Sunuş Toplumsal hayatı şekillendiren başlıca olgu olarak devleti ve onu yönlendiren güçler olarak politik aktörleri tartışmanın odağına yerleştiren bu çalışmada, siyasal iletişim kavram ve uygulamaları interdisipliner bir yaklaşımla ele alınarak sürekli bir değişim ve dönüşüm yaşayan alana güncel bilgilerle katkı sunmak amaçlanmıştır. Kitabın temel çerçevesi belirlenirken, siyasal iletişim alanına dair çok sayıda uygulama ve literatürde az sayıda Türkçe kaynak olması nedeniyle siyasal aktörlerin söylem ve eylemlerinin oluşum sürecinde etkili olan sosyolojik faktörleri geniş bir perspektiften ele alma düşüncesi önem kazanmıştır. Teorik zemin üzerine oturtulmak suretiyle incelenen uygulamalardan elde edilen bulgularla siyasal iletişim kavramının muğlâk olan sınırları görünür kılınmaya çalışılarak, kavramsal yapı tarif ve tanzim edilmeye çalışılmıştır. Genel olarak dört bölüme ayrılmış çalışmanın ilk bölümünü Medya, Mülkiyet ve Siyasal İletişim; İkinci Bölümünü Küreselleşme Dinamikleri ve Siyasal İletişim; Üçüncü Bölümünü Siyasal İletişim Aracı Olarak Sinema; son bölümünü ise Sosyal Medya ve Siyasal İletişim oluşturmaktadır. Toplam on iki makaleden oluşan editoryal çalışma, siyasal iletişimi geniş yelpazede ve farklı perspektiflerde inceleyen yazarlarca, teoriye olduğu kadar uygulamaya da önem veren bir yaklaşımla hazırlanmıştır. Çalışmanın ilk bölümünde, Türkiye'nin yakın tarihindeki önemli olay ve olgular genel hatlarıyla medya, mülkiyet ve siyaset bağlamında incelenmiş, kitle iletişim araçlarının içerik seçme, üretme, çerçeveleme yaklaşımları, algı yönetimi ve rıza imalatı perspektiflerinden ele alınmıştır. Bu bölümdeki ilk makalede Samet Kavoğlu, Türkiye’nin çok partili hayata geçişinin ardından yaşanan, ulusal ve uluslararası etkileri bakımından da önemli bir hadise olan "6/7 Eylül Olayları"nın gelişim sürecinde kitle iletişim araçlarının oynadıkları rolü irdelemiş, medyanın toplumsal olaylarda oynadığı kritik role vurgu yapmıştır. Tarihsel seyri dikkate alınarak tasniflenen bölümde; Birsen Çetin "12 Eylül Askeri Darbesi Ardından Türkiye’de Toplumsal Rıza Üretimi Bağlamında Basın ve Siyaset İlişkileri" başlıklı yazısıyla 12 Eylül’ün ve dünyada yaşanan değişim dalgasının Türk siyasetinde ve v medyasında yarattığı yeni yapıyı Anavatan Partisi ve akabinde Ak Parti özelinde yaptığı tespitlerle irdelemiştir. Bu kapsamda ele alınan bir diğer makale ise Osman Çalışkan’ın kaleme aldığı "Toplumsal Rıza Üretimi Bağlamında 2010 Anayasa Referandumu ve Basının Süreçteki Rolü" başlıklı çalışmasıdır. Medya-iktidar ilişkilerini eleştirel bir yaklaşımla ele alan yazar, sahiplik yapısı değişen kitle iletişim araçlarının holdingleşmeyle birlikte editoryal bağımsızlıkta yaşadıkları sıkıntıları 2010 yılında yapılan Anayasa Referandumu özelinde değerlendirmiştir. Medya-siyaset ilişkisini, Türk siyasi hayatına damga vurmuş ideolojiler ve bu ideolojilerin savunucusu durumundaki gazetelerde "Uludere Olayı"nı konu alan haberleri incelemek suretiyle ele alan İbrahim Efe ise "Gazeteler, Dil ve Eleştirel Söylem Analizi: Uludere Haberleri Üzerine Bir İnceleme" başlıklı çalışması ile salt içerik analizinin ötesinde eleştirel bir bakışla haber üretim ve dağıtım sürecini incelemiştir. Ceren Yegen tarafından kaleme alınan “2014 Yerel Seçimleri Bağlamında Kamuoyu Araştırmaları ve Medyanın Siyasi Partilere Yaklaşımı: Milliyet Gazetesi Örneği” başlıklı çalışmada ise toplumun haber alma özgürlüğünün bir parçası olarak kitle iletişim araçlarının haber içeriklerinde ve kamuoyu araştırmalarının sunumunda kullandıkları dil, Milliyet Gazetesi örneğinden yola çıkılarak Van Dijk’ın söylem analizi yöntemiyle çözümlenmeye çalışılmıştır. Çalışmanın İkinci Bölümünü oluşturan küreselleşme dinamiklerinin siyasal iletişime etkileri bağlamında ise iki yazar, çağımızın en güncel ve tesirli olgusunu farklı perspektiflerden ele almıştır. Kapitalizmin küreselleştirici baskılarının yanı sıra teknolojik yeniliklerin iletişim ve ulaşım sektörlerinde yarattığı hız ve erişilebilirlik de kapalı ekonomileri ve ulus devlet olgusunu önemli oranda tahribata uğratmakta, uluslararası ilişkilerde geleneksel diplomasiye ek olarak kamu diplomasisi kavramı da yerini almaktadır. Hedef ülke basınının, aydınlarının ve genel olarak halkının gözünde olumlu bir yer edinebilmek için yapılan bu faaliyetler önemli olmakla birlikte sınır nedir ya da ne olmalıdır? Alaaddin F. Paksoy’un "Kim Olduğunun Cevabını Dışarıda Aramak: Türkiye’nin Yabancı Medyadaki İmajına Duyduğu İlgi" başlıklı yazısında, geri kalmış ya da güncel söylemle ifade etmek gerekirse gelişmekte olan ülkelerin, gelişmiş ülke medyasında haber olma durumlarına verdikleri görece yüksek önemi sorgulama konusu yapması bu bağlamda önemli ve değerlidir. Uluslararası ilişkiler faaliyetlerinde siyasal aktörlerin dikkate alması gereken kültürel olguları ve bu olguların siyasal iletişimdeki yerini "Kültürvi lerarası İletişim Bağlamında Beden Dili ve Siyaset" başlıklı makalesiyle tartışmaya açan Ali Fikret Aydın ise siyasi liderlerin beden dili kullanımını örnek olaylar üzerinden inceleyerek, küresel ölçekte sürdürülebilir ilişki yürütebilmek için kültürlerarası iletişimin önemine vurgu yapmıştır. Tarihsel süreç içerisinde siyasal iletişimle ilişkisi yadsınamayacak alanlardan birisi de şüphesiz sinemadır. Özellikle Soğuk Savaş döneminde, temel gayesi propaganda olan klasik politik filmler ağırlık kazanırken; özellikle günümüzde farklı olay örgüleri içerisinde anlatılan öykülerin arka planına, verilmek istenen mesajı destekleyici biçimde tasarlanmış bir ‘gerçeklik’ oluşturma yöntemi sıkça kullanılmaktadır. Özellikle yabancı ülke vatandaşlarının gözünde olumlu bir imaj yaratabilmek adına bu araca sıklıkla başvurulmaktadır. İkbal Bozkurt Avcı da "Soğuk Savaş ve Sinemada Doğu Batı Temsilleri: Rocky 4 Filmi Üzerine Bir İnceleme" başlıklı çalışmasıyla SSCB-ABD çekişmesinde propaganda unsuru olarak sinemanın yeri ve önemine vurgu yapmış, Hollywood yapımı Rocky 4 filmi özelinde ABD’nin Soğuk Savaş sürecindeki psikolojik üstünlük arayınışının çözümlemesini yapmıştır. Siyasal alanda temel ayrışma konularında biri olan mülkiyet