12 - 17 Ekim 1989 PROGRAM 1. AÇIUŞ 12 Ektm 1989 Perşembe. Soat: 13.00 TDV Kocatepe Camii Konferans Salonu 13 Ekim 1989 Cuma. Saat: 14.00. Ver: M.E.B. Şura Solonu ~ Beşevler (Eski YOksak Ö{lretmen Okulu Sqlonu) Dr. HalisAlbayrak 14 Eklm 1989 Cumartesi. Saat; 14.00 Odalar Blrli{ll Solonu Bakanirklar Tiirk Ocogı Solonu Somanpozon Fehml Koru Dr. Tayyar Beşir Ayvazoğlu Ahmet Gürtaş Nevzat Kösoğlu lll Prof.Dr. Necati Öner lll Ekrem Üçyiğit Odatar BlrUğ! Salonu Bakanlıklar Mlnf IKOtöphone So!onıu SOn Dural\:: Boh.çe!ıevıer ~ım;:ııı;~~~~~~~~Soaı ı6oo Bahçelievler Son Durak Allıkulaç lll Prof.Dr. Hayrani lll Yavuz Sahadır Prof .Dr. ismail Cerrahoğlu lll Prof .Dr. Esot Coşan S. Ahmet Güner Vll. KAPANlŞ VE DEGERLENDIRME 17EI<Im 1989SOiı,Sootl5 . 00 V. KUR'AN-i KERIM 15 El<lm 1989 Pazar. Saat 15.00 IV. TASAWUF VE ISLAM Vl. INSAN VARLU~I KARŞlSlNDA ISLAM 14 El<lm 1989 Cumoıtesl. Saat• 19.30 ll. MEVLID Prof.Dr. Orhan Arslan Hl TARIH IÇINDE ISLAM Altıntaş lll Atilla Özdur Anbarcıo()lu Prof.Dr. Yüksel Bozer Prof.Dr. Mustafa Faydalll Ayvaz Gökdemir lll Ergun Göze lll Halil Güler Prof.Dr. Abdurrahman Güzel lll Hamdl Mert Prof.Dr. Mellha Prof.Dr. Süleyman Hayri Boloy lll Dr. Haluk Nurbaki Doç.Dr. Yaşar Nuri Öztürk Prof.Dr. Mehmet Hatipoğlu Ahmet lll Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak Prof.Dr. Se dot Topçu Prof.Dr. Bohaeddln Kabaklı AcarOkan Mümtaz'er TOrköne Yediyıldız lll Namık Kemal Zeybek MMID KIRAATI : ~moll Coşar DÜNDEN BUGÜNE KUR' AN-I KERiM ANLAYIŞIMIZ Prof Dr. ismail CERRAHOGLU ve hidayet rehberimiz olan Kur'an-ı Kerimi başlangıçtan beri gösteren ve İbret alınması lazım gelen bazı örnekleri hududlu kısa zaman içinde sizlere sunmaya, daha doğrusu sizlere sözlerden ibaret bir ayna teşkil etmeye çalışacağım. Bu aynada insan, kendi fikriyatını, düşüncesini, imanı­ nı, imansızlığını ve yaşadığı cemiyetin durumunu, herhalde, bir nebze görebileceği kanatındayım. Bu konuda yapacağımız açıklamalarda, bilmeyerek işleyeceğimiz kusurlardan Yüce Rabbımızın affına ve rahmetine sığınınayı gereken bir vazife bilirim. Mukaddes Kitabımız müslümanların nasıl anladıklarını 23 yıla yakın Peygamberlik müddeti içinde, Hz. Peygaınber'e Cebrail vasıtasıyla İlahi vahiy mahsulü olarak gelen Kur'an-ı Kerim, çok kısa bir zamanda, Allah'ın birliği akidesini yayarak, insanlığı dalmış olduğu bataklıktan kurtarmaya çalışmış ve onlara, dünya ve ahiret aleminin saadet yollarını göstermişti. Çok kısa bir zamanda başarılmış ve meyvelerini vermiş olan böyle bir gelişmeye tarihte rastlanamaz. Böyle bir hareketin muharrik unsuru olan Kur'an-ı Kerim, müslümanlar arasında mukaddes bir kitap olmanın dışında, sadece Arap edebiyatının bir şaheseri olmakla da kalmamış, aynı zamanda Hz. Peygamber'in nübüvvet ve risaletini teyid eden en büyük mucize olmuştur. Hz. Peygamber'den önce, bu alemdeki insanlar ya ifrat veya tefrit içerisinde idiler. Orta bir yolu takip etmekten uzaktılar. İslam her iki gurubun takip ettiği yolu tenkid etmiş ve bu yolda olanları kötülemiş, insanları orta, itidalli bir yola sevketmeye çalışmış­ tır. Kur'an'da aşırılıklar kötülenmekte, madde ve mana ikilisinin dengeli bir şekilde kullanma yolu (İslam yolu) gösterilmektedir. Kur'an'ın inişinin asıl gayesı ınsanı yüceltmek, onu doğru yola sevketmek, maddi