İKAME ve TERCÜME - Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi

advertisement
İKAME ve TERCÜME*
DİNİN AKTARICISI ve
YORUMLAYICISI OLARAK FELSEFE
Thomas M. SCHMİDT**
Çev: Mustafa EREN***
Öz
Bu derleme kitabın başlığındaki "Dinler birbirini ikame eder
mi?" sorusu, diğer yönlerinin yanında bir de anlam kuramsal boyut
içerir. Buysa belirli bir dinin içeriğinin bir diğerinin diline çevrilip
çevrilemeyeceği sorusu kalıbında verilebilir. Hangi anlam kuramsal
koşul altında bu mümkündür? Dinlerin sınırını aşan bir anlam mübadelesini mümkün kılan, tercümeye ait bir tertium comparationis
(üçüncü karşılaştırma) var mı? Çeşitli dini inançların temelinde
paylaşılan anlam şeklinde bir ortak çekirdek var mı, farklı şekilde
*
**
***
Austauschbarkeit und Übersetzung. Philosophie als Vermittler und İnterpret von
Religion.“, in: Sind Religionen Austauschbar? Philosophisch-Theologische Positionen
aus christlicher Sicht. Johannes Arnold (HG.), Aschendorff Verlag, Münster 2012. S.
(135-150). Bu çeviri ilgili yayın evinden izin alınarak yapılmıştır.
Prof. Dr., Johann Wolfgang Goethe –Üniversitesi Katolik Teoloji Fakültesi, Din Felsefesi Kürsüsü, Goethe-Üniversitesi Felsefe Enstitüsü’ Felsefe ve Tarih Bilimleri Bölümü,
Frankfurt am Main.
Yrd. Doç. Dr., Kocaeli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İslam Felsefesi
Anabilim Dalı, [email protected]
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi
Cilt 15, Sayı 3, 2015
ss. 225-238
Çevirisi yapılan makalede post-seküler toplumlarda dinlerin konumlandırılışı ve
bu toplumlardaki rolü ele alınmaktadır. Bu çerçevede dinlerin hem birbirlerini
ikame hemde seküler bir dile tercüme edilebilirlikleri ve bundan doğan sorunlar
ortaya konulmaktadır. İlk adımda, din dilinin tercüme gereği güncel felsefenin
Kantçı yaklaşımından hareketle açıklanmaktadır. Sonraki adımda post- seküler
kavramını felsefe literatürüne kazandıran Jürgen Habermas’ın işaret ettiği din ile
seküler ahlak anlayışı arasındaki çelişkiler felsefenin arabuluculuğu zemininde
tartışılmaktadır.
db 15/3
THOMAS M. SCHMİDT
dile getirdikleri bir ortak gerçekliğe mi gönderme yaparlar? Günümüz çoğulcu dinler ilahiyatının, dinleri bir aşkın gerçekliğin farklı
ifade biçimleri olarak kavrayan çok sayıda temsilcisi bu görüşü savunur. Buradan hareketle çeşitli din dillerinin göndermede bulunduğu o gerçekliğin ilgili dini ifadeden bağımsız nasıl adlandırılacağı
ve tanımlanacağı sorunu ortaya çıkar. Bunların tarifi öteden beri
dinden arındırılmış bir dil, daha doğrusu belirli bir dinin dili olmayan bir dile gerek duymuştur. Yine de, farklı din dillerinin ele aldığı
o gerçekliğe güvenilir şekilde gönderme yapabilmelidir. Bu başarılsa da, dinlerin tercüme kuramı böylesi tercüme olaylarında asıl
olanın yitip gitmediği şeklindeki çetrefil soru yanıtsız kalacaktır.
Farklı dinler aynı -ilahi ya da aşkın- gerçeklikten söz etseler dahi,
farklı şekillerde söz ederler. Bu itibarla tam da ilgili din dilinin kendi özgünlüğü olarak algılanan şey çeviri esnasında yitip gidebilir.
Bu sayede dinler, yerleşik ve dini konuşma uygulamalarının belirli
bir biçimine bağlı olarak çeviri esnasında aidiyet duygusu veren ve
eminlik sağlayan işlevi yitirirler.
226| db
Olağan durumda felsefeden, dini konuşma için böylesi tarafsız
ve genel bir üst dil hazır etmesi beklenir. Felsefe, dini inançların
içeriği hakkında dini olmayan bir tarzda konuşabilmelidir. Bu yolla,
dinler için diyalog ve karşılaştırma zemini sunar. Aynı zamanda,
uygunsuz ve tahrif edilmiş dini iletişimin sınırlandırılması ve eleştirilmesinin kıstasını da sunar. Din dillerinin ufkundan felsefeye getirilen bu rol beklentisi geçmişte hep metafiziğe yönelirdi. Metafizik,
daha doğru tanımıyla felsefi uluhiyet öğretisi olarak metaphysica
specialis, dinlerin henüz ilgili inancın ve onun dildeki ifade biçiminin ulaşamadığı ortak içeriğini akılcı tarzda ifade etmeliydi.
