Secdede 3 kere, Ya Rabbiğfir lî diyen, secdeden

advertisement
1
İçindekiler
"Secdede 3 kere, Ya Rabbiğfir lî diyen, secdeden kalkmadan mağfiret olur" anlamında bir
hadis var mıdır? ............................................................................................................................3
Müezzinin okuduğu ezanı tekrar eden erkekler, neden kadınların iki katı sevap alır? ............4
İflas eden şirketten, ortaklardan biri alacak talep edebilir mi? .................................................5
İslamın, sosyo-ekonomik hayatta yetersiz kalacağı iddiasına nasıl cevap verirsiniz?...............6
“Günahından tam olarak dönüp tevbe eden, onu hiç işlememiş gibidir." Hadisinin tefsirini
açıklar mısınız?.............................................................................................................................8
Kur’an’da geçen salat kelimesinin namaz olmadığı, iddiasına ne dersiniz? .............................9
İslami veya tekafül sigorta sistemi nedir? .................................................................................10
Öğle ve ikindi namazlarında Kur'an okunmayacağıyla ilgili rivayet var mıdır? ....................11
Çağrı merkezinde satış yapmak caiz midir? Yüz yüze görmediğin bir insana telefon
aracılığıyla ve evine bir kaç gün sonra gelen sözleşmeyi imzalaması şartıyla bir hizmet
satmak caiz midir? ......................................................................................................................12
Bu sitede de okuduğum kadarıyla Kur’ân’da “hamr” olarak geçen ve “sarhoş edici” özelliği
bulunan alkol türleri necistir ve haramdır denilmektedir bazı parfüm,ağız bakım suyu ve
deodorantlarda bulunan alcohol denat veya benzyl alcohol gibi kimyevi maddeler ...............13
Hz. Muhammed (s.a.v)'in soyunun Hz. İbrahim'e dayanmadığı iddia edilmektedir. Bu
konuda tarihi bilgiler var mıdır? ...............................................................................................14
Kıyamet günü, hasımlar arasında iyilikler alınarak kısas ve hesaplaşma olması haktır, sözü
ne demektir? ...............................................................................................................................16
Kabe resmi veya maketine karşı namaz kılmanın bir sakıncası olur mu?...............................18
2
"Secdede 3 kere, Ya Rabbiğfir lî diyen, secdeden kalkmadan
mağfiret olur" anlamında bir hadis var mıdır?
“Rabbiğfir lî” veya “Allahümme’ğfir lî ve’rhamnî” duasını iki secde arasında söylemek
güzeldir. Şafii, Hanbeli ve Maliklere göre sünnettir.
Hz. Peygamberin (asm) secdede “Allahümme’ğfir lî” duasını okuduğuna dair hadisler de
vardır. (bk. Mecmau’z-zevaid, h. no: 2772)
Ayrıca, sorudaki şekliyle bir hadis rivayeti de vardır. Ancak, Hafız Heysemi, seneddeki iki
raviyi tanımadığını söyleyerek az da olsa hadiste bir zaaf unsurunun olduğuna işaret etmiştir.
(bk. Zevaid, h.no: 2785)
Hadiste “bir kimse secdeye vardığında bunu okursa...” ifadesinden farz ile sünnetler birlikte
anlaşılmaktadır. Fakat yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, bazı mezheplere göre, bunu iki secde
arasında yapmak daha uygundur. Belki de daha sahih başka rivayetler olduğu içindir..
3
Müezzinin okuduğu ezanı tekrar eden erkekler, neden
kadınların iki katı sevap alır?
Evet Taberani’de bu hadis geçiyor. (el-Mucamu’l-kebir, 24/16, h. no: 28)
Hafız Heysemi, bu hadisin senedinde bulunan ravilerden birinin durumunu bilmediğini, diğer
birinin biraz zayıf olmakla beraber, bir kısım hadis otoriteleri tarafından sika kabul edildiğini
belirtmiştir. (Mecmau’z-zevaid, 1/332). Buna göre, hadiste az da olsa bir zaaf unsuru vardır.
Burada erkeklere “iki kat sevabın olması” erkeklik için değildir. Çünkü Kur’an’da ve
hadislerde böyle bir ayırımın yapılmadığı bilinmektedir.
O halde buradaki bu fark nereden ileri gelmiş?
Kanaatimizce bunun sebebi şudur:
Camiye gidip cemaatle namaz kılmak erkekler için bir farz-ı kifâyedir. Eğer hiç kimse camiye
gitmezse bütün erkekler günahkâr olur. Fakat kadınlar için böyle bir sorumluluk söz konusu
değildir. Çünkü kadınlar ev işleri ile çocuklarla ilgilendiği ve bazı zamanlarda namaz
kılamadığı için onlara İslam pozitif ayırımcılık yapmış ve tolerans tanımıştır.
Konuya bu açıdan bakıldığı zaman, erkeklerin ezanı dinlemeleri onların önemli bir görevidir.
Kadınlar için bu erkekler derecesinde önemli bir görevi değildir. Çünkü namazı cemaatle
kılmaktaki sorumluluğa paralel olarak ezanı dinlemek de önem arzeder.
Erkeklerin ezanı dinlemeleri bir nevi vücup ifade ettiği için kadınlar için de bir nevi sünnet olan
dinlemeleri arasındaki fark, bu sorumluluğun büyüklülüğünden kaynaklanmaktadır.
4
İflas eden şirketten, ortaklardan biri alacak talep edebilir mi?
