Sosyal Antropoloji Hafta 5

advertisement
NÜFUS
SOSYAL
ANTROPOLOJĠ
HEDEFLER
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
 Türkiye’nin nüfus yapısını öğrenecek,
 Demografik dönüşümü etkileyen faktörleri
kavrayacak ve
 Nüfusun yapısını ve kompozisyonu oluşturan
unsurları bileceksiniz
ĠÇĠNDEKĠLER





Giriş
Dünyada ve Türkiye’de Nüfusun Gelişimi
Demografik Dönüşüm
Nüfus Büyüklüğü ve Dağılımı
Nüfusun Yapısı ve Kompozisyonu
o Doğurganlık
o Ölümler
o Göçler
HAFTA
5
Nüfus
GiriĢ
Nüfus, belirli bir bölgede belirli bir anda yaşayan bireylerin oluşturduğu kitledir.
Bir toplumun sağlık düzeyi ve sağlık hizmetleri ihtiyacı onun nüfus yapısında kendini
gösterir. Aynı zamanda bu nüfusun demografik özellikleri onun sağlık düzeyini ve
ihtiyaçlarını etkileyecektir. Örneğin sağlık göstergeleri düşük düzeyde olan bir toplumun
genç bir nüfusa sahip olduğu, ölüm hızlarının, özellikle bebek ölümlerinin yüksek olduğu
söylenebilir. Bununla birlikte nüfusun yaş kompozisyonu sık görülen hastalık yaratıcı
koşullarda da kendini gösterecektir; yaş yapısı sağlık hizmeti sunumunu etkileyecektir;
doğurganlığı yüksek, bebek ölümleri fazla olan genç nüfusun sağlık hizmeti talebi yaşlı
bir nüfusa kıyasla oldukça farklı olacaktır. Bir toplumun demografik özellikleri, o
toplumun nüfusu ve sağlık bakımı arasında gelişen ilişkinin hem belirleyicisi hem de
sonucudur. Dolayısıyla sağlık alanında politika oluşturma, karar verme, planlama,
uygulama ve değerlendirme yapabilmek için demografi vazgeçilemez bir alandır.
Demografi yani nüfusbilim; nüfusun sayısını ve yoğunluğunu, bölgesel ve sektörel
dağılımını, niteliğini, nüfus artış hızını, nüfus hareketliliklerini ve nüfus ile ilgili diğer
olay ve olguları inceleyen bir bilimdir. Sağlık ve sağlık bakımı kavramlarının zaman
içindeki gelişimi demografik süreçteki trendlere paralellik gösterir. Her toplumda
toplumun demografik özellikleri, sağlık düzeyi ve ihtiyaçları ile sağlık bakım sistemi
birbirlerinden etkilenirler. Sağlık, amaçlanan bir durum olarak modern toplumların
oluşumu ile ortaya çıkmıştır. Daha sonraları hastalık koşulları modern toplumlarda
değiştikçe bu kavramlar da sürekli olarak geliştirilmiştir. Benzer olarak sağlık bakımı da,
demografik dönüşümle birlikte, sosyal sistemin içinde ayrı bir kurum olarak modern
toplumda yerini almıştır. Demografik dönüşüm, toplumların modernleşme sürecine
paralellik göstermiş, toplum sağlığı önlemleri ve yükselen yaşam düzeyi sayesinde ölüm
hızları düşmüş, doğum hızları ise uzunca bir süre yüksek düzeyini koruduğundan nüfus
artmıştır. Daha sonraları yükselen eğitim ve sosyo-ekonomik düzeyden dolayı doğum
hızları da azalmış, kimi toplumda ölüm hızı düzeyine inmiştir (Giddens 2005, Tolan
2005). Demografik dönüşümle Türkiye nüfusu da artık yüksek doğurganlık ve ölümlülük
hızlarına sahip genç bir nüfus olmaktan çıkarak, düşük doğurganlık ve ölümlülük hızlarına
sahip ve gittikçe yaşlanan bir nüfusun özelliklerini kazanmaktadır.
DÜNYADA VE TÜRKĠYE'DE NÜFUSUN GELĠġĠMĠ
A. Dünyada Nüfusun GeliĢimi ve Ortaya Çıkan Temel Sorunlar
Birleşmiş Milletler tarafından yapılan nüfus tahminleri bize dünyanın toplam
nüfusunun 2006 yılında 6,5 milyara ulaştığını göstermektedir. Nüfus artışının ivmesi
günümüzde çoğu bilim adamını, plancıları, politika koyucu ve uygulayıcılarını
kaygılandırmakla beraber, 1965-1970 yılları arasında yılda yüzde 2,04 ile en üst değere
ulaşan artış hızı, daha sonraları giderek yavaşça azalan bir gelişme göstermiştir. Ancak
yine de günde yaklaşık 244.000 kişi dünya nüfusuna (çoğunluğu gelişmekte olan
Atatürk Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi
Nüfus
ülkelerden olmak üzere) eklenmektedir. Bu durum zaten kıt olan kaynaklar üzerindeki
baskıyı daha da arttırmakta, ülkelerin sosyoekonomik kalkınma çabalarını etkilemektedir.
Günümüzde gelişmekte olan ülkelerin nüfus artış hızları gelişmiş ülkelerden üç kat daha
fazla olup, İngiltere'de nüfusun ikiye katlanma süresi 408 yıl iken, Türkiye'de 32 yıl,
Pakistan'da ise 24 yıldır. Birleşmiş Milletlerin tahminlerine göre dünya nüfusu, 2100
yılında 9,1 milyara ulaştıktan sonra ancak azalmaya başlayacaktır. Bu süreçte dünya
nüfusu içinde kıtalar bağlamında Avrupa nüfusunun payı giderek azalacak, Asya ve
Afrika'nın payı giderek artacaktır. Halen dünyanın en kalabalık onyedinci ülkesi olan
Türkiye ise 2050 yılında Avrupa'nın en kalabalık ülkesi olacaktır (Çilingiroğlu 2006).
Günümüzün gelişmekte olan ülkeleri kalkınmanın temel ilkesi olarak insanın
yaşam kalitesinin iyileştirilmesini benimsemişlerse de, hızlı ve dengesiz nüfus artışından
kaynaklanan sorunlar ülkemizde ve dünyada kalkınma çabaları karşısında engel
oluşturmaktadır. Dünyada kentsel alanda yaşayan nüfus 2000 yılında 2,9 milyara
ulaşmıştır. Kent nüfusunun 2030 yılında 5 milyara çıkacağı tahmin edilmektedir.
1950'lerde dünya nüfusunun yalnızca yüzde 30'u kentlerde yaşarken, 2030'a kadar bu
oranın iki katına, yüzde 60'a çıkacağı, bunun da neredeyse tamamının az gelişmiş
bölgelerde olacağı hesaplanmaktadır. Kentteki nüfusun hızla artışı kırsal alanda nüfus
azalmasını getirmektedir. Kentsel alanlar, kırdan kente olan göçle ve eskinin kırsal
yerleşimlerinin günümüz kentlerine dönüşümü ile büyümektedir. Latin Amerika ve
Karayipler günümüzde kent nüfusu en yüksek bölgelerdir. Avrupa ve Kuzey Amerika da
benzer yapıdadır. Her ne kadar Asya ve Afrika günümüzde daha az kentleşmiş gibi
gözükse de, kentli nüfus artışı giderek ivme kazanmaktadır. Tokyo 26,4 milyon kişi ile
dünyanın en kalabalık kentidir. Bunu Meksiko City, Bombay, Sao Paulo ve New York
izlemektedir. 21. yüzyıl başında dünyada toplam nüfusun yüzde 60'ı kentsel alanlarda
yaşarken, dünya nüfusunun genel görünümü ise şöyledir (Çilingiroğlu 2006):
* Gelişmekte olan ülkelerin dörtte birinden fazlasında yaklaşık 1,3 milyar insan mutlak
yoksulluk sınırının altında yaşayıp günde 1 dolardan az gelir elde etmektedir. Yalnızca
Güney Asya'da 515 milyon kişi parasal fakirlik içindedir. Sahra Altı Afrika ülkelerinde
yoksulluğun boyutu hızla büyümektedir.
