5) kamu dengesi ve bütçe açıklarının finansmanı

advertisement
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
5) KAMU DENGESİ
FİNANSMANI
VE
BÜTÇE
AÇIKLARININ
5.1 Kamu Kesimi Genel Dengesi
KAMU KESİMİ GENEL DENGESİ
DÖNER
SERMAYELER
MERKEZİ
YÖNETİM
BÜTÇE
İDARELERİ
KAMU İKTİSADİ
TEŞEBBÜSLERİ
YEREL
YÖNETİMLER
FONLAR
İŞLETMECİ TASARRUFÇU
KİT’LER
KİT’LER
İŞSİZLİK
SİGORTASI
FONU
SOSYAL
GÜVENLİK
KURULUŞLARI
ÖZELLEŞTİRME
KAPSAMINDAKİ
KURULUŞLAR
ÖZELLEŞTİRME
İDARESİ
BAŞKANLIĞI
Kamu Kesimi Genel Dengesi, kamu harcamaları kamu gelirleri arasındaki dengeyi tanımlar.
Eğer, kamu gelirleri ile kamu harcamaları birbirine eşit ise, Kamu Kesimi dengededir. Eğer,
kamu gelirlerinin fazla olmasından kaynaklanan bir eşitsizlik söz konusu ise kamu kesimi
fazlalık veriyor demektir. Eğer, bu eşitsizlik kamu harcamaları lehine ise kamu kesimi açık
veriyor demektir. Kamu Kesimi Türkiye'de uzunca bir süredir kamu gelirleri ile kamu
harcamaları arasındaki eşitsizlikten kaynaklanan bir Kamu Açığı sorunu yaşamaktadır. Bu
açık, kamu gelirleri tarafından karşılanamayan harcamaları tanımlamaktadır, ki ilgili kamu
açığının finansmanı, yani kamu gelirleri ile finanse edilemeyen kamu harcamaları için kamu
kesiminin borçlanması gerekir. Bu nedenle, Kamu Açığı, bir anlamda Kamu Kesimi
Borçlanma Gereği olarak da adlandırılır. Kamu Kesimi Borçlanma Gereği/GSYH oranı
Maastricht Kriterlerine göre, AB ülkeleri için % 3 olarak tespit edilmiştir. Türkiye’de, bu oran
2001 krizi öncesinde % 14 ile 20 arasında gerçekleşmiştir.
Kamu



kesiminin belli başlı gelir kaynakları şunlardır;
Vergi Gelirleri
Vergi Dışı Normal Gelirler
Özel Gelir ve Fonlar
Bu ana gelir kalemlerinin yanısıra, Bütçe İdareleri içerisinde, ağırlığını devlet
üniversitelerinin oluşturduğu Özel Bütçeli İdareleri'nin gelirleri, Sosyal Güvenlik Sistemi'nin
topladığı sosyal güvenlik primleri (parafiskal gelirler) de gelir kalemi olarak kabul edilebilir.
107
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
Kamu



harcamaları da üç kategoride toplanabilir:
Cari Harcamalar (Personel ve Diğer Cari)
Yatırım Harcamaları
Transfer Harcamaları
Bu gelir ve harcamalara yönelik kategoriler tüm Kamu Kesimi Genel Dengesi için geçerli
olmakla birlikte, aynı gelir ve harcama kalemleri Bütçe içerisinde de yer almaktadır.
5.2 Kamu Kesimi
Kamu Kesimi 2006 yılından itibaren yeni bir sınıflandırma çerçevesinde ele alınmaktadır.
Buna göre kamu kesimi Genel Yönetim adı altında 3 ana başlıkta ele alınmaktadır. Bunlar
ise Merkezi Yönetim, Mahalli İdareler ve Sosyal Güvenlik Kurumlarıdır. Geçmişte kullanılan
Konsolide Bütçe kavramına yakın olan kavram Merkezi Yönetim Bütçesidir ve günümüzde
kamu kesiminin mali performansı bu tanım üzerinden değerlendirilmektedir.
5.3 Merkezi Yönetim Bütçesi
Bu tanım kapsamında da 3 alt başlık bulunmaktadır: Genel Bütçeli İdareler, Özel
Bütçeli İdareler ve Düzenleyici Denetleyici Kurumlar. Genel Bütçeli İdareler
Cumhurbaşkanlığı seviyesinden başlayarak TBMM, Yüksek Yargı organları, Başbakanlık,
Genel Kurmay Başkanlığı ve tüm bakanlıklarından oluşur. Ayrıca, Hazine Müsteşarlığı, DPT,
TÜİK, DTM gibi diğer ekonomik kuruluşlar da bu kategori içerisinde yer alır. İç ve dış borç
faiz ödemeleri nedeniyle bugün genel bütçeli idareler içerisinde en büyük ödenek Hazine
Müsteşarlığı'ndadır. Müsteşarlığı Maliye Bakanlığı takip eder. Genel bütçeli idareler gelirleri
arasında vergi gelirleri (dolaysız ve dolaylı vergiler), vergi dışı normal gelirler (kurumlar
hasılatı ve devlet payları, devler mülklerinin gelirleri, v.s.), özel gelir ve fonlar ile iç borç
gelirleri yer alır. Özel Bütçeli İdareler Üniversiteler, çeşitli Fonlar ve TRT, TSE gibi çeşitli
diğer kurumlardan oluşur. Düzenleyici ve Denetleyici Kurumlar ise RTÜ, EPDK, Rekabet
Kurumu gibi birimlerdir. Özel bütçeli idarelerin gelirleri ise faaliyet konusu işlemlerinden
elde edilir.
Bütçe giderleri ise; cari harcamalar, yatırım harcamaları ve transfer harcamaları diye üç
gruba ayrılabilir. Cari harcamalar personel harcamaları; yani maaş ve ücret ödemeleri ile
diğer cari harcamalardan oluşur. Diğer caru harcamalar içerisinde kırtasiye, akaryakıt ve
demirbaş masraflarının yanısıra, Türkiye'nin iç ve dış güvenliğine yönelik harcamalar da
diğer cari harcamalar alt kategorisi içerisinde görülür. Yatırım harcamaları, devletin okul,
hastahane, otoyol anlamında alt ve üst yapı yatırımlarını temsil ederken, transfer
harcamaları içerisinde KİT'lere yapılan transferler, Sosyal Güvenlik Sistemi'ni yapılan
transferler, tarım desteklemesi ve hepsinden önemlisi iç ve dış borç faiz ödemeleri yer
alır.
Bütçe, Yüksek Planlama Kurulu'nda son halini aldıktan ve Bakanlar Kurulu tarafından
incelenip onaylandıktan sonra, bir sonraki yıl uygulanmak üzere, bir önceki yılın en geç 17
Ekim akşamına kadar TBMM'ne bir yasa tasarısı olarak sevk edilir. Bütçe bir yasa tasarısı
olarak önce Meclis Bütçe ve Plan Komisyonu'nda görüşülür ve onaylandıktan sonra, Genel
108
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
Kurul'a iner. Genel Kurul'da da kabul görmesi halinde yasalaşır ve yürürlüğe girer. Bütçe
yasa tasarısı içerisinde yer alan ödenekler, Meclis'te onaylanması halinde ilgili hükümete
bütçe idareleri için yapabilecekleri harcamalar için verilen yetkiyi temsil eder. Yani, hükümet
Meclis tarafından onaylanmadığı müddetçe ödeneklere bağlı harcamaları yapamaz ve
bütçede yer alan gelirleri toplayamaz.
5.4 Bütçe Açığı
Bütçe Harcamaları'nın Bütçe Gelirleri'nden fazla olması halinde ortaya çıkan eşitsizliğe bütçe
açığı denmektedir. Esasen, denk bütçe politikası söz konusu ise -ki 1923 ile 1950 arası bu
politikaya uyulmaya çalışılmıştır- bütçenin açık vermemesi gerekir. İktisat literatüründe
Keynesyen iktisat politikası bağlamında tartışılan denk bütçe kavramı da önemsenmelidir.
Buna göre, kamu harcamaları vergiler ile finanse edilirse denk bütçe söz konusudur ve
denk bütçe çarpanı da her zaman 1’e eşittir. Dışa açık bir ekonomide denk bütçe çarpanı
(mps+mpi) / (mps+mpi) biçiminde yazılabilir. Başka bir ifadeyle, gerçekleştirilen ilave
kamu harcamaları ancak kendi boyutunda bir milli gelir artışı yaratacak, çarpan
mekanizmasının etkisi olmayacaktır. Bu yaklaşımında etkisiyle özellikle 2. Dünya Savaşı
sonrasında tüm dünyada denk bütçe politikalarından uzaklaşılmıştır.
Kamu harcamalarının tamamen vergilerle finanse edilmesi durumunda veya diğer deyişle
denk bütçede para miktarı bu durumdan etkilenmeyecektir. Bu bağlamda, kamu açığı kamu
harcamalarından vergilerin çıkarılması veya parasal tabandaki değişime borç stokundaki
değişimin eklenmesi yoluyla hesaplanmaktadır. Eğer vergiler ile kamu harcamaları birbirine
eşitse, ne parasal tabanda ne de borç sokunda bir değişiklik olmayacaktır. Ancak kamu açığı
varsa ve parasal tabanda da bir değişim yoksa bu durumda kamu borç stokunda bir artış
gözlemlenecektir.
Türkiye’de de açık bütçe politikası uygulaması 1950'li yıllarda tüm dünyada yaygınlaşmıştır.
Bütçe açığı, özünde bütçe harcamalarının bütçe gelirleri tarafından finanse edilemeyen
bölümüdür. Diğer bir deyişle, bütçe açığı bütçe gelirleri ile finanse edilemeyen harcama
anlamına gelir ve bu harcamanın yapılması için borçlanma yoluyla kaynak yaratılması
gereklidir.
5.5 Bütçe Açığının Finansmanı ve Bütçe Nakit Açığı
Bütçe açığının finansmanından Hazine Müsteşarlığı sorumludur. Bütçe açığı İç Borçlanma ve
Dış Borçlanma yoluyla finanse edilir. İç Borçlanma iki ana başlıkta toplanır; Kısa Vadeli İç
Borçlanma ve Uzun Vadeli İç Borçlanma. Kısa Vadeli İç Borçlanma deyince, 1997 yılına
kadar iki kısa vadeli iç borçlanma metodu söz konusuydu. Hazine Müsteşarlığı, ya Merkez
Bankası'ndan Kısa Vadeli Avans alma metodu ile ya da Hazine Bonosu satarak kısa vadeli
borçlanma gerçekleştirirdi. 1997 yılı Temmuz ayında gerçekleşen tarihi Merkez BankasıHazine Müsteşarlığı Protokolu'na kadar, bütçe açığının finansmanı için Hazine'nin Merkez
Bankası'ndan kısa vadeli avans kullanması enflasyonist etki yaratmaktaydı. Tarihi protokol
ile, önce Hazine'nin Merkez Bankası'ndan kısa vadeli avans kullanma olanağı dondurulmuş;
ardından Hazine Merkez Bankası'na olan kısa vadeli avans kullanımı nedeniyle olan borcunu
109
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
peyder pey kapatmıştır. Başka bir biçimde ifade edilecek olursa günümüzde Hazine’nin
TCMB’ndan doğrudan borçlanma olanağı bulunmamaktadır. Bu nedenle, bugün geçerli olan
bütçe açığı finansman modeli Dış Borçlanma (Tahvil Cinsinden), Kısa Vadeli İç Borçlanma
olarak Hazine Bonosu cinsinden borçlanma, Uzun Vadeli iç Borçlanma olarak Devlet Tahvili
cinsinden borçlanma ve 'Diğer'dir.
Bütçe açığının gerçek anlamda iç ve dış borçlanma yoluyla finanse edilmesi gereken kısmı
ise Bütçe Açığı değil, Bütçe Nakit Açığıdır. Bulunması için, bütçe açığına emanet ve
avanslardaki net değişim rakamı eklenir. Avans bir kamu harcamasının gerçekleştirilmesi
için bütçeye gider yazılmadan nakit ödenmesine verilen addır. Emanet ise mali yıl sonuna
kadar verile emri olmasına rağmen ödenememiş tutarlardır. Eğer, emanete alınan
ödemeler, kamunun yaptığı çeşitli avans ödemelerinden fazla ise bütçe açığı büyür. Tersine,
emanetlerin değeri, avansların toplamından küçük ise bütçe açığı küçülür. Bütçe Açığına
emanet ve avanslardaki net değişim eklendikten sonra bulunan değer Bütçe Nakit
Dengesi (Hazine Dengesi) denir, ki esas iç ve dış borçlanma yoluyla finanse edilmesi
gereken açık Bütçe Nakit Açığıdır. Hazine Müsteşarlığı, artık Merkez Bankası'ndan kısa
vadeli avans yolunu kullanmadığı için, bütçe nakit açığını iç borçlanmada bono ve tahvil
yoluyla gerçekleştirilen iç borçlanmayla ve dış borçlanmayla finanse etmeye çalışır.
Kamu kesimini analizinde kullanılan bir başka önemli gösterge de birincil denge veya faiz
dışı denge kavramıdır. Bütçe gelirleri ile faiz dışı bütçe harcamaları karşılaştırılarak
hesaplanmaktadır. Doğal olarak bütçe birincil açık veya birincil fazla verebilmektedir.
Özellikle birincil açık verildiğinde içinde bulunulan yıl için de borçlanma gereği ortaya
çıkmaktadır ki bu da mali disiplin açısından olumsuz bir duruma işaret etmektedir.
Yıllar itibariyle, bütçe açığının finansmanı için yapılan iç ve dış borçlanma, Türkiye'nin her yıl
ödediği iç ve dış borç ana para ve faiz ödemeleri nedeniyle, Türkiye'nin borç servisini 80
milyar dolar seviyelerine taşımıştır. Bu nedenle, Kamu Kesimi bütçe açığının bir kısmını
veya vadesi gelen iç ve dış borçlarının bir kısmını, iç ve dış borç faiz ödemeleri hariç
tutulduğunda verilen bütçe fazlalığı ile finanse etmektedir. Bu durum, faiz dışı bütçe dengesi
veya fazlası veya tüm kamu kesimi dikkate alınır ise, faiz dışı kamu dengesi veya fazlası
olarak adlandırılmaktadır. IMF'inde ciddiyetle izlediği bu değer birincil denge olarak da
bilinmektedir. Başka bir şekilde tanımlamak gerekirse, bütçeden gerçekleştirilen faiz
harcamaları hariç tutularak hesaplanan bütçe dengesine faiz dışı bütçe dengesi
denilmektedir. Bir ülkede kamu maliyesinde faiz dışı fazlanın olması, kamu borçlanma
gereksiniminin bir bölümünün bütçeden finanse edildiği anlamına gelmektedir. Türkiye,
2001 krizi sonrasında enflasyonla mücadele programında faiz dışı bütçe fazlası için GSMH'ya
oran olarak % 6.5'lik bir fazlalık hedefini belirlemiştir.
Bütçe açığının finansmanı nedeniyle iç borç servisi ve stoku sürdürülemez bir noktaya ulaşır
ise, burada iki olağanüstü yöntem Konversiyon ve Konsolidasyon öne çıkmaktadır.
Konversiyon iç borç stokunun faiz, vade ve itfa şeklinden herhangi birini değiştirmek olarak
tanımlanabilir. Uygulamada daha çok faizi değiştirmek yönündedir. Kamu borç miktarını
değiştirmeden, borç yükünü hafifletmeyi hedefler. Konsolidasyon, vadesi yakın olan ve/veya
kısa vadeli kamu borçlarının uzun süreli veya süresiz bir borç şekline dönüştürülmesi
sürecidir. Zorunlu olarak ta, isteğe bağlı olarak ta uygulanabilir.
110
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
MALİ DİSİPLİN VE MALİ KURAL:
Mali disiplin Kamu kesimi dengesinin sürdürülebilir düzeyde korunmasıdır. Daha detaylı
olarak tanımlamak gerekirse, bütçe açıklarının kontrolü ve sürdürülebilir borçlanma
dinamiğine ulaşılmasıdr. Kamu kesiminin orta vadede mali disiplinle ilgili kararlarında hangi
sınırlar arasında hareket edebileceğini düzenleyen unsurlara ise mali kural adı
verilmektedir.
Maliye politikası araçları üzerinde yasal bir temele dayandırılmış sınırlamalar olarak mali
kurallar 1990’larda dünyada yaygınlaşmaya başlamış ve günümüzde 81 ülkede mali kural
uygulanmaktadır. Bu kapsamda en bilinen uygulama ise Avrupa Birliği’nin Maastricht
kriterleridir. Bu kriterlerden ikisi mali kural uygulaması kapsamındadır. Euro alanındaki
ülkelerin kamu açıkları/GSYH oranının %3’ü ve borç stoku/GSYH oranının %60’ı
geçememesi bir çok başka ülkenin kamu kesimi performanslarının değerlendirilmesinde dahi
kullanılmaktadır.
Daha geniş bir açıdan bakıldığında ülkelerin kamu açıkları ve borç stoku kurallarının yanı
sıra harcama ve gelir kurallarına da yöneldikleri görülmektedir. Buna göre; Açık Kuralları:
Denk Bütçe Kuralı, Altın Kural (yatırım harcamaları hariç denk bütçe), Bütçe açığını
sınırlayıcı kurallar. Borç Kuralları: Brüt veya net kamu borcu üzerine sınır getiren
düzenlemeler. Harcama Kuralları: Toplam Harcama üzerine sınır getirilmesi, reel - nominal
harcama büyümesine sınır getirilmesi veya faiz dışı harcamalar gibi
belirli harcama
gruplarına sınır getirilmesi yönündeki düzenlemeler. Gelir Kuralları: Genel vergi yüküne bir
tavan getirilmesi, beklenmeyen gelir artışı tahsisine yönelik düzenlemeler. Uygulamada
ülkeler daha çok açık ve borç kuralına dayalı mali kuralları tercih ediyor.
Türkiye’de IMF programları uygulanmasına rağmen kapsamlı bir vergi ve harcama reformu
yapılamadığından mali disiplinin sürdürülebilirliği konusu sürekli gündeme gelebilmektedir.
Mali disiplinin sürdürülmesi doğrultusunda atılan bir diğer adım da Orta Vadeli Programın
(OVP) açıklanmasıdır. OVP ile Türkiye kamu maliyesinde elde ettiği mali disiplini sürdürme
yönündeki iradesini ortaya koymaya çalışmıştır.
