve kabirlere tapanlar Müslüman değillerdir, onlar İslam ismine dâhil de olmazlar. İşte bu şeyhin,
Şeyh’ul İslam İbnu Teymiye’nin sözlerinin bizzât kendisidir. Şeyh devamla şöyle demiştir. “Tövbe
etmesi istenir tövbe ederse eder, aksi hâlde boynu vurularak öldürülür.”
28
Şeyh burada, yanında bir ilim olmayan ve dininin aslında bozukluk olan birinin zannettiği
gibi: “O kimseye ta’rif edilir” demediği gibi: “Ta’rif edilinceye kadar kâfir olmaz” da demedi.
Sonra Şeyh Abdullatif’in, Irakî’ye reddiyesindeki sözlerini düşün! “Böylece Irakî’nin istidlâli
bâtıl olmuş ve temelinden yıkılmıştır. Nasıl olur da Müslümanları tekfir etmekten alıkoyan kavilleri,
sâlihlere du’â eden, Allah ile birlikte onlara istiğasede bulunan kimselere tatbik eder? Bu, Kitâb ve
Sünnet’in nassıyla, ümmetin âlimlerinin icmâsı ile bâtıldır.” Şeyh ardından şöyle demektedir:
“Şeyh Muhammed bin Abdilvehhab ancak Kitâb’ın ve Sahîh Sünnet’in tekfirini açıkladığı ve
ümmetin tekfiri hakkında icmâ ettiği kimseyi tekfir eder. Tıpkı dinini değiştiren, meleklere,
peygamberlere ve sâlihlere ibâdet eden ve onlara du’â eden câhiliyye toplumunun yaptıklarını
yapan kimse gibi ki Allah onları tekfir etmiştir. Onların kanlarını, mallarını ve soylarını Allah’ın
dışında bir nebiye, bir veliye veya bir puta ibâdet etmelerinden dolayı mübah kılmıştır. Bu
kimselerin Azîz olan Kitâb’ın delâlet ettiği gibi küfürde bir farkları yoktur.” (Şeyh Abdullatif’in) sözü
burada sona erdi.
Derim ki: İşte bu, onun Kevvaz Kubbesi’ne ibâdet eden câhil hakkındaki sözü için verilecek
cevap olarak açıkladıklarının en büyüklerindendir. Zîrâ o, bu hususta câhili ve diğerlerini istisnâ
etmemektedir. Bu, yani şirk koşanı mutlak olarak tekfir etmek, Kur’an’ın yoludur. Şeyh
Rahimehullah’ın
bazı cevaplarında (tekfir hususunda) tevakkuf etmesi başka herhangi bir sebebe
hamlolunur. Yine gördüğün gibi o: “Yere çakılıp kalana gelince, onun hâli ne olur bilmem”
sözünde olduğu gibi bir sefer daha tevakkuf etmiştir.
Allah için, ne acayib bir iştir! Şeyhin, Kur’an ve Sünnet’ten delilleriyle birlikte her yerde geçen
sözü; keza Şeyh’ul İslam’ın ve İbn’ul Kayyım’ın: “Her kime Kur’an ulaştıysa ona hüccet ikâme
olmuştur” sözleri nasıl terk edilir de icmâlî olmasına rağmen tek bir yerdeki sözü kabul edilir?
Şeyh Abdullatif’in, İbn’ul Kayyım’dan naklettiği sözlerini de anla! “Bu kimselerin hâlleri en iyi
ihtimalle bi’setten (risâlet ulaşmasından) önce ölen fetret ehli gibi veyâhut da kendisine
peygamberlerden herhangi birisinin daveti ulaşmayan kimse gibidir.”
Şeyh devamla şöyle dedi:
“Bu her iki tâ’ifenin de İslam’ına hükmedilmez ve hatta onların bir kısmını tekfir etmeyenler
nezdinde bile onlar Müslüman isminin içine girmezler. Şirke gelince, bu vasıf onlar için uygundur
ve şirk ismi onlara verilir. Zîrâ İslam’ın aslı ve en büyük kâ’idesi olan “La-ilahe İllallah” şehâdeti
bozulduktan sonra İslam’dan artık geriye ne kalabilir ki?”
Şimdi İbn’ul Kayyım Rahimehullah’ın “Mükelleflerin Tabakaları”nda zikrettiklerini, sana
anlattıklarımızın bir tefsiri olarak ve sende kalan şüpheyi def etmesi için zikredelim ki bunları Şeyh
Abdullatif,
Irakî’ye
yaptığı
reddiyesinde
nakletmiştir.
İbn’ul
Kayyım
Rahimehullahu
Te’âlâ
“Mükelleflerin Tabakaları” kitabında[44] Allah yolundan alıkoyan ve azapları katlanmış olan kâfirlerin reislerinden bahsettiğinde şöyle demiştir:
“Onyedinci Tabaka; Kâfirlerin mukallid ve câhilleri, onlara tâbi olanlar ve onlarla birlikte olup
onlara tâbi olan eşeklerin tabakası. Derler ki: “Babalarımızı bir ümmet (din) üzere bulduk ve bizler
de onların örnekliğine uyanlarız.” Bunun yanında onlar, ehli İslam’a karşı barışçıl davranan ve
savaş açmayanlardır. Onlar diğerleri (yani liderleri) kendilerini Allah’u Te’âlâ’nın nurunu
29
söndürmeye, dinini yıkmaya ve kelimesini söküp atmaya adadığı halde (İslamla) savaşanların
kadınları, hizmetçileri ve tâbileri gibi kendilerini bu işe adamamış olan kimselerdir. Bilakis bunlar
hayvanlar konumundadır.
Bu tabakadan olanların, yönetici ve liderlerini taklit eden câhiller olsa da kâfir olduklarında
ittifâk edilmiştir. Ancak bid’at ehlinden birinden, bu tabakadan olanların ateşe (cehenneme)
gireceklerine hükmetmediği ve onları kendilerine davet ulaşmayanlar konumuna koyduğu hikâye
edilmiştir. Bu görüş Müslümanların imamlarından; ne sahâbeden, ne tâbiînden ne de
sonrakilerden, hiçbirinin söylemediği bir görüştür. Bu görüşün sadece, İslam’da (sonradan) ihdâs
edilmiş olan bazı kelâm ehline ait olduğu bilinmektedir.[45]
Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den sahîh olarak şöyle dediği nakledilmiştir:
«‫ فأبواه يهوداته أو ينصراته أو يمجساته‬،‫»ما مولود إَل وهو يولد على الفطرة‬
“Muhakkak ki her doğan çocuk, fıtrat (dini olan İslam)
üzere doğar. Daha sonra anne babası onu Yahudi,
Hristiyan ve Mecusi yapar.”[46]
Böylece hadîs, kişinin ebeveyninin onu fıtrattan (İslam’dan) Yahudiliğe, Hristiyanlığa ve
Mecusiliğe ilettiğini bildirir ve bunda ebeveyninin üzerinde olduğu, eğitim ve menşesinden
başkasına itibâr edilmemiştir.
Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den sahîh olarak şöyle buyurduğu nakledildi:
«‫»إن الجنة َل يدخلها إَل تفس مسلمة‬
“Muhakkak ki cennete, Müslüman olan nefisden başkası
girmeyecektir.”[47]
Bu mukallid Müslüman değildir, akıl sahibi bir mükelleftir. Akıl sahipleri, İslam ya da küfürden
hariç değildir (ya Müslümandır ya da kâfirdir). Kendisine davet ulaşmayana gelince; bu hâliyle
mükellef değildir, çocuklar ve delilerle aynı konumdadır. Onlarla alâkalı sözler daha önce
geçmişti.”
Derim ki: Bu sınıf yani kendisine davet ulaşmayanlar Irakî’nin naklettiği ibârede Şeyh’ul
İslam İbnu Teymiyye Rahimehullahu Te’âlâ’nın kendilerini istisnâ ettiği ve Şeyhimiz Muhammed bin
Abdilvehhab Rahimehullahu Te’âlâ’nın da istisnâ ettiği sınıftır.[48]
(İbn’ul Kayyım devamla diyor ki:)
“İslam; Allah’ı birlemek, bir olan ve ortağı bulunmayan Allah'a ibâdet etmek, Rasûlü'ne imân
etmek, Rasûl’ün getirdiklerinde ona tâbi olmaktır. Kul bunu sağlamadıkça Müslüman değildir.
Eğer bir mu’annid (inatçı, bilerek inkâr eden) bir kâfir değilse câhil bir kâfirdir. Bu tabakadakiler,
en iyi ihtimalle inatçı olmayan câhil kâfirlerdir. Şüphesiz ki bunların mu’annid olmamaları, onları
kâfir olmaktan kurtarmaz. Zîrâ kâfir ya inatçılığından ya da cehâletinden ve inat ehlini taklit etmesi
sebebiyle Allah’u Te’âlâ’nın tevhidini (birliğini) inkâr eden ve Rasûlü’nü yalanlayandır. İşte bunlar,
en iyi ihtimalle kendileri inatçı olmasalar da inat ehline tâbi olanlardır.
30
Allah’u Te’âlâ, Kur’an’ın başka bir yerinde kâfir olan seleflerini taklit edenlerin azabından, tâbi
olanların tâbi olduklarıyla birlikte cehennemde kendi aralarında
tartışacaklarını haber
vermektedir.”
Sonra bu konudaki âyetleri ve hadîsleri zikredip ardından şöyle devam eder:
“İşte bu, tâbi olanların küfrünün mücerret olarak onlara tâbi olmaları ve onları taklit etmeleri
olduğuna delâlet etmektedir. Evet, elbette ki burada kendisiyle işkâlin ortadan kalktığı bir tafsilata
gitmek kaçınılmazdır. Bu da; hakkın ilmi ve ma’rifetine ulaşma imkânı bulmasına karşın bundan
yüz çeviren mukallid ile bunlara hiçbir şekilde ulaşma imkânı olmayan mukallid arasındaki farktır
ve her iki kısım da mevcuttur. İmkânı olmasına karşın yüzçeviren mukallid tefrit ehlidir (gevşeklik
göstermiştir) üzerine vâcib olanı terk etmiştir ve Allah’u Te’âlâ indinde onun için ma’zeret yoktur.
Sorup öğrenmekten âciz olan mukallide gelince; o, hiçbir şekilde öğrenme imkânı olmayandır.
İşte bunlar da iki kısımdır:
Birincisi: Hidâyeti irade eden, onu tercih eden ve onu seven, ona (ulaşmaya) güç
yetiremediği gibi (hidâyete irşâd edecek) bir mürşidin yokluğu sebebiyle araştırmaya da güç
yetiremeyen... İşte bunun hükmü, fetret erbâbının ve kendisine davet ulaşmamış kimsenin hükmü
gibidir.
İkincisi: Hidâyetten yüzçeviren ve onu irade etmediği gibi, üzerinde bulunduğu dinden
başkasını da kendi nefsine telkîn etmeyendir.
Birincisi der ki: “Ya Rabbi! Eğer Sen’in, benim üzerimde bulunduğum dinden hayırlı bir
dininin olduğunu bilseydim onu din edinir ve benim üzerinde bulunduğum dini terk ederdim. Lâkin
benim üzerinde bulunduğum dinden başkasını bilmediğim gibi bundan başkasına da güç
yetiremiyorum. İşte bu, mücadelemin en üst noktası ve ma’rifetimin nihâyetidir.
İkincisi, üzerinde bulunduğu dinden razı olandır. O üzerinde bulunduğu dinden başka bir dini
ona tercih etmediği gibi kendisi için de başka bir dini talep etmez. Onun âcizlik hâli ile güç yetirme
hâli arasında bir fark yoktur.
Birincisi, fetret döneminde dini talep eden ancak gücünü tükettikten sonra peşini bırakıp
âcizliği ve cehâletinden dolayı bunu elde edemeyen gibidir.
İkincisi, bunu talep etmeyen aksine sahip olduğu şirki üzere ölen, talep etse dahi bunu elde
etmekten âciz kalan kimse gibidir. Talep edenin âczi ile yüz çevirenin âczi arasında fark vardır.
Allah’u Te’âlâ, Kıyamet Günü’nde adâleti ve hikmetiyle kulları arasında hükmedecektir.
Rasûller vasıtasıyla kendisine hüccet ikâme edilen hariç kimseye azap etmeyecektir. İşte bu,
bütün mahlûkat hakkında kesinleşmiştir ancak Zeyd’in ve Amr’ın aleyhine bizzât hüccet kâ’im
olmuş mu, yoksa olmamış mı?[49] İşte bu, Allah’u Te’ala ile kulları arasına girmenin mümkün
olmadığı bir konudur.
Bilakis kulun üzerine vâcib olan; İslam dini dışındaki dinlerden birini din edinenlerin tümünün
kâfir olduğuna ve Allah’u Te’âlâ’nın bir kimseye, kendisine Rasûl ile hüccet ikâme edilmiş olması
dışında azap etmeyeceğine i’tikâd etmesidir. Bu geneldir ve ta’yîn, Allah’ın ilmine ve hükmüne
havâle edilmelidir. Bu, mükâfat ve ceza ahkâmı hakkındadır. Dünyevî ahkâm ise, zahîre göre
31
cereyân eder. Dolayısıyla kâfirlerin çocukları ve delileri, dünyevî ahkâma göre kâfirdir, onlara
velilerinin hükmü uygulanır. Bu tafsîlât ile işkâl kalkar.
Bu mesele dört asıl üzerine mebnidir:
Birinci Asıl: Allah Subhanehu, aleyhine hüccet kâim olmadan hiç kimseye azap etmeyecektir.
Allah’u Te’âlâ’nın buyurduğu üzere:
َ ‫)و َما ُكنَّا ُم َع ِّذبِينَ َحتَّى تَ ْب َع‬
(ً‫سوَل‬
ُ ‫ث َر‬
َ
“Biz, bir Rasûl göndermedikçe hiçbir kavme
azap edici değiliz.” (İsra, 15)
َّ ‫س َعلَى‬
(‫س ِل‬
ِّ َ‫سالً ُمب‬
ُّ ‫هللاِ ُح َّجةٌ بَ ْع َد‬
ُ ‫الر‬
ُ ‫) ُر‬
ِ ‫ش ِرينَ َو ُم ْن ِذ ِرينَ لِئ ََّال يَ ُكونَ لِلنَّا‬
“Rasûlleri, (rahmetle) müjdeleyici ve (azaba karşı)
uyarıcı olarak gönderdik ki, Rasûllerden sonra
insanların Allah'a karşı hiçbir hüccet (delil ve bahane)leri
olmasın.” (Nisa, 165)”
Bu husustaki âyetleri zikrettikten sonra İbn’ul Kayyım şöyle demiştir:
“Allah’u Te’âlâ şöyle buyurmaktadır:
( َ‫)و َما ظَلَ ْمنَا ُه ْم َولَ ِكنْ َكاتُوا هُ ُم الظَّالِ ِمين‬
َ
“Biz onlara zulmetmedik fakat onlar kendileri (küfre
sapmakla) zâlim oldular." (Zuhruf, 76)
Zâlim, Rasûl Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in getirdiklerini bilen veya bilme imkânı olan sonra ona
muhâlefet edip ondan yüz çevirendir. Rasûl'den gelen ilme hiç ulaşmayana, hiçbir şekilde onu
bilme imkânı olmayana ve bunda âciz kalana gelince, böyle bir kimsenin “zâlim” olduğu nasıl
söylenebilir?
İkinci Asıl: İki sebeple azâba müstahak olunur:
Birincisi; hüccetten yüz çevirmek ve onu ve de gerektirdiği şeyleri talep etmemek.
İkincisi; hüccet kâim olduktan sonra (ona karşı çıkıp) inat etmek ve gerektirdiği şeyleri talep
etmeyi terk etmek.
Birincisi; Küfr’ül İ’rad (yüz çevirme küfrüdür),
İkincisi: Küfr’ül İnad’dır (inat küfrüdür).
Hüccetin kâim olmaması ve onu bilme imkânının olmamasıyla beraber (sözkonusu olan)
Küfr’ül Cehl’e (cehâlet küfrüne) gelince, işte bu, Rasûller vasıtasıyla hüccet kâim olana kadar
Allah'ın azâbı kendilerinden nefyettiği kimsedir.
Üçüncü Asıl: Şüphe yok ki zaman, mekân ve şahısların farklılaşmasıyla hüccetin kâim olup
olmaması da farklılaşır. Allah’u Te’âlâ'nın hücceti kâfirlerin aleyhine, bir zamanda kâim olurken,
32
başka bir zamanda kâim olmaz. Bir mekân ve nâhiyede kâim olurken, bir başkasında olmaz.
Yine bunun gibi, bazı şahıslara kâim olurken bir diğerine kâim olmaz.
Bu, ya çocuk ve delide olduğu gibi akıl ve temyiz (ayırd etme) gücü olmamasından veyâhut
da fehminin olmamasından (hitabı) anlamaz ve onu tercüme edecek bir mütercim bulamaz ki bu
da Esved Radıyallahu Anh, Ebu Hureyre Radıyallahu Anh ve diğerlerinin hadîslerinde geçtiği üzere,
hiçbir şey işitmeyen, anlama imkânı olmayan ve Kıyamet Günü’nde Allah'a karşı hüccet getiren
dört kişiden biri olan sağır konumundadır ila ahir.…”[50]
Sonra Şeyh Abdullatif bin Abdirrahman Rahimehullah der ki: “İşte bu noktada dur ve bu güzel
ayrıntı üzerinde düşün!..
İbn’ul Kayyım Rahimehullah (azaptan) ancak hakkı şiddetle talep ettiği ve istediği hâlde ona
ulaşmaktan âciz olan kimseyi istisnâ etmiştir. İşte bu sınıf; Şeyh’ul İslam İbnu Teymiyye, İbn’ul
Kayyım ve benzeri muhakkiklerin (hüccet ulaşmamış vb. sözleriyle) kasdettikleri kimselerdir.[51]
Irakî ve bâtıl ehli kardeşleri ise şeyhin câhili tekfir etmediği ve onların ma’zeretli olduğunu
söylediği şüphesine kapılmışlardır. Bunu yaparken de mücmel (kapalı) sözleri esas almış, işin
tafsilatına girmemişlerdir. Bu şüpheyi de kendisi vasıtasıyla Kur’an âyetleri ve nebevî hadîsleri
reddettikleri bir kalkan edinmişlerdir. Müşrik ve kabirperestlerden olan atalarının yaptığı gibi
Allah’ın muvahhid kullarına engel olmaya çalışmıştır. Dönüş Allah’adır. O, ilmi ve adâletiyle kulları
arasında ihtilâf ettikleri hususlarda hükmedecektir ila ahir.…”[52]
33
HÂTİME
Eğer hakkı, delili ile arayanlardansan bunları iyi düşün. Eğer bâtılda karar bulmuş ve
âlimlerin mücmel (kapalı) sözlerinden buna delil getirmek isteyenlerdensen, bunda şaşılacak bir
şey yoktur.
Allah’ın salâtı Ümmi Nebi Muhammed’in, ailesinin ve bütün ashâbının üzerine olsun. (Amin!)
1312H senesi, Zu’l Hicce ayında Musannif Rahimehullahu Te’âlâ’nın el yazısından nakledildi.
Allah’u Te’âlâ ona, İslam ve Müslümanlar hakkında (yaptığı sâlih amellerden dolayı) hayır ile
karşılık versin.
Allah’a muhtaç olan kulu, erkek kulunun oğlu ve kadın kulunun oğlu, Abdul Aziz el-Fevzan’ın
kaleminden. Allah onu, ebeveynini, şeyhlerini ve bütün Müslümanları bağışlasın, onların
imamlarını da (bağışlasın)... Onlar ki Allah dinini onlar vasıtasıyla muhâfaza etti ve yine onlar
vasıtasıyla bütün vakitlerde ve zamanlarda Zeyğ (eğrilik) Ehli’nin burunlarını sürttü. Allah’ın salât
ve selamı Seyyid’ul murselin olan peygamberimiz Muhammed’in, âlinin ve bütün ashâbının
üzerine olsun, din gününe kadar onların üzerine çokça selam olsun.
34
Sonnotlar
[1] “Hutbet’ul Hace” ismiyle meşhur olan bu du’âyı, cuma hutbelerinde vesâir konuşmalarında okuyan
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bizzât sahâbelerine de öğretmiştir. Hadîsi Tirmizî, Ebu Davud, Nesaî, Ebu
Ya’la, Beyheki, İmam Ahmed sahîh bir senedle rivâyet etmiş ve bir kısmı da Sahîh-i Müslim’de yer almıştır.
[2] (Tirmizî, 2641).
[3] (Buhârî, 3650).
[4] (İbnu Ma’ce, 223; Tirmizî, 2682; Ebu Davud, 3641).
[5] (Buhârî, 3641).
[6] Zîrâ Allah’u Te’âlâ şöyle buyurmaktadır:
ّ ‫هللاِ بِأ َ ْف َوا ِه ِه ْم َويَأْبَى‬
ّ ‫)يُ ِريدُونَ أَن يُ ْطفِؤُو ْا تُو َر‬
( َ‫هللاُ إَِلَّ أَن يُتِ َّم تُو َرهُ َولَ ْو َك ِرهَ ا ْلكَافِ ُرون‬
“Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler istemese de
Allah, kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor.” (Tevbe, 32);
[7] Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
َّ َّ‫»إِن‬
ُ ‫هللاَ يَ ْب َع‬
«‫سنَ ٍة َمنْ يُ َج ِّد ُد لَ َها ِدينَ َها‬
َ ‫س ُك ِّل ِمائَ ِة‬
ِ ‫ث لِ َه ِذ ِه اْلُ َّم ِة َعلَى َر ْأ‬
“Allah bu ümmete her yüz yılın başında dinini yenileyecek birisini
(bir müceddid) gönderecektir.” (Ebu Davud, 4291)
[8] Şeyh İshak’ın hayatı ile alâkalı bu bilgiler; Meşahiru Ulema’in Necd, sf. 95, ed-Durar’us Seniyye, 16/433436, Zirikli’nin el-A’lam adlı eserinden ve başka kaynaklardan derlenmiştir.
[9] Mevzunun daha iyi anlaşılabilmesi için şunu belirtmeliyiz ki (zaten konunun akışından da anlaşılacağı üzere)
Şeyh İshak’ın ve diğer Necdi ulemânın kitaplarında “müşrikler, müşriklerin âlimleri, müşriklerin ülkeleri” vb.
isimlerle bahsettikleri Hristiyanlar ve benzerleri değildir, keza İslam ile hiç ilgisi olmayan Londra, Paris, Berlin
vesâir bölgeler değildir! Bilakis kasdedilen, kendisini İslam’a nispet eden fakat şirkin hâkim olduğu diyarlar ve
buralarda yaşayan tevhidden habersiz kimselerdir. O dönemler Necd ve Hicaz haricinde gerek Osmanlı ülkesi,
gerekse Hint, Mısır vesâir diyarların çoğunun durumu böyleydi. Günümüzde de durum bundan farksızdır hatta
daha kötüdür. Vallahu’l Mustean.
[10] Yani; fiile mutlak olarak küfür ismini veriyorlar, fakat muayyen şahısları tekfir etmiyorlar ve bunu açığa
vurmaksızın ancak kendi özel meclislerinde dile getiriyorlar.
[11] Bu yerin ismi çoğu yerde “Kevvaz” olarak geçmektedir. Geçmişte ve günümüzde tevhid davetine kendisini
nispet ettikleri hâlde şirk hususunda cehâleti ma’zeret gören ve böylece cehâletle şirk işleyen kimselerin
Müslüman olduklarını iddia eden birçok kimse bu hususta Muhammed bin Abdilvehhab Rahimehullah’ın şu tarz
sözlerine istinâd etmektedirler:
،‫ وأنا نك ّفر من لم يك ّفر ومن لم يقاتل‬،‫ ونوجب الهجرة إلينا على من قدر على إظهار دينه‬،‫ إنا نكفر بالعموم‬:‫ فمثل قولهم‬،‫وأما الكذب والبهتان‬
‫ وإذا كنا َل تكفر من عبد الصنم الذي على‬.‫ فكل هذا من الكذب والبهتان الذي يصدون به الناس عن دين هللا ورسوله‬.‫ومثل هذا وأضعاف أضعافه‬
‫ فكيف تكفر من لم يشرك باِل إذا لم يهاْجر إلينا أو‬،‫ وعدم من ينبههم‬،‫قبر عبد القادر والصنم الذي على قبر أحمد البدوي وأمثالهما؛ ْلْجل ْجهلهم‬
‫ سبحاتك هذا بهتان عظيم‬،‫لم يكفر ويقاتل‬
“Yalan ve iftiralara gelince; meselâ onların şu sözleri (güya) umum tekfir yaptığımız, (herkesi tekfir ettiğimiz),
(bulunduğu yerde) dinini yaşayabilenlere dahi hicreti vâcib kıldığımız, tekfir etmeyen ve savaşmayan kişileri tekfir
ettiğimiz ve buna benzer hatta kat kat fazlası (iftiralar). Bütün bunlar kendisi vasıtasıyla Allah’ın ve Rasûlü’nün
dininden alıkoydukları yalan ve iftiralar türündendir. Eğer bizler, Abdulkâdir’in kabrinin üzerindeki puta tapanı, yine
Ahmed el-Bedevînin kabri üzerindeki puta (tapanı) ve benzerlerini cehâletlerinden ve kendilerini uyaracak bir
kimse olmadığından dolayı tekfir etmiyorsak, o zaman bizler nasıl olur da Allah’a şirk koşmayan birisini; bize
hicret etmedi, tekfir etmedi ve savaşmadı diye tekfir edebiliriz ki? (‫(“ )سبحاتك هذا بهتان عظيم‬Allah’ım!) Sen her tür
35
noksanlıktan münezzehsin, bu büyük bir buhtândır (iftiradır)!” (Fetava ve Mesail, 11; Şeyh Abdullatif, Misbah’uz
Zalam, 84)
Şuraya dikkat etmek gerekir ki Şeyh Rahimehullah bu ifadeleri devrin yöneticilerinden birisine –ki bu Mekke Şerifi
olmalıdır- gönderdiği mektupta sarfetmiş ve ilgili mektubun başında şu ifadeleri kullanmıştır:
‫ وعما تكفّر الرْجل به‬،‫سألني الشريف عما تقاتل عليه‬
“Şerif, bizim ne üzere savaştığımızı ve insanları neye göre tekfir ettiğimizi sordu.”
Ardından kimleri tekfir ettiğini açıklamaktadır. İnsanları tevhid dışındaki ibâdetlerin terkinden dolayı tekfir
etmediğini uzun uzadıya izah ettikten sonra bu ifadeleri kullanmaktadır.
Şeyhin bu konuyla alâkalı başka bir sözünü ise yine Şeyh Abdullatif Rahimehullah Minhac’ut Te’sis’te şöyle
nakletmektedir:
‫ من المشركين عباد اْلصنام كالذين يعبدون الصنم الذي على قبر عبد القادر والصنم الذي على قبر أحمد‬،‫وإتّا َل تكفر إَلّ من كفّره هللا ورسوله‬
‫البدوي وأمثالهما‬
“Şüphesiz biz Abdulkâdir’in kabri üzerindeki puta ibâdet edenler, keza Ahmed el-Bedevî’nin kabri üzerindeki
puta ibâdet edenler ve bu ikisi gibi putlara ibâdet eden müşriklerden olup Allah ve Rasûlü’nün tekfir ettikleri
haricinde kimseyi tekfir etmeyiz.” (Şeyh Abdullatif, Minhac’ut Te’sis, 89)
Görüldüğü üzere burada durumu tam tersi anlaşılacak şekilde ifade etmekte ve bu gibi kabirlere ibâdet edenleri
tekfir ettiğini söylemektedir. Eğer şeyhin iki sözünde de aynı meseleden bahsettiğini kabul edersek, çelişkili sözler
sarfettiğini kabul etmek durumunda kalırız ki bu bir âlimle alâkalı en son düşünülecek bir ihtimaldir. Şu hâlde
şeyhin bu iki sözünde iki farklı durumdan bahsettiği ortaya çıkmaktadır ki bunlardan birincisinde kendisine hüccet
ulaşmamış kimselerden kıtâli ve azâbı nefyetme manasında tekfir hükmünü kaldırması, diğerinde ise Allah’u
Te’âlâ’dan başkasına ibâdet edenlerin Müslüman olmadığına genel anlamda hükmetmesi sözkonusudur. Bunun
tafsilatı aşağıda gelecektir inşaAllah.
Kevvaz Kubbesi ile alâkalı sözünü ise torunu Şeyh Abdullatif Rahimehullah şöyle nakletmektedir:
‫ وإَل من عرف دين الرسول وبعد‬،‫وكان شيخنا محمد بن عبد الوهاب يقرر في مجالسه ورسائله أته َل يكفر إَل من قامت عليه الحجة الرسالية‬
‫ وإذا كنا َل تكفر من يعبد الكواز وتحوه وتقاتلهم حتي تبين لهم وتدعوهم فيكف تكفر من لم يهاْجر‬:‫ وتارة يقول‬،‫معرفته تبين في عداوته ومسبته‬
‫إلينا؟‬
“Şeyhimiz Muhammed bin Abdilvehhab meclislerinde ve risâlelerinde kendisine risâlet hücceti ulaşmış
olanlardan ve Rasûl’ün dinini öğrenen, öğrendikten sonra düşmanlığını ve ona dil uzatmasını açığa vurandan
başkasını tekfir etmezdi, bazen de şöyle derdi:
“Biz Kevvaz Kubbesi’ne ve benzerlerine ibâdet edenleri dahi, ta ki onlara beyan edip davet edene kadar tekfir
etmiyorsak ve onlarla savaşmıyorsak, o zaman bizler nasıl olur da bize hicret etmeyenleri tekfir edebiliriz?” (Şeyh
Abdullatif, Minhac’ut Te’sis, 222)
Şeyh Abdullatif’in sözkonusu ifadede tekfir ve kıtâli yani savaşı, aynı siyakta nakletmesine dikkat edilsin. Şeyh
Abdullatif aynı eserinin başka bir yerinde ise şöyle demektedir:
‫ حتى أته لم يجزم بتكفير الجاهل الذي يدعو غير هللا‬،‫والشيخ محمد بن عبد الوهاب رحمه هللا من أعظم الناس توقفا ً وإحجاما ً عن إطالق الكفر‬
‫ وإذا كنا َل تقاتل من يعبد قبة الكواز‬:‫ قال في بعض رسائله‬.‫ ويبلغه الحجة التي يكفر تاركها‬،‫من أهل القبور أو غيرهم إذا لم يتيسر له من ينصحه‬
‫ فكيف تكفر من لم يهاْجر إلينا وإن كان مؤمنا ً موحداً؟‬،‫حتى تتقدم بدعوته إلى إخالص الدين ِل‬
“Şeyh Muhammed bin Abdilvehhab Rahimehullah küfür hükmü vermede; duraksamayı ve bundan uzak durmayı
insanların en çok tatbik edeniydi. O kadar ki, O Allah’ın dışında kabir ehline veya başkalarına du’â eden câhile
dahi kendisine nasihat edip inkâr edenin kâfir olacağı hücceti ulaştıracak birisi nasip olmadığı zaman küfür hükmü
vermezdi. Bazı mektuplarında şöyle demiştir:
“Biz Kevvaz Kubbesi’ne ibâdet edenlerle dahi onları dini Allah’a has kılmaya davet edene kadar savaşmıyorsak,
o zaman bizler nasıl olur da mü’min muvahhid oldukları hâlde bize hicret etmeyenleri tekfir edebiliriz?” (Şeyh
Abdullatif, Minhac’ut Te’sis, 99)
Dikkat edilirse Şeyh Abdullatif burada tekfirden bahsetmeksizin sadece kıtâlden yani savaştan bahsetmektedir.
Şu hâlde Şeyh Muhammed’in Kevvaz Kubbesi ile alâkalı sözünün –herkesin bildiği- kendisine davet ulaşmamış
olan bir kavimle savaşmadan önce onları İslam’a davet etme yükümlülüğü hakkında olduğu aşikârdır. Çünkü
ileride geleceği üzere kendisine davet ulaşmamış bir topluluğa:
َ ‫) َو َما ُكنَّا ُم َع ِّذبِينَ َحتَّى تَ ْب َع‬
(ً‫سوَل‬
ُ ‫ث َر‬
“Biz Rasûl göndermedikçe hiçbir kavme azap etmeyiz.” (İsra, 15)
âyeti gereğince dünyada azâb edilmez ki savaş da buna dâhildir. Ahirette de râcih olan kavle göre ilk etapta
azâb görmezler ve imtihâna çekilirler. Bu kimselere bu anlamda kâfir denilmez zîrâ bu kimseler kâfire ait bütün
36
hükümleri ve cezaları hak etmemektedirler. Ancak ileride âlimlerden açık olarak nakledileceği üzere bunlara azâbı
gerektiren küfür manasında küfür isminin verilmemesi bunların Müslüman olduğu anlamına gelmez.
