İslamcılığın geleceği nasıl olacak?

advertisement
On5yirmi5.com
İslamcılığın geleceği nasıl olacak?
Prof. İlhami Güler, “İslamcılık Davası”nın oluşabilmesi için Müslüman düşünür, alim,
teolog ve filozoflarının neler yapması gerektiği konusunda yazdı.
Yayın Tarihi : 7 Ağustos 2012 Salı (oluşturma : 10/20/2017)
Prof.Dr. İlhami Güler: Evrensel bir “İslamcılık Davası”nın oluşabilmesi için Müslüman düşünür, alim,
teolog ve filozoflarının, Frankfurt okulu ve post-modern filozofların içten Batı uygarlığına
yönelttikleri eleştiriler çapında dışarıdan bir kritik yapmanın yanında, dönüp kendi çökmüş
medeniyetlerinin metafizik ve metodolojik yapısını da kritik etmeleri gerekir.'
"GELECEKTE BİR İSLAMCILIK İÇİN METAFİZİK VE METODOLOJİK ÖN MÜLAHAZALAR
1. Küresel Hegomaonyanın Bugünkü Metafizik Hali
Yer ve Gök içindekilerle birlikte “Dünya” bugün son üç yüzyıldan beri yükselişte olan Modern
Prometheuscu/Kahraman/Duyumcul/Seküler/Nihilist/Hümanist paradigma tarafından tasvir
edilmekte ve bu perspektifin/dünya görüşünün yansıması olan küresel liberal-kapitalist sistem
tarafından kontrol edilmekte ve yönetilmektedir. İnsan ve Dünya, bütün dinlerdeki hali ile Tanrı’ya
ait olmaktan(Kur’an:5/120,2/156) çıkarılarak insanın kendine ait kılınmıştır. Gerçeklik, Felsefe ve
Bilim tarafından alabildiğine keşfedilip-açığa çıkartılıp tezahür ettirilirken; varlığın kendini
aşan/aşkın/öte/gayb/duyular ötesi-üstü nihai/gai anlamı (ayât oluşu) yok sayılmıştır(nihilizm).
Dinlerin vaat ettiği “Cennet” dünyada kurulmaya karar verilmiştir. Bu münasebetle, arzular ve
içgüdüler sınırsızca uyarılıp bunların tatmini “keyf alma”, yegane amaç haline getirildiği için,
teknoloji ve ekonomi bu amaca koşulmuştur. Dünya iletişimsel ve ulaşımsal açıdan bir “net-work”e
dönüştürülmüş ve küçültülmüştür. Yeni yaşam tarzının temel-teknik-ekonomik girdileri/ihtiyaç
emtiası büyük oranda Avrupalı-Amerikalı şirketler tarafından üretildiği ve temin edildiği için bir
tekel oluşturulmuştur(Kuzey-Güney farkı). Böylece kötülüğün yeni kaynağı -ortaçağlardaki hali ile
genellikle Kilise,Din ve Tanrı olmaktan çıkmış-, son üç yüz yılda keyf almanın/sürmenin aracı olarak
üretilen ürünlerin hammaddesi olarak doğada ganimet, rezerv ve stok olarak görülen kaynakların
gasp edilmesi ve ele geçirilmesi olmuştur. Dünyanın nimetleri insanlık için artık külfete
dönüştürülmüştür.
Kutsal metinlerin “Şeytanın kardeşleri”(17/27) olarak tipleştirdiği ve sürekli “… dahası… daha
fazlası”nı isteyen bu üretici ve yıkıcı-tüketici insan tipi, egemen olduğu son üç yüzyılda biyosferi ve
eko sistemi ciddi düzeyde tahrip ettiği gibi; iki dünya savaşında maddi ümranın tahrip edilmesi ve
kitlesel insan kıyımlarından sonra bugün dünyanın ekonomik, politik ve hukuki kontrolünü de elinde
tutmaktadır. İran, Hizbullah, el-Kaida ve Hamas’ın politik direnişini dışarıda tutarsak, İslam dünyası
da bu kontrolün/hegemonyanın altındadır.