Bu nedenle, güçlü dini ve dünya görüşü çoğulculuğu çağında
metafizik temelli tanrı öğretisinin yeniden gündeme gelmesi şaşırtmamalıdır. Ne de olsa gerçekçi yaklaştığımız ve de analitik din felsefesi çevrelerinde temsil edildiği şekilde tanrı konuşması, artan
cazibesini sadece, ayrıksı ve kısmen de uyumsuz dini görüşler arasındaki rekabet ve farkları bilişsel ufuklara açmak ve rasyonel çözüme ulaştırmaya yönelik açık seçik bir rasyonel kıstas vaadine
borçlu değildir. İlginçtir, hem belirli bir dinin üstünlüğünü varsayan
münhasır modeller, hem de çoğulcu din ilahiyatı, dinde ifade bulan
görüşlerin atfedildiği uluhi gerçekliğin realist bir kavramından hareket ederler. Tanrı kavramına getirilen gerçekçi yaklaşım din ilahiyatı münhasırlığını savunanlar ve de çoğulcular tarafından aynen
üstlenilir; amaç dinlerin ikame edilebilirliği ve denkliği sorununu,
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 15 SAYI 3
DİNİN AKTARICISI VE YORUMLAYICISI OLARAK FELSEFE
ister olumsuzlayıcı isterse onaylayıcı olsun argümanlarla karara
bağlamaktır.
Kıta Avrupası din felsefesinin yolu farklı olmuştur. Kant'ın saf
kavramlardan yola çıkarak tanrıyı bilmenin anlamsızlığı ve gereksizliğine eleştiri getirmesinden bu yana farklı dinlerin matuf olduğu
bilişsel ve anlamsal içeriğin eleştiri yoluyla yeniden inşa edilmesi,
objektif metafizik bilgi ve varlık faraziyesinin araçlarıyla sağlanmaz.
Kıta Avrupası bağlamında "din felsefesi" adında bir bilim branşının
oluşması tam da Kantçı metafizik eleştirisine verilen cevaptır. Dinlerin genel ve makul içeriğini felsefe yoluyla yeniden inşa çabası,
metafizik yoluyla tanrıyı bilmenin yerine insanların inanç edimlerinden hareket eder. Makul inancın özünde belirli bir meşru ameliye yatar, inançtan bağımsız meşrulanan varlık faraziyeleri değil. Bu
itibarla, analitik din felsefesi ile Kıta Avrupası din felsefesi arasındaki tartışmanın, Kant’ın metafizik uluhiyet öğretisine getirdiği
eleştirinin inandırıcı olup olmadığı ve dinler üzerine felsefi düşünme tarihinde geri dönüşü olmayan bir durak olup olmadığı sorularında odaklandığı şaşırtmamalıdır.
Burada bu sorunu gerektiği gibi ele alamayız, hatta çözemeyiz
de. Aşağıda bunun yerine, Kant’ın metafizik eleştirisinin doğru olduğu varsayımıyla, dinlerin tercüme edilebilirlikleri anlamında
ikame edilebilirlikleri için hangi sonuçları doğurduğu tartışılacaktır.
İlk adımda, din dilinin tercüme gereği güncel felsefenin Kantçı yaklaşımından hareketle açıklanacaktır (1. Kısım). Sonraki adımda
ahlâk felsefesinin kodunu yazdığı böylesi bir çeviri programının
barındırdığı ve Jürgen Habermas’ın işaret ettiği çelişkiler, din ile
seküler-akılcı bir ahlâk arasındaki farkı vurgulayan bir tercüme
modelinin şimdilik cazip görünmesini sağlar (2. Kısım). Ancak bu
program hem ahlâki hem de dini özneler olmak üzere fertlerin tam
da bu anlamsallığın dışında kaldığı sonucunu doğurur. İşte bu durumda, yabancı olanın olgun şekilde kavranılması anlamında bir
tercümeden söz edilemez. Sonuç olarak, pragmatik anlama ve çevirme modeli uygun görülmelidir (3. Kısım). Burada din dilinin
anlamı, gizli kuralcılığın açığa vurulmasıyla açılır. Bu kuralcılık
alışkanlık oluşturan uygulamaların ifadesi olduğu için de, çeviri
etkinliği basitçe bilgi içeriklerinin aktarımından ibaret olmamalıdır,
tersine ortak uygulamaların kurgulanması ve alışkanlık durumuna
gelmesini de kapsamalıdır.
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 15 SAYI 3
db | 227
THOMAS M. SCHMİDT
1. Kurtarıcı Yapıçözüm
Dini Görüşlerin Ahlâk Felsefesi Açısından Tercümesi
Bilindiği üzere Jürgen Habermas, "dini cemaatların hep daha
fazla sekülerleştiği bir çevrede"1 kalıcı varlık gösterdiği güncel toplumsal durumu "postseküler" tabiri ile ifade etmiştir. Bu kavram,
dini cemaatların seküler çevrenin tam ortasında varlığını sürdürdüğü toplum gerçeğine uymayan, çizgisel ilerleme şeklindeki ilericiiyimser laikleşme anlayışını ve de muhafazakar-kötümser, dini geleneklerin çöktüğünü ve değer kaybettiğini savunan modeli kapsar2.
Bu anlamda, 2001 yılındaki Barış Ödülü konuşmasından bu yana
Habermas, dini ve seküler görüşlerin bir arada yaşamalarını savunur.
Yani hem laik hem dindar yurttaşlar için aynı tartışma kuralları
geçerli. Dindar ve laik yurttaşların arasındaki ilişkinin adaletli ve
karşılıklı olması için, dindar kişiden kendi temel inanışlarına özeleştiri ve mesafe koyucu yaklaşım beklenmelidir. Bu durum özellikle
dini görüşler, kanunların ve devletin yaptırım gücünün uygulandığı
228| db fiillerin gerekçelendirilmesinde kullanılmak istendiğinde böyledir.
