T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAMÎ BİLİMLER (TEFSİR) ANABİLİM DALI BOYKOT DÖNEMİNDE NAZİL OLAN SURELERİN TESPİTİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ YÜKSEK LİSANS TEZİ ABDÜLVAHİD YAKUB SİPAHİOĞLU TEZ DANIŞMANI PROF. DR. HALİS ALBAYRAK ANKARA 2014 1 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAMÎ BİLİMLER (TEFSİR) ANABİLİM DALI BOYKOT DÖNEMİNDE NAZİL OLAN SURELERİN TESPİTİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ YÜKSEK LİSANS TEZİ ABDÜLVAHİD YAKUB SİPAHİOĞLU TEZ DANIŞMANI PROF. DR. HALİS ALBAYRAK TEZ JÜRİSİ ÜYELERİ İmza ………………………………………. …………………… ……………………………………..... …………………… ………………………………………. …………………… TEZ SINAV TARİHİ …………………. I TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE Bu belge bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim (…./…./2014). Tezi Hazırlayan Öğrencinin Adı ve Soyadı Abdülvahid Yakub SİPAHİOĞLU İmzası …………….. II İÇİNDEKİLER KISALTMALAR ........................................................................................................ V ÖNSÖZ ...................................................................................................................... VI GİRİŞ ........................................................................................................................... 8 1. Araştırmanın Konusu ve Önemi........................................................................ 8 2. Araştırmanın Yöntemi ve Kaynakları ............................................................. 13 BİRİNCİ BÖLÜM: BOYKOT HADİSESİNİN TARİHİ ARKA PLANI................. 26 1. Kureyş Muhalefetinin Yapısı .......................................................................... 26 2. İslam’ın Mekke Toplumsal Yapısına Etkisi.................................................... 37 3. Boykot Kararının Sebepleri............................................................................. 45 İKİNCİ BÖLÜM: MEKKÎ SURELERİN KRONOLOJİSİ ve BOYKOT YILLARI 55 1. Surelerin Nüzul Zamanları .............................................................................. 59 1.1. Mevdudi’nin Nüzul Sıralaması Değerlendirmeleri ..................................... 59 1.1.1. Nüzul zamanını Tespit Yöntemi .......................................................... 60 1.1.2. Mevdudi’ye Göre Üçüncü Dönemde Nazil Olan Sureler .................... 62 1.2. Muhammed Abid el-Cabiri’nin Nüzul Sıralamasını Tespit Yöntemi ......... 66 1.2.1. Nüzul Zamanını Tespit Yöntemi.......................................................... 67 1.2.2. Cabiri’ye Göre Boykot Döneminde Nazil Olan Sureler ...................... 72 2. Mevdudi ve Cabiri’nin Yöntemlerinin Karşılaştırılması ................................ 74 3. Boykot Öncesi Nazil Olan Sureler .................................................................. 76 4. Boykot Dönemi Nazil Olan Sureler ................................................................ 78 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: SURELERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ................................. 80 1. Boykot Sürecinin Değerlendirilmesi ............................................................... 80 2. Boykot Sureleri Hakkında Genel Bir Değerlendirme ..................................... 93 2.1. Mümin Suresi .............................................................................................. 94 2.2. Fussilet Suresi.............................................................................................. 97 2.3. Şura Suresi ................................................................................................... 99 2.4. Zuhruf Suresi ............................................................................................. 101 2.5. Duhan Suresi ............................................................................................. 102 2.6. Casiye Suresi ............................................................................................. 103 III 3. İki Ana Muhatap ve Boykot Öncesi Sureler ................................................. 105 3.1. Müşrikler ................................................................................................... 106 3.1.1. Şirk ve Siyasi Tavır ............................................................................ 106 3.1.2. Batıl Delillerle Tartışma “ ”ﺟﺤﺪ.......................................................... 108 3.1.3. Müşrik Muhalefetin Durumu: Çok Seslilik........................................ 113 3.2. Hz. Peygamber .......................................................................................... 118 3.2.1. Hz. Peygamber’in Müşrikler Karşısındaki Konumu.......................... 118 3.2.2. Hz. Peygamber’in Vahiy Karşısındaki Konumu ................................ 119 3.2.3. Hz. Peygamber’e Yönelen Temel Uyarı: Şüpheye Düşme- Uzlaşma 122 3.2.4. Hz. Peygamber’in Müminlere ve İnkârcılara Karşı Tavrı ................. 124 4. Muhatapları İtibariyle Boykot Dönemi Sureleri ........................................... 126 4.1. Müşrikler ................................................................................................... 127 4.1.1. Tartışmacı Tavır ve Allah Hakkındaki Zanları .................................. 127 4.1.2. Nübüvvet Makamı Hakkındaki İddiaları ........................................... 129 4.1.3. Vahiy Karşısındaki Durumları ........................................................... 130 4.2. Hz. Peygamber ve İnananlar...................................................................... 131 4.2.1. Temel Tavır: Dini Allah’a Has Kılmak ve “Şeriata Uy” Emri .......... 131 4.2.2. Müminlerin Durumu .......................................................................... 137 SONUÇ .................................................................................................................... 141 KAYNAKÇA ........................................................................................................... 144 ÖZET........................................................................................................................ 152 ABSTRACT ............................................................................................................. 153 IV KISALTMALAR AÜİF : Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi bkz. : Bakınız c. : Cilt numarası çev. : Çeviren MEB : Milli Eğitim Bakanlığı DİA : Diyanet İslam Ansiklopedisi TDV : Türkiye Diyanet Vakfı Hz. : Hazretî s. : Sayfa numarası (sav) : Sallallâhu Aleyhi ve Sellem sad. : Sadeleştiren sy. : Sayı thk. : Tahkik eden b. t. y. : Basım tarihi yok Tkd. : Takdim Yay. : Yayınları V ÖNSÖZ Sözlü bir hitabın yazılı kaydı olan Kur’an-ı Kerim’in, ilk muhataplarına doğrudan hitap ettiği ve kendilerine yönelik yoğun atıflarda bulunduğu aşikârdır. Bu atıfların yanı sıra kısa ve öz ifadelerle konuşan Kur’an; ilk muhatabının kafasında yer alan kodlamaları kullanarak onların günlük dilinin pratikleri ile hareket etmiştir. Başından sonuna sıradan bir kitap gibi okunmaya uygun olmayan sure ve ayet tertibi, okuyucuyu şaşırtacak bir şekilde sürekli olarak değişen konularıyla; Kur’an’ın bir canlı hitab oluşundan kaynaklanmaktadır. Hitap, muhatabının kafasındaki ifade pratiklerini kullanarak insanları aciz bırakan bir söz olmuştu. İşte bu gibi sebeplerle bir hitabı en iyi o hitaba muhatap olanların anlayacağı fikriyle yola çıkan bu çalışmamız; öncelikle bir Müslüman olarak Kur’an-ı Kerim’i nüzul ortamında nasıl anlaşıldığını kavrayarak anlamak ve onu fikir dünyamızda olması gerektiği yere koyma hedefinin ilk adımı hüviyetindedir. Ümidimiz ve duamız Allah’ın inayetiyle bu nevi çalışmalarımızı kararlılıkla sürdürüp bu alanda attığımız bu ilk adımın devamını getirebilmektir. Çalışmamı hazırladığım yaklaşık bir buçuk yıllık süre zarfında beni sabırla dinleyen ve tavsiyeleri, yönlendirmeleri ile bu çalışmanın ortaya çıkmasına en büyük katkıyı sunan değerli danışman hocam Prof. Dr. Halis Albayrak’a teşekkürü bir borç bilirim. Ayrıca lisansüstü düzeyden başladığım Tefsir anabilim dalı çalışmalarında belirli bir bakış açısı, literatür bilgisi ve İslami ilimler vizyonu kazanmamda emeği büyük olan Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı’nın değerli hocaları; Prof. Dr. Salih Akdemir, Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu, Prof. Dr. Mehmet Akif Koç ve Prof. Dr. Mehmet Paçacı hocalarıma ve Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi hocam Doç. Dr. Şahin Güven’e de ayrıca teşekkürü bir borç bilirim. VI Bütün eğitim hayatım boyunca benden desteklerini esirgemeyen değerli aileme: ilk hocalarım babam Celalettin Sipahioğlu ve annem Nimet Sipahioğlu’na ve kıymetli kardeşlerime de şükranlarımı arz ediyorum. Ayrıca süreç boyunca destekleri ile faydalı bir tez çalışması ortaya konabilmesi için benim gibi genç araştırmacılara ilgi gösterip maddi ve manevi destek veren; Uğur Altun, Hikmet Yıldırım, Metin Mahitapoğlu ve Hasan Gültekin ağabeylerime ve benim için destekleri çok kıymetli olan Cenk Beyaz kardeşime de teşekkür ediyorum. Abdülvahid Yakub Sipahioğlu Ankara 2014 VII GİRİŞ 1. Araştırmanın Konusu ve Önemi Kur’an’ın belirli bir dönemde inen belirli bölümünü konu alarak yapılan çalışmalar temel bir varsayıma dayanmaktadır. Kur’an; nazil olduğu 23 yıllık sene zarfında canlı bir hitab olarak, muhataplarının davranışlarına, toplumsal olgularına ve zihin dünyalarına verilen bir cevap hüviyetine sahiptir. Bu cevap olma hüviyeti nüzul yıllarını dolduran hadiselerin birer sonucu olarak İslam toplumunun doğuşuna kaynaklık etmektedir. Temelde iki tip muhatabı bulunan Kur’an inananlar ve inkârcıların hem kendi içlerinde yaşadıkları hem de birbirleri ile yaşadıkları durumları ele almış, bu durumlara ilişkin yönlendirmelerde bulunmuş ve muhataplarının bu yönlendirmelere verdikleri cevaplar Kur’an’ın bir sonraki hitabının şekillenmesine katkıda bulunmuştur. Olgularla kurduğu canlı iletişiminde Kur’an; özü itibariyle uluhiyet, rububiyet, nübüvvet, ahiret, tevhid başlıkları ile özetleyebileceğimiz temel mesajını aktarırken muhataplarının durumunu gözetmiş ve mesaj; zeminde karşılığı olan bir üslup ve muhteva ile nazil olmuştur. İlk nazil olan ayetlerde/surelerde işlenen konular ile zaman içerisinde anlatımı yoğunlaşan konulara baktığımızda bu durumu kolaylıkla görebiliriz. Nitekim Kur’an’ın ilk surelerinin muhtevasına ilişkin Fazlur Rahman’ın yorumu şu şekildedir: Kur’an’ın ilk inen sureleri açıkça göstermektedir ki, o toplumun vahim meseleleri, şirk, fakirlerin sömürülmesi, ticari ahlaksızlık ve topluma karşı genel bir 8 sorumsuzluktur (Kur’an’ın bütün bunları birbirine bağlı sorunlar olarak gördüğüne dair yeterince delil olduğu kanaatindeyiz).1 Burada meseleyle alakalı olarak yalnızca surelerin içerdiği konulardan değil kullanılan kavramlar ve hitabın üslubundan da bahsetmek gerekmektedir. Özellikle muhatapların Kur’an karşısındaki konumlarını ifade eden kavramların kullanımında; içlerinin doldurulması itibariyle zaman zaman anlam daralmaları yahut genişlemeleri şeklinde gözlemleyebileceğimiz bir farklılık göze çarpmaktadır. Bunda etkili olan tabi olarak o an hitap edilen ortam veya atıfta bulunulan hadisenin taraflarının durumudur. Denilebilir ki; müşriklerin içinde bulundukları durum, başından beri şirk olsa da onların Kur’an karşısındaki durumlarını ifade eder anlamıyla müşrik kelimesinin kendisiyle kast edilen bu anlamı, daha doğrusu şirk koşanların “ ”ﻣﺸﺮﻛﻮنolarak isimlendirilmeleri, Kureyş’in; Kur’an’ın hakikatine vakıf olduktan sonra onu inkâr etmede ve Allah’ın dışında taptıkları, ilah edindikleri nesneleri sahiplenmede gösterdikleri inat ile ortaya çıkmıştır. Ve ancak inanmayacağı kesinleşen, kör, sağır, kalpleri kapalı olarak tarif edilen kimseler; aslında bu dönemlerde böyle kimselere dönüştükleri için belirli bir sürecin sonunda Kur’an onlar hakkında bu gibi ifadeler kullanmaya başlamıştır. Bir topluma hayatlarını kökten değiştirecek bir mesajı iletmek, hele ki bu mesaj bir şeriat olacaksa bir çırpıda iletmek veya daha başlangıçta muhatapları inanmayan kimseler olarak addetmek yanlış olur. Hitabet sanatının gereği olarak hitabın şekli ve mesajın aktarılma üslubu muhatapların tepkilerine göre şekillenir. Söz gelimi şöyle bir soru soralım: şayet Mekkeliler Urve’nin mektubunda anlatıldığı gibi imanın kıyısına yaklaştıkları rivayet edilen 2 bisetin ilk yıllarında 1 Fazlur Rahman, İslam ve Çağdaşlık, çev. Hayri Kırbaşoğlu-Alparslan Açıkgenç, Ankara Okulu Yay., Ankara 1999, s.56. 