1 İçindekiler "Secdede 3 kere, Ya Rabbiğfir lî diyen, secdeden kalkmadan mağfiret olur" anlamında bir hadis var mıdır? ............................................................................................................................3 Müezzinin okuduğu ezanı tekrar eden erkekler, neden kadınların iki katı sevap alır? ............4 İflas eden şirketten, ortaklardan biri alacak talep edebilir mi? .................................................5 İslamın, sosyo-ekonomik hayatta yetersiz kalacağı iddiasına nasıl cevap verirsiniz?...............6 “Günahından tam olarak dönüp tevbe eden, onu hiç işlememiş gibidir." Hadisinin tefsirini açıklar mısınız?.............................................................................................................................8 Kur’an’da geçen salat kelimesinin namaz olmadığı, iddiasına ne dersiniz? .............................9 İslami veya tekafül sigorta sistemi nedir? .................................................................................10 Öğle ve ikindi namazlarında Kur'an okunmayacağıyla ilgili rivayet var mıdır? ....................11 Çağrı merkezinde satış yapmak caiz midir? Yüz yüze görmediğin bir insana telefon aracılığıyla ve evine bir kaç gün sonra gelen sözleşmeyi imzalaması şartıyla bir hizmet satmak caiz midir? ......................................................................................................................12 Bu sitede de okuduğum kadarıyla Kur’ân’da “hamr” olarak geçen ve “sarhoş edici” özelliği bulunan alkol türleri necistir ve haramdır denilmektedir bazı parfüm,ağız bakım suyu ve deodorantlarda bulunan alcohol denat veya benzyl alcohol gibi kimyevi maddeler ...............13 Hz. Muhammed (s.a.v)'in soyunun Hz. İbrahim'e dayanmadığı iddia edilmektedir. Bu konuda tarihi bilgiler var mıdır? ...............................................................................................14 Kıyamet günü, hasımlar arasında iyilikler alınarak kısas ve hesaplaşma olması haktır, sözü ne demektir? ...............................................................................................................................16 Kabe resmi veya maketine karşı namaz kılmanın bir sakıncası olur mu?...............................18 2 "Secdede 3 kere, Ya Rabbiğfir lî diyen, secdeden kalkmadan mağfiret olur" anlamında bir hadis var mıdır? “Rabbiğfir lî” veya “Allahümme’ğfir lî ve’rhamnî” duasını iki secde arasında söylemek güzeldir. Şafii, Hanbeli ve Maliklere göre sünnettir. Hz. Peygamberin (asm) secdede “Allahümme’ğfir lî” duasını okuduğuna dair hadisler de vardır. (bk. Mecmau’z-zevaid, h. no: 2772) Ayrıca, sorudaki şekliyle bir hadis rivayeti de vardır. Ancak, Hafız Heysemi, seneddeki iki raviyi tanımadığını söyleyerek az da olsa hadiste bir zaaf unsurunun olduğuna işaret etmiştir. (bk. Zevaid, h.no: 2785) Hadiste “bir kimse secdeye vardığında bunu okursa...” ifadesinden farz ile sünnetler birlikte anlaşılmaktadır. Fakat yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, bazı mezheplere göre, bunu iki secde arasında yapmak daha uygundur. Belki de daha sahih başka rivayetler olduğu içindir.. 3 Müezzinin okuduğu ezanı tekrar eden erkekler, neden kadınların iki katı sevap alır? Evet Taberani’de bu hadis geçiyor. (el-Mucamu’l-kebir, 24/16, h. no: 28) Hafız Heysemi, bu hadisin senedinde bulunan ravilerden birinin durumunu bilmediğini, diğer birinin biraz zayıf olmakla beraber, bir kısım hadis otoriteleri tarafından sika kabul edildiğini belirtmiştir. (Mecmau’z-zevaid, 1/332). Buna göre, hadiste az da olsa bir zaaf unsuru vardır. Burada erkeklere “iki kat sevabın olması” erkeklik için değildir. Çünkü Kur’an’da ve hadislerde böyle bir ayırımın yapılmadığı bilinmektedir. O halde buradaki bu fark nereden ileri gelmiş? Kanaatimizce bunun sebebi şudur: Camiye gidip cemaatle namaz kılmak erkekler için bir farz-ı kifâyedir. Eğer hiç kimse camiye gitmezse bütün erkekler günahkâr olur. Fakat kadınlar için böyle bir sorumluluk söz konusu değildir. Çünkü kadınlar ev işleri ile çocuklarla ilgilendiği ve bazı zamanlarda namaz kılamadığı için onlara İslam pozitif ayırımcılık yapmış ve tolerans tanımıştır. Konuya bu açıdan bakıldığı zaman, erkeklerin ezanı dinlemeleri onların önemli bir görevidir. Kadınlar için bu erkekler derecesinde önemli bir görevi değildir. Çünkü namazı cemaatle kılmaktaki sorumluluğa paralel olarak ezanı dinlemek de önem arzeder. Erkeklerin ezanı dinlemeleri bir nevi vücup ifade ettiği için kadınlar için de bir nevi sünnet olan dinlemeleri arasındaki fark, bu sorumluluğun büyüklülüğünden kaynaklanmaktadır. 