Mali Kural Kanun Tasarısı Taslağı:
Orta Vadeli Program’da (OVP) bütçe disiplinin sağlanması ve kamu kesimi açığının orta
vadede kontrol altına alınması için 2011 yılı bütçe döneminden itibaren kamu mali
yönetiminin belirlenen mali kural dahilinde uygulanmaya başlanacağı açıklanmıştır. Bu
kapsamda, Mali Kural Kanun Tasarısı Taslağı 11 Mayıs 2010 tarihinde kamuoyuna
sunulmuştur. Kamu maliyesi politikalarına uzun vadeli öngörülebilirlik getirmeyi, ekonomide
güven ve istikrarı güçlendirmeyi, artan kredibiliteyle beraber risk priminin düşmesini
sağlayarak kamu borçlanma maliyetini azaltmayı, kamunun uzun vadede finansman
ihtiyacını netleştirerek özel sektörün daha uzun vadeli ve daha düşük maliyetli kaynaklara
ulaşmasını sağlamayı ve mali disiplin anlayışını kalıcı hale getirmeyi amaçlayan “Mali
Kural”a göre, herhangi bir yılda genel yönetim açığının GSYH’ye oranı, bir önceki yıl genel
yönetim açığının GSYH’ye oranına genel yönetim açık uyarlamasının eklenmesi suretiyle
hesaplanan değeri aşamaz. Açıklanan taslağa göre Orta Vadeli Program ve Mali Planda, mali
kurala göre hesaplanan üç yıllık genel yönetim açık tavanı belirlenecek, tavanın
hesaplanmasında kullanılan bir önceki yıla ilişkin açığın GSYH’ye oranında ve/veya ilgili yıl
reel GSYH artış oranında bir değişiklik olması halinde genel yönetim açık tavanı
güncellenerek kamuoyuna duyurulacak, mali kuraldan sapma olup olmadığı, o yıl için
gerçekleşen genel yönetim açığının GSYH’ye oranı ile kesin tavan mukayese edilerek
yapılacak, genel yönetime ilişkin mali veriler üçer aylık ve yıllık olarak Maliye Bakanlığı
111
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
tarafından Mali Kural İzleme Raporu ile kamuoyuna açıklanacaktır. Mali Kural İzleme
Raporu’nda yer alan verilerin doğruluğu, güvenilirliği ve önceden belirlenmiş standartlara
uygunluğu bakımından değerlendirilmesi Sayıştay tarafından yapılarak sonuçları Raporun
yayımından itibaren üç ay içinde kamuoyuna duyurulacaktır. Mali Kural’ın yasalaşmasıyla
bütçe açığının kontrol altına alınması konusunda önemli bir adım atılmış olacaktır. Maliye
politikalarının bu şekilde şeffaflaşmasının ekonomik istikrar ve büyümeye olumlu katkı
yapması beklenmektedir. Ancak 2010 yılı içinde yasalaşması beklenen Mali Kural yasa
tasarısı ertelenmiştir. Söz konusu yaklaşım tekrar TBMM gündemine gelene kadar OVP
çerçevesinde ve bütçe performansı bağlamında Türkiye ekonomisindeki mali disiplin konusu
tartışılacaktır.
112
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
6) MALİ SİSTEMİN UNSURLARI
Ulusal ekonomiyi ayakta tutan üç farklı piyasa türünden birisi olan Finans Piyasaları, bir
bütün olarak ele alındığında, Mali Sistemi oluşturmaktadır. Mali Sistem, ulusal ekonomide
elinde fon fazlası bulunan kesimler ile, bu fonlara ihtiyaç duyan kesimlerin bir araya
getirildiği bir yapı olarak tanımlanabilir. Eğer, her ulusal ekonominin bir mali sistemi söz
konusu olmasaydı, fon arzı gerçekleştiren kesimler ile bu fonlara talep gösteren kesimler
kurallara bağlı olmaksızın bir araya gelecek ve bu nedenle fonların etkin kullanımı
engelleyecek bir dizi sorun ortaya çıkacaktı.
FON ARZ
EDENLER
(Bireysel ve
Kurumsal Tasarruf
Sahipleri)
ARACI KURUMLAR
FON TALEP EDENLER
(Bireysel ve Kurumsal
Tüketiciler ve Yatırımcılar)
HUKUKİ MEVZUAT VE DENETLEYİCİ (REGÜLATÖR) KURUMLAR
Bu nedenle Mali Sistem'in sağlıklı bir şekilde çalışması, oluşturulan hukuki mevzuatın
çağdaşlığı ve uygulanabilirliği ile regülatör konumundaki üst kurumların etkinliği ile doğru
orantılıdır. Türkiye, bu alanda Mali Sistem'in kurumsal yapısı boyutunda ciddi mesafeler
katetmiş bir ülke konumundadır.
Mali Sistem'i tanımlar iken, Mali Sistem'i oluşturan alt piyasaları tanımlamakla işe başlamak
doğru bir yaklaşım olacaktır. Bu noktada ilgili alt piyasaları, Bankacılık Sektörü, Sigortacılık
Sektörü, Sermaye Piyasası, Finansal Kiralama Sektörü, Faktoring Sektörü ve Forfeyting
Sektörü olarak sıralamak mümkündür. Her bir alt sektör ekonomide biriken atıl fonların,
kullanılmayı bekleyen tasarrufların ekonomiye kazandırılmasında farklı araç ve yöntemleri
kullanmaktadır. Bankacılık sektörü, fon arz eden bireysel ve kurumsal tasarruf sahiplerinin
birikimlerini mevduat veya borçlanma kağıtları vasıtası ile oluşturduğu havuzda toplayacak
ve bu fonlara talep duyan kesimleri kredi mekanizması vasıtası ile karşılayacaktır. Mevduat
toplama yetkisi olan bankaları, ticari bankalar veya mevduat bankaları olarak
adlandırmaktayız. Ticari bankalar (mevduat bankaları) mevduat kabul etme ve kredi verme
işlemleri nedeniyle kaydi para yaratmaktadırlar. Bu bağlamda söz konusu kurumların
aldıkları kararlar ve politikaları çerçevesinde ülkedeki para miktarının belirlenmesinde
doğrudan etkili olmaktadırlar. Buna karşılık, mevduat toplama yetkisi olmayan ve bu
nedenle reel ekonomiye kullandıracağı kaynakları orta ve uzun vadeli borçlanma yoluyla,
yani sermaye piyasası araçlarına dayalı olarak yaratan bankalara da yatırım (ve ayrıca
kalkınma) bankaları diyoruz.
Sigortacılık sektörü, aynı fonları bu fonlara sahip olan kesimleri çeşitli risklere karşı
korumak yoluyla havuzda biriktirmektedir. Tanımlanan risklere bağlı olarak elinde fon olan
bireysel ve kurumsal tasarruf sahiplerinden temin edilen primler yoluyla oluşan prim havuzu
gerçekleşen risklerin finansmanında ve çeşitli alanlarda yatırımlarda kullanılmaktadır. Bu
yolla sigortacılık sektöründe biriken kaynaklar ekonomiye kazandırılmaktadır.
113
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
Sermaye piyasası, kurumlara menkul kıymetler aracılığı ile kaynak temin etme olanağı
veren bir piyasadır.Yatırımlarını gerçekleştirmek ve/veya işletme sermayesini güçlendirmek
zorunda olan kurumlar ya bireysel ve kurumsal tasarruf sahiplerini ortaklığa davet ederek
ya da kendilerinden bu tasarrufları borçlanma yoluyla temin ederek, bu işlemler esnasında
ise tasarruf sahiplerine bu işlemi belgeleyen veya kanıtlayan bir menkul kıymet takdim
ederler. Menkul Kıymetler Ticaret Hukuku'nda kıymetli evraklar kapsamında olan
belgelerdir.
Finansal kiralama sektörü, gerçekleştirdiği işlemler vasıtası ile, ekonomideki atıl fonların,
tasarrufların ekonomiye yatırımların desteklenmesi amacıyla kazandırılmasını sağlayan bir
alt sektördür. Günümüzde, belirli bir yatırımı gerçekleştirmek için gerekli olan kaynağın
büyüklüğü ve teknolojideki hızlı gelişmeler, yatırımcıları sabit sermayeyi oluşturan unsurları
temin ederken mülkiyetini satın almak yerine bunları finansal kiralama yoluyla temin
etmeye yönlendirmektedir. Finansal kiralama sektörü, bu yolla mülkiyetin temini nedeniyle
büyük bedel tutan yatırımların daha küçük bedeller ile gerçekleştirilmesini sağlamakta ve
yatırımcıların ellerindeki sabit sermaye değerlerini teknolojik ömürleri tamamlandığında,
ekonomik ömürleri tamamlanmadan değiştirebilmelerini sağlamaktadır. Bu nedenle, küresel
rekabet açısından bu sektör giderek önemini arttırmaktadır.
Faktoring ve forfeyting sektörleri ise, reel sektörde oluşan ticari iç ve dış piyasa
alacaklarının vadesinden önce tahsilatını sağlayan ve bu nedenle ticari işletmelerin nakit
akımlarının iyileştirilmesine, işletme sermayelerinin desteklenmesine yardımcı olan alt
sektörlerdir. Başka bir ifadeyle, genellikle mal ve hizmet satışından (ihracatından) doğan ve
belirli bir ödeme planına göre tahsil edilebilecek olan alacakların bir finans kurumu
tarafından satın alınması işlemlerine bu adlar verilmektedir. Bu iki sektör arasındaki fark,
ticari alacağın vade yapısı ile karşımıza çıkmaktadır. Tahsilatına 1 ile 180 gün kalmış iç
ve dış piyasa ticari alacakları faktoring, tahsilatı 180 günden daha uzun ticari alacaklara ise
forfeyting sektörü bakmaktadır.
Dolayısı ile bu farklı 6 kurumsal yapı vasıtası ile Mali Sistem'e ulaşan fon arzı, farklı araç ve
yöntemler kullanılarak bu fonlara talepte bulunan kesimlere aktarılmaktadır. Bu aktarım
esnasında yapılan işlemlerin kurallara uygun bir şekilde yapılıp yapılmadığını denetleyen,
işlemlerin gerçekleştirilmesine platform oluşturan regülatör ve denetleyici kuruluşlar
Türkiye'de güçlü bir yapı sergilemektedir. Sermaye Piyasası Kurulu, İstanbul Menkul
Kıymetler Borsası, Takasbank, Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği, Bankacılık
Denetleme ve Düzenleme Kurulu, Bankalar Birliği şeklinde bir çırpıda sayılabilecek
kuruluşlara sigortacılık, finansal kiralama ve faktoring sektörlerindeki işlemleri denetleyen
diğer kurumları eklemek mümkündür. Bu alt piyasalarda faaliyet gösteren aracı kurumlar
ayrıca oluşturdukları dernekler ile de sektörlerin geliştirilmesine yönelik çalışmalar
gerçekleştirmektedirler. Bu kurumsal denetleme mekanizması içerisinde Merkez Bankası,
Hazine Müsteşarlığı ve Maliye Bakanlığı'na bağlı birimlerin hayati önemi de gözardı
edilmemelidir.
Alt sektörlerde fon arzı ile fon talebinin buluşmasını sağlayan aracı kurumlar veya aracı
kuruluşlar, kimi eserlerde yardımcı kuruluşlar sıfatı ile de tanımlanmaktadır. Bankacılık
sektöründe mevduat ve yatırım bankaları, sigortacılık sektöründe hayat ve hayat dışı
branşlarında faaliyet gösteren şirketler, sermaye piyasasında aracı kuruluşlar olarak
114
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
tanımlayabileceğimiz bu kuruluşlara, yatırım ortaklıkları, bireysel emeklilik kuruluşları,
sosyal güvenlik kuruluşları, kooperatifler, risk sermayesi şirketleri, portföy yönetim
şirketleri, gayrimenkul yatırım ortaklıkları, yatırım danışmanlığı şirketleri, ipoteğe dayalı
gayrimenkul edindirme şirketleri gibi kimisi Türkiye'de faaliyet gösteren, kimisi ise sisteme
dahil olma aşamasındaki diğer kurum türleri de eklenebilir.
Mali Sistem'e yönelik olarak gerçekleştirilebilecek bir diğer ayrım kullanılan araçlara bağlı
olarak Para Piyasası ve Sermaye Piyasası ayrımıdır. Para piyasası literatürde genel
olarak kısa vadeli fon arz ve talebinin karşılaştığı piyasa olarak tanımlanmaktadır. Bu
nedenle, kısa vadeli finansal araçların veya enstrümanların işlem gördüğü bir piyasa olarak
tanımlanması hatalı olmayacaktır. Sermaye piyasası ise, orta ve uzun vadeli fonların el
değiştirdiği bir piyasa olarak tanımlanmaktadır ve bu piyasada işlem gören araçlar da
benzer şekilde tanımlanmaktadır. Ancak, bu net tanımlara rağmen, kimi ekonomistler bazı
finansal araçları hangi piyasa altında değerlendirmeleri gerektiği konusunda farklı görüşler
ortaya koymaktadır.
Para piyasasında işlemler ya ülkenin yerel parası cinsinden ya yabancı para cinsinden ya da
kıymetli madenlere dayalı olarak gerçekleştirilmektedir. Bu çerçevede, TL cinsinden
işlemlerde tasarruf sahipleri mevduat yoluyla birikimlerini değerlendirebilirler. Mevduatın
yanısıra, bankalararası TL piyasası (TL Interbankı) ve bankaların gelecekteki ticari
alacaklarını vadesinden önce menkul kıymetleştirerek tasarruf sahiplerine takdim etmeleri
sonucunda ortaya çıkan Varlığa Dayalı Menkul Kıymetler (VDMK) ve yeniden satınalma
anlaşması anlamına gelen REPO işlemleri de TL cinsinden para piyasası işlemleri kapsamı
içerisinde ele alınabilir. Bununla birlikte, VDMK menkul kıymetleştirilmiş bir değer olması
nedeniyle, bazı uzmanlar tarafından sermaye piyasası aracı olarak da ele alınmaktadır. Aynı
durum, Hazine bonosu için de geçerlidir. Hazine bonosu Hazine Müsteşarlığı'nın kısa vadeli
borçlanma enstrümanıdır. Kısa vadeli olması nedeniyle bir grup uzman hazine bonolarını
para piyasası enstrümanı olarak görmekte, bir kısım uzman ise hazine bonosu bir menkul
kıymet olduğu için bu enstrümanı sermaye piyasası içerisinde değerlendirmektedir. Ancak,
ağırlık hazine bonosunun TL cinsinden para piyasası enstrümanı olarak tanımlanması
yönündedir. Bir diğer enstrüman REPO ise bir bacağı para piyasasında, bir bacağı sermaye
piyasasında olan bir enstrümandır. Menkul kıymetlere dayalı bir yeniden satın alma
anlaşması olması nedeniyle, her iki piyasa arasında yer alan bir enstrüman olarak
değerlendirilmektedir. Bununla birlikte, vade yapısı nedeniyle REPO işlemleri de para
piyasası işlemi olarak adlandırılabilir.
TL cinsinden para piyasası işlemlerinde TL İnterbank piyasasının yanısıra bir başka yeni
oluşturulmuş piyasa, TR Libor piyasasıdır. TR Libor piyasasının hedefi, ekonominin tüm
aktörlerinin kullanabileceği bir gösterge faiz oranı (TR Libor Oranı) oluşturabilmektir. olarak
1 günden 1 yıla kadar farklı vadelerde sunulan teklif oranları, TR Libor piyasası belirli bir
işlem hacmine oturduğunda, ekonomide her konuda kullanılabilecek bir faiz oranı seti
oluşturulmasını sağlayacaktır.
Tasarruf sahipleri ellerindeki fonları yabancı para cinsinden ve kıymetli maden cinsinden de
para piyasasında değerlendirme olanağına sahiptir. Kıymetli maden cinsinden işlemler de
ise, her türlü altın ve gümüş alım-satımı, İstanbul Altın Borsası vasıtası ile yapılan işlemler
115
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
ve iki bankanın uyguladığı Altın Mevduatı Hesabı uygulaması kıymetli maden cinsinden
işlemlere örnek olarak gösterilebilir.
Sermaye Piyasası alanında ise enstrümanlar ve/veya işlemler Birincil Piyasa İşlemleri ve
İkincil Piyasa İşlemleri olmak üzere iki önemli kategoriye ayrılmaktadır. Birincil piyasa
işlemleri, sermaye piyasasında alım-satımı yapılan herhangi bir menkul kıymetin ilk defa
tasarruf sahiplerinin ilgisine ve alımına sunulması anlamına gelmektedir. Bireysel ve
kurumsal tasarruf sahiplerinin ortaklığa davet edildiği hisse senedi satışlarında özel sektör
açısından birincil piyasa işlemi halka arz, bir kamu sektörü kuruluşlarının hisse senedi
satılıyor ise özelleştirme olarak adlandırılmaktadır. Borçlanma amacıyla bono-tahvil satışı
söz konusu ise, birincil piyasada özel sektör satışı bono-tahvil arzı, Hazine Müsteşarlığı
tarafından yapılan bono-tahvil satışları ise Hazine İhalesi ve Hazine Halka Arzı olarak
tanımlanmaktadır. Hazine halka arzlarında alım bedeli düşük tutularak küçük tasarruf
sahiplerinin de hazine bonosu veya devlet tahvili almalarına olanak sağlanmaktadır.
Gayrimenkul yatırım ortaklıklarının ilk hisse senedi satış işlemleri de bu kategoriye
girmektedir.
İkincil piyasa işlemlerinde ise, yatırım fonları ve yatırım ortaklıkları birincil piyasa vasıtası ile
tasarruf sahiplerine sunulan menkul kıymetlerin bir araya getirilmesi ile oluşturulmuş
finansal yapılara örnek olarak gösterilebilir. Türkiye'de ikincil piyasa işlemlerinde tek yetkili
kurum İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'dır. Borsa nezdinde, hisse senedi, bono-tahvil ve
repo piyasası işlemleri gerçekleştirilmektedir. Bono-tahvil piyasasında şu an için sadece
Hazine Müsteşarlığı tarafından ikraz edilmiş olan menkul kıymetlerin ikinci el alım-satım
işlemleri gerçekleştirilir iken, repo işlemlerinde de yine Hazine borçlanma kağıtları ile işlem
gerçekleştirilmektedir.
Birincil piyasa işlemlerinde etkinliği artırmak, ikincil piyasaların işleyişini kolaylaştırmak
amacıyla, Hazine ve Merkez Bankasının borçlanma senedi ihracı ve döviz müdahalesi türü
işlemlerinde sadece belirli kriterlere göre seçtiği banka ve/veya bazı kuruluşları taraf olarak
kabul ettikleri sistem ise piyasa yapıcılığı sistemi olarak adlandırılmaktadır.
Vurgulanması gereken son nokta, Mali Sistem'de gerçekleştirilen işlemlerin vade yapılarına
göre de bir ayırıma tabi olabilecekleridir. Buna göre, işlemlerin anlık veya günlük olmasına
bağlı olarak spot işlemler ve zamana yayılması veya ilerideki bir tarihe dayalı olarak
gerçekleştirilmesi nedeniyle vadeli işlemler olarak adlandırılması da mümkündür.
Türkiye’de, yıllardır yüksek enflasyon ve siyasi-ekonomik belirsizlik vadeli piyasaların
gelişimini engelleyici bir etki yaratmaktaydı. Türkiye'nin bu sorunları atlatması ile birlikte,
her finansal enstrüman için oluşturulabilecek vadeli piyasalar, ekonomide fiyat istikrarının
yerleşmesinde önemli katkılar sağlayacaktır. Nitekim, Türkiye’nin üretim ve ihracat
boyutunda önemli yer tutan tarım malları başta olmak üzere, hisse senedi, faiz ve döviz
fiyatlarına yönelik olarak, uzun süredir hayata geçirilmesi beklenen Vadeli İşlemler ve
Opsiyon Borsası 4 Şubat 2005 tarihinde resmen başlamıştır.
FORWARD İŞLEMLERİ: Döviz piyasasında bir banka ile müşterisi arasında, dövizin, ulusal
para karşılığında, gelecekteki bir süre sonrasında teslim koşuluyla alım veya satımı için
bugünden yapılan sözleşmelere, forward sözleşmesi (vadeli döviz sözleşmesi) denir.
Forward sözleşmelere, döviz kurlarıyla ilgili gelecekteki belirsizlikler nedeniyle gereksinim
116
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
duyulmuştur. Ayrıca forward sözleşmesi, fiyatlar önceden kararlaştırıldığında, söz konusu
işlemcileri (banka ve müşterisi), öngörülen süre içinde, kur değişmesi riskine de karşı korur.