Bu koşullar altında dini görüşler, laik insanlar için prensipte anlaşılmaz olmayan bir dile çevrilmelidir. Ancak bu iş birlik içinde çeviri
sürecinde laik kişiden de kendi görüşlerini yanılma kaydına tâbi
tutması istenecektir. Postseküler toplumda yapılacak eşit kamusal
tartışma, laik yurttaşların dini içerikleri maddi tartışma ve çeviri
yoluyla derk etme sürecine girmeye hazır oldukları koşulunu da
yerine getirmelidir. Yine de dinlerin diğer dinlerle, modern bilimle
ve demokratik hukuk devletiyle ve aynı şekilde evrensel ahlâk ile
diyaloğa gireceği standartları seküler akıl tanımlayacaktır. Dinin bu
koşulları kabul etmesi karşısında seküler akıl için -doğalbilimci akılcılık paradigmasında ifadesini bulan- tek yanlı akılcılık kurbanı
modernlik karşısında verdiği savaşında müttefik olabilir. Habermas’a göre seküler akıl, çoğulcu toplumda, kendiliğinden saldırgan
modernliği kendisinden koruyabilecek dinin eleştiri potansiyeline
muhtaçtır.
Dini görüşlerin, seküler aklın felsefi kavramlarına tercüme
edilmesiyle Habermas’a göre "yıkıcı olmayan laikleşme"3 gerçekle1
2
3
J. Habermas. Glauben und Wissen. Friedenspreis des deutschen Buchhandels 2001,
Frankfurt am Main, s. 13.
A.g.e.
A.g.e., s. 29.
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 15 SAYI 3
DİNİN AKTARICISI VE YORUMLAYICISI OLARAK FELSEFE
şir. Böylesi bir laik tercüme dinin imhası değil, tersine "kurtarıcı
yapıçözümü"dür4. Habermas yukarıda andığımız bağlamlarda, dindar ve laik yurttaşların ortak akla başvurmasının bilişsel koşullarını
ve bağlayıcı standartlarını belirlemek amacıyla dini içeriklerin tercümesi sorununu tartışır. Bu sayede dini fanatizmleri ve gerici görüşleri, genel anlamda bağlayıcı ve yaptırım gücü olan bir yasamanın temeli olmak istediklerinde siyaset sahnesinden dışlayabilecek
bir eleştirel süzgeç getirilmelidir. Öte yandan aynı süzgeç, laik hukuk ilkelerine göre işleyen siyasi düzeni ve kamunun normatif özkimliğini zenginleştirmeye yatkın bir dini semantiğin kavram ve
içeriklerinin kamusal alana akmasını sağlayacak düzeyde geçirgen
olmalıdır da. Buradan hareketle, biyoloji ve nörobilim çevreleriyle
yürüttüğü tartışmalar sonrasında Habermas'a göre ancak belirli
ahlâki hislerin "bugüne değin ancak din dilinde yeterince farklılaşmış olarak ifade"5 bulduğu görülür. Örneğin insanın ilahi surette
olduğu düşüncesi, "dini duyarlılığı olmayanlara da [...] bir şeyler
ifade eden bir sezgi" anlamına gelir. Habermas, "metafizik sonrası
düşüncenin iyi ya da hatalı olmayan yaşamla ilgili esaslı sorunlarda
bağlayıcı görüşler bakımından kendine giygirdiği" kanaatkârlık db | 229
gömleğini açık açık savunur.6 Aynı zamanda tartışma kuramının
ancak seküler nitelikli olan ve bu sayede "dünyagörüşlerinde çoğulcu olan bir toplumda makul olarak kabul edilebilir olan"7 argümanların zorunlu ahlâki gerekçeler statüsünü haiz olabileceği şeklindeki
merkez fikrini de güçlendirir. Yine de bu evrensel akılcı ahlâk,
yaşama evrenlerinde dinler, "metafizik öğretiler ve hümanizma
gelenekleri"8 içinde vücut bulan çoğulcu etik bağlamlara yerleşik
durumdadır. Bu bağlamlar farklı, kültürel bakımdan esnek insan
suretleri tanımlarlar. Ama yerleşik olmanın tikel bağlamları şeklinde, insan türünden olmaları üzerinden herkese ait ilgili ahlâki hakların evrensel geçerliliğinin gerekçesini oluşturmazlar.
Habermas’ın tarif ettiği iş birlik içinde tercüme süreci, postseküler koşullar altında siyasi eşitlik ilkesini hem dindar hem de laik
yurttaşlar için geçerli kılan karşılıklı ve insanlar arası bir ilişki biçimidir. Yine de bu ilişki, semantik açıdan bakıldığında eskiden beri
olduğu gibi asimetriktir. Ne de olsa maddi tercüme işi seküler akıl
4
5
6
7
8
A.g.e., s. 23.
A.g.e., s. 29.
J. Habermas. Die Zukunft der menschlichen Natur: auf dem Weg zu einer liberalen
Eugenik?, Frankfurt am Main 2001, s. 9.
A.g.e., s. 40.
A.g.e., s. 74.
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 15 SAYI 3
THOMAS M. SCHMİDT
perspektifinden yapılır. Din, tercümenin kaynak dili, seküler akıl ise
hedef dildir. Bu durum, Habermas tarafından formüle edilen, seküler aklın "dini söylemde bahis konusu olanı" kendine "dini tecrübe
olarak alamayacağı" şeklindeki kısıtlayıcı şartta kendini gösterir.
Şimdiyse "iş birlik içinde tercüme", ya da "kurtarıcı derk" talebinin
nasıl olup ta "dini tecrübenin (opak) çekirdeğinin"9 tartışmacı düşünceye " felsefi tefekkürün sadece çember içine aldığı ve anlaşılmaz bıraktığı estetik görüşün çekirdeği" kadar "kökünden yabancı"10
olduğu anlayışıyla uyum içine getirilebileceği sorusu ortaya çıkar.
