TÜRKiYE DiYANET VAKFI YAYlNLARI 1218 TARTIŞILAN SIN (Sempozyum 17-18 Haziran 1995) Düzenleyen TÜRK OCAKLARI GENEL MERKEZi TÜRKİYE İLAHİYATÇILAR BİRLİGİ VAKFI DİNLER TARİHİ DERNEGİ ANKARA 1996 İslam ve Milli Bütünlük Doç. Dr. Mustafa Erdem Ankara ü. ilahiyat Fak. Öğr. Üyesi Muhterem dinleyiciler, ögle yemeginden sonraki rehavetin sizlere bir hayli külfet getirdiginin farkındayım; ama, kıymetli büyüklerimizin sohbetleri de gerçekten istifade edilmeye deger şeylerdi, inşallah sizleri sık­ madan tebligimi özetlemeye çalışacagım. Önce, bir hususu tespitle işe başlamanın yararlı oldugu kanısındayım. Eger bir şey milli deger haline gelmişse bunun tartışılmasına gerek yoktur. Zira, bu de ger, deniz kenarındaki kum misali başını taştan taşa vurarak nihai hedefe ulaşmış ve insanlıgın ortak degerieri haline gelebilmiştir. Hususiyle din ve milli bütünlük konuları ise bütün insarılıgı genelde, özelde bir milletin bütününü biraraya getirmeyi hedefleyen degerler olmuştur; dolayısıyla, bunların tartışılmasına mahal yoktur dersek beni ayıplamayacagınızı tahmin ediyorum. Din ve insan, hangisinin tarihi daha mukaddem derseniz herhalde biri olmadan digeri olmaz şeklinde düşünmemiz en dogru alanıdır. Zira insan olmadan dinin bir kıymet-i hükmiyesi söz konusu degildir. İnsan olmadan dinin, üzerinde uygulanabilecegi, ona hayat hakkı, ona yaşama sevinci, ona mutluluk, ona huzur, ona saadet verebilecegi bir yer, bir durum, bir müessese yok demektir. Bu haliyle, din, insanın var oldugu yerde vardır ve insanın var oldugu yerde de din olagelmiştir. Dinler tarihçisi hocalarım beni bagışlasınlar, bir Müslüman olarak hususu arz etmekte yarar görüyorum ki; insanlık tarihinin dini baş­ langıcı, bazı dinler tarihçilerinin itiraf ettikleri veya ifade etmeye çalıştıkları gibi, ne sevgiye dayalı, ne korkuya dayalı, ne totemizm, ne anemizm, ne ruhçuluk, ne de şuculuk, buculuktur. İnsanlık dininin temeli, başlangıcı, özü tevhit inancıdır. Zira, eger insanın menşeini ilk insan Hazreti Adem olarak kabul eder ve Hazreti Adem'i insanlık tarihinin başına koymak suretiyle onun bir insan olarak yüce Allahın iradesinin bir insan şeklinde tecellisi olarak kabul ederseniz ve yine aynı insanı kendi sulhünden gelecek insanların peygamberi olarak onlara hidayeti telkin şu 231 eden, onlara huzur ve mutluluğu telkin eden bir peygamber olarak kabul ederseniz, insanlık tarihinin başlangıcının tevhit inancıyla birarada olduğunu ve eğer varsa birtakım dini inanışlar, bu tevhidin bozulması, tefessüh etmesi neticesinde ortaya çıkmış olduğunu düşünürsünüz. O halde, "tevhit inancı nedir?" diye sorulacak olursa, terim anlamı itibariyle tevhidin Allahın birliğini ve varlığını tespit etmek demek olduğunu herhalde anlamakta güçlük çekmeyiz. Fakat, ben bir hususa daha işaret etmekte fayda görüyorum: Her ne kadar teıim olarak tevhit, Allahın varlığını ve birliğini ifade için kullanılıyor ise de, bunun arkasında o varlık ve birliğe inanan insanların