Şeyh Süleyman bin Sehman, Şeyh Muhammed bin Abdilvehhab’ın Kevvaz Kubbesi ile alâkalı sözünü şu
şekilde nakletmektedir:
‫ فكيف من لم يهاْجر إلينا؟‬،‫ لجهلهم وعدم من ينبههم‬،‫وإن كنا َل تكفر من عبد قبة الكواز‬
“Biz Kevvaz Kubbesi’ne ibâdet edenleri dahi cehâletlerinden ve kendilerini uyaracak hiç kimse olmadığından
dolayı tekfir etmiyorsak, o zaman bizler nasıl olur da bize hicret etmeyenleri tekfir edebiliriz?” (Süleyman bin
Sehman, ez-Ziya’uş Şarik, 372)
Yukarıda geçtiği üzere Şeyh Muhammed, Abdulkâdir Kubbesi’ne tapanlarla alâkalı da aynı ifadeleri kullanarak,
onları cehâletlerinden ve kendilerini uyaracak bir kimse olmadığından dolayı tekfir etmediğini söylemişti. Şeyh
başka bir yerde, bu ifadenin hemen hemen aynısını kullanarak şunları söylemektedir:
‫ " أَل إن دم الجاهلية‬:‫ وفي حديث حجة الوداع‬،" ‫يج ُّب ما قبله‬
ُ " ‫وفي رواية‬، " ‫ " اْلسالم يهدم ما قبله‬:‫ وهو قولكم ورد‬،‫وأما السؤال الثالث‬
‫ حتى تقوم عليه‬،‫ فال تكفروته‬،‫ ْجهال منه بذلك‬،‫ أن المؤمن باِل ورسوله إذا قال أو فعل ما يكون كفرا‬:‫ وظهر لنا من ْجوابكم‬،‫كله موضوع " إلخ‬
،‫ أو عدم من ينبهه‬،‫ لجهله‬،‫ إذا كان يعمل بالكفر والشرك‬:‫ موضوع أم َل؟فنقول‬،‫ قبل ظهور هذه الدعوة‬،‫ فهل لو قتل من هذا حاله‬،‫الحجة الرسالية‬
‫ لعدم‬،‫ وإن كنا َل تحكم على هذا الشخص‬،‫ يبيح المال والدم‬،‫ بل تقول عمله هذا كفر‬،‫َل تحكم بكفره حتى تقام عليه الحجة؛ ولكن َل تحكم بأته مسلم‬
‫ متوقف على بلوغ‬،‫ وإطالق الحكم على هذا الشخص بعينه‬،‫ بل تقول عمله عمل الكفار‬،‫ فهو مسلم‬،‫ إن لم يكن كافرا‬:‫قيام الحجة عليه؛ َل يقال‬
‫ وَل حكم اْلبرار وأما‬،‫ ولم يجعلوا حكمه حكم الكفار‬،‫ يمتحنون يوم القيامة في العرصات‬،‫ أن أصحاب الفترات‬:‫ وقد ذكر أهل العلم‬.‫الحجة الرسالية‬
‫ ْلن القاتل قتله في حال كفره؛ وهللا‬،‫ب ما قبله‬
ّ ‫يج‬
ُ ‫ اْلسالم‬:‫ بل تقول‬،‫ فنتا َل تحكم بديته على قاتله إذا أسلم‬،‫ ثم أسلم قاتله‬،‫حكم هذا الشخص إذا قتل‬
.‫سبحاته وتعالى أعلم‬
“Üçüncü soruya gelince; o da size ait olan şu sözünüzdür: “İslam, kendisinden öncekileri yok eder.” (Müslim,
121) başka bir rivâyette de: “Kendisinden öncekileri siler”, Veda Haccına dair hadîste ise: “Câhiliye devrindeki
bütün kanlar (kan davaları) kaldırılmıştır.” (Tirmizî, 3087; İbnu Mace, 3055) ilh. Sizin cevâbınızdan bize zâhir olan
şu ki; Allah’a ve Rasûlüne imân eden birisi –bunun küfür olduğunu bilmeyerek- küfür olan bir söz veya fiil
işlediğinde siz onu ta ki ona risâlet hücceti ulaşana kadar tekfir etmiyorsunuz. Bu davetin zuhurundan önce bu hâl
üzere öldürülse onun da kanı kaldırılmış mıdır yoksa kaldırılmamış mıdır?”
(Soruya cevâben) Deriz ki: Kişi cehâletten veya kendisini uyaracak kimse olmadığından dolayı küfür veya şirk
olan bir amel işlediği zaman o kimseye hüccet ikâme edene kadar küfrüne hükmetmeyiz, ancak o kimsenin
Müslümanlığına da hükmetmeyiz. Bilakis deriz ki onun bu yaptığı amel, malı ve kanı (canı) mübah kılan bir
küfürdür. Her ne kadar (kendisine) hüccet ikâme olmadığından dolayı o şahıs hakkında hüküm vermesek de (bu
böyledir). Eğer bu kişi kâfir değilse Müslümandır denilemez. Bilakis deriz ki yaptığı amel kâfirlerin amelidir ve bu
şahsa muayyen olarak hüküm vermek ise risâlet hüccetinin ulaşmasına bağlıdır. İlim ehli şunu zikretmiştir: Fetret
ehli, Kıyamet Günü Arasat’ta imtihân edilir. Böylece fetret ehlinin hükmünü ne kâfirlerin hükmü gibi ne de ebrârın
(dindar, sâlih kimselerin) hükmü gibi değerlendirmemişlerdir.
Bu şahsın hükmüne gelince; bu kimse öldürülür sonra onun kâtili Müslüman olursa, onun kâtili Müslüman
olduktan sonra diyet vermesine hükmetmeyiz, bilakis deriz ki: İslam, kendisinden öncekileri siler. Çünkü kâtil, bu
kişiyi küfür üzereyken öldürmüştür. Allah Subhanehu ve Te’âlâ en iyi bilendir. ” (ed-Durar’us Seniyye, 10/136-137)
Görüldüğü üzere Şeyh Muhammed bin Abdilvehhab Rahimehullah Abdulkâdir’in Kubbesi’ne ve Kevvaz
Kubbesi’ne tapanlar hakkında kullandığı ifadelerin neredeyse aynısını kullanarak onlarla benzer durumda olan
birtakım kişilere kâfir hükmü verilemeyeceğini, lâkin bunun onların Müslüman olduğu anlamına gelmeyeceğini
ifade etmekte ve bunların durumunun Müslüman olmadıkları hâlde cehenneme atılmayan, bilakis imtihâna tâbi
tutulan fetret ehlinin durumu gibi olduğunu ifade etmektedir. Şeyh ayrıca hüccet ikâme edilmeyen kişi tekfir
edilmez sözünün bu kişi Müslümandır manasına gelmediğini açıkça belirtmektedir. Bilakis, bu kimseyi fetret ehli
gibi görmüş ve tıpkı onlar gibi Müslüman muâmelesi görmeyeceğini, lâkin azap edilmesi anlamında kâfir
muâmelesi de görmeyeceğini beyan etmektedir.
Şeyh Abdullatif’in iki oğlu İbrahim ve Abdullah ile Süleyman bin Sehman’ın Cehmiyye’nin tekfiri hakkında
verdikleri ortak bir fetvada ise şöyle denilmektedir:
‫حجة فَيُقَال تعم فَنِن‬
َّ ‫َوأما قَ ْوله عَن ال‬
َّ ‫ش ْيخ ُم َح َّمد َرح َمه هللا أَته ََل يكفر من َكانَ على قبَّة الكواز َوتَ ْحوه َو ََل يكفر الوثني َحتَّى َما يَدعُوهُ وتبلغه ا ْل‬
ْ
َ
َ
َ
َ
َ
ْ
َ
َ
َّ
َّ
‫سالة َولذلِك قا َل‬
َّ ‫ال‬
َّ ‫ش ْيخ ُم َح َّمد َرح َمه هللا تَ َعالى لم يكفر الناس ا ْبتِدَاء إَِل بعد قيام ال‬
َ ‫حجة والدعوة ْلتهم إِذ ذاك فِي زمن ف ْت َرة َوعدم علم بآثار الر‬
‫حجة على‬
َّ ‫صوصا فِي ْجهتكم قد قَا َمت ا ْل‬
ُ ‫حجة فَ َال َماتع من تكفيرهم َوإِن لم يفهموها َوفِي َه ِذه ْاْلَ ْز َمان ُخ‬
َّ ‫لجهلهم َوعدم من ينهاهم فَأَما إِذا قَا َمت ا ْل‬
‫صوص‬
ُ ُّ‫سلف َو َما دلّت َعلَ ْي ِه الن‬
ّ ‫من هُنَا َك واتضحت لَ ُهم المحجة َولم يزل فِي تِ ْل َك ا ْلبِ َالد من يَ ْدعُو إِلَى ت َْو ِحيد هللا ويقرره ويناضل عَنهُ ويقرر َم ْذهَب ال‬
‫صفَات ا ْلعلية واْلسماء القدسية َويرد َما يشبه بِ ِه بعض أَتبَاع ا ْل َج ْه ِمية َومن على طريقتهم‬
ِّ ‫من ال‬
“Onun, Şeyh Muhammed Rahimehullah’tan naklettiği Kevvaz Kubbesi üzerindeki (kubbeye ibâdet eden) ve
benzeri (durumdaki) kişileri tekfir etmediği, davet götürüp hücceti ulaştırana kadar putperesti tekfir etmediği
yönündeki sözlerine gelince; (bunlara cevâben) şöyle denilir: Evet, gerçekten Şeyh Muhammed Rahimehullahu
37
Te’âlâ ilk başta insanları ta ki hüccet ikâmesi ve davetten sonrasına kadar tekfir etmemiştir. Çünkü onlar o zaman
fetret döneminde ve risâlet eserlerinin bilinmediği bir zamanda idiler. Bundan dolayı “cehâletlerinden ve onları
bundan nehyedecek kimse bulunmadığından dolayı” ifadesini kullanmıştır. Hüccet ikâme olduğu zaman ise onları
tekfir etmeye bir mâni yoktur. Hücceti anlamamış olsalar bile bu böyledir. Bu zamanlarda ve bilhâssa sizin
taraflarda orada yaşayan kimselere hüccet ulaşmış ve gidilecek yol onlar için belirginleşmiştir. Bu beldelerde
Allah’ı tevhid etmeye çağıran, bunu anlatan, bu hususta mücadele eden, selefin mezhebini ve yüce sıfatlara,
mukaddes isimlere delâlet eden nassları anlatan, Cehmiye’ye tâbi olanlar ve onların yolundan gidenlerden
bazılarının ortaya attığı şüpheleri reddeden kimseler eksik olmamıştır. İlh…” (ed-Durar’us Seniyye, 10/434-435)
Şu hâlde, göründüğü kadarıyla şeyhin sözkonusu türbelere tapanları tekfir etmeyiz sözünden maksat, bilhâssa
savaşmak ve öldürmek manasında onlara kâfir muâmelesi yapmayız manasındadır. Çünkü İslam daveti
ulaşmamış olan bir topluma savaş açılmadan önce davette bulunulması gerekir. Bu bahsettiği kimseler de çeşitli
sebeblerden dolayı hüccete hiç ulaşmamış olan kimseler ise, bunlarla da savaşmak caiz olmaz. (Hüccet
ulaşmasından maksat da Kur’an’ın ulaşması veya ulaşma imkânı olması manasında olduğu, yoksa hüccetin
anlaşılması manasında olmadığı hususu elinizdeki risâlenin konusudur.) Bu anlamda bu kişiler tekfir edilmezler
ancak şirk koştukları için Müslüman muâmelesi de görmezler.
Fetret ehline kâfir ismini vermeyenler de dâhil olmak üzere bütün âlimlerin icmâsı ile onlara Müslüman ismi
verilemeyeceği ve dünyevî ahkâm itibariyle Müslüman muâmelesi yapılamayacağı hususu ileride tafsilatlı olarak
gelecektir inşaAllah.
Şeyhin müşriklerden bazı kimseleri fetret ehli olarak görmesine gelince; bu asla gerek şeyhin zamanındaki
gerekse günümüzdeki müşriklerin genelinin fetret ehli konumunda olmasını ve bazılarının zannettiği gibi bizim
müşriklere verdiğimiz kâfir hükmünün sadece dünyevî ahkâma dair olmasını gerektirmez. Zîrâ Şeyh Rahimehullah
ve öğrencileri cehâletten dolayı azaptan ve de savaştan istisnâ edilecek olanları kendilerine hüccet hiç ulaşmamış
olan kimselerle sınırlamışlardır. Şeyhin ilerde gelecek olan şu sözleri maksadı açıklamaktadır:
“Zikretmiş olduğunuz şeyhin (İbnu Teymiyye’nin): “Şunu, şunu inkâr edenler (hüccet ikâme edilmişse kâfirdir)…”
vb. sözlerindendir. Sizler: “Bu tağutlara ve tâbilerine hüccet ikâme edilmiş midir edilmemiş midir?” diye
soruyorsunuz. Bu, en acayip durumlardan birisidir! Nasıl bunda şüpheye düşersiniz, sizlere defalarca açıkladım ki
hüccetin üzerine ikâme edilmediği kimse, yeni İslam’a girmiş ya da uzak bir bölgede yaşayan veya sarf ve atf gibi
kapalı olan meselelerde (hata eden kimse)dir. Bu tür meselelerde, ta’rif edilene kadar tekfir edilmez.
Allah’u Te’âlâ’nın Kitâbı’nda açıkladığı usûluddin meselelerinde ise Allah’ın hücceti Kur’an’dır. Kime Kur’an
ulaşırsa hüccet ona ulaşmıştır. Fakat işkâlin kaynağı, sizlerin hüccetin ikâme edilmesiyle hüccetin fehm edilmesini
(anlaşılmasını) birbirinden ayırt edememenizdir.”
Görüldüğü üzere Kuran’ın ulaştığı herkese hüccet ulaşmıştır. İslam’a yeni giren veya ilim kaynaklarından uzak
olan kişi gibi istisnâî durumlarda ise kişi –ceza görmesi bakımından- ma’zur sayılır. Böyle kimseler ise çoğunluğu
değil azınlığı teşkil ederler. Hatta ilerde İbnu Kayyım Rahimehullah’dan gelen nakilde de izah edileceği üzere
kimlere hüccet ikâme olup olmadığını araştırmak dahi gerekmez, bu Allah ile kulları arasındaki bir meseledir.
Nitekim Şeyh İshak Rahimehullah bu Kevvaz Kubbesi meselesi hakkında “Şeyh Rahimehullah’ın bazı cevaplarında
(tekfir hususunda) tevakkuf etmesi başka herhangi bir sebebe hamlolunur.” diyerek bunun genel bir kâ’ide teşkil
etmeyeceğini bilakis istisnâî bir duruma ait olduğuna işaret etmiştir. Ayrıca Şeyh İshak risâlenin başka bir yerinde
aynı mesele hakkında şöyle demektedir: “Şeyh Muhammed Rahimehullah ve şeyhten bu kıssayı nakledenler bunu
şeyhle alâkalı hasımlarının onun hakkında ileri sürdükleri Müslümanları tekfir ettiği iddiasına karşı bir ma’zeret
(savunma) olarak zikrederler.”
Nitekim –yukarda işaret edildiği üzere- Şeyh bu ifadeyi dönemin yöneticilerinden birisine yazdığı mektupta dile
getirmiştir. Zîrâ –şu anda da iddia edildiği üzere- Şeyh Rahimehullah ve tâbileri kan dökücülükle, haricilikle,
tekfircilikle itham edilmekte idi. Şeyh de buna cevâben kendisinin Hariciler gibi günahlardan dolayı tekfir
etmediğini, kan dökme meraklısı olmadığını, açık küfür ve şirk olan hususlarda tekfire başvurmadığını, hatta şirk
koşan kimselere bile hüccet ulaşmadığı takdirde savaş açmadığını ve bu anlamda yani azâbı gerektiren küfür
manasında onları tekfir etmediğini söyleyerek kendisinden bu ithamları def etmeye çalışmıştır. Sözkonusu
mektubun siyakı incelendiğinde bu husus açıkça görülür. Öyle görünüyor ki Şeyh Rahimehullah’ın bu sözü onun
kendi zamanındaki müşrikleri bütünüyle fetret ehli olarak gördüğü ve onlara kâfir derken sadece zâhirî hükmü
kasdettiği ve de bunların ahirette imtihân edileceğine inandığı gibi bâtıl bir hükmü gerektirmez. Bu, daha çok –
farzı muhâl bu müşriklerden kendisine hüccetin hiç ulaşmadığı birisi olursa- biz böyle birini dahi öldürmeye
yeltenmeyiz, manasında şer’î siyaset bâbından bir söze benzemektedir. Vallahu â’lem.
38
Böylece şeyhin, Kevvaz ve Abdulkâdir Geylani türbelerine ibâdet edenleri tekfir etmediği sözlerinden hareketle
cehâleti özür gördüğünü iddia edenlerin kendilerinin nasıl bir cehâlet içerisinde olduğu ortaya çıkmaktadır.
Yukarıdaki nakillerden ve bu risâlenin müellifi Şeyh İshak’ın sözlerinden anlaşılacağı üzere Şeyh Muhammed bin
Abdilvehhab’ın imamı olduğu Necd bölgesi tevhid davetine müntesip âlimlerden hiç birisi şeyhin bu sözünden şirk
koşanların Müslüman olduğu neticesini çıkarmamış, bilakis şirkte cehâleti özür görenlerden bu söze istinad
etmeye çalışanları reddederek sözün anlamını izah etmeye çalışmışlardır.
Bu saptırıcı belamlar ise şeyhin sözlerini, en iyi açıklayacak merci olan talebelerine bu hususta mürâcaat
etmedikleri gibi şeyhin kendi sözlerine dahi mürâcaat etmeye tenezzül etmemişler ve şeyhin sözünü hakikatte
olduğu şekliyle değil de kendi anlamak istedikleri şekilde anlamışlardır, çünkü işlerine öyle gelmektedir. Şu
bilinmelidir ki, bu adamlar asla hak arayıcısı değildirler. Tıpkı Şeyh İshak’ın bahsettiği kişiler gibi günümüzde de
kendilerini ilme hatta Muhammed bin Abdilvehhab’ın davetine nispet eden bu kimseler, Kevvaz ve Abdulkâdir
Kubbeleri ile alâkalı sözlerinden yola çıkarak, şeyhin şirk koşanları cehâletlerinden dolayı Müslüman gördüğünü
iddia etmektedirler.
İbnu Useymin “Keşf’uş Şubehat Şerhi”nde ve Ahmed Ferid “Cehalet Özürdür” kitabında bu iddiada
bulunmuşlardır. Bu naklettiklerimiz ise ismi geçen kişilerin ve aynı iddiayı dillendiren diğer sözde âlimlerin
cehâletini ya da hakkı bile bile gizlediklerini ortaya koymaktadır. İleride fetret ehli ile alâkalı bahiste de konuyla
alâkalı açıklamalar gelecektir inşallah.
Son olarak da şunu belirtelim ki; âlimlerin Kevvaz Kubbesi ve benzeri sözleri Muhammed bin Abdilvehhab’tan
nakletmeleri ve usûl dairesinde izah etmeye çalışmaları aynı zamanda, bu sözlerin uydurma ve tahrif olduğunu
iddia eden birtakım kimselerin de cehâletini göstermektedir. Bunların iddiasına göre bu sözleri nakleden –bir
kısmının ismini yukarıda zikrettiğimiz- ne kadar kitap varsa hepsinin tahrife uğramış olması gerekmektedir(!) Bu
iddianın bâtıllığı ve saçmalığı ise üzerinde durulmayacak kadar aşikârdır.
Tıpkı cehâleti özür gören bâtıl ehli gibi bunlar da âlimlerin sözlerini tahkik edip anlamaktan âcizdirler ve
âcziyetlerini de anlamadıkları her şeyi inkâr ederek ispat etmektedirler. Bunlar öyle bir cehâlet çukurundadırlar ki
meselâ Şeyh Abdullatif’in, “Misbah’uz Zalam” adlı eserine ta’likte bulunan Hamid el-Fıkî (ki bu zâtın “Kitâb’ut
Tevhid” şerhi olan “Feth’ul Mecid” adlı esere yazdığı bâtıl birtakım dipnotlar ve “Zâtu Envat” meselesinde
sahâbenin güya büyük şirk talep etmelerine rağmen yapmadıklarından ötürü kâfir olmadıkları gibi saçmalıkları
bilinmektedir) bizzât şeyh kendi dedesinden bu sözü onaylayarak nakledip ilmî izahını yaptığı hâlde bu sözde bir
noksanlık ve tahrif olduğunu ileri sürebilmiş ve böylece kendi cehâletini ispatlamıştır. Günümüzde de onun izinden
giden birçok sözde ilim talebesi şeyhin bu sözlerinin tahrif edildiği yönünde çeşitli makale ve yazılar neşretmeye
devam etmektedirler. Vallah’ul Mustean.
[12] Şeyh Muhammed bin Abdilvehhab’ın bu eseri daha çok “Müfid’ul Mustefid fi Kufri Tarik’it Tevhid” olarak
bilinir.
[13] Şeyh Abdurrahman, Iraklı kabirperest Davud bin Cercis’e, “Keşfu ma Elqahu İblis min’el Behreci ve’t Telbis
ala Qalbi Davud bin Cercis” isminde bir reddiye yazmıştır. Bu şahsın iddialarına yönelik Şeyh Abdullatif, Şeyh Eba
Butayn ve başkalarının yazdığı reddiyeler de mevcuttur.
[14] Kaderiyye’nin kadere imânın tafsilatıyla alâkalı ortaya attıkları birtakım şüpheler veya Mürcie’nin ameller
imâna dâhil değildir, imân artmaz eksilmez şeklindeki iddiaları gibi.
[15] Karı ile kocanın arasını açmak (atf) veya birleştirmek (sarf) amacıyla yapılan muhabbet muskası vb. şeyler.
[16] Misal olarak İbnu Kudame Rahimehullah “el-Mukni” adlı eserinin “Riddet Bâbı”na girişte şöyle demektedir:
ً ‫ أو ْجحد تبيا ً أو كتابا ً من كتب هللا تعالى أو شيئا‬،ً‫ أو اتخذ ِل صاحبة أو ولدا‬،‫فمن أشرك باِل أو ْجحد ربوبيته أو وحداتيته أو صفة من صفاته‬
‫ أو أحل الزتا أو الخمر أو شيئا ً من المحرمات الظاهرة‬،‫ ومن ْجحد وْجوب العبادات الخمس أو شيئا ً منها‬.‫سب هللا تعالى أو رسوله ُكفِّر‬
َّ ‫ أو‬،‫منه‬
‫ وإِن كان ممن َل يجهل ذلك ُكفِّ َر‬،‫المجمع عليها لجهل ُع ِّرف ذلك‬
“Her kim Allah’a ortak koşar, O’nun Rububiyetini veya Vahdaniyetini (tek oluşunu) ya da sıfatlarından bir sıfatı
inkâr eder veyâhut da Allah’a eş veya çocuk isnad eder yâhut bir nebiyi ya da Allah’ u Te’âlâ’nın kitaplarından bir
kitabı ya da kitaptan bir şeyi inkâr eder ya da Allah’ u Te’âlâ’ya veya Rasûlü’ne sebbederse (söverse) tekfir edilir.
Her kim de cehâletten dolayı beş ibâdetin farziyetini veya bunlardan bir şeyi inkâr ederse ya da zinâyı veya içkiyi
veyâhut da üzerinde icmâ edilmiş açık haramlardan herhangi bir şeyi helal addederse ona ta’rif yapılır. Bu kimse
bu hususta câhil olmayacak birisi ise tekfir edilir.” (İbnu Kudame, el-Mukni, 446)
Açıkça görüldüğü üzere şeyh Rahimehullah şirk ve benzeri usûluddin konularında ta’rifi yani hüccet ikâmesini
zikretmemiş ve asılları ihlâl edenleri doğrudan tekfir etmiş, ta’rifi ancak farzlar ve haramlar gibi ahkâma dair
meselelerde zikretmiş ve bu hususta usûl ve furû meseleleri açıkça birbirinden ayırmıştır. Sözkonusu eserin (eşŞerh’ul Kebir, el-Mubdi gibi) şerhlerinde zikredildiği üzere, farzlar hakkındaki cehâlet de ancak ilme ulaşma imkânı
39
olmayan kimseler için geçerlidir. Diğer fıkıh kitaplarının da mürted bâbları vesâir bölümlerine bakıldığında aynı
usûlün takip edildiği ve hiç birisinin şirkle alâkalı hüccet ikâmesinden bahsetmedikleri açıkça görülür.
Bid’at ehlinin hataya düştüğü sıfatlar bahsi gibi meseleler hakkında ise (İbnu Teymiyye’nin fıkhi görüşlerini
derleyen) “el-İhtiyarat” adlı eserin sahibi (İbnu Teymiyye’den naklen) diyor ki:
“Mürted, Allah’u Te’âlâ’ya şirk koşan veya Allah’u Te’âlâ’nın Rasûlü’ne yâhut onun getirdiği şeylere buğzeden
veya her tür münkeri kalben inkâr etmeyi terk edendir. Veyâhut da sahâbeden (ve tâbiin ile teba-i tâbiinden yani
seleften) kâfirlerle beraber savaşanlar olduğunu ya da buna cevaz verdiklerini vehmeden kimse (aynı şekilde
mürted)dir. Veya üzerinde kati bir şekilde icmâ edilmiş bir hükmü inkâr eden ya da kendisiyle Allah arasına
vasıtalar koyup onlara tevekkül eden, onlara du’â eden, onlardan isteyen kişi (icmâ ile mürted)dir. Her kim Allah’ u
Te’âlâ’nın sıfatlarından birisinde şüphe ederse ve onun benzeri durumda olan kişilerin bu sıfat hakkında cehâletleri
yoksa bu kimse mürteddir. Eğer ki onun benzeri durumda olan kişilerin bu sıfat hakkında cehâletleri varsa o
zaman bu kişi mürted olmaz. Bu nedenledir ki Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Allah’u Te’âlâ’nın kudretinde şüphe
eden adamı tekfir etmemiştir.” (bkz: el-İhtiyarat, 307 ve ayrıca bu kitabı ihtiva eden İbnu Teymiyye, el-Fetava’ul
Kubra, 5/535)
Şeyh Eba Butayn, İbnu Teymiye’nin bu sözünü naklettikten sonra şöyle demiştir:
“İmam, geçen hususlar arasında kişiyi kâfir kılan şeylerin hepsini mutlak olarak ifade etmesine rağmen sıfatlar
konusunda câhil ile câhil olmayanı birbirinden ayrı tutmuştur. Bununla beraber şeyh (İbnu Teymiyye)
Rahimehullahu Te’âlâ’nın Cehmiye ve diğerlerinin tekfirinde tevakkuf etmeye dair görüşü, İmam Ahmed Rahimehullah
ve ondan başka İslam (ümmetinin) imamlarının nasslarına (açık lafızlarına) terstir.” (Eba Butayn, el-İntisar li
Hizbillah’il Muvahhidin)
Şeyh’ul İslam’ın sözü hüccet ikâmesinin şirk ve riddetle alâkalı olmayıp Allah’ın sıfatları gibi bazı yönlerden
kapalılık ihtiva eden meselelere has olduğu noktasında açıktır. Şeyhin bu kavli hakkında geniş bilgi için Şeyh Eba
Butayn’a ait “el-İntisar” adlı kitabın tercümesinden 72. sahife ve devamındaki açıklamalara mürâcaat edilebilir.
İbn’ul Kayyım Rahimehullah ise “Turuk’ul Hukmiyye” adlı eserinde bid’at ehlinin şahitliğinin kabul edilip
edilmeyeceği meselesi hakkında şunları zikretmektedir:
“Eğer bu kimse âlemin sonradan yaratılmış olduğunu, keza cesetlerin dirileceğini inkâr edenler, Allah’ın kâinatta
olan her şeyi bildiğini, kendi dilemesi ve iradesi ile fâ’il olduğunu reddedenler gibi, sahip olduğu mezheple kâfir
olan kimselerden ise şahitliği kabul edilmez. Çünkü bunlar İslam üzere değildir. Bu kimse İslam’ın aslına muvafık
olup bazı usûllerde muhâlif olan -örneğin Rafizîler, Kaderiye, Cehmiyye ve Gulatı Mürcie gibi- fırkalara mensupsa
bunlar, kısımlara ayrılırlar:
Bunlardan bazıları basiretsiz câhillerdir ki bu kimseler, eğer hidâyeti öğrenme kudretleri yoksa tekfir veya tefsik
edilmez, şahitlikleri de reddedilmez. Bunların durumu tıpkı erkekler, kadınlar ve çocuklardan (gerçekten) âciz olup
hiçbir çareye gücü yetmeyenler, hiç bir yol bulamayanlar gibidir. İşte bunları, umulur ki Allah affeder; Allah çok
affedicidir, bağışlayıcıdır. (Bkz. en-Nisa 4/99)
İkinci kısım ise hidâyeti sorup talep etmeye, hakkı öğrenmeye gücü yettiği hâlde sırf dünyevî meşgaleler veya
liderlik kavgası, dünya lezzetleri ve geçim kaygısı gibi şeylerle meşgul olduğundan dolayı (araştırmayı) terk eden
kimsedir ki işte bu kimse tefrit (ihmalkârlık) içersinde olup azâb tehdidini hak etmiştir. Gücü yettiği oranda
Allah’tan sakınma vecibesini yerine getirmediği için günahkârdır. Bu kimselerin hükmü, bazı vâcibleri terk
edenlerin hükmü gibidir…” (İbn’ul Kayyım, Turuk’ul Hukmiyye, 234)
İbn’ul Kayyım’ın –hepsi kendilerine Müslüman ismi verdiği hâlde- bid’at ehlini tekfir edilen ve edilmeyen diye iki
kısma ayırmasına dikkat edilsin. Bu taksimâtı da bu fırkaların İslam’ın aslını kabul edip etmemesine göre
yapmıştır. İbn’ul Kayyım’ın İslam’ın aslından neyi kasdettiğini ise ileride Şeyh İshak’ın nakledeceği üzere İbn’ul
Kayyım “Tarik’ul Hicreteyn ve Bâb’us Saadeteyn” adlı eserinde izah etmiş ve bundan kasdın şirkten teberri etmek
olduğunu ortaya koymuştur.
Âlimlerin şirk ile diğer meselelerin arasını ayıran ve hüccet ikâmesini sadece şirkin aşağısındaki meselelere
tahsis eden sözleri çoktur ancak biz Şeyh İshak’ın sözüne şahit olarak bu kadarıyla iktifâ ediyoruz. Bu hususta
Şeyh Muhammed bin Abdilvehhab ve diğer Necd davet imamlarının sözlerini ise Şeyh İshak Rahimehullah ileride
nakledecektir.
[17] Hâlbuki Rasûllerin ve kitapların gönderiliş gayesi bizzât ma’zereti ortadan kaldırmak içindir. Kitâb indiği
hâlde ma’zeretin devam ettiğini ileri sürenler ise Kitâb’ın indiriliş gayesini inkâr edenlerdir. İbnu Kesir Rahimehullah:
“Rasûller; müjdeleyici ve uyarıcı olarak (gönderildi). Ta ki Rasûller geldikten sonra insanların Allah'a karşı
hüccetleri kalmasın. Allah Azîz, Hakîm olandır.” mealindeki Nisa/165 âyetin tefsirinde şunları zikretmektedir:
“Allah’u Te’âlâ şöyle buyurmaktadır:
40
َّ َ‫س ِل َو َكان‬
َّ ‫س َعلَى‬
(ً‫هللاُ َع ِزيزاً َح ِكيما‬
ُ ‫الر‬
ُّ ‫هللاِ ُح َّجةٌ بَ ْع َد‬
ِ ‫)لِئَالَّ يَ ُكونَ لِلنَّا‬
“Ta ki Rasûller geldikten sonra insanların, Allah'a karşı hüccet (delil ve
bahane)leri kalmasın. Allah Azîz ve Hakîm olandır.” (Nisa, 165)
Allah’u Te’âlâ kitaplarını indirmiş, Rasûllerini müjde ve uyarılarla göndermiş, sevip hoşlandıklarını, hoşlanmayıp
kabul etmediklerini, hiç kimsenin bir ma’zereti kalmasın diye beyân edip açıklamıştır. Allah’ u Te’âlâ başka
âyetlerde de şöyle buyurmaktadır:
(‫سوَلً فَنَتَّبِ َع آيَاتِ َك ِمن قَ ْب ِل أَن تَّ ِذ َّل َوتَ ْخ َزى‬
ُ ‫س ْلتَ إِلَ ْينَا َر‬
َ ‫ب ِّمن قَ ْبلِ ِه لَقَالُو ْا َربَّنَا لَ ْوَل أَ ْر‬
ٍ ‫) َولَ ْو أَتَّآ أَ ْهلَ ْكنَـهُ ْم بِ َع َذا‬
“Eğer onları daha evvel azaba uğratarak yoketseydik diyeceklerdi ki;
Rabbimiz, bize bir Rasûl gönderseydin de alçak ve rezîl olmazdan önce
âyetlerine uysaydık olmaz mıydı?” (Tâ-Hâ, 134)
(‫صيبَةٌ بِ َما قَ َّد َمتْ أَ ْي ِدي ِه ْم‬
ِ ‫صيبَ ُهم ُّم‬
ِ ُ‫) َولَ ْوَل أَن ت‬
“Yaptıklarından ötürü başlarına bir musibet geldiği zaman...” (Kasas, 47)
Buhârî ve Müslim'de İbnu Mes'ûd Radıyallahu Anh'dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîf'te Rasûlullah Sallallahu Aleyhi
ve Sellem şöyle buyurur:
َ ‫م َما‬
« ‫ َو ََل أَ َح َد أَ َح ُّب‬، َ‫ظ َه َر ِم ْن َها َو َما بَطَن‬
َ ‫ ِمنْ أَ ْْج ِل ذلِ َك َح َّر َم ا ْلفَ َوا ِح‬،ِ‫ََل أَ َح َد أَ ْغيَ ُر ِمنَ هللا‬
ْ
َ
َ
َ
َ
ْ
ْ
ْ
َ
َّ
َ
َ
‫ش ِرينَ َو ُمن ِذ ِرين‬
ِّ َ‫ ِمنْ أ ْْج ِل ذلِ َك بَ َعث النبِيِّينَ ُمب‬،ِ‫ َو ََل أ َح َد أ َح ُّب إِل ْي ِه ال ُعذ ُر ِمنَ هللا‬،ُ‫سه‬
ُ ‫»إِلَ ْي ِه ا ْل َمد‬
َ ‫ ِمنْ أ ْْج ِل ذلِ َك َم َد َح تف‬،‫ْح ِمنَ هللاِ َع َّز َو َْج َّل‬
“Allah'tan daha kıskanç hiç kimse yoktur. Bu sebeple gizli ve açık
bütün kötülükleri (haddi tecâvüz olan her bir ameli) yasaklamıştır.
