MUHAMMED SURESİ`NİN 19. AYETİNİN İÇERDİĞİ SÖZCÜK VE

advertisement
MUHAMMED SURESİ’NİN 19. AYETİNİN İÇERDİĞİ SÖZCÜK VE KAVRAMLAR 3. KISIM - Tefsir - Dr. Mehme
Dr. Mehmet Sürmeli tarafından yazıldı.
Pazartesi, 07 Şubat 2011 22:24 - Son Güncelleme Salı, 08 Şubat 2011 01:29
Günahlarla, Allah (c.) katındaki değerinden bir şeyler kaybeden insan, istiğfar ve tevbeyle
kendinin kul olduğunu, Allah’ın da Allah olduğunu hatırlamak suretiyle kaybettiği insani değeri
gereken bedeli ödeyerek yeniden elde eder ve şerefini korur. Aşağılara düşmez. İnsanı
düşüşten koruyan istiğfar ve tevbe yolunu daha iyi kavramak için kelimelerin etimolojik ve
terminolojik olarak ele alınması gerekir.
Kelime anlamı olarak istiğfar; örtmek, perdelemek anlamlarına gelen “gafr” sözcüğünden
türemiştir. Başı koruyan ve demirden yapılmış olan “miğfer” de, aynı köktendir.Kirden, pastan
koruyan elbise de bu kelimeden türemedir.
Örtme, örtbas etme anlamlarına gelen
istiğfarın terimsel anlamı ise insanın, yapmış olduğu salih amelleri az görüp onlara yönelmesi,
kötü amellerini gözünde büyütüp onlardan kaçınması ve isyan içerikli eylemlerinin çirkinliğini
fark ettikten sonra Allah’tan bağışlanma talebinde bulunmasıdır. İstiğfar; fasid, kötü olan
durumların sözle ve fiille düzeltilmesidir.
Kulun, “Allah’tan bağışlanma istemi olan ‘istiğfar’ kavramıyla “tevbe” kavramını beraberce
kullandığımız için bu çalışmada tevbe kavramının da izah edilmesinde fayda görüyoruz. Bundan
dolayı “tevbe”nin de çeşitli yönlerden açıklığa kavuşması gerekiyor. Buna göre tevbe, en güzel
bir biçimde günahı terk etmektir. Tevbe, özür beyan etme şekillerinin en güzeli olup çirkinliği
sebebiyle günahı bırakmaktır. Kendisinden meydana gelen çirkin iş sebebiyle insanın,
yaptıklarından pişman olmasıdır. Tevbe; pişmanlıktır, geçmiş hataların verdiği iç sancısıdır. O,
gönülde alevlenen bir ateş, ciğerde iyileşmeyen bir yaradır. Eziyet veren elbiseyi (kötü huyu)
atıp faydalı olanı giymek, kötü huyları iyi huylarla değiştirmektir.
Allahuteala’ya yönelmiş olan peygamberlerin de sıfatı olan
tevbe; kalpte bulunan kötülükte ısrar düğümünü çözüp Allah’a dönmek ve Allah’ın (c.) haklarını
eksiksiz olarak yerine getirmektir.
Küfürden imana dönmek kâfirlerin, kötü işlerden iyi işlere dönmek fasıkların, kötü huylardan iyi
ahlaka dönmek iyilerin (ebrarın), masivadan Hakka dönmek nebi ve velilerin tevbesidir. Avam
günahtan, havas gafletten tevbe eder.
İncelemeye çalıştığımız istiğfar ve tevbe kavramları arasındaki farkı İbni Kayyim (ö: 751/1350)
şu şekilde açıklamıştır: “İstiğfar; geçmişte yapılan şeylerin şerrinden korunma isteğidir.
Gelecekte olabilecek çirkin amellerin şerrinden korkulması nedeniyle korunma talebi ve bu
talebin bir ifadesi olarak Allah’a dönüş de tevbedir. Eğer günah geçmişte yapılmışsa onun
şerrinden korunma arzusu istiğfar, şayet; günahın tekrar yapılmasından korkuluyor ve bir daha
yapmama hususunda kalbin kesin bir kararı varsa bu da tevbedir.”
Aralarında çok az bir fark olan istiğfar ve tevbenin zamanı, belirli bir vakti var mıdır? Bu
1 / 13
MUHAMMED SURESİ’NİN 19. AYETİNİN İÇERDİĞİ SÖZCÜK VE KAVRAMLAR 3. KISIM - Tefsir - Dr. Mehmet
Dr. Mehmet Sürmeli tarafından yazıldı.