2 Çalışmamızın ilk bölümünde değineceğimiz bu mektup şu şekildedir: “Hişam b. Urve, babası Urve’nin Abdulmelik b. Mervan’a şu mektubu yazdığını rivayet eder: Tanrı, hidayet ve nurdan ibaret olan Kuran ayetlerini indirerek onu elçisi diye gönderir. O, ilk önce dine davet ettiği vakit kavminden uzaklaşmadı. Onların put ve ilahlarını(tavağıt) ayıplayıncaya kadar bu hâl devam etti. Az kalsın kavmi onun sözlerini dinleyeceklerdi. Bu sırada Kureyş’ten bazı kimseler Taif’ten geldiler. Onlar, kendileri 9 Taif’ten gelen iki adamın kışkırtmasına kanmayıp iman etmiş olsalardı durum nasıl şekillenirdi? Bunun nasıl olacağına dair bir varsayımda bulunmak zordur. Ancak net bir şekilde ifade edebiliriz ki iman etmiş olmaları bir ihtimaldi ve Kur’an karşısında muhataplarının aldıkları tavır her bir kırılma anında farklı ihtimaller de söz konusu iken bugün gerçekleştiğini okuduğumuz hadiseler cereyan etmiştir. Bugün okuduğumuz hadiseler, Kur’an’ın nazil olduğu ortamı şekillendiren olaylar olarak temelde Hz Peygamber (sav) ve Kur’an’a yönelen; müşrik Kureyşliler, Yahudiler ve kısmen de olsa Hıristiyanlar tarafından ortaya konan düşmanlıkla şekillenmişlerdi.3 Bu düşmanlığın ürettiği karşı duruş Kur’an’ın ve Hz Peygamber’in (sav) konumuyla etkileşim içerisine girerek nüzul ortamını şekillendirmede başat bir rol oynamıştır. Elbette ki burada sadece Kur’an’a düşman olanların davranışları değil hem bu düşmanlık karşısındaki tutumları hem de Kur’an’ın mesajını hayatlarına aktarırken yaşadıkları hadiselerle müminlerin durumu da en az Kur’an’ın düşmanlarının oynadığı rol kadar etkin bir konumdadır. Nitekim Medine dönemi surelerinde; Mekke döneminde okuduğumuz, müşriklerin tutumlarına yönelik, yoğun atıfların yerini Yahudiler ve müminlerin durumlarına yapılan atıflar almıştır. Tüm bunların yanında Kur’an hitabının şekillenmesinde hitap ettiği ortamın olgularından kaynaklanan tek yönlü bir etkilenme değil Kur’an’ın da olgulara yönelttiği müdahalesiyle bir karşılıklılık söz konusudur. Binaenaleyh vaka; asıl mesajın aktarımında üslup ve muhtevanın hitap edilen ortam ile hitabın birbirlerine muhtelif zaviyelerden tesir ettikleri canlı bir iletişimin gerçekleşmiş olduğudur. ile birlikte mal ve para getirmişlerdi. Taif’ten gelen bu zatlar, Tanrı elçisinin davetini reddettiler; O’na karşı şiddet gösterdiler. Tanrı elçisinin sözlerini nefretle karşıladılar. Kendilerine itaat edenleri Tanrı elçisinin aleyhinde harekete geçmeye isteklendirdiler. Onların propagandası tesiriyle bütün halk, Tanrı elçisine karşı cephe aldı. Ancak Tanrı tarafından korunanlar, bu harekete katılmadılar. Fakat onların sayısı azdı. Tanrı elçisi, Tanrı’nın takdir ve tayin ettiği müddet bu halinde yaşadı. Bundan sonra Kureyş’in ileri gelenleri İslamiyet’i kabul etmiş olan oğul ve kardeşlerini ve kendi soylarından olanları dinlerinden ayırmak için her türlü zorluklara, fitne ve belalara katlandırdılar.” Taberi, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, çev. Zakir Kadiri Ugan- Ahmet Temir, MEB, Ankara 1991, 2/142144. 3 Fazlur Rahman, İslam ve Çağdaşlık, s.56. 10 Kur’an hitabının tarihsel çevresine ve hitap ile muhatap arasındaki canlı ilişkiye ilk işaret edenler klasik dönemden çıkmıştır. Bunların başında kendi döneminin sınırlı talebini bir şekilde aşan, kendi zamanında cılız kaldığından olsa gerek, İslam dünyasında çok geç bir zamanda adeta yeni bir keşif gibi farkına varılan Şatıbi (h.790); nüzul ortamının bilgisine ulaşma ihtiyacını net bir şekilde vurgulamış ve klasik usulü aşan bir talepte bulunmuştur: Kuranı anlamak için gerekli ilimlerden biri de Kuranın indiği sırada mevcut bulunan söz, fiil ve hareket tarzlarıyla ilgili Arap adetlerini bilmektir. Özel bir nüzul sebebi yoksa Kuran ilmine dalmak isteyen kimse için bu bilginin olması zaruridir.4 Şatıbi’nin tarih içinde cılız kalmış gibi görünen sesine yer yer eşlik eden başka sesler duymak da mümkündür. Ebu’l-Hayyan’ın (h.745) “bu dil onların dili, muhit onların muhiti, beyan onların beyanı idi” ifadesini bu bağlamda zikretmek gerekir.5 Ortaya konan bu görüş, bu şekliyle ardına düşülüp Kur’an’ın anlaşılması konusunda bir usul olarak denenmiş değildir. Ancak muhtelif Kur’an araştırmalarında ve tefsir çalışmalarında bu usulün imkânlarını arayan çalışmalar giderek artmaktadır. Neticede bugün vahyin indiği topluma göre çok fazla değişikliğe uğramış bir toplumsal dokuya sahip olan bugünün Müslüman toplumları için Şatıbi’nin bahsettiği ihtiyaç, onun konuştuğu günden daha yoğun bir şekilde kendini hissettirmektedir. Ve bu durum Kur’an’la ilgili yeni bir tasavvuru gerektirmektedir. Nitekim temelde mesele bugünün düne nazaran değişmiş olan parametreleriyle bir okuma gerçekleştirmektir.6 Yeni parametreler üzerinden gerçekleşecek bir okuma; Kur’an’ı çevreleyen klasik usulün kendi dönemine ait anlama usulünü aşacak ve Kur’an hakkında yeni bir tasavvur inşa edecek bir okuma olmalıdır.7 Diğer bir ifadeyle bu inşa ile Kur’an’ın 4 Ebu İshak Şatıbî, el-Muvafakat: İslami ilimler Metodolojisi, çev. Mehmet Erdoğan, İz Yayıncılık İstanbul 1993, 3/335. 5 Mustafa Öztürk, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak- Tefsirde Anakronizme Ret Yazıları-, Ankara Okulu Yay, Ankara 2013, s.62. 6 Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur’an, çev. Alpaslan Açıkgenç, Ankara Okulu Yay, Ankara 2007, s.78. 7 Halis Albayrak, Tarihin İçinden Kur’an’ı Algılamak, Şule Yay., İstanbul 2011, s.23-24. 11 sahabenin zihnindeki tasavvurunu 8 yakalamak adına aslında onu sadece korumak maksadıyla oluşturulmuş mushaf tertibini 9 aşarak iniş sürecinin tarihi zeminine paralel bir okumadan bahsediyoruz. Esasında yapılması teklif edilen okuma yeni bir bilgi türü oluşturmak değil yeni bir sunum biçimidir.10 Nasr Hamid Ebu Zeyd Kur’an’ı edebi olarak incelemek gerektiğinden bahseder. 11 Kur’an’ı edebi olarak inceleme teklifi; yazarın eserini yazdıktan sonra karşı karşıya kaldığı akıbetten de anlaşılacağı üzere Müslümanların Kur’an ile ilgili kodlarını sert bir şekilde zorlamıştır. Ve belki de belirli bir süre daha enine konuna ele alınacak gibi durmamaktadır. Cabiri ise bu noktada Kur’an’ı tanımlamaktan bahseder. Bu tanımlamada Kur’an’a yönelen bir felsefi cesaretin olması gerektiğini söyleyen Cabiri,12 Kur’an’ı çevreleyen geniş literatürün çöpe atılmaması gerektiğini ancak bünyesinde barındırdığı ideolojik ve tarihsel boyutlarını ayıklamak ve Kur’an’a doğrudan uzanırken onu açıklamak maksadıyla oluşturulmuş külliyatı pratik olarak kullanmak gerektiğini söylemektedir.13 Kur’an’ın anlaşılmasıyla ilgili burada aktardığımız değerlendirmelerin temelinde Kur’an’ı iki kapak arasında bir mushaf olarak ele alıp öylece tanımlamak yerine; çözümlerinde indiği dönemin özelliklerinin bulunduğu fikri 14 ile onun ilk inmeye başladığı günden mushaf haline geldiği zamana kadar olan oluşum sürecini ele alıp geçirdiği aşamaları anlamaktan hareket eden bir tanımlama düşüncesi 8 Halis Albayrak, Tarihin İçinden Kur’an’ı Algılamak, Şule Yay., İst. 2011, s.18. 9 Mesut Okumuş, Kur’an’ın Kronolojik Okunuşu-Muhammed İzzet Derveze Örneği, Araştırma Yay., Ankara 2009, s.16. 10 M.Akif Koç, “Tefsirde Bir Yöntem Esası Olarak Kur’an Kronolojisi Meselesi İsimli Tebliğin Müzakeresi”, Kur’ân Nüzûlünün Mekke Dönemi Sempozyumu, Çorum Belediyesi Kültür Yay., Çorum 2013, s.230 11 Nasr Hamid Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı: Metim Anlayışımız ve Kur’an İlimleri Üzerine, Kitabiyat, Ankara 2001, s.31. 12 Muhammed Âbid el-Cabiri, Fehmu’l-Kur’an-Siyer Eşliğinde Kur’an’ı Anlamak, çev. Muhammed Coşkun, Mana Yayınları, İstanbul 2013, 1/7. 13 14 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/8. Salih Akdemir, “Kur’an’ı Anlamada Tarihsellik ve Bütünsellik Sorunu”, Kur’an’ı Nasıl Anlamalıyız [Sempozyum Tebliğ ve Müzakereleri], KURAV Yay., Bursa 2005, s.114 12 bulunmaktadır. 15 Bu aşamaların tespiti ve değerlendirilmesinde temel maksat Kur’an’ı; elçisi, inananları ve inkârcıları arasında cereyan eden hadiselerle ve daha da ötesi nüzul ortamını oluşturan bütün olgular ile ele alarak indiği dönemin içinde aldığı konumu kavrayıp; bu konumun bugünün değişen dünyasındaki yerini görmeye katkısının olup olamayacağına dair bir ipucu ortaya koymaktır.16 Araştırmamızın konusu olan boykot yıllarının içinde bulunduğu Mekke dönemi; tarih kaynaklarında tasnif edilmemiş ve sınırlı bir anlatımla okunmasına karşın Kur’an’ın azımsanmayacak bir kısmının indiği zemindir. Kur’an hitabının ilk örneklerinden başlayarak karşısında düşmanların belirdiği, inananların ve Hz Peygamber’in (sav) çok zor şartlar altında bu mesajı taşımak için gayret ettikleri Mekke dönemi; bahsettiğimiz yöntemin tesis edilebilmesi için öncelikle tetkik edilmelidir. Biz de bu gereklilikten hareketle hitabın şekillenmesi ve tarihsel zeminle ilişkisini görebilmek adına Mekke’yi ve Mekke içinde özel bir yere sahip olduğunu düşündüğümüz boykot yıllarını bu minvalde incelemek üzere çalışmamızı kaleme aldık. Zannediyoruz esaslarını tafsilatlı olarak aktardığımız yeni yöntemin tespitinde bu yıllar üzerinde gerçekleşecek bu araştırmada önemli ipuçları doğacaktır. 2. Araştırmanın Yöntemi ve Kaynakları Genel bir bakış açısı sağlayan ancak Kur’an ile yüzleşmesi tamamlanmamış olan Kur’an’ın tarihle olan ilişkisine dair aktardığımız değerlendirmelerin sıhhatini doğrulamak için Kur’an’ın anlaşılması konusunda getirdikleri teklifin vaat edileni verip vermeyeceğini görmek adına somut adımlar atılmalıdır. Bu somut adımların ilki; Kur’an’ın tarihle kurduğu ilişkinin nasıl olduğunu ve metin ile olgu arasında olduğunu düşündüğümüz ilişkinin derecesini tespit etmek olmalıdır. Zira Kur’an metninde bulunan ve mesajın ana yapısını teşkil eden kısmı ile metnin tarihe ait olan, hitabın nüzul tarihi ile sınırlı olan kısmını iyi tespit etmek gerekmektedir. 15 Cabiri, Kur’an’a Giriş, çev. Muhammed Coşkun, Mana Yay, İstanbul 2011, s.21. 16 Mustafa Öztürk, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak, s.63-64. 13 Bu hususta Fazlur Rahman’ın ikili hareket olarak tercüme edilen bugünden Kur’an’ın nüzul tarihine gitmek ve o günden de bugüne gelerek iki zaman diliminin birbirine göre karşılığını bulmak anlamındaki şu değerlendirmelerini kaydedebiliriz: …ilk hareket [özelden genele] Kur’an’ın bazı ayetlerinden onun genel ilkelerinin, değerlerinin ve uzun vadeli gayelerinin ortaya çıkarılıp sistemleştirilmesine yöneliktir. İkinci hareket ise [genelden özele]çıkarılan bu genel görüşten, şimdi kendi zamanımızda formüle edilerek uygulanması gereken, şu andaki duruma yöneliktir.17 Müellifin öngördüğü bu ikili hareket esasında Kur’an metninde ve metnin ilintili olduğu olgularda belirgin bir tasnif/kategorizasyon yapmayı gerektirmektedir. Hukuk, ahlak, siyaset, iktisat vs. gibi bugünün düşüncesini oluşturan kategorilere denk gelen bir çıkarım yapmak bu ikili hareketin işleyişinin temelidir. Bununla beraber müellif bu hususta önemli bir ayrıntıya dikkat çekmektedir. Bu ikili hareketin gerçekleştirilmesinde tutarlılığı sağlayabilmek için Kur’an’ın bir bütün olarak okunması ve ele alınması gerekmektedir. Nitekim Fazlur Rahman Kur’an’ın bir bütün olarak anlaşılmasının geçmişte de ihmal edildiğini belirtmektedir.18 Müellifin bahsettiği anlamda Kur’an’ın bütüncül olarak algılanması konusunun temelde Kur’an’dan alınacak ilkelerin, onları ihtiva eden bütünlüğün içinde asıl anlamlarını kazandıkları fikrinden doğduğunu düşünüyoruz. Zannediyoruz esasında müellifin bu talebi Kur’an’ın başlı başına ne olduğunu yeniden düşünmek ve onun kendi nüzul ortamı ile kurduğu ilişkiyi ona atfedilecek kimlik üzerinden tetkik etmek anlamına gelmektedir. Kur’an’ın ne’liği hakkında, Müslümanların kafasında bugün hâkim olan pek çok kodun arasında konumuz dâhilinde olan birkaç tanesinden bahsetmek gerekmektedir. Öncelikle Kur’an bugün iki kapak arasında, Fatiha suresinden Nas suresine kadar Mushaf tertibi ile ayetleri sıralanmış ve bu düzende okunan bir kitaptır. Ancak bu haliyle onun tarihine inmek isteyen araştırmacılara pek verimli bir 17 Fazlur Rahman, İslam ve Çağdaşlık, s.58. 18 Fazlur Rahman, İslam ve Çağdaşlık, s.57. 