FUTURES İŞLEMLERİ: Bu işlemler, bazı uluslararası borsalarda gerçekleştirilen ve
standart miktarlardaki dövizlerin, standart tarihlerde teslimini öngören döviz alış ve satış
sözleşmelerini kapsar. Sözleşmelerin döviz cinsleri, vade ve miktar açısından
standartlaştırılmış olması, piyasadaki işlem hacmini ve likiditeyi arttıran en önemli
etkenlerdendir. Futures sözleşmelerinin karşı tarafı, takas odasıdır. Dolayısıyla, aynı
borsada gerçekleştirilen tüm futures sözleşmelerinin karşı taraf riskleri, takas odasının
güvencesi nedeniyle standartlaştırılmış ve hatta ortadan kalkmış olur. Ayrıca, future
işlemlerinde, marj hesabı uygulaması (margin) vardır ve sözleşmenin değeri günlük olarak
piyasadaki kur değişmelerine bağlanmıştır (marked to the market). Future işlemleri
piyasalarında günlük ödeşme (daily settlement) sistemi uygulanır. Yani, kurlardaki
değişmelerden dolayı sözleşmenin değerindeki artışlarsözleşme sahibine –isterse- peşin
ödenir; sözleşmenin değerindeki düşüşlerin de borsaya ödenmesi gerekir. Futures
piyasaları, spekülasyona açık piyasalardır. Forward ve futures işlemleri, spekülasyon ve
riskten korunma amaçlı kullanılırlar.
SWAP İŞLEMLERİ: Swap, iki taraf arasında yapılan ve içinde hem spot, hem de forward
işlemlerin yer aldığı bir değişim anlaşmasıdır. Bu işlem türünde, forward işleminde olduğu
gibi, vadede kesin alış ve satış işlemi mevcut olmayıp, yalnızca dövizler veya faizler belirli
bir süre el değiştirmektedir. Uygulamada, Faiz Swap'ı, Para ve Döviz Swapları ve Mal Swapı
görülmektedir. Swap'ın bir diğer tanımı, iki tarafın ödemelerini önceden belirlenmiş esas ve
kurallar çerçevesinde ödemelerini karşılıklı olarak değiştirmeleridir.
OPTIONS SÖZLEŞMELERİ: Bir mali varlığı veya malı sabitleştirilmiş bir fiyattan belirli bir
vadede (vade içinde veya sonunda) alma veya satma hakkı doğuran sözleşmelerdir.
Döviz opsiyonları, forward veya futures işlemleri gibi bir zorunluluk değil, bir tercihtir.
Müşteri, sözleşme sona erdiği tarihte anında teslim kuru (spot kur) kendi lehine ise,
sözleşmeyi uygulamkatan vazgeçip o günkü spot piyasada işlem yapabilir. Ayrıca forward
ve futures işlemleri sdece bankalarda veya örgütlü borsalarda yapılabilirken, döviz
opsiyonları hem örgütlü borsalarda hem de bırsa dışında (tezgahüstü piyasada) yapılabilir.
117
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
7) MAKRO EKONOMİK GÖSTERGELER VE YORUMU
7.1 Makro Ekonomik Göstergelerin Analizi
Günümüzde, ulusal ekonomileri ve dünya ekonomisini analiz edebilmek için kullanmakta
olduğumuz makro ekonomik göstergeleri, “ekonomik büyüme”yi ölçmeye yönelik
118
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
göstergeler, ülkelerin dış ekonomik ilişkileri ile ilgili dinamikleri görmemizi sağlayan
“Ödemeler Dengesi ve Dış Ticaret Göstergeleri” ve finans piyasalarındaki gelişmeleri
izlediğimiz “finansal göstergeler” gibi ana kategorilere ayırmak mümkündür. Bunun yanı
sıra, makro ekonomik göstergeleri kategorize etmek açısından kullanılabilecek ikinci bir
ayırım, muhtemel bir makro ekonomik risk veya kriz tehdidini önceden gösterebilen öncü
gösterge olma niteliğindeki makro göstergeler ve açıklanma süresi veya kapsamı açısından
öncü gösterge olma niteliği taşımayan göstergeler olarak ikiye ayırmak da mümkündür.
Dünya ekonomisinde, hızlı karar alma sürecindeki etkinliği açısından en fazla öncü gösterge
niteliği taşıyan makro gösterge üreten ulusal ekonomi ABD ekonomisidir ve bu noktada,
öncü gösterge niteliğindeki göstergeler, halen ABD ekonomisinde üretilen ve özellikle ABD
Merkez Bankaları Sistemi FED’in faiz kararına ciddi ölçülerde yön veren veriler grubunu
temsil etmektedir. Nitekim, ABD’de Michigan Üniversitesi’nin hesaplanmasında öncülük
ettiği, Tüketici Güven Endeksi ve Bireysel Tüketim Endeksi değerleri veya yeni konut
siparişleri ve yeni fabrika siparişleri benzeri veriler, bu verilere örnek gösterilebilir. Bununla
birlikte, nasıl ki insanoğlu bugünkü teknoloji ile depremlerin ne zaman olacağını
belirleyemiyorsa, ekonomik krizlerin belirtilerini ve ekonomik krizler ile ilgili olasılık
ölçümlerini saptamakta da halen belirli zorluklar yaşanmaktadır.
Bununla birlikte, makro ekonomik göstergelerin içerik ve kalitesinin arttırılması ile, veriler
açıklanma hızına bağlı olarak, söz konusu göstergelerin olası bir makro ekonomik krize
yönelik olarak uyarı sinyali verme kabiliyeti artmaktadır. Bu noktada temel sorun, yapısal
sorun kapsamına giren ekonomik problemlerin krize ne zaman ve ne şekilde dönüştüğünün
önceden saptananamasında odaklanmaktadır. Bu zorluğun nedenlerinden birisi, farklı
ülkelerin krize giriş süreçlerinin çoğu zaman birbirlerine benzerlik arz etmemesi ise, bir
diğer neden de ülkelerin istatistik kurumları tarafından üretilmekte olan istatistiklerin çeşitli
nedenlere bağlı olarak kalite ve açıklanma sürelerinin ciddi farklılıklar arz etmesidir.
1970’li, 80’li ve hatta 90’lı yıllarda, gelişmekte olan ekonomilerin çoğunda, ülke
ekonomisinde giderek kronikleşen yapısal sorunlara siyasi otoritenin gösterdiği duyarsızlık,
krizlerin ortaya çıkış ve derinleşme nedeni olarak tanımlanabilir. Ancak, siyasi otoritenin
duyarsızlığına, özel sektörün duyarsızlığının ve küresel sorunların etkilerinin de eklenmesi,
krizlerin derinleşmesinde etken olabilmiştir. Nitekim, 1990'lı yıllarda Türkiye'de yapısal
sorunların izlediği süreç, yani yapısal sorunların bir krize dönüşmesi süreci, yukarıda
saydığımız nedenlerin bir araya gelmesi açısından, bu konuda çarpıcı örneklerden birisini
oluşturmaktadır. Genel olarak ekonomideki yapısal sorunlara gösterilen bu duyarsızlığın
yanısıra, bu sorunların çözümüne yönelik politika ve araç-yöntem tercihlerindeki hatalar da;
daha açık bir ifade ile uygulanan para ve kur politikasındaki yanlış tercihler de krizlerin
çıkışında ve derinleşmesinde etkili olmuştur. Yanlış politika tercihlerinin sonuçları açısından,
1970'li yıllarda Petrol Krizleri'nin yarattığı sorunları gidermede tercih edilen çözümler ve
1997 yılında patlak veren Asya Krizi'nde oluşan süreç en önemli örnekleri oluşturmaktadır.
Gelişmiş ekonomilerde şeffaflaşan Merkez Bankacılığı uygulamaları ve gelişmekte olan
ekonomilerde aynı algılamanın 1990’lı yılların sonlarında ve 2000’li yılların başlangıcında
kabul görmesiyle, ekonomi yönetimindeki istikrar ve sorumlu yönetim anlayışı, makro
ekonomik göstergelerin hassasiyetini bir kat daha arttırmış ve makro ekonomik
göstergelerdeki ipuçları, olası dalgalanmalar (türbülans) ve krizler için çoğu zaman öncü
gösterge niteliği taşımaya başlamıştır. Gelişmekte olan ülkelerde, tüm şeffaflaşma
119
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
çabalarına rağmen, kayıt dışı ekonominin neden olduğu makro ekonomik deformasyon, ve
makro ekonomik göstergelerin açıklanma periyodundaki gecikmeler, halen söz konusu
verilerin öncü gösterge olma özelliğini zayıflatmaktadır. Bu çerçevede, makro ekonomik
göstergeleri üç ana kategoride bir araya getirmek suretiyle, ekonomik konjontürün analizine
yöneliki öncü göstergeleri oluşturmak mümkün gözükmektedir. Bu üç ana kategoriyi
aşağıda sıragelen başlıklar altında, tek tek ele almak yararlı olacaktır.
7.1.1
Ekonomik Büyüme ile İlgili Makro Göstergeler
Uluslararası alanda bir ülke ekonomisinin performansını gösteren en temel makro ekonomik
veri, GSMH büyümesi veya diğer bir deyiş ile ekonomik büyüme hızı değerleridir. Her
ülkenin istatistik kurumu tarafından hesaplanan GSMH verilerinde, birbirini takip eden iki
yılın çeyrek dönem GSMH değerleri veya tüm yılı temsil eden yıllık GSMH değerleri
karşılaştırılarak, ekonomik büyüme hızı hesaplanır. Söz konusu ekonomik büyüme hızı
verileri, örnek vermek açısından, ülke ekonomisinin büyüme hızının ivme kaybettiğine;
yani, ilgili ülke ekonomisinin birkaç çeyrek dönem veya birkaç yıl üst üste % 1 ile 3 arası bir
oranda büyüdüğüne, büyümenin yatay bir seyir izlediğine işaret ediyorsa, ülke ekonomisinin
durgunluğa (ing. stagnation) girdiğini ifade etmekteyiz. Halk dilinde bu süreç 'ekonomide
soğuma' olarak da tanımlanmaktadır. Eğer, ulusal ekonomi, bu tür bir yatay düzeyde
büyüme sürecinin de ötesinde, son derece hızlı bir ekonomik yavaşlamaya, hatta
büyümenin % 0’a ulaştığı ve/veya % 0’ın dahi altında negatif bir büyümeye işaret ediyorsa,
bu süreci büyümenin gerilemesine bağlı olarak resesyon (ing. recession) olarak
tanımlamaktayız. Eğer, ekonomi hem büyümede durgunluk, hem de enflasyon ve işsizlik
oranında aynı zaman diliminde bir yükselme gözlemliyor ise, bu süreci de stagflasyon (ing.
stagflation) olarak adlandırmaktayız. Her ülkenin Merkez Bankası açısından, en tehlikeli ve
yorucu süreç anlamına gelen stagflasyon, uygulamaya konulan para ve maliye politikası
önlemleriyle eğer çözümlenemez ise, söz konusu sürecin bir krize, bir depresyona
dönüşebildiği de görülmektedir. Hatta, ekonomiler uzun soluklu bir resesyon sürecinin
sonuncunda da krize, depresyona girebilmektedirler. Bu noktada, ekonomik büyüme hızını
ölçmede, tekrarlamak gerekirse, iki temel gösterge öne çıkmaktadır. Göstergelerden bir
tanesi, Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH - ing. GNP), yani daha farklı bir ifade ile net olmayan
ulusal üretim; ikinci gösterge ise, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH - ing. GDP), yani daha öz
Türkçe bir ifade ile net olmayan yurtiçi üretimdir. İki verinin temel farkı, Net Dış Alem
Faktör Gelirleri'dir. Yani bir ülkenin yurtdışında yaşayan vatandaşlarının o ülkeye
kazandırdığı üretim faktör gelirleri ile, yine o ülkede çalışan yabancıların kendi ülkelerine
transfer ettikleri üretim faktör giderleri arasındaki net farktır.
GSMH, ülkelerin istatistik kurumları tarafından üç temel yöntemle hesaplanmaktadır.
Yöntemlerden ilki Üretim Yoluyla GSMH Hesaplama Yöntemi’dir. Dünyada en sağlıklı
olduğu düşünülen ve en yaygın kullanılan yöntem budur. Keza, eski adıyla DİE, yeni adıyla
TÜİK, 3’er aylık dönemler halinde ve yıllık bazda GSMH değerlerini bu yöntemle hesaplanan
tablo aracılığı ile kamuoyuna açıklamaktadır. Bu yöntemin dışında, diğer iki yöntem sırasıyla
Gelirler Yoluyla GSMH Hesaplama Yöntemi ve Harcamalar Yöntemiyle GSMH
Hesaplama Yöntemi’dir. Söz konusu hesaplama yöntemleri GSYİH için de kullanılabilir.
TÜİK GSYİH kısaltması yerine, dört harften oluşan GSYH kısaltmasını kullanmaktadır. Bu
nedenle, metnin geri kalan bölümlerinde GSYH kısaltması kullanılacaktır.
120
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
Dünyada en yaygın kullanılan yöntemin Üretim Yoluyla hesaplama yöntemi olmasının
nedeni, diğer iki hesaplama yöntemi olan Gelirler Yoluyla ve Harcamalar Yöntemiyle
hesaplama metotlarının, bünyelerinde kayıt dışı ekonominin etkisini barındırmalarından
kaynaklanmaktadır. Buna göre, Gelirler Yoluyla hesaplama yöntemi, 4 üretim faktörü olan
Doğal Kaynaklar’ın Rant, Ücret, Faiz ve Kar gelirlerinin düzenli olarak muhasebe kayıtlarına
girmesini gerektirmektedir ki, söz konusu gelirlerin bir bölümü Türkiye gibi kayıt dışı
ekonomi sorunu olan ülkelerde yeterince kayıt altına girmemektedir. Harcamalar Yöntemiyle
hesaplamada da, toplam tüketim harcamalarının ve toplam yurtiçi tasarrufların tam kayıt
altında olmaması, yine kayıtdışılığa bağlı olarak sorun yaratmaktadır. Bu nedenle, en sağlıklı
yöntem olarak Üretim Yoluyla hesaplama yöntemi kullanılmaktadır.
Ulusal ekonomide mal ve hizmet üretiminde ana rolü üstlenmiş olan ana sektörlerin Türk
ekonomisine gerçekleştirdiği katma değer katkısının ölçülmesi ile başlamaktadır. Ülke
ekonomisini ayakta tutan ana sektörlerin yarattığı katma değerden bir istatiksel mantığa
dayalı olarak “izafi banka hizmetleri” değeri düşülmektedir. Buradaki mantık, temel kredi
borç-alacak ilişkisi çerçevesinde belirli bankacılık hizmetlerinin zaten diğer sektörlerin
muhasebe kayıtlarına geçtiği ve katma değer verilerine yansıdığıdır. Bu nedenle, mali
kuruluşlar dışında kalan diğer sektörlerin verilerinde yer alan bankacılık işlemlerinin
GSMH'nın toplamına mükerrer olarak yeniden girmesini engellemek için, bir istatiksel
yönteme dayalı olarak banka hizmetlerinin değeri 'izafi' olarak hesap edilir ve ana
sektörlerin yarattığı toplam katma değerden düşülür. Bu değerin üzerine devletin anayasal
hizmetlerini üreten kamu kurumlarının yarattığı katma değer, ayrıca vakıf ve dernekler gibi
kar amacı olmayan özel hizmet kuruluşlarının kısıtlı miktardaki mal ve hizmet üretiminin
değeri eklenir.
Toplam Yurtiçi Üretim Değeri'nin üzerine devletin ithalattan elde ettiği (gümrük vergisi ve
ithalattan alınan KDV) vergi gelirleri eklendiğinde GSYH elde edilir. İthalat Vergisi’nin
toplama eklenmesi suretiyle GSYH’ya ulaşılmasının nedenini açıklamak gerekir ise, üretim
yoluyla ulaşılan GSMH değeri, bir üretim değeri olmasının yanı sıra, aynı zamanda bir gelir
değeridir. Çünkü, GSMH’yı temsil eden mal ve hizmetler piyasa fiyatları üzerinden
satıldıktan sonra ortaya çıkan nakit değer bir gelir değeridir ve amaç, bu gelir değerinin mal
ve hizmetlerin üretiminde görev almış olan üretim faktörleri arasında paylaştırılmasıdır. Bu
temel noktadan hareket ile, ithalat vergisinin “toplam” ifadesinin üstüne eklenmesi, söz
konusu ithalattan elde edilen vergi gelirinin, söz konusu ithal mal ve hizmetlerin Türkiye
Cumhuriyeti’nin sınırlarından içeri girmesi için verdiği izin karşılığında, talep ettiği ve hak
ettiği bir vergi geliri olmasıdır. Ama, bu durum söz konusu ithalat vergisi gelirinin Türk
halkının hak ve talep ettiği bir gelir olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Gayri Safi Yurtiçi
Hasıla'nın üzerine ise Net Dış Alem Faktör Gelirleri'nin eklenmesi sonrasında ise GSMH'ya
ulaşılmasıdır.
Her Türk vatandaşının Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde çalışma zorunluluğu yoktur.
Başka ülkelerde üretim faktörü olarak çalışıp, o ülkelerin milli gelirlerinden pay alan Türk
vatandaşları, döviz cinsinden elde ettikleri bu gelirlerin bir kısmını veya tamamını Türkiye’ye
gönderir ise, bu gelir Türkiye için Dış Alem(den Gelen) Faktör Gelirleri’dir. Aynı şekilde,
Türkiye’de çalışan yabancılar açısından da, onların Türkiye’deki milli gelirden pay alıp,
yurtdışına kendi ülkelerine gönderdikleri gelir, Türkiye için Dış Alem(e Giden) Faktör
121
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
Giderleri’dir. Bu durumda, Dış Alem Faktör Gelirleri (-) Dış Alem Faktör Giderleri= Dış Alem
Net Faktör Gelirleri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ekonomik Büyüme Hızının Ölçülmesi: Bir ulusal ekonomide büyüme hızının ölçülmesi,
birbirini takip eden iki yılın GSMH değerleri karşılaştırılarak veya çeyrek dönemler itibariyle,
bir önceki yılın çeyrek dönemi ile bir sonraki yılın aynı çeyrek dönemi karşılaştırılarak hesap
edilir. Ancak, burada kritik olan konu, hangi GSMH veya GSYH değerlerinin
karşılaştırılacağıdır. Eğer, dünya ekonomisinde, ülke ekonomilerinde enflasyon ve
deflasyonun deforme edici etkisi olmasaydı, mal ve hizmetlerin fiyatları hiç değişmeseydi,
fiyatlar genel seviyesi hep aynı kalsaydı; birbirinden faklı GSMH değerleri hesap etmek
gerekmeyecekti. Oysa, günümüzde kimi ekonomiler enflasyonun, kimi ekonomiler ise
deflasyonun deformasyon etkisine maruz kalmaktadırlar. Bu durum, istatistik kurumları
tarafından, hem söz konusu fiyat hareketlerinden kaynaklanan etkiyi içinde barındıran, hem
de söz konusu etkiden arındırılmış iki ayrı GSMH veya GSYH değerinin hesap edilmesini
gerektirmektedir. Bu çerçevede, içinde fiyat hareketlerinden kaynaklanan etkiyi barındıran
veriye “Cari Fiyatlarla GSMH”, fiyat hareketlerinden kaynaklanan etkiden arındırılmış veriye
ise “Sabit Fiyatlarla GSMH” denmektedir. Cari Fiyatlarla GSMH Nominal GSMH, Sabit
Fiyatlarla GSMH ise Reel GSMH olarak da ifade edilmektedir.