Övmeyi Allah'dan daha fazla seven hiç kimse yoktur. Bunun için Allah
Azze ve Celle, Nefsini övmüştür. Allah’u Te’âlâ'dan başka özür kabul
etmenin kendisine daha sevimli olduğu hiç kimse yoktur. Bunun içindir
ki Allah’u Te’âlâ nebileri, müjdeleyici ve korkutucu (uyarıcı) olarak
göndermiştir.”
Hadîsin bir başka ifâdesinde ise şöyle denilmiştir:
«‫سلَهُ َوأَ ْت َز َل ُكتُبَه‬
ُ ‫س َل ُر‬
َ ‫» ِمنْ أَ ْْج ِل ذلِ َك أَ ْر‬
“Bu sebepledir ki; Rasûllerini göndermiş, Kitâbları’nı indirmiştir.”
[18] Fetret ehline dair geniş açıklama inşaAllah ileride gelecektir. Şeyh İshak’ın bu sözleri şirk ehlinin hüccet
ulaşmasa dahi müşrik olarak adlandırılacağına ancak azâb görüp görmeyeceklerinin ihtilâflı olduğuna işaret
etmektedir. Şeyhin bu risâlede ele aldığı konu ise; müşriklerin ahirette ateşle, dünyada savaşla cezalandırılmaları
için onlara Kur’an vasıtasıyla hüccet ulaşmasının yeterli olduğunu, yoksa hücceti idrâk edip bütün şüphelerinin
izâle olması gerekmediğini ortaya koymaktır.
Şeyhin bu konuyu ele almasından, kendisine hiç hüccet ulaşmamış olan kişileri Müslüman gördüğü
anlaşılmamalıdır. Nitekim hüccet ulaşmamış olan fetret ehlinin dahi Müslüman sayılmayacağını dile getirmesi
böyle bir ihtimali açıkça ortadan kaldırır. Zîrâ Şeyh İshak, ileride Şeyh Abdullatif’ten fetret ehlinin Müslüman
sayılmayacağına dair nakilde bulunmaktadır. Bu husus açıkça göstermektedir ki fetret ehli dahi Müslüman
addedilmezken günümüzde ellerinde Kur’an olan müşriklerin Müslüman addedilmemesi daha evlâdır.
[19] Günümüzde birtakım sözde selefi davetçilerin büyük şirkte cehâleti özür görmeyen ve şirk ehlini muayyen
olarak tekfir eden kimseleri; Haricî, tekfirci, bid’atçı vs. şekillerde isimlendirmeleri de bu kapsamdadır. Bunlar Şeyh
İshak’ın dediği gibi bâtıl şüpheleri dinin esası gibi takdim etmişler ve buna muhâlif olanları cehâlet ve dalâletle
vasfetmişlerdir.
Bu kimselerin yazdıkları kitapların isimlerine bile bakılması Şeyh İshak’ın bahsettiği kişilerle aynı zihniyeti
taşıdıklarını göstermeye kâfi gelir. Misal olarak Mısırlı Ahmed Ferid’in bir cehâlet numunesi olan kitabı “el-Uzru bi’l
Cehl ve’r Raddu ala Bid’at’it Tekfir” Türkçe’ye “Cehalet Özürdür, Bid’atçi Tekfircilere Reddiye” ismiyle çevrilmiştir.
Yine Mısırlı Şerîf el-Hezza’nın konuyla alâkalı kitabının ismi “el-Uzru bi’l Cehli Akidet’us Selef” yani “Cehâletin
Özür Olması Selefin Akidesi’dir” şeklindedir. Keza el-Elbani’nin konuyla alâkalı kitabının ismi “Fitnet’ut Tekfir” yani
“Tekfir Fitnesi”dir ki bu kitaba Bin Baz ve İbnu Useymin ta’likte bulunmuşlardır!
Bu adamlar İslam’da var olduğu herkes tarafından bilinen tekfir kavramını neredeyse kökünden inkâr ve tahkîr
edecek düzeye gelmişlerdir, düşünün! Haricîlik, Tekfircilik vesâir başlıklar altında yayınlanan ve hepsi de
muayyen tekfirin selefe muhâlif bir Haricî fikri olduğu tezini işleyen onlarca kitap, kaset ve makale daha bu
kapsamda sayılabilir. Bu insanların hepsi tıpkı Şeyh İshak’ın bahsettiği kişiler gibi kendilerini selefe hatta
Muhammed bin Abdilvehhab’ın davetine nispet eden kimselerdir.
41
Bu gece, dün geceye ne kadar da benzemektedir! İşte bu, âlimlerin bahsetmiş olduğu “Ma’rûfun münker olarak,
münkerin ma’rûf olarak keza Sünnet’in bid’at, bid’atin ise Sünnet olarak kabul edildiği” ahir zaman
alâmetlerindendir. Allah’tan kalplerimizi dini üzere sabit kılmasını dileriz…
[20] İbnu Feyruz’un ismi, Şeyh Muhammed bin Abdilvehhab’ın döneminde yaşamış olan Hanbeli Mezhebi’ne
müntesip ilim ehli arasında geçmektedir. 1216H tarihinde vefât etmiştir. Necd bölgesindeki tevhid davetine
muhâlefeti ile tanınan İbnu Humeyd “es-Suhub’ul Vabile” adlı Hanbeli tabakatına dair eserinde (sf 969 ve devamı)
ondan övgü ile bahsetmektedir. Zîrâ İbnu Feyruz da İbnu Humeyd gibi sahîh akidenin yayılmasına karşı mücadele
etmiş ve hatta sözkonusu kitapta zikredildiğine göre dönemin Osmanlı Padişahı Abdulmecid ile tevhid davetine
karşı yardım isteme bâbında yazışmaları olmuştur. Tevhid ehli Ahsa’ya hâkim olduğunda diğer müşrikler gibi o da
burayı terk ederek Basra’ya yerleşmiş ve orada ölmüştür. İleride Şeyh İshak’ın da zikredeceği gibi bu şahıs ve
benzerleri ilim ve takva ehli olarak tanınmalarına rağmen Şeyh Muhammed bin Abdilvehhab’ın bu kimseleri
muayyen olarak tekfir etmesine dikkat edilmelidir.
[21] Allahu â’lem bu konuyla alâkalı şöyle denilebilir:
“Hüccet ikâme olunan muayyen kişi tekfir edilir” sözünün zâhiri, dinin aslı dışındaki kapalı meselelerde dahi
hüccete ulaşan herkesin tekfirini gerektirir ki buna göre Eşari, Maturidi, Mürcie, Mu’tezile gibi bid’at fırkalarına
meyletmiş olan bütün âlimlerin –ki selef asrından sonraki İslam meşhûrlarının çoğu böyledir- tekfir edilmesi
gerekir. Ancak İbnu Teymiye, Muhammed bin Abdilvehhab veya başkalarından bunu söyleyen yoktur. Zîrâ kapalı
meselelerde kendisine gelen hücceti te’vil eden kişi de bizzât Allah ve Rasûlü’nü inkârla yüzyüze kalmadıkça
tekfir edilmez. Çünkü te’vili onu hücceti inkâr eden konumdan çıkartmaktadır. Vallahu Â’lem!..
[22] Bu ifadeler için bkz: Mecmu’ul Feteva, 4/54-56; İbnu Teymiyye Külliyatı, 4/59-61. Kelâm ve re’y ehlinin
imamlarının nifâk, riddet ve küfre düştüklerine dair açıklamalar için; İbnu Teymiyye’nin Mecmu’ul Feteva isimli
eserinin dördüncü cildinde ve aynı eserin Türkçe’ye “İbn Teymiyye Külliyatı” ismiyle çevrilen tercümesinin
dördüncü cildinde özellikle “Kelâmcılarla Hadîs Ehline Başka Açıdan Bakış” ve “Kelâm ve Hadîs Ehli Arasında Bir
Karşılaştırma” başlıklı bölümlere ayrıca İbnu Kuteybe’nin Türkçe’ye de tercüme edilmiş olan “Te’vilu Muhtelif’il
Hadîs” isimli eserinin baş tarafına mürâcaat edilebilir.
[23] Kitabın orijinal adı “‫( ” السر المكتوم في دعوة الكواكب والنجوم والسحر والطالسم والعزائم‬Gezegenlere, Yıldızlara Du’â
Etmek ve Sihir, Tılsım ve Rukyeler Hakkında Gizli Sır)” olarak zikredilmektedir. (İbnu Teymiyye, Der’u Tearuz’il
Akli ve’n Nakl, 1/111) Kitabın isminin baş tarafı “es-Sirr’ul Mektum” olmakla beraber ismin devamı hakkında farklı
şeyler nakledilmektedir.
İbnu Kesir, Bakara 2/102. âyetin tefsirinde ve Zehebi, Mizan’ul İ’tidal’de (3/340) bu eseri ona nispet etmekte
lâkin bundan tevbe etmiş olabileceğini dile getirmektedir. İbnu Haldun da onun bu eserinden bahsedenler
arasındadır. (İbnu Haldun, Mukaddime, 1154)
Subki gibi bazıları eserin ona aidiyetini reddetmektedirler. (bkz; Subki, Tabakat’uş Şafiiyyin, 8/ 87)
Hacı Halife’nin Keşf’uz Zunun’da bildirdiğine göre Zeynuddin el-Malati (v. 788H) tarafından bu kitaba “ ‫اتقضاض‬
‫ ”البازي في اتفضاض الرازي‬isminde bir reddiye yazılmıştır. (Hacı Halife, Keşf’uz Zunun, 2/989) Doğrusunu Allah bilir.
[24] Razi’nin icmâ ile tekfir edilmesinin sebebi yıldızlara ibâdeti teşvik etmesidir. Ancak öyle zannediyoruz ki o,
sonradan bu görüşünden dönmüştür. Nitekim Şeyh’ul İslam yukarıdaki sözün devamında şöyle demektedir: “Her
ne kadar sonradan İslam'a dönmüş olsa da.” (sözün tamamı için bkz. Mecmu’ul Feteva, 18/53-58; İbn
Teymiyye Külliyatı, 4/61)
İbnu Teymiyye’nin bu ifadesi, Razi’nin yıldızlara ibâdet fikrinden döndüğüne işaret etmektedir. Bu açık
şirklerden tevbe etmiş olsa da Fahr’ur Razi’nin çeşitli i’tikâdî meselelerde Ehli Sünnet’e muhâlif (sıfatların inkârı
vb.) birçok görüşü mevcuttur. Şeyh’ul İslam’ın aynı yerde işaret ettiği gibi böyle kimseler her ne kadar İslam’a
dönmüş olsalar da bir kısmı çeşitli kalbî hastalıkları ve nifâk türünden şeyleri barındırmaya devam etmektedirler.
Vallahu Â’lem. Bu hususta tafsilatlı bilgi için bkz. İbnu Teymiyye, Der’u Tearuz’il Akli ve’n Nakl, 1/111, 1/311 ve
İbnu Teymiyye, Mecmu’ul Fetava, 13/180.
[25] İbnu Teymiyye’nin sözkonusu kavli ile alâkalı Muvahhid yayınları tarafından neşredilen Şeyh Eba Butayn’a
ait “el-İntisar” adlı eserin tercümesinde sf 91 ve devamına mürâcaat edilebilir.
[26] Parantez içindeki ilaveler “Mürtede Mektup” ismiyle daha önce tercüme ettiğimiz risâlenin orijinal metninde
yer almaktadır.
[27] “Tarih”ten kasıd Şeyh Muhammed’in öğrencilerinden Hüseyn bin Gannam Rahimehullah’ın “Tarihu Necd”
adlı eseridir. Zîrâ bu mektup, sözkonusu eserde 344-350. sayfalar arasında “21. Risâle” başlığı altında yer
almaktadır. Mektup ayrıca “er-Rasail’uş Şahsiyye”, “33. Mektup”, sf 216-225 ve “ed-Durar’us Seniyye”, 10/64-74
sayfaları arasında zikredilmiştir.
42
Er-Rasail’uş Şahsiyye’de bu mektubun girişinde muhakkikler tarafından şu takdim yazısı eklenmiştir:
“Bu risâle Şeyh Muhammed bin Abdilvehhab’ın Ahsa bölgesinden bir adama cevap olarak gönderdiği risâlesidir.
Bu kimse Ahmed bin Abdilkerim’dir. Önceleri tevhidi bilen ve müşrikleri tekfir eden bir kimseydi. Sonra kendisine
bu mesele hakkında, Şeyh’ul İslam Takiyyuddin’in (İbnu Teymiyye’nin) sözleri arasında gördüğü bazı ibâreler
sebebiyle ve onları şeyhin kast ettiği mananın dışında anlamasından dolayı şüphe arız oldu.”
Bu mektubun Türkçe tam tercümesini Muvahhid Yayınları tarafından neşredilen Tevhid Risâleleri-2 adlı
derlemenin 53 ila 68. sayfaları arasında bulabilirsiniz.
[28] Bundan kasdın; Türk birisine Arapça Kur’an okumak örneğinde olduğu gibi Kur’an’ı hiç anlamamak
olmadığı aşikârdır. Çünkü böyle birisi hüccete hiç ulaşmamış konumundadır. Lâkin Kur’an âyetleri kendisine
anlayacağı şekilde aktarıldığı hâlde şüpheleri izale olmayan, meseleyi tam idrâk edemeyen vesâir özellikteki
birisinin artık ma’zeretli olduğu söylenemez, anlatılmak istenen budur. Vallahu Â’lem!..
[29] Yani Şeyh Rahimehullah, Ahmed bin Abdilkerim’i muayyen olarak tekfir etmektedir. Bunun sebebi de bu
adamın şirk koşması değil müşriklerin muayyen olarak tekfirinde şüphe etmesidir, kısacası cehâleti özür
görmesidir! Bu husus üzerinde düşünüldüğünde günümüzde kendisini Şeyh Muhammed bin Abdilvehhab’ın
davetine nispet edenlerin, onun akidesinden ne kadar uzak oldukları görülecektir inşaAllah.
[30] Ed-Durar’us Seniyye, 10/93-94.
[31] Şeyh Muhammed bin Abdilvehhab Rahimehullah “Müfid’ul Mustefid” adlı eserinde bu sözü bu şekilde
zikretmektedir. Sözün aslı ise İbnu Teymiyye Rahimehullah’ın es-Sarim’ul Meslul adlı eserinde şu şekildedir:
“Kim (sahâbeye) sövmesine bir de, Ali Radiyallahu Anh'ın ilah olduğu yahut o peygamberdi de Cebrail Aleyhi
Selam risâleti kime vereceğinde yanıldı, sapıklığını eklerse işte bunun küfründe hiç şüphe yoktur. Dahası böylesi
birinin tekfir edilmesinde duraksayanın küfründe de şüphe yoktur.” (es-Sarim'ul-MesluI, 518-519)
Görüldüğü üzere Şeyh Muhammed bin Abdilvehhab Rahimehullah bu kavilde geçen Ali Radiyallahu Anh’ı ilah
edinenlerle alâkalı ifadeyi aynı manaya gelen Ali Radiyallahu Anh’a ibâdet ederse… şeklinde nakletmiştir.
[32] Şeyh İshak’ın sözlerinden açıkça anlaşılacağı üzere, şirk koşanın tekfirinden önce ta’rif ve hüccet ikâmesi
gerekmediği yani başka bir tabirle şirk hususunda cehâletin ma’zeret olmadığı konusu, âlimler nezdinde ittifâk
edilmiş yani icmâ ile sabit olan bir meseledir. Günümüzde bazı ilim talebesi hatta âlim olduğu iddia edilen
kimselerin ileri sürdüğü gibi bu dinin aslında cehâletin özür olup olmadığı konusu âlimler arasında ihtilâflı bir konu
değildir! Bu hususta ihtilâf eden kişi bilakis tekfir edilir. Şeyh İshak bundan dolayı: “Her kim Ali Radiyallahu Anh’a
du’â (ibâdet) ederse kâfirdir. Her kim de bunu yapanı tekfir etmezse o da kâfirdir.” kavline atıf yapmıştır.
[33] Bundan kasıd Şeyh Muhammed bin Abdilvehhab’ın eseri, “Kitâb’ut Tevhid” ve torunu Şeyh Süleyman bin
Abdillah Rahimehullahu Te’âlâ’nın bu esere yazdığı “Teysir’ul Azîz’il Hamid” isimli şerhtir.
[34] Yukarıda naklettiğimiz Kevvaz Kubbesi vb. sözlerin tam metnini inceleyen kimse bu sözlerin şeyhin tekfirde
aşırı gittiğini iddia edenlere karşı bir savunma olarak zikredildiğini görür. Yani şeyh Rahimehullah hüccet
ulaşmadığı takdirde açık şirkleri işleyenlere bile kıtâl ve azâb (azâbı nefyetme) manasında kâfir demediğini, hâl
böyleyken günahlardan vesâireden ötürü tekfir etmesinin sözkonusu olmadığını ifade etmek istemiştir. Allahu
â’lem.
[35] Çünkü Allah ve Rasûlü dışında hiç kimsenin sözü tek başına bir delil değildir hatta bizzât kendisi delile
muhtaçtır.
[36] İbnu Teymiyye’ye ait olan bu sözler; Mecmu’ul Fetava cilt 35 sayfa 103’te geçmektedir.
[37] Yani Irakî, önce kabirperestler ve benzerlerinin İslam’ını iddia etmiş, sonra da daha bu iddiasını ispat
etmeden ikinci bir iddiada bulunarak Müslümanları tekfir etmenin caiz olmadığı hükmünden hareketle bu kişilerin
Müslüman olduğunu ve tekfir edilemeyeceklerini ileri sürmüştür. Hâlbuki tevhidi bilmeyen ve yaşamayan bu insanların Müslüman olduğuna dair bir delil yoktur ki Müslümanların tekfiriyle alâkalı kâ’ideler bunlara tatbik edilsin!
[38] “‫“ ”والتفريع ليس مشكال‬Teferruat ise müşkil değildir.” ifadesi, İbnu Malik’in nahivle alâkalı meşhûr
“Elfiye”sinin 62. beytidir. Bu ifadeden maksat ise: İşin aslı belli olduktan sonra, aslı bilenin hükmü diğer meselelere
kolayca tatbik edilebileceğidir. Allahu Â’lem.
[39] Fetret ehlinin tekfir edilmemesi onlara azâbı gerektiren küfür manasında küfrün nispet edilmemesinden
dolayıdır. Şeyh Muhammed bin Abdilvehhab’ın, Kevvaz Kubbesi’ne ibâdet edenlerden nefyettiği küfür de budur.
Fakat yukarıda da işaret edildiği gibi bu onlara Müslüman hükmü vermeyi ve dünyada onlara Müslüman
muâmelesi yapmayı gerektirmez. İbnu Kayyım, İbnu Abdilber'in: “Fetrette ölen kişi ya kâfir olarak yâhut da kâfir
43
olmaksızın ölmek durumundadır,” sözünü baz alarak fetret ehlinin imtihân edileceğine dair hadîsleri delil
almayışını reddetme sadedinde diyor ki:
،‫ فشرط تحققه بلوغ الرسالة‬،‫ فنن الكفر هو ْجحود ما ْجاء به الرسول‬،‫ أن يقال هؤَلء َل يحكم لهم بكفر وَل إيمان‬:‫أحدها‬:‫ْجوابه من وْجوه‬
‫ وَل يلزم من اتتفاء أحدهما وْجود اآلخر إَل بعد‬،‫ وهذا أيضا مشروط ببلوغ الرسالة‬،‫ وطاعته فيما أمر‬،‫واْليمان هو تصديٍ الرسول في ما أخبر‬
.‫ وَل مؤمنين كان لهم في اآلخرة حكم آخر غير حكم الفريقين‬،‫ فلما لم يكن هؤَلء في الدتيا كفارا‬،‫قيام سببه‬
،‫ إتما تحكم لهم بذلك في أحكام الدتيا َل في الثواب‬:‫ قيل‬،‫ والمناكحة‬،‫ والوَلية‬،‫ فأتتم تحكمون لهم بأحكام الكفار في الدتيا من التوارث‬:‫فنن قيل‬
.‫ كما تقدم بياته‬،‫والعقاب‬
.‫ فنن هللا تعالى َل يعذب إَل من قامت عليه حجته‬،‫ لكن اتتفاء العذاب عنهم َلتتفاء شرطه وهو قيام الحجة عليهم‬،‫ سلمنا أتهم كفار‬:‫الوْجه الثاتي‬
“Buna çeşitli şekillerde cevap verilebilir. İlkin şöyle denilebilir:
Onların ne küfrüne ve ne de imânına hükmedilir. Çünkü küfür, Rasûl’ün getirdiğini inkâr etmektir. Bunun da
gerçekleşmesinin şartı mesajın ulaşmasıdır. İman ise, Rasûl’ün verdiği haberlerde tasdik edilmesi ve
emrettiklerine ise itâ’at edilmesidir. Yine bu da mesajın ulaşmasına bağlıdır. Şimdi bunlardan birinin, ötekinin
varlığını nefyetmesi ancak sebeplerinin varolmasından sonra olması gerekir. Buna göre bu insanlar dünyadan
göçerken ne kâfir ne de mü’min oldukları zaman ahirette iki grubun hükmünden farklı bir hükümleri olmalıdır.
Denilse ki: Ama siz onlara dünyada meselâ mirasta, velâyet ve nikâhta küfür hükmü (kâfirlere yapılan
muâmeleyi) uyguluyorsunuz. Denilir ki: Biz buna dünya ahkâmı ile bu şekilde hükmediyoruz. Bu ise daha önce
izah edildiği gibi sevâb ve ikap hukukuna dair değildir. Bu bir...
İkinci olarak: Onların kâfir olduğunu kabul ediyoruz ama azâbın onlardan nefyedilmesi ile beraber. Çünkü bunun
şartları yerine gelmemektedir. Bu ise onlara delilin sunulmasıdır (ikâme edilmesidir). Ma’lûmdur ki şüphesiz
Allah’u Te’âlâ, kendisine hüccet kâ’im olmayana azâb etmez." (İbn’ul Kayyım, Ahkam'u Ehl'iz Zimme, 1156-1157)
İbn’ul Kayyım ve diğer âlimlerin fetret ehliyle alakalı sözlerinden Müslüman da kâfir de olmayan tamamen
bağımsız üçüncü bir sınıfı kasdettikleri zannedilmemelidir. Böyle bir şey bâtıldır. Allah’a imân etmeyen ve O’nu
tevhid etmeyen herkes kâfirdir ve Müslüman değildir. Çünkü imânın aslını yerine getirmemiştir.
Nitekim İbn’ul Kayyım Rahimehullah sözünün sonunda “Onların kâfir olduğunu kabul ediyoruz ama azâbın
onlardan nefyedilmesi ile beraber” diyerek bunu ifade etmektedir. Yani fetret ehli olan kimseler imânın gereklerini
yerine getirmedikleri için kâfirdirler. Zaten dünyevî ahkâmda onlara kâfir hukuku uygulanması da bunu
göstermektedir.
Ancak –kendilerine azâb edilmemesi yönünden- kâfir kavramının ihtiva ettiği bütün hükümleri taşımadıkları için
mutlak mâ’nada veya kâmil anlamda kâfir ismini almazlar. Zîrâ şeri’atte kâfir ismi daha ziyâde hakkı duyduktan
sonra inkâr eden ve bu inkârından dolayı cezaya çarptırılan kimseler hakkında kullanılır.
Kısacası kendisine davet ulaşmamış fetret ehlinden olup tevhidi yerine getirmeyen kimseler dinin aslını
sağlamadıkları için kâfir ve müşrik ismini alırlar ve de bunlara hiçbir şekilde müslüman ismi verilmez. Lakin azâbı
gerektiren küfür ismi ise onlardan nefyedilir.
[40] Şirk koşan birisinin yani Allah’tan başkasına ibâdet eden, O’ndan başka bir İlah ve Rabb edinen bir
kimsenin bunu cehâletle yaptığı zaman Müslüman kalmaya devam edebileceğini ileri süren kimseler, İslam’ın
hakikatinden ve mahiyetinden gâfil oldukları kısacası İslam’ı bilmedikleri için bu iddiada bulunmaktadırlar. Hâlbuki
İslam’la şirkin bir arada bulunamayacağı bilakis İslam’ın manasının şirkten ve şirk ehlinden uzaklaşmak olduğu
hususu İslam’da avâm havâs herkes tarafından bilinen, bilinmesi gereken bir konudur.
Şirkle İslam bir arada barınamıyorsa şu hâlde şeyhin işaret ettiği gibi şirk koşan birisi nasıl Müslüman olarak
adlandırılacak?
Bu kimseler Müslüman olmak için şirkten uzaklaşmayı bile şart koşmuyorlarsa şu hâlde bir kişi hangi esasa
binâen Müslüman olarak adlandırılacaktır?
Öyle görülüyor ki bu adamlar manasını kabul etme şartı olmaksızın mücerred dille kelime-i şehâdet getirmeyi
dinin esası yapmışlar ve böylece açık nasslara muhâlefet etmişlerdir. İşte bu sebepten dolayı şirk hususunda
cehâleti özür görenlerin, İslam’ı bilmediklerini ve Müslüman olmadıklarını söylüyoruz. Zîrâ namazın, orucun vesâir
ibâdetlerin bir hakikati olduğu gibi İslam’ın da bir hakikati vardır. Namazın hakikatini yerine getirmeyen birisi
namaz kılıyor olarak adlandırılamayacağı gibi İslam’ın hakikatini yerine getirmeyen birisi de Müslüman olarak
adlandırılamaz. Kaldı ki şirk koşarak İslam’ın aslını bozan birisine Müslüman diyen kimse İslam’ın ne olduğunu
bilmeyen birisidir.
Kur’an-ı Kerim’de “İslam” ve “Muslim” kavramlarının geçtiği âyetleri ve bu âyetlere selefin yaptığı açıklamaları
inceleyen herkes İslam’ın ancak şirkten beri olarak gerçekleşeceğini açıkça görür.
44
Kısacası; İslam sadece Yahudilik ve Hristiyanlıktan beri olmak demek değildir bilakis İslam şirkten uzaklaşmayı
ifade eden bir vasıftır ve de şirk koşan birisi asla Müslüman ismine dâhil olamaz. İbnu’l Kayyım’ın buna delâlet
eden sözleri az ileride gelecektir inşaAllah.
[41] Yani mürted bâblarında zikredilen küfür söz ve fiillerinin birçoğu sâlihlere ibâdetten daha hafif olduğu hâlde
âlimler bunları yapanların cehâlet veya te’villerine bakmaksızın küfürlerine hükmetmişlerdir ki, ibâdette şirk
koşanların tekfir edilmesi bunlardan daha açıktır.
[42] Bu ifade Fil Suresi’nde bahsedilen kıssa esnasında inşâd edilmiş bir şiirden alıntıdır.
[43] Şeyh Abdullatif, Minhac’ut Te’sis, 96-99.
[44] Aslında bu, müstakil bir kitap değildir. İbnu Kayyım’a ait olan, “Tarik’ul Hicreteyn ve Bâb’us Saadeteyn” adlı
eserin bir bölümüdür.
[45] Kâfirlerin mukallid avâm tabakası fetret ehli konumundadır deyip onların azâb görmeyeceğini ve onlara
kâfir muâmelesi yapılmayacağını iddia eden kişi meşhûr Mu’tezile kelâmcısı Câhız’dır (v. 255H). Kelâm ehlinden
ona tâbi olan başkaları da olmuştur. Bu görüş İslam ümmetinin ittifâkıyla küfürdür hatta böylelerinin küfründe
tevakkuf eden dahi tekfir edilmiştir. Kadi İyaz “eş-Şifa” adlı eserinde her müçtehidin içtihâdında isâbetli sayıldığını
iddia edenlerin görüşlerini tenkit ettikten sonra şöyle demektedir:
‫ ِإ ْذ لَ ْم‬.‫صا َرى َوا ْليَ ُهو ِد َو َغ ْي ِر ِه ْم ََل ُح َّجةَ ِ َِّلِ َعلَ ْي ِه ْم‬
َ َّ‫ َو ُمقَلِّ َد ِة الن‬.‫ َوا ْلبُ ْل ِه‬،‫سا ِء‬
َ ِّ‫ َوالن‬،‫ فِي أَنَّ َكثِي ًرا ِمنَ ا ْل َعا َّم ِة‬،ُ‫ َوثُ َما َمة‬،ُ‫َوقَا َل تَ ْح َو َه َذا ا ْلقَ ْو ِل ا ْل َجا ِحظ‬
‫ب التَّ ْف ِرقَة‬
ٌ ‫تَ ُكنْ لَهُ ْم ِطبَا‬
ْ ‫ع يُ ْم ِكنُ َم َع َها اَل‬
ِ ‫ستِ ْد ََلل َوقَ ْد تَ َحا ا ْل َغ َزالِ ُّي قَ ِريبًا ِمنْ َه َذا ا ْل َم ْنحى فِي ِكتَا‬
َ
َ
َ
‫ش َّك‬
َ ‫ أ ْو‬،‫ أ ْو َوقَفَ فِي تَ ْكفِي ِر ِه ْم‬، َ‫سلِ ِمين‬
َ ‫ َو ُك َّل َمنْ فَا َر‬،‫صا َرى َوا ْليَ ُهو ِد‬
ْ ‫ق ِدينَ ا ْل ُم‬
َ َّ‫اع َعلَى ُك ْف ِر َمنْ لَ ْم يُ َكفِّ ْر أ َحدًا ِمنَ الن‬
ِ ْ ِ‫َوقَائِ ُل َه َذا ُكلِّ ِه كَافِ ٌر ب‬
ِ ‫اْل ْْج َم‬
ُّ‫يب أَ ِو الشَّك‬
َ ‫ أَ ْو‬، َ‫ص َوالت َّْوقِيف‬
ُ ‫ َوالتَّ ْك ِذ‬.‫ش َّك فِي ِه‬
َّ َّ‫ب الن‬
َ ‫ فَ َمنْ َوقَفَ فِي َذلِ َك فَقَ ْد ك ََّذ‬،‫ ْلن التوقيف واْلْجماع اتفقا َعلَى ُك ْف ِر ِه ْم‬.‫ضي أَبُو بكر‬
ِ ‫قَا َل ا ْلقَا‬
َ
َّ
‫فِي ِه ََل يَق ُع إَِل ِمنْ كافر‬
“…Bunun benzeri bir görüşü de Câhız ve Semame dile getirmiştir ki buna göre halkın pek çoğundan,
kadınlardan, aklı kısa olanlardan Hristiyanlar ve Yahudileri taklit edenler üzerinde, Allah’u Teâlâ’nın bir hücceti
yoktur. Zîrâ onların istidlâl edecek derecede tabiatları müsait değildir. Gazalî de “et-Tefrika” adlı kitabında, bu
görüşe yakın bir tarafa meyletmiştir.
Bütün bunları söyleyenler icmâ ile kâfirdirler. Zîrâ Hristiyan ve Yahudilerden bir kimseyi ve Müslümanların
dininden ayrılan her bir kimseyi tekfir etmeyenin veya tekfir hususunda duraksayanın ya da tekfir hususunda
şüphe edenin kâfir olduğunda icmâ vardır. Kadı Ebu Bekr der ki: Çünkü tevkif (nass ile belirlenmiş hüküm) ve
icmâ, onların küfründe ittifâk etmektedir. Her kim ki bu hususta duraksarsa, nassı ve tevkifi yalanlamış veya onlar
hakkında şüphe etmiş olur ki, yalanlama ve şüphe de kâfirden başkasında vuku bulmaz.” (eş-Şifa, 2/281; Bkz.
Kadı Iyaz, Şifa-ı Şerif Tercüme ve Şerhi, Rehber Yayınları, 591-597)
Şifa’yı neşredenler bu ibâreye koydukları dipnotta İbnu Hacer’den bu görüşün Gazalî’ye ait olmadığını
nakletmektedirler. Doğrusunu Allah bilir.
Görüldüğü üzere Câhız’ın tenkid ve tekfir edilen usûlü ile günümüzde tekfir için hüccetin bilinmesini ve
anlaşılmasını şart koşan kimselerin usûlü aynıdır. İkisi de hüccetin kâ’im olmasını, hüccetin anlaşılmasına
bağlamaktadır ve azâbı, sadece mu’annidlere (bilerek inad edenlere) has kılmaktadır. Günümüzdeki sapıklar
buna ilaveten daha önceki mülhid seleflerinin yapmadığı bir şeyi yapıp Allah’ u Te’âlâ’ya ortak koşanlara Müslüman
ismini vermektedirler...
Günümüzde tekfir için hüccetin bilinmesini ve anlaşılmasını şart koşan bu gibi kimseler Kur’an’a ulaşan veya
ulaşma imkânı olan bir topluluğun kendilerine ârız olan bazı şüpheler ve karışıklıklardan dolayı hücceti
anlamadıkları takdirde, azâb görmeyeceklerini ve dünya hükmü itibariyle de kâfir olmayacaklarını (!) iddia
etmektedirler.
Câhız ve benzerleri bundan daha hafifini dile getirdikleri hâlde tekfir edilmişlerdir. Zîrâ onlar Yahudi, Hristiyan ve
benzerlerinin Müslüman olmadıklarını kabul ettikleri hâlde hücceti idrâk etmekten âciz olan câhil tabakanın azâb
görmeyeceğini iddia etmişlerdir. Bugün bu görüşü savunanlar ise Allah’u Te’âlâ’ya ibâdette ortak koşan kimselerin
-eğer dilleriyle şehâdet getiriyorlarsa- ahirette azâb görmeyeceğini, üstelik dünyada da Müslüman hükmü
alacaklarını (!) iddia etmektedirler.