Kur’an’ın deyimi ile “Heva’nın(başıboş arzu/keyf/içgüdü) ilahlaştırılması”(45/23) olarak bu hazzı
yoğunlaştırma ve hızı arttırma teşebbüsünün, biyosferde/eko sistemde ve insan hayatında yarattığı
ve artıracağı çürüme ve fesat, küresel bir bela/musibet/şerr olarak tadılmadıkça insanlığın
duraksaması-düşünmesi ve belki geri dönmesi asla mümkün olmayacaktır. İnsanlığın bugün dini
hakikate ilgisizliği sonucu “Sünnetullah” gereği onda oluşan ahlaki psikolojiyi şu Kur’an ayetleri
gayet veciz olarak özetlemektedir: “Biz onların boyunlarına halkalar geçirdik; o halkalar, çenelerine
kadar dayanmıştır; onun için kafaları yukarı kalkıktır. Önlerinden bir set ve arkalarından da bir set
çekerek onları kapattık; artık göremezler. Onları uyarsan da uyarmasan da birdir; inanmazlar.”(36/810). Bu durum, ilahi-ahlaki bir yasa olarak “Kör Allaha nasıl bakarsa, Allah da köre öyle
bakar.”şeklinde gerçekleşir. Son elli yılda giderek yoğunlaşmaya başlayan Spritüalist, Ökkültist, New
Age, Budist ve Mistik cereyanları veya bazı seküler taleplerin din kılığında su yüzüne vurmasını
Tanrının veya halis dinin “geri gelişi” veya “dini Allaha has kılma” olarak nitelemek son derece
yanlıştır. Kur’an, şerrin/musibetin insanın elleriyle işlediği günahın bir sonucu olarak dönüp insana
dokunduğunu ve onu saplandığı dalaletten çıkarıcı bir işlevi olabileceğini söyler(30/41, 42/30,
13/11). Aynı konuda Fransız Yahudi ahlak flozofu Levinas şöyle der: “Travma olarak kötülük, kendi
ile tıka basa dolu varlığı ile ve yeknesak, sürgit aynılığı ile gündelik olayların akışına kapılmış halde
yuvarlanıp giden ben’i en derininden/enderunundan sarsarak, varlıkta uyuyakalmışlığından bir
sadme ile ayıltıp, boylu boyunca gark olduğu varlıktan çıkararak, aşkın olana, dışsal olana, Başka
olana uyandırır. Kötülükte bir iyilik vaadi, bir iyilik imkanı saklıdır.”(1)
2. İslam Dünyasının Hal-i Hazır Durumu
Osmanlı’nın yıkılması, İmparatorluk siyasal yapılanması ve tarıma-ticarete dayalı ekonomik üretim
koşullarında bütünüyle çiçeklenmiş olan İslam medeniyetinin, sırasıyla Felsefe-Bilim-Teknoloji ve
Endüstri/Sanayi yaratımına dayanan modern Batı dönüşümü ve meydan okumasına mukabelede
bulunamayarak çökmesidir. Bu çöküşten sonra İslam toplumları “Beka sendromu” ile teknoloji başta
olmak üzere siyasal, ekonomik ve kültürel alanlarda Batı’ya yönelmişlerdir. İslam dünyasındaki
yüzyıllık seküler, yarı-seküler ulus-devletler bu yönelişin ürünüdür. Bu sekülerleşmeye bir tepki
olarak ortaya çıkan İslamcılık -B. Seyyid’in tanımlaması ile-, Müslüman kimliğini siyasi pratiğinin
merkezine koyma olarak siyasi hedeflerini düşünürken İslami değerleri göz önünde bulundurma ve
siyasi geleceğini İslam’da görmedir.(2) Bu hareket, İslam dünyasının son yetmiş-seksen yılında
radikal-devrimci-çizgiden evrimci-ıslahçı, sivil toplum hareketlerine dek monolitik olmayan geniş bir
yelpazede aktüelleşmiştir. Bu hareketler, İslam siyasal bedeninin hastalanıp ölmesi
sonucu(Osmanlının yıkılışı), acil kimlik, kültür, bağımsızlık, ekonomik sorunların zorlamasıyla bin üç
yüz yaşında olan İslam düşüncesinin bünyesinde taşımış olduğu daha derin ve ciddi teolojik, ahlaki
ve epistemolojik sorunları ele alma vüsatinden yoksundu. Bu hareketler:
1. Sosyal-siyasal, iktisadi meseleleri İslam ile birlikte ele alma,
2. Klasik modernizmin aşırı yorumlarını törpüleme,
3. Sekülerizmi yavaşlatma,
4. Gelenekselci-Katı Muhafazakarlığın gücünü azaltma,
5. Ümmet bilincini yeniden kurma alanlarında hayırlı olmuştur.
