12 - 17 Ekim 1989

advertisement
12 - 17 Ekim 1989
PROGRAM
1.
AÇIUŞ
12 Ektm 1989 Perşembe. Soat: 13.00
TDV Kocatepe Camii Konferans Salonu
13 Ekim 1989 Cuma. Saat: 14.00.
Ver: M.E.B. Şura Solonu ~ Beşevler
(Eski YOksak Ö{lretmen Okulu Sqlonu)
Dr. HalisAlbayrak
14 Eklm 1989 Cumartesi. Saat; 14.00
Odalar Blrli{ll Solonu Bakanirklar
Tiirk
Ocogı
Solonu Somanpozon
Fehml Koru
Dr. Tayyar
Beşir Ayvazoğlu
Ahmet
Gürtaş
Nevzat Kösoğlu
lll Prof.Dr. Necati Öner
lll Ekrem Üçyiğit
Odatar
BlrUğ!
Salonu
Bakanlıklar
Mlnf IKOtöphone So!onıu
SOn Dural\::
Boh.çe!ıevıer
~ım;:ııı;~~~~~~~~Soaı ı6oo
Bahçelievler Son Durak
Allıkulaç
lll Prof.Dr. Hayrani
lll Yavuz Sahadır
Prof .Dr. ismail Cerrahoğlu lll Prof .Dr. Esot Coşan
S. Ahmet Güner
Vll. KAPANlŞ VE DEGERLENDIRME
17EI<Im 1989SOiı,Sootl5 . 00
V. KUR'AN-i KERIM
15 El<lm 1989 Pazar. Saat 15.00
IV. TASAWUF VE ISLAM
Vl. INSAN VARLU~I KARŞlSlNDA ISLAM
14 El<lm 1989 Cumoıtesl. Saat• 19.30
ll. MEVLID
Prof.Dr. Orhan Arslan
Hl TARIH IÇINDE ISLAM
Altıntaş
lll Atilla Özdur
Anbarcıo()lu
Prof.Dr. Yüksel Bozer
Prof.Dr. Mustafa Faydalll Ayvaz Gökdemir lll Ergun Göze lll Halil Güler
Prof.Dr. Abdurrahman Güzel
lll Hamdl Mert
Prof.Dr. Mellha
Prof.Dr. Süleyman Hayri Boloy
lll Dr. Haluk Nurbaki
Doç.Dr. Yaşar Nuri Öztürk
Prof.Dr. Mehmet
Hatipoğlu
Ahmet
lll Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak
Prof.Dr. Se dot Topçu
Prof.Dr. Bohaeddln
Kabaklı
AcarOkan
Mümtaz'er TOrköne
Yediyıldız lll Namık
Kemal Zeybek
MMID KIRAATI :
~moll Coşar
iSI.AMDA NEFiS TERBiYESi
Prof. Dr. Esat COŞAN
Sözlerime Allah'ın
adıyla başlarım.
İnsanı yeryüzünde kendisinin halifesi kılan, dağların, taşlann,yerlerin, göklerin,
yüklenmekten kaçındığı emaneti taşımaya Hiyık gören, yerde ve gökte bulunan cümle
varlıklan insanoğluna musahhar kılan ve onu alıseni takvim üzere yaratan, eşrefi mahlukat kılan yüce Allah'a hamdü senalar olsun. Onun alemiere rahmet ve insanlığa örnek
olarak gönderdiği habib-i edibi Muhammedi Mustafası'na sonsuz saliitü selam olsun.
Ve onun yolunda gidenlere ...
İbrahim Hakkı Erzurum! emsalsiz eseri Marifetnamenin başında ayetlerden ve hadislerden çıkartmış olduğu bir ömür hüliisası olarak, bir bilgi konsantresi olarak diyor
ki, "Hak Teala dü cihanı benim actem için onu da kendisini bilmesi için yaratmıştır. O
halde hılkati alem ve adernden maksadı aksa ve matlabı ala marifedi mevladır." Yani
yerin göğün yaratılmasından insan nesiinin bu cihana gönderilip bezemesinden, asıl
maksat Allahu Teala hazretlerinin bilinmesidir. İnsanoğlunun o marifetu'llaha ulaşması
hayatının gayesidir. İnsan o irşat sonucuna ulaşmadığı zaman, son derece kötü ve zararlı bir varlıktır. Nitekinı Kur'an-ı Kerim'de yeryüzünde Allah'ın halifesi olarak insanoğ­
lunun yaratılacağı meleklere bildirildiği zaman meleklerin cevabı, "Yarabbi orada fitne
fesat çıkaran kanlar döken bir varlık mı yaratacaksın?" İnsanoğlu alısen-i takvim üzere
yaratılmıştır ama eğitimden ve marifettullahtan malırum olunca estel-i safiline düşer.
İnsanlık tarihi incelendiği zaman görülür ki irşat olmazsa insanlar yaratıkların en şerlisi­
dir. Yağmacılık savaşlarıyla birbirlerini mahvetmişlerdir. Kuvvetli zayıfı ezmiştir. Kanctırma ve sömürme sürmüştür. Geçim derdiyle kız çocuklan diri diri toprağa gömülmüş­
tür. Kadın horlanmıştır. Avrupa'da kadın miras alamamıştır. Şeytani sayılmıştır. Sosyal
haklardan mahrum kılınmıştır. Nil nehrinin bereket getirmesi için asil bir kızın Nil nehrine kurban edilmesi Mısırlılar tarafından yapılmıştır. Hindistan'da ölen koca ile sağ kalan karısı beraber yakılmıştır. Eskimo yaşlılan beyaz ayılara yem edilmiştir. İbni Fadlan'ın Seyahatnamesinde aıl'lattığına göre eski Sibirya'da bir kadın din namına, inanç
narnma feci şekilde sarhoş edilerek feci şekilde kurban edilmiştir. İntiharlar ve katiller
doludur. Halbuki İslam fıkhı 5 büyük gaye gösteriyor. Şeriatın alıkarnı incelendiği ve
- - KUTLU D O G U M - - - - - - - - - - - - - - - - - 1 6 3 - -
onların hikmetleri, gayeleri düşünüldüğü zaman İslam'ın bu abkaını koymakta insanoğ­
lunun lehine beş büyük hedefi amaçladığı fıkıh kitaplannda kaydediliyor. İslam, inancı
ve ruhu korumayı esas alıyor. Onun için küfrü, şirki ve batıl inançlan yasaklamış. Bedenin korunmasını esas alınıyor onun için intihar ve katil yasaklanmış. Vücudu tahrib
eden içki gibi maddenin içilmesi yasaklanmış. Neslin korunmasını esas alıyor, evlenmeyi teşvik ediyor, kürtajı yasaldıyor, çocukların öldürülmesini yasaklıyor. Malın korunmasını esas alıyor.
Mecelle'nin kaideleri arasına "la darara ve la dırar" İslam kaidesi girmiştir. İs­
lam'da mala zarar vermek şeklinde bir hukuk kaidesi yoktur ve yapılmış bir zarara zararla karşılık vermek de yoktur. O da yasaktır. Malı tahrip etmek de yasaktır. Tahpb
edilmiş bir malın mukabelesinde karşı tahrifle ona cevap vermek de yasaktır. Aklın korunması esas alınmıştır. içki aklı örttüğü için yasaldanmıştır. İnsanlar eşit sayılmıştır.
Padişahla köle aynı saftadır. Müslimle gayri müslim adalet karşısında eşittir. Fakirle
zenginin farkı yoktur. Fatih Sultan Mehmet camisinin kubbesini eksik yapan mimarı cezalandırdığı zaman mahkemeye verildiğinde İstanbul kadısının önünde mindere oturmak isteyince, "padişahım burası adalet yeridir, sanık mevkiine geç" diye ilitar almıştır.