Bu hususta geniş bilgi için Şeyh Eba Butayn’a ait “el-İntisar” isimli kitabın tercümesinde 60 ila 63. sayfalara
mürâcaat edilebilir.
[46] Yakın lafızlarla (Buhârî, 1385).
[47] Yakın lafızlarla (Buhârî, 6528; Müslim, 221).
45
[48] Yani azâba uğratılma manasında tekfirden istisnâ edilenler işte bu fetret ehlidir. Davud bin Cercis el-Irakî
ve emsâli ise bu hükmü genelleştirerek günümüzde Kur’an’ın ulaşmış olduğu insanları da bu kategoriye sokmaya
hatta onlara Müslüman ismi vermeye çalışmaktadırlar.
[49] Arapça'da, bilinmeyen şahıslar hakkında ve/veya birileri örnek verildiğinde kullanılan kalıp ifade, özellikle
şu üç ismi kapsar: Bekr, Zeyd ve Amr. Bu Türkçe'deki; Ali-Veli, Ahmet-Mehmet, Hasan-Hüseyin kalıpları gibidir.
Müellif Rahimehullah, örnek verdiğinde bu sebepten ötürü Zeyd ve Amr isimlerini kullanmıştır.
[50] İbnu’l Kayyım, Tarik’ul Hicreteyn, 17. Tabaka, 411-414.
[51] Yukarıda da işaret edildiği üzere İbn’ul Kayyım Rahimehullah ve diğer imamlar hüccet ulaşmamış olan
kimseleri ancak azâbdan istisnâ etmişlerdir yoksa onlara Müslüman hükmü vermiş değildirler. İbn’ul Kayyım
Rahimehullah’dan yapılan bu uzun alıntı da kendisine davet ulaşmamış olan fertlerin ahiretteki konumlarıyla
alâkalıdır yoksa yine İbn’ul Kayyım Rahimehullah’ın başka bir yerde izah ettiği gibi bu kimselere dünyada kâfir
muâmelesi yapılacağı muhakkaktır.
[52] Abdullatif bin Abdirrahman, Minhac’ut Te’sis, 227.
46
‫ُح م ُْك تَ مك ِف ِري الم ُم َع ّ َِي‬
‫َوالم مفر ُق ب َ م ََي‬
‫ِق َيا ِم الم ُح ّج ِة َوفَهم ِم الم ُح ّجة‬
‫الش ميخُ الم َع ّال َم ُة ا مْس َُاق مب ُن َع مب ِد ّالر م َْح ِن مبن َح َسن آ ُل ّ‬
‫ّ‬
‫الش مي ِخ‬
‫ايل َا م َْج ِعَي)‬
‫َ(ر ِ َْحهُ ُم ُ‬
‫هللا تَ َع َ‬
‫‪47‬‬
‫الرِحي ِم‬
‫الر ْْحَ ِن َّ‬
‫بِ ْس ِم اللَّ ِه َّ‬
‫ِ ِ ِ‬
‫ِِ‬
‫اْلم ُد لِلَّ ِه ر ِّ ِ‬
‫ني ‪َ ،‬وأَ ْش َه ُد أَ ْن‬
‫ني َوالْ َعاقبَةُ لْل ُمتَّق َ‬
‫ني‪َ ،‬والَ عُ ْد َوا َن إِالَّ َعلَى الظَّالم َ‬
‫ب الْ َعالَم َ‬
‫َْ ْ‬
‫َ‬
‫ِ‬
‫ِ ِ‬
‫َّداِِ ِد َوَال ُْ ْد َعى إِالَّ إَِّْا‪، ُ،‬‬
‫َح ُد َّ‬
‫اف ِ الَد َ‬
‫الَم َم ُد ‪ ،‬الَّ َ َال ُْ ْستَاثَ ُ‬
‫َال إلَهَ إَّال اللُ اَح َ‬
‫ص ال ُقر ِ‬
‫فَمن َعب َد َغْيار‪ ُ،‬فَاهو الْم َْد ِرُك الْ َك ُف ِ‬
‫آن ‪َ ،‬وأَ ْش َه ُد أ َّ‬
‫َن ُُمَ َّم ًدا َعْب ُد‪ُ،‬‬
‫ور ‪ ،‬بنَ ِّ ْ‬
‫ُ‬
‫َ ْ َ َ َُ ُ‬
‫ِ‬
‫ورسولُه ‪ ،‬وخلِيلُه صلَّى الل علَي ِه وآلِِه وصحبِ ِه أ ْ ِ‬
‫اْلُ َّجةُ َعلَى‬
‫ت بِِه ْ‬
‫ني ‪ ،‬الَّ َ قَ َام ْ‬
‫َْجَع َ‬
‫ََ ُ ُ َ َ ُ َ ُ َ ْ َ َ َ ْ‬
‫ِ‬
‫ول أ ََّما بَا ْع ُد‪:‬‬
‫ِب بَا ْع َد‪َ ُ،‬والَ َر ُس ٌ‬
‫ني ‪ ،‬فَ ََل نَِ َّ‬
‫الْ َعالَم َ‬
‫َّعي الْعِ‬
‫فَا َق ْد بالَثَنَا و ََِسعنَا ِمن فَ ِرْق ِِمَّن ْد ِ‬
‫ِّْن َو ِِمَّ ْن ُه َو بَِز ْع ِم ِه ُم ْؤَتم بِالَدَّْي ِخ‬
‫الد‬
‫و‬
‫م‬
‫ل‬
‫ْ‬
‫َ َ ْ ْ‬
‫َْ‬
‫ََ َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫أن من أَ ْشرَك بِ ِ‬
‫ِ‬
‫الل َو َعبَ َد اَح َْوثَا َن َال ُْطْلَ ُق َعلَْي ِه الْ ُك ْفُر َوالَدِّْرُك‬
‫ُُمَ َّمد بْ ِن َعْبد َ‬
‫الوَّهاب َّ َ ْ َ‬
‫ِ‬
‫بِعينِ ِه و َذلِ‬
‫ض ِْ‬
‫ك ََِس َع ِم ْن بَا ْع ِ‬
‫َّ‬
‫اْل ْخ َو ِان أَنَّهُ أَطْلَ َق‬
‫ع‬
‫ا‬
‫ب‬
‫َن‬
‫أ‬
‫ك‬
‫ض َم ْن َشافَا َه ِن ِمْنا ُه ْم بِ َ ل َ‬
‫َ‬
‫َْ َ‬
‫َْ َ‬
‫الَدِّرَك وال ُك ْفر علَى رجل دعا النَِِّب صلَّى الل علَي ِ‬
‫َّ‬
‫ال لَ ُه‬
‫و‬
‫م‬
‫ل‬
‫س‬
‫و‬
‫ه‬
‫اف بِِه فَا َق َ‬
‫استَاثَ َ‬
‫ْ َ َ َ َ ُ َ َ َّ َ ُ َ ْ َ َ َ َ ْ‬
‫الرجل ال تُطْلِق علَي ِ‬
‫اسهُ ال َْا ْعبَ ُأو َن ِِبُ َخالَطَِة‬
‫ن‬
‫َج‬
‫أ‬
‫و‬
‫ا‬
‫ه‬
‫ن‬
‫ا‬
‫ك‬
‫و‬
‫ه‬
‫ف‬
‫ر‬
‫ع‬
‫ا‬
‫ت‬
‫ّت‬
‫ح‬
‫ر‬
‫ف‬
‫ك‬
‫ل‬
‫ا‬
‫ه‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ِّ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫ْ َْ‬
‫ُ‬
‫َ ُ‬
‫َ َ َ َ‬
‫َّ ُ ُ‬
‫ِ‬
‫اَحس َفا ِر َو ِ ِدَْا ِرِه ْم بَ ْل َْطْلُبُو َن الْعِْل َم َعلَى َم ْن ُه َو أ ْك َفُر الن ِ‬
‫َّاس ِم ْن‬
‫الْ ُم َْد ِرك َ‬
‫ني ِ ْ‬
‫‪48‬‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ض َها ِ أَثْانَ ِاء‬
‫ني ‪َ ،‬وَكانُوا قَ ْد لََّف ُقوا ََلُ ْم ُشبُا َهات َعلَى َد ْع َو ُاه ْم َْأِْت بَا ْع ُ‬
‫عُلَ َماء الْ ُم َْد ِرك َ‬
‫ِ‬
‫الرع ِاع ِمن أتْاب ِ‬
‫ِّ ِ‬
‫اع ِه ْم َوَم ْن َال‬
‫الر َسالَة – إِ ْن َشاءَ اللَّهُ تَا َع َال ‪َ -‬وقَ ْد َغُّروا ِبَا بَا ْع َ‬
‫ض ِّ َ ْ َ‬
‫ف َحا ََلُ ْم َوَال فَاْر َق ِعْن َد‪َ ُ،‬وَال فَا ْه َم ُمتَ َحيِّاُزو َن َع ِن ْاْل ْخ َو ِان‬
‫َم ْع ِرفَةَ ِعْن َد‪َ ُ،‬وَم ْن َال َْا ْع ِر ُ‬
‫بِأجس ِام ِهم وع ِن الْم ََداِْ ِخ بِ ُقلُوِبِِم وم َد ِاهنُو َن ََلم‪ ،‬وقَد اِستوح َُدوا واستُاو ِ‬
‫ش ِمْنا ُه ْم‬
‫ح‬
‫ُْ َ ْ ْ َ َ ْ ْ َ‬
‫ْ َُ‬
‫ْ َ ْ ََ َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِِ‬
‫ِ‬
‫ني ‪،‬‬
‫ِبَا أظْ َهُرو‪ ُ،‬م َن الَدُّبَه َوِِبَا ظَ َهَر َعلَْي ِه ْم م َن الْكآبَة ِبُ َخالَطَة ال َف َس َقة َوالْ ُم َْد ِرك َ‬
‫ِ‬
‫و ِعْند التَّح ِق ِيق َال ْ َكفِّرو َن الْم َْد ِرَك إَِّال بِالْعم ِوم وفِ‬
‫ك ‪ُ ،‬ثَّ‬
‫يما بَاْيانَا ُه ْم َْاتَا َوَّرعُو َن َع ْن َذل َ‬
‫َ َ ْ‬
‫ُُ َ َ‬
‫ُ ُ ُ‬
‫ِ‬
‫َدبَّ ْ ِ‬
‫ك َواللَّ ُه‬
‫ت َعلَى َم ْن ُه َو ِم ْن َخ َو ِّ‬
‫اص ْاْل ْخ َو ِان َو َذل َ‬
‫اج ْ‬
‫ت ب ْد َعتُا ُه ْم َو ُشْبا َهتُا ُه ْم َح َّّت َر َ‬
‫الو ِ‬
‫ِ ِِ‬
‫ب تَارِ‬
‫ِ‬
‫ِ ِ‬
‫الزْْ ِغ‪.‬‬
‫اَح‬
‫ب‬
‫ت‬
‫ك‬
‫ك‬
‫ُ‬
‫ْ‬
‫ف ِم َن َّ‬
‫ُ‬
‫ُ‬
‫صوِل َو َع َدِم ْاال ْعتنَاء ِبَا َو َع َدِم ْ َْ‬
‫ُ‬
‫أ َْعلَ ُم ب َسبَ ْ‬
‫ر ِغبوا َعن رساِِ ِل الَدَّْي ِخ ُُمَ َّم ِد بْ ِن َعْب ِد الْوَّه ِ‬
‫وحهُ ‪َ -‬وَر َساِِ ِل بَنِ ِيه‬
‫د‬
‫ق‬
‫–‬
‫اب‬
‫َ‬
‫َّس اللَّهُ ُر َ‬
‫َ ُ ْ ََ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ني َِ‬
‫فَِإناَّ َها َك ِفيلَةٌ بِتَْبيِ ِ‬
‫ْجي ِع َه ِ ِ‪ ،‬الَدُّبَ ِه ِجدًّا َك َما َسيَ ُمُّر َوَم ْن لَهُ أ َْد َن َم ْع ِرفَةٌ إِ َذا َرأَى‬
‫ال الن ِ‬
‫َّاس الْيَا ْوَم َونَظََر إِ َل ْاعتِ َق ِاد الْ َم ََداِْ ِخ الْ َم ْ ُكوِرْ ِن ََتَيَّاَر ِجدًّا َوَال َح ْوَل َوَال قُا َّوَة‬
‫َح َ‬
‫إَِّال بِ ِ ِ‬
‫ك أ َّ‬
‫ال نَا ُقو ُل َِح َْه ِل‬
‫َشْرنَا إِلَْي ِه ََبَثْتُهُ َع ْن َه ِ ِ‪ ،‬الْ َم ْسأَلَِة فَا َق َ‬
‫ض َم ْن أ َ‬
‫الل َو َذل َ‬
‫َن بَا ْع َ‬
‫اب الَّ ِ ْن ْاعبدونَاها ومن فِيها فِ‬
‫ك ه َا ِ‬
‫َه ِ ِ‪ ،‬الْ ِقب ِ‬
‫س ُه َو ِِبُ َْد ِرك ‪ ،‬فَانْظُْر‬
‫ي‬
‫ل‬
‫و‬
‫ك‬
‫ر‬
‫ش‬
‫ل‬
‫ع‬
‫ٌ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫اْح ْد ربَّك واسألْه الْعافِ‬
‫الواب ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫َّ‬
‫َج ِوبَِة الْعَِراقِ ِّي الَِّت‬
‫أ‬
‫ض‬
‫ع‬
‫ا‬
‫ب‬
‫ن‬
‫م‬
‫ا‬
‫ه‬
‫ن‬
‫إ‬
‫ف‬
‫‪،‬‬
‫ة‬
‫ي‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ ََ َ ْ َ ْ‬
‫ْ‬
‫تَاَرى َو ْ َ َ َ َ ْ ُ َ َ‬
‫ف وذَ َكر الَّ ِ‬
‫ْارُّد َعلَْياها الَدَّْي ُخ َعْب ُد اللَّ ِطي ِ‬
‫ِ‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫َّ‬
‫ض الطَّلَبَ ِة‬
‫ع‬
‫ا‬
‫ب‬
‫ه‬
‫ل‬
‫أ‬
‫س‬
‫ه‬
‫ن‬
‫أ‬
‫ا‬
‫ه‬
‫ن‬
‫ع‬
‫ن‬
‫ث‬
‫د‬
‫ح‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ُ َ َُ ُ‬
‫َُ َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ َ‬
‫عن َذلِك وعن مستد َِّلِ‬
‫َّع ِرْ ِ‬
‫ف‪،‬‬
‫َّخ‬
‫الَد‬
‫ني‬
‫ع‬
‫ا‬
‫ن‬
‫ال‬
‫و‬
‫ع‬
‫َّو‬
‫ا‬
‫ن‬
‫ال‬
‫ِّر‬
‫ف‬
‫ك‬
‫ن‬
‫ال‬
‫ق‬
‫ا‬
‫ف‬
‫م‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ِّ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫ص إِالَّ بَا ْع َد التا ْ‬
‫ُ ْ َ َ‬
‫َ‬
‫َ ْ َ َ َ ْ ُ َْ َ ْ‬
‫ض رساِِ ِل الَدَّي ِخ ُُم َّم ِ‬
‫د‬
‫ق‬
‫–‬
‫د‬
‫َ‬
‫ْ َ‬
‫وحهُ ‪َ -‬علَى أَنَّهُ‬
‫َّس اللَّهُ ُر َ‬
‫َوُم ْستَانَ ُدنا َما َرأَْْانَا‪ ِ ُ،‬بَا ْع ِ َ َ‬
‫َ‬
‫اِْمتَانَ َع ِم ْن تَ ْك ِف ِي َم ْن َعبَ َد قُابَّةَ الْ َكْل َوا ِز َو َعْب َد الْ َق ِاد ِر ِم َن الُ َّه ِال لِ َع َدِم َم ْن ْاُنَبِّهُ‪ ،‬فَانْظُْر‬
‫تَارى الْعجب ُثَّ اس ِأل الل ِ‬
‫اْلَ ْوِر بَا ْع َد الْ َك ْوِر‪َ ،‬وَما أ ْشبَا َه ُه ْم‬
‫ك ِم َن ْ‬
‫العافيَةَ َوأَ ْن ْاُ َعافيِ َ‬
‫َ ََ َ ْ‬
‫َ َ‬
‫‪49‬‬
‫اْلِ َكاْ ِة الْمَدهورِة ع ِن الَدَّي ِخ ُم َّم ِد ب ِن عب ِد الوَّه ِ ِ‬
‫ات َْا ْوم‬
‫بِ ْ َ َ ْ ُ ْ َ َ‬
‫اب – َرْحَهُ اللُ‪ -‬أَنَّهُ َذ َ‬
‫ْ َُ ْ َْ َ‬
‫ْا َقِّرر علَى أَص ِل الدِّْ ِن وْابا ِّني ما فِ ِيه ورجل ِمن جلَساِِِ‬
‫ب َوَال‬
‫ج‬
‫ع‬
‫ا‬
‫ت‬
‫ا‬
‫ْ‬
‫ال‬
‫و‬
‫أل‬
‫س‬
‫ْ‬
‫ال‬
‫ه‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫ُ ُ َ ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ َ‬
‫ُ‬
‫َ َُ ُ َ َ َ ُ ٌ ْ ُ َ‬
‫ِِ‬
‫ث ح َّّت جاء باعض الْ َكلِم ِ‬
‫ف‬
‫ات الَِّت فِي َها َما فِي َها فَا َق َ‬
‫ال َّ‬
‫الر ُج ُل َما َه ‪َ ،‬كْي َ‬
‫َْاْب َح ُ َ َ َ َ ْ ُ َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ك؟ فَا َق َ‬
‫ال الَدَّْي ُخ‪ :‬قَاتَالَ َ‬
‫َذل َ‬
‫ب َحدْثُانَا ُمْن ُ الْيَا ْوم َلْ تَا ْف َه ْم َوَلْ تَ ْس ْأل عْنهُ‬
‫ك اللُ َذ َه َ‬
‫ت ِمثْل ال ُّ ب ِ‬
‫اب َال َْا َق ُع إِالَّ َعلَى الْ َق ْ ِر أ َْو َك َما‬
‫ت َه ِ ِ‪َّ ،‬‬
‫فَالَ َّما َجاءَ ْ‬
‫الس ْقطَةُ َعَرفْاتَا َها‪ ،‬أنْ َ‬
‫َ‬
‫ال‪.‬‬
‫قَ َ‬
‫ال‬
‫ول ْ‬
‫ول إِالَّ َك َما قَ َ‬
‫الس َد َاد َوَال نَا ُق ُ‬
‫َوََْن ُن نَا ُق ُ‬
‫اْلَ ْم ُد لِلَّ ِه َولَهُ الثاَّنَاءُ َونَ ْسألُهُ الْ َمعُونَةَ َو َّ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِِ ِ‬
‫ِ‬
‫ك ُه َو‬
‫َم ََد ِاِيُنَا‪ ،‬الَدَّْي ُخ ُُمَ َّم ُد ِ إِفَ َاد ِة الْ ُم ْستَفيد َو َحف ُ‬
‫يد‪َ ِ ُ،‬رِّد‪َ ،‬علَى العَِراق ِّي َوَك َ ل َ‬
‫ض ِطرا ِر ِمن ِ‬
‫قَاو ُل أَِِ َّم ِة الدِّْ ِن قَابالَهم وِِمَّا هو معلُوم بِ ِ‬
‫اْل ْس ََلِ‬
‫َن الْمْرِج َع ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫َّ‬
‫أ‬
‫م‬
‫ن‬
‫ْ‬
‫د‬
‫اال‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫ْ ُ ْ َ َُ َ ْ ٌ‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫مساِِ ِل أُص ِ‬
‫ول الدِّْ ِن إِ َل الْ ِكتَ ِ‬
‫لسن َِّة َوإِ ْْجَ ِاع ْاَحَُّم ِة الْ ُم ْعتََِِر َوُه َو َما َكا َن َعلَْي ِه‬
‫اب َوا ُّ‬
‫ُ‬
‫ََ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫َّ‬
‫َص ُل تَا ْق ِرْراً‬
‫س الْ َمْرج َع إِ َل َعال بِ َعْينِ ِه ِ َذل َ‬
‫ك فَ َم ْن تَا َقَّرَر عْن َد‪َ ُ،‬ه َ ا اَح ْ‬
‫الَم َحابَةُ َولَْي َ‬
‫اشِ ِي قَاْلبِ ِه َها َن َعلَْي ِه َما قَ ْد َْارا‪ِ ُ،‬من الْ َك ََلِم الْم َْدتَبِ ِه ِ‬
‫َخ َ بِ ََدَر َ‬
‫َال َْ ْدفَاعُهُ ُشْبا َهةٌ َوأ َ‬
‫ُ‬
‫َ َ‬
‫ِ ِ ِِ‬
‫بَا ْع ِ‬
‫صلَّى اللَّهُ َعلَْي ِه َو َسلَّ َم‪.‬‬
‫وم إِالَّ النِ ُّ‬
‫َمنَّا َفات أَِ َّمته إِ ْذ َال َم ْع ُ‬
‫ض ُم َ‬
‫َِّب َ‬
‫َم َ‬
‫ومسألَتُانَا ه ِ ِ‪ ،‬وِهي ِعبادةُ ِ‬
‫ك لَهُ َوالْبَاَراءَةُ ِم ْن ِعبَ َاد ِة َما ِس َوا‪َ ، ُ،‬وأ َّ‬
‫َن‬
‫الل َو ْح َد‪َ ُ،‬ال َش ِرْْ َ‬
‫ََ ْ َ َ َ َ َ‬
‫ِِِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫َص ُل‬
‫َم ْن َعبَ َد َم َع الل َغْياَر‪ ُ،‬فَا َق ْد أَ ْشَرَك الَدِّْرَك ْاَحَ ْكبَاَر الَّ َ َْاْنا ُق ُل َع ِن الْملَّة ه َي أ ْ‬
‫ول وِ‬
‫الرس ِ‬
‫ْاَح ِ‬
‫اْل َّجةُ بِ‬
‫َّ‬
‫ِ‬
‫َ‬
‫ول‬
‫َّاس‬
‫ن‬
‫ال‬
‫ى‬
‫ل‬
‫ع‬
‫ت‬
‫ام‬
‫ق‬
‫و‬
‫ب‬
‫ت‬
‫ك‬
‫ل‬
‫ا‬
‫ل‬
‫ز‬
‫ا‬
‫ن‬
‫أ‬
‫و‬
‫ل‬
‫س‬
‫الر‬
‫ه‬
‫ل‬
‫ال‬
‫ل‬
‫س‬
‫َر‬
‫أ‬
‫ا‬
‫ِب‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َّ‬
‫ُّ‬
‫ُ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫ُ‬
‫َ َ َ‬
‫ُ‬
‫ََُ‬
‫ُص َ َ ْ َ َ‬
‫ِ‬
‫وبِالْ ُقر ِ‬
‫ص ِل ِعْن َد تَ ْك ِف ِي َم ْن أَ ْشَرَك‬
‫آن َوَه َك َ ا ََِت ُد ْ‬
‫اب ِم ْن أَِِ َّم ِة الدِّْ ِن ِ َذل َ‬
‫ك ْاَحَ ْ‬
‫الََو َ‬
‫َ ْ‬
‫بِاللَّ ِه فَِإنَّه ْستَتَاب‪ ،‬فَِإ ْن تَاب؛ وإَِّال قُتِ‬
‫ف ِ مساِِ ِل ْاَحُص ِ‬
‫َّع ِ‬
‫ول إََِّّنَا‬
‫ْ‬
‫ر‬
‫ا‬
‫ت‬
‫ال‬
‫ن‬
‫و‬
‫ر‬
‫ك‬
‫ْ‬
‫ال‬
‫ل‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫ُ ُْ ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫‪50‬‬
‫ِِ‬
‫الَِفيَّ ِة الَِّت قَ ْد َِيْ َفى َدلِيلُ َها َعلَى بَا ْع ِ‬
‫ني‬
‫ف ِ الْ َم َساِِ ِل ْ‬
‫َّع ِرْ َ‬
‫ض الْ ُم ْسلم َ‬
‫َْ ْ ُكُرو َن التا ْ‬
‫ِ‬
‫الَمر ِ‬
‫َكمساِِل نَاز ِ‬
‫ِ ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ف‬
‫ََ‬
‫ع ِبَا بَا ْع ُ‬
‫ض أ َْه ِل الْب َد ِع َكالْ َق َد ِرَّْة َوالْ ُمْرجئَة ْأو ِ َم ْسأَلَة َخفيَّة َك َّ ْ‬
‫ََ‬
‫ِ ِِ‬
‫والْعطْ ِ‬
‫ني َوَال َْ ْد ُخلُو َن ِ ُم َس َّمى‬
‫ف َوَكْي َ‬
‫ف ْاُ َعِّرفُو َن عُبَّ َاد ال ُقبُوِر َوُه ْم لَْي ُسوا ِبُ ْسلم َ‬
‫َ َ‬
‫ِ‬
‫ِْ‬
‫َوال َْ ْد ُخلُو َن ْ‬
‫اْل ْس ََلِم َوَه ْل َْاْبا َقى َم َع الَدِّْرِك َع َم ٌل َواللَّهُ تَا َع َال َْا ُق ُ‬
‫الَنَّةَ َح َّّت َْل َ‬
‫ول‪َ :‬‬
‫المل ِ س ِّم ِْ ِ‬
‫الس َم ِاء فَاتَ ْخطَُفهُ الطَّْياُر أ َْو‬
‫َوَم ْن ُْ َْد ِرْك بِاللَّ ِه فَ َكأَََّّنَا َخَّر ِم َن َّ‬
‫َْ َ ُ َ‬
‫اليَاط)‪َ ،‬‬
‫الرْح ِ م َكان س ِحيق) َإِ َّن اللَّه ال ْا ْث ِفر أَ ْن ْ َْدرَك بِِ‬
‫ِِ‬
‫َوَم ْن َْ ْك ُفْر‬
‫)‪،‬‬
‫ه‬
‫تَا ْه ِوَ به ِّ ُ َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ َ ُ ُ َ‬
‫ط عملُه) إِ َل َغ ِي َذلِك ِمن ا ْْلْ ِ‬
‫بِ ِْ ِ‬
‫ات ‪َ ،‬ولَ ِك َّن َه َ ا الْ ُم ْعتَا َق َد َْاْلَزُم ِمْن ُه‬
‫اْلميَان فَا َق ْد َحبِ َ َ َ ُ‬
‫ْ َ َ َ‬
‫آن نَاعوذُ بِ ِ‬
‫اْل َّجةَ َل تَا ُقم علَى ه ِ ِ‪ْ ،‬اَحَُّم ِ‬
‫ول وال ُقر ِ‬
‫الرس ِ‬
‫ِ‬
‫ُم ْعتَا َق ٌد قَبِي ٌح َوُه َو أ َّ‬
‫الل ِم ْن‬
‫ب‬
‫ة‬
‫َّ‬
‫َن ُْ ْ ْ َ َ‬
‫ُ َ ْ ُ‬
‫سِ‬
‫ِ‬
‫اب و َّ ِ‬
‫وء الْ َف ْه ِم الَّ ِ َ أَوجب ََلُم نِسيا َن الْ ِكتَ ِ‬
‫الر ُسول بَ ْل أ َْه ُل الْ َفْتاَرِة الَّ ْْ َن َلْ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ ْ ْ‬
‫َ‬
‫الرسالَةُ وال ُقرآ ُن وماتُوا علَى ْ ِ ِ ِ‬
‫ِِ‬
‫ني بِ ِْ‬
‫اْل ْْجَ ِاع َوالَ‬
‫تَاْبالُ ْث ُه ُم ِّ َ َ ْ َ َ َ‬
‫الَاهليَّة َال ُْ َس َّم ْو َن ُم ْسلم َ‬
‫ِ ِ ِ ِِ ِ ِ ِ‬
‫الَدْبا َهةُ الَِّت‬
‫‪،‬وَه ِ ِ‪ُّ ،‬‬
‫ُْ ْستَا ْث َفُر ََلُ ْم َوإََِّّنَا ْ‬
‫اختَالَ َ‬
‫ف أ َْه ُل العْل ِم تَا ْع ْبه ْم اْلخَرة َ‬
‫ذَ َكْرنَا قَ ْد َوقَ َع ِمثْالُ َها أ َْو ُدونَا َها َِحُنَاس ِ َزَم ِن الَدَّْي ِخ ُُمَ َّم ِد َرِْحَهُ اللُ َولَ ِك ْن َم ْن‬
‫َص ًَل‬
‫َوقَا َع ْ‬
‫ب َك َْد َف َها‪َ ،‬وأ ََّما َم ْن ذَ َكْرنَا فَِإناَّ ُه ْم َْي َعلُونَا َها أ ْ‬
‫ت لَهُ َْاَر َاها ُشْبا َهةً َوَْطْلُ ُ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫َّع ِر ِ‬
‫ْف َوُيَ ِّهلُو َن َم ْن َخالََف ُه ْم فَ ََل ْاُ َوفِّا ُقو َن‬
‫َوَْي ُك ُمو َن َعلَى َع َّامة الْ ُم َْد ِرك َ‬
‫ني بِالتا ْ‬
‫َن ََلم ِ َذلِ‬
‫لِ‬
‫ِ‬
‫اب ِ‬
‫لَمو ِ‬
‫َّ‬
‫ني ‪َ ،‬رباَّنَا َال تُِز ْغ قُالُوبَانَا بَا ْع َد إِ ْذ‬
‫و‬
‫ه‬
‫ك‬
‫َح‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫ى َوُه َو ُُمَالَطَةُ الْ ُم َْد ِرك َ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫ْ‬
‫ًَ‬
‫َ‬
‫ه َدْاتانا ‪ ،‬الل أَ ْكبار ما أَ ْكثار الْمْنح ِرفِني وهم َال ْ َْدعرو َن‪ .‬وََْنن ذَ َكرنَا ه ِ ِ‬
‫د‬
‫ق‬
‫م‬
‫ل‬
‫ا‬
‫‪،‬‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ِّمةَ‬
‫َ َْ َ ُ َ ُ َ َ َ ُ َ َ َ ُ ْ َ ُُ َ ُ ْ َ ُ َ‬
‫اْلُ َج ِ َعلَى َه ِ ‪ ،‬الْ َم ْسأَلَِة‪.‬‬
‫لِتَ ُكو َن أ َْد َعى لَِف ْه ِم َما َسيَأْ ِت ِم َن ْ‬
‫للشي ِخ مح َّم ِد ب ِن َعب ِد الوه ِ ِ ِ ِ‬
‫الم ْسأَلَ ِة‬
‫َّاب في َهذه َ‬
‫ِر َسالَةٌ َّ ْ ُ َ ْ ْ َ‬
‫‪51‬‬
‫ال الَدَّْي ُخ ُُمَ َّم ُد بْن َعْب ِد الْوَّه ِ‬
‫الر َسالَِة الَّ‬
‫وحهُ ‪ِ -‬‬
‫َّ‬
‫ِ‬
‫ب إِ َل‬
‫ت‬
‫ك‬
‫ت‬
‫ر‬
‫ه‬
‫ل‬
‫ال‬
‫َّس‬
‫د‬
‫ق‬
‫–‬
‫اب‬
‫قَ َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ِّ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ ُ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ِ‬
‫َْح َد ب ِن عب ِد الْ َك ِرِي ص ِ‬
‫اح ِ‬
‫الَملَ َح ِاء أ ََّوالً َوقَاْب َل أَ ْن ُْفتَ ََت‪ ،‬فَانَ ْ ُكُر‬
‫َح ِد ُّ‬
‫أ ْ َ ْ َْ‬
‫َ‬
‫ب ْاَح ْح َساء أ َ‬
‫ِمْناها َشياً لِم ََداباه ِة من رد ْدنَا علَي ِه َكَم ِ‬
‫اح ِ‬
‫َم َها‪ِ " :‬م ْن ُُمَ َّمد بْ ِن‬
‫الر َسالَِة َوَه َ ا نَ ُّ‬
‫ب ِّ‬
‫َ ْ ُ َ َ َ ْ ََ َ ْ َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫اْلم ُد لِلَّ ِه ر ِّ ِ‬
‫َعْب ِد الْوَّه ِ‬
‫ني‬
‫اب إِ َل أ ْ‬
‫ب الْ َعالَم َ‬
‫َلم َعلَى الْ ُمْر َسل َ‬
‫َْحَ َد بْ ِن َعْبد الْ َك ِرِي َس ٌ‬
