GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM 5) KAMU DENGESİ FİNANSMANI VE BÜTÇE AÇIKLARININ 5.1 Kamu Kesimi Genel Dengesi KAMU KESİMİ GENEL DENGESİ DÖNER SERMAYELER MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE İDARELERİ KAMU İKTİSADİ TEŞEBBÜSLERİ YEREL YÖNETİMLER FONLAR İŞLETMECİ TASARRUFÇU KİT’LER KİT’LER İŞSİZLİK SİGORTASI FONU SOSYAL GÜVENLİK KURULUŞLARI ÖZELLEŞTİRME KAPSAMINDAKİ KURULUŞLAR ÖZELLEŞTİRME İDARESİ BAŞKANLIĞI Kamu Kesimi Genel Dengesi, kamu harcamaları kamu gelirleri arasındaki dengeyi tanımlar. Eğer, kamu gelirleri ile kamu harcamaları birbirine eşit ise, Kamu Kesimi dengededir. Eğer, kamu gelirlerinin fazla olmasından kaynaklanan bir eşitsizlik söz konusu ise kamu kesimi fazlalık veriyor demektir. Eğer, bu eşitsizlik kamu harcamaları lehine ise kamu kesimi açık veriyor demektir. Kamu Kesimi Türkiye'de uzunca bir süredir kamu gelirleri ile kamu harcamaları arasındaki eşitsizlikten kaynaklanan bir Kamu Açığı sorunu yaşamaktadır. Bu açık, kamu gelirleri tarafından karşılanamayan harcamaları tanımlamaktadır, ki ilgili kamu açığının finansmanı, yani kamu gelirleri ile finanse edilemeyen kamu harcamaları için kamu kesiminin borçlanması gerekir. Bu nedenle, Kamu Açığı, bir anlamda Kamu Kesimi Borçlanma Gereği olarak da adlandırılır. Kamu Kesimi Borçlanma Gereği/GSYH oranı Maastricht Kriterlerine göre, AB ülkeleri için % 3 olarak tespit edilmiştir. Türkiye’de, bu oran 2001 krizi öncesinde % 14 ile 20 arasında gerçekleşmiştir. Kamu kesiminin belli başlı gelir kaynakları şunlardır; Vergi Gelirleri Vergi Dışı Normal Gelirler Özel Gelir ve Fonlar Bu ana gelir kalemlerinin yanısıra, Bütçe İdareleri içerisinde, ağırlığını devlet üniversitelerinin oluşturduğu Özel Bütçeli İdareleri'nin gelirleri, Sosyal Güvenlik Sistemi'nin topladığı sosyal güvenlik primleri (parafiskal gelirler) de gelir kalemi olarak kabul edilebilir. 107 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Kamu harcamaları da üç kategoride toplanabilir: Cari Harcamalar (Personel ve Diğer Cari) Yatırım Harcamaları Transfer Harcamaları Bu gelir ve harcamalara yönelik kategoriler tüm Kamu Kesimi Genel Dengesi için geçerli olmakla birlikte, aynı gelir ve harcama kalemleri Bütçe içerisinde de yer almaktadır. 5.2 Kamu Kesimi Kamu Kesimi 2006 yılından itibaren yeni bir sınıflandırma çerçevesinde ele alınmaktadır. Buna göre kamu kesimi Genel Yönetim adı altında 3 ana başlıkta ele alınmaktadır. Bunlar ise Merkezi Yönetim, Mahalli İdareler ve Sosyal Güvenlik Kurumlarıdır. Geçmişte kullanılan Konsolide Bütçe kavramına yakın olan kavram Merkezi Yönetim Bütçesidir ve günümüzde kamu kesiminin mali performansı bu tanım üzerinden değerlendirilmektedir. 5.3 Merkezi Yönetim Bütçesi Bu tanım kapsamında da 3 alt başlık bulunmaktadır: Genel Bütçeli İdareler, Özel Bütçeli İdareler ve Düzenleyici Denetleyici Kurumlar. Genel Bütçeli İdareler Cumhurbaşkanlığı seviyesinden başlayarak TBMM, Yüksek Yargı organları, Başbakanlık, Genel Kurmay Başkanlığı ve tüm bakanlıklarından oluşur. Ayrıca, Hazine Müsteşarlığı, DPT, TÜİK, DTM gibi diğer ekonomik kuruluşlar da bu kategori içerisinde yer alır. İç ve dış borç faiz ödemeleri nedeniyle bugün genel bütçeli idareler içerisinde en büyük ödenek Hazine Müsteşarlığı'ndadır. Müsteşarlığı Maliye Bakanlığı takip eder. Genel bütçeli idareler gelirleri arasında vergi gelirleri (dolaysız ve dolaylı vergiler), vergi dışı normal gelirler (kurumlar hasılatı ve devlet payları, devler mülklerinin gelirleri, v.s.), özel gelir ve fonlar ile iç borç gelirleri yer alır. Özel Bütçeli İdareler Üniversiteler, çeşitli Fonlar ve TRT, TSE gibi çeşitli diğer kurumlardan oluşur. Düzenleyici ve Denetleyici Kurumlar ise RTÜ, EPDK, Rekabet Kurumu gibi birimlerdir. Özel bütçeli idarelerin gelirleri ise faaliyet konusu işlemlerinden elde edilir. Bütçe giderleri ise; cari harcamalar, yatırım harcamaları ve transfer harcamaları diye üç gruba ayrılabilir. Cari harcamalar personel harcamaları; yani maaş ve ücret ödemeleri ile diğer cari harcamalardan oluşur. Diğer caru harcamalar içerisinde kırtasiye, akaryakıt ve demirbaş masraflarının yanısıra, Türkiye'nin iç ve dış güvenliğine yönelik harcamalar da diğer cari harcamalar alt kategorisi içerisinde görülür. Yatırım harcamaları, devletin okul, hastahane, otoyol anlamında alt ve üst yapı yatırımlarını temsil ederken, transfer harcamaları içerisinde KİT'lere yapılan transferler, Sosyal Güvenlik Sistemi'ni yapılan transferler, tarım desteklemesi ve hepsinden önemlisi iç ve dış borç faiz ödemeleri yer alır. Bütçe, Yüksek Planlama Kurulu'nda son halini aldıktan ve Bakanlar Kurulu tarafından incelenip onaylandıktan sonra, bir sonraki yıl uygulanmak üzere, bir önceki yılın en geç 17 Ekim akşamına kadar TBMM'ne bir yasa tasarısı olarak sevk edilir. Bütçe bir yasa tasarısı olarak önce Meclis Bütçe ve Plan Komisyonu'nda görüşülür ve onaylandıktan sonra, Genel 108 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Kurul'a iner. Genel Kurul'da da kabul görmesi halinde yasalaşır ve yürürlüğe girer. Bütçe yasa tasarısı içerisinde yer alan ödenekler, Meclis'te onaylanması halinde ilgili hükümete bütçe idareleri için yapabilecekleri harcamalar için verilen yetkiyi temsil eder. Yani, hükümet Meclis tarafından onaylanmadığı müddetçe ödeneklere bağlı harcamaları yapamaz ve bütçede yer alan gelirleri toplayamaz. 5.4 Bütçe Açığı Bütçe Harcamaları'nın Bütçe Gelirleri'nden fazla olması halinde ortaya çıkan eşitsizliğe bütçe açığı denmektedir. Esasen, denk bütçe politikası söz konusu ise -ki 1923 ile 1950 arası bu politikaya uyulmaya çalışılmıştır- bütçenin açık vermemesi gerekir. İktisat literatüründe Keynesyen iktisat politikası bağlamında tartışılan denk bütçe kavramı da önemsenmelidir. Buna göre, kamu harcamaları vergiler ile finanse edilirse denk bütçe söz konusudur ve denk bütçe çarpanı da her zaman 1’e eşittir. Dışa açık bir ekonomide denk bütçe çarpanı (mps+mpi) / (mps+mpi) biçiminde yazılabilir. Başka bir ifadeyle, gerçekleştirilen ilave kamu harcamaları ancak kendi boyutunda bir milli gelir artışı yaratacak, çarpan mekanizmasının etkisi olmayacaktır. Bu yaklaşımında etkisiyle özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasında tüm dünyada denk bütçe politikalarından uzaklaşılmıştır. Kamu harcamalarının tamamen vergilerle finanse edilmesi durumunda veya diğer deyişle denk bütçede para miktarı bu durumdan etkilenmeyecektir. Bu bağlamda, kamu açığı kamu harcamalarından vergilerin çıkarılması veya parasal tabandaki değişime borç stokundaki değişimin eklenmesi yoluyla hesaplanmaktadır. Eğer vergiler ile kamu harcamaları birbirine eşitse, ne parasal tabanda ne de borç sokunda bir değişiklik olmayacaktır. Ancak kamu açığı varsa ve parasal tabanda da bir değişim yoksa bu durumda kamu borç stokunda bir artış gözlemlenecektir. Türkiye’de de açık bütçe politikası uygulaması 1950'li yıllarda tüm dünyada yaygınlaşmıştır. Bütçe açığı, özünde bütçe harcamalarının bütçe gelirleri tarafından finanse edilemeyen bölümüdür. Diğer bir deyişle, bütçe açığı bütçe gelirleri ile finanse edilemeyen harcama anlamına gelir ve bu harcamanın yapılması için borçlanma yoluyla kaynak yaratılması gereklidir. 5.5 Bütçe Açığının Finansmanı ve Bütçe Nakit Açığı Bütçe açığının finansmanından Hazine Müsteşarlığı sorumludur. Bütçe açığı İç Borçlanma ve Dış Borçlanma yoluyla finanse edilir. İç Borçlanma iki ana başlıkta toplanır; Kısa Vadeli İç Borçlanma ve Uzun Vadeli İç Borçlanma. Kısa Vadeli İç Borçlanma deyince, 1997 yılına kadar iki kısa vadeli iç borçlanma metodu söz konusuydu. Hazine Müsteşarlığı, ya Merkez Bankası'ndan Kısa Vadeli Avans alma metodu ile ya da Hazine Bonosu satarak kısa vadeli borçlanma gerçekleştirirdi. 1997 yılı Temmuz ayında gerçekleşen tarihi Merkez BankasıHazine Müsteşarlığı Protokolu'na kadar, bütçe açığının finansmanı için Hazine'nin Merkez Bankası'ndan kısa vadeli avans kullanması enflasyonist etki yaratmaktaydı. Tarihi protokol ile, önce Hazine'nin Merkez Bankası'ndan kısa vadeli avans kullanma olanağı dondurulmuş; ardından Hazine Merkez Bankası'na olan kısa vadeli avans kullanımı nedeniyle olan borcunu 109 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM peyder pey kapatmıştır. Başka bir biçimde ifade edilecek olursa günümüzde Hazine’nin TCMB’ndan doğrudan borçlanma olanağı bulunmamaktadır. Bu nedenle, bugün geçerli olan bütçe açığı finansman modeli Dış Borçlanma (Tahvil Cinsinden), Kısa Vadeli İç Borçlanma olarak Hazine Bonosu cinsinden borçlanma, Uzun Vadeli iç Borçlanma olarak Devlet Tahvili cinsinden borçlanma ve 'Diğer'dir. Bütçe açığının gerçek anlamda iç ve dış borçlanma yoluyla finanse edilmesi gereken kısmı ise Bütçe Açığı değil, Bütçe Nakit Açığıdır. Bulunması için, bütçe açığına emanet ve avanslardaki net değişim rakamı eklenir. Avans bir kamu harcamasının gerçekleştirilmesi için bütçeye gider yazılmadan nakit ödenmesine verilen addır. Emanet ise mali yıl sonuna kadar verile emri olmasına rağmen ödenememiş tutarlardır. Eğer, emanete alınan ödemeler, kamunun yaptığı çeşitli avans ödemelerinden fazla ise bütçe açığı büyür. Tersine, emanetlerin değeri, avansların toplamından küçük ise bütçe açığı küçülür. Bütçe Açığına emanet ve avanslardaki net değişim eklendikten sonra bulunan değer Bütçe Nakit Dengesi (Hazine Dengesi) denir, ki esas iç ve dış borçlanma yoluyla finanse edilmesi gereken açık Bütçe Nakit Açığıdır. Hazine Müsteşarlığı, artık Merkez Bankası'ndan kısa vadeli avans yolunu kullanmadığı için, bütçe nakit açığını iç borçlanmada bono ve tahvil yoluyla gerçekleştirilen iç borçlanmayla ve dış borçlanmayla finanse etmeye çalışır. Kamu kesimini analizinde kullanılan bir başka önemli gösterge de birincil denge veya faiz dışı denge kavramıdır. Bütçe gelirleri ile faiz dışı bütçe harcamaları karşılaştırılarak hesaplanmaktadır. Doğal olarak bütçe birincil açık veya birincil fazla verebilmektedir. Özellikle birincil açık verildiğinde içinde bulunulan yıl için de borçlanma gereği ortaya çıkmaktadır ki bu da mali disiplin açısından olumsuz bir duruma işaret etmektedir. Yıllar itibariyle, bütçe açığının finansmanı için yapılan iç ve dış borçlanma, Türkiye'nin her yıl ödediği iç ve dış borç ana para ve faiz ödemeleri nedeniyle, Türkiye'nin borç servisini 80 milyar dolar seviyelerine taşımıştır. Bu nedenle, Kamu Kesimi bütçe açığının bir kısmını veya vadesi gelen iç ve dış borçlarının bir kısmını, iç ve dış borç faiz ödemeleri hariç tutulduğunda verilen bütçe fazlalığı ile finanse etmektedir. Bu durum, faiz dışı bütçe dengesi veya fazlası veya tüm kamu kesimi dikkate alınır ise, faiz dışı kamu dengesi veya fazlası olarak adlandırılmaktadır. IMF'inde ciddiyetle izlediği bu değer birincil denge olarak da bilinmektedir. Başka bir şekilde tanımlamak gerekirse, bütçeden gerçekleştirilen faiz harcamaları hariç tutularak hesaplanan bütçe dengesine faiz dışı bütçe dengesi denilmektedir. Bir ülkede kamu maliyesinde faiz dışı fazlanın olması, kamu borçlanma gereksiniminin bir bölümünün bütçeden finanse edildiği anlamına gelmektedir. Türkiye, 2001 krizi sonrasında enflasyonla mücadele programında faiz dışı bütçe fazlası için GSMH'ya oran olarak % 6.5'lik bir fazlalık hedefini belirlemiştir. Bütçe açığının finansmanı nedeniyle iç borç servisi ve stoku sürdürülemez bir noktaya ulaşır ise, burada iki olağanüstü yöntem Konversiyon ve Konsolidasyon öne çıkmaktadır. Konversiyon iç borç stokunun faiz, vade ve itfa şeklinden herhangi birini değiştirmek olarak tanımlanabilir. Uygulamada daha çok faizi değiştirmek yönündedir. Kamu borç miktarını değiştirmeden, borç yükünü hafifletmeyi hedefler. Konsolidasyon, vadesi yakın olan ve/veya kısa vadeli kamu borçlarının uzun süreli veya süresiz bir borç şekline dönüştürülmesi sürecidir. Zorunlu olarak ta, isteğe bağlı olarak ta uygulanabilir. 110 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM MALİ DİSİPLİN VE MALİ KURAL: Mali disiplin Kamu kesimi dengesinin sürdürülebilir düzeyde korunmasıdır. Daha detaylı olarak tanımlamak gerekirse, bütçe açıklarının kontrolü ve sürdürülebilir borçlanma dinamiğine ulaşılmasıdr. Kamu kesiminin orta vadede mali disiplinle ilgili kararlarında hangi sınırlar arasında hareket edebileceğini düzenleyen unsurlara ise mali kural adı verilmektedir. Maliye politikası araçları üzerinde yasal bir temele dayandırılmış sınırlamalar olarak mali kurallar 1990’larda dünyada yaygınlaşmaya başlamış ve günümüzde 81 ülkede mali kural uygulanmaktadır. Bu kapsamda en bilinen uygulama ise Avrupa Birliği’nin Maastricht kriterleridir. Bu kriterlerden ikisi mali kural uygulaması kapsamındadır. Euro alanındaki ülkelerin kamu açıkları/GSYH oranının %3’ü ve borç stoku/GSYH oranının %60’ı geçememesi bir çok başka ülkenin kamu kesimi performanslarının değerlendirilmesinde dahi kullanılmaktadır. Daha geniş bir açıdan bakıldığında ülkelerin kamu açıkları ve borç stoku kurallarının yanı sıra harcama ve gelir kurallarına da yöneldikleri görülmektedir. Buna göre; Açık Kuralları: Denk Bütçe Kuralı, Altın Kural (yatırım harcamaları hariç denk bütçe), Bütçe açığını sınırlayıcı kurallar. Borç Kuralları: Brüt veya net kamu borcu üzerine sınır getiren düzenlemeler. Harcama Kuralları: Toplam Harcama üzerine sınır getirilmesi, reel - nominal harcama büyümesine sınır getirilmesi veya faiz dışı harcamalar gibi belirli harcama gruplarına sınır getirilmesi yönündeki düzenlemeler. Gelir Kuralları: Genel vergi yüküne bir tavan getirilmesi, beklenmeyen gelir artışı tahsisine yönelik düzenlemeler. Uygulamada ülkeler daha çok açık ve borç kuralına dayalı mali kuralları tercih ediyor. Türkiye’de IMF programları uygulanmasına rağmen kapsamlı bir vergi ve harcama reformu yapılamadığından mali disiplinin sürdürülebilirliği konusu sürekli gündeme gelebilmektedir. Mali disiplinin sürdürülmesi doğrultusunda atılan bir diğer adım da Orta Vadeli Programın (OVP) açıklanmasıdır. OVP ile Türkiye kamu maliyesinde elde ettiği mali disiplini sürdürme yönündeki iradesini ortaya koymaya çalışmıştır. Mali Kural Kanun Tasarısı Taslağı: Orta Vadeli Program’da (OVP) bütçe disiplinin sağlanması ve kamu kesimi açığının orta vadede kontrol altına alınması için 2011 yılı bütçe döneminden itibaren kamu mali yönetiminin belirlenen mali kural dahilinde uygulanmaya başlanacağı açıklanmıştır. Bu kapsamda, Mali Kural Kanun Tasarısı Taslağı 11 Mayıs 2010 tarihinde kamuoyuna sunulmuştur. Kamu maliyesi politikalarına uzun vadeli öngörülebilirlik getirmeyi, ekonomide güven ve istikrarı güçlendirmeyi, artan kredibiliteyle beraber risk priminin düşmesini sağlayarak kamu borçlanma maliyetini azaltmayı, kamunun uzun vadede finansman ihtiyacını netleştirerek özel sektörün daha uzun vadeli ve daha düşük maliyetli kaynaklara ulaşmasını sağlamayı ve mali disiplin anlayışını kalıcı hale getirmeyi amaçlayan “Mali Kural”a göre, herhangi bir yılda genel yönetim açığının GSYH’ye oranı, bir önceki yıl genel yönetim açığının GSYH’ye oranına genel yönetim açık uyarlamasının eklenmesi suretiyle hesaplanan değeri aşamaz. Açıklanan taslağa göre Orta Vadeli Program ve Mali Planda, mali kurala göre hesaplanan üç yıllık genel yönetim açık tavanı belirlenecek, tavanın hesaplanmasında kullanılan bir önceki yıla ilişkin açığın GSYH’ye oranında ve/veya ilgili yıl reel GSYH artış oranında bir değişiklik olması halinde genel yönetim açık tavanı güncellenerek kamuoyuna duyurulacak, mali kuraldan sapma olup olmadığı, o yıl için gerçekleşen genel yönetim açığının GSYH’ye oranı ile kesin tavan mukayese edilerek yapılacak, genel yönetime ilişkin mali veriler üçer aylık ve yıllık olarak Maliye Bakanlığı 111 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM tarafından Mali Kural İzleme Raporu ile kamuoyuna açıklanacaktır. Mali Kural İzleme Raporu’nda yer alan verilerin doğruluğu, güvenilirliği ve önceden belirlenmiş standartlara uygunluğu bakımından değerlendirilmesi Sayıştay tarafından yapılarak sonuçları Raporun yayımından itibaren üç ay içinde kamuoyuna duyurulacaktır. Mali Kural’ın yasalaşmasıyla bütçe açığının kontrol altına alınması konusunda önemli bir adım atılmış olacaktır. Maliye politikalarının bu şekilde şeffaflaşmasının ekonomik istikrar ve büyümeye olumlu katkı yapması beklenmektedir. Ancak 2010 yılı içinde yasalaşması beklenen Mali Kural yasa tasarısı ertelenmiştir. Söz konusu yaklaşım tekrar TBMM gündemine gelene kadar OVP çerçevesinde ve bütçe performansı bağlamında Türkiye ekonomisindeki mali disiplin konusu tartışılacaktır. 