ve ruhi yönden en iyi şekilde insanları menfaatlandırmaktır. Kur'an, akideyi ıslah etmede, ahlakı güncelleştirmede, ibadetleri en güzel şekilde sunmada, sosyal nizamın kaidelerini koymada mutedil orta bir yol takip etmiştir. Pekçok ayetlerinde, zulmetten nura ve doğru yola sevkeden prensipleri ortaya koymuş, yapılan kötü işlerin neticesi ile korkutmuş, öbür aıemdeki güzel hayatı müjdelemiştir. Bütün bunların hepsi insanoğlunun her iki alemdeki saadeti içindir. İnsan tabiatma uygun olan bu esaslar sebebi ile Kur'an-ı Kerim 23 seneye yakın bir zaman süresi içinde, çok kısa bir zamanda insanların büyük bir kısmını saplanmış ol- - - KUTLU D O G U M - - - - - - - - - - - - - - - - - - 1 3 5 - - dukları dalalet bataklığından kurtarmış, onları diğerleri için takip edilmesi gereken bir örnek (numune-i imtisal) haline getirmiştir. Acaba bu ilk müslümanlar Kur'an'ı nasıl anladılar da, fikirlerinde ve yaşayışlarında böyle ani bir değişiklik oldu? Velid, Lebid, A'şa ve Ka'b b. Zübeyr gibi belagat üstadlarını pesettiren; Kureyş ileri gelenlerini gizli gizli kendini dinletıneye zorlayan; Umeyye b. Halefe yerden bir avuç toprak alarak alnı­ na götürten; Utbe b. Rebia'yı hayret ve deşhette bırakan, O'nun cezbedici füsünk~ üslubu değil de nedir? Yemen'deki Devs kabilesirün şairi ve ileri gelen önderlerinden etTufeyl b. Arnr, Mekke'ye geldiğinde, Kureyşliler ona: "Ey Tufeyl, memleketimize geldin, Muhammed'i dinleyenler bizden aynlıyor, cemaatımız dağılıyor, işlerimiz darmadağınık oluyor. O'nun sözleri sanki bir sihir gibi kişiyi babasından, kardeşinden ve eşin­ den ayırıyor. Senden ve kavminden de korkanz. Dikkatli olun,sakın ondan birşey dinlemeyin" demişlerdi. et-Tufeyl bu sözlere öyle inandırılmıştı ki, Ka'be'ye her gidişinde, Muhammed'i orada görse, ondan birşeyler duyup işitınemek ve onun büyüsüne uğra­ maktan kurtulmak için kulaklanna birşeyler tıkadı. Bir gün kendi kendine, ben ne kadar batıl itikatlı bir adamım, Muhammed'in söylediklerini işitmekle bana ne fenalık gelebilir. Eğer söylediklerinin bir kıymeti v;ırsa, bu değeri takdir edecek bir akla sahibim, diyerek kulaklarını açtı, Kur'an'ı dinledi ve hemen İslamiyeti kabul ederek, kabilesi arasında ilk müslüman mürşidi olma şerefini kazandı (İbn Hişam, es-Siretu'n-Nebeviyye, I. 382). Bazen de Kur'an'ın tek bir ayeti, devrindeki insanlan cezbetmeye kafi gelmiştir. Farazdak'ın amcası diye tanınan es-Sa'sa'a, Hz. Peygamber'den "" ~.)'!. (&.. i.;~ Jl.i.!.o ayetlerini işitince bu bana kafidir, (Tefsiru'l-Kurtubi, XX. 153). (Zelzele 7-8) memiştir Kur'fuı-ı Kerim, başlangıçta verdiği J-t u-i demiş ruhla, ve daha fazla bir muhatabı şey dinlemek iste- cla...11 bedevileri ince bir anla- yış zevkine ulaştırmıştır. Buna ait güzel bir misali bize el-Esma'i (Ö. 216/831) vermek- tedir: "Bir gün bedevi (köylü) bir Arap kızından işittiğim bir şiirin fesalıatı karşısında, onu takdir makamında, "helak: olasıca ne kadar da fasih söylüyorsun?" dediğimde, bana, yazıklar olsun sana, söylediğim şu şiir, Yüce Allah'ın "Musa'nın anasma, onu emzir, ona ait bir tehlike gelince denize bırak, korkma, kederlenme, çünkü biz onu yine sana döndüreceğiz ve onu peygamberlerden biri de yapacağız, diye vahyettik" (el-Kasas, 7) ~_,~ı.) l;! ..;~ 'i_,~~ 'i_, ı--~ı ı; ~u~~ ~~~ ~) ı:ıı (J"'.,.O r' u'! ~_,i_, ~)1 ir ~_#~_, ~1 ayeti karşısında fasih sayılabilir mi? Bu ayet iki emir, iki nehiy ve iki müjdeyi topla- maktadır (Tef. Kurtubi, XIII. 252) demiş ve el-Esma'i gibi bir zatı mahcub etmişti. İşte size basit bir bedevi kızının Kur'an-ı Kerim'i anlayışı. Başlangıçta Araplar, Hz. Peygamber'i bir meczub, bir şair ve bir kahin gibi telakki Bu hususlar, bizzat Kur'an tarafından reddediirliği gibi, zaman da bunun böyle olmadığını ispat etmiştir. Çok geçmeden onun, ilahi bir kaynaktan geldiğini, onun etmişlerdi. - - 136 - - - - - - - - - - - - - - - - - - KUTLU DOGUM - - bir mucize olduğunu ve insanoğlunun onun gibi tesiricra edecek bir eser meydana getiremiyeceğine inanmışlardı. Mucize ve nübüvvet delili olan Kur'an-ı Kerim'in üslup yüceliğini ve eşsizliğini, Arap dilini bilen herkes takdir edebiliyordu. Yalancı peygamberlerin ortaya attıkları seeili sözlerin, Kur'an'la mukayese edilerniyecek kadar basit ve bayağı olduğunu Araplar derhal anlayabiliyorlardı. Mesela, Talha en-Nemeri, Yername'ye gelip yalancı peygamber Müseylime ile konuştuktan sonra "Şehadet ederim ki, sen muhakkak yalancısın, Muhammed ise doğrudur. Fakat Rabia kabilesinin yalancısı bana Mudar'ın doğrusundan daha muhabbetlidir" (Mustafa Sadık er-Rafi'i, İ'cazu'l­ kur'an, s. 195) demek suretiyle yukarıdaki görüşümüzü teyid etmektedir. İlk müslümanlar, Kur'an-ı mukaddes bir kitap olarak kabul etmişler, nefislerini ona teslim edip, talimlerini, hükümlerini, dahili ve harici siyasetlerini, cemiyet işlerini ona terketmişlerdi. Onlar, asırlardan beri aralarında kökleşmiş olan cahili adetlerin fena olanlarını söküp atacak ve sosyal hayat kanunlarını koyacak olan Kur'an'a tam bir gü~ venle sarılmışlardı. İlk müslümanların elinde ondan başka kitap da yoktu. Onun ihtiva ettiği hükümler, kıssalar ve kendisinde mevcut olan üsliib, onları hayrette bırakıyordu. Onları bu derece hayrette bırakan bir kitabı okumak ve hükümlerini anlamak, onlar için en büyük gaye olacaktı. Kur'an ilk devirdeki bu müslümanların, dini ve dünyevi işleri­ ne, şeriat ve kaza esaslarına günlük muamelelerine, aile ahvaline, yemek ve giyrnek gibi hususlara tesir ederek, herşeyde ona müracaat etmeye ve onu iyi anlamaya sevketti. Ellerinde Kur'an oldukça başka bir şeye ihtiyaç duymadılar. Hayatın karşıtarına çıkardığı zorlukları, Kur'an'la halletmeye çalıştılar. Sarsılmaz mutlak imanları sebebiyle ve hadise ve sebepleri müşahade etmiş olmakla temayüz eden ilk müslümanlar, sağlam imanların­ dan dolayı akli deliilere ve akli düşüneeye pek ihtiyaçları yoktu. Sahabe, her zaman Hz.Peygamber'den, imanlarını kuvvetlendirecek feyzi aluakta devam etmişti. Onlar, Kur'an ve Hz. Peygamber'in emirlerine derhal inkiyad ediyorlardı. İşte ilk müslümanlar, bu şekilde hareket ederek birliği muhafaza ettiler. Akide meselelerinde tefrikaya düşmediler. İlk günlerde, Allah'ın kitabında nefsaniyat oyunlarının tesiri olmadı. Kur'an, ölü gönülleri canlandırmak olan asıl gayesini, İslam'ın ilk devirlerinde en güzel şekilde tahakkuk ettirmişti. Cehaletten ileri gelen sapıklıklarını, cehaletlerini gidermek suretiyle ortadan kaldırmıştı. Kur'an'ın bir emri veya bir nehyi kafi gelmiş, kalpleri ölü olan bu insanlara hayat ve neşe vermişti. Kur'an daima kendinin