Şirket kapatılmadan iflas etmiş, borç, sermaye ve alacakları aşmış. Bu durumda üç ortağın
şirketten alacağı olmadığı gibi birbirinden de alacağı olmaz.
Eğer şirketi yönetenler basiretli bir tacir gibi davranmışlar ve buna rağmen iflas olmuş ise
mesul olmazlar.
Eğer kasıt, ihmal, tedbirsizlik gibi bir kusur varsa kusurlunun tazmin borcu olur.
5
İslamın, sosyo-ekonomik hayatta yetersiz kalacağı iddiasına
nasıl cevap verirsiniz?
Ateist bir kişi müslüman bir kızla evlenemez. Bunun sosyo-ekonomikle yakından uzaktan bir
ilgisi yoktur.
b. İslam’a göre, müşrikler necistir. Yani manevi olarak temiz değildir. Yoksa maddi olarak
bütün insanlar temiz ve mükerremdir. İslam’ın, Müslüman olmayanların kendi aralarında
evlenmesine izin vermediği iddiası tamamen yalandır. Asr-ı saadetten beri İslam
aleminde yaşayan gayr-ı müslimler hep evlenmişler ve hiç bir engelle karşılaşmamışlar. Kaldı
ki, Müslüman erkekler, ehl-i kitap olan gayr-ı Müslim kadınlarla dahi evlenebilirler.
c. İslam tarihinde, İslam medeniyetinin en zirvede olduğu, manevi alanlar yanında; ilim, kültür,
ticaret ve o günkü teknolojik alanlarda da bugünkü Avrupa’ya üstadlık ettiği insaflı batılı
bilim adamlarının da kabul ettiği bir gerçektir.
d. Kitap ehli olanların yemeği yenilir, kestikleri helaldir. Onlardan tanıdık bir dostunun hatırı
için cenazesine (onlar gibi ibadet etmemek şartıyla) katılabilir ve taziyesini sunabilir. Bunda
hiç bir sakınca yoktur. Bu gün de müslümanlar tanıdığı olmayan gayr-i Müslimlerin cenazesine
katılmıyorlar, onlar da müslümanların cenazelerine katılmıyor.
e. Allah’ın dini olan İslam şeriatı, kâinatı idare eden sonsuz ilim ve hikmet sahibi Allah’a aittir.
Sosyalizm ve benzeri beşeri doktrinler, cehaleti yanında bilgisi bir damla kadar olan insanların
ürünüdür. Kendi şahsını bile düzgün idare etmekten aciz olan insanların idaresi ile insanların
yaratıcısı olan Allah’ın iradesi arasında mukayese bile yapılamaz.
Son dönemlerinde hasta olmasına rağmen, Osmanlı İslam devleti, hükümranlığı zamanında
Tarih boyunca İslam’ın en büyük düşmanı olan Yahudileri bile İspanya’dan ülkesine getirip
himaye etmiştir. Haçlı zihniyeti dışında insanlık genellikle barış ortamını teneffüs etmiştir.
Osmanlının tarih sahnesinden silinmesinden sonra, iki defa yapılan cihan harbi esnasında
yapılan zulüm ve vahşetler insanlığın belki de hiç görmediği kadar kalın bir istibdat bulutunu
andırıyor.
Kominist ve sosyalistlerin ancak elli-altmış yıllık bir sıçramadan sonra çöplüğe atılması onların
hiç bir işe yaramadıklarının açık belgesidir. Bugünkü sosyalistlerin birçoğunun sağcılardan da
liberal davranmaları ayrıca ibret vericidir.
Evet, sosyalist prensipleri de kapitalist prensipleri de insanlığa gerçek bir huzur ve barış
getirmediği ortada iken bunları Allah’ın koyduğu nizamın adı İslam şeriatiyle kıyaslamak
Allah’ı hakiki tanımamak ve İslam’ı gerçek yüzüyle bilmemekten kaynaklanıyor.
Bediüzzaman hazretlerinin ifade ettiği gibi, “Karıncaya ayak basma” diyen bir dinin
insanların hukukun ihmal etmesi düşünülür mü?”
“Gayr-ı müslim zimmi bir vatandaşa haksızlık eden kimsenin -kıyamet günü- hasmı ben
olurum” diye buyuran Hz. Muhammed’in dini ile insanların düşünceleri kıyas kabul eder mi?
6
Zekat kurumunu hayatın en zorunlu bir müessesesi olarak kabul eden ve faiz gibi sömürü aracı
olan bir ekonomik sistemine asla izin vermeyen İslam dininin nizamı ile başka düzenlerin
düzeneklerini kıyaslamak akıl karı değildir.
Bugün -adı ne olursa olsun- bütün insanlık yardımlaşma prensibini barış ve huzurun teminatı
olarak görüyor. İslam’da bunun adı zekat kurumudur.
İnsanlık bugün faiz sisteminin sadece bazı zalim burjuvaların elinde bir ezme aleti olduğunu
ve bundan kurtulmanın gerekli olduğunu düşünüyor.
Demek ki insanlık İslam’a dönüyor, İslam’ın prensiplerini kendi çapına göre tatbik etmeye
çalışıyor.
Bugünkü ekonomik iyileşmenin en önemli göstergelerinden biri faizin düşük olmasıdır. Demek
ekonomi de İslam’a sarılmak zorunda kalıyor.