tevhidi birleşmesi olarak da anlamak doğru olur kanaatindeyim. O halde, din genel anlamı itibariyle insanlığın bütününü aynı doğrultuda, aynı Allah'ın yarattığı eşit vasıflara haiz insanlar olarak görmektedir demek yerinde olacaktır. Şu halde, genel anlamı itibariyle din, insanlığın yaratanını tanıması, onun verdiği emirler doğrultusunda kendi yaşantısını tanzim etmesi ve onun gösterdiği hedefler doğrultusunda sağa sola yalpa yapmadan yürümesi anlamını ifade eder. Eğer bugün intisabı ile mutluluk duyduğumuz İslam dinini özel olarak ele alacak olur isek, bunun da en son, en mütekamil din olma vasfıyla, insanlığın indiği tarihten itibaren kıyamete kadar mutluluğunu tesis edecek urudeleri içerdiğini de gözardı edemeyiz. Bu hususu biraz açıklamak için "cahiliye dönemi" diye tavsif edilen Arap topluluğuna nasıl bir hükmi şahsiyet verdiğini, bedevi Arabın çölün ortasında nasıl cihanşümul bir devlet haline getirdiğini göstermek yerinde olacaktır. Çocuklarını diri diri toprağa gömen insanların, maddi hayatın tefessüh etmiş her türlü uygulamalarını diğer kardeşlerine uygun gören insanların, ticari, siyasi, ahlaki planda her türlü bozukluğu bir hayat tarzı haline getirmiş olan insanların İsl<im sayesinde nasıl doğruyu bulduğunu, nasıl Hakka kul olduğunu görmek bakımından gerçekten güzel örnekler o dönemde vardır. Hazreti Ömer'i hatırlayacaksınız; canlıca toprağa çocuğunu gömecek kadar vahşi bir ruha sahip olan Ömer'in ilahi kudret karşısında kendisinin diğer insanlardan farkı olmadığını fark edecek bir ruh olgunluğuna erişmesi, ancak onun islamı kabul etmesiyle mümkün olmuştur. Dolayısıyla, daha sonra Hulefai Raşidin. arasında yer alan, bugünkü devlet başkanlarına numune-i timsal olması gereken vasıflara haiz bir Ömer'in, sırtında un çuvalı, elinde yağ testisiyle gece sokaklarda fakir fukara arayacak kadar rikkat sahibi olmasının temelinde de, yine Hazreti Peygamber'in telkin etmiş olduğu insanlık örneği hayat tarzının, yani İslam'ın ondaki etkisini görmek gerekir. 232 Aziz dinleyenler, kıymetli misafirler; İslam, insanlara birlikte yatelkin eder. Bugün Batı zihniyetinin yegane hayat felsefesi olarak telkin etmeye çalıştığı ve fiilen de kendisinin uygulamaya çalıştığı egoizm, İslam'da yoktur. Batı kültürünü az çok hepimiz tanıyoruz, onun için detaya girmek istemiyorum ama, aynı hayat tarzının daha vahşi şekli olarak uygulanan bedevi Arabmm ruh olgunluğuna erişini göstermek için de, Yermük Savaşın'da yakınlannı arayan Huzeyfetül Adevi'nin haleti ruhiyesini arz etmek, sanıyorum İslam'ın birleştirici ve bütünleştirici özelliğini takdim bakımından yararı şamayı, paylaşmayı, kaynaşmayı vardır. Nedir olay? .. Çoğunuzun bildiği bir hadise ama, tekrannda fayda vardır. Yermük Savaşı, Müslümanların çok şehit ve yaralı verdikleri büyük bir harptir. Yakınlannı aramak için giden Huzeyfetül Adevi, elindeki bir katre suyu, yaralılar arasında bulduğu akrabasına ikram etmeyi ister. Fakat o anda yakını yan