112 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM 6) MALİ SİSTEMİN UNSURLARI Ulusal ekonomiyi ayakta tutan üç farklı piyasa türünden birisi olan Finans Piyasaları, bir bütün olarak ele alındığında, Mali Sistemi oluşturmaktadır. Mali Sistem, ulusal ekonomide elinde fon fazlası bulunan kesimler ile, bu fonlara ihtiyaç duyan kesimlerin bir araya getirildiği bir yapı olarak tanımlanabilir. Eğer, her ulusal ekonominin bir mali sistemi söz konusu olmasaydı, fon arzı gerçekleştiren kesimler ile bu fonlara talep gösteren kesimler kurallara bağlı olmaksızın bir araya gelecek ve bu nedenle fonların etkin kullanımı engelleyecek bir dizi sorun ortaya çıkacaktı. FON ARZ EDENLER (Bireysel ve Kurumsal Tasarruf Sahipleri) ARACI KURUMLAR FON TALEP EDENLER (Bireysel ve Kurumsal Tüketiciler ve Yatırımcılar) HUKUKİ MEVZUAT VE DENETLEYİCİ (REGÜLATÖR) KURUMLAR Bu nedenle Mali Sistem'in sağlıklı bir şekilde çalışması, oluşturulan hukuki mevzuatın çağdaşlığı ve uygulanabilirliği ile regülatör konumundaki üst kurumların etkinliği ile doğru orantılıdır. Türkiye, bu alanda Mali Sistem'in kurumsal yapısı boyutunda ciddi mesafeler katetmiş bir ülke konumundadır. Mali Sistem'i tanımlar iken, Mali Sistem'i oluşturan alt piyasaları tanımlamakla işe başlamak doğru bir yaklaşım olacaktır. Bu noktada ilgili alt piyasaları, Bankacılık Sektörü, Sigortacılık Sektörü, Sermaye Piyasası, Finansal Kiralama Sektörü, Faktoring Sektörü ve Forfeyting Sektörü olarak sıralamak mümkündür. Her bir alt sektör ekonomide biriken atıl fonların, kullanılmayı bekleyen tasarrufların ekonomiye kazandırılmasında farklı araç ve yöntemleri kullanmaktadır. Bankacılık sektörü, fon arz eden bireysel ve kurumsal tasarruf sahiplerinin birikimlerini mevduat veya borçlanma kağıtları vasıtası ile oluşturduğu havuzda toplayacak ve bu fonlara talep duyan kesimleri kredi mekanizması vasıtası ile karşılayacaktır. Mevduat toplama yetkisi olan bankaları, ticari bankalar veya mevduat bankaları olarak adlandırmaktayız. Ticari bankalar (mevduat bankaları) mevduat kabul etme ve kredi verme işlemleri nedeniyle kaydi para yaratmaktadırlar. Bu bağlamda söz konusu kurumların aldıkları kararlar ve politikaları çerçevesinde ülkedeki para miktarının belirlenmesinde doğrudan etkili olmaktadırlar. Buna karşılık, mevduat toplama yetkisi olmayan ve bu nedenle reel ekonomiye kullandıracağı kaynakları orta ve uzun vadeli borçlanma yoluyla, yani sermaye piyasası araçlarına dayalı olarak yaratan bankalara da yatırım (ve ayrıca kalkınma) bankaları diyoruz. Sigortacılık sektörü, aynı fonları bu fonlara sahip olan kesimleri çeşitli risklere karşı korumak yoluyla havuzda biriktirmektedir. Tanımlanan risklere bağlı olarak elinde fon olan bireysel ve kurumsal tasarruf sahiplerinden temin edilen primler yoluyla oluşan prim havuzu gerçekleşen risklerin finansmanında ve çeşitli alanlarda yatırımlarda kullanılmaktadır. Bu yolla sigortacılık sektöründe biriken kaynaklar ekonomiye kazandırılmaktadır. 113 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Sermaye piyasası, kurumlara menkul kıymetler aracılığı ile kaynak temin etme olanağı veren bir piyasadır.Yatırımlarını gerçekleştirmek ve/veya işletme sermayesini güçlendirmek zorunda olan kurumlar ya bireysel ve kurumsal tasarruf sahiplerini ortaklığa davet ederek ya da kendilerinden bu tasarrufları borçlanma yoluyla temin ederek, bu işlemler esnasında ise tasarruf sahiplerine bu işlemi belgeleyen veya kanıtlayan bir menkul kıymet takdim ederler. Menkul Kıymetler Ticaret Hukuku'nda kıymetli evraklar kapsamında olan belgelerdir. Finansal kiralama sektörü, gerçekleştirdiği işlemler vasıtası ile, ekonomideki atıl fonların, tasarrufların ekonomiye yatırımların desteklenmesi amacıyla kazandırılmasını sağlayan bir alt sektördür. Günümüzde, belirli bir yatırımı gerçekleştirmek için gerekli olan kaynağın büyüklüğü ve teknolojideki hızlı gelişmeler, yatırımcıları sabit sermayeyi oluşturan unsurları temin ederken mülkiyetini satın almak yerine bunları finansal kiralama yoluyla temin etmeye yönlendirmektedir. Finansal kiralama sektörü, bu yolla mülkiyetin temini nedeniyle büyük bedel tutan yatırımların daha küçük bedeller ile gerçekleştirilmesini sağlamakta ve yatırımcıların ellerindeki sabit sermaye değerlerini teknolojik ömürleri tamamlandığında, ekonomik ömürleri tamamlanmadan değiştirebilmelerini sağlamaktadır. Bu nedenle, küresel rekabet açısından bu sektör giderek önemini arttırmaktadır. Faktoring ve forfeyting sektörleri ise, reel sektörde oluşan ticari iç ve dış piyasa alacaklarının vadesinden önce tahsilatını sağlayan ve bu nedenle ticari işletmelerin nakit akımlarının iyileştirilmesine, işletme sermayelerinin desteklenmesine yardımcı olan alt sektörlerdir. Başka bir ifadeyle, genellikle mal ve hizmet satışından (ihracatından) doğan ve belirli bir ödeme planına göre tahsil edilebilecek olan alacakların bir finans kurumu tarafından satın alınması işlemlerine bu adlar verilmektedir. Bu iki sektör arasındaki fark, ticari alacağın vade yapısı ile karşımıza çıkmaktadır. Tahsilatına 1 ile 180 gün kalmış iç ve dış piyasa ticari alacakları faktoring, tahsilatı 180 günden daha uzun ticari alacaklara ise forfeyting sektörü bakmaktadır. Dolayısı ile bu farklı 6 kurumsal yapı vasıtası ile Mali Sistem'e ulaşan fon arzı, farklı araç ve yöntemler kullanılarak bu fonlara talepte bulunan kesimlere aktarılmaktadır. Bu aktarım esnasında yapılan işlemlerin kurallara uygun bir şekilde yapılıp yapılmadığını denetleyen, işlemlerin gerçekleştirilmesine platform oluşturan regülatör ve denetleyici kuruluşlar Türkiye'de güçlü bir yapı sergilemektedir. Sermaye Piyasası Kurulu, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası, Takasbank, Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği, Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu, Bankalar Birliği şeklinde bir çırpıda sayılabilecek kuruluşlara sigortacılık, finansal kiralama ve faktoring sektörlerindeki işlemleri denetleyen diğer kurumları eklemek mümkündür. Bu alt piyasalarda faaliyet gösteren aracı kurumlar ayrıca oluşturdukları dernekler ile de sektörlerin geliştirilmesine yönelik çalışmalar gerçekleştirmektedirler. Bu kurumsal denetleme mekanizması içerisinde Merkez Bankası, Hazine Müsteşarlığı ve Maliye Bakanlığı'na bağlı birimlerin hayati önemi de gözardı edilmemelidir. Alt sektörlerde fon arzı ile fon talebinin buluşmasını sağlayan aracı kurumlar veya aracı kuruluşlar, kimi eserlerde yardımcı kuruluşlar sıfatı ile de tanımlanmaktadır. Bankacılık sektöründe mevduat ve yatırım bankaları, sigortacılık sektöründe hayat ve hayat dışı branşlarında faaliyet gösteren şirketler, sermaye piyasasında aracı kuruluşlar olarak 114 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM tanımlayabileceğimiz bu kuruluşlara, yatırım ortaklıkları, bireysel emeklilik kuruluşları, sosyal güvenlik kuruluşları, kooperatifler, risk sermayesi şirketleri, portföy yönetim şirketleri, gayrimenkul yatırım ortaklıkları, yatırım danışmanlığı şirketleri, ipoteğe dayalı gayrimenkul edindirme şirketleri gibi kimisi Türkiye'de faaliyet gösteren, kimisi ise sisteme dahil olma aşamasındaki diğer kurum türleri de eklenebilir. Mali Sistem'e yönelik olarak gerçekleştirilebilecek bir diğer ayrım kullanılan araçlara bağlı olarak Para Piyasası ve Sermaye Piyasası ayrımıdır. Para piyasası literatürde genel olarak kısa vadeli fon arz ve talebinin karşılaştığı piyasa olarak tanımlanmaktadır. Bu nedenle, kısa vadeli finansal araçların veya enstrümanların işlem gördüğü bir piyasa olarak tanımlanması hatalı olmayacaktır. Sermaye piyasası ise, orta ve uzun vadeli fonların el değiştirdiği bir piyasa olarak tanımlanmaktadır ve bu piyasada işlem gören araçlar da benzer şekilde tanımlanmaktadır. Ancak, bu net tanımlara rağmen, kimi ekonomistler bazı finansal araçları hangi piyasa altında değerlendirmeleri gerektiği konusunda farklı görüşler ortaya koymaktadır. Para piyasasında işlemler ya ülkenin yerel parası cinsinden ya yabancı para cinsinden ya da kıymetli madenlere dayalı olarak gerçekleştirilmektedir. Bu çerçevede, TL cinsinden işlemlerde tasarruf sahipleri mevduat yoluyla birikimlerini değerlendirebilirler. Mevduatın yanısıra, bankalararası TL piyasası (TL Interbankı) ve bankaların gelecekteki ticari alacaklarını vadesinden önce menkul kıymetleştirerek tasarruf sahiplerine takdim etmeleri sonucunda ortaya çıkan Varlığa Dayalı Menkul Kıymetler (VDMK) ve yeniden satınalma anlaşması anlamına gelen REPO işlemleri de TL cinsinden para piyasası işlemleri kapsamı içerisinde ele alınabilir. Bununla birlikte, VDMK menkul kıymetleştirilmiş bir değer olması nedeniyle, bazı uzmanlar tarafından sermaye piyasası aracı olarak da ele alınmaktadır. Aynı durum, Hazine bonosu için de geçerlidir. Hazine bonosu Hazine Müsteşarlığı'nın kısa vadeli borçlanma enstrümanıdır. Kısa vadeli olması nedeniyle bir grup uzman hazine bonolarını para piyasası enstrümanı olarak görmekte, bir kısım uzman ise hazine bonosu bir menkul kıymet olduğu için bu enstrümanı sermaye piyasası içerisinde değerlendirmektedir. Ancak, ağırlık hazine bonosunun TL cinsinden para piyasası enstrümanı olarak tanımlanması yönündedir. Bir diğer enstrüman REPO ise bir bacağı para piyasasında, bir bacağı sermaye piyasasında olan bir enstrümandır. Menkul kıymetlere dayalı bir yeniden satın alma anlaşması olması nedeniyle, her iki piyasa arasında yer alan bir enstrüman olarak değerlendirilmektedir. Bununla birlikte, vade yapısı nedeniyle REPO işlemleri de para piyasası işlemi olarak adlandırılabilir. TL cinsinden para piyasası işlemlerinde TL İnterbank piyasasının yanısıra bir başka yeni oluşturulmuş piyasa, TR Libor piyasasıdır. TR Libor piyasasının hedefi, ekonominin tüm aktörlerinin kullanabileceği bir gösterge faiz oranı (TR Libor Oranı) oluşturabilmektir. olarak 1 günden 1 yıla kadar farklı vadelerde sunulan teklif oranları, TR Libor piyasası belirli bir işlem hacmine oturduğunda, ekonomide her konuda kullanılabilecek bir faiz oranı seti oluşturulmasını sağlayacaktır. Tasarruf sahipleri ellerindeki fonları yabancı para cinsinden ve kıymetli maden cinsinden de para piyasasında değerlendirme olanağına sahiptir. Kıymetli maden cinsinden işlemler de ise, her türlü altın ve gümüş alım-satımı, İstanbul Altın Borsası vasıtası ile yapılan işlemler 115 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM ve iki bankanın uyguladığı Altın Mevduatı Hesabı uygulaması kıymetli maden cinsinden işlemlere örnek olarak gösterilebilir. Sermaye Piyasası alanında ise enstrümanlar ve/veya işlemler Birincil Piyasa İşlemleri ve İkincil Piyasa İşlemleri olmak üzere iki önemli kategoriye ayrılmaktadır. Birincil piyasa işlemleri, sermaye piyasasında alım-satımı yapılan herhangi bir menkul kıymetin ilk defa tasarruf sahiplerinin ilgisine ve alımına sunulması anlamına gelmektedir. Bireysel ve kurumsal tasarruf sahiplerinin ortaklığa davet edildiği hisse senedi satışlarında özel sektör açısından birincil piyasa işlemi halka arz, bir kamu sektörü kuruluşlarının hisse senedi satılıyor ise özelleştirme olarak adlandırılmaktadır. Borçlanma amacıyla bono-tahvil satışı söz konusu ise, birincil piyasada özel sektör satışı bono-tahvil arzı, Hazine Müsteşarlığı tarafından yapılan bono-tahvil satışları ise Hazine İhalesi ve Hazine Halka Arzı olarak tanımlanmaktadır. Hazine halka arzlarında alım bedeli düşük tutularak küçük tasarruf sahiplerinin de hazine bonosu veya devlet tahvili almalarına olanak sağlanmaktadır. Gayrimenkul yatırım ortaklıklarının ilk hisse senedi satış işlemleri de bu kategoriye girmektedir. İkincil piyasa işlemlerinde ise, yatırım fonları ve yatırım ortaklıkları birincil piyasa vasıtası ile tasarruf sahiplerine sunulan menkul kıymetlerin bir araya getirilmesi ile oluşturulmuş finansal yapılara örnek olarak gösterilebilir. Türkiye'de ikincil piyasa işlemlerinde tek yetkili kurum İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'dır. Borsa nezdinde, hisse senedi, bono-tahvil ve repo piyasası işlemleri gerçekleştirilmektedir. Bono-tahvil piyasasında şu an için sadece Hazine Müsteşarlığı tarafından ikraz edilmiş olan menkul kıymetlerin ikinci el alım-satım işlemleri gerçekleştirilir iken, repo işlemlerinde de yine Hazine borçlanma kağıtları ile işlem gerçekleştirilmektedir. Birincil piyasa işlemlerinde etkinliği artırmak, ikincil piyasaların işleyişini kolaylaştırmak amacıyla, Hazine ve Merkez Bankasının borçlanma senedi ihracı ve döviz müdahalesi türü işlemlerinde sadece belirli kriterlere göre seçtiği banka ve/veya bazı kuruluşları taraf olarak kabul ettikleri sistem ise piyasa yapıcılığı sistemi olarak adlandırılmaktadır. Vurgulanması gereken son nokta, Mali Sistem'de gerçekleştirilen işlemlerin vade yapılarına göre de bir ayırıma tabi olabilecekleridir. Buna göre, işlemlerin anlık veya günlük olmasına bağlı olarak spot işlemler ve zamana yayılması veya ilerideki bir tarihe dayalı olarak gerçekleştirilmesi nedeniyle vadeli işlemler olarak adlandırılması da mümkündür. Türkiye’de, yıllardır yüksek enflasyon ve siyasi-ekonomik belirsizlik vadeli piyasaların gelişimini engelleyici bir etki yaratmaktaydı. Türkiye'nin bu sorunları atlatması ile birlikte, her finansal enstrüman için oluşturulabilecek vadeli piyasalar, ekonomide fiyat istikrarının yerleşmesinde önemli katkılar sağlayacaktır. Nitekim, Türkiye’nin üretim ve ihracat boyutunda önemli yer tutan tarım malları başta olmak üzere, hisse senedi, faiz ve döviz fiyatlarına yönelik olarak, uzun süredir hayata geçirilmesi beklenen Vadeli İşlemler ve Opsiyon Borsası 4 Şubat 2005 tarihinde resmen başlamıştır. FORWARD İŞLEMLERİ: Döviz piyasasında bir banka ile müşterisi arasında, dövizin, ulusal para karşılığında, gelecekteki bir süre sonrasında teslim koşuluyla alım veya satımı için bugünden yapılan sözleşmelere, forward sözleşmesi (vadeli döviz sözleşmesi) denir. Forward sözleşmelere, döviz kurlarıyla ilgili gelecekteki belirsizlikler nedeniyle gereksinim 116 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM duyulmuştur. Ayrıca forward sözleşmesi, fiyatlar önceden kararlaştırıldığında, söz konusu işlemcileri (banka ve müşterisi), öngörülen süre içinde, kur değişmesi riskine de karşı korur. FUTURES İŞLEMLERİ: Bu işlemler, bazı uluslararası borsalarda gerçekleştirilen ve standart miktarlardaki dövizlerin, standart tarihlerde teslimini öngören döviz alış ve satış sözleşmelerini kapsar. Sözleşmelerin döviz cinsleri, vade ve miktar açısından standartlaştırılmış olması, piyasadaki işlem hacmini ve likiditeyi arttıran en önemli etkenlerdendir. Futures sözleşmelerinin karşı tarafı, takas odasıdır. Dolayısıyla, aynı borsada gerçekleştirilen tüm futures sözleşmelerinin karşı taraf riskleri, takas odasının güvencesi nedeniyle standartlaştırılmış ve hatta ortadan kalkmış olur. Ayrıca, future işlemlerinde, marj hesabı uygulaması (margin) vardır ve sözleşmenin değeri günlük olarak piyasadaki kur değişmelerine bağlanmıştır (marked to the market). Future işlemleri piyasalarında günlük ödeşme (daily settlement) sistemi uygulanır. Yani, kurlardaki değişmelerden dolayı sözleşmenin değerindeki artışlarsözleşme sahibine –isterse- peşin ödenir; sözleşmenin değerindeki düşüşlerin de borsaya ödenmesi gerekir. Futures piyasaları, spekülasyona açık piyasalardır. Forward ve futures işlemleri, spekülasyon ve riskten korunma amaçlı kullanılırlar. SWAP İŞLEMLERİ: Swap, iki taraf arasında yapılan ve içinde hem spot, hem de forward işlemlerin yer aldığı bir değişim anlaşmasıdır. Bu işlem türünde, forward işleminde olduğu gibi, vadede kesin alış ve satış işlemi mevcut olmayıp, yalnızca dövizler veya faizler belirli bir süre el değiştirmektedir. Uygulamada, Faiz Swap'ı, Para ve Döviz Swapları ve Mal Swapı görülmektedir. Swap'ın bir diğer tanımı, iki tarafın ödemelerini önceden belirlenmiş esas ve kurallar çerçevesinde ödemelerini karşılıklı olarak değiştirmeleridir. OPTIONS SÖZLEŞMELERİ: Bir mali varlığı veya malı sabitleştirilmiş bir fiyattan belirli bir vadede (vade içinde veya sonunda) alma veya satma hakkı doğuran sözleşmelerdir. Döviz opsiyonları, forward veya futures işlemleri gibi bir zorunluluk değil, bir tercihtir. Müşteri, sözleşme sona erdiği tarihte anında teslim kuru (spot kur) kendi lehine ise, sözleşmeyi uygulamkatan vazgeçip o günkü spot piyasada işlem yapabilir. Ayrıca forward ve futures işlemleri sdece bankalarda veya örgütlü borsalarda yapılabilirken, döviz opsiyonları hem örgütlü borsalarda hem de bırsa dışında (tezgahüstü piyasada) yapılabilir. 