Pazartesi, 07 Şubat 2011 22:24 - Son Güncelleme Salı, 08 Şubat 2011 01:29
sorunun cevabını aradığımızda Kur’an-ı Kerim’de çeşitli şekillerde bulabiliyoruz. Cenneti kâmil
iman ve salih amelleriyle elde etmiş olan müminleri bizlere tanıtan Cenab-ı Allah, onların
“istiğfar” vakitlerini anlatırken gereken mesajı vermektedir. İlgili ayette müminlerin istiğfar vakti
şöyle tanıtılmıştır: “(Günahlardan) korunanlar, cennetlerde, çeşme başlarındadırlar;
Rabblerinin, kendilerine verdiğini alırlar. Çünkü onlar bundan önce güzel davranırlardı:
Geceleri pek az uyurlar ve seherlerde onlar istiğfar ederlerdi.
” Övülen bu
insanlar, geceleyin namaz kılmak için kalkıp
geceyi ihya ederken istiğfar etmeyi de sehere ertelerler. Çünkü o vakitte Allahuteala’nın rahmeti
kullarının üzerine daha çok iner.
Seher vakitlerini değerlendiren kullarından övgüyle bahseden Yüce Allah, şu ayet-i kerimede de
bizler için kendinden bağış dilenilecek vakti bildirmiştir: “
Sabredenleri, doğru olanları, huzurunda gönülden boyun büküp divan duranları, hayır
için mal harcayanları ve seherlerde istiğfar edenleri (Allah’tan bağışlanmalarını
dileyenleri Allah) görmektedir.
”
Ayetlerde değerlendirmesine işarette bulunulan seher vaktinin tâyini ile ilgili şunları söylemek
mümkündür: “Seher; fecrin tuluundan (fecr-i sadık dediğimiz sabah namazı vaktinin girişinden)
biraz evvelki vakittir ki güneş tekrar doğmaya, beşeriyet âlemine yeni bir faaliyet-i hayatiye
gelmeye yüz tutmuş olur. Bu, bir feyizli andır, nezih ruhların neş’eyâb olacakları bir zamandır.
Kalplere bir ilahî zevk ve inşirahın tesir edeceği ruhani bir demdir. Binaenaleyh, böyle bir
zamanda gaflet uykusundan uyanarak namaz kılmak, zikir ve tesbihte bulunmak, Cenab-ı
Hakk’a arz-ı ubudiyette bulunarak tazarru ve niyaza devam etmek ne güzide bir harekettir. Nasıl
güzide olmasın ki bu anda yapılan ibadetlere, istiğfarlara lisan-ı Kur’an-ı Kerim ile büyük bir
kıymet veriliyor. Artık bu pek kıymetli bir zamanın füyüzatından nasibdar olmaya çalışmalı değil
miyiz? Seherin kıymetini bilen Yakub (a.) da, oğullarının: “Ey babamız! Bizim günahlarımızın
bağışlanmasını dile. Gerçekten biz günah işledik.
”
dediklerinde, babaları Yakub (a.) hemen, “dua edeyim” şeklinde bir cevap yerine, gelecek
zamana delalet eden bir cümle kurarak; “
Sizin için, Rabbimden bağışlanma dileyeceğim.’ dedi. Şüphesiz o, bağışlayandır,
esirgeyendir.
”
Müfessirlerin çoğu, Hz. Yakup’un (a.) çocukları için dua ve bağışlanma talebini seher vaktine
ertelediği görüşündedirler. Çünkü seher vakti, vakitlerin en şereflisidir.
Dolayısıyla bu vakitlerin güzelce değerlendirilmesi gerekir. Hz. Yakup da (a.) bunu yapmıştır.
İstiğfar ve tevbenin en önemli vakti ise genişlik vakti dediğimiz ölüm sarhoşluğu (sekerat)
gelmeden önceki zamandır. Sekerat hâli dediğimiz sürecin başlamasıyla beraber “gayba iman”
dönemi bitip şehadet dönemi başlamış olur ve bu süreçte yapılan tevbenin özünü; “ölüm
korkusundan dolayı Allah’a dönüş” oluşturduğu için, Allahuteala kabul etmez. Bu durumun en
tipik örneklerinden birini sergileyen Firavun’un tevbesini Kur’an-ı Kerim bizlere şöyle hikâye
2 / 13
MUHAMMED SURESİ’NİN 19. AYETİNİN İÇERDİĞİ SÖZCÜK VE KAVRAMLAR 3. KISIM - Tefsir - Dr. Mehmet
Dr. Mehmet Sürmeli tarafından yazıldı.