Habermas dini içeriklerin yerinde felsefi tercümelerine yönelik
temel kavram ve işleyiş sorularını Kant'ın din üzerine yazısında
geliştirdiği etik topluluk fikri örneğinde çok etkileyici şekilde inceler. Kant'ın din felsefesine bakan Habermas, felsefenin en uygun
nasıl dinin tercümanı ve de yorumlayıcısı olarak görev alacağıyla
ilgilenir.11 Tercüman rolündeki felsefe "inananlar, başkasına inananlar ve inanmayanların esaslı yaşam tasarılarının meşru çoğulculuğu içinde aydınlatmacı, ama ukala olmayan bir rakip olarak orta12
230| db ya çıktığında" ahlâki, hukuki ve siyasi birlikteliği destekleyebilir.
Yorumlayıcı rolünde ise ek olarak, "gerçi başka kaynaklardan neşet
eden, ama felsefi kavramın işçiliği olmaksızın ortak aklın aydınlığına kavuşamayan ve kapsül içinde kalan duyarlılıkları, düşünceleri
ve motifleri yenilemeye" katkı sağlayabilir.13
Yani Habermas "Kant'ın din felsefesiyle, dini görüşlerin semantik mirasının inançla bilgi evrenleri arasındaki sınırı silmeden nasıl
alınabileceği bakımından" ilgilenir.14 Habermas'ın ortaya koyduğu
gibi, en yüce varlığın desteklenmesi ödevi, dini düşüncelerin Kant'ta
özerk akılcı ahlâkın konusu yapıldığı kavramsal giriş noktası olur.
Din, tamamıyla özerk sayılabilecek bir pratik ihtiyacın gerçekleşme
boyutu olarak görülebilir. Bu ihtiyaç, prensipte dini uyarım olmadan da ortaya çıkabilecek salt akılcı bir ihtiyaçtır, ne de olsa eşit
9
10
11
12
13
14
J. Habermas. Religion in der Öffentlichkeit. Kognitive Voraussetzungen für den ‚öffentlichen Vernunftgebrauch‘ religiöser und säkularer Bürger, iç.: a.g.y., Zwischen Naturalismus und Religion. Philosophische Aufsätze, Frankfurt am Main 2005, s. 119154, s. 150.
A.g.e.
J. Habermas. Die Grenze zwischen Glauben und Wissen. Zur Wirkungsgeschichte und
aktuellen Bedeutung von Kants Religionsphilosophie, iç.: a.g.y., Zwischen Naturalismus und Religion. Philosophische Aufsätze, Frankfurt am Main 2005, s. 216-257.
A.g.e., s. 249.
A.g.e.
A.g.e., s. 218.
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 15 SAYI 3
DİNİN AKTARICISI VE YORUMLAYICISI OLARAK FELSEFE
saygı ahlâkı "herhangi bir dini yerleşiklik bağlamından bağımsız
olarak" herkes için geçerlidir.15 Bu itibarla Kant'ın ahlâk felsefesindeki din kavramı, hep çoğul kipinde ifade edilen ve vahye dayanan
pozitif dinlerden bağımsız olarak makul bir din temel anlayışını
yeniden inşa etmeye kalkışır. Ancak ahlâk felsefesi alanında yürütülen bu yeniden inşa, bir indirgeme niteliğini haiz değildir. Habermas'a göre Kant'ın din felsefesi, dinin eleştirisinde sona ermez, tersine "aklı, felsefenin de bizzat bir uyarım alabileceği ve bu itibarla
bir şeyler öğrenebileceği kaynaklara yönlendirmek şeklindeki yapıcı
anlama da" sahiptir.16
Saf dini inanç, ahlâki sorumlulukların kuru farkındalığını aşar
ve ahlâki bir son amacın gerçekleştirilmesini hedef edinir. Bu gerçekleşmenin ise ancak yüce bir kuvvet tarafından yapıbileceği düşünülür. Etik topluluğun desteklenmesi fikri bu durumda, salt idrak
etmenin ötesinde özerk ahlâkın geçerliliğine uzanan pratik akılcı bir
ihtiyacın ifadesidir. Habermas haklı olarak "sadece dolaylı olarak
ahlâki fiillerin toplamından neşet eden genel mutluluk ideal durumunun [...], Kantçı ahlâk kuramının öncülleri altında aslında ödev
db | 231
yapılamayacağına"17 dikkat çeker. Bunun anlamı, ahlâkın makul
geçerliliğinin dini inançla payandalanması gerektiği değildir. Kant
bundan çok "daha iyi bir dünya umudunu bizzat ahlâk adına eklemledi, yani ahlâki zihniyetin özgüvenini güçlendirmek ve bozgunculuk karşısında korumak için."18 Kant "öncelikle dini içerikleri kavramlar arasına almayı istemez, tersine bizzat dini inanç modunu
akla bütünleştirmeyi ister."19 "İnanç tutumunun makul muadilini,
inançlının bilişsel alışkanlığını" arar.20 Ancak bu makul inanç modu
şeklindeki pragmatik tutum, kendisine biçim veren, sağlamlaştıran
ve uyaran dini içeriklere bağlıdır.Çünkü "pozitif dinin bizim hayal
gücümüzü uyaran resimler hazinesi ile sunduğu tarihi avans olmadan, pratik aklın, daha önce dinen telaffuz edilmiş olan bir ihtiyacı
makul düşünceler ufkuna almaya çalıştığı koyutlara götüren epistemik uyarımı eksik kalırdı."21
15
16
17
18
19
20
21
A.g.e., s. 219.
A.g.e., s. 222.
A.g.e., s. 225.
A.g.e., s. 229.
