Veyis Güngör ve Ahmet Suat Arı HABER’de HOLLANDA GÜNDEMİNİ Değerlendirdiler Haziran 2016 Kültürel etkileşme ve medeniyetin gücü Veyis GÜNGÖR Türkler, tarihin farklı dönemlerinde olduğu gibi, yeniden bir kültürel karşılaşma ve tabii olarak etkileşme dönemi yaşamaktalar. Genelde Avrupa’da, özelde de Hollanda’da geride bırakılan yarım asırlık bir göç süreci ve tecrübesi Avrupalı Türkleri, Türk tarihinin akışı içinde yeniden bir kültürel etkileşmeyle başbaşa bırakmıştır. Bu bir tarihi kader veya kaza’dır. Bu sürecin ister farkında olalım, ister olmayalım, gelecek yüzyıllarda tarih, bu dönemden mutlaka bahsedecektir. İşte; misafir işçilik statüsünden göçmenlik statüsüne , devamla Avrupalı Türkler konumuna ve önümüzdeki dönemde de Avrupa Türk Diasporası bu tarihsel kaderin evreleridir. Yaşanan ve birbirinden zor olan süreçler, Avrupalı Türklerin içinde bulundukları ülkelerde farklı kültürlerle tanışmalarını beraberinde getirmiştir. Tabii ki en zorlu karşılaşma ve etkileşme de Avrupa kültürü ile olmuştur. Etkileşimle birlikte yaşanan kültürel çatışma, sosyologların sık sık kullandığı ‘biz’ ve ‘onlar’ tanımlamalarına sebep teşkil etmiştir. Aslında bu tanımlama ve açıklama Avrupa Birliği – Türkiye ilişkilerinde de son zamanlarda kendini göstermektedir. Özellikle Avrupa merkezcier, Türkiye’den ‘onlar’ bizden ayrı diye bahsetmedirler. Oysa bu tartışmanın göbeğinde altı milyonu bulun bir sayıyla Avrupalı Türkler bulunmaktadır. Sözkonusu kültürel karşılaşmanın, çatışmanın da yaşayan canlı şahitleridir. Gerçi, AB-Türkiye ilişkileri olmasa bile, Avrupalı Türkler Avrupa’nın kalbinde sözkonusu kültürel karşılaşma ve bunun yansımalarının kaçınılmaz muhataplarıdır. Uzun süredir, Avrupa’nın çok kültürlü bir toplum olmadığı, ya da ülkelerin çok kültülülük politikalarının iflas ettiği, bunun bir hayal olduğu tartışması yapıldı. Gerçi göçmenler bu tartışmaya pek mudahil olmadılar, tartışma onların sırtından yapıldı ama Avrupa realitesi, caddeleri, işyerleri farklı kültürlere sahip insanlarla dolu. Avrupa merkezciler bu gerçeğin kendileri için bir tehlike olduğunu savunuyorlar, inanıyorlar. Göç ve entegrasyon politikalarında hata yaptıklarını söylüyorlar. Bunun yanısıra, kültürel rölativistler ise, ki bunlar daha çok sosyal demokrat, sosyalist ve sol liberaller, ‘Açık Avrupa’yı savunuyorlar. Bu iki genel düşünce ekolü Avrupa’da siyasi kültürü de ciddi şekilde etkiliyor. Bu iki gelenek sadece siyasi kültürü değil aynı zamanda AB-Türkiye ilişkilerini de şekillendirmeye çalışıyorlar. Bizim için, Avrupalı Türkler için, ikinci grup yani ‘Açık Avrupa’ görüşünü savunanlar tabii ve stratejik partnerlerimizdir. Bu grup en azından Avrupa’nın sadece Hıristiyan ve Yahudi değerlerden oluştuğuna inanmıyor, diğer medeniyet ve dinlerin de etkisinin ve katkısının olduğunu düşünüyorlar. Kültürlerin birbirinden üstün olmadığını, birinin diğerine emredici davnanamayacığını savunuyorlar. Tekrar kültürel karşılaşmaya geri dönersek, bugün, bizimkiler, özellikle üçüncü nesil Avrupalı Türkler içinde yaşadıkları ülkelerin bireyleri ve kurumlarıyla daha geniş ve derin bir şekilde karşılaşıp ilişki içine girebiliyorlar. Dil ve diyalog sıkıntısının da olmaması bu grubun Avrupalılarla daha yakından temas etmelerini kolaylaştırıyor. Ancak, kültürel etkileşimde dil ve yol bilmek yeterli olmuyor. Aidiyet duyduğunuz medeniyet ve kültür değerlerini, referans kişileri, normları da, bunlar Avrupa Merkezciler tarafından zaman zaman