T.C. S.B.İSTANBUL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ ANESTEZİYOLOJİ VE REANİMASYON KLİNİĞİ KLİNİK ŞEFİ: Doç. Dr. Emine Nur ÖZYUVACI ORTA KULAK CERRAHİSİNDE DESFLURANEREMİFENTANİL KOMBİNASYONU İLE PROPOFOLREMİFENTANİL KOMBİNASYONUNUN POSTOPERATİF AĞRI, ERKEN VE GEÇ DERLENME ÜZERİNE OLAN ETKİLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI (Uzmanlık Tezi) Dr. Süleyman Galip KARABAĞ Anestezi ve Reanimasyon Tıpta Uzmanlık Tezi İstanbul – 2009 ÖNSÖZ Asistanlık eğitimim boyunca bilgi ve deneyimlerinden yararlandığım ve tezimin hazırlanması sırasında bana yol gösterici olan değerli hocam, Klinik Şefimiz Doç.Dr. Emine Nur Özyuvacı’ya yaptığı katkılardan dolayı teşekkürü bir borç bilirim. . Uzmanlık eğitimim süresince bana yardımlarını esirgemeyen, uyum içinde çalıştığımız Uz. Dr. Gülşen C. Teomete, Uz. Dr. Filiz Karagöz, Uz Dr. Naile Toprak, Uz. Dr. Nedret Uslu, Uz. Dr. Neriman Aydın, Uz. Dr. Nevin Eren, Uz. Dr. Seher Köse, Uz. Dr. Suat Işıksalan ve Uz. Dr. Şule Vatansever’e teşekkürlerimi sunuyorum. Birlikte çalışmaktan büyük mutluluk duyduğum ve beraber çok güzel günler geçirdiğimiz, pek çok konuda yardımlarını esirgemeyen asistan arkadaşlarıma teşekkürlerimi sunuyorum. Özellikle tez çalışmalarımda yardımlarını esirgemeyen asistan arkadaşlarım Dr. Erhan Yeniaras, Dr. İbrahim Gürcan ve Dr. Ferhat Çolak’a minnettar kalacağım. Ayrıca tanımaktan büyük mutluluk duyduğum sevgili arkadaşım, dostum Dr Cem Topuz’a manevi desteğinden dolayı teşekkür ederim. Sevgili eşim Seda Sündüs Karabağ’a sonsuz sabrı, desteği ve her zaman yanımda olduğu için teşekkür ederim. Ve Başhekimimiz Özgür Yiğit’e sonsuz teşekkür ederim. Dr. Süleyman Galip KARABAĞ ii İÇİNDEKİLER Sayfa GİRİŞ VE AMAÇ………………………………………………………………… 1 GENEL BİLGİLER……………………………………………………………… 3 1. Genel Anestezi…………………………………………………………….. 3 2. Total İntravenöz Anestezi………………………………………………... 5 3. Kulak Anatomisi ve Orta Kulak Cerrahisinde Anestezi……………….. 8 4. Ağrı Tanımı, Fizyolojisi………………………………………………….. 12 5. Post-operatif Ağrı, Hasta Kontrollü Analjezi………………………….. 16 6. Desfluran………………………………………………………………….. 24 7. Propofol…………………………………………………………………... 30 8. Remifentanil………………………………………………………………. 35 9. Tramadol…………………………………………………………………... 38 GEREÇ VE YÖNTEM…………………………………………………………… 43 BULGULAR……………………………………………………………………… 47 TARTIŞMA……………………………………………………………………….. 58 SONUÇ……………………………………………………………………………. 64 ÖZET ……………………………………………………………………………... 65 SUMMARY……………………………………………………………………….. 67 KAYNAKLAR……………………………………………………………………. 69 iii GİRİŞ VE AMAÇ Günümüzde uygulanan anestezi pratiğinde, en düşük maliyet ve en yüksek hasta memnuniyetini sağlamak, anestezi tekniğinin seçiminde oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Anestezi sonrasındaki erken ve geç derlenme ile postoperatif analjezinin hasta memnuniyetindeki ve morbidite üzerindeki önemi de dikkate değerdir. Orta kulak cerrahisi peroperatif fasial sinirin eksplorasyonu, azot protoksitin orta kulaktaki difüzyonunun yan etkileri, hava embolisi risk mevcudiyeti, mikrocerrahi sırasında kanama kontrolü gibi anestezi açısından dikkat edilmesi gereken bazı özelliklere sahip girişimlerdir(1). Orta kulak cerrahisinde, cerrahi şartların iyileştirilmesi için kontrollü hipotansiyon uygulanması tercih edilen bir yöntemdir. Bu amaçla hastanın pozisyonu, ventilasyonun kontrolü yanısıra, hızlı ve kısa etkili vasodilatatörler(sodyum nitroprusid, nitrogliserin, ürapidil), beta blokerler(propranolol, esmolol), ganglion blokerleri(trimetafan) ve yüksek doz potent inhalasyon anestezikleri(halotan, izofluran) gibi farmakolojik ajanlar da kullanılabilir. Bununla birlikte her bir yöntemin kendine özgü dezavantajları mevcuttur(2,3,4). Bir opioid analjezik olan remifentanil, azot protoksite iyi bir alternatif olup, hızlı etki başlangıcı ve dağılım hacminin az, klirensinin hızlı olması nedeniyle uzun süreli kullanımdan sonra bile hızlı derlenme, postoperatif dönemde solunum depresyonu olmaksızın uyanma profili sağlayabilme, non-spesifik esterazlar tarafından metabolize olma gibi özelliklere sahiptir(5). Propofol ile birlikte kullanıldığında ek hipotansif ajan kullanımına gerek kalmadan etkin kontrollü hipotansiyon ve uygun cerrahi saha sağladığı bildirilmiştir(6,7). 1 Propofol de, dağılım ve atılım yarılanma süresi kısa, klirensi hızlı olan bir intravenöz ajandır. Bu nedenle hızlı derlenme sağlar(8). Desfluran ise molekül yapısı izoflurana benzeyen, kan ve vücut sıvılarında zor eridiği için indüksiyon ve eliminasyonu hızlı olan bir inhalasyon ajanıdır(9). Postoperatif ağrı, cerrahi travma ile başlayan ve doku iyileşmesi ile giderek azalan akut bir ağrı tipidir. Uygun ve yeterli şekilde yapılan postoperatif ağrı tedavisi, ameliyat sonrası derlenme ve iyileşmenin hızlanması, hastanede kalış süresinin kısaltılmasına katkı sağlayan önemli bir faktördür(10). Günümüzde postoperatif ağrı tedavisinde diğer yöntemlerin yanında üç ilaç grubu kullanılmaktadır: 1-Opioidler, 2-Non-opioidler, 3-Bölgesel tekniklerle uygulanan lokal anestezik grup ilaçlar(11,12). Tramadol, analjezik olarak akut ve kronik ağrı tedavisine uygun, merkezi etkili bir ilaçtır. Opioid reseptörlerine bağlandığı halde, terapötik dozları opioidlerin tipik yan etkilerini göstermez(13). Çalışmamızda, orta kulak cerrahisine yönelik anestezide remifentanil-propofol ve remifentanil-desfluran kombinasyonlarının postoperatif ağrı ve analjezik tüketimi, erken ve geç derlenme ve taburcu olma süreleri üzerine etkilerini karşılaştırmayı amaçladık. 2 GENEL BİLGİLER 1. GENEL ANESTEZİ: Genel anestezi, şuurun reversibl olarak kaybı, tüm vücutta analjezi, amnezi ve bir miktar kas gevşemesi ile karakterizedir. Genel anestezikler, farmakolojik yönden santral sinir sisteminde selektif olmayan genel depresyon yaratan ilaçlardır(14). Belirli nöronların ve nöron yolaklarının genel anesteziklere duyarlılıkları farklıdır. Örneğin; omurilikte substantia gelatinosa’da ağrı impulslarının uyarılması ile ilgili nöronların genel anesteziklere oldukça duyarlı oldukları kabul edilmektedir. Bu sebeple genel anesteziye başladıktan sonra anestezi öncesi analjezi meydana gelmektedir. Beyin sapında retiküler formasyonda yerleşmiş olan ve bilinçlilik durumunun sürdürülmesinden sorumlu retiküler aktive edici sistemin kaynağını teşkil eden nöronların, bu sistemin beyin korteksine kadar uzanan yol üzerinde yer alan nöronların ve bunların yaptığı sinapsların da genel anesteziklere duyarlılığı yüksektir. Bu nedenle analjezinin ardından bilinç kaybı oluşur. Genel anesteziklere en duyarlı yapılar solunum merkezi ve vazomotor merkezdeki nöronlar ve sinapslardır(14). 3 Genel anestezinin dört amacı vardır: 1.Analjezi: Anesteziye başladıktan sonra, bilinç kaybından önce analjezi meydana gelir. Omurilikte arka boynuzun substantia gelatinosa’sındaki birinci ağrı nöronunun akson uçları ile spinotalamik nöronlar arasındaki sinaps ile ilgili nöronların inhibisyonu ile analjezi meydana gelmektedir. 2.Hipnoz: Sedasyondan bilinç kaybına kadar artan derinlikte ve yaygın santral sinir sistemi depresyonu ile ifade edilir. 3.Çizgili kasların gevşemesi: Çizgili kasların gevşemiş olmasının, somatomotor reflekslere neden olmaksızın insizyon yapabilmek ve başta karın olmak üzere vücudun çeşitli kısımlarında yapılan cerrahi girişimler sırasında cerrahın çalışmasını kolaylaştırmak için kas tonusunu azaltma bakımından önemi açıktır. Genel anestezi sırasında nöromusküler bloke edici ilaçlar kullanılarak, çizgili kas gevşemesi için yüksek konsantrasyonda genel anestezik ilaç uygulaması zorunluluğu ortadan kalkmıştır. 4.Hiporefleksi, Arefleksi: Cerrahi girişim sırasında cilt ve derin dokuların kesilme, sıkılma ve diğer şekillerde zedelenmesi veya ellenmesi çizgili kaslarda somatik refleks hareketlere, kalp, solunum yolları ve damarlar gibi yapılarda otonomik reflekslerin uyarılmasına neden olur. Genel anestezikler, santral etkileri ile somatik reflekslerin yanında otonomik refleksleri de azaltır(hiporefleksi) veya ortadan kaldırır(arefleksi). 5.Uyanma: Anesteziye son verildikten sonra, çeşitli yapılardaki değişikliklerin kaybolması ve normale dönüşü ile olur. Anesteziden açılmada, rezidüel depresyon nedeni ile eksitasyon dönemi hafif geçirilir(14). 4 İyi bir genel anestezik; Güvenlik aralığı geniş olmalıdır, Hızlı ve olaysız bir indüksiyona olanak vermelidir, İlaç kesildikten sonra hastanın uyanması çabuk ve olaysız olmalıdır. Bu özelliklerin tümüne sahip ideal anestezik bulunamadığı için birden fazla genel anestezik ajan kombine kullanılır. Genel anestezi, santral sinir sistemine erişen ilaç konsantrasyonuna bağlı olarak gelişen depresyonun yer ve derecesine göre ortaya çıkan belirtiler ışığında dönemlere ayrılabilir. Medulla oblongata’da vazomotor ve solunum merkezlerindeki nöronlar, daha önce belirtildiği gibi genel anesteziklerle inhibisyona en duyarlı nöronlardır. Halojenli hidrokarbonlar ve intravenöz anestezikler hızla gelişen bir anestezi sağladıkları için dönemlerin ayırt edilmesi zordur(15). Günümüzde, daha çok kirpik, kornea ve konjunktiva refleksleri, pupilin büyüklüğü ve ışığa reaksiyonu, göz yaşarması, göz küresinin hareketleri, kan basıncı, nabız, cilt insizyonuna alınan kardiyovasküler ve solunumsal yanıt; solunumun derinliği, hızı, terleme, özellikle çene kasları olmak üzere iskelet kasları tonusu, hastanın airwayi tolere edebilmesi, yutkunma, trakeal çekilme, diyafragmatik solunumun durumu, akciğerlerin esnekliği gibi klinik belirtilerle anestezi derinliğine karar verilmektedir. Uygulama yönünden anestezi; indüksiyon, idame ve uyanma olarak üç safhaya ayrılır(15). 2. TOTAL İNTRAVENÖZ ANESTEZİ (TİVA) TİVA, oksijen ve hava karışımıyla ventile edilen hastalarda sedatif, hipnotik, opioid ve kas gevşeticilerin intravenöz yolla infüzyon şeklinde kombine olarak kullanılma tekniğidir. Geleneksel inhalasyon anestezisine karşı alternatif bir yöntem olarak kullanılmaktadır(16). 5 TİVA’nın Avantajları(16,17) 1. TİVA’da indüksiyon hızlı ve düzgün olarak sağlanabilir. 2. Maske ile inhalasyondaki boğulma hissi, anestezik ajanın hoşa gitmeyen kokusu, bilincin yavaş olarak kalkması, indüksiyonun uzun sürmesi gibi hastayı rahatsız eden sakıncalar olmaz. 3. TİVA’da kullanılan IV ajanların patlama ve yanma riski yoktur. 4. TİVA’da kullanılan ilaçların çoğu spesifiktir. Çünkü bunlar volatil anesteziklerin neden olduğu sanılan yaygın hücresel etkilerden çok reseptör bölgelerine etki ederler. Reseptör bölgelerine etki eden ilaçların etkileri sınırlıdır ve doz-yanıt ilişkisi tahmin edilebilir. 5. Kalbi katekolaminlere karşı hassaslaştırmazlar. Daha iyi bir kardiyovasküler stabilite sağlarlar. Ventriküler aritmi, miyokardiyal depresyon görülme olasılığı azdır. 6. Ketamin hariç IV anestezik ajanlar serebral kan akımını ve serebral oksijen kullanımını azaltırlar. İntrakranial basıncı düşürürler. 7. TİVA’da derlenme daha hızlı ve düzgündür. 8. Postoperatif bulantı kusma insidansı düşüktür. Hastalar ağrıdan daha az şikâyet ederler. 9. Vücuttan atılmaları pulmoner fonksiyona bağlı değildir. TİVA’nın Sakıncaları(17) 1. IV indüksiyon yapılırken ilaç yavaş olarak ve uyku sağlayacak en düşük dozda verilerek yan etkileri en aza indirilmelidir. 2. İlacın plazma düzeyi hızla yükselir ve bir kez verildikten sonra plazma düzeyini düşürmek mümkün değildir. Bu özellikle genel durumu düşkün hastalarda önemlidir. 3. İndüksiyon sırasında ilaç vital merkezlere hızla ulaştığından apne ve hipotansiyon gibi etkiler inhalasyon ajanlarından daha belirgindir. Bu özellikle kardiyovasküler rezervi sınırlı hastalarda önemlidir. 4. Kardiak sfinkter ve diğer koruyucu refleksler de hızla deprese olduğundan, IV anesteziklerle regüjitasyon ve aspirasyon olasılığı fazladır. 6 5. İlacın kendisi veya katkı maddesi irritan olabilir. 6. Tromboflebit, ekstravasküler veya intraarteriel enjeksiyonlarda ciddi sorunlar olabilir. 7. İstemsiz kas hareketleri, öksürük, hıçkırık, laringospazm gelişebilir. 8. Ayrıca IV enjeksiyonların kendisine ait sorunları görülebilir. 9. TİVA’da ilacı düzenli ve kontrollü bir infüzyon şeklinde verebilmek için dereceli infüzyon seti, infüzyon pompası veya enjektör pompası gibi aletler gerekir. Sürekli infüzyon anestezisinde kullanılan ilaçların ideal özellikleri(16,18) 1. Suda eriyebilmeli. 2. Tercihen sudaki solüsyonu bulunmalı, solüsyonu stabil olmalı, solüsyon ışığa maruz kalınca bozulmamalı. 3. Kullanılan enjektör ve setlere absorbe olmamalı. 4. İntraarteriyel veya damar dışına verildiğinde doku hasarı yapmamalı, intravenöz enjeksiyon yerinde ağrı, flebit, trombozise yol açmamalı. 5. Hızlı, düzgün ve güvenilir bir uyku ve uyanma sağlamalı, etkisini bir kol, beyin dolaşım zamanı içinde göstermeli. 6. Etki süresi kısa olmalı, karaciğer, kan veya damardan zengin diğer organlar tarafından metabolize edilerek inaktive olmalı. 7. Metabolitleri inaktif olmalı, toksik olmamalı, suda eriyebilmeli. 8. Vital fonksiyonlar üzerine etkisi minimal olmalı. 9. Kümülatif etki göstermemeli. 10. Aşırı duyarlılık yapmamalı. 11. Teratojenik olmamalı. 12. Postoperatif psişik reaksiyonlara neden olmamalı. 13. İndüksiyonda istemsiz kas hareketlerine, rijiditeye ve hıçkırığa neden olmamalıdır. 7 Günümüzde henüz tüm bu özellikleri gösteren ideal bir IV anestezik madde yoktur. Uygulama sırasında anesteziste düşen görev, elinde bulunan ilaçlar içinde hasta ve girişim için en uygun olanını seçmesidir. TİVA için günümüzde kullanılmakta olan ajanlar şunlardır(16) Propofol Etomidat Midazolam Ketamin Alfentanil Fentanil Remifentanil 3. KULAK ANATOMİSİ VE ORTA KULAK CERRAHİSİNDE ANESTEZİ Kulak Bir işitme ve denge organı olan kulak brakial arklar ve ektodermden gelişir. Birinci ve ikinci brakiyal arkın farklılaşması sonucu da orta kulak oluşur. İç kulak ise ektodermden gelişir. Anatomik ve fonksiyonel özellikleri gözönüne alındığında, kulak birbirinden farklı üç bölümde incelenir. 