İnsan aziisı kesilemez, savaşta bile aza kesrnek gibi bir işkence yapılamaz. İnsanın dirisine olduğu gibi kabrine, mezarına da hürmet vardır. İnsanın dişi, tırnağı bile gelişigü­
zel çöpe atılmaz toprağa gömülür. Cenaze geçtiği zaman ayağa kalkılır. Cenazeye hürmet edilir. İslam, insanın karşılaştığı şerlerle mücadele etmiş onları kaldırmaya,
engellemeye çalışmış. islama göre şerrin kaynaklan şunlardır:
Birincisi şeytandır, görmediğimiz, varlığını Kur'an'dan öğrendiğimiz bir varlık.
sizin için bir düşmandır. Aşikar bir düşmandır, siz de onun düşman olduğunu
bilin, onun hilelerine karşı uyanık olun", ona karşı dikkatli olun, diye ikaz olunmuşuz­
dur. Şeytanın hizbi vardır. (Şeyatinu'l insi ve'l Cirın) İnsanların ve cinlerin şeytanlan
vardır, insanlar arasında şeytaniaşmış cinler vardır. Görünmez varlık olan cinlerden şey­
tanlar vardır. Dünya üzerindeki insanlar iki hiziptedirler, birisi hizbullah, diğeri hizbuşeytan, fakat, şeytanın insan üzerine kesin bir tesiri yoktur. Nahl süresinin 99 ve
lOO'ncü ayetlerinde bildiriliyor ki; Mü'minlere ve Rabbine tevekkül edenlere onun sultası, tasallutu geçerli değildir. Onun tesiri onu dost edinip, ona yöneleniere ve onunla şirk
koşanlaradır, onun tesiri onlaradır. Mü'mine tesiri yoktur. Demek ki sadece bir vesvese
verme gücü vardır. Şerrin çeşitlerini insanın gözü önüne sıralama, onlara vesvese verme
için gücü vardır.
"Şeytan
islama göre kötülüğün diğer kaynağı insanın kendisidir, nefsidir. Yusuf aleyhissedili ile Kur'an-ı Kerim'de ifade edilmiş bir hakikattır. Allah'ın müstesna kıldığı kişiler hariç, nefis, insanlara kötülüğü emretmekte adeta meslek sahibi olmuş, çok kötülük
emredici bir vadıktır. Şeytanın içimizdeki yardakçısıdır, inatçı ve ısrarcıdır. Terbiye
edilmesi gerekir, şeytan gibinefsinde insana vesvese vermesi vardır. Binanaleyh Yunus
Ernre merhumundediği gibi bizim içimizde "Bir ben vardır bende benden içerfi". Çeşit­
li varlıklar görüyoruz, odaklar görüyoruz, vesveseler alıyoruz. Şeytanın vesvesesi ile
nefsin vesvesesi arasındaki farkı mutasavvıflar birisinin aynı şeyi söylemesinde ısrar etmesi, birinin oyundan oyuna geçmesiyle ayırtederler. Şeytan usta bir aldatıcı olduğu
lamın
- - 164 - - - - - - - - - - - - - - - - - KUTLU DOGUM - -
mahrum kılmak hedefinde gayesinde olduğu için, bir güyaptrramazsa, başka bir günaha geçer, bir oyunu tutturamazsa başka bir oyuna geçer. Ama nefis, inatçı bir çocuk gibi aynı şeyi isterim de isterim diye tutturur. Onun nefisten geldiği anlaşılrr. Şeytana karşı Allah'a sığınmak, tevekkül etmek ayeti kerimede
bize bildiriliyor. Çünkü tevekkül edenlere tesiri yok, onun için işlerimizde efızü besmele çekiyoruz. Şeytanın bize tesir edeceğini bilerek onun bize tesirinin olmaması için önceden kendi kendimize böylece pratik bir yolla hatrrlatmış oluyoruz. Onun düşman olduğu ve onun düşmanlığını hatrrlamamız Kur'an-ı Kerim'de emredilmiş olduğundan
devamlı teyakkuz halinde, alarm halinde olmamız gerektiği söyleniyor. Şeytanın hile
yollannı tıkamak için başka mücadele şekli göze hakim olmak, günaha götüren yollara
ayak dahi atmamak. Onun için Kur'an-ı Kerim'de Allahu Teala Hazretleri zina etmeyin
dememiş, zinaya yaklaşınayın yani oraya götürecek yollara adım dahi atmayın, çünkü
yola girince sonucu kaçınilmaz olabilir. Onun için içki yasaklanmıştrr, içki aklı alu,
kontrolu kaldrrrr ve insanı ne yaptığını bilmez duruma düşürür.
için,
insanı Allah'ın nzasından
nahı
İnsanın nefsi aslında gereksiz bir varlık da değildir. Peygamber Efendimiz, "Nefsin senin bineğindir, ona rifk ile muamele eyle, haşin davranma, sert davranma" buyur
muştur. O halde insanın nefsinin olması ayıp bir şey değildir. İnsanın asli günahla doğ­
ması gibi, kendisinin kesbetmediği bir suçla suçlanması doğru değildir. Herkes İslam
fıtratı üzerine doğar, her çocuk temizdir ve masum bir insan olarak dünyaya gelir, fakat
annesi-babası onu mecusi yahut yahudi yahut nasrani yapar, yani eğitimle insan bozulur. Asıl fıtratından çıkabilir. O bakımdan bir üçüncü düşman, şeytan ve nefisten sonra
cahillik, bilmezlik, birtakım gerçeklerden habersizliktir diyebiliriz. Buradaki cahillik
tahsil görmemiş olmak, diploma almamış olmak gibi şekli bir şey değildir. Takva yoksulluğudur. Çünkü bazen alimler de, diplomalılar da cahillik ederler. Bu dini bilgilerin
eksikliği Allah'ın ilahi adaletinin sonuçları emirlerindeki hikmetlerinin, kanunlarının bilinmemesi, sosyal, ahlaki ve dini görgü bilgi ve kültür eksikliğidir. O halde, hiç tahsil
görmemiş bir kimse din noktasından cahil olmayabilir, arif olabilir, odunculuk yapan
Yunus Emre çok yüksek bir şahıs olabilir de, medresede okuyan bir hrrslı alim çok aşa­
ğı bir durumda kalabilir. Azap bakımından en büyük azabı görecek kimselerden birisi
ilminden kendisini faydalandrramamış olan iilimdir. Biliyor,bilgeliğin yolunu tutınuyor,
Biliyor, kusurlanndan kötülüklerden geri dönemiyor. Onun için İsHim insan terbiyesinde ilk önce ilk seviyede bilgi noksanlığını, görgü noksanlığını izale etmeye önem verir.
Hatta okuma yazma öğrenme, öğretme daha yüksek seviyelerde fevkalade desteklenmiştir. Hz. Ali Efendimizin "Bana bir harf öğretenin kölesi olurum" sözü meşhurdur.
Peygamber (s.a.s) Efendimiz, zamanının çok asil kişileri sahabe-i kiram,- çoğu ümmi
kimselerdir - Arap şairlerinden mehşur Adiy İbn-i Hatim Hz. Peygamber'in yanına gelip ondan bir berat alınca Medine çarşısında beratı okutaeale bir kimse bulamamıştır.
Kendisi okuyamadığı gibi şair olmasına rağmen okutaeale kimse dahi bulamamıştır.
Ama bu kısa zamanda değişmiştir. İslam alemi dünya durdukça anılacak büyük alimler
yetiştirrniştir. Hz. Peygamber'in bir çok hadisleri talebeyi,hocayı,öğrenmeyi,öğretmeyi
teşvik ettiricidir. Peygamber Efendimiz'in bir hadisini söyleyerek diğerlerini geçiyorum:
"İlim öğrenmek Allah indinde namazdan oruçtan sadakadan hacdan ve Allah yolunda
savaştan dahi daha üstündür." Fakat İslamdasadece bilmek yeterli değildir. Sadece bi-
- - KUTLU DOGUM - - - - - - - - - - - - - - - - - - 1 6 5 - -
lenler helak olacaklar, bildikleriyle amel edenler müstesna. Sadece bilip amel etmek de
yeterli değildir. Yaptıklarını Allah rızası için, iyi niyetle yapanlar, ihlasla yapanlar müstesna, onlar dahi nice tehlikeler içindedir. İslam'da böylece kuru bilgi yığını yeterli sayılmamış, insanın ham veya çirkin veya muzır veya sadist olabileceği daima gözönünde
bulundurulmuştur. Ecdadımızdan nakledilen menkıbelerde "Evladım ben sana paşa olamazsın demedim, adam olamazsın dedim" sözü meşhurdur.