Pazartesi, 07 Şubat 2011 22:24 - Son Güncelleme Salı, 08 Şubat 2011 01:29
etmiştir: “İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun ve askerleri de zulmetmek ve
saldırmak için onların arkalarına düştü. Nihayet boğulma kendisini yakalayınca (Firavun):
“Gerçekten İsrail oğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, ben de
Müslümanlardanım.” dedi. ‘Şimdi mi? Oysa daha önce isyan etmiş, bozgunculardan
olmuştun.’ denildi
.” Ayette anılan kişi, boğulma anına tevbeyi ertelemek yerine teklif
anında özgürlüğünü kullanmak suretiyle bir kere tevbe etse kendisine yeterdi.
Fakat o yaşamaktan ümidini kestiği; “yeis” hâline tevbesini ertelediği için Allah da kabul etmedi.
Önemine binaen tüm peygamberler ümmetlerini tevbe ve istiğfara çağırmışlardır. Nitekim,
bozulma dönemi yaşayan kavmine Hz. Hud da (a.), diğer peygamberlerin yaptığı gibi şu çağrıyı
yapmıştır: “(Hud dedi ki:) Ey kavmim, Rabbinizden bağış dileyin/istiğfar edin; sonra da
ona tevbe edin ki üzerinize bol bol rahmet göndersin (yağmur yağdırsın). Kuvvetinize
kuvvet katsın. Suç işleyerek (Allah’tan) yüz çevirmeyin
.” Rivayete göre, Âd
kavmine üç sene yağmur yağdırılmadı. Neredeyse helak olacaklardı. Bunun üzerine Hud (a.),
kavmine “istiğfar” etmelerini tavsiye etti. Fakat ayetten öğrendiğimize göre, istiğfar etmeden
önce yerine getirilmesi gereken bazı şartlar vardır ki bunlar; önce küfürden ve şirkten dolayı
istiğfar edilecek, sonra da Allah’a itaat edilip onun dini üzerine dosdoğru yürünülecektir.
Şartlar yerine geldiğinde Allah (c.), kullarının isteklerine cevap verir ve onları hiçbir zaman darda
bırakmaz.
İstiğfar ve tevbe etmemenin felaket getireceğine işaret eden başka ayetler de vardır. Bu
çerçevede şu ayeti delil olarak getirebiliriz: “Oysa sen onların içinde bulundukça Allah,
onlara azap edecek değildi ve onlar istiğfar ederken (içlerinde istiğfar edenler var iken)
de Allah, onlara azap edecek değildi.
” Ayet-i
kerimenin iniş nedeni, bazı Mekkelilerin Hz. Peygambere meydan okuyup acele olarak felaket
istemeleridir. Gönderilen bu ayet onlara cevap niteliğinde olsa da tüm zamanları kuşatacak bir
mesajı da içermektedir. Ayetten azabın gelmesini önleyen iki emanı öğreniyoruz. Bunlar;
Allah’ın Resulünün varlığı ve Allah’tan istiğfar dilemedir.
Allah’tan gelecek bir felaketi önleyen bu iki garantörden birisi bugün yoktur. Resulullah vefat
etmiştir. Geriye sadece istiğfar okumak kalmıştır.
Kendisinin varolduğu topluma azabın gelmeyeceği müjdelenen Hz. Muhammed (s.) de kendisini
istiğfar okumaktan müstağni görmemiştir. Ona istiğfarda bulunmayı, tefsirini yapmaya
çalıştığımız ayette Allah (c.) emretmiştir. Ayeti bir defa daha hatırlayalım: “...Kendi günahın,
inanan erkeklerin ve inanan kadınların günahı için (Allah’tan) mağfiret dile (istiğfar et)...
”
Ayetin metninde geçen ve Hz. Peygambere izafe edilen “günah” meselesi, peygamberlerin
ismetiyle ilgili bir konudur. Konuyu uzatmadan, şu tespitleri aktarmanın faydalı olduğu kanaatini
taşıyoruz: “Bazı mutaassıp insanlar, peygamberleri kişiliği ve insani özellikleri olan belli bir
şahsiyet olarak değil de efsanevi bir varlık olarak anlatmaya çalışmışlardır. Bir şahsın
3 / 13
MUHAMMED SURESİ’NİN 19. AYETİNİN İÇERDİĞİ SÖZCÜK VE KAVRAMLAR 3. KISIM - Tefsir - Dr. Mehmet
Dr. Mehmet Sürmeli tarafından yazıldı.