izah edilmesini ve açıklanmasını isteyerek, cemiyet ve fert hayatı içinde uygulanmak ve yaşamak istediğini ifade etıniştir. Müslümanlar Medine'de ilk İslam devletinin temelini atınca, bu devleti devam ettirebilmek için kanun hükümlerine muhtaç oldular. Kur'an-ı Kerim ise onların kanunları­ nın menşei ve anayasaları idi. Tabiidir ki, Medine ve civarına hakim olan bu basit devletin ve ona tabi olan halkın da ihtiyaçlan basit olacaktır. Raşid halifeler devrinden itibaren, İslam devletinin s~ırları Arap yarımadasını aşmış, kendi bünyesine yeni ülkelerle beraber, ayn ayn kültür ve dine sillik milletleri de katmaya başlamıştı. Fetbedilen ülkelerin halkıyla birarada yaşamaya mecbur kalan ve basit ihtiyaçların sınırları içinde kalmaktan kurtulmaya çalışan ilk müslümanların, ihtiyaçlarında da bazı değişiklikler olmuştu. Gerek İslamiyet'e giren unsurları, gerekse müslüman olmayanları bir idare altın­ da toplamak ve onları iyi idare etmek icab etmişti. İşte bütün bu hususlar için Kur'an-ı - - KUTLU DOGUM - - - - - - - - - - - - - - - - - 1 3 7 - - Kerim ilk merci oluyor, yeni nizarnlar ihdas etmek için fakihler ve müfessirler ona sarı­ lıyorlardı. İsHim devletinin sınırları çok genişlediğinden dinin menşei olan Hicaz'dan diğer ülkelere bazı imkansızlıklardan dolayı, dini haberler pek ulaşamıyor, çeşitli ve birbirine zıt unsurların kültür ve medeniyetlerinin tesiriyle şahsi görüşler rol oynamaya başlıyordu. Bu görüş sahipleri aynı ırk, aynı kültür, aynı örf ve adetleri ihtiva eden bir cemiyet içinde yetişmediklerinden, görüşlerinin neticesi de değişik oluyordu. Artık bundan sonra İsHim'ın birliğini bozan ayrılık ve tefrikaların, fikri ve siyasi hareketlerin baş­ ladığını görüyoruz.Her şeyden evvel müslüman bir idare altında yaşadıklarını unutmayan bu ayrılık hareketlerinin sahipleri, kendi görüşlerinin doğruluğunu ispat edebilmek için birbirleriyle mücadeleye başladılar. Elleri Kur'an'a kadar uzandı. Onda görüşlerini teyid edecek delilleri aramaya koyuldular. işlerine gelenleri aldılar, işlerine yararnıyan ayetleri, kendi fikirlerine uygun gelecek şekilde te'vil ettiler. İşte bu anlardan itibaren, Kur'an-ı Kerim'in kendisinde değil de, tefsirinde bazı tehlikeler görünmeye başladı. Kur'an'daki kapalı bazı ayetleri, İsrailiyat dediğimiz, kitap ehlinden alınan garip rivayetlerle açıklamaya koyuldular.Onları Kur'an tefsirine sokmakta beis görmediler. Kur'an-ı Kerim ittiba edilmesi lazım gelen kitap iken, onlar Kur'an'ı, kendi fikirlerine tabi kıldılar. O, hakim olması lazım gelirken, O'nu mahkum derecesine indirdiler. Kur'an'ın etrafında dolaşan bu gibi hareketler kalın bir toz tabakası misali, O'nun irşad ve hidayet nurunu örtmeye çalıştı. Ne kötü bir tesadüf ki, İslam'ın birliğini sarsan bu gibi hareketler, İslam'ın tedvin devrine tesatüf etmektedir. Bu bakım­ dan, tedvin edilen ilk eseriere dahi bazı biitıl fikirlerio girmiş olduğunu görüyoruz. Pikren zayıflayan ve siyaset yönünden dağılmaya başlayan İslam dünyasında müslümanlar, tedvin edilen eserlerdeki bu gibi görüşleri düşünmeksizin ve onları tahlil etmeksizin kabullendiler. Artık İslam fikir dünyasında bir duraklama ve donma devrinin başladığını müşahade etmekteyiz. Kitaplar taklid ediliyor ve o kitaplar müslümanlar arasında hakem rolü