aşağılanıyor, bilmeniz gerekmektedir. Bunun için de Avrupalılarla seviyeli ve sağlıklı bir diyaloga girmek için ciddi bir şekilde tercüme faaliyetine ihtiyaç bulunmaktadır. Bize ait değerler, kültürel kodlar, medeniyet ve insan tasavvuru gençlerin daha etkin kullandıkları dillere tercüme edilmesini beraberinde getirmektedir. Bu eylem Avrupa için çok yönlü bir zaruret ve hayati bir meseledir. Türk tarihinin dönüm süreçlerinde bu süreç yaşanmıştır. Örneğin Selçuklular’la birllikte çok ciddi bir tercüme faaliyeti başlamış, farklı düşünceler fırsat ve şans olarak değerlendirilmiştir. Kültürel tercümelerle birlikte, bir taraftan Avrupalı Türk gençleri aidiyet duydukları kültür ve medeniyetin başta ‘insan’a, ‘varoluş’a, ‘hayatın anlamına’ dair değerlendirmelerini öğrenecekler. Diğer taraftan, tarihin bir döneminde yine bugün olduğu gibi kültürel karşılaşma ve çatışmalar ortamında ortaya çıkmış tarihi rol modellerin düşüncelerini, ki bunlar yüyıllardır insanlığı etkilemeye ve cezbetmeye devam ediyor, bilecekler. Devamla, Avrupa’nın karşı karşıya kaldığı, mülteci akını, ırkçılık, radikalizm gibi yapay korkularının da bir nebze olsun giderilmesine katkıda bulunacaklar. O zaman bize, ya da topluma ve insanlığa iyilik yapmak isteyenlere düşen görev, gençlere bu şartları ve imkanları hazırlayacak faaliyetler ve projeler düşünmek ve hayata geçirmek olacaktır. Belki de bu misyonu anlayan ve kendine dert edinen yeni STK’lar, medya kuruluşları, düşünce ve sosyal girişimci kuruluşları oluşturmak olmalıdır. Unutmayalım her gerçek bir hayal ile başlar. Bu vesileyle, okuyucularımızın mübarek Ramazan bayramını tebrik eder, hayırlara vesile olmasını cenab-ı Mevla’dan niyaz ederim. Veyis GÜNGÖR Haziran 2016 Batı Avrupa Türklerini doğru analiz etmek Ahmet Suat Arı Göçmen asıllı toplumları sağlıklı bir şekilde analiz edebilmek için doğru metotları kullanmak gerekir. Popülist ve konjonktürel yaklaşımlar hem analizin sağlıklı yapılmasını engeller hem de toplumda istenmeyen tepkilerin oluşmasına sebep olurlar. Doğru metotlarla elde edilecek veriler aynı zamanda bu toplumlara yönelik politikaların daha etkin olmasını da sağlayacaktır. Maalesef günümüzde bundan bahsetmek oldukça zor. Politik ve etnosantrik kaygılarla popülist sonuçlara hedeflenmiş analizler sık sık gündeme gelmektedir. Bir nevi sonucu önceden belli ısmarlama analizler dersek abartmış omayız maalesef. Biz göçmen asıllı Batı Avrupa Türkleri de kullanılan metotlar yüzünden bir türlü doğru analiz edilememektedir. Hal böyle olunca da sağlıklı politikalar da üretilememektedir. Yarım yüzyılı biraz aşkın bir geçmişi olan Batı Avrupa Türkleri çok dinamik bir yapıya sahiptir. Bir taraftan burada yeni nesiller doğarken diğer taraftan çeşitli sebeplerle Türkiye’den, ve hatta başka (Türki) ülkelerden, yeni katılımlar olmaktadır. Demografik olarak sürekli büyüyen bir toplumdur söz konusu olan. Böyle bir toplumu geleneksel metotlarla analiz etmeye kalkarsanız elde edeceğiniz sonuçlar sağlıklı olmaktan çok uzak olacaktır. Tarihi, sosyolojik, sosyo-kültürel, dini, demografik, coğrafi, psikolojik ve ekonomik özellikleri, kökleri de göz önüne alınarak yapılacak analizler sağlıklı sonuçlara götürecektir. Batı Avrupa Türkleri dinamik bir yapıya sahiptir. Geçen yüzyılın ikinci yarısında gelmeye başlayan birinci nesil kendisini ekmek parası için gurbete gelmiş fertler olarak görüyordu. Zamanla gurbetin acısını hafifletmek için eş ve çocuklarını da yanlarına