Bu hareketler, M. İkbal, Fazlurrahman, M. Abid el- Cabiri, Ali Şeriati, R. Garaudy, Aliya İzzet Begoviç,
M. Taha, İ. Raci el- Faruki, Taha Abdurrahman ve R. el- Gannuşi gibi Müslüman düşünür ve
entelektüellerin dikkat çekmiş oldukları İslam düşüncesinin kronik, teolojik, ahlaki ve metodolojik
sorunlarını çözemediği için küresel kapitalizmin son yirmi-otuz yılda İslam dünyasına iyice
yerleşmesini engelleyemeyerek “Muhafazakarlık” adı altında oraya doğru iyice savrulmuşlardır.
Sosyolog Patrick Haenni’nin “Piyasa İslamı”(3) adlı çalışması bu gerçeği gözler önüne koymaktadır.
Oysa Muhafazakar bilinç, Kur’an’da sık sık tekrar edildiği üzere o anda olup bitenin iz’an ve şuur ile
kavranması ve “ed-Din”in temel ilkelerinin hatırda tutulması(tezkire/zikir) olarak canlı, dinamik bir
kavrayış ve hissediş süreci olan dindarlık(takva) bilincinin aksine; adetlere, geleneklere, tarihe ve
topluma mutlak bir güven/teslimiyet olarak ezbere ve hafızaya dayanan bir konformizm, tembellik
ve korkaklıktır. İtalyan sosyoloğu V. Pareto’nun tesbit etmiş olduğu üzere, çoğu zaman reel
istinadgahlarını kaybetmiş kurum, ilişki, kavram ve düşüncelerin devam ettirilmesi anlamında
muhafazakârlık(4), insani bir zaaf olarak konformizm, korkaklık ve tembellikle birlikte modern
dönemlerde devrimci-anarşist-değişimci tutumlara karşı gelişen politik-ideolojik bir tutumdur.
Muhafazakârlık, uzun erimde ve dünya çapında Hıristiyanlığın/Kilisenin dalâleti, İslam dünyasının
ise uzun süren gafleti yüzünden dünyanın ellerinden çıkmasının muhasebesini yapmadan, hesabını
vermeden Aydınlanmanın yarattığı modern yaşamla simbiyoz ilişkiye girmeleridir. Dağdan gelenin
bağdakini kovmasından sonra, bağdakinin eski/kendi evinde kölelik bilinci ile yaşamaya alışmasıdır.
Gurbete/diasporaya düşmüş birinin yer-yurt-yuva-memleket bilincini kaybederek
başkalaşması/yabancılaşmasıdır. Özellikle Sünni İslam dünyasında modern dönemlerde
Muhafazakarlık, Allah’a tevekkül ve Ahirete inanma yerine Amerika’ya güvenme/belbağlama ve
Avrupa’ya öykünmedir.
Muhafazakâr bilinç, yaşamı vicdanı ile “fikh” edemeyenlerin, tarihi yapamayanların veya onu kontrol
edemeyenlerin kendilerine araçsal akılcılıkları ile bir “Kurnazlık Fıkhı”( Darulharp, Takiyye, Hile-i
Şeriyye/Kitabına Uydurma, Caiz Mafya…) geliştirerek yaratılmış tarihin peşinden sürüklenmektir.