Şunu da unutmayalım ki, gerek islam aleminde gerek diğer dünyada olsun, en çapulcu, en
totaliter, en zalim, en sefil düzenler sosyalist ve kominist ülkelerdir.
Kaldı ki, İslam sadece dünyayı değil, ahireti de insanlara kazandırıyor. O halde önce bunu
iyi öğrenmek gerekir.
İlave bilgi için tıklayınız:
Şeriat nedir, nasıl yaşanır, bu asırda şeriat geçerli midir?
7
“Günahından tam olarak dönüp tevbe eden, onu hiç
işlememiş gibidir." Hadisinin tefsirini açıklar mısınız?
“Günahından tam olarak dönüp tevbe eden, onu hiç işlememiş gibidir."
– Günahından tam olarak dönüp tevbe eden, onu h ç
şlemem ş g b d r.”. (İbn Mâce, zühd 30; et-Taberân , el-Mu’cemü’l-keb r 10/150) had sşer f nde geçen
” lafzı, sürçüp, düşüp kapaklandıktan sonra hemen kalkıp tevbe, inabe
veya evbe ile doğrulan; yanlışının farkına vararak Cenâb-ı Hakk’a teveccüh eden, sonra da
yalvarıp yakarmalarıyla tevbe kurnalarında arınmaya çalışan kişinin hâlini ifade eder. Hadis-i
şerif, isim cümlesiyle beyan buyrulmuştur. İsim cümlesi ise devam ve sebat ifade eder. Demek
ki bu nurlu beyanda, aynı zamanda tevbe ve istiğfardaki devamlılığa dikkat çekilmektedir. Yani
kişi ne zaman tökezleyip günah çukuruna düşse, her defasında, hiç vakit fevt etmeden, hemen
tevbe, inabe ve evbe kurnalarına koşmalıdır.
Hadis-i şerifte günah mânâsına gelen zenb” kelimesiyle, kuyruk manasına gelen
zeneb” aynı kökten gelmektedir. Bu durumdan hareketle diyebiliriz ki günah, insan fıtratına
ters, tabiatına aykırı olan ona takılmış kuyruk gibidir. Evet günah, insanı kuyruklu bir varlık
hâline getirir. Kuyruk, kuyruklu olarak yaratılmış mahlûkata uygun düşse de insana yakışmaz.
Bundan dolayı insanoğlu, her günah işleyişinde kendine bir kuyruk taktığının farkına varıp
tevbe ile hemen o kuyruğu kesmesini bilmelidir. Yoksa o kuyruğa başka kuyruklar ilave olunur
ve insan onu söküp atamayacak hâle düşer. Böyle bir kişi hakkında ise hadis-i şerifte beyan
buyurulan: Kul bir günah işlediği vakit, kalbinde siyah bir nokta oluşur. Eğer tevbe edip
vazgeçer, af dilerse kalbi yine parlar. Ama tekrar günaha dönerse, o leke büyür, nihayet bütün
kalb n ele geç r r.” (T rm z , Tefs r, Mutaff f n) hak kat zuhur eder. B r âyet- ker mede se bu
durum
– Allah onların kalblerini mühürlemiştir.” (Bakara Sûresi, 2/7)
ifadeleriyle anlatılır. Bundan dolayı diyebilir z k , encamı t barıyla her b r günah ç nde küfre
g den b r yol bulunduğundan, Peygamber Efend m z (sallallâhu aleyh ve sellem)
”
sözüyle daha başta dikkatleri tevbeye çekmiş ve böylece bizi bu tür bir âkıbete düşmekten
korumak istemiştir.
İnsanı İçten İçe Eritecek Derin Tevbeler
Hadis-i şerifte tevbe eden kişinin, o günahı hiç işlememiş gibi bir lütfa mazhar
kılınacağı ifade ediliyor. Fakat dikkat edildiğinde görüleceği üzere hadiste tevbe eden için
Günah işlememiştir.” denmemekte, Günah işlememiş gibi olur.” denmektedir. Yani burada
mehâbet ve mehâfet kapısı aralık bırakılmıştır. Dolayısıyla bu üslûptan; keşke insan o günahı
hiç işlemeseydi, o leke ve yarayı hiç almasaydı” şeklinde bir sonuç da çıkarabiliriz. Evet, her ne
kadar tevbe ve istiğfar kahramanı, o yara-bereyi tevbe iksiriyle silip süpürse de o yaradan bir iz
kalmayacağına dair elde bir teminat bulunmamaktadır. Elbette ki Allah (celle celâluhu)
dejenere olan mânev , ruh ve kalb yapımızı fevkalâdeden bir rejenerasyonla birdenbire
yenileyebilir. Ancak bunun her zaman böyle olacağına dair mutlak bir teminat söz konusu
değildir.
Ayrıca bazen insan ciddi bir inhimakla bir günahın içine düşüp kendisini balıklamasına
o işin içine atabilir. Mesela şehevan duygularının esiri olabilir veya hırs ve hasedine yenik
düşerek korkunç bir cinayete sebebiyet verebilir. Günahın çok büyük olduğu böyle bir durumda
yapılan tevbe ve istiğfarın da, o günahın büyüklüğüne paralel kişiyi içten içe eritecek ölçüde
derin, engin ve kucaklayıcı olması gerek r. Eğer yapılan tevbe o der nl k ve eng nl kte değ lse o
zaman den leb l r k , böyle b r tevben n bütünüyle o günahı s l p, süpürüp götürmes mümkün
değ ld r. İşte had ste geçen
– O günahı işlememiş gibi..” hakikatine bir de bu
açıdan bakılabilir.