4 İflas eden şirketten, ortaklardan biri alacak talep edebilir mi? Şirket kapatılmadan iflas etmiş, borç, sermaye ve alacakları aşmış. Bu durumda üç ortağın şirketten alacağı olmadığı gibi birbirinden de alacağı olmaz. Eğer şirketi yönetenler basiretli bir tacir gibi davranmışlar ve buna rağmen iflas olmuş ise mesul olmazlar. Eğer kasıt, ihmal, tedbirsizlik gibi bir kusur varsa kusurlunun tazmin borcu olur. 5 İslamın, sosyo-ekonomik hayatta yetersiz kalacağı iddiasına nasıl cevap verirsiniz? Ateist bir kişi müslüman bir kızla evlenemez. Bunun sosyo-ekonomikle yakından uzaktan bir ilgisi yoktur. b. İslam’a göre, müşrikler necistir. Yani manevi olarak temiz değildir. Yoksa maddi olarak bütün insanlar temiz ve mükerremdir. İslam’ın, Müslüman olmayanların kendi aralarında evlenmesine izin vermediği iddiası tamamen yalandır. Asr-ı saadetten beri İslam aleminde yaşayan gayr-ı müslimler hep evlenmişler ve hiç bir engelle karşılaşmamışlar. Kaldı ki, Müslüman erkekler, ehl-i kitap olan gayr-ı Müslim kadınlarla dahi evlenebilirler. c. İslam tarihinde, İslam medeniyetinin en zirvede olduğu, manevi alanlar yanında; ilim, kültür, ticaret ve o günkü teknolojik alanlarda da bugünkü Avrupa’ya üstadlık ettiği insaflı batılı bilim adamlarının da kabul ettiği bir gerçektir. d. Kitap ehli olanların yemeği yenilir, kestikleri helaldir. Onlardan tanıdık bir dostunun hatırı için cenazesine (onlar gibi ibadet etmemek şartıyla) katılabilir ve taziyesini sunabilir. Bunda hiç bir sakınca yoktur. Bu gün de müslümanlar tanıdığı olmayan gayr-i Müslimlerin cenazesine katılmıyorlar, onlar da müslümanların cenazelerine katılmıyor. e. Allah’ın dini olan İslam şeriatı, kâinatı idare eden sonsuz ilim ve hikmet sahibi Allah’a aittir. Sosyalizm ve benzeri beşeri doktrinler, cehaleti yanında bilgisi bir damla kadar olan insanların ürünüdür. Kendi şahsını bile düzgün idare etmekten aciz olan insanların idaresi ile insanların yaratıcısı olan Allah’ın iradesi arasında mukayese bile yapılamaz. Son dönemlerinde hasta olmasına rağmen, Osmanlı İslam devleti, hükümranlığı zamanında Tarih boyunca İslam’ın en büyük düşmanı olan Yahudileri bile İspanya’dan ülkesine getirip himaye etmiştir. Haçlı zihniyeti dışında insanlık genellikle barış ortamını teneffüs etmiştir. Osmanlının tarih sahnesinden silinmesinden sonra, iki defa yapılan cihan harbi esnasında yapılan zulüm ve vahşetler insanlığın belki de hiç görmediği kadar kalın bir istibdat bulutunu andırıyor. Kominist ve sosyalistlerin ancak elli-altmış yıllık bir sıçramadan sonra çöplüğe atılması onların hiç bir işe yaramadıklarının açık belgesidir. Bugünkü sosyalistlerin birçoğunun sağcılardan da liberal davranmaları ayrıca ibret vericidir. Evet, sosyalist prensipleri de kapitalist prensipleri de insanlığa gerçek bir huzur ve barış getirmediği ortada iken bunları Allah’ın koyduğu nizamın adı İslam şeriatiyle kıyaslamak Allah’ı hakiki tanımamak ve İslam’ı gerçek yüzüyle bilmemekten kaynaklanıyor. Bediüzzaman hazretlerinin ifade ettiği gibi, “Karıncaya ayak basma” diyen bir dinin insanların hukukun ihmal etmesi düşünülür mü?” “Gayr-ı müslim zimmi bir vatandaşa haksızlık eden kimsenin -kıyamet günü- hasmı ben olurum” diye buyuran Hz. Muhammed’in dini ile insanların düşünceleri kıyas kabul eder mi? 6 Zekat kurumunu hayatın en zorunlu bir müessesesi olarak kabul eden ve faiz gibi sömürü aracı olan bir ekonomik sistemine asla izin vermeyen İslam dininin nizamı ile başka düzenlerin düzeneklerini kıyaslamak akıl karı değildir. Bugün -adı ne olursa olsun- bütün insanlık yardımlaşma prensibini barış ve huzurun teminatı olarak görüyor. İslam’da bunun adı zekat kurumudur. İnsanlık bugün faiz sisteminin sadece bazı zalim burjuvaların elinde bir ezme aleti olduğunu ve bundan kurtulmanın gerekli olduğunu düşünüyor. Demek ki insanlık İslam’a dönüyor, İslam’ın prensiplerini kendi çapına göre tatbik etmeye çalışıyor. Bugünkü ekonomik iyileşmenin en önemli göstergelerinden biri faizin düşük olmasıdır. Demek ekonomi de İslam’a sarılmak zorunda kalıyor. Şunu da unutmayalım ki, gerek islam aleminde gerek diğer dünyada olsun, en çapulcu, en totaliter, en zalim, en sefil düzenler sosyalist ve kominist ülkelerdir. Kaldı ki, İslam sadece dünyayı değil, ahireti de insanlara kazandırıyor. O halde önce bunu iyi öğrenmek gerekir. İlave bilgi için tıklayınız: Şeriat nedir, nasıl yaşanır, bu asırda şeriat geçerli midir? 7 “Günahından tam olarak dönüp tevbe eden, onu hiç işlememiş gibidir." Hadisinin tefsirini açıklar mısınız? “Günahından tam olarak dönüp tevbe eden, onu hiç işlememiş gibidir." – Günahından tam olarak dönüp tevbe eden, onu h ç şlemem ş g b d r.”. (İbn Mâce, zühd 30; et-Taberân , el-Mu’cemü’l-keb r 10/150) had sşer f nde geçen ” lafzı, sürçüp, düşüp kapaklandıktan sonra hemen kalkıp tevbe, inabe veya evbe ile doğrulan; yanlışının farkına vararak Cenâb-ı Hakk’a teveccüh eden, sonra da yalvarıp yakarmalarıyla tevbe kurnalarında arınmaya çalışan kişinin hâlini ifade eder. Hadis-i şerif, isim cümlesiyle beyan buyrulmuştur. İsim cümlesi ise devam ve sebat ifade eder. Demek ki bu nurlu beyanda, aynı zamanda tevbe ve istiğfardaki devamlılığa dikkat çekilmektedir. Yani kişi ne zaman tökezleyip günah çukuruna düşse, her defasında, hiç vakit fevt etmeden, hemen tevbe, inabe ve evbe kurnalarına koşmalıdır. Hadis-i şerifte günah mânâsına gelen zenb” kelimesiyle, kuyruk manasına gelen zeneb” aynı kökten gelmektedir. Bu durumdan hareketle diyebiliriz ki günah, insan fıtratına ters, tabiatına aykırı olan ona takılmış kuyruk gibidir. Evet günah, insanı kuyruklu bir varlık hâline getirir. Kuyruk, kuyruklu olarak yaratılmış mahlûkata uygun düşse de insana yakışmaz. Bundan dolayı insanoğlu, her günah işleyişinde kendine bir kuyruk taktığının farkına varıp tevbe ile hemen o kuyruğu kesmesini bilmelidir. Yoksa o kuyruğa başka kuyruklar ilave olunur ve insan onu söküp atamayacak hâle düşer. Böyle bir kişi hakkında ise hadis-i şerifte beyan buyurulan: Kul bir günah işlediği vakit, kalbinde siyah bir nokta oluşur. Eğer tevbe edip vazgeçer, af dilerse kalbi yine parlar. Ama tekrar günaha dönerse, o leke büyür, nihayet bütün kalb n ele geç r r.” (T rm z , Tefs r, Mutaff f n) hak kat zuhur eder. B r âyet- ker mede se bu durum – Allah onların kalblerini mühürlemiştir.” (Bakara Sûresi, 2/7) ifadeleriyle anlatılır. Bundan dolayı diyebilir z k , encamı t barıyla her b r günah ç nde küfre g den b r yol bulunduğundan, Peygamber Efend m z (sallallâhu aleyh ve sellem) ” sözüyle daha başta dikkatleri tevbeye çekmiş ve böylece bizi bu tür bir âkıbete düşmekten korumak istemiştir. İnsanı İçten İçe Eritecek Derin Tevbeler Hadis-i şerifte tevbe eden kişinin, o günahı hiç işlememiş gibi bir lütfa mazhar kılınacağı ifade ediliyor. Fakat dikkat edildiğinde görüleceği üzere hadiste tevbe eden için Günah işlememiştir.” denmemekte, Günah işlememiş gibi olur.” denmektedir. Yani burada mehâbet ve mehâfet kapısı aralık bırakılmıştır. Dolayısıyla bu üslûptan; keşke insan o günahı hiç işlemeseydi, o leke ve yarayı hiç almasaydı” şeklinde bir sonuç da çıkarabiliriz. Evet, her ne kadar tevbe ve istiğfar kahramanı, o yara-bereyi tevbe iksiriyle silip süpürse de o yaradan bir iz kalmayacağına dair elde bir teminat bulunmamaktadır. Elbette ki Allah (celle celâluhu) dejenere olan mânev , ruh ve kalb yapımızı fevkalâdeden bir rejenerasyonla birdenbire yenileyebilir. Ancak bunun her zaman böyle olacağına dair mutlak bir teminat söz konusu değildir. Ayrıca bazen insan ciddi bir inhimakla bir günahın içine düşüp kendisini balıklamasına o işin içine atabilir. Mesela şehevan duygularının esiri olabilir veya hırs ve hasedine yenik düşerek korkunç bir cinayete sebebiyet verebilir. Günahın çok büyük olduğu böyle bir durumda yapılan tevbe ve istiğfarın da, o günahın büyüklüğüne paralel kişiyi içten içe eritecek ölçüde derin, engin ve kucaklayıcı olması gerek r. Eğer yapılan tevbe o der nl k ve eng nl kte değ lse o zaman den leb l r k , böyle b r tevben n bütünüyle o günahı s l p, süpürüp götürmes mümkün değ ld r. İşte had ste geçen – O günahı işlememiş gibi..” hakikatine bir de bu açıdan bakılabilir. 