* Ülkelerde nüfusun artıĢ hızı toplumsal değişmeyi olumlu ya da olumsuz yönde
etkilemektedir. Gelişmekte olan ülkelerde ekonomik büyümenin önündeki engellerden
biri hızlı nüfus artışıdır. Nüfusun bölgelere göre farklı hızlardaki artışı ekonomik, kültürel
ve toplumsal sorunlara neden olmaktadır.
* Nüfusun niteliği (eğitim düzeyi, yaşlı, genç oranı gibi), toplumsal değişmeleri olumlu
ya da olumsuz yönde etkilemektedir.
* Nüfusun miktarındaki artış, genç nüfusun, bir başka deyişle tüketici nüfusun miktarı
özellikle gıda maddeleri, konut, sağlık ve eğitim hizmetlerine olan talebini arttırmaktadır.
Nüfus artış hızı, işgücü artış hızının temel belirleyicisidir. Başta yoksul ülkeler olmak
üzere, gelişmekte olan tüm ülkelerde işsizlik çok önemli bir sorundur.
Atatürk Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi
Nüfus
* Nüfus artışının yüksek ve istihdam olanaklarının sınırlı olduğu kırsal kesimden, sosyal
ve fiziki alt yapısı nispeten iyi olan ve sanayi kuruluşlarının yoğun olduğu kentlere,
çalışmak ve kentlerin sosyal olanaklarından yararlanmak üzere, giderek artan oranda
göçler olmaktadır.
* Artan nüfus ve hızlı dengesiz kentleşme altyapı ihtiyaçlarının karşılanmasında yeterli
olmamaktadır. Bununla birlikte konut talebinin karşılanmasındaki yetersizlikler, artan
gecekondulaşma ve sağlıksız kentleşme oluşturmaktadır. Uygulamaya konulan ve
bölgeler arası farklılıkları azaltmaya yönelik politikalara rağmen nüfus hareketleri
durulmamaktadır. Doğal kaynaklar hızla tükenmektedir.
B. Türkiye'de Nüfusun GeliĢimi
Türkiye'de Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarında (1927 yılında) yapılan nüfus
sayımına göre yaklaşık 13.6 milyon kişi yaşarken, nüfus günümüze kadar yaklaşık beş
kat artmıştır. Türkiye nüfusu nüfus artış hızının binde 28 ile en yüksek seviyeye ulaştığı
1950 yılların ortalarında 24 milyona, 1960 yılların başında ise iki kat artarak 28 milyona
yükselmiştir. Türkiyede’ki nüfus artış hızı 1960’lı yıllar ile birlikte azalmaya başlayarak
1970’lerde binde 25’e, 1980’lerde binde 20’ye ve 2000’lerde ise binde 15’e gerilemiştir.
Günümüzde binde 13 seviyesinde olan nüfus artış hızının Cumhuriyet’in 100. yılı olan
2023 yılında binde 9 seviyesine düşeceği öngörülmektedir. Türkiyede’ki nüfus artış
hızının 1960’lardan başlayarak sürekli azalmasına karşın nüfusun büyüklüğü sürekli
olarak artarak 1990 yılında 56 milyona yani 1960 nüfusunun iki katına ulaşmıştır. 2009
yılı sonunda 72 milyona ulaşan nüfus büyüklüğünün Cumhuriyet’in 100. yılında 82.3
milyon olması beklenmektedir (TÜİK, 2010). Bölgeler arasında en yüksek nüfus artış
hızı Marmara Bölgesinde, en düşük artış hızı ise Karadeniz Bölgesinde gerçekleşmiştir.
Doğurganlık hızlarında belirgin bölgesel farklılıklar bulunmaktadır. Doğurganlık hızı
Türkiye geneli için 2.16’dır, bölgelere göre Doğu bölgesinde en yüksek (kadın başına
3.3) ve Batı bölgesinde en düşük düzeydedir (kadın başına 1.7 çocuk) (TNSA 2008a).
Türkiye nüfusunun yaş yapısının değişimine nüfus piramitleri aracılığı ile
bakıldığında, Türkiye’nin yüksek doğurganlık rejiminden düşük doğurganlık rejimine
geçişini net olarak görmek mümkün olmaktadır. 1935 yılından başlayarak 1975 yılına
kadar sürekli olarak yüksek doğurganlık seviyesine işaret eden geniş tabanlı nüfus
piramitleri olan Türkiye’nin, 1980’li yıllardan itibaren doğurganlık seviyesinde azalmayı
işaret eden, tabanı gittikçe daralan nüfus piramitlerine sahip olduğu görülmektedir.
Nüfusun yaş ve cinsiyet yapısının özet bir göstergesi olan nüfus piramitleri ülkelerin
Atatürk Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi
Nüfus
demografik yapıları hakkında önemli bilgiler sağlayan araçlardır. Geniş tabana sahip
nüfus piramitleri yüksek; dar tabana sahip nüfus piramitleri düşük seviyedeki
doğurganlığa işaret ederler. Nüfus piramitlerinde ileri yaşlara doğru gözlenen hızlı
daralmalar yüksek; daha yavaş daralmalar düşük ölümlük seviyesini gösterirler. Nüfus
piramitleri doğurganlık ve ölümlülük seviyesi ve örüntüsüne ilişkin bilgi sağlamanın
yanında, özellikle yaş ve cinsiyet seçici göç hareketleri konusunda da bilgi sağlarlar
(Çilingiroğlu 1995). Nüfus piramidi hem demografik yapıyı hem de ekonomik yapıyı ilk
bakışta yansıtan bir gösterim aracıdır. Yani, demografik nüfusun yaş ve cinsiyet yapısı
hakkında bilgi verirken, ülkelerin doğum ve ölüm hızlarındaki farklılıkları ile ekonomik
gelişmişlik düzeyleri hakkında da bilgi verirler.
Şekil 1 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA) verilerine göre hanehalkı nüfus
piramidi sunulmaktadır. Bu piramitte, doğurganlıktaki azalmanın, yaşlı nüfus oranındaki
artışın ve yaşam süresindeki uzamanın oldukça belirgin olduğu görülebilir.
Nüfus (Yüzde)
ġekil 1. Türkiye Hanehalkı Nüfus Piramidi-2003
Türkiye genç bir nüfus yapısına sahiptir; nüfusun yüzde 7’si 65 yaş ve üzerinde iken,
yüzde 9’u 5 yaşın, yüzde 27’si ise 15 yaşın altındadır. Nüfusun yüzde 51’ini oluşturan
kadınlar nüfusun yüzde 49’unu oluşturan erkekleri sayıca aşmaktadır (TNSA 2008a).