8
Kur’an’da geçen salat kelimesinin namaz olmadığı, iddiasına
ne dersiniz?
- Evvela şunun bilinmesi gerekir ki, İslam’daki emir ve yasakların sözlük anlamları değil,
ıstilahi anlamları esastır. Sözlük anlamları sadece konunun daha iyi anlaşılması için söz
konusu olabilir.
Aksi takdirde bir kelimenin birçok sözlük anlamı vardır. Bunlardan hangisine göre hareket
edeceğiz. Mesela “Salat” kelimesinin önemli anlamlarında biri “DUA”dır. Peki sadece dua
etmek namaz kılmak yerine geçer mi? Elbette geçmez... Daha başka manaları da vardır..
Hangisini tercih ederiz?
Burada metodumuz, Hz. Peygamberin sünnetidir. O nasıl namaz kılmış ise, ona bakarız.
Nitekim bütün fıkıh kaynaklarında namazın kılınış şekli “Benim nasıl namaz kıldığımı
görüyorsanız, siz de öyle kılın..” (Buhari, kitabu’l-ezan, 18; darimi, salat, 43; İbn Hanbel,
5/52) manasındaki hadisten alınmıştır.
- Hac kelimesinin anlamı, bir şeye niyet etmek, ona yönelmektir. Peki birisi “niyet ettim
haccı yapmaya..” dese hacı olur mu? Halbuki, Hz. Peygamber “Hac ibadetini yerine
getirirken, “belki bir daha hacca gelmeyebilirim, ömürüm vefa etmez, sizinle bir daha
burada buluşma imkanı bulmayabilirim. Onun için hac ibadetinizi benden iyice belleyip
öğrenin” (Kenzu’l-ummal, h. no: 12302) buyurmuştur.
- Bütün emir ve yasakların ifade edildiği sözcüklerin bir sözlük, diğeri şeri/ıstılahi manaları
vardır. Esas olan Kur’an, Sünnet ve ehl-i sünnet alimlerinin ortaya koyduğu manadır.
Özellikle, namazın günde farz olarak -belli rükünleri olan-17 rekat bir vecibe olduğunu inkâr
eden dinden çıkar. Çünkü namaz ibadeti kadar çok açık bir şekilde 14 asırdan beri ortaya konan
başka bir husus düşünülemez.
Hz. Peygamberin her gün kıldığı, kendisiyle birlikte binlerce kişinin her gün kıldığı, tarih
boyunca milyonlarca müslümanın her gün kıldığı namaz ibadetinin temel esaslarında, rekat,
rüku, secde ve benzeri şartlarının gizli kalmış hiç bir tarafı yoktur.
- Soruda geçen konuya en güzel cevap, "Kendisine doğru yol açıkça belli olduktan sonra,
Peygamber'den ayrılıp mü'minlerin yolundan başkasına uyan kimseyi, yöneldiğine
döndürürüz ve onu cehenneme yaslandırırız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir." (Nisâ,
4/115) mealindeki ayettir.
Son olarak namazın değişik manaları, sorumuza ipuçları veren açıklamaları ve önemi için
Niyazi Beki’nin “Namazın Sayısal Mucizeleri” adlı eserini okumanızı tavsiye deriz.
9
İslami veya tekafül sigorta sistemi nedir?
Tekafül sigortacılığı veya islami sigortanın birkaç şekli var: Karşılıklı bağlayıcı teberru (ıvaz
şartlı hibe va'di), mudarabe şirketi ve vakıf yollarıyla bu sigortacılık uygulanabiliyor.
Teberru şeklinde uygulama şöyledir: Sigortalı olmak isteyen şahıs şirkete sigortaladığı şeye
uygun bir teberruda bulunur, şirket de sigortalılar zarara uğradıklarında onlara zararı giderecek
miktarda teberruda bulunur. Şirket biriken paranın bir miktarı ile kazandırıcı işlemler de
yapabilir. Bu takdirde kâr olursa teberruda bulunan sigortalılara kâr da dağıtılır; bu
takdirde yatırılan paranın bir miktarı teberru, bir miktarı ise iştirak sayılır.
Türkiye'de kanun bu işlemlere uygun hale gelinceye kadar taraflar, sözlü olarak "teberru"
konusunu açıklarlar, söylerler, gereğini de yaparlar, yazıya geçirmek şart olmaz.
10
Öğle ve ikindi namazlarında Kur'an okunmayacağıyla ilgili
rivayet var mıdır?
İbnu Abbas'tan (ra), soruda geçen anlamda bir rivayet vardır. (bk. Ebu Davud, Salat, 126-127)
Bu konuda İbnu Abbâs'tan üç ayrı rivâyet gelmiştir: Bir rivâyete göre okurdu, bir rivâyete göre
okumazdı, bir rivâyete göre de İbnu Abbâs bu meselede kararsızdır, şekk içerisindedir. İbnu
Abbâs'ın bu iki namazda kırâatın varlığını kabul eden görüşünü Ebû'l-Âliye-el Berrâ rivâyet
eder: "İbnu Abbâs'a göre ikindide okuyayım mı? diye sordum. Bana: "O önündedir, ondan az
veya çok bir miktar oku" dedi." (Rivâyeti İbnu'l-Münz r ve Tahâv kaydetmiştir)
İbnu Abbâs gerçekten Resûl-i Ekrem'in öğle ve ikindi namazlarında Kur'ân okumadığını
zannediyordu. Çünkü Hz. Peygamber'in sağlığında küçük bir çocuk olduğu için devamlı surette
namazını çocuklara ayrılan saflarda kılmış ve bu yüzden de Peygamberimizin öğle ve ikindi
namazlarında Kur'ân okumadığını zannetmiştir. Muhtemelen daha sonra diğer sahabilerden
duyduğu için okunması gerektiğini söylemiş olabilir. (bk. Sünen-i Ebu Davud Terceme ve
Şerhi, Şamil Yayınları: 3/260)
Öğle ve ikindide kıraatin varlığı konusunda alimlerimizin bir tereddüdü mevcut değildir.