8 Kur’an’da geçen salat kelimesinin namaz olmadığı, iddiasına ne dersiniz? - Evvela şunun bilinmesi gerekir ki, İslam’daki emir ve yasakların sözlük anlamları değil, ıstilahi anlamları esastır. Sözlük anlamları sadece konunun daha iyi anlaşılması için söz konusu olabilir. Aksi takdirde bir kelimenin birçok sözlük anlamı vardır. Bunlardan hangisine göre hareket edeceğiz. Mesela “Salat” kelimesinin önemli anlamlarında biri “DUA”dır. Peki sadece dua etmek namaz kılmak yerine geçer mi? Elbette geçmez... Daha başka manaları da vardır.. Hangisini tercih ederiz? Burada metodumuz, Hz. Peygamberin sünnetidir. O nasıl namaz kılmış ise, ona bakarız. Nitekim bütün fıkıh kaynaklarında namazın kılınış şekli “Benim nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız, siz de öyle kılın..” (Buhari, kitabu’l-ezan, 18; darimi, salat, 43; İbn Hanbel, 5/52) manasındaki hadisten alınmıştır. - Hac kelimesinin anlamı, bir şeye niyet etmek, ona yönelmektir. Peki birisi “niyet ettim haccı yapmaya..” dese hacı olur mu? Halbuki, Hz. Peygamber “Hac ibadetini yerine getirirken, “belki bir daha hacca gelmeyebilirim, ömürüm vefa etmez, sizinle bir daha burada buluşma imkanı bulmayabilirim. Onun için hac ibadetinizi benden iyice belleyip öğrenin” (Kenzu’l-ummal, h. no: 12302) buyurmuştur. - Bütün emir ve yasakların ifade edildiği sözcüklerin bir sözlük, diğeri şeri/ıstılahi manaları vardır. Esas olan Kur’an, Sünnet ve ehl-i sünnet alimlerinin ortaya koyduğu manadır. Özellikle, namazın günde farz olarak -belli rükünleri olan-17 rekat bir vecibe olduğunu inkâr eden dinden çıkar. Çünkü namaz ibadeti kadar çok açık bir şekilde 14 asırdan beri ortaya konan başka bir husus düşünülemez. Hz. Peygamberin her gün kıldığı, kendisiyle birlikte binlerce kişinin her gün kıldığı, tarih boyunca milyonlarca müslümanın her gün kıldığı namaz ibadetinin temel esaslarında, rekat, rüku, secde ve benzeri şartlarının gizli kalmış hiç bir tarafı yoktur. - Soruda geçen konuya en güzel cevap, "Kendisine doğru yol açıkça belli olduktan sonra, Peygamber'den ayrılıp mü'minlerin yolundan başkasına uyan kimseyi, yöneldiğine döndürürüz ve onu cehenneme yaslandırırız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir." (Nisâ, 4/115) mealindeki ayettir. Son olarak namazın değişik manaları, sorumuza ipuçları veren açıklamaları ve önemi için Niyazi Beki’nin “Namazın Sayısal Mucizeleri” adlı eserini okumanızı tavsiye deriz. 9 İslami veya tekafül sigorta sistemi nedir? Tekafül sigortacılığı veya islami sigortanın birkaç şekli var: Karşılıklı bağlayıcı teberru (ıvaz şartlı hibe va'di), mudarabe şirketi ve vakıf yollarıyla bu sigortacılık uygulanabiliyor. Teberru şeklinde uygulama şöyledir: Sigortalı olmak isteyen şahıs şirkete sigortaladığı şeye uygun bir teberruda bulunur, şirket de sigortalılar zarara uğradıklarında onlara zararı giderecek miktarda teberruda bulunur. Şirket biriken paranın bir miktarı ile kazandırıcı işlemler de yapabilir. Bu takdirde kâr olursa teberruda bulunan sigortalılara kâr da dağıtılır; bu takdirde yatırılan paranın bir miktarı teberru, bir miktarı ise iştirak sayılır. Türkiye'de kanun bu işlemlere uygun hale gelinceye kadar taraflar, sözlü olarak "teberru" konusunu açıklarlar, söylerler, gereğini de yaparlar, yazıya geçirmek şart olmaz. 