taraftan işittiği bir iniltiyle, suyun oraya daha çok ihtiyaç unsuru olduğunu kendisine işaret etmesi sonucu, akrabasını bırakıp ona gittiği zaman, o da yan taraftan işittiği bir iniltiyle suyun oraya daha çok gerekli olduğunu ima etmek suretiyle Huzeyfetül Adevi oraya vardığında, o kişi maalesef hayata gözlerini yummuştur. Geri döndüğü zaman, ikinci kişi de hayata veda etmiştir. Hiç değilse amcaının oğlunu susuz bırakmayayım gayretkeşliği içerisinde geri dönen Huzeyfetül Adevi, onun da hayata gözlerini yummuş olduğunu görür. Bununla şu hususu arz etmeye çalışıyorum: Eğer bir yerde bütünlükten, bir yerde birlikten söz etmek istiyor iseniz, fedakarlığı göze alabilmelisiniz. Her zaman egonuzu tatmin etme arzusuna kapılırsanız, İslam'ın fazilet örneği olarak takdim etmeye çalışmış olduğu diğergamlıktan nasibimizi almak mümkün olmaz. Biraz önce arz ettiğim ömek, İslam'ın, Müslümanlan hangi olgun ruh haline getirdiğini göstermesi bakımından sanıyorum ilgi çekicidir. Efendim, İslam ve milli bütünlük deyince, öğleden önceki konuşmacılanmızın büyük bir bilgi hazinesi olarak bize ikram etmiş olduklan Türklerin Müslümanlığı ile ilgili hususa da bir iki cümleyle işa­ ret etmekte yarar görüyorum. Ben işin polemiğine girmeden, sadece Türklerin İslam'a girdikten sonraki durumunu arz için bu konuya girmekte yarar görüyorum. Hangi şartlarda girdikleri benim için şu anda önemli değil, nasıl girdikleri önemli değil, ne zaman girdikleri önemli değil; ama önemli olan 233 bir şey var. Eğer Türkler İslam'a girmişler ve İsl<'im'dan sonraki haona göre yönlendirmişler ise, bu, Türklerin hayatında ne gibi bir aksülamele, ne gibi bir değişime sebep olmuş, bunun çok iyi tahlil edilmesi lazım. yatlarını Grafiklere baktığımız zaman, ll nci asırdan itibaren Türklerin İslam dolayısıyla İslam aleminin bu tür maddi ve manevi sorumluluğunu üzerine aldığını ve onu cihanşümul bir din haline getirdiğini, genişleme alanı itibariyle üç kıtanın daha ötesine götürdüğünü görüyoruz. olması, Şu halde, Türklerin Müslüman olmasından sonra her iki taraf da kazanmıştır; hem İslam alemi, İslam dünyası, hem de Türkler. Her ikisinin de birbirine ihtiyacı olduğu sanki gözden kaçınlmaması gereken bir husustur. Bunu da dikkatierinize arzdayarar görüyorum. O halde, Türkleri bu kadar yücelten, İslan aleminin bayraktan yapan, bedevi Arapların numune-i timsal, insanlık aleminin örneği haline getiren din, yani şu anda bizim yaşama mücadelesi içerisinde bulunduğumuz ve çoğu kere yenik duruma düştüğümüz din neyi getiriyor, neyi teklif ediyor, neleri bizden istiyor? .. İsterseniz bunlara genel hatlarıyla bir göz atalım. Batılıların anladığı manada anlarnamanızı istirham ederek arz ediyorum ki; İslam ferdiyetçi bir dindir. Efendim, nasıl milli bütünlükten söz eder derseniz, fertlerin ıslahını, ıslah. ediln1iş toplumlann başlangıcı olarak görmesi bakımından ferdiyetçi bir dindir İslam. O halde, önce kişinin sınırlarını, boyutlarını