Yapay Mucizelerimiz Her attığımız adımda, her aldığımız nefeste çevremizde onca farklı olaylar gelişirken öyle alışılmışlığa kaptırmışız ki kendimizi, yaşadığımız hayatın bize sunduğu güzellikleri görmezden geliyoruz. Bu çelişki hemen her insanın aklına çalınır arada bir. Yolda aceleyle yürürken gördüğümüz bir bebek, okulda karşılaştığımız güleryüzlü bir çalışan, yavrularını peşine takıp yemek peşinde koşturan bir anne kedi yüzümüze ılık bir tebessüm konduruverir. Telaşla oradan oraya koştururken farkına varmadığımız güzelliklerden yeterince nasiplenemediğimizi düşünür, düzenimizi gözden geçiririz. Spora başlamaya karar veririz hemen ardından, pazartesi de sıkı bir diyete başlayacağızdır. Düzenli ders çalışacak, bize sunulan fırsatları değerlendirip kendimize bir şeyler katabileceğimiz her teklife balıklama atlayacağızdır. Bu kararlar yavaş yavaş birkaç hafta sonra silinip gider elbette. Önce kantinde arkadaşlarla otururken masada duran bisküviye çarpar gözümüz, diyet o an unutulur. Spor da kendimizi sıkı bir disiplinde adamamızı gerektirdiğinden derslerden vakit ayıramayız zaten. Bu yoğun tempoda dersler de zorlar bizi, birkaç gün sonra istikrarlı tekrar yapma kararları unutulur. İçine kısıldığımız bu kısır döngü böylece birkaç haftalık aralıklarla tekrarlanır. Elimizde hiçbiri gerçekleştirilememiş, daha doğrusu gerçekleştirilmemiş hedefler birikirken kaybolan inançlarla dolan avuçlarımızdan kendimize olan inancımız sızar, git gide yitikliğe yol alır. Bunlar olurken de bir türlü kendimizi sorgulamak gelmez aklımıza. Normalden ne kadar uzak olduğumuzu, bize tuhaf ve mucizevi gelen olayların aslında normal olduğunu, asıl tuhaf olanın sebebinin aynada gördüğümüz simalar olduğunu düşünmeyiz. Esas olan içe dönmek, içimizle dış dünyamızı beraber yürütmekken her içe dönme çabamızda kendi karşımıza çıkardığımız engellerimize çarpa çarpa içimizi soğuturuz. Ardından sokakta karşımıza çıkacak bir güzelliğin içimize salacağı kıvılcımı bekleriz tekrar ısınmak için. Halbuki birinin bize gülümsemesi olağandır. Her sabah yorgun, bezmiş suratlar görmeye öyle alışmışızdır ki bir tebessüm görmek mucize gibi gelir. Yapmacık mucizelerden ilham alıp sıradanlaşmış hayatlarımıza şekil vermeye kalkışırız ve sonucu hüsran olur yine yapmacık bahaneler yüzünden. Dolu dolu sohbet etmek varken burunlarımızı telefonlara yapıştırdığımız, içimizdeki boşluğu yapay yiyeceklerle doldurmaya kalkıştığımız, bir sistemde yer edinmekten başka dert edinmediğimiz sürece büyük ihtimalle bu, böyle olmaya devam edecek. İçinde bulunduğumuz bu garip çağ bizi öylesine makineleştirmiş ki insana dair gördüğümüz herhangi bir parıltı bizi hayretlere sürükler olmuş. Teknoloji çağında edebiyatın birkaç sözümona özlü söz yazan 18 yaşından küçük çocukların kitap çıkarmasına olanak verecek kadar sosyal medyaya düştüğü, duygularımızı ‘emoji’lerle ifade ettiğimiz, arkadaşlarımızla muhabbet edebilmemiz için her gün internette meşhur olmuş bir komik videoya ihtiyaç duyduğumuz aşamada başka türlüsü de şaşırtıcı olurdu zaten. Alper Beşe de Birtakım Tuhaflıklar kitabında bu durumu ele almış. Yaşadığımız bu devirde insan kalabilenlerin tuhaf karşılandığı; zalimliğin, kurnazlığın normal kabul edildiği bir karmaşaya sürükleniyoruz. Birkaç haftalık kısır döngülerim arasında çırpınırken kitabın adında bahsedilen tuhaflıkların aslında normal olan şeyler olduğunu fark ettiğimde tuhaf kavramını sorguladım. Eskiden tuhaf diye tanımlanan kaba davranışlarken artık nazik insanlara tuhaf gözüyle bakılır olmuştu. Güleryüzlü bir sınıf arkadaşından gelen samimi bir iltifatın altında başka anlamlar çıkarır hale gelmemizin başka anlamı olamaz. Tuhaf olan kötülükken iyiliğe tuhaf gözüyle bakar olmuşuz. Doğanın güzelliğine dönüp baktığımızda yenilenmiş gibi hissetmemiz bize suçluluk hissettirmeliyken asıl normal olana farklıymış gibi yaklaşmayı hiç yadırgamıyoruz. O kadar geliştik, öyle güzel ayak uydurduk ki teknoloji çağına artık insan kısımlarımızı garipser, tuhaf bulur olduk. Artık geriye dönüp bakmamızın, normalin ve tuhafın ne olduğunu iyiden iyiye düşünmenin vakti gelmedi mi? Daha ne kadar normali tuhaflaştırmaya devam edeceğiz? Ne zaman bir iyiliğin altında art niyet aramayıp içtenlikle minnettar olmayı öğreneceğiz? Elmas Ertunç 21402075 TURK 102-010