Pazartesi, 07 Şubat 2011 22:24 - Son Güncelleme Salı, 08 Şubat 2011 01:29
efsanevileştirilmesi demek, onun örnek edinilecek insani vasıflarının da belirsizleşmesi ve
“usve-i hasene” olma niteliğini kaybetmesi demektir. Bu bağlamda Hz. Peygamberle (s.) ilgili
olarak, şunları söyleyebiliriz: O, bir melek değildir ve Allah (c.) bildirmedikçe gaybı bilmez. Bir
beşer olarak, zaman zaman unutma, yanılma ve yanıltma sebebiyle “hiç hata etmez” bir kişi
değildir. “Hurmaların aşılanması”, harp stratejisi ve benzeri hadiselerde belirtildiği gibi ancak
tecrübe ile bilinebilecek konularda Allah öğretmemiş veya bir biçimde kendisi yaşayıp
denememişse, konunun uzmanından daha iyisini bilemeyeceğine ve bu sebeple de yaptığı
tahminlerinde yanılabileceğine kanaat getirilebilir. Ancak, vahye muhatap olması nedeniyle,
unutma ve yanılmalarından dolayı işledikleri yüzünden, Yüce Allah tarafından zamanında
uyarılmış ve günaha düşmekten korunmuştur.
Allah’ın (c.) koruması altında bulunan Hz. Peygamber (s.), kulluk bilincini en üst seviyede
taşıyan bir insan olarak istiğfar okuma konusunda bizlere örnek olmuştur. Onun hadislerini
araştırdığımızda, istiğfar okumanın önemine işaret eden bir çok malzeme bulmak mümkündür.
Allah Resulü bir hadislerinde, istiğfarla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: “Vallahi, ben günde
yetmiş defa Allah’tan bağışlanmamı diliyor ve ona tevbe ediyorum.”
Aynı konuyla ilgili başka bir hadiste ise Hz. Peygamber (s.) şöyle buyurmaktadır: “Ben, Allah’a
günde yüz defa istiğfar ediyorum.”
Kelime-i tevhid okumanın önemi konusunda ifade ettiğimiz gibi, bu konudaki “yetmiş” veya “yüz”
rakamları çokluk da bildirebilir veya gerçek anlamdaki sayıya da işaret edebilir. Burada bilmemiz
gereken, Hz. Peygamberin (s.) çok sayıda istiğfar okuduğudur. “
Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni
doğru bir yola iletir.
”
şeklinde ilâhi bir lütuf elde eden Hz. Muhammed (s.), günde yüz defa tevbe eder ve
Allahuteala’dan bağışlanma dilerse biz ne yapmalıyız? Zihin, kalp, ruh, göz, kulak ve benzeri
organları sürekli kirlenme altında olan kimselerin, Hz. Peygamberi (s.) örnek alarak daha çok
istiğfar okumaları gerekir. Özellikle, ideolojik kirlenmenin dayatma şeklinde olduğu mekânlarda
yaşayan Müslümanlar, her an kalplerini ve zihinlerini kötü düşüncelerden arıtmak için daimi bir
istiğfar bilinci yaşamalıdırlar. Kendimizi korumak için Hz. Peygamberin öğrettiği
“Seyyidü’l-İstiğfar” duasını Allah’la konuşuyormuş gibi, ezelde verdiğimiz sözü
onun huzurunda tekrarlıyormuşçasına bir bilinç içerisinde okumalıyız. Tüm istiğfar dualarının
başı sayılan bu duanın anlamı şöyledir: “
Allah’ım! Sen benim Rabbimsin. Senden başka ilah yoktur. Beni sen yarattın. Ben senin
kulunum. Ben, gücümün yettiğince sana verdiğim söz üzerineyim. Yaptıklarımın
şerrinden, sana sığınırım. Üzerimdeki nimetini itiraf ederim. Sana günahlarımı da yalnızca
sana itiraf ederim. Günahlarımı bağışla. Çünkü günahları ancak sen bağışlayabilirsin.