sorununu 1960’lı yıllar Türkiyesinde yaşanan olayları konu edinen "Susuz Yaz" filmi özelinde ele alan Nesrin Yarar "Sinema ve Siyaset: Susuz Yaz Filminde Mülkiyet İlişkilerinin Temsili" başlıklı yazısında mülkiyet sorununu siyasal perspektiften sorgulamaya açmıştır. Çalışma kapsamında, dönemin sansür mekanizması tarafından engellenmesine rağmen Berlin Film Festivali’nde kazandığı Altın Ayı Ödülü ile Türk sinema tarihinin ilk uluslararası ödüllü filmi olma başarısını göstermiş “Susuz Yaz”ın seçilmesi de eserin içeriği kadar siyasal erkin sinema üzerindeki etkisini ortaya koymak açısından da dikkate değer bir husustur. Birinci Bölümde tartışılan geleneksel medya-mülkiyet ilişkisinden görece sıyrılmış; eşik bekçilerinin oluşturduğu duvarları aşmak, geniş halk kitlelerine erişebilmek gibi önemli bir potansiyeli içerisinde barındıran, olgusal tekabüliyeti de olan bir kavram olarak sosyal medya, siyasal iletişim literatürü içerisinde tartışılması gereken bir alandır. Antik Yunan’dan bugüne önemi hiç azalmayan, iletişim literatüründe sıkça tartışılan kavramlardan biri olan retorik de küreselleşme ve teknolojik gelişimin yarattığı değişim ve dönüşüm içerisinde hiç şüphesiz yeni incelemeleri gerekli kılmaktadır. Ayşe Aslı Sezgin de "Siyasal İletişimde Hitabetin Değişen Boyutu: Sosyal Medya Siyaseti" başlıklı çalışmasında literatürde yeni medya ya da sosyal medya olarak ifade edilen ortamda belagatin değişen vii boyutunu ve siyasal aktörler için bu yeni ortamın önemini örnek olaylar özelinde incelemektedir. Selçuk Çetin ve Kamile Elmasoğlu’nun birlikte kaleme aldığı “Politik Propaganda Aracı Olarak Sosyal Medya: Siyasilerin Gezi Parkı Olayları Esnasında Twitter Kullanım Pratikleri Üzerine Bir İnceleme” başlıklı çalışmaları, yaşam pratikleri, talep ve beklentileri değişen çağımız insanı tarafından kabul gören, hızla yaygınlaşan sosyal ağlardan biri olan Twitter’ı seçmenlerine (hedef kitlelerine) ulaşmak için önemli bir araç olarak gören siyasilerin söylemlerini çeşitli açılardan değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Arap Baharı, Gezi Olayları vb. toplumsal hadiselerde oynadığı katalizör görevi dikkate alındığında, siyasal katılımı arttırıcı bir özellik de taşıdığı yadsınamaz bir husus olarak karşımıza çıkan sosyal medyanın yurttaşlık kavramını da tartışmaya açması beklenen bir sonuçtur. Övünç Meriç de "Yurttaş 2.0: Enformasyon Çağında Dijitalleşen Yurttaşlık Kavramı" başlıklı çalışmasıyla yeni bir mecra ve toplumsallaşma alanı yaratan sosyal ağların yurttaşlık kavramını, siyasal bütünleşme ve katılım üzerindeki etkileri bağlamında inceleyerek özgün bir çalışma ortaya çıkarmıştır. Siyasal iletişim alanının sınırlarında dolaşan ve kavramı interdisipliner bir yaklaşımla, çeşitli açılardan ele alan ve yegâne amacı, alan yazınına katkı sunmak olan bu editoryal çalışmanın akademisyenlere olduğu kadar, uygulamacılara ve siyasal iletişim alanına ilgi duyan öğrencilere de katkı sağlamasını temenni eder, emeği geçenlere şahsım ve yazarlar adına şükranlarımı sunarım. Samet KAVOĞLU Ankara, 2014 viii