‫ني َو َْ ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ت َوتَ ْ ُكُر أ َّ‬
‫ال‬
‫ك إِ ْش َك ٌ‬
‫َن َعلَْي َ‬
‫ص َل َم ْكتُوبُ َ‬
‫ك تُا َقِّرُر الْ َم ْسأَلَةَ الَِّت ذَ َكْر َ‬
‫‪ ،‬أ ََّما بَا ْع ُد َو َ‬
‫ت َعلَى َك ََلِم َشْي ِخ ِْ‬
‫اْل ْس ََلِم أ ََز َال‬
‫ك ِر َسالَةٌ تَ ْ ُكُر أَنَّ َ‬
‫ب َإزالَتَهُ ُثَّ َوَرَد ِمْن َ‬
‫ك َعثَاْر َ‬
‫تَطْلُ ُ‬
‫ِ‬
‫ك لِ ِدْ ِن ِْ‬
‫ََ َش ْيء َْ ُد ُّل َك ََل ُمهُ؟‬
‫ك ا ِْل ْش َك َ‬
‫اْل ْس ََلِم َو َعلَى أ ِّ‬
‫ال فَانَسأ َُل اللَ أَ ْن َْا ْهدَْ َ‬
‫َعْن َ‬
‫بِ ِ‬
‫الَل ِ‬
‫َن من عب َد ْاَحَوثَا َن ِ‬
‫الرس ِ‬
‫َّ‬
‫ول بَا ْع َد َما َش ِه َد بِِه‬
‫ْن‬
‫د‬
‫س‬
‫و‬
‫ى‬
‫ز‬
‫ع‬
‫ل‬
‫ا‬
‫و‬
‫ت‬
‫ة‬
‫اد‬
‫ب‬
‫ع‬
‫ْ‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫َعلَى أ َّ َ ْ ََ ْ َ‬
‫َ ُ‬
‫َ ُ ََ‬
‫ِ‬
‫ب ِأب جهل أنَّه َال ْ َك َّفر بِعينِ ِه؟ ب ِل الْعِبارةُ ص ِريةٌ و ِ‬
‫اض َحةٌ ِ تَ ْك ِف ِي ِمثْ ِل‬
‫س‬
‫ل‬
‫ث‬
‫م‬
‫ِّ‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ ُ‬
‫الل وأمثاَلِِما ُك ْفراً ظَ ِ‬
‫اب ِن فَاياروز وصالِح ب ِن عب ِد ِ‬
‫ضَلً َع ْن‬
‫اهراً َْاْنا ُق ُل َع ِن الْ ِملَّ ِة فَ ْ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫ْ ْ ُ َ َ ْ َْ‬
‫َ َ‬
‫اضح ِ َك ََلِم اب ِن الْ َقيِّ ِم وِ َك ََلِم الَدَّي ِخ الَّ ِ‬
‫َغ ِيِِها‪ ،‬ه َ ا ص ِرْح و ِ‬
‫ت أنَّهُ َأز َال‬
‫ر‬
‫ك‬
‫ذ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َْ‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫ْ َ َ َ ٌَ ٌ‬
‫َ‬
‫ِ‬
‫ِِ‬
‫اه ْم ِ‬
‫ك ْاْل ْش َك َ‬
‫َعْن َ‬
‫وس َ‬
‫ف َو ْأمثَاله َوَد َع ُ‬
‫ال ِ ُك ْف ِر َم ْن َعبَ َد الْ َوثَ َن الَّ َ َعلَى قَا ِِْر ُْ ُ‬
‫الرخ ِ‬
‫الَد ِ ِ‬
‫بِ‬
‫ول باع َدما أقَاَّر و َش ِه َد بِِه ودا َن بِعِباد ِة ْاَحوثَ ِ‬
‫ِ‬
‫ان بَا ْع َد َما‬
‫س‬
‫الر‬
‫ْن‬
‫د‬
‫س‬
‫و‬
‫اء‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫ََ َ َ ْ‬
‫َ ُ َْ َ‬
‫َّداِد َو َّ َ َ َ‬
‫َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ت تَ َْد َه ُد بِِه َعلَْي ِه ْم َولَ ِك ْن إ َذا ْ‬
‫س ِ َك ََلمي َه َ ا ُُمَ َازفَة بَ ْل أنْ َ‬
‫أع َمى اللُ‬
‫أقَاَّر ِبَا َولَْي َ‬
‫ِ‬
‫ك ِمن قَاوِل ِ‬
‫الْ َقْلب فَ ََل ِحيلَةَ فِ ِ‬
‫َّ‬
‫ي‬
‫ل‬
‫ع‬
‫اف‬
‫أخ‬
‫ا‬
‫إَّن‬
‫و‬
‫يه‬
‫ك بِأَناَّ ُه ْم َآمنُوا ُثَّ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫الل تَا َع َال‪َ َ :‬ذل َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫ْ ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َك َفُروا فَطُبِ َع َعلَى قُالُوِبِِ ْم فَا ُه ْم ال َْا ْف َق ُهو َن)‪.‬‬
‫ِ‬
‫ك ِمن أج ِل ه ِ ِ‪ ،‬الْب ِ‬
‫يع‬
‫َو ُّ‬
‫ضيِّا َع ِة الَِّت ِ َْ ِد َك ََتَ ُ‬
‫الَدْبا َهةُ الَِّت َد َخلَ ْ‬
‫ت َعلَْي َ ْ ْ َ ُ‬
‫اف أ ْن تُض َ‬
‫الل‪ ،‬وأْضاً قُارنَاء ُّ ِ‬
‫اك ِ ِرْزِق ِ‬
‫ك إ َذا تَارْكت بالَ َد الْم َْد ِركِ‬
‫أنْت و ِ‬
‫م‬
‫ت‬
‫ش‬
‫و‬
‫ني‬
‫ل‬
‫ا‬
‫ي‬
‫ع‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫السوء َواَنْ َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ َ‬
‫َ ُ‬
‫َ‬
‫‪52‬‬
‫والْعِياذُ بِ ِ‬
‫الَم ََل ِة َخْل َف ُه ْم‪.‬‬
‫الل تَاْن ِزُل َد َر َج ًة َّأوَل َمَّرة ِ الَد ِّ‬
‫َّك َوبَالَ ِد الَدِّْرِك َوُم َو َاالِتِِ ْم َو َّ‬
‫َ َ‬
‫اِنْاتَا َهى َك ََل ُمهُ َرِْحَهُ اللُ تَا َع َال‪.‬‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ف‬
‫وس َ‬
‫فَاتَأ ََّم ْل قَا ْولَهُ ِ تَ ْكف ِي َه ُؤَالء الْعُلَ َماء َوِ ُك ْف ِر َم ْن َعبَ َد الْ َوثَ َن الَّ َ َعلَى قَا ِِْر ُْ ُ‬
‫وأنَّه ص ِرْح ِ َك ََلِم اب ِن الْ َقيِّ ِم رِْحه الل وِ ِح َكاْتِ ِه عن ص ِ‬
‫اح ِ‬
‫الر َسالَِة َو َح َك َم‬
‫ب ِّ‬
‫ْ‬
‫َ َْ َ‬
‫َ ُ َ ٌ‬
‫َ َُ ُ َ‬
‫ِ‬
‫ال َكثِي ِِمَّن ْاْنتَ ِ‬
‫َعلَْي ِه بِآَِْة الْ ُمنَافِ ِق َو َّ‬
‫ب َإل‬
‫س‬
‫ك تَ َّأم ِل الْيَا ْوَم َح َ‬
‫أن َه َ ا ُح ْك ٌم َع ٌام َوَك َ ل َ‬
‫َْ ُ‬
‫الدِّْ ِن والْعِْل ِم ِمن أه ِل ََْند ْ ْ هب َإل بِ ََِلد الْم َْد ِركِني وْ ِقيم ِ‬
‫َّ‬
‫ب‬
‫ل‬
‫ط‬
‫ْ‬
‫ة‬
‫د‬
‫م‬
‫م‬
‫ه‬
‫د‬
‫ن‬
‫ع‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫ً‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ْ ْ‬
‫َ‬
‫ُ َ َُ ُ ُ ْ ُ َ ُ‬
‫َ َ ُ‬
‫الْعِْلم ِمناهم وُيالِسهم‪ُ ،‬ثَّ إ َذا قَ ِدم علَى الْمسلِ ِمني وقِيل لَه اِ‬
‫ِ‬
‫َّ‬
‫ك‬
‫ت‬
‫و‬
‫الل‬
‫ق‬
‫ت‬
‫ُ‬
‫ب َإل َربِّ َ‬
‫َ َ ُْ ََ َ ُ‬
‫ََ ْ‬
‫َ ُْ ْ َ َ ُُ ْ‬
‫ول لَه َذلِ‬
‫ِمن َذلِ‬
‫ك استَاهزأَ ِ‬
‫وب ِ طَلَ ِ‬
‫َ‬
‫ب الْعِْل ِم؟ ُثَّ َْظْ َهُر ِم ْن‬
‫ت‬
‫أ‬
‫ول‬
‫ق‬
‫ا‬
‫ْ‬
‫و‬
‫ك‬
‫ق‬
‫ا‬
‫ْ‬
‫ن‬
‫ِب‬
‫ُ‬
‫ُ‬
‫ُ‬
‫ُ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫ْ‬
‫ََ‬
‫َْ‬
‫ِ‬
‫وء معتَا َق ِد ِ‪ ،‬وزْ ِف ِه وَال عجب ِمن َذلِ َ ِ‬
‫ِِ ِِ‬
‫أفْا َعاله َوأقْا َواله َما ْاُْنبِ ُئ َع ْن ُس ُ ْ‬
‫ك َحنَّهُ َع َ‬
‫َمى اللَ‬
‫َ َْ َ َ َ َ ْ‬
‫ورسولَه ِِبخالَطَِة الْم َْد ِركِني فَاعوقِب‪ ،‬ولَ ِك َّن الْعجب ِمن أه ِل الدِّْ ِن والتاَّو ِح ِ‬
‫يد‬
‫ََ َ ْ ْ‬
‫ََ ُ ُ ُ َ‬
‫َ ْ‬
‫ُ َ ُ َ َ‬
‫ِ‬
‫الِْن ِ َّ ِ‬
‫ِ‬
‫ِِالنْبِس ِ‬
‫ْن َوقَ ْد‬
‫اط ِه ْم َم َع َه َ ا ْ‬
‫ني الْ ُم َْد ِرك َ‬
‫ْن َأر ُادوا أ ْن َْا ْق ِرنُوا بَا ْ َ‬
‫ني َوالْ ُم َو ِّحد َ‬
‫س ال َ‬
‫َ‬
‫ِ ِ ِ‬
‫ِ ِِ‬
‫صلَّى اللُ َعلَْي ِه َو َسلَّ ْم‪.‬‬
‫فَاَّر َق اللُ بَاْيانَا ُه ْم ِ كتَابه َو َعلَى ل َسان نَبِيِّه َ‬
‫ِ‬
‫الر َسالَِة بَا ْع َد َما ذَ َكَر َكثْاَرَة َم ِن ْارتَ َّد َع ِن ْاْل ْس ََلِم‬
‫ُثَّ قَ َ‬
‫ك ِّ‬
‫ال الَدَّْي ُخ َرْحَهُ اللُ تَا َع َال ِ تِْل َ‬
‫باعد النَِِّب صلَّى الل علَي ِه وسلَّم َكالَّ ِ‬
‫ْن ِ َزَم ِن ِأب بَ ْكر َر ِض َي اللُ َعْنهُ َح َك ُموا‬
‫َ‬
‫َ ْ َ ِّ َ ُ َ ْ َ َ َ‬
‫اب علِي وأه ِل الْمس ِج ِد الَّ ِ‬
‫الزَك ِ‬
‫الرَّد ِة ِ‬
‫أصح ِ‬
‫َّ‬
‫ْن بِالْ ُكوفَة َوبَانُو عُبَاْي ِد‬
‫ك‬
‫و‬
‫اة‬
‫ع‬
‫ن‬
‫ِب‬
‫ِ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َعلَْي ِه ْم بِ ِّ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ٍّ‬
‫ْ‬
‫َ َ‬
‫َْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َّاح ُك ُّل هؤَال ِء ح َكموا علَي ِهم بِ ِّ ِ‬
‫ال‪َ :‬و َّأما ِعبَ َارةُ َشْي ِخ ْاْل ْس ََلِم‬
‫أعيَاِنِِ ْم‪ُ ،‬ثَّ قَ َ‬
‫الرَّدة بِ ْ‬
‫الْ َقد ِ َ ُ َ ُ َ ْ ْ‬
‫ِ‬
‫ظ ِم ْن َه َ ا ُكلِّ ِه َولَ ْو نَا ُق ُ‬
‫ك فَ ِه َي أ ْغلَ ُ‬
‫ول ِِبَا لَ َك َّفْرنَا َكثِياً‬
‫ابْ ِن تَاْي ِميَّة الَِّت لَبَّ ُسوا ِبَا َعلَْي َ‬
‫اه ِي بِ ِِ‬
‫ِمن الْمَد ِ‬
‫صَّر َح فِ َيها بِ َّ‬
‫ت َعلَْي ِه‬
‫ْ‬
‫َ ََ‬
‫ني َال ُْ َك َّفُر َّإال إ َذا قَ َام ْ‬
‫أن الْ ُم َع َّ َ‬
‫أعيَاِن ْم‪ ،‬فإنَّهُ َ‬
‫‪53‬‬
‫أن قِ‬
‫اْل َّجةُ فَإ َذا َكا َن الْمع َّني ْ َك َّفر إ َذا قَامت علَي ِ‬
‫اْلُ َّجةُ فَ ِم َن الْ َم ْعلُ ِوم َّ‬
‫س‬
‫ي‬
‫ل‬
‫ا‬
‫ه‬
‫ام‬
‫ي‬
‫ه‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ ْ َْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُْ‬
‫َُ ُ ُ ُ‬
‫َ‬
‫معنَا‪ ،‬أ ْن ْا ْفهم َك ََلم ِ‬
‫الَمد ِ ِ‬
‫الل َوَر ُسولِِه ِمثْ َل ِأب بَ ْكر ِّ‬
‫ِّْق َرض َي اللُ َعْنهُ بَ ْل إ َذا بَالَثَهُ‬
‫َْ ُ َ َ َ َ‬
‫ِ‬
‫ِِ‬
‫ِ ِِ‬
‫وم‬
‫َك ََل ُم الل َوَر ُسوله َو َخ ََل َع ْن َما ْاُ ْع َ ُر به فَا ُه َو َكافٌر َك َما َكا َن الْ ُك َّف ُار ُكلَّ ُه ْم تَا ُق ُ‬
‫آن مع قَاوِل ِ‬
‫علَي ِهم ْ ِ ِ‬
‫الل تَا َع َال‪َ :‬إِنَّا َج َعْلنَا َعلَى قُالُوِبِِ ْم أَكِنَّةً أَ ْن َْا ْف َق ُهو‪،)ُ،‬‬
‫اْلُ َّجةُ بالْ ُقْر َ َ ْ‬
‫َْ ُ‬
‫الَم ُّم الْب ْكم الَّ ِ‬
‫اب ِعْن َد اللَّ ِ‬
‫وقَاولِِه‪َ :‬إِ‬
‫َّ‬
‫ْن ال َْا ْع ِقلُو َن) َوإ َذا َكا َن َك ََل ُم‬
‫ه‬
‫َّو‬
‫الد‬
‫ر‬
‫ش‬
‫ن‬
‫ُّ‬
‫ِّ‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫َْ‬
‫َ‬
‫ُ ُ َ‬
‫الزِِيَّ ِ‬
‫ات‪.‬‬
‫الرَّد ِة َوالَدِّْرِك بَ ْل ِ الْ َم َساِِ ِل ُْْ‬
‫س ِ ِّ‬
‫الَدَّْي ِخ لَْي َ‬
‫ضح َذلِ‬
‫أن الْمنَافِ ِقني إ َذا أظْهروا نِ‬
‫َّ‬
‫ك‬
‫د‬
‫ت‬
‫ر‬
‫م‬
‫ا‬
‫و‬
‫ار‬
‫ص‬
‫م‬
‫ه‬
‫ا‬
‫ق‬
‫ا‬
‫ف‬
‫ك‬
‫ُثَّ قَ َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ِّْن‪ ،‬فَأْْ َن نِ ْسبَتُ َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ال‪ْ :‬اُ َو ِّ ُ‬
‫ُ‬
‫ُ ْ َ ُ ُْ َ‬
‫َُ‬
‫ِِ‬
‫ِ‬
‫ني َوَم ْن َشا َكلَ ُه ْم لَ َّما‬
‫أحداً بِ َعْينِ ِه‪َ ،‬وقَ َ‬
‫ال أْْضاً ِ َك ََلمه َعلَى الْ ُمتَ َكلِّم َ‬
‫أنَّهُ َال ُْ َكفُِّر َ‬
‫الرَّد ِة َوالْ ُك ْف ِر‪.‬‬
‫ذَ َكَر ِم ْن أِِ َّمتِ ِه ْم َشْيئاً ِم ْن أنْا َو ِاع ِّ‬
‫ِ‬
‫ضم‬
‫ال‬
‫ال َرِْحَهُ اللُ تَا َعا َل‪َ :‬وَه َ ا إ َذا َكا َن ِ الْ َم َق َاال ِت ْ‬
‫الَِفيَّ ِة فَا َق ْد ْاُ َق ُ‬
‫قَ َ‬
‫ال إنَّهُ ُمُْط ٌئ َ‬
‫اْلُ َّجةُ الَِّت ُْ َك َّفُر تَا ِرُك َها‪ ،‬لَ ِك ْن َْا َق ُع ِ طََواِِف ِمْنا ُه ْم ِ َه ِ ِ‪ْ ،‬اَح ُُموِر‬
‫َلْ تَا ُق ْم َعلَْي ِه ْ‬
‫ِ‬
‫ََّم َارى َّ‬
‫صلَّى اللُ َعلَْي ِه َو َسلَّ َم‬
‫الظَّاهَرِة الَِّت َْا ْعلَ ُم الْ ُم َْد ِرُكو َن َوالْيَا ُه ُ‬
‫ود َوالن َ‬
‫أن ُُمَ َّمداً َ‬
‫ث ِِبا وَك َّفر من خالََفها‪ِ ،‬مثْل أم ِرِ‪ ،‬بِعِباد ِة ِ‬
‫ِ‬
‫ْك لَهُ َونَا ْهيِ ِه َع ْن ِعبَ َاد ِة‬
‫الل َو ْح َد‪َ ُ،‬ال َش ِر َ‬
‫َ ْ ََ‬
‫بُع َ َ َ َ َ ْ َ َ‬
‫ِ ِ‬
‫ني َوالْ َم ََلِِ َك ِة َو َغ ِْيِه ْم‪ ،‬فَ َّ‬
‫إن َه َ ا أظْ َهُر َش َعاِِِر ْاْل ْس ََلِم‪ُ ،‬ثَّ ََِت ُد‬
‫أحد س َوا‪ ُ،‬م َن النَّبِيِّ َ‬
‫َ‬
‫َكثِياً ِمن رؤس ِاء ِهم وقَاعوا ِ ِه ِ ِ‬
‫ِّْن َوَكثِيٌ تَ َارًة َْاْرتَ ُّد َع ِن‬
‫د‬
‫ت‬
‫ر‬
‫م‬
‫ا‬
‫و‬
‫ن‬
‫ا‬
‫ك‬
‫ف‬
‫اع‬
‫و‬
‫ا‬
‫ن‬
‫اَح‬
‫‪،‬‬
‫ِ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫ْ َُ َ ْ َ ُ‬
‫ُْ َ‬
‫َ‬
‫ال وأبالَغ ِمن َذلِ‬
‫أن ِ‬
‫ِ‬
‫َّ‬
‫الرَّد ِة َك َما‬
‫ن‬
‫م‬
‫م‬
‫ه‬
‫ا‬
‫ن‬
‫م‬
‫ك‬
‫ْ‬
‫َّف ِ ِّ‬
‫َ‬
‫صن َ‬
‫ُْ َْ َ‬
‫ْاْل ْس ََلم ِرَّد ًة َ‬
‫ص ِريَةً َإل أ ْن قَ َ َ ْ ُ ْ‬
‫َ ِ ِعبادةِ الْ َكواكِ ِ ِ ِ‬
‫ِِ‬
‫ِ‬
‫َّف َّ ِ‬
‫‪،‬ه َ ا‬
‫صن َ‬
‫ب‪َ ،‬وَه ‪ِ ،‬رَّدةٌ َع ِن ْاْل ْس ََلِم بِاتِّا َفاق الْ ُم ْسلم َ‬
‫ني َ‬
‫َ‬
‫الراز ُّ َ َ َ‬
‫لَ ْفظُه َِبروفِ ِه فَاتَ َّأمل َك ََلمه ِ التَّا ْف ِرقَِة باني الْم َق َاال ِت ْ ِ ِ‬
‫ني َما ََْن ُن فِ ِيه ِ ُك ْف ِر‬
‫الَفيَّة َوبَا ْ َ‬
‫ْ َُ‬
‫ََْ َ‬
‫ُ ُُ‬
‫‪54‬‬
‫ني وتَ َّأمل تَ ْك ِفي‪ ،‬رؤساَِاهم فََُلناً وفََُلناً بِ ِِ‬
‫ِ‬
‫ص ِريَةً‪َ ،‬وتَ َّأم ْل‬
‫ْ‬
‫أعيَاِن ْم َوِرَّدتَا ُه ْم ِرَّد ًة َ‬
‫َُ ُ َ َ ُ ْ‬
‫َ‬
‫الْ ُم َع َّ َ ْ‬
‫َ َع ْن ْاْل ْس ََلِم َم َع َك ْونِِه ِم ْن أ َكابِ ِر أِِ َّم ِة‬
‫الرا ِز ِّ‬
‫َم ِريَهُ َِب َكاَِْة ْاْل ْْجَ ِاع َعلَى ِرَّد ِة الْ َف ْخ ِر َّ‬
‫تَ ْ‬
‫ِِ ِ‬
‫ني َال ُْ َك َّفر ولَ ْو َد َعا َعْب َد الْ َق ِاد ِر ِ‬
‫ب َه َ ا ِم ْن َك ََل ِم ِه َّ‬
‫أن الْ ُم َع َّ َ‬
‫الَدَّافعيَّة‪َ ،‬ه ْل ْاُنَ َ‬
‫َُ‬
‫اس ُ‬
‫َّ ِ‬
‫ِ‬
‫ب عب َد ِ‬
‫الل بْ ِن َع ْوف َوَز َع َم َّ‬
‫أن ِدْنَهُ َح َس ٌن َم َع ِعبَ َادتِِه َِحِب‬
‫أح َّ َْ‬
‫الر َخاء َوالَدِّدَّة َولَ ْو َ‬
‫ِ‬
‫ْدة؟‬
‫َحد َ‬
‫ف َع ْن َرأْ َِ بَِن ِجْن ِس ِه ْم‪،‬‬
‫َوقَ َ‬
‫ال َشْي ُخ ْاْل ْس ََلِم أْْضاً‪ :‬بَ ْل ُك ُّل ِشْرك ِ الْ َعا َِل َّإَّنَا َح َد َ‬
‫فَاهم ْاْل ِمرو َن بِالَدِّرِك الْ َف ِ‬
‫اعلُو َن لَهُ َوَم ْن َلْ َْ ُأمْر ِمْنا ُه ْم بِالَدِّْرِك فَالَ ْم َْاْنهَ َعْنهُ بَ ْل ُِْقُّر‬
‫ْ‬
‫ُُ ُ‬
‫هؤَال ِء وهؤَال ِء وإ ْن ر َّجح الْمو ِّح ِد ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ني َوقَ ْد‬
‫ْن تَاْرجيحاً َما فَا َق ْد َر َّج َح َغْياَر‪ ُ،‬م َن الْ ُم َْد ِرك َ‬
‫َُ ََُ َ َ َ َُ َ‬
‫ْاع ِرض ع ِن ْاَحمرْ ِن َِ‬
‫ْجيعاً‪ ،‬فَاتَ َدباَّْر َه َ ا فَإنَّهُ نَافِ ٌع ِجدًّا‪.‬‬
‫ُ ْ ُ َ ْ َْ‬
‫ِ‬
‫وَك َ لِك الَّ ِ‬
‫يد بَ ْل‬
‫ْن َكانُوا ِ ِملَّ ِة ْاْل ْس ََلِم َال َْاْنا َه ْو َن َع ِن الَدِّْرِك َوُْوجبُو َن التا َّْو ِح َ‬
‫َ َ َ‬
‫ْس ِّوغُو َن الَدِّرَك وْأْمرو َن بِِه وهم إ َذا َّادعوا التاَّو ِح ِ‬
‫يد ُه ْم بِالْ َق ْوِل َال‬
‫يد فَاََّّنَا تَا ْو ِح ُ‬
‫ُ ْ َ‬
‫َُ ْ‬
‫ْ َ َ ُُ‬
‫َُ‬
‫بِالْ ِف ْع ِل‪ .‬انْاتَا َهى َك ََل ُمهُ َرِْحَهُ اللُ‪.‬‬
‫ِِ ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ت بِِه‬
‫فَاتَأََّم ْل َك ََل َمهُ َوإِ ْع ِر ْ‬
‫ضهُ َعلَى َما َغَّرَك بِه الَدَّْيطَا ُن م َن الْ َف ْه ِم الْ َفاسد الَّ َ َك َّ بْ َ‬
‫اللَّه ورسولَه وإِ ْْجاع ْاَح َُّم ِة وََتيَّازت بِِه إِ َل ِعباد ِة الطَّاغُ ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ت َه َ ا َوإَّال‬
‫م‬
‫ه‬
‫ف‬
‫ن‬
‫إ‬
‫ف‬
‫‪،‬‬
‫وت‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ََ‬
‫َ ََ ُ َ َ َ َ‬
‫ََْ َ‬
‫ْ َ‬
‫ك تُ ْكثِر ِ‬
‫أِ‬
‫الَطْر ع ِ‬
‫ُّع ِاء إِ َل م ِن ا َْلِ َداْةُ بِي ِد ِ‪ ،‬فَِ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫يم‪،‬‬
‫ظ‬
‫ن‬
‫إ‬
‫الد‬
‫و‬
‫ع‬
‫ر‬
‫ض‬
‫ت‬
‫ال‬
‫ن‬
‫م‬
‫ن‬
‫أ‬
‫ك‬
‫ي‬
‫ل‬
‫ع‬
‫ي‬
‫ُش‬
‫َّ‬
‫ْ‬
‫ِ‬
‫َ‬
‫ُّ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ َ‬
‫َ‬
‫َ ٌ‬
‫َ‬
‫ُ َ‬
‫ُ‬
‫الرَّد ِ‬
‫ِ‬
‫الَم ِري ِة ما ْسا ِوَ ب ِ‬
‫ِ‬
‫ف‬
‫ت‬
‫ح‬
‫ب‬
‫ر‬
‫ا‬
‫ت‬
‫ة‬
‫ع‬
‫ا‬
‫ي‬
‫ض‬
‫ة‬
‫فَِإ َّن ْ‬
‫َّ‬
‫ِّ‬
‫ود ِ النَّا ِر َجَزاءُ ِّ‬
‫ُ‬
‫ُ‬
‫ً‬
‫َم َ‬
‫الُلُ َ‬
‫وما َن ْأو ن ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ ُ َ‬
‫َ َُ ُ‬
‫تُومان و ِ‬
‫ُ‬
‫ال اللَّهُ ِ َه ِ ِ‪ ،‬الْ َم ْسأَلَِة‪ََْ :‬ا‬
‫ن‬
‫أ‬
‫ا‬
‫ن‬
‫د‬
‫ن‬
‫ع‬
‫اس َِي ُؤ َن بِعِيَاَلِِ ِم َوَال َش َح ُ وا َوقَ ْد قَ َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ٌ‬
‫َ َ‬
‫اعب ُد ِ‬
‫ِعب ِادَ الَّ ِ ْن آمنُوا إِ َّن أ َْر ِضي و ِاس َعةٌ فَِ‬
‫َوَكأَِّْ ْن ِم ْن َدابَّة ال ََْت ِم ُل‬
‫)‪،‬‬
‫ون‬
‫ف‬
‫اَ‬
‫ْ‬
‫إ‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫َ َ َ َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫‪55‬‬
‫ِرزقَاها اللَّه ْارزقُاها وإَِّْا ُكم وهو الس ِميع الْعلِ ِ‬
‫الر َسالَِة‬
‫يم) انْاتَا َهى َك ََل ُم الَدَّْي ِخ ِم َن ِّ‬
‫ْ َ ُ َ ْ ُ َ َ ْ َ ُ َ َّ ُ َ ُ‬
‫الْم ْ ُكورِة َِبروفِ ِه مع باع ِ ِ ِ‬
‫ْخ فَِإناَّ َها نَافِ َعةٌ ِجدًّا‪.‬‬
‫َما ِر فَاَر ِاج ْع َها ِم َن التَّا ِر ِ‬
‫َ َ ُُ َ َ َ ْ‬
‫ض ْاال ْخت َ‬
‫ِ‬
‫الرس ِ‬
‫ت بِ َّ ِ‬
‫ِ ِ‬
‫ود أ َّ‬
‫ول َوبَالَثَهُ الْ ُقْرآ ُن‬
‫َن ْ‬
‫اْلُ َّجةَ قَ َام ْ‬
‫َم ُ‬
‫َوالْ َم ْق ُ‬
‫الر ُسول َوالْ ُقْرآن فُ ُك ُّل َم ْن ََس َع ب َّ ُ‬
‫اْل َّجةُ وه َ ا ظَ ِ‬
‫ِ‬
‫اهٌر ِ َكَلَِم َشْي ِخ ِْ‬
‫اْل ْس ََلِم ِعْن َد قَا ْولِِه فَ ِم َن الْ َم ْعلُ ِوم‬
‫فَا َق ْد قَ َام ْ‬
‫ت َعلَْيه ُْ َ َ‬
‫َن قِ‬
‫الَمد ِ‬
‫أ َّ‬
‫ِّْق بَ ْل إِ َذا بَالَثَ ُه‬
‫ي‬
‫ل‬
‫ا‬
‫ه‬
‫ام‬
‫ي‬
‫َ‬
‫س أَ ْن ْاُ ْف َه َم َك ََل َم اللَّ ِه َوَر ُسولِِه ِمثْ َل فَا ْه ِم أَِب بَ ْكر ِّ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َك ََلم اللَّ ِه ورسولِِه وخلَى عن شيء ْاع َ ر بِِه فَاهو َكافِ‬
‫ُّ‬
‫َّ‬
‫وم‬
‫ق‬
‫ا‬
‫ت‬
‫م‬
‫ه‬
‫ل‬
‫ك‬
‫ار‬
‫ف‬
‫ك‬
‫ل‬
‫ا‬
‫ن‬
‫ا‬
‫ك‬
‫ا‬
‫م‬
‫ك‬
‫ر‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫ُ ُْ ُ‬
‫ُ ََ ُ َ َ َ ْ َ ْ ُ ْ ُ ُ َ ٌ َ‬
‫اْل َّجةُ بِالْ ُقر ِ‬
‫آن َم َع قَا ْولِِه تَا َع َال‪َ :‬إِنَّا َج َعْلنَا َعلَى قُالُوِبِِ ْم أَكِنَّةً أَ ْن َْا ْف َق ُهو‪ ُ،‬وِ‬
‫َعلَْي ِه ِم ُْ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫آ َذاِنِِم وقْراً) فَاتأ ََّمل َك ََلمه وأ ِ ِ‬
‫اسأ َِل اللَّهَ ا َْلِ َداَْةَ‪.‬‬
‫ْ َ َ ْ َُ َ ْ‬
‫َحضْر ف ْكَرَك َو ْ‬
‫اضع ْ ْ ُكر فِ‬
‫وه ِ ِ‪ ،‬ثَََلثَةُ مو ِ‬
‫ت بِالْ ُقر ِ‬
‫َّ‬
‫آن َعلَى ُك ِّل َم ْن بَالَثَهُ َو ََِس َعهُ َولَ ْو‬
‫ام‬
‫ق‬
‫ة‬
‫ج‬
‫اْل‬
‫َن‬
‫أ‬
‫ا‬
‫يه‬
‫ْ‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫ََ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫ْ‬
‫ََ َ ُ‬
‫ِ‬
‫ِ ِ‬
‫ِ ِ‬
‫ِ‬
‫ني‬
‫َلْ َْا ْف َه ْمهَ َوَه َ ا َولِلِّ ِه ْ‬
‫اْلَ ْم ُد ْاُ ْؤم ُن بِه ُك ُّل ُم ْسلم ََس َع الْ ُقْرآ َن‪َ ،‬ولَك َّن الَدَّيَاط َ‬
‫ت أَ ْكثَاَر الن ِ‬
‫َّاس َع ْن فِطَْرِة اللَّ ِه الَِّت فَطََر ِعبَ َاد‪َ ُ،‬علَْيا َها ُثَّ تَأ ََّم ْل َك ََل َم َشْي ِخ‬
‫اجتَالَ ْ‬
‫ْ‬
‫ِْ‬
‫ال َال ُْ َك َّفُرو َن َح َّّت ْاُ َعَّرفُوا ْأو َال ُْ َس َّم ْو َن‬
‫اْل ْس ََلِم ِ ُح ْك ِم ِه َعلَْي ِه ِم بِالْ ُك ْف ِر َوَه ْل قَ َ‬
‫ِ‬
‫َشْرنَا إِلَْي ِه‪.‬‬
‫ني؟ بَ ْل فِ ْعلُ ُه ْم ِشْرٌك َك َما قَ َ‬
‫ال َم ْن أ َ‬
‫ُم َْد ِرك َ‬
‫ِِ‬
‫ِ‬
‫ُثَّ تَأ ََّمل ِح َكاَْةَ الَدَّْي ِخ َع ْن َشْي ِخ ِْ‬
‫ني َوَم ْن َشا َكلَ ُه ْم‪،‬‬
‫اْل ْس ََلِم ِ َك ََلمه َعلَى الْ ُمتَ َكلِّم َ‬
‫ْ‬
‫ِ‬
‫ضم‬
‫ال َلْ تَا ُق ْم َعلَْي ِه ْ‬