A.g.e., s. 230.
A.g.e., s. 229.
A.g.e., s. 231.
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 15 SAYI 3
THOMAS M. SCHMİDT
Habermas’a göre Kant bu "epistemik bağımlılığı" tam olarak itiraf etmez.22 Bu ise onun din felsefesi yaklaşımında temel kavramlar
arasında gerginlikler doğurur, ne de olsa aklıcı ahlâk bir yandan
pozitif dinin uyarım potansiyelinden beslenirken aynı zamanda
kitap dinini, özellikle de batıl inanç kalıplarındaki somut kilise
inancını keskin ahlâki eleştiriye tâbi tutar. Bu itibarla Kant’a göre
"dini içeriklerin tefekkür yoluyla derk edilmesi denemesi [...], onların doğruluk ve yanlışlıkları hakkında felsefi yargılama şeklindeki
din eleştirisi hedefi ile savaşır."23
Kant’ın dini düşüncenin akıl tarafından yorumlanması ve eleştirisi olarak ahlâk felsefesi tercümesi modeli bu itibarla, hâlâ, dini
içeriklerin felsefi akıl tarafından kurtarılması ve yine onun tarafından eleştirilmesinin teşkil ettiği asimetrik ilişkinin kaypaklığının
etkisindedir.
Bu nedenle dinle seküler akıl arasında her ne kadar karşılıklı
iletişim ilişkisi varsayan, ama farklılaşma kuramı perspektifinden
ise farkları vurgulayan bir tercüme modelinin tercih edilmesi umut
232| db vericidir. Bu uğurda Niklas Luhmann’ın yaklaşımında biçimlendirilen bir sistem kuramsal din modeli uygun düşer.24
2. Dış Kaynaklılık ve Kendine Atıfta Bulunma
Dini Semantiğin Farklılık Kuramı Modeli
Farklılaşmanın dinamiği olarak modernliğin mantığı, iş birlikli
tercüme modelini mümkün kılan yapısal koşulların bazısının sorgulanacağı düzeyde ilerledi. İş birlikli tercüme modelinde din, semantik kaynaklar sunmak yoluyla sosyal bütünleştirme görme işlevine
sahiptir. Dine getirilen bilişsel talepler ve kendi diğeri -din- karşısında aydınlanmış tutum takınmak isteyen laik topluma getirilen
tefekkür gerekleri bir kez de çoklu modernliklerin koşulları altında
bir kez daha keskinleşir. Toplumun farklılaşması ve çoğulculaşması
tam da dinin bütünleştirici işlevini baltalar. Dinin sosyal işlevi artık
birliğin ve sözümona soyut bir akılcı ahlâka ve pozitif hukuka yer
edindirmek değildir, tersine hukuk ve ahlâkın kendi özerk mantığının bilinmesinin teşvik edilmesidir. Usuli aklın ve modern toplumların siyaset, hukuku, bilim ve sanat şeklinde işlevsel farklılaşması22
23
24
A.g.e.
A.g.e., s. 364.
Bak. N. Luhmann. Die Ausdifferenzierung der Religion, iç.: a.g.y., Gesellschaftsstruktur und Semantik. Studien zur Wissenssoziologie der modernen Gesellschaft, Cilt 3,
Frankfurt am Main 1993, s. 259-337.
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 15 SAYI 3
DİNİN AKTARICISI VE YORUMLAYICISI OLARAK FELSEFE
nın semantik boşluğunu doldurmak dini bilincin ödevi değildir. Dini
bilinç, süregelen laikleşme -bunun anlamı süregelen farklılaşmadırkoşulları altında tam da farklılaşma bilinci demektir.
Bu saptamaların, dinin rolünü işlevsel farklılaşma koşulları altında toplum sistemi birliğinin özgün bir yansıması olarak gören
Luhmann’ın sistem kuramsal tarifine yaslandığı aşikar. Aşkınlık ve
içkinliği ayırmak suretiyle din sistemi, sosyal birliğin bir yansıması
şeklindeki özgün katkıyı sağlar. Refleksif dindarlık bu arka plan
üzerinde, farklılaşan alanların özerkliğini ve kendi iç mantığını vurgulayan farklılık bilincine dönüşür. İçkinlik ve aşkınlığın paradoksal
birliğinin sosyolojik işlevi, ilahiyat açısından bakıldığında, tanrı
kavramından renk alır. Luhmann'a göre "adlandırmasını paradokstan kurtarma işinin üstleneceği işlevsel yeri tanrı kavramıyla tanımlamak" üzerimize düşer.25 Bir dini bilinç farklılık kuramı, açıkça
telaffuz edilen bir modernliğin koşulları altında inanca olan inancın
yapısını varsayan bir dini inanç kuramına atıfla psikolojik ve epistemolojik yönden de, niçin "aşkınlığın gerçekliğine olan inancın
ansızın hep inancın gerçekliğine olan inanca tahvil edildiğini" andb | 233
lamanın yerinde araçlarını sunar.26
Bu durumda dinin işlevi, özerk ahlâk ve pozitif hukukun kesif
açıklamaların yaşama evrenlerine etik yoluyla yerleştirilmelerinden
oluşmaz, tersine özerk laik toplumla akıl arasındaki farkın işlenmesinin keskinleştirilmesinden oluşur. Konu, birlikle fark arasındaki
paradoksal birliğin oluşturulması ve işlenmesidir, yani seküler ve
dolayısıyla farklılaşmış toplumların refleksif yoldan ulaşabilecekleri
bütünleşmedir.