İslam insanın kamil, olgun, bilgili, nefsinin terbiye edilmiş bir nefis olmasını amaç
edinmiştir. Nefis nedir. Nefis insanın kendisidir. Kendi benliğidir. İnsanın maddi hayatı­
nı,bedeni" menfaatlarını
temsil eden ve vücudu yönetmekle Allah tarafından görevlendibir benliğidir, faydalıdır, olmalıdır, ölmemelidir. Fakat terbiye edilmediği zaman
en büyük düşman haline gelmektedir. Peygamber Efendimiz savaştan dönen bir grup kişiye "Şimdi küçük savaştan büyük savaşa geldiğimiz bir kişinin kendi nefsiyle mücadelesi cihadı işi önünüzde duruyor" demiştir. Yani kendi nefsinizi yenme, kendinizi aşma,
arzulanmza hakim olma diye bunun en büyük savaş, cihad-ı ekber olduğunu belirtmiş­
tir. "En büyük düşmanın şu iki yanın arasında bulunan şu kendin, kendi benliğindir.
Kendi nefsindir", buyurmuştur. "Cihadın en faziletiisi kişinin kendi nefsiyie mücadele
etmesi, onu yenmesi ve hevayı nefse hakim olmasıdır" demiştir.
riimiş
İslamda
nefsin bazı istekleri tabii görülmüştür. Reddedilmemiştir. Kanalize edilyollardan karşılanması dinin buyruklan altına girmiştir. Yemek makul ölçüde meşrudur. Izdırar halinde çölde kalan çaresiz bir insanın haram yemesi bile caiz
olur, canını kurtarması için. Uyku insanoğlunun enerji biriktirme vasıtasıdır. Ertesi gününü rahat geçirme ve enerji depolama vasıtasıdır. Tavsiye edilmiştir. Evlilik neslin bekası için insanın huzuru için sükünu için tavsiye edilmiştir. Nefsin bazı arzuları doğru
değildir, meşru değildir. Onlar anormaldir. İşte bunların karşısına çıkmak İslam'ın başlı­
ca görevidir. Çünkü bunlar bilkatın kendisine koyduğu duygulan başka istikametlere
tevcih etmesinden kaynaklanmaktadır. Hilkatin şaşmasıdır, rayından çıkmasıdır, istikametinden sapmasıdır. Mesela kişinin rabbena hep bana diye düşünmesi, yarabbi hep bana ver başkası ne yaparsa yapsın. Ben öldükten sonra tufan, ne olursa olsun beni başkası
ilgilendirmez ... gibi, efendim, kibir gibi, ucub gibi, cinırilik gibi, hırs gibi, gazap gibi ve
nefsani şehvetler dediğimiz bir yelpaze bitmek bilmeyen arzular gibi, zevke sefaya düş­
künlük gibi, tembellik gibi, gaflet gibi, söylenilen hakkı kabul etmemek gibi, haram yemek işin kolayına kaçmak gibi bazı temayüller insan nefsinin ilk tutkusu küçüklüğünde
başlar yeme arzusuyla diyor, mutasavvuflar buna şevkiti hatın derler. Çikolata ister, helva ister, elma şekeri ister. Çocuk ister, devarnlı bu midenin arzusu şehvetidir. Sonra şeh­
vet-i ferc devresi, seks devresi gelir. O zaman, insanın başından aklı biraz yukariara gider. Dinin emirlerinden kontrollarından dışta, kabul edilmeyecek işlere sapar. Bir
zaman sonra aile kurar dünya sevgisi, efendim gözünü mal toplama arzusu kaplar, benim bu çocuklarım ne olacak, viran olası hanede evladı iyal var duygusu başlar. Sonra
niye ben bu kadar zenginim de herkes bana itibar etmiyor. Şöyle biraz yükseklere çık­
sam da herkes bana itibar ese diye mevki makam hırsı başlar. Küçük mevkilerden de
tatmin olmamaya başlar, bu sefer hubbu riyaset ister. Buralardan daha ~lalara çıkmak ister. İşte bunlar nefsin çeşit çeşit arzularıdır, hevasıdır. Kim Rabbinin makamından kormiştir. Meşru
- - 166 - - - - - - - - - - - - - - - - - - KUTLU DOGUM - -
kar nefsi bu hevalardan alıkoyarsa o cennete girecektir. Cennet onun durağı ve barınağı
olacaktır. Nefsin terbiyesi elbette mümkündür ve yapılmıştır. Tarih boyu bunun nice
güzel misallerini görüyoruz. Nefstemmare Kur'an-ı Kerim'den ayetlerden alınmış birtakım sıfatlarla sıfatlandırılarak, hangi merhalelerden geçtiği nerelere vardığı belirtilmiş­
tir. Levviime olur. Hatasını aniayıp kendi kendisini muhakeme etme, tenkit etme, kritik
etme noktasına gelir. Buna nefsi levvame derler. Sonra bir zaman sonra mülheme olur.
Manevi hayatın bir takım güzelliklerini sezmeye, Allah'tan gelen haberleri almaya baş­
lar buna nefsi mülheme derler. Sonra istikrar kazanır, karar bulur,sükun bulur, rahat bulur, karakteri sağlamlaşır. Kötülüğü sevmez iyilikte severek devam eder. Mutmain olur,
mutmain olmuş bir nefis haline gelir. Böyle olunca da, mükafatı hakeder. Rabbının kendisine takdir ettiğinden razı, memnun, hoşnut, kadere itiraz etmeyen, Rabbının her halini her fiilini hoş gören "boştur bana senden gelen, ya gonca gül yahut diken lütfunda
hoş kalırında hoş mevla görelim neyler,neylerse güzel eyler" gibi duyguların sahibi olan
bir insan haline gelir. Tabii sonra merdiyye Allah tarafından sevilen bir insan haline gelir. Bundan yukansı da peygamberlerin seviyesi olan nefsi safiyedir.
Tabii nefsin terbiyesi denince zamanın da sınırlan çok önemli oluyor. Galiba nefsin terbiyesinde size de biraz sabır düşüyor. Nefsin ıslahı ve terbiyesi metodlarını mutlaka ifade etmek gerekiyor. Nefsin ıslahı için çare bizzat İslam'ın kendisidir. İslam'ın
uygulanmasıdır.İsliim'ın emir ve yasaklandır. Çünkü o herşeyin ıslahi içindir. Namaz
insanı günde beş defa yıkayan üzerinde kir pas bırakmayan ve daima kendisini Rabbı­
nın kulu olduğunu sağlayan bir ibadettir. Üç vakit olmaz mı? Olmaz. Çünkü az gelir.
Bir vakit olmaz mı? Olmaz, yetmez. Haftada bir olmaz mı? Olmaz çok yanlıştır. Bir
hafta çok geç kalınmış olur.
Oruç iradeyi eğiten çok kıymetli bir ibadettir. Nefsin şehvetlerini kesen, söndüren
bilhassa gençlere Peygamber Efendimiz'in tavsiye ettiği bir ibadettir. Zekat yardımlaş­
ma duygusunu merhamet duygusunu kardeşlik duygusunu geliştiren ve lafta bırakma­
yan tatbikat sahasına indiren güzel bir ibadettir. Hac evrensel müslüman kardeşliğini
sağlayan bir ibadettir. Dünyada Hakk'ın hakkaniyetİn sağlanması ibadetler ile müslümanlara çizilmiş, mekanizma konulmuştur.
Nefsin ıslahı için bir diğer yol turk-u nevafil diye adlandırılır. Kul kendisine farz
ibadetleri yaptıkça Allah'ın sevgisini kazanır amma nafile ibadetlerle öyle gelişme gösterir ki, öyle ilerleme kaydeder ki, Allah onu kıldığı nafile namazlarla, tuttuğu
nafile oruçlarla, mecbur olmadan verdiği sadakalarla, hayırlarla öyle bir mertebeye getirir ki, nihayet Allah da o kulu sever ve Allah o kulu sevdiği zaman diyor Peygamber
efendimiz gördüğü gözü olur, tutan eli olur, duyan kulağı olur, yürüyen ayağı olur. Bu
ibadetlerin önemini gösteren nefsin terbiyesinde ibadetlerin fonksiyonunu ifade eden
haaıslerdendir. Bilgi verip ikaz ve ihbar etmek, müjdelemek ve korkutmak Kur'an-ı Kerim'in bir metodudur. Yani bazen cenneti anlatmıştır, bazan cehennemİ. Bazen müjdeler, bazen korkutur ve kulu havf ile nca arasında bir istikrar makamında tutar. Bir mutasavvuf diyor ki, kul havf ile nca arasında iki başlı arslanın arasındaki tilki gibi olmalı.