Türkiye nüfusunun yaş yapısının değişimine geniş yaş grupları temelinde bakıldığında üç
Atatürk Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi
Nüfus
önemli dönüşüm görülmektedir. Bunlardan birincisi, daha önce de vurgulandığı gibi,
Türkiye nüfusunun doğurganlık seviyesindeki azalmanın ve ölümlülük koşullarındaki
iyileşmenin bir sonucu olarak zaman içinde genç nüfus yapısına sahip olmaktan çıkarak
gittikçe yaşlı nüfus yapısına dönüşmesidir. İkincisi, 15 yaşından küçük olan nüfusun
payının, yine özellikle doğurganlık seviyesindeki azalmanın bir sonucu olarak, zaman
içinde azalmasıdır. Türkiye’de 1935 yılında nüfusun yüzde 41’ini oluşturan bu nüfus
grubu, 2008 yılında yüzde 26 seviyesine gerilemiştir. Bu nüfus grubunun payı 2023
yılında yüzde 22 seviyesine inecektir. Bu gelişme Türkiye’nin genç nüfus özelliğini
kaybetmekte olduğunu bir kez daha göstermektedir. Üçüncü gelişme ise çalışma
çağındaki nüfusu oluşturan 15-64 yaş nüfusunun zaman içindeki artışıdır. Bu artışta erken
dönem ölüm hızlarının azalmasının etkisinden daha çok yüksek doğurganlık koşullarının
hüküm sürdüğü yıllarda doğan nüfus gruplarının çalışma çağına girmelerinden
kaynaklanmaktadır (TNSA 2008 b).
Ülkemizde 1950-1955 dönemi 48,1 yaş olan ortalama yaşam beklentisi, 1990-2000
döneminde 69 yaşa yükselmiş olup, 2040-2050 döneminde 78 yaşa yükseleceği tahmin
edilmektedir. Günümüzde ortalama yaşam beklentisinin erkekler için 71 yıla kadınlar için
ise 76 yıla yükseldiği görülmektedir. Cumhuriyet’in yüzüncü yılı olan 2023 yılında ise
doğuşta yaşam beklentisinin erkekler için 73 yıla; kadınlar için ise 79 yıla yükseleceği
tahmin edilmektedir (TNSA 2008b, TÜİK 2010). Türkiye’de diğer tüm toplumlarda
olduğu gibi kadın nüfusun doğuşta yaşam beklentisi erkek nüfustan daha yüksektir.
Ortalama yaşam beklentisinin artmasıyla birlikte gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki
yaşlı nüfusun içindeki kadın nüfus payı da erkeklerden daha fazla olacaktır.
Türkiye’de kentsel yerleşim yerlerinde yaşayan nüfusun oranı Cumhuriyet’in ilanı ile
1950’li yılların başına kadar geçen dönemde çok önemli bir değişim göstermemiştir.
1950’li yıllar ile birlikte, kırsal yerleşim yerlerinde iten faktörlerin ve kentsel yerleşim
yerlerinde ise çeken faktörlerin etkisiyle kırsal yerleşim yerlerinden kentsel yerleşim
yerlerine, temelinde çoğunlukla ekonomik faktörlerin bulunduğu, yoğun bir iç göç
hareketi başlamıştır. İç göçün etkisiyle bu büyüklükteki bir iç göç hareketine hazırlıklı
olmayan kentsel yerleşim yerlerinde çarpık kentleşmenin bir sonucu olarak ortaya çıkan
gecekondulaşma olgusu ile birlikte kentsel alanlarda yaşayan nüfusun payı hızla artmıştır
(Çilingiroğlu 2006).
Atatürk Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi
Nüfus
DEMOGRAFĠK DÖNÜġÜM
Nüfus bilimciler günümüzün gelişmiş ülke nüfuslarının geçmişte gösterdikleri eğilimleri
inceleyerek doğurganlığın zaman içinde neden ve nasıl düştüğünü açıklamayı ve böylece
günümüzün gelişmekte olan ülkelerine yardımcı olmayı amaçlamışlardır. Demografik
geçiş teorileri nüfus teorilerinin çoğunun tersine, gerçek tarihi deneyimlerden türetilmiş
olup, batı küresi üzerinde bulunan ülkelerin demografik açıdan geçirdiği evrimden
hareket eder. Demografik dönüşüm kuramı, sosyolojideki modernleşme kuramının bir
türevi olarak değerlendirilebilir. Demografik Dönüşüm Kuramı’na göre bütün toplumlar
kaçınılmaz olarak doğurganlık ve ölümlülük hızlarının yüksek olduğu bir aşamadan her
ikisinin de düşük olduğu bir aşamaya dönüşüm yapacaklardır. Bu konuda üretilen
teorilerin ilki 1940'lara dayanır. Daha sonraları değişikliklere uğramıştır. Klasik tanımı
1945'te Frank W. Notestein, 1947 ise Blacker yapmıştır. Teoriye göre, başlangıçta
ölümler ve doğumlar oldukça yüksekken; bir dizi aşamadan sora incelenen nüfuslarda her
iki nüfus hareketinde de azalma gözlenmiştir. Dönüşümden önce ve sonra nüfus
büyümesi yavaştır. Ancak dönüşüm sırasında nüfusun büyümesi çok hızlıdır. Çünkü söz
konusu ülkelerde önce ölümlerde, daha sonraları da doğumlarda azalma görülmüştür
(Çilingiroğlu 2006, Giddens 2005). Bu genel gözlem ise Demografik DönüĢüm (GeçiĢ)
olarak adlandırılan sürecin tanımının yapılmasını sağlamıştır (Şekil 2).
Şekil 2. Demografik Dönüşüm
Sanayi öncesi dönemde (1. aşama): Zorlu çevresel koşullardan etkilenen yaşam
koşulları yüksek ölümlere neden olmaktaydı. Doğumları etkileyecek herhangi bir
müdahale olmadığı için, doğum hızları da yüksekti. Bunun sonucunda da nüfus artışı yok
denecek kadar yavaştı.
Atatürk Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi
Nüfus
Geçiş dönemi (2. aşama): Sanayileşme süreci başladığında başlar. Ölüm hızları
düzelen çevre koşullarına (gelirde artış, daha iyi beslenme, barınma, hijyende iyileşme,
temiz su, kanalizasyona geçiş vb.) bağlı olarak sağlıkta kaydedilen iyileşmelere bağlı
olarak azalmaya başlar. Ancak doğum hızları hala yüksektir.
Sanayileşme döneminde (3. aşama): Sanayileşmenin yaşam standardına etkisi
görülmeye başlar ve doğum hızları da ölüm hızlarındaki düşmeyi izlemeye başlar. Çiftler,
çocuk sahibi olmanın fazla harcama gerektirdiğini, kadının çalışmak istemesine karşılık
çocuğun onu eve bağımlı hale getirdiğini, ölümlerdeki azalma nedeniyle doğurganlıkta
ikame etkisinin kalktığını (aynı sayıda yaşayan çocuğa sahip olabilmek için daha az
doğuma gerek olması), kadının konumunun değişmesi ve eğitim olanağına sahip olması,
çocuğun ekonomik değerindeki değişme vb. nedenlerle doğurganlıklarını azaltmaya
başlamaktadırlar. Günümüzün çoğu gelişmekte olan ülkesi bu aşamadadır.
Sanayileşme dönemi sonrasında (4. aşama): Doğumların sayısı ölümlerin de
altına düşmektedir. Bu durumda nüfus hiç artmayacak, hatta azalmaya başlayacaktır.
1991 sonrasında 18 Avrupa ülkesi bu konuma geçmiştir (örneğin Almanya).
Bütün gelişmiş ülkeler demografik dönüşümü yaşamışlardır. Ancak, dönüşüm
teorileri bu ülkelerin deneyimleriyle ilişkili olduğundan, bugünün koşullarındaki
gelişmekte olan ülkelerine uyarlanırken bazı sorunlar çıkabilmektedir.