Ancak bu dinlerin farklılaşma kuramı modeli, tam da dini ve
laik semantikler arasındaki mübadelenin artık alışılageldiği üzere
anlama süreci şeklinde kavranamayacağı sonucunu doğurur. Ne de
olsa anlaşılması gerekene yapılan atıf, burada, dış kaynaklılığın iç
kurgusu olarak kavramlaştırılır. Dinin sistem kuramsal ve farklılaşma kuramsal analizi dış kaynaklılığı, ileri düzeyde kendi kendine
gönderimsellik olarak görür, ötekiyle kurulan kuşatıcı iletişim olarak değil. Ötekinin gerçekliği dışsal kalır ve sadece kendi kendine
gönderimselliğin karmaşıklığının artırılmasında bir uyarım olarak
işlenir. Niklas Luhmann'ın izinde formüle edilebilecek dinlerin farklılaşma kuramı ahlâkla dinin farklı kodları arasındaki iletişimi tam
25
26
A.g.e., s. 315.
A.g.e., s. 314.
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 15 SAYI 3
THOMAS M. SCHMİDT
da iç karmaşıklığın artırılması olarak kavrar ve katılımcı öznelerin
bireysel görüş ve tecrübelerini sistematik olarak karartır. Sistem
kuramsal konum bu yoldan semantikleri öncelikle bilgi birikimi
olarak kavramlaştırır. Oysa ki, dini ve din-dışı semantiklerin içerikleri bilgi birikimi olarak görüldüğünde, bir anlam sistemi içersinde
bilmek ve fiiller arasındaki karmaşık ilişki karanlıkta kalır. Kurallara
gizliden gizliye uyumlu olmakla bir kurala açıkça uymak arasındaki
fark için yerinde bir kavram eksik kalır. Bu durumda tam da tercüme süreçlerindeki o kaçınılmaz belirsizlik, yani belirli bir inancın
içeriğinin daima sadece kısmen aktarılabileceği ve kavranabileceği
olgusu kuramsal bakımdan uygun tarif edilemez. Habermas'ın
Kant'a geri giden geleneğin izinde dini içeriklerin seküler akılcı
kavramlara tercüme edilmesinin zorunlu unsuru olarak gördüğü
semantik kapsamla bilişsel alışkanlık arasındaki fark ta, semantik
içerikleri öncelikle açık bilginin dışavurumu olarak algılayan bir
anlam kuramı tarafından bütünüyle yakalanamaz. Dini düşüncelerin felsefi kavramlara tercüme edilmesi, Habermas'a göre, seküler
bilme yeteneğinin bizzat dini inançları alımlaması demek olamaz,
234| db tersine inancın tutumu karşısında akılcı bir muadil araması demektir. Bu nedenle semantik mübadele modeli daha en başından, kavramsal içeriği öncelikle bilginin dışavurumu olarak anlayan bir görüşe indirgenmemelidir. Bir alternatif, pragmatik anlam kuramıdır.
Ne de olsa anlamayı öncelikle bilgi mübadelesi olarak görmeyen ve
açık anlamın içsel eylem kuramsal koşullarını daha fazla konu edinen anlam kuramsal bir modele dayanan bir tercüme kavramı sunar.
3. Kurallaşma ve Normatiflik
Pragmatik Perspektifte Anlam ve Tercüme
Bir tercüme kuramı, tercümesi yapılacak kavramların içeriklerine kavuşacağı ön koşulları aydınlatmalıdır. Semantik kuramlar bu
sorunu, hakikat kavramını esas alarak almakla çözmeye çalışıyorlar.
Bu görüşe göre, bir dil ifadesinin anlamını kavramak, onu doğru
yapan koşulları tanımak demektir. Cümlelerin doğruluk koşullarının kuramını geliştiren biçimsel semantik bu anlayışa göre, daha
kapsamlı bir anlam kuramının hareket noktasını ve temelini oluşturur. Buna karşın pragmatik kuramlar dil ifadelerinin kullanımını
esas olarak alır. Dil ifadelerinin nasıl anlam kazandığını görmek
için, kullanıldıkları fiiller incelenmelidir. İşte tam bu noktafa Robert
Brandom'un yaklaşımı, çıkarımsal semantiği pragmatik anlam ku-
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 15 SAYI 3
DİNİN AKTARICISI VE YORUMLAYICISI OLARAK FELSEFE
ramıyla bir araya getirir.27 Bir kavrama hükmetmek, bir semantik
içeriğin belirli bir çıkarımsal tertibini kararlaştırmak ve bu konuda
yönlendirilmek demektir. Kavramlar, gerekçelerin verilmesinin ve
istenmesinden oluşan bir tartışma oyunundaki hamlelerin doğruluğunu belirleyen normlardır.
Herhangi bir şeye atıfta bulunmak için, uyarıcıları sınıflandırma
ve bunlara uygun tepki verme yeteneği kafi gelmez. Kavramlar,
mantık-semantik ağında sahip oldukları muhtemel varsayım ve
çıkarsama konumları üzerinden içeriklerinde belirlenir. Yani kavramsal içerik öncelikle, gerekçelerin verilmesi ve istenmesi sürecinde oynadığı rol bakımından anlaşılmalıdır, öncelikle kavram-dışı
içeriklerin "temsili" olarak değil. Brandom bu sayede, adına “temsil
paradigması“28 dediği yaygın anlayışa karşı çıkar. Temsil paradigması Brandom’a göre günümüzde bile bilgi teorisinde, semantikte
ve zihin felsefesinde hakim durumda. Bu doğrultuda, doğalcı ve
işlevselci zihin kuramlarının çoğu, kavramsal temsil konseptini esas
alarak genel bir bilinç kuramı geliştirmeyi amaçlar. Buna karşın
Brandom kavramsal etkinliği, yani kavramların kullanımını, açılma
db | 235
(ekspresyon) olarak kavrar, temsil olarak değil. Burda açılma, gizli
içeriklerin açık ifade edilmesi, bir jest gibi, demek değildir, tersine
içte olanın açılması demektir. Açılma, içte olanın dışsal olana dönüştürülmesi değildir, kendini ifade etme fiilinde olduğu gibi, tersine kendini açmaktır, içte yer alan bir kural bilgisinin açıkça dile
getirilmesidir. Kavramsal içerikler, bir şeyin nasıl işlediğinin bilgisi
olan içsel doğruluk normlarını açıklar. Kavramlar doğru yapılan
hamlelerin gizli içeriğini, gerekçelerin verildiği ve istendiği bir tartışma oyununda açık hale getirir.