1- Dış kulak 2- Orta kulak 3- İç kulak 8 Bu bölümde çalışma konusu ile ilgisi yönünden timpanoplasti operasyonu ve orta kulak operasyonu anestezisinden bahsedilecektir(19,20). Timpanoplasti Timpanoplasti kronik otitis media ve sekellerinde uygulanan, orta kulağa yönelik cerrahi girişimlere verilen genel addır. Orta kulaktaki hastalığa veya hastalığa bağlı gelişen harabiyetin türlerine göre, yapılan cerrahi girişim de değişir. Orta kulak ve mastoid sistemdeki patoloji mukozanın ve orta kulaktaki kemikçiklerin tamamen kuru olduğu santral bir kulak zarı perforasyonundan, tüm zarın, orta kulaktaki kemikçiklerin harap olduğu, hatta kimi zaman fasial paralizi, labirent fistülü, menenjit, beyin absesi gibi komplikasyonların gözlendiği kolesteatoma kadar değişebilir. İlk durumda sadece perfore kulak zarının onarıldığı basit bir miringoplasti(en basit timpanoplasti tipi) yeterli iken, ikinci durumda orta kulak ve dış kulak mastoid sistemin tek bir boşluk haline getirildiği radikal masteidektomi zorunlu olabilir. Genel olarak kulak zarı perforasyonunun yanı sıra orta kulak kemikçiklerinde de harabiyet varsa işitmeyi de iyileştirmek için ossiküloplastinin(kemikçiklere yeniden şekil verilerek kemikçik zincir yoluyla ses iletiminin tekrar sağlanması) eklendiği bir timpanoplasti uygun ameliyat olacaktır. Orta kulaktaki patoloji(özellikle de kolesteatom) mastoid antrum ve hücre sistemine uzanıyorsa, orta kulağa yönelik timpanoplasti işlemine mastoidektomiyi de eklemek gereklidir. Sonuç olarak, günümüzde hemen her zaman mikroskop altında yapılan, orta kulakta kronik otitis mediaya bağlı gelişen patoloji ve harabiyeti düzeltme amacı güden ve çoğu kez kulak zarında mevcut olan defektin bir konnektif doku grefti ile onarıldığı ameliyatlara verilen genel isim timpanoplastidir(19,20) 9 Orta kulak operasyonlarında anestezi Orta kulak ameliyatları lokal veya genel anestezi ile yapılabilir, ancak tercih edilen anestezi genel anestezidir. Anatomik yapısı, komşulukları ve ameliyatların genelde mikroskop altında yapılması nedeniyle hem cerrahisi, hem de anestezisi özen gerektirmektedir. Dikkat edilmesi gerekenler fasial sinirin ortaya konulması, orta kulağa azot protoksitin etkisi, kafanın pozisyonu, hava embolisi olasılığı ve iç kulağın mikrocerrahisi sırasında kanama kontrolüdür(21). Birçok kulak ameliyatında esas olan fasial sinirin ortaya çıkarılmasıdır. Eğer hastada total paralizi yoksa bu amaca daha kolay ulaşılır. Kas gevşetici kullanılması gerekiyorsa, hasta monitörize edilmeli ve kas cevabının en az %10 - 20’si kalacak şekilde doz ayarlanmalıdır. Kulak ameliyatlannda fasial sinir paralizisi insidansı %0.6-3 oranındadır. Operasyon sırasında uyandırılmış fasial EMG aktivite monitörizasyonu mastoid veya temporal kemik alanında, ameliyat sırasında fasial sinirin ortaya koyulması ile birlikte olmalıdır(21). Orta kulak ve paranazal sinüsler vücudun hava kaviteleridir ve bu kaviteler genişleyemezler. Bu bölgelerde normalde azot bulunur. Azot protoksit inhale edildiğinde kanla bu bölgeye taşınır ve solübitesi azottan 35 kez daha fazla olduğu için kolaylıkla boşluk içine difüze olur. Sonuç olarak, orta kulak gibi genişleyemeyen kavitelerde basınç artar. Normalde östaki borusu tarafından pasif havalandırılmada yaklaşık olarak 200-300 mmH2O basınç oluşur. Eğer cerrahi travma, akut inflamasyon ve ödem nedeniyle östaki fonksiyonları azalırsa, orta kulak basıncı azot protoksit verilmesinden sonra 30 dakika içinde 375 mmH2O’ya ulaşabilir. 10 Azot protoksitin kesilmesinden sonra gaz hızlı olarak reabsorbe edilir ve negatif orta kulak basıncı gelişir. Östaki tüp fonksiyonu anormal olduğunda, azot protoksitin kesilmesinden sonra oluşan negatif orta kulak basıncı, 75 dakika içinde 285 mmH2O olabilir. Bunun gibi basınç değişikliklerinin işitme kaybına kadar giden komplikasyonlara yol açabileceği bildirilmiştir(22). Timpanik membran greftinin kalkması ve kulak zarının bombeleşmesi azot protoksitin inhalasyonu sonucu gelişebilir. Bu komplikasyonlardan kaçınılması için anestezist azot protoksit konsantrasyonunu %50 ile sınırlamalı ve membran greftinin yerleştirilmesinden 15 dakika önce azot protoksiti kapatmalıdır. Genel anestezi altında yapılan orta kulak ameliyatlarında, hastanın baş pozisyonu önemlidir. Baş torsiyonundan ve aşırı boyun ekstansiyonundan kaçınılmalıdır. Brakial pleksus veya servikal yaralanmalar olabilir. Sınırlı karotis arter kan akımlı hastalarda, zorlanmış boyun pozisyonlarında özellikle kan akımında kayda değer düşme gözlenir. Kulağın mikrocerrahisi sırasında uygun bir anestezi tekniği seçilmesi cerrah için iyi ameliyat koşulları sağlayacaktır. Başın 10-15 derece kaldırılması, venöz drenajı artıracak, venöz basınç düşüklüğünü koruyarak venöz kanamayı azaltacaktır. Orta kulak mikrocerrahisinde kanama kontrolünde, lokal vazokonstriktör kullanmak gerekebilir. Kulağın mikrocerrahisi sırasında kontrollü hipotansiyon gerekliliği sorgulanabilir. Bu yöntemin uygulanması için hastaların çok iyi monitörize edilmiş olmaları gerekmektedir. Bu hipotansiyon hızlı geri dönüşümü olmayan hipotansiyondur. Çok dikkatli olmayı gerektirir. Son yıllarda yeni anestezik ajanların kullanıma girmesi, volatil anestezik kullanmadan da, kısa etkili, vücutta birikmeyen propofol gibi ajanların sürekli infüzyon yöntemi ile kullanılmaya başlanması, kulak mikrocerrahisi için etkili ve güvenli bir yöntem olarak yapılan birçok çalışmada gösterilmiştir(23). 11 4. AĞRI TANIMI, FİZYOLOJİSİ Ağrı nedir? Ağrı(pain); latince ‘poena’(ceza, intikam, işkence) sözcüğünden gelmekte olup, tanımı oldukça güçtür. Uluslararası Ağrı Araştırmaları Teşkilatı(IASP) “ağrı”yı; vücudun herhangi bir yerinden kaynaklanan, gerçek ya da olası bir doku hasarı ile birlikte bulunan, hastanın geçmişteki deneyimleriyle ilgili, sensoryal veya emosyonel hoş olmayan bir duygu olarak tanımlamaktadır(11,24). Ağrı her zaman subjektif bir duygudur. Bireyler arasında büyük farklılıklar olduğu gibi, yaşanılan çevre ve koşullar da ağrıya yanıtı değiştirebilmektedir. Ağrı, kişiden kişiye farklılıklar gösterdiğinden hem tedavisi hem de değerlendirmesi oldukça zordur. Bu nedenle öncelikle hastanın belirttiği ağrı şiddetine inanmak gerekir. Ağrının sınıflaması Ağrının subjektif bir duyum olması, bireyler ve yaşanılan ortam açısından büyük farklılıklar göstermesi, standart bir sınıflamayı olanaksız kılmaktadır. Ağrıyı değişik parametrelere göre aşağıdaki şekilde sınıflamak mümkündür(25). 1. Fizyolojik - kliniğe göre 2. Süresine göre(akut veya kronik) 3. Kaynaklandığı bölgeye göre somatik, visseral , sempatik) 4. Mekanizmalarına göre(nosiseptif, nöropatik, deaferantasyon, reaktif, psikosomatik) Ağrının belirleyicileri Ağrı olayı; ağrının duyulması(duyusal), algılanması(kognitif) ve ağrıya yanıt(afektif) komponentlerini içerir. Genellikle ağrının kaba şekilde algılanması, uyarı hipotalamusa geldiğinde, tam algılanması ise parietal kortekse ulaştığında olmaktadır(26). 12 Ağrılı uyaranlar Çeşitli uyaranlar, genellikle de doğal uyaranların aşırı şiddette olanları ağrı uyandırmaktadır. Bu uyaranların ortak özellikleri dokulara zararlı olmalarıdır. Bunlar üç grupta toplanırlar: 1. Fizik hasara neden olan mekanik veya termal uyaranlar 2. Laktik asit birikimine neden olan iskemi 3. Toksin, enfeksiyon ve çeşitli kimyasal maddelerin neden olduğu inflamasyon Son yıllarda hem ağrılı uyaranları algılayan reseptör(nosiseptör) lerin hem de ağrı uyandırarak veya ağrı hissinin iletimini etkileyerek mediatör işlevi gören birçok endojen maddenin(endojen aljezik ve analjezik sistemler) varlığı saptanmıştır(27). Ağrı reseptörleri Ağrı reseptörleri; cilt, derin dokular ve organlarda bulunan nosiseptör adı verilen serbest sinir uçlarıdır. Bu reseptörler vücuttan salgılanan ağrı yapıcı maddeler olan asetilkolin, hidrojen iyonları(pH < 3 olacak şekilde hidroklorik asit veya laktik asit), K + iyonları, prostaglandin, lökotrien gibi araşidonik asit metabolitleri, serotonin, kininler ve P maddesi gibi maddeler tarafından uyarılabilirler(27). Opioid reseptörleri ve endojen opioid peptidler İlk kez 1973’de gösterilen opioid reseptörleri beyin sapı, talamus, nucleus amygdalus, arka hipofiz ve medulla spinalisin substansia gelatinosasında yoğun biçimde bulunmakta ve bütün opioidler bu reseptörlere spesifik bir biçimde bağlanmaktadırlar. Bu reseptörlerin opioidlerle veya elektrikle uyarılması sonucu analjezi meydana gelmekte ve 13 bu etki antagonistlerle ortadan kaldırılmaktadır. Bu reseptörler mü, kappa, epsilon, delta ve sigma olmak üzere 5 ana grupta toplanmaktadır(28). Endojen opioid peptidler: Bu kadar spesifik reseptörlerin bulunuşu, reseptörlere bağlanan özel endojen maddelerin varlığına dikkat çekmiş ve çalışmalar sonucu üç peptid sisteminin varlığı ortaya konmuştur. 1. Pro-enkefalin A sistemi: Delta ve mü reseptörlerini uyarırlar. 2. Pro-enfekalin B(Prodinorfin) sistemi: Kappa reseptörlerini uyarırlar. 3. Endorfinler(Endojen morfinler): Mü reseptörlerini uyarırlar(29). Ağrı şiddetinin ölçülmesi Tamamen subjektif bir deneyim olan ağrının ölçülmesi oldukça güçtür. Yine de bu amaca yönelik çok çeşitli ölçüm metodları geliştirilmiştir. Tip 1 Ölçümler: Objektif izleme dayanan yöntemlerdir. Tip 1 yöntemler üç grupta incelenir: 1. Fizyolojik yöntemler: Plazma kortizol ve katekolamin düzeyinde artma, kardiyovasküler ve solunumsal parametrelerde değişme. 2. Nörofarmakolojik yöntemler: Plazma beta-endorfin düzeyi ile ters ilişki, cilt ısısında değişme(termografi). 3. Nörolojik yöntemler: Sinir iletim hızı, uyarılmış yanıtlar, pozitron emisyon tomografi(PET) dir(27). 14 Tip 2 Ölçümler: Ağrının kendisini ölçmeye yönelik olup, burada hasta kendisi değerlendirme yapmaktadır: 1. Tek boyutlu yöntemler: Kategori skalaları, sayısal skalalar, vizuel analog skala(VAS), hastanın anamnezi ve hekimin gözlemine dayanan yöntemlerdir. a. Kategori skalası, ağrı yokluğundan, dayanılmaz dereceye kadar olmak üzere 5 bölüme ayrılır. Hasta kendi durumuna uygun olanı seçer. b. Sayısal skalada, 0(ağrı yok) – 100(olabilecek en şiddetli ağrı). c. Vizuel analog skala’da(VAS), bir ucu ağrısız, diğer ucu dayanılmaz şiddette ağrıyı ifade eden 10 cm veya 100 mm lik bir cetvel üzerinde ağrısını ifade eder. 2. Çok Boyutlu Yöntemler: En çok kullanılan yöntem Mc GilI Ağrı Sorgulaması olup, ağrıyı sensoryal ve affektif yönden inceleyen 20 takım soruyu içerir(27). Ağrının giderilmesi Ağrının tedavisi planlanırken ağrının tipi, yeri, şiddeti, hastanın yaşı ve fizik durumu göz önünde bulundurulup aşağıdaki yöntemlerden birisi seçilmelidir(29). A- Ağrı kontrol yöntemleri 1. Geçici yöntemler: Bölgesel infiltratif yöntemler a. Lokal Anestezik Uygulanan Yöntemler b. Epidural ve İntratekal Lokal Anestezik ve Opioid Enjeksiyonu 2. Uzun süreli veya kalıcı yöntemler: a. Nörolitik yöntemler b. Termokoagülasyon(Radyofrekans) c. Krioanaljezi d. Cerrahi yöntemler 15 B- Stimülasyon yöntemleri: 1. Hiperstimülasyon analjezisi 2. Elektrik stimülasyonu 3. Transkütan sinir stimülasyonu(TENS) 4. Akupunktur C-Sistemik uygulamalar(ilaç tedavisi) 1. NSAİİ 2. Opioidler 5. POSTOPERATİF AĞRI VE HASTA KONTROLLÜ ANALJEZİ Postoperatif ağrının fizyolojisi ve etkileri Postoperatif ağrı genellikle tanısal bir önem göstermez. Temel nedeni cerrahi travma sonucu oluşan doku hasarıdır. Postoperatif ağrı, akut ağrının farklı bir tipidir ve akut ağrı tedavisindeki prensipler burada da geçerlidir. Bazı olgularda, insizyona veya kapanmayanyaraya bağlı olarak sinirsel, vasküler veya diğer dokulara ait ek bir hasar oluşabilir. Böyle olgularda postoperatif ağrı tanısal önem kazanır. Eğer ağrı bütünüyle ortadan kaldırılırsa visseral distansiyon(genellikle mesane), kompartman sendromu, basınç nekrozu, enfeksiyon, iskemi veya sinir hasarının varlığını belirlemek için diğer belirti ve bulgulara güvenilmek zorunda kalınır(30,31). Rutin cerrahide değişik dokularda hasar meydana gelir ve sonuç olarak dokularda cerrahiye bağlı bir yara oluşur. Organizmanın doğal tepkisi yaraları mümkün olduğunca kısa sürede kapatmak ve dokuların normal sürekliliğini geri getirmek yönündedir. Bu süreç yara iyileşmesi olarak adlandırılır. Yara iyileşmesinin enflamasyon(eksüdatif), proliferasyon, reparatif(yeniden şekillenme) olmak üzere üç fazı vardır(32). 16 Enflamasyon(eksüdatif faz), yara oluşumunun ilk 1. ile 5. günleri arasında oluşur. Postoperatif ağrı bu dönemdeki değişiklikler ile birlikte görülür. Enflamasyon, normal bir dokunun travmaya verdiği akut cevaptır. İlk olay yaralı damarların kontraksiyonudur. Küçük damarlarda vazokonstriksiyon ve pıhtılaşma fenomeni ile birlikte kesilen damar ağzında primer hemostatik tıkaç meydana gelir. Yaralanma sonucu yaralı yüzey kanla örtülür. Buradaki trombositler yaralı damar subendotelinde bulunan kollajen ile yapışır ve kümeleşir. Açığa çıkan çeşitli vazoaktif maddeler kesik damar ucunun bu primer tıkaç etrafında daha fazla kontraksiyonunu sağlarlar. Kan subendotelyal kollajenle bir araya gelince Hageman faktörü aktive olur, trombosit granül depolarını boşaltarak degranüle olur, serotonin gibi maddeleri açığa çıkarır ve çökerler(32). Trombositler ayrıca trombositkökenli büyüme faktörü, seratonin, Platelet Activated Factor, adenozin difosfat ve tromboksan gibi endojen aljezik maddeleri de açığa çıkarırlar. Tüm bu bilgilerin ışığında postoperatif ağrı mekanizması sürecinde; insizyon ile damar kesisi ve dokulardaki basıya bağlı oluşan staz ve ödem, sinir kesisine bağlı nöropati ile birlikte kas ve eklem gerilimine bağlı olan mekanizmaların rol oynadığı söylenebilir. Postoperatif ağrı, periferik nosiseptif mekanizma ile tanımlanır. Oluşan doku hasarı periferik sinir iletimi(A-delta ve C) yoluyla olur. İnsizyon ile cilt afferentleri aktive edilir, insizyon veya traksiyon(ekartman) ile kas afferentleri aktive edilir ve inatçı (kalıcı) refleks spazm nedeniyle kas ağrıları oluşur. Sonuçta organ distansiyonu oluşabilir ve visseral afferentler cerrahi(diatermi veya traksiyon) tarafından aktive edilebilir. Bu durumda, postoperatif ağrı somatik ve visseral ağrının bir kombinasyonu olarak görülebilir. Postoperatif ağrı; ölüm korkusu, sakat kalmak, kontrol kaybı, ekonomik ve ailesel faktörler içerebilir. Yetersiz ağrı tedavisi hastanın iyileşmesini olumsuz olarak etkileyen önemli bir unsurdur. Ameliyat sonrası dönemde ağrı çeken hastada, hastanede daha uzun süre kalmasını gerektirecek komplikasyonlar ortaya çıkar(33). 17 Akut ağrının patofizyolojik sürecinde nöroendokrin işlevler, solunumsal ve renal fonksiyonlar, gastrointestinal aktivite, dolaşım ve otonom sinir aktivitesi değişikliği ile birlikte birçok sistemin rolü vardır. Ameliyat sonrası tedavi edilemeyen ciddi ağrı nedeniyle, öksürememeye bağlı atelektazi, hareketliliğin azalmasına bağlı tromboembolik komplikasyonlar gibi problemler artar. Şiddetli ağrı, artmış katekolamin yanıtına neden olur ve katekolaminlerin plazma yoğunlukları normalin birkaç kat üzerine çıkar. Buna bağlı olarak sistemik damar direncinin, kalp yükünün, miyokardın oksijen tüketiminin artması özellikle koroner arter hastalığı olan kişiler için zararlıdır(34). Postoperatif ağrı nedeniyle oluşabilen bu komplikasyonlar 5 ana grupta toplanabilir: 1- Solunum sistemi üzerine etkileri: Vital Kapasite(VC)de azalma, birinci saniye zorlu ekspiryum volümünde(FEV1) azalma, fonksiyonel rezidüel kapasite(FRC)de azalma, akciğer enfeksiyonları ve atelektazi sıklığında artma. 2- Nöroendokrin sistem üzerine etkileri: Plazma adrenalin, noradrenalin ve kortizol düzeylerindeki değişimler. 3- İmmobilizasyon nedeniyle gelişen komplikasyonlar: Trombüs, pulmoner emboli, dekübitüs ülserleri sıklığındaki artmalar. 4- Psikolojik etkileri: Sıkıntı, anksiyete, depresyon. 