Türkiye’de Demografik DönüĢümün Etkileri
Türkiye’de 1950’lerden günümüze, sağlık koşullarının iyileştirilmesi, şehre göç ile
birlikte çekirdek aile kavramının güçlenmesiyle çocuk sayısının azalması, kırsal kesimde
yaşayan nüfus oranının azalması, eğitim düzeyinin yükselmesi gibi faktörler demografik
dönüşümde etkili olmuştur. Gelecek ile ilgili projeksiyonlarda ise Türkiye’deki genç
nüfusun azalıp yaşlı nüfusun artmasına rağmen Avrupa’daki yaşlanma oranının gerisinde
kalacağı öngörülmektedir. Türkiye’nin yaşadığı demografik dönüşüm sürecini üç
aşamada incelemek mümkündür. Bunlar; sürecin ilk aşaması olarak pronatalist nüfus
politikalarının egemen olduğu 1923-1955 dönemi; ikinci aşama olarak antinatalist
politikalara geçiş yapılan 1955-1980 dönemi; üçüncü ve son aşama olarak ise antinatalist
politikaların yerleşmiş olduğu 1980 ve sonrasındaki dönem. Türkiye Demografik Dönüşüm
Kuramı’nda sözü edilen üçüncü yani son aşamaya taşınmıştır. Demografik dönüşümün bu
aşamasında Türkiye nüfusu artık yüksek doğurganlık ve ölümlülük hızlarına sahip genç bir
nüfus olmaktan çıkarak, düşük doğurganlık ve ölümlülük hızlarına sahip ve gittikçe yaşlanan
bir nüfusun özelliklerini kazanmaktadır (TNSA 2008 b).
Atatürk Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi
Nüfus
NÜFUSÜN BÜYÜKLÜĞÜ VE DAĞILIMI
Belirli bir coğrafik yörede yaşayan nüfusun sağlık alanındaki ihtiyaçları
saptanırken bu nüfusun kompozisyonu, sağlık düzeyi ve diğer özellikleri önemli olmakla
birlikte, nüfusun büyüklüğü ve nasıl dağıldığı da ihtiyaç saptanmasında potansiyel talebin
belirlenmesi açısından (örneğin hizmet tipi, personel veya donanım) önemlidir. Bu tür
özellikleri tanımlayıcı istatistiklerle, örneğin hız ve oranlarla göstermek mümkündür ve
kıyaslama yapma olanağı sağlarlar. Nüfusun büyüklüğü ile ilgili veri, en basit olarak
belirli bir zamanda belirli bir bölgede yaşayanların sayılması ile elde edilir. Bu veri, tam
sayımla, örnekleme yolu ile ve ya projeksiyonlarla elde edilir. Demografik anlamda nüfus
yoğunluğu, bireylerin belirli bir coğrafik birim içindeki (örneğin ülke, şehir) yığılımlarını
(genellikle kilometre kare başına) ölçer. Sağlık hizmetleri açısından kaynakların etkili
dağılımının
sağlanmasında,
piyasa
potansiyelinin
yüksek
olabileceği
yerlerin
saptanmasında ya da hizmet sunumunda çevre açısından ulaşımı zor olabilecek yerlerin
görülmesinde kullanılırlar. Politik sınırlar, piyasa türleri ya da hizmet bölgeleri itibariyle
nüfus dağılımının nasıl olduğu da incelenir (Çilingiroğlu 1995).
NÜFUSUN YAPISI VE KOMPOZĠSYONU
Bir nüfusun yapısını o nüfustaki doğurganlık, ölümler ve göç düzeyleri yaş ve
cinsiyet örüntüsünü etkileyerek belirler. Örneğin, bir dönem boyunca yaşanan yüksek
doğurganlık bir nesil sonra nispi olarak doğurganlık çağındaki kadın nüfusunda artışa yol
açacak ve sonuçta doğum sayısı artacaktır. Dolayısıyla herhangi bir nüfusa ait yaş ve
cinsiyet yapısının incelenmesi, o nüfusun yaşamsal olayları hakkında da fikir verecektir.
Doğurganlığın ve ölümlerin yaşa özel düzeyleri uzun süre sabit kalırsa nüfusun yaş
dağılımı da sabit kalır. Nüfusun toplam miktarı artabilir, azalabilir ya da aynı kalabilir,
ancak her bir yaş grubundaki nüfus oranı değişmeyecektir (kararlı nüfus). Artış hızı sıfır
ise durgun nüfus denilir. Nüfusun kompozisyonu, belirli coğrafik yöredeki bireylerin
tanımlayıcı özelliklerini yansıtır. Aynı büyüklüğe sahip nüfusun sağlık alanındaki
ihtiyaçları cinsiyet, yaş ya da etnik yapılarına bağlı olarak farklı olacaktır.
Epidemiyolojik çalışmalar bireysel özelliklerde yoğunlaşarak kişinin yaşı, evlilik içi
konumu ve ya sağlıkla ilgili davranışlarının hastalık ve ölümle ilişkisini kurarken, sağlık
planlamasında verinin tümü üzerinde durulur. Nüfusun kompozisyonuna ait faktörler
biyo-sayısal ve sosyo-kültürel olarak iki grupta incelenebilir: Biyo-sayısal; doğuşta var
Atatürk Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi
Nüfus
olan ve değişmeyen biyolojik ve fiziksel nitelikleri içerir, örneğin; yaş ve cinsiyet. Sosyokültürel; bireyin sosyal sistem içindeki durumunu yansıtan ve değişebilen nitelikleri
içerir. Örneğin; evlilik durumu, yaşam koşulları, aile yapısı, barınma koşulları, gelir ve
eğitim düzeyi, din, çalışma durumu, iş, meslek (Çilingiroğlu 2006).
Bir toplumun sağlık düzeyi ve sağlık hizmetlerine olan ihtiyacı, o toplumun
demografik yapısında kendisini gösterir. Herhangi bir nüfusa ait yaş ve cinsiyet yapısının
incelenmesi sonucu nüfusun yaşamsal olayları hakkında fikir elde edilir.. Yaş grupları ve
cinsiyet yapısı değişik bölgelerde farklılık gösterebilir. Örneğin; madenler civarında ve
büyük tarım işletmelerinde çalışan erkeklerin bulunduğu bölgelerde, çalışma çağı erkek
nüfusunun toplam nüfus içindeki payı daha yüksek bulunabilir.
Nüfusun Kompozisyonuna Ait Faktörler
Yaş
Birçok hastalığın mortalite ve morbidite hızları ve diğer kişisel özellikler yaşa göre
farklılık gösterir. Yaş ile bir hastalık arasındaki ilişki incelenirken yaşa özel insidans,
prevalans hızları ve ya yaşa özel orantılı hızlar kullanılır. Yaş sadece hastalıkların
görülme sıklıklarını ve türlerini değil, şiddetini ve prognozunu da etkiler. Bir sağlık
olayının yaşla ilişkisi incelenirken şu noktalara dikkat edilmelidir: İncelenen hastalık
sağlam kişinin biyolojik yapısı, gelişimi ile ilgili olarak belirli bir yaş döneminde
görülebilir. Örneğin; konjenital anomaliler, intrauterin dönemde fetüsün gelişimi
sırasında karşılaşacağı bazı olumsuz etkenler sonucu, kronik dejeneratif yapılı hastalıklar
(osteoporoz, osteoartrit) ise hayatın ileri dönemlerinde ortaya çıkar. İlerleyen yaşla
birlikte bazı etkenlerle karşılaşma süresi kümülatif olarak artar. Bu durum özellikle uzun
latent dönemi olan kronik hastalıklar için önemlidir. Belirli yaşlarda belirli etkenlerle
karşılaşma olasılığı artabilir. Örneğin çocukluk döneminde kızamık, suçiçeği, kabakulak,
okul döneminde streptekok enfeksiyonları, yetişkin döneminde iş yeri ile ilgili olumsuz
etkenlerle karşılaşma olasılıkları fazladır. Buna bağlı olarak meslek hastalıkları ve iş yeri
kazaları sıklıkla görülür (Kılıç 2008, Akşit 1995). Türkiye’de mevcut demografik
etmenler nüfusun yaş yapısını değiştirmektedir. Nüfusun yaş yapısı, nüfusu belirleyen
temel bileşenler olan doğurganlık, ölümlülük ve göçten doğrudan etkilenmektedir.