oynuyordu. Fayda ile zararı, hak ile batılı ayırt etmeksizin onlara sarılınıyor ve onlardan herhangi bir şeyin inkan, Kur'an'ı inkar gibi addediliyordu. Sözün kısası, koyu bir taklitçilik islam alemini sarmış bulunuyordu. İslam'ın birliğini sarsan bu gibi hareketler, zamanımıza kadar gelmiş, her zaman ve her yerde, fikir hayatını ifsad ederek, bazen sebeplere tevessül edilmeyen kuru bir tevekkül, bazen de dünyadan elini çekmek gibi bir zühde bürünmüştür. Diğer. diniere mensup olanlar, ilim ve teknik yönünden ilerleyip, zenginleşirken, müslümanlar fakirleşmişler; onlar kuvvetienirken bizler zayıflamış, bir zamanlar bize muhtaç olanlara, bugün biz el açmak durumuna düşmüşüz. Bizler için ne kadar acı bir hakikat? Yarattığı herşeyi insanoğluna musahhar kılan Yüce Allah'ın bu nimetlerinden en fazla istifade etmek, biz müslümanların hakkı değil midir? Yoksa kendimizi bu nimetlerden müstağni mi addediyoruz? İşte bu durgunluk ve donukluk zamanımıza kadar gelmiş, bugünün müslümanları da bu durgunluktan kurtulamamış ve kurtulma gayreti de gösterememektedirler. Bugünkü müslümanların zihinleri, akide ve arnellerini ifsad edici fikirleile o kadar ki, heliil olan nedir? Haram olan nedir? Onu dahi bilemiyecek duruma gelmiştir. Falancanın kitabında helal ve haram şu şekildedir, falan ayeti şöyle manalandırmıştır, dolmuş - - 138 - - - - - - - - - - - - - - - - - - KUTLU DOGUM - - şeklindeki görüşlerini, bugünün müslümanını doğrudan doğruya Kur'an'la temas etme zevkinden mahrum bırakmaktadır. Bugünün müslümanının Kur'an hakkındaki tasavvuru da başkadır. Rehberi olması gereken Kur'an'ın asıl hedefinin dünyanın ve ahiretin saadet yollarını göstermek olduğunu düşünmemekte ve onun prensiplerini, yaşayışında uygulayamamaktadır. Halbuki zamanın gerçek icaplarına pek mükemmel uyma kabiliyetine sahip olan dinimiz, bugün vazifesini tamamlamış, modası geçmiş bir görüş olarak tanıtilmak istenmektedir. Hakiki dinin esaslarından uzaklaşıldığı takdirde, hurafelerin, batıl fikirlerio kök salacağı tabiidir.Bu sosyolojik kaideye göre, İslam dünyasında hurafeler kök salmış, vicdanı hasta bir zümre türemiştir. Bunlar, gerek bilgisizliklerinden ve gerekse maksatlı hareketlerinden dolayı, İslam dinini gerilik unsuru olarak tanıt­ maya çalışmışlardır. İslamiyet'in başlangıcından beri, bazı kimseler veya gruplar hile ile İslam'ı yıkmak ve bu işte, kendilerine göre en sağlam yol olarak da Kur'an-ı Kerim'i kendi heva ve heveslerine göre gelişigüzel te'vil etmeyi ve hatta onu tahrif etmeyi uygun bulmuşlardır. Geçmiş asırlarda olduğu gibi, asnmızda da İslam'a veya Kur'an'a saldıranlar eksik değildir.Bugün Kur'an-ı Kerimi "bir çöl nizamı", Hz. Peygamberi "bir çöl bedevisi" olarak ilan etmeye çalışanların iddiaları, 1400 sene evvel müşrik Araplar tarafından ileri sürülenlerden farklı değildir. Bu bakımdan devrimizdeki cehaletle cahiliyet dönemindeki cehalet arasında değişen bir şey yoktur. istemişler Şunu da unutmamak gerekir ki, Hıristiyan Avrupa, ortaçağ'dan beri kaba kuvvetle mücadelelerde mağlup edemediği doğu'yu bir iki asırdan beri açmış olduğu fikir savaşı ile dize getirme yolundadır. Onlardaki oryantalizm istişrak) tutkusu, misyonerlik, sömürgecilik ve ticaretlerinin öncülüğünü yapmakla kalmamış, aynı zamanda kendileri için