Politik bir tutum olarak Muaviyeizm veya Makyavelizm olarak Muhafazakarlık, Muaviyenin deyimi ile
“güzel yiyelim, güzel içelim” veya Amerikan Muhafazakarlarının genel tutumu olarak hem Hz.
İsa’nın/Tanrının gözdesi olarak Uhrevi cenneti garantilediğine inanmak; hem de, dünyayı
cehenneme çevirerek Amerika’da cenneti yaşamaktır.
Sürekli bir uykusuzluk, sorumluk, vicdan azabı, vidan sızlaması veya kanaması olan dindar bilincin
karşıtı olarak Muhafazakarlık, sürekli vicdanını kandırma halidir.
Son olarak, Türkiye’de Muhafazakar tutum, imparatorluk dönemlerinde bile dini düşüncesi mitolojik
aşamada donup kalmış; Araplardaki daha gelişmiş olan teolojik düşünme(fıkıh, kelam, tefsir, hadis,
felsefe) aşamasına geçememiş; nitelik olarak olağan üstüne(keramet, sihir-büyü, tılsım, simya), kişi
kültüne(veli-evliya, ermiş şeyh,efendi, lider, abi, baba, dede) bağlı, ritüellere odaklanmış(kandil,
kurban, Umre, hac, mevlid, oruç, teravih); despot yönetimlerden dolayı “Gelene ağam-gidene paşam”
demeyi öğrenmiş; Anadolu’nun hep kıt ekonomik imkanlarından dolayı ve kendine ait mülkiyeti
olmamış halkın güce boyun eğmeyi, ona yaltaklanmayı karakter haline getirmiş; “Bal tutan
parmağını yalar” diyerek rüşveti onaylamış bir bilinç halidir. “Ne şiş yansın-ne de kebap”
opurtunizmidir, “Karıncayı s….; fakat, belini incitme.”kurnazlığıdır.
Düşünsel olarak yirminci yüzyılın başlarına kadar geri giden bir geçmişi olsa da, ellilerden itibaren
“sağcılık” içinde döllenmeye başlayıp; reel-politik aktuelleşmesi diğer İslamcı hareketlere nispetle
oldukça geç(1970, MSP) teşekkül eden Türkiye İslamcılığı, ideolojik olarak yine diğerlerinden farklı
olarak –diğer İslamcı hareketlerin iyi-kötü bir takım “teorisyen” veya “düşünür”leri mevcuttugenellikle şairlerin(M. Akif, N. Fazıl, S. Karakoç, İ. Özel), şeyhlerin( S.H. Tunahan, M.Z.Kotku, R. Sami
Efendi, E.Coşan, Mahmut Raşit, Mahmut Efendi…) ve vaizlerin(Timur Taş, Cemalettin Kaplan, Şevki
Yılmaz, Kırkıncı hoca, Tahir Büyükkörükçü, F. Gülen…) hamasetine; taban olarak da katı-muhafazakar
kitlelerin desteğine mazhar olarak otuz sene var olabilmiş ve sonunda doksanlardan itibaren “28
şubat” mengenesi ile yavaşça “Muhafazakârlığa” evrilmiştir. Kitlesel desteği yüzde 60-70 e varan,
büyük çoğunluğu kasaba ve köy kökenli olup 60 lardan sonra şehirleşen, ekonomik olarak üretim
yani ticaret-tarım veya sanayi yolu ile zenginleşme yerine siyasi veya emlak rantını ana kazanç
kapısı edinmiş ve bunun bir kısmının seçmene rüşvet olarak dağıtımına dayanan
tüketime/lükse/israfa alıştırılmış; fakat, üretimi zayıf bir ekonomik yapı içindeki insanların, Allah
yolundalık, Ahiret uğrundalık, insanlık onurundalık gibi yüksek hedefleri amaçlayan “İslamcılık”la
işleri olmaz.
3- Gelecek Bir İslamcılık İçin Metafizik ve Metodolojik Ön Mülahazalar.