Öncelikle son 20-30 yılda özellikle doğurganlık hızlarında önemli azalmalar meydana
Atatürk Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi
Nüfus
gelmiştir. Genç yaş gruplarındaki nüfus artış hızı son yıllarda azalırken, ileri yaş
gruplarının nüfusu Türkiye ortalamasından daha hızlı artmıştır. Yaşlı nüfus 2008 yılına
kadar artış göstererek yüzde 7’ye ulaşmıştır bununla birlikte Türkiye’de nüfusun yüzde
27’si 15 yaşından küçüktür. Bu eğilim yakın dönemde Türkiye’de yaşanan üç demografik
değişimin birleşik etkisinin sonucudur: genç yaş gruplarının sayısal olarak azalmasına yol
açan doğurganlıktaki hızlı düşüş, tüm yaş gruplarında yaşam beklentisinin artması ve
geçmişte doğurganlığın yüksek olması sebebiyle 65 yaş grubuna ulaşan kuşakların
büyüklüğünün artmış olmasıdır (TNSA 2008a).
Cinsiyet
Cinsiyet; hem kadın, hem de erkeğe ilişkin sosyal olarak öğrenilmiş davranış ve
beklentileri biyolojik seks karakterleri doğrultusunda “kadın” ya da “erkek” olmayı
anlatmaktadır. Erkek ve kadınlar arasında biyolojik farklar olduğu gibi sosyo-ekonomik,
kültür norm ve değerleri açısından da farklar mevcuttur. Bu duruma bağlı olarak kadın ve
erkeklerin karşılaştıkları riskler, hastalıklar, hastalıklarla başa çıkmada sağlık hizmetlerini
kullanma durumları ve yaşam süreleri farklılık göstermektedir (Kılıç 2008). Türkiye’de
doğuşta yaşam beklentisinin erkekler için 71 yıl, kadınlar için 76 yıl olarak bildirilmiştir
(TNSA 2008a).
Eğitim
Toplumdaki bireylerin sağlıklı olması ile eğitimi arasındaki ilişki; iş ve ekonomik
koşullar, sosyal ve psikolojik şartlar ve sağlıkla ilgili yaşam tarzı olarak üç sınıflama ile
açıklanabilir. Eğitim; iş ve ekonomik koşulları şekillendirmektedir. Çalışma kadın ve
erkeğin daha sağlıklı olmasını sağlarken, işsizlik çeşitli fiziksel, ruhsal ve sosyal
sorunlara neden olabilmektedir. İyi eğitimlilerin işleri üzerinde otonomileri ve yaşamları
üzerinde bireysel kontrolleri daha fazla bulunmaktadır. Eğitim, bireyin iletişim kurma ve
analitik düşünce yeteneğini arttırarak karşılaşacağı problemleri daha kolay çözmesini
sağlar. Eğitim düzeyi yüksek olanlar eğitim düzeyi düşük olanlara göre daha fazla sosyal
destek almakta ve daha sağlıklı bir yaşam stili oluşturmaktadır. Eğitimli bireylerde
düzenli egzersiz, yeterli ve dengeli beslenme, koruyucu sağlık hizmetlerini kullanma gibi
olumlu sağlık davranışları daha yüksek görülmektedir (Kılıç 2008) . Zorunlu eğitimin
1997 yılından itibaren 5 yıldan 8 yıla çıkması genç kuşaklarda eğitim düzeyinin
artmasına neden olmuştur. 15-19 yaş grubu kadınların yüzde 48’i ortaokul ve üstü eğitim
Atatürk Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi
Nüfus
düzeyine sahiptir. 2008 yılı itibariyle ilköğretim okullaşma oranı erkek ve kız çocukları için
sırası ile yüzde 97 ve yüzde 96’dır (TÜİK 2010).
Evlilik
Türkiye’de evlilik, özellikle de resmi nikah ile yapılan evlilikler çok yaygındır. Dini
nikahlar da evlenmeler arasında önemli yer tutmakla birlikte, en yaygın evlenme şekli,
hem dini, hem de resmi nikah yapmak şeklindedir. Türkiye’de evliliğin yaygın bir kurum
olduğu, hiç evlenmemiş olanların düşük oranlarına bakıldığında görülebilmektedir.
Demografik araştırmalara göre, doğurganlık döneminin sonları olan 45-49 yaş grubunda,
kadınların sadece yüzde 2’si erkeklerinse yüzde 3’ü hiç evlenmemiştir. Bunun yanında
son on yılda Türkiye’de boşanma oranlarında hafif ama sürekli artış göstermektedir
(TNSA 2008a). Toplumdaki bireylerin evli, bekar, dul ve ya boşanmış olmaları ile
sağlıkları yakından ilgilidir. Evli insanlar sosyal bütünleşme nedeniyle üç çeşit bir sağlık
avantajına sahiptirler. Birinci olarak evli insanların sosyal bağları, arkadaşlıkları ve
sosyal destekleri daha fazladır. İkinci olarak, evlilik içindeki sosyal kontrol ve
düzenlemeler; sosyal roller ve sorumluluklar yaratır ve bu da daha sağlıklı yaşam stiline
ve riskten kaçınmaya neden olur. Üçüncü olarak, toplumda evliliğe yüksek statü verilir,
sosyal beklenti ve sosyal normlara uygun yaşama başarısı, insanlara yüksek statü sağlar.
Buna karşın boşanma ve ölüm nedeniyle eşini kaybetme, sosyal, ekonomik, psikolojik ve
fiziksel sorunlara yol açabilir (Kılıç 2008, Akşit 1995).
Ekonomik Durum ve İş
Sosyal bir kurum olarak sağlık, büyük ölçüde sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik
değişkenler tarafından belirlenmektedir. Bu değişkenlerden biriside ekonomik durumdur.
Yapılan iş ve karşılığında elde edilen gelir, insanların sağlıkları üzerinde oldukça önemli
etkilere sahiptir. Yapılan pek çok çalışma iş-gelir ve sağlık-hastalık ilişkisini ortaya
koymaktadır. Yoksul bölgelerde yaşayan bireyler daha fazla sağlık sorunu yaşamaktadır
bu durum iki şekilde açıklanmaktadır. İlk olarak düşük sosyo-ekonomik statülü bireyler
yoksul bölgelerde yaşam şansı bulabilmektedir. İkinci açıklamada ise gelirle ilgili
bireysel etkenlerin yanında, bölgesel düzeyli olan ve yapısal olarak nitelenen başka
etkenlere de yer verilmektedir. Önemli bir gelir kaynağı olarak iş, üç açıdan sağlıkla ilişki
halindedir. Birincisi, yapılan iş, gelir düzeyini dolayısıyla sağlığı belirlemektedir.