14 zemin sağlamamaktadır. Bu sebeple Fazlur Rahman’ın bahsettiği ikili hareketi gerçekleştirmek için yeni bir teklif getirmek gerekmektedir. Bu konuda Cabiri’nin yukarıda bahsettiğimiz Kur’an’ı mushaf oluncaya kadar geçirdiği aşamalar üzerinden tanımlamak teklifi ilgi çekicidir ve esasında bizim de çalışmamıza kaynaklık edecek olan ve müellifin bu teklifinin aynı zamanda başlangıç noktası olan görüşleri şu şekildedir: Kur’an’ı iki kapak arasında bir metin olarak ele alıp öylece tanımlamak yerine, ilk inmeye başlamasından itibaren tam bir Mushaf haline gelmesine kadar geçirdiği aşamaları anlamaya çalışmaktan hareket ederek tanımlama yapmak gerekmektedir. Kur’an’la kurulacak bu ilişki biçimi, metnin oluşumunu ve yapısını anlamaya önem verir. Metnin oluşum ve yapısı ise hem onun kendi içindeki gelişim hareketlerini gözlemleyerek hem de insanlar arasındaki varlığının tekâmül etme süreci boyunca onunla (dış müdahalelerden korunmuş bir metin olarak) kurulmuş olan ana ilişkinin biçim ya da biçimlerini inceleyerek anlaşılacaktır.19 Başlangıçta ifade etmiş olduğumuz hitabın şekillenmesi meselesinin bir başka boyutu da Cabiri’nin bu tanımında kendini bulmaktadır. Metnin oluşum süreci daha önce de bahsettiğimiz gibi Kur’an’ın hitap ettiği ortamın olguları ile girdiği diyalektiği20 ifade etmektedir. Metnin oluşum sürecini takip etme fikri ilk olarak oryantalist çalışmalarda ortaya atıldı. Oryantalist Kur’an araştırmalarının arka planında; “ilahi vahiy ürünü olmayan” Kur’an’ın hangi fikri altyapıdan beslendiği ve onun kendi tarihine yönelttiği atıflarının arkasında özellikle Hz Peygamber’in (sav) hangi kaynaklardan beslenerek ve hangi amaçları güderek bu metni oluşturduğu sorusu vardır. Kimi araştırmacılar için Kur’an Yahudi kaynaklardan iktibas edilmiş, kimileri içinse Hıristiyan kaynaklardan iktibas edilmişti. Hal böyleyken oryantalist araştırmacılar bu tezlerini destekleyecek bir dayanak bulabilmek adına siyer araştırmalarına önem vermişlerdir. Bu yolla Hz Peygamber’in (sav), kendilerine göre, fikir dünyasını dolayısıyla da Kur’an’ı oluşturan ve ilahi olmaktan son derece uzak insani hedeflerini ortaya çıkarmaya çalışmışlardı. 19 Cabiri, Kur’an’a Giriş, s.21. 20 Ömer Özsoy, Kur’an ve Tarihsellik Yazıları, Kitabiyat Yay, Ankara 2004, s.36. 15 Çalışamaların bu boyutunu dikkate alan bazı Müslüman araştırmacılar kronolojik okumaların; Kur’an metninin yetersiz görülmesi gibi bir noktadan hareket ettiğini ve İslam geleneğinde hiçbir yeri olmadığı fikrindedirler.21 Oryantalistlerin ortaya koyduğu nüzul sırasını tespit etme çalışmaları; ürettiği sonuçlar itibariyle bu iddiayı destekler niteliktedir. Bir silsile halinde gelişen bu çalışmaların başlıca müellifleri ve ortaya koydukları esaslar şu şekildedir: Surelerin kronolojik bir tertibini yapan ilk araştırmacı Gustav Weil’dir. Hz Peygamber’in davet sürecinin seyrini takip etmeye yönelen müellifin eseri Historisch Kritische Einleitung (1844)- daha sonra Theodor Nöldeke tarafından Geschicte des Qorans (1860) ismiyle geliştirilmiş ve bu çalışmaların temeli olmuştur. 22 Theodor Nöldeke’nin ardından bu alanda çalışmalara imza atan araştırmacılardan en meşhurları Regis Blachere, Richard Bell, William Muir, Hartwig Hirschfeld gibi isimlerdir. Batılı İslam araştırmacılarının Kur’an üzerinde yürüttükleri bu çalışmaları kısaca değerlendirecek olursak öncelikle Nöldeke’nin çalışmasından bahsetmemiz gerekmektedir. Nöldeke Gustav Weil’in çalışmasını geliştirerek Kur’an’ın nüzul sırasına göre incelemesini yapmıştır. Bu çalışmasında Nöldeke öncelikle Mekke yıllarını üç döneme ayırmış ve sureleri bu üç dönemin içine yerleştirmiştir. Osman mushafında yer alan nüzul sıralamasına sadık kalarak bu surelerin zamanlamasına ilişkin bir değerlendirmede bulunmuştur. Kronoloji çalışmaları için sorun teşkil eden vahyin iniş birimi ve surelerin kronolojik sıralamasının nasıl olacağına ilişkin tahlillerinde büyük oranda klasik İslam uleması görüşlerine uymuş ve vahyin iniş birimi olarak sureleri ve kronoloji için de bilinen nüzul sıralamasını ele almıştır. Ancak Nöldeke’den sonra yapılan çalışmalarda araştırmacılar bu hususlarda farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Özellikle bize göre oryantalist bakışın karakterini yansıtması bakımından Hartwig Hirschfeld’in çalışmasından bahsetmek gerekir. 21 Suat Yıldırım, Kur’an’a Bakışlar, Işık Yay, İstanbul 2011, 1/95. 22 Gerhard Böwering, “Chronology of the Quran”, Encyclopaedia of the Quran, ed.Jane Dammen McAuliffe, Lieden: Brill, 2001-2005, Volume One s.322. 16 Hirschfeld; Mekki ayetleri tasnif ederken beş gruba ayırmaktadır. Bu tasnifte kullandığı başlıkları aynı zamanda metnin tarihlendirilmesinin de göstergesi olarak ortaya koyan Hartwig Hirschfeld’in kategorileri şu şekildedir; ilk ilan, teyid edici vahiyler, hitabi vahiyler, öyküsel vahiyler, tasviri vahiyler ve teşrii ayetler. Sureleri bütün olarak almayıp ayetlerin yahut pasajların karakterini bu başlıklardan birine göre tespit eden Hartwig Hirschfeld; başlıkların altını aktardığımız sıraya göre kronolojik sıraya koyarak metnin oluşum sürecini kendi bakış açısına göre değerlendirmiştir. Buna göre Alak suresinin ilk beş ayetiyle ilk ilanı gerçekleştiren Kur’an; daha sonra bu durumu teyid eden ayetleri ardından Kureyş’e yönelen hitapların bulunduğu ayetleri daha sonra geçmiş peygamberlerin kıssalarını anlatmış, muhataplarının durumlarını tasvir eden ayetlerle devam edip en son şeriat hükümlerini vazeden ayetlerle Mekkî kısmını tamamlamıştır. Hirschfeld bu tahlilinde bir metnin mesajını aktarmada kullanacağı sıralamanın nasıl olabileceğine dair bir fikirle hareket etmiş olmalıdır. Ancak Kur’an’ın böyle bir tasnifle tahlil edilebilmesinin ne kadar mümkün olduğu sorusunu sorduğumuzda yine yazarın ilave edilmiş ve belirsiz diyerek kendi tasnifinde herhangi bir başlığa uymayan pasajları ayırmasından anlaşılacağı üzere olumsuz bir cevap ile karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz.23 Kronoloji çalışmalarının oryantalist cenahtaki durumunu tahlil etmek açısından aktardığımız bu değerlendirmeleri yeterli görüyoruz. Bununla beraber Müslüman dünyada Kur’an’ın nüzul sıralamasına göre okunmasını esas alan çalışmalara da yer vermemiz gerekmektedir. Müslüman âlimlerin bu alanda ortaya koyduğu eserlerden ilk olarak İzzet Derveze’nin Tefsiru’l-Hadis isimli eserini sayabiliriz. Müellif öncelikle Türkçeye Kur’an’a Göre Hz Peygamber’in Hayatı ismiyle çevrilen Asru’n-Nebi eserini telif etmiş ve Hz Peygamber’in (sav) hayatı ile Kur’an arasındaki canlı ilişkiyi ortaya koymaya çalışmıştır. Burada sadece nüzul sürecinde cereyan eden hadiseleri zikretmekle kalmamış aynı zamanda nüzul ortamını çevreleyen dini, siyasi ve 23 Esra Gözeler, “Kur’ân Ayetlerinin Tarihlendirilmesine Batılı Yaklaşımlar”, AÜİF Dergisi, 2010,cilt: LI sy.2 s. 317. 17 iktisadi şartları da çalışmasının konusu içerisine alarak Kur’an’ın nüzul ortamını çok boyutlu olarak değerlendirmenin örneklerini ortaya koymuştur. Siyer çalışmasının ardından nüzul sırasına göre tefsir eserini kaleme alan müellif bu alanda ilk eserlerden birini ortaya koymuştur. İzzet Derveze’nin bu eserine ilaveten kronolojik sıralamayı esas alan Müslüman âlimlerin eserleri ise Abdulkadir Molla ed-Deyrezuri’nin Tefsiru’l-Beyani’l-Meani, Muhammed Abid elCabiri’nin Fehmu’l-Kur’an ve merhum Zeki Duman’ın Beyanu’l-Hak nüzul sırası esasına göre yapılmış tefsir çalışmalarıdır.24 Bu çalışmaların içerisinden Cabiri’nin çalışmasını bir kenara ayırarak genel bir değerlendirme yapacak olursak şu hususları ortaya koymamız mümkündür. Bilinen nüzul sıralamasını takip ederek yazılmış olan bu eserlerde klasik tefsir usulünün dışına çıkılmamıştır. Ayetlerin zamanlamasına ilişkin ilave değerlendirmelere rastlamadığımız bu eserlerde nüzul sırasına göre okumanın özellikle oryantalist çalışmalardaki karşılığını bulmak zordur. Fehmu’l-Kur’an’a baktığımızda ise farklı bir üslup ile karşı karşıyayız. Bu çalışmanın tafsilatlı incelemesini çalışmamızın ilerleyen bölümlerde aktaracak olduğumuz için burada yalnızca örneklerini verdiğimiz oryantalist çalışmalar karşısındaki durumunu belirtmekle yetineceğiz. Öncelikle kronolojik yahut nüzul sıralamasına göre okumada Batılı araştırmacıların durduğu konum vahiy ürünü olmadığını düşündükleri Kur’an’ın kaynağının ne olduğunu ve bugün elde bulunan mushafın nasıl oluştuğunu sorgulamak noktasındadır. Cevap aradıkları sorular ise Hz Peygamber’in (sav) nasıl biri olduğu, ne yapmaya çalıştığı ve ne yaptığı25 yahut okudukları sözleri yazdığını düşündükleri “Muhammed’in” neyi kastettiğidir.26 Oryantalistlerin Kur’an’a yönelttikleri bu soruları cevaplandırabilmek için araştırmalarında tarihle kurdukları ilişki dikkat çekicidir. Öncelikle ilk dönem siyer 24 Rıza Savaş, Ömer Dumlu; “Nüzul Sırasına Göre Ayet Ayet Kur’an Yorumu”, Tarihten Günümüze Kur’an’a Yaklaşımlar, İlim Yayma Vakfı Kur’an ve Tefsir Akademisi, İstanbul 2009, s.165. 25 Ömer Özsoy, Kur’an ve Tarihsellik Yazıları, s.23. 26 Ömer Özsoy, Kur’an ve Tarihsellik Yazıları, s.161. 18 kaynaklarına müracaat edilen bu çalışmalarda Mekke dönemine hasredilen bir ihtimam söz konusudur. Mekke dönemi ve biset öncesi Mekke tarihi üzerinde yoğunlaşan bu ihtimamın başat sebeplerinden biri; Mekke döneminin kaynaklarda yer alma şeklinin; oryantalist tarih anlayışını oluşturan temel parametreler üzerinden bir okuma yaparak, araştırmacılara, Kur’an’ın ortaya çıktığı ortamda cereyan eden hadiseleri siyasi, iktisadi 27 yönleriyle değerlendirip Hz Peygamber (sav) ve muhataplarının davranışlarını bu temelde açıklayabilme imkânı vermesidir. Klasik İslam tarihi eserlerine göz attığımızda Mekke dönemi tasnif edilmemiş, olaylar arasında boşluklar bulunan ve İslam kelamına yer yer uymayan28 bir anlatıma sahiptir. Bu durum da Kur’an’ın kaynağına ilişkin şüpheli bakışların destek bulduğu bir zemin hazırlamaktadır. Araştırmacıların hangi niyetle yaklaştıklarını bir kenara bırakacak olursak oryantalist çalışmalarda alışılageldik siyer anlatımının dışına çıkan bir tablo ile karşı karşıya olduğumuz aşikârdır. Ancak hakkaniyeti sağlamak açısından değinmemiz gereken önemli bir husus Batılı araştırmacıların sahip oldukları tarih perspektifi ulaştıkları sonuçlar nasıl olursa olsun bizlere Kur’an’ın indiği zemini tahlil edebilmek için önemli bir imkân açmaktadır. Nitekim biz de çalışmamızda bu imkânı önemli oranda kullandık. Batılı kronolojik Kur’an araştırmalarının tarihle olan bu sıkı ilişkisi karşısında; aslında, bizler için de Kur’an’ın doğru anlaşılması mesaisinde artık yeri yadsınamaz bir öneme sahip olan kronolojik/nüzul sırasına göre Kur’an çalışmaları için benzer şekilde tarihle irtibat kurmak ihtiyacı vardır. Medine dönemi rivayetlerin, tarihsel kayıtların çokluğu dolayısıyla ayrı bir yerde duruyor ancak özellikle Mekke döneminin anlaşılabilmesi ve Mekki Kur’an’ın kastının tayin edilebilmesi için Kureyş’i, Hicaz’ı saran kültürü, ticareti, putperest zihniyeti, hanifliği vs iyi bilmek gerekmektedir. Ve bunlar gibi pek çok unsurun tarihin bu verili döneminde bir araya 27 Bu duruma örnek olarak Montgomery Watt’ın Hılfu’l-fudul anlatımı örnek gösterilebilir. Yazara göre Hılfu’l-fudul saf bir adalet sağlayıcı kurum değil aslında Mekke’de belirli aşiretlerin tekeline alması riski bulunan güney ticaretinde; orta ölçekli aşiretlerin etkinliğini koruma çabasıydı. Montgomery Watt, Hz. Muhammed Mekke’de, çev. Rami Ayas, Azmi Yüksel; A.Ü.İ.F Yay, Ankara 1986, s.12-13. 28 İlk dönem tarih ve tefsir kaynaklarında rastladığımız Garanik olayı anlatımı bu duruma örnek olarak verilebilir. 19 gelerek oluşturdukları “tarihi” iyi tahlil edebilmek gerekmektedir. Bu anlamda metnin oluşum sürecini takip etme teklifinin önemli olduğunu düşünüyoruz. Ve nüzul ortamını çevreleyen kültürü ki burada kültür kelimesini en temel anlamıyla yani doğal olanın üstüne insan eliyle eklenmiş her şeyi içine alacak biçimde kullanıyoruz, tanımanın Kur’an’ı anlama ve Kur’an’ın bugünün tabiri ile bilimsel ve nesnel bir şekilde anlaşılmasını29 sağlama konusunda son derece önemli bir zemin oluşturacağı kanaatindeyiz. Burada kimi araştırmacıların özellikle nüzul sırasını takip ederek okuma yönteminden hareketle nüzul ortamının tekrar yaşanmak isteniyor olduğu ve bunun bidat olduğu görüşünü zikretmek gerekir.30 Sadece Kur’an’ın nüzul ortamının değil hiçbir tarihsel ortamın yeniden yaşanmasının asla mümkün olmayacağı aşikârdır. Ancak Kur’an’ı oluşum sürecini takip ederek ve nüzul ortamının olguları karşısındaki durumunu görmeye çalışarak yapılan okumalarda böyle bir iddia söz konusu değildir. Bu okuma biçiminde; tarih, olgularla metin arasında var olan ilişkiyi açıklayacak biçimde ve nüzul ortamının bugünün diline ve düşüncesine tekabül edecek şekilde yeniden değerlendirilmektedir. 