Nietzsche’nim kavramsallaştırması ile “Tanrı’nın öldürülmesi”, Martin Buber’in kavramsallaştırması
ile “Tanrı tutulması” veya Kur’an’ın kavramsallaştırması ile Allah’ın“Unutulması” sonucu(59/19)
Batı’nın kapılmış olduğu kibrin ve istiğnanın veya nefsini-havasını ilahlaştırmanın sonucu olarak
yaratılan haz ve hız eğilimli yaşam tarzı; ve dünyanın gerisinin de bu iğvaya ayartılması sonucu
başımıza geleceği mukadder olan bir felaket-fesat/bela/musibet ve şerr den sonra-eğer geç
kalmamış olursak ve de dönmeyi murad edersek --ki “Bir musibet, bin nasihatten evladır” sözü bu
ihtimali belirtir-- bizi kurtaracak olan İbrahimi-monoteistik metafizik ilkeler şunlar olacaktır:
1. Hiçliğin sessiz boşluğu yerine varlığın ve insanın manidar “verilmişliği”, varlık hakkında sorulan
“Bu nedir?” ve “Bu nasıl oluyor?”kadim Atinanın ve modern Batının ontoloji/varlık
sorularından(Felsefe-Bilim) önce, Küdüsün ve Mekkenin “Bu niçin var?” sorusunun ahlaki olarak
haklılaştırılması, ilk anlam arayışını/ felsefe olmayı hak eder. Daha doğrusu “Niçin hiçlik var değil de,
varlık var?”metafizik sorusu/varlığın anlamı sorusu cevaplandırılmadan hiçbir şey başlayamaz.
2. Bu sorunun milattan önce yaklaşık üç bin beş yüz yıllarından başlamak üzere Mezopotamya ve
Filistin merkezli monoteist vahy-peygamber geleneğinin verdiği cevap: “varlık ve insanlık Rahman
olan bir Allah’ın Rahmetinin bir tecellisidir”. Varlığın ve insanlığın başına rahmet gelmiştir/rahmet
geçmiştir.
3. İnsanın ilk vazifesi bu rahmeti, inayeti, lutfu, ihsanı, ikramı bahşedeni şükranla hissetmesi, ona
inanması ve saygı göstermesi(ibadet)dir.
4. İkinci vazifesi hemcinsine karşı sorumlu olduğunu, ona merhametle-adaletle yönelmesi
gerektiğini bilmek(Ahlak).
5. Varlık yönelimli, biyolojik hayvansı tabiatı gereği menfaate/keyfe/hazza düşkün olmasına
rağmen, insan hemcinsine karşı adaletli davranırsa(siyaset, ekonomi, hukuk) Ahirette
ödüllendirileceğini yani özgür olduğu ve yaşamın bir denenme olduğunu bilmektir. Bu bağlamda
Ahiret aynı anda Metafizik, Ahlaki ve Ekonomik bir kategoridir ve birbiriyle çelişik değildir. Aksine
uyumludur. Ahiret, acil bir ekonominin(kapitalizm) doğuracağı israf, gasp ve sömürüyü dengeleyen
tecil edilmiş, veresiye bir borç-yatırım ekonomisidir. Dünyevi geri-yansıması ise ahlaklı olmaktır.
Ahlak ve ekonomi, bir kâğıdın iki yüzü gibi birbirine yapışıktır.
6. Bütün insanlık iyalullahtır ve doğuştan dokunulmazdır. Dokunulmazlıklar insan haklarıdır. İnsan
hakları denenmenin ön-koşullarıdır.
7. Sorumluluklarını yerine getirenler onur/şeref ve haysiyet kazanır. Yoksa bütün insanlar
doğuştan şeref ve onur sahibi değildirler. Diğer türlü Habil ile Kabil arasındaki fark yok olduğu gibi,
insan ile hayvan arasındaki fark da yok olur.
8. Allah’a karşı zalim olanlar (kafirler) Allah’ın düşmanı, insanlığa karşı zalim olanlar ise ona karşı
sorumluluk duyanların ve Müslümanların düşmanıdırlar.