Bir tarafa fazla yaklaşırsa tehlike vardır. Diğer tarafa daha fazla yaklaşırsa daha başka
tehlike vaıdır. Havf ile nca arasında olacak, ümidi fazla olup gevşemeyecek, korkusu
kılınmış
- - KUTLU D O G U M - - - - - - - - - - - - - - - - - 1 6 7 - -
fazla olup erimeyecek. Havf ile nca nefsin terbiyesi için
bir yoldur.
Kur'an-ı
Kerim'in
kullandığı
Daha başka yollarla rabbine intikal eder. İç gözlem tavsiye edildiği gibi dış gözlem
de tavsiye edilmiştir. Yerlerin göklerin tefekkürünü emreden, tavsiye eden ayetlerden
bir tanesidir. Seyahat olgunlaşmak için bir yol olarak kullanılmıştır. Yunus Emre'nin bir
dörtlüğünü hatırlarsınız:
Gezdim Urum ile Şamı
illeri kamu
Çok aradım bulamadım
Şöyle garip bencileyin
Yukarı
diyor. Demek ki o olgunluğu uzun seyahatlerde çeşitli meşakkatleri çekerek kazanmış.
Bilgili ve bilge bir kimseyi kendisine rehber edinmek ve ona teslim olmak, kendi ayıpla­
nnı onun direktifteriyle düzeltmeye çalışmak kullanılmış çok yaygın bir yoldur. Hz.
Peygamber'in yoludur.
Hz. Peygamber (s.a.s) sahabesini sohbet metoduyla eğitmiştir. Musahabet yoluyla
bulundurmak suretiyle, hayatın içinde uygulamalı olarak eğitmiştir.
Onun için bu en harcıalem, en güzel, en kolay, en müessir metoddur. Onun için beyatler
olmuştur. Tekkeler kurulmuş, tarikatlar kurulmuş ve çalışmıştır. Tarikatıann her birinin
kendisinin özel metodlan vardır. Birbirinden farklı olduklan için tarikat adını almıştır.
Usuller çoktur. Yani Allah'a giden yollar malılukatın değil, kendileri, nefeslerinin sayı­
lan kadar çoktur. Fevkalade çok yollar vardır ama, bunların elbette en kestirmesini, en
müessirini seçmek vardır. Mevlevilerde duyarsınız, efendim mutfakta çalışmıştır, bir
müddet aşçı olarak çalışmıştır. Ama olgun bir derviştir. O meşakkati çeksin diye kendisine o hizmet yüklenmiştir, hizmet ederekizzet bulmuştur.
eğitmiştir. Yanında
Aziz Mahmud Hüdayi Bursa kadısı iken, Üftade Hazretlerine gelip kendisinin eği­
tilmesini istemesi üzerine Üftade Hazretlerinin sınğa ciğerleri takdırıp, Bursa sokaklannda ona ciğer sattırması meşhurdur. Çünkü hakimliğin, kadılığın verdiği nefsi, kibiri
ancak böyle sert bir metotla kırmak mümkün olur yoksa yanına yanaşılmaz. Bahaeddin
Nakşibendi Hazretlerinin senelerce değil insanlara, kuşlara hasta hayvanıara hizmet ettiği bilinmektedir. 7 sene kırık kanatlı kuşlara, hastalıklara, kedilere vesair hayvanıara
hizmet ettiği yazılıdır. Çünkü malılukata merhamet etmeyen Allah'ın merhametine liyakat kasbedemez. Arif Nihat ASYA merhum onun için diyor ki, bir güzel duası vardır:
"Halka, mahluka, sevgiden gayri kusur verme ilahi kusur verme bana". Evet gayriyi
sevme bir kusurdur ama yaratıldığını yaratan için sevmek te Allah'ın razı olduğu bir kusur oluyor onun için malıluka sevgiden gayn kusur verme ilahi, kusur verme bana diye
dua etmiş.
Tarikatlarda iki ana usul vardır. Bir, tariki nefsani denilen nefsi riyazetlerle eritrnek, ezmek, zayıftatmak böylece aklın ve kalbin insan üzerinde kontrolünü ve hakimiyetini sağlamak yolu, meşakkatli riyazet yolu. Bu yolu uygulayan tarikatiara turuk-u
nefsaniye derler, yani nefsi ezme yoluyla nefsin ıslahını, nefsin olgunlaşmasını sağla­
yan yollar. Diğer bir yol da ruha kuvvet vererek, kalbi nurlandırarak insanı aşk ile şevk
- - 168 - - - - - - - - - - - - - - - - - - KUTLU DOGUM - -
ile doldurup gönlü aşkullahla, muhabbetullah ile doldurup gözü başka şeyler görmez
hale getirip, her emri seve seve yapar hale getirmektir. Herhalde merhum Orhan Şaik
Gökyay'ın bu vatan kimin sorusuna bir gül bahçesine girercesine, bu kara toprağa girenterin, diye cevap vermesi gibi insanın canını vermesi çok aziz canını vermesi sevgi
olunca, iman olunca bir gül bahçesine girercesine, feda edilir. Bir başka şairin de sözü
hep hoşuma gider: "Canı canan dilemiş. Vermemek olmaz ey dil ne niza eyleyelim, o
ne senindir, ne benim." Canı canan istemiş vermemek olur mu? Onu o istemiş vermemek olur mu, o onundur manasına. Riyazeti nefiste kıllet-i taam, az yemek killet-i menam az uyumak kıllet-i kelam lüzumsuz sözleri bırakmak yani az konuşmak, uzlet-i
enam insanlardan bir köşeye çekilip orada tefekküre dalmak ve ibadetle meşgul olmak.
Ve zikr-i müdam; daimi Allahu teala hazretlerini anarak sevap kazanmak suretiyle kirlerden paslardan temiztenrnek suretiyle Allah'ın lütfuna erme metodu. Bunun konsantre
şekli, yani bir zamanda bir mahalde yoğun bir şekilde uygulanma şekli halvettir, çiledir.
Peygamber Efendimiz'in bir hadisi şerifi vardır et-Terğib Ve't-Terhlb'de. Kim kırk
gün Allah rızası için ihlas ile bir köşeye çekilip Allah rızası için ibadet/e meşgul olursa
gönlünden lisanına hikmet pınarları coşup akmaya başlar, onun için 40 gün çile çekip
erbaine girip halvete girip kendisini kontrol edip ibadetlerle meşgul olup erişme zikri
vardır. Eşref oğlu Rumi'yi biliyoruz. Saadettlni Hamavi'nin yanına gitmiş, bir halvet çı­
karmış, bir halvet daha çıkarmış, bir halvet daha çıkarmış, 120 gün yani 4 ay ibadetle
meşgul olmuş. Tabii böyle şeyler olmayınca insanın olgunlaşması mümkün olmuyor.
Çünkü insanoğlunun tabiatının sertliklerinin kırılması ciddi çalışmalara bağlıdır. Kültür
tarihimizde nefs terbiyesi yönünden çok zengin, çok büyük, renkli, çok sevimli şahıslar
sahibi bulunuyoruz. Hepimizin gönül verdiği kişiler Mevlana Celalettin Rumi, Yunus
Emre, Hacı Bayramı Veli, Hacı Bektaşi Veli, Eşref oğlu Rumi, Erzurumlu İbrahim
Hakkı, Birgivi Muhammed Efendi, Aziz Mahmud Hüdayl ve daha nice binlercesi. Eski
halkımız, padişahtan halka, üromiden okumuşa, büyük çoğunlukla nefs terbiyesi görmüş kimselerdir. Kanuni diyor ki: "Nefs hazzın ey muhibbl vermegil hayvan sıfat zabtı
nefsetarif ol insanlık budur." Kanuni'yi en büyük yapan muhteşem yapan belki bu zihniyettir. Nefsine hakim ol, hayvani hareket etme, nefsinin esiri olma, nefsine hakim ol.