İkincisi, iş yani çalışma bireyi daha sağlıklı kılabileceği gibi, yapılan işin niteliğine bağlı
Atatürk Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi
Nüfus
olarak bazı hastalıkların kaynağı da olabilir. Üçüncüsü, resmi iş beraberinde sosyal
güvenceyi getirmektedir. İş bireyi daha sağlıklı ve mutlu kılabileceği gibi çeşitli sağlık
riskleri de taşıyabilmektedir. Belli meslekler kişilerin sağlıklarını dolaylı ve ya dolaysız
olarak etkilemekte buna bağlı olarak yakalanılan hastalıklar ve ölüm nedenleri
farklılaşmaktadır. Örneğin günümüz gelişmiş toplumlarında üst düzey yöneticilik gibi
işlerde çalışanlarda yoğun çalışma temposu ve yapılan işteki sorumluluk payının yarattığı
strese bağlı olarak kalp-damar hastalıkları sıklıkla görülürken, maden ocaklarında
çalışanlarda akciğer hastalıklarına yoğun olarak rastlanmaktadır. Ayrıca uzun süre ayakta
kalmayı ve sürekli konuşmayı gerektiren meslek gruplarında, öğretmenlerde olduğu gibi
varis ve faranjit sıklıkla görülmektedir. Türkiye’de hem kadınların hem de erkeklerin
işgücüne katılım oranları azalmaktadır. 1980’li yılların sonlarında erkekler için yüzde 81;
kadınlar için ise yüzde 34 olan işgücüne katılım oranı, 2008 yılında azalarak erkekler için
yüzde 70’e; kadınlar için ise yüzde 25’e düşmüştür (TNSA 2008b).
Kırsal ve ya Kentsel Bölgede Yaşama
Kırsal ve ya kentsel bölgede yaşama bireylerin sağlığı üzerinde oldukça etkilidir. Sağlık
ve hastalığın algılanışı, hastalığın varlığını kabullenme, başvurulan tedavi yöntemleri,
sağlık
hizmetlerini
kullanma,
kırsallık
ve
kentsellik
boyutunda
farklılıklar
göstermektedir. Hastalık belirtisi olarak fiziksel semptomlara öncelik verme her iki
bölgede de yer alanların ortak bir özelliğidir. Kırsal bölgede yer alanlar açısından rahatsız
edici ağrı ve huzursuzluklar olmadıkça hastalık söz konusu değildir, sağlık ise kendini iyi
hissetme ve ya semptom yokluğudur. Ancak bu noktada kentsel toplum üyeleri
semptomlar belli belirsiz, hatta hiç olmasa bile düzenli medikal kontrole başvurmanın
yararının bilincinde olarak farklılık göstermektedir. Türkiye, özellikle 1950’lerden sonra
kırsal alanlardan kentlere doğru göç sonucu hızlı bir kentleşme sürecine girmiştir.
1950’de kentlerde yaşayan nüfusun payı yüzde 25 iken, 2007 yılında yüzde 70’e
yükselmiştir (TNSA 2008a).
Atatürk Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi
Nüfus
NÜFUSUN YAPISI VE KOMPOZĠSYONUNU ETKĠLEYEN FAKTÖRLER
A. DOĞURGANLIK
Doğurganlık nüfus büyüklüğü, artışı ve kompozisyonunu etkiler. Doğurganlık (fertility)
bir kadının gerçekte doğurduğu canlı doğumları kapsar ve nüfusun üreme deneyimleri ile
ilgilidir (cinsel davranış, gebelik, doğum öncesi bakım, doğum sonucu, doğum sayısı,
bebeğin özellikleri, doğum sonrası bakım ve anne-babanın biyo-sosyal ve sosyo-kültürel
özellikleri). Kavram olarak doğurgan kadın (anne) çocuksuz kadının tersini ifade eder.
Fizyolojik olarak çocuk doğurma yeteneği ise doğurganlık gücü olarak adlandırılır ve bu
yeteneğin bulunmayışı kısırlık (infertility) olarak tanımlanır. Doğurganlık örüntüsü sağlık
bakımı üzerinde çok sayıda etkiye sahiptir. Örneğin; doğum öncesi, sırası ve sonrasında
anne ve bebeğin sağlık ihtiyaçları, sağlık hizmeti sunumu gibi. Doğurganlıkla ilgili
çalışmalarda "periyot" ve "kohort" iki temel analiz yöntemi olup doğurganlıkla ilgili
sonuçlar genellikle hızlarla ifade edilir. İlkinde doğurganlık kesitsel olarak, belirli bir
zaman aralığında (genellikle bir yıl) incelenir. İkincisinde ise, doğurganlık uzunlamasına
incelenir. Örneğin belirli grup kadınların (belirli tarihte doğan ya da evlenen) doğurduğu
çocuklarla ilgili inceleme yapılır ya da inceleme amacına yönelik yapay kohortlar
oluşturulur. Periyot analizleri daha basit olup daha sık kullanılır. Bunlardan sağlık
alanında en sık kullanılanlar aşağıda belirtilmiştir: çocuk-kadın oranı, kaba doğum hızı,
yaşa özel doğum hızı, toplam doğurganlık hızı gibi. Kohort analizleri doğurganlık
düzeylerini ve trendleri açıkladığı için akademisyenler, idareciler ve plancılar tarafından
kullanılır. Ancak gerekli veriyi elde etmek yaşamsal kayıtları iyi olan gelişmiş ülkelerde
dahi zordur (Çilingiroğlu 2006).
Doğurganlığın Belirleyicileri
Doğurganlık düzeyi çok sayıda faktöre bağlı olarak toplumdan topluma farklılık gösterir.
Bu düzeyi etkileyen faktörler üç grupta toplanabilir: doğurgan döneme başlamayı
etkileyen faktörler (menarş yaşı, ilk evlilik yaşı, ilk cinsel ilişki yaşı, primer sterilite);
doğurgan dönemle ilgili faktörler (emzirme ve amenore süresi, biyolojik fekandite,
kontraseptif kullanımı ve etkililiği, cinsel ilişki sıklığı, rahim içi ölümler); doğurgan
dönem sonu ile ilgili faktörler (menapoz yaşı, sürekli sterilite).
Atatürk Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi
Nüfus
B. ÖLÜMLER
Günümüzde nüfusun değişime uğraması artık ölümlülük düzeyine değil, büyük ölçüde
doğurganlıktaki değişikliklere ve kısmen de göçlerin düzeyine bağlıdır. Ölüm, (death)
kesin ve tanımlanabilir bir olaydır ve her bireyin başına mutlaka bir kez gelir. Genelde
hastalıklar (morbidity) ve ölümlülük (mortality) sağlık bakımı sistemlerinin işlemesindeki
etkililik derecesini ve ihtiyaç düzeyini gösterir. Morbidite, bir nüfusta hastalıkların ve
sakatlıkların düzeyini ve türlerini kapsar. Mortalite ise, bir nüfustaki ölümlerin düzeyini
karakterize eden demografik bir olaydır. Ölümlerle ilgili çalışmalar, ölüm ile nüfusun
büyüklüğü, kompozisyonu ve dağılımı arasındaki ilişkiler ile ölümlerle ilgili olan kim,
nasıl, neden ve ne zaman konularını inceler. Analiz teknikleri uzun bir geçmişe sahiptir
ve doğurganlık tekniklerinden daha gelişmiştir. Temel ölçütleri; kaba ölüm hızı, bebek
ölüm hızı, yenidoğan-neonatal (neonatal dönem ikiye ayrılır: 0-7 gün-erken neonatal, 728 gün-geç neonatal) ölüm hızları, neonatal dönem sonrası (28-365 gün) ölüm hızı,
perinatal (gebeliğin ilk 28 haftası + doğum sonrası ilk 7 gün) ölüm hızı, ölü doğum (fötal)
(gebeliğin ilk 28 haftası) hızı, anne ölümü (doğumla ilgili nedenlere bağlı anne ölümleri)
hızı, yetişkin ve çocuklarda yaşa, cinsiyete ve nedene özel ölüm hızları. Bütün bu hızlar
sağlık hizmetini planlayanlara ve demograflara yararlı bilgiler sunarlar (Çilingiroğlu
2006). Kaydedilen ölümlerin nedenlerinin dağılımına bakıldığında, kalp–damar
hastalıklarının (yüzde 46), tüm kanser çeşitlerinin (yüzde 15) ve tüm kazaların (yüzde 4)
ölüm nedenlerini oluşturduğu görülür. Yetişkin ölümlülüğünden farklı olarak,
doğurganlık araştırmalarından hesaplanabilen bebek ölüm hızı 1950’lerin sonlarında
binde 200 dolayında iken, 1970’lerin ortalarında binde 130’a düşmüş ve 2006 yılında
binde 17 olarak hesaplanmıştır (TNSA 2008a).