117 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM 7) MAKRO EKONOMİK GÖSTERGELER VE YORUMU 7.1 Makro Ekonomik Göstergelerin Analizi Günümüzde, ulusal ekonomileri ve dünya ekonomisini analiz edebilmek için kullanmakta olduğumuz makro ekonomik göstergeleri, “ekonomik büyüme”yi ölçmeye yönelik 118 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM göstergeler, ülkelerin dış ekonomik ilişkileri ile ilgili dinamikleri görmemizi sağlayan “Ödemeler Dengesi ve Dış Ticaret Göstergeleri” ve finans piyasalarındaki gelişmeleri izlediğimiz “finansal göstergeler” gibi ana kategorilere ayırmak mümkündür. Bunun yanı sıra, makro ekonomik göstergeleri kategorize etmek açısından kullanılabilecek ikinci bir ayırım, muhtemel bir makro ekonomik risk veya kriz tehdidini önceden gösterebilen öncü gösterge olma niteliğindeki makro göstergeler ve açıklanma süresi veya kapsamı açısından öncü gösterge olma niteliği taşımayan göstergeler olarak ikiye ayırmak da mümkündür. Dünya ekonomisinde, hızlı karar alma sürecindeki etkinliği açısından en fazla öncü gösterge niteliği taşıyan makro gösterge üreten ulusal ekonomi ABD ekonomisidir ve bu noktada, öncü gösterge niteliğindeki göstergeler, halen ABD ekonomisinde üretilen ve özellikle ABD Merkez Bankaları Sistemi FED’in faiz kararına ciddi ölçülerde yön veren veriler grubunu temsil etmektedir. Nitekim, ABD’de Michigan Üniversitesi’nin hesaplanmasında öncülük ettiği, Tüketici Güven Endeksi ve Bireysel Tüketim Endeksi değerleri veya yeni konut siparişleri ve yeni fabrika siparişleri benzeri veriler, bu verilere örnek gösterilebilir. Bununla birlikte, nasıl ki insanoğlu bugünkü teknoloji ile depremlerin ne zaman olacağını belirleyemiyorsa, ekonomik krizlerin belirtilerini ve ekonomik krizler ile ilgili olasılık ölçümlerini saptamakta da halen belirli zorluklar yaşanmaktadır. Bununla birlikte, makro ekonomik göstergelerin içerik ve kalitesinin arttırılması ile, veriler açıklanma hızına bağlı olarak, söz konusu göstergelerin olası bir makro ekonomik krize yönelik olarak uyarı sinyali verme kabiliyeti artmaktadır. Bu noktada temel sorun, yapısal sorun kapsamına giren ekonomik problemlerin krize ne zaman ve ne şekilde dönüştüğünün önceden saptananamasında odaklanmaktadır. Bu zorluğun nedenlerinden birisi, farklı ülkelerin krize giriş süreçlerinin çoğu zaman birbirlerine benzerlik arz etmemesi ise, bir diğer neden de ülkelerin istatistik kurumları tarafından üretilmekte olan istatistiklerin çeşitli nedenlere bağlı olarak kalite ve açıklanma sürelerinin ciddi farklılıklar arz etmesidir. 1970’li, 80’li ve hatta 90’lı yıllarda, gelişmekte olan ekonomilerin çoğunda, ülke ekonomisinde giderek kronikleşen yapısal sorunlara siyasi otoritenin gösterdiği duyarsızlık, krizlerin ortaya çıkış ve derinleşme nedeni olarak tanımlanabilir. Ancak, siyasi otoritenin duyarsızlığına, özel sektörün duyarsızlığının ve küresel sorunların etkilerinin de eklenmesi, krizlerin derinleşmesinde etken olabilmiştir. Nitekim, 1990'lı yıllarda Türkiye'de yapısal sorunların izlediği süreç, yani yapısal sorunların bir krize dönüşmesi süreci, yukarıda saydığımız nedenlerin bir araya gelmesi açısından, bu konuda çarpıcı örneklerden birisini oluşturmaktadır. Genel olarak ekonomideki yapısal sorunlara gösterilen bu duyarsızlığın yanısıra, bu sorunların çözümüne yönelik politika ve araç-yöntem tercihlerindeki hatalar da; daha açık bir ifade ile uygulanan para ve kur politikasındaki yanlış tercihler de krizlerin çıkışında ve derinleşmesinde etkili olmuştur. Yanlış politika tercihlerinin sonuçları açısından, 1970'li yıllarda Petrol Krizleri'nin yarattığı sorunları gidermede tercih edilen çözümler ve 1997 yılında patlak veren Asya Krizi'nde oluşan süreç en önemli örnekleri oluşturmaktadır. Gelişmiş ekonomilerde şeffaflaşan Merkez Bankacılığı uygulamaları ve gelişmekte olan ekonomilerde aynı algılamanın 1990’lı yılların sonlarında ve 2000’li yılların başlangıcında kabul görmesiyle, ekonomi yönetimindeki istikrar ve sorumlu yönetim anlayışı, makro ekonomik göstergelerin hassasiyetini bir kat daha arttırmış ve makro ekonomik göstergelerdeki ipuçları, olası dalgalanmalar (türbülans) ve krizler için çoğu zaman öncü gösterge niteliği taşımaya başlamıştır. Gelişmekte olan ülkelerde, tüm şeffaflaşma 119 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM çabalarına rağmen, kayıt dışı ekonominin neden olduğu makro ekonomik deformasyon, ve makro ekonomik göstergelerin açıklanma periyodundaki gecikmeler, halen söz konusu verilerin öncü gösterge olma özelliğini zayıflatmaktadır. Bu çerçevede, makro ekonomik göstergeleri üç ana kategoride bir araya getirmek suretiyle, ekonomik konjontürün analizine yöneliki öncü göstergeleri oluşturmak mümkün gözükmektedir. Bu üç ana kategoriyi aşağıda sıragelen başlıklar altında, tek tek ele almak yararlı olacaktır. 7.1.1 Ekonomik Büyüme ile İlgili Makro Göstergeler Uluslararası alanda bir ülke ekonomisinin performansını gösteren en temel makro ekonomik veri, GSMH büyümesi veya diğer bir deyiş ile ekonomik büyüme hızı değerleridir. Her ülkenin istatistik kurumu tarafından hesaplanan GSMH verilerinde, birbirini takip eden iki yılın çeyrek dönem GSMH değerleri veya tüm yılı temsil eden yıllık GSMH değerleri karşılaştırılarak, ekonomik büyüme hızı hesaplanır. Söz konusu ekonomik büyüme hızı verileri, örnek vermek açısından, ülke ekonomisinin büyüme hızının ivme kaybettiğine; yani, ilgili ülke ekonomisinin birkaç çeyrek dönem veya birkaç yıl üst üste % 1 ile 3 arası bir oranda büyüdüğüne, büyümenin yatay bir seyir izlediğine işaret ediyorsa, ülke ekonomisinin durgunluğa (ing. stagnation) girdiğini ifade etmekteyiz. Halk dilinde bu süreç 'ekonomide soğuma' olarak da tanımlanmaktadır. Eğer, ulusal ekonomi, bu tür bir yatay düzeyde büyüme sürecinin de ötesinde, son derece hızlı bir ekonomik yavaşlamaya, hatta büyümenin % 0’a ulaştığı ve/veya % 0’ın dahi altında negatif bir büyümeye işaret ediyorsa, bu süreci büyümenin gerilemesine bağlı olarak resesyon (ing. recession) olarak tanımlamaktayız. Eğer, ekonomi hem büyümede durgunluk, hem de enflasyon ve işsizlik oranında aynı zaman diliminde bir yükselme gözlemliyor ise, bu süreci de stagflasyon (ing. stagflation) olarak adlandırmaktayız. Her ülkenin Merkez Bankası açısından, en tehlikeli ve yorucu süreç anlamına gelen stagflasyon, uygulamaya konulan para ve maliye politikası önlemleriyle eğer çözümlenemez ise, söz konusu sürecin bir krize, bir depresyona dönüşebildiği de görülmektedir. Hatta, ekonomiler uzun soluklu bir resesyon sürecinin sonuncunda da krize, depresyona girebilmektedirler. Bu noktada, ekonomik büyüme hızını ölçmede, tekrarlamak gerekirse, iki temel gösterge öne çıkmaktadır. Göstergelerden bir tanesi, Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH - ing. GNP), yani daha farklı bir ifade ile net olmayan ulusal üretim; ikinci gösterge ise, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH - ing. GDP), yani daha öz Türkçe bir ifade ile net olmayan yurtiçi üretimdir. İki verinin temel farkı, Net Dış Alem Faktör Gelirleri'dir. Yani bir ülkenin yurtdışında yaşayan vatandaşlarının o ülkeye kazandırdığı üretim faktör gelirleri ile, yine o ülkede çalışan yabancıların kendi ülkelerine transfer ettikleri üretim faktör giderleri arasındaki net farktır. GSMH, ülkelerin istatistik kurumları tarafından üç temel yöntemle hesaplanmaktadır. Yöntemlerden ilki Üretim Yoluyla GSMH Hesaplama Yöntemi’dir. Dünyada en sağlıklı olduğu düşünülen ve en yaygın kullanılan yöntem budur. Keza, eski adıyla DİE, yeni adıyla TÜİK, 3’er aylık dönemler halinde ve yıllık bazda GSMH değerlerini bu yöntemle hesaplanan tablo aracılığı ile kamuoyuna açıklamaktadır. Bu yöntemin dışında, diğer iki yöntem sırasıyla Gelirler Yoluyla GSMH Hesaplama Yöntemi ve Harcamalar Yöntemiyle GSMH Hesaplama Yöntemi’dir. Söz konusu hesaplama yöntemleri GSYİH için de kullanılabilir. TÜİK GSYİH kısaltması yerine, dört harften oluşan GSYH kısaltmasını kullanmaktadır. Bu nedenle, metnin geri kalan bölümlerinde GSYH kısaltması kullanılacaktır. 120 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Dünyada en yaygın kullanılan yöntemin Üretim Yoluyla hesaplama yöntemi olmasının nedeni, diğer iki hesaplama yöntemi olan Gelirler Yoluyla ve Harcamalar Yöntemiyle hesaplama metotlarının, bünyelerinde kayıt dışı ekonominin etkisini barındırmalarından kaynaklanmaktadır. Buna göre, Gelirler Yoluyla hesaplama yöntemi, 4 üretim faktörü olan Doğal Kaynaklar’ın Rant, Ücret, Faiz ve Kar gelirlerinin düzenli olarak muhasebe kayıtlarına girmesini gerektirmektedir ki, söz konusu gelirlerin bir bölümü Türkiye gibi kayıt dışı ekonomi sorunu olan ülkelerde yeterince kayıt altına girmemektedir. Harcamalar Yöntemiyle hesaplamada da, toplam tüketim harcamalarının ve toplam yurtiçi tasarrufların tam kayıt altında olmaması, yine kayıtdışılığa bağlı olarak sorun yaratmaktadır. Bu nedenle, en sağlıklı yöntem olarak Üretim Yoluyla hesaplama yöntemi kullanılmaktadır. Ulusal ekonomide mal ve hizmet üretiminde ana rolü üstlenmiş olan ana sektörlerin Türk ekonomisine gerçekleştirdiği katma değer katkısının ölçülmesi ile başlamaktadır. Ülke ekonomisini ayakta tutan ana sektörlerin yarattığı katma değerden bir istatiksel mantığa dayalı olarak “izafi banka hizmetleri” değeri düşülmektedir. Buradaki mantık, temel kredi borç-alacak ilişkisi çerçevesinde belirli bankacılık hizmetlerinin zaten diğer sektörlerin muhasebe kayıtlarına geçtiği ve katma değer verilerine yansıdığıdır. Bu nedenle, mali kuruluşlar dışında kalan diğer sektörlerin verilerinde yer alan bankacılık işlemlerinin GSMH'nın toplamına mükerrer olarak yeniden girmesini engellemek için, bir istatiksel yönteme dayalı olarak banka hizmetlerinin değeri 'izafi' olarak hesap edilir ve ana sektörlerin yarattığı toplam katma değerden düşülür. Bu değerin üzerine devletin anayasal hizmetlerini üreten kamu kurumlarının yarattığı katma değer, ayrıca vakıf ve dernekler gibi kar amacı olmayan özel hizmet kuruluşlarının kısıtlı miktardaki mal ve hizmet üretiminin değeri eklenir. Toplam Yurtiçi Üretim Değeri'nin üzerine devletin ithalattan elde ettiği (gümrük vergisi ve ithalattan alınan KDV) vergi gelirleri eklendiğinde GSYH elde edilir. İthalat Vergisi’nin toplama eklenmesi suretiyle GSYH’ya ulaşılmasının nedenini açıklamak gerekir ise, üretim yoluyla ulaşılan GSMH değeri, bir üretim değeri olmasının yanı sıra, aynı zamanda bir gelir değeridir. Çünkü, GSMH’yı temsil eden mal ve hizmetler piyasa fiyatları üzerinden satıldıktan sonra ortaya çıkan nakit değer bir gelir değeridir ve amaç, bu gelir değerinin mal ve hizmetlerin üretiminde görev almış olan üretim faktörleri arasında paylaştırılmasıdır. Bu temel noktadan hareket ile, ithalat vergisinin “toplam” ifadesinin üstüne eklenmesi, söz konusu ithalattan elde edilen vergi gelirinin, söz konusu ithal mal ve hizmetlerin Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırlarından içeri girmesi için verdiği izin karşılığında, talep ettiği ve hak ettiği bir vergi geliri olmasıdır. Ama, bu durum söz konusu ithalat vergisi gelirinin Türk halkının hak ve talep ettiği bir gelir olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'nın üzerine ise Net Dış Alem Faktör Gelirleri'nin eklenmesi sonrasında ise GSMH'ya ulaşılmasıdır. Her Türk vatandaşının Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde çalışma zorunluluğu yoktur. Başka ülkelerde üretim faktörü olarak çalışıp, o ülkelerin milli gelirlerinden pay alan Türk vatandaşları, döviz cinsinden elde ettikleri bu gelirlerin bir kısmını veya tamamını Türkiye’ye gönderir ise, bu gelir Türkiye için Dış Alem(den Gelen) Faktör Gelirleri’dir. Aynı şekilde, Türkiye’de çalışan yabancılar açısından da, onların Türkiye’deki milli gelirden pay alıp, yurtdışına kendi ülkelerine gönderdikleri gelir, Türkiye için Dış Alem(e Giden) Faktör 121 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Giderleri’dir. Bu durumda, Dış Alem Faktör Gelirleri (-) Dış Alem Faktör Giderleri= Dış Alem Net Faktör Gelirleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Ekonomik Büyüme Hızının Ölçülmesi: Bir ulusal ekonomide büyüme hızının ölçülmesi, birbirini takip eden iki yılın GSMH değerleri karşılaştırılarak veya çeyrek dönemler itibariyle, bir önceki yılın çeyrek dönemi ile bir sonraki yılın aynı çeyrek dönemi karşılaştırılarak hesap edilir. Ancak, burada kritik olan konu, hangi GSMH veya GSYH değerlerinin karşılaştırılacağıdır. Eğer, dünya ekonomisinde, ülke ekonomilerinde enflasyon ve deflasyonun deforme edici etkisi olmasaydı, mal ve hizmetlerin fiyatları hiç değişmeseydi, fiyatlar genel seviyesi hep aynı kalsaydı; birbirinden faklı GSMH değerleri hesap etmek gerekmeyecekti. Oysa, günümüzde kimi ekonomiler enflasyonun, kimi ekonomiler ise deflasyonun deformasyon etkisine maruz kalmaktadırlar. Bu durum, istatistik kurumları tarafından, hem söz konusu fiyat hareketlerinden kaynaklanan etkiyi içinde barındıran, hem de söz konusu etkiden arındırılmış iki ayrı GSMH veya GSYH değerinin hesap edilmesini gerektirmektedir. Bu çerçevede, içinde fiyat hareketlerinden kaynaklanan etkiyi barındıran veriye “Cari Fiyatlarla GSMH”, fiyat hareketlerinden kaynaklanan etkiden arındırılmış veriye ise “Sabit Fiyatlarla GSMH” denmektedir. Cari Fiyatlarla GSMH Nominal GSMH, Sabit Fiyatlarla GSMH ise Reel GSMH olarak da ifade edilmektedir. Nominal GSMH: Ulusal ekonomide üretimi gerçekleştirilen yüzbinlerce mal ve hizmetin üretim miktarlarının hesaplamının yapıldığı yıla karşılık gelen üretim değerleri ile piyasa fiyatları çarpılarak bulunan değerdir. Cari piyasa fiyatları kullanılarak hesaplanan GSMH olduğundan, içinden onlarca yıldır süregelen enflasyonun saptırıcı, yanıltıcı, negatif etkisini barındırmaktadır. Bu nedenle, 2005 yılında TL’den 6 sıfır atılana kadar, artık katrilyon lira mertebesine gelmişti ve telafuzu dahi zor oluyordu. Söz konusu cari fiyatlarla hesap edilmiş ve Nominal GSMH ünvanını taşıyan GSMH değeri kullanılarak hesaplanacak olan büyüme hızı oranı da Nominal Büyüme Hızı oranı olacaktır ki, bu durum yanıltıcı sonuçlara neden olur. Bir örnek vermek açısından, 2006 yılı GSMH değerini ele alalım. Ekonomistler, 2006 yılı GSMH’sını, nominal değer olarak, eski ifadesiyle 562 katrilyon lira, yeni ifadesi ile 562 milyar TL olarak beklendiğini ifade etmişlerdir. 