” Kim, bu istiğfarı inanarak sabahleyin söyler ve o gün akşama erişmeden ölürse,
cennetliklerdendir. Yine inanarak geceleyin söyleyip de sabaha çıkmadan ölürse o da
cennetliklerdendir.”
buyurmuştur. Burada kavramamız gereken, istiğfar okumanın zorunluluğu ayetlerle ve sünnetle
ortaya konmuşken bunun “Muhammedî bir model” olduğunu unutup sadece tasavvufi ekollere
mensup olanlara özgü kılmanın yanlışlığıdır. Zira, Allah’tan bağış dileme her insanın muhtaç
olduğu bir durumdur. Yalnızca tasavvufi ekollerdeki insanlarla aynileştirmek büyük bir hatadır.
4 / 13
MUHAMMED SURESİ’NİN 19. AYETİNİN İÇERDİĞİ SÖZCÜK VE KAVRAMLAR 3. KISIM - Tefsir - Dr. Mehmet
Dr. Mehmet Sürmeli tarafından yazıldı.
Pazartesi, 07 Şubat 2011 22:24 - Son Güncelleme Salı, 08 Şubat 2011 01:29
Nitekim, Peygamber (s.)’in şu buyruğunda olduğu gibi diğer buyruklarında da genelleme vardır:
“
Kim, amel defterinin kendisini sevindirmesini isterse o deftere istiğfarı çokça yazdırsın.
”
Burada şunu söylemek mümkündür. Tasavvuf okulları istiğfarı günlük olarak disipline etmiştir.
Anlatılan biçimde tevbe ve istiğfardan hayırlı sonuçlar elde edebilmek için gözetilmesi gereken
bazı şartlar vardır. Bu şartlar yerine getirilmeden tevbe sahih olmaz. Bunlar; kalbin alışkanlık
kazanmış olduğu kötülüklerde ısrarı terk etmesi, yapılan günahlara pişmanlıktan dolayı
istiğfarda bulunması, her hak sahibine hakkını vermesi ve kulağı, gözü, dili, burnu, elleri,
ayakları, hepsinin başı olan kalbi, bir daha günaha düşmekten korumasıdır. Tevbenin öz olarak
altı şeyi içermesi gerekir. Sadece dille tevbe edip fiiliyatta gereğini yapmamak, yalancıların
tevbesidir. Yalancılar gibi tevbe etmemek için şu altı hususa riayet etmek gerekir.
1. Geçmiş günahlardan pişmanlık duymak.
1.
Farzları yerine getirmek.
2.
Başkalarına haksızlık etmeyi terk etmek.
3.
Hasımlarla helalleşmek.
4.
Bir daha günaha dönmemeye azmetmek.
5.
Nefsi günahta büyüttüğün gibi Allah’a (c.) itaatte eritmektir.
5 / 13
MUHAMMED SURESİ’NİN 19. AYETİNİN İÇERDİĞİ SÖZCÜK VE KAVRAMLAR 3. KISIM - Tefsir - Dr. Mehmet
Dr. Mehmet Sürmeli tarafından yazıldı.
Pazartesi, 07 Şubat 2011 22:24 - Son Güncelleme Salı, 08 Şubat 2011 01:29
Sufilere göre ise günahlardan tevbe etmenin sekiz şartı vardır:
1.
Geçmişte yaptıklarına pişman olmak.
2.
İçinde bulunduğun anı terk etmek ve Hakk’ın senin için takdir ettiğine boyun eğmek.
3.
Gelecekte, daha önce yaptıklarını işlememe konusunda kararlı olmak.
4.
Kul haklarını ödemek.
5.
Allah’a karşı yerine getirilmemiş kulluk görevlerini kaza etmek.
6.
Riyazet ve nefis terbiyesi yoluyla haramlardan oluşan vücuttaki yağları ve etleri eritmek.
7.
Yiyeceğin, içeceğin ve giyeceğin helal olmasına dikkat etmek.
8.
Kalbi; nefret, hile, kurnazlık, haset, kin, hırs ve ölümü unutma gibi kötü duygulardan
temizlemek.
6 / 13
MUHAMMED SURESİ’NİN 19. AYETİNİN İÇERDİĞİ SÖZCÜK VE KAVRAMLAR 3. KISIM - Tefsir - Dr. Mehme
Dr. Mehmet Sürmeli tarafından yazıldı.
Pazartesi, 07 Şubat 2011 22:24 - Son Güncelleme Salı, 08 Şubat 2011 01:29
9.
Kötü insanlardan uzak durmak ve onların meclislerine katılmamak.
10.
Salih ameli çok yapmak.