5 - Otonom Sinir Sistemi üzerine etkileri: Terleme, bulantı. Postoperatif ağrı tedavisinde; hastanın fizik durumu, ağrının şiddeti, şiddetli ağrı beklenen süre, cerrahi girişimin yeri ve niteliği, personel ve teknik olanaklar, yöntemin hastaya getireceği riskler dikkate alınarak uygun yöntem seçildiğinde komplikasyonların hemen hepsini önlemek günümüzde artık olanaklar dahilindedir. 18 bu Postoperatif ağrının tedavi yöntemleri Postoperatif ağrı tedavisinde akut ağrı tedavi prensipleri geçerlidir. Bu nedenle postoperatif devredeki ağrı tedavisi, her iki komponenti etkileyen (anksiyete veya depresyon) ve ağrıya karşı cevabı artıran diğer nedenleri de tedavi eden teknikleri içermelidir. Postoperatif ağrı tedavisinde; hastanın fizik durumu, ağrının şiddeti, şiddetli ağrı beklenen süre, cerrahi girişimin yeri ve niteliği, personel ve teknik olanaklarla yöntemin hastaya getirebileceği riskler dikkate alınarak uygun yöntem seçildiğinde oluşabilecek komplikasyonların hemen hemen hepsini önlemek günümüzde artık olasıdır. Akut ve postoperatif ağrı tedavisinde genel prensipler şu şekilde sıralanabilir: 1. Periferik antienflamatuar ilaç tedavisi, 2. Periferik ağrı reseptörlerinin blokajı(topikal), 3. Periferik sinir blokları(lokal anestetiklerle), 4. Bölgesel sinir blokları, a-Spinal blok(narkotik ve non-narkotikler), b-Epidural blok(narkotik ve non-narkotikler), 5. Santral analjezi(yüksek merkezler), 6. Bu yöntemlerin kombinasyonu. Akut ağrının neden olduğu fizyolojik stres(sempatik cevap), biyolojik olarak yararlıdır. Ancak postoperatif devredeki stres cevap, tüm fizyolojik sistemlerde bir takım yan etkiler oluşturur. Postoperatif ağrının geçirilmesinin cerrahinin hem mortalite hem de morbiditesini azalttığı ve cerrahiden sonra daha erken iyileşmeyi sağladığı açıkça gösterilmiştir. Perioperatif ağrının uygun tedavisi ile kronik ağrı sendromlarının gelişmesini önleyebilmek de olasıdır. Postoperatif ağrı, akut ağrıdan farklı psikolojik faktörler içerir. Son yıllarda ağrı mekanizması, fizyopatolojisi ve ağrı iletimindeki yeni gelişmelerin yanında, yeni analjezik ilaçlar ve komplike cihazların tedavi alanına alınmış olmasına karşın; cerrahi girişim geçiren hastaların çoğunda hala eski alışkanlıklarla ya hiç 19 değişmemiş olarak ya da çok az değişikliklerle içeren postoperatif tedavi yöntemleri uygulanmaktadır. Hastaların analjezik gereksiniminlerindeki değişiklikler, hastalara ya çok yüksek ya da daha sıklıkla tedavi değeri olmayan düşük dozların verilmesine neden olur. Örneğin opioidlerin kan seviyesindeki dalgalanmalarda, opioid kan seviyesi yüksek ise yan etkiler veya sedasyon, kan seviyesi düşük ise yetersiz analjezi oluşur. Yetersiz analjezinin diğer bir nedeni de, doz tekrarındaki gecikmedir. Hastanın ağrısı bir kez başladıktan sonra başlangıçtaki etkinin tekrar sağlanması için gerekli dozun ayarlanması zordur. Tedavi edilmeyen akut ağrının olumsuz etkileri Tüm majör cerrahi girişimlerde başlangıçta hastalarda ölüm korkusu söz konusudur. Daha sonra bu korku yerini anksiyete ve postoperatif ağrı korkusuna terk eder. Postoperatif ağrı ile anksiyete arasında lineer bir ilişki olduğu gösterilmiştir. Anksiyetenin artması ve korku, ağrı seviyesinin ve analjezik gereksiniminin artmasına neden olur. Korku, anksiyete, kontrol kaybı hissi, izole edilme ve normal sosyal hayattan uzaklaşma korkusu, ağrıya karşı öğrenilmiş ailesel veya kültürel cevaplar, kişisel deneyimler gibi psikolojik faktörler, postoperatif ağrı cevabını artırır veya azaltabilir. Ağrının ifade edilme şeklinde de büyük değişiklikler vardır. Bazı hastalar yüksek toleransları nedeniyle çok az veya hiç ağrı duymayabilirler(34). Hasta kontrollü aneljezi(HKA) tanımları ve özellikler Yükleme Dozu(Loading dose): Sistem çalışmaya başladığında hastanın ağrısını hızla azaltmak amacıyla verilen bolus analjezik ilaç miktarıdır. Hastanın anesteziden uyanma sırasındaki şuur düzeyi cihazın etkin şekilde kullanılmasını engeller. Ayrıca erken postoperatif dönemde ağrı en yüksek düzeydedir. Bu dönemde hastanın bilinç düzeyi yeterli değilse yükleme dozu doktor veya hemşire tarafından verilmelidir. Yükleme dozu intraoperatif ve hatta preemptif olarak verilebilir. Dolayısıyla yükleme dozu kullanılmadan idame dozu kullanılırsa, analjezik etkinin başlaması gecikir. İlacın analjezi sağlayan plazma düzeyi “minimal efektif analjezik konsantrasyonu(MEAK)” olarak ifade edilir. 20 Yani MEAK hedef konsantrasyondur. MEAK özgün bir değer değildir. Kişiler arasında MEAK plazma düzeyleri beş kata kadar farklılık gösterebilir. Bunun için yükleme dozunu etkiye göre titre etmek doğru olur. Yükleme dozunun doğru olması ağrıyı hızla azaltır. Anestezi tipi de yükleme dozunu etkiler. Opioid ağırlıklı anestezi alan hastalar postoperatif dönemde volatil anestezi tekniği uygulamalarına göre daha az analjezik ihtiyacı gösterirler(35, 36, 37). Bolus Doz(Demand Dose): HKA cihazları, hastanın kendisine belirli aralıklarla verebildiği bir bolus dozu içerirler. Buna HKA dozu veya idame dozu da denir. Hastanın cihaza bağlı seyyar bir düğmeye veya cihazın üzerinde bulunan bir düğmeye basması ile bolus dozu verilmeye başlanır(35). Bu sırada sinyal duyulması hastanın anksiyetesini azaltabilir ve daha iyi ağrı kontrolü sağlayabilir(36, 37). Bolus dozun her hasta için optimal miktara ayarlanması önemlidir. Bolus dozun belirlenmesinde aralarında korelasyon olmamasına rağmen, vücut ağırlığı yardımcı olur(35). Düşük dozda ve sık enjekte edilen bolus dozdaki amaç, sedasyon oluşturmadan analjezik ilacın plazma konsantrasyonunu güvenli şekilde idame ettirmektir(37). Başarılı isteklerin sayısı kadar başarısız istek sayısı da önemlidir. Bu istek/bolus oranı(demand/delivery ratio) hastanın ağrı düzeyi, HKA’yı anlama düzeyi ve anksiyete derecesi hakkında bilgi verir. Eğer yeterli istek sayısına rağmen tatmin edici bir analjezi sağlanamıyorsa; doz %25-50 oranında arttırılmalıdır. Aynı şekilde aşırı sedasyon gibi bir doz fazlalığı bulgusu varsa doz %25-50 oranında azaltılmalıdır(35, 36). Kilitli Kalma Süresi(Lockout Time): HKA cihazının hastanın devam eden yeni isteklerine cevap vermediği dönemdir. Bu süre hastanın daha önce almış olduğu dozun etkisi tam olarak ortaya çıkana kadar yeni bir doz almasını engelleyen gerekli bir emniyet önlemidir. Dozaşımı riskini engeller. Dolayısıyla süre belirlenirken kullanılan ajanın etkisinin başlama hızı göz önüne alınmalıdır. Ayrıca analjezik ilacın etki bölgesinde yeterli konsantrasyona ulaşma süresi de dikkate alınmalıdır. Kilitli kalma süresi bolus miktarınıda etkiler(35,36). Literatürde kilitli kalma süresini belirleyen sistematik çalışma yoktur(37) 21 Limitler: Limitler HKA cihazında emniyeti sağlamak için mevcutturlar. Bir veya dört saatlik doz sınırına ulaşıldığında devreye girerler. Amaç ortalamadan daha fazla HKA kullanımına dikkati çekmektir(35). Bazal İnfüzyon: HKA’nın sabit hızlı bir infüzyon ile desteklenmesi önerilmektedir. Birçok HKA cihazında sabit hızlı infüzyon, sabit hızlı infüzyon + bolus ve bolus isteğine göre ayarlanan infüzyon seçenekleri vardır. Sabit hızlı infüzyon, postoperatif ağrı tedavisinde kullanılmaktadır. İnfüzyonun başlangıcında opioidin plazma düzeyi; infüzyon hızı, eliminasyon hızını dengeleyene kadar artar. Analjeziğin plato düzeyine ulaşması için gereken zamanı seçilen ilacın yarılanma ömrü belirler. Sabit hızlı infüzyonda plato düzeyine ulaşma yaklaşık 20-24 saati bulmaktadır. Dolayısıyla bu süreyi kısaltmak için ya bir yükleme dozu verilmeli ya da değişken infüzyon hızı kullanılmalıdır. İnfüzyon hızı hastanın analjezik isteğine göre ayarlanmalıdır. Ayrıca hastalar iki tip ağrı yönünden değerlendirilmelidirler. Birinci tip ağrı cerrahi insizyon bölgesinden kaynaklanır ve sabit hızlı infüzyonla kontrol altına alınır. İkinci tip ağrı ise öksürme, fizyoterapi veya pansuman değişimi sırasında oluşan akut ağrı hecmesidir. Bu tip ağrının giderilmesi için basit sabit hızlı infüzyona bolus dozun eklenmesi önerilir. Sabit hızlı infüzyon + HKA seçeneğinde bazal infüzyona ek olarak aralıklı bolus dozları kullanılır. Amaç bolus doza küçük miktarda bazal infüzyonun eklenmesi ile ilacın plazma konsantrasyonundaki oynamaların azaltılması ve daha iyi bir analjezi elde edilmesidir Bolus isteğine göre ayarlanan infüzyon seçeneği, analjezi kalitesini arttırmak ve yan etkilerini azaltmak için düşünülmüştür. Bu modelde 60 dakika. içerisinde yapılmış olan bolus sayısı, infüzyon hızını belirler. Amaç, hastanın harcadığı eforu azaltırken, doz aşımını engellemektir(35). Postoperatif dönemde en az 24 saat boyunca parenteral opioid gereksinimi olması beklenen her hastaya HKA uygulanabilir. HKA için seçilen hastalar her zaman dikkatli ve istekli olmalı, tüm prosedürü iyice anlamalı ve ağrı tedavisinde aktif ve istekli bir şekilde yer almalıdır(36). HKA, majör cerrahi girişim geçiren hastaların postoperatif ağrı tedavisinde, kanser hastalarında, yanık tedavisi gören hastalarda, 6 yaşın üstünde, 70 yaşın altında başarı ile uygulanabilir. Ancak; cihazın düğmesine basmayı başaramayan veya en önemlisi bunu istemeyen kişilerde, psikiyatrik bozukluğu olan hastalarda, demans veya 22 organik beyin sendromu olan hastalarda, kullanılacak ilaca allerjisi olanlarda, postoperatif analjezinin oral analjeziklerle tedavi edilebildiği hastalarda HKA endikasyonu yoktur(36). HKA; uygulama doğru yapıldığı takdirde güvenilir ve kolay bir ağrı kontrol yöntemidir. Ancak HKA uygulaması, cihazın programlanmasından sonra hastanın yakın takibe hiç gerek olmadan kendi analjezik tedavisini uygulaması şeklinde algılanırsa birçok yan etki ve komplikasyonla karşılaşılabilir. Bunların önlenmesinin yolu hastanın doğru monitörizasyonudur. HKA kullanımı sırasında izlenmesi gereken parametreler konusunda bir fikir birliği bulunmamaktadır. Elbette öncelikle ağrı takibi ve sedasyon düzeyinin izlenmesi gerekmektedir. Opioidler kullanılıyorsa erken ve geç solunum depresyonu açısından dikkatli olunmalıdır. Oksijen satürasyonunun takibi önemli bilgi verebilir. Hastanın vital bulguları ve ek takip parametreleri mutlaka kaydedilmelidir. Monitörizasyonun bir diğer komponenti cihazın izlenmesidir. Takip parametreleri izlenirken hastanın bolus istek sayısı, 24 saatlik total bolus ve istek sayıları da kaydedilmelidir. Ayrıca cihazın alarm sistemleri de takip edilmelidir(35). HKA uygulamalarının yakın takip gerektirmesi, postoperatif dönem diyebileceğimiz ilk 4 saatin dışında, 2 saatte bir hastanın parametrelerinin kaydedilmesi nöbetçi ekibe ek bir yük getirmeyeceği gibi ağrısız bir hasta hemşire yardımına daha az gereksinim duyacaktır(35). Postoperatif ağrı giderilmesinde HKA etkin ve güvenilir bir yöntemdir. Aralıklı IM veya devamlı IV gibi konvansiyel uygulamalara göre yan etki yönünden dezavantajı yoktur. Opioid uygulamasına bağlı olarak bulantı ve kusma insidansı yüksektir. Mekaniksel, elektriksel ve programlama hatalarına bağlı olarak potansiyel ölümcül tehlikeler arz eder. Yaşlılarda özellikle hipnotiklerle birlikte HKA uygulamalarında yan etkiler artmaktadır. Küçük çocuklar ve debil yaşlılarda yöntem etkin değildir. Maliyet açısından, sağlık personeli maliyeti düşük, fakat teknoloji maliyeti yüksektir. Günümüzde optimal analjezik ilaç uygulamasında HKA en iyi sistem olarak görülmektedir(37). 23 6. DESFLURAN Desfluran önceki ilaçlardan halojenasyonun sadece florla yapılmış olmasıyla ayrılan yeni bir metil–etil eter anesteziktir. Formülü (±) 1,2,2,2-tetrafloroetil diflorometil eterdir(38). F H F S F C C F F O C H F Şekil 1. Desfluranın biyokimyasal yapısı (38) Desfluran, 22.8°C' nin altındaki sıcaklıklarda renksiz volatil bir sıvıdır. Oda sıcaklığında stabil olduğu bildirilmiştir(38). Kimyasal olarak stabildir. Bilinen tek yıkım reaksiyonu, soda Iime ile doğrudan etkileşerek düşük düzeylerde floroform(CHF3) oluşturmasıdır. Oluşan CHF3 miktarı, MAC eşit dozlarda uygulanan izofloranda oluşan miktarlarla aynıdır. Kuvvetli asitlerin varlığında bilinen bir yıkım reaksiyonu yoktur. Desfluran paslanmaz çelik, pirinç alüminyum, nikel kaplanmış pirinç ya da bakır ve berilyumla etkileşmez(39). Desfluran karaciğerde minimum biyotransformasyona uğrar. %O.O2'den daha azı idrarla metabolitleri halinde atılır. Desfluran metabolizmasıyla oluşan florür iyonu hemen hemen ölçülemeyecek düzeydedir. Desfluranın çok küçük bir bölümü(izofluranda söz konusu olanın %15'inden azı) trifloroasetata çevrilir. Desfluran kullanımıyla hepatotoksisite ya da nefrotoksisite oluştuğu henüz kanıtlanmamıştır. İn vivo ve in vitro degredasyona dirençli olduğundan muhtemelen toksik değildir(39). 24 Desfluranın minimum alveoler konsantrasyonu(MAC) izofluranınkinin beş katı olmakla birlikte oksijenasyonu bozmadan anestezi sağlayabilir; nitröz oksit de bu ilaçla birlikte sakıncasızca kullanılabilir. MAC değeri diğer inhalasyon anestezikleriyle aynı faktörlerden etkilenir. Genç bir erişkine oksijenle birlikte uygulandığında MAC %7.3’dür. MAC değeri ilerleyen yaş, opioid, ya da benzodiazepin gibi depresanlarla birlikte kullanıldığında azalır(38). Genel anestezi dozu hastadan alınan yanıta göre ayarlanmalıdır. Tablo 1'de ağırlıklı olarak ASA I ve ASA II fiziksel durumdaki hastalarda yapılan çalışmalar sonucunda elde edilen bilgilere göre elde edilmiş MAC değerleri bulunmaktadır(40). MAC Yaş %100 Oksijen %60 Azot Oksit 2 hafta 9.2 ± 0.0 - 10 hafta 9.4 ± 0.4 - 9 ay 10.0 ± 0.7 2yaş 9.1 ± 0.6 3 yaş - 4 yaş 8.6 ± 0.6 - 7 yaş 8.1 ± 0.6 - 25 yaş 7.3 ± 0.0 4.0 ± 0.3 45 yaş 6.0 ± 0.3 2.8 ± 0.6 70 yaş 5.2 ± 0.6 1. 7 ± 0.4 7.5 ± 0.8 6.4 ± 0.4 Tablo 1. Desfluranın MAC değerleri üzerine yaşın etkileri(40) Opioid ya da benzodiazepinler desfluranın anestezik dozunu düşürürler. Aşağıdaki tabloda ilaç etkileşimleri gösterilmektedir(38). 25 Doz 18-30 yaş 31-65 yaş Fentanil yok 6.4 ± 0.0 6.3± 0.4 Fentanil(3µg/kg) 3.5±1.9 (%46) 3.1±0.6(%51) Fentanil(6µg/kg ) 3.0 .t 1.2 (%53) 2.3±1.0(%64) Midazolam yok 6.9 ± 0.1 5.9 .t 0.6 Midazolam(25µg/kg ) - 4.9±0.9(%16) Midazolam(50µg/kg ) - 4.9 ±0.5(%17) Tablo 2. Fentanil veya midazolam ile desfluranın MAC değerleri(38) Desfluranın düşük çözünürlüğe sahip olması, anestezi uygulanmasında ilacın vücuttan daha çabuk uzaklaşması ve parsiyel anestezik basıncının daha dakik bir şekilde kontrol edilebilmesi konsantrasyon(FA) anlamına inspirasyon gelmektedir. Desfluran konsantrasyonuna(Fi) kullanımında izoflurandan alveoler daha hızlı yaklaşmaktadır(38,41,42). Anestezi indüksiyonunda desfluranda hedeflenen alveoler konsantrasyona ulaşmak için daha düşük bir ''yüksek basınç'' kullanımına gerek duyulmakta, dolayısıyla hedefi aşma riski daha az olmaktadır. Alveoler konsantrasyonunun daha hızlı yükselmesi indüksiyonun da daha hızlı olabileceğini düşündürürse de durum böyle değildir. Desfluranın oda ısısında 1 atmosfer olan buhar basıncı halen izofluran gibi anestezikler sağlayan değişken-bypass vaporizörlerinden tamamen değişik yapıda, yeni bir vaporizasyon teknolojisini gerçekleştirmektedir. Desfluran vaporizötörlerinin mekaniği yeni olmakla birlikte sağlayıcı sistemin görünüm ve fonksiyonu halen kullanılan vaporizatörlerle aynıdır(38). Kullanım endikasyonları, diğer inhalasyon anestezikleri gibidir. Erişkinlerde anestezi indüksiyonu ve idamesi, bebek ve çocuklarda anestezi idamesi için kullanılır. Erişkinde olmamakla birlikte çocuk ve bebeklerde, oksihemoglobin desatürasyonuna neden olabileceğinden genel anestezi indüksiyonu için maske ile kullanımı önerilmemektedir. 