en büyük düşman addettikleri İslam'ın temeline dinarnit koyma meselesi olmuştur. Müslümaniann miras olarak aldıkları yüksek değerleri, bir hiç mesabesine indirmek, batılılar için zevkli bir çalışma vesilesi olmuştur. Kendi memleketlerinde gereken İslami kültürü alamayan, islamı batılıların eserlerinden öğrenmeye kalkışan bazı müslümanlar, batılıların gayelerini tahakkuk ettirmeye hizmet etmektedirler.Kısacası, onlar bu çalışmalarıyla, müslümanlar arasında tarihini inkar eden bir nesil yetiştirmeye ve yine bunlar vasıtasıyla fikirlerini kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. Asnmızda, İslam ülkelerinde ve bilhassa ülkemizde görülen "ilhad" hareketleri, bu çalışmaların bariz bir neticesidir. yaptığı Müsteşriklerin maşası durumuna gelen kimseler, yurdumuzda din ilimleri erbabı­ itilmesi sonucu, meydanı boş bulmuşlar, atıarını istedikleri şekilde oynatabilmişlerdir. Bunlar, kendilerini inkar edercesine, geçmişlerine ve İslam'a küfredebilmişlerdir. İslami kaynaklardan hiçbirine vakıf olmadıklan halde, batılı üstadlarının yanında madalya kazanabilmek için, onların eserlerinden iktihaslar yapmışlar ve bunların doğru olup olmadığını araştırmak iınkanına bile sahip olamamışlardır. nın suskunluğa Dün olduğu gibi, bu gün de, gel((cekte de islamı, Kur'an'ı yok etmek ve onun yüce peygamberinin değerini hiçe indirmek isteyenler elbette olacaktır. Kendi eserlerini ve kendi yaptıkları nizamları, Allah'ın nizamından üstün görenler bulunacaktır. Sapık bir aklın ürünü olan, acaip, garip ve gülünç diyebileceğimiz fikirler esefle söyleyelim ki - - KUTLU DOGUM - - - - - - - - - - - - - - - - - - 1 3 9 - - bugün, büyük bir çoğunluğu müslüman olan Türkiye'ınizde rahatlıkla basında, yayın organlanmızda söylenebilmektedir. Yine esefle söyleyelim ki dini bir hakikatı bu memlekette yukarıdakilerin söyledikleri gibi rahatlıkla söylemek mümkün olmamaktadır. Şu bir hakikattir ki, İslam dini, geçmişte olduğu gibi, günümüzde de kerıdisine yöneltilen yıkıcı faaliyetlerden uzak kalamamıştır. Değil yabancılar, kendilerini müslüman olduğunu kabul eden öyle kimseler ortaya çıkıuış, heva ve heveslerini tatmin edebilmek için Kur'&n-ı Kerim'i yakışık almayacak bir şekilde te'vile yönelmişlerdir. Kur'an tabi olunması lazım gelen bir esas iken, onu kendi önyargılarına, heva ve heveslerine tabi kıl­ mışlardır. Zayıf, çirkin, mesnedsiz iddialanyla insanlan aldatmayı düşünmüşlerdit. Bunlardan kimisi "yenileşmek, reform" sloganı altında, kimisi de "kurdukları düzeni ayakta tutabilmek" gibi bayağı bir hedefin arkasında Kur'an'ın tahrif edilmesi pahasına da olsa böyle bir harekete girişebilmişlerdir.Bunlardan bazısı, öğrendiği az bir ilimle, kendisini ilirnde rusı1h sahibi olanların mertebesine çıkarmış, fakat buna karşılık ne lı1gat ve ne de dini ilimlerden nasipsiz olduklarını akıllanna getirmemişlerdir. Yine onlardan diğer bir kısmı, herhangi bir din ve mezhebe malik olmadığı halde, sonradan, çeşitli din ve mezheplerin birçok görüş ve fikirlerine sahip olmuşlar. Bu görüşleri asıl kabul edecek destekleri Kur'an'da aramaya kalkışmışlardı. Aradıklan destekleri bulamayınca nasları ne aklın ve ne de dinin razı olacağı te'villerle te'vile ve hatta talıri­ fe kalkışmışlardır. Kısacası, bunlar XX. asrın menfaata