10 Öğle ve ikindi namazlarında Kur'an okunmayacağıyla ilgili rivayet var mıdır? İbnu Abbas'tan (ra), soruda geçen anlamda bir rivayet vardır. (bk. Ebu Davud, Salat, 126-127) Bu konuda İbnu Abbâs'tan üç ayrı rivâyet gelmiştir: Bir rivâyete göre okurdu, bir rivâyete göre okumazdı, bir rivâyete göre de İbnu Abbâs bu meselede kararsızdır, şekk içerisindedir. İbnu Abbâs'ın bu iki namazda kırâatın varlığını kabul eden görüşünü Ebû'l-Âliye-el Berrâ rivâyet eder: "İbnu Abbâs'a göre ikindide okuyayım mı? diye sordum. Bana: "O önündedir, ondan az veya çok bir miktar oku" dedi." (Rivâyeti İbnu'l-Münz r ve Tahâv kaydetmiştir) İbnu Abbâs gerçekten Resûl-i Ekrem'in öğle ve ikindi namazlarında Kur'ân okumadığını zannediyordu. Çünkü Hz. Peygamber'in sağlığında küçük bir çocuk olduğu için devamlı surette namazını çocuklara ayrılan saflarda kılmış ve bu yüzden de Peygamberimizin öğle ve ikindi namazlarında Kur'ân okumadığını zannetmiştir. Muhtemelen daha sonra diğer sahabilerden duyduğu için okunması gerektiğini söylemiş olabilir. (bk. Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları: 3/260) Öğle ve ikindide kıraatin varlığı konusunda alimlerimizin bir tereddüdü mevcut değildir. Sahabilerden gelen çeşitli rivâyetler, hiçbir şüpheye yer vermeden, Resûlullah'ın öğle ve ikindi namazlarında kırâatte bulunduğu hususunda kesin konuşurlar. Nitekim aşağıdaki rivayetlerde bunu açıkça görmekteyiz: Câbir İbnu Semüre (ra) anlatıyor: "Resûlullah (asm) öğlede Velleyli izâ yağşâ sûresini okur, ikindide de aynısını yapar, sabah namazında bundan daha uzun bir kırâatte bulunurdu." (Buhâr , Ezân 103, 95, 96; Müslim, Salât 159, (453); Ebû Dâvud, Salât 130, (804); Nesâ , İftitah 74) el-Berâ (ra) anlatıyor: "Biz, Resûlullah'ın (asm) arkasında öğleyi kılmıştık. Kendisinden Lokmân ve Zâriyat sûrelerinin âyetlerini peş peşe işitiyorduk." (Nesâ , İftitah 55) İbnu Ömer (ra) anlatıyor: "Resûlullah (asm) bir namazda secde edip sonra kıyâma kalktı ve rükû yaptı. Cemaat onun, Elf-Lâm-Mim Tenzile's-Secdetü'yü okuduğunu gördü." (Ebû Dâvud, Salât 131) 11 Çağrı merkezinde satış yapmak caiz midir? Yüz yüze görmediğin bir insana telefon aracılığıyla ve evine bir kaç gün sonra gelen sözleşmeyi imzalaması şartıyla bir hizmet satmak caiz midir? Telefonla akit yapmak kural olarak caizdir. Bir akdi yazıya geçirmek, altını imza etmek, trafikte tescil, tapu muamelesi gibi işlemler akdin kurlmasının değil, güvenliğinin ve hukukun korunmasının şartıdır; yani bunlar yapılmadan önce karşılıklı irade beyanı (icab ve kabul) ile akit gerçekleşir. Yapılan akit mesela bir hizmet akdi ise, akdin bir tarafını diğer taraf belli bir işte çalıştırmak, ondan belli bir hizmeti almak istiyorsa şahsı görünce akdi bozabilir. Bir malı görmeden alan veya kiralayan kimse de gördüğünde akdi bozma hakkına sahiptir. Bu hakka "görme muhayyerliği" denir. Fıkıh kitaplarında ve Mecelle'de yer alan görme muhayyerliğini özetleyelim: Hanef mezhebi dışındaki mezhepler görme muhayyerliğini ya hiç tanımamakta, yahut da dar sınırlar içinde kabul etmektedirler. Bu muhayyerliği en geniş ve açık bir şekilde benimseyen Hanef lerdir. Mezhebin görüşlerini kanunlaştıran Mecelle, görme muhayyerliğini, satım akdini esas alarak şöyle tarif etmiştir: "Bir kimse bir malı görmeden satın alsa görünceye kadar muhayyerdir; görünce dilerse fesheder, dilerse kabul eder" (md. 320). Görme muhayyerliğinin dayanağı karşılıklı rıza ve anlaşma değil, kanun mesabesinde olan hadistir (Müslim, Büyû', 17; Ebû Dâvûd, Büyû', 36) Bu sebeple taraflar görme muhayyerliğini iskat edemez, kaldıramazlar. Görme muhayyerliğinin geçerli olduğu tasarruflar yine feshi kabil olan tasarruflardır; misl olmayan belli malın satımı, kiralanması, taksimi ve böyle bir mal karşılığı sulh... görme muhayyerliğinin söz konusu olduğu tasarruflardır (Mecelle, mad. 507, 1153, 1548). Görme muhayyerliğinin geçerli olması iki şarta bağlıdır: a) Akit mevzûu malın misl değil, kıyem mallardan olması, b) Alan tarafın malı görmemiş bulunması. Bu şartlar içinde muteber olan görme muhayyerliği bir müddet ile sınırlı değildir; mal ne zaman görülürse muhayyerlik hakkı devreye girer; alıcı ya kabul eder, yahut da akdi fesheder. Mecelle'de (md. 145,146) ve fıkıh kitaplarında verilen çeşitli tariflerin birleştiği noktalara göre