belirler. "Kimsin, nesin, boyun, ölçün, kapasiten, gücün nedir?"; İslam, kişiye bunu hatırlatır. Ve şunu telkin eder: Allah'ın yarattığı, Allah'tan gelen bütün musibetlere karşı aczini itiraf etmek mecburiyelinde olduğunu hatırlatır. Ve aynı şekilde, ister şükretsin, ister nankörlük etsin, Allah'ın verdiği rızıkla varlığını devam ettirebildiğini, kendisinin inkarının veya şükrünün dünya hayatında hiçbir eksilmeye sebep olmayacağını bildirir. da ihmal etmez: Der ki, siz bir fertsiniz, Allah'ın verdiği rı­ devam ettiriyorsunuz. O halde lütfen bu rızkın kaynağını inkara yeltenmeyin. Zira bunun bir de sorgu tarafı vardır. Ama şunu zıkla varlığınızı, hayatınızı Böylece kişiyi düşünmeye, sorumluluk şuurunu idrak etmeye yönelten insan, kendisi yanındaki diğer varlıkların da aynı vasıfta, aynı nitelikte olduğunu öğrenme imkanına kavuşur. Ve o zaman Kur'an-ı Kerim'de belirtildiği şekilde, Rücurat Suresinin 13 ncü ayetini daha iyi anlar ve bilir ki; yeryüzünde renkleri, dilleri, şekilleri ve her türlü özel- 234 likleri farklı bile olsa herkes yaratılış noktasında Allah'ın kuludur. Ve yine şunu bilir ki, Rum Suresi 30 ncu ayetinde belirtildiği şekilde, herkesin mutlaka bir inanma ihtiyacı vardır, inanma ihtiyacının dışında bir seçenek yoktur. Her ne kadar Batılı, materyalist, komünist vesaire izm'lerin peşine gitmiş, onların zebunu olabilmiş insanlar altematif inanç sistemleri geliştirseler bile, inanma duygusu insanın fıtratında vardır. O halde İslam, inanma duygusuyla birlikte eşit insanıann var olduğu bir dünyada hayat hakkını devam ettirdiğinin farkına varmak suretiyle, insani fonksiyonlannı Allah'ın istediği doğrultuda kullanırsa iyiye, güzele, doğruya gideceğini, kullanmaması halinde yanlışlar yapacağını ve bunun karşılığında da birtakım yükümlülükleri bulunacağının farkına vanr. İslam'ın ikinci esas almış olduğu husus, aile müessesesidir. İslam, fertle birlikte aileyi de güven altına almayı hedefler. Ahlaki değerleri ön plana geçerek, duygusallıktan uzak, biyolojik ve fizyolojik zevkleri tatminden azade bir ehliliği insanlığın devamı ve o ailede meydana gelecek nesillerin mutluluğu bakımından İslam, aileyi zaruri görür. Günümüzde telkin edilmeye çalışılan ve pek çok yerden pompalanan günübirlik aileliği, aile hayatını veya duygusallığı İslam hiçbir zaman aile temelinin tesisinde uygun bir şart olarak kabul etmez. Ve niçin İslam aileyi ön planda tutar? Çünkü, dini değerlerin, ahlaki milli değerlerin, örfün ve kültürün devamı ancak aile ile mümkündür. Yine aynı şekilde, nesebi sahih insaniann yeryüzünde olmasının tek ve yegane şartı yine aynı şekilde aile ile mümkündür. değerlerin, Bakınız, bugün yine Batı dünyasından enjekte edilmeye çalışılan birailevi dejenerasyonlar veya netice itibariyle aileyi dejenere edecek pek çok baskıyla karşı karşıya kalıyoruz. Şu hususu hatırdan uzak tutmamakta fayda var: Bugün Batılı, kendisinin iflas etmiş olduğu aile düzenini ıslah edemeyeceğini anlamış olmalı ki, en