26 Anestezi indüksiyonu döneminde salgı artışı, öksürük, Iaringospazm gibi solunum belirtilerine yol açarak indüksiyon hızını sınırlayabilir. Keskinliği desfluran anestezisi idamesinde sorun yaratmaz(40). Kardiyovasküler Sistem Üzerine Etkileri Bilimsel literatürde desfluranın bildirilen etkileri insan ve hayvan çalışmalarındaki temel kardiyovasküler etkileri sağlaması dışında, izofluranın etkileri ile benzerdir(42). Klinik olarak uygun olmayan tarzda kullanıldığında desfluran ve izofluranın her ikisinde benzer şekilde kardiyovasküler stimülasyon görülebilir. Premedikasyon yapılmamış durumlarda, 1 MAC'ı aşan konsantrasyonlara çok hızlı arttırma gibi durumlarda doza bağımlı bir şekilde, direkt olarak myokard kasılmasında depresyon oluşturur. Kontraktilite ve afterload'ı düşürmesi sebebiyle myokard oksijen tüketimini azaltır(43). Myokard kan akımı ve myokard oksijen talebinin her ikisini de azaltmasına rağmen oksijen talebindeki azalma, kan akımındaki azalmadan daha fazladır(39). Sonuç olarak; desfluran varlığında tüketime cevap veren oksijen oranı arttırılmış olur. Desfluran ve Koroner Arter Steal Sendromu Koroner arter hastalıklı hayvan modellerinde desfluranın koroner arter steal sendromu oluşturmadığı görülmüştür(44). Desfluran, eksojen epinefrine(yaklaşık 7µg/kg), insan myokard aritmojenik eşik değerini değiştirmez(39). Desfluranın Kan Basıncı Üzerine Etkileri Izoflurana benzer şekilde; sistemik vasküler rezistans ve ortalama kan basıncında doza bağımlı, olarak düşme yapar(45,46). Desflurana nitröz oksit eklendiğinde, N20 'ın sempatomimetik özellikleri nedeniyle sistemik vasküler rezistans ve kan basıncında artma 27 olasıdır(47). Desfluran ve izofluranda, benzer şekilde doza bağımlı olarak; arteryel kan basıncının düşmesine cevap olarak gelişen kalp hızında refleks artışta azalma oluşur(45). Desfluranın Kalp Hızı ve Kardiyak indeks Üzerine Etkileri Desfluran sadece oksijenle verildiği zaman 0.8 MAC'da kalp hızı oranı değişmez. 1.0 MAC ve 1.25 MAC'da kalp hızı artar(46). 0.8–1.7 MAC desfluran %60 bir nitröz oksit içinde verildiği zaman, uyumadan önceki başlangıç kalp hızı değerlerinden farklı değildir(47). Bir MAC'dan daha büyük konsantrasyonlarda kardiyak indeksi azaltan izoflurana ters olarak, sadece oksijen içinde 0.8–1.7 MAC desfluran kardiyak indeksi değiştirmez(48). %66 N20 ile uygulandığı zaman, doza bağımlı şekilde kardiyak indeksi düşürür(47). Uzamış desfluran anestezisinin erken döneminde görülen depresan etkilerin geri dönüşüm ile sonuçlandığı görülür(46). Koroner arter hastalarında ya da kan basıncının ve kalp hızının artması istenmeyen hastalarda desfluran tek anestezik olarak kullanılmamalıdır. Tercihen intravenöz opioid ve hipnotiklerle kombinasyon olarak kullanılmalıdır(49). Desfluranın Nôromusküler Etkileri Desfluran, trakeal entübasyon ya da intrakaviter işlemler için yeterli kas gevşemesi sağlar. Ayrıca, kas gevşeticilerin etkisini izoflurana eşdeğer ölçüde arttırır. İzofluranın aksine desfluran kas kan akımını arttırıyor gibi görünmemektedir(50). Azot protoksit/opioid anestezisi ile karşılaştırıldığında desfluranın anestezik konsantrasyonları(uygulamadan 15 dakika ya da daha önce verilen) nöromusküler iletide %95(ED95) depresyon oluşturmak için gereken süksinilkolin dozunu %30 pankuronium ve atrakurium dozlarını %50 oranında azaltmıştır(50). 28 Desfluranın MAC değerini, benzadiazepinler(20–25 µg/kg), %16 opioidler(13–6 µmg/kg fentanil) %50 oranında düşürür. Nöromusküler bloke edici ilaçların etkilerinin artması desfluran parsiyel basıncının kaslarda yeterli düzeyde olması gerektiğinden, anestezi indüksiyonunda nöromusküler bloke edici ilaçların dozunun azalması endotrakeal entübasyon için uygun durumun ya da yeterli kas gevşetici etkinin geç başlamasına neden olabilir. Nondepolarizan ilaçlardan sadece pankuranium ve atrakurium çalışılmıştır(48). Özel kullanım talimatları olmadığında; 1. Endotrakeal entübasyon için nondepolarizan kas gevşeticilerinin veya süksinilkolinin dozu azaltılmamalıdır. 2. Anestezi idamesinde, nondepolarizan gevşetici dozlarının, N2O/opioid anestezisindeki dozlara oranla azaltılması uygundur. Desfluran, özellikle anestezi indüksiyonunda olmak üzere %12'nin üzerinde solunan konsantrasyonları hastalara güvenle uygulanabilir. Bu konsantrasyonlar, oksijen konsantrasyonlarını seyreltir. Birlikte nitröz oksit ya da hava kullanılırsa, yeterli oksijen konsantrasyonunun devamı için nitröz oksit ya da taze gaz akımının azaltılması gerekebilir(49). Diğer inhalasyon anesteziklerinde olduğu gibi kuru karbondioksit absorbanlarıyla etkileşerek bazı hastalarda karboksihemoglobin seviyelerini yükseltebilen karbonmonoksit oluşumuna sahip olabilir. Uzun süreli ve yüksek akımlı taze gaz karbondioksit absorbanlarından geçirildiğinde baryum hidroksit Iime ve soda Iime' nin kuruyabileceği bildirilmiştir. Kuruduğundan şüphelenildiğinde hemen değiştirilmesi önerilmektedir(49). 29 Desfluranın Merkezi Sinir Sistemine Etkileri Desfluran elektroensefalik aktiviteyi doza bağımlı bir şekilde azaltır, anestezinin derin dönemlerinde elektriksel sessizliğe yol açar(51). 0.8 MAC'a kadar olan desfluran konsantrasyonları kafa içi basıncını çok az etkiler ancak daha yüksek konsantrasyonlar özellikle beyin tümörlerinin varlığında kafa içi basıncını arttırabilir(52). 7. PROPOFOL Propofol diğer hipnotik maddelerle yapısal benzerliği olmayan çabuk ve güvenilir hipnoz oluşturan, GABA reseptörleri üzerinden etkili olan bir ajandır. Son yıllarda kullanım sıklığı giderek artmaktadır. Aynı zamanda benzodiazepinlerin bağlandığı yerden daha uzak bir bölgede GABA ile düzenlenen geçişi artırması son zamanlarda tespit edilmiştir(53). Hızlı indüksiyon sağlaması, etki süresinin kısa olması, toksik metabolitlere dönüşmemesi ve birikim yapmaması gibi özellikleri ile etkili bir intravenöz anestezik ajan olduğu gösterilmiştir(54,55). PH’ı 6-8.5 sudaki pKa’sı 11 dir. ICI 35868, disoprofol ve disoprivan diğer isimleri olup ilk kez Kay ve Rolly tarafından 1997’de çabuk etki gösteren bir intravenöz anestezik olarak tanımlanmıştır(56). Kimyasal yapısı; 2.6 diizpropilfenol, 2.6 1-metil-etil fenoldür(57). Bugün kullanılan formu, %10 soya yağı, %2.25 gliserol, %1.2 yumurta fosfotidlerinden elde edilen aköz emülsiyonun %1’lik solüsyonudur(58,59). 30 Şekil 2: Propofol’ün Kimyasal Yapısı(56) Bakteriyel kontaminasyonda çok iyi bir besi yeri olması ve uzun süreli infüzyonlarda metabolitlerinin etkilerinin kestirilememesi gibi dezavantajları vardır. İlaç 25°C’nin altında, donmayacak şekilde saklanmalı, ampuller kullanmadan önce çalkalanmalıdır(60). Kimyasal açıdan barbitürat, steroid imidazol gibi ajanlara benzemeyen, alkil fenol kategorisinden anestezik bir ajandır. Propofol, yüksek derecede lipofiliktir. %98 oranında proteinlere bağlanır. Alkol fenol derivesi olduğundan suda erimez(61). Farmakokinetik Özellikleri Propofol, yüksek oranda lipofilik olması nedeniyle intravenöz yoldan verilmesini takiben beyin gibi yüksek perfüzyonlu dokulara hızlı ve yaygın olarak dağılır(61). Anestezi başlangıcı tiopentan ve metoheksitona benzer biçimde, kol-beyin dolaşımı içinde sağlanır(57,62). Propofolün dağılım yarı ömrü 2-4 dakika, eliminasyon yarı ömrü ise 1-3 saattir(61,63). Propofolün dokulara dağılımı 3 kompartmanlıdır. Tek doz uygulama sonrası 3 adet yarılanma ömrü söz konusudur. Birinci yarılanma ömrü, 1.8-4.1 dakikadır. İkinci yarılanma ömrü 35-40 dakika olup kandan metabolik temizlenmesi ile ilgilidir. İlk ikisi perfüze olan dokulara dağılımı yansıtır. Üçüncü ya da terminal yarılanma ömrü ise 262309 dakika kadardır. Kötü perfüze olan dokulardan propofolün geri dönüşünü yansıtır(64). 31 Metabolizma ve Eliminasyon Propofolün metabolizması oldukca hızlı olup 30 dakika içinde %80 oranında metabolitlerine dönüşür. Çocuklardaki metabolizması ise daha hızlıdır(65). Propofol, karaciğerde inaktif glukronid veya sülfatlara metabolize olur. Metabolitlerinin bilinen farmakolojik aktivitesi yoktur. Bu ürünlerin %98’i idrarla %2’si feçesle atılır(64). İntravenöz verilen dozun yalnızca %20’si kanda değişmeden kalır. Propofol vücut klirensinin, hepatik kan akımı değerlerinin üzerinde olması, ekstra hepatik mekanizmaların metabolik klirense katkıda bulunduğunu, propofolün karaciğer dışında da metabolize olduğunu veya atıldığını göstermektedir. Bu organ muhtemelen akciğerdir. Hızlı metabolizma ve yüksek klirens oranı çabuk uyanmayı açıklamaktadır(66). Uygulama Propofol tek doz bolus olarak verildiğinde, anestezinin başlaması hem doza hem de enjeksiyonun yapılış hızına bağlıdır. Yapılan bir çalışmada propofol 2mg/kg dozda 60 saniyenin üzerinde verildiğinde ortalama indüksiyon zamanı 50.5 saniye bulunmuştur. Ancak ilacın veriliş süresi 5 saniyeye düşürüldüğünde, indüksiyon zamanı 21.5 saniye olarak tesbit edilmiştir(67,68). Yaş ile propofolün indüksiyon dozu arasında belirgin bir ilişki vardır. Propofolün erişkinlerde indüksiyon için en az 2.25 mg/kg bolus dozu gerekliyken, yaşlılarda propofole hassasiyet arttığından 1.25-1.75 mg/kg’lık dozlar yeterli olmaktadır(67). Çocuklarda yapılan çalışmalarda ise 2-2.5 mg/kg’lık propofol dozlarının yetersiz kaldığı görülmüştür(60). El sırtından verildiğinde %58’e varan oranda ağrıya yol açar. Antekübital fossadan verildiğinde bu oran azalır. İntravenöz enjeksiyondan sonra tromboz veya flebit görülme sıklığı oldukça düşüktür. Arter içine verildiğinde fonksiyon kaybına veya bir sekele yol açmadan geçici hiperemi ve ağrıya neden olur(68). 32 Propofol, ideal intravenöz indüksiyon ajanı özelliklerine sahip olduğu için bolus ve infüzyon şeklinde, oksijen azotprotoksit ve opioidlerle birlikte kombine edilerek genel anestezide, sedasyon amacıyla yoğun bakım ünitelerinde kullanılır(69,70). Farmakolojik Etkiler Kardiovasküler Etkiler: Kardiovasküler sistemi deprese eder. Kan basıncını düşürücü etkisi tiopentona göre daha fazladır. Doza ve indüksiyon hızına bağlı olarak diastolik ve ortalama arter basınçlarında %30’a kadar varan anlamlı düşüşlere neden olur. Bu düşüş sistemik vasküler rezistanstaki belirgin azalmaya bağlıdır. Sistemik rezistans üzerindeki etkisinin direkt arteriel vazodilatasyona bağlı olmadığı, muhtemelen bir venöz dilatasyon etkisinin söz konusu olduğu öne sürülmüştür(71). Propofol indüksiyonu hem hipnotik hem de direkt etkiye bağlı olarak katekolamin salınımında düşme sonucu, sempatik tonus azalmasına neden olur. Buna bağlı olarak arter basıncında düşme görülebilir(72). Propofol dozu ile orantılı olarak barorefleks mekanizmasınn deprese olduğu ve kalp atım hızının azaldığı, fakat bu azalmanın antikolinerjik tedaviye cevap verdiği bilinmektedir. Propofol indüksiyonu ile diastolik basınçta sistolik basınca göre daha fazla bir düşüş görülür(72). Opioidler ile premedikasyon yapılmış hastalarda ortalama kan basıncındaki düşüş daha belirgindir. Fakat propofol endotrakeal entübasyona hemodinamik cevabı tiyopentalden daha büyük oranda baskılar(73). Propofol; atım hacminde, kardiak indekste, sistemik vasküler rezistansta azalma yaparak, sol kalbin işini önemli derecede azaltır(74). Anestezi indüksiyonunda görülen hipotansiyon dozun ayarlanması ile minimuma indirilebilir. Propofole bağlı olarak gelişen hemodinamik değişiklikler yaşlı ve kardiovasküler performansı bozuk hastalarda, özellikle 33 sol ventrikül fonksiyonu bozulmuş olanlarda daha belirgindir. Ayrıca propofolün veriliş hızı ve dozu, hastanın postürü ve hidrasyon durumu da hemodinamide önemli rol oynar(75). Propofol normal ventilasyonda(normokapni) serebral kan akımını %51 oranında azaltır, serebral vasküler dirençte %55 artma yapar ve sonuçta serebral oksijen tüketiminde %36 azalma olur(75). Solunumsal Etkiler: Bolus doz propofol uygulamasından sonra ilk görülen solunumsal değişiklik geçici apneyle beraber tidal volümdeki düşmedir. Apne süresi genellikle 60 saniye ve daha az olmasına rağmen 3 dakikaya kadar uzayabilir(76). Apne insidansı %50-84 arasındadır. Apne insidansını premedikasyon, uygulama hızı, doz, hiperventilasyon ve hiperoksi etkiler. Propofol, solunum merkezinin karbondioksite olan duyarlılığını deprese eder. Tidal volüm ve fonksiyonel residüel kapasiteyi azaltır. EtCO2 arttırır(71,77,78). Propofol, larengeal refleksleri deprese eder. Yüzeyel anestezide bile airway genellikle tolere edilebilmekte ve laringospazm nadir görülmektedir(75). Diğer Etkiler: Propofolün karaciğer üzerine minimal etkisi olmakla beraber, böbreklerin fonksiyonunu etkilemez(79). Gastrointestinal motiliteyi etkilemez. Santral sinir sisteminde doza bağımlı depresyon yapar. Düşük dozlarda sedasyon oluşturur. Doz arttırıldıkca sedasyonu hipnoz izler. Serebral vasküler dirençte %51 kadar artmaya neden olur. Antikonvülzan etkisi vardır. Göz içi basıncını düşürür(70). Propofolün nöromusküler blokerlerden sık kullandığımız vekuronyum, atrakuryum ve süksinil kolin üzerine etkisi yoktur(70). Malign hipertermi gelişme ihtimali olan hastalarda tercih edilen ajandır(80). Porfirialı hastalarda güvenle kullanılabilir(81,82). 34 8. REMİFENTANİL ABD’de remifentanilin klinik kullanımı, Temmuz 1996’da onaylanmıştır. Bu yeni opioid artık dünyanın birçok ülkesinde düzenli olarak klinik kullanıma girmiştir(82). Şekil 3: Remifentanilin kimyasal yapısı(82) Remifentanil çok kısa etkili ve etkisi hızlı başlayan yeni bir μ-agonist opioiddir. Analjezik etkisi fentanile benzer. Remifentanil hidroklorid şeklinde beyaz liyofilize toz halinde bulunur. Şu anda mevcut olan formu glisin içerir, bu nedenle epidural veya intratekal kullanımı kontrendikedir(83). 