Bir kavramı, ona anlam kazandıracak şekilde kullanmak, bu
durumda, bir kurala uymaktır. Brandom bu pragmatik güdüyü
Wittgenstein’ın kullanıma yönelik anlam kuramından almakla kalmaz, aynı zamanda Kant’a da açık gönderme yapar. Kant’a göre
kavramlar zihnin kurallarıdır; zihnin kullanılması, yani yargılama
etkinliği fiiller gibi içkin normlar tarafından yönlendirilir. Her anlam, gerekçe bildirilmesi ve istenmesinin oluşturduğu sosyal uygulamalarda oluşur. Brandom’un kafasındaki tartışma uygulamaları
fotoğrafı, bakışaçılarında farklı olan, ama yine de objektif hakikat
27
28
R. Brandom. Begrünen und Begreifen. Eine Einführung in den Inferentialismus,
Frankfurt am Main 2001.
A.g.e., s. 17.
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 15 SAYI 3
THOMAS M. SCHMİDT
iddialarına atıfta bulunan ve birbirlerine mütenasip saptamalar
atfeden iletişim katılımcılarından hareket eder. Bu itibarla iletişim;
anlama, taraf olan değerlendirme ve gerekçelendirmenin eşzamanlılığı tarafıdnan belirlenir.
Brandom’un anlam kuramının burda bulmaya çalıştığımız tercüme kuramı için oluşturduğu sorun, kavramsal içeriğin -ve bu yolla tercüme edilebilirliğinin- açıklanmasını, çok güçlü bir yaklaşımla
içkin kural bilgisinin açıklanması olarak anlamasından kaynaklanır.
Ancak ortak iletişim uygulamaları salt gerekçelerin verilmesi ve
istenmesinden oluşan bir tartışma oyunu olarak anlaşılmamalıdır,
tersine kavramsallaştırma öncesi iş birlikli dünya ilişkisi olarak anlaşılmalıdır. Kavramsal normlar üzerinden açıklanan içerikler, şimdiye kadar ifade edilmemiş bilgi olarak alınmamalıdır. Bunlar daha
çok, cisimler ve etkileşim partnerleriyle olan işbirlikli ilişki içinde
üretilen tutumlar ve ameli yaklaşımlar üzerinden vazedilir.29
Dewey ve Mead gibi klasiklerin pragmatik fiil kuramlarına bakılarak kavramsal normlar daha çok, ameli iş birlik bağları üzerin236| db den, yani pragmatik bağlamlarda oluşan kurallaşmaların ifadesi
olarak anlaşılabilir.30 Buna göre ortak normlar ve anlamlar kurallaşma üzerinden, ortak uygulama ve tutumların oluşumu esnasında
meydana gelirler. Bu arka plan üzerinde tercüme, iş birlik içinde
kurallaşmanın edimsel işleyişi olarak gerçekleşir, bilgi birikimlerinin birbiriyle yarıştırılmasıyla değil. Bir ortak anlayışın açık süreçte
norm haline getirilmesinden önce iş birlik içinde kurallaşma süreci
gelir. Bu duruma tercüme tekil ifadelerin semantik içeriğinin aktarılması değil, tersine başka bir dilin ve içkin ve alışkanlık halini
almış düzenliliklerinin ifadesi olan kurallarının öğrenilmesidir. Bu
koşul altında yabanci bir dilin anlaşılması, her iki dilde de aynı olgular dünyasına yapılan atıfla gerçekleşmez. Dil ifadelerinin anlamının istikrarı ve değiştirilebilirliği eşyanın ontolojik özdeşliğine
dayanmaz, tersine dil kullanımındaki düzenliliklere dayanır. Cisim-
29
30
Bak. J. Renn. Übersetzungskultur. Grenzüberschreitung durch Übersetzung als ein
Charakteristikum der Moderne, iç.: Sociologia Internationalis 36 (1998), s. 141-169.
Bak. bu konuda H. Joas’ın çalışmaları: Praktische Intersubjektivität. Die Entwicklung
des Werkes von Georg Herbert Mead, Frankfurt am Main 1980; a.g.y., Pragmatismus
und Gesellschaftstheorie, Frankfurt am Main 1999; a.g.y., Die Kreativität des Handelns, Frankfurt am Main 1996; ayrıca bak. S. Schößler, Der Neopragmatismus von