Nominal GSMH: Ulusal ekonomide üretimi gerçekleştirilen yüzbinlerce mal ve hizmetin
üretim miktarlarının hesaplamının yapıldığı yıla karşılık gelen üretim değerleri ile piyasa
fiyatları çarpılarak bulunan değerdir. Cari piyasa fiyatları kullanılarak hesaplanan GSMH
olduğundan, içinden onlarca yıldır süregelen enflasyonun saptırıcı, yanıltıcı, negatif etkisini
barındırmaktadır. Bu nedenle, 2005 yılında TL’den 6 sıfır atılana kadar, artık katrilyon lira
mertebesine gelmişti ve telafuzu dahi zor oluyordu. Söz konusu cari fiyatlarla hesap edilmiş
ve Nominal GSMH ünvanını taşıyan GSMH değeri kullanılarak hesaplanacak olan büyüme
hızı oranı da Nominal Büyüme Hızı oranı olacaktır ki, bu durum yanıltıcı sonuçlara neden
olur.
Bir örnek vermek açısından, 2006 yılı GSMH değerini ele alalım. Ekonomistler, 2006 yılı
GSMH’sını, nominal değer olarak, eski ifadesiyle 562 katrilyon lira, yeni ifadesi ile 562
milyar TL olarak beklendiğini ifade etmişlerdir. 2005 yılının açıklanmış olan nominal GSMH
değeri ise 486,4 milyar TL’dir. O halde, 562/486 milyar TL; 2006 yılında ekonominin % 15,6
büyüdüğüne işaret etmektedir. Oysa, birbirini takip eden iki yılın nominal GSMH değerlerini
karşılaştırarak büyüme oranını bulmaya çalışmak zaten yanlıştır. Çünkü, nominal değerler
üzerinden yapılan karşılaştırmada, içinde enflasyonun şişirici etkisini taşıyan Nominal GSMH
değerleri, yani, “Cari Fiyatlarla” hesap edilmiş GSMH değerleri kullanılmaktadır. Bu nedenle,
tekrarlamak gerekirse, gerçek büyüme hızı oranının bulunması için, sabit fiyatlarla hesap
edilmiş GSMH değerlerinin kullanılması gerekir. Yani, enflasyonun şişirici, saptırıcı, yanıltıcı
etkisinden arındırılmış Reel GSMH değerleri karşılaştırılarak, ülkenin gerçek büyüme hızı
oranı bulunmalıdır.
Reel GSMH: Bir ülkenin Reel GSMH değerlerinin hesaplama yöntemi, bir noktaya kadar
Nominal GSMH değerlerinin hesaplama yöntemine benzemektedir. Yani, ulusal ekonomide
üretimi gerçekleştirilen yüzbinlerce mal ve hizmetin üretim miktarlarının o yıla karşılık gelen
üretim değerleri dikkate alınmaktadır. Ancak, Nominal GSMH’dan Reel GSMH değerini
farklılaştıran detay, söz konusu yüzbinlerce mal veya hizmetin değerinden oluşan Reel
122
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
GSMH değeri hesaplanırken, üretim rakamlarının, söz konusu mal ve hizmetlerin sabit
fiyatlarıyla çarpılmasıdır. Bu durum, Reel GSMH’nın hesaplanmasında en sağlıklı yöntem
olan ‘Baz Yıl’ yöntemini tarif etmektedir. “Baz Yıl” nasıl seçilmektedir diye sorgularsak, ‘Baz
Yıl’ ülke ekonomisinin makro dengeler açısından hayli sağlıklı olduğu, enflasyon ve büyüme
gibi makro ekonomik göstergelerin değerlerinin hayli dengeli ve kabul edilebilir olduğu
yılların arasından seçilmektedir. Yani, seçilen ‘Baz Yıl’ bir hareket noktası veya kilometre
taşı gibi kullanılmaktadır. TÜİK tarafından 2007 yılının 3. çeyreğine kadar, GSMH serisi ve
Reel GSMH değerlerinin hesaplanmasında, kullanılan baz yıl “1987” yılı olmuştur. 8 Mart
2008 tarihinde ise, TÜİK tarafından Türkiye Ekonomisi için ekonomik büyüme
hızının hesaplanma yönteminin değiştiği açıklanmıştır. Bu doğrultuda, 1998 yılı,
1987 yılı yerine yeni Baz Yıl olmuştur. Bir başka önemli değişiklik ise, Türk
ekonomisininde ekonomik büyüme hızını 1998 Bazlı olarak, 1999-2007 döneminde
Reel GSYH değerleri üzerinden hesaplamak olmuştur. Yani, artık Türkiye’de Reel
Büyüme Hızı Oranı GSMH üzerinden değil, GSYH üzerinden hesaplanacaktır.
Baz Yıl Yöntemi’nde, 2006 yılının Reel GSMH’sı hesaplanırken, 2006 yılının mal ve hizmet
üretim değerlerini 1987 yılı fiyatları ile, baz yılın fiyatlarını sabit fiyat olarak alıp hesaplama
gerçekleştirilmektedir. Böylece, 1988-2006 döneminde Türk ekonomisinde yaşanmış olan
enflasyonist etkinin tümü, Nominal GSMH değerini şişiren, büyüten etkinin tümü hesaplanın
dışında kalmakta, enflasyon etkisi arındırılmış olmaktadır. Böylece, sağlıklı bir veri hesap
edilmektedir. Bu çerçevede, sabit fiyatlarla, ya da 1987 fiyatlarıyla hesap edilmiş olan 2005
ve 2006 yılı Reel GSMH değerleri karşılaştırılmak suretiyle, Türkiye’nin gerçek büyüme oranı
bulunmaktadır.
Reel büyüme hızı oranı hesap edilirken kullanılabilecek bir diğer yöntem ise, ‘Deflatör
Oranı’ yöntemi olabilir. Bu yönteme göre, Türkiye’nin 2006 yılı Nominal GSMH tahmini
değeri olan 562 milyar TL, kabaca ortalama enflasyon değeri olarak tanımlanabilecek
Deflatör Oranı’na bölünerek, 2006 yılı Nominal GSMH değeri, 2005 yılı fiyatları ile hesap
edilmiş bir değere dönüştürülür. Örneğin, DPT’nin 2006 yılı için açıklamış olduğu deflatör
oranı % 9’dur. Buna göre, söz konusu deflatör oranı kullanılarak 2006 yılının Nominal GSMH
değeri olan 562 milyar TL, 562/1,09 işlemi ile 515,6 milyar TL’ye, yani 2005 yılı cari fiyatları
ile 2006 yılı Nominal GSMH değerine dönüştürülür. Bu durumda, 2005 yılı cari fiyatları ile
hesap edilmiş olan 2006 yılı Nominal GSMH değeri, yine 2005 yılı cari fiyatlarıyla hesap
edilmiş olan 2005 yılı Nominal GSMH değerine bölündüğünde, yani 515,6 milyar TL 486,4
milyar TL’ye bölündüğünde, büyüme hızı oranı % 6 çıkmaktadır.
Reel büyüme oranını hesap etmenin bir yolu da, hayli tartışmalı olmakla birlikte, ‘Ortalama
Dolar Kuru’ yöntemidir. Buna göre, 2006 yılı Nominal GSMH değeri olan 562 milyar TL,
2006 yılının ortalama dolar kuruna bölünür ve çıkan değer varsayalım ki, 389,7 milyar dolar
çıkar. Aynı işlem, 2005 yılının Nominal GSMH’sı olan 486,4 milyar TL ise 2005 yılının
ortalama dolar kuruna bölünerek tekrarlanır ve o işlemden de 362,8 milyar dolarlık bir
değer çıkar. Bu durumda, 389,7/362,8 işlemi % 7,4’lük bir büyüme oranına işaret
etmektedir. Neden diğer yöntemlere göre hesap edilen % 6 reel büyüme hızı oranına göre
yüksek bir değer çıktı? Çünkü, Türk ekonomisinde dolar kurundaki değişim oranı enflasyon
oranının altında kalıyor. Bu nedenle, ortalama dolar kuru yöntemiyle hesaplama her zaman
riskli olacaktır. Bu nedenle, en tavsiye edilebilecek Reel Büyüme Hızı Oranı hesaplama
yöntemleri ‘Baz Yıl’ yöntemi ve ‘Deflatör Oranı’ yöntemleri olarak ifade edilebilir.
123
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
Türk ekonomisi veya her hangi bir ülke ekonomisi için, ekonomik büyüme performansının
gidişatını önceden görebilmeyi sağlayabilecek dört temel sektör, tarım, sanayi, inşaat ve
ticaret sektörleridir. Ancak, söz konusu dört temel sektör içerisinde, tüm dünyada, istatistik
kurumları tarafından üretim performansları kamuoyu ile paylaşılan, en düzenli şekilde
istatistikleri açıklanan iki sektör sanayi ve inşaat sektörleridir. Bu nedenle, gerek Türk
ekonomisinde, gerekse de ABD gibi gelişmiş ve kimi gelişmekte olan ekonomilerde,
ekonominin aktörleri, ekonomistler, finans sektörü uzmanları, GSMH ve GSYH değerlerinin
gecikmeli olarak açıklandığının bilinci ile, özellikle sanayi sektörü ve onun alt birimi olarak
imalat sanayi verilerini ve inşaat sektörü boyutunda yeni konut siparişleri, izin verilen inşaat
izinleri, yapı ruhsatı izinlerini ve yapı kullanım izin belgesi sayılarındaki değişimi takip
ederek, sanayi ve inşaat sektörünün performansına bağlı olarak, ekonomik büyüme ile ilgili
tahminde bulunmaya çalışırlar.
GSMH’dan Kullanılabilir Gelir’e:
Üretim değeri olarak yaratılmış olan GSMH, aynı zamanda bir gelir değeridir, de. Bu
çerçevede, yaratılan GSMH’yı temsil eden mal ve hizmetler, piyasa fiyatları üzerinden
satıldıktan sonra, ortaya çıkan gelir ülkedeki on binlerce irili, ufaklı tüzel kişiliğin kasasına
veya banka hesabına girer. Her tüzel kişilik, söz konusu gelir cinsinden GSMH’dan öncelikle,
mal ve hizmet üretiminde kullanılan Milli Servet’teki yıpranma payı kadar amortisman payı
ayırır. Amortisman payının ayrılmasının temel nedeni, Milli Servet’in sürekli taze tutulması
ve bu sayede GSMH üretiminin aksamamasıdır. Bunun yanı sıra, devletin tüzel kişiliklere
amortisman gideri ayırmalarına izin vermesinin nedeni de, GSMH üretiminin aksamaması ve
böylece gelecekteki vergi gelirlerinin garanti altına alınmasıdır.
İÇ KAYNAK
‘GSMH’DAN ‘KULLANILABİLİR GELİR’E
(PF) GAYRİ SAFİ MİLLİ HASILA ( HEM ÜRETİM, HEM GELİR DEĞERİ)
(-) AMORTİSMANLAR (MİLLİ SERVETTE OLUŞAN YIPRANMALAR)
(PF) SAFİ MİLLİ HASILA
(-) DOLAYLI VERGİLER
(FF) SAFİ MİLLİ HASILA = MİLLİ GELİR
MİLLİ GELİR = RANT GELİRİ + ÜCRET GELİRİ + FAİZ GELİRİ + KAR GELİRİ
(+) TRANSFER ÖDEMELERİ = KİŞİSEL GELİR
(-) DİREKT VERGİLER
KULLANILABİLİR GELİR
KULLANILABİLİR (HARCANABİLİR) GELİR = TOP TÜKETİM HARCAMALARI + TOP.TASARRUFLAR
FİNANS PİYASALARINA
YÖNELİK YATIRIMLAR
SABİT SERMAYE
YATIRIMLARI
TOPLAM YATIRIM HARCAMALARI
GSMH'nın yaratılmasının amacı, GSMH'yı temsil eden mal ve hizmetlerin yaratılması ile,
Türk ekonomisindeki on binlerce tüzel kişiliğin kasasına giren parayı 4 üretim faktörü olan
Doğal Kaynaklar, Emek, Sermaye ve Girişim (Teşebbüs) üretim faktörleri arasında
dağıtmaktır. Sermaye Üretim Faktörü, insan eliyle toprağın üstünde ve altında inşaa edilmiş
tüm fiziki değerleri temsil eder ki, bu fiziki değerlerin toplamı bir toplumun en büyük
ekonomik değeri olan Milli Servet'e eşittir. Yani, bir ülkenin bir yıllık bir zaman dilimi
içerisinde yarattığı en büyük değer olan GSMH, ondan kat ve kat daha büyük bir değer olan
124
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
Milli Servet kullanılarak yaratılmaktadır. Bir ülkede sermaye mallarının hangi hızda arttığını
gösteren kriterler ise ülkede ilgili dönemde gerçekleştirilen gayrisafi yatırımlar ve net
yatırımlardır. Yine vurgulamak gerekir ki bir ülkenin sermaye mallarına yatırım yapma
kapasitesi ülkenin ilgili dönemde gerçekleştirdiği tasarruflara bağlıdır. Başka bir ifadeyle, bir
ülkenin büyüme kapasitesi yatırım ve tasarruf kararlarının bir türevidir. Türkiye özelinde
yorumlamak gerekirse, ülkemiz tasarruf açığı yaşayan bir konumdadır. Tasarruf açığı
ulusal tasarrufların ilgili dönemdeki gayrisafi yatırımlardan az olması anlamına gelmektedir.
Dolayısıyla Türkiye büyüme gerçekleştirmek veya büyüme performansını artırmak için dış
tasarruflara gereksinim duymaktadır.
Yaratılan GSMH'yı, Türk toplumu olarak, GSMH'nın yaratılmasında oynadığımız rol
ölçüsünde aramızda paylaşıyoruz. Bu paylaştırmayı da, Türkiye'deki onbinlerce irili, ufaklı
tüzel kişilik aracılığı gerçekleştiriyor. GSMH, bir parasal değer olarak şirketlerin kasasına
girdikten sonra, önce GSMH'dan Amortismanlar'ı ayırıyoruz. Çünkü, üretimin aksamaması
için Milli Servet'teki yıpranma payını bir kenara ayırmamız gerekiyor. Bu durumda, Safi Milli
Hasıla'ya (SMH) ulaşmış oluyoruz. Ancak, GSMH ve SMH piyasa fiyatları ile elde edilmiş
değerler olduklarından, içlerinde Dolaylı Vergiler'i taşımaktalar. Bu nedenle, şirketlerin tüzel
kişilikleri Dolaylı Vergiler'i Kamu adına topladıklarından, bu vergileri üretim faktörlerine
dağıtabilme hakkına sahip değiller. Bu nedenle, piyasa fiyatı ile hesap edilmiş SMH'dan
Dolaylı Vergiler'i düşerek, faktör fiyatları ile hesap edilmiş SMH'ya ulaşmamız gerekir. Ki,
faktör fiyatları ile SMH aynı zamanda Milli Gelir'e eşittir. Milli Gelir'i ise şirketlerin tüzel
kişiliği 4 üretim faktörü arasında, Rant Geliri+Ücret Geliri+Faiz Geliri+Kar Geliri olarak
paylaştırır. Milli Gelir; ülkenin ulusal sınırları içerisinde çalışan üretim faktörlerine dağıtılan
üretim faktörlerine dağıtılan gelirin toplamıdır. Oysa, Türk vatandaşları arasında, ülkenin
ulusal sınırları dışında, dünyanın başka ekonomilerinde de mal ve hizmet üretiminde görev
alanlar söz konusudur; yurtdışında çalışan işçilerimiz ve mütaahhitlerimiz gibi. Nitekim, bu
vatandaşlarımız yabancı ülkelerde kazandıkları faktör gelirlerini Türkiye'ye gönderirler, ki bu
gelir Türkiye için Dış Alem(den Gelen) Faktör Gelirleri'dir. Elbette, Türkiye'de çalışan
yabancı işgücü ve yabancı şirketler de Türkiye'de kazandıkları faktör gelirlerini kendi
ülkelerine gönderirler. O halde, her ülke aynı zamanda Dış Alem(e Giden) Faktör
Giderleri'ne de katlanır. Bu nedenle, Dış Alem Faktör Gelirleri ile Dış Alem Faktör Giderleri
arasındaki farka Dış Alem Net Faktör Gelirleri, diyoruz. 1999 yılından bu yana GSMH,
GSYH değerinden daha küçük hale gelmiştir. Yani, Dış Alem Net Faktör Gelirleri
(+) olduğunda GSMH>GSYH olmakta, (-) olduğunda ise GSMH<GSYH olmaktadır.
Dış Alem Net Faktör Geliri'nin istatistiksel açıdan saptırıcı etkisi, uluslararası
alanda tüm karşılaştırmaların ve tüm makro oranların neden GSYH kullanılarak
hesaplandığını neden GSYH’nın hep tercih edildiğini göstermektedir.
Dünya ekonomisinde, ülkelerin ekonomik performanslarının karşılaştırılmasında temel
gösterge GSYH'dır. GSYH, ulusal sınırlar içerisinde yaratılan katma değeri gösterir. Bu
nedenle, tüm uluslar arası istatistiklerde makro ekononomik karşılaştırmalar ve/veya
gösterge niteliğindeki çeşitli makro ekonomik oranlar (Toplam Yurtiçi Tasarruflar/GSYH veya
Kamu Kesimi Borçlanma Gereği/GSYH gibi) GSYH dikkate alınarak hesaplanır. Türkiye'de bu
yönde bir istatistik veri üretimi Türkiye İstatistik Kurumu tarafından son yıllarda
benimsenmiş olmasına rağmen, Türkiye'nin önemli makro ekonomik değerlerini her yıl yıllık
program çalışmasında açıklayan Devlet Planlama Teşkilatı'nda ise halen GSMH verilerini ön
planda tutma bir alışkanlık olarak sürmektedir. Dolayısı ile, GSMH dikkate alınarak hesap
125
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
edilmiş olan rasyoların, uluslararası ekonomik istatistikler ile karşılaştırılmasında çeşitli
sorunlar yaşanmaktadır. İşte, bu sorunu iyi gözlemleyen TÜİK, kalıcı bir şekilde
sorunu çözmek adına, 8 Mart 2008 tarihinde gerçekleştirdiği açıklama ile, bundan
sonra Türkiye’de ekonomik büyüklüğü ölçme kriteri olarak ve ekonomik büyüme
hızı oranını ölçme kriteri olarak GSYH değerine geçildiğini teyit etmiştir.
Ülkemizde, temel makroekonomik göstergelerden biri olan milli gelir hesapları 1929 yılından
beri yapılmaktadır. Bu hesaplarda 1972 yılından itibaren Birleşmiş Milletler tarafından
belirlenen SNA 68 sınıflaması kullanılmıştır. Milli gelir hesapları, konunun mahiyeti gereği,
ülkemizde üretilen verinin değerlendirilmesini ve kullanımını gerektirmektedir. Bu veriler
bizzat TÜİK tarafından alandan derleneceği gibi, diğer kurum ve kuruluşların idari
kayıtlarından da elde edilmektedir. Bu açıdan, ülkenin veri kaynaklarının ve idari kayıtlarının
yapısı ile milli gelir hesapları arasında doğru yönlü bir ilişki mevcuttur.
Ülkemizde de 1923 yılından günümüze kadar devam eden milli gelir serisinde, 1948, 1968
ve 1987 baz yıllı güncelleme çalışmaları yapılmıştır. Sonuçta, ülkemizin Avrupa Birliği
adaylığı sürecinde Avrupa İstatistik Sistemi’ne uyumun gerçekleştirilebilmesi ve 1987
yılından bugüne kadar ekonomide ortaya çıkan yeniliklerin hesaplara yansıtılabilmesi için,
GSYH’nın güncellenmesi gereği oluşmuştur. Mevcut serinin güncellenmesi çalışmaları 2004
yılında başlatılmış ve Mart 2008 tarihi itibariyle tamamlanmıştır.