Ölümlerin Belirleyicileri
Bir ülkede yaşam koşulları geliştikçe ölüm nedenleri de farklılaşır. Örneğin gelişmiş
ülkelerde temel ölüm nedenleri hastalıklardır. Aradaki miktarsal farklılığı gelişmekte olan
ülkelerdeki bebeklik ve çocukluk çağ ölümlerinin çok yüksek olması yaratmaktadır.
Sağlık bakımı, ilaçlar, donanım, fizik olanaklar ve sağlık insan gücü hastalık ve ölüm
örüntülerinin değişimlerinden etkilenmektedir. Bu örüntüler bireylerin demografik
özelliklerinden de büyük ölçüde etkilenmektedirler. Başta bebeklik ve çocukluk çağı
Atatürk Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi
Nüfus
olmak üzere ölümlerin düzeyini belirleyen bazı önemli faktörler aşağıda verilmiştir:
(Çilingiroğlu 2006)
- Doğumdaki biyo-demografik faktörler: Çocuğun cinsiyeti (erkek bebeklerin
doğumda yaşama olasılıkları kızlardan daha düşüktür); anne yaşı (çok genç ve çok yaşlı
annelerin bebeklerinin ölüm olasılıkları orta yaş grubu annelerin bebeklerinden daha
yüksektir); gebelik aralıkları (iki gebelik arası geçen süre kısaldıkça bebeğin ölme
olasılığı, anne tükenmesi ve son doğan bebeğin önce doğup hayatta olan çocuklarla anne
ilgisi konusundaki rekabeti nedeniyle artar); prematür doğum yada büyüme gelişme
geriliğine bağlı düşük doğum ağırlığı perinatal, bebek ve çocuk ölümlerindeki temel
etkenlerden biridir.
- Doğum sonrası etkili olan faktörler: Emzirme ve süresi, gebelik aralığının
açılması, anne sütünün steril olması, bulaşıcı hastalıklardan koruması ve besleyiciliği gibi
nedenlerden dolayı bebeğin hayatta kalma olasılığını olumlu yönde etkiler. İçme ve
kullanma suyunun türü ve hijyen koşulları da etkiler. Zira, enfeksiyon hastalıkları
koşulların kötü olduğu durumda artar ve yeni doğanın ölme olasılığı yükselir.
- Dolaylı ailesel etkiler: Anne ve babanın eğitim düzeyi; özellikle annenin eğitim
düzeyi ile ilk altı ayda bebek ölümleri arasında, eğitimin annenin yenilikleri algılama
kapasitesini etkilemesi nedeniyle ilişki vardır ve annenin eğitimi kadının toplumsal
konumunu, çalışma yaşamını, ücret düzeyini, dolayısıyla çocuğun fırsat maliyetini
etkiler. Ayrıca, bebeğin doğum yeri (hastane, ev, sağlık personeli ile vb.); iklim koşulları
da etkili olan faktörlerdir.
Kaba Doğum ve Ölüm Hızlarındaki DeğiĢimler
Türkiye’nin yüksek doğurganlık ve ölümlülük seviyelerinden düşük doğurganlık
ve ölümlülük seviyelerine geçerek yaşadığı demografik dönüşümün izleri kaba doğum ve
kaba ölüm hızlarının zaman içindeki değişiminden görülmektedir. 1940’lı yıllarda kaba
doğum hızı binde 45; kaba ölüm hızı binde 31; doğal artış hızı ise bunların farkı olarak
binde 14 seviyesindedir. 1955 yılında binde 48 ile en yüksek seviyesine ulaşan kaba
doğum hızı, beklendiği gibi kaba ölüm hızına göre daha tedrici bir şekilde azalmıştır.
Kaba ölüm hızı İkinci Dünya Savaşı yıllarında bir miktar artmış, daha sonra ise sürekli
bir azalma eğilimi içinde olmuştur. Kaba doğum hızı ile kaba ölüm hızı arasındaki farkın
en yüksek olduğu dönemin 1960’lı yıllar olduğu görülmektedir. 1990’lı yıllarda binde 25
Atatürk Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi
Nüfus
seviyesine gerileyen kaba doğum hızı ile binde 8 seviyesine gerileyen kaba ölüm hızı
arasındaki farkın daha da azaldığı gözlenmektedir. 2000’li yıllarda da azalmaya devam
eden kaba doğum hızının aksine kaba ölüm hızında nüfusun yaşlanmasının da etkisi ile
kısmi bir yükselme görülmektedir. 2000’li yılların başında binde 6 olan kaba ölüm
hızının 2023 yılında binde 7 seviyesine yükseleceği öngörülmektedir. 2025 yılı
sonrasındaki döneme ilişkin demografik öngörüler, Türkiye’de yüzyılın ortalarından
itibaren kaba doğum hızı ile kaba ölüm hızının eşitleneceğini ve bunun sonucunda doğal
nüfus artış hızının sıfır olacağını göstermektedir (TNSA 2008b).
C. GÖÇLER
Coğrafik hareketlilik ya da göç nüfus hareketleri ile ilgili üçüncü temel öğe olup
en dinamik, karmaşık ve ölçümü en zor olan önemli bir olaydır. Zira nüfusun değişimi
doğal artışla net göçlere bağlıdır. Göç, tanımlaması zor bir olay olmakla birlikte, yerleşim
yerini genellikle en az altı aylığına değiştirme amacıyla (kalıcı amaçlı) yapılan fiziksel
çabadır. Göçmen ise göç kararını alan bireydir. Göçler gönüllü ya da zorlanmış
olabilirler. Bireylerin çalışma ya da hava değişimi nedeniyle yaptıkları günlük ya da
mevsimsel yer değiştirmeler göç kapsamına girmez. Göçlerin ölçümü için geliştirilmiş
ölçütlerden: göç hızı, içe göç hızı, dışa göç hızı, net göç (ülke sınırları içinde bir yöreye
gelenlerle o yöreden gidenlerin farkı) hızı, geri dönenlerde göç hızı, net olmayan göç
(ülke sınırları içinde bir yöreye gelenlerle o yöreden gidenlerin toplamı) hızı, yaşa,
cinsiyete, eğitim düzeyine, nedene, gelinen ve gidilen yere, mesleğe vb. özel göç hızları,
en önemlileridir. Farklı türdeki göçler, sağlık düzeyi, sağlık davranışları ve sağlık hizmeti
kullanımı üzerinde etkilidir. Örneğin göç eden kişiler gidilen yerdeki enfeksiyonlar,
parazitik hastalıklar, kazalardan daha fazla etkilenirler; göç eden kişiler geldikleri yöredeki bulaşıcı hastalıkları beraberlerinde taşıyarak göçü alan yörede salgınlara neden
olabilirler (Çilingiroğlu 1995, Akşit 1995).