azından başkalarının da ailesini bozmak suretiyle bir fırsat eşitliği ortaya çıkmış olsun. takım Şimdi, şu hususu hatırdan çıkannamakta fayda var ki; Sayın hacarn Profesör Doktor Abdurrahman Küçük'ün bir sözü var, hatırıatmakta fayda görüyorum, "Bugün İslam dünyasının yegane gözbebeği Türkiye'dir." Batı bu hususu çok iyi keşfetmiş bulunmaktadır. Bu keşfinin neticesi olarak, emeline ulaşabilmenin tek yolu vardır ki, o da, ya İslamsız bir Türk dünyası veya Türksüz bir İslam dünyası meydana getirebilmek içindir. Bunu çok iyi bilen Batılı, değişik yolları denemek suretiyle Türkiye üzerinde birtakım oyunlara girişmektedir. Ve netice iti- 235 bariyle, aile hayatını bozduktan sonra Türkiye'nin daha ileriye gidebilmesi mümkün olmayacak. Ve hemen altını çizmekteyarar laması meselesidir. gördüğ;üm bir husus da, nüfus plan- Kur'an-ı Kerim'in bu hususta örnek vermiş olduğ;u bir şeyi dikarz ediyorum. Kuşlar misalini Allah bize örnek veriyor; sabahleyin aç karmna yuvasından çıkan kuşların akşam kannlanm doyurmuş olarak döneceklerini kim bilir?.. Kim kuşlara böyle bir garanti verir? .. Rızık meselesi eğ;er mutlak bir felaket olarak görülüyor ise, nüfus planlamasının mazur görülecek tarafı vardır. Halbuki, nzkı veren katıerinize kişiler değ;il, Allah'tır. fayda var; kusura bakmayın, geçmişte dini, irticanın, geriliğ;in, geri kalmışlığ;ın sebebi olarak gösteren birtakım odaklar, bugün fazla nüfusu geri kalmanın gerekçesi olarak göstermektedirler. Ziya Paşa'mn beyitini hatırlayacaksınız; "İslam imiş Hemen hatırlatmak devlete madem biterakki, evvel yok idi işbu adet, yeni çıktı." Şimdi, sadece Türkiye'de mi uygulamyar bu hadise? .. Mısır'da tanzimül usre veedeleri vardır, nüfus planlamasını organize eden kurumlar vardır. Ama dikkatinizi çekmek istiyorum, özellikle Müslümanlara tatbik edilen bir nüfus planlaması söz konusudur. Bugün Batı'da nüfus artışları eksilere gitmiştir, İslam dünyasmda kabarmakta olan nüfusa gelemeyeceği varsayımından hareketle, en azından daha doğ;­ madan Müslümanların helakini hazırlamak gayretkeşliğ;i içerisindedirler. Birkaç hususu daha dikkatierimize arzederek sözlerimi bitirmek, tamamlamak istiyorum. İslamın milli bütünlüğ;ü tesis etmede bize gösterdiği tavsiyeler ve bunlara uyulmaması halinde başımıza gelecek felaketler hususunu da biraz açalım müsaade buyururlarsa Sayın Başkamm. Bir kere din yaşanmak için vardır. Eğ;er din bütünüyle yaşanırsa, hikmeti tecelli eder. Yoksa, bir farazi olarak "Ben A dinine sahibim gel sen benim hayatımı tanzim et" duygusu, kişinin fert planmda, aile planında, toplum planında hayatına hiç etki etmez. O halde din, hem inanç esaslanyla, hem de ibadet esaslan dediğ;imiz dini pratikleriyle ferdi ve toplumuyla, bütünüyle ilgilenilirse ancak etkisini gösterir. Bugün karşı karşıya felaket olarak kaldığ;ımız şeylerin temelinde de, fert ve toplum olarak dini pratiklere karşı duyarsız, ilgisiz veya çeşitli sebeplerle onları yapamayışımızdan kaynaklanıyor. 