1, 2 ve 5 mg’lık flakonlar halinde piyasada mevcut olup, 25 veya 50 μg/ml solüsyonlar halinde uygulanması tavsiye edilir. Bu şekilde hazırlandığında, pH’sı ±3,0 ve pKa’sı 7.07’dir. Solüsyonun pH’sı 4’den küçük olduğunda 24 saat stabil olarak kalır. Plazma proteinlerine bağlanma oranı %92’dir(84). Remifentanilin, μ reseptörlerine δ ve κ reseptörlerine nazaran daha fazla afinitesi olduğu gösterilmiştir. Kompetetif olarak naloksan tarafından antagonize edilebilir. Ana metaboliti remifentanil asittir. Remifentanil asit, benzer şekilde μ, δ ve κ reseptörlerine 35 bağlanır, fakat afinitesi remifentanilden daha azdır. Aynı zamanda çalışmalar bu metabolitin potensinin remifentanile göre 800–1200 kat daha az olduğunu göstermiştir(85). Remifentanil opioid reseptörü olmayan yapılara önemli düzeyde bağlanmamaktadır. Nonspesifik esterazlar tarafindan metabolize edilmesi, remifentanile diğer opioidlerden farklı farmakokinetik profil sağlamaktadır(86). Organ işlevine bağlı olmaksızın klirensinin çok hızlı olmasına ve dolayısı ile etkinin çok hızlı bir şekilde ortadan kalkmasına neden olur. Etkinin hızla ortadan kalkması postoperatif yeterli analjezi sağlanmasını gerektirir(86). Farmakokinetik Özellikleri Remifentanilin yapısında, diğer piperidin derivesi olan opioidlerden farklı olarak, kan ve diğer dokulardaki non-spesifik esterazlarca yıkılmasını sağlayan ester bağı mevcuttur(85). Remifentanil hızlı etki başlangıcına, düşük dağılım hacmine ve hızlı redistribüsyon özelliğine sahiptir. Terminal yarı ömrü 8.840 dakika olarak tespit edilmiştir(85). Klirensi 3-4 lt/dk’dır ve neostigmin gibi kolinesteraz inbibitörlerinin varlığından etkilenmez. Remifentanil psödokolinesteraz için iyi bir substrat değildir. Bu nedenle kolinesteraz eksikliği olan hastalarda farmakokinetiği etkilenmez(86). Remifentanilin kandan hızla eliminasyonu, bu ilacın aralıklı veya bolus olarak kullanılması yerine intravenöz infüzyon şeklinde uygulanması gerektirmektedir. Yan ömrü, klirensi ve distribüsyonu infüzyon süresinin uzunluğundan ve miktarından etkilenmez(. Üç saat infüzyondan sonra bile remifentanilin plazma konsantrasyonun %5O’ye düşmesi 5-7 dk içinde olmaktadır. Oysa bu süre alfentanilde 50-60 dk’dır(87). 36 İnfüzyonun kesilmesinden sonra, hiçbir rezidüel etki olmaksızın etkisinin geri dönmesi 3-6 dk sürer. Bu nedenle remifentanil kesildiğinde veya kesilmeden hemen önce analjezik verilmelidir(87). Hepatik ve renal yetmezlik durumlarında remifentanilin farmakokinetiği etkilenmez. Diğer piperidin sınıfındaki opioidler gibi plasentaya geçer, buna rağmen diğer opioidlerin aksine fetüstede hızla metabolize olmaya devam eder(85). Farmakodinamik Özellikleri Remifentanilin analjezik etkisi doz bağımlı olarak artar. Gönüllülerde yapılan çalışmalarda remifentanilin alfentanilden 20-30 kat daha potent bir analjezik olduğu gösterilmiştir(85). Kardiyovasküler Sisteme Etkileri: Remifentanilin kalp atım hızını ve kan basıncını azaltığı yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Bu hemodinamik değişiklikler glikopirolat premedikasyonuyla azaltılabileceği gibi, intravenöz adrenerjik ajanlarla da tedavi edilebilir(88). Uygulama sırasında görülen bradikardi ve hipotansiyon doz bağımlı değildir ve kan basıncındaki düşüşler daha çok bradikardi varlığında ortaya çıkar. Remifentanilin 5 μg/kg altındaki dozlarda histamin salıverilmesine yol açmadığı gösterilmiştir(89). Oluşan bradikardi ve hipotansiyon; remifentanil infüzyon hızının azaltılması, kullanılan diğer anestezik ajanların azaltılması, intravenöz sıvı replasmanı ve vazopresör ajanlar ile düzeltilebilir(90). Solunum Sistemi Etkileri: Remifentanil doza bağımlı olarak solunumu deprese eder. Diğer fentanil analoglarının tersine, remifentanilin solunumu deprese edici etkisi uygulama süresinin artması ile değişmez(88). 37 Diğer anestezik ajanların yokluğunda, kan konsantrasyonu 4-5 μg/ml olduğunda respiratuar değişiklikler görülür. Genel anestezi alan hastalarda solunumsal iyileşmenin hızı, kullanılan diğer anestezik ajanlara bağlıdır(88). Kas Rijiditesi: Remifentanil doza ve uygulama hızına bağlı olarak kas rijiditesine sebep olmaktadır. Düşük dozlarda ise periferik kas rijiditesi meydana gelebilir. Hipnotik ajanlar ve nöromusküler blokerler kullanıldığında kas rijiditesi görülme sıklığı azalmaktadır. İnfüzyon hızının azaltılması veya kesilmesi, nöromusküler ajan kullanılması ile kas rijiditesi engellenebilir(89). Histamin Salınımı: Remifentanil, 30 μg/kg dozda uygulanması halinde bile plazma histamin seviyelerini artırmadığı gösterilmiştir(89). İntraoküler Basınç: Remifentanil uygulanmasından sonra intraoküler basınç değişikliği görülmemiştir(89). Serebrovasküler Etkiler: Isoflurane-nitrözoksit anestezisi altında 0.5-1 μg/kg remifentanil infüzyonu intrakranial basınç değişikliğine sebep olmamıştır. Remifentanil ve nitrözoksid kullanılan hastalarda karbondioksite verilen serebrovasküler yanıt sabit kalmıştır. 8 μg/kg doza kadar remifentanil uygulanan hastalarda EEG’de epileptik değişiklikler görülmemiştir(90). 9.TRAMADOL Tramadol HCl, yapıca kodeine benzeyen, fenilsikloheksanol türevi, sentetik bir analjeziktir ve farmakolojik açılımı 1-(m-metoksifenil) 2-(dimetilaminometil)-sikloheksan1-ol’dür. Kimyasal yapısı şekil 9’da gösterilmiştir(91). 38 Şekil 3: Tramadolün kimyasal yapısı Analjezik olarak gravimetrik etki gücü, morfinden yaklaşık 10 kere daha düşük, akut ve kronik ağrı tedavisine uygun, merkezi etkili bir ilaçtır. Tramadol opioid reseptörlerine bağlanıp bir opioid antagonisti olan nalokson tarafından analjezik ve sedatif etkisi kısmen nötralize edilebiliyor olsa da, terapötik dozları opioidlerin tipik yan etkilerini göstermez. Bu nedenle bağımlılık gelişmesi de çok nadirdir. Bu özellik tramadolün, morfin yoksunluk semptomlarını baskılayamaması ile de desteklenmektedir. Pür agonist olan tramadol, tavan etkisi de göstermemektedir. Tramadol, bir yandan mü reseptörlerine bağlanıp, agonist etki ile P maddesi salınımını engellerken, bir yandan da özellikle monoaminerjik yollar ile serotonin ve noradrenalinin geri emilimini baskılamakta ve analjezik iletiyi güçlendirmektedir. Deneysel olarak mü, kappa, delta reseptörlerine eşit derecede affinite gösterir. Mü reseptörlerine afinitesi morfinden ve kodeinden daha düşük olmakla birlikte, aktif metabolitlerinin afinitesi, tramadolden 5-6 kat daha fazladır. Serotonin ve noradrenalin için geri alımını(reuptake) inhibe edici etkisi imipraminden daha zayıf olmakla birlikte aktif metabolitlerinde bu etki de güçlenmekte ve hızlı gerçekleşmektedir. Ancak, tramadolün etki mekanizmasında etkinin asıl ortaya çıkmasını sağlayan bu iki etki noktası arasındaki sinerjidir. Çift etki noktası sayesinde morfin ve türevlerine yakın bir analjezik etki sağlanabilmektedir(91,92,93). 39 Tramadol diğer opioid analjeziklerden farklı olarak, 2 noktada etki ederek ağrıyı engeller : 1-Mü reseptörlerine bağlanarak agonist etki gösterir ve böylece P maddesi salınımı engellenir. 2-Supraspinal sinapslarda monoaminerjik etkiyi artırır ve ağrı duyusu iletimini yavaşlatır. Çift yönlü etki mekanizmasının yarattığı sinerji ile güçlü bir analjezi sağlanırken, opioidlerin terapötik dozlarda, kısa ya da uzun süreli kullanımı ile gözlenen yan etkilerine göre önemli avantajlar sağlanmıştır(94). Tramadolün oral biyoyararlanımı yüksektir. Oral dozun yaklaşık %80’i sistemik olarak yararlanılabilen dozdur ve iki saat içinde kandaki en yüksek düzeyine ulaşır. Rektal olarak da etkindir. Böylelikle ilacı intramusküler, intravenöz ve gastrointestinal yol aracılığıyla eş dozlarla uygulamak mümkündür. Tramadolün yarı ömrü uzundur(genç gönüllülerde yaklaşık 6 saattir); parenteral uygulama ile(5.16±0.81 saat) ve 3-4 kez/gün şekilde uygulanır. Yavaş salınımlı tablet ve damla formları günde 2 kez kullanıma olanak verir. Tramadol ve metabolitleri böbrek yoluyla atılır. Metabolitlerin yarı ömrü metabolize olmamış madde ile aynıdır. Son olarak etki şekli, sadece opioid reseptörleri aracılığıyla olmadığı için, postoperatif süreçte morfin benzeri ilaçların düşük dozda kullanımı ile sonuçlanan tipik opioid yan etki riski korkusu, belirgin şekilde daha düşüktür. Özellikle, solunumun merkezi baskılanması çok azdır. Postoperatif süreçte önemi olan diğer bir opioid yan etki olan kabızlık ve sedasyon da çok seyrek görülen bir problemdir(91). Tolerabilite ve ilaç etkileşimleri Genelde, tramadol klinik çalışmalarda iyi tolere edilmiştir. Tramadolün oral ya da parenteral uygulamaları ile en sık görülen yan etki, bulantı %6.1, baş dönmesi %4.6, sersemlik %2.4, halsizlik %2.3, terleme %1.9, kusma %1.7 ve ağız kuruluğu %1.6’dur. Yan etkiler hastaların %15’inde ortaya çıkmıştır. Özellikle morfin gibi diğer opioidlere benzemeksizin, tramadol önerilen terapötik dozlarda klinik olarak anlamlı bir solunum 40 depresyonuna yol açmamıştır. Tramadol alan hastalarda epileptik nöbetlerin insidansının <%1 olduğu saptanmıştır(91,93). Tramadol ile bağımlılık veya suistimal riski düşüktür(100.000’de 0.7-1.5 suistimal yakası). Dozaşımı ile ilişkili en yaygın semptomlar letarji %30, bulantı %14, taşikardi %13, ajitasyon %10, nöbetler %8, koma %5, hipertansiyon %5 ve solunum depresyonu %2’dur. Tramadol doz aşımı ile ciddi bir kardiyotoksisite gözlenmemiş olup nalokson ile tedavisinde hastaların %50’sinde sedasyon ve apne düzelmiştir. Tramadol ile trisiklik antideprasanlar, SSRI’lar, MAO inhibitörleri, nöroleptikler, nöbet eşiğini düşüren diğer ilaçlar ile dikkatli kullanmak gerekmektedir. Alkolün yan etkilerini arttırabilir(29,91,92,93,95). Tramadolün farmakodinamik özellikleri Opioid etkileri: Mü reseptörlerine bağlanarak agonist etki gösterir ve kappa reseptörlerine afinitesi çok düşüktür. Mü afinitesi morfin ve kodeinden çok daha düşüktür. Aktif metabolitlerinin mü afinitesi daha yüksektir. Etkisinin sadece % 30’u nalokson tarafından antagonize edilmektedir. Monoaminerjik etkileri: Supraspinal sinapslarda noradrenalin ve serotonin geri alımını inhibe etmektedir(analjezik etkisi yohimbin ile büyük oranda azaltılabilir). Bu etki mekanizması sayesinde ağrı iletimi yavaşlar ve azalır. Respiratuar etkiler: Postoperatif dönemde erişkinde, çocuklarda solunum depresyonuna yol açmaz. Tramadol alan erişkin ve çocuklarda oksijen satürasyonunda anlamlı bir değişiklik izlenmemiştir. İnspiratuar-ekspiratuar oksijen farkı, endtidal karbondioksit yoğunluğu, solunum hızı gibi ölçümlerdeki değişiklikler plaseboya eşdeğerdir. Çocuklarda ve erişkinlerde postoperatif dönemde kan basıncı ve kalp hızı üzerinde değişiklik oluşturmaz. Abdominal cerrahi sonrasında kullanımı, intestinal sistem işlevlerinde bozulmalara yol açmaz(96,97). 41 Postoperatif Tramadol Kullanımı Vickers’ın 1995 yılında yaptığı çalışma, tramadolün postoperatif dönemdeki kullanımını oldukça detaylı bir şekilde araştırmıştır(98). Günümüze kadar postoperatif kullanımı konusunda çok fazla klinik çalışma yapılmıştır. Bu çalışmada İngiltere’deki genel uygulamalar ve tramadol ile ilgili deneyimler açısından detaylı bilgiler yer almaktadır Sürekli, fakat giderek azalan bir olgu olan postoperatif ağrı, klinik pratikte 3 fazdan meydana gelir: faz 1, yoğun bakım odasındaki ilk 1-2 saattir; faz 2, sonraki 12-24 saattir; ve faz 3, postoperatif ilk gün ve takip eden günlerdir. Bu fazlar farklı klinik sorumluluklar altında geçmektedir. Tramadolün diğer opioidlere karşı yan etkileri açısından avantaj sağlamasının yanı sıra, iyi bir etki süresine sahip olması, sedatif etkisinin olmaması ve bilincin geri kazanılma süresini kısaltması gibi üstünlükleri de vardır(96,98,99). Ameliyattan sonraki 2. günde tüketilen analjezik miktarı, ilk 24 saatte ihtiyaç duyulanın yaklaşık yarısıdır. Hastaların çoğu bir parenteral analjeziğe ihtiyaç duymaz ve etkin oral analjeziklerin kullanımı, barsak fonksiyonunu kazanıp kazanmadıklarına bağlıdır. Tramadol; kodein, parasetamol ve dekstropropoksifen gibi diğer oral olarak kullanılan aktif analjeziklerden daha etkin kazanmaktadır(99). 42 olduğu için bu aşamada değer GEREÇ VE YÖNTEM Çalışmamız için, S.B. İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi etik komite izni alınmasının ardından, tek merkezli, paralel grup çalışması olarak ASA I-II, 18-50 yaş arasında 40 hasta olarak gerçekleştirildi. Hastanemiz Kulak Burun Boğaz Kliniği’ne orta kulak cerrahi operasyonu geçirmek için başvuran hastalar içerisinden özgeçmişinde böbrek veya karaciğer yetersizlikleri, kardiyak yetersizlik, iskemik kalp hastalığı, kalp kapak hastalığı gibi sistemik hastalığı olanlar, gebeler, nörolojik veya nöromusküler hastalığı olanlar, alkol bağımlılığı ve ağır sigara içiçisi olanlar, hasta kontrollü analjezi(HKA) cihazı hakkında hastayla kooperasyon sağlanamayanlar, operasyon sırasında herhangi bir nedenle çalışmanın gerektirdiği medikasyonun dışına çıkılması gereken hastalar çalışmaya dahil edilmedi. Tüm hastalardan aydınlanmış onam alındı. Hastaların operasyondan 1 gün önce rutin sistemik muayeneleri yapıldı ve laboratuar incelemeleri değerlendirildi. Hastalara premedikasyon amacıyla herhangi bir ilaç uygulanmadı. Ameliyathaneye alınan hastalara 20 G IV kanül ile el dorsalinden damar yolu açıldı. 2 ml/kg/saat kristalloid sıvı infüzyonuna başlandı. Hastalara EKG, noninvaziv kan basıncı ve SpO2 monitörizasyonları yapıldı. Başlangıç değerleri kaydedildi. Hastaların cinsiyet, yaş, boy ve kilo değerleri not edildi. Hastaların ASA değerleri hesaplandı. Cerrahiden önceki gün ve cerrahi başlamadan hemen önce anesteziyolog tarafından, olgulara HKA cihazı(Abbot Pain Management Provider, Chicago, IL, USA) tanıtıldı ve postoperatif dönemde ağrılarını değerlendirecekleri ‘Visual Analog Scala’(VAS)(0=Ağrı yok, 10=Şiddetli ağrı) hakkında bilgi verildi. Hastalar randomize olarak iki gruba ayrıldı. Birinci grup Grup D(DesfluranRemifentanil) ve ikinci grup Grup P(Propofol-Remifentanil) olacak şeklinde adlandırıldı. Anestezi indüksiyonunda her iki gruba da 1 µgr/kg fentanil, takiben 2 mg/kg propofol 30 saniye içerisinde IV yoldan enjekte edildi. Hastalar enjeksiyon sırasında konuşturuldu ve 43 enjeksiyon yerinde ağrı olup olmadığı sorgulandı. Enjeksiyonunu takiben verbal uyarıya yanıtın alınamadığı, kirpik refleksinin kaybolduğu anda hastalar maske yardımıyla %100 O2 ile ventile edilmeye başlandı ve ardından 0.2 mg/kg cis-atraküryum kas gevşetici olarak IV verildi. Tüm hastalarda orotrakeal entübasyon 2-3 dakika içerisinde sorunsuz olarak gerçekleştirildi. Orotrakeal entübasyonu takiben hastalar, tidal volüm 8-10 ml/kg, frekans 10-12 dk ve end-tidal CO2 parsiyel basıncı 35-40 mmHg olacak şekilde ventile edildi. Her iki grupta da anestezi idamesinde remifentanil 0.5 µgr/kg/dk dozunda başlandı. Ortalama Arter Basıncı(OAB) 60-70 mmHg arasında tutulacak şekilde OAB’deki yükselmeler remifentanil dozunun %25-100 arasında arttırılmasıyla kontrol altına alındı. Grup D’de %5 konsantrasyonda desfluran + %50 O2, %50 Hava karışımı uygulandı. Grup P’de ise 10 mg/kg/saat dozunda propofol infüzyonu ve %50 O2 + %50 Hava karışımı uygulandı. Standart monitorizasyon olarak hastaların EKG, SKB, DKB ve OKB, SO2 değerleri, kapnograf ile endtidal karbondioksit(ETCO2) değerleri takip edildi. Yine çalışma esnasında hasta takibi yapmayan bir anesteziyolog tarafından HKA cihazları hazırlandı. Operasyon sonrası tramadol ile ağrı kontrolü sağlanması için hazırlanan HKA cihazlarına takılan setler için 94 ml %0.09 NaCl çözeltisine 300 mg/6 ml tramadol eklendi. HKA cihazları ile tramadol infüzyonu 9 mg/saat başlandı. HKA cihazının kilit süresi 30 dakika ve tramadol bolusları 6 mg/saat olacak şekilde ayarlandı. Son cilt dikişinin atılmasını takiben anestezi idamesinde kullanılan ajanlar kesildi. Spontan solunumun başlamasının ardından, 0.01 mg/kg atropin, 0.03 mg/kg neostigmin IV yapılarak nöromüsküler antagonizasyon yapıldı. Bu esnada spontan solunum başlangıç zamanı, spontan solunumlarının başlamasıyla ekstübe edildikleri zamana kadar geçen süre olan ekstübasyon zamanı, sesli uyarana cevap olarak göz açma zamanı, parmak sıkma zamanı, doğum tarihini doğru yanıtlama zamanı ölçülerek kaydedildi. 