Herkesin tevbesi kulluğu idrakine göredir. Allah’ın öyle kulları vardır ki onlar kendilerini
günahlardan azami şekilde korumaya çalışırlar. Onların tevbesi, vakti boşuna harcamaktandır.
Çünkü, vakti iyi değerlendirememek, onları noksanlığa götürür ve murakabenin nurunu
söndürür. Vakit üzerinde yapılan her türlü savurganlık her insan için acilen tevbe edilmesi
gereken bir suçtur. “Kişinin günahlarından dolayı tevbe etmesi fevri (hemen yapılması gereken
bir tevbe) mi, yoksa tevbeyi erteleyebilir mi?” konusu tartışılmıştır. Genelde ulema, tevbeyi tehir
eden kulun Allah’a dönüşü ertelediği için günahkâr olduğunu ve bundan dolayı da ayrıca tevbe
etmesinin gerektiğini söylemiştir. Zira, kul tevbe edene kadar kendisinin “âsi” ismi gitmez. Nasıl
ki Müslüman olana kadar küfreden inkârcılardan “kâfir” isminin gitmediği gibi. Bu açıdan,
“isyankâr” sıfatını üzerimizden hemen atmak için tevbede aceleci olmak gerekir. Burada şunu
da belirtmekte fayda vardır. Kötülüklere dalan insanlar, “nasıl olsa yandık” mantığı ile
yaptıklarının hiç birisinden dönüş yapmak cesaretini ortaya koyamıyorlar. Bu hal, tevbenin
parçalanıp parçalanamayacağı meselesiyle ilgilidir. Hâlbuki kişi, birçok günahın hangilerinden
tevbe ederse o alanla ilgili yapmış olduğu tevbesi geçerlidir. Kısacası, tevbe parçalanabilir.
Önemli olan ya bütün hâlinde veya hangi konuda tevbe yapılıyorsa tevbenin “nasuh” olmasıdır.
Ubey b. Kab (r.)’ın nasuh tevbe tarifi şöyledir: “
Memeden çıkan süt, nasıl memeye geri dönmüyorsa kişinin de günaha tekrar dönmemesi
hâlidir.
” Böyle nasuh bir tevbenin şartları da şunlardır:
1.
Dille sürekli istiğfarda bulunmak.
2.
Bedenle işlenen günahları terk etmek.
3.
7 / 13
MUHAMMED SURESİ’NİN 19. AYETİNİN İÇERDİĞİ SÖZCÜK VE KAVRAMLAR 3. KISIM - Tefsir - Dr. Mehmet
Dr. Mehmet Sürmeli tarafından yazıldı.
Pazartesi, 07 Şubat 2011 22:24 - Son Güncelleme Salı, 08 Şubat 2011 01:29
Günaha girmeyi gönülden geçirmemek
4.
Kötü dostlarla beraberliği terk etmek.
Ebedî olarak bir daha günahlara dönmemeyi ilke edinip yeni bir üslupla geçmişi tamamen
tasfiye etmek olan tevbenin bazı merhaleleri vardır. Tasavvuf bilginleri tarafından belirtilen
tevbenin merhaleleri şunlardır:
1. Yakaza (Ürperti): “Kalp kapısı çalınır ve ruh, gaflet kabuğundan sıyrılmaya başlar...” Bu
merhale, benliğin kendi içine kıvrılmaya hazır hâle gelişini ifade eder.
2. İntibah (Uyanış): “Gönül gözünün gayb nuruyla açılma devresidir. İlahî yardımın pırıltıları
günahkârın kalbinde belirince intibah doğar.” Bu devrede ürperti, bizi içimize çevirmiş ve iç
muhasebeyi başlatmıştır.
3. Nedem (Pişmanlık): “Az önceki çatışmadan çıkan ruhun, gönül âlemine geçişi, bu âlemdeki
hâlinin nefsin tahribatı yüzünden bozulmuş olduğunu görerek kederlenişi ve nihayet ilahî
emaneti edaya niyetleniştir.”
4. Tevbe: “Nefse uymaktan vazgeçmektir. Hakkın nurunun gönülde yerleşmesi ve benliğin
yaratıcıya kulluk hususunda yitirdiklerini yerine koymaya başlamasıdır.”
5. İnâbe (Yöneliş): “Hakkın dışındakilerden yüz çeviren benliğin, yaratıcıdan gelen ilham ve
çağırışa uymaya başlamasıdır. Bu, bir bakıma tevbenin meyvelerini devşirmeye başlama
devresidir.”