Özellikle, uzun aralıklarla yapılan, yeni sınıflamalara geçişi sağlayan, yeni veri setlerinin
sisteme entegre edildiği, mevcut veri setlerindeki iyileşmelerin hesaplara yansıtıldığı, yeni
kayıt sistemlerinin kurulması sonucunda elde edilen verilerin değerlendirildiği, kısacası,
kapsam genişlemesi içeren güncellemelerde, toplam ve sektörel büyüklüklerde önemli
farklılıklar ortaya çıkabilmektedir. Ülkemizde 1993 yılında tamamlanan güncelleme
çalışmasında (1987 bazlı serinin oluşturulması), 1987 bazlı GSMH serisi ile 1968 bazlı GSMH
serisi arasında 1990 yılı için % 38’lik bir farkın oluştuğu gözlenmiştir.
Harcama Yöntemiyle 1987 ile 1998 Bazlı GSYH Serileri Arasındaki Farklılıklar
Özel nihai tüketim harcamaları
• 1987 bazlı seride harcama kalemlerinin her biri yurtiçi yerleşik hanehalklarının
harcamasını gösterirken, 1998 bazlı seride harcama bileşenleri ülke sınırları içinde
yerleşik ve yerleşik olmayan hanehalklarının harcamalarını kapsamakta olup,
( + ) Yerleşik hanehalklarının yurtdışında yaptıkları harcamalar
( - ) Yerleşik olmayanlar tarafından yurtiçinde yapılan harcamalar
= Yurtiçi yerleşiklerin nihai tüketim harcamasını
vermektedir.
• 1998 bazlı seride dolaylı ölçülen mali aracılık hizmetleri (FISIM) hanehalklarının nihai
tüketim harcamalarına dahil edilmiştir.
• 1987 bazlı seride özel nihai tüketim harcamaları:
- Gıda ve İçki
- Dayanıklı Tüketim Malları
- Yarı Dayanıklı ve Dayanıksız Tüketim Malları
- Enerji, Ulaştırma, Haberleşme
126
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
- Hizmetler
- Konut Sahipliği
ayrımında hesaplanmıştır.
• 1998 bazlı seride ise özel nihai tüketim harcamaları aşağıda belirtilen COICOP grupları
ayrımında hesaplanmıştır:
- Gıda, içki ve tütün
- Giyim ve ayakkabı
- Konut, su, elektrik, gaz ve diğer yakıtlar
- Mobilya, ev aletleri ve ev bakım hizmetleri
- Sağlık
- Ulaştırma - Haberleşme
- Eğlence ve kültür
- Eğitim
- Lokanta ve oteller
- Çeşitli mal ve hizmetler
• Mal akımı yöntemiyle nihai tüketim harcamalarının hesaplanmasında COICOP
gruplarına göre nihai tüketime konu olan maddeler sınıflandırılmış ve
+ Yurt içinde üretilen tüketim mallarından yapılan satışların değeri (temel fiyatlarla)
+ İthal edilen tüketim malları (CIF) + Ulaştırma ve ticaret marjı
- İhraç edilen tüketim malları (FOB) + Vergiler
= Alıcı fiyatlarıyla nihai tüketim harcamaları
hesaplanmıştır.
• 1998 bazlı seride sabit fiyatlarla özel nihai tüketim harcamalarının
hesaplanmasında zincirleme endeks metodu kullanılmıştır. Bu metoda göre
yurtiçinde üretilen tüketim mallarına ilişkin cari yıl ve bir önceki yılın aynı dönemine
ait satış miktarları, bir önceki yılın ortalama fiyatları ile değerlendirilmek suretiyle
elde edilen sabit hızlar esas alınarak hesaplanmıştır.
• İthalat ve ihracat yoluyla piyasaya sunulan tüketim mallarının sabit fiyatlarla
hesaplanmasında ise 1987 bazlı seride sabit ağırlıklı ithalat ve ihracat miktar
endeksleri, 1998 bazlı seride değişen ağırlıklı ithalat ve ihracat fiyat endeksleri
kullanılmıştır.
Devletin nihai tüketim harcamaları
• 1998 bazlı seride döner sermayeli kuruluşlar Devlet kapsamına alınmıştır.
• 1987 bazlı seride devletin nihai tüketim harcamaları, Maaş-Ücret ve Diğer Cari
ayrımında hesaplanırken, 1998 bazlı seride;
• Devletin Kollektif Nihai Tüketim Harcamaları,
Maaş-Ücret
Mal ve Hizmet Alımları
127
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
• Devletin Bireysel Nihai Tüketim Harcamaları,
EğitimHizmetleriSağlık Hizmetleri
Eğlence, Dinlenme, Kültür ve Sporla İlgili Faaliyetler ayrımında hesaplanmıştır.
• 1987 bazlı seride maaş-ücretin sabit fiyatlarla hesaplanmasında devlet sektöründeki
çalışanlar sayısındaki artış hızı kullanılmıştır. Cari harcamalar ise Toptan Eşya Fiyat
Endeksi ile deflate edilmiştir. 1998 bazlı seride maaş-ücretin sabit fiyatlarla
hesaplanmasında devlet sektöründeki çalışanlar sayısındaki artış hızı, mal ve hizmet
alımlarının hesabında ise 2002 Arz ve Kullanım Tablolarında devlet sektörünün mal
ve hizmet alımlarının ağırlıkları dikkate alınarak ÜFE ve TÜFE ‘ nin ilgili alt grupları ile
hesaplanan endeks kullanılmıştır.
Gayri safi sabit sermaye oluşumu
• Bilgisayar yazılımları ve maden çıkarımı 1987 bazlı seride ara tüketim olarak
alınırken 1998 bazlı seride yatırım kapsamına alınmıştır.
Mal ve hizmet ihracatı / ithalatı
• 1998 bazlı seride serbest bölgeler, Türkiye’nin ekonomik sınırları içine dahil
edilmiştir. Serbest Bölgeye ilişkin veriler,
- Serbest Bölgeden Türkiye’ ye
- Türkiye’den Serbest Bölgeye
- Serbest Bölgeden Yurtdışına
- Yurtdışından Serbest Bölgeye
olmak üzere dört yönlü olarak değerlendirilmektedir.
• Mal ihracat ve ithalatının hizmet hesaplanmasında 1987 bazlı seride özel ticaret
rejimi uygulanırken, 1998 bazlı seride genel ticaret rejimi uygulanmaya başlanmıştır
• Türkiye’den serbest bölgelere yapılan ve ödemeler dengesi istatistiklerinde ihracat
kaleminde yer alan değer, ihracat kapsamından çıkarılmış, serbest bölgelerden yurt
dışına yapılan ihracat mal ihracatına ilave edilmiştir.
• Serbest bölgelerden Türkiye’ye yapılan ve ödemeler dengesi istatistiklerinde ithalat
kaleminde yer alan değer, ithalat kapsamından çıkarılmış, serbest bölgelerin
yurtdışından yaptığı ithalat mal ithalatına ilave edilmiştir.
• 1987 bazlı seride mal ihracatı FOB, mal ithalatı ise CIF olarak değerlendirilirken,
1998 bazlı seride ise mal ihracatı ve ithalatı FOB olarak değerlendirilmiştir.
• 1987 bazlı seride dış alem net faktör gelirlerinde yer alan inşaat hizmetleri hizmet
ihracatına dahil edilmiştir.
• 1987 bazlı seride sabit fiyatlarla mal ihracat / ithalatının hesaplanmasında
1994=100 bazlı ve sabit ağırlıklı ithalat ve ihracat miktar endeksleri, sabit fiyatlarla
hizmet ihracat / ithalatının hesaplanmasında ise 1994=100 bazlı ve sabit ağırlıklı
İthalat ve İhracat fiyat endeksleri kullanılmıştır.
• 1998 bazlı sabit fiyatlarla mal ve hizmet ihracat ve ithalatının hesaplanmasında
1998=100 bazlı ve değişen ağırlıklı zincirleme ithalat ve ihracat fiyat endeksleri
(tüketim, ara ve yatırım gruplarına göre) kullanılmıştır.
128
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
Tekrarlamak gerekir ise, 8 Mart 2008’den itibaren, TÜİK geçtiği yeni hesaplama yöntemi ile,
GSYH’nın üretim yoluyla hesaplandığı tabloda, Dış Alem Net Faktör Gelirleri ile GSMH
değerleri artık tabloya konmamaktadır. GSYH değerinin hesaplanma sürecinde ise, eski
tablo formatındaki sektörlerin önemli bir kısmı korunurken, yeni sektörler ve ekonomik
alanlar ile tabloya eklenmiştir. Örnek olarak, eski tabloda İthalat Vergisi, yeni tablo
formatında ‘Vergiler ve Sübvansiyonlar’ olarak değişmiştir. Yeni tablo formatının, eskisine
göre kayıt dışı ekonomiyi ve ekonominin daha geniş bir alanını hesaplamaya dahil ettiği
görülebilmektedir.
Türkiye'nin 1998-2007 Döneminde GSYH Performansı (Milyon YTL veya Milyon $)
Yıllar
GSYH (YTL) Eski Büyüme (%) Yeni Büyüme (%) Eski GSYH ($)
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
70.203
104.596
166.658
240.224
354.476
454.781
559.033
648.932
758.391
856.387
3,1
-5,0
7,4
-7,5
7,8
5,8
8,9
7,4
6,1
-
-3,4
6,8
-5,7
6,2
5,3
9,4
8,4
6,9
4,5
200.092
184.321
199.652
145.642
184.312
240.966
302.750
363.312
402.741
502.304
Yeni GSYH ($)
270.947
247.544
265.384
196.736
230.494
304.901
390.387
481.497
526.429
658.786
Kişi Baş. GSYH
4.300
3.800
4.100
3.000
3.400
4.500
5.700
7.000
7.500
9.333
Kaynak: TÜİK
Nitekim, yeni hesaplama yöntemi ile eski hesaplama yöntemi arasındaki fark açıkça
görülebilmektedir. 1998’den itibaren eski yöntemle yeni yöntem arasındaki değer farkı,
2005’den itibaren hızla artmaktadır. Doğaldır ki, eski yönteme göre reel büyüme hızı
oranları ile, yeni yönteme göre büyüme oranları da farklılık göstermektedir.
Türkiye'de, eski adıyla Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE), yeni adıyla Türkiye İstatistik
Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanmakta olan GSYH verileri için izlenen takvim, yılın ilk
çeyreğine (Ocak-Mart dönemine) ait verilerin aynı yılın 30 Haziran'ında, yani üç aylık bir
gecikme ile, yılın ikinci çeyreğine ait verilerin 10 Eylül’de, üçüncü çeyrek verilerin 10
Aralık’ta ve yılın son çeyreğine ait verilerin ise, yine üç aylık bir gecikme ile, ertesi yılın 31
Mart'ında açıklaması şeklindedir. Dolayısı ile, Türkiye muhtemel bir ekonomik risk veya kriz
tehlikesi ile karşı karşıya ise, GSYH’nın ve sektörlerin performansına bakarak, kriz
tahmininde bulunmak verilerin gecikmeli açıklanmasından dolayı zorlaşmaktadır. Oysa,
ABD'de geçici ekonomik büyüme verileri, ilgili üç aylık dönemi takip eden birinci ayın
sonunda geçici veri olarak açıklanabilmekte, bu nedenle de, ABD Merkez Bankası FED,
uyguladığı faiz veya daha genel anlamda para politikasının istediği sonuçları yaratıp
yaratmadığını daha erken test edebilmektedir.
Türkiye’de büyüme verilerinin geç açıklanmasına bağlı olarak, ekonominin gidişatını
önceden hissedebilmek adına, başka makro ekonomik verilere de bakılmaktadır. Örneğin,
her ayın 8’inde açıklanan Sanayi Üretimi verileri, aynı şekilde İmalat Sanayi Eğilim
Anketi’nde yer alan Kapasite Kullanım Oranı verileri, Tüketici Güven Endeksi, Harcamalar
Yönünden GSYH verileri, Açılan/Kapanan Firma Sayıları, kimi eksik yönlerine rağmen İnşaat
İstatistikleri, kimi açılardan Turizm İstatistikleri, mutlaka Elektrik Enerjisi Üretim ve
129
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
Tüketimi, Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları ile ilgili veriler, hiç süphesiz İstihdam
Verileri, Protesto Edilen Senet ve Çekler, Bankaların Tüketici Kredisi ve Kurumsal Kredi
Hacmindeki gelişmeler, Teşvik İstatistikleri, Leasing (Finansal Kiralama) Sektöründe İşlem
Hacmi ve hatta Dizel Yakıt Tüketimi (Tarım ve Ticari Taşımacılık) dahi ekonomik büyüme ile
ilgili öngörüler için az veya çok yardımcı olabilmekte, önemli ipuçları verebilmektedir.
Bu çerçevede, ekonomik krizlerin önceden tahmini açısından öne çıkan 4 ana sektörden
inşaat sektörü, ticaret sektörü ve ulaştırma-haberleşme sektörlerindeki gelişmeler, kriz
öncesi halkın tüketim kalıplarındaki değişimler, harcamaların kısılması ve ihtiyatlı
davranılması anlamında önemli ipuçları verebilmektedirler. Nitekim, ulaştırma ve
haberleşme sektöründeki daralmalar hemen hissedilebilmektedir. Örnek vermek gerekir ise,
akaryakıt sektörünün uzmanları, Türk ekonomisi açısından,bir olası ekonomik krizin öncü
gösterge olarak, mazot veya dizel olarak ifade edilen ve ağırlıklı olarak ticari taşımacılıkta
ve tarımda kullanılan akaryakıt tüketiminde görülen daralmayı ifade etmektedirler. Bu
daralma, şehirlerarası mal ve insan taşımacılığının, yani ticari araç kullanımının ve tarımsal
üretimde kullanılan makinaların kullanımının azaldığının ilk sinyali anlamındadır ki, bu tür
bir daralma yaklaşmakta olan bir krizin ön habercisi olarak algılanabilir.
Olası bir ekonomik kriz öncesi, büyük hacimli harcamaların kısılması anlamında, konut
talebindeki önemli daralmalar da, inşaat sanayini üretim daralmasına yansımaları açısından
öncü gösterge niteliği taşıyabilir. Muhtemel bir krizin hemen öncesinde gayrimenkule
yönelik ilginin hızla daralması, inşaat üretiminde de daralmaya neden olmaktadır. Bu
nedenle, ABD'de ekonominin bir krize, bir durgunluğa ve sonrasında daralmaya gidip
gitmediğinin en temel göstergelerinden birisi, 'Yeni Konut Siparişleri'dir. Bu göstergedeki
yavaşlama, durma ve gerileme Amerikan ekonomisinde yaklaşmakta olan bir piyasanın en
temel göstergelerinden birisidir. Ancak, Türk ekonomisinde inşaat sektörü büyük ölçüde
kayıtdışı olduğundan, TÜİK veya başka kurumlar tarafından inşaat üretimi üzerine veriler
üretilememektedir. TÜİK “Yapı Ruhsatı ve Yapı Kullanma İzin Belgesi” ile derlenen inşaat
istatistikleri açıklamakta ve bu belgelere dayalı olarak Türkiye'de inşaa edilen
gayrimenkullerin kullanım amaçları doğrultusunda dağılımı gösterilmektedir. Ayrıca,
belediyeler tarafından verilen yapı ruhsatı ve yapı kullanım belgelerinin adedindeki
gelişmeleri de vererek, bir anlamda dolaylı da olsa gayrimenkul inşaatı ile gayrimenkule
olan ilgi konusunda dolaylı veri sağlamaktadır. GSMH verilerinin açıklanmasına yakın çıkan
bu veriler belirli ölçülerde ipuçu verebilir. Ancak öncü gösterge niteliğinde değildir.
TÜİK tarafından inşaat sektörü ile ilgili olarak üretilen diğer bir istatistik grubu ise, inşaat
maliyetleri üzerinedir ve ağırlıklı olarak kamu inşaat ihalelerinde baz alınacak maliyetlerin
belirlenmesinde kullanılmaktadır. Dolayısı ile, konuta olan ilginin azalması belirli bir
gecikmeyle de olsa, inşaat sektörünün katma değerini olumsuz yönde etkileyeceğinden,
inşaat sektörünün bir önceki yılın aynı dönemine göre ve bir önceki çeyreğe göre
göstereceği yavaşlama ve daralma bir gösterge olarak değerlendirilebilir. Ancak, Türkiye'de
istatistiklerin geç açıklanması nedeniyle, tekrarlamak gerekirse çoğunlukla öncü gösterge
olma özelliğini kaybetmektedir.
ABD'de krizin ön habercisi anlamında kullanılan bir diğer temel gösterge de 'Fabrika
Siparişleri'dir. Bu veride ortaya çıkan yavaşlama, duraklama ve gerileme krizin ön habercisi
olarak nitelendirilebilir. Türkiye'de ise “Fabrika Siparişi” anlamında, KOBİ'ler ve büyük
130
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
sanayi kuruluşlarından ürettikleri mallara yönelik talep hareketleri ile ilgili veriler de
toplanmamaktadır. Fabrika üretiminde kullanılan girdi olarak toprak, hammadde ve makinetechizat talepleri ile ilgili veriler de takip edilmemektedir. Krizin göstergesi olarak Türkiye'de
kullanılan önemli bir gösterge, doğal kaynaklar ve sermaye üretim faktörleri kadar önemli
bir girdi olan emek faktörü ile ilgili verilerdir. İstihdam ve işsizlik ile ilgili veriler bir krizin
habercisi olabilmekte, ekonomi bir kriz sürecinde ise, krizden çıkılıp çıkılmadığı konusunda
değerlendirme olanağı sağlayabilmektedir. Ancak, Türkiye'de TÜİK tarafından açıklanan
istihdam verilerinin frekansı 2000 yılına kadar düzensizdi. Ancak, daha sonra TÜİK
tarafından istihdam ve işsizlik verilerinin her ay düzenli olarak açıklanmasına yönelik bir
yapı oluşturulmuştur. ABD'de ise bir önceki ayki istihdam ve işsizlik verileri, tarım ve tarım
dışı sektörler şeklinde açıklanmak suretiyle, bir sonraki ay açıklanabilmekte ve
uygulanmakta olan ekonomi politikaları ve kriz için alınan önlemlerin sonuç verip vermediği
hususunda önemli ipucu teşkil edebilmektedir.
Bu noktaya kadar, Türk ekonomisinde üretilen istatistikler içerisinde kriz için öncü gösterge
niteliği taşıyabilecek tek verinin mazot veya teknik adıyla dizel akaryakıt tüketimindeki
yavaşlama veya daralma olduğunu belirledik. Bu çerçevede, binek ve ticari araçlara olan ilgi
de bir gösterge teşkil edebilir. Türkiye'de binek ve ticari araç üretimi ile ilgili veriler
Otomobil Sanayicileri Derneği OSD tarafından düzenli açıklanmaktadır. Ayrıca, TÜİK
tarafından hemen hemen 1 ay arayla, arada sırada 1.5 ay arayla, Motorlu Kara Taşıtları
istatistikleri açıklanmaktadır. Bu istatistiklerde trafiğe yeni kaydı yapılan araçlarla ilgili
rakamlara yer verilerek, ekonominin kriz ortamında olup olmadığı hususunda ipucu
oluşturulabilmektedir. Nitekim, 2005 yılı Nisan ayı verileri ve bu verilerin 2004 yılının aynı
ayı ile karşılaştırılması sonucunda, söz konusu kara taşıt araçlarının değişim oranı ve
trafikte artan taşıt aracı sayısı, sektör üzerindeki ekonomik kriz etkisinin geride kaldığını ve
Türk ekonomisinin bir toparlanma sürecine girdiğini göstermektedir.