31 kurgulanarak bir nesnellik aracı olarak Tarih ile kurulan bu ilişki geçmişten tevarüs eden ve geçmişin verili zamanlarında inşa edilen Kur’an tasavvurunu yenilemek ve hatta yeni bir tasavvur inşa etmek için elzem bir noktada duruyor gibi görünmektedir. Kur’an ve tarih arasındaki bu ilişkinin tahlilini gerçekleştirebilmek için bir yöntem tespiti zorunluluğuyla karşı karşıyayız. Bu yöntem tespitinde oryantalist çalışmaların sahip olduğu perspektifin imkânlarını da kullanan ancak Kur’an ile kurulacak ilişkiyi belirlemede ve Kur’an ile tarih arasında var olan irtibatın nasıllığını sorgulamada farklı bir noktada durmak gerekmektedir. Bu meseleyi sonuca bağlamadan önce Müslüman araştırmacıların kendi yöntemlerini tespit etmeleri açısından klasik İslam ilim geleneğinden istifade edebilme imkânlarına dair birkaç değerlendirme yapmak gerektiğini düşünüyoruz. 29 Nasr Hamid Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı, s.31. 30 Yasin Aktay, “Kur’an Tarih ve Hermenötik”, Kur’an ve İslamî İlimlerin Anlaşılmasında Tarihin Önemi, ed. Mahfuz Söylemez, Ankara Okulu Yay, Ankara 2013, s.167. 31 Mustafa Öztürk, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak, s.38. 20 Kur’an metninin tarihle olan ilişkisini incelemek esasında oryantalist çalışmalarla başlamamıştır. İlk tefsir eserlerinde ve bilhassa ulumu’l-Kur’an ve fıkıh usulünde nüzul tarihinin önemli bir yeri vardır. Bu manada son iki yüzyılın çalışmalarının milat olmadığını aslında sahabeden hemen sonraki nesillerin Kur’an’ın nüzul sürecine ve nüzul ortamına inmeye çalıştıklarını görüyoruz. Bu çabanın kendini en çok gösterdiği alan olarak ulumu’l-Kur’an’ın; Mekki-Medeni ayetler, esbab-ı nüzul ve nasih-mensuh şubelerini hassaten anmak gerekmektedir. Tefsir eserlerinde çok önemli bir müracaat kaynağı olan esbab-ı nüzul bilgisi ilaveten müstakil kitaplarda da toplanarak önemli bir külliyatı oluşturmaktadır. Bu külliyatın genişliği ve yoğun kullanımından hareketle ifade edebiliriz ki klasik dönem âlimleri ayetlerin nerede ve hangi olaylar üzerine indiğiyle yakından ilgilenmişlerdir. Nasih-mensuh bilgisi ise farklı bir alanda esbab-ı nüzulden daha canlı olarak kullanılmaktadır. Ulumu’l-Kur’an’ın bir şubesi olduğu gibi Kur’an’dan hüküm istinbat etme usulü olan Fıkıh usulünün de önemli bir şubesi olan nasih-mensuh bilgisine; aynı konuda inen farklı hükümlerin zamanını tespit ederek sonra inen hükmün uygulanması için müracaat edilmektedir. Bu da ayetlerin indiği zamanları dolayısıyla Kur’an’ın nüzul tarihini bilmeyi gerektirmektedir. Ulumu’l-Kur’an’ın bu iki şubesi geleneksel tefsir usulünde nüzul ortamının bilgisine olan talebe işaret etmektedir. Ancak nasih-mensuh örneğinde olduğu gibi sınırlı bir amaç güdülmekte ve zaten ayetlerden kastın anlaşılması için baskın olarak uygulanan lugavi, beyani metodun yanında sadece ayetlerin zamanlamasını tespit maksadıyla ele alınmaktadır.32 Esbab-ı nüzul’ün durumu ise nasih-mensuhtan daha farklıdır. Herhangi bir esbab-ı nüzul kitabını eline alan yahut tefsirlerde var olan esbab-ı nüzul nakillerini okuyan bir araştırmacı öncelikle bir karmaşa ile karşı karşıyadır. Sözgelimi Mekki olduğu ittifakla kabul edilen bazı surelerde Medine’de gerçekleşen olaylar nakledilmektedir. Yahut ayetin anlamını vermekten uzak farklı 32 “Çünkü burada kullanılan istinbat metodu dini metinlerin metodunu anlamaktan ziyade hukuki içerikli metinlerden kanun yorumlama tarzında şer’î amelî hükümler çıkarmaya yöneliktir.” Mustafa Öztürk, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak, s.46. 21 rivayetlerle karşılaşılmaktadır. Bu nevi daha farklı sorunları da yine bu külliyatın içinde görüyoruz. Esbab-ı nüzul rivayetleri bugün ciddi bir tasnife muhtaçtır. Özellikle ayetlerle ilgili zikredilen hadiselerin esbab-ı nüzul bilgisinin kaynağı olan sahabenin nüzule sebep olan olayı mı aktardığı yoksa zaman içerisinde ayet ile ayetin nüzulünden farklı bir zamanda cereyan eden farklı bir olay arasında bir bağlantı mı kurduğu tespit edilmelidir. 33 Bununla beraber bütün ayetlerin belirli olaylara mebni olarak inmediğini düşünecek olursak belirgin olayları değil hitap edilen kültürel ortamı kavramayı sağlayacak daha derin bir tarihsel kavrayışı inşa etmek gerekmektedir.34 Burada Mekki-Medeni ayetlerin tespiti meselesine geçmeden önce bir noktaya işaret etmek istiyoruz. Klasik tefsir literatüründe ya da geniş olarak geleneksel usûlde; Kur’an’ın nüzul ortamı ile irtibat kurma meselesi sınırlı kalmıştır. Esbab-ı nüzul rivayetlerinde ortaya çıkan karmaşa buna işaret etmektedir. Yahut nasih-mensuh bilgisinin kendi iç tartışmaları bir yana nüzul ortamı ile irtibat kurma bağlamında ayetlerin zamanlamasını belirlemekten öteye gitmemesi de buna işaret etmektedir. Daha açık bir ifade ile ortaya koyacak olursak Kur’an’ın oluşum sürecini tüm unsurları ile yukarıda ifade ettiğimiz biçimlerde tahlil edebilmek için klasik İslam ilimlerinin bu şubeleri doğrudan başvuru kaynağı değil işlenmemiş yahut bahsettiğimiz bakış açısıyla tetkik edilmemiş olarak karşımızda durmaktadır. Mekki-Medeni ayetlerin bilgisine baktığımızda kastettiğimiz anlamda hitap edilen ortama ulaşma konusuna en çok yaklaşılan alandan bahsedebiliriz. Ancak ne var ki bu mesele de ayrımın nasıl yapılacağına ilişkin bir takım tartışmalar sebebiyle sınırlı kalmıştır. Hangi ayetin Mekki hangi ayetin Medeni kabul edileceğine karar verebilmek için mekân, üslub gibi kıstaslarla; ayetin indiği mekân veya hitabında yer alan “ey insanlar”, “ey müminler” gibi hususlardan hareketle Mekki-Medeni ayrımı tespit edilmeye35 çalışılarak sadece bir tescil kaygısı güdülmüştür. 33 Ahmet Nedim Serinsu, Kur’an ve Bağlam, Şule Yay., İstanbul 2008, s.201. 34 Mustafa Öztürk, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak, s.74. 35 Nasr Hamid Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı, s.104-105. 22 Suyuti (h.911); İtkan’ın ilk konusu olan Mekki-Medeni bilgisinin başlangıcında bu bilginin faydasının ne olduğuna ilişkin kısa bir izahat getirmektedir. Buna göre Mekki-Medeni’yi bilmek nasihi (nesh edilmiş ayeti) veya anlamı tahsis edilen ayetleri bilmek için önce inenler ve sonra inenleri tespit etmek maksadına hizmet eder. 36 Bu ifadelerin ardından müellif Mekki-Medeniliğin ölçüsünün ne olacağına dair ortaya atılan görüşleri sayarak konuya devam etmektedir. Burada da yine geleneksel usulün kendi sınırları içinde kalan bir anlayışı görüyoruz ki bu tamamen dönemin şartlarının ortaya çıkardığı sorunlarla alakalı bir durumdur. Neticede klasik ilimlerin şubeleri olan Mekki-Medeni, Nasih-Mensuh ve esbab-ı nüzul bilgileri ilk dönem Kur’an çalışmalarında vahyin nüzul ortamına inme ve Kur’an’ın arka planına ışık tutma anlamında sınırlı bir talebe sahiptiler. Esasında vahyin anlaşılmasında nüzul ortamının bilgisine ulaşma çabası; kültürünü, cereyan eden hadiseleri bilmek noktasındaki talebi tetikleyen temel unsur olarak sınırlı da olsa geleneksel usulde belirli mesaiye konu olmuştur. Bahsettiğimiz ilim sahaları bunun bir işaretiydi. Ancak bu çalışmalar bugün bizim kastettiğimiz anlamda bir çabanın karşılığı değil; kaynağı durumundadırlar. Kur’an’ın tarihle olan ilişkisini tespit etmede klasik ilimlerin kaynaklığına müracaat eden ve onların sağladığı verileri işleyen; bununla beraber insanların eylem alanlarını kuşatan farklı bilimsel metotlar ve değişen toplumsal olguları karşılayan bir yöntem geliştirilmelidir. Bu yöntemin teknik esaslarında Batılı kaynaklara müracaat edilmesi gerekirken bir ayağı daima İslam ilim geleneği ve kaynakları üzerinde olmalıdır. Özetleyecek olursak temelde Kur’an’ın tarihle ilişkisini tespit etmek adına bir yöntem tesis etmeye çalışıyoruz. Bu ilişkiyi tanımak adına geçmişte yapılmış çalışmalardan sunduğumuz örnekler ve aktarmış olduğumuz değerlendirmelerden hareketle belirgin bir düşüncenin oluştuğunu ifade edebiliriz. Biz bu düşünceyi referans alarak yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Kur’an ve tarihle bir yüzleşme denemesi yapacağız. 36 Celaleddin es-Suyuti, el-İtkan fi Ulumi’l-Kur’an, Dar-u İbn Kesir, Beyrut 1987, 1/25. 23 Temel kaynaklarımız tefsir ve İslam tarihi alanlarının nüzul dönemine yakın bir dönemde telif edilmiş eserleri olacaktır. Tefsir alanında rivayetleri kullanma ve ayetlerle ilişkilendirme biçimiyle tarihle sıkı bir irtibat kuran Mukatil ve Taberi tefsirlerinden yoğun olarak faydalanacağız. Bu eserlerin yanında Celaleddin Mahalli ve Celaleddin es-Suyuti’nin Celaleyn, İbn Kesir’in Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, Beydavi’nin Envaru’t-Tenzil ve Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili isimli tefsiri, Mevdudi’nin Tefhimu’l-Kur’an’ı ve Cabiri’nin Fehmu’lKur’an isimli tefsirlerine müracaat edeceğiz. Bunların dışında kalan büyük tefsir külliyatına ise gerek rivayetleri kullanmada burada saydığımız tefsirlerin tekrarı olmaları gerekse de nüzul döneminden uzaklaştıkça tarihle ilişkinin zayıflaması hatta kopması durumlarından dolayı müracaat etme ihtiyacı duymuyoruz. Kavramların lugavi izahları için gerekli gördüğümüz yerlerde Zemahşeri’nin el-Keşşaf isimli tefsiri, Firuzabadi’nin Kamusu’l-Muhit’i, İsfahani’nin Müfredat’ı ve Muhammed Abdulbaki’nin el-Mu’cemu'l-Mühres li Elfazi’l-Kur’an’ı ile İbn Manzur’un Lisanu’l-Arab’ına müracaat edeceğiz. Kur’an ilimlerine dair değerlendirmelerimizde ise Suyuti’nin el-İtkan’ı çalışmamız çerçevesinde bizim için yeterli olacaktır. Çalışmamızın tefsir ve Kur’an ile ilgili ayağında saydığımız temel eserlerin dışında son dönem Kur’an araştırmalardan da istifade edeceğiz. Burada başvurduğumuz pek çok kitap, makale ve tez çalışmasını ayrı ayrı kaydetmiyoruz. Ancak çalışmamızın asıl şeklini almasındaki katkısından ötürü Esra Gözeler’in Kur’an Ayetlerinin Tarihlendirilmesi Sorunu ve Kur’an’a Kronolojik-Olgusal bir Yaklaşım ( 1 Rebiu’l-Evvel 4 Rebiu’l-Evvel Arası) isimli Doktora tezi ile “Kur’an Ayetlerinin Tarihlendirilmesinde Batılı Yaklaşımlar” isimli makalesini ve Gerhard Böwering’in History and the Quran isimli makalesini bilhassa belirtmek ihtiyacı duyuyoruz. Çalışmamızın tarih bölümüyle alakalı olarak yoğun bir kaynak kullanımında bulunacağız. Tarih ilminin ortaya koyduğu verileri tahlil ederek mesajın hitap ettiği zemini tespit edebilmek için tarih eserlerine yoğun bir şekilde müracaat edeceğiz. Tarih eserlerinde de tefsir eserlerinde olduğu gibi klasik dönem eserlere ağırlık vereceğiz ancak bugünün diliyle ve bakış açısıyla Mekke dönemini tahlil eden son dönem çalışmalarının da belirgin bir ağırlığı olacaktır. 24 İbn Hişam’ın es-Siretu’n-Nebeviyye, Taberi’nin Tarihi’l-Umem ve’l-Muluk, İbn Kesir’in el-Bidaye ve’n-Nihaye ve el-Fusul fi Sireti Rasul, Beyhaki’nin Delailu’n-Nubuvve, Belazuri’nin Ensabu’l-Eşraf ve İbn Sad’ın Tabakatu’l-Kubra isimli eserleri müracaat ettiğimiz İslam tarihi kaynaklarından bazılarıdır. Bunların dışında isimlerini burada saymadığımız başka kaynaklara da müracaat ettik ancak bunların arasından çalışmamıza verdiği ilham itibariyle önemli olan İzzet Derveze’nin Asru’n-Nebi (Kur’an’a Göre Hz Peygamber’in Hayatı) eserini zikretmek gerektiğini düşünüyoruz. Son dönem tarih çalışmalarından ise Mevdudi’nin Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz Peygamber, Muhammed Hamidullah’ın İslam Peygamberi, Hodgson’ın İslam’ın Serüveni, Montgomery Watt’ın Hz Muhammed Mekke’de, Emile Dermenghem’in Hz Muhammed ve Risaleti, Ira Lapidus’un İslam Toplumları Tarihi isimli eserleri çalışmamızda öncelikli kaynaklarımızdandır. Bunların yanı sıra hem batılı hem de Müslüman araştırmacıların kitap ve makaleleri çalışmamıza kaynaklık etmiştir. Burada tarih kaynaklarını tanımak ve tarih kronolojisi konusunda fikir edinmek adına Kasım Şulul’un İlk Kaynaklara Göre Hz Peygamber Devri Kronolojisi eserinin çalışmamıza önemli bir katkısı olduğunu da ayrıca vurgulamak gerekmektedir. Son olarak çalışmamızın içinde çok az yer vermemize karşın süreci anlayabilmek adına İslam öncesi Arap tarihini de incelediğimizi belirtelim. Çalışmamızda bu hususta yukarıda saydığımız tarih eserleri yanında İbrahim Sarıçam’ın Emevi-Haşimi İlişkileri ve Yaşar Çelikkol’un İslam Öncesi Mekke isimli çalışmaları araştırmamızda yer bulurken sair kaynaklar bir bakışı açısı sağlamak ve kabile düzeninin kökenlerini tanımak bakımından çalışmamıza kaynaklık etmişlerdir. 