Sahabilerden gelen çeşitli rivâyetler, hiçbir şüpheye yer vermeden, Resûlullah'ın öğle ve ikindi
namazlarında kırâatte bulunduğu hususunda kesin konuşurlar. Nitekim aşağıdaki rivayetlerde
bunu açıkça görmekteyiz:
Câbir İbnu Semüre (ra) anlatıyor: "Resûlullah (asm) öğlede Velleyli izâ yağşâ sûresini okur,
ikindide de aynısını yapar, sabah namazında bundan daha uzun bir kırâatte bulunurdu."
(Buhâr , Ezân 103, 95, 96; Müslim, Salât 159, (453); Ebû Dâvud, Salât 130, (804); Nesâ ,
İftitah 74)
el-Berâ (ra) anlatıyor: "Biz, Resûlullah'ın (asm) arkasında öğleyi kılmıştık. Kendisinden
Lokmân ve Zâriyat sûrelerinin âyetlerini peş peşe işitiyorduk." (Nesâ , İftitah 55)
İbnu Ömer (ra) anlatıyor: "Resûlullah (asm) bir namazda secde edip sonra kıyâma kalktı
ve rükû yaptı. Cemaat onun, Elf-Lâm-Mim Tenzile's-Secdetü'yü okuduğunu gördü."
(Ebû Dâvud, Salât 131)
11
Çağrı merkezinde satış yapmak caiz midir? Yüz yüze
görmediğin bir insana telefon aracılığıyla ve evine bir kaç
gün sonra gelen sözleşmeyi imzalaması şartıyla bir hizmet
satmak caiz midir?
Telefonla akit yapmak kural olarak caizdir. Bir akdi yazıya geçirmek, altını imza etmek,
trafikte tescil, tapu muamelesi gibi işlemler akdin kurlmasının değil, güvenliğinin ve hukukun
korunmasının şartıdır; yani bunlar yapılmadan önce karşılıklı irade beyanı (icab ve kabul) ile
akit gerçekleşir.
Yapılan akit mesela bir hizmet akdi ise, akdin bir tarafını diğer taraf belli bir işte çalıştırmak,
ondan belli bir hizmeti almak istiyorsa şahsı görünce akdi bozabilir. Bir malı görmeden alan
veya kiralayan kimse de gördüğünde akdi bozma hakkına sahiptir. Bu hakka "görme
muhayyerliği" denir. Fıkıh kitaplarında ve Mecelle'de yer alan görme muhayyerliğini
özetleyelim:
Hanef mezhebi dışındaki mezhepler görme muhayyerliğini ya hiç tanımamakta, yahut da dar
sınırlar içinde kabul etmektedirler. Bu muhayyerliği en geniş ve açık bir şekilde benimseyen
Hanef lerdir. Mezhebin görüşlerini kanunlaştıran Mecelle, görme muhayyerliğini, satım akdini
esas alarak şöyle tarif etmiştir: "Bir kimse bir malı görmeden satın alsa görünceye kadar
muhayyerdir; görünce dilerse fesheder, dilerse kabul eder" (md. 320).
Görme muhayyerliğinin dayanağı karşılıklı rıza ve anlaşma değil, kanun mesabesinde olan
hadistir (Müslim, Büyû', 17; Ebû Dâvûd, Büyû', 36) Bu sebeple taraflar görme muhayyerliğini
iskat edemez, kaldıramazlar.
Görme muhayyerliğinin geçerli olduğu tasarruflar yine feshi kabil olan tasarruflardır; misl
olmayan belli malın satımı, kiralanması, taksimi ve böyle bir mal karşılığı sulh... görme
muhayyerliğinin söz konusu olduğu tasarruflardır (Mecelle, mad. 507, 1153, 1548).
Görme muhayyerliğinin geçerli olması iki şarta bağlıdır: a) Akit mevzûu malın misl değil,
kıyem mallardan olması, b) Alan tarafın malı görmemiş bulunması. Bu şartlar içinde muteber
olan görme muhayyerliği bir müddet ile sınırlı değildir; mal ne zaman görülürse muhayyerlik
hakkı devreye girer; alıcı ya kabul eder, yahut da akdi fesheder.
Mecelle'de (md. 145,146) ve fıkıh kitaplarında verilen çeşitli tariflerin birleştiği noktalara göre
misl mal, birimleri arasında hesaba katılacak önemli fark bulunmadığı için, biri diğerinin
yerini alabilen maldır. Kıyem mal ise, biri diğerinin yerini alamayacak kadar birimleri arasında
fark bulunan maldır. Bu tarife göre misl malın aynı cins ve vasıfta olanları birimleri itibariyle
birbirine eşittir. Mesela temiz Meksika buğdayı bir cins buğdaydır, aynı vasfı taşıyan birimleri
kıymetçe birbirine eşittir, biri diğeri yerine kabul edilir. Katı ve sıvı yağlar, arpa, tuz, hurma,
üzüm, kâğıt gibi yüzlerce mal misl dir. Arazi, ev, dükkân, elde yapılmış mobilya, hayvanlar vb.
da kıyem mallardır.