Keza yine kullanılabilecek önemli bir gösterge, TÜİK tarafından verilen “kurulan-kapanan
şirket” verileridir. Her ay düzenli olarak açıklanan ve bir ay öncesinin durumunu gösteren
bu veriler, ekonominin bir kriz içerisinde olup olmadığı veya krizden çıkıp çıkmadığı
konusunda önemli ipucu teşkil edebilmektedir.
Bu noktaya kadar yaptığımız analizde, sanayi, inşaat, ticaret ve ulaştırma-haberleşme ana
sektörlerinin performanslarının kriz ile ilgili öncü gösterge olma özelliği taşıdığını vurguladık.
Ancak, bu sektörler ile ilgili üretilen veriler içerisinde inşaat ve ticaret ile ilgili sektörlerin
verilerinin geç elde edildiğini, istihdam ve işsizlik verilerinin geç açıklandığını, eldeki tek
öncü gösterge niteliğindeki verinin kara ticari araçları tarafından kullanılan dizel yakıt
tüketimindeki dalgalanmalar olduğunu gördük. Ayrıca, takip eden ayda açıklanması
nedeniyle OSD'nin otomotiv üretimi ve ihracatı ile ilgili verileri ve TÜİK'nin motorlu kara
taşıtları ile ilgili verilerinin ipucu olabileceğinin altını çizdik. Bu noktada, ekonomide kriz
açısından öncü gösterge olarak kullanılabilecek bir başka alanın imalat sanayi verileri olduğu
ifade edilebilir. Türkiye'de verileri en düzenli ve hemen hemen kimisi takip eden ayın
içerisinde açıklanan bir sektör olması nedeniyle, imalat sanayi ile ilgili veriler önemli ipucu
teşkil edebilmektedir. Özellikle, Türkiye'nin büyüme performansı ile imalat sanayi arasındaki
korelasyonun yüksekliği, imalat sanayi verilerinin yakından izlenmesi bir kez daha öne
çıkarmaktadır.
131
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
İmalat sanayinin üretim performansı ile ilgili verilerde iki ana istatistik öne çıkmaktadır.
Bunlardan ilki, sanayi üretimi ile ilgili performansı gösteren aylık ve üç aylık indeks
verileridir. İkinci veri grubu ise 'imalat sanayi eğilim anketi' ana başlığı altında açıklanan
verilerdir ki, aylık ve üç aylık olarak bu ana başlık altında açıklanan veriler içerisinde işe
yarayan 3 veri söz konusudur. İlk olarak, sanayi üretimi ile ilgili verilere dayalı olarak
ölçebildiğimiz performans değerlerindeki yüzdesel değişimler ile ekonomik büyüme
performansı arasında önemli bir korelasyon gözlemlenmektedir. Bu nedenle, öncelikle
açıklanan 3 aylık sanayi üretim performansı verileri ile büyüme hızı verilerini karşılaştırmak
yararlı olacaktır.
Eğer, 3 aylık sanayi üretim indeksindeki bir önceki yılın aynı 3 aylık dönemine göre ortaya
çıkan yüzdesel değişimleri, yukarıdaki GSYH ve GSMH performansını gösteren, dolayısı ile
özellikle GSYH'nın bir önceki yılın aynı 3 aylık dönemine, yani çeyreğine göre
gerçekleştirdiği yüzdesel değişim ile karşılaştırır ise, hem sanayi, hem de GSYH yüzdesel
değişim edğerlerinin birbirine çok yakın değerler olduğunu görüyoruz. Dolayısı ile, sanayi
üretim indeksindeki değişimlerin GSYH üzerindeki bu derece önemli etkisi, aylık ve 3 aylık
sanayi üretim performansı değişimlerini yakından takip etmemizi gerektiriyor. Ancak, Türk
ekonomisinin performansını yakından takip etmek açısından hayati önem taşıyan 3 aylık
sanayi üretim indeksi verileri 3 aylık GSMH büyüme değerlerinin açıklanmasından en fazla
bir hafta önce açıklandığından, 3 aylık sanayi üretim indeksi verilerinin öncü gösterge
niteliğinde kullanmamız mümkün değildir. Bu nedenle, esas yararlanmamız gereken
istatistiğin aylık sanayi üretim indeksi verileri olması gerektiği anlaşılmaktadır. Daha da
önemlisi mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış verilerin analizi üretimin ana eğilimi
hakkında gerçekçi bir tablo ortaya koyabilmektedir.
Sanayi Üretim Endeksi
Kaynak TÜİK
Aylık sanayi üretim indeksi verileri daha önceleri farklı tarihlerde açıklanır iken, 8 Haziran
1999 tarihinden itibaren her ayın 8'inde, 38 günlük gecikmeyle, TÜİK tarafından düzenli
olarak açıklanmaya başlandı. Aylık sanayi üretim verileri, açıklanan ay itibariyle sanayi
sektörünün alt dallarını oluşturan madencilik ve taşocakçılığı, imalat sanayi ve elektrik, gaz,
su üretimindeki performansı göstermekte. İki indeks arasındaki kapsam farklılığı nedeni ile
132
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
indeks sayıları arasında da fark olabilmektedir. Aylık üretim indeksinin bir ön bilgi
kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Kesin sonuçlar üç aylık sanayi üretim
indeksine dayandırılmalıdır. Bununla birlikte, üçer aylık olarak açıklanan büyüme
performansları ile ilgili gelişmeleri önceden tahmin edebilmek için sanayi üretim indeksi ile
ilgili bilgilerin aylık olarak takip edilmesi büyük bir önem arzediyor.
Aylık sanayi üretim indeksi verilerinde, ekonomiyi yakından takip etmek isteyenler
açısından indeks değerlerinden çok, aylık ve bir önceki yılın aynı ayına göre gerçekleşen
değişim yüzdelerini takip etmek daha doğru olacaktır. Sanayi sektörünü oluşturan 3 ana dal
ve imalat sanayini oluşturan alt sektörlerle ilgili veriler hangi sektörün sıkıntıda olduğu,
hangi sektörün ise krize rağmen ayakta kalma mücadelesi verdiğini görmek açısından
yararlı olmaktadır. Ana dallar ve alt sektörler bazında verilen yüzdesel değişimler önemli
ipucu teşkil etmektedir. Ancak, tüm bu ayrıntılı verilerin arasında biri yüzdesel değişim,
diğeri aylık indeks değerleri grubu vardır ki, birisini krize doğru gidildiğinin bir göstergesi,
diğerini de bir önceki yılın aynı ayına göre karşılaştırarak çeşitli yorumlarda bulunmak ve
değerlendirmek mümkündür.
Statik Analiz: Eğer, aylık sanayi üretim endeksinde yer alan değerler, bir önceki yılın aynı
ayı veya aynı dönemi ile karşılaştırılıyor ise, bu durumda amaç sanayi üretiminin GSMH'ya
olası katkısı yönündeki hesaplamayı tarif etmektedir. Nitekim, alttaki grafikte yer alan
yüzdesel değişimler bunun bir göstergesidir. 3 aylık dönemlerin yüzdesel değişimlerinin
basit ortalaması, kabaca, ilgili üç aylık dönemde sanayi üretimindeki yüzdesel değişimin
GSMH'yı ne ölçüde etkileyebileceği konusunda ipucu olabilmektedir. Bu nedenle,
ekonomideki genel gidişatı değerlendirmekten çok, bir önceki yılın aynı ayını, ya da aynı
dönemini karşılaştırması açısından bu tür bir analize, statik analiz diyoruz.
Dinamik Analiz: Dinamik analiz, ister aylık sanayi üretimi olsun, ister kapasite kullanım
oranı, isterse de aylık enflasyon oranları, karşılaştırmanın bir önceki ay veya birkaç önceki
aya göre yapıldığını ve ekonomideki genel gidişatın analiz edildiğini ifade eder. Dinamik
analizin amacı, ülke ekonomisinin nereye doğru sürüklenmekte olduğunu önceden
görebilmektir. Bu nedenle, önemli bir analiz metodudur. Tekrar vurgulamak gerekirse, aylık
indeks değerleri bir önceki aya göre değişimi net olarak görmek açısından ekonominin bir
krize sürüklenip sürüklenmediğini veya ekonomik bir krizden çıkma sürecine başlayıp
başlamadığını görmek açısından önemlidir. Buna karşılık, bir önceki yılın aynı ayına göre
yüzdesel değişim ise çeyrek dönem iitibarıyle açıklanan büyüme performansı ile ilgili
tahminde bulunmak açısından önemlidir. Örneğin, Ocak ayı sanayi üretim performansı her
zaman için düşüktür ve yaz aylarında da tatil dönemi nedeniyle bir yavaşlama
görülebilmektedir.
Aylık imalat sanayi eğilim anketi içerisinde yer alan bir başka önemli bilgi de, TÜİK'nin
belirlemiş olduğu ve eğilim anketine katılan örnekleme içerisinde yer alan küçük-orta ve
büyük sanayi kuruluşlarının niçin tam kapasite ile çalışamadıklarına dair nedenlerin
sıralamasıdır. TÜİK bu veride 6 standart tam kapasite ile çalışamama nedeni belirlemiştir.
Bunlar iç pazarda talep yetersizliği, dış pazarda talep yetersizliği, mali imkansızlıklar, yerli
mallarda hammadde yetersizliği, ithal mallarda hammadde yetersizliği ve işçilerle ilgili
meseleler olarak sıralanmaktadır. Bu 6 nedenin her birisi iş yerlerinin tercihlerine bağlı
olarak bir yüzde değer alıyorlar. Örneğin iş yerlerinin %55'i iç pazarda talep yetersizliği
133
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
nedeniyle tam kapasite ile çalışamıyorlar ise, bu nedenin karşısına 55 yazılıyor. 6 neden için
de hesap edilen bu yüzdeler toplandığında eğer 100 etmiyorsa bu hatadan değil, örnek
içerisinde yer alan bazı imalat sanayi kuruluşlarının başka bir neden öne sürmesinden,
örneğin yangın nedeni ile, su baskını veya deprem nedeni ile, elektrik arızası nedeniyle
çalışamama gibi nedenleri öne sürmesinden kaynaklanmaktadır. Dolayısı ile TÜİK bu
nedenleri değerlendirme kapsamına almamaktadır.
Kaynak: TCMB
Diğer bir açıklanan veri grubu, esasen TÜİK'nin bu eğilim anketini gönderdiği sanayi
kuruluşlarının üretim, satış, satış fiyatları ve hammadde ile ilgili beklentileri ile bu konu
başlıkları ile ilgili artış ve azalışları tanımlamakta. Esasen, bu açıklanan verileri sanayi
kuruluşları açısından 'firma psikolojisi' veya 'işadamının moral endeksi' verisi olarak
tanımlamak doğrudur. Özellikle, bir ay sonrası için ne olacağı yönündeki tahminler.
134
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
Sanayi üretim indeksi verilerinde görülen özellik, kendisini imalat sanayi eğilim anketinde
de tekrarlamakta. Yani, 3 aylık eğilim anketi verileri GSMH verilerinin açıklandığı tarihe çok
yakın açıklanmakta. Bu nedenle, açıklanan aylık imalat sanayi eğilim anketleri ekonominin
takibi açısından daha yararlı olmaktadır. İster aylık, ister 3 aylık imalat sanayi eğilim
anketlerinde 3 önemli veri açıklanmaktadır.
Birincisi üretim ve işyeri ağırlıklı olmak üzere imalat sanayinin ana ve alt sektörleri itibarıyla
kapasite kullanım oranı verileri, ikincisi işyerlerinin neden tam kapasite ile
çalışamadıklarını gösteren işyerlerinin şikayetleri ile ilgili veriler ve üçüncüsü işyerlerinin
üretim, satış ve satış fiyatları ile ilgili tutumları ile ilgili veriler. Bu verilerden ilkini ele
alırsak, kapasite kullanım oranı ile ilgili verilerde üretim ağırlıklı kapasite kullanım oranı
verilerinin dikkate alınması gerekmektedir. Aylık imalat sanayi kapasite kullanım oranı
verilerinin takip edilmesi, aylık bazda imalat sanayinin ve ekonominin performansını ölçmek
açısından önemlidir.
Son Dönemde Türk Ekonomisinde Ekonomik Büyüme Hızının Performansı:
Çeyrekler itibarıyla Reel GSYİH büyüme hızı
10,0
5,0
0,0
1-1999 4-1999 3-2000 2-2001 1-2002 4-2002 3-2003 2-2004 1-2005 4-2005 3-2006 2-2007 1-2008 4-2008
322009 2010
12011
42011
-5,0
-10,0
-15,0
Kaynak: TÜİK
2010 yılında % 9,2 oranında büyüyen Türkiye ekonomisi 2011 yılında da % 8,5 oranında
büyüyerek iyi bir performans göstermiştir. Büyümenin iç talep ve özellikle de yatırım
kaynaklı olduğu görülmekle beraber son dönemde iç talebin durağanlaşmaya başladığı ve
dış ticaretin ise büyümeye olumlu katkı yapmaya başladığı görülmektedir. Bu kapsamda
büyüme hızının yavaşlayacağı düşünülmektedir. Nitekim, 2012 yılının ilk iki çeyreğinde
sırasıyla % 3,3 ve % 2,9 oranlarında büyüme görülmüştür. Ancak bu yavaşlama diğer
taraftan Türkiye ekonomisinin temel sorunların biri olan cari açığın kontrol edilmesine
yardımcı olacaktır.
135
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
Harcamalar Yöntemiyle GSYİH
Dönem
Gayri Safi
Yurtiçi
Hasıla
Yerleşik
Hanehalkı
Devletin Nihai
Gayri Safi Sabit
Tüketimi Tüketim Harcamaları Sermaye Oluşumu
Mal ve
Hizmet (Eksi) Mal ve
İhracatı Hizmet İthalatı
2009
-4,8
-2,3
7,8
-19,0
-5,0
-14,3
2010
9,2
6,7
2,0
30,5
3,4
20,7
1.dönem
12,6
7,9
0,5
17,2
-0,8
22,0
2.dönem
10,4
3,0
4,7
29,0
12,5
19,2
3.dönem
5,3
6,8
-0,9
30,7
-1,6
16,3
4.dönem
9,3
8,9
3,1
42,7
4,2
25,4
2011
8,5
7,8
4,5
18,5
6,4
10,9
1.dönem
12,1
12,1
7,0
35,7
8,7
28,0
2.dönem
9,1
8,3
9,0
29,0
0,5
18,9
3.dönem
8,4
7,8
10,3
15,0
10,2
6,8
4.dönem
5,0
3,4
-4,3
1,3
6,6
-5,1
1.dönem
3,3
0,2
5,5
1,5
11,9
-6,0
2.dönem
2,9
-0,5
4,4
-7,4
19,8
-3,6
2012
Kaynak: TÜİK
7.1.2 Fiyat Hareketleri ile ilgili Makro Ekonomik Göstergeler
Fiyat hareketleri ile ilgili süreç, enflasyonist veya deflasyonist bir süreci tanımlayabilir. Her
iki süreç te esasen bir başka ekonomik sorunun veya sorun krize dönüşmüş ise, krizin
göstergesi olabilmektedir. Enflasyonist veya deflasyonist sürecin boyutu ve süresi de yine
ekonomik sorunun ve/veya krizin boyutları konusunda ve sorun ve/veya kriz ile nasıl bir
mücadele verileceği konularında ipucu verebilmektedir.
Uzun süreli bir deflasyonist süreç durgunluğun bir göstergesi niteliğinde olup, ekonomik
büyümeyi tehdit eder ölçüde daralmaya neden teşkil edebilir. Bu durumda, faizlerin aşağı
çekilmesi vasıtası ile özel kesimin tüketim harcamalarının arttırılması, vergi oranlarının
düşürülmesi suretiyle vergi olarak devlete giden kaynağın özel kesim tarafından tüketim
harcamalarında kullanılması, bizzat kamunun tüketim ve yatırım harcamalarının arttırılması
suretiyle ekonomiye hareketlilik kazandırılması bir dizi önlem olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ama, tüm bu önlemler Japonya örneğinde olduğu gibi ekonomik büyümenin yeniden
başlaması noktasında beklenen sonucu vermeyebilir.
Uzun süreli enflasyonist süreçler içerisinde kalmış ekonomilerde ise, kriz enflasyon
oranlarındaki ani ve şiddetli yükselmelerle kendini gösterebilir. 1970'li yılların ikinci
yarısından bu yana sadece gelişmekte olan ekonomiler açısından değil, zaman zaman
gelişmiş ekonomiler açısından da enflasyona yol açan yapısal sorunlar evrensel sorun haline
geldi ve fiyatların düzenli ve sürekli olarak yukarı doğru hareket etmesine yol açan nedenler
136
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
incelenmeye ve anlaşılmaya çalışıldı. Bu çalışmalar, enflasyona yol açan yapısal sorunların
üç ana noktadan oluştuğunu gösterdi:
-tüketim kalıplarındaki değişimler ve tüketim temposundan (örn. Vergilerin azalması,
para arzının artması, kamu harcamalarının artması, otonom tüketim harcamalarının
artması, marjinal tüketim eğiliminin artması) kaynaklanan talep enflasyonu;
-üretim maliyetlerinde artışa yol açan olaylardan, örneğin ücret zamları, kur artışı,
enerji fiyatlarındaki yükselmeler benzeri gelişmelerden kaynaklanan maliyet
enflasyonu;
-ülkenin sosyo-ekonomik yapısından, yani vergi ödeme alışkanlığından ya da daha
doğru bir deyişle alışkansızlığından, eğitim seviyesinden, nüfus artış oranından
kaynaklanabilecek yapısal enflasyon.
Bu üç enflasyon türünün tespiti için gelişmiş ekonomilerde fiyat hareketleri ile ilgili
göstergeler olabildiği ölçüde geliştirilmekte, her enflasyon türü için ayrı fiyat indekslerinin
oluşturulmasına özen gösterilmektedir. Bu alanda gelişmiş ekonomilerde kullanılmakta olan
en yaygın iki fiyat indeksi tüketici fiyatları indeksi (TÜFE) (ing. CPI) ve üretici fiyatları
indeksi (ÜFE) (ing. PPI) olarak karşımıza çıkmaktadır. TÜFE talep enflasyonunun bir
göstergesi iken, ÜFE maliyet ve yapısal enflasyonun bir göstergesi olarak
kullanılabilmektedir. Türkiye’de Türkiye İstatistik Kurumu TÜFE, ÜFE (daha önce Toptan
Eşya Fiyat Endeksi TEFE) ve Özel Kapsamlı TÜFE göstergelerini düzenli olarak
yayınlamaktadır.
TÜFE oldukça kapsamlı ve detaylı bir indeks çalışmasıdır. Önemli miktarda tüketim malı,
belirli mal ve hizmet alt gruplarında toplanmış olarak değerlendirilmektedir. Bu
değerlendirme esnasında, aynı malın aynı tüketim merkezinde değişik satış noktalarındaki
fiyatının ortalamasının alınmasına özen gösterilmektedir. Örneğin hem semt pazarında, hem
manavda, hem de süpermarkette satılan fiyatı dikkate alınmaktadır. TÜFE içerisinde dikkate
alınan her mal veya hizmetin toplum tarafından tüketilme oranına bağlı olarak bir ağırlığı
söz konusudur. Dolayısı ile her mal veya hizmetin fiyatındaki değişimler taşıdığı ağırlık ile
çarpılarak indekse yansıtılmaktadır. Böylece, her bir tüketim kaleminin fiyat artışlarına olan
etkisi tek tek ve ana harcama grupları vasıtası ile netleşmektedir. Ana harcama gruplarının
böylece altlarındaki kalemler vasıtası ile yüzdesel artış oranları ortaya çıkmakta ve bunun
sonucunda grupların değerlerinin toplamı ile birlikte, TÜFE'nin aylık, birikimli ve yıllık artış
oranı ortaya çıkmaktadır.