dayalı felsefesi içinde, hislerine mağlub olmuş akıllarıyla, güya hem müslüman görünme, hem de her yönü ile sosyetik bir Avrupalı gibi yaşama yollarını aramaktadırlar. islamı yok etmeye yönelik faaliyetlerinin başarısızlıkla sonuçlanacağını, aksi tesir bu hareket içerisinde bulunanlar bilmiyor değillerdi. Bundan dolayıdır ki, İslamı tesirsiz bırakmanın yolunu, İslami anlayışı değiştirmek, yani İslami yaşayışı, zamana göre değişebilen bir uydu mertebesine indirmekte buldular. Bunun üzerine, önce Kur'an üzerinde çalışmaya koyuldular. Kur'an'ı plastik bir madde gibi istedikleri şekille­ re sokmaya çalıştılar. İnsanlar arasına şüphe ve fitne sokacak şekilde te'villere giriştiler. Te'villerinin tutunabilmesi için de, geçmişteki İslam alimlerini yobaz, din sömürücüsü, geri kafalı, mürteci, cahil... vs. gibi kötü sıfatlarla vasfederek ve onları boy hedefi yaparak iftiralarda bulundular. Ayetleri açıklarken, bu konuda Hz. Peygamber'in ve selefin bir görüşü olup olmadığını araştırma zahmetine katlanmadılar. yapacağını, Din! anlayışta ve ibadetlerde güya reform yapma gayesinin arkasına sığınırak, bu gibi anlayışiara cevaz verilecek olursa, ibadetlerde ve dinin bütün asıllannda yapılacak bu değişiklikler, dahıj, doğrusu İslam'ın asıl hüviyetini kaybetmesi ve bunun neticesinde de 11eva ve hevesin din makamına kaim olması gibi vahim bir sonuç ortaya çıkabilir ki, bu da din adına, dine yapılıın en büyük düşmanlık olur. İslam ve Kur'an'ı lıedef alan "ilhad" hareketlerinin en korkuncu, Kur'an-ı Kerim arsaklanarak, onun asıl mecrasından saptıracak olan ilhadi" izah tarzlandır. Bu faaliyetler, geçmişte, sapık fırkalar tarafından icra edilmekteydi. Günümüzde ise bu ilhad faaliyetleri, islamı batılıların kaynaklanndan öğrenen kendi insanlanmız tarafından ifa edilmektedir. Kur'an'ı ve onun ayetlerini gelişigüzel te'vil ve hatta tahrif ederek takip edilen yol, onlarca, Kur'an'ı mecrasından ~aptırmada en cazip yol olarak görünmektedir. kasına - - 140 - - - - - - - - - - - - - - - - - - KUTLU DOGUM - - Öyle anlaşılıyor ki, İslam ve Kur'an düşmanları, kendilerine cazip görünen bu yolu ıs­ rarla ttikip edeceklerdir. Onların bu hareketlerine hız veren amil, şüphesiz müslümanların bugün içinde bulundukları zayıf ve cılız durumlarıdır. Zayıflıklarının nedeni de, ilim ve irfandan mahrum oluşları ve geçmişleriyle irtibatlarını kesmeleridir. Peki, İslam ve Kur'an'a karşı olanların tutumu böyledir de, ilim ve dini bilgiden mahrum olan ve geniş bir kitle teşkil eden müslümanların Kur'an ve İslam'a karşı tutumları acaba nedir? Bunu da şöyle özetleyebiliriz: O, anlaşılınaktan uzak, aziz ve mukaddes bir kitapdır. Onun manasını anlayamamaktan üzüntü içerisindedir. Aynı zamanda onu şahsi ve sosyal zaafları için vasıta kılar ve ona dayanmak ister. Müslümanın Kur'an anlayışı bu şekilde sathi olunca, O'nun hidayet ve irşad manalarını düşünmekten uzak olarak ona bakmak, ancak ondan bazı tali menfaatler sağlamaktan daha ileri gidemez. Elde edilecek, gayeden uzak olan, bu ikinci derecedeki menfaatleri şöylece sıralayabili­ riz. 1. Dinleyicilerde hasıl olan bu lezzet ve coşkunlukların sebebi, dinleyenlerin anlamaktan uzak olarak, okuyucunun sesi ve edasıdır. Yoksa Kur'an'ın üstübunu kavrayan ve onun öğütleriyle kendini meşgul eden kimse, başka herhangi bir şeyle ilgilenemez. Kur'an'ı 2.Kur'an'la teberrük etmek: Bugünün müslümanı beraber yaşadığı kimselerden, Yüce Allah'ın sözü olduğunu işitir. Ama bunun manasını düşünmez. Araların­ da yetiştiği diğer müslümanların, onu ta'zim edişlerinden başka bir hürmet şekli de bilmez.Onu öper, onu her kitabın üstüne koyar, göbeğinden aşağı indirmez, onun bulunduğu yere bereket dolacağına inanır. Kur'an'ın 3.