Kusurlu Piyasa Sıradan Şirketler Doğurur

advertisement
Finans Politik & Ekonomik Yorumlar 2014 Cilt: 51 Sayı: 594
7
YORUM
Adnan NAS
Kusurlu Piyasa Sıradan Şirketler Doğurur
Biraz Akdenizli, biraz da doğulu olduğumuzdan
mı nedir siyaset ile ilgili konularda adrenalinimiz
hep yüksek, fakat ekonomi ve bilim/kültür
konularında oldukça düşük görünüyor. Hadi
bilim ve kültürdeki sessizliğimizi hayati reform
ihtiyacını hep vurguladığımız eğitim sistemindeki
zafiyete yoralım, ya siyasal tercihlerde bile
açık ara birinci faktör olduğu kabul edilen
ekonomideki sükunetimizi nasıl açıklamalıyız?
Ekonomik gücün en önemli göstergesi, hele bizim
gibi bariz bir doğal kaynak üstünlüğü bulunmayan
ülkelerde, şirketler kesiminin enerjisi olduğuna
göre buradaki temel sorunumuz şirketlerimizin
sıradan performansı olmalı. Hem baksanıza, asıl
avantajımız olan ama donanım eksikliği yüzünden
potansiyel katkısını veremeyen gençlerimizin,
hem de üniversitede okuma şansı bulanların
istatistiklere göre tercihleri özel kesim ve sanayi
sektörü değil kamu kesimi ve hizmetler sektörü.
Eğitimli gençlere bile çalışma şevki veremeyen,
ayrıca çok uzun zamandan beri rekabetçi ölçeklere
ve verimliliğe ulaşamayan şirketlerimizin katma
değeri yüksek bir üretim gerçekleştirmesi ve
faaliyet gösterdiği sektörlerde dünya klasmanına
girebilmesi de mümkün olmuyor.
[email protected]
Uzakdoğu toplumlarındaki ekonomik gelişme
ve şirket büyüklüklerinin neden bizde ortaya
çıkmadığıdır. Sorunun muhtemel cevabı, sistem
tercihleri doğru yapılsa da bunları hayata geçirip
uygulamada ve strateji kurgulamada toplumun
öncü rolü yüklediği kamusal yönetici elitlerin
başarılı olmadığı şeklinde verilebilir. Kuşkusuz
bu başarısızlığın arkasında piyasa ekonomisini ve
onun doğal uzantıları olan kurumları dünyadaki en
iyi örnekleriyle gerçekleştirmeyi önemsemeyerek
işimize gelen taraflarını alıp gerisini tesadüflere
bırakmamızın, böylece kendi versiyonumuzu
oluşturacağımızı sanmamızın büyük payı var.
Sistem tam anlamıyla kurulmadığı için koşullar
değiştiğinde dengeyi ve düzeltmeyi sağlayacak
otomatik mekanizmalar devreye girmiyor ve
sıklıkla oluşan krizler gelişmeyi kesintiye
uğratıyor.
Bu yüzden geçimini ve umudunu devlete
bağlayanların sayısı da azalacağına artıyor.Devlet
bütçesindeki sosyal yardım ve transferlerin artışı
ise eğitimsiz ve yoksul kitlelerin de bu eğilimi
iyice pekiştirdiğini ortaya koyuyor.
Böyle olmasaydı daha 60'lı yıllarda bizimle aynı
düzeyde olan Güney Kore'nin kişi başı milli
gelirde şimdi yaklaşık üç katımıza ulaşması, hele
şirket ölçeklerinde küresel boyutlara ulaşmış 17
şirketinin dünyanın ilk 500 şirketi arasına girmesi
mümkün olur muydu? Korelilerin bu başarısı,
tesadüfler ya da şans ile değil, uzun yıllar farklı
kamu yönetimlerince kararlılıkla uygulanmış
stratejik doğrultu sayesinde gerçekleşmiş ve
sonuçları da 80'li yıllarda ortaya çıkmaya
başlamıştır. Hiçbir başarı hikayesinde mucizevi ve
sihirli bir formül yoktur.
Şirketler tesadüfen büyümez
Sorun insan kaynağında değil
Neredeyse Cumhuriyetin kuruluşuyla yaşıt
müteşebbis özel kesim yaratma çabalarına
ve bunca teşviğe rağmen şirketlerimizin hala
öncelikli çalışma yeri olarak görülmemesini ve
insanımızın devlete bağımlılığının sürmesini neye
bağlamalıyız? Tarihsel birikimin toplumun genetik
kodlarındaki izdüşümü, sadece bireylerin değil
şirketlerin de antenlerini Ankara'ya göre ayarlama
alışkanlığını daha uzun zaman sürdüreceğine
işaret ediyor. Bu durumda asıl irdelenmesi
gereken, piyasa ekonomisi tercihi net bir şekilde
yapıldığı ve toplum da bunu özümsediği halde,
geleneksel olarak otoriteye bizim gibi bağlı
Aslında devleti baba gibi görme refleksi bir yana
bırakılırsa insanımızın bir başarı hikayesi yaratma
bağlamında oldukça uygun ve esnek bir yapısı var.
Nitekim geçtiğimiz aylarda epeyce yankı yapan
Richard D.Lewis'ın "ulusların iletişim kalıpları"
konusundaki makalesi başka ülkelerin halklarıyla
ilişki kurma ve iş yapma açısından Türklerin de
oldukça pragmatik olduğunu belirtiyor. Zaten
açıkça belirlenmiş kurallar ve yerleşik sistemler
söz konusu olduğunda Türk işgücünün çalışkan
ve verimli olduğunu, hem yabancı ülkelerde
yaşayan yurttaşlarımızdan, hem de Türkiye'de ve
dünyadaki çokuluslu şirketlerde başarıyla hizmet
8
veren beyaz ve mavi yakalılarımızdan biliyoruz.
Dolayısıyla sorun bir yönüyle ülkedeki iş yapış
kültürü, yatırım ortamı ve rekabet koşullarıyla,
diğer yönüyle de sermaye sahiplerinin ortaklık ve
yönetim yaklaşımı ile ilgili olmalıdır. Bu arada
sadece özel kesimin değil, kamu yönetiminin de
kısa vadeye odaklanmasının ve zamana dayanıklı
stratejileri
önceliklendirmemesinin
sorunu
derinleştirdiğini not etmeliyiz.
Hal böyleyken hala piyasa ekonomisinin kurumsal
yapı ile ilgili bacağını sağlamlaştırmanın, eğitim
reformunun ve inovasyonun değişmez öncelikler
olarak benimsenmediğini, sadece konjonktüre
odaklı ve ona uyum sağlamakla sınırlı bir
ekonomi politikası ile yol almanın öngörüldüğünü
görüyoruz. Güçlü teknoloji ve bilim üretme
kapasitesi oluşturmadan ve makro dengeler ile
ilgili kırılganlıklar giderilmeden büyük devlet
olunamayacağını da unutmuşa benziyoruz.
Oysa başka örneklere bakmaya gerek yok, bir
zamanların süper gücü olan kendi atalarımızın bile
endüstri devrimini ıskaladığı ve bilim üretemediği
için nasıl çözülüverdiğini hatırlamamız yeter.
Uzun erimli gerçekçi stratejiler üzerinde toplumsal
uzlaşma sağlamadan çarpıcı başarı hikayesi
yazamayacağımız açık. Unutmayalım ki sadece
lider ekonomi olmak için değil, doğru dürüst bir
taşeron ekonomisi olmak için de stratejik kararlılık
gerekir.
Download