ÜFE'de ise sektörel ayırım söz konusudur ve tarım sektörü ile sanayi sektörünün alt
gruplarında hammadde, ara mamül ve esas mamül bazında fiyat hareketlerindeki
değişiklikler ele alınmaktadır. Bu değerlendirmelerin sonucunda, sektörel bazdaki fiyat artış
oranları ortaya çıkmakta ve bu oranların toplanması ile ÜFE'deki aylık, birikimli ve yıllık artış
oranları şekillenmektedir.
TÜİK, bu iki fiyat indeksinin içeriğinde en son değişikliği 1996 Nisan ayında gerçekleştirmiş
ve her iki indeksin baz yılı 1987'den 1994'e değiştirilmiştir. Bu tür indekslerde alınan baz
yılın sağlıklığı çok önemlidir. Seçilen baz yılın istatistiklerde sapmalara yol açmaması için,
ekonominin makro dengeler açısından en ideal olduğu yılın seçilmesi gerekir. Oysa, 1994
yılı makro göstergelerde ve dengede en fazla deformasyon yaşanmış yıllardan birisidir. Bu
nedenle, TÜİK'nin sağlıklı bir yıl olan 1987 yılı yerine 1994 yılını baz yıl yapması uzun süre
teknik boyutta bir tartışma konusu olmuştur.
137
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
Türkiye'de krizin göstergesi olarak enflasyon verilerinden yararlanabilmek için öncelikle
birkaç önemli noktayı belirlemek yararlı olacak. 1983 ve 1987 yılları hariç tutulur ise,
Türkiye'de yıllık enflasyon verileri %50'in 10 puan altı ile 10 puan üstü arasında son 25
yılda belirli bir band içerisinde kalmıştır. Kriz derinleştiğinde ve sorunlar büyüdüğünde ise
talep enflasyonunun etkisi minimal kalmakta ve maliyet enflasyonu ile yapısal enflasyonun
etkisi o kadar artmaktadır ki, enflasyon türleri arasındaki geleneksel denge bozulmakta ve
ÜFE'ndeki artış oranları, TÜFE'ndeki artış oranlarının üzerine çıkabilmektedir.
7.1.2.1 2005 Yılında Kullanılmaya Başlanmış Olan Yeni Fiyat Endeksleri
Enflasyonla mücadelede yeni bir döneme giren Türkiye, fiyat hareketlerinin ölçümünde yeni
endeksler ile hesaplama dönemine geçmektedir. Ekonomide ve gündelik hayatta, en çok
kullanılan ürünlerin belirlenmesiyle yeniden oluşturulan yeni Tüketici Fiyatları Endeksi
(TÜFE), 2005 yılı Ocak ayı enflasyon değerinin hesaplanması amacıyla devreye girmiş ve bu
yeni endeks ile ilk oran Şubat ayında açıklanmıştır. TÜFE’deki değişimin yanısıra, Toptan
Eşya Fiyatları Endeksi’nin (TEFE) de yerini Üretici Fiyatları Endeksi (ÜFE) almaktadır. ÜFE
ekonomide üretimi yapılan ve yurt içinde satışı yapılan ürünlerin üretici fiyatlarının
değişimini ölçmektedir. Türkiye, yıllardır Batılı ekonomilerde maliyet enflasyonunun
ölçülmesi amacıyla kullanılan Üretici Fiyatları Endeksi yerine, Toptan Eşya Fiyatları
Endeksi’ni kullanmaktaydı. 2004 yılından itibaren, Avrupa Birliği’ne (AB) uyum süreci için
çalışmalarını hızlandıran Türkiye, istatistikler için de uyum çalışmalarını eş zamanlı olarak
tamamlamaktadır.
Bunun bir sonucu olarak, 2005 yılından itibaren, aynen gelişmiş ekonomilerde olduğu gibi,
maliyet enflasyonunun tam bir göstergesi olan ÜFE, Türkiye’de de hesaplanmaya
başlanmıştır. Ayrıca, TCMB’nın talebi doğrultusunda, TÜİK bundan sonra 6 değişik çekirdek
enflasyon hesaplayarak, gelişmiş ekonomilerdeki gibi, profesyoneller ve ekonomistler için
daha teknik enflasyon değerleri hesap edecektir. 2005 yılı ayrıca, 2006 yılında geçileceği
açıklanan “Açık Enflasyon Hedeflemesi“ için de geçiş yılı olacaktır. Bu arada, daha önce ayın
üçü hafta sonuna geldiğinde fiyat endekslerini hafta sonu açıklayan TÜİK, bundan sonra
verinin açıklanacağı gün hafta sonuna geliyor ise, veriyi hafta içi açıklayacak ve bu durum,
tüm makro ekonomik istatistiklerin açıklanması için de geçerli olacaktır. Yeni sepet
kapsamında ÜFE hesaplamasında sanayi kesimi en yüksek ağırlığa sahip olmakla birlikte
sektörlerin ağırlıkları da değiştirilmiştir. Buna göre tarım sektörünün ağırlığı düşürülürken,
sanayinin ağırlığı yükseltilmiştir. Madencilik’in ağırlığı ikinci, Elektrik, gaz ve suyun ağırlığı
ise üçüncü sırada belirlenmiştir.
TÜFE’de ise ağırlıklar önem derecesine göre şu şekilde sıralanmaktadır: Gıda ve alkolsüz
içecekler, konut, ulaştırma, giyim ve ayakkabı, ev eşyası, lokanta ve oteller, çeşitli mal ve
hizmetler, haberleşme, alkollü içecekler ve tütün, eğlence ve kültür, sağlık ve eğitim . Bu
noktada, ÜFE’de en önemli sorun, devlet sektörü-özel sektör ayrımının kaldırılmış olmasıdır.
Bu nedenle, TEFE’de çok önemli bir gösterge olan, özel sektör imalat sanayi TEFE artış
oranı, yani TEFE bazlı çekirdek enflasyon artık bilinemeyecektir.
Bunun yerine, yeni TÜFE’de, Batılı ekonomilerde görülmeye aşılmış tarzda olan yeni
çekirdek enflasyon tanımları gelmiştir. Bu yeni duruma bağlı olarak, TÜİK çekirdek
enflasyonu “Çekirdek enflasyon, enflasyonun geleceğine ilişkin tahmin edici gücü yüksek
olan, enflasyonun eğilimini belirleyen ve para politikasının oluşturulmasına yardımcı olan
138
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
özel kapsamlı fiyat endeksleri olarak tanımlanmaktadır. Bu endeksler, tüketici fiyatlarında
gözlenen tüm geçici etkilerin arındırılması ile fiyat değişimlerini ölçmektedir. Bu nedenle,
uluslararası piyasalardaki fiyat hareketlerine bağlı enerji fiyatları, mevsimsel etkilere maruz
ürünlerin fiyatları, devletin kontrolünde belirlenen fiyatlar ve dolaylı vergilerin (KDV vb.),
tüketici fiyatları endeksinden kademeli olarak ayrıştırılması ile hesaplanmaktadır.
Hesaplanan bu göstergeler, gerçekleşen enflasyonun kaynağının açıklanmasında önemli bir
araç olarak kullanılmaktadır.” şeklinde tanımlamaktadır.Türkiye İstatistik Kurumu tarafından
2005 Ocak ayından itibaren hesaplanan 'Özel Kapsamlı TÜFE Göstergeleri' Türkiye için
çekirdek enflasyon göstergeleri olarak yayımlanmaktadır. Tüketici Fiyatları Endeksinden
bazı alt kalemlerin dışlanması yoluyla oluşturulan endekslerdir. Enerji, mevsimsel ürünler,
fiyatının devlet tarafından yönetildiği/yönlendirildiği ürünler ve dolaylı vergilerin aşama
aşama TÜFE'den dışlanması ile hesaplanmaktadır. Ardından, Türkiye Cumhuriyet Merkez
Bankası’ndan (TCMB) gelen talep doğrultusunda, TÜİK söz konusu TÜFE bazlı çekirdek
enflasyon türlerinin kapsamını genişletmiş ve harflendirmesini de değiştirmiştir. Aşağıdaki
tablo Temmuz 2007 sonrasında kullanılan halini göstermektedir.
A
Mevsimlik ürünler hariç
B
İşlenmemiş gıda ürünleri hariç
C
Enerji hariç
D
(B) ve (C)
E
(C) ve alkollü içkiler ile tütün ürünleri hariç
F
(E) ve fiyatları yönetilen/yönlendirilen diğer ürünler, dolaylı vergiler hariç
G
(F) ve (B)
H
(D) ve alkollü içkiler, tütün ürünleri ile altın hariç
I
(C) , gıda ve alkolsüz içecekler, alkollü içkiler ile tütün ürünleri ve altın hariç
(Ağustos 2012/Ağustos 2011)
Bir önceki yılın aynı ayına göre değişim oranı
(Ağustos 2012/Aralık 2011)
Bir önceki yılın Aralık ayına göre değişim oranı
Kapsamı
(Ağustos 2012)
Grubu
Bir önceki aya göre değişim oranı
Özel Kapsamlı TÜFE Göstergeleri (%) (2003=100)
0,79
3,90
8,64
0,28
3,74
8,89
0,26
1,69
8,55
-0,12
3,34
8,51
0,27
1,78
7,81
0,30
1,62
7,99
-0,14
3,54
7,78
-0,14
3,68
7,71
-0,28
3,43
7,17
Kaynak: TÜİK
139
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
7.1.2.2 Enflasyon Hedeflemesi ve Fiyat Hareketlerinde Son Durum
İlk kez 1988 yılında Yeni Zelanda Merkez Bankası tarafından uygulanmış olan enflasyon
hedeflemesi modelinde, Türkiye 23’üncü ülke olarak, söz konusu modeli 2005 yılında önce
“örtülü” olarak denemiş, elde edilen başarı sonrasında 2006 yılında “açık“ enflasyon
hedeflemesine geçilmiştir.
2012 yılı Ağustos ayında tüketici fiyatları yüzde 0,56 oranında artmış, yıllık enflasyon yüzde
8,88’e gerilemistir. Bu dönemde enerji, işlenmemiş gıda, alkollü içecekler ve tütün ürünleri
ile altını dışlayan ÖKTG-H endeksinin yıllık artış oranı yüzde 7,71’e, bu endeksten işlenmiş
gıda ürünleri çıkarılarak elde edilen ÖKTG-I göstergesinin yıllık artış oranı ise yüzde 7,17’ye
düşmüştür. Alt grupların yıllık tüketici enflasyonuna katkıları incelendiğinde; gıda ve hizmet
grubunun katkıları bir önceki aya kıyasla belirgin bir değişim göstermeyerek sırasıyla 2,41
ile 1,92 puan olurken, temel mal ile alkol-tütün ve altın gruplarının katkıları azalarak 1,92
ile 1,03 puan olmuştur. Diğer taraftan aynı dönemde enerji grubunun katkısı 0,17 puan
artısla 1,61 puana yükselmiştir.
Kaynak: TÜİK
Bu çerçevede TCMB enflasyonda zirvenin görüldüğünü ve 2012 yılı sonuna kadar
enflasyonda kademeli bir düşüş trendi görüleceğini bildirmektedir. Nitekim piaysaların TCMB
anketlerine yansıyan beklentileri de bu görüşle uyumludur. TCMB enflasyondaki düşüşün
Eylül ayında geçici olarak kesintiye uğrayabileceği ancak sonrasında belirginleşerek devam
edeceği değerlendirmesinde bulunmuştur. Çekirdek enflasyon göstergelerinin ise kademeli
düşüşünü sürdürmesi beklenmektedir. İktisadi faaliyet, 2012 yılının ikinci çeyreğinde ortaya
koyulan görünümle uyumlu olarak bir önceki çeyreğe kıyasla belirgin bir artış sergilemiştir.
Yılın üçüncü çeyreği itibarıyla yurt içi nihai talep ılımlı seyretmeye devam etmektedir.
Temmuz ayında tüketim malları üretim ve ithalatı bir önceki çeyrek ortalamasının üzerinde
gerçekleşmiştir. Üretime ilişkin göstergeler de iktisadi faaliyetteki ılımlı görünümü teyid
etmektedir.
140
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
7.1.3 Ödemeler Dengesi ile ilgili Makro Göstergeler
Son ele alacağımız makro gösterge grubu ödemeler dengesi ile ilgili verilerdir. Uluslararası
Para Fonu (IMF) tarafından belirlenmiş kriterler çerçevesinde, her IMF üyesi ülkenin Merkez
Bankası tarafından düzenlenmekte olan Ödemeler Dengesi Tablosu, bir ülkenin diğer ülkeler
ile gerçekleştirdiği her türlü uluslararası ekonomik işlemi görmemizi sağlayan bir tablodur.
Ödemeler Dengesi Tablosu'nda ülkeler arasındaki uluslararası ekonomik hareketler 3 ana
kategoride toplanmıştır. Birincisi mal hareketleri; ikincisi görünmeyen kalem hareketleri ve
üçüncüsü sermaye hareketleri. Ödemeler Dengesi Tablosu'nda mal hareketleri ve
görünmeyen kalem hareketleri Cari İşlemler Dengesi ana başlığı altında toplanırken,
sermaye hareketleri ayrı bir başlık olarak belirlenmiştir.
Mal hareketlerinde ihracat ile ithalat arasındaki denge tanımlanmakta ve dış ticaret dengesi
belirlenmektedir. Görünmeyen kalem hareketleri ise net hizmet gelirleri ile net dış alem
faktör gelirlerinin toplamından oluşmaktadır. Yani, ilgili ülkenin hizmet satmaktan dolayı
elde ettiği döviz geliri, ile hizmet satın almaktan dolayı harcadığı döviz gideri arasındaki net
fark ile, yurtdışından elde edilen üretim faktör gelirleri ile yurtdışına çıkan üretim faktör
giderleri arasındaki net farkın toplamı dikkate alınmaktadır.
Dolayısı ile, Türkiye'nin mal ticaretinden elde ettiği net döviz geliri ile, hizmet ticaretinden
ve üretim faktörleri gelirlerinden elde ettiği net döviz girişinin toplamı Cari İşlemler
Dengesi'ni vermektedir. Dolayısı ile, Cari İşlemler Dengesi esasen bir ülkenin döviz
cinsinden elde ettiği gelirler ile döviz cinsinden yaptığı harcamaların bir dengesi olarak ifade
edilebilir, ki kısaca 'Döviz Dengesi' olarak ta adlandırılabilir. Cari İşlemler Dengesi alt kalemi
içerisinde, dış ticaret dengesi, net hizmet gelirleri ve net dış alem gelirleri alt kalemlerinin
yanısıra Karşılıksız Transferler kalemleri de yer almaktadır.
Bir ulusal ekonomi kendi iç dinamikleri ile, yani yanlış para ve maliye politikası, kamu
kesimi genel dengesinin yanlış yönetimi, kamu harcamalarının kontrol edilememesi, kamu
141
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
gelirlerinin arttırılamaması, parasal büyüklüklerdeki kontrolsuz genişlemeler ve iç
borçlanmada izlenen yanlış politikalar ile krize gireceği gibi, bu hatalar mevcut iken yanlış
kur politikasına bağlı ve/veya bağlı olmadan aynı zamanda döviz gelirleri ile döviz
harcamaları arasında kurması gereken dengede bir dizi hata yaparak ekonomiyi krize
sürükleyebilir veya krizin derinleşmesine sebep olabilir. Dış ticaret açığında hızlı büyüme;
dış ticaret açığını finanse edemeyen bir görünmeyen kalem net geliri krizin habercisi,
tetikçisi ve/veya besleyicisi olabilir.
Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası ekonomik kuruluşlar tarafından tespit edilen en
önemli krize yol açabilecek döviz açığı oranı, Cari İşlemler Açığı/GSYH oranının %-6'ya
ulaşmasıdır. GSYH'nın %-2'si kadar bir Cari İşlemler Açığı oranı risk olarak algılanmaz iken,
oran %-2 ile -4 aralığında bir orana ulaştığında, bu değer yakından takip edilmesi gereken
bir kritik eşik noktası olarak algılanabilmekte, %-4 ile -6 arasında veya üzerindeki bir oran
ise bizzat tehlikenin ve muhtemel bir krizin en önemli belirtilerinden veya öncü
göstergelerinden birisi olarak tanımlanabilmektedir.
Ödemeler Dengesi Tablosu'nda bir diğer önemli kalemi oluşturan sermaye hareketleri de
Merkez Bankası’nın 2002 tarihli “yeni“ Analitik Ödemeler Dengesi tablosunda,
Sermaye Hareketleri tanımı yerine, artık Finans Hesabı (veya finansman hesapları)
kalemi olarak geçmektedir.
Sermaye Hareketleri veya Finans Hesabı kaleminin temsil ettiği veri de kimi zaman bir
krizin bir göstergesi olabilmektedir. Sermaye Hareketleri ana kalemi eğer pozitif ise bu veri
ilgili ülkeye net bir sermaye girişi yaşandığını, sermaye hareketleri kalemi negatif ise o
ülkeden net bir sermaye çıkışı yaşandığını gösterir. Eğer, doğrudan yatırım amaçlı yabancı
sermaye girişinde, portföy amaçlı yabancı sermaye girişinde ve ilgili ülkenin kısa ve ortauzun vadeli dış borçlanmasında belirli aksamalar ve olumsuz gelişmeler söz konusu ise, bu
olumsuz etkiler kendisini net sermaye girişinde azalma ve nihayet net sermaye çıkışı olarak
gösterecektir. Dolayısı ile TCMB tarafından her ay açıklanan Ödemeler Dengesi Tablosu'nda
sermaye hareketleri ile ilgili ana kalem dikkatle izlendiğinde, bu kalemde sermaye girişinde
bir yavaşlama, bir gerileme, hatta sermaye çıkışı gözlemleniyor ise, bu gelişme esasen bir
krizin öncü göstergesi ve kriz patlak verdikten sonra ise krizin derinliği açısından önemli bir
upucu teşkil edebilir.
142
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
Kaynak: TCMB
Nitekim, Türkiye'nin 2000 yılı ve 2001 yılı verileri karşılaştırıldığında bir önceki yılın ilk 9
ayında Türkiye'nin sağladığı 10 milyar dolarlık sermaye girişi kadar bir sermaye çıkışının
2001 yılının aynı döneminde gerçekleştiği gözlemleniyor. Bu veriler, yaşanan krizin
boyutlarının görülmesi açısından önemli. Rezerv hareketleri kaleminde ise pozitif veri o
ölçüde Merkez Bankası'nın döviz rezervi kaybetmek zorunda kaldığını gösteriyor. 2000 yılı
sonunda 28 milyar dolar civarında döviz rezervi olan TCMB'nin 11 milyar dolar rezerv
kaybetmesi de bu noktada krizin boyutlarını anlayabilmek için önemli bir delil niteliğindedir.
Net Hata ve Noksan kalemi ise, Ödemeler Dengesi’nin bir diğer önemli verisidir. Net Hata ve
Noksan, Merkez Bankası’nın uluslararası rezervler ile ilgili verilerine yansımış; ancak,
ödemeler dengesinin cari işlemler ve sermaye hareketleri kalemleri ile açıklanamayan döviz
giriş ve çıkışlarını temsil eder. Zaman zaman, Türk ihracatçısının gelirlerinin Türkiye’ye geç
girmesinden veya Türkiye’nin döviz cinsinden bir harcamasının olması gerekenden farklı bir
tarihte muhasebeleşmesinden kaynaklanan kimi muhasebe tutarsızlıkları da, Net Hata ve
Noksan kalemine yansıyabilmektedir. Genel olarak, Net Hata ve Noksan kalemindeki pozitif
değerler Türkiye’ye girdiği bilinen, ancak hangi kalemler aracılığı ile girdiği bilinmeyen döviz
girişini, Net Hata ve Noksan kalemindeki negatif değerler ise, Türkiye’den çıktığı bilinen,
ancak hangi kalemler aracılığı ile çıktığı bilinmeyen döviz çıkışını gösterir.