2005 yılının açıklanmış olan nominal GSMH değeri ise 486,4 milyar TL’dir. O halde, 562/486 milyar TL; 2006 yılında ekonominin % 15,6 büyüdüğüne işaret etmektedir. Oysa, birbirini takip eden iki yılın nominal GSMH değerlerini karşılaştırarak büyüme oranını bulmaya çalışmak zaten yanlıştır. Çünkü, nominal değerler üzerinden yapılan karşılaştırmada, içinde enflasyonun şişirici etkisini taşıyan Nominal GSMH değerleri, yani, “Cari Fiyatlarla” hesap edilmiş GSMH değerleri kullanılmaktadır. Bu nedenle, tekrarlamak gerekirse, gerçek büyüme hızı oranının bulunması için, sabit fiyatlarla hesap edilmiş GSMH değerlerinin kullanılması gerekir. Yani, enflasyonun şişirici, saptırıcı, yanıltıcı etkisinden arındırılmış Reel GSMH değerleri karşılaştırılarak, ülkenin gerçek büyüme hızı oranı bulunmalıdır. Reel GSMH: Bir ülkenin Reel GSMH değerlerinin hesaplama yöntemi, bir noktaya kadar Nominal GSMH değerlerinin hesaplama yöntemine benzemektedir. Yani, ulusal ekonomide üretimi gerçekleştirilen yüzbinlerce mal ve hizmetin üretim miktarlarının o yıla karşılık gelen üretim değerleri dikkate alınmaktadır. Ancak, Nominal GSMH’dan Reel GSMH değerini farklılaştıran detay, söz konusu yüzbinlerce mal veya hizmetin değerinden oluşan Reel 122 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM GSMH değeri hesaplanırken, üretim rakamlarının, söz konusu mal ve hizmetlerin sabit fiyatlarıyla çarpılmasıdır. Bu durum, Reel GSMH’nın hesaplanmasında en sağlıklı yöntem olan ‘Baz Yıl’ yöntemini tarif etmektedir. “Baz Yıl” nasıl seçilmektedir diye sorgularsak, ‘Baz Yıl’ ülke ekonomisinin makro dengeler açısından hayli sağlıklı olduğu, enflasyon ve büyüme gibi makro ekonomik göstergelerin değerlerinin hayli dengeli ve kabul edilebilir olduğu yılların arasından seçilmektedir. Yani, seçilen ‘Baz Yıl’ bir hareket noktası veya kilometre taşı gibi kullanılmaktadır. TÜİK tarafından 2007 yılının 3. çeyreğine kadar, GSMH serisi ve Reel GSMH değerlerinin hesaplanmasında, kullanılan baz yıl “1987” yılı olmuştur. 8 Mart 2008 tarihinde ise, TÜİK tarafından Türkiye Ekonomisi için ekonomik büyüme hızının hesaplanma yönteminin değiştiği açıklanmıştır. Bu doğrultuda, 1998 yılı, 1987 yılı yerine yeni Baz Yıl olmuştur. Bir başka önemli değişiklik ise, Türk ekonomisininde ekonomik büyüme hızını 1998 Bazlı olarak, 1999-2007 döneminde Reel GSYH değerleri üzerinden hesaplamak olmuştur. Yani, artık Türkiye’de Reel Büyüme Hızı Oranı GSMH üzerinden değil, GSYH üzerinden hesaplanacaktır. Baz Yıl Yöntemi’nde, 2006 yılının Reel GSMH’sı hesaplanırken, 2006 yılının mal ve hizmet üretim değerlerini 1987 yılı fiyatları ile, baz yılın fiyatlarını sabit fiyat olarak alıp hesaplama gerçekleştirilmektedir. Böylece, 1988-2006 döneminde Türk ekonomisinde yaşanmış olan enflasyonist etkinin tümü, Nominal GSMH değerini şişiren, büyüten etkinin tümü hesaplanın dışında kalmakta, enflasyon etkisi arındırılmış olmaktadır. Böylece, sağlıklı bir veri hesap edilmektedir. Bu çerçevede, sabit fiyatlarla, ya da 1987 fiyatlarıyla hesap edilmiş olan 2005 ve 2006 yılı Reel GSMH değerleri karşılaştırılmak suretiyle, Türkiye’nin gerçek büyüme oranı bulunmaktadır. Reel büyüme hızı oranı hesap edilirken kullanılabilecek bir diğer yöntem ise, ‘Deflatör Oranı’ yöntemi olabilir. Bu yönteme göre, Türkiye’nin 2006 yılı Nominal GSMH tahmini değeri olan 562 milyar TL, kabaca ortalama enflasyon değeri olarak tanımlanabilecek Deflatör Oranı’na bölünerek, 2006 yılı Nominal GSMH değeri, 2005 yılı fiyatları ile hesap edilmiş bir değere dönüştürülür. Örneğin, DPT’nin 2006 yılı için açıklamış olduğu deflatör oranı % 9’dur. Buna göre, söz konusu deflatör oranı kullanılarak 2006 yılının Nominal GSMH değeri olan 562 milyar TL, 562/1,09 işlemi ile 515,6 milyar TL’ye, yani 2005 yılı cari fiyatları ile 2006 yılı Nominal GSMH değerine dönüştürülür. Bu durumda, 2005 yılı cari fiyatları ile hesap edilmiş olan 2006 yılı Nominal GSMH değeri, yine 2005 yılı cari fiyatlarıyla hesap edilmiş olan 2005 yılı Nominal GSMH değerine bölündüğünde, yani 515,6 milyar TL 486,4 milyar TL’ye bölündüğünde, büyüme hızı oranı % 6 çıkmaktadır. Reel büyüme oranını hesap etmenin bir yolu da, hayli tartışmalı olmakla birlikte, ‘Ortalama Dolar Kuru’ yöntemidir. Buna göre, 2006 yılı Nominal GSMH değeri olan 562 milyar TL, 2006 yılının ortalama dolar kuruna bölünür ve çıkan değer varsayalım ki, 389,7 milyar dolar çıkar. Aynı işlem, 2005 yılının Nominal GSMH’sı olan 486,4 milyar TL ise 2005 yılının ortalama dolar kuruna bölünerek tekrarlanır ve o işlemden de 362,8 milyar dolarlık bir değer çıkar. Bu durumda, 389,7/362,8 işlemi % 7,4’lük bir büyüme oranına işaret etmektedir. Neden diğer yöntemlere göre hesap edilen % 6 reel büyüme hızı oranına göre yüksek bir değer çıktı? Çünkü, Türk ekonomisinde dolar kurundaki değişim oranı enflasyon oranının altında kalıyor. Bu nedenle, ortalama dolar kuru yöntemiyle hesaplama her zaman riskli olacaktır. Bu nedenle, en tavsiye edilebilecek Reel Büyüme Hızı Oranı hesaplama yöntemleri ‘Baz Yıl’ yöntemi ve ‘Deflatör Oranı’ yöntemleri olarak ifade edilebilir. 123 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Türk ekonomisi veya her hangi bir ülke ekonomisi için, ekonomik büyüme performansının gidişatını önceden görebilmeyi sağlayabilecek dört temel sektör, tarım, sanayi, inşaat ve ticaret sektörleridir. Ancak, söz konusu dört temel sektör içerisinde, tüm dünyada, istatistik kurumları tarafından üretim performansları kamuoyu ile paylaşılan, en düzenli şekilde istatistikleri açıklanan iki sektör sanayi ve inşaat sektörleridir. Bu nedenle, gerek Türk ekonomisinde, gerekse de ABD gibi gelişmiş ve kimi gelişmekte olan ekonomilerde, ekonominin aktörleri, ekonomistler, finans sektörü uzmanları, GSMH ve GSYH değerlerinin gecikmeli olarak açıklandığının bilinci ile, özellikle sanayi sektörü ve onun alt birimi olarak imalat sanayi verilerini ve inşaat sektörü boyutunda yeni konut siparişleri, izin verilen inşaat izinleri, yapı ruhsatı izinlerini ve yapı kullanım izin belgesi sayılarındaki değişimi takip ederek, sanayi ve inşaat sektörünün performansına bağlı olarak, ekonomik büyüme ile ilgili tahminde bulunmaya çalışırlar. GSMH’dan Kullanılabilir Gelir’e: Üretim değeri olarak yaratılmış olan GSMH, aynı zamanda bir gelir değeridir, de. Bu çerçevede, yaratılan GSMH’yı temsil eden mal ve hizmetler, piyasa fiyatları üzerinden satıldıktan sonra, ortaya çıkan gelir ülkedeki on binlerce irili, ufaklı tüzel kişiliğin kasasına veya banka hesabına girer. Her tüzel kişilik, söz konusu gelir cinsinden GSMH’dan öncelikle, mal ve hizmet üretiminde kullanılan Milli Servet’teki yıpranma payı kadar amortisman payı ayırır. Amortisman payının ayrılmasının temel nedeni, Milli Servet’in sürekli taze tutulması ve bu sayede GSMH üretiminin aksamamasıdır. Bunun yanı sıra, devletin tüzel kişiliklere amortisman gideri ayırmalarına izin vermesinin nedeni de, GSMH üretiminin aksamaması ve böylece gelecekteki vergi gelirlerinin garanti altına alınmasıdır. İÇ KAYNAK ‘GSMH’DAN ‘KULLANILABİLİR GELİR’E (PF) GAYRİ SAFİ MİLLİ HASILA ( HEM ÜRETİM, HEM GELİR DEĞERİ) (-) AMORTİSMANLAR (MİLLİ SERVETTE OLUŞAN YIPRANMALAR) (PF) SAFİ MİLLİ HASILA (-) DOLAYLI VERGİLER (FF) SAFİ MİLLİ HASILA = MİLLİ GELİR MİLLİ GELİR = RANT GELİRİ + ÜCRET GELİRİ + FAİZ GELİRİ + KAR GELİRİ (+) TRANSFER ÖDEMELERİ = KİŞİSEL GELİR (-) DİREKT VERGİLER KULLANILABİLİR GELİR KULLANILABİLİR (HARCANABİLİR) GELİR = TOP TÜKETİM HARCAMALARI + TOP.TASARRUFLAR FİNANS PİYASALARINA YÖNELİK YATIRIMLAR SABİT SERMAYE YATIRIMLARI TOPLAM YATIRIM HARCAMALARI GSMH'nın yaratılmasının amacı, GSMH'yı temsil eden mal ve hizmetlerin yaratılması ile, Türk ekonomisindeki on binlerce tüzel kişiliğin kasasına giren parayı 4 üretim faktörü olan Doğal Kaynaklar, Emek, Sermaye ve Girişim (Teşebbüs) üretim faktörleri arasında dağıtmaktır. Sermaye Üretim Faktörü, insan eliyle toprağın üstünde ve altında inşaa edilmiş tüm fiziki değerleri temsil eder ki, bu fiziki değerlerin toplamı bir toplumun en büyük ekonomik değeri olan Milli Servet'e eşittir. Yani, bir ülkenin bir yıllık bir zaman dilimi içerisinde yarattığı en büyük değer olan GSMH, ondan kat ve kat daha büyük bir değer olan 124 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Milli Servet kullanılarak yaratılmaktadır. Bir ülkede sermaye mallarının hangi hızda arttığını gösteren kriterler ise ülkede ilgili dönemde gerçekleştirilen gayrisafi yatırımlar ve net yatırımlardır. Yine vurgulamak gerekir ki bir ülkenin sermaye mallarına yatırım yapma kapasitesi ülkenin ilgili dönemde gerçekleştirdiği tasarruflara bağlıdır. Başka bir ifadeyle, bir ülkenin büyüme kapasitesi yatırım ve tasarruf kararlarının bir türevidir. Türkiye özelinde yorumlamak gerekirse, ülkemiz tasarruf açığı yaşayan bir konumdadır. Tasarruf açığı ulusal tasarrufların ilgili dönemdeki gayrisafi yatırımlardan az olması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Türkiye büyüme gerçekleştirmek veya büyüme performansını artırmak için dış tasarruflara gereksinim duymaktadır. Yaratılan GSMH'yı, Türk toplumu olarak, GSMH'nın yaratılmasında oynadığımız rol ölçüsünde aramızda paylaşıyoruz. Bu paylaştırmayı da, Türkiye'deki onbinlerce irili, ufaklı tüzel kişilik aracılığı gerçekleştiriyor. GSMH, bir parasal değer olarak şirketlerin kasasına girdikten sonra, önce GSMH'dan Amortismanlar'ı ayırıyoruz. Çünkü, üretimin aksamaması için Milli Servet'teki yıpranma payını bir kenara ayırmamız gerekiyor. Bu durumda, Safi Milli Hasıla'ya (SMH) ulaşmış oluyoruz. Ancak, GSMH ve SMH piyasa fiyatları ile elde edilmiş değerler olduklarından, içlerinde Dolaylı Vergiler'i taşımaktalar. Bu nedenle, şirketlerin tüzel kişilikleri Dolaylı Vergiler'i Kamu adına topladıklarından, bu vergileri üretim faktörlerine dağıtabilme hakkına sahip değiller. Bu nedenle, piyasa fiyatı ile hesap edilmiş SMH'dan Dolaylı Vergiler'i düşerek, faktör fiyatları ile hesap edilmiş SMH'ya ulaşmamız gerekir. Ki, faktör fiyatları ile SMH aynı zamanda Milli Gelir'e eşittir. Milli Gelir'i ise şirketlerin tüzel kişiliği 4 üretim faktörü arasında, Rant Geliri+Ücret Geliri+Faiz Geliri+Kar Geliri olarak paylaştırır. Milli Gelir; ülkenin ulusal sınırları içerisinde çalışan üretim faktörlerine dağıtılan üretim faktörlerine dağıtılan gelirin toplamıdır. Oysa, Türk vatandaşları arasında, ülkenin ulusal sınırları dışında, dünyanın başka ekonomilerinde de mal ve hizmet üretiminde görev alanlar söz konusudur; yurtdışında çalışan işçilerimiz ve mütaahhitlerimiz gibi. Nitekim, bu vatandaşlarımız yabancı ülkelerde kazandıkları faktör gelirlerini Türkiye'ye gönderirler, ki bu gelir Türkiye için Dış Alem(den Gelen) Faktör Gelirleri'dir. Elbette, Türkiye'de çalışan yabancı işgücü ve yabancı şirketler de Türkiye'de kazandıkları faktör gelirlerini kendi ülkelerine gönderirler. O halde, her ülke aynı zamanda Dış Alem(e Giden) Faktör Giderleri'ne de katlanır. Bu nedenle, Dış Alem Faktör Gelirleri ile Dış Alem Faktör Giderleri arasındaki farka Dış Alem Net Faktör Gelirleri, diyoruz. 1999 yılından bu yana GSMH, GSYH değerinden daha küçük hale gelmiştir. Yani, Dış Alem Net Faktör Gelirleri (+) olduğunda GSMH>GSYH olmakta, (-) olduğunda ise GSMH<GSYH olmaktadır. Dış Alem Net Faktör Geliri'nin istatistiksel açıdan saptırıcı etkisi, uluslararası alanda tüm karşılaştırmaların ve tüm makro oranların neden GSYH kullanılarak hesaplandığını neden GSYH’nın hep tercih edildiğini göstermektedir. Dünya ekonomisinde, ülkelerin ekonomik performanslarının karşılaştırılmasında temel gösterge GSYH'dır. GSYH, ulusal sınırlar içerisinde yaratılan katma değeri gösterir. Bu nedenle, tüm uluslar arası istatistiklerde makro ekononomik karşılaştırmalar ve/veya gösterge niteliğindeki çeşitli makro ekonomik oranlar (Toplam Yurtiçi Tasarruflar/GSYH veya Kamu Kesimi Borçlanma Gereği/GSYH gibi) GSYH dikkate alınarak hesaplanır. Türkiye'de bu yönde bir istatistik veri üretimi Türkiye İstatistik Kurumu tarafından son yıllarda benimsenmiş olmasına rağmen, Türkiye'nin önemli makro ekonomik değerlerini her yıl yıllık program çalışmasında açıklayan Devlet Planlama Teşkilatı'nda ise halen GSMH verilerini ön planda tutma bir alışkanlık olarak sürmektedir. Dolayısı ile, GSMH dikkate alınarak hesap 125 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM edilmiş olan rasyoların, uluslararası ekonomik istatistikler ile karşılaştırılmasında çeşitli sorunlar yaşanmaktadır. İşte, bu sorunu iyi gözlemleyen TÜİK, kalıcı bir şekilde sorunu çözmek adına, 8 Mart 2008 tarihinde gerçekleştirdiği açıklama ile, bundan sonra Türkiye’de ekonomik büyüklüğü ölçme kriteri olarak ve ekonomik büyüme hızı oranını ölçme kriteri olarak GSYH değerine geçildiğini teyit etmiştir. Ülkemizde, temel makroekonomik göstergelerden biri olan milli gelir hesapları 1929 yılından beri yapılmaktadır. Bu hesaplarda 1972 yılından itibaren Birleşmiş Milletler tarafından belirlenen SNA 68 sınıflaması kullanılmıştır. Milli gelir hesapları, konunun mahiyeti gereği, ülkemizde üretilen verinin değerlendirilmesini ve kullanımını gerektirmektedir. Bu veriler bizzat TÜİK tarafından alandan derleneceği gibi, diğer kurum ve kuruluşların idari kayıtlarından da elde edilmektedir. Bu açıdan, ülkenin veri kaynaklarının ve idari kayıtlarının yapısı ile milli gelir hesapları arasında doğru yönlü bir ilişki mevcuttur. Ülkemizde de 1923 yılından günümüze kadar devam eden milli gelir serisinde, 1948, 1968 ve 1987 baz yıllı güncelleme çalışmaları yapılmıştır. Sonuçta, ülkemizin Avrupa Birliği adaylığı sürecinde Avrupa İstatistik Sistemi’ne uyumun gerçekleştirilebilmesi ve 1987 yılından bugüne kadar ekonomide ortaya çıkan yeniliklerin hesaplara yansıtılabilmesi için, GSYH’nın güncellenmesi gereği oluşmuştur. Mevcut serinin güncellenmesi çalışmaları 2004 yılında başlatılmış ve Mart 2008 tarihi itibariyle tamamlanmıştır. Özellikle, uzun aralıklarla yapılan, yeni sınıflamalara geçişi sağlayan, yeni veri setlerinin sisteme entegre edildiği, mevcut veri setlerindeki iyileşmelerin hesaplara yansıtıldığı, yeni kayıt sistemlerinin kurulması sonucunda elde edilen verilerin değerlendirildiği, kısacası, kapsam genişlemesi içeren güncellemelerde, toplam ve sektörel büyüklüklerde önemli farklılıklar ortaya çıkabilmektedir. Ülkemizde 1993 yılında tamamlanan güncelleme çalışmasında (1987 bazlı serinin oluşturulması), 1987 bazlı GSMH serisi ile 1968 bazlı GSMH serisi arasında 1990 yılı için % 38’lik bir farkın oluştuğu gözlenmiştir. Harcama Yöntemiyle 1987 ile 1998 Bazlı GSYH Serileri Arasındaki Farklılıklar Özel nihai tüketim harcamaları • 1987 bazlı seride harcama kalemlerinin her biri yurtiçi yerleşik hanehalklarının harcamasını gösterirken, 1998 bazlı seride harcama bileşenleri ülke sınırları içinde yerleşik ve yerleşik olmayan hanehalklarının harcamalarını kapsamakta olup, ( + ) Yerleşik hanehalklarının yurtdışında yaptıkları harcamalar ( - ) Yerleşik olmayanlar tarafından yurtiçinde yapılan harcamalar = Yurtiçi yerleşiklerin nihai tüketim harcamasını vermektedir. • 1998 bazlı seride dolaylı ölçülen mali aracılık hizmetleri (FISIM) hanehalklarının nihai tüketim harcamalarına dahil edilmiştir. • 1987 bazlı seride özel nihai tüketim harcamaları: - Gıda ve İçki - Dayanıklı Tüketim Malları - Yarı Dayanıklı ve Dayanıksız Tüketim Malları - Enerji, Ulaştırma, Haberleşme 126 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM - Hizmetler - Konut Sahipliği ayrımında hesaplanmıştır. • 1998 bazlı seride ise özel nihai tüketim harcamaları aşağıda belirtilen COICOP grupları ayrımında hesaplanmıştır: - Gıda, içki ve tütün - Giyim ve ayakkabı - Konut, su, elektrik, gaz ve diğer yakıtlar - Mobilya, ev aletleri ve ev bakım hizmetleri - Sağlık - Ulaştırma - Haberleşme - Eğlence ve kültür - Eğitim - Lokanta ve oteller - Çeşitli mal ve hizmetler • Mal akımı yöntemiyle nihai tüketim harcamalarının hesaplanmasında COICOP gruplarına göre nihai tüketime konu olan maddeler sınıflandırılmış ve + Yurt içinde üretilen tüketim mallarından yapılan satışların değeri (temel fiyatlarla) + İthal edilen tüketim malları (CIF) + Ulaştırma ve ticaret marjı - İhraç edilen tüketim malları (FOB) + Vergiler = Alıcı fiyatlarıyla nihai tüketim harcamaları hesaplanmıştır. • 1998 bazlı seride sabit fiyatlarla özel nihai tüketim harcamalarının hesaplanmasında zincirleme endeks metodu kullanılmıştır. Bu metoda göre yurtiçinde üretilen tüketim mallarına ilişkin cari yıl ve bir önceki yılın aynı dönemine ait satış miktarları, bir önceki yılın ortalama fiyatları ile değerlendirilmek suretiyle elde edilen sabit hızlar esas alınarak hesaplanmıştır. • İthalat ve ihracat yoluyla piyasaya sunulan tüketim mallarının sabit fiyatlarla hesaplanmasında ise 1987 bazlı seride sabit ağırlıklı ithalat ve ihracat miktar endeksleri, 1998 bazlı seride değişen ağırlıklı ithalat ve ihracat fiyat endeksleri kullanılmıştır. Devletin nihai tüketim harcamaları • 1998 bazlı seride döner sermayeli kuruluşlar Devlet kapsamına alınmıştır. • 1987 bazlı seride devletin nihai tüketim harcamaları, Maaş-Ücret ve Diğer Cari ayrımında hesaplanırken, 1998 bazlı seride; • Devletin Kollektif Nihai Tüketim Harcamaları, Maaş-Ücret Mal ve Hizmet Alımları 127 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM • Devletin Bireysel Nihai Tüketim Harcamaları, EğitimHizmetleriSağlık Hizmetleri Eğlence, Dinlenme, Kültür ve Sporla İlgili Faaliyetler ayrımında hesaplanmıştır. • 1987 bazlı seride maaş-ücretin sabit fiyatlarla hesaplanmasında devlet sektöründeki çalışanlar sayısındaki artış hızı kullanılmıştır. Cari harcamalar ise Toptan Eşya Fiyat Endeksi ile deflate edilmiştir. 1998 bazlı seride maaş-ücretin sabit fiyatlarla hesaplanmasında devlet sektöründeki çalışanlar sayısındaki artış hızı, mal ve hizmet alımlarının hesabında ise 2002 Arz ve Kullanım Tablolarında devlet sektörünün mal ve hizmet alımlarının ağırlıkları dikkate alınarak ÜFE ve TÜFE ‘ nin ilgili alt grupları ile hesaplanan endeks kullanılmıştır. Gayri safi sabit sermaye oluşumu • Bilgisayar yazılımları ve maden çıkarımı 1987 bazlı seride ara tüketim olarak alınırken 1998 bazlı seride yatırım kapsamına alınmıştır. Mal ve hizmet ihracatı / ithalatı • 1998 bazlı seride serbest bölgeler, Türkiye’nin ekonomik sınırları içine dahil edilmiştir. Serbest Bölgeye ilişkin veriler, - Serbest Bölgeden Türkiye’ ye - Türkiye’den Serbest Bölgeye - Serbest Bölgeden Yurtdışına - Yurtdışından Serbest Bölgeye olmak üzere dört yönlü olarak değerlendirilmektedir. • Mal ihracat ve ithalatının hizmet hesaplanmasında 1987 bazlı seride özel ticaret rejimi uygulanırken, 1998 bazlı seride genel ticaret rejimi uygulanmaya başlanmıştır • Türkiye’den serbest bölgelere yapılan ve ödemeler dengesi istatistiklerinde ihracat kaleminde yer alan değer, ihracat kapsamından çıkarılmış, serbest bölgelerden yurt dışına yapılan ihracat mal ihracatına ilave edilmiştir. • Serbest bölgelerden Türkiye’ye yapılan ve ödemeler dengesi istatistiklerinde ithalat kaleminde yer alan değer, ithalat kapsamından çıkarılmış, serbest bölgelerin yurtdışından yaptığı ithalat mal ithalatına ilave edilmiştir. • 1987 bazlı seride mal ihracatı FOB, mal ithalatı ise CIF olarak değerlendirilirken, 1998 bazlı seride ise mal ihracatı ve ithalatı FOB olarak değerlendirilmiştir. • 1987 bazlı seride dış alem net faktör gelirlerinde yer alan inşaat hizmetleri hizmet ihracatına dahil edilmiştir. • 1987 bazlı seride sabit fiyatlarla mal ihracat / ithalatının hesaplanmasında 1994=100 bazlı ve sabit ağırlıklı ithalat ve ihracat miktar endeksleri, sabit fiyatlarla hizmet ihracat / ithalatının hesaplanmasında ise 1994=100 bazlı ve sabit ağırlıklı İthalat ve İhracat fiyat endeksleri kullanılmıştır. • 1998 bazlı sabit fiyatlarla mal ve hizmet ihracat ve ithalatının hesaplanmasında 1998=100 bazlı ve değişen ağırlıklı zincirleme ithalat ve ihracat fiyat endeksleri (tüketim, ara ve yatırım gruplarına göre) kullanılmıştır. 128 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Tekrarlamak gerekir ise, 8 Mart 2008’den itibaren, TÜİK geçtiği yeni hesaplama yöntemi ile, GSYH’nın üretim yoluyla hesaplandığı tabloda, Dış Alem Net Faktör Gelirleri ile GSMH değerleri artık tabloya konmamaktadır. GSYH değerinin hesaplanma sürecinde ise, eski tablo formatındaki sektörlerin önemli bir kısmı korunurken, yeni sektörler ve ekonomik alanlar ile tabloya eklenmiştir. Örnek olarak, eski tabloda İthalat Vergisi, yeni tablo formatında ‘Vergiler ve Sübvansiyonlar’ olarak değişmiştir. Yeni tablo formatının, eskisine göre kayıt dışı ekonomiyi ve ekonominin daha geniş bir alanını hesaplamaya dahil ettiği görülebilmektedir. Türkiye'nin 1998-2007 Döneminde GSYH Performansı (Milyon YTL veya Milyon $) Yıllar GSYH (YTL) Eski Büyüme (%) Yeni Büyüme (%) Eski GSYH ($) 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 70.203 104.596 166.658 240.224 354.476 454.781 559.033 648.932 758.391 856.387 3,1 -5,0 7,4 -7,5 7,8 5,8 8,9 7,4 6,1 - -3,4 6,8 -5,7 6,2 5,3 9,4 8,4 6,9 4,5 200.092 184.321 199.652 145.642 184.312 240.966 302.750 363.312 402.741 502.304 Yeni GSYH ($) 270.947 247.544 265.384 196.736 230.494 304.901 390.387 481.497 526.429 658.786 Kişi Baş. GSYH 4.300 3.800 4.100 3.000 3.400 4.500 5.700 7.000 7.500 9.333 Kaynak: TÜİK Nitekim, yeni hesaplama yöntemi ile eski hesaplama yöntemi arasındaki fark açıkça görülebilmektedir. 1998’den itibaren eski yöntemle yeni yöntem arasındaki değer farkı, 2005’den itibaren hızla artmaktadır. Doğaldır ki, eski yönteme göre reel büyüme hızı oranları ile, yeni yönteme göre büyüme oranları da farklılık göstermektedir. Türkiye'de, eski adıyla Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE), yeni adıyla Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanmakta olan GSYH verileri için izlenen takvim, yılın ilk çeyreğine (Ocak-Mart dönemine) ait verilerin aynı yılın 30 Haziran'ında, yani üç aylık bir gecikme ile, yılın ikinci çeyreğine ait verilerin 10 Eylül’de, üçüncü çeyrek verilerin 10 Aralık’ta ve yılın son çeyreğine ait verilerin ise, yine üç aylık bir gecikme ile, ertesi yılın 31 Mart'ında açıklaması şeklindedir. Dolayısı ile, Türkiye muhtemel bir ekonomik risk veya kriz tehlikesi ile karşı karşıya ise, GSYH’nın ve sektörlerin performansına bakarak, kriz tahmininde bulunmak verilerin gecikmeli açıklanmasından dolayı zorlaşmaktadır. Oysa, ABD'de geçici ekonomik büyüme verileri, ilgili üç aylık dönemi takip eden birinci ayın sonunda geçici veri olarak açıklanabilmekte, bu nedenle de, ABD Merkez Bankası FED, uyguladığı faiz veya daha genel anlamda para politikasının istediği sonuçları yaratıp yaratmadığını daha erken test edebilmektedir. Türkiye’de büyüme verilerinin geç açıklanmasına bağlı olarak, ekonominin gidişatını önceden hissedebilmek adına, başka makro ekonomik verilere de bakılmaktadır. Örneğin, her ayın 8’inde açıklanan Sanayi Üretimi verileri, aynı şekilde İmalat Sanayi Eğilim Anketi’nde yer alan Kapasite Kullanım Oranı verileri, Tüketici Güven Endeksi, Harcamalar Yönünden GSYH verileri, Açılan/Kapanan Firma Sayıları, kimi eksik yönlerine rağmen İnşaat İstatistikleri, kimi açılardan Turizm İstatistikleri, mutlaka Elektrik Enerjisi Üretim ve 129 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Tüketimi, Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları ile ilgili veriler, hiç süphesiz İstihdam Verileri, Protesto Edilen Senet ve Çekler, Bankaların Tüketici Kredisi ve Kurumsal Kredi Hacmindeki gelişmeler, Teşvik İstatistikleri, Leasing (Finansal Kiralama) Sektöründe İşlem Hacmi ve hatta Dizel Yakıt Tüketimi (Tarım ve Ticari Taşımacılık) dahi ekonomik büyüme ile ilgili öngörüler için az veya çok yardımcı olabilmekte, önemli ipuçları verebilmektedir. Bu çerçevede, ekonomik krizlerin önceden tahmini açısından öne çıkan 4 ana sektörden inşaat sektörü, ticaret sektörü ve ulaştırma-haberleşme sektörlerindeki gelişmeler, kriz öncesi halkın tüketim kalıplarındaki değişimler, harcamaların kısılması ve ihtiyatlı davranılması anlamında önemli ipuçları verebilmektedirler. Nitekim, ulaştırma ve haberleşme sektöründeki daralmalar hemen hissedilebilmektedir. Örnek vermek gerekir ise, akaryakıt sektörünün uzmanları, Türk ekonomisi açısından,bir olası ekonomik krizin öncü gösterge olarak, mazot veya dizel olarak ifade edilen ve ağırlıklı olarak ticari taşımacılıkta ve tarımda kullanılan akaryakıt tüketiminde görülen daralmayı ifade etmektedirler. Bu daralma, şehirlerarası mal ve insan taşımacılığının, yani ticari araç kullanımının ve tarımsal üretimde kullanılan makinaların kullanımının azaldığının ilk sinyali anlamındadır ki, bu tür bir daralma yaklaşmakta olan bir krizin ön habercisi olarak algılanabilir. Olası bir ekonomik kriz öncesi, büyük hacimli harcamaların kısılması anlamında, konut talebindeki önemli daralmalar da, inşaat sanayini üretim daralmasına yansımaları açısından öncü gösterge niteliği taşıyabilir. Muhtemel bir krizin hemen öncesinde gayrimenkule yönelik ilginin hızla daralması, inşaat üretiminde de daralmaya neden olmaktadır. Bu nedenle, ABD'de ekonominin bir krize, bir durgunluğa ve sonrasında daralmaya gidip gitmediğinin en temel göstergelerinden birisi, 'Yeni Konut Siparişleri'dir. Bu göstergedeki yavaşlama, durma ve gerileme Amerikan ekonomisinde yaklaşmakta olan bir piyasanın en temel göstergelerinden birisidir. Ancak, Türk ekonomisinde inşaat sektörü büyük ölçüde kayıtdışı olduğundan, TÜİK veya başka kurumlar tarafından inşaat üretimi üzerine veriler üretilememektedir. TÜİK “Yapı Ruhsatı ve Yapı Kullanma İzin Belgesi” ile derlenen inşaat istatistikleri açıklamakta ve bu belgelere dayalı olarak Türkiye'de inşaa edilen gayrimenkullerin kullanım amaçları doğrultusunda dağılımı gösterilmektedir. Ayrıca, belediyeler tarafından verilen yapı ruhsatı ve yapı kullanım belgelerinin adedindeki gelişmeleri de vererek, bir anlamda dolaylı da olsa gayrimenkul inşaatı ile gayrimenkule olan ilgi konusunda dolaylı veri sağlamaktadır. GSMH verilerinin açıklanmasına yakın çıkan bu veriler belirli ölçülerde ipuçu verebilir. Ancak öncü gösterge niteliğinde değildir. TÜİK tarafından inşaat sektörü ile ilgili olarak üretilen diğer bir istatistik grubu ise, inşaat maliyetleri üzerinedir ve ağırlıklı olarak kamu inşaat ihalelerinde baz alınacak maliyetlerin belirlenmesinde kullanılmaktadır. Dolayısı ile, konuta olan ilginin azalması belirli bir gecikmeyle de olsa, inşaat sektörünün katma değerini olumsuz yönde etkileyeceğinden, inşaat sektörünün bir önceki yılın aynı dönemine göre ve bir önceki çeyreğe göre göstereceği yavaşlama ve daralma bir gösterge olarak değerlendirilebilir. Ancak, Türkiye'de istatistiklerin geç açıklanması nedeniyle, tekrarlamak gerekirse çoğunlukla öncü gösterge olma özelliğini kaybetmektedir. ABD'de krizin ön habercisi anlamında kullanılan bir diğer temel gösterge de 'Fabrika Siparişleri'dir. Bu veride ortaya çıkan yavaşlama, duraklama ve gerileme krizin ön habercisi olarak nitelendirilebilir. Türkiye'de ise “Fabrika Siparişi” anlamında, KOBİ'ler ve büyük 130 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM sanayi kuruluşlarından ürettikleri mallara yönelik talep hareketleri ile ilgili veriler de toplanmamaktadır. Fabrika üretiminde kullanılan girdi olarak toprak, hammadde ve makinetechizat talepleri ile ilgili veriler de takip edilmemektedir. Krizin göstergesi olarak Türkiye'de kullanılan önemli bir gösterge, doğal kaynaklar ve sermaye üretim faktörleri kadar önemli bir girdi olan emek faktörü ile ilgili verilerdir. İstihdam ve işsizlik ile ilgili veriler bir krizin habercisi olabilmekte, ekonomi bir kriz sürecinde ise, krizden çıkılıp çıkılmadığı konusunda değerlendirme olanağı sağlayabilmektedir. Ancak, Türkiye'de TÜİK tarafından açıklanan istihdam verilerinin frekansı 2000 yılına kadar düzensizdi. Ancak, daha sonra TÜİK tarafından istihdam ve işsizlik verilerinin her ay düzenli olarak açıklanmasına yönelik bir yapı oluşturulmuştur. ABD'de ise bir önceki ayki istihdam ve işsizlik verileri, tarım ve tarım dışı sektörler şeklinde açıklanmak suretiyle, bir sonraki ay açıklanabilmekte ve uygulanmakta olan ekonomi politikaları ve kriz için alınan önlemlerin sonuç verip vermediği hususunda önemli ipucu teşkil edebilmektedir. Bu noktaya kadar, Türk ekonomisinde üretilen istatistikler içerisinde kriz için öncü gösterge niteliği taşıyabilecek tek verinin mazot veya teknik adıyla dizel akaryakıt tüketimindeki yavaşlama veya daralma olduğunu belirledik. Bu çerçevede, binek ve ticari araçlara olan ilgi de bir gösterge teşkil edebilir. Türkiye'de binek ve ticari araç üretimi ile ilgili veriler Otomobil Sanayicileri Derneği OSD tarafından düzenli açıklanmaktadır. Ayrıca, TÜİK tarafından hemen hemen 1 ay arayla, arada sırada 1.5 ay arayla, Motorlu Kara Taşıtları istatistikleri açıklanmaktadır. Bu istatistiklerde trafiğe yeni kaydı yapılan araçlarla ilgili rakamlara yer verilerek, ekonominin kriz ortamında olup olmadığı hususunda ipucu oluşturulabilmektedir. Nitekim, 2005 yılı Nisan ayı verileri ve bu verilerin 2004 yılının aynı ayı ile karşılaştırılması sonucunda, söz konusu kara taşıt araçlarının değişim oranı ve trafikte artan taşıt aracı sayısı, sektör üzerindeki ekonomik kriz etkisinin geride kaldığını ve Türk ekonomisinin bir toparlanma sürecine girdiğini göstermektedir. Keza yine kullanılabilecek önemli bir gösterge, TÜİK tarafından verilen “kurulan-kapanan şirket” verileridir. Her ay düzenli olarak açıklanan ve bir ay öncesinin durumunu gösteren bu veriler, ekonominin bir kriz içerisinde olup olmadığı veya krizden çıkıp çıkmadığı konusunda önemli ipucu teşkil edebilmektedir. Bu noktaya kadar yaptığımız analizde, sanayi, inşaat, ticaret ve ulaştırma-haberleşme ana sektörlerinin performanslarının kriz ile ilgili öncü gösterge olma özelliği taşıdığını vurguladık. Ancak, bu sektörler ile ilgili üretilen veriler içerisinde inşaat ve ticaret ile ilgili sektörlerin verilerinin geç elde edildiğini, istihdam ve işsizlik verilerinin geç açıklandığını, eldeki tek öncü gösterge niteliğindeki verinin kara ticari araçları tarafından kullanılan dizel yakıt tüketimindeki dalgalanmalar olduğunu gördük. Ayrıca, takip eden ayda açıklanması nedeniyle OSD'nin otomotiv üretimi ve ihracatı ile ilgili verileri ve TÜİK'nin motorlu kara taşıtları ile ilgili verilerinin ipucu olabileceğinin altını çizdik. Bu noktada, ekonomide kriz açısından öncü gösterge olarak kullanılabilecek bir başka alanın imalat sanayi verileri olduğu ifade edilebilir. Türkiye'de verileri en düzenli ve hemen hemen kimisi takip eden ayın içerisinde açıklanan bir sektör olması nedeniyle, imalat sanayi ile ilgili veriler önemli ipucu teşkil edebilmektedir. Özellikle, Türkiye'nin büyüme performansı ile imalat sanayi arasındaki korelasyonun yüksekliği, imalat sanayi verilerinin yakından izlenmesi bir kez daha öne çıkarmaktadır. 131 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM İmalat sanayinin üretim performansı ile ilgili verilerde iki ana istatistik öne çıkmaktadır. Bunlardan ilki, sanayi üretimi ile ilgili performansı gösteren aylık ve üç aylık indeks verileridir. İkinci veri grubu ise 'imalat sanayi eğilim anketi' ana başlığı altında açıklanan verilerdir ki, aylık ve üç aylık olarak bu ana başlık altında açıklanan veriler içerisinde işe yarayan 3 veri söz konusudur. İlk olarak, sanayi üretimi ile ilgili verilere dayalı olarak ölçebildiğimiz performans değerlerindeki yüzdesel değişimler ile ekonomik büyüme performansı arasında önemli bir korelasyon gözlemlenmektedir. Bu nedenle, öncelikle açıklanan 3 aylık sanayi üretim performansı verileri ile büyüme hızı verilerini karşılaştırmak yararlı olacaktır. Eğer, 3 aylık sanayi üretim indeksindeki bir önceki yılın aynı 3 aylık dönemine göre ortaya çıkan yüzdesel değişimleri, yukarıdaki GSYH ve GSMH performansını gösteren, dolayısı ile özellikle GSYH'nın bir önceki yılın aynı 3 aylık dönemine, yani çeyreğine göre gerçekleştirdiği yüzdesel değişim ile karşılaştırır ise, hem sanayi, hem de GSYH yüzdesel değişim edğerlerinin birbirine çok yakın değerler olduğunu görüyoruz. Dolayısı ile, sanayi üretim indeksindeki değişimlerin GSYH üzerindeki bu derece önemli etkisi, aylık ve 3 aylık sanayi üretim performansı değişimlerini yakından takip etmemizi gerektiriyor. Ancak, Türk ekonomisinin performansını yakından takip etmek açısından hayati önem taşıyan 3 aylık sanayi üretim indeksi verileri 3 aylık GSMH büyüme değerlerinin açıklanmasından en fazla bir hafta önce açıklandığından, 3 aylık sanayi üretim indeksi verilerinin öncü gösterge niteliğinde kullanmamız mümkün değildir. Bu nedenle, esas yararlanmamız gereken istatistiğin aylık sanayi üretim indeksi verileri olması gerektiği anlaşılmaktadır. Daha da önemlisi mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış verilerin analizi üretimin ana eğilimi hakkında gerçekçi bir tablo ortaya koyabilmektedir. Sanayi Üretim Endeksi Kaynak TÜİK Aylık sanayi üretim indeksi verileri daha önceleri farklı tarihlerde açıklanır iken, 8 Haziran 1999 tarihinden itibaren her ayın 8'inde, 38 günlük gecikmeyle, TÜİK tarafından düzenli olarak açıklanmaya başlandı. Aylık sanayi üretim verileri, açıklanan ay itibariyle sanayi sektörünün alt dallarını oluşturan madencilik ve taşocakçılığı, imalat sanayi ve elektrik, gaz, su üretimindeki performansı göstermekte. İki indeks arasındaki kapsam farklılığı nedeni ile 132 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM indeks sayıları arasında da fark olabilmektedir. Aylık üretim indeksinin bir ön bilgi kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir. Kesin sonuçlar üç aylık sanayi üretim indeksine dayandırılmalıdır. Bununla birlikte, üçer aylık olarak açıklanan büyüme performansları ile ilgili gelişmeleri önceden tahmin edebilmek için sanayi üretim indeksi ile ilgili bilgilerin aylık olarak takip edilmesi büyük bir önem arzediyor. Aylık sanayi üretim indeksi verilerinde, ekonomiyi yakından takip etmek isteyenler açısından indeks değerlerinden çok, aylık ve bir önceki yılın aynı ayına göre gerçekleşen değişim yüzdelerini takip etmek daha doğru olacaktır. Sanayi sektörünü oluşturan 3 ana dal ve imalat sanayini oluşturan alt sektörlerle ilgili veriler hangi sektörün sıkıntıda olduğu, hangi sektörün ise krize rağmen ayakta kalma mücadelesi verdiğini görmek açısından yararlı olmaktadır. Ana dallar ve alt sektörler bazında verilen yüzdesel değişimler önemli ipucu teşkil etmektedir. Ancak, tüm bu ayrıntılı verilerin arasında biri yüzdesel değişim, diğeri aylık indeks değerleri grubu vardır ki, birisini krize doğru gidildiğinin bir göstergesi, diğerini de bir önceki yılın aynı ayına göre karşılaştırarak çeşitli yorumlarda bulunmak ve değerlendirmek mümkündür. Statik Analiz: Eğer, aylık sanayi üretim endeksinde yer alan değerler, bir önceki yılın aynı ayı veya aynı dönemi ile karşılaştırılıyor ise, bu durumda amaç sanayi üretiminin GSMH'ya olası katkısı yönündeki hesaplamayı tarif etmektedir. Nitekim, alttaki grafikte yer alan yüzdesel değişimler bunun bir göstergesidir. 3 aylık dönemlerin yüzdesel değişimlerinin basit ortalaması, kabaca, ilgili üç aylık dönemde sanayi üretimindeki yüzdesel değişimin GSMH'yı ne ölçüde etkileyebileceği konusunda ipucu olabilmektedir. Bu nedenle, ekonomideki genel gidişatı değerlendirmekten çok, bir önceki yılın aynı ayını, ya da aynı dönemini karşılaştırması açısından bu tür bir analize, statik analiz diyoruz. Dinamik Analiz: Dinamik analiz, ister aylık sanayi üretimi olsun, ister kapasite kullanım oranı, isterse de aylık enflasyon oranları, karşılaştırmanın bir önceki ay veya birkaç önceki aya göre yapıldığını ve ekonomideki genel gidişatın analiz edildiğini ifade eder. Dinamik analizin amacı, ülke ekonomisinin nereye doğru sürüklenmekte olduğunu önceden görebilmektir. Bu nedenle, önemli bir analiz metodudur. Tekrar vurgulamak gerekirse, aylık indeks değerleri bir önceki aya göre değişimi net olarak görmek açısından ekonominin bir krize sürüklenip sürüklenmediğini veya ekonomik bir krizden çıkma sürecine başlayıp başlamadığını görmek açısından önemlidir. Buna karşılık, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzdesel değişim ise çeyrek dönem iitibarıyle açıklanan büyüme performansı ile ilgili tahminde bulunmak açısından önemlidir. Örneğin, Ocak ayı sanayi üretim performansı her zaman için düşüktür ve yaz aylarında da tatil dönemi nedeniyle bir yavaşlama görülebilmektedir. Aylık imalat sanayi eğilim anketi içerisinde yer alan bir başka önemli bilgi de, TÜİK'nin belirlemiş olduğu ve eğilim anketine katılan örnekleme içerisinde yer alan küçük-orta ve büyük sanayi kuruluşlarının niçin tam kapasite ile çalışamadıklarına dair nedenlerin sıralamasıdır. TÜİK bu veride 6 standart tam kapasite ile çalışamama nedeni belirlemiştir. Bunlar iç pazarda talep yetersizliği, dış pazarda talep yetersizliği, mali imkansızlıklar, yerli mallarda hammadde yetersizliği, ithal mallarda hammadde yetersizliği ve işçilerle ilgili meseleler olarak sıralanmaktadır. Bu 6 nedenin her birisi iş yerlerinin tercihlerine bağlı olarak bir yüzde değer alıyorlar. Örneğin iş yerlerinin %55'i iç pazarda talep yetersizliği 133 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM nedeniyle tam kapasite ile çalışamıyorlar ise, bu nedenin karşısına 55 yazılıyor. 6 neden için de hesap edilen bu yüzdeler toplandığında eğer 100 etmiyorsa bu hatadan değil, örnek içerisinde yer alan bazı imalat sanayi kuruluşlarının başka bir neden öne sürmesinden, örneğin yangın nedeni ile, su baskını veya deprem nedeni ile, elektrik arızası nedeniyle çalışamama gibi nedenleri öne sürmesinden kaynaklanmaktadır. Dolayısı ile TÜİK bu nedenleri değerlendirme kapsamına almamaktadır. Kaynak: TCMB Diğer bir açıklanan veri grubu, esasen TÜİK'nin bu eğilim anketini gönderdiği sanayi kuruluşlarının üretim, satış, satış fiyatları ve hammadde ile ilgili beklentileri ile bu konu başlıkları ile ilgili artış ve azalışları tanımlamakta. Esasen, bu açıklanan verileri sanayi kuruluşları açısından 'firma psikolojisi' veya 'işadamının moral endeksi' verisi olarak tanımlamak doğrudur. Özellikle, bir ay sonrası için ne olacağı yönündeki tahminler. 134 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Sanayi üretim indeksi verilerinde görülen özellik, kendisini imalat sanayi eğilim anketinde de tekrarlamakta. Yani, 3 aylık eğilim anketi verileri GSMH verilerinin açıklandığı tarihe çok yakın açıklanmakta. Bu nedenle, açıklanan aylık imalat sanayi eğilim anketleri ekonominin takibi açısından daha yararlı olmaktadır. İster aylık, ister 3 aylık imalat sanayi eğilim anketlerinde 3 önemli veri açıklanmaktadır. Birincisi üretim ve işyeri ağırlıklı olmak üzere imalat sanayinin ana ve alt sektörleri itibarıyla kapasite kullanım oranı verileri, ikincisi işyerlerinin neden tam kapasite ile çalışamadıklarını gösteren işyerlerinin şikayetleri ile ilgili veriler ve üçüncüsü işyerlerinin üretim, satış ve satış fiyatları ile ilgili tutumları ile ilgili veriler. Bu verilerden ilkini ele alırsak, kapasite kullanım oranı ile ilgili verilerde üretim ağırlıklı kapasite kullanım oranı verilerinin dikkate alınması gerekmektedir. Aylık imalat sanayi kapasite kullanım oranı verilerinin takip edilmesi, aylık bazda imalat sanayinin ve ekonominin performansını ölçmek açısından önemlidir. Son Dönemde Türk Ekonomisinde Ekonomik Büyüme Hızının Performansı: Çeyrekler itibarıyla Reel GSYİH büyüme hızı 10,0 5,0 0,0 1-1999 4-1999 3-2000 2-2001 1-2002 4-2002 3-2003 2-2004 1-2005 4-2005 3-2006 2-2007 1-2008 4-2008 322009 2010 12011 42011 -5,0 -10,0 -15,0 Kaynak: TÜİK 2010 yılında % 9,2 oranında büyüyen Türkiye ekonomisi 2011 yılında da % 8,5 oranında büyüyerek iyi bir performans göstermiştir. Büyümenin iç talep ve özellikle de yatırım kaynaklı olduğu görülmekle beraber son dönemde iç talebin durağanlaşmaya başladığı ve dış ticaretin ise büyümeye olumlu katkı yapmaya başladığı görülmektedir. Bu kapsamda büyüme hızının yavaşlayacağı düşünülmektedir. Nitekim, 2012 yılının ilk iki çeyreğinde sırasıyla % 3,3 ve % 2,9 oranlarında büyüme görülmüştür. Ancak bu yavaşlama diğer taraftan Türkiye ekonomisinin temel sorunların biri olan cari açığın kontrol edilmesine yardımcı olacaktır. 135 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Harcamalar Yöntemiyle GSYİH Dönem Gayri Safi Yurtiçi Hasıla Yerleşik Hanehalkı Devletin Nihai Gayri Safi Sabit Tüketimi Tüketim Harcamaları Sermaye Oluşumu Mal ve Hizmet (Eksi) Mal ve İhracatı Hizmet İthalatı 2009 -4,8 -2,3 7,8 -19,0 -5,0 -14,3 2010 9,2 6,7 2,0 30,5 3,4 20,7 1.dönem 12,6 7,9 0,5 17,2 -0,8 22,0 2.dönem 10,4 3,0 4,7 29,0 12,5 19,2 3.dönem 5,3 6,8 -0,9 30,7 -1,6 16,3 4.dönem 9,3 8,9 3,1 42,7 4,2 25,4 2011 8,5 7,8 4,5 18,5 6,4 10,9 1.dönem 12,1 12,1 7,0 35,7 8,7 28,0 2.dönem 9,1 8,3 9,0 29,0 0,5 18,9 3.dönem 8,4 7,8 10,3 15,0 10,2 6,8 4.dönem 5,0 3,4 -4,3 1,3 6,6 -5,1 1.dönem 3,3 0,2 5,5 1,5 11,9 -6,0 2.dönem 2,9 -0,5 4,4 -7,4 19,8 -3,6 2012 Kaynak: TÜİK 7.1.2 Fiyat Hareketleri ile ilgili Makro Ekonomik Göstergeler Fiyat hareketleri ile ilgili süreç, enflasyonist veya deflasyonist bir süreci tanımlayabilir. Her iki süreç te esasen bir başka ekonomik sorunun veya sorun krize dönüşmüş ise, krizin göstergesi olabilmektedir. Enflasyonist veya deflasyonist sürecin boyutu ve süresi de yine ekonomik sorunun ve/veya krizin boyutları konusunda ve sorun ve/veya kriz ile nasıl bir mücadele verileceği konularında ipucu verebilmektedir. Uzun süreli bir deflasyonist süreç durgunluğun bir göstergesi niteliğinde olup, ekonomik büyümeyi tehdit eder ölçüde daralmaya neden teşkil edebilir. Bu durumda, faizlerin aşağı çekilmesi vasıtası ile özel kesimin tüketim harcamalarının arttırılması, vergi oranlarının düşürülmesi suretiyle vergi olarak devlete giden kaynağın özel kesim tarafından tüketim harcamalarında kullanılması, bizzat kamunun tüketim ve yatırım harcamalarının arttırılması suretiyle ekonomiye hareketlilik kazandırılması bir dizi önlem olarak karşımıza çıkmaktadır. Ama, tüm bu önlemler Japonya örneğinde olduğu gibi ekonomik büyümenin yeniden başlaması noktasında beklenen sonucu vermeyebilir. Uzun süreli enflasyonist süreçler içerisinde kalmış ekonomilerde ise, kriz enflasyon oranlarındaki ani ve şiddetli yükselmelerle kendini gösterebilir. 1970'li yılların ikinci yarısından bu yana sadece gelişmekte olan ekonomiler açısından değil, zaman zaman gelişmiş ekonomiler açısından da enflasyona yol açan yapısal sorunlar evrensel sorun haline geldi ve fiyatların düzenli ve sürekli olarak yukarı doğru hareket etmesine yol açan nedenler 136 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM incelenmeye ve anlaşılmaya çalışıldı. Bu çalışmalar, enflasyona yol açan yapısal sorunların üç ana noktadan oluştuğunu gösterdi: -tüketim kalıplarındaki değişimler ve tüketim temposundan (örn. Vergilerin azalması, para arzının artması, kamu harcamalarının artması, otonom tüketim harcamalarının artması, marjinal tüketim eğiliminin artması) kaynaklanan talep enflasyonu; -üretim maliyetlerinde artışa yol açan olaylardan, örneğin ücret zamları, kur artışı, enerji fiyatlarındaki yükselmeler benzeri gelişmelerden kaynaklanan maliyet enflasyonu; -ülkenin sosyo-ekonomik yapısından, yani vergi ödeme alışkanlığından ya da daha doğru bir deyişle alışkansızlığından, eğitim seviyesinden, nüfus artış oranından kaynaklanabilecek yapısal enflasyon. Bu üç enflasyon türünün tespiti için gelişmiş ekonomilerde fiyat hareketleri ile ilgili göstergeler olabildiği ölçüde geliştirilmekte, her enflasyon türü için ayrı fiyat indekslerinin oluşturulmasına özen gösterilmektedir. Bu alanda gelişmiş ekonomilerde kullanılmakta olan en yaygın iki fiyat indeksi tüketici fiyatları indeksi (TÜFE) (ing. CPI) ve üretici fiyatları indeksi (ÜFE) (ing. PPI) olarak karşımıza çıkmaktadır. TÜFE talep enflasyonunun bir göstergesi iken, ÜFE maliyet ve yapısal enflasyonun bir göstergesi olarak kullanılabilmektedir. Türkiye’de Türkiye İstatistik Kurumu TÜFE, ÜFE (daha önce Toptan Eşya Fiyat Endeksi TEFE) ve Özel Kapsamlı TÜFE göstergelerini düzenli olarak yayınlamaktadır. TÜFE oldukça kapsamlı ve detaylı bir indeks çalışmasıdır. Önemli miktarda tüketim malı, belirli mal ve hizmet alt gruplarında toplanmış olarak değerlendirilmektedir. Bu değerlendirme esnasında, aynı malın aynı tüketim merkezinde değişik satış noktalarındaki fiyatının ortalamasının alınmasına özen gösterilmektedir. Örneğin hem semt pazarında, hem manavda, hem de süpermarkette satılan fiyatı dikkate alınmaktadır. TÜFE içerisinde dikkate alınan her mal veya hizmetin toplum tarafından tüketilme oranına bağlı olarak bir ağırlığı söz konusudur. Dolayısı ile her mal veya hizmetin fiyatındaki değişimler taşıdığı ağırlık ile çarpılarak indekse yansıtılmaktadır. Böylece, her bir tüketim kaleminin fiyat artışlarına olan etkisi tek tek ve ana harcama grupları vasıtası ile netleşmektedir. Ana harcama gruplarının böylece altlarındaki kalemler vasıtası ile yüzdesel artış oranları ortaya çıkmakta ve bunun sonucunda grupların değerlerinin toplamı ile birlikte, TÜFE'nin aylık, birikimli ve yıllık artış oranı ortaya çıkmaktadır. ÜFE'de ise sektörel ayırım söz konusudur ve tarım sektörü ile sanayi sektörünün alt gruplarında hammadde, ara mamül ve esas mamül bazında fiyat hareketlerindeki değişiklikler ele alınmaktadır. Bu değerlendirmelerin sonucunda, sektörel bazdaki fiyat artış oranları ortaya çıkmakta ve bu oranların toplanması ile ÜFE'deki aylık, birikimli ve yıllık artış oranları şekillenmektedir. TÜİK, bu iki fiyat indeksinin içeriğinde en son değişikliği 1996 Nisan ayında gerçekleştirmiş ve her iki indeksin baz yılı 1987'den 1994'e değiştirilmiştir. Bu tür indekslerde alınan baz yılın sağlıklığı çok önemlidir. Seçilen baz yılın istatistiklerde sapmalara yol açmaması için, ekonominin makro dengeler açısından en ideal olduğu yılın seçilmesi gerekir. Oysa, 1994 yılı makro göstergelerde ve dengede en fazla deformasyon yaşanmış yıllardan birisidir. Bu nedenle, TÜİK'nin sağlıklı bir yıl olan 1987 yılı yerine 1994 yılını baz yıl yapması uzun süre teknik boyutta bir tartışma konusu olmuştur. 137 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Türkiye'de krizin göstergesi olarak enflasyon verilerinden yararlanabilmek için öncelikle birkaç önemli noktayı belirlemek yararlı olacak. 1983 ve 1987 yılları hariç tutulur ise, Türkiye'de yıllık enflasyon verileri %50'in 10 puan altı ile 10 puan üstü arasında son 25 yılda belirli bir band içerisinde kalmıştır. Kriz derinleştiğinde ve sorunlar büyüdüğünde ise talep enflasyonunun etkisi minimal kalmakta ve maliyet enflasyonu ile yapısal enflasyonun etkisi o kadar artmaktadır ki, enflasyon türleri arasındaki geleneksel denge bozulmakta ve ÜFE'ndeki artış oranları, TÜFE'ndeki artış oranlarının üzerine çıkabilmektedir. 7.1.2.1 2005 Yılında Kullanılmaya Başlanmış Olan Yeni Fiyat Endeksleri Enflasyonla mücadelede yeni bir döneme giren Türkiye, fiyat hareketlerinin ölçümünde yeni endeksler ile hesaplama dönemine geçmektedir. Ekonomide ve gündelik hayatta, en çok kullanılan ürünlerin belirlenmesiyle yeniden oluşturulan yeni Tüketici Fiyatları Endeksi (TÜFE), 2005 yılı Ocak ayı enflasyon değerinin hesaplanması amacıyla devreye girmiş ve bu yeni endeks ile ilk oran Şubat ayında açıklanmıştır. TÜFE’deki değişimin yanısıra, Toptan Eşya Fiyatları Endeksi’nin (TEFE) de yerini Üretici Fiyatları Endeksi (ÜFE) almaktadır. ÜFE ekonomide üretimi yapılan ve yurt içinde satışı yapılan ürünlerin üretici fiyatlarının değişimini ölçmektedir. Türkiye, yıllardır Batılı ekonomilerde maliyet enflasyonunun ölçülmesi amacıyla kullanılan Üretici Fiyatları Endeksi yerine, Toptan Eşya Fiyatları Endeksi’ni kullanmaktaydı. 2004 yılından itibaren, Avrupa Birliği’ne (AB) uyum süreci için çalışmalarını hızlandıran Türkiye, istatistikler için de uyum çalışmalarını eş zamanlı olarak tamamlamaktadır. Bunun bir sonucu olarak, 2005 yılından itibaren, aynen gelişmiş ekonomilerde olduğu gibi, maliyet enflasyonunun tam bir göstergesi olan ÜFE, Türkiye’de de hesaplanmaya başlanmıştır. Ayrıca, TCMB’nın talebi doğrultusunda, TÜİK bundan sonra 6 değişik çekirdek enflasyon hesaplayarak, gelişmiş ekonomilerdeki gibi, profesyoneller ve ekonomistler için daha teknik enflasyon değerleri hesap edecektir. 2005 yılı ayrıca, 2006 yılında geçileceği açıklanan “Açık Enflasyon Hedeflemesi“ için de geçiş yılı olacaktır. Bu arada, daha önce ayın üçü hafta sonuna geldiğinde fiyat endekslerini hafta sonu açıklayan TÜİK, bundan sonra verinin açıklanacağı gün hafta sonuna geliyor ise, veriyi hafta içi açıklayacak ve bu durum, tüm makro ekonomik istatistiklerin açıklanması için de geçerli olacaktır. Yeni sepet kapsamında ÜFE hesaplamasında sanayi kesimi en yüksek ağırlığa sahip olmakla birlikte sektörlerin ağırlıkları da değiştirilmiştir. Buna göre tarım sektörünün ağırlığı düşürülürken, sanayinin ağırlığı yükseltilmiştir. Madencilik’in ağırlığı ikinci, Elektrik, gaz ve suyun ağırlığı ise üçüncü sırada belirlenmiştir. TÜFE’de ise ağırlıklar önem derecesine göre şu şekilde sıralanmaktadır: Gıda ve alkolsüz içecekler, konut, ulaştırma, giyim ve ayakkabı, ev eşyası, lokanta ve oteller, çeşitli mal ve hizmetler, haberleşme, alkollü içecekler ve tütün, eğlence ve kültür, sağlık ve eğitim . Bu noktada, ÜFE’de en önemli sorun, devlet sektörü-özel sektör ayrımının kaldırılmış olmasıdır. Bu nedenle, TEFE’de çok önemli bir gösterge olan, özel sektör imalat sanayi TEFE artış oranı, yani TEFE bazlı çekirdek enflasyon artık bilinemeyecektir. Bunun yerine, yeni TÜFE’de, Batılı ekonomilerde görülmeye aşılmış tarzda olan yeni çekirdek enflasyon tanımları gelmiştir. Bu yeni duruma bağlı olarak, TÜİK çekirdek enflasyonu “Çekirdek enflasyon, enflasyonun geleceğine ilişkin tahmin edici gücü yüksek olan, enflasyonun eğilimini belirleyen ve para politikasının oluşturulmasına yardımcı olan 138 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM özel kapsamlı fiyat endeksleri olarak tanımlanmaktadır. Bu endeksler, tüketici fiyatlarında gözlenen tüm geçici etkilerin arındırılması ile fiyat değişimlerini ölçmektedir. Bu nedenle, uluslararası piyasalardaki fiyat hareketlerine bağlı enerji fiyatları, mevsimsel etkilere maruz ürünlerin fiyatları, devletin kontrolünde belirlenen fiyatlar ve dolaylı vergilerin (KDV vb.), tüketici fiyatları endeksinden kademeli olarak ayrıştırılması ile hesaplanmaktadır. Hesaplanan bu göstergeler, gerçekleşen enflasyonun kaynağının açıklanmasında önemli bir araç olarak kullanılmaktadır.” şeklinde tanımlamaktadır.Türkiye İstatistik Kurumu tarafından 2005 Ocak ayından itibaren hesaplanan 'Özel Kapsamlı TÜFE Göstergeleri' Türkiye için çekirdek enflasyon göstergeleri olarak yayımlanmaktadır. Tüketici Fiyatları Endeksinden bazı alt kalemlerin dışlanması yoluyla oluşturulan endekslerdir. Enerji, mevsimsel ürünler, fiyatının devlet tarafından yönetildiği/yönlendirildiği ürünler ve dolaylı vergilerin aşama aşama TÜFE'den dışlanması ile hesaplanmaktadır. Ardından, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’ndan (TCMB) gelen talep doğrultusunda, TÜİK söz konusu TÜFE bazlı çekirdek enflasyon türlerinin kapsamını genişletmiş ve harflendirmesini de değiştirmiştir. Aşağıdaki tablo Temmuz 2007 sonrasında kullanılan halini göstermektedir. A Mevsimlik ürünler hariç B İşlenmemiş gıda ürünleri hariç C Enerji hariç D (B) ve (C) E (C) ve alkollü içkiler ile tütün ürünleri hariç F (E) ve fiyatları yönetilen/yönlendirilen diğer ürünler, dolaylı vergiler hariç G (F) ve (B) H (D) ve alkollü içkiler, tütün ürünleri ile altın hariç I (C) , gıda ve alkolsüz içecekler, alkollü içkiler ile tütün ürünleri ve altın hariç (Ağustos 2012/Ağustos 2011) Bir önceki yılın aynı ayına göre değişim oranı (Ağustos 2012/Aralık 2011) Bir önceki yılın Aralık ayına göre değişim oranı Kapsamı (Ağustos 2012) Grubu Bir önceki aya göre değişim oranı Özel Kapsamlı TÜFE Göstergeleri (%) (2003=100) 0,79 3,90 8,64 0,28 3,74 8,89 0,26 1,69 8,55 -0,12 3,34 8,51 0,27 1,78 7,81 0,30 1,62 7,99 -0,14 3,54 7,78 -0,14 3,68 7,71 -0,28 3,43 7,17 Kaynak: TÜİK 139 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM 7.1.2.2 Enflasyon Hedeflemesi ve Fiyat Hareketlerinde Son Durum İlk kez 1988 yılında Yeni Zelanda Merkez Bankası tarafından uygulanmış olan enflasyon hedeflemesi modelinde, Türkiye 23’üncü ülke olarak, söz konusu modeli 2005 yılında önce “örtülü” olarak denemiş, elde edilen başarı sonrasında 2006 yılında “açık“ enflasyon hedeflemesine geçilmiştir. 2012 yılı Ağustos ayında tüketici fiyatları yüzde 0,56 oranında artmış, yıllık enflasyon yüzde 8,88’e gerilemistir. Bu dönemde enerji, işlenmemiş gıda, alkollü içecekler ve tütün ürünleri ile altını dışlayan ÖKTG-H endeksinin yıllık artış oranı yüzde 7,71’e, bu endeksten işlenmiş gıda ürünleri çıkarılarak elde edilen ÖKTG-I göstergesinin yıllık artış oranı ise yüzde 7,17’ye düşmüştür. Alt grupların yıllık tüketici enflasyonuna katkıları incelendiğinde; gıda ve hizmet grubunun katkıları bir önceki aya kıyasla belirgin bir değişim göstermeyerek sırasıyla 2,41 ile 1,92 puan olurken, temel mal ile alkol-tütün ve altın gruplarının katkıları azalarak 1,92 ile 1,03 puan olmuştur. Diğer taraftan aynı dönemde enerji grubunun katkısı 0,17 puan artısla 1,61 puana yükselmiştir. Kaynak: TÜİK Bu çerçevede TCMB enflasyonda zirvenin görüldüğünü ve 2012 yılı sonuna kadar enflasyonda kademeli bir düşüş trendi görüleceğini bildirmektedir. Nitekim piaysaların TCMB anketlerine yansıyan beklentileri de bu görüşle uyumludur. TCMB enflasyondaki düşüşün Eylül ayında geçici olarak kesintiye uğrayabileceği ancak sonrasında belirginleşerek devam edeceği değerlendirmesinde bulunmuştur. Çekirdek enflasyon göstergelerinin ise kademeli düşüşünü sürdürmesi beklenmektedir. İktisadi faaliyet, 2012 yılının ikinci çeyreğinde ortaya koyulan görünümle uyumlu olarak bir önceki çeyreğe kıyasla belirgin bir artış sergilemiştir. Yılın üçüncü çeyreği itibarıyla yurt içi nihai talep ılımlı seyretmeye devam etmektedir. Temmuz ayında tüketim malları üretim ve ithalatı bir önceki çeyrek ortalamasının üzerinde gerçekleşmiştir. Üretime ilişkin göstergeler de iktisadi faaliyetteki ılımlı görünümü teyid etmektedir. 140 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM 7.1.3 Ödemeler Dengesi ile ilgili Makro Göstergeler Son ele alacağımız makro gösterge grubu ödemeler dengesi ile ilgili verilerdir. Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından belirlenmiş kriterler çerçevesinde, her IMF üyesi ülkenin Merkez Bankası tarafından düzenlenmekte olan Ödemeler Dengesi Tablosu, bir ülkenin diğer ülkeler ile gerçekleştirdiği her türlü uluslararası ekonomik işlemi görmemizi sağlayan bir tablodur. Ödemeler Dengesi Tablosu'nda ülkeler arasındaki uluslararası ekonomik hareketler 3 ana kategoride toplanmıştır. Birincisi mal hareketleri; ikincisi görünmeyen kalem hareketleri ve üçüncüsü sermaye hareketleri. Ödemeler Dengesi Tablosu'nda mal hareketleri ve görünmeyen kalem hareketleri Cari İşlemler Dengesi ana başlığı altında toplanırken, sermaye hareketleri ayrı bir başlık olarak belirlenmiştir. Mal hareketlerinde ihracat ile ithalat arasındaki denge tanımlanmakta ve dış ticaret dengesi belirlenmektedir. Görünmeyen kalem hareketleri ise net hizmet gelirleri ile net dış alem faktör gelirlerinin toplamından oluşmaktadır. Yani, ilgili ülkenin hizmet satmaktan dolayı elde ettiği döviz geliri, ile hizmet satın almaktan dolayı harcadığı döviz gideri arasındaki net fark ile, yurtdışından elde edilen üretim faktör gelirleri ile yurtdışına çıkan üretim faktör giderleri arasındaki net farkın toplamı dikkate alınmaktadır. Dolayısı ile, Türkiye'nin mal ticaretinden elde ettiği net döviz geliri ile, hizmet ticaretinden ve üretim faktörleri gelirlerinden elde ettiği net döviz girişinin toplamı Cari İşlemler Dengesi'ni vermektedir. Dolayısı ile, Cari İşlemler Dengesi esasen bir ülkenin döviz cinsinden elde ettiği gelirler ile döviz cinsinden yaptığı harcamaların bir dengesi olarak ifade edilebilir, ki kısaca 'Döviz Dengesi' olarak ta adlandırılabilir. Cari İşlemler Dengesi alt kalemi içerisinde, dış ticaret dengesi, net hizmet gelirleri ve net dış alem gelirleri alt kalemlerinin yanısıra Karşılıksız Transferler kalemleri de yer almaktadır. Bir ulusal ekonomi kendi iç dinamikleri ile, yani yanlış para ve maliye politikası, kamu kesimi genel dengesinin yanlış yönetimi, kamu harcamalarının kontrol edilememesi, kamu 141 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM gelirlerinin arttırılamaması, parasal büyüklüklerdeki kontrolsuz genişlemeler ve iç borçlanmada izlenen yanlış politikalar ile krize gireceği gibi, bu hatalar mevcut iken yanlış kur politikasına bağlı ve/veya bağlı olmadan aynı zamanda döviz gelirleri ile döviz harcamaları arasında kurması gereken dengede bir dizi hata yaparak ekonomiyi krize sürükleyebilir veya krizin derinleşmesine sebep olabilir. Dış ticaret açığında hızlı büyüme; dış ticaret açığını finanse edemeyen bir görünmeyen kalem net geliri krizin habercisi, tetikçisi ve/veya besleyicisi olabilir. Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası ekonomik kuruluşlar tarafından tespit edilen en önemli krize yol açabilecek döviz açığı oranı, Cari İşlemler Açığı/GSYH oranının %-6'ya ulaşmasıdır. GSYH'nın %-2'si kadar bir Cari İşlemler Açığı oranı risk olarak algılanmaz iken, oran %-2 ile -4 aralığında bir orana ulaştığında, bu değer yakından takip edilmesi gereken bir kritik eşik noktası olarak algılanabilmekte, %-4 ile -6 arasında veya üzerindeki bir oran ise bizzat tehlikenin ve muhtemel bir krizin en önemli belirtilerinden veya öncü göstergelerinden birisi olarak tanımlanabilmektedir. Ödemeler Dengesi Tablosu'nda bir diğer önemli kalemi oluşturan sermaye hareketleri de Merkez Bankası’nın 2002 tarihli “yeni“ Analitik Ödemeler Dengesi tablosunda, Sermaye Hareketleri tanımı yerine, artık Finans Hesabı (veya finansman hesapları) kalemi olarak geçmektedir. Sermaye Hareketleri veya Finans Hesabı kaleminin temsil ettiği veri de kimi zaman bir krizin bir göstergesi olabilmektedir. Sermaye Hareketleri ana kalemi eğer pozitif ise bu veri ilgili ülkeye net bir sermaye girişi yaşandığını, sermaye hareketleri kalemi negatif ise o ülkeden net bir sermaye çıkışı yaşandığını gösterir. Eğer, doğrudan yatırım amaçlı yabancı sermaye girişinde, portföy amaçlı yabancı sermaye girişinde ve ilgili ülkenin kısa ve ortauzun vadeli dış borçlanmasında belirli aksamalar ve olumsuz gelişmeler söz konusu ise, bu olumsuz etkiler kendisini net sermaye girişinde azalma ve nihayet net sermaye çıkışı olarak gösterecektir. Dolayısı ile TCMB tarafından her ay açıklanan Ödemeler Dengesi Tablosu'nda sermaye hareketleri ile ilgili ana kalem dikkatle izlendiğinde, bu kalemde sermaye girişinde bir yavaşlama, bir gerileme, hatta sermaye çıkışı gözlemleniyor ise, bu gelişme esasen bir krizin öncü göstergesi ve kriz patlak verdikten sonra ise krizin derinliği açısından önemli bir upucu teşkil edebilir. 142 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Kaynak: TCMB Nitekim, Türkiye'nin 2000 yılı ve 2001 yılı verileri karşılaştırıldığında bir önceki yılın ilk 9 ayında Türkiye'nin sağladığı 10 milyar dolarlık sermaye girişi kadar bir sermaye çıkışının 2001 yılının aynı döneminde gerçekleştiği gözlemleniyor. Bu veriler, yaşanan krizin boyutlarının görülmesi açısından önemli. Rezerv hareketleri kaleminde ise pozitif veri o ölçüde Merkez Bankası'nın döviz rezervi kaybetmek zorunda kaldığını gösteriyor. 2000 yılı sonunda 28 milyar dolar civarında döviz rezervi olan TCMB'nin 11 milyar dolar rezerv kaybetmesi de bu noktada krizin boyutlarını anlayabilmek için önemli bir delil niteliğindedir. Net Hata ve Noksan kalemi ise, Ödemeler Dengesi’nin bir diğer önemli verisidir. Net Hata ve Noksan, Merkez Bankası’nın uluslararası rezervler ile ilgili verilerine yansımış; ancak, ödemeler dengesinin cari işlemler ve sermaye hareketleri kalemleri ile açıklanamayan döviz giriş ve çıkışlarını temsil eder. Zaman zaman, Türk ihracatçısının gelirlerinin Türkiye’ye geç girmesinden veya Türkiye’nin döviz cinsinden bir harcamasının olması gerekenden farklı bir tarihte muhasebeleşmesinden kaynaklanan kimi muhasebe tutarsızlıkları da, Net Hata ve Noksan kalemine yansıyabilmektedir. Genel olarak, Net Hata ve Noksan kalemindeki pozitif değerler Türkiye’ye girdiği bilinen, ancak hangi kalemler aracılığı ile girdiği bilinmeyen döviz girişini, Net Hata ve Noksan kalemindeki negatif değerler ise, Türkiye’den çıktığı bilinen, ancak hangi kalemler aracılığı ile çıktığı bilinmeyen döviz çıkışını gösterir. Ödemeler Dengesi ile ilgili son nokta, A. Cari İşlemler Dengesi; B. Sermaye Hareketleri (yeni tabloda C.Finans Hesabı) ve C. (yeni tablo D.) Net Hata ve Noksan kalemlerinin toplamının Genel Denge’ye eşit olduğudur. Bu noktada, Genel Denge verisinin pozitif olması, o ay veya o yıl itibariyle söz konusu ülkenin net döviz girişine konu olduğunu gösterir. Buna karşılık, Genel Denge verisinin negatif olması ise, o negatif değer kadar söz konusu ülkenin o ay veya o yıl itibariyle net döviz çıkışına konu olduğunu gösterir. 143 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Ödemeler Dengesi ve özellikle dış ticaret ile ilgili veriler konusunda üzerinde durulması gereken son bir önemli nokta, ihracatın ithalatı karşılama oranıdır. Bu oranın belirli bir seviyenin altına inmesi, patlak verebilecek bir döviz krizinin öncü göstergesi olma özelliğini öne çıkarmaktadır. Türk ekonomisinde ihracat/ithalat oranının kriz yaratmayan oranı % 65 ve üstüdür. Eğer, bu oran %65'in altına inerse, dış ticaret açığının cari işlemler açığını büyüten etkisi hız kazanmaktadır. % 60’ın altında döviz kurlarının dalgalanması büyümekte, % 55’in altında ise ekonominin bir döviz krizi yaşama ihtimali ağırlık kazanmaktadır. Dış Ticaret Açığı (milyar USD) Kaynak: TÜİK Dış ticaret konusunda bir başka teorik kavram ise dış ticaret haddidir. Dış ticaret haddi belirli bir miktar ihracat karşılığında ne kadar ithal ürün satın alınabileceğini gösteren bir kavram olarak tanımlanabilir. Dış ticaret hadleri, bir ülkenin sattığı ve satın aldığı malların fiyatlarındaki değişmeler dolayısıyla dış ticaretten kazançlı ya da zararlı çıktığını göstermektedir. Örnek vermek gerekirse, aynı miktar ihracatla daha fazla ithalat yapılabilmesi dış ticaret haddinin iyileşmesi veya dış ticaret hadlerinde artış olarak yorumlanmaktadır. Belli başlı dış ticaret haddi tanımları net değişim, gayri safi değişim, gelir ve faktör ticaret hadleridir. %65'in altındaki ihracat/ithalat oranlarında, Türkiye’nin dış ticaret açığının cari işlemler açığı üzerindeki baskısı artmaktadır. Oran %60 ile 55 arasına gerilediğinde dış ticaret açığının döviz kurlarını dalgalandırma etkisi artmakta, oran %55’in altına düştüğünde ise Türk ekonomisi olası bir krize daha duyarlı hale gelmektedir. Ödemeler Dengesi ve Dış Ticarete Yönelik Son Gelişmeler: 2001 krizi ertesinde Türkiye’nin ekonomik büyümesine paralel biçimde dış ticareti de sürekli bir büyüme trendinde olmuştur. Ekonominin yapısal bir sorunu olarak karşımıza çıkan dış ticaret açığı da söz konusu gelişmeler çerçevesinde sürekli olarak artmış ve yurtdışından kaynak bulmanın nispeten kolay olduğu küreselleşme döneminde finanse edilebilmiştir. 2008 yılında olanca şiddetiyle hissedilen küresel ekonomik kriz dünya ticaretinde de önemli ölçüde daralma yaşanmasına neden olmuştur. Bir taraftan finansman olanaklarının daralması ve diğer taraftan da tüketim-yatırım harcamalarının ertelenmesi dünyada talebin 144 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM hızlı bir biçimde azalmasının temel nedenleriydi. Son yıllarda dış ticaretini ciddi bir biçimde artıran ve dünyadaki uygun finansman olanaklarından azami ölçüde yararlanan Türkiye ekonomisi de bu krizin etkilerini yaşadı. 2001 krizi ertesinde sürekli ve istikrarlı bir tempoda artan dış ticaret ve cari işlemler açığı söz konusu dünya ekonomik koşullarında hızlı bir biçimde daraldı. 2008 yılına kadar cari işlemler ve dış ticaret açıklarının hızla artmasına neden olan bir diğer olgu dünya piyasalarında hammadde ve enerji fiyatlarının rekorlar kırmasıydı. Ancak, küresel ekonomik kriz bu alanda da tersine dönüşü beraberinde getirdi ve Türkiye’nin cari işlemler açığının hızlı bir biçimde daralmasında önemli bir rol oynadı. 2009 yılının ikinci çeyreğinden itibren dünya ekonomisinde görülen ılımlı toparlanma eğilimi dış talebin yükselmesine neden olarak Türkiye’nin dış ticaret ve cari işlemler açıklarının tekrar artış eğilimine görmesine neden oldu. Avrupa Birliği ülkelerinin yaşadığı kamu maliyesi ve büyüme sorunlarının, önemli bir ihracat pazarımız olan bu bölgenin dış ticaret açığı sorunumuz üzerindeki olumsuz etkisini artırabilecektir. Nitekim euro/dolar paritesinde yaşanan düşüşler ihracat sektörlerimizin rekabet gücünde bir aşınma yaratmış ve bu kesimlerin tekrar aşırı değerli TL tartışmasını gündeme getirmelerine neden olmuştur. Kaynak: TCMB 7.1.4 2013 Yılına Yönelik Makroekonomik Hedefler ve Beklentiler Küresel kriz koşullarının tüm yönleriyle etkisini gösterdiği 2008 yılı son çeyreğinden sonra 2009 yılı esasen resesyonun ve ardından toparlanmanın yaşandığı bir yıl oldu. 2009 son çeyreğinden itibaren tekrar büyüme trendine giren Türkiye ekonomisi bunu 2011 yılında sürdürmeyi başardı. 2012 yılı ise iç talebin artışının durduğu, dış talebin ise bir miktar artarak daha yavaş bir büyüme yaşanmasına sahne olan bir yıl oldu. Dış koşullar açısından bakıldığında ise Avrupa Birliği ülkerinde yaşanan ekonomik sorunların 2012 yılında da Türkiye ekonomisini etkilediği görülmektedir. Diğer taraftan küresel ekonomik kriz döneminde düşen emtia, enerji ve gıda fiyatları uluslararası piyasalarda tekrar yüksek seyretmeye başlamış, ABD ve AB merkez bankalarının olağanüstü gevşek para politikaları nedeniyle daha da yükselebilecektir. Söz konusu gelişme dünya ve Türkiye ekonomisi üzerinde ek bir baskı oluşturabilecektir. 145 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Büyüme, Harcamalar ve İstihdama Yönelik Beklentiler: Kaynak: TCMB Büyümenin öncü göstergeleri olarak değerlendirilen kapasite kullanım oranları ve sanayi üretim endeksi 2009 yılının ortalarından itibaren başlattığı yükselişlerini sürdürmektedirler. Ancak özel kesim tüketim ve yatırım harcamalarında görülmeye başlanan duraksama Türkiye ekonomisinin açıklanan veriler itibaryla son 2 çeyrekte daha yavaş bir hızla büyümesini sürdürebilmesine neden olmuştur. Kaynak: TCMB 146 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM İstihdam alanında ise 2008 krizi koşullarının yarattığı etkinin azaldığı görülmektedir. 2012 yılının yaz aylarına doğru % 9 civarındaki seviyeye inen işsizlik oranlarında kış aylarında daha yüksek oranlar görülebilecektir. Yılın üçüncü çeyreğinden itibaren dış talepte ve üretimdeki yavaşlama ile birlikte işsizlik oranlarında görülen iyileşmenin ancak yapısal dönüşümle gerşekleşebileceği bir ortamda bulunulmaktadır. Fiyat Hareketlerine Yönelik Beklentiler: Kaynak: TCMB 147 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM TCMB 2011 yılı sonu ve 2012 yılı başında görülen çift hanelerdeki enflasyonun geride kaldığını ve yakın gelecekten itibaren enflasyonda hedeflenen % 5 düzeyine yaklaşılacağını öngörmektedir. Bu gelişmeler bağlamında TCMB fiyat istikrarı üzerindeki hassasiyetini daha da arttırmış ve parasal sıkılaştırmanın enflasyonda hedeflere ulaşılana kadar sürdürüleceğini vurgulamaktadır. TCMB çıktı açığının negatif olduğunu, dolayısıyla enflasyondaki yükselişin geçici ve arızi nedenlerden kaynaklandığını düşünmektedir. Para Politikasının Güncel Durumu: Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde görülen ayrışma ve bu durumun yurt içi ekonomiye yansımaları, 2010 yılının son çeyreğinde TCMB’nın uyguladığı para politikası stratejisinde önemli bir değişken olarak öne çıkmıştır. Gelişmiş ülkelerde iktisadi faaliyete ilişkin olumsuz senaryoların gerçekleşmesini bertaraf etmek amacıyla uygulanan olağanüstü düzeyde genişletici para politikaları, küresel likiditeyi artırmıştır. Dolayısıyla gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akımları güçlenmiştir. Ayrıca, Türkiye ihracatının ağırlıklı olarak gelişmiş ülkelere yönelik olması ve bu ülkelerin ekonomilerindeki toparlanmanın yavaş gerçekleşmesi dış talepteki toparlanmayı sınırlamıştır. Küresel ölçekte gözlenen düşük faizler, güçlenen kısa vadeli sermaye akımları sonucunda hızlanan kredi büyümesi ile artan ithalat ve zayıf seyreden dış talep 2010 yılında cari açığın hızla genişlemesi sonucunu doğurmuştur. Bütün bu gelişmeler para politikasının, fiyat istikrarının yanı sıra finansal istikrarı da gözetmesini gündeme getirmiş ve TCMB’nin ‘yeni normal’ olarak da adlandırılan bu yeni küresel konjonktüre uygun bir strateji benimsemesini gerektirmiştir. TCMB, bu doğrultuda araç çeşitliliğine giderek, temel politika aracı olan bir haftalık repo ihale faiz oranının yanı sıra zorunlu karşılık ve likidite yönetimi gibi araçları daha aktif olarak kullanmaya başlamıştır. 2010 yılından itibaren uygulamaya konulan bu yeni strateji 148 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM bağlamında TCMB bir taraftan bir faiz koridoru oluştururken, diğer taraftan da zorunlu karşılık oranlarını değiştirmiştir. Söz konusu bu değişikliği TCMB’nın çıkış stratejisi bağlamında ortaya koyduğu bir senaryo değişikliği olarak görmek mümkündür. Daha önce TCMB, enflasyon ve kredi büyümesinin hızlanacağı bir senaryoyu kabul ederken, artık enflasyonun yavaşlayacağı, ancak kredi büyümesinin hızlanabileceği bir senaryoyu dikkate almaktadır. Dolayısıyla uygulayacağı para politikasının araçlarının seçiminde ve bileşiminde değişikliğe gitmiştir. Kaynak: TCMB TCMB para politikasında miktarsal sıkılaştırma uygulamasını başlatmıştır. Daha düşük bir politika faizi, daha yüksek zorunlu karşılık oranları ile birlikte daha geniş bir faiz oranı koridoru uygulamasını içeren yeni para politikası çerçevesi geleneksel enflasyon hedeflemesinden farklı olarak yukarıda vurgulanan politika bileşimini temel araç olarak benimsemektedir. Kaynak: TCMB 149 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Söz konusu politika bileşimi fiyat istikrarının yanı sıra finansal istikrardan da sıklıkla bahsetmektedir. Bu doğrultuda TCMB finansal istikrarı aşağıdaki hedefler bağlamında tanımlamaktadır: 1. Borçluluk Oranları: Daha çok özkaynak kullanımı, daha basiretli borçlanma; 2. Borçlanma Vadeleri: Yurt içi ve yurt dışı borçlanma ile mevduatın vadesinin uzatılması; 3. Döviz Pozisyonları: Kamu ve özel sektörün döviz pozisyonunun güçlendirilmesi; 4. Risk Yönetim Süreçleri ve Yöntemi: Her türlü riskin, tüm ekonomik birimlerce daha etkin bir şekilde yönetilmesi. Nitekim TCMB sadece politika faizi ile hem fiyat istikrarını hem de finansal istikrarı birlikte sağlamanın güçlüğünü vurgulamakta ve çözüm olarak faiz dışı araçların, diğer kamu otoriteleri ile birlikte eşgüdüm içinde kullanılmasını tercih etmektedir. Faiz dışı araçlar ise şunlardır: Zorunlu karşılık oranları, Merkez Bankasının likidite yönetimi, Sermaye yeterlilik oranları, Likidite yeterlilik oranları, Vergiler ve Hükümetin faiz dışı harcamaları. 2012 yılı Mayıs ayında tüketici fiyatları yüzde 0,21 oranında azalmıs ve yıllık enflasyon 2,86 puan düşerek yüzde 8,28 olmuştur. Bu düşüşte işlenmemiş gıda fiyatlarında olumlu seyir ve uluslararası gelişmeler paralelinde gerileyen akaryakıt fiyatları belirleyici olmustur. Nisan ayında yüksek bir artış sergileyen giyim fiyatlarının Mayıs ayında mevsim ortalamalarının oldukça altında artması da enflasyondaki düşüşü belirleyen bir diğer unsur olmustur. Giyim fiyatlarındaki bu hareket arındırıldığında dahi temel enflasyon göstergelerinin ana eğiliminde kayda değer bir düşüş gözlenmistir. TCMB’ye göre enflasyonda tepe nokta görüldü ve tekrar tek haneye gelindi. Nitekim enflasyon beklentileri de mevcut duruma göre daha iyimser durumda. Ancak yine de TCMB’na göre daha karamsar olduğu iddia edilebilir. TÜİK’in düzenli olarak yayınladığı Özel Kapsamlı TÜFE Göstergelerinden H ve I endekslerinde ciddi yükseliş yaşandı. TCMB de bu nedenle fiyat istikrarı vurgusunu artırmak yoluna gitti. Bu endekslerde görülmeye başlayan düşüş eğiliminin sürmesi enflasyon beklentilerini de düşürecektir. Dış Ticaret ve Cari İşlemler Dengesine Yönelik Beklentiler: 2012 yılı içerisinde 12 aylık birikimli cari işlemler açığı kademeli olarak azalmaya devam etmektedir. Azalan dış talep ve bu nedenle azalan ithalat hacmi, düşmekte olan emtia ve enerji fiyatlarıyla birleşerek dış ticaret açığını neredeyse yarı yarıya azaltmıştır. 2010 yılı ertesinde ise ekonomide ortaya çıkan büyüme eğilimi çerçevesinde ihracat ve ithalatta yükselişler görülmeye başlanmıştır. Bu bağlamda dış ticaret açığı da hızlı bir yükseliş eğilimine girmiştir. Küresel finansal ortamda yaşanan iyileşme çerçevesinde söz konusu açığın finansmanı sağlanabilmektedir. Dünya ekonomisinde mevcut eğilimlerin sürmesi halinde Türkiye’nin dış ticaret hacminin ve dış ticaret açığının ve dolayısıyla cari açığının sürmesi beklenmelidir. 2013 yılında iç ve dış talep arasındaki dengelenme öngörüldüğü şekilde devam edebilecektir. Ilımlı kredi büyümesi ve göreli fiyat hareketlerine bağlı olarak ithalat yıllık bazda gerilerken, küresel büyüme görünümündeki zayıflamaya rağmen ihracat artış eğilimini korumaktadır. 150 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM 2012 yılında da Türkiye ekonomisinin yapısal sorunu olan cari açığın sürmesi beklenmektedir. Ancak 2010 yılının son aylarında TCMB farklı bir politika izlemeye başlamış ve cari açık sorunuyla ilişkilendirilen tedbirler almıştır. Fiyat istikrarının yanı sıra finansal istikrardan söz eden TCMB’na göre cari açık finansal istikrarı tehdit edebilecek önemi bir değişken konumundadır. Cari açık ile yurt içi kredi hacminin artışı arasında yakın bir korelasyon olduğunu vurgulayan TCMB para politikasını değiştirerek sıkılaştırıcı tedbirler almaya yönelmiştir. Söz konusu tedbirler piyasa faiz oranlarının yükselmesine ve TL’nin değerinin düşmesine neden olan etkiler ortaya çıkarmıştır. İlerleyen dönemde TCMB politikalarının etkleri daha net görülebilecek ve cari açığın artış eğiliminin tersine dönmesi söz konusu olabilecektir. Diğer taraftan dış talep, enerji ve hammadde fiyatlarında görülen yükselişler cari açığın seyrini yakından belirleyecektir. Kredi Artış Hızı 151 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM Cari açığın düşüşünün yanı sıra finansmanı konusunda da nisbi bir iyileşme olduğu görülmektedir. Bütce Performansına Yönelik Beklentiler: 2009 yılı kamu kesiminde gevşemeye başlayan mali disiplinin tekrar elde edilmesi hedefiyle birlikte öngörülmekteydi. Ancak, küresel ekonomik krizin Türkiye ekonomisi üzerindeki etkileri kamu kesimi dengesinde de kendisini hissettirdi. Özellikle daralan dış ticaret ve özel tüketim harcamaları nedeniyle bütçe gelirlerinde düşük bir performans sergilendi. Diğer taraftan, ekonomik krizin olumsuz etkilerini gidermek amacıyla artırılmaya başlanan kamu harcamaları bütçe dengelerinin etkilenmesine neden oldu. Bu çerçevede, ekonomi yönetimi yeni hedefler belirleyerek revizyona gitmişti. Söz konusu revizyonun etkilerinin 2010 yılı bütçesinden itibaren etkili olduğu görülmektedir. Bu çerçevede kamu kesiminin 2009’da yara alan mali disiplini tekrar tesis etmek kaygısında olduğu vurgulanmalıdır. 152 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM BÜTÇE PERFORMANSI Faiz Dışı Denge Bütçe Dengesi 2008 - 17.432 33.229 2009 - 52.761 440 2010 - 40.082 8.217 2011 - 17.439 24.773 Ocak-Ağustos 2011 2.105 33.847 Ocak-Ağustos 2012 - 8.520 27.744 Kaynak: Maliye Bakanlığı Maliye Bakanlığı verilerine göre 2011 yılında küresel kriz öncesine gerileyen bütçe açığı ve eski seviyelerine yaklaşan faiz dışı fazla seviyesi Türkiye ekonomisinin mali disiplin içinde olmasının temel göstergeleridir. 2012 yılında büyümenin yavaşlaması ile birlikte bütçe verilerinin bozulması görülse de mali disiplinden taviz verilmeyeceği görülmektedir. Finansal istikrar hedefi çerçevesinde özellikle TCMB’na bu tavrın önemli bir destek olduğu düşünülebilir. Kaynak: Kalkınma Bakanlığı 153 TSPAKB GENEL EKONOMİ VE MALİ SİSTEM 2012-2014 Orta Vadeli Program Temel Ekonomik Büyüklükler Kaynak: Kalkınma Bakanlığı 154 TSPAKB