9. Geniş anlamıyla Müslümanlar, insanlık için çıkarılmış en hayırlı bir toplumdur. İnsanlığın zulme
uğramamasından sorumludurlar(emr-i bilmaruf ve nahye ani’l munkar, cihad, istihlaf). Mazlumun dini
sorulmaz. Dünyanın hakemliği ve hakimliği müsteğni/mütekebbir, mütecaviz nihilist, ırkçı ve çıkarcı
seküler egoizme(ABD;AB) bırakılamaz. Son üç yüz yılda dünyanın başına gelenler, bunun kanıtıdır.
10. Yahudiliğin nihai “seçilmişlik”, Hırıstıyanların da nihai “kurtulmuşluk” saplantılarının aksine,
İnsanlığın nihai kurtuluşunun hakemliği İslama göre Allah’a kalmıştır ve Ahirete
ertelenmiştir(6/159,160,164,). Din yüzünden kimseye baskı yapılamaz(2/256).
11. Siyasal anlamda bir birliktelik(ülke-devlet) oluşturmanın kriteri, doğal olan coğrafya, tarih,
etnisite/ırk/dil, din ve çıkar birlikteliğinin ötesinde –Hz. Muhammed’in Medine musalahasında ortaya
koyduğu üzere- adil/ahlaki bir toplum sözleşmesidir.
12. Siyaset, çeşitli doğal(coğrafya,dil,etnisite,din, tarih vs.) faktörlerle farklılaşmış bir
toplumsallıkta o toplumun hayatiyetini devam ettirmek için adalete dayalı bir menfaat ve maslahat
temini faaliyetidir. Ahlaka dayalı olarak yapılan bir dost-düşman ayırımıdır.
13. Ekonomik faaliyet, bir israf olarak sınırlı kaynakların sınırsız ihtiraslara göre üretilmesi ve
tüketilmesi değil; Allah’ın rahmeti olarak kendini yenileyebilen sınırsız kaynakların sınırlı ihtiyaçlara
göre üretimi ve merhamete, adalete dayalı olarak paylaşımı/bölüşümüdür.
14. Hukuk, içgüdü olarak kayıtsız gücün zorlaması olarak zulüm değil; Allah’ın sıfatı olarak
hakkaniyetin, adaletin tahkimidir.
15. Siyaseti Hıristiyanlığın ve İslam’ın tarihinde de görüldüğü gibi, iç-savaş, din sömürüsü ve
totalitarizmin kaynaklarından biri olmaktan çıkarmak için entelektüel, estetik ve etik bir çaba
göstermek gerekiyor. Dinler ve mezhepler karşısında tarafsız devlet, bu yönde atılmış ileri bir
adımdır. Bu durum, devletin özü itibariyle “makasidu’ş-şeria”yı gerçekleştiren bir aparat olmasını
dışlamaz
Bu niteliklere sahip evrensel bir “İslamcılık Davası”nın oluşabilmesi için Müslüman düşünür, alim,
teolog ve filozoflarının, Frankfurt okulu ve post-modern filozofların içten Batı uygarlığına
yönelttikleri eleştiriler çapında dışarıdan bir kritik yapmanın yanında, dönüp kendi çökmüş
medeniyetlerinin metafizik ve metodolojik yapısını da kritik etmeleri gerekir. Bu bağlamda, daha
önce isimlerini saymış olduğum düşünürlerin ucundan-kıyısından ele alıp sorunsallaştırdığı başlıca
teolojik ve metodolojik sorunlar şunlardır:
1. İslam’ın çok erken bir tarihinde karşılaştığı büyük travma(Büyük Fitne) ile oluşan ve bütün bir
tarihi kateden siyasal otorite(imamet-saltanat) sorunu.Totaliterlik sorunu.
2. Tanrının ahlaki şahsiyeti-otorite oluş keyfiyeti ve karşısında insanın özgür irade ve öz-güven
sorunu
3. Müslüman/Mümin kimliğin tanımı(iman-amel ilişkisi) ve Mürcienin/sünniliğin yarattığı ahlaki
kayıtsızlık sorunu
4. Kurucu tecrübenin ve metinlerin “örnekliği” veya Sünni Usul tarafından oluşturulan ve çöküşe
kadar geçerli olan “ölçü” oluşu ile ilgili son elli yılda yapılan tartışmaların derinleştirilmesi ve bir
senteze varılması.