44 Hastaların HKA cihazları çalışır konuma getilerek derlenme odasına alındı. “ALDRETE CROOLİC” skorlama sistemine(Tablo-4) göre değerlendirilerek toplam skoru ≥9 olan kadar derlenme odasında takip edildi. Derlenme odasında kaldıkları süre ve derlenme odasında hastalara uygulanan ek ilaçlar not edildi. Burada HKA cihazını nasıl kullanacakları hastalara yeniden hatırlatıldı ve ağrıları oldukça HKA cihazının talep düğmesine basmaları için teşvik edildiler. Servise gönderildikten sonra ameliyattan çıkışlarının 30. dakika, 1, 2, 4, 6, 8, 12, 18, 24 saatlerde VAS ağrı skoru(Tablo-5) değerlendirilerek not edildi. postoperatif komplikasyon olarak bulantı-kusma, titreme, terleme, ajitasyon, hipotansiyon, hipertansiyon varlığı sorgulandı ve bir defa mevcut olması pozitif kabul edilerek kaydedildi. Hastanın post-op ilk oral alma süresi kaydedildi. İlk 24 saatte kullanılan analjezik miktarı, yine ilk 24 saatte istenilen/sunulan analjezik miktarı HKA cihazından bakılarak not edildi. ASA I Normal, sistemik bir bozukluğa neden olmayan sağlıklı bir kişi. Cerrahi girişim gerektiren nedene veya başka bir hastalığa (hafif derecede ASA II anemi, kronik bronşit, hipertansiyon, amfizem, şişmanlık, diabet gibi) bağlı hafif bir sistemik bozukluğu olan kişi. Aktivitesini sınırlayan, ancak güçsüz bırakmayan hastalığı (hipovolemi, ASA III latent kalp yetmezliği, geçirilmiş miyokard infarktüsü, ileri diabet, sınırlı akciğer fonksiyonu gibi) olankişi. Gücünü tamamen yitirmesine neden olup hayatına sürekli bir tehdit ASA IV oluşturan bir hastalığı (şok, dekompanse kalp veya solunum sistemi hastalığı, böbrek, karaciğer yetmezliği gibi) olan kişi. Ameliyat olsa da olmasa da 24 saatten fazla yaşaması beklenmeyen, son ASA V ümit olarak cerrahi girişim yapılan ölüm halindeki kişi. Yukardaki 5 gruba daha sonra bu grup eklenmiştir. Bu gruba da organ alınmaya uygun, beyin ölümü gelişmiş hastalar girmektedir. ASA VI Acil cerrahi girişim gerektiğinde hastanın sınıflama numarasından sonra “E” harfi eklenir. Tablo 3. ASA (American Society of Anesthesiologists) riskleri 45 HAREKET HEMODİNA Mİ Hasta 4 ekstremitesini rahatça hareket ettirebiliyor 2 Hasta 2 ekstremitesini rahatça hareket ettirebiliyor 1 Hasta 4 ekstremitesini de hareket ettirmiyor 0 Kan basıncı kontrolün artı-eksi %20 si değişmiş 2 Kan basıncı kontrolün artı-eksi %20–50 si değişmiş 1 Kan basıncı kontrolün artı-eksi %50 sinden fazla değişmiş SEDASYON SOLUNUM CİLT 0 Hasta uyanık, konuşuyor 2 Sözel komutlara uyuyor 1 Uyarılara yanıt vermiyor 0 Rahatça soluyor, öksürebiliyor 2 Arada kesik kesik soluyor 1 Dispneik, solunumu yetersiz 0 Pembe 2 Sarımsı 1 Soluk, beyaz donuk 0 TOPLAM 10 Tablo 4. Aldrete Post Anestezi Skorlaması VAS (VİZÜEL ANALOG SKALA 0 AĞRI YOK 2 ÇOK HAFİF 4 HAFİF 6 ORTA 8 ŞİDDETLİ 10 DAYANILMAZ Tablo 5. Vizuel (Gorsel) Analog Skala-VAS (10 cm) 46 BULGULAR Istatistiksel değerlendirme: Verilerin analizinde SPSS for windows 10.0 istatistik paket programı kullanılmştır. Karşılaştırmalarda student’s t, mann whitney u, ki-kare ve fisher exact test kullanılmıştır. p<0.05 anlamlı kabul edilmiştir. Grup D Grup P n % n % E 8 40,0 5 25,0 K 12 60,0 15 75,0 Ki-kare P 1,02 0,311 CİNSİYET Tablo 6. Cinsiyet dağılımı Grup D ve Grup P grupları arasında cinsiyet bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur. p>0.05 16 14 12 10 Grup D Grup P 8 6 4 2 0 Erkek Kadın Şekil 5. Cinsiyet 47 Grup D Grup P Ortalama SS Ortalama SS P YAŞ 40,60 10,15 32,65 10,29 ,019* BOY 167,15 8,21 161,55 10,53 ,068 KILO 78,40 13,46 71,55 16,38 ,157 Tablo 7. Demografik Veriler Grup D ve Grup P grupları arasında boy ve kilo ortalamaları bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur. p>0.05 Grup D grubunun yaş ortalaması, Grup P grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha fazladır. p<0.05 180 160 140 120 100 80 60 40 20 0 Grup D Grup P Yaş Boy Kilo Şekil 6. Demografik veriler 48 Grup D Grup P n % n % 1 17 85,0 17 85,0 2 3 15,0 3 15,0 Ki-kare P - - ASA Tablo 8. ASA Grup D ve Grup P grupları arasında ASA skoru bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 18 16 14 12 10 8 6 4 2 0 Grup D Grup P 1 2 Şekil 7. ASA 49 Grup D Grup P Ortalama SS Ortalama SS P Toplam Anestezi Süresi 129,85 33,49 142,75 39,35 ,271 Toplam Cerrahi Süresi 108,00 32,30 129,00 39,59 ,074 Tablo 9. Toplam Anestezi ve Cerrahi Süreleri Grup D ve Grup P grupları arasında toplam anestezi ve cerrahi süreleri bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 160 140 120 100 Grup D Grup P 80 60 40 20 0 Toplam Anestezi Süresi Toplam Cerrahi Süresi Şekil 8. Toplam Anestezi ve Cerrahi Süreleri 50 Grup D Grup P Ortalama SS Ortalama SS P 3,35 3,17 8,40 4,30 ,000*** Extübasyon Zamanı (EZ) 5,30 3,25 12,85 6,22 ,000*** Göz Açma Zamanı (GAZ) 8,00 5,30 16,65 6,96 ,000*** Parmak Sıkma Zamanı 8,80 5,78 17,55 7,76 ,000*** 9,90 5,86 19,05 7,86 ,000*** Spontan Solunum Zamanı (SSZ) (PSZ) Doğum Tarihini Doğru Cevaplama Zamanı (DTDCZ) Tablo 10. Erken derlenme kriterleri Grup P grubunun spontan solunum zamanı, Grup D grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha uzundur.p<0.001 Grup P grubunun Extübasyon Zamanı zamanı, Grup D grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha uzundur.p<0.001 Grup P grubunun Göz Açma Zamanı, Grup D grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha uzundur.p<0.001 Grup P grubunun Parmak Sıkma Zamanı, Grup D grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha uzundur.p<0.001 Grup P grubunun Doğum Tarihini Doğru Cevaplama Zamanı, Grup D grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha uzundur.p<0.001 51 20 18 16 14 12 10 Grup D 8 Grup P 6 4 2 0 SSZ EZ GAZ PSZ DTDCZ Şekil 9. Erken Derlenme Kriterleri Grup D Grup P Ortalama SS Ortalama SS P İstenilen Anestezik Miktarı 76,40 60,55 82,30 88,97 ,808 Sunulan Anestezik Miktarı 46,40 42,60 32,45 31,30 ,245 Tablo 11. İstenilen/Sunulan Anestezik Miktarları Grup D ve Grup P grupları arasında İstenilen ve Sunulan Anestezik Miktarları bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 52 90 80 70 60 50 40 30 20 10 0 Grup D Grup P İstenilen Sunulan Anestezik Miktarı Anestezik Miktarı Şekil 10. İstenilen/Sunulan Anestezik Miktarları Grup D İlk 24 saatte tüketilen Grup P Ortalama SS Ortalama SS P 268,75 43,72 259,45 41.89 ,819 analjezik miktarı Tablo12. İlk 24 Saatte Tüketilen Analjezik Miktarları Grup D ve Grup P grupları arasında İlk 24 saatte tüketilen analjezik miktarları bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 53 300 250 200 Grup D Grup P 150 100 50 0 İlk 24 saatte Tüketilen Analjezik Miktarları Şekil 11. İlk 24 Saatte Tüketilen Analjezik Miktarları Grup D Grup P Ortalama SS Ortalama SS P VAS30 6,65 1,63 6,20 1,64 ,398 VAS1 4,70 1,89 4,45 2,11 ,758 VAS2 3,55 1,85 3,05 1,64 ,429 VAS4 2,10 1,86 1,95 1,70 ,820 VAS6 1,20 1,40 1,25 1,45 ,925 VAS8 ,50 ,83 ,95 1,39 ,461 VAS12 ,15 ,49 ,25 ,72 ,799 VAS18 ,15 ,49 ,05 ,22 ,779 VAS24 ,00 ,00 ,00 ,00 - ORTVAS 2,11 ,91 2,02 1,02 ,659 Tablo 13. Vizüel Ağrı Skoru(VAS) Saatleri Grup D ve Grup P grupları arasında hiçbir dönemde VAS değerleri bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 54 7 6 5 4 3 2 1 0 Grup D VA S2 4 O R TV A S VA S1 2 VA S1 8 VA S8 VA S6 VA S4 VA S2 VA S1 VA S3 0 Grup P Şekil 12. Vizüel Ağrı Skoru(VAS) Saatleri Grup D Derlenme Odasında Kalma Grup P Ortalama SS Ortalama SS P 10,45 2,78 11,55 2,93 ,238 Zamanı (dk) Tablo 14. Derlenme Odasında Kalma Zamanı Grup D ve Grup P grupları arasında Derlenme Odasında Kalma Zamanı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 12 10 8 Grup D 6 Grup P 4 2 0 Derlenme Odasında Kalma Zamanı (dk) Şekil 13. Derlenme Odasında Kalma Zamanı 55 Grup D Grup P Ortalama SS Ortalama SS P 6,73 ,90 6,85 ,81 ,647 İlk Oral Alma Zamanı (saat) Tablo 15. İlk Oral Alma Zamanı Grup D ve Grup P grupları arasında İlk Oral Alma Zamanı bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktur.p>0.05 7 6 5 4 Grup D 3 Grup P 2 1 0 İlk Oral Alma Zamanı(saat) Şekil 14. İlk Oral Alma Zamanı Grup D Grup P n % n % Yok 12 60,00 18 90,0 Var 8 40,0 2 10,0 Yok 15 75,0 16 80,0 Var 5 25,0 4 20,0 Ki-kare p 3,37 ,000*** Bulantı –Kusma Titreme 56 0,500 Terleme Yok 20 100,0 20 100,0 - - Yok 19 95,0 19 95,0 Var 1 5,0 1 5,0 - - 20 100,0 20 100,0 - - Yok 16 80,0 19 95,0 Var 4 20,0 1 5,0 Ajitasyon Hipotansiyon Yok Hipertansiyon 0,342 Tablo 16. Postoperatif Komplikasyonlar Grup D ve Grup P arasında Bulantı Kusma hariç yan etkiler açısından anlamlı bir fark yoktur. p>0.05 45 40 35 30 25 20 15 10 5 0 A jit as yo n H ip ot an si yo H n ip er ta ns iy on e Te rl e m e Ti tr em B ul an tıK us m a Grup D Grup P Şekil 15. Postoperatif Komplikasyonlar 57 TARTIŞMA Orta kulak cerrahisi anestezisinde genel anestezi tek seçenektir. Anestezi uygulamasında temel amaçlar; önemli hemodinamik değişiklikler olmadan, hızlı ve yumuşak bir anestezi indüksiyonu, preoperatif hemodinamik stabilitenin devamı, majör yan etkiler olmaksızın hızlı bir derlenme, etkin bir postoperarif analjezi sağlanması ve erken mobilizasyondur. Anestezi sonrası erken ve güvenilir derlenme sağlanması, postoperatif dönemde yara iyileşmesi, hastanede kalış süresini ve morbiditeyi azaltması açısından önem kazanmaktadır. Postoperatif ağrı, hastanede yatış süresinin uzamasında ve hasta memnuniyetinin azalmasında önemli faktörlerden biridir. İnhalasyon anesteziklerinden desfluran, molekül yapısı izoflurana benzeyen, kan ve vücut sıvılarında zor eridiği için indüksiyon ve eleminasyonu hızlı olan bir ajandır(9). Minimum derecede biyotransformasyona uğrar(100). Bu özelliklerinden dolayı desfluran, diğer volatil ilaçlardan daha hızlı derlenme sağlar. Bu nedenle çalışmamıza dahil edildi. Propofol IV uygulandığında kısa sürede karaciğerde konjugasyon ve oksidasyonla inaktif glukuronit ve sülfatlara metabolize olur ve metabolitleri idrarla atılır. Propofolün klirensi hepatik kan akımından fazladır ve bu nedenle propofol sonrası anesteziden erken uyanılır(101,102). İnhalasyon anestezisinin yol açtığı, operasyon odası atmosferinin kirlenmesi, post-operatif bulantı ve kusma propofol uygulamalarında daha az gözlenmektedir (103,104). Propofol ile yapılan TİVA son yıllarda volatil anesteziklere iyi bir alternatif olduğu için çalışmamıza dahil edildi. Orta kulak cerrahisi anestezisinde kapalı alanlarda basınç artmasına yol açtığı için N2O tercih edilmemektedir(105). Remifentanilin klinik üstünlüğü, vücuttan atılımının organ işlevine bağlı olmaksızın etkisinin çok hızlı bir şekilde ortadan kalkmasından kaynaklanmaktadır(106). Remifentanil, kısa etkili mü-opioid agonisti olup, tek başına hipnoz ve bilinç kaybı sağlamayıp, intravenöz veya inhalasyon anestezik ajanları ile 58 kombine edilirse sinerjistik etki gösterir(107). Çalışmamızda bu özellikleri nedeniyle remifentanil opioid ajan olarak tercih edilmiştir. Grundmann ve ark. 50 hasta üzerinde remifentanil-desfluran ve remifentanilpropofol anestezilerinin laparoskopik kolesistektomi operasyonlarından sonra derlenme ve yan etki açısından karşılaştırmışlar. Derlenme profillerini göz açma zamanı, spontan solunum başlama zamanı ve ekstübasyon zamanı olarak belirlemişler. Her iki grup arasında derlenme profilleri açısından anlamlı fark bulamamışlardır(8). Bu bulgular literatürlerdeki diğer yayınlarla ve bizim çalışmamızın sonuçlarıyla örtüşmemiştir. Larsen ve ark. elektif cerrahilerde 60 hasta üzerinde remifentanil-propofol kombinasyonu ile desfluran-N2O ve sevofluran-N2O kombinasyonlarını, derlenme süreçleri ile kognitif fonksiyonlar açısından karşılaştırmışlar. Değerlendirmede Modifiye Edilmiş Aldrete Skorlama sistemi ve DSST “Digit Symbol Substitution Test”(Daha önce belirlenmiş 5 ayrı şekil kullanılarak ve sorulan şeklin hastalar tarafından parmakla gösterilmesi, verilen yanıtın doğruluk oranına göre % 0 ile % 100 arasında puan verilmesi esasına dayanır) kullanılmış. Kognitif fonksiyonların normale dönüşü ve en hızlı derlenme süresi remifentanil-propofol grubunda tespit edilmiş(108). Bu sonuçta propofol grubunda analjezik olarak N2O yerine çok kısa etkili bir opioid olan remifentanil kullanılmış olmasının da etkisi olduğunu düşünüyoruz. D. Song ve ark. Laparoskopik tüp ligasyonu uygulanacak 120 kadın hastada anestezi idamesinin laringeal maske yardımıyla yapıldığı N2O ile kombine edilmiş propofol, sevofluran ve desfluran üzerinde yaptıkları çalışma sonucunda; hastaların laringeal maske çıkarılma kriterleri, uyanma ve oryantasyon sürelerinin volatil anesteziklerde (Sevofluran ve Desfluran) propofole kıyasla daha kısa olduğu, ancak iki volatil anestezi ajan arasında fark bulunmadığını görmüş. Uyanma skoru olarak Modifiye Edilmiş Aldrete Skorlama sistemi kullanılmış. Ayrıca desfluran grubunda %90, sevofluran grubunda %75 ve propofol grubunda ise %26 hastada başarılı hızlı ekstübasyon yapılabilmiştir. Her üç grupta da oral sıvı alımı süresi, derlenme odasında kalma süresi, eve göndermeye uygunluk süreleri 59 bakımından fark bulunmamış(109). Biz de çalışmamızda uyanma ve oryantasyon sürelerini grup D’ de daha kısa bulduk. Yine çalışmamızda biz de paralel şekilde grup D ve grup P arasında derlenme odasında kalma zamanı ve ilk oral alma zamanları arasında anlamlı fark bulamadık. Bilen ve ark. Laparaskopik kolesistektomilerde remifentanil ile kombine edilmiş desfluran, sevofluran ve propofolun derlenmeye etkisini karşılaştırdıkları 30 hastalık çalışmalarında, derlenme parametresi olarak gözlerini ilk açma zamanı, ilk spontan ventilasyon zamanı, ekstübasyon süresi, doğum tarihini hatırlama süresini belirlemişler. Remifentanil ile kombine edilmiş desfluran uygulanan hastalarda dört derlenme parametresi de kısa bulunmuş(110). Biz de çalışmamızda grup D’de gözlerini ilk açma zamanını, ilk spontan ventilasyon zamanını, ekstübasyon süresini, daha kısa bulduk. Tavlan ve ark. Endoskopik sinüs cerrahisinde, 30 hasta üzerinde remifentanil ile kombine edilen propofol ve desfluran anestezisinin hemodinami ve derlenme üzerine olan etkilerini karşılaştırdığı çalışmalarında, derlenme kriteri olarak ilk göz açma zamanı, ekstübasyon zamanı ve Modifiye Edilmiş Aldrete Skorlama sistemi kullanmışlar. Remifentanil ile kombine edilen propofol grubunda derlenme