aldılar, ancak bu yeni gelen aile fertleri için de gurbet söz konusuydu. Sonra bu ilk gelen çocuklar evlenme çağına gelince Türkiye’den evlilik yaparak topluma yeni üyeler kattılar. Bu yeni üyeler de kendilerini bir çok bakımdan gurbette hissettiler. Gurbet kavramı Avrupa’da doğan üçüncü ve dördüncü nesille beraber anlamını yitirdi. Artık Batı Avrupalı Türkler kavramı geçerli olmaya başladı, zira onlar için vatan doğdukları ve doydukları yerler oldu. Türkiye’ye karşı aidiyet duyuyorlardı, ama bu daha çok bir kimlik arayışının tezahürü idi. Hatta bu nesil yeni milenyumun ilk yıllarına kadar kendilerini daha çok Alman, Hollandalı, Belçikalı, Fransız, v.b. hissediyorlardı. 11 Eylül sonrası oluşan konjonktür ve onun uzantısı politikalar bu yeni neslin kendini yeniden konuşlandırmasına sebep oldu. Doğduğu ve doyduğu yere olan aidiyet hissi giderek zayıfladı ve atalarının geldiği ülkelere daha çok aidiyet hissetmeye başladılar. Batı Avrupa Türklerini benzer toplumlarla karşılaştırdığımızda olağandışı özelliklerle karşılaşırız. Benzer toplumlarda her yeni nesille birlikte köklerinden kopma artarken bu durumun Batı Avrupa Türkleri için (henüz) geçerli olmadığını görürüz. Yine Türk toplumu asimilasyona karşı daha dayanıklı ve kendi iç mekanizmalarıyla benzer toplumların yaşadığı sosyal sorunlardan nispeten uzaktadır. Batı Avrupa Türkleri kimilerinin iddia ettiği gibi paralel bir toplum değil, kendi imkanlarını ihtiyaçlarına göre belirleyen pragmatik bir toplum oluşturmuşlardır. Yerli toplumlarla uyumu da katılımcılık esasına dayanmaktadır ve kimseyle ‘zoraki’ bir ilişki kurma kurma ihtiyacı hissetmemektedir. Bu durum toplumun her kesimi için geçerlidir. Hatta Türklük kaygısı olmayan sosyal ve siyasi gruplar da aynı konumdadır diyebiliriz. Onlar da kendi etnik ve siyasi düşünce temelinde organize olup hayatlarını idame ettirme kaygısı taşımaktadırlar. Konuya Hollanda ölçeğinde bakarsak politikacılar, sosyal bilimciler ve bürokratların söylemlerinden sanki başarısız ve sorunlu bir toplumun söz konusu olduğu anlaşılmaktadır, ancak onların kullandiğı parametreler Türk toplumu için geçerli değildir. Zira Türk toplumu her türlü olumsuz şartlara rağmen göreceli olarak kısa göç sürecinde küçümsenemeyecek bir konuma gelmiştir. Özellikle girişimcilik, değişik amaçlar etrafında organize olma, siyasi temsil alanlarında belirgin bir başarı söz konusudur. Eğitimde de hem sistemden hem ikinci dil sorunundan kaynaklanan hem de uygulama (staj) imkanlarının ayrımcılık yüzünden kısıtlı olmasına rağmen göreceli bir başarıdan söz edebiliriz. Tek önemli eksik medya, kültür ve sanatta görünürlüktür. Bunun dezavantajlarını da en çok kamuoyu oluşturup gündem belirlemede görmekteyiz. Özetle söylemek gerkeirse, Türk toplumu geldikleri yeni yerlerde kök salmak için alt yapı hazırlıklarını, zaman zaman engellemeler ve provakasyonlarla karşılaşsa da, hızla sürdürmektedir. Hem de kendi imkan ve yöntemleriyle yapmaktadır bunu. Son yıllarda Türkiye’nin ciddi anlamda destek verdiğinden söz etmek mümkün, ancak bu destek tepeden inme ve etkin olmaktan çok uzaktır. Yaşanılan ülkelerin desteğinden bahsetmek ise hemen hemen imkansızdır. Var olan destek de problem odaklı olduğu için toplumun geneline hitap etmemektedir. Kendi yağında kavrulmak an itibarıyle Türk toplumu için geçerli bir deyimdir. Gelecek Ramazan Bayramınızı tebrik eder, her gününüzün bayram tadında geçmesini dilerim. Ahmet Suat Arı / 20 Haziran 2016