Görme muhayyerliği şu durumlarda düşmektedir:
a) Malı veya örneğini görmekle.
b) Satın alanın ölmesiyle muhayyerlik vârislere geçmez ve akit kesinleşir.
c) Akit mevzûun malın değişikliğe uğraması ile.
d) Satın alanın mevzû üzerinde, feshi kabil olmayan bir tasarrufta bulunması ile.
12
Bu sitede de okuduğum kadarıyla Kur’ân’da “hamr” olarak
geçen ve “sarhoş edici” özelliği bulunan alkol türleri necistir
ve haramdır denilmektedir bazı parfüm,ağız bakım suyu ve
deodorantlarda bulunan alcohol denat veya benzyl alcohol
gibi kimyevi maddeler
Bunların içilmesi caiz değildir. Amcak kullanılabilir. Örneğin parfümün içinde varsa
kullanmakta bir mahzur yoktur.
13
Hz. Muhammed (s.a.v)'in soyunun Hz. İbrahim'e
dayanmadığı iddia edilmektedir. Bu konuda tarihi bilgiler var
mıdır?
Bu tür iddiaları seslendirenler genellikle yahudi kökenli bazı fanatik ve de cahil
uydurukçulardır.
İlgili iddiada Yunan ve Roma tarihçilerinin veya coğrafyacılarının Mekke’den söz
etmemelerini Mekke’nin miladi 4. asırdan önce olmadığına delil getirilmiştir. Halbuki Mekke,
eskiden küçük bir köydür. Bir devlet değildi ki, meşhur olup ondan bahsedilsin. Binlerce köy
var ki, aynı tarihçiler onlardan da söz etmemişler. Onların söz etmemeleri, bu köylerin
olmadığına delil getirilebilir mi?
Bu zırvanın altında yatan asıl sebep, -bir kısım batılı dinsizlerin ve dinsiz oldukları kadar da
İslam’a karşı kin ve nefretin verdiği sarhoşluk içinde zırvanın zirvesine ulaştıkları bir noktada:
“Hz. Muhammed diye bir şahıs tarihte gelmemiş, bu sadece bir efsanedir..” türünden
yaptıkları açıklamalarının bir kopyasını -İslam kültüründe mevcut olan bazı bilgileri; özellikle
İslam dini ile Hz. İbrahim arasındaki bağları yalanlamak suretiyle-yeniden gündeme taşımaktır.
İnternetin değişik sitelerinde yer alan ve Dr. Refat Amari tarafından kaleme alınan ingilizce
yazıda bu hususu kolaylıkla anlayabiliriz. Hz. Muhammed’in Hz. İsmail ve Hz. İbrahim’im
neslinden olmadığını anlatan şu ifadelerinden de bunu anlamak mümkündür: “The True
Origin of Mohammed: The family of Mohammed, as Sabaean of Cushite origin
descending from Ham, can't be connected with Ishmael and Abraham, who were of
Semitic origin.”
Şimdi bir müslüman olarak biz, Kur’an’a, Hz. Muhammed’e, binlerce İslam bilim adamlarına
mı inanacağız yoksa, bu yahudi kökenli İslam düşmanı siyoniste mi inanacağız?
Araplar neseb ilminde ileri seviyeye ulaşmış, kendi nesebini çok iyi bilen, kendi çocuklarına
öğreten ve nesilden nesile aktaran bir millettir. Peygamberimiz de kendi nesebinin Hz.
İbrahim'e dayandığını ifade etmişlerdir. Tarih kitaplarında da Peygamber Efendimizin Hz.
İbrahim'e kadar giden şeceresi kaydedilmiştir. Tereddüte düşecek bir durum da yoktur.
Şunu çok iyi biliyoruz ki, güneş üflemekle sönmez, göz yummakla gece olmaz.. Gözünü
kapayan kendine gece yapar. Güneşi üflemekle söndürmeye kalkışan maskaralığını dünyaaleme ilan etmiş olur. Bunun gibi Hz. Muhammed güneşini, Kur’an güneşini, İslam güneşini
söndürmeye teşebbüs eden kimse, ahmaklığını, basiretsizliğini, akılsızlığını, vicdansızlığını,
dinsizliğini, mecnunluğunu dünyaya ilan eden sefih bir şovmen koltuğuna oturmak zorunda
kalacaktır.
Hz. İbrahim’den beri Tarih boyunca Arapların en çok övündüğü husus Hz. İbrahim’in torunları
olmasıdır. Çünkü, Kâbe’nin Mekke’de olması, bu bağı her zaman canlı tutmuş ve Mekkeli
Arapların diğer yerlerdeki Araplar tarafından -Kabe hürmetine- daima saygı görmüşlerdir(bk.
Kureyş Sureş suresi).