sürelerini daha kısa bulmuşlardır(111). Biz de çalışmamızda derlenme süresini, değerlendirmek için kullandığımız benzer parametreler doğrultusunda grup D’ de daha kısa bulduk. Hem endoskopik sinüs cerrahisinde, hem de orta kulak cerrahisinde kontrollü hipotansiyon uygulandığından ve daha yüksek anestezik ve remifentanil dozlarına çıkmak gerekebildiği için bu iki çalışmadaki benzer bulguları daha anlamlı buluyoruz. Camcı ve ark. Bispectral indeks yardımıyla günübirlik artroskopilerde desflurane ve propofol anestezilerinin uyanma ve taburcu olma profillerini değerlendirdikleri 50 hastalık çalışmalarında; BİS değerini 50-60 arasına tutmayı amaçlamışlar, derlenme profillerini göz açma süresi, laringeal maske çıkartma süresi, fast-track skoru, yer oryantasyon süresi, kişi oryantasyon süresi ve zaman oryantasyon süresi olarak beirlemişler. Anestezi idamesinde analjezi sağlamak için remifentanil kullanmışlar. Her iki grupta da fast-track skoru hariç, 60 derlenme profilinde belirledikleri kriterler arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulmamışlar(112). Bizim çalışmamızda Bispectral indeks kullanılmaması, anestezi derinliğini standartize edilememesini dolayısıyla, derlenme süreleri arasındaki farkın ortaya çıkmasına neden olmuş olabilir. Çalışmamızda spontan solunum başlangıç süresini, ekstübasyon süresini, göz açma süresini, parmak sıkma süresini ve doğum tarihini doğru cevaplama süresini grup D’de kısa bulduk. Ameliyat sırasındaki anestezi derinliğinin standartize edilmemiş olaması da bu sonucu ortaya çıkarmış olabilir. BİS elektroensefalografiden türetilmiş ve hastanın anestezi derinliğinin ölçümünde oldukça yararlı bir göstergedir(113). Rutin klinik bulguların aksine 40-60 arasında dengede tutulan BİS değeri ile yeterli bir genel anestezi derinliği sağlamamıza, anestezik ilaçların daha iyi titre edilmesine yardımcı olan BİS monitörizasyonundan yaralanmamış olmamızın da etkisi olabileceği düşüncesindeyiz. Propofolün anestezi süresi ile erken derlenme arasında bir bağlantı kurmuşlar ve iki buçuk saatten fazla süren anestezilerde propofolün derlenme zamanının uzattığını göstermişlerdir(114) Uzun süreli infüzyonlardan sonra propofolün terminal eliminasyon yarı ömrünün arttığını, bunun damardan fakir periferal doku kompartmanlarında birikmesine bağlı olduğu düşünülmektedir(114). Çalışmamızda grup P’nin toplam anestezi süresinin ortalamasının 142.75 dakika olması da derlenme sürelerinin daha uzun olmasına etkisi olmuş olabilir. Çalışmamızda post-operatif komplikasyonlar arasında tek fark grup D’ de bulantıkusmanın daha sık görülmesidir. Propofolun antiemetik etkisi olduğu bilinmektedir(115). Desfluran anestezisi sonrası bulantı, çocuk ve yetişkin hastalarda %10-54 oranında, kusma ise %7-33 oranında rapor edilmiştir(116). Heidi ve Korttila günübirlik jinekolojik laparoskopik cerrahi uygulanan 90 hastada, desfluran ile propofol anestezisini postoperatif kognitif fonksiyonlar ve bulantı-kusma yönünden karşılaştırmışlar. Bu çalışmada desfluran uygulanan grupların birinde profilaktik olarak indüksiyonda ondansetron kullanmışlar. Postoperatif 24 saatlik izlemde en fazla yan 61 etki olarak bulantı-kusma görülürken, yan etkinin en fazla görüldüğü grubun desfluran olduğu, ondansetron kullanılan grup ve propofol grupları arasında fark saptanmadığı belirtilmiştir(117). Reader ve ark. Laparoskopik kolesistektomilerde 60 hasta üzerinde yaptıkları çalışmalarında desfluran ile propofolü maliyet, derlenme süresi ve bulantı-kusma açısından karşılaştırdikları çalışmalarında desfluranın yanına ondansetron ve droperidol eklemelerinin rağmen, desfluran grubunda bulantı kusmayı daha fazla bulmuşlar(118). Grundmann ve ark. 50 hasta üzerinde remifentanil-desfluran ve remifentanilpropofol anestezilerinin laparoskopik kolesistektomi operasyonlarından sonra derlenme ve yan etki açısından karşılaştırdıkları çalışmada bulantı-kusmayı en fazla desfluran grubunda görmüşler(8). Mc Collum ve ark. Propofolün sub-nipnotik dozlarda mükemmel anti-emetik etkisinin olduğunu, bu nedenle post-operatif bulantı ve kusma riski olan hastalarda TİVA kullanımının iyi bir tercih olabileceğini belirtmişlerdir(115). Akkurt ve ark. Laparoskopik kolesistektomilerde inhalasyon anestezik desfluran ile intravenöz anestezik propofolün postoperatif bulantı-kusma ve gastrointestinal motilite açısından karşılaştırdıkları çalışmalarını 60 hasta üzerinde ve alfentanil ile kombine ederek yapmışlar. Propofol grubunda bulantı-kusma daha az görülmüş ve gastrointestinal motilite daha erken başlamıştır(119). Bizim çalışmamızda da desfluran grubunda bulantı-kusma daha sık görüldü. Propofolün antiemetik etkisinin yanı sıra, gastrointestinal motiliteyi daha erken başlatmasının grup P’de bulantı-kusmanın daha az görülmesinde etken olduğunu düşündük. 62 Fassoulaki A ve ark. Abdominal histerektomi veya myomektomi geçiren 70 hasta üzerinde sevoflurane, desfluran ve propofol anestezisinin ameliyat sonrası ağrı ve analjezik gereksinimleri üzerine etkisini araştırdıkları çalışmalarında analjezik olarak morfin kullanmışlar. İstenilen ve sunulan analjezik miktarını ve VAS skorlarını karşılaştırmışlar. Her üç grup arasında anlamlı fark bulmamışlar(120). Çalışmamızda postoperatif analjezi için HKA cihazı ile tramadol kullanmamıza rağmen, benzer şekilde her iki grup arasında istenilen ve sunulan analjezik miktarı ve VAS skorları açısından anlamlı fark bulmadık. Tramadolün zayıf etkili bir opioid olması, her iki grubun postoperatif ağrı üzerine olan etkisini daha iyi karşılaştırmamıza olanak verdiğini düşündük. Tüfek ve ark. Remifentanil ile kombine edilen sevofluran, desfluran ve propofol anestezilerinin derlenme özelliklerinin, komplikasyonların ve anestezik ilaç maliyetlerinin karşılaştırılmasını amaçladıkları çalışmalarında, abdominal histerektomi geçirecek 60 kadın olguda, postoperatif ağrı kontrolü amacıyla hasta kontrollü analjezi(HKA) yöntemiyle morfin uygulamışlar. Gruplar arasında analjezik tüketimi açısından fark bulmamışlar(121). Biz de çalışmamızda grup D ve grup P arasında analjezik tüketimi açısından anlamlı fark bulmadık. Yapılan çalışmalar ameliyat sonrasında hastaların % 30-75 oranında orta veya şiddetli ağrıdan yakındığını göstermiştir(25). Literatürlerde desfluran ve propofolün postoperatif ağrı üzerine etkilerini karşılaştıran yeterli sayıda çalışma yoktur. Bu konuda daha çok çalışma yapılması gerekmektedir. 63 SONUÇ Çalışmamızdan elde ettiğimiz sonuçları değerlendirdiğimizde; orta kulak cerrahisi anestezisinde desfluran-remifentanil kombinasyonu ile daha hızlı derlenme sağlandığını ve bunun sonucu olarak ameliyathane başına düşen vaka sayısının ve verimliliğin artacağını düşündük. Ama derlenme odasından çıkma süresi(“ALDRETE CROOLİC” skorlama sistemine göre toplam skoru ≥9 olması için geçen süre) ve ilk oral alma süreleri açısında her iki grup arasında fark bulamadık. Dolayısıyla her iki ilaç kombinasyonunda hastaneden taburcu olma süresini değiştirmeyeceği ve maliyet azalmasını sağlamayacağı sonucuna vardık. Bulantı-kusma hariç postoperatif komplikasyonlarda iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulamadık. Bulantı-kusmanın daha çok görüldüğü desfluranremifentanil kombinasyonuna, anti-emetik bir ajanın eklenmesi gerektiği kanısına vardık. Postoperatif ağrı ve analjezik gereksinimi açısından iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulamadık. Sonuç olarak; orta kulak cerrahisi anestezisinde desfluran-remifentanil kombinasyonunun hızlı derlenme sağlaması nedeniyle, bulantı-kusma için önlem alınarak güvenle kullanılabileceğini söyleyebiliriz. 64 ÖZET Günümüzde uygulanan anestezi pratiğinde, hızlı derlenme ve postoperatif ağrı kontrolü, anestezi tekniğinin seçiminde oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Çalışmamızda orta kulak cerrahisi ameliyatlarında hızlı derlenme sağlayan desfluran ve propofolü, kısa etki süreli bir opioid olan remifentanil ile kombine edip, postoperatif derlenme süreci ve postoperatif analjezik tüketimi üzerine olan etkilerini karşılaştırmayı amaçladık. Çalışma için orta kulak cerrahisi ameliyatı planlanan hastalar içerisinden böbrek ve karaciğer yetersizliği, kardiak yetersizlik, iskemik kalp hastalığı, kalp kapak hastalığı gibi sistemik hastalığı olanlar, gebeler, nörolojik ve nöromusküler hastalığı olanlar, hasta kontrollü analjezi cihazı ile kooperasyon sağlayamayanlar, operasyon sırasında herhangi bir nedenle çalışmanın gerektirdiği medikasyonun dışına çıkılması gerekenler çalışmadan çıkarıldı. ASA I-II, 18-60 yaş arası 40 hasta iki gruba ayrıldı. Birinci grup Grup D(Desfluran-Remifentanil) ve ikinci grup Grup P(Propofol- Remifentanil) olacak şeklinde adlandırıldı. Her iki gruba da 1 µgr/kg fentanil, 2 mg/kg propofol, ardından 0.2 mg/kg cisatraküryum kas gevşetici olarak IV verildi. 0.4 µgr/kg/dk dozunda remifentanil IV infüzyonu başlandı. Grup D’de %5 konsantrasyonda desfluran + %50 O2, %50 Hava karışımı uygulandı. Grup P’de ise 10 mg/kg/saat dozunda propofol infüzyonu ve %50 O2 + %50 Hava karışımı uygulandı. Her iki grupta da anestezi idamesin de remifentanil 0.5 µgr/kg/dk dozunda başlandı. OAB 60-70 mmHg arasında tutulacak şekilde OAB’deki yükselmeler remifentanil dozunun %25-100 arasında arttırılmasıyla kontrol altına alındı. Spontan solunum başlangıç zamanı, ekstübasyon zamanı, sesli uyarana cevap olarak göz açma zamanı, parmak sıkma zamanı, doğum tarihini doğru yanıtlama zamanı ölçülerek kaydedildi. Ameliyattan çıkışlarının 30. dakika, 1, 2, 4, 6, 8, 12, 18, 24 saatlerde VAS ağrı skoru, bulantı-kusma, titreme, terleme, ajitasyon, hipotansiyon, hipertansiyon varlığı 65 sorgulandı. Hastanın post-op ilk oral alma süresi kaydedildi. İlk 24 saatte kullanılan analjezik miktarı, yine ilk 24 saatte istenilen/sunulan analjezik miktarı not edildi. Çalışma sonucunda grup D’de derlenme süreleri daha kısa bulundu. Postoperatif komplikasyonlar açısından tek fark grup P’de bulantı-kusmanın daha az görülmesi oldu. Postoperatif ağrı ve analjezik tüketrimi açısından iki grup açısından anlamlı fark bulunmadı. Sonuç olarak; orta kulak cerrahisi anestezisinde desfluran-remifentanil kombinasyonunun hızlı derlenme sağlaması nedeniyle, bulantı-kusma için önlem alınarak güvenle kullanılabileceğini söyleyebiliriz. 66 SUMMARY In recently anesthetic practices, early recovery and postoperative analgesia management has an importance in the selection of anesthetic technique. In our study we combined the short acting opioid remifentanil with early recovering desflurane end propofol in the surgery of middle ear and compared their effect on postoperative recovery and analgesic consumption. Excluding criterias systemic diseaes; renal and hepatic failure, cardiac failure, ischemic heart disease, valvuler heart disease and pregnants, neurologic and neuromuscular disease, not cooperating with the patient controlling analgesic device. We allocated ASA 1-2, between18-60 years old patients in two groups. They named as first group Group D(desflurane-remifentanil ) and second group Group P(propofol-remifentanil). administration of 1 µgr/kg fentanil, 2 mg/kg propofol After 0.2 mg/kg cis-atraküryum administered IV induction dose of 0.4 µgr/kg/dk remifentanil administered IV infusion. In Grup D %5 consantrated desfluran + %50 O2, %50 air mixure administered. In Grup P dose of 10 mg/kg/hour propofol infusion began and %50 O2, %50 air mixure administered. In both groups maintenance dose of remifentanil 0.5 µgr/kg/min began to administer. For the maintenance of 60-70 mmhg mean arterial pressure dose of remifentanil increased %25-100. Initial time of spontaneous breathing, extubation time, response to verbal command and eye opening time, finger press time, right answer to brithday time were all recorded. After recovery; 30. min, 1, 2, 4, 6, 8, 12, 18, 24 hours we were interrogated VAS pain score, nausea and vomitting, sweating, palpitation, agitation, hipotension, hipertension. We noted postop initial oral nutrition time. Administered analgesic amounts in first 24 hours and in frst 24 hours quantity of demand/delivered analgesic noted. 67 As a result of this study in group D recovery time was shorter. For the purposes of postoperative complications only difference was nausea and vomitting shorter in the group P, there were no difference in postoperative pain and analgesic consumption beween two groups. Consequently; we can say that allowing for nausea and vomitting we can use desfluran-remifentanil combination for the early recovery in the surgery of middle ear. 68 KAYNAKLAR 1. Donlon Jr. JV. Anesthesia for Eye, Ear, Nose, and Throat Surgery. In: Miller RD(ed). Anesthesia. Fifth edition. New York: Churchill Livingstone; 2000, 21732198. 2. Aken HV, Miller ED: Deliberate Hypotension: Anesthesia 5th edi. Miller RD (ed) Churchill Livingstone, USA 2000, S: 1470-90. 3. Degoute CS, Ray MJ, Gueugniaud PY, Dubreuil C. Remifentanil induces consistent and sustained controlled hypotension in children during middle ear surgery. Can J Anaesth 2003; 50: 270-276. 4. Pavlin JD, Colley PS, Weymuller EA JR, et al. Propofol versus isoflurane for endoscopic sinus surgery. Am J Otolaryngol 1999; 20: 96-101. 5. Glass PSA, Gan TJ, Howell S. A review of the pharmacokinetics and pharmacodynamics of remifentaly. Anaesth Analg 1999; 89: 7-14 6. Degoute CS,Ray MJ, Manchon M, Dubreil C, Bansillon V, Remifentanil and controlled hypotension;comparison with nitroprusside or esmolol during tympanopıasty. Can J Anaesth 2001; 48: 20-7. 7. Cohen J. Royaton D. Remifentanil. Curr Opin Crit Care 2001;7 ;227-31. 8. Grundmann U, Sılomon F, Bach S, et al. Recovery profile and side effects of remifentanil-based anesthesia with desflurane or propofol for laparoscopic cholecystectomy. Acta Anaesthesiol Scand 2001: 45: 320-326. 9. Boldt J, Jaun N, Kumle B, et al. Economic considerations of the use of new anesthetics: A comparison of propofol, sevoflurane, desflurane and isoflurane. Anesth&Analg 1998; 86: 504-509. 10. Mitchell RVD, Smith G.: The Control of acute post-operative pain. British Journal Anaesthesia. 3 1988 ; 63.:58-62. 11. Keskin A, operatif stratejide ağrının rolü. Ağrı.2004; 16( 2) :42-43. 12. Mıcaela M., Buckley T, Brogden N.R.: Drugs. Focus on ketorolac. London. 1990;39: 86-109. 13. Kayaalp Oğuz, S.: Tıbbi Farmakoloji., Ankara,1990 ; 1, 2, 3, 1918-1919. 69 14. Morgan GE, Mikhail MS, Murray MJ. (2004:127). Klinik Anesteziyoloji (3. Baskı). (Tulunay M, Cuhruk H,Çev.) Ankara: Güneş Kitabevi. (Orijinal Basım Tarihi 2001). 15. Kayaalp O: Tıbbi Farmakoloji. V.Baskı, Ankara.1990; II. Cilt:1645–1649. 16. Kayhan Z: Klinik anestezi. 1997; 59–60, 177–192, 378–383. 17. Camu F, Kay B: Why total intravenous anaestesia (TİVA) 21 edition. Elsevier Science Publishers BV. Amsterdam 1991;1–13. 