‫َوَه َ ا إِ َذا َكا َن ِ الْ َم َق َاال ِت ْ‬
‫الَِفيَّ ِة فَا َق ْد ْاُ َق ُ‬
‫اْلُ َّجةُ‬
‫ال أَنَّهُ ُمُْط ٌئ َ‬
‫ف‪ ،‬لَ ِك َّن ْ ُكو ُن َذلِك ِ ْاَحُموِر الظَّ ِ‬
‫ال أ َّ‬
‫َن‬
‫اهَرِة‪ ،‬إِ َل أَ ْن قَ َ‬
‫الَِّت ُْ َك َّفُر تَا ِرُك َها َح َّت ْاُ َعَّر َ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫ِ‬
‫ني َْا ْعلَ ُمو َن أ َّ‬
‫ث ِِبَا َوَك َّفَر َم ْن َخالََف َها ِمثْ َل أ َْم ِرِ‪،‬‬
‫َن ُُمَ َّمداً بُعِ َ‬
‫الْيَا ُه َ‬
‫ََّم َارى َوالْ ُم َْد ِرك َ‬
‫ود َوالن َ‬
‫ْك لَه ونَاهيِ ِه عن ِعباد ِة أ ِ ِ‬
‫ِِ ِ ِ‬
‫ني َوالْ َم ََلِِ َك ِة‪ُ ،‬ثَّ‬
‫َحد س َوا‪ ُ،‬م َن النَّبِيِّ َ‬
‫بعبَ َادة اللَّه َو ْح َد‪َ ُ،‬ال َش ِر َ ُ َ ْ َ ْ َ َ َ‬
‫‪56‬‬
‫ََِت ُد َكثِياً ِم ْن رَؤ َساِِ ِ‬
‫ِ‬
‫ال الَدَّْي ُخ‬
‫د‬
‫ت‬
‫ر‬
‫م‬
‫ا‬
‫و‬
‫ن‬
‫ا‬
‫ك‬
‫ف‬
‫اع‬
‫و‬
‫ا‬
‫ن‬
‫اَح‬
‫ا‬
‫ه‬
‫ا‬
‫و‬
‫ع‬
‫ا‬
‫ق‬
‫و‬
‫م‬
‫ه‬
‫َ‬
‫ِ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ِّْن‪ ،‬إِ َل أَ ْن قَ َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫ُ‬
‫َْ‬
‫ُ‬
‫ْ َ‬
‫َ‬
‫فَاتأ ََّمل َك ََلمه ِ التَّا ْف ِرقَِة باني الْم َق َاال ِ‬
‫ال ِفيَّ ِ‬
‫ني َما ََْنن فِ ِيه ِ ُك ْف ِر الْم َع َّ ِ‬
‫ني‬
‫ا‬
‫ب‬
‫و‬
‫ة‬
‫ت‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ ْ َُ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫ََْ َ‬
‫ُ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ال الَدَّْي ُخ َوَه َ ا الْ َق ْد ُر َكاف ِ َرِّد َه ِ ‪،‬‬
‫ف َوتَأ ََّم ْل َك َما قَ َ‬
‫َوتَأ ََّم ْل تَ ْكف َي‪ُ ُ،‬رَؤ َساَِا ُه ْم فَق ْ‬
‫ِ‬
‫اْلس ََلِم قَدَّس اللَّه ر ِ‬
‫ُّ ِ‬
‫ود‬
‫وحهُ م َن ْاَح ُُموِر الظَّاهَرِة َح َّّت الْيَا ُه ُ‬
‫الَدْبا َهة َوقَ ْد َج َعلَ َها َشْي ُخ ِْ ْ‬
‫َ ُُ َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ك ِمن ِدْ ِن ِْ ِ‬
‫ك َع ِم َي َع ْن َذل َ‬
‫ص ْفنَا لَ َ‬
‫ك َولَ َعلَّهُ‬
‫َوالن َ‬
‫اْل ْس ََلم َوَم ْن َو َ‬
‫ََّم َارى َْا ْعلَ ُمو َن َذل َ ْ‬
‫ْا ْقرأُها وْا َقِّررها ولَ ِكن ِحيل بايانَه وباني تَاْن ِزْلِها علَى الْواقِ ِع ِ‬
‫ِ‬
‫اب‬
‫ب‬
‫َس‬
‫أ‬
‫ه‬
‫ل‬
‫ا‬
‫ه‬
‫و‬
‫َّاس‬
‫ن‬
‫ال‬
‫ن‬
‫م‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ َ ُ َْ ٌ‬
‫َ َ َ َ ُ َُ َ‬
‫َ َْ ُ َ َ ْ َ َ َ َ َ‬
‫ِ‬
‫الو ِ‬
‫سِ‬
‫ِ‬
‫الزْ ِغ و ِْ‬
‫ِ‬
‫ك‪،‬‬
‫ن‬
‫م‬
‫ف‬
‫ا‬
‫َّ‬
‫ن‬
‫ال‬
‫ى‬
‫ل‬
‫ع‬
‫ف‬
‫م‬
‫د‬
‫ع‬
‫ا‬
‫ه‬
‫ا‬
‫ن‬
‫م‬
‫ْ‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫اف َّ‬
‫االنْ ِق ََل ِب َوقَ ْد َخ َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ف ِم ْن َذل َ‬
‫َ‬
‫السلَ ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ ُ ْ‬
‫َ ْ َ‬
‫اْل ِّق واستِخر ِاج ِه ِ‬
‫ان هوى ميَْنَاعه عن مع ِرفَِ‬
‫وقَ ْد ْ ُكو ُن لِ ِْْلنْس ِ‬
‫َُّم ِ‬
‫وص َك َما ذَ َكَر‬
‫ن‬
‫ال‬
‫ن‬
‫م‬
‫ة‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫َ ُ‬
‫َ ً ُ َْ‬
‫َ َ‬
‫َ َ َ‬
‫اب رِ‬
‫ض رساِِلِ ِه الَِّت ذَ َكر ص ِ‬
‫الَدَّْي ُخ ُُمَ َّم ٌد بْن َعْب ِد الْوَّه ِ‬
‫ِ‬
‫َّ‬
‫ِ‬
‫ب‬
‫اح‬
‫ع‬
‫ا‬
‫ب‬
‫ال‬
‫ع‬
‫ا‬
‫ت‬
‫ه‬
‫ل‬
‫ال‬
‫ه‬
‫ْح‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ ََ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ِ‬
‫َص ِل الدِّْ ِن َسنَةً َك ِاملَةً َعلَى بَا ْع ِ‬
‫ض‬
‫التَّا ِر ِ‬
‫ْخ أَنَّهُ قَ َ‬
‫ال َوِم ْن َذل َ‬
‫ك أَ ْن تُا َقَّرَر الْ َم ْسأَلَةَ ِ أ ْ‬
‫ِ‬
‫ف َوتَأ ََّم ْل‬
‫الطَّلَبَ ِة فَايَا ْع ِرفُا َها َوَْاتَ َّ‬
‫ت َال َْا ْف َه ُم َها‪ ،‬ق ْ‬
‫َم َوَرَها ُثَّ إِ َذا َوقَا َع ْ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫يد ِ بَا ْع ِ‬
‫ك أَنَّهُ ذَ َكَر أ َّ‬
‫اسلَتِ ِه لِلَدَّْي ِخ‬
‫ض عُلَ َماء الْ َو ْش ِم قَاَّرَر التا َّْو ِح َ‬
‫َوِم ْن َذل َ‬
‫َن بَا ْع َ‬
‫ض ُمَر َ‬
‫ِ‬
‫ت لَ ِك َّن‬
‫اب أ َْم َال‪ ،‬فَا َق َ‬
‫ال لَهُ‪ :‬تَا ْق ِر ُْرَك التا َّْو ِح َ‬
‫َصْب َ‬
‫يد َح مق َوقَ َد أ َ‬
‫ُُمَ َّمد َو َسأَلَهُ َه ْل أ َ‬
‫َص َ‬
‫الَدأْ َن ِ الْعم ِل باعد الْمع ِرفَِة‪ ،‬فَِإنَّك لَ َّما قَ ِ‬
‫ض ر َساِِ ِل أ َْع َد ِاء الدِّْ ِن ِ‬
‫ع‬
‫ا‬
‫ب‬
‫م‬
‫ك‬
‫د‬
‫ل‬
‫ا‬
‫ب‬
‫م‬
‫د‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫ََ َْ َ َ ْ‬
‫َ َ ْ َْ ُ َ‬
‫ِ‬
‫ِِ‬
‫ك‬
‫ت َم َع ُه ْم َوَلْ تُانَابِ ْ ُه ْم َوَلْ تُا َفا ِرقْا ُه ْم أ َْو َك َما قَ َ‬
‫َس ِّ‬
‫ال فَاتَأ ََّم ْل َذل َ‬
‫ب الدِّْ ِن َوأ َْهله َم ََدْي َ‬
‫فَِإ ْن تَاْن ِمْناها تَاْن ِمن ِذَ ع ِ‬
‫يمة‪ ،‬تَأ ََّم ْل َك ََل َم الَدَّْي ِخ َرِْحَهُ اللَّهُ ِ تَاْن ِزْلِ ِه َعلَى‬
‫ظ‬
‫ُ َ ُ ْ‬
‫َ َ‬
‫َن الْمنَافِ ِقني وإِ ْن ََتيَّازوا إِ َل ِعباد ِة الطَّاغُ ِ‬
‫ب ِّ ِ‬
‫صِ‬
‫اح ِ‬
‫الرَّد ِة‪.‬‬
‫وت ُثَّ َح َك َم َعلَْي ِه بِ ِّ‬
‫ََ‬
‫الر َسالَة أ َّ ُ َ َ َ ُ‬
‫َ‬
‫وِ‬
‫ف ِ تَ ْك ِف ِي الْم َع َّ ِ‬
‫ِ‬
‫ني َوأ َّ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫َن الَّ ِ َ َمنَا َعهُ ِم َن‬
‫ق‬
‫و‬
‫ا‬
‫ت‬
‫ه‬
‫ن‬
‫أ‬
‫خ‬
‫َّي‬
‫الَد‬
‫ه‬
‫ن‬
‫ع‬
‫ى‬
‫ك‬
‫ح‬
‫ا‬
‫م‬
‫م‬
‫ظ‬
‫َع‬
‫أ‬
‫ن‬
‫م‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ِ‬
‫ِِ ِ‬
‫ِِ‬
‫ال َم ْن ذَ َكْرنَا َوَم ْن‬
‫‪،‬ثَّ انْظُْر َح َ‬
‫ف الْ َف ْق ِر ُ‬
‫ضاِِ ِع َو َخ ْو ُ‬
‫ا َْل ْجَرِة بِأ َْهله َما ِ َْد‪ ،‬م َن الْبَ َ‬
‫‪57‬‬
‫َشا َكلَهم ِ ِرحلَتِ ِه ِم لِْلم َْد ِركِ‬
‫ني وقِراءِتِِ ِم َعلَْي ِهم وطَلَ ِ‬
‫ب الْعِْل ِم بَِز ْع ِم ِه ِم ِمْنا ُه ْم َه َ ا‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫ُْ‬
‫َْ‬
‫ُ‬
‫َََ‬
‫ِِ‬
‫ِِ ِ ِ ِ‬
‫الرُك ِ‬
‫ون إِلَْي ِه ْم‪.‬‬
‫َّه ُمو َن ِِبَُو َاالِت ْم َو ُّ‬
‫أَقَاُّروا به َوُه َو ِمَّا عُل َم مْنا ُه ْم َوإَِّال فَا ُه ْم ْاُتا َ‬
‫ب أَنَّه إِ َذا قَ ِ‬
‫الِ‬
‫وِ‬
‫ِِ‬
‫َماِِ ِ‬
‫وه ْم ِبِِثْ ِل ُم َع َاملَتِ ِه ْم قَاْب َل‬
‫ن‬
‫ا‬
‫ه‬
‫م‬
‫د‬
‫م‬
‫ل‬
‫ا‬
‫ن‬
‫م‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫س َعلَى الْ ُم ْسلم َ‬
‫ني َع َاملُ ُ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫اْل ْكرِام والت ِ‬
‫اب لِْلم َْد ِركِ ِ‬
‫َّحيَّ ِة‪َ ،‬وقَ ْد َْظْ َهُر ِمْنا ُه ْم ِح َكاَْةٌ َو ثَانَاءٌ َعلَى بِ ََل ِد‬
‫ال َّ َه ِ ُ َ‬
‫ني م َن ِْ َ َ‬
‫الْم َْد ِركِني واستِهجا ُن الْمسلِ ِمني وبِ ََلدهم ِِمَّا ْاعلَم أَنَّه َال ْظْهر إَِّال ِمن س ِ‬
‫وء طَ ِوَّْة‬
‫ْ ُ‬
‫ُ َ َ ْ ْ َ ُ ْ َ َ َ ُ ْ ُْ ُ ُ َ َُ‬
‫وْابقىاو َن علَى َذلِك داِِماً‪ ،‬وقَلِيل من ْستاْن ِكر َذلِ‬
‫كِ‬
‫اف‬
‫أ‬
‫ن‬
‫و‬
‫ك‬
‫ا‬
‫َم‬
‫أ‬
‫و‬
‫‪.‬‬
‫م‬
‫ه‬
‫ا‬
‫ن‬
‫م‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َحد َِيَ ُ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ َ‬
‫َ َْ َ ْ َ‬
‫ُْ َ ْ َ‬
‫َ ٌ َ ْ َ َْ ُ‬
‫ب أَفْاعاَلِِم فَ ََل أَظُ ُّن َذلِك بِب ِال أَحد‪ ،‬فَ َكأ َّن ه ِ ِ‬
‫ِ‬
‫الرَّد َة و َّ ِ ِ‬
‫َح َك َام‬
‫اَح‬
‫‪،‬‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ َ َ‬
‫الزْْ َغ ب َسبَ َ ْ‬
‫َعلَْيه ُم ِّ َ‬
‫الَدَّر ِعيَّةَ الَِّت ُي َكم ِ‬
‫ص َد َر ِمْنهُ َما ْاُنَافِ َيها‪.‬‬
‫ن‬
‫م‬
‫ى‬
‫ل‬
‫ع‬
‫ا‬
‫ِب‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َْ َ‬
‫ْ ُ َ‬
‫ْ‬
‫ول صلَّى اهلل َعلَي ِه وسلَّم وقَام ْ ِ‬
‫ْح َّجةُ‬
‫اء بِ ِه َّ‬
‫الر ُس ُ َ‬
‫ت َعلَْيه ال ُ‬
‫ُ ْ ََ َ َ َ‬
‫ُح ْك ُم َم ْن َج َح َد َما َج َ‬
‫َك َما ذَ َكَر الَدَّْي ُخ َرِْحَهُ اللُ َو َشْي ُخ ْاْل ْس ََلِم َرِْحَهُ اللُ قَاْبالَهُ ِ أُنَاس َكانُوا فَابَانُوا َك َما‬
‫ِ‬
‫اه ِي الَّ ِ ْن تَا َقدَّم ِذ ْكرهم‪ ،‬فَانْظُر حالَك وتَا َف َّكر فِ‬
‫اعيةُ أُولَئِك الْمَد ِ‬
‫ذَ َكر د ِ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ َ‬
‫ُ‬
‫يما تَا ْعتَق ُد‪ُ،‬‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫ُ ْ‬
‫َ ْ َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫فَإ ْن تَاْن ِمْناها تَاْن ِمن ِذَ عظْيمة و َّإال فَ ََل عجب وَال حوَل وَال قُا َّوَة َّإال بِ ِ‬
‫الل‪.‬‬
‫ُ َ ُ ْ‬
‫َ َ َ َ َْ َ‬
‫َ َ َ‬
‫وِمن الدَّلِ ِيل علَى مسألَتِنَا ما َكتَب الَدَّيخ رِْحه الل تَاع َال َإل ِعيسى ب ِن قَ ِ‬
‫أْحَ َد‬
‫اسم َو ْ‬
‫َ ْ‬
‫َ َ ْ َ َ ْ ُ َ َُ ُ َ‬
‫َ َ‬
‫ِ ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫وحهُ َم ْن َج َح َد‬
‫َّس اللُ ُر َ‬
‫بْ ِن ُس َوْْلم لَ َّما َس َأال‪َ ُ،‬ع ْن قَا ْول َشْي ِخ ْاْل ْس ََلم تَق ِّي الدِّْ ِن قَد َ‬
‫ِ‬
‫اب بَِق ْولِِه َإل ْاَح َخ َوْْ ِن‬
‫ت َعلَْي ِه ْ‬
‫الر ُس ُ‬
‫َما َجاءَ بِِه َّ‬
‫ول َوقَ َام ْ‬
‫أج َ‬
‫اْلُ َّجةُ فَا ُه َو َكافٌر‪ ،‬فَ َ‬
‫ِعيسى ب ِن قَ ِ‬
‫أْحَ َد بْ ِن ُس َوْْلِم‪:‬‬
‫اسم َو ْ‬
‫َ ْ‬
‫س ََلم علَي ُكم ور ْْحةُ ِ‬
‫الل َوبَاَرَكاتُهُ َوبَا ْع ُد‪َ :‬ما ذَ َكْرُُتُو‪ِ ُ،‬م ْن َك ََلِم الَدَّْي ِخ ُك ُّل َم ْن َج َح َد‬
‫َ ٌ َ ْ ْ ََ َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ ِ‬
‫ت َعلَْي ِه ُم ْ‬
‫اْلُ َّجةُ‬
‫َك َ ا َوَك َ ا َوأنَّ ُك ْم تَ ْسأَلُو َن َع ْن َه ُؤَالء الطََّواغيت َوأتْابَاع ِه ْم َه ْل قَ َام ْ‬
‫‪58‬‬
‫ِ‬
‫ب الْعج ِ‬
‫ف تَ َُد ُّكو َن ِ َه َ ا َوقَ ْد َو َّ‬
‫ت لَ ُك ْم ِمَراراً‬
‫اب‪َ ،‬كْي َ‬
‫ض ْح ُ‬
‫ْأم َال‪ ،‬فَا َه َ ا م َن الْ َع َج ِ ُ َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫َّ‬
‫ْث َع ْهد بِ ْاْل ْس ََلِم أَ ِو الَّ ِ َ نَ ََدأَ بِبَ ِادَْة‬
‫أن الَّ ِ َ َلْ تَا ُق ْم َعلَْي ِه ْ‬
‫اْلُ َّجةُ ُه َو الَّ َ َحد ُ‬
‫يدة أَو ْ ُكو ُن َذلِك ِ مساِِ ِل خ ِفيَّة ِمثْل َّ ِ‬
‫بعِ‬
‫ف والْعطْ ِ‬
‫ف‪،‬‬
‫ف فَ ََل ُْ َك َّفُر َح َّّت ْاُ َعَّر َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫الَمْر َ َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ِِ‬
‫ض َح َها اللُ ِ كِتَابِِه فَ َّ‬
‫ول الدِّْ ِن الَِّت َو َّ‬
‫أص ُ‬
‫إن ُح َّجةَ الل ه َي الْ ُقْرآن‪ ،‬فَ َم ْن بَالَثَهُ‬
‫َو َّأما ُ‬
‫ِ‬
‫اْلُ َّج ِة َوفَا ْه ِم‬
‫ني قِيَ ِام ْ‬
‫الْ ُقْرآ ُن فَا َق ْد بَالَثَْتهُ ْ‬
‫أص َل ْاْل ْش َك ِال أنَّ ُك ْم َلْ تُا َفِّرقُوا بَا ْ َ‬
‫اْلُ َّجةُ َولَك َّن ْ‬
‫إن أ ْكثَار الْ ُك َّفا ِر والْمنَافِ ِقني َل ْا ْفهموا ح َّجةَ ِ‬
‫ْ ِ‬
‫ال‬
‫الل َم َع قِيَ ِام َها َعلَْي ِه ْم َك َما قَ َ‬
‫َ ُ َ َْ َُ ُ‬
‫اْلُ َّجة فَ َّ َ‬
‫ب أ َّ‬
‫َن أَ ْكثَاَرُه ْم َْ ْس َمعُو َن أ َْو َْا ْع ِقلُو َن إِ ْن ُه ْم إَِّال َك ْاَحَنْا َع ِام بَ ْل ُه ْم‬
‫تَا َع َال‪َ :‬أ َْم ََْت َس ُ‬
‫َض ُّل َسبِيَلً)‪.‬‬
‫أَ‬
‫وقِيام ْ ِ‬
‫اْلُ َّجة َوباُلُوغُ َها نَا ْوعٌ َوفَا ْه ُم ُه ْم إَّْ َ‬
‫ََُ‬
‫اها نَا ْوعٌ آ َخر‪ ،‬فَاتَ َّأم ْل َك ََل َم الَدَّْي ِخ َونَ ْسأ َُل اللَ‬
‫ِ‬
‫الَم ِحيح وأ ْن ْاعافِي َ ِ‬
‫َم ِ‬
‫َّع ُّ‬
‫أ ْن َْاْرُزقَ َ‬
‫ك م َن التا َ‬
‫ب‪َ .‬وتَ َّأم ْل َك ََل َم الَدَّْي ِخ َرْحَهُ اللُ‬
‫ك الْ َف ْه َم َّ َ َ ُ َ َ‬
‫ِ‬
‫َّ‬
‫ك َو َج َعلَهُ َه َ ا ُه َو‬
‫ت َعلَْي ِه ْ‬
‫اْلُ َّجةُ َوإ ْن َلْ َْا ْف َه ْم َذل َ‬
‫أن ُك َّل َم ْن بَالَثَهُ الْ ُقْرآ ُن فَا َق ْد قَ َام ْ‬
‫أن جعل التاَّع ِرْف ِ الْمساِِ ِل ْ ِ ِ‬
‫ِ‬
‫َّ‬
‫ب ِ َغلَط َم ْن َغلَ َط َو َّ َ َ َ ْ َ‬
‫الَفيَّة‪َ .‬وَم ْن َح َكْيانَا َعْنهُ‬
‫السبَ ُ‬
‫ََ‬
‫ِ‬
‫الرس ِ‬
‫ول َه َ ا‬
‫ْف؟ ُثَّ َْا ُق ُ‬
‫ول تَا ْع ِر ٌ‬
‫َّع ِر َ‬
‫َج َع َل التا ْ‬
‫ْف ِ ْ‬
‫أص ِل الدِّْ ِن َوَه ْل بَا ْع َد الْ ُقْرآن َو َّ ُ‬
‫ا ْعتِ َقادنَا ََْنن وم ََد ِاِيُنَا نَاعوذُ بِ ِ‬
‫اْلَ ْوِر بَا ْع ِد الْ َك ْوِر‪ .‬وَه ِ ِ‪ ،‬الْم ْسألَةُ َكثِيةٌ ِجدًّا ِ‬
‫الل ِم َن ْ‬
‫ُ‬
‫ُ ُ ََ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِِ ِ‬
‫ِ‬
‫ني ْاُنَا ِزعُو َن ِ تَ ْك ِف ِي‬
‫َمنَّا َفات الَدَّْي ِخ َرْحَهُ اللُ َح َّن عُلَ َماءَ َزَمانه م َن الْ ُم َْد ِرك َ‬
‫ُم َ‬
‫ْث عمرو ب ِن عبسةَ ِمن َّأولِِه َإل ِ‬
‫ني‪ ،‬فَاه َ ا َشرح ح ِد ِ‬
‫آخ ِرِ‪ُ ،‬كلُّهُ ِ تَ ْك ِف ِي الْم َع َّ ِ‬
‫ني‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫ََ ْ‬
‫الْ ُم َع َّ ِ َ ْ ُ َ‬
‫ُ‬
‫َح َّّت أنَّهُ نَا َق َل فِ ِيه َع ْن َشْي ِخ ْاْل ْس ََلِم اِبْ ِن تَاْي ِميَّةَ َرِْحَهُ اللُ َّ‬
‫أن َم ْن َد َعا َعلِيًّا فَا َق ْد َك َفَر‬
‫َوَم ْن َلْ ُْ َكفِّْر‪ ُ،‬فَا َق ْد َك َفَر‪َ ،‬وتَ َدباَّْر َما َذا ْأوَد َعهُ ِم َن الدََّالِِ ِل الَدَّْر ِعيَّ ِة الَِّت إ َذا تَ َدباََّرَها‬
‫‪59‬‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ف َّ‬
‫أن الْ َم ْسألَةَ ِوفَاقِيَّةٌ َوَال تُ َْد ِك ُل َّإال َعلَى‬
‫ضَلً َع ِن الْ ُم ْؤِم ِن َعَر َ‬
‫ف فَ ْ‬
‫الْ َعاق ُل الْ ُمْنَم ُ‬
‫َم ْد ُخول َعلَْي ِه ِ ْاعتِ َق ِاد ِ‪.،‬‬
‫الل رِْحه الل تَاعا َل ِ شرِح التاَّو ِح ِ‬
‫ِ ِ‬
‫يد ِ مو ِ‬
‫اضع‬
‫َوقَ ْد ذَ َكَر الَدَّْي ُخ ُسلَْي َما ُن بْ ِن َعْبد َ َ ُ ُ َ‬
‫ََ‬
‫َْ ْ‬
‫يد وصلَّى وَزَّكى ولَ ِكن خالَ ِ‬
‫ِ ِ ِ ِ‬
‫ِمْنهُ َّ‬
‫ك بِأفْا َعالِِه َوأقْا َوالِِه‬
‫ف َذل َ‬
‫أن َم ْن تَ َكلَّ َم بِ َكل َمة التا َّْوح َ َ َ َ ْ َ َ‬
‫ِمن دع ِ‬
‫الَم ِ‬
‫اْلِني وا ِْالستِثَاثَِة ِبِِم وال َّ ب ِح ََلم أنَّه شبِيه بِالْياه ِ‬
‫ََّمارى ِ‬
‫ن‬
‫ال‬
‫و‬
‫ود‬
‫اء‬
‫َّ‬
‫ْ َُ‬
‫ََ ْ‬
‫ْ َ ْ ُْ ُ ٌ َ ُ َ َ َ‬
‫تَ َكلُّ ِم ِهم بِ َكلِم ِة التاَّو ِح ِ‬
‫ْف لِْلم َْد ِركِ‬
‫يد وُُمَالََفتِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ني أ ْن‬
‫ر‬
‫َّع‬
‫ا‬
‫ت‬
‫ال‬
‫ب‬
‫ال‬
‫ق‬
‫ن‬
‫م‬
‫م‬
‫ز‬
‫ل‬
‫ا‬
‫ْ‬
‫ا‬
‫ه‬
‫ى‬
‫ل‬
‫ع‬
‫ا‬
‫ف‬
‫ا‪،‬‬
‫ه‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ َ‬
‫ْ‬
‫ْ َ ْ َ َ َ َ َ َُ َ ْ‬
‫ْف‪ ،‬وه َ ا ظَ ِ‬
‫ْف بِالْياه ِ‬
‫َّع ِر ِ‬
‫اهٌر‬
‫ن‬
‫ال‬
‫و‬
‫ود‬
‫َْا ُق َ‬
‫ََّم َارى َوَال ُْ َكفَِّرُه ْم َّإال بَا ْع َد التا ْ‬
‫ول بِالتا ْ‬
‫َّع ِر ِ َ َ‬
‫َُ َ َ‬
‫بِ ِْ‬
‫اال ْعتِبَا ِر ِجدًّا‪.‬‬
‫و َّأما َك ََلم الَدَّْي ِخ َعْب ِد اللَّ ِط ِ‬
‫الر ْْحَ ِن َرِْحَهُ اللُ تَا َع َال َعلَى َه ِ ِ‪ ،‬الْ َم ْسألَِة‬
‫يف بْ ِن َعْب ِد َّ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫فَ َكثِي ِجدًّا‪ ،‬فَان ْ ُكر ِمن َذلِ‬
‫ك َشيئاً ْ ِسياً َِح َّن الْمسألَةَ ِوفَاقِيَّةٌ والْم َقام م َقام ِ‬
‫َمار‪،‬‬
‫َ‬
‫َ َ َُ ُ ْ‬
‫ْ‬
‫اخت َ‬
‫َ ُ ْ‬
‫َ‬
‫ٌ‬
‫َْ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫استَ َد َّل ِِبَا َم ْن ذَ َكْرنَا ِ الَّ ِ َ َْا ْعبُ ُد‬
‫فَلنَ ْ ُكْر ِم ْن َك ََل ِم ِه َما ْاُنَبِّا ُه َ‬
‫ك َعلَى الَدُّبَه الَِّت ْ‬
‫الو ِ‬
‫قُابَّةَ الْ َك َّوا ِز َو َّ‬
‫اب َوَما الَّ ِ َ ِسيَ َق‬
‫ف ِ تَ ْك ِف ِيِ‪َ ،،‬ونَ ْ ُكُر َّأوالً َم َس َ‬
‫أن الَدَّْي َخ تَا َوقَّ َ‬
‫اق ََْ‬
‫ِ‬
‫َِح ْجلِ ِه َوُه َو َّ‬
‫ك‬
‫أن الَدَّْي َخ ُُمَ َّم َد َرِْحَهُ اللُ َوَم ْن َح َكى َعْنهُ َه ِ ِ‪ ،‬الْ ِق َّ‬
‫َمةَ َْ ْ ُكُرو َن َذل َ‬
‫مع ِ رًة لَه عن ما ْد ِ‬
‫َّع ِيه خَمومه علَي ِه ِمن تَ ْك ِف ِي الْمسلِ ِ‬
‫ني َو َّإال فَ ِه َي نَا ْف ُس َها َد ْع َوى‬
‫م‬
‫َ‬
‫ُْ َ‬
‫ُ ُ ُُ ْ ْ‬
‫َْ َ ُ َ ْ َ َ‬
‫َال تََملُح أ ْن تَ ُكو َن ح َّجةً بل ََتتاج لِدلِيل وش ِ‬
‫السن ِ‬
‫اهد ِمن الْ ُقر ِ‬
‫الل‬
‫ح‬
‫ت‬
‫ا‬
‫ف‬
‫ن‬
‫م‬
‫و‬
‫‪،‬‬
‫َّة‬
‫و‬
‫آن‬
‫َ‬
‫ُّ‬
‫ُ َ ْ َْ ُ َ َ َ‬
‫َ‬
‫ََ ْ َ ُ‬
‫ْ ُ‬
‫َ ْ َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫َم ِ‬
‫ني َه ِ ِ‪ ،‬الْ َم ْسألَةَ بَايَاناً َشافِياً َو َجَزَم‬
‫َّع ُّ‬
‫ب َوَكا َن ِمَّ ِن ْاعتَا ََن بَا َّ َ‬
‫بََم َيتَهُ َوعُوِ َ م َن التا َ‬
‫ْجي ِع مَمنَّا َفاتِِه وَال ْاتَاوقَّف ِ َشيء ِمْناها‪ ،‬ولِنَارِجع َإل مس ِ‬
‫ني ِ َِ‬
‫بِ ُك ْف ِر الْم َع َّ ِ‬
‫اق‬
‫ُ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ ْ‬
‫ُ‬
‫َ َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫الو ِ ِ‬
‫أشْرنَا إلَْي ِه‪.‬‬
‫اب الَّ َ َ‬
‫ََْ‬
‫‪60‬‬
‫قاَ َل الَدَّْي ُخ َعْب ُد اللَّ ِط ِ‬
‫اْلَرَم ْ ِ‬
‫ني َو ْأهلَ َها فَ َ َكَر‬
‫يف َرِْحَهُ اللُ َعلَى قَا ْوِل الْعَِراقِ ِّي قَ ْد َك َّفْرُتُ َْ‬
‫ال الْعَِراقِ ُّي‪َ :‬وِم َن الْ َم ْعلُ ِوم َّ‬
‫أن الْ َمْن َع ِم ْن تَ ْك ِف ِي‬
‫ال‪ :‬قَ َ‬
‫اب َعْنهُ إ َل أ ْن قَ َ‬
‫أج َ‬
‫َك ََل َمهُ َو َ‬
‫ِ‬
‫ِِ‬
‫ني الَّ ِ ْن تَ َكلَّموا ِ َه َ ا الْب ِ‬
‫أح ِّق ْاَح ْغَر ِ‬
‫اض الَدَّْر ِعيَّ ِة َوُه َو‬
‫اب َوإ ْن ْ‬
‫أخطَأُوا م ْن َ‬
‫َ‬
‫الْ ُم ْسلم َ َ ُ‬
‫إ َذا اجتَاه َد فَالَه أجر ِان إ ْن أصاب‪ ،‬وإ ْن أخطَأَ فَالَه أجر و ِ‬
‫اح ٌد اِنْاتَا َهى َك ََل ُم الْعَِراقِ ِّي‪.‬‬
‫ْ‬
‫َ َ‬
‫ُ ٌْ َ‬
‫ْ َ ُ َْ‬
‫س ََْت ِر ِْف ِه الَّ ِ َ قَاَّرْرنَا‪َ ِ ُ،‬ه َ ا ََْت ِرْ َف ْ ِ‬
‫ال‪َ :‬ه َ ا الْ َك ََل ُم ِم ْن ِجْن ِ‬
‫ني‬
‫َو ْ‬
‫اب أ ْن ْاُ َق َ‬
‫الََو ُ‬
‫ِ‬
‫ِ ِ‬
‫ِ‬
‫أس َق َط ُّ‬
‫ضهُ ِ التَّ ْكف ِي ِ الْ َم َساِ ِل الَِّت َوقَ َع ف َيها نَزاعٌ‬