6. İkbal (Allah’la kulun karşılıklı alâkası): Bu alâka Allah’tan kula; ihsan, ikram, lütuf şeklinde
8 / 13
MUHAMMED SURESİ’NİN 19. AYETİNİN İÇERDİĞİ SÖZCÜK VE KAVRAMLAR 3. KISIM - Tefsir - Dr. Mehmet
Dr. Mehmet Sürmeli tarafından yazıldı.
Pazartesi, 07 Şubat 2011 22:24 - Son Güncelleme Salı, 08 Şubat 2011 01:29
tecelli eder. Kuldan Allah’a ise tam bir boynu büküklükle zikir biçiminde belirir.
Demek oluyor ki tevbe, hazırlayıcı merhalelerden geçerek esas noktasına ulaşıyor ve ondan
sonra kendisinden beklenen neticeleri vermeye başlıyor. Bu neticelerin en ileri meyvesi; Allah’ın
(c.), kulun gönlünde ilham ve keşif yoluyla tecelli etmesidir. En günahkar kul bile, bu yolu
izleyerek Allah’ın ilhamını alacak hâle gelebilir. Hatta günahın büyük oluşu; ondan dönenin
tevbesindeki büyüklüğe esas teşkil ettiğinden dolayı, böyleleri tevbelerinden sonra çok ileri
manevi makamlara yükselebilirler. Bütün mesele bataklıkta ısrar etmemektir.”
Günahlar üzerinde ısrar etmemek için, Allahuteala, kullarını şu ayette olduğu gibi toplu olarak
tevbeye çağırmaktadır: “...Ey müminler, topluca Allah’a tevbe edin ki felaha eresiniz.”
Ayetteki, “tevbe ediniz” ifadesi bir emirdir. Tevbenin vücubiyeti konusunda görüş ayrılığı da
yoktur. Çünkü tevbe, belirlenip tayin edilmiş bir farzdır.
Toplu tevbe ve istiğfar, müminlerin hep birlikte toplu dönüş yapmaları gereken konularda
toplumsal pişmanlık sonucu doğruyu tercihi belirttiği gibi; birbirlerinin bağışlanması için
Allahuteala’dan af dilemeyi de içerir. Çünkü müminler birbirlerine istiğfarda bulunurlar.
Müminlerin istiğfarına hak kazanamayan güruh sadece kâfirler ve münafıklardır. Zira Yüce
Allah, müminlerin mümin olmayanlar için bağışlanma talebinde bulunmalarını şu ayet-i kerime
ile yasaklamıştır: “
Onlar (münafıklar) için ister af dile, ister dileme. Onlar için yetmiş defa af dilesen yine de
Allah onları affetmez. Böyledir, çünkü onlar Allah’ı ve Elçisini tanımadılar. Allah, yoldan
çıkan kavmi dosdoğru yola iletmez.
”
Bu ve devamı ayetler indikten sonra Hz. Peygamber (s.), Allah’tan bir af dileme niteliğinde olan
cenaze namazını münafıklar üzerine kılmayı terk etmiştir.
Tüm bunlar gösteriyor ki müminlerin Allah’tan bağışlanma istekleri, “Müslüman” kimliğini
taşıyanlarla sınırlıdır.
İsra 17/70.
Taberi, Muhammed b. Cerir, Camiu’l-Beyan an Te’vili âyi’l-Kur’an-ı Kerim, Beyrut 1992, I, 342.
el-Isfahâni, Ebul Kasım Hüseyin b. Muhammed, Müfredatü Elfâzi’l-Kur’an-ı Kerim, Beyrut
1992, s.608.
9 / 13
MUHAMMED SURESİ’NİN 19. AYETİNİN İÇERDİĞİ SÖZCÜK VE KAVRAMLAR 3. KISIM - Tefsir - Dr. Mehmet
Dr. Mehmet Sürmeli tarafından yazıldı.
Pazartesi, 07 Şubat 2011 22:24 - Son Güncelleme Salı, 08 Şubat 2011 01:29
Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1995, s.276.
Cürcâni, Şerif Ali b. Muhammed, Kitabu’t-Târifat, Beyrut 1995, s.18.
el-Isfahâni, Ebul Kasım Hüseyin b. Muhammed, Müfredatü Elfâzi’l-Kur’an, Beyrut 1992, s.169.
Havva, Said, Nefis Tezkiyesi, s. 373.