H. Joas. Handlen, Glaube und Erfahrung. Berlin 2011.
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 15 SAYI 3
DİNİN AKTARICISI VE YORUMLAYICISI OLARAK FELSEFE
lerle ve etkileşim partnerleriyle kurulan pragmatik ilişki, tercüme
sürecinin atıfta bulunduğu tertium comparationis'i inşa eder.31
Bu durumda tercüme, bilgi ve bilgiyle ilgili verilerin aktarımı
olarak anlaşılmamalıdır, tersine bir dil bağının paylaşılması olarak
görülmelidir. Ortak dil oyununa karşılıklı katılım ancak, iş birliğine
dayalı bir etkileşim bağı esas alındığında mümkündür.32 Bu birliktelik paylaşılan anlamların kesişmesi üzerinden semantik yoldan tanımlanmaz, tersine iş birlikli fiillerin alışkanlık haline gelmesiyle
pragmatik yoldan tesis edilir. Bu itibarla dini içeriklerin seküler
bağlamlara başarıyla tercüme edilmesinin koşulu, dindar ve laik
kişilerin daimi işbirliği içinde olmalarıdır. Böylece görüşler, ne kendi kendine gönderimselliğin salt yüzeysel uyarıcıları ne de rahatsız
edici müdahale olmayan bir tarzda değiş tokuş edilebilir. Dahası
başarılı tercümenin, tümden anlaşma ve kaynaşma demek olmadığı
da anlaşılır. Pragmatik yoldan yaklaştığımız tercüme sürecinde belirsiz ve yabancı unsurlar için yer bırakılmıştır. Sahici tercüme
mümkündür, çünkü keyfilik anlamında bir yerine koyabilirlik sonucunu doğurmaz.
Bu sayede, Habermas’ın felsefeye atfettiği dini inanç ve içeriklerin tercümanı olma rolü gerçekleşmiş olur. Pragmatik anlam kuramı, Habermas’ın talep ettigi iş birlikli tercümenin ortak tecrübelerden ve bu tecrübelerin normatif kurallarını yerleşmesinden kaynaklandığını açıklar. Seküler akıl ve dini inanç işbirlik ortakları
olarak, aynı ameli normlar altında dini semantiğin farklılık kuramını ön doğru olarak şart koşan maddi farklılığı da koruyabilirler.
Seküler akıl bu koşul altında, dinin uyarma potansiyelini tehlikesizce özümseyebilir. Yani "inanan kişinin bilişsel alışkanlığının temelinde, iş birlik fiilinin sosyal boyutunda oluşan ameli alışkanlık yatar. Etkileşim kuramsal bu koşul altında tercümeyi maddi bilginin
aktarılmasına indirgemeyen pragmatik anlam kuramı geliştirilebilir.
Ne de olsa dini içeriklerin felsefi tercümesi işinde ilk sırada söz konusu olan, "dini içeriği alımlamak ya da ona yetişebilmek değildir,
tersine dini inanç modunun pragmatik anlamını"33 akla özümset-
31
32
33
Bak. J. Renn. Übersetzungsverhältnisse – Perspektiven einer pragmatischen Gesellschaftstheorie, Weilerswist 2006.
Bak. C. M. Gόmez Rincόn. Interculturality, Rationality and Dialogue. In Search for
Intercultural Argumentative Criteria for Latin America, Würzburg 2012 (yayınlanmak
üzere).
Habermas, Die Grenzen zwischen Glauben und Wissen, s. 230.
DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 15 SAYI 3
db | 237
THOMAS M. SCHMİDT
mektir. Bu yolla pragmatik tercüme modeli, tamamıyla semantik
ikame olmaksızın iş birlik içinde mübadeleyi mümkün kılar.
Kaynakça
238| db
BRANDOM, ROBERT, Begründen und Begreifen. Eine Einführung in den Inferentialismus, Frankfurt am Main 2001.
GΌMEZ RINCΌN, CARLOS MIGUEL Interculturality, Rationality and Dialogue. In Search
for Intercultural Argumentative Criteria for Latin America, Würzburg 2012.
HABERMAS, JÜRGEN, Glauben und Wissen. Friedenspreis des deutschen Buchhandels
2001, Frankfurt am Main 2001.
Die Zukunft der menschlichen Natur: auf dem Weg zu einer liberalen Eugenik?, Frankfurt am Main 2001.
Religion in der Öffentlichkeit. Kognitive Voraussetzungen für den ‚öffentlichen Vernunftgebrauch‘ religiöser und säkularer Bürger, iç.: Zwischen Naturalismus und
Religion. Philosophische Aufsätze, Frankfurt am Main 2005, s. 119-154,
Die Grenze zwischen Glauben und Wissen. Zur Wirkungsgeschichte und aktuellen Bedeutung von Kants Religionsphilosophie, iç.: Zwischen Naturalismus und Religion.
Philosophische Aufsätze, Frankfurt am Main 2005, s. 216-257.
JOAS, HANS, Praktische Intersubjektivität. Die Entwicklung des Werkes von Georg
Herbert Mead, Frankfurt am Main 1980.
Die Kreativität des Handelns, Frankfurt am Main 1996.
Pragmatismus und Gesellschaftstheorie, Frankfurt am Main 1999.
LUHMANN, NIKLAS, Die Ausdifferenzierung der Religion, iç.: Gesellschaftsstruktur und
Semantik. Studien zur Wissenssoziologie der modernen Gesellschaft, Cilt 3,
Frankfurt am Main 1993, s. 259-337.
RENN, JOACHİM, Übersetzungskultur. Grenzüberschreitung durch Übersetzung als ein
Charakteristikum der Moderne, iç.: Sociologia Internationalis 36 (1998), s. 141169.
Übersetzungsverhältnisse – Perspektiven einer pragmatischen Gesellschaftstheorie,
Weilerswist 2006
SCHÖßLER, SABİNE, Der Neopragmatismus von H. Joas. Handlen, Glaube und Erfahrung. Berlin 2011.

DİNBİLİMLERİ AKADEMİK ARAŞTIRMA DERGİSİ CİLT 15 SAYI 3
Download