14
Bir söz var: “Bir tek doğru, binlerce yalanı bir anda yok eder”. İşte dünyada ondan daha
doğru bir kaynak, bir semavi kitap olmayan Kur’an’ın ifadesi:
“Biz Beytullâh’ı insanlara sevap kazanmaları için toplantı ve güven yeri kıldık. Siz de
Makam-ı İbrâhim’i namazgâh edininiz! İbrâhim ile İsmâil’e de: “Tavaf edenler, itikâfa
girenler, rükû ve secde edenler için bu Evimi tertemiz bulundurun!” diye
emretmiştik. Ve o vakit İbrâhim: “Ya Rabbî, burayı güvenli bir şehir yap. Buranın
halkından Allah’a ve âhiret gününe iman edenleri çeşit çeşit mahsullerle rızıklandır!”
dedi. Bunun üzerine buyurdu ki: “Onlardan inkâr edeni dahi rızıklandırıp az bir zaman
hayattan nasip aldırır, sonra da onları cehennem azabına sürerim. Orası varılacak yer
olarak ne fena bir yerdir! İbrâhim ile İsmâil beytullah’ın temellerini yükseltirken şöyle
dua ediyorlardı. Ey bizim Kerîm Rabbimiz! Yaptığımız bu işi kabul buyur bizden!
Hakkıyla işiten ve bilen ancak Sen’sin.”(Bakara, 2/125-127)
“Biz vaktiyle İbrâhim’e Beytullahın yerini belirlediğimiz zaman: “Sakın Bana hiç bir şeyi
ortak koşma ve Ben’im Mâbedimi tavaf ederken, kıyamda, rükûda veya secdede olarak
ibadet edenler için tertemiz tut, diye emrettik”(Hac, 22/26)
Sahih-i Müslim’de yapılan rivayete göre Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: “Allah
İbrahim’in çocuklarından İsmail’i seçti, İsmail’in çocuklarından Benu Kinane’yi seçti,
Bunu Kinane’den Kureyş’i seçti, Kureyş’ten Benu Haşim’i seçti, Beni de Benu Haşim’den
seçti”(Müslim, Fedail, 1)
Hz. Muhammed’in nesebi (kendisinden yukarıya doğru) şöyledir:
1. Hz. Muhammed 2.Abdullah 3.Abdulmuttalib 4.Haşim 5.Abdimenaf 6. Kusay 7.Kilab
8.Mürre 9.Kâb 10. Lü 11.Galib 12. Fihr 13. Malik 14. Nadr 15.Kinane 16. Huzeyme 17
Müdrike 18. İlyas 19.Mudar 20. Nezar 21 Ma’d 22. Adnan.
İbn Abbas’ın bildirdiğine göre, Hz. Peygamber Ecdadını -Tam-Adnan’a kadar sayar ve
“bundan sonrası için susun” diye emretmiştir(bk. İbn Hcaer, babu Meb’asi’n-nebbiy).
Aşağıda meali verilen ayette Hz. Peygamber ve akrabası olan arapların Hz. İbrahim’in
soyundan geldiği açıkça iafde edilmektedir: “Allah yolunda gereği gibi cihad edin. Sizi
insanlar içinde bu emanete ehil bulup seçen O’dur. Din konusunda, size hiçbir zorluk da
yüklemedi. Haydin öyleyse babanız İbrâhim’in milletine ve yoluna! Bundan önce de, bu
Kur’ân’da da, size Müslüman adını veren O’dur. Ta ki Resul size şahid olsun, siz de diğer
insanlar nezdinde Hakkın şahitleri olasınız. Haydin namazı hakkıyla ifa edin, zekâtı verin
ve Allah’a sımsıkı bağlanın. O sizin biricik mevlanız, efendinizdir. O, ne güzel mevla ve ne
güzel yardımcıdır.”(Hac, 22/78).
“İnsanlar içinde İbrâhim’e en yakın olanlar, ona tâbi olanlar, bu Peygamber ve bu
Peygambere iman edenlerdir. Allah müminlerin dostudur”(Ali İmran, 3/68).
15
Kıyamet günü, hasımlar arasında iyilikler alınarak kısas ve
hesaplaşma olması haktır, sözü ne demektir?
Soruda geçen hüküm, hadislerden alınmıştır:
Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz (asm):
“Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa altın ve
gümüşün bulunmayacağı kıyamet günü gelmeden önce o kimseyle helalleşsin. Yoksa
kendisinin sâlih amelleri varsa, yaptığı zulüm miktarınca sevaplarından alınır, (hak
sahibine verilir). Şayet iyilikleri yoksa, kendisine zulüm yaptığı kardeşinin günahlarından
alınarak onun üzerine yükletilir.” (Buhâr , Mezâlim 10, Rikak 48)
Müslümanın her türlü zulüm ve haksızlıktan uzak durması gerekir. Bilerek veya bilmeyerek
zulüm ve haksızlık yapmış olan bir kimse haksızlık ettiği kimselerle bu dünyada helalleşip
hesaplaşmalıdır. Çünkü kıyametteki hesaplaşma sevapların alınması veya günahların karşı
tarafa yüklenmesi şeklinde olacaktır. İlahi adalet gereği kıyamette böyle yapılacaktır.