misl mal, birimleri arasında hesaba katılacak önemli fark bulunmadığı için, biri diğerinin yerini alabilen maldır. Kıyem mal ise, biri diğerinin yerini alamayacak kadar birimleri arasında fark bulunan maldır. Bu tarife göre misl malın aynı cins ve vasıfta olanları birimleri itibariyle birbirine eşittir. Mesela temiz Meksika buğdayı bir cins buğdaydır, aynı vasfı taşıyan birimleri kıymetçe birbirine eşittir, biri diğeri yerine kabul edilir. Katı ve sıvı yağlar, arpa, tuz, hurma, üzüm, kâğıt gibi yüzlerce mal misl dir. Arazi, ev, dükkân, elde yapılmış mobilya, hayvanlar vb. da kıyem mallardır. Görme muhayyerliği şu durumlarda düşmektedir: a) Malı veya örneğini görmekle. b) Satın alanın ölmesiyle muhayyerlik vârislere geçmez ve akit kesinleşir. c) Akit mevzûun malın değişikliğe uğraması ile. d) Satın alanın mevzû üzerinde, feshi kabil olmayan bir tasarrufta bulunması ile. 12 Bu sitede de okuduğum kadarıyla Kur’ân’da “hamr” olarak geçen ve “sarhoş edici” özelliği bulunan alkol türleri necistir ve haramdır denilmektedir bazı parfüm,ağız bakım suyu ve deodorantlarda bulunan alcohol denat veya benzyl alcohol gibi kimyevi maddeler Bunların içilmesi caiz değildir. Amcak kullanılabilir. Örneğin parfümün içinde varsa kullanmakta bir mahzur yoktur. 13 Hz. Muhammed (s.a.v)'in soyunun Hz. İbrahim'e dayanmadığı iddia edilmektedir. Bu konuda tarihi bilgiler var mıdır? Bu tür iddiaları seslendirenler genellikle yahudi kökenli bazı fanatik ve de cahil uydurukçulardır. İlgili iddiada Yunan ve Roma tarihçilerinin veya coğrafyacılarının Mekke’den söz etmemelerini Mekke’nin miladi 4. asırdan önce olmadığına delil getirilmiştir. Halbuki Mekke, eskiden küçük bir köydür. Bir devlet değildi ki, meşhur olup ondan bahsedilsin. Binlerce köy var ki, aynı tarihçiler onlardan da söz etmemişler. Onların söz etmemeleri, bu köylerin olmadığına delil getirilebilir mi? Bu zırvanın altında yatan asıl sebep, -bir kısım batılı dinsizlerin ve dinsiz oldukları kadar da İslam’a karşı kin ve nefretin verdiği sarhoşluk içinde zırvanın zirvesine ulaştıkları bir noktada: “Hz. Muhammed diye bir şahıs tarihte gelmemiş, bu sadece bir efsanedir..” türünden yaptıkları açıklamalarının bir kopyasını -İslam kültüründe mevcut olan bazı bilgileri; özellikle İslam dini ile Hz. İbrahim arasındaki bağları yalanlamak suretiyle-yeniden gündeme taşımaktır. İnternetin değişik sitelerinde yer alan ve Dr. Refat Amari tarafından kaleme alınan ingilizce yazıda bu hususu kolaylıkla anlayabiliriz. Hz. Muhammed’in Hz. İsmail ve Hz. İbrahim’im neslinden olmadığını anlatan şu ifadelerinden de bunu anlamak mümkündür: “The True Origin of Mohammed: The family of Mohammed, as Sabaean of Cushite origin descending from Ham, can't be connected with Ishmael and Abraham, who were of Semitic origin.” Şimdi bir müslüman olarak biz, Kur’an’a, Hz. Muhammed’e, binlerce İslam bilim adamlarına mı inanacağız yoksa, bu yahudi kökenli İslam düşmanı siyoniste mi inanacağız? Araplar neseb ilminde ileri seviyeye ulaşmış, kendi nesebini çok iyi bilen, kendi çocuklarına öğreten ve nesilden nesile aktaran bir millettir. Peygamberimiz de kendi nesebinin Hz. İbrahim'e dayandığını ifade etmişlerdir. Tarih kitaplarında da Peygamber Efendimizin Hz. İbrahim'e kadar giden şeceresi kaydedilmiştir. Tereddüte düşecek bir durum da yoktur. Şunu çok iyi biliyoruz ki, güneş üflemekle sönmez, göz yummakla gece olmaz.. Gözünü kapayan kendine gece yapar. Güneşi üflemekle söndürmeye kalkışan maskaralığını dünyaaleme ilan etmiş olur. Bunun gibi Hz. Muhammed güneşini, Kur’an güneşini, İslam güneşini söndürmeye teşebbüs eden kimse, ahmaklığını, basiretsizliğini, akılsızlığını, vicdansızlığını, dinsizliğini, mecnunluğunu dünyaya ilan eden sefih bir şovmen koltuğuna oturmak zorunda kalacaktır. Hz. İbrahim’den beri Tarih boyunca Arapların en çok övündüğü husus Hz. İbrahim’in torunları olmasıdır. Çünkü, Kâbe’nin Mekke’de olması, bu bağı her zaman canlı tutmuş ve Mekkeli Arapların diğer yerlerdeki Araplar tarafından -Kabe hürmetine- daima saygı görmüşlerdir(bk. Kureyş Sureş suresi). 