236 Bakın, İslam'ın taıtıarını gözönüne alırsanız, Allah'ın bunlarda şahıs olarak eline geçecek: hiçbir şey yoktur. Hangi namaz kılanın namazından Allah'ın çıkarı var, kesilen kurbanın Allah'a katkısı nedir, verilen zekat kim 'için, neye veriliyor? .. Arz edebiliyor muyum bilmiyorum, biraz heyecanlı kontışuyorsam bağ;ışlayınız. Ben metne mümkün olduğ;u kadar girmemey-e çalışıyorum, çünkü burası bitmez. Fakat şunu biliniz ki, dinin bütün farzlan sosyal boyutludur. Sadece inanç boyutu itibariYle Allah'ın takdirine arz edilir bu şeyler. Eğer bir Müslüman zekat ve sadakayı veriyorsa kendi fakirine veriyor. Eğ;er bir Müslüman oruç tutuyorsa, kendi toplumunda aç olan insanların haleti ruhiyesini takdir ediYor. Eğ;er cemaat olmak için camiye gidiyorsa, toplumundaki insaniantı problemlerini paylaşmak, tanışmak, kaynaşmak fırsatı buluyor. O halde, genel atılarnı itibariyle islam, fertten başlayan, aileyi beraberinde getiren ve ::rıetice itibariyle toplumu, toplumun neticesinde de bütün insanlığı bir at'aya, Allah'ın huzuruna, Allah'ın etrafına toplayan bir inanç sistemi oltı:ıak durumundadır. Böyle olmaması halinde insanlığ;a faydası yoktut'. Bunu yapmak için, milli bütünlüğ;ü esas almak istiyorsak, kendi aile::rı1ize, kendi ana ve babamıza, kendi insanımıza öncelikle iyiliğ;i emretm~k, onlara doğ;ruyu söylemek, onların yardımına koşmak, onların yara:t-ına işler yapmak mecburiyetindeyiz. Türkiye dururken Afganistan'ı, Türkiye dururken Filistin'i kurtarmaya kalkmak ist~yen kişiler, abestle iştigal etmek durumunda olmaları dolayısıyla, k~ndi memleketlerinin helakine sebep olmuş kişilerdir. İslam'ın en1ri, kendi ailesini, kendi yakınını kurtarınayı evveliyatla, öncelikle ~nıretmektedir. O halde şunu bir ö~et olarak arz edecek olur isek; İslam bir hayat nizamıdır, uygulandıgı :e:aman hizmeti ve hikmeti insanın hayatmda tecelli eder. Farzları, vacipl~ri. sünnetleri tatbik edilirse toplumda bir kaynaşma, birleşme vesilesi olur. Yasaklarından uzak durulursa; zinanın yasak·olması aile hay~tının helakini önlemek içindir. Yalanın, hırsızlığ;ın yasak olması, İslamın sosyal hayatındaki tepkileri gözardı etmek, onları kurtarmak içindir. Yani, netice itibariy-le islam, yaşandığ;ı sürece insanların birlikteliğ;ine sebep alandır. Ama bt::a_gün maalesef ülkemizde, özellikle medyada, sayın hacarn bağ;ışlasınlar, ~illiyeti ve dini kimliğ;i kim olduğ;u belli olmayan insanlar Türk milletiQe bir şablon çizmekte, bir kıyafet giydirmeye çalışmaktadırlar. Ve bu hale bizim milli değ;erlerimizle, dini değ;erlerimizle 237 taban tabana zıtken, sözüm ona çağ;daşlığ;ın eseri olarak bizler bundan şu veya bu nispette etkilenmekteyiz. Birinci mısrası bizimle ilgili olmamakla beraber, ikinci mısraı sanıyorum bizim şu halimizi tasvir ediyor olması özelliğ;i ile bir beyiti okuyup sözlerimi tamamlamak istiyorum. "Küfrü zülfün salalı rahneler imanımıza, Kafir ağlar bizim ahvali perişanımıza." Saygılarımı sunuyorum efendim. 238