Farkındasızlık - Bilkent University

advertisement
Farkındasızlık
İnsan biyolojik özelliklerinden dolayı hem fiziksel hem de zihinsel anlamda belirli
kısıtlamalara tabi bir varlıktır. Çok hızlı koşabilir ama asla bir çıta kadar olamaz; düşünme
yeteneği vardır ama her şeyi her ayrıntısıyla düşünemez.
Bu limitlerimize bakıp “Acaba hangisini zorlamak daha kolaydır?” diye sorduğumuzda
alacağımız cevap şüphesiz ki zihinsel limitlerimiz olacaktır. Sonuçta insanın kas ve iskelet
yapısı ve bu yapıların ne kadar gelişebileceği bellidir. Yapılan bilimsel araştırmalarla da
ulaşılabilecek maksimum noktalar aşağı yukarı ortaya çıkarılmıştır. Örneğin bir insanın 100
metrelik bir mesafeyi koşmada sahip olduğu kas yapısının müsaade edeceği en hızlı zaman
dilimi 9.48 saniyedir. Ancak zihinsel performansımız açısından belli limitlere sahip olduğumuz
aşikar olsa da, bu limitlerin değerleri hala bulanık durumdadır. Herhangi birisi çıkıp dese:
“Ben, dünyadaki en üstün zihinsel güce sahip kişiyim!” Bunu kanıtlamak mümkün olabilir mi?
O kişinin en yüksek zihinsel kapasiteye sahip olduğunu neye dayanarak kanıtlayabilirsiniz?
Hafızasının çok güçlü olmasına mı? Yoksa duygusal açıdan zekasının gelişmişliğine mi? Ya da
belli psişik güçleri olup olmamasına bakarak mı?
Çoğu zaman belirsizlik kötü bir şey olsa da zihinsel potansiyelimizin ulaşabileceği
maksimum noktanın belirsizliği, biz insanlar için çok büyük bir ilham kaynağı olabilecek bir
belirsizliktir. Zihnimizin varabileceği son durağı bilmiyoruz; düşünsel anlamda gelişebilme
yolunda ilerlerken her ne kadar o son durağa geldiğimizi sansak da yanılma ihtimalimiz çok
yüksek. Yani, zihnimizle ilgili keşfedebileceğimiz, geliştirebileceğimiz çok şey var. Peki
önümüzde aşmak için zorlamamız gereken ve şu andaki düşünsel zenginliğimizi belki
defalarca katına çıkarabilecek zihinsel bir potansiyelimiz varken biz insanlar ne yapıyoruz?
Zamanımızı sevmediğimiz işleri yaparak harcıyoruz. Kendi kurduğumuz ve doğamıza aykırı
olan bu dünya düzeninde itibar, para, güç gibi değersiz kaygılar peşinde koşuyoruz. İş-güç
dışındaysa televizyonla, sosyal medyayla, magazinle meşgulüz. Kimin arkasından kimin ne
dediğini öğreniyor, hangi futbolcunun hangi ünlü oyuncuyla gece kulübünde yakalandığını
merak ediyoruz. Zamanımızı ve enerjimizi harcadığımız şu şeylere bakın! Sanki bu dünyada
sonsuza dek kalacakmış gibi vaktimizi böylesine değersiz işlere harcayabiliyoruz. Durum
böyle olunca da sahip olduğumuz zihinsel potansiyel yavaş yavaş kaybolmaya ve ortaya
çıkarılması daha da güç hale gelmeye başlıyor.
Medyanın dayatmış olduğu bu “uyuşturucu”nun etkisi altındayken de hayatlarımızdaki en
yüksek öneme sahip olaylar yine medyada gördüklerimiz haline geliyor. Daha üst düzey ve
daha faydalı işler hakkında düşünmektense televizyonda gördüklerimiz hakkında
düşünüyoruz. Dünyada en çok televizyon izlenen ikinci ülke olan Türkiye’de, gün boyunca
evde televizyon karşısında oturan kadınlarımızın kafalarındaki en büyük soru “Acaba bugün
izdivaçta Fadime’nin talipleri kim?” oluyor. Gazetenin yalnızca spor sayfasını okuyan
erkeklerimizse tuttukları takımın şampiyon olup olamayacağının derdinde. Ortada büyük bir
problem var.
Etrafımızda olan biten önemli gelişmelere karşı kafamızı devekuşu misali kuma gömmüş
durumdayız. Şöyle ki; insanın düşünce dünyasındaki konular magazin, futbol, izdivaç, şıklıkrüküşlük olduğu zaman, insan asıl dikkat etmesi gereken konulardan bihaber yaşıyor. Henüz
yaşanmış olaylardan bir örnekle bunu somutlaştırabiliriz: Ankara’da en son yaşanan ve 38
kişinin hayatını kaybettiği patlamanın olduğu akşam dahi ülkemizde en çok izlenen program
‘Survivor’ adlı yarışmaydı. Durumun ciddiyetini anlamak için mükemmel bir gösterge o
akşamki reytingler. Ülkenin başkentinde, en kalabalık yerinde onlarca insanın öldüğü büyük
bir patlama gerçekleşmiş ama insanlarımız böylesine önemli bir durumda ne olup bittiğini
öğrenmek adına en azından haber kanallarını izlemek yerine rutinlerini bozmayarak yarışma
programlarını izlemeye devam etmişler.
Bunun adı “vurdumduymazlık.” İlk olarak zihnini geliştirmeme sonrasında zihnin yerinde
sayması ve ardından medya tarafından dışı hoş ama içi boş ürünlerle doldurulmasıyla zihnin
gerilemesi zincirine eklenen son ve en tehlikeli halka bu vurdumduymazlık. Medya insanların
zihinsel potansiyellerini köreltiyor; etraflarında hatta hemen dibinde olan çok ciddi olayları
dahi önemsemeyen bir tavır almalarına, vurdumduymaz davranmalarına sebep oluyor.
Zihinsel potansiyeli körelmiş ve ortak bilinci medya tarafından oluşturulmuş bir toplumdan
da içinde bulunduğu siyasi koşulları araştırmasını, analiz etmesini ve çareler üretmeye
çalışmasını bekleyemezsiniz. Bireylerin sorgulama ve düşünme yeteneği körelmişse
bireylerden oluşan toplum için de durum aynıdır. Sanki bizi eğlence dolu bir kumarhaneye
tıkmışlar: “Zira, kumarhanelerde pencere ve saat bulunmaz. Zamanın nasıl geçtiğini
bilmemelisin. Etrafında neler olduğunu merak etmemelisin. Dışarıda koca bir dünya
olduğunun farkına varmamalısın.” (Sikkofield 133.)
Kaynakça
Sikkofield, Michael.(Demirel, Cemre.) Piyon. İstanbul: Okuyan Us Yayınevi, 2013. Baskı.
Download