‫السؤ َال َوفَاْر ُ‬
‫أح ُد ُِهَا أنَّهُ ْ‬
‫َ‬
‫ِِ‬
‫الرَوافِ ِ‬
‫ني َو ْأه َل‬
‫اع ِة َو ْ‬
‫السن َِّة َو ْ‬
‫َو ِخ ََل ٌ‬
‫الََوارِِج َو َّ‬
‫ني ْأه ِل ُّ‬
‫الَ َم َ‬
‫ض‪ ،‬فَإناَّ ُه ْم َك َّفُروا الْ ُم ْسلم َ‬
‫ف بَا ْ َ‬
‫السن َِّة ِِبخالََفتِ ِهم فِ‬
‫ض ُعو‪َ ُ،‬وانْاتَ َحلُوا َما َس َق َط َه َ ا َخ ْوفاً ِم ْن أ ْن‬
‫يما ابْاتَ َدعُو‪َ ُ،‬و َّ‬
‫أصلُو‪َ ُ،‬وَو َ‬
‫ُّ ُ َ ْ َ‬
‫ِ ِِ‬
‫ت ِمن َه َ ا الْب ِ‬
‫اب َوَلْ َْاتَانَ َاز ْع‬
‫ْاُ َق َ‬
‫َ‬
‫ال ُد َعاءُ ْأه ِل الْ ُقبُوِر َو ُس َؤا َُلُ ْم َو ْاال ْستثَاثَةُ ِب ْم لَْي َس ْ ْ‬
‫فِ َيها الْ ُم ْسلِ ُمو َن بَ ْل ِه َي ُُْم َم ٌع َعلَى أناَّ َها ِم َن الَدِّْرِك الْ ُم َك ِّف ِر َك َما َح َكا‪َ ُ،‬شْي ُخ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ف ِ التَّ ْك ِف ِي ِِبا فَ ََل ْ ِ‬
‫َم ُّح َْحْ ُل َك ََل ِم ِه ُهنَا‬
‫ْاْل ْس ََلِم ابْ ُن تَاْي ِميَّةُ َو َج َعلَ َها ِمَّا َال ِخ ََل َ‬
‫َ َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ص َّح َْحْ ُل َه َ ا الْعَِراقِّي لَ َكا َن قَا ْولُهُ قَا ْوالً‬
‫َعلَى َما َجَزَم ُه َو بأنَّهُ ُك ْفٌر ُُْم َم ٌع َعلَْيه‪َ ،‬ولَ ْو َ‬
‫ُمُْتلِفاً وقَ ْد نَاَّزهه الل وصانَه عن ه َ ا‪ ،‬فَ َك ََلمه مت َِّفق ْ َْدهد باع ِ‬
‫ت‬
‫ُُ ُ ٌ َ َ ُ َْ ُ‬
‫ضهُ لبَا ْعض‪ .‬إ َذا َعَرفْ َ‬
‫َ َ َُ ُ َ َ ُ َْ َ‬
‫فِ‬
‫اط ِه باعض الْ َك ََلِم وح ْ فِ ِ‬
‫ه َ ا عرفْت ََْت ِرْف الْعِراقِي ِ إس َق ِ‬
‫ص ِل‬
‫َح‬
‫اْل‬
‫ف‬
‫ا‬
‫ض‬
‫أْ‬
‫و‬
‫‪،‬‬
‫ه‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫ً‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ َ ِّ‬
‫ْ‬
‫َ ََ َ‬
‫َْ‬
‫َْ َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ََ‬
‫الْ َك ََلِم ُِيْ ِرجه عن وج ِه ِه وإراد ِة الْم ْقَم ِ‬
‫ود‪.‬‬
‫ُُ َ ْ َ ْ َ َ َ َ ُ‬
‫ِ‬
‫ِ ِ ِِ‬
‫ْف الثَّاين‪َّ :‬‬
‫ات الَدَّْي ِخ‬
‫أن الَدَّْي َخ َرِْحَهُ اللُ قَ َ‬
‫َّح ِر ُ‬
‫ني‪َ ،‬وعبَ َار ُ‬
‫أص ُل التَّ ْكف ِي لْل ُم ْسلم َ‬
‫ال‪ْ :‬‬
‫الت ْ‬
‫ِ‬
‫ِِ‬
‫اْلُ ْك ِم َعلَْي ِه ْم‬
‫ني َك َما َسنَاْنا ُق ُل ِم ْن َك ََل ِم ِه ِ ْ‬
‫َخَر َج ْ‬
‫أْ‬
‫ت عُبَّ َاد الْ ُقبُوِر م ْن ُم َس َّمى الْ ُم ْسلم َ‬
‫بِأناَّهم َال ْ ْدخلُو َن ِ الْمسلِ ِمني ِ ِمثْ ِل ه َ ا الْ َك ََلِم‪ ،‬فَ َ َكر َك ََلما فِ‬
‫أخطَأ ِم َن‬
‫يما ْ‬
‫ُْ َ‬
‫َ‬
‫ُْ َ ُ‬
‫َ ً َ‬
‫‪61‬‬
‫ِِ‬
‫ني ِ بَا ْع ِ‬
‫ال‪ :‬فَ َم ِن ْاعتَا َق َد ِ بَ ََدر أنَّهُ إلَهٌ ْأو َد َعا َميِّتًا‬
‫ض الْ ُفُر ِ‬
‫وع َإل أ ْن قَ َ‬
‫الْ ُم ْسلم َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫اب‬
‫ب ِمْنهُ ِّ‬
‫الرْز َق َوالن ْ‬
‫اب‪ ،‬فَإ ْن تَ َ‬
‫ََّمَر َوا َْل َداَْةَ َوتَا َوَّك َل َعلَْيه َو َس َج َد لَهُ فَإنَّهُ ُْ ْستَتَ ُ‬
‫َوطَلَ َ‬
‫ت عُنُا ُقهُ انْاتَا َهى‪.‬‬
‫ض ِربَ ْ‬
‫َو َّإال ُ‬
‫فَابطُل اِستِ ْدَال ُل الْعِراقِي وانْاه َدم ِمن أصلِ ِ‬
‫َّه َي َع ْن تَ ْك ِف ِي الْ ُم ْسلِ ِم َني‬
‫ف َْي َع ُل الن ْا‬
‫ي‬
‫ك‬
‫‪،‬‬
‫ه‬
‫َ‬
‫َ ِّ َ َ َ ْ ْ ْ َ‬
‫َ َ ْ‬
‫متانا ِوالً لِمن ْ ْدعو َّ ِ‬
‫ف ََلم ِمن الْعِباد ِ‬
‫ِ‬
‫اْلِني وْستَثِ ُ ِِ‬
‫ات َما َال‬
‫َم ِر ُ ُ ْ َ َ َ‬
‫َُ َ َ ْ َ ُ‬
‫يث ِب ْم َم َع الل َوَْ ْ‬
‫الَم َ َ َ ْ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫وص الْ ِكتَ ِ‬
‫َم ِ‬
‫إْجَ ِاع عُلَ َم ِاء ْاَح ُّم ِة‪.‬‬
‫السن َِّة َو ْ‬
‫اب َو ُّ‬
‫َْ ْستَح ُّقهُ َّإال الل‪َ ،‬وَه َ ا بَاط ٌل بِنُ ُ‬
‫ِِ‬
‫وِم ْن َع ِج ِ‬
‫َم ِم ِه بِنَا ْف ِ‬
‫َّع َوى َال‬
‫َّع َوى َوالد ْ‬
‫س الد ْ‬
‫يب َج ْه ِل الْعَراق ِّي أنَّهُ َْيتَ ُّ َعلَى َخ ْ‬
‫َ‬
‫تََملُح دلِ‬
‫إن د ْعوى الْعِراقِي ِْلس ََلِم عبَّ ِاد الْ ُقبوِر ََْتتَاج دلِيَلً قَ ِ‬
‫َّ‬
‫اطعاً َعلَى‬
‫ف‬
‫‪،‬‬
‫َل‬
‫ي‬
‫َ‬
‫ً‬
‫َُ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫ْ َُ‬
‫ِّ‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫َ َ‬
‫إس ََل ِم ِهم فَإ َذا ثَابت إس ََلمهم منِع ِمن تَ ْك ِف ِيِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫وم َّ‬
‫أن‬
‫ي‬
‫ل‬
‫ْع‬
‫ر‬
‫ف‬
‫ا‬
‫ت‬
‫ال‬
‫و‬
‫م‬
‫ه‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫س ُم َْدكَلً َوَم ْعلُ ٌ‬
‫ْ‬
‫َ َ ْ ُُ ْ ُ َ ْ‬
‫ْ ْ‬
‫َْ ُ َ‬
‫الرافِ ِ‬
‫ِِ‬
‫أخطَأ ِ الْ َم َساِِ ِل‬
‫ني َِلََوا‪َ ُ،‬ك ْ‬
‫الََوارِِج َو َّ َ‬
‫ضة ْأو َك َّفَر َم ْن ْ‬
‫َم ْن َك َّفَر الْ ُم ْسلم َ‬
‫االجتِه ِادَِّْة أُصوالً وفُاروعاً فَاه َ ا وََنو‪ ،‬مبت ِدع ض م ِ‬
‫ِ‬
‫ف لَ َّما َعلَْي ِه أِِ َّمةُ ا َْلَُدى‬
‫ال ُُمَال ٌ‬
‫ُ َ ُ َ َ ْ ُ ُ ُ َْ ٌ َ‬
‫ْ َْ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫أحداً ِِبَ َ ا‬
‫َوَم ََداْ ُخ الدِّْ ِن َومثْ ُل َشْي ِخ ْاْل ْس ََلم ُُمَ َّمد بْ ِن َعْبد الْ َوَّهاب َال ُْ َكفُِّر َ‬
‫ِ ِ ِ ِ‬
‫الِْن ِ ِ‬
‫ت بِِه‬
‫ْ‬
‫اب الْ َع ِز ُْز َو َجاءَ ْ‬
‫س َوَال م ْن َه َ ا النا َّْوِع َو َّإَّنَا ُْ َكفُِّر َم ْن نَطَ َق بتَ ْكف ِي‪ ،‬الْكتَ ُ‬
‫ال ِ‬
‫السنَّةُ َّ ِ‬
‫اهلِيَّ ِة‬
‫َّل ِدْنَهُ َوفَا َع َل فِ ْع َل َْ‬
‫ت َعلَى تَ ْك ِف ِيِ‪ْ ،‬اَح َُّمةُ‪َ ،‬ك َم ْن بَد َ‬
‫يحةُ َو ْ‬
‫ُّ‬
‫أْجَ َع ْ‬
‫الَمح َ‬
‫الَم ِ‬
‫اْلِ‬
‫الَّ ِ ْن ْاعب ُدو َن ْاَحنْبِياء والْم ََلِِ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫اح‬
‫أب‬
‫و‬
‫م‬
‫ه‬
‫ر‬
‫ف‬
‫ك‬
‫الل‬
‫إن‬
‫ف‬
‫‪،‬‬
‫م‬
‫ه‬
‫ا‬
‫ن‬
‫و‬
‫ع‬
‫د‬
‫ْ‬
‫و‬
‫ني‬
‫و‬
‫ة‬
‫ك‬
‫َ‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ َ ُْ‬
‫ََ ُ ْ‬
‫َ َ ْ ََ َ‬
‫َ‬
‫َََ َ‬
‫ِدماِاهم وأموا ََلم و َذرا ِرْ ِهم بِعِباد ِة َغ ِيِ‪ ،‬نَبِيًّا أو ولِ‬
‫صنَماً‪َ ،‬ال فَاْر َق ِ الْ ُك ْف ِر‬
‫أو‬
‫ا‬
‫ي‬
‫ًّ‬
‫َ َ ُ ْ َ ْ َ ُْ َ َ ْ َ َ ْ‬
‫ْ َ ْ َ‬
‫ِ‬
‫ِ ِ‬
‫يك ُم َف َّ‬
‫يضةُ‪َ ،‬وبَ ْس ُ‬
‫َمَلً‬
‫اب الْ َع ِز ُْز َو ُّ‬
‫ط َه َ ا َْأْتِ َ‬
‫السنَّةُ الْ ُم ْستَف َ‬
‫بَاْيانَا ُه ْم َك َما َد َّل َعلَْيه الْكتَ ُ‬
‫ضهُ‪.‬‬
‫َوقَ ْد َمَّر بَا ْع ُ‬
‫‪62‬‬
‫الُ َّه ِال فَا َقَّرَر َّ‬
‫أه َل‬
‫ت َعلَْي ِه ْ‬
‫ال‪َ :‬وقَ ْد ُسئِ َل َع ْن ِمثْ ِل َه ُؤَال ِء ْ‬
‫اْلُ َّجةُ َوتَ َّ‬
‫َوقَ َ‬
‫أن َم ْن قَ َام ْ‬
‫ِ ِ‬
‫ِ ِ‬
‫َحر ِ‬
‫ض َواتَّابَ َع َه َوا‪ ُ،‬فَ ََل ْأد ِرَ َما‬
‫ل َم ْع ِرفَت َها َْ ْك ُفُر بِعبَ َادة الْ ُقبُوِر‪َ ،‬و َّأما َم ْن ْ‬
‫أخلَ َد َإل اْ ْ‬
‫َحالُهُ‪َ ،‬وقَ ْد َسبَ َق ِم ْن َك ََل ِم ِه َما فِ ِيه كِ َفاَْةٌ َم َع َّ‬
‫أن الْ َع ََّل َمةَ ابْ َن الْ َقيِّ ِم َرِْحَهُ اللُ َجَزَم‬
‫بِ ُك ْف ِر الْم َقلِّ ِدْن لِم ََد ِِ‬
‫اِي ِه ِم ِ الْمساِِ ِل الْم َكفِّرِة إ َذا َُتَ َّكنُوا ِم ْن طَلَ ِ‬
‫اْلَ ِّق َوَم ْع ِرفَتِ ِه‬
‫ب ْ‬
‫ُ َ َ‬
‫ُ َ‬
‫ََ‬
‫وتَ َّ ِ ِ‬
‫أعرضوا وَل ْاْلتَ ِفتُوا‪ ،‬ومن َل ْاتَم َّكن وَل ْاتَ َّ ِ ِ‬
‫ت بِِه‬
‫أهلُوا ل َ ل َ‬
‫أه ْل ل َم ْع ِرفَة َما َجاءَ ْ‬
‫ََ ْ ْ َ َ ْ َ ْ َ‬
‫ك َو ْ َ ُ َ ْ َ‬
‫َ‬
‫ِ‬
‫الر ُسل فَا ُه َو ِعْن َد‪ِ ُ،‬م ْن ِجْن ِ‬
‫الر ُس ِل َوكِ ََل‬
‫س ْأه ِل الْ َفْتاَرِة ِمَّ ْن َلْ تَاْبالُ ْثهُ َد ْع َوةٌ لَِر ُسول ِم َن ُّ‬
‫ُّ ُ‬
‫ني َال ُي َكم بِ ِ‬
‫ِِ‬
‫ني َح َّّت ِعْن َد َم ْن َْل‬
‫إس ََلم ِه ْم َوَال َْ ْد ُخلُو َن ِ ُم َس َّمى الْ ُم ْسلم َ‬
‫النا َّْو َع ْ ِ ْ ُ ْ‬
‫يك َك ََل ُمهُ‪.‬‬
‫ض ُه ُم َو َسيَأْتِ َ‬
‫ُْ َكفِّْر بَا ْع َ‬
‫أَ إس ََلم ْابا َقى مع منَاقِ ِ‬
‫أصلِ ِه‬
‫َم ُد ُق َعلَْي ِه ْم َو ْ‬
‫اَسُهُ َْاتَانَ َاوَُلُ ْم‪َ ،‬و ُّ ْ َْ َ َ ُ َ‬
‫َو َّأما الَدِّْرُك فَا ُه َو َْ ْ‬
‫ضة ْ‬
‫وقَ ِ‬
‫اع َدتِِه الْ ُكْباَرى َش َه َادةُ أ ْن َال إلَهَ َّإال اللُ‪َ ،‬وبَا َقاءُ ْاْل ْس ََلِم َوُم َس َّما‪َ ُ،‬م َع بَا ْع ِ‬
‫ض َما‬
‫َ‬
‫اب ح ْك ِم الْمرتَ ِّد أظْهر ِمن با َقاِِِه مع ِعباد ِة َّ ِِ‬
‫ِ‬
‫ني َوُد َعاِِ ِه ْم‪،‬‬
‫َُ ْ َ َ َ َ َ‬
‫الَماْل َ‬
‫ذَ َكَر‪ ُ،‬الْ ُف َق َهاءُ ِ بَ ُ‬
‫ُْ‬
‫ِ‬
‫ولَ ِك َّن الْعِراقِي ْ ِفُّر ِمن أ ْن ْس ِّمى َذلِ َ ِ‬
‫ك عبَ َاد ًة َوُد َعاءً‪َ ،‬وَْاْزعُ ُم أنَّهُ تَا َو ُّس ٌل َون َداءٌ‪َ ،‬وَْاَرا‪ُ،‬‬
‫َ‬
‫َ َّ َ ْ ُ َ َ‬
‫مستحبًّا وهياهات أْن الْم َفُّر و ْاْللَه الطَّالِب‪ِ ،‬حيل باني الْعِ ِي والناَّزو ِ‬
‫ات ِِبَا َم َّن اللُ ِم ْن‬
‫َ ََْ‬
‫ُ َْ َ َ َْ َ َ ْ َ َ َ ُ‬
‫َ ََ‬
‫ُ‬
‫كِتَابِِه الْع ِزْ ِز الَّ ِ َ َال ْأْتِ ِيه الْب ِ‬
‫اطل ِم ْن بَا ْ ِ‬
‫ني َْ َدْْ ِه َوَال ِم ْن َخْل ِف ِه تَاْن ِ‬
‫ْل ِم ْن َح ِكيم‬
‫ز‬
‫َ‬
‫ٌ‬
‫َ َ ُ‬
‫ان ِْل ُد ِ‬
‫ْحيد‪ ،‬وِِبَا جاء بِِه ُُم َّم ٌد عب ُد‪ ،‬ورسولُه ِ‬
‫َِ‬
‫اْلِ ْكم ِة وا َْل َدى والْباي ِ‬
‫ود َما أنْاَزَل‬
‫ن‬
‫م‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ ََ ُ‬
‫َ َ‬
‫ْ ُ ََ ُ ُ َ‬
‫َ ََ‬
‫الل علَي ِه وَال ْاز ُال الل سبحانَه وتَاع َال ْا ْث ِرس ِ‬
‫ِ‬
‫وم بِِه ُح َّجتُهُ َعلَى‬
‫ق‬
‫ا‬
‫ت‬
‫ا‬
‫س‬
‫ر‬
‫غ‬
‫ن‬
‫ِّْ‬
‫الد‬
‫ا‬
‫َل‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ًْ ُ‬
‫ُ َ ْ َ ََ ُ ُ ْ َ ُ َ َ َ ُ‬
‫ِ ِِ ِ‬
‫أْل َد ِ كِتَابِِه وِدْنِ ِه وصرفَه عن موض ِ‬
‫ِ ِ ِِ ِ ِ‬
‫وع ِه‬
‫َ َ ََ ُ َ ْ َ ْ ُ‬
‫عبَاد‪َ ،‬وُيَاه ُدو َن ِ بَايَان دْنه َو َشْرعه َم ْن َْ‬
‫َإل ِ‬
‫آخ ِر َما ذَ َكَر‪.‬‬
‫‪63‬‬
‫ِ‬
‫االستِثَاثَةُ ِبِِم لَيس ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ْ َْ ْ‬
‫فَاتَ َّأم ْل قَا ْولَهُ َرْحَهُ اللُ ُد َعاءُ الْ ُقبُوِر َو ُس َؤا َُلُ ْم َو ْ ْ‬
‫ت م ْن َه َ ا الْبَاب َوَلْ‬
‫َْاتَانَ َاز ْع فِ َيها الْ ُم ْسلِ ُمو َن بَ ْل ِه َي ُُْم َم ٌع َعلَى أناَّ َها ِم َن الَدِّْرِك الْ ُم َك ِّف ِر َك َما َح َكا‪َ ُ،‬شْي ُخ‬
‫ِ‬
‫ف بِالتَّ ْك ِف ِي بِِه وَال ْ ِ‬
‫َم ُّح َْحْ ُل َك ََل ِم ِه ُهنَا‬
‫ْاْل ْس ََلِم ابْ ِن تَاْي ِميَّةَ نَا ْف ُسهُ َو َج َعلَهُ ِمَّا َال ِخ ََل َ‬
‫َ َ‬
‫ِ‬
‫ِّم َّ‬
‫أن َم ْن َد َعا َعلِيّاً فَا َق ْد‬
‫َعلَى َما َجَزَم ُه َو بِأنَّهُ ُك ْفٌر‪ .‬قُاْل ُ‬
‫ت‪َ :‬وَْ ُد ُّل َعلَْيه َك ََل ُمهُ الْ ُمتَا َقد ُ‬
‫َك َفَر‪.‬‬
‫َّاين الَّ ِ‬
‫ال ِ أص ِل التَّ ْك ِف ِي لِْلمسلِ ِمني و ِ‬
‫َّح ِر ُ ِ‬
‫ات الَدَّْي ِخ‬
‫ار‬
‫ب‬
‫ع‬
‫ق‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُثَّ قَ َ‬
‫َ‬
‫ُ ْ َ َ ََ ُ‬
‫ْ‬
‫ال‪ :‬الت ْ‬
‫ْف الث َ‬
‫أخرجت عبَّاد الْ ُقبوِر ِمن مس َّمى الْمسلِ ِ‬
‫ني فَاتَ َّأمل َك ََل َمهُ ْاَح َّوَل والث ِ‬
‫َّاين َّ‬
‫أن َه َ ا‬
‫م‬
‫َ‬
‫ُْ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َْ َ ْ ُ َ ُ ْ ُ َ‬
‫ِ ِِ‬
‫َشيءٌ ُُْم َم ٌع َعلَْي ِه َو َّ‬
‫ني َوَال َْ ْد ُخلُو َن ِ ُم َس َّمى ْاْل ْس ََلِم‬
‫أن عُبَّ َاد الْ ُقبُوِر لَْي ُسوا ِبُ ْسلم َ‬
‫ْ‬
‫َو َّ‬
‫اب فَإ ْن‬
‫ني َك ََلِم الَدَّْي ِخ َشْي ُخ ْاْل ْس ََلِم ابْ ُن تَاْي ِميَّةُ‪َ ،‬إل أ ْن قَ َ‬
‫أن َه َ ا ُه َو َع ْ ُ‬
‫ال ُْ ْستَتَ ُ‬
‫ِ‬
‫ف َك َما ظَ َّن‬
‫ف‪َ ،‬وَال قَ َ‬
‫ال َما ُْ َك َّفُر َح َّّت ْاُ َعَّر َ‬
‫ضْر ِب عُنُ ِق ِه َوَلْ َْا ُق ْل ْاُ َعَّر ُ‬
‫اب َو َّإال قُت َل بِ َ‬
‫تَ َ‬
‫ِ‬
‫ك من َال ِعْلم ِعْن َد‪ ،‬ومن هو م ْدخ ٌ ِ‬
‫أص ِل ِدْنِ ِه‪.‬‬
‫ول َعلَْيه ِ ْ‬
‫َ ُ ََ ْ َُ َ ُ‬
‫َذل َ َ ْ‬
‫رد ِ‪َ ،‬علَى الْعَِراقِ ِّي بَِق ْو ِله‪ :‬فَابَطُ َل اِ ْستِ ْدَال ُل الْعَِراقِ ِّي َوانْا َه َد َم ِم ْن‬
‫ُثَّ تَأ ََّم ْل َك ََل َمهُ ِ َ ِّ‬
‫أَص ِله َكيف َيعل الناَّهي عن تَ ْك ِف ِي الْمسلِ ِمني متَانَا ِوالً لِمن ْ ْدعو َّ ِِ‬
‫ني‬
‫َْ َ ُ‬
‫الَماْل َ‬
‫ُْ َُ‬
‫ْ ْ َ َْ ُ ْ َ َ ْ‬
‫ِ‬
‫اطل بِالْ ِكتَ ِ‬
‫السن َِّة َوإِ ْْجَ ِاع عُلَ َم ِاء اَح َُّم ِة‪ ،‬إِ َل أَ ْن‬
‫يث ِبِِ ْم‪ ،‬قَ َ‬
‫اب َو ُّ‬
‫َوَْ ْستَثِ ُ‬
‫ال َوَه َ ا بَ ٌ‬
‫الَديخ ُُم َّم ُد من نَطَق الْ ِ‬
‫السنَّةُ بِتَ ْك ِف ِيِ‪ ،‬واجتَمع ِ‬
‫و‬
‫اب‬
‫ت‬
‫ك‬
‫قَ َ‬
‫ُّ‬
‫ت ْاَح َُّمةُ‬
‫َ‬
‫ال‪َ :‬وإََِّّنَا ُْ َكفُِّر َّ ْ ُ َ َ ْ َ‬
‫َ ْ ََ‬
‫ُ َ‬
‫ال ِ‬
‫َّل ِدْنه وفَاعل فِ‬
‫علَي ِ‬
‫اهلِيَّ ِة الَّ ِ ْن َْا ْعبُ ُدو َن الْم ََلِِ َكةَ و ْاَحَنْبَِ‬
‫اء‬
‫ي‬
‫ل‬
‫ع‬
‫د‬
‫ب‬
‫ن‬
‫م‬
‫ك‬
‫‪،‬‬
‫ه‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َْ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ َ َ َ‬
‫َْ َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫الَم ِ‬
‫اْلِ‬
‫ني وْ ْدعُونَا ُهم‪ ،‬فَِ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫اح ِد َماَِا ُه ْم َوأ َْم َوا ََلُ ْم َو َذ َرا ِرْ ِه ْم بِعِبَ َاد ِة‬
‫َب‬
‫أ‬
‫و‬
‫م‬
‫ه‬
‫ر‬
‫ف‬
‫ك‬
‫الل‬
‫ن‬
‫إ‬
‫َو َّ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ َْ َ‬
‫َ‬
‫‪64‬‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ ِ‬
‫اب‬
‫َغ ِْي‪ ،،‬نَبِيًّا أ َْو َوليًّا أ َْو َ‬
‫صنَ ًما َال فَاْر َق ِ الْ ُك ْف ِر بَاْيانَا ُه ْم َك َما َد َّل َعلَْيه الْكتَ ُ‬
‫الْ َع ِز ُْز اِنْاتَا َهى َك ََلُُمه‪.‬‬
‫الواب عن قَاولِِه ِ ْ ِ‬
‫ِ‬
‫ِِ ِ‬
‫ِ‬
‫ت‪َ :‬وَه َ ا م ْن أ َْعظَ ِم َما ْاُبَا ِّ ُ‬
‫قُاْل ُ‬
‫الَاه ِل الْ َعابِد ل ُقبَّة الْ َك َّوا ِز َحَنَّهُ‬
‫ني ََْ َ َ ْ ْ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫اهَلً وَال َغيار‪ ،‬وه ِ ِ‪ ،‬طَ ِرْ َقةُ الْ ُقر ِ‬
‫آن تَ ْك ِفيُ َم ْن أَ ْشَرَك ُمطْلَقاً‪،‬‬
‫َلْ َْ ْستَثْ ِن ِ َذل َ‬
‫ك َال َج َ ْ َ ُ َ‬
‫ْ‬
‫وتاوقُّافه رِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫َج ِوبَِة ُْي َم ُل َعلَى أَنَّهُ َِح َْمر ِم َن ْاَح ُُموِر‪َ ،‬وأَْْضاً فَِإنَّهُ َك َما‬
‫اَح‬
‫ض‬
‫ع‬
‫ا‬
‫ب‬
‫الل‬
‫ه‬
‫ْح‬
‫ْ‬
‫َََ ُ ُ َ َُ ُ َ ْ‬
‫ْ‬
‫ِ‬
‫َخلَ َد إِ َل ْاَح َْر ِ‬
‫ض فَ ََل أ َْد ِرَ َما َحالُهُ؟‬
‫ف َمَّرًة َك َما ِ قَا ْوله‪ :‬و َّأما َم ْن أ ْ‬
‫تَاَرى تَا َوقَّ َ‬
‫ْجي ِع الْمو ِ‬
‫فَايا لِلَّ ِه الْعجب َكيف ْاْتارُك قَاو ُل الَدَّي ِخ ِ َِ‬
‫اضع مع َدلِ ِيل الْ ِكتَ ِ‬
‫السن َِّة‬
‫اب َو ُّ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ََ َ َ‬
‫ََ ُ ْ َ َُ ْ‬
‫ِِ‬
‫وأَقْاو ِال َشْي ِخ ِْ ِ‬
‫ت َعلَْي ِه‬
‫كما ِ قَا ْوله َم ْن بَالَثَهُ الْ ُقْرآ ُن فَا َق ْد قَ َام ْ‬
‫اْل ْس ََلم َوابْ ِن الْ َقيِّ ِم َ‬
‫َ َ‬
‫اْل ْْج ِال‪ .‬وتَا َفطَّن أَْضاً فِ‬
‫اْل َّجةُ وْا ْقبل ِ مو ِضع و ِ‬
‫ِ‬
‫ال الَدَّْي ُخ َعْب ُد‬
‫ع‬
‫م‬
‫د‬
‫اح‬
‫ْ‬
‫يما قَ َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُْ َ ُ َ ُ َ ْ َ‬
‫يف فِ‬
‫اللَّ ِط ِ‬
‫يما نَا َقلَهُ َع ِن ابْ ِن الْ َقيِّ ِم أ َّ‬
‫َح َواَلِِ ْم أَ ْن َْ ُكونُوا ِمثْ َل أ َِه ِل الْ َفْتاَرِة الَّ ِ ْ َن‬
‫َن أَقَ َّل أ َ‬
‫َ‬
‫هلَ ُكوا قَابل الْبِعثَِ‬
‫ِب ِمن ْاَحَنْبِياء‪ ،‬إِ‬
‫ال وكِ ََل الناَّو َع ْ ِ‬
‫ِ‬
‫َ‬
‫ني َال‬
‫ق‬
‫ن‬
‫أ‬
‫ل‬
‫ن‬
‫ة‬
‫و‬
‫ع‬
‫د‬
‫ه‬
‫ث‬
‫ل‬
‫ا‬
‫ب‬
‫ا‬
‫ت‬
‫ال‬
‫ن‬
‫م‬
‫و‬
‫‪،‬‬
‫ة‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ِّ‬
‫َْ ْ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِِ‬
‫ض ُه ْم‪،‬‬
‫ني َح َّّت عْن َد َم ْن َلْ ُْ َكفِّْر بَا ْع َ‬
‫ُْي َك ُم بِِإ ْس ََلم ِه ْم َوَال َْ ْد ُخلُو َن ِ ُم َس َّمى الْ ُم ْسلم َ‬
‫ََ إِس ََلم ْابا َقى مع منَاقَ ِ‬
‫َصلِ ِه‬
‫َم ُد ُق َعلَْي ِه ْم َو ْ‬
‫اَسُهُ َْاتَانَ َاوَُلُ ْم‪َ ،‬وأ ُّ ْ َْ َ َ ُ َ‬
‫و َّأما الَدِّْرُك فَا ُه َو َْ ْ‬
‫ضة أ ْ‬
‫وقَ ِ‬
‫اع َدتِِه الْ ُكْباَرى َش َه َادةُ أَ ْن َال إِلَهَ إَِّال اللُ‪.‬‬
‫َ‬
‫ات الْم َكلَّ ِ‬
‫ولِنَ ْ ُكر َك ََلما ِِالب ِن الْ َقيِّ ِم ذَ َكر‪ ِ ،‬طَبا َق ِ‬
‫ني نَا َقلَه َعْنه الَدَّْي ُخ َعْب ُد اللَّ ِطي ِ‬
‫ف‬
‫ف‬
‫َ‬
‫ُ ُ‬
‫َ ْ ً ْ‬
‫َُ َ‬
‫ُ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ال‬
‫ك بَا َقاَْا َه ِ ِ‪ُّ ،‬‬
‫الَدْبا َهةَ‪ .‬قَ َ‬
‫ك َوَْيلُو َعْن َ‬
‫ِ َرِّد‪َ ،‬علَى الْعَِراق ِّي ِمثْ َل التَّا ْف ِس ِي ل َما ذَ َكْرنَا لَ َ‬
‫ات الْم َكلَّ ِفني لَ َّما ذَ َكر رؤوس الْ ُك َّفا ِر الَّ ِ‬
‫اب طَبا َق ِ‬
‫ابْن الْ َقيِّ ِم رِْحَهُ اللَّهُ تَاع َال ِ كِتَ ِ‬
‫ْن‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َُ َ‬
‫ص ُّدوا َع ْن َسبِ ِيل اللَّ ِه َوأ َّ‬
‫ف‪ُ ،‬ثَّ قَ َ‬
‫ال‪ :‬اَلطَّبَا َقةُ َّ‬
‫السابِ َعةُ َع َْدَرة طَبَا َقةُ‬
‫اع ٌ‬
‫َن َع َ ابَا ُه ْم ُم َ‬
‫ضَ‬
‫َ‬
‫‪65‬‬
‫ْحيهم الَّ ِ‬
‫الْم َقلِّ ِ‬
‫ال الْ ُك َّفا ِر وأَتْاباعهم و َِ‬
‫ْن ُه ْم َم َع ُه ْم تَابَ ٌع‪َْ ،‬ا ُقولُو َن إِنَّا َو َج ْدنَا‬
‫ه‬
‫ج‬
‫و‬
‫ْن‬
‫د‬
‫ُ‬
‫َّ‬
‫ُ‬
‫ُ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫ُ ََ‬
‫َْ ُ ُ َ‬
‫آباءنَا علَى أ َُّمة ولَنَا أُسوةٌ ِبِِ‬
‫وم َع َه َ ا فَا ُه ْم ُمسالِ ُمو َن َِح َْه ِل ِْ‬
‫ني‬
‫م‬
‫ََ َ‬
‫اْل ْس ََلِم َغْياُر ُُمَا ِربِ َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ َْ‬
‫َ‬
‫ِ‬
‫ِ ِ ِ َّ ِ‬
‫ََلُ ْم َكنِس ِاء الْ ُم َحا ِربِ َ ِ ِ ِ‬
‫ب لَهُ‬
‫َمبُوا أَنْا ُف َس ُه ْم ل َما نَ َ‬