18. Morgan M. Total Intravenous anaesthesia. Anaesthesia (suppl) 1983;38. 19. Otolaringoloji Baş ve Boyun Cerrahisi 2.Baskı Nobel Tıp Kitap Evi, Çakır N.1999 İstanbul .sayfa 75-77. 20. Whers R.E:Hearing and anatomical result with homograft tympanoplasty Otolaryngol.Clin.North Am.1989,10:181-182. 21. Miller D. Roland: Anaesthesia Fourth Edition1994 p. 2193-2195. 22. Patterson M.E, Bartlett PC.: Hearing impairment caused by intratympanic pressure changes during general anaesthesia. Laryngoscope 1976, 85: 399. 23. Lecomte D., Vulser C., Dassier P., Cousin M.Th.: interet du propofol dans la microchirurgie de l‘oreille moyenne. Cahiers d’Anesthesiologie - Tome 35 - N°6 Octobre- l987-p.465-47. 24. Mıcaela M., Buckley T, Brogden N.R.: DRUGS. Focus on ketorolac. London.1990;39: 86-109. 25. Erdine S., postoperatif analjezi. Ağrı sendromları ve tedavisi. İstanbul. 2003; 3343. 26. Erdine S.,Yücel A ,Tramadol-çift yönlü etki ile düşük riskli güçlü analjezi. Ağrı 2004; ek,14:4. 27. Kayhan Z., Ağrı, Klinik anestezi (2. baskı) İstanbul ,1997, :759-769. 28. Moskowitz A, Goodman RR : Autoradiographic distrubution of MU1 and MU, and Delta Opioid binding in the central nervous system of C-57 BL/6 BY and CYBK (Opioid receptor deficient) mice brain. 1985. Res. Vol 360 plO8-129. 29. Collins J V. : Principles of Anesthesiology. Third Edition, Lea & Febiger. Pennsylvania.1993:88-105. 70 30. Kenny G: The perioperative use of non steroidal anti-inflammatory drugs. Current opinion anaesthesiology. 1991;4 :568-573. 31. Kantor TG: Physiology and treatment of pain and infiammation, American Journal of Medicine 1980Vol 80, p3-9. 32. Kurt N. Akut ve kronik yara bakımı, İstanbul .2003: 17-20. 33. Chrubasik J, Schulte-Moenting J, Wuest H.: Tromadol an alternative spinal analgesic. 2nd International Symposium Regional Anaesthesia. Williamsburg. Virginia , USA,1988. 34. Kenny GNC: Trometamol; a new non opioid analgesic. Br.J.Anaest. 1990; 65:445-44736. 35. Yücel A. Hasta Kontrollü Analjezi (Patient-Controlled Analgesia), HKA. UfukMatbaacılık 1997;31-53. 36. Özatamer O, Alkış N. Anestezide Güncel Konular. Nobel Tıp Kitabevi 2002; 515530.75. 37. Önal SA. Hasta kontrollü analjezi uygulamaları, 5. Ulusal Ağrı Kongresi ÖzetKitabı 1999;11(4): 63-68. 38. Yasuda N, Lockhard S, Eger El. Kinetics of desflurane, isoflurane and halothane in humans. Anesthesiology 1991; 74: 489 -498 39. Ston T, Koblin D, Guruenke L. Fluoride metabolites following prolonged expsure of volenters and patients to desfluorane. Anesth Analg 1987; 66: 983–985. 40. Ranpil I, Lockhard S, Zwass M. Effects of age or nitrous oxide on the MAC of desflurane. Anesth Analg 1990; 70: 319. 41. Eger El. Partition coefficiens of 653 in human blood, saline, and olive oil. Anesth Analg 1987; 66: 971–973. 42. Yasuda N, Targ A, Eger El. Solubility of I–653, sevoflorane, isoflorane and halothane in human tissues. Anesth Analg 1980; 69: 370–73. 43. Yasuda N, Eger El. Halogentation and anesthetic potency. Anesth Analg 1989; 68: 599–602. 44. Eger El. Stability of I–653 in sodalime. Anesth Analg 1987; 66: 983–985. 71 45. Mazze R. The safety of sevoflorane in humans. Anesthesiology 1992; 77: 1006– 1063. 46. Stewens, Dolan W, Gibbons R. MAC of isoflorane with and without nitroseoxide in patient of various ages. Anesthesiology 1975; 42: 197–200. 47. Frink EJ, Malan TP, Morgan SE. Quantification of the degradation products of sevıflorane in CO2 absorbens during low flow anesthesia. Anesthesiology 1992; 77: 1064–1069. 48. Lien CA, Schmith pharmacodynamics of WD, the Wargin WA. stereoisomers The of pharmacokinetics mivacurium in and patients. Anesthesiology 1992; 77: 910–914. 49. Eger El. New inhaler anesthetics. Anesthesiology 1994; 82: 906–22. 50. Cladwel J, Laster M, Magorian T. The neuromusculer effects of desflurane, alone and combined with pancronium or succinylcholine in humans.Anesthesiology 1991; 74: 412–418. 51. Luds L, Milde L. The cerebral functional metabolic and hemodynamic effects of desflorane in dogs. Anesthesiology 1990; 73: 125–13. 52. Muzzi D, Datner C, Losasso T. The effects of desflorane and isoflorane with N2O on cerebrospinal fluid pressure in patients with supratentorial mass lesions. Anesthesiology 1991; 75: 160–167. 53. Trotoux J,Copper–Royer F, Bail I, Fould L, Margoloff B. Votre experience deI’anesthesia dans la chirurge de I’orielle.Etude sur deux ans. Annales d’OtoLaryngologic 1982; 99: 319. 54. Mc Collum JSC, Dundee JW, et al. Propofol dose requirements in unpremedicated patents. Br. J.Anaesth. 1987; 59: 808. 55. Rolly G, Versichelen L. Comparison of propofol and thiopentone for induction of anaesthesia in premedicated patient. Anesthesia 1985;40: 945–948. 56. Kay B, Rolly G, ICI 35868. A new intravenous induction agent. Acta Anaesthesiol Belg 1977; 28: 303. 72 57. De Grood PMRM, Mitsukuri S, Van Egmond J, Rutten JMJ, Crul JF. Comparison of etomidate and propofol for anesthesia in microlaryngeal surgery. Anesthesia 1987; 42: 366. 58. Kay NH, Sear JW, Uppington J. Disposition of propofol in patients under going surgery. Br. J. Anesth. 1986;58: 1075. 59. Clarke RSJ: Intravenous anaesthetic drugs: Anaesthetic Physiology and Pharmacology. 1st edi. McCaughey W, Clarke RSJ, Fee JPH, Wallace WFM (eds) Churchill Livingstone, New York 1997,S: 177–90. 60. Cockshoot ID. Propofol pharrnacokineticks and netabolism an overview. Postgraduate Med. J. 1985,61:45–50. 61. Mackenzie N, Grant IS. Br. J,Anaesth. 1985; 57: 725–31. 62. Suer AH, Esen H, Tatar H, Çiçek MS. Koroner arter cerrahisinde fentanil/propofol anestezisi ile alfentanil/propofol anestezilerinin hemodinamik kıyaslaması. Türk Anesthezi ve Cem. Mecmuası, 1993; 51: 147–152. 63. Collins J, Wincert; Principles of Anaesthesiology. Third edition: 712–722, 768– 772. 64. Valtonen M, Lisalo E, Kanto J, Rosenberg P. Propofol as an induction agent in childeren, pain on injection and pharmacokinetics. Acta Anaesth. 1989; Second 33: 152–55. 65. Sampsom IH, Plosker H, Cohen M, Kaplan JA. Comparison of propofol and maintenance of anaesthesia for outpatients surgery. Br. J.Anaesth, 1988; 61: 707– 11. 66. Dunde JW, Robinson FP, et al. Sensitivity to propofol in the elderiy patients, Anaesthesia 1986; 41: 482–85. 67. RolIy G, Versichelen H, et al. Effect of speed of injection on induction of anaesthesia using propofol. Br. J.Anaesth. 1985; 57: 743–46. 68. Atkinson RS, Rushman GB, Davies NJ. Intravenuos anaesthetic agents. Asynopsis of Anaesthesia 11th ed. Butterworth Heinemen 1993. 69. .Sbel PS, Lowdon JD. Proppofol: A new intravenous anaesthetic agents. Anaesthesiology 1989; 17: 200–17. 73 70. Foex P, Sear JW, Diedericks J. Cardiovasculer effects of Propofol. Focus on infusion—intravenous anaesthesia. Edit Prys- Roberts C, Grundy E, Yate P, Current Med Lit. London 1991; 1: 95. 71. Fahmy NR, Puskin TA, et al. Circulatory and catecholamine responses to endotracheal intubation after induction with thiopental or propofol. Anaesthesiology 1989; 71: 946. 72. Kanto J. Voltonen M. et al. Comparison of propofol and thiopental for induction for anaesthesia in children. 9 th. World Congress of Anaesthesiologists, Abstracts Volume 2. A. 0809. Washington, 22- 28 May, 1988. 73. Patrick Mr, Blair I.J. et al. A comparison of the haemodynamic effects of propofol and thiopentone in patients with coronary artery disease. Postgrad. Med. J. 1985; 61(3): 23–27. 74. Stakes D.N. Hutten P. Rate dependent induction phenomena with propofol, implication for the relative potency of intravenous anaesthetics. Anaesth Analg.1991; 72: 578. 75. Goodman NW, Carter JA, Black AMS. Some ventilatory effects of propofol as a sole anaesthetic agent. Preliminary studies, Postgraduate Med. 3. 1985; 61 (supll.3): 62. 76. Vautrin DA, Gueant JL. Focus on infusion. Current Medical Literature Ltd. London 1991. 77. Stoelting RK. Pharmacology in Anaesthetic Practice Philedelphia, J.B. Lippincott 1987; 6: 69. 78. Maecos WE, Payne JP. The induction of anaesthesia with propofol compared in normal and renal failure patients. Poatgrad Med. J. 1985; 61(suppl.3): 62. 79. Mitterschiffthaier G, Theiner A, Hetzel H, Fuith LC. Safe use of propofol in a patient with acute intermittemt porphyria. Br. J.Anaesth. 1988;60: 109–1 11. 80. Kasraire N, Causing TB. Propofol and the patient with hereditary porphria.Anaest Analg 1993;77: 862–63. 74 81. Holford NGH, Sheiner LB: Understanding the dose-effekt relationship: of pharmacodynamics-phomadynamic models. Clin Pharmacokinetic.1981, 6: 429– 53. 82. Minto CF, Schnider TX, Egan TD: lnfluence of age and genderor the pharmacokinetics and pharmacodynamics of remifentanil.Imodel development. Anesthesiology.1997; 86: 10–23. 83. Schuttler J, Schwilden H, Stoeckel H. Infusion strategies to investigate the pharmacokinetics and pharmacodynamics of hypnotic drugs: etomidate as an example.Eur J Anaesthesiol 1985; 2: 133. 84. Glass PSA, Gan TJ, Howell S: A review of the pharmacokinetics and pharmacodynamics of remifentanil. Anesth Analg 1999; 89: 7–14. 85. Egan TD, Lemmens HJM, Fiset P; et al. The pharmacokinetics of the new short acting opioid remifentanil in healty adult male volunteers Anesthesiology 1993; 79: 881–92. 86. Bovill JG: Opioid drugs: Anaesthetic Physiology and Pharmacology. 1st edi. McCaughey W, Ciarke RSJ, Fee JPR Wallace WFM (eds) Churchull Livingstone, New York 1997, St 227–52. 87. Morgan CE, Mikhail MS: Nonvolatile anesthetic agents: Clinical Anesthesia. 2nd edi. Morgan CE, Mikhail MS (eds) Appleton & Lange, Connecticut 1996, 5: 128– 48. 88. Patel SS, Spencer CM: Remifentanil. Drugs 1996; 52: 417–27. 89. Glass PSA: Remifentanil: A new opioid. 3 Clin Anesth 1995; 7: 558–63. 90. Warner DS, Hindman B.J., Todd M.M., et al. Intracranial pressure and hemodynamic effects of remifentanil versus alfentanil in patients undergoing supratentorial craniotomy. Anesth Analg 1996; 83: 348–53. 91. Kayaalp Oğuz, S.: Tıbbi Farmakoloji., Ankara,1990 ; 1, 2, 3, 1918-119 92. Chrubasik J, Schulte-Moenting J, Wuest H.: Tromadol an alternative spinal analgesic. 2nd International Symposium Regional Anaesthesia. Williamsburg. Virginia , USA,1988. 93. Lee,Mc Tavish: Tramadol :A review, Drugs 1993; 46(2): 313-40 75 94. Kenny GNC: Trometamol; a new non opioid analgesic. Br.J.Anaest. 1990; 65: 445-47. 95. Özyalçın, Yücel, Erdine; Postoperatif analjezide tramadol, petidin, morfin ve fentanil ile intravenöz PCA, Türk Anestezi Reanimasyon Mec.1993; 52: 207-13. 96. Kurt N. Akut ve kronik yara bakımı, İstanbul .2003: 17-20. 97. Vickers: The efficacy of tramadolhydrocloride in treatment of postoperative pain. Rev. Contemp. Pharmacoter, 1995: 499-506. 98. Scott, Perry; Tramadol A review of its use in perioperative pain; Drugs 2000 Jul;60(1): 139-76. 99. Coetzee, Loggerenberg: tramadol or morphine adminestered during operation : a study of immediate postoperative affects after abdominal histerectomy. British J. Anesthesia 1998; 81: 510-14. 100. Jones RM, Koblin DD, Cashman J et al. Biotransformation And Hepato-Renal Function In Volunteers After Exposure To Desflurane (I-653). Br J Anaesth 1990;64:482-7. 101. Esener Z. Klinik Anestezi. İkinci Baskı. İstanbul: LogosYayıncılık; 1997: 98-101. 102. Morgan GE, Mikhail MS, editors. Nonvolatil anesthetic agents. Clinical Anesthesiology. 2 ed. New Jersey: Apple and Lange; 1996:141-43. 103. Nightingale JJ, Lewis IH. Recovery from day-case anesthesia: Comparison of total IV anesthesia using propofol with an inhalation technique. Br. Journal of Anaesth 1992; 68: 356–59. 104. Raftery S, Sherry E. Total intravenous anesthesia with propofol and alfentanil protects against postoperative nausea and vomiting. Can. Journal of Anesth 1992; 39: 37–40. 105. Esener Z. Klinik Anestezi. Genişletilmiş Üçüncü Baskı. İstanbul: LogosYayıncılık; 2004: 794-04. 106. Glass PSA, Hardman D, Kamiyama Y. Preliminary pharmacokinetics of an ultrashort acting opioid: Remifentanil. Anesth Analg 1993; 77: 1031-40. 76 107. Van Delden PG, Houweling PL, Bencini AF et al. Remifentanly-sevofluran anaesthesia for laparoscopik cholecystectomy: comparasion of three dose regiments Anaesthesia, 2002; 57: 212-7. 108. Larsen B, Seitz A, Larsen R. Recovery of cognitive function after remifentanilpropofol anaesthesia: a comparison with desflurane and sevoflurane anaesthesia. Anesth Analg 2000; 90 (1): 168-74. 109. Song D, Joshi GP, White PF. Fast-track eligibility after ambulatory anesthesia: a comparison of desflurane, sevoflurane and propofol. Anesth&Analg 1998; 86: 267–73. 110. .Bilen A, Özyuvacı E, Ersoy E, Altan A. Laparaskopik kolesistektomilerde remifentanil ile kombine edilmiş desfluran, sevofluran ve propofolun derlenmeye etkisi. Anestezi Dergisi 2003; II (4): 279-82. 111. Tavlan A, Topal A, Tuncer S, Otelcioğlu Ş. Remifentanil ile kombine edilen propofol ve desfluran anestezisinin hemodinami ve derlenme yönünden karşılaştırılması. Türkiye Klinikleri J Anest Reanim 2006; 4: 95-100. 112. Camcı E, Koltka K, Tuğrul M, Pembeci K. Bispectral index-guided desflurane and propofol anaesthesia in ambulatuary arthroscopy. Comparasion of recovery and discharge profiles. Journal of Anesth 2006; 20: 149-52. 113. Drummond JC. Monitoring depth of anesthesia: with emphasis on the application of the Bispectral index and the middle latency auditory evoked response to the prevention of recall. Anesthesiology 2000; 93: 876–82. 114. Motsch J, Wandel CH, Neffs, Boher H, Martin E: Recovery characteristics after sevoflurane vs Propofol anaesthesia. Dept. of anesthesia, D-69120. 115. McCollum JSC, Milligan KR, Dundee JW. The antiemetic action of propofol. Anaesthesia 1988; 43: 239-40. 116. Sanjay SP, Goa KL. Desflurane: A Review of Its Fharmacodynamic and Fharmacokinetic Properties and Its Efficacy in General Anaesthesia. Drugs 1995: 50 (4): 742-67. 77 117. Heidi E, Korttila K. Recovery profile after desflurane with or without ondansetron compared with prpofol in patients undergoing gynecological laparoscopy. Anesth Analg 1996; 82: 533-38. 118. Reader JC, Mjaland O, White PF, Grogaard B et al. Desflurane versus propofol maintenance for out-patient laparoscopic cholecystectomy. Acta Anaesth Scand 1998; 89: 838-43. 119. Akkurt BC, Temiz M, İnanoğlu K, et al. Comparison of Recovery Characteristics, Postoperative Nausea and Vomiting, and Gastrointestinal Motility With Total Intravenous Anesthesia With Desflurane for Laparoscopic Cholecystectomy: A Randomized Controlled Study. Current Therapeutıc Research 2009; 70:94-102. 120. Fassoulaki A, Melemeni A, Paraskeva A, et al. Postoperative pain and analgesic requirements after anesthesia with sevoflurane, desflurane or propofol. Anesth Analg. 2008;107(5): 1715-19. 121. Tüfek A, Bilgin H, Özcan B, Türker G. Türk Anest Rean Der 2006; 34(2): 103-10 78