25 BİRİNCİ BÖLÜM: BOYKOT HADİSESİNİN TARİHİ ARKA PLANI 1. Kureyş Muhalefetinin Yapısı Hz Peygamber’in (sav) tebliğ sürecinin kuşkusuz en önemli dönüm noktalarından biri hemen hemen bisetin 4.yılına rastlayan zamanlardı. Bu yıla kadar Kureyş müşriklerinin önde gelenleri Hz Peygamber’e (sav) karşı çıkmıyor onunla sadece alay ediyorlardı. Ve bu durum Hz Peygamber (sav) onların ilahlarını açıktan açığa ayıplayıncaya kadar devam etti. 37 4.yılın başından itibaren Hz Peygamber’e (sav) yönelen muhalefet düşmanlık ve eziyet noktasına gelmişti ve bu hal 5.yılda daha da şiddetlenmişti.38 Şiddeti artan bir baskı altında Müslümanlar Habeşistan’a hicret etmek zorunda kalmışlardı. Bu süre zarfında Hz Peygamber’i (sav) durduramayan müşrikler sonuç alabilmek adına bisetin 7.yılında Hz Peygamber’i (sav) koruyan Beni Haşim ve Beni Muttalib aşiretlerine 3 yıl39 sürecek bir boykotu başlatmışlardı. Açık davetin başlaması ile boykot arasında geçen yaklaşık 3 yıllık süre zarfında gerilimin epeyce tırmandığını ve Kureyş’in kendi içinden soy ve şeref 37 Kasım Şulul, İlk Kaynaklara Göre Hz Peygamber Devri Kronolojisi, İnsan Yay., İstanbul 2011, s.300. 38 Kasım Şulul, İlk Kaynaklara Göre Hz Peygamber Devri Kronolojisi, s.301. 39 Muhammed İbn Sad, et-Tabakatu’l-Kubra, Matbaatu’l-Lecne Neşri’s-Sekafeti’l-İslamiyye, Kahire 1358 (m.1939), c.I s.193; “Kureyş’in Beni Haşim ve Beni Muttalib’e uyguladığı muhasara bisetin 7. Yılı Muharrem ayının hilali ile başladı ve bisetin 10. senesinde sona erdi. Denildi ki belki 9.senede bitti.” Bkz. Ebu Bekr Ahmed b. Hüseyin Beyhaki, Delailu’n-Nubuvve ve Marifet’i Ahvali Sahibi’şŞeriati, thk. Dr. El-Mu’ta el-Kal’abî, Daru’l-Kutubu’l-İlmiyye, Beyrut, 1988, 2/312 (1.dipnot). 26 bakımından en önemli aşiretlerden birini 40 boykot edip açlıkla ve daha birçok meşakkatle dolu bir duruma itebildiğini görüyoruz. Boykot hadisesini okuduğumuz zaman Hz Peygamber (sav) ve daveti açısından çok zor yılların yaşandığı bir süreçle karşı karşıyayız. Biz, araştırmamızın bu ilk bölümünde tarihi olayları temel alarak; Mekke toplumunu sosyal, siyasi ve iktisadi boyutlarıyla inceleyeceğiz. Böylece Kur’an’ın, boykot öncesindeki 3 yılı kapsayarak nasıl bir ortama hitap ettiğini ve Hz Peygamber’in (sav) içinde bulunduğu şartların metinde nasıl yankı bulduğunu görebileceğimiz kanaatindeyiz. Boykotta alınan kararlar gereği Kureyş’in geri kalanı bu iki aşiretin mensuplarıyla; Müslüman olsun ya da olmasın, ne ticaret yapıyor ne nikâh akdinde bulunuyor ne de meclislerinde onlara yer veriyorlardı.41 Bu süreçte Beni Haşim ve Beni Muttalib aşiretlerinin mensupları ve Hz Peygamber (sav) çekildikleri Ş’ib-i Ebi Talib’ten42 ancak haram aylarda çıkabiliyorlardı.43 Güvenlik endişesi ile Ebu Talib Hz Peygamber’i (sav) sürekli yakınında tutuyor, geceleri onu koruyabilecek kimselerle beraber yatırıyor ve hatta bazen yatağını değiştirerek sürekli tedbir alıyordu.44 Mekkeliler ile ticaret yapamayan Beni Haşim ve Beni Muttalib mensupları ancak haram aylarda Mekke’ye dışarıdan gelen tüccarlardan mal alabiliyorlardı. Ne var ki Kureyşlilerin araya girip fiyatları artırması ya da onlardan önce malları piyasadan toplamasıyla ya çok yüksek fiyattan alış veriş yapmak durumunda kalıyor 40 Beni Haşim aşireti adını Mekke’nin zenginleşmesinde büyük rolü olan “ilaf”ın kurucusu ve Abdulmuttalib’in babası olan Haşim’den alır. Bu aşiret Kureyş için büyük şeref kabul edilen rifade (hacıların yemek ihtiyaçlarını giderme) ve sikaye (hacıların su ihtiyacını giderme) görevlerini ifa etmekteydi. Bkz. İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, Daru’l-Kitabu’l-Arabiy, thk. Ömer Abdusselam et-Tedmuri, Beyrut, 1990, 1/159. 41 İbn Sad, 1/193. 42 Beyhaki, 1/311. 43 İbn Sad, 1/193. 44 Ebu’l-Fida İsmail ibn Ömer ibn Kesir, El-Bidaye ve’n-Nihaye, Dar-u İbn Kesir, Beyrut-Dımaşk 2007, 3/302. 27 ya da hiçbir şey satın alamıyorlardı. Nitekim bu süreçte Hz Hatice ve Ebu Talib’in servetlerinin ciddi oranda azaldığı rivayet edilmektedir.45 Bu noktada öncelikle; Kureyş’in bu denli sert bir boykot uygulamış olması, Mekke’nin siyasi tarihi göz önüne alındığında nasıl mümkün olmuştur diye sormak gerekir. Öyle ki Kureyş aşiretleri arasında geçmişte yaşanmış hesaplaşmalar ve bu hesaplaşmalar sonucunda oluşmuş bazı kamplaşmalar vardı. Kureyş’in Mekke’deki mazisinin başından itibaren yaşanan bir takım anlaşmazlıkların sebep olduğu bu hesaplaşmalarla aşiretlerin neredeyse silahlı olarak çatışmaya girişmesi durumları dahi ortaya çıkmıştı. Sonuçta bu çatışma tecrübelerinin bakiyesi aşiretlerin birbirleriyle yine birbirlerine karşı oluşturdukları ittifaklardı. Meseleyi Kureyş’in Mekke’deki tarihinin başlangıcından itibaren inceleyecek olursak Kureyş’in Mekke’ye yerleşmesi üzerinden çok fazla bir zaman geçmeden ortaya çıkan ilk çatışmadan bahsedebiliriz. Hz Peygamber’in (sav) beşinci kuşaktan dedesi Kusay; Kureyş’i Mekke civarlarında yarı göçebe halde yaşarken bir araya getirip şehrin hâkimiyetini ele geçirerek yerleşik bir toplum haline getirmişti. Ve aşiretler arasında ilk ayrılık, henüz bir çatışmadan söz edemesek de, Kâbe civarına yerleşmekle şehri çevreleyen vadilere yerleşmek şeklinde olmuştu. Kureyş el-Bitah merkezde iskân edilmiş, ez-Zevahir ise çevreye yerleştirilmişti. 46 Biset yıllarına ulaştığımızda Mekke’nin iki güçlü aşireti ve İslam’ın iki büyük düşmanı Beni Mahzum ve Beni Ümeyye’nin el-Bitah’tan olduklarını görüyoruz. Bu merkez-çevre ayrımı güçlü bir etki bırakmamıştı ancak Kusay’ın oğullarının ondan kalan mirası 47 paylaşmakta düştükleri anlaşmazlıkla Ahlaf ve 45 Mehmet Azimli, “Mekke Dönemindeki Boykot Yıllarına İlişkin Bazı Mülahazalar”, İstem, 2006, sy. 7, s.58. 46 Kureyş el-Bitah: Abdumenaf(Haşim, Nevfel, Muttalib, Ümeyye, Rebia), Abduddar, Abduluzza (Esedoğulları), Abd Kusay, Teym, Mahzum, Zühre. Kureyş ez-Zevahir: Amiroğlulları (Adî, Sehm ve Cumah), Haris b. Fihr, Amir b. Lüey, Muharib b. Fihr. Watt, Hz Muhammed Mekke’de, s.14. 47 Yapılan anlaşma sonucunda Mekke’nin idaresi anlamına gelen (Watt, Hz Muhammed Mekke’de, s.12) rifade, sikaye ve kıyade görevleri Abdumenaf’a verildi; hicabe, sidane, nedve ve liva görevlerinin Abduddar’da kaldı. İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 1/150. 28 Mutayyebun cepheleri 48 ortaya çıkmış, Mekke’nin yeni sakinleri birbirleriyle savaşmanın eşiğine gelmişti.49 Ancak savaş başlamadan aracıların devreye girmesi ve anlaşmazlığın giderilmesi ile Kureyş aşiretleri birbirinin kanını dökmekten son anda dönmüştü.50 Bu cepheleşme Kureyş’in çok sonraları İslam karşısına çıkardığı Uhud ordusunda iki tarafın da sancaklarının dalgalanması ile görüleceği üzere yüzyılı aşkın bir süredir sembolik de olsa devam etmişti. 51 Ancak sancaklarla sembolize edilen bu ayrışma bir yandan da İslam karşısında bir birliğe dönüşmüş oluyordu. Tarih’in kaydettiği bu hadiselerden bir diğeri ve biset yıllarına en yakın olanı Hılfu’l-Fudul’du. 52 Teym oğullarının reisi Abdullah b. Cudan’ın evinde toplanan Teym, Esed, Haşim, Muttalib ve Zühre aşiretlerinin ileri gelenleri Mekke’de zulüm gören mazlumların hakkını zalimlerden almak üzere yemin etmişlerdi.53 Burada hilfe katılan aşiretler ilk olarak As b. Vail es-Sehmi’den Yemenli bir tüccardan gasp ettiği malın parasını tahsil etmişlerdir.54 Ki bu olay aslında Hılfu’l-Fudul’un kurulmasının sebebiydi. Bununla beraber tarih kaynakları bu yeminin Emeviler dönemine ulaşacak kadar ileriki bir tarihi kapsayan bir süreçte uygulandığına dair notları aktarırlar.55 Hılfu’l-Fudul anlaşmasında aşiretlerin tavırları ile ilgili bir noktayı arz etmek gerekmektedir. Abdullah b. Cudan’ın davetine yukarıda isimleri nakledilen aşiretler 48 Ahlaf: Abduddar kabilesine destek verenler; Mahzum, Sehm, Cumah, Adiyy oğullarıydı. Mutayyebun: Abdumenaf’a destek verenler; Teym, Zühre, Haris b. Fihr, Esed oğullarıydı. Bkz. İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 1/149. 49 Aşiretler karşı taraftan kimlere saldıracaklarını planlayacak kadar savaşa hazır durumdalar idi. İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 1/150. 50 İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 1/150. 51 M. J. Kister, “Mekke ile ilgili Bazı Rivayetler”, çev. Ali Aksu, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2002, cilt.VI, sy.II, s.57. 52 Hilf: Cahiliye döneminde Araplar arasında yapılan ittifak; dostluk ve dayanışma yemini. Bkz. Nadir Özkuyumcu, “HİLF”, DİA, İstanbul 1998, XVIII, s.29. 53 Kasım Şulul, İlk Kaynaklara Göre Hz Peygamber Devri Kronolojisi, s.196. 54 Watt, Hz. Muhammed Mekke’de, s.22. 55 Muhammed Hamidullah, “HİLFU’L-FUDUL”, DİA, İstanbul 1998, XVIII, s.31. 29 icabet ederken özellikle Kureyş’in güçlü ailelerinin içinde bulunduğu Ümeyye, 56 Mahzum, Cumah ve onların çeşitli vesilelerle ittifak kurdukları Nevfel gibi aşiretler bu hilf’e katılmayacaklarını beyan etmişlerdi.57 Burada özellikle bu aşiretlerin As b. Vail’in mensubu olduğu Sehm aşiretiyle kurdukları ticari ilişkileri zedeleme ve güçlü bir müttefiki kaybetme endişesinin etkili olduğu şeklindeki değerlendirmeleri dikkate almak gerekir. 58 Bu gibi gerekçelerle hareket eden aşiretlerin varlığı; toplumsal grupların hangi dinamiklerle hareket ettiklerini görmemize yardımcı olmaktadır.59 Gerek Ahlaf-Mutayyebun gerekse de Hılfu’l-Fudul hadiselerinde; Kureyş kabilesini oluşturan aşiretler arasında birbirlerine karşı tecrübe edilmiş düşmanlıklar ve birbirlerinden korunmaya yönelik hilfler 60 yani ittifak anlaşmaları mevcut olduğunu görebiliyoruz. Bu durum herhangi bir kriz ortamında şehrin nasıl bir tavır sergileyeceğiyle alakalı belirsizlik ve potansiyel bir ayrışmanın varlığına delalet etmektedir. Mekke’de bugün anladığımız biçimleriyle siyasi bir yönetim usulü yoktu.61 Şehirde yaşayan herkesin tabi olduğu bir yönetim mekanizması da mevcut değildi. Ancak şehrin işlerinin görüşüldüğü bir meclis (daru’n-nedve) vardı ve burası yönetimi Abduddar oğullarında olan belli bir usule göre çalışıyordu.62 Bu mecliste 56 Ahlaf-Mutayyebun ayrışmasında Mutayyebun tarafının önderi olan Abdumenaf’ın oğullarından Abduşşems’in soyunun bir kolu olan Beni Ümeyye bu süreçte Ahlaf cephesinin mensupları arasına katılmıştı. İbrahim Sarıçam, Emevi-Haşimi İlişkileri: İslam Öncesinden Abbasilere Kadar, TDV Yay, Ankara 1997, s.100-101. 57 Kasım Şulul, İlk Kaynaklara Göre Hz Peygamber Devri Kronolojisi, s.196. 58 Watt, Hz. Muhammed Mekke’de, s.14-15. 59 Montgomery Watt’ın bu konuyla alakalı değerlendirmesi şu şekildedir: İslam’ın geldiği dönemde çıkarlar etrafında oluşan birlik duygusu yeni bir görünüm olarak toplumda yer etmişti. Ahlaf ve Mutayyebun ayrışmasının ardından hılfu’l-fudul gibi kutuplaşmalar bu duyguyu ibraz eden durumlardı. (Watt, Hz. Muhammed Mekke’de, s.26). 60 Örnek olarak Abdulmuttlab’in Nevfel oğulları ile anlaşmazlık yaşadıktan sonra Huzaa kabilesi ile Kâbe’de ittifak yapması, Bkz. Yaşar Çelikkol, İslam Öncesi Mekke, Ankara Okulu Yay, Ankara 2013, s.217. 61 Hasan İbrahim Hasan, Tarihu’l-İslam: es-siyasi ve’d-dini ve’s-sakafi ve’l-ictimai, Mektebetu’n- nahdati’l-Mısriyye, Kahire 1953, s.53-54. 62 Yaşar Çelikkol, İslam Öncesi Mekke, Ankara Okulu Yay, Ankara 2013, s.231. 30 Kureyş melesi vardı ve bu mele her bir aşiretin önde gelenlerinden oluşan eşraf takımıydı. Ne var ki aşiretler arasındaki güç ve servet dengesizliği bu mecliste hâkim olan figürleri de belirleyici konuma gelmişti. Bu bağlamda Hılfu’l-Fudul hadisesinde yaşananları dikkate aldığımız zaman; haram bölgede ve Mekke’nin soylularından biri tarafından gerçekleştirilen bir gasp hadisesine, toplum içinden ancak belirli aşiretlerin reislerince tepki gösterilmiş olması hatta bazı aşiretlerin açıkça böyle bir harekete katılmayacaklarını beyan etmeleri toplumun geldiği noktayı göstermesi açısından önemlidir. Buna göre bir haksızlık karşısında belirli bir ittifak sağlanmadıkça harekete geçilemediği ve güç sahiplerinin “maruf” 63 söz konusu olduğunda pek de duyarlı davranmadıklarını söyleyebiliriz. Kureyş’in: İslam’dan hemen önceki durumuyla alakalı yapılan tahlillerde bu ayrışmaların yanı sıra özellikle belli ailelerin zenginliğinin diğerlerine nazaran fazlasıyla artmasının oluşturduğu bir dengesiz sosyal yapıdan bahsedilir. Burada vurgulanan husus ticaret yoluyla zenginleşen bir aristokrat yapının toplumda hâkimiyet kurmuş olması durumudur. Kureyş kabilesi bisetten önceki 100 yıllık bir süreçte ticaret yoluyla zenginleşti. Ancak bu durum her ferdin ya da her aşiretin aynı oranda zenginleşmesi anlamına gelmiyordu. Bir kısım zevatın aşırı servet biriktirmesine karşın toplumun belirli zümreleri ya olduğu yerde sayıyor ya da fakirleşiyordu. Bu durum toplumda tabii olarak “biz” duygusunun yerine ondan daha fazla müspet olmayan bir ferdiliği getiriyordu. Böylece sosyal yapının sarsılmasına, ahlaki değerlerin yıkılmasına zemin hazırlayan bir yapı ortaya çıkıyordu. Üstelik doğacak haksızlıkların üstesinden gelecek ne maddi ne de manevi bir güç vardı. Düzenleyici bir otorite ve kanun 63 Manevî/ahlakî davranış için kullanılan el-ma’ruf sözcüğü, “bilinen” anlamına gelir. Yeni olan, bu normların bir insanın hayatındaki yerinin ne olduğu telakkisiydi. M.G.S. Hodgson, İslam’ın SerüveniBir Dünya Medeniyetinde Bilinç ve Tarih, çev: Edisyon, İz Yayıncılık, İstanbul 1993, s.102; “toplumda haksızlığı engelleyecek kimse kalmamıştı” Mustafa Aydın, İslam’ın Tarih Sosyolojisi: İlk Dönem İslam Toplumunun Şekillenişi, Pınar Yay, İstanbul 2001, s.83. 