Başyazı Merhaba, TMH’nın 489. sayısında, “İşçi sağlığı ve iş güvenliği” temasıyla, yeniden siz değerli meslektaşlarımızla buluşuyoruz. Daha önce “geoteknik” ve “yapı malzemeleri” konularında çıkan sayılarımızın meslektaşlarımız tarafından gördüğü ilgi tematik sayılar üzerine çalışmalar yapmamız konusunda önümüzü açtı. Bu sayıda, ülkemiz için fecaat diye tanımlayabileceğimiz bir konu olan işçi sağlığı ve iş güvenliği hakkında makalelerle meseleyi derinlemesine ele aldık. Tematik sayımızdaki tüm makaleler 5-6 Kasım 2015 tarihlerinde İzmir’de düzenlenen 5. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Sempozyumunda sunulmuş bildirilerden oluşmaktadır. Türkiye, iş cinayetlerinde Avrupa’da birinci, dünyada ise üçüncü sırada yer alıyor. Bu yönüyle ele aldığımızda dünyada insan hayatının en “ucuz” olduğu ülkelerden biriyiz. İş yerlerinde alınmayan önlemler, işçilerin hayatını tehlikeye atan çalışma koşulları ve elbette, devletin sorumluluğunda olan denetim eksikliği işçi cinayetlerine yol veriyor. Ülkemizde, 2015 yılında, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin tespit edebildiği kadarıyla en az 1730 işçi, adına iş kazası denilen işçi cinayetlerine kurban gitti. İnşaat iş kolu ise bu ölümlerin en çok yaşandığı alan olarak kayıtlara geçti. Hemen her işçi cinayetinin ardından başlatılan soruşturma ve dava süreçlerinde ise tam bir hukuk skandalları zinciri karşımıza çıkmaktadır. Tehlikeli çalışma koşulları ve devletin sorumluluğunda olan denetim faaliyetlerinin bir hayli sorunlu işletilmesi ortadayken, çoğu zaman yaşanan ölümlerin sorumluluğu ölen işçiye mal edilmektedir. Ölenlerin yakınları yıllar süren davalarda umdukları adaleti bulamamaktadır. Ölümlerin asli sorumluları çoğu zaman yargılanmazken, yargılanan alt düzey şirket yetkililerine cezalar kesilmektedir. Üstelik bu cezalar yaşanan ihmallerin önlenebilmesi için emsal olabilecek caydırıcılıktan uzak cezalardır. İşçiler ölürken bir türlü işlemeyen hukuk sisteminin, işçiler haklarını aramak için eyleme ya da greve başvurduklarında ise bir an bile kaybetmeden işletme sahiplerinin lehine harekete geçtiğini, hatta kimi durumlarda grev kararlarının Bakanlar Kurulu kararıyla, milli güvenliğe aykırılık gerekçesiyle yasaklandığını hatırlatmak gerekir. Oysa Soma’da 301 işçinin ölümü, Ermenek’te 18 işçinin ölümü, Torunlar Center’da 10 işçinin ölümü hiçbir zaman milli güvenlik kapsamında değerlendirilmemektedir. Konunun bir başka vahim boyutuysa, tamamen önlenebilir olmasına rağmen söz konusu işçi ölümlerinin kader, fıtrat, mesleğin doğası olarak topluma dayatılmasıdır. Özellikle siyasal iktidar tarafından, kitlesel işçi ölümlerinin yaşandığı Soma, Ermenek, Torunlar gibi “işçi katliamlarından” hemen sonra yapılan açıklamalarda işçiler için ölüm, “Allah’ın emri” olarak sunulmaktadır. Üstelik camilerde okunan cuma hutbelerinde bile “İş yerlerinde fazla güvenlik önlemi alınmasının Allah’ın takdirine karşı gelmek” olduğu buyrulmuştur. Tam da bu nedenlerden dolayı “işçi sağlığı ve iş güvenliği” konusunun bilimsel bir bakışla ele alınması zorunluluğu kendini ortaya koymuştur. TMH’nın bu sayısında ortaya koyduğumuz çalışma, gerek yetkili makamlar gerek konunun ilgilileri gerekse meslektaşlarımız için bu bakışla ele alınması gerektiğini düşünüyoruz. Bu açıdan İMO’nun mesleki-bilimsel külliyatına önemli bir katkı vasfı taşıyan sayımızı ilginize sunuyoruz. Bu arada, İMO Şubeleri 20-21 Şubat 2016 tarihlerinde genel kurullarını tamamladı. Demokratik koşullarda gerçekleştirilen seçimler sonucu göreve gelen yeni yöneticilere başarılar diliyoruz. Yaşam hakkı, herkes için eşit ve vazgeçilmez bir haktır. Çalışırken ölmeyi fıtrat değil, kimsenin burnu bile kanamadan emeğiyle özgür ve barış içinde yaşamayı temel ilke kabul eden bir ülkede yaşamak dileklerimizle, umutla kalın. İnşaat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu 18 TMH - 489 - 2016/1