5. Neredeyse birer dikotomiye dönüşen kronik “Zahir-Batın” ve “Şeriat-Hakikat” şeklindeki
epistemolojik-ahlaki parçalanmanın behamahal aşılması gerekir. İslam Dininin özü olan iman ve salih
amelin, pratik düzlemde yatay olarak insanlığın ıslah edilmesi anlamında “Allah yolunda olmak
mı?”dır; yoksa, bu teklifi/sorumluluğu tatil ederek dikey bir yolculuk olarak“Allah’a aşık olmak” veya
“Allah’a gitmek mi?”dir sorularının teolojik olarak cevaplanması gerekir. Bir inci’nin/(mü)cevherin
parçalanmasını “yorum zenginliği” veya “çoğulluğu” olarak görmek; veya kökü/genetiği dışarıdan
olan bir meyve kurdunu meyveden sanmak saçmalıktır. Meyve kurdu, meyveden beslense de
meyvenin parçası değildir.
6. İslamın yayıldığı coğrafyada erken dönem tarihsel, toplumsal ve kültürel koşulların zorlaması ile
vuku bulan ve neredeyse bütün İslam tarihini dikey olarak kesen Fıkhın ahlaktan kopuk kılı kırk
yaran kuru şekilciliği-formelliği, Felsefenin ve Kelam’ın büyük oranda Yunani onto-teoloji olarak
vuku bulan ve neredeyse geometri, matematik ve mantık diline kayan ve yine ahlak ve duygudan
kopuk kuru akılcılığı ve Tasavvuf’un ahlak olma iddiasından kalkıp gramer, dil ve aklıahlakı(sağduyuyu) aşıp kontrolsüz duygu taşkınlığı ile ontolojiye dayanması( vahdet, cem, ittisal,
istiğrak hülul, fena), Kur’an’ın duygu(kalp), düşünce(fıkıh-tefekkür) ve davranış(Salih amel)
bütünlüğünden oluşan bütüncül dini aksiyonunu ve Halik-mahluk, iman-küfür… çelişkisine dayanan
ikili ahlaki dilini parçalamıştır. Bugün İslam dini, bu bütünlüğünü yeniden sağlama ihtiyacı ile karşı
karşıyadır.
Sonuç olarak, İslam’ın yaygın olarak sanıldığı gibi bir hazır çözümler katalogu değil; insanlığın karşı
karşıya bulunduğu ahlaki sorunları çözmek için metafizik/imani-ahlaki ve epistemolojik bir sorun
çözme ufku ve perspektifi olduğunu; nihai olarak “söylenmiş” bir söz değil, sürekli olarak vicdanın
bir celbi olarak doğruları/hakikatı “söyleme/keşfetme”ameliyesi olduğunu; kendinden önce oluşmuş
dinselliklerin değerini biçmek için gelmiş bir din olduğunu; ve son olarak “din” olmanın yanında,
oluşturduğu toplumun ilkel bir “politik iktisadı” olduğunu anlamak gerek. Bize düşen, bu anlayışı
derinlemesine tahkim etmektir.
Kaynaklar:
1-Gözel,Özkan. Varlıktan Başka(Levinas’ın Metafiziğine Giriş).İst.2011.s 342.
2- Sayyid.S. Fundamentalizm Korkusu. Çev: E.Ceylan.N. Yılmaz.Ank.2000.s
3- Haenri, Patrick. Piyasa İslamı(İslam Suretinde Neoliberalizm). Çev: L. Ünsaldı.İst.2011.
4-Çağatay, Prof.Dr. Tahir. İçtimai Nazariyeler Tarihi. Ank. 1977. 162
İlhami Güler
Not: Bu metin, HAS partisi İstanbul il örgütü tarafından 22 Haziran 2012 tarihinde İstanbulda
tertiplenen “İslamcılığın Geleceği” konulu panelde sunulmuştur. "
Bu dökümanı orjinal adreste göster
İslamcılığın geleceği nasıl olacak?
Download