31 olmadığı gibi, vicdanlara hitabeden dinin yerini şirk ve putperestlik doldurmuştu. İşte İslam, kültürel çerçevede “Cahiliyye” de denen böylesi bir ortamla savaşacaktı.64 Meselenin bu boyutu bizim için İslam karşıtı muhalefetin nasıl sürdürüldüğünün ve özellikle boykot gibi bir olayın nasıl başlatılabildiğinin anlaşılması için kapı aralıyor. Hılfu’l-fudul gibi, toplumda yaşanan zulümlere karşı hareket eden bir mekanizmanın, hem de çok uzun bir süre zarfında zaman zaman aktif edilebilen bir anlaşmanın; Kureyş’in önde gelen iki aşireti ağır açlıkla boğuşurken neden işletilemediğini sormak gerekir. Çünkü bu sorunun cevabı; Mekke’de İslam muhalefetinin geçmişin anlaşmazlıklarını, toplumun derinliklerinde yatan eski düşmanlıkları canlandırmadan nasıl hareket edebildiğini; insanların hicret etmesine sebep olacak işkence ve baskı ortamını yaratmayı ve en önemlisi iki aşiretin boykot edilmesini nasıl sağladığını açıklamamıza yardımcı olacaktır. Tabi ki böyle bir sorunun altında Kureyş’te İslam karşıtı muhalefetin belirli bir grubun elinde olduğu yargısı bulunmaktadır. Öyle ki bizim gördüğümüz manzarada Müslümanlara eziyet eden, Hz Peygamber’e (sav) hakaret eden, ona Kâbe’de saldıran veya başka şekillerde tarih kaynaklarının naklettiği hadiselerde düşmanlığını ortaya koyan kimseler sınırlı sayıda bir kesimi oluşturmaktadır. Kur’an’ın direkt olarak hedef aldığı veya başka bir ifadeyle İslam’a en sert muhalefeti gösterdiği rivayet edilen bu kimseler mensubiyetleri itibariyle Mahzum, Ümeyye, Sehm, Cumah, Abduddar, Esed gibi aşiretlerin ileri gelenleridir. Buna mukabil Beni Haşim ile öteden beri ittifaklar içinde yer almış Zühre’den sadece iki kişinin adı geçerken65, Hz Ömer’in ihtidasından sonra hiç bir muhalefeti görünmeyen Adiyy66 ve Teym gibi aşiretlerden isimlere rastlamak zordur. Bu kanıyı destekleyen en somut örnek olarak özellikle açık davetin başlamasından sonra Ebu Talib’i 67 64 Mustafa Aydın, İslam’ın Tarih Sosyolojisi, s.58. 65 Nebih ve Münebbih İbna el-Haccac ez-Zühri. 66 “Zühre ve Adiy Mekkelileri hiçbir zaman desteklemedi” Watt, Hz Muhammed Mekke’de, s.15. 67 Kureyş ileri gelenleri Ebu Talib’e rağmen hareket edememişlerdir. Nitekim Ebu Talib’i tehdit ettikleri bir görüşmeden sonra kendi aralarında eğer Ebu Talib’e bir zarar verirlerse Arapların onları ayıplayacağını konuşup geri dönmüşler ve bir uzlaşma teklif etmişlerdi. Ebu Cafer Muhammed İbn 32 muhatap alarak Hz Peygamber’i (sav) durdurmaya çalışan “mele”nin kimlerden oluştuğunu beyan eden isim listelerini işaret edebiliriz.68 Kureyş toplumunun gerçek fonksiyonel bölümü zengin tüccarlar, onların aileleri ve onlara tabi olanlardı.69 Burada fonksiyonellikten kastın ahalinin genelini ilgilendiren meselelerde baskın görüşü tayin etmek şeklinde olduğunu anlayacak olursak İslam karşıtı kampanyayı yürütenlerin bu zengin tüccarlar olduğunu görmemiz zor olmayacaktır. Çünkü Kureyş düzeninin merkezinde Beni Ümeyye ve Beni Mahzum70 aşiretleri bulunuyordu. Bu iki aşiretin merkezde durduğu sistemde “akrabalık ilişkilerine dayalı etnik bir yapıdan sınıflara bölünmeye hazır bir sosyal yapıya geçilmişti.” 71 Sonuçta bu iki aşiret ve diğer örneklerinde güç ve refahın artması toplumun zengin ve fakir tabakalara ayrılmasına sebep olmuştu.72 Özetleyecek olursak Hz Peygamber (sav) karşısında duran Kureyş/Kureyş ileri gelenleri ya da mele dendiği zaman anlaşılması gereken grup Beni Mahzum ve Beni Ümeyye aşiretlerinin güçlü aileleri ve onların müttefikleri olan etkili kimselerdir. Bunlar Mekke’de oluşan ticari düzenin merkezinde yer alan, büyük akraba ve köle gruplarını yöneten ailelerdi 73 ve politik güç ile ekonomik gücün birbiriyle eşzamanlı ve uyum içinde gerçekleşme eğilimi olan bu şehirde74 toplumun en baskın grubunu oluşturmaktaydılar. Ve 4.yıldan başlayarak Hz Peygamber (sav) Cerir et-Taberi, Tarihu’l-Umem ve’l-Muluk, thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, Dar-u Seveydan, Beyrut b.t.y, 2/324. 68 İbn Haldun, Kitabu’l-İber ve Divanu’l-Mübtede-i ve’l-Haber, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 2006, 2/398; İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 2/8-16; Ahmed b. Yahya b. Cabir el-Belazuri, Ensabu’l Eşraf, thk. Süheyl Zekkar, Daru’l-Fikr, Beyrut 1996, 2/141-176. 69 Eric R. Wolf, “Mekke’nin Sosyal Organizasyonu ve İslam”, çev. Nuri Tuğlu, Arayışlar –İnsan Bilimleri Araştırmaları-, 2000, cilt II, sy. 3-4, s.184; Emile Dermenghem, Hz Muhammed ve Risaleti, çev. Ahmet Ağırakça, İnsan Yay., İstanbul 1997, s.46. 70 Çelikkol, İslam Öncesi Mekke, s.127; Casim Avcı, KUREYŞ (Benî Kureyş), DİA, İstanbul 2002, XXVI, s.442-443; Wolf, “Mekke’nin Sosyal Organizasyonu ve İslam”, s.184. 71 Wolf, “Mekke’nin Sosyal Organizasyonu ve İslam”, s. 8-9. 72 Wolf, “Mekke’nin Sosyal Organizasyonu ve İslam”, s.9. 73 Wolf, “Mekke’nin Sosyal Organizasyonu ve İslam”, s.14. 74 Wolf, “Mekke’nin Sosyal Organizasyonu ve İslam”, s.15. 33 karşıtı muhalefeti özellikle Bedir savaşına kadar yürüten 75 mele bu baskın grubun idaresi altındaydı. Kureyş’i etkisi altına almış olan bu baskın grup, boykotun mimarlarıydı. Oluşturdukları hava ile Beni Haşim ve Beni Muttalib’e karşı yazılan ve boykotu ilan eden sahifenin altına 80 mührün vurulmasını sağlamışlardı. 76 Buradan anlaşılan boykot, çok geniş bir katılımla ilan edilmiştir. Hatta boykota birkutsallık kazandırmak için; yazılan sahife Kâbe’ye asılarak “Kureyş’in nefsinde te’kid” edilmişti. 77 Sonuçta yukarıda özetle hikâyesini anlattığımız geçmiş çatışmalar unutulmuş, Beni Haşim’in müttefikleri geri çekilmişlerdi. Boykotu delmek için yapılan teşebbüsler de tamamıyla şahsi girişimler olmaktan öteye geçmemişti.78 Bize göre bütün bir Kureyş’i bu karar arkasında birleştiren ya da boykota uğramış aşiretlere diğer aşiretlerce yardım edilmesinin önüne geçen iki temel etken vardır: bunlardan ilki İslam’la mücadele eden müşrik ileri gelenlerinin kan dökmemeye dolayısıyla da bir kan davasına yol açmamaya özen göstermeleri ve insanları “atalarının dininde” kalmaya çağırmalarıdır. Aldıkları bu tedbirlerle Kureyş’in egemen aileleri; hac ve ticaret gelirleriyle sağladıkları aşırı zenginleşmeden doğan çıkarlarını korumak adına; kendileriyle din dışında hiçbir ortak noktası kalmamış zayıf aşiretleri de ortak edebilecekleri bir din savaşı üretmiş oldular.79 İslam karşıtı kampanyayı yürütenlerin kan dökmemeye özen göstermeleri ile alakalı iki rivayeti aktarmak, zannediyoruz, meseleyi izah edecektir. Hz Ömer iman etmeden önce Müslümanlar; Hz Ebu Bekir’in teklifiyle Hz Peygamber (sav) de dâhil 75 Bu grubun en önemli mensupları Bedir savaşında öldürülmüştü ve etkili tek isim olarak Ebu Süfyan kalmıştı. Çelikkol, İslam Öncesi Mekke, s.226-227. 76 İbn Vadıh Ahbari, Tarihu’l-Yakubi, Matbaatu’l-İzzi, Necef 1358, 2/22. 77 Beyhaki, Delailu’n-Nubuvve, c.II s.312; İbn Sad, Tabakat, 1/178. 78 Bu konuda kaynakların pek çoğunda yer alan bir örneği aktarmak istiyoruz: anne tarafından Beni Haşim ile akrabalığı olan Hişam b. Amr bir Rebia (Amir b. Lüey aşiretinden) bazı geceler erzak yüklediği bir deveyi Şib’i Ebi Talib’in altına getirir ve deveyi oradan salarak içeriye gönderirdi. İçeridekiler deveyi boşalttıktan sonra geldiği yöne tekrar gönderirlerdi. İbn Hişam, es-Siretu’nNeberviyye, 2/27. 79 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/472. 34 olmak üzere Kâbe’ye geldiler. Burada Hz Peygamber (sav) oturdu ve Hz Ebu Bekir ayağa kalkarak insanları Allah’ın bir olduğuna ve Hz Muhammed’in onun elçisi olduğuna inanmaya çağırdı. Bunun üzerine orada bulunan müşrikler Müslümanlara saldırdı ve Velid b. Muğire Hz Ebu Bekir’i düşürerek nalınları ile kafasına vurup onu bayılttı. Bu esnada araya giren Teym gençleri Hz Ebu Bekir’i oradan alıp evine götürdüler. Ardından mescide dönerek eğer Hz Ebu Bekir ölürse Velid’i öldüreceklerine yemin ettiler.80 Bu hadise müşrikleri kan döktükleri takdirde bunu “atalarının dini” uğruna yapmış olsalar da kanlı bir cevapla karşılaşacaklarına ikna etmiş olmalıdır. Bir diğer hadise ise Hz Hamza ile Ebu Cehil arasında yaşanmıştı. Ebu Cehil bir gün Hz Peygamber’e (sav) Safa tepesi taraflarında rastlamış ve ona ağır hakaretlerde bulunmuştu. Abdullah b. Cudan et-Teymi’nin mevlalarından biri bu olayı görmüştü. Hz Hamza avdan dönmüş Kâbe’yi tavaf etmeye giderken hadisenin şahidi olan kadın gördüğü bu olayı Hz Hamza’ya anlattı. Sinirlenen Hz Hamza Ebu Cehil’i aramaya başladı. Onu Kâbe’nin yanında otururken buldu ve yanına gidip yayı ile yüzüne şiddetli bir şekilde vurdu. Ve Hz Peygamber’e (sav) iman ettiğini duyurdu. O sırada Hz Hamza’nın Ebu Cehil’e yaptıklarına cevap vermek için ayaklanan Mahzum gençlerine engel olan Ebu Cehil, Hz Peygamber’e (sav) hakaret ettiğini kabul ederek özür diledi.81 Bu iki hadisede bizim gördüğümüz durum şudur: güç sahibi aşiretlerden birinin bir mensubunun kanı döküldüğü takdirde Kureyş içinde ciddi bir çatışma ortamı doğabilirdi. Hem Teym oğullarının Kâbe’de Velid’i tehdit etmeleri hem de Ebu Cehil’in Mahzum gençlerinin Hz Hamza ile dövüşmesini engellemesi bunun göstergesidir. Özellikle Ebu Cehil’in tavrında Kureyş önde gelenlerinin Mekke’de iç çatışma çıkmasını engelleyip Hz Peygamber (sav) ve aşireti karşısında bir birlik kurma çabaları olduğu anlaşılabilir. Nitekim her ne kadar ağır işkencelerin varlığı bilinse de müşriklerin her bir Müslümanı sistematik olarak ve top yekûn işkenceden geçirmesi söz konusu değildi. Cahiliye taassubunun bir ürünü olan asabiyet gereğince her bir aşiret haklı ya da 80 İbn Kesir, el-Bidaye, 3/377. 81 İbn Haldun, Tarihu’l-İber, 2/401; Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/334; İbn Kesir, el-Bidaye, 3/233. 35 haksız olsun kendi mensubuna başka bir aşiretten birinin zarar vermesine razı olmazdı. 82 İşkencelere maruz kalanlar; köleler, herhangi bir aşiret ile kan bağı olmayan mevlalar ya da başka bir ifade ile aşiretlerin himayesi altında Mekke’de yaşayan kimselerdi.83 Bunların en meşhur örneği Ammar b. Yasir ve ailesidir. Yasir ailesi Mekke’de Mahzum oğullarının himayesi ile yaşayan bir aileydi.84 İşkence gören bir diğer grup ise zengin ailelerin iman eden gençleriydi. Bunlardan Osman b. Affan gibi bazıları ailelerince mahzenlere kapatılıyor aç susuz bırakılıyordu.85 Bu tablo içerisinde müşrikler bir başka aşiretin mensubuna dokunamamış ancak kendi mensuplarına ya da korumasız kimselere işkence edebilmişlerdi. Müslümanlara karşı hoşgörülü olan Teym ve (Hz Ömer’in iman etmesinden sonra) Adiy oğullarının mensupları ise bu sıkıntıları yaşamıyordu.86 Dolayısıyla Kureyş’in İslam karşısında gösterdiği muhalefet; toplumun sosyal yapısının top yekûn bir kıyıma mani olması yüzünden pek de başarılı olamıyordu. Özellikle Beni Haşim’in Hz Peygamber’i (sav) koruması İslam’ın yayılışını durdurmalarının önündeki en büyük engeldi. 87 Nitekim aşiretler arasında oluşan bu denge halinde muhalefeti yürüten Ümeyye ve Mahzum mensubu ileri gelenlerin zannediyoruz bundan dolayı boykot gibi bir çareye başvurmaları söz konusu olmuştu. Tarih kaynakları Hz Peygamber’in (sav) başlarda ciddi bir muhalefetle karşılaşmadığını hatta toplumun ona iman etmeye meylettiğini Peygamber 82 (sav) onların ilahlarını ayıplayınca tepkinin 88 ancak Hz başladığını Toshihiko İzutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, çev. Selahattin Ayaz, Pınar Yay., İstanbul 2010, s.114. 83 Mustafa Aydın, İslam’ın Tarih Sosyolojisi, s.87-88. 84 Belazuri, Ensabu’l Eşraf, 1/178. 85 Amcası Ebu’l-Hakem ibnu’l-As, Osman b. Affan’ı dininden dönmesi için bağlamıştı. Bkz. İsmail Yiğit, “OSMAN”, DİA, İstanbul 2007, XXXVI, s.439. 