14 Bir söz var: “Bir tek doğru, binlerce yalanı bir anda yok eder”. İşte dünyada ondan daha doğru bir kaynak, bir semavi kitap olmayan Kur’an’ın ifadesi: “Biz Beytullâh’ı insanlara sevap kazanmaları için toplantı ve güven yeri kıldık. Siz de Makam-ı İbrâhim’i namazgâh edininiz! İbrâhim ile İsmâil’e de: “Tavaf edenler, itikâfa girenler, rükû ve secde edenler için bu Evimi tertemiz bulundurun!” diye emretmiştik. Ve o vakit İbrâhim: “Ya Rabbî, burayı güvenli bir şehir yap. Buranın halkından Allah’a ve âhiret gününe iman edenleri çeşit çeşit mahsullerle rızıklandır!” dedi. Bunun üzerine buyurdu ki: “Onlardan inkâr edeni dahi rızıklandırıp az bir zaman hayattan nasip aldırır, sonra da onları cehennem azabına sürerim. Orası varılacak yer olarak ne fena bir yerdir! İbrâhim ile İsmâil beytullah’ın temellerini yükseltirken şöyle dua ediyorlardı. Ey bizim Kerîm Rabbimiz! Yaptığımız bu işi kabul buyur bizden! Hakkıyla işiten ve bilen ancak Sen’sin.”(Bakara, 2/125-127) “Biz vaktiyle İbrâhim’e Beytullahın yerini belirlediğimiz zaman: “Sakın Bana hiç bir şeyi ortak koşma ve Ben’im Mâbedimi tavaf ederken, kıyamda, rükûda veya secdede olarak ibadet edenler için tertemiz tut, diye emrettik”(Hac, 22/26) Sahih-i Müslim’de yapılan rivayete göre Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: “Allah İbrahim’in çocuklarından İsmail’i seçti, İsmail’in çocuklarından Benu Kinane’yi seçti, Bunu Kinane’den Kureyş’i seçti, Kureyş’ten Benu Haşim’i seçti, Beni de Benu Haşim’den seçti”(Müslim, Fedail, 1) Hz. Muhammed’in nesebi (kendisinden yukarıya doğru) şöyledir: 1. Hz. Muhammed 2.Abdullah 3.Abdulmuttalib 4.Haşim 5.Abdimenaf 6. Kusay 7.Kilab 8.Mürre 9.Kâb 10. Lü 11.Galib 12. Fihr 13. Malik 14. Nadr 15.Kinane 16. Huzeyme 17 Müdrike 18. İlyas 19.Mudar 20. Nezar 21 Ma’d 22. Adnan. İbn Abbas’ın bildirdiğine göre, Hz. Peygamber Ecdadını -Tam-Adnan’a kadar sayar ve “bundan sonrası için susun” diye emretmiştir(bk. İbn Hcaer, babu Meb’asi’n-nebbiy). Aşağıda meali verilen ayette Hz. Peygamber ve akrabası olan arapların Hz. İbrahim’in soyundan geldiği açıkça iafde edilmektedir: “Allah yolunda gereği gibi cihad edin. Sizi insanlar içinde bu emanete ehil bulup seçen O’dur. Din konusunda, size hiçbir zorluk da yüklemedi. Haydin öyleyse babanız İbrâhim’in milletine ve yoluna! Bundan önce de, bu Kur’ân’da da, size Müslüman adını veren O’dur. Ta ki Resul size şahid olsun, siz de diğer insanlar nezdinde Hakkın şahitleri olasınız. Haydin namazı hakkıyla ifa edin, zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı bağlanın. O sizin biricik mevlanız, efendinizdir. O, ne güzel mevla ve ne güzel yardımcıdır.”(Hac, 22/78). “İnsanlar içinde İbrâhim’e en yakın olanlar, ona tâbi olanlar, bu Peygamber ve bu Peygambere iman edenlerdir. Allah müminlerin dostudur”(Ali İmran, 3/68). 15 Kıyamet günü, hasımlar arasında iyilikler alınarak kısas ve hesaplaşma olması haktır, sözü ne demektir? Soruda geçen hüküm, hadislerden alınmıştır: Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz (asm): “Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyamet günü gelmeden önce o kimseyle helalleşsin. Yoksa kendisinin sâlih amelleri varsa, yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından alınır, (hak sahibine verilir). Şayet iyilikleri yoksa, kendisine zulüm yaptığı kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yükletilir.” (Buhâr , Mezâlim 10, Rikak 48) Müslümanın her türlü zulüm ve haksızlıktan uzak durması gerekir. Bilerek veya bilmeyerek zulüm ve haksızlık yapmış olan bir kimse haksızlık ettiği kimselerle bu dünyada helalleşip hesaplaşmalıdır. Çünkü kıyametteki hesaplaşma sevapların alınması veya günahların karşı tarafa yüklenmesi şeklinde olacaktır. İlahi adalet gereği kıyamette böyle yapılacaktır. Nitekim Hz. Peygamber (asm), başka bir hadisinde Allah'ın huzuruna kul hakkı ile gelen kimseyi müflis olarak tanımlayarak şöyle buyurur: "Müflis şu adama derler ki, dünyada yaptığı bütün ibadet ve taatın sevabı ile Kıyamet gününde Allah'ın huzuruna gelir. Bu adam dünyada birçok hayırlar, ibadetler