Göçlerin Belirleyicileri
Göçlerin belirleyicileri biyoloji ile çok az ilişkili olup daha çok ekonomik, sosyal ve
siyasal koşullarla etkileşim halinde olan göç olgusu, doğurganlık ve ölümlerle
kıyaslandığında daha az dikkat çeker. Bilindiği üzere gelişmekte olan ülkelerde kırdan
Atatürk Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi
Nüfus
kente yönelik göçler sıklıkla gözlenir. Göç edenler çoğu yönden oldukça seçilmiş bir
gruptur. Farklı grupların göç eğilimleri birbirlerinden yaş, cinsiyet, medeni durum, kişisel
özellikler ve diğer özellikler itibarıyla farklılık gösterir. Örneğin genç yetişkinlerin,
işgücü göçlerinde erkeklerin, evli olmayanların, uyumlu ve eğitimli olanların göç etme
eğilimleri daha yüksek olabilmektedir (Çilingiroğlu1995).
Göçler Konusu Daha Sonra Ayrıntılı Olarak Verilecektir.
Atatürk Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi
Nüfus
ÖZET
Bir toplumun sağlık düzeyi ve sağlık hizmetlerine olan ihtiyacı, o toplumun
demografik yapısında kendisini gösterir. Bir toplumun nüfus yapısını; nüfustaki
doğurganlık, ölüm, yaş, cinsiyet ve göç düzeyleri örüntüsü etkileyerek belirler. Herhangi
bir nüfusa ait yaş ve cinsiyet yapısının incelenmesi, o nüfusun yaşamsal olayları
hakkında fikir verecektir. Doğurganlığın ve ölümlerin yaşa özel düzeyleri uzun süre sabit
kalırsa nüfusun yaş dağılımı da sabit kalır. Toplam nüfusun yaş grupları ve cinsiyete
göre dağılımı nüfus piramidi ile gösterilir. Nüfus piramidindeki bilgiler yaş ve cinsiyet
yapısına ilişkin bilgi verirken ülkelerin doğum ve ölüm hızlarındaki farklılıkları ile
ekonomik gelişmişlik düzeyleri hakkında da bilgi verirler. Toplumlar modernleşme süreci
ile paralel demografik dönüşüm sürecine girmiştir. Toplum sağlığı önlemleri ve yükselen
yaşam düzeyi sayesinde ölüm hızları düşmüş, doğum hızları ise uzunca bir süre yüksek
düzeyini koruduğundan nüfus artmıştır. Daha sonraları yükselen eğitim ve sosyoekonomik düzeyden dolayı doğum hızları da azalmış, kimi toplumda ölüm hızı düzeyine
inmiştir. Demografik Dönüşüm Kuramı’na göre bütün toplumlar kaçınılmaz olarak
doğurganlık ve ölümlülük hızlarının yüksek olduğu bir aşamadan her ikisinin de düşük
olduğu bir aşamaya dönüşüm yapacaklardır. Bütün gelişmiş ülkeler demografik
dönüşümü yaşamışlardır. Gelecek ile ilgili projeksiyonlar Türkiye’deki genç nüfusun
azalıp yaşlı nüfusun artacağını göstermekle birlikte Avrupa’daki yaşlanma oranının
gerisinde kalacağı öngörülmektedir. Türkiye’nin yaşadığı demografik dönüşüm sürecini
üç aşamada incelemek mümkündür. Sürecin ilk aşaması olarak pronatalist nüfus
politikalarının egemen olduğu 1923-1955 dönemi; ikinci aşama olarak antinatalist
politikalara geçiş yapılan 1955-1980 dönemi; üçüncü ve son aşama olarak ise
antinatalist politikaların yerleşmiş olduğu 1980 ve sonrasındaki dönem.
Atatürk Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi
Nüfus
DEĞERLENDĠRME SORULARI
1-Türk toplumunda nüfusun sağlık alanındaki ihtiyaçları saptanırken aşağıdakilerden
hangisi dikkate alınmaz?
a) Nüfusun kompozisyonu
b) Nüfusun sağlık düzeyi
c) Nüfusun büyüklüğü
d) Nüfusun nasıl dağıldığı
e) Nüfusun demografik dönüşüm öncesi durumu
2-Avrupa ülkelerinde demografik dönüşümün en önemli etkisi aşağıdakilerden
hangisidir?
a) 65 yaş üzeri yaşlı nüfusun oranının artması
b) Sanayi devrimini oluşturması
c) Cinsiyet eşitsizliklerini azaltması
d) Genç nüfus oranının artması
e) Doğum oranlarının yükselmesi
3-Aşağıdakilerden hangisi nüfus piramidi için doğru bir ifadeyi içermemektedir?
a) Nüfus piramidinde geniş taban doğurganlığın yüksek olduğunu gösterir
b) Piramidin tepesine doğru hızlı daralmalar ölüm düzeyinin yüksekliğini gösterir
c) Nüfus piramidi çizilirken sol tarafta erkek nüfus, sağ tarafta kadın nüfus yer alır
d) Tabanda yaşlılar, tepede gençler yer alır
e) Nüfus piramidi iki histogramın sırt sırta yerleştirilmeleri ile oluşur.
4-Aşağıdakilerden hangisi Türk toplumunda demografik dönüşüm süreci için doğru bir
seçeneği içermemektedir?
a) Sanayileşmenin başlaması ile ortaya çıkmıştır
b) Demografik dönüşüm süreci bitmiştir
c) Doğum ve ölüm oranları düşmüştür
d) Teknolojik gelişmeler demografik dönüşümü hızlandırmıştır
e) Sosyal ve kültürel gelişmeler demografik dönüşümde etkili olmuştur
CEVAPLAR
1. E
2. A
3. D
4. B
Atatürk Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi
Nüfus
YARARLANILAN KAYNAKLAR
1- Akşit B. (1995). Toplum, Kültür ve Sağlık. Halk Sağlığı (Temel Bilgiler), (Bertan M
& Güler Ç Eds.), Güneş Kitabevi Ltd.Şti., Ankara, s:13-26.
2- Çilingiroğlu NE (1995). Demografi ve Sağlık. Halk Sağlığı (Temel Bilgiler), (Bertan
M & Güler Ç Eds.), Güneş Kitabevi Ltd.Şti., Ankara, s:13-26.
3- Çilingiroğlu NE (2006). Demografi ve Sağlık. Halk Sağlığı (Temel Bilgiler),
(Güler Ç& Akın L Eds.), Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Ankara, s:52-81.
4- Giddens A. (2005). Nüfus Artışı ve Ekolojik Bunalım. Sosyoloji, Yayına hazırlayan;
Cemal Güzel, Ayraç Yayınevi, Ankara.
5- Kılıç D. (2009). Toplumu tanıma. Halk Sağlığı Hemşireliği, (Erci B Eds.), Göktuğ
Yayıncılık, Amasya, s:65-77.
6- Tolan B. (2005).Toplumsal Morfoloji: Ekoloji, Nüfus ve Aile. Sosyoloji. Gazi
kitabevi, Ankara.
7-Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü (2008 a) Türkiye Nüfus ve Sağlık
Araştırması, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, Sağlık Bakanlığı AÇSAP
Genel Müdürlüğü, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı ve TÜBİTAK, Ankara.
8-Türkiye İstatistik Kurumu (2010a) Nüfus, Yıllık Nüfus Artış Hızı ve Yıl Ortası Nüfus
Tahmini, 1927-2000 http://www.tuik.gov.tr/PreIstatistikTablo.do?istab_id=201,
9-Türkiye İstatistik Kurumu (2010b) Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi, İl, Yaş Grubu
ve Cinsiyete Göre Nüfus http://www.tuik.gov.tr/PreIstatistikTablo.do?istab_id=945,
10-Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü (2008 b). Türkiye’nin Demografik
Dönüşümü.www.hips.hacettepe.edu.tr/TurkiyeninDemografikDonusumu_220410.pdf
Atatürk Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi
Download