Ölüler için rahmet talep etmek: Kur'an okumasını bilenler mücerret onu okumakla, bilmeyenler de hafızlara veya Kur'an okumasını bilenlere evlerde, camilerde veya kabirierde ücret mukabilinde okutturmakla, ölüleri için rahmet sağlayacağına inanır. 4.Maddi ve manevi hastalıklar için iltimas istemek: Bu da ya Kur'an'ı okumak, ya yazmak veya yazılanları su ile silip içmek suretiyle olur. Falan ayet yazılıp, su ile silinip içildiğinde, şu nevi hastalığa şifa verdiğine, Kur'an'ı taşıyan kimseye cin ve şeytan yaklaşmayacağına inanmaktır. · 5.Mescidlere, evlere, odalarırnızın duvarlarına, kapı üzerlerine ve vasıtalara ya kendisini veya ondan bazı ayetleri yazıp asmak suretiyle kerametinden faydalanmak inancı .... İşte bugijnün müslümanının Kur'an'dan faydalanma şekilleri. Bunlar, Allah'ın insanları zulmetten nura kavuşturmak için indirdiği kitabın gayesinden ne kadar uzak. Kı­ doktor hastalığı teşhis etmiş, reçete ve ilaç hazır, fakat hasta o kadar beceriksiz ki, o ilacı kullanıp hastalıktan kurtulamıyor. Işte bugünün müslümanının içler acısı durumu .... Yine bugün, ferdi ve içtimai hastalıklara şifa ve milletierin işlerini tanzim etmede Kur'an hükümlerinin yeterli olamayacağına inananlar çoğaldı, bu işlerin tanzimi için yabancı kaynaklara müracaat edildiğinden, müslümanlar arasında Kur'an hükümleriyle amel etmek zayıfladı. Kur'an'ın ilmi ve arneli hükümlerinin kıymeti müslümanlar arasında takdir edilemediğinden, az da olsa bu işle meşgul olanlar zelil addedilip gerici- sacası - - KUTLU DOGUM - - - - - - - - - - - - - - - - - - 1 4 1 - - lilde itharn edildiler. Bu bakımdan asrımızın vicdanları hasta müslümanlarına, ne alimlerin sözü, ne ariflerin nüktesi ve ne de kilmillerin nasihatları tesirli olabilmektedir. Halbuki hidayet rehberimiz olan Kur'an-ı Kerim 14 asır evvel ne ise, bugün de ve gelecekte de odur. Onda bir değişiklik bahis konusu değildir. Değişikiiiderin hepsi müslümanım diyen kimselerdedir. O halde kusuru, eksildiği, yetersizliği Kur'an'da aramak, meseleleri halledecek çıkar bir yol değildir. Çıkar yol, kusurları, kabahatları kendimizde aramak ve Kur'an'ın insanları günah kirlerinden temizleyen ve tatbik edilmesi lazım gelen bir hidayet rehberi olduğunu unutmamak olmalıdır. İçinde bulunduğumuz gaflet uykusundan uyanıp silkinmemiz lazımdır. Nasıl ki, cehalet devri karanlığı içinde vaktiyle İslam bir güneş gibi doğup, alemleri aydınlattı ise, şimdi de içimizde mevcud küllenmiş bulunan İslami nur zerresini bir yanardağ misali, harekete geçirmek zarureti vardır. Bu her müslümanın vazifesi olduğu gibi, bu işin asıl ağırlığının genç ilahiyatçıların omuzlarına yüklenmiş olduğu unutulmamalıdır. Ne mutlu hidayet rehberimizin gayesini anlayabilenlere, anlamaya amel edebilenlere .... çalışanlara ve anladıklarıyla - - 142 - - - - - - - - - - - - - - - - - - KUTLU DOGUM - -