86 Hz Ebu Bekir’in Teym aşiretinden olması dolayısıyla ve Hz Ömer’in de iman etmesinden sonra Beni Teym ve Beni Adiy içerisindeki Müslüman olanlara eziyet edilmiyordu. Watt, Hz Muhammed Mekke’de, s.15. 87 Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/332. 88 Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/328. 36 aktarmaktadırlar. 89 Bundan önceki süreçte uluhiyet, nübüvvet, ahiret vurgusunu merkeze alan ayetlerde özellikle toplumun herkesçe malum aksaklıkları, kusurları anlatılıyor ve yoğun bir şekilde yapılan işlerin ahirette bir karşılı olacağı mesajı veriliyordu. Ki bu süreçte Filibeli Ahmed Hilmi’nin yorumuna göre Kureyş nazarında Hz Peygamber’in (sav) daveti yeni bir dine değil olsa olsa yeni bir mezhebeydi.90 Ve bu durum bir sorun yaratmıyordu çünkü Kureyş’te din konusunda esnek bir anlayış vardı. Müşrikler kabilelerin Kâbe’yi ziyaretlerinden yararlandıkları için her kabilenin putları Kâbe’de bulunabilirdi. 91 Ancak Allah’ın tek ilah olduğu vurgusunun artması ve Necm suresinde putların doğrudan batıl olduğunun ilan edilmesiyle toplumun tepkisi değişmeye başlamıştı. Müşriklerin “ilahları bir tek ilah mı yapmış” 92 diyerek şaşkın bir şekilde itiraz ettikleri bu durum karşısında Hz Peygamber (sav) hiçbir uzlaşı teklifine yanaşmayan ve dini Allah’a halis kılan bir üslûbu muhafaza etmişti. Zaman içerisinde muhtemelen soy ve nesep ile övünmenin çok önemsendiği Mekke toplumunda müşriklerin insanların algısını yönetmeleri tartışmayı bu boyutta sürdürmeleri daha kolay olmuştur denilebilir. 2. İslam’ın Mekke Toplumsal Yapısına Etkisi Kureyş’in boykot kararının mahiyetini anlamamızda bize yardımcı olacağını düşündüğümüz iki meseleyi daha arz ederek çalışmamızın bu bölümünü tamamlamak istiyoruz. Bunlardan ilki Hz Peygamber’in davetinin Mekke toplumunun sosyal yapısında meydana getirdiği etki, ikincisi bisetin 4. ve 7.yılları arasında yaşanan ve kaynakların boykotun sebebi olarak beyan ettikleri hadiselerin değerlendirilmesidir. 89 İbrahim Sarıçam, İlk Dönem İslam Tarihi, Anadolu Üni. Açık Öğr. Fakültesi, Eskişehir 1998, ünite IV s.90; Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/322; Şehbenderzade Filibeli Ahmed, İslam Tarihi, sad. M. Rahmi, Sağlam Kitabevi, İstanbul 1979, 1/152. 90 Filibeli, İslam Tarihi, 1/151. 91 Hasan İbrahim, Tarihu’l İslam, 1/71. 92 Sad 5.ayet: “Tanrıları, tek tanrı mı yaptı? Doğrusu bu tuhaf bir şeydir! dediler.”. 37 Kureyş’in İslam’a gösterdiği tepkinin ve bu tepkinin özellikle vahyin ve Nebi’nin (sav) ilahları ayıplamasından sonra şiddetlenmesini birçok saikle açıklamamız mümkündür. Buraya kadar üzerinde durduğumuz husus Kureyş’in son yüzyılında yaşadığı tüm anlaşmazlıkların bir kenara itildiği ve zamanla Beni Haşim’in müttefiklerinin bile dâhil olduğu bir boykot sürecinin, neticede büyük tüccar ailelerin önderliğinde sürüklenen İslam karşıtı kampanyanın en sert tepkilerinden bir olduğuydu. Bilhassa Beni Ümeyye ve Beni Mahzum ileri gelenlerinin ön ayak olduğu ve geçmişte daha çok bu iki aşiret ile ittifaklar yapmış, biset yıllarında da büyük bir ticari ortaklığı yürüten aşiretlerin liderlerinin somut tepkilerinden oluşan bu kampanya; nihayetinde Kureyş’in “dini otoritesini”93 elinde bulunduran Beni Haşim’i toplumdan izole etmeyi başarmıştı. Biz de buradan önceki paragraflarda İslam karşıtı birliğin nasıl tesis edilebildiğine dair değerlendirmelerimizi aktarmıştık. Mekke toplumunun İslam’a bakışını belirleyecek diğer hususları da zikretmekte fayda görüyoruz. Neticede özellik bisetin 5. ve 6.yıllarından itibaren Hz Peygamber (sav) için Kureyş içinde muhatap bulmak çok güç hale gelmişti. 94 Buradan anlaşıldığı kadarıyla ileri gelenlerin toplum nazarında yürüttükleri propaganda, her ne kadar iman edenlerin sayılarının artmasına engel olmamış ve çok az kişi hariç Müslümanları imanlarından vazgeçirememiş 95 olsa da henüz iman etmemiş olanlarda belirli bir karşılık bulmuştur. Mücadelenin şiddetlendiği bu zaman diliminde insanların İslam davetini muhatap almamasının ardında yatan birkaç mesele şu şekildedir: 93 Mustafa Aydın, İslam’ın Tarih Sosyolojisi, s.57. 94 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/14. 95 Nahl 106.ayet: “Kim iman ettikten sonra Allah'ı inkâr ederse -kalbi iman ile dolu olduğu halde (inkâra) zorlanan başka- fakat kim kalbini kâfirliğe açarsa, işte Allah'ın gazabı bunlaradır; onlar için büyük bir azap vardır.” (Müslüman olan bir gencin efendisinden eziyet gördükten sonra tekrar eski dinine dönemsi hakkında indi. Bkz. Mukatil b. Süleyman, Tefsir-i Mukatil b. Süleyman, thk. Abdullah Mahmut Şehate, Muessesetu’t-Tarihi’l-Arabi, Beyrut 2002, 2/489 ). 38 Hicaz bölgesi bedevi Arap kültürünün ayakta durduğu; hem büyük devletler hem onların uydu coğrafyaları, diğer bir ifade ile yanaşma krallıklar,96 hem de kadim Hıristiyan ve Yahudi geleneklerince kuşatılmış bir bölgeydi. Bu bölge 6.yüzyılda gerçekleşen bir seri siyasi ve askeri hadise neticesinde bu kuşatmanın kırıldığı ve bedevi Arap kültürünün; zenginliğin artmasıyla canlandığı bir yer haline gelmişti. Bu canlanmanın merkezinde Mekke duruyordu. Kusay’ın girişimleriyle imar edilen Mekke, Hicaz’ın diğer bölgelerinde yaşayan Arap halklarının etrafında birleştiği bir sistemi inşa etmeye başlamıştı. 97 Nihayet Kusay’ın torunları Haşim, Muttalib, Abduşşems ve Nevfel’in girişimleriyle 98 çevredeki büyük pazarlarla yoğun bir ticari ilişki kuran Mekke, giderek artan gücünü diğer Arap kabilelerine karşı finansal araçlarla elde ettiği caydırıcılıkla pekiştiriyordu.99 Bu yükselişe hacıların ihtiyaçlarının karşılanmasında gösterilen cömertlik ve Kâbe’nin bakımında gösterilen ihtimamın eklenmesi, Arapların zaten öteden beri ziyaret etmeyi gelenek haline getirdiği Mekke’ye daha bir hürmetle bağlanmalarını ve Kureyş’in kendi bölgesinde son derece nüfuzlu bir konum elde etmesini sağlamıştı.100 Kureyş’in kurduğu düzen o dönem dünyada rayiç olan tepede bir kralın bulunduğu piramide benzer bir yapının aksine tek bir kabilenin prestijine ve dayanışmasına bağlı etkili bir siyasi düzendi. Bu siyasi düzen aynı veçhile Bedevi usullerine dayanan, kendisiyle eşit derecede bağımsız ve tüm konfesyonel dini inanışlara karşı eşit derecede tarafsız bir dini sisteme bağlanmıştı. Mekkeliler, yerleşik kültürler içinde erimeye karşı Bedeviliğe dayanan yegâne etkin alternatifi oluşturmuş gibi görünüyorlardı.101 96 İrfan Shahid, “İslam Öncesi Arabistan”, çev. İlhan Kutluer, İSLAM TARİHİ Kültür ve Medeniyeti, M. Holt- A.K.S. Lambton- B. Lewis, çev. Komisyon, Kitabevi, İstanbul 1997, s.37. 97 Hodgson, İslam’ın Serüveni, 1/93. 98 Muhammed Hamidullah, “el-Îlâf veya İslam’dan Önce Mekke’nin İktisadî-Diplomatik Münasebetleri”, çev. İsmail Cerrahoğlu, A.Ü.İ.F.D, 1961, c.IX s.216-217. 99 Hodgson, İslam’ın Serüveni, 1/93. 100 Watt, Hz Muhammed Mekke’de, s.13. 101 Hodgson, İslam’ın Serüveni, 1/96. 39 Hac yoluyla da perçinlenen bu bedevi alternatif, Araplar nezdinde sadece yabancı kültürler içinde erimeye karşı bir dayanak olmakla kalmıyordu. Özellikle fil hadisesinden sonra Mekke’nin konumu, olduğundan çok daha yüksek bir kutsallığa ulaşmıştı. Öyle ki Ebrehe’nin ordusunun mucizevi bir şekilde yok olmasının ardından Kureyş; Araplar tarafından ‘ehlullah’ olarak anılmaya başlamıştı. 102 Ve Mekke ticareti için önemi yadsınmayacak Ukaz panayırı ehlullah olmakla gelen prestij sayesinde kurulmuştu. 103 Kureyş bu prestijini ticarette kullanmakla yetinmemiş aynı zamanda Kur’an’da muhtelif yerlerde eleştirildiğini gördüğümüz ve tarih kaynaklarının ‘hums’ ismiyle andığı bir çeşit katı dindarlık biçimi de oluşturmuşlar ve haccın yapılışıyla ilgili bir takım düzenlemeler getirmişlerdi.104 Bütün Hicaz’ı birbirine bağlayan, çevresindeki hemen hemen her güç odağı ile iş ilişkisi kuran ve Hodgson’ın tabiriyle her kültür ve siyasi yapıya karşı eşit mesafede duran Kureyş düzeni İslam’ın gelmesiyle birlikte derinden sarsılmıştı. Kureyş’in muhalefeti müşriklerin iddialarına ya da itirazlarına bakılırsa dini bir zemindeymiş gibi algılanabilir ancak Hz Muhammed’in (sav) mesajı esasında onlar için toplumun iç içe geçmiş bütün dokusunu tehdit ediyordu. Vahiy, mevcut toplumun tamamına açık bir meydan okumaydı –tanrılara ibadet ve tapınaklara bağlı olan ekonomik hayat, kabile geleneği, reislerin otoritesi ve Hz Muhammed’in izleyici çekmek istediği kabilelerin dayanışması. Din, ahlak inancı, toplumsal yapı ve ekonomik hayat birbirine sökülmezcesine bağlı bir şekilde birbirine iç içeydi. Onlara herhangi bir ana noktadan saldırmak bütün toplumun köklerine ve kollarına saldırmak anlamına geliyordu. Kureyş’in muhalefeti bu yüzden kaçınılmazdı.105 Kureyş ileri gelenleri esasında yerleşik düzene temelinden itiraz eden her harekete verilen tepkiyi vererek, Kur’an’ı/Hz Peygamber’i (sav); insanların arasını ayırmak, temel değerlerini; ilahları, ataları vs. ayıplamakla suçlamıştı. Bu suçlamaları Kur’an’da ya da tarihi kayıtlarda aktarılan pek çok muhaverede 102 Kister, “Mekke ile İlgili Bazı Rivayetler (Cahiliyeden İslam’a)”, s.51. 103 Çelikkol, İslam Öncesi Mekke, s.63. 104 Ünal Kılıç, “Dini İçerikli Ekonomik Bir Kavram: Hums (İslam Öncesi Mekke’nin Ticari İlişkileri Yönüyle)”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2004, cilt VIII, sy.1, s.85. 105 Ira Lapidus, İslam Toplumları Tarihi, çev. Yasin Aktay, İletişim Yay, İstanbul 2003, 1/60. 40 görebiliriz. Buna ilaveten Kureyş’in asıl korkusunu şu cümleyle özetleyebiliriz: tüm bu düzenin merkezinde yer alan ticaretin kesilmesi.106 Nitekim Emile Dermenghem kaynaklarda nadir rastlanabilecek bir bilgiyi aktarmaktadır. Dermenghem’e göre sadece Kureyş’in değil bütün Hicaz Araplarının da dininin merkezi olan Kâbe’de putları batıl ilan eden bu harekete karşı Araplar Kureyş’i boykot edip, Mekke’de ticaret yapmamaya başlamıştı.107 Bu bilginin doğruluğu şüphelidir. Ya da en azından bu durumun Mekke’yi ne kadar etkilemiş olduğu tartışmaya açıktır. Ancak şunu ifade edebiliriz ki bir kısım Arapların böyle bir tepki vermiş olması ihtimali yadsınamaz. Nitekim Dermenghem bu bilginin geçerliliğini gösteren bir dayanak olarak İslam’ın Yahudi ve Hıristiyan dinlerine olan benzerliği ve Kur’an’ın bu iki dini kendine şahit gösterdiğini belirterek yukarıda naklettiğimiz bedevi Arapların yabancı kültürlerle kurdukları kavmiyetçi ilişkiyi hatırlatmaktadır.108 Arapların böyle bir tepkiyi verebilmesinin ardında yatan bir başka saikin de putperest düzeni reddeden bazı kimselerin tecrübelerine vakıf olmaları gösterilebilir. Bunlardan en meşhurları İbn Hişam’ın naklettiği hikâyedeki dört adamdır. Zeyd b. Amr’ın akıl hocalığını yaptığı anlaşılan bu kimseler Mekke’den ayrılarak doğru inancı bulmak amacıyla uzun birer seyahate çıktılar. Putlara tapmayı reddeden bu dört adamdan Varaka b. Nevfel, Abdullah bin Cahş ve Osman b. Huveyris hakikati bulmak için çıktıkları bu yolculuktan Hıristiyanlığı seçerek dönmüşlerdi.109 Bunların akıl hocası gibi duran Zeyd b. Amr b. Nufeyl ise yolculuklarından biri esnasında ölmüştü. Ancak ne var ki içlerinden Osman b. Huveyris’in, Bizans’tan bir fermanla Mekke’ye dönüp kendisinin imparator tarafından Mekke kralı ve imparator naibi ilan edildiğini söylemesi Mekke açısından olumsuz bir durumdu. Çünkü Mekke ve temsil ettiği Hicaz bedevi kültürü yabancı güçlere karşı tarafsızlıktan yanaydı ve temelde hiçbir yabancı gücün etkisi 106 Mustafa Aydın, İslam’In Tarih Sosyolojisi, s.87-88. 107 Dermenghem, Hz Muhammed ve Risaleti, s.102. 108 Dermenghem, Hz Muhammed ve Risaleti, s.102. 109 İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 1/251. 41 altına girmeme eğilimindeydi. 110 Nitekim Osman bu fermanla gelmesine rağmen kendi aşireti dâhil kimse tarafından ciddiye alınmadı ve Mekke’den kovuldu. 111 Sonuç olarak Osman b. Hüveyris üzerinden; düzenin dışına çıkanların Mekke merkezli bedevi kültürü yabancı güçlerin denetimine sokmak gibi bir vaziyetle ortaya çıkmaları tecrübe edilmişti. Buna göre Hz Peygamber (sav) Mekkeliler nazarında mecnun, sihirbaz olmak yanında onlara kral olmak isteyen biri gibi de görünmüş olabilir.112 Kur’an; Kureyşlilerin böyle bir iddiada bulunduğuna dair doğrudan bir aktarımda bulunmuyor. Ancak Hz Nuh kıssasının anlatıldığı Mü’minun suresinin 24.ayetinde Cenab-ı Hak Hz Nuh’a muhalefet edenlerin onun kendi üzerlerinde üstünlük kurmak istediği iddialarından bahsetmektedir. 