‫ْن َلْ َْاْن ُ‬
‫ني َو َخ َدمهم َوأَتْابَاعهم ال َ‬
‫َم َ‬
‫َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫إْخَ ِاد َكلِ َماتِِه‪ ،‬بَ ْل ُه ْم‬
‫وه ْدِم ِدْنِ ِه َو ْ‬
‫ك أَنْا ُف ُس ُه ْم ِم َن َّ‬
‫أُولَئِ َ‬
‫الس ْع ِي ِ إِطْ َفاء نُوِر اللَّه َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِِ‬
‫ِ‬
‫َّو ِ‬
‫ِ‬
‫ْن‬
‫ِِبَْن ِزلَِة الد َّ‬
‫اب‪َ ،‬وقَ ْد اُتِّف َق ْ‬
‫ت َعلَى َه ‪ ،‬الطَّبَا َقة ُك َّف ٌار َوإ ْن َكانُوا ُج َّهاالً ُم َقلِّد َ‬
‫لُِرْؤ َس ِاء ِه ِم َوأَِِ َّمتِ ِه ْم إَِّال َما ُْي َكى َع ْن بَا ْع ِ‬
‫ض أ َْه ِل الْبِ َد ِع أَنَّهُ َلْ َْي ُك ْم َِلَُؤَال ِء بِالنَّا ِر‬
‫َّعوةُ وه َ ا م ْ هب َل ْا ُقل بِِه أ ِ ِ ِ‬
‫وجعلَهم ِِبَْن ِزلَِ‬
‫ِِ‬
‫ني‬
‫الد‬
‫ه‬
‫ث‬
‫ل‬
‫ا‬
‫ب‬
‫ا‬
‫ت‬
‫ل‬
‫ن‬
‫م‬
‫ة‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َح ٌد م ْن أَِ َّمة الْ ُم ْسلم َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َْ ْ ْ ُ َ َ َ ٌ َْ ْ َ‬
‫َ ََ ُ ْ‬
‫ف َع ْن بَا ْع ِ‬
‫ض أ َْه ِل الْ َك ََلِم‬
‫َوَال َّ‬
‫الَم َحابَةُ َوَال التَّابِعُو َن َوَال َم ْن بَا ْع َد ُه ْم‪َ ،‬وإََِّّنَا ْاُ ْعَر ُ‬
‫الْم ْح َد ِف ِ ِْ ِ‬
‫"ما ِم ْن‬
‫صلَّى اللَّهُ َعلَْي ِه َو َسلَّ َم أَنَّهُ قَ َ‬
‫ص َّح َع ِن النِ ِّ‬
‫َِّب َ‬
‫اْل ْس ََلم‪ .‬وقَ ْد َ‬
‫ال‪َ :‬‬
‫ُ‬
‫َمَرانِِه أ َْو ُميَ ِّج َسانِِه"‪ ،‬فَأَ ْخبَاَر‬
‫َم ْولُود إَِّال َوُه َو ُْولَ ُد َعلَى الْ ِفطَْرِة ‪ ،‬فَأَبَا َوا‪ْ ُ،‬اُ َه ِّوَدانِِه أ َْو ْاُنَ ِّ‬
‫َن أَباوْ ِه ْاْن ِق ََلنِِه ع ِن الْ ِفطْرِة إِ َل الْياه ِ‬
‫ودَِّْة أَ ِو النََّمرانِيَّ ِة أَ ِو الْمج ِ‬
‫وسيَّ ِة وَلْ َْا ْعتَِ ِْر ِ‬
‫َ‬
‫َْ‬
‫َُ‬
‫َُ‬
‫أ َّ َ َ ْ ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫صلَّى اللَّهُ َعلَْي ِه َو َسلَّ َم‬
‫َذل َ‬
‫ص َّح َعْنهُ َ‬
‫ك َغْياَر الْ َمْرَب َوالْ َمْن ََدا َعلَى َما َعلَْيه ْاَحَبَا َوان‪َ ،‬و َ‬
‫النَّةَ َال ْ ْدخلُها إَِّال نَا ْفس مسلِ‬
‫ال‪ " :‬إِ‬
‫وه َ ا الْ ُم َقلِّ‬
‫َّ‬
‫س ِِبُ ْسلِم َوُه َو‬
‫ي‬
‫ل‬
‫د‬
‫"‬
‫ة‬
‫م‬
‫ن‬
‫ْ‬
‫أَنَّهُ قَ َ‬
‫َ‬
‫ٌ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ٌ‬
‫َ‬
‫ِ‬
‫ف َوالْ َعاقِل َال َِيْر ُج َع ِن ِْ‬
‫َّع َوةُ‬
‫اْل ْس ََلِم أَ ِو الْ ُك ْف ِر‪َ ،‬وأ ََّما َم ْن َلْ تَاْبالُ ْثهُ الد ْ‬
‫َعاق ٌل ُم َكلَّ ٌ‬
‫ُ ُ‬
‫ِ‬
‫ِ ِ‬
‫َّم الْ َك ََل ُم‬
‫ك ْ‬
‫س ِِبُ َكلَّف ِ تِْل َ‬
‫اْلَ ِال َوُه َو ِبَْن ِزلَة ْاَحَطْ َف ِال َوالْ َم َجان َ‬
‫ني َوقَ ْد تَا َقد َ‬
‫فَالَْي َ‬
‫َعلَْي ِه ْم‪.‬‬
‫الَمنف أَع ِن من َل تابالُثهم الدَّعوةُ هم الَّ ِ ِ‬
‫اه ْم َشْي ُخ ِْ‬
‫اْل ْس ََلِم‬
‫ْن ا ْستَثْانَ ُ‬
‫قُاْل ُ‬
‫ت‪َ :‬وَه َ ا ِّ ْ ُ ْ َ ْ ْ َْ ْ ُ ُ ْ َ ُ ُ َ‬
‫اِبن تاي ِميَّ ِة فِيما ناقل الْعِراقِي واستثاناهم شيخنا ُم َّمد ب ِن عب ِد الْوَّه ِ ِ‬
‫ْ ُ َْ‬
‫اب َرْحَهُ اللَّهُ‬
‫َ َ َ َ َ ُّ َ ْ َْ َ ُ ْ َ ْ ُ َ َُ ُ ْ َْ َ‬
‫تَا َع َال‪.‬‬
‫‪66‬‬
‫اْلميا ُن بِرسولِِه واتاِّباعه فِ‬
‫يد اللَّ ِه و ِ‬
‫اْلس ََلم هو تَاو ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫يما‬
‫و‬
‫ه‬
‫ل‬
‫ْك‬
‫ر‬
‫ش‬
‫ال‬
‫‪،‬‬
‫د‬
‫ح‬
‫و‬
‫ه‬
‫ت‬
‫اد‬
‫ب‬
‫ع‬
‫ح‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫ُ‬
‫ُ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َو ِْ ْ ُ ُ َ ْ‬
‫َ‬
‫َُ َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫جاء بِِه‪ ،‬فَما َل ْأْ ِت الْعب ُد ِ‬
‫س ِِبُ ْسلِم َوإِ ْن ُلْ َْ ُك ْن َكافِراً ُم َعانِداً فَا ُه َو َكافٌِر‬
‫ي‬
‫ل‬
‫ا‬
‫ف‬
‫ا‬
‫ِب‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َ ْ َ َْ‬
‫َ‬
‫ََ‬
‫َ‬
‫ِِ‬
‫جِ‬
‫ْن َو َع َد ُم ِعنَ ِاد ِه ِم َال‬
‫اه ٌل‪ .‬فَاثَاَْةُ َه ِ ِ‪ ،‬الطَّبَا َق ِة أَناَّ ُه ْم ُك َّف ٌار ُج َّه ٌ‬
‫َ‬
‫ال َغْياُر ُم َعاند َ‬
‫ُِيْ ِرجهم عن َكوِنِِ ِم ُك َّفاراً‪ ،‬فَِإ َّن الْ َكافِر من جح َد تَاو ِح َ ِ‬
‫ب َر ُسولَهُ إِ َّما‬
‫يد اللَّه تَا َع َال َوَك َّ َ‬
‫َ َْ َ َ ْ‬
‫ُُ ْ َ ْ ْ‬
‫ِعنَاداً َوإِ َّما َج ْهَلً َوتَا ْقلِيداً َِح َْه ِل الْعِنَ ِاد فَا َه َ ا َوإِ ْن َكا َن َغاَْاتُهُ أَنَّهُ َغْياُر ُم َعانِد فَا ُه َو ُمتَّبِ ٌع‬
‫اب الْم َقلِّ ِ‬
‫َِح َْه ِل الْعِنَ ِاد وقَ ْد أَخبار اللَّه تَاع َال ِ الْ ُقر ِ‬
‫آن ِ َغ ِْي مو ِضع بِع َ ِ‬
‫ْن‬
‫د‬
‫َ‬
‫َ ْ ََ ُ َ‬
‫َْ‬
‫ْ‬
‫ُ َ‬
‫َن ْاَحَتْاباع مع مْتب ِ‬
‫َِحَس ََلفِ ِهم ِ‬
‫ِ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫اجو َن ِ النَّا ِر‪ُ ،‬ثَّ ذَ َكَر‬
‫أ‬
‫و‬
‫ر‬
‫ا‬
‫ف‬
‫ك‬
‫ل‬
‫ا‬
‫ن‬
‫م‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫وع ِه ِم َوأَناَّ ُه ْم َْاتَ َح ُّ‬
‫َ‬
‫َ ََ َُ‬
‫َ‬
‫ْ ْ َ‬
‫ال َوَه َ ا َْ ُد ُّل َعلَى أ َّ‬
‫َن ُك ْفَر َم ِن اتَّابَا َع ُه ْم إََِّّنَا ُه َو ُُمََّرُد‬
‫َح ِادْث ُثَّ قَ َ‬
‫آَْات ِ َه َ ا َوأ َ‬
‫اع ِهم وتَا ْقلِ ِ‬
‫اِتاِّب ِ‬
‫يد ِهم نَاعم َال ب َّد ِ ه َ ا الْم َق ِام ِمن تَا ْف ِ‬
‫ول ِْ‬
‫ال َوُه َو‬
‫اْل ْش َك ُ‬
‫َميل بِِه َْاُز ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫ْ ْ ُ‬
‫َ‬
‫َ َْ‬
‫ض َعْنهُ َوُم َقلِّد َلَ َْاتَ َم َّك ْن ِم ْن‬
‫ني ُم َقلِّد َُتَ َّك َن ِم َن الْعِْل ِم َوَم ْع ِرفَِة ْ‬
‫اْلَ ِّق فَأ ْ‬
‫الْ َفْر ُق بَا ْ َ‬
‫َعَر َ‬
‫َذلِ‬
‫ان ِ الْوج ِ‬
‫ان واقِع ِ‬
‫ك بِوجه والْ ِقسم ِ‬
‫ض ُم َفِّر ٌط تَا ِرٌك لِْلو ِاج ِ‬
‫ود‪ ،‬فَالْ ُمتَ َم ِّك ُن َوالْ ُم ْع ِ‬
‫ب‬
‫ر‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫علَي ِه َال ع ْ ر لَه ِعْند اللَّ ِه وأ ََّما الع ِ‬
‫الس َؤا ِل َوالْعِْل ِم الَّ ِ َ َال َْاتَ َم َّك ُن ِم َن الْعِْل ِم‬
‫اجُز َع ِن ُّ‬
‫َْ‬
‫ُ َ ُ َ َ َ‬
‫ِ ِ‬
‫ِ‬
‫ب لَهُ َغْياُر قَ ِادر َعلَْي ِه َوَال َعلَى‬
‫َح ُد ُِهَا ُم ِرْ ٌد لِْل ُه َدى ُم ْؤثٌِر لَهُ ُُِم م‬
‫ب َو ْجه فَا ُه ْم ق ْس َمان أ َ‬
‫ِ‬
‫اب الْ َفتار ِ‬
‫َّعوةُ‪ ،‬اَلث ِ‬
‫َّاين‬
‫ات َوَم ْن َلْ تَاْبالُ ْثهُ الد َْ‬
‫طَلَبِ ِه ل َع َدِم ُمْرِشد‪ ،‬فَا َه َ ا ُح ْك ُمهُ ُح ْك ُم أ َْربَ ِ ََ‬
‫ب لَ ْو أ َْعلَ ُم‬
‫ِّف نَا ْف َسهُ بِثَ ِْي َما ُه َو َعلَْي ِه فَ ْاَح ََّو ُل َْا ُق ُ‬
‫ول َْا َر ِّ‬
‫ض َال إَِر َاد َة لَهُ َوَال ُيَد ُ‬
‫ُم ْع ِر ٌ‬
‫ك ِدْنًا خيارا ِِمَّا أَنَا علَي ِه لَ ِدنْ ِ‬
‫ف ِس َوى َما‬
‫ت َما أَنَا َعلَْي ِه َولَ ِكن َال أ َْع ِر ُ‬
‫لَ َ‬
‫ت بِه َوتَاَرْك ُ‬
‫ُ‬
‫َْ‬
‫ًَْ‬
‫أَنَا َعلَْي ِه وَال أَقْ ِدر َعلَى َغ ِْيِ‪ ،‬فَا ُهو َغاَْةُ ُج ْه ِدَ وِِنَاَْةُ َم ْع ِرفَِت‪ ،‬والث ِ‬
‫َّاين َراض ِِبَا ُه َو‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫علَي ِه َال ْا ْؤثِر َغيار‪ ،‬علَي ِ‬
‫ني َح ِال َع ْج ِزِ‪،‬‬
‫ل‬
‫ط‬
‫ت‬
‫ال‬
‫و‬
‫ه‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ب نَا ْف َسهُ س َوا‪َ ُ،‬وَال فَاْر َق عْن َد‪ ُ،‬بَا ْ َ‬
‫َْ‬
‫ُ ُ ْ َُ َ ْ َ‬
‫ُ‬
‫ِ‬
‫ِِ ِ‬
‫ِ‬
‫ب أَ ْن ْاُْل َح َق بِ ْاَح ََّوِل لِ َما بَاْيانَا ُه َما ِم َن الْ َفْرِق فَ ْاَح ََّو ُل‬
‫َوقُ ْد َرته َوك ََل ُِهَا َعاجٌز َوَه َ ا َال َي ُ‬
‫‪67‬‬
‫ِّْن ِ الْ َفْتاَرِة فَالَ َم َْظْ َفْر بِِه فَا َع َد َل َعْنهُ بَا ْع َد اِ ْستِ ْفَر ِاغ الْ ُو ْس ِع ِ طَلَبِ ِه‬
‫ب الد َ‬
‫َك َم ْن طَلَ َ‬
‫ِ‬
‫ِ ِِ‬
‫َع ْجزاً و َج ْهَلً‪ ،‬والث ِ‬
‫ب بَ ْل َم َ‬
‫ات َعلَى شْركه َولَ ْو َكا َن طَلَبُهُ ل َع ْجز َعْنهُ‬
‫َّاين َك َم ْن َلْ َْطْلُ ْ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ني َع ْج ِز الطَّالِ ِ‬
‫ب َو َع ْج ِز الْ ُم ْع ِر ِ‬
‫ض‪.‬‬
‫فَا َفْر ٌق بَا ْ َ‬
‫ض ي با ِ ِ ِ‬
‫ِ ِ ِ ِِ ِ ِ ِ‬
‫ِ‬
‫ت َعلَْي ِه‬
‫ب إَِّال َم ْن قَ َام ْ‬
‫َواللَّهُ َْا ْق َ ْ َ‬
‫ني عبَاد‪َْ ،‬ا ْوَم الْقيَ َامة ب َع ْدله َوح ْك َمته َوَال ْاُ َع ِّ ُ‬
‫ِِ‬
‫ت‬
‫الر ُس ِل فَا َه َ ا َم ْقطُوعٌ بِِه ِ ُْجْلَ ِة ْ‬
‫ُح َّجتُهُ بِ ُّ‬
‫الَْل ِق‪َ ،‬وأ ََّما َك ْو ُن َزْْد بِ َعْينه َو َع ْمرو قَ َام ْ‬
‫ول باني اللَّ ِه و ِعب ِاد ِ‪ ،‬فِ ِيه‪ ،‬ب ِل الْو ِ‬
‫اْل َّجةُ أَم َال فَ َ لِ‬
‫ك ِِمَّا َال ميُْ ِ‬
‫ِ‬
‫ب‬
‫اج‬
‫ُّخ‬
‫الد‬
‫ن‬
‫ك‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َعلَْيه ُْ ْ‬
‫ُ ُ ََ َ َ‬
‫َ َ ُ‬
‫َن ُك َّل َم ْن َدا َن بِ ِدْ ِن َغ ِْي ِدْ ِن ْاْل ْس ََلِم فَا ُه َو َكافٌِر َوأ َّ‬
‫َعلَى الْ َعْب ِد أَ ْن َْا ْعتَ ِق َد أ َّ‬
‫َن اللَّ َه‬
‫ول‪ ،‬ه َ ا ِ ْ ِ‬
‫اْل َّج ِة َعلَي ِه بِ َّ ِ‬
‫ني‬
‫َحداً إَِّال بَا ْع َد قِيَ ِام ُْ‬
‫َّعيِ ُ‬
‫الُ ْملَة َوالتا ْ‬
‫الر ُس َ‬
‫ْ‬
‫تَا َع َال َال ْاُ َع ِّ ُ‬
‫بأَ‬
‫اب والْعِ َق ِ‬
‫َح َك ِام الثاَّو ِ‬
‫ول إِ َل ِعْل ِم اللَّ ِه‪ ،‬و ُح ْكمهُ َه َ ا ِ‬
‫َح َك ُام ُّ‬
‫الدنْايَا‬
‫أ‬
‫َم ْوُك ٌ‬
‫اب َوأ ََّما أ ْ‬
‫ْ‬
‫َ َ‬
‫َ ُ‬
‫فَ ِهي جا ِرْةٌ علَى ظَ ِ‬
‫ِ‬
‫َح َك ِام ُّ‬
‫الدنْايَا ََلُ ْم‬
‫اه ِر ْاَح َْم ِر‪ ،‬فَأَطْ َف ُ‬
‫َ َ َ َ‬
‫ال الْ ُك َّفا ِر َوَُمَانينُا ُه ْم ُك َّف ٌار ِ أ ْ‬
‫ِِ‬
‫ِ‬
‫ح ْكم أَولِياِِ ِه ِم وِِب َ ا التَّا ْف ِ‬
‫ول ِْ‬
‫ن َعلَى أ َْربَا َع ِة‬
‫اْل ْش َك ُ‬
‫َم ِيل َْاُز ُ‬
‫ال ِ َه ‪ ،‬الْ َم ْسأَلَة َوُه َو َمْب ِ م‬
‫ُ ُ َْ ََ‬
‫ُصول‪.‬‬
‫أُ‬
‫َن اللَّه سبحانَه َال ْاع ِّ ب أَحداً إَِّال باع َد قِي ِام ْ ِ ِ‬
‫ال تَا َع َال‪:‬‬
‫كما قَ َ‬
‫َْ َ‬
‫َح ُد َها‪ :‬أ َّ َ ُ ْ َ ُ ُ َ ُ َ‬
‫أَ‬
‫اْلُ َّجة َعلَْيه َ‬
‫ال‪َ :‬ر ُسَلً ُمبَ َِّد ِرْن وُمْن ِ ِ‬
‫ْن لِئَ ََّل َْ ُكو َن‬
‫ر‬
‫ني َح َّّت نَاْبا َع َ‬
‫َوَما ُكنَّا ُم َع ِّ بِ َ‬
‫ث َر ُسوالً)‪ ،‬وقَ َ ُ‬
‫َ‬
‫ََ َ‬
‫لِ‬
‫َّاس علَى اللَّ ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫اه ْم‬
‫‪:‬‬
‫ال‬
‫ع‬
‫ا‬
‫ت‬
‫ال‬
‫ق‬
‫و‬
‫ال‬
‫ق‬
‫ث‬
‫ات‬
‫آْ‬
‫ر‬
‫ك‬
‫ذ‬
‫و‬
‫)‪،‬‬
‫ل‬
‫س‬
‫الر‬
‫د‬
‫ع‬
‫ا‬
‫ب‬
‫ة‬
‫ج‬
‫ح‬
‫ه‬
‫ن‬
‫ل‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫ٌ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُّ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫َوَما ظَلَ ْمنَ ُ‬
‫َ‬
‫ُ َ َ َ‬
‫ُ َ‬
‫َ‬
‫ولَ ِكن َكانوا هم الظَّالِ ِمني) والظَّ ِ‬
‫ف ما جاء بِِ‬
‫صلَّى اللَّهُ َعلَْي ِه‬
‫ول‬
‫س‬
‫الر‬
‫ه‬
‫ر‬
‫ع‬
‫ن‬
‫م‬
‫ال‬
‫ُ‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ َ‬
‫َ َ َُْ َ َ َ َ‬
‫َ ْ ُ ُُ‬
‫ِِ‬
‫ِ‬
‫ض َعْنهُ‪َ ،‬وأ ََّما َم ْن َلْ َْ ُك ْن ِعْن َد‪ِ ُ،‬م َن‬
‫َو َسلَّ َم أ َْو َُتَ َّك َن م ْن َم ْع ِرفَته ُثَّ َخالََفهُ َوأ َْعَر َ‬
‫‪68‬‬
‫ِ‬
‫َّ ِ ِ‬
‫ف ْاُ َق ُ‬
‫َصَلً َوَال َُتَ َّك َن ِم ْن َم ْع ِرفَتِ ِه بَِو ْجه َو َع َجَز َع ْن َذل َ‬
‫ك فَ َكْي َ‬
‫الر ُسول عْل ٌم أ ْ‬
‫ال أَنَّهُ‬
‫ظَ ِ‬
‫الٌ؟‬
‫اب ُْستَ َح ُّق بِ ََدْيئَا ْ ِ‬
‫َصل الث ِ‬
‫َّاين‪ :‬أ َّ‬
‫اْلُ َّج ِة َو َع َد ُم إَِر َادتِِه‬
‫اض َع ِن ْ‬
‫َح ُد ُِهَا اَِْْل ْعَر ُ‬
‫ني أ َ‬
‫َن الْ َع َ َ ْ‬
‫اََْح ْ ُ‬
‫َّاين‪ :‬اَلْعِناد ََلا باعد قِي ِامها وتَارُك إِراد ِة م ِ‬
‫ِ ِ ِ‬
‫وجبِ َها‪ .‬فَ ْاَح ََّو ُل ُك ْفُر إِ ْعَراض‬
‫ِبَا َول ُموجبِ َها‪ ،‬الث ِ َ ُ َ َ ْ َ َ َ َ ْ َ َ ُ‬
‫ِ‬
‫ال ْه ِل مع َع َدِم قِي ِام ْ ِ ِ‬
‫والث ِ‬
‫َّم ُّك ِن ِم ْن َم ْع ِرفَتِ َها‬
‫َ‬
‫َّاين ُك ْفُر عنَاد‪َ ،‬وأ ََّما ُك ْفُر َْ َ َ‬
‫اْلُ َّجة َو َع َدم الت َ‬
‫فَاه َ ا هو الَّ ِ َ نَا َفى اللَّه التاَّع ِ ْب علَي ِ‬
‫الر ُس ِل‪.‬‬
‫ق‬
‫ا‬
‫ت‬
‫ّت‬
‫ح‬
‫ه‬
‫َّ‬
‫وم ُح َّجتُهُ بِ ُّ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُ ْ َ َْ َ‬
‫َ َُ‬
‫اََْحَصل الثَّالِث‪ :‬أ َّ ِ‬
‫اْل َّج ِة َِيْتلِف بِاختِ ََل ِ‬
‫ف ْاَح َْزِمنَ ِة َو ْاَح َْم ِكنَ ِة َو ْاَحَ ْش َخ ِ‬
‫اص‪ ،‬فَا َق ْد‬
‫ُ‬
‫َن قيَ َام ُْ َ ُ ْ‬
‫ُْ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ُخَرى‪َ ،‬ك َما‬
‫وم ُح َّجةُ اللَّه َعلَى الْ ُك َّفا ِر ِ َزَمان ُدو َن َزَمان َوِ باُ ْق َعة ونَاحيَة ُدو َن أ ْ‬
‫تَا ُق ُ‬
‫ِ‬
‫ِِ‬
‫الَمثِ ِي والْمجنُ ِ‬
‫ون َوإِ َّما‬
‫وم َعلَى َش ْخص ُدو َن َ‬
‫آخر إِ َّما ل َع َدِم َع ْقله َوَُتَيُّ ِزِ‪َ ،‬ك َّ َ َ ْ‬
‫أَناَّ َها تَا ُق ُ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ ِ‬
‫ِ ِ ِِ‬
‫َص ِّم الَّ َِ َال‬
‫ل َع َدِم فَا ْه ِمه ل َك ْونه َال َْا ْف َه ُم َوَلْ َْي ُ‬
‫ضْر تَا ْر ُْجَا ٌن ْاُتَاْرج ُم لَهَ‪ ،‬فَا َه َ ا ِبَْن ِزلَة ْاَح َ‬
‫ِ َّ ِ‬
‫ِ‬
‫اْلُ َّج ِة‬
‫ْن ُْ ْدلُو َن َعلَى اللَّ ِه بِ ْ‬
‫َْ ْس َم ُع َشْيئاً َوَال َْاتَ َم َّك ُن م َن التَّا َف ُّه ِم َوُه َو أ َ‬
‫َح ُد ْاَح ََربَا َعة ال َ‬
‫ْث ْاَحَسوِد وأَِب هرْارَة و َغ ِيِِها إِ َل ِ‬
‫ْاوم الْ ِقيام ِة َكما تَا َقدَّم ِ ح ِد ِ‬
‫آخ ِرِ‪.،‬‬
‫ْ َ َ ُ َْ َ َ ْ َ‬
‫َ َ‬
‫َْ َ َ َ َ‬
‫َميل الْب ِ‬
‫ال الَدَّيخ رِْحه اللَّه‪ :‬فَِ‬
‫ف هنَا وتَأ ََّمل ه َ ا التَّا ْف ِ‬
‫ْع فَإنَّهُ َرِْحَهُ اللَّهُ َْل‬
‫د‬
‫ق‬
‫ْ‬
‫ُ َ َْ‬
‫ُثَّ قَ َ ْ ُ َ َ ُ ُ‬
‫َ َ َ‬
‫اْل ِّق مع ِشد ِ‬
‫ِ ِ‬
‫ِ‬
‫ف ُه َو‬
‫َّة طَلَبِ ِه َوإَِر َادتِهَ لَهُ فَا َه َ ا ِّ‬
‫الَمْن ُ‬
‫َْ ْستَثْ ِن إَّال َم ْن َع َجَز َع ْن إ َد َراك َْ َ َ‬
‫ِ‬
‫ِِ ِ‬
‫الْ ُمرا ُد ِ َك ََلِم َشْي ِخ ِْ‬
‫ني‪َ ،‬وأ ََّما الْعَِراقِ ُّي‬
‫اْل ْس ََلِم َوابْ ِن الْ َقيِّ ِم َوأ َْمثَاَل َما م َن الْ ُم َحقِّق َ‬
‫َ‬
‫ال ِ‬
‫وإِ ْخوانُهُ الْمْب ِطلُو َن فَ ََدبَّاهوا بِ‬
‫َّ‬
‫َّ‬
‫َ‬
‫َْجَلُوا‬
‫ع‬
‫م‬
‫و‬
‫ه‬
‫ول‬
‫ق‬
‫ا‬
‫ْ‬
‫ه‬
‫ن‬
‫أ‬
‫و‬
‫ل‬
‫اه‬
‫ِّر‬
‫ف‬
‫ك‬
‫ْ‬
‫ال‬
‫خ‬
‫َّي‬
‫الَد‬
‫َن‬
‫أ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫ور َوأ ْ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫ُ‬
‫ََ ٌ‬
‫ُ ُ َ ََ َ‬
‫َ َ ُ‬
‫ات الْ ُقرآنِيَّةَ و ْاَح ِ‬
‫َملُوا وجعلُوا ه ِ ِ‬
‫الَدباهةَ تِرساً ْ ْدفَاعو َن بِِه ْاْلْ ِ‬
‫ْث‬
‫‪،‬‬
‫ُّ‬
‫َحاد َ‬
‫الْ َق ْوَل َوَلْ ْاُ َف ِّ َ َ َ َ‬
‫ْ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫ْ َ َ‬
‫َ‬
‫ْ َ‬
‫النَّب ِوَّْةَ وصاحوا علَى ِعب ِاد اللَّ ِه الْمو ِّح ِ‬
‫ِ‬
‫َس ََلفِ ِه ِم ِم ْن عُبَّ ِاد الْ ُقبُوِر‬
‫د‬
‫ْن َك َما َجَرى َح ْ‬
‫َ ََ ُ َ َ‬
‫َُ َ‬
‫‪69‬‬
‫اْلاكِم باني ِعب ِاد ِ‪ ،‬فِ‬
‫والْم َْد ِركِني وإِ َل اللَّ ِه الْم ِ‬
‫يما َكانُوا فِ ِيه َِيْتَلِ ُفو َن‪ ،‬إِ َل‬
‫و‬
‫ه‬
‫و‬
‫ي‬
‫َم‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫َُ‬
‫َ‬
‫َ ُ ََ‬
‫َ َُ َ‬
‫ِ‬
‫آخ ِر َما ذَ َكَر الَدَّْي ُخ َرِْحَهُ اللَّهُ‪.‬‬
‫فَاتأَّمل إِ ْن ُكن ِ‬
‫اْل َّق بِ َدلِيلِ ِه وإِ ْن ُكْنت ِِمَّن ص َّمم علَى الب ِ‬
‫اط ِل َوأ ََر َاد أَ ْن‬
‫ََْ ْ َ‬
‫َ ْ َ َ َ َ‬
‫ب َْ‬
‫َ‬
‫ت ِمَّ ْن َْطْلُ ُ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ْستَ ِد َّل علَي ِه ِِبَا أ ِْ ِ‬
‫ِ‬
‫َِّب‬
‫صلَّى اللَّهُ َعلَى ُُمَ َّمد النِ ِّ‬
‫َْ‬
‫ب‪َ ،‬و َ‬
‫َْ‬
‫ُْج َل م ْن َك ََلم الْعُلَ َماء فَ ََل َع َج َ‬
‫ْاَح ُِّمي وعلَى آلِِه وصحبِ ِه أ ْ ِ‬
‫ني‪.‬‬
‫ِّ َ َ‬
‫َْجَع َ‬
‫ََْ‬
‫ِ‬
‫ف رِْحه الل تَاع َال بِي ِد ِ‬
‫اْلِ َّج ِة سنَةُ ‪3131‬ها‪ ،‬نُِقل ِ‬
‫ِ‬
‫ِّ‬
‫الل‬
‫ا‪،‬‬
‫ز‬
‫ج‬
‫ف‬
‫‪،‬‬
‫ن‬
‫َم‬
‫م‬
‫ل‬
‫ا‬
‫ط‬
‫خ‬
‫ن‬
‫م‬
‫َ‬
‫ذ‬
‫ِّ‬
‫ْ‬
‫ْ‬
‫َ‬
‫َ ْ َ ُ َ َ َُ ُ َ َ ََ ُ ُ‬
‫َ‬
‫ِِ‬
‫ني َخ ْياً‪.‬‬
‫َع ِن ْاْل ْس ََلِم َوالْ ُم ْسلم َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ ِ ِ ِِ‬
‫ِ‬
‫بَِقلَ ِم الْ َفق ِي َإل الل َعْب ُد‪َ ُ،‬وابْ ُن َعْبد‪َ ،‬وابْ ُن َأمته َعْب ُد الْ َع ِزْ ِز الْ َف ْوَزان َغ َفَر اللُ لَهُ‬
‫اِي ِه و ِل ِمي ِع الْمسلِ ِمني وأِِ َّمتِ ِهم الَّ ِ ْن ح َف َظ الل ِبِِ‬
‫ولِوالِ َدْ ِه ولِم ََد ِِ‬
‫ْن َو ْأر َغ َم ِبِِ ْم‬
‫الد‬
‫م‬
‫ِّ‬
‫َ‬
‫ُ‬
‫َ‬
‫َ‬
‫ُْ‬
‫َ‬
‫ََ ْ ََ‬
‫ُ َ‬
‫َ ُ َ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ِ‬
‫ني نَبِيِّانَا‬
‫وف ْأهل َّ‬
‫أُنُ َ‬
‫صلَّى اللُ َو َسلَّ َم َعلَى َسيِّد الْ ُمْر َسل َ‬
‫الزْْ ِغ ِ ُك ِّل َوقْت َوحني‪َ ،‬و َ‬
‫ِ‬
‫ُُم َّمد وعلَى آلِِه و ِ ِ‬
‫الدْ ِن‪.‬‬
‫يما َكثِياً َإل َْا ْوِم ِّ‬
‫َ ََ‬
‫ص ْحبِه اَ ْْجَع َ‬
‫ََ‬
‫ني َو َسلِّ ْم تَ ْسل ً‬
‫‪70‬‬
İçindekiler
Hutbet’ul Hâce
Davetimiz
Yayına Hazırlayanın Mukaddimesi
Müellif Şeyh İshak Rahimehullah Hakkında
Muayyen Tekfirin Hükmü Ve Hüccetin İkâmesi ile Hüccetin Anlaşılması Arasındaki Fark
1 Müellif Şeyh İshak Rahimehullah’ın Mukaddimesi
1.1 Şeyh Muhammed bin Abdilvehhab Rahimehullah’ın Mesele Hakkındaki Risâlesi
2 Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Getirdiği Şeyleri İnkâr Edenin ve Kendisine Hüccet İkâme
Olunan Kişinin Hükmü
2.1 Şeyh Abdullatif bin Abdirrahman Rahimehullah’ın Bu Mesele Hakkındaki Risâlesi
2.1.1 Onyedinci Tabaka, İbn’ul Kayyım Rahimehullah
3 Hâtime
Sonnotlar
Risâlenin Arapça Metni
İçindekiler Sayfası
71
Download