Ödemeler Dengesi ile ilgili son nokta, A. Cari İşlemler Dengesi; B. Sermaye Hareketleri
(yeni tabloda C.Finans Hesabı) ve C. (yeni tablo D.) Net Hata ve Noksan kalemlerinin
toplamının Genel Denge’ye eşit olduğudur. Bu noktada, Genel Denge verisinin pozitif
olması, o ay veya o yıl itibariyle söz konusu ülkenin net döviz girişine konu olduğunu
gösterir. Buna karşılık, Genel Denge verisinin negatif olması ise, o negatif değer kadar söz
konusu ülkenin o ay veya o yıl itibariyle net döviz çıkışına konu olduğunu gösterir.
143
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
Ödemeler Dengesi ve özellikle dış ticaret ile ilgili veriler konusunda üzerinde durulması
gereken son bir önemli nokta, ihracatın ithalatı karşılama oranıdır. Bu oranın belirli bir
seviyenin altına inmesi, patlak verebilecek bir döviz krizinin öncü göstergesi olma özelliğini
öne çıkarmaktadır. Türk ekonomisinde ihracat/ithalat oranının kriz yaratmayan oranı % 65
ve üstüdür. Eğer, bu oran %65'in altına inerse, dış ticaret açığının cari işlemler açığını
büyüten etkisi hız kazanmaktadır. % 60’ın altında döviz kurlarının dalgalanması büyümekte,
% 55’in altında ise ekonominin bir döviz krizi yaşama ihtimali ağırlık kazanmaktadır.
Dış Ticaret Açığı (milyar USD)
Kaynak: TÜİK
Dış ticaret konusunda bir başka teorik kavram ise dış ticaret haddidir. Dış ticaret haddi
belirli bir miktar ihracat karşılığında ne kadar ithal ürün satın alınabileceğini gösteren bir
kavram olarak tanımlanabilir. Dış ticaret hadleri, bir ülkenin sattığı ve satın aldığı malların
fiyatlarındaki değişmeler dolayısıyla dış ticaretten kazançlı ya da zararlı çıktığını
göstermektedir. Örnek vermek gerekirse, aynı miktar ihracatla daha fazla ithalat
yapılabilmesi dış ticaret haddinin iyileşmesi veya dış ticaret hadlerinde artış olarak
yorumlanmaktadır. Belli başlı dış ticaret haddi tanımları net değişim, gayri safi değişim,
gelir ve faktör ticaret hadleridir.
%65'in altındaki ihracat/ithalat oranlarında, Türkiye’nin dış ticaret açığının cari işlemler açığı
üzerindeki baskısı artmaktadır. Oran %60 ile 55 arasına gerilediğinde dış ticaret açığının
döviz kurlarını dalgalandırma etkisi artmakta, oran %55’in altına düştüğünde ise Türk
ekonomisi olası bir krize daha duyarlı hale gelmektedir.
Ödemeler Dengesi ve Dış Ticarete Yönelik Son Gelişmeler:
2001 krizi ertesinde Türkiye’nin ekonomik büyümesine paralel biçimde dış ticareti de sürekli
bir büyüme trendinde olmuştur. Ekonominin yapısal bir sorunu olarak karşımıza çıkan dış
ticaret açığı da söz konusu gelişmeler çerçevesinde sürekli olarak artmış ve yurtdışından
kaynak bulmanın nispeten kolay olduğu küreselleşme döneminde finanse edilebilmiştir.
2008 yılında olanca şiddetiyle hissedilen küresel ekonomik kriz dünya ticaretinde de önemli
ölçüde daralma yaşanmasına neden olmuştur. Bir taraftan finansman olanaklarının
daralması ve diğer taraftan da tüketim-yatırım harcamalarının ertelenmesi dünyada talebin
144
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
hızlı bir biçimde azalmasının temel nedenleriydi. Son yıllarda dış ticaretini ciddi bir biçimde
artıran ve dünyadaki uygun finansman olanaklarından azami ölçüde yararlanan Türkiye
ekonomisi de bu krizin etkilerini yaşadı. 2001 krizi ertesinde sürekli ve istikrarlı bir tempoda
artan dış ticaret ve cari işlemler açığı söz konusu dünya ekonomik koşullarında hızlı bir
biçimde daraldı. 2008 yılına kadar cari işlemler ve dış ticaret açıklarının hızla artmasına
neden olan bir diğer olgu dünya piyasalarında hammadde ve enerji fiyatlarının rekorlar
kırmasıydı. Ancak, küresel ekonomik kriz bu alanda da tersine dönüşü beraberinde getirdi
ve Türkiye’nin cari işlemler açığının hızlı bir biçimde daralmasında önemli bir rol oynadı.
2009 yılının ikinci çeyreğinden itibren dünya ekonomisinde görülen ılımlı toparlanma eğilimi
dış talebin yükselmesine neden olarak Türkiye’nin dış ticaret ve cari işlemler açıklarının
tekrar artış eğilimine görmesine neden oldu. Avrupa Birliği ülkelerinin yaşadığı kamu
maliyesi ve büyüme sorunlarının, önemli bir ihracat pazarımız olan bu bölgenin dış ticaret
açığı sorunumuz üzerindeki olumsuz etkisini artırabilecektir. Nitekim euro/dolar paritesinde
yaşanan düşüşler ihracat sektörlerimizin rekabet gücünde bir aşınma yaratmış ve bu
kesimlerin tekrar aşırı değerli TL tartışmasını gündeme getirmelerine neden olmuştur.
Kaynak: TCMB
7.1.4 2013 Yılına Yönelik Makroekonomik Hedefler ve Beklentiler
Küresel kriz koşullarının tüm yönleriyle etkisini gösterdiği 2008 yılı son çeyreğinden sonra
2009 yılı esasen resesyonun ve ardından toparlanmanın yaşandığı bir yıl oldu. 2009 son
çeyreğinden itibaren tekrar büyüme trendine giren Türkiye ekonomisi bunu 2011 yılında
sürdürmeyi başardı. 2012 yılı ise iç talebin artışının durduğu, dış talebin ise bir miktar
artarak daha yavaş bir büyüme yaşanmasına sahne olan bir yıl oldu. Dış koşullar açısından
bakıldığında ise Avrupa Birliği ülkerinde yaşanan ekonomik sorunların 2012 yılında da
Türkiye ekonomisini etkilediği görülmektedir. Diğer taraftan küresel ekonomik kriz
döneminde düşen emtia, enerji ve gıda fiyatları uluslararası piyasalarda tekrar yüksek
seyretmeye başlamış, ABD ve AB merkez bankalarının olağanüstü gevşek para politikaları
nedeniyle daha da yükselebilecektir. Söz konusu gelişme dünya ve Türkiye ekonomisi
üzerinde ek bir baskı oluşturabilecektir.
145
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
Büyüme, Harcamalar ve İstihdama Yönelik Beklentiler:
Kaynak: TCMB
Büyümenin öncü göstergeleri olarak değerlendirilen kapasite kullanım oranları ve sanayi
üretim endeksi 2009 yılının ortalarından itibaren başlattığı yükselişlerini sürdürmektedirler.
Ancak özel kesim tüketim ve yatırım harcamalarında görülmeye başlanan duraksama
Türkiye ekonomisinin açıklanan veriler itibaryla son 2 çeyrekte daha yavaş bir hızla
büyümesini sürdürebilmesine neden olmuştur.
Kaynak: TCMB
146
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
İstihdam alanında ise 2008 krizi koşullarının yarattığı etkinin azaldığı görülmektedir. 2012
yılının yaz aylarına doğru % 9 civarındaki seviyeye inen işsizlik oranlarında kış aylarında
daha yüksek oranlar görülebilecektir. Yılın üçüncü çeyreğinden itibaren dış talepte ve
üretimdeki yavaşlama ile birlikte işsizlik oranlarında görülen iyileşmenin ancak yapısal
dönüşümle gerşekleşebileceği bir ortamda bulunulmaktadır.
Fiyat Hareketlerine Yönelik Beklentiler:
Kaynak: TCMB
147
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
TCMB 2011 yılı sonu ve 2012 yılı başında görülen çift hanelerdeki enflasyonun geride
kaldığını ve yakın gelecekten itibaren enflasyonda hedeflenen % 5 düzeyine yaklaşılacağını
öngörmektedir. Bu gelişmeler bağlamında TCMB fiyat istikrarı üzerindeki hassasiyetini daha
da arttırmış ve parasal sıkılaştırmanın enflasyonda hedeflere ulaşılana kadar sürdürüleceğini
vurgulamaktadır.
TCMB çıktı açığının negatif olduğunu, dolayısıyla enflasyondaki yükselişin geçici ve arızi
nedenlerden kaynaklandığını düşünmektedir.
Para Politikasının Güncel Durumu:
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde görülen ayrışma ve bu durumun yurt içi ekonomiye
yansımaları, 2010 yılının son çeyreğinde TCMB’nın uyguladığı para politikası stratejisinde
önemli bir değişken olarak öne çıkmıştır. Gelişmiş ülkelerde iktisadi faaliyete ilişkin olumsuz
senaryoların gerçekleşmesini bertaraf etmek amacıyla uygulanan olağanüstü düzeyde
genişletici para politikaları, küresel likiditeyi artırmıştır. Dolayısıyla gelişmekte olan ülkelere
yönelik sermaye akımları güçlenmiştir. Ayrıca, Türkiye ihracatının ağırlıklı olarak gelişmiş
ülkelere yönelik olması ve bu ülkelerin ekonomilerindeki toparlanmanın yavaş
gerçekleşmesi dış talepteki toparlanmayı sınırlamıştır.
Küresel ölçekte gözlenen düşük faizler, güçlenen kısa vadeli sermaye akımları sonucunda
hızlanan kredi büyümesi ile artan ithalat ve zayıf seyreden dış talep 2010 yılında cari açığın
hızla genişlemesi sonucunu doğurmuştur. Bütün bu gelişmeler para politikasının, fiyat
istikrarının yanı sıra finansal istikrarı da gözetmesini gündeme getirmiş ve TCMB’nin ‘yeni
normal’ olarak da adlandırılan bu yeni küresel konjonktüre uygun bir strateji benimsemesini
gerektirmiştir.
TCMB, bu doğrultuda araç çeşitliliğine giderek, temel politika aracı olan bir haftalık repo
ihale faiz oranının yanı sıra zorunlu karşılık ve likidite yönetimi gibi araçları daha aktif olarak
kullanmaya başlamıştır. 2010 yılından itibaren uygulamaya konulan bu yeni strateji
148
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
bağlamında TCMB bir taraftan bir faiz koridoru oluştururken, diğer taraftan da zorunlu
karşılık oranlarını değiştirmiştir.
Söz konusu bu değişikliği TCMB’nın çıkış stratejisi bağlamında ortaya koyduğu bir senaryo
değişikliği olarak görmek mümkündür. Daha önce TCMB, enflasyon ve kredi büyümesinin
hızlanacağı bir senaryoyu kabul ederken, artık enflasyonun yavaşlayacağı, ancak kredi
büyümesinin hızlanabileceği bir senaryoyu dikkate almaktadır. Dolayısıyla uygulayacağı
para politikasının araçlarının seçiminde ve bileşiminde değişikliğe gitmiştir.
Kaynak: TCMB
TCMB para politikasında miktarsal sıkılaştırma uygulamasını başlatmıştır. Daha düşük bir
politika faizi, daha yüksek zorunlu karşılık oranları ile birlikte daha geniş bir faiz oranı
koridoru uygulamasını içeren yeni para politikası çerçevesi geleneksel enflasyon
hedeflemesinden farklı olarak yukarıda vurgulanan politika bileşimini temel araç olarak
benimsemektedir.
Kaynak: TCMB
149
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
Söz konusu politika bileşimi fiyat istikrarının yanı sıra finansal istikrardan da sıklıkla
bahsetmektedir. Bu doğrultuda TCMB finansal istikrarı aşağıdaki hedefler bağlamında
tanımlamaktadır:
1. Borçluluk Oranları: Daha çok özkaynak kullanımı, daha basiretli borçlanma;
2. Borçlanma Vadeleri: Yurt içi ve yurt dışı borçlanma ile mevduatın vadesinin uzatılması;
3. Döviz Pozisyonları: Kamu ve özel sektörün döviz pozisyonunun güçlendirilmesi;
4. Risk Yönetim Süreçleri ve Yöntemi: Her türlü riskin, tüm ekonomik birimlerce daha etkin
bir şekilde yönetilmesi.
Nitekim TCMB sadece politika faizi ile hem fiyat istikrarını hem de finansal istikrarı birlikte
sağlamanın güçlüğünü vurgulamakta ve çözüm olarak faiz dışı araçların, diğer kamu
otoriteleri ile birlikte eşgüdüm içinde kullanılmasını tercih etmektedir. Faiz dışı araçlar ise
şunlardır: Zorunlu karşılık oranları, Merkez Bankasının likidite yönetimi, Sermaye yeterlilik
oranları, Likidite yeterlilik oranları, Vergiler ve Hükümetin faiz dışı harcamaları.
2012 yılı Mayıs ayında tüketici fiyatları yüzde 0,21 oranında azalmıs ve yıllık enflasyon 2,86
puan düşerek yüzde 8,28 olmuştur. Bu düşüşte işlenmemiş gıda fiyatlarında olumlu seyir ve
uluslararası gelişmeler paralelinde gerileyen akaryakıt fiyatları belirleyici olmustur. Nisan
ayında yüksek bir artış sergileyen giyim fiyatlarının Mayıs ayında mevsim ortalamalarının
oldukça altında artması da enflasyondaki düşüşü belirleyen bir diğer unsur olmustur. Giyim
fiyatlarındaki bu hareket arındırıldığında dahi temel enflasyon göstergelerinin ana eğiliminde
kayda değer bir düşüş gözlenmistir.
TCMB’ye göre enflasyonda tepe nokta görüldü ve tekrar tek haneye gelindi. Nitekim
enflasyon beklentileri de mevcut duruma göre daha iyimser durumda. Ancak yine de
TCMB’na göre daha karamsar olduğu iddia edilebilir. TÜİK’in düzenli olarak yayınladığı Özel
Kapsamlı TÜFE Göstergelerinden H ve I endekslerinde ciddi yükseliş yaşandı. TCMB de bu
nedenle fiyat istikrarı vurgusunu artırmak yoluna gitti. Bu endekslerde görülmeye başlayan
düşüş eğiliminin sürmesi enflasyon beklentilerini de düşürecektir.
Dış Ticaret ve Cari İşlemler Dengesine Yönelik Beklentiler:
2012 yılı içerisinde 12 aylık birikimli cari işlemler açığı kademeli olarak azalmaya devam
etmektedir. Azalan dış talep ve bu nedenle azalan ithalat hacmi, düşmekte olan emtia ve
enerji fiyatlarıyla birleşerek dış ticaret açığını neredeyse yarı yarıya azaltmıştır. 2010 yılı
ertesinde ise ekonomide ortaya çıkan büyüme eğilimi çerçevesinde ihracat ve ithalatta
yükselişler görülmeye başlanmıştır. Bu bağlamda dış ticaret açığı da hızlı bir yükseliş
eğilimine girmiştir. Küresel finansal ortamda yaşanan iyileşme çerçevesinde söz konusu
açığın finansmanı sağlanabilmektedir. Dünya ekonomisinde mevcut eğilimlerin sürmesi
halinde Türkiye’nin dış ticaret hacminin ve dış ticaret açığının ve dolayısıyla cari açığının
sürmesi beklenmelidir.
2013 yılında iç ve dış talep arasındaki dengelenme öngörüldüğü şekilde devam
edebilecektir. Ilımlı kredi büyümesi ve göreli fiyat hareketlerine bağlı olarak ithalat yıllık
bazda gerilerken, küresel büyüme görünümündeki zayıflamaya rağmen ihracat artış
eğilimini korumaktadır.
150
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
2012 yılında da Türkiye ekonomisinin yapısal sorunu olan cari açığın sürmesi
beklenmektedir. Ancak 2010 yılının son aylarında TCMB farklı bir politika izlemeye başlamış
ve cari açık sorunuyla ilişkilendirilen tedbirler almıştır. Fiyat istikrarının yanı sıra finansal
istikrardan söz eden TCMB’na göre cari açık finansal istikrarı tehdit edebilecek önemi bir
değişken konumundadır. Cari açık ile yurt içi kredi hacminin artışı arasında yakın bir
korelasyon olduğunu vurgulayan TCMB para politikasını değiştirerek sıkılaştırıcı tedbirler
almaya yönelmiştir. Söz konusu tedbirler piyasa faiz oranlarının yükselmesine ve TL’nin
değerinin düşmesine neden olan etkiler ortaya çıkarmıştır. İlerleyen dönemde TCMB
politikalarının etkleri daha net görülebilecek ve cari açığın artış eğiliminin tersine dönmesi
söz konusu olabilecektir. Diğer taraftan dış talep, enerji ve hammadde fiyatlarında görülen
yükselişler cari açığın seyrini yakından belirleyecektir.
Kredi Artış Hızı
151
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
Cari açığın düşüşünün yanı sıra finansmanı konusunda da nisbi bir iyileşme olduğu
görülmektedir.
Bütce Performansına Yönelik Beklentiler:
2009 yılı kamu kesiminde gevşemeye başlayan mali disiplinin tekrar elde edilmesi hedefiyle
birlikte öngörülmekteydi. Ancak, küresel ekonomik krizin Türkiye ekonomisi üzerindeki
etkileri kamu kesimi dengesinde de kendisini hissettirdi. Özellikle daralan dış ticaret ve özel
tüketim harcamaları nedeniyle bütçe gelirlerinde düşük bir performans sergilendi. Diğer
taraftan, ekonomik krizin olumsuz etkilerini gidermek amacıyla artırılmaya başlanan kamu
harcamaları bütçe dengelerinin etkilenmesine neden oldu. Bu çerçevede, ekonomi yönetimi
yeni hedefler belirleyerek revizyona gitmişti. Söz konusu revizyonun etkilerinin 2010 yılı
bütçesinden itibaren etkili olduğu görülmektedir. Bu çerçevede kamu kesiminin 2009’da
yara alan mali disiplini tekrar tesis etmek kaygısında olduğu vurgulanmalıdır.
152
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
BÜTÇE PERFORMANSI
Faiz Dışı Denge
Bütçe Dengesi
2008
- 17.432
33.229
2009
- 52.761
440
2010
- 40.082
8.217
2011
- 17.439
24.773
Ocak-Ağustos 2011
2.105
33.847
Ocak-Ağustos 2012
- 8.520
27.744
Kaynak: Maliye Bakanlığı
Maliye Bakanlığı verilerine göre 2011 yılında küresel kriz öncesine gerileyen bütçe açığı ve
eski seviyelerine yaklaşan faiz dışı fazla seviyesi Türkiye ekonomisinin mali disiplin içinde
olmasının temel göstergeleridir. 2012 yılında büyümenin yavaşlaması ile birlikte bütçe
verilerinin bozulması görülse de mali disiplinden taviz verilmeyeceği görülmektedir. Finansal
istikrar hedefi çerçevesinde özellikle TCMB’na bu tavrın önemli bir destek olduğu
düşünülebilir.
Kaynak: Kalkınma Bakanlığı
153
TSPAKB
GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM
2012-2014 Orta Vadeli Program Temel Ekonomik Büyüklükler
Kaynak: Kalkınma Bakanlığı
154
TSPAKB
Download