Nitekim Hz. Peygamber (asm), başka bir hadisinde Allah'ın huzuruna kul hakkı ile gelen
kimseyi müflis olarak tanımlayarak şöyle buyurur:
"Müflis şu adama derler ki, dünyada yaptığı bütün ibadet ve taatın sevabı ile Kıyamet
gününde Allah'ın huzuruna gelir. Bu adam dünyada birçok hayırlar, ibadetler yapmış
olmakla birlikte başkalarına zulmetmiş, kimini dövmüş, kiminin gönlünü kırmış, şuna
buna eliyle ve diliyle eziyet etmiş... İşte bu hak sahiplerinin hepsi o adamın çevresine
toplanacaklar, haklarını isteyecekler: "Bana dünyada iken şöyle yaptı, hakkımı al ya
Rab!" diye davacı olacaklar. Allah bunun hayır ve iyiliklerinden hasıl olan sevapları
bunlara taksim edecek, fakat borcu yine kapanmayacak. Nihayet onların günahlarını
bunun üzerine yükleyecek, Cehennem'e gönderecek. İşte asıl müflis böyle bir adamdır."
(Müslim, Birr, 60; Tirmizi, Kıyame, 2)
Müslüman Allah'a teslim olmuş kişidir. Allah'ın bir adı da el-Hakk'tır. Hak, ayrıca gerçekliği,
doğruluğu ve adaleti, başka bir deyişle her şeyi yerli yerine koymayı, her şeyi yerli yerinde
yapmayı da belirtir. Bunun karşısında temelsizlik ve zulüm vardır. Hakk'a teslim olan kişi
O'nun gösterdiği biçimde doğruluk ve adalete yönelir, batılın ve zulmün karşısında yer alır. Bu
nedenle Müslüman, Hz. Peygamberin (asm) yaptığı gibi "diğer müslümanlara eliyle ve
diliyle zarar vermeyen" (Buhari, İman, 4,5) eş deyişle hiç kimseye hiç bir şekilde haksızlık
etmeyen kişi olarak da tanımlanabilir.
Zulüm, insan hayatının her alanı ve safhasıyla ilgili olabilir. Bu alan, madd veya manev bir
nitelik arzedebilir. Namus, şeref, haysiyet ve hürriyet gibi yüce duygular, hayatın temelini
teşkil eder. Bunlara tecâvüz, zulmün en büyüklerinden sayılır.
Diğer taraftan mal, can, yaşama hakkı, kazanç elde etme, teşebbüs hürriyeti ve benzeri hususlar
madd hayatın temel unsurları olup, bunlara yönelik haksızlıklar, zulmün daha yaygın olanı ve
bilineni kabul edilir.
Manev veya madd hayata yönelik zulüm işleyenlerin, kıyamet günü gelmeden önce bir çıkış
yolları vardır. O da kendilerine zulmettikleri kimselerle önce helâlleşmeleri, sonra da tövbeye
yönelmeleridir.
16
Bu helâlleşme, şayet üzerlerinde madd haklar varsa onu ödeme, dünyada üzerlerine terettüp
eden cezayı çekme, hak sahipleriyle helalleşme ve neticede Allah’a tövbe etmekle mümkündür.
Zira kıyamet günü, altın ve gümüşün olmayacağı bir hesaplaşma günüdür. O günde, herkes iyi
veya kötü amellerinin karşılığını görecektir.
Buradaki hesaplaşma, sevapların alınması veya günahların yüklenmesi ile dengelenir. Yani,
zalim veya günahkâr birinin sevapları varsa, yaptığı zulüm veya işlediği günah sebebiyle, onun
sevapları hak sahiplerine verilir. Şayet bu alınan sevapları, haksızlıklarını karşılamazsa, o
takdirde hak sahiplerinin günahlarından alınıp onun üzerine yükletilir; böylece kimsenin
kimsede hakkı kalmaz. Bu, ilâh adaletin gereğidir.
Buna göre:
- Madd ve manev her çeşit zulüm ve haksızlıktan uzak durmak gerekir.
- İnsanın malına, mülküne, canına tecâvüz zulüm olduğu gibi, namusuna, şerefine, haysiyetine
tecâvüz de zulümdür.
- Bilerek veya bilmeyerek zulüm ve haksızlık yapmış olan bir kimse, zulmettiği, kendilerine
haksızlık ettiği kişilerle helâlleşmelidir.
- Kıyamette hesaplaşma olacak, her hak sahibine hakkı eksiksiz verilecektir.
- Zulüm ve haksızlık, sâlih amelleri bozar ve sevâbını da giderir.
17
Kabe resmi veya maketine karşı namaz kılmanın bir
sakıncası olur mu?
Bu konuyla ilgili sorudaki açıklamaların yeterince aydınlatıcı olduğunu düşünüyoruz. İslam'da
kıbleye dönmek demek, kıbleye tapmak manasına gelmediğini sizler de işaret ettiniz.
Aslında kıbleye dönmek kalıpla; Allah'a dönmek kalple olmaktadır. Ruh ve beden birliğini
sağlamak için tevhit inancının yeryüzündeki en büyük sembolü olan Kâbe’nin yeri elbette
ayrıdır.
Üzerinde Kâbe resmi ve camii resimleri bulunan namazlık veya seccade üzerinde veya kıble
cihetindeki duvara asılmış bulunan Kâbe resmine yönelerek namaz kılmakta bir sakınca yoktur.
Bunu Hıristiyanların adetleri ile karşılaştırmak doğru değildir.
Ancak, Kabe’nin maketini, resmini -feyiz almak kastıyla- kıbleye doğru asmak İslam ruhuma
aykırı olduğu gibi, ibadetin ihlasına da uygun değildir.
Kanaatimize göre, söz konusu Kur'an kursunda veya ilgili yerlerde feyiz almak kastıyla bu
maket konulmamıştır. Çünkü görevli hocaların bu konuyu bilmemelerini düşünemiyoruz.
18
Download