113 Kavminin Hz Nuh’a yönelttiği bu iddia muhtemeldir ki cılız sesle de olsa Hz Peygamber’e (sav) yöneltilmişti. Buna mukabil Kur’an bütün peygamberleri olduğu gibi Hz Peygamber’i (sav) de sadece bir elçi olarak ve Kureyş ahalisinden kesinlikle bir ücret, karşılık talep etmeyen biri olarak tanıtır. Hz Peygamber (sav) de kendisine makam, mevki sunulan uzlaşma tekliflerine kesinlikle itibar etmemiştir. Dolayısıyla bir kral olma isteği olarak anlaşılacak bir tavır göstermemiştir. Ancak başka bir durum Mekkelileri ve özellikle Kureyş’i yönlendiren baskın grubu, onun yabancı güçlerin denetiminde bir kral olmak istediği düşüncesinden daha fazla etkilemiştir. Hz Peygamber’in (sav) bir kral olmak isteyeceği fikri pek az kişinin aklına gelmiş olabilir ancak başka bir açıdan; özellikle Kureyş’in onun vazettiği dinin toplumun sosyal yapısında nasıl bir karşılığı olduğuyla daha çok ilgilendiğini söyleyebiliriz. Bu durumun anlamını Filibeli Ahmet Hilmi’nin ifadeleriyle şu şekilde aktarabiliriz: 110 Hodgson, İslam’ın Serüveni, s.95. 111 Dermenghem, Hz Muhammed ve Risaleti, s.80-81. 112 Hodgson, İslam’ın Serüveni, s.100. 113 Müminun 24.ayet: “Bunun üzerine, kavminin inkarcı ileri gelenleri şöyle dediler: "Bu, tıpkı sizin gibi bir beşer olmaktan başka bir şey değildir. Size üstün ve hâkim olmak istiyor. Eğer Allah (peygamber göndermek) isteseydi, muhakkak ki melekler gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.". 42 Kureyş’in ileri gelenleri gayet muhafazakâr kimselerdi. Ve düşüncelerinde bir denge hâsıl olmuştu. Ayrıca her kabile başkanının bir menfaati vardı. Bu yeni çağrının yeni bir mezhep değil de tüm mezhepleri iptal eden ve tam manasıyla siyasi ve ictimai yenilik olduğunu hemen anladılar. Bu keyfiyet, Muhammedî dine düşman olmak için yeterli bir sebepti. Bununla beraber Kureyş Hz Muhammed’in hizmetinin ciddiyetini kavramıştı. Biliyordu ki bu Kureyş’e manevi bir üstünlük getirecekti. Ancak bu üstünlük beraberinde Abdulmuttalib’in yetimine boyun eğmek anlamına da geliyordu.114 Abdulmuttalib’in yetimine tabi olmak Kureyş için zor bir işti. Nitekim Ebu Cehil ile ilgili nakledilen bir rivayette, onun niye Hz Peygamber’e tabi olmadığı sorusuna cevap verirken; kendi aşireti ile Beni Haşim arasındaki rekabetten bahsettiğini görüyoruz.115 Başka bir rivayette ise insanlara Hz Peygamber’e (sav) tabi olmayı tavsiye eden Sakifli bir adamdan bahsedilir. Bu kişi insanlara Hz Peygamber’in (sav) beklenen peygamber olduğunu söyleyip ona tabi olmalarını tavsiye etmekte ancak kendisi ona iman etmemektedir. Ona Hz Peygamber’e (sav) niçin tabi olmadığı sorulduğunda; kadınların, Haşim’den bir gence tabi olduğunda kendisiyle alay edecekleri bahanesini öne sürdüğü belirtilmektedir. 116 Bu iki rivayetin de toplumun ileri gelenleri için Hz Peygamber’e tabi olmanın ne anlama geldiğini açıkladığı kanaatindeyiz. İslam, toplumun ileri gelenlerinin şahsî kaprislerine muhatap olmanın yanı sıra toplum üzerinde kurdukları hâkimiyeti de zorluyordu. Yeni bir siyasi ve içtimaî hareket olarak İslam’ın; ilk günlerinden itibaren toplumu idare edenlerin yozlaşmışlıklarına vurgu yapması ve deforme olan ahlaki yapıyı gündeme getirmesi bu durumdan rahatsız olan kimselerin İslam’ı sahiplenmesini sağladı. İslam’ı sahiplenen bu ilk kitle fakir, köle, köksüz olup sistemin zulmüne uğrayan kişilerden 117 veya zengin ancak ahlaki yozlaşmadan uzak duran kimselerden ve 114 Filibeli, İslam Tarihi, 1/152. 115 Ebu’l-Ala el-Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz Peygamber, çev. Ahmed Asrar, Pınar Yay, İstanbul 1983, 1/457. 116 Ümeyye b. Ebi’s-Salt-ı Sakafi. (Asım Köksal, Hz Muhammed ve İslamiyet, İrfan Yay., İstanbul, 1981, 1/118). 117 Mustafa Aydın, İslam’ın Tarih Sosyolojisi, s.84. 43 büyük ailelerin vicdanlı gençlerinden oluşuyordu.118 Bu insanlar Hz Peygamber’in (sav) etrafında toplanıyorlar ve onun sözlerini diğer her sözün üzerinde tutuyorlardı. Ve sayıları arttıkça Kureyş içinde yeni bir toplumsal grup ortaya çıkıyordu. Mustafa Aydın bu grubu şu şekilde tasvir etmektedir: Müslümanlar Mekke toplumunun içinde, bazı sosyal ilişkilere katıldığı halde, henüz tamamen ayrı bir teşkilat olarak şekil almayan ama kendine has değerleri olan bir grup haline geldi. Bu grup, Mekke’nin düzenine şartlı olarak uyuyordu. Ve temelde bir toplumsal farklılık da kendini apaçık hissettiriyordu. Yeni Müslüman olan bir kişi, genel Mekke sitesinden çıkıp müminler sitesine gidip yerleşiyordu.119 Söz gelimi Mekke gibi, içinde var olmak himayelere bağlı olan bir şehirden; bu insanlar Hz Peygamber’in (sav) tavsiyesiyle, dinleri için hicret edebiliyorlardı. Nitekim Kureyş bir heyet göndererek Necaşi’den bu muhacirleri iade etmesini istemeye gittiğinde Müslümanlar aidiyetlerini120 bambaşka bir noktaya taşımış olarak Necaşi’ye sığınmış bulunuyorlardı ve Necaşi de onları bu sebeple iade etmeyi reddetmişti. Müşrikler için Necaşi’nin bu tavrının boykota zemin hazırladığını dikkate alacak olursak; 121 Hz Peygamber’in (sav) yeni teşekkül eden ve Mekke’nin yozlaşmışlıklarına itiraz eden bu grubun lideri olarak ön plana çıktığını ve Kureyş’in bütün dikkatini onu durdurmaya yönelttiğini söyleyebiliriz. 118 Lapidus, İslam Toplumları Tarihi, 1/59. 119 Mustafa Aydın, İslam’ın Tarih Sosyolojisi, s.92. 120 İbnu’l-Verdi’ye göre Habeşistan’a hicret eden hür Müslümanların hepsi, kabilelerinin sağladığı himayeyi kaybetmiş başka bir deyişle Mekke’de korumasız kalmışlardı. (Kasım Şulul, İlk Kaynaklara Göre Hz Peygamber Devri Kronolojisi, s.310). 121 Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/335. 44 3. Boykot Kararının Sebepleri Konumuzun çerçevesi içerisinde son olarak açık davet sürecinin başlamasıyla boykot yılları arasında yaşanan hadiseleri nakletmek istiyoruz. Kaynakların 4.yılın başı olarak verdikleri açık davetin başlaması ile 7.yılda başlayan boykot arasında geçen üç yıllık zaman diliminde boykota doğru adım adım ilerleyen bir süreci ele almış olacağız. Kureyş’in Beni Haşim’e boykot uygulamasının sebebi olarak kaynaklar; Ebu Talib’in Hz Peygamber’i (sav) himaye etmesini, Hz Ömer ve Hz Hamza’nın Müslüman olmasıyla Müslümanların kuvvetlenmesini, Necaşi’nin muhacirleri iade etmemesini ve İslam’ın Mekke dışındaki kabilelerde yayılmaya başlamasını sayarlar.122 Tüm bu durumlar karşısında Kureyş’in önde gelenleri, Hz Peygamber’i (sav) durdurmak için tek çarenin onu koruyan Beni Haşim ve Beni Muttalib aşiretlerini boykot etmek olduğuna ikna olmuştu.123 Nitekim boykotun kaldırılması için tek şart Hz Peygamber’in (sav) öldürülmek üzere kendilerine teslim edilmesiydi.124 Kureyş’in, ilahlarının ayıplanmasına verdiği ilk tepki Ebu Talib’e gitmek olmuştu. Aslında bu tepki, o güne kadar kendileri için gökten haber aldığını söyleyen, aktardığı sözlerin sihir mi, şiir mi, delilik mi olduğu anlaşılamayan 125 Abdulmuttalib’in yetiminin getirdiği sözlerin mahiyetini tam olarak anladıkları anda verdikleri tepkiydi. İbn Sad Ebu Talib’e gidişten hemen öncesinde Kureyş’in durumunu şöyle özetler: Kureyşliler, İslam’ın ortaya çıkışını ve Müslümanların Kâbe 122 Şihabuddin Ahmed b. Abdulvehhab en-Nuveyri, Nihayetu’l-İreb fi fununi’l-edeb, Matbaat-u Daru’l-Kutubi’l-Mısriyye, Kahire 1997, c.XVI s.258; Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/335. 123 Kureyş’e göre bütün sorun Beni Haşim’in Hz Peygamber’i (sav) korumasıydı: bkz Hodgson, İslam’ın Serüveni, c.I s.111; Dermenghem, Hz Muhammed ve Risaleti, s.102. 124 İbn Kesir, el-Bidaye, 1/306. 125 Ebu Bekr Ahmed b. Hüseyin Beyhaki, Delailu’n-Nubuvve, 2/391. 45 civarında oturduklarını gördüğünde (ya da bu durum artık fark edilebilir hale geldiğinde) şaşırdılar ve pişman oldular()ﺳﻘﻂ ﻓﻲ أﯾﺪﯾﮭﻢ.126 Orijinal lafzıyla naklettiğimiz bu ifade sözlükte şaşırmak, pişman olmak anlamlarında verilmektedir. 127 Anlaşılan o ki Kur’an’ın putları doğrudan hedef almasından sonra Kureyş Hz Peygamber’in (sav) tebliğ ettiği ayetlerin kendi düzeni için tehlikesinin farkına vardı. Bunun yanı sıra iman eden insanların şehirde belirginlik kazandığını da fark ettiklerinde önce şaşırdılar sonra da o güne kadar harekete geçmedikleri için pişman oldular. Ebu Talib ile yapılan görüşmelerin tam olarak ne zaman gerçekleştiğini, kaç görüşmenin yapıldığını bilmiyoruz. Ancak bütün rivayetleri göz önüne aldığımızda şöyle bir silsilenin olduğunu söyleyebiliriz: Kureyş, öncelikle Ebu Talib’ten yeğeni ile aralarında hüküm vermesini ve onu dinlerini ayıplamaktan vazgeçirmesini istedi. Bu görüşmede Ebu Talib’e, saygı duydukları bir büyük olarak hitap eden Mekkelileri Ebu Talib’in bazı rivayetlerde geçiştirdiği 128 bazı rivayetlerde de Hz Peygamber’i (sav) çağırarak kavminin eşrafıyla uzlaştırmaya çalıştığı aktarılmaktadır.129 Kureyş Ebu Talib’in yeğenini yaptığı işten men etmesini istemekteydi. Muhtemeldir ki Ebu Talib’in buna verdiği cevap ilk etapta onları geçiştirmek olmuştur. Biz de bunu ifade eden rivayeti temel alabiliriz. Zira Taberi’nin (h.224) nakline göre Kureyş, Ebu Talib’in Hz Peygamber’i (sav) durdurmadığını fark ettiğinde ikinci sefer onun kapısına gitti ve bu sefer Ebu Talib’i tehdit etti.130 Ancak daha sonra Ebu Talib’e yaptıkları bu tehditten pişman olan Kureyşliler eğer Ebu Talib kendileri yüzünden ölürse Araplar tarafından ayıplanacaklarını düşünerek Ebu Talib’in kapısını bir kez daha çaldılar ve bu sefer bir uzlaşı teklif ettiler.131 126 İbn Sad, Tabakat, 1/186. 127 Mevlüt Sarı, El-Mevarid, Bahar Yay, İstanbul 1982; “”ﺳﻘﻂ ﻓﻲ أﯾﺪﯾﮭﻢ. 128 Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/323. 129 Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/324; İbn Sad, Tabakat, 1/187. 130 Belazuri, Ensabu’l-Eşraf, 1/265. 131 Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/324. 46 Ebu Talib bu uzlaşı teklifini; yeğenine bir rivayete göre Kureyş ile beraberken iletmiş 132 bir rivayete göre ise onlardan ayrı olarak iletmişti.133 Bu teklifte Kureyş kendi din anlayışını ortaya koyuyor ve Hz Peygamber’e (sav) eğer kendi ilahlarını tanırsa onların da onun ilahını tanıyacaklarını söylüyorlardı.134 Hz Peygamber (sav) bu teklife ilk rivayete göre karşı bir teklif ile yani Kureyş’e kendilerini Arap ve Acemin mülküne kavuşturacak bir kelimeyi söyleyerek cevap veriyordu. Bu kelime “ ”ﻻ إﻟﮫ إﻻ ﷲidi. Diğer rivayette ise Ebu Talib, müşriklerin teklifini iletip kendisine taşıyamayacağı yük yüklememesini ondan ister. Bunun üzerine Hz Peygamber (sav) amcasının kendisini korumaktan vazgeçtiğini düşünerek güneşi sağ eline ayı da sol eline koysalar vazgeçemeyeceğini söyler ve kendisini korumasa bile yolundan dönmeyeceğini Ebu Talib’e bildirir. Ebu Talib de onu asla bırakmayacağını söyler.135 Müşrikler her iki rivayete göre de kendilerine verilen cevaba son derece öfkelendiler ve birbirlerini ilahlarında sebat etmeye davet ettiler.136 Kur’an da bu hali Sad suresinin ilk ayetlerinde bildirir. 137 Anladığımız kadarıyla bu ifade karşılıklı uzlaşmanın mümkün olmadığını anlayan müşriklerin hareket metotlarını değiştireceklerinin göstergesidir. Nitekim öyle de olmuştur. Müşrikler Ebu Talib’e, boykota yakın bir dönemde ilettiklerini düşündüğümüz, son bir teklifle gelirler. Müşrikler bu sefer yanlarında Mahzum’un parlak gençlerinden birini, Umare b. el-Velid b. el-Muğire’yi getirirler. Ve Ebu Talib’e Hz Peygamber’i (sav) öldürmek için kendilerine teslim etmesini ve karşılığında da Umare’yi diyet olarak kabul etmesini isterler. Ebu Talib ise bu teklifi şiddetle reddeder. 138 Bunun üzerine 132 İbn Sad, Tabakat, 1/186-187. 133 Belazuri, Ensabu’l-Eşraf, 1/265; Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/326. 134 İbn Sad, Tabakat, 1/186; İbn Habban, es-Siretu’n-Nebeviyye, Muessesetu’l-Kutub’il-Sekafiyyeti, Beyrut 1987, s.71-72. 135 Belazuri, Ensab, 1/265. 136 İbn Sad, Tabakat, 1/187. 137 Sad 6.ayet: “Onlardan ileri gelenler: Yürüyün, tanrılarınıza bağlılıkta direnin, sizden istenen şüphesiz budur.”. 138 İbn Sad, Tabakat, c.I s.186; Belazuri, Ensabu’l-Eşraf, c.I s.265; Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/326- 327. 47 Kureyşliler daha da öfkelenmiş olarak oradan ayrıldılar ve bu durum Ebu Talib’in içinde Hz Peygamber’e (sav) bir kötülük yapılacağı endişesini doğurdu. O günün akşamında 139 Ebu Talib Hz Peygamber’i (sav) bulamadı. Ve endişesinde haklı olduğunu düşünüp hızlı bir şekilde Haşim ve Muttalib gençlerini silahlanarak yanında toplanmaya çağırdı. Niyeti, yeğeni öldürülmüşse bu işte kesinlikle parmağı olduğunu düşündüğü Ebu Cehil’i öldürmekti. Bu niyetle yola çıkmışken Zeyd b. Harise’ye rastladı ve ondan yeğeninin sağ olduğunu öğrendi. Ancak ertesi gün her türlü tehlikeye karşı bir tedbir almak için Haşim ve Muttalib gençlerini yine silahlı olarak yanında topladı ve Kâbe’