yapmış olmakla birlikte başkalarına zulmetmiş, kimini dövmüş, kiminin gönlünü kırmış, şuna buna eliyle ve diliyle eziyet etmiş... İşte bu hak sahiplerinin hepsi o adamın çevresine toplanacaklar, haklarını isteyecekler: "Bana dünyada iken şöyle yaptı, hakkımı al ya Rab!" diye davacı olacaklar. Allah bunun hayır ve iyiliklerinden hasıl olan sevapları bunlara taksim edecek, fakat borcu yine kapanmayacak. Nihayet onların günahlarını bunun üzerine yükleyecek, Cehennem'e gönderecek. İşte asıl müflis böyle bir adamdır." (Müslim, Birr, 60; Tirmizi, Kıyame, 2) Müslüman Allah'a teslim olmuş kişidir. Allah'ın bir adı da el-Hakk'tır. Hak, ayrıca gerçekliği, doğruluğu ve adaleti, başka bir deyişle her şeyi yerli yerine koymayı, her şeyi yerli yerinde yapmayı da belirtir. Bunun karşısında temelsizlik ve zulüm vardır. Hakk'a teslim olan kişi O'nun gösterdiği biçimde doğruluk ve adalete yönelir, batılın ve zulmün karşısında yer alır. Bu nedenle Müslüman, Hz. Peygamberin (asm) yaptığı gibi "diğer müslümanlara eliyle ve diliyle zarar vermeyen" (Buhari, İman, 4,5) eş deyişle hiç kimseye hiç bir şekilde haksızlık etmeyen kişi olarak da tanımlanabilir. Zulüm, insan hayatının her alanı ve safhasıyla ilgili olabilir. Bu alan, madd veya manev bir nitelik arzedebilir. Namus, şeref, haysiyet ve hürriyet gibi yüce duygular, hayatın temelini teşkil eder. Bunlara tecâvüz, zulmün en büyüklerinden sayılır. Diğer taraftan mal, can, yaşama hakkı, kazanç elde etme, teşebbüs hürriyeti ve benzeri hususlar madd hayatın temel unsurları olup, bunlara yönelik haksızlıklar, zulmün daha yaygın olanı ve bilineni kabul edilir. Manev veya madd hayata yönelik zulüm işleyenlerin, kıyamet günü gelmeden önce bir çıkış yolları vardır. O da kendilerine zulmettikleri kimselerle önce helâlleşmeleri, sonra da tövbeye yönelmeleridir. 16 Bu helâlleşme, şayet üzerlerinde madd haklar varsa onu ödeme, dünyada üzerlerine terettüp eden cezayı çekme, hak sahipleriyle helalleşme ve neticede Allah’a tövbe etmekle mümkündür. Zira kıyamet günü, altın ve gümüşün olmayacağı bir hesaplaşma günüdür. O günde, herkes iyi veya kötü amellerinin karşılığını görecektir. Buradaki hesaplaşma, sevapların alınması veya günahların yüklenmesi ile dengelenir. Yani, zalim veya günahkâr birinin sevapları varsa, yaptığı zulüm veya işlediği günah sebebiyle, onun sevapları hak sahiplerine verilir. Şayet bu alınan sevapları, haksızlıklarını karşılamazsa, o takdirde hak sahiplerinin günahlarından alınıp onun üzerine yükletilir; böylece kimsenin kimsede hakkı kalmaz. Bu, ilâh adaletin gereğidir. Buna göre: - Madd ve manev her çeşit zulüm ve haksızlıktan uzak durmak gerekir. - İnsanın malına, mülküne, canına tecâvüz zulüm olduğu gibi, namusuna, şerefine, haysiyetine tecâvüz de zulümdür. - Bilerek veya bilmeyerek zulüm ve haksızlık yapmış olan bir kimse, zulmettiği, kendilerine haksızlık ettiği kişilerle helâlleşmelidir. - Kıyamette hesaplaşma olacak, her hak sahibine hakkı eksiksiz verilecektir. - Zulüm ve haksızlık, sâlih amelleri bozar ve sevâbını da giderir. 17 Kabe resmi veya maketine karşı namaz kılmanın bir sakıncası olur mu? Bu konuyla ilgili sorudaki açıklamaların yeterince aydınlatıcı olduğunu düşünüyoruz. İslam'da kıbleye dönmek demek, kıbleye tapmak manasına gelmediğini sizler de işaret ettiniz. Aslında kıbleye dönmek kalıpla; Allah'a dönmek kalple olmaktadır. Ruh ve beden birliğini sağlamak için tevhit inancının yeryüzündeki en büyük sembolü olan Kâbe’nin yeri elbette ayrıdır. Üzerinde Kâbe resmi ve camii resimleri bulunan namazlık veya seccade üzerinde veya kıble cihetindeki duvara asılmış bulunan Kâbe resmine yönelerek namaz kılmakta bir sakınca yoktur. Bunu Hıristiyanların adetleri ile karşılaştırmak doğru değildir. Ancak, Kabe’nin maketini, resmini -feyiz almak kastıyla- kıbleye doğru asmak İslam ruhuma aykırı olduğu gibi, ibadetin ihlasına da uygun değildir. Kanaatimize göre, söz konusu Kur'an kursunda veya ilgili yerlerde feyiz almak kastıyla bu maket konulmamıştır. Çünkü görevli hocaların bu konuyu bilmemelerini düşünemiyoruz. 18