Zemahşerî, Muhammed b. Ömer, Keşşaf, Beyrut 1995, II, 305.
Cürcâni, Şerif Ali b. Muhammed, Kitabu’t-Târifat, Beyrut 1995, s. 70.
Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1995, s. 529.
İbni Kayyim, Şemseddin Ebu Abdullah, Medaricu’s-Salikin, Beyrut 1995, I, 335.
Zariyat 51/15-18.
el-Ferra, Ebu Zekeriyya Yahya b. Ziyad, Meâni’l-Kur’an, Beyrut 1984, III, 84.
İbni Kesir, Ebul Fida İmadüddin İsmail b. Ömer, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, Kahire, 1993, IV, 235.
Âl-i İmran 3/17.
10 / 13
MUHAMMED SURESİ’NİN 19. AYETİNİN İÇERDİĞİ SÖZCÜK VE KAVRAMLAR 3. KISIM - Tefsir - Dr. Mehmet
Dr. Mehmet Sürmeli tarafından yazıldı.
Pazartesi, 07 Şubat 2011 22:24 - Son Güncelleme Salı, 08 Şubat 2011 01:29
Bilmen, Ömer Nasuhi, Kur’an-ı Kerim’in Yüce Meâl-i Alisi ve Tefsiri, İstanbul 1964, I, 334.
Yusuf 12/97.
Yusuf 12/98.
Hâzin, Ali b. Muhammed, Lübabü’t-Te’vîl (Mecma’u’t-Tefasir içinde), İstanbul 1984, III, 404.
Yunus 10/90-91.
Zemahşerî, Keşşaf, II, 354; Kurtubi, Tefsir, VIII, 377.
Hud 11/52.
Sâbuni, Safvetü’t-Tefasir, II, 20.
Enfal 8/33.
Taberi, Camiu’l-Beyan, VI, 233.
Muhammed 47/19.
11 / 13
MUHAMMED SURESİ’NİN 19. AYETİNİN İÇERDİĞİ SÖZCÜK VE KAVRAMLAR 3. KISIM - Tefsir - Dr. Mehmet
Dr. Mehmet Sürmeli tarafından yazıldı.
Pazartesi, 07 Şubat 2011 22:24 - Son Güncelleme Salı, 08 Şubat 2011 01:29
Duman, Zeki, Vahiy Gerçeği, Ankara, 1997, s.193-206.
Buhari, Kitabu’d-Deava, XI, 101.
Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, X, 209.
Fetih 48/2.
Araf 7/172.
Buhari, Kitabu’d-Deava, XI, 98.
Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, X, 208.
Muhasibi, Haris, Risaletü’l-Müsterşidin, Beyrut, 1995, s.172
Yazır, Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, 1979, VII, 430.
Üsküdarlı Muhammed Nasuhi, er-Risaletü’r-Rüşdiye fi’t-Tarikati’l-Ahmediyye (Haz: Musa
Yıldız – Mustafa Tatçı), Sahaflar Kitap San, İstanbul 2006, s. 139.
el-Makdisî el-Hanbeli, Şemseddin Ebu Abdullah b. Muhammed, el-Âdâbu’ş-Şeriyye, Kahire
trsz.
12 / 13
MUHAMMED SURESİ’NİN 19. AYETİNİN İÇERDİĞİ SÖZCÜK VE KAVRAMLAR 3. KISIM - Tefsir - Dr. Mehmet
Dr. Mehmet Sürmeli tarafından yazıldı.
Pazartesi, 07 Şubat 2011 22:24 - Son Güncelleme Salı, 08 Şubat 2011 01:29
Tahrim 66/8.
İbni Kayyim, Şemseddin Ebu Abdullah, Medaricu’s-Salikin, Beyrut 1995, I, 291-337.
el-Behiy, Muhammed, Min Mefahimi’l-Kur’an, trsz, s.167.
Öztürk, Yaşar Nuri, Kur’an-ı Kerim-ı Kerim ve Sünnete Göre Tasavvuf, İstanbul 1979, s.
185-186.
Nur 24/31.
Kurtubi, Ebu Abdullah b. Muhammed, el-Cami li Ahkami’l- Kur’an, Kahire 1947, XIII, 238.
Tevbe 9/80 Ayrıca bak: Tevbe 9/84, 113; Münafikun 63/6.
Zemahşeri, Keşşaf, II, 285-288, Kurtubi, a.g.e., VIII, 218-219.
Joomla SEO by AceSEF
13 / 13
Download