Yavuz Selim vefatı sırasında şimdi Allahu teala hazretlerinin fikriyle zikriyle meşgul
olmak zamanıdır diyen musilhibine, "Ya sen bizi neyle meşgul sanırdın" demiştir. O bakımdan eski büyüklerimizi eski ecdadımızı sakin, vakurlu, edepli, tok gözlü, cömert,
kalıraman, sabırlı, şükürlü, çalışkan, verimli, başkalanna merhametli, iyilik seven, seven ve sevilen, olgun kişiler olarak görüyoruz. Günümüzde bu konuda büyük boşluk
görüyoruz. Mill'i eğitim müesseselerimizde öğretim var ama, eğitim yok denecek kadar
azdır. Hele nefsin terbiyesi hiç yoktur. Bunun çaresini bulmalı, bizi cihana sevgili ve
saygılı kılan öz değederimizi korumalı, kurtarmalı ve tekrar çağdaş ve bilimsel olarak
işler hale getirmeliyiz.
Hepinizi saygıyla
sel~mlanm.
- - KUTLU D O G U M - - - - - - - - - - - - - - - - - - 1 6 9 - -
Prof. Dr. Mehmet HATiPOGLU
Cenab-ı
Hak, Resulü Ekremini
insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkarmak
için
talip bir müslüman kimsenin, onların
imaını durumunda olan Rasulü Ekremin bütün hayat saflıaları bizler için ibret doludur.
Rasulullah 23 seneyi bulan risalet vazifesinde, hemen hemen her gününü müslümanlar
için bir ibret sahifesi olarak göstermiştir. Kur'an-ı Kerim'in beyan buyurduğu üzere Peygamber Efendimiz insanlığın, bilhassa müslümanların örnek şahsiyetidir. Bu örnek şah­
siyet bütün faaliyetlerini sulh ve selamet içinde yürütmeye tercih etti, hiç bir zaman
kavgaya ve döğüşe, sert harekete tevessül etmedi. Hz.Aişe validerniz buyuruyorlar ki;
"Resullullah köle durumunda olan müslümanlara bile en ufak bir sert harekette bulunmamıştır." Keza ailesi efradına karşı hareketi de oydu. Fakat biz 20'nci asnn müslümanları kendimize karşı bile bir saygıyı unutuyoruz. Bazen birbirimizi kırıcı hareketlerde
bulunuyoruz. Böyle davranışlar, müslümanlığın temel vasıflarından olan İslam ahlakına
Peygamber siretine tamamen aykındır. İnşallah hepimiz sakin olmayı öğrenir ve ancak
hayırlı işlerin sükunet neticesinde olduğunun idraki içerisinde oluruz.
göndermiştir. Karanlıklardan aydınlığa çıkarmaya
Cenab-ı Allah bildiğiniz üzere insanoğluna iki dünya gösteriyor: Birincisi bu dünya, dünya hayatı dediğimiz bu devre, ikincisi de ahiret hayatı. Bu ahiret hayatı ebedi hayat. Burası geçici hayat. Ama ne diyor kitabın pek çok ayetlerirıde? Ebedi hayatın bu
dünyada yapılacak işlerle, anıellerle elde edilebileceğini vurguluyor. Bütün ayetlerinde
hemen hemen aynı fikir mevcuttur. Şu halde bu dünyadaki hayatımızia biz ebedi hayatı­
mızı kazanacağımıza göre, bu dünyada her attığımız adımın İslam ahlakına göre Peygamber efendimizin siretine uygun bir şekilde olması, boynumuzun borcudur. Cenab-ı
Hak bu ayetlerinde, sizlere hatırlatınada fayda görüyorum. Bu dünyada diyor öteki alemi hazırlayabilmeleri için müslümanların dikkat etmesi gereken iki umde vardır. Bir
iman sahibi olmak, ikincisi de salih amel sahibi olmak, bunun dışında ahireti elde etmek mümkün değildir. Dikkat buyurulacak olursa bu çerçevede olan ayetlerin hemen
hemen bütün hedefi budur. Bakın ben size hatırlatmak kabilinden bir kaç ayet okuyayım: "Kim bu dünyada kör ise öteki dünyada da kördür" diyor. Körlük maddi körlük
değildir. Manevi körlük, ahlaki körlük, edep körlüğüdür. Bunun benzeri pekçok ayeti
kerime var bunları zikrederek, zamanınızı almak istemiyorum. Resulü Ekrem bu ayetle-
- - KUTLU DOGUM - - - - - - - - - - - - - - - - - - 1 7 1 - -
rin ışığında hareket etti. Bu ayetler yani Kur' an, onun ahlakını teşkil etti ve bu istikamette bütün mü'minlere telkinlerde bulundu. Bunları söylüyorken yani hayırlı hizmet, salih
amel diyorken dikkat buyurun hiçbir sayımda bulunmamışlardır. Her türlü güzel hareket, İslamın içerisinde dahildi. İmana dahildir, biz bazen deriz ki, ahireti kazanabilmek
için işte şöyle adam olmak böyle adam olmak,din adamı olmak şudur, budur deriz. Bunları belirteyim benim bir tabirim var maruz görün. İsliimda din adamı diye bir tabir yoktur. Çünkü İslam'da herkes dininin adamı olJ11ak.zorundadır. Bizim lügatımızda din adamı deyince mesela sokakta geçenlerden bir anket yapsanız size müezzin, imam, müftü
hatta diyanet reisi diyecektir. Ama benim şu ana kadar vasıl olan kültürümle, vasıl olan
netice bu. İsliimda hayra hizmet eden her türlü hareket dini bir harekettir. Dini bir vasıfa
sahiptir. Bu bakımdan günümüzde tıp adamı da din adamıdır; Eczacısı da odur, ziraatçı­
sı da odur, mühendisi de odur. Yeter ki insanlığa hayırlı bir hizmette bulunsun. Kur'an-ı
Kerim'in bu beyanlarının yanı sıra Rasulullah ne buyurmuş. İnsanların hayırlısı kimdir.
İnsanlara hayırlı iş yapandır. Hayırlı iş yapan kimdir? Bu hayırlı iş çerçevesine hangi iş
giriyorsa onu yapan adamdır. Rasulullah imanı tarif ederken buyurmuşlar ki: "İman 40
küsür şubedir bunlardan bir tanesi de, sokakta gördüğün taş toprak cinsinden ayağa takılacak bir şeyi alıp kenara atmandır buyuruyor." Mesela bir tanzifat memurunun bir
süpürme görevini yapan bir vatandaşımızın vazifesi imanın şubesinin bir· vazifesidir.
İmana dahildir o hizmet. Dünyada görülebilecek hayırlı işleri bizim İsliimi sistemimiz ve
İsliimi bir değere dini bir değere sahip kılmak zorundayız. Diyeceksiniz ki İsliimiyette
din adamı yok diye, imam, müezzin olmasın mı? Katiyen böyle bir şey söylemedim.
İmamlık hizmeti, vaizlik hizmeti İsliimm hizmetleri içerisinde bir hizmettir. Yoksa bir
vakitler bu memlekette, kongrelerde bile, ilmi dedikleri kongrelerde bile İsliimda din
adamı yoktur, öyleyse imam ve müezzinlere devletten maaş vermek caiz değildir hükmünü veren kimselerle karşılaştık biz. Bu tamamen cahiliyetİn kendisidir. Neye dayandırıyorlardı. Dayandırdıkları husus bir hadisi yanlış anlamadan geliyordu. Hıristiyanla­
rın rahiplik mesleği sanatı İsliimda yok demektir bu hadis. Sahabe-i kirarndan bir tanesi
evli olduğu halde evini harkını terketmiş, kendisini ibadete vermiş. Hanımı gelip şika­
yetçi oluyor, Resullullaha bizim bey bizleri unuttu diyor. ResuluHalı bunun üzerine yanına çağırıp: Ey Osman ben senin rehberin değil miyim? Benim hanımını var, işim var,
bunların hepsini yapıyorum, üstelik de ibadetlerimi yapıyorum. Sakın ruhbaniyet hayatı­
nı benimsemeyin, İslamda ruhbaniyet yani ruhhan hayatı yoktur, kiliseye çekilip kendisini ibadete vermek gibi bir hayat yoktur. İslamın hayatında ahiret, ibadet ve dünya bir
arada gidecektir. Her an Allah'ı düşüneceksin, her an, Allah'ın istediği şekilde hareket
edeceksin. Ama hangi istikamette? Hayırlı istikamette. İnsanlara faydalı olacak şekilde
olmak suretiyle. Şurda Peygamber Efendimizin, Buhari'de bizim en kıymetli hadis kitaplarırnızdan birisinde rastlamıştım -hadis deyince hatırlatayını Peygamber efendimizin sözlerine hadis denir- Said İbni Abbas, bu aşerei mübeşşereden cennetle müjdelenen bir sahabi, makamı yüksek olan bir sahabi. Resulullah'ın arkadaşlarından. Hasta
olmuş, öleceğim sanmış ve kurtulmuş. Ona ResuluHalı ziyaretlerde bulunuyorlar, ziyaretlerinde de tavsiyelerde bulunmuşlar. İşte malım mülküro hepsini feda edeyim diyorlar, teklif ediyorlar. ResuluHalı hayır diyor, işte şu kadarını müsaade etmiş, üçte birini.
Bundan sonra söyledikleri şu: Allah nzası için vereceğin her türlü malda, vergide, ba-
- - 172 - - - - - - - - - - - - - - - - - KUTLU DOGUM - -
ğışta
senin için öteki dünyada bir ecir vardır. Bir de misal vermişler: "Hatta hanımının
lokma dolayısıyla Cenab-ı Hakk'ın ecrine sahip olursun diyor." Yani
İslamın Peygamberi, hanımıarına beylerin hizmette bulunmalarını, lütufta bulunmaları­
nı öteki dünyada ecre nail olmak için bir vesile, bir kapı addediyor. Nerde kaldı ki "Şe­
riat ve Kadın" ismini vererek kitap yazan, İsHim'a hakaret için doğduğunu zanneden zavallıların İsHim kadınını erkeklerin altında hatta ve hatta merkeplerin seviyelerine
indirmeleri nerede, nerede kaldı Resulullah'ın şu lütuftan.
ağzına koyacağın
İslam kolay bir din değil. Müslüman olmak o kadar kolay bir iş değil. İslam bir kültür
meselesi. Adam olabilmek kültür meselesi. Cenab-ı Resul Medine'de ilk İslam devletini
kurduğu zaman İslam'in istikbali için nelerin yapılması gerektiğini bir bir anlattı ve İs­
lam, gerçek bir müslüman olarak ölmemizi tavsiye ediyor. Gerçek müslüman olabilmenin şartlarını da kültüre bağlıyor, marifete bağlıyor, kültüre, bilgiye bağlıyor. İslam ümmetinin temel vasfı nedir? İman sahibi olmak, salih amel sahibi olmak. Salih arnelde
bulunabilmenin şartları da kültürlü olmaktır. Bir cemiyeti ayakta tutmanın şuurunda
bunlar var ve murakabede bunlar var. "Emri bil maruf nehyi amil münker" prensibi var.
"Hepiniz çobansınız ve hepiniz de sürünüzden mesulsunuz" diyor Resulullah. Herkesin
.kendi selahiyet dairesinde çoban olduğunu farz ederseniz, o .kendi emrindeki işlerden
kendisine tevdi edilen işlerden elbette mesul olacaktır. Onları tam yapmak zorundadır.
Elbette onlardan mesul olacaktır. Bunu nasıl yapabilir? Bunu ilim ve irfanla yapabilir.
Bilgisi olmayan bir adamın iyiliği emretmesi, kötülükten nehy etmesi mümkün değildir.
Cahil bir adam "Emri bil ma'ruf nehyi anil münker" yapıyorum derken kötüyü emreder
marufu da nehyedebilir. Bu mümkündür. O zaman ideal bir ümmeti müslümanın vücuda gelebilmesi için biz herşeyden evvel kültürlü cemiyet, kültürlü ümmet olmak durumundayız. Bunlar yapılmadan neler görüyoruz biz? islama yön vermek isteyen §lim sı­
fatlı kimseleri görüyoruz. Ben 30-40 senelik bir inceleme hayatım boyunca İslam
ilimlerini nakletmek şerefiyle mubali, pek çok alimin islamı anlatıyorken bile ne kadar
yaniışiara düştüğünü tesbit ettim acizane. İslamın ruhundan ayrılmış alimler var İslam
dünyasında. Ne gibi diyeceksiniz? Biz hepimiz okuduk, ResuluHalı Efendimiz islamı
beşeriyete tebliğ ediyorken herhangi bir ırk, herhangi bir coğrafya, herhangi bir millet
ayrımı yaptı mı? Katiyetle böyle bir şey yoktur.Bakın Kur'an-ı Kerim Arapça nazil olmuştur, ama içinde bir tek ayet yoktur, "Ey Araplar" diye hitap etsin, katiyen böyle birşey yoktur; "Ey Mü'minler" der Kur'an'ın hitapları, manevi vasıflara sahip olan kimselerdir. Yoksa Arabı, Acemi, Fransızı, ingilizi değildir. Buna rağmen biz neler yapmışız
bir görseniz. İslam peygamberinin yaşadığı bir devirde bir köleyle Kureyş'in en yüksek
seviyede sayılan eski zamanda, adamları evlendikleri halde daha birinci asrın Emevi
devrinde Arapları öteki İslam devletlerinden yüksek seviyede tutan bir zihniyet yeşer­
miştir. Bu zihniyetin neticesinde fıkıh kitaplarımıza bile giren öyle izahlar vardır ki İs­
lam milletleri arasında, millet tasnifi yaparlar. En yüksek ırk kimmiş? Araplarmış. Ondan sonra İranlılar, ondan sonra Türkler falan gelirmiş! Hatta hatta o dereceye
vardırmışlardır ki Arapların içerisinde, bile bölünme yapmışlar kabileler açısından, en
muteber kabile Kureyş kabilesi. Mesela Meşhur Haccac-ı Zalim hepiniz tanırsınız, Sakiflidir. Kureyşli değildir, Kureyş'ten bir hanım almış, Halife Emevi Halifesi Abdul Melik hemen hanımını boşatıyor. Sen, Kureyşli hanım almaya layık değilsin diyor. Bu zih-
- - KUTLU D O G U M - - - - - - - - - - - - - - - - - - 1 7 3 - -
niyet bize ne gösteriyor? Şimdi bu zihniyet bize Resulullah'ın kurmak için ter döktüğü,
kan döktüğü bu ümmetin daha 20-30 sene geçmeden ne hale düşürüldüğünü gösteriyor.
Daha sonra bu gelişti. Abbasiler zamanında öyle netice verdi ki İslam hilafetine.
Abbasi hilafetini çökmekten kurtarmış Selçuklular. o·devrin icabı üzere halifenin kızını
istemiş. Kızıyla evlenmek istemiş önce Tuğrul Bey güçbela alabilmiş, daha sonra Melikşah talip olmuş, Melikşah'ın en acı tarafı budur. O devrin Kadıyül Kuzatı Harezmde,
onu kız istemeye halifeye gönderiyor. O kadiyUl kuzat halifeye gidiyor, kızını istiyor ve
ondan sonra diyor ki şimdi benim elçilik işim bitti geldi şimdi sana nasihat etmeye, hani ResuluHalı nasihat dindir demiş ya-,şimdi nasihat edecek kadiyUl kuzat,sen diyor
bu sultana kızını verme. Türkmen Türk kanıyla senin o mübarek kanını bozma diyor.
Şimdi böyle alirolerin islamı temsil ettiği memleketten hayır gelir mi?
Eğer İslam dünyası bugün Garplıların hakimiyeti altındaysa, bizim kabahatimiz neticesinde hakimiyetine girdi. Yoksa İslamiyet'in kabahati yok burda. Biz bozduk İslami­
yeti, biz dejenere ettik. İnşaallah başta biz Türk milletinden olmak üzere islamı gerçek
çehresiyle anlayan nesiller yetişiyor. Bu nesillerin yayacağı ışıkla dünya müslümanlık
faziletinin nimetlerine en kısa zamanda erecektir. Bunun alametleri var. Geçenlerde bir
vesileyle İstanbul'daydım. Vardemburg diye bir alim var. Ben Marselm Buazar diye alimin kitabını almıştım. İslam hümanizmi diye koca bir kitap o alim bana dediki bu alim
müslüman oldu. Haberiniz varını böyle bir alimden, bu alimi müslüman eden Içim biz
miyiz? Maalesef ki değil. Kendisi anlıyor, kendisi tatbik ediyor da İslam'ın o hiçbir kaba sığmayan faziletleri neticesinde müslüman oluyor. Keşke biz de bu zaatları müslüman etme katkısına sahip olsaydık inşaallah olacağız efendim.
Hepinize teşekkür ederim.
- - 174 - - - - - - - - - - - - - - - - - - KUTLU DOGUM - -
Yavuz BAHADIROGLU
Devr-i Saadeti ve o saadet devrinin mimarını anlayabilmek, bir ölçüde devr-i cehaleti intikal ile mümkündür diye düşünüyorum.
Hatırlayalım ...
Dünyada, özellikle de Arap Ceziresinde maddi ve manevi anarşi zirveye çıkmıştır.
Zenginin fakire, erkeğin kadına, güçlünün güçsüze, devletin halkına zulmettiği karanlık
bir dönem yaşanmaktadır. Şefkat, merhamet vicdanlardan silinmiş, babalar öz evlatlannı diri diri toprağa gömecek kadar vahşileşmiş, kainat manasını kaybetmiştir.
insanlar adeta kör, adeta sağırdır...
Ne her sabah doğan güneşin sırrı, ne her gece çıkan ayın hikmeti, ne devasa bir
avize gibi gökyüzünde ışıldayan yıldızların tesbihi birşey ifade etmektedir.
Zihinlere hakim tek unsur, kuvvet, bunu sağlamanın tek yolu ise servettir. Ve insanlar bu uğurda insanlıktan uzaklaşmış, tek bir Allah'a kul olmak yerine, sayısız eşya­
ya kul olmayı tercih edecek derecede düşünce ufuklarını daraltmışlar, yaradılış hikmetinden kopup menfaatlerinin kölesi haline gelmişlerdir.
Hem bu insanların, hem de istikbalde
bir rehbere ihtiyacı vardı.
aynı
duruma düşmeye namzet kişilerin ebedi
O gelmeli ve insanın yeryüzünde Allah'ın yarattığı varlıkların en kıymetlisi, en
mükemmeli olduğunu, her birinin doğuştan bazı hak ve hürriyetlere sahip olduğunu anlatmalıydı.
O gelmeli varlıkların "ilah" değil, "vazifedar birer İlahi memur" olduğunu söylemeli, güneşin, ayın, yıldızların, ağaçların, çiçeklerin, kısacası bütün kainatın sırrını açmalı, hayatı anlamsızlıktan kurtararak hayata gerçek boyutunu kazandırmalıydı.
Sadece insanların değil, kainatın da bir rehbere, bu rehbere ihtiyacı vardı.
Ve O
seçilmiş
insan, Seçenin kudreti tahtında, kendisine en çok ihtiyaç
duyulduğu
anda geldi. Şahsiyeti, ahlakı, dürüstlüğü, doğruluğu ve güvenilirliğiyle hem kendi asnna, hem de asırlar ötesine örnek oldu. Ona "Muhammed-ül Emin" dediler.
- - KUTLU D O G U M - - - - - - - - - - - - - - - - - - 1 7 5 - -
Muhammed-ül Emin, Rabbimizi bize tarif eden üç büyük, külli muarriften biri olave gönderilmişti. Muarriflerden, yani tarifçilerden ikisi kainat kitabıyla
Kur'an-ı Kerimdir. Muhanımed-ül Emin, üçüncüsüdür.
rak
seçilmiş
Sözlerimizin girişinde kaba çizgilerle tablolaştırmaya çalıştığımız bir dünyada "Allah'tan başka bir ilah yoktur ve ben Allah'ın kulu ve Resfilüyüm" diye Tevhid davasını
omuziadığından bu yana 1.400 küsür sene geçti.
İlk günlerde bir kadınla bir çocuk çerçevesinde makes bulan davası, bugün yeryüzünde, dünyanın dört bir yanında ırkı, dili, rengi, kültürü, tarihi, gelenekleri tamamiyle
farklı milyonlara hitap ediyor.
Yüz milyonlarca insan O'nun izinden gidip,
getirdiği
ebedi hakikatı yaşamaya çalı­
şıyorlar.
Demek oluyor ki: Nice inancı, nice fikri savuran zaman rüzgan, O'nun sesini daha
tazeleyerek günümüze taşıdı. Asırlar ötesine aşırdı. Çünkü o
yalnızca kendi çağında, kendi çağının insanıarına seslenmiyor, aynı zamanda çağlar ötesine sesleniyordu. Getirdiği hakikatler geçmiş ve gelecek zamanlardaki bütün asırları,
bütün insanları kucaklıyor, bütün sorular makul ve mantıklı cevabı O'nun getirdiklerinde buluyor ve gönüllerini O'na açıyorlardı. Başka türlü, bir mesajın 14 asır boyunca tazeliğini muhafaza etmiş ve ediyor olması izah edilemez.
da
gürleştirerek, mesajını
Hatırlayalım ki her tik:ir, sonrakiler tarafından çürütülegelmiştir. Bir vakitler nihai
netice sayılan bilimsel bulgular bile zaman rüzganna dayanarnayıp silikleşmiş, yahut
yeni verilerin gölgesinde unutulmuştur.
Sadece Resulullah'm inancı, davası, mesajı, fikri bundan müstesnadır. O'nun davası
kendisinden önce yaşayanların tasdikinde olduğu gibi, sonraki asırların insanları tarafından da tasdik ediliyor. Her geçen gün daha da gençleşip, tazelenip, güçlenerek zamana ve mekana meydan okuyor.
ve
inancı,
"Alerolere rahmet" olarak gönderilen Zat, Alerolerin Rabbinden insanlığa hitap ile
geldi ve asırlara sığmayacak inkılabları birkaç sene içinde gerçekleştirdi. Arap ceziresinde abideleşen zulüm birkaç yılda yıkıldı. Evlatlarını diri diri toprağa gömen babalar,
O'na ve getirdiğine iman ettikten sonra mükemmelleştiler; dünyaya insanlık, adalet ve
medeniyet rehberi olacak hale geldiler. Ünlü şairler, O'nun getirdiği Kur'an'ın önünde
ihtiram durdu. Hükümdarlar O Zata hizmetkar olmak istediler. Ona ümmet olma şerefi­
ne hükümdarlık imtiyazını terk ettiler.
İnsanlar O'nun tek emriyle, kökü yüzlerce yıl derinde olan alışkanlıklarını bıraktı.
Bir zamanlar üç kuruş menfaatı uğruna cinayet işleyenler O'nun talimatıyla mallarını fakire sadaka verdiler.
O, zengini fakirin, kuvvetiiyi zayıfın yardımına koşturdu. O, ruhları coşturdu.
man kavimleri, nesep kardeşliğinden daha güçlü, daha sıcak duygularla birleştirdi.
Düş­
Ve O yirminci asır insanının yüz yılda yerleştiremediği hakkı, hukuku, adaleti,
hürriyeti, demokrasiyi ve insan haklarını bir solukta yerleştirdi. Böylece cehalet asn, bir
saadet asn olup çıktı.
- - 176 - - - - - - - - - - - - - - - - - KUTLU DOGUM - -
Nihayet asır asırlara taştı. Ve O çağlar ötesiyle kucaklaştı.
Tarık bin Ziyad'lar, Selahaddin Eyyubiler, Celalüddin Harzemşahlar, Alpaslanlar,
Gazi Osmanlar, Fatihler, Selimler, Süleymanlar, Ak Şemseddinler, Güraniler, Geylaniler, Gazaliler, Mevlanalar, Yunuslar,Uluğ Beyler O'nun sevdasıyla yanıp sevdayolunda
ebedileştiler. Yol üstündeki bağlardan kopardıkları üzüm salkımlarının yerine altın bağ­
layan ordunun ilham kaynağı O'ydu.
Hıristiyanlık taassubunun kol gezdiği bir devirde Bizans Kardinalına: "Bizans
önünde Latin serpuşu görmekteuse Müslüman sarığı görmeyi tercih ederim" sözünü
söyleteıi adalet ve müsamahanın dayanağı O'ydu.
Fatih'e İstanbul'u fethettiren cehdi aşılayan O'ydu.
Arz bir mescid, Mekke bir mihrab, Medine bir minber; bürhan-ı bahir olan Peygamberimiz bütün ehl-i imana imam, bütün insanlara hatip, bütün enbiyaya reis, bütün
evliyaya seyyid, bütün enbiya ve evliyadan mürekkep bir halka-ı zikrin serzakiri... Bütün enbiya, hayattar kökleri, bütün evliya taravettar semereleri, O bir şeceııe~i nuraniyedir ki: her bir davasını, mucizelerine istinad eden bütün enbiya ve kerametierine itimad
eden bütün evliya tastik ile imza ettiler.
Elinde muciznüma bir kitap, lisanında hakaik-aşina bir kitap, bütün insanlığa, hatta cinlere, meleklere ve bütün kainattaki varlıklara ezeli bir hutbeyi tebliğ ediyor:· Kimim, neciyim, nereden geliyor, nereye gidiyorum gibi suallere mukni ve makul cevaplar verip yaradılıştaki hikmeti gösteriyor.
İşte bu sebeple zaman ihtiyarladıkça O gençleşmekte, her geçen asır O'nu evvelki-
lere
dır.
kıyasla
biraz daha anlamakta, idrak etmektedir. Dünya O'nu idrak etmek zorundaÇünkü kapitalizmde, komünizmde, faşizmde bulamadığı huzur O'nun getirdiğinde­
dir.
Hazret-i Muhammed (s.a.s) bir elçidir, bir resuldür, bir muallimdir. Vazifesi,
ve kainatı delil göstererek insanlara Yaratıcısını tanıtmaktır. Yaratıcı'nın isim
Kur'an'ı
ve
sıfatıarını öğretmektir.
Öğrenmek ve öğretmek. Öğrenmek için Rabbi, O'na ilk vahiyde, ilk hitapta
"Oku!" buyurdu. Böylece okumak, öğrenmek ve öğretmek Müslüman üstüne mukaddes vazife oldu. İnsan buna memur: Kendinden başlayarak kainat kitabını okumaya...
Kainat kitabının fihristesi Kur'an'ı okumaya.. Tefekküre ve nihayet baktığını görme melekesi kazanıp Rabbine bağlanmaya...
Muhammed-ül Emin, bütün İlahi derslerin ilk muhatabı oldu. Allah'ın yeni indirmeye başladığıyla birlikte, kainat kitabının ayetlerini de okudu, düşündü ve tıpkı bir
muallim gibi tebliğ etti. Kainatın kilitli kapılarını, kilitli kafalarla birlikte Kur'an anahtanyla açtı.
Formül belliydi: "Rabbinin adıyla oku!" Bu formülle, derin esrar yumağı olan insan, insanın yaradılış hikmeti, görevi, krunat, yer, gök, geçmiş, gelecek, ilk yaradılış,
ölüm, kabir, haşir, kıyamet bilmeeeleri bir bir çözüldü. Önce anladı, sonra anlattı. Önce
tebliğ aldı, sonra tebliğ etti.
Kur'an'dan
aldığı
dersle bütün zamanların
insanlarına, şu
kainat
sarayının
harikula-
--KUTLU D O G U M - - - - - - - - - - - - - - - - - 1 7 7 - -
deleğini
gösterdi,
sırrını
çözdü.
Sarayın
hakiki sahibini tanıttı. Ona ulaşma yollarını açtı.
İnsanlığın hem rehberi, hem şuuru oldu.
Muhammed-i Arabi Aleyhisselatü vessalamın getirdiği inkılab ve insanlık alemine
ebedi mühür ortadadır. Tarihte hiç kimseye nasip olmamış bir inkılabı, üstelik
cahil bir topluluk içinde ve akıllara durgunluk verecek kadar kısa bir zamanda gerçekleştirdiğille dostları kadar düşmanları da şahittir.
vurduğu
Öyle bir devirde bunu başardı ki, büyük maddi imkanlarla ve insan gücüyle destekli çevre kendisine düşmandı. Ebu Cehil'le yandaşları her türlü işkenceyi, zulmü, alçaklı­
ğı reva görüyor, O'nu ve O'na gönül verenleri davalarından vazgeçirmek için akla, havsalaya sığmayan yollara başvuruyorlardı. Ama tek kişi dahi vazgeçmiyor, kimse, hiçbir
mü'min "Lailahe İllallah Muhammedün Resulullah"ı terk etmiyordu.
Hazret-i Bilal,
hadet getiriyordu.
göğsünde
koca bir
taşla
çöl
sıcağında
kavrulurken bile kelime-i
şe-
Kelime-i şahadet getirenler kazandı.
Özetlersek...
O Zat-ı Nuraninin getirdiği nur, dünya tarihine "Asr-ı Saadet" olarak geçti. O'nun
gelmesiyle dünya tarihine nurani, pınl pınl tertemiz bir sayfa açıldı: Adalet, hukuk, insanlık, ahlak, muavenet, dostluk, kardeşlik sayfası.
Bugün Müslümanlar arasındaki bazı istenmeyen haller O'nu asla ilzam etmez.
sadece kendisini ilzam eder.
Müslümanın alıvali
Düşününüz ki, adetlerini ve ahşkanlıldannı muhafaza etmekte son derece tutucu,
son derece fanatik, son derece egoist ve menfaatperest bir toplumda...
Atalarından
tevarüs ettiklerini amansız bir katılıkla sürdüren, çocuklarını canlı
gömerken bile ruhunda küçücük bir rikkat titreşimi meydana gelmeyen insanlar
arasında çalıştı. Onları gergef gibi işledi ve kısa zamanda vahşetten medeniyete ulaştınp
Endülüs yoluyla Avrupa'ya muallim eyledi.
canlı
Katı kalpli insanlar, O'nunla ve getirdikleriyle tanışınca karıncayı incitmekten dahi
çekinir oldular. Geleneklerinden, dinlerinden, putlarından bir sözle koptular. Şarabın haram olduğu bildirildiğinde sokaklardan günlerce şarap aktığınıİslam tarih~ kaydeder.
Şahsi çıkarı için başkalarının hukukunu çiğnemekte bir beis görmeyenler, O nura
muhatap olduktan sonra yalnız insanların değil hayvanların hakkını-hukııkunu bile gözettiler. Bütün servetlerini Allah yolunda sebil ettiler.
Zengin fakirin, özgür kölenin, güçlü zayıfın, erkek kadının, çocuğun himayecisi oldu. Zulmün yerini hak, hukuk, adalet, istibdadın yerini hürriyet, yalanın yerini doğru­
luk, ahlaksızlığın yerini iffet, menafatın yerini yardımlaşma aldı. Böylece hayat mücadeleden ibaret sayılmaktan kurtulup bir muavenet haline geldi.
Kadının
insandan
sayılmadığı
davranılması gerektiğini
bütün
önder oldu, hem örnek oldu.
bir toplumda kadın hakları doğdu. O, kadına nasıl
ömekledi. O her devrin inançlı insanına hem
hayatıyla
- - . 178 - - - - - - - - - - - - - - - - - KUTLU DOGUM - -
Sonsuz saadet sırrını içinde saklayan ve 14 asır öncesinde Hira Dağına inip de vicdanlarda yankılanmayı sürdüren mesaj, kainat sarayında, yirminci yüzyılın son çeyreğinde yaşayan misafirler olarak hepimize hitap ediyor: "Seni yaratan Rabbinin adıyla
oku!"
Dünya bu hitabı her geçen gün biraz daha yakınında duyuyor.
İman bir hükümdür. İnkar ise hükümden kaçınmaktır. İman edenlerin şanı delile
dayanmak, inkarcıların ise deliliere karşı göz kapamaktır.
Bilenle bilmeyen bir
meyen de bir olmaz.
olmadığı
gibi, elbette görenle görmeyen, yahut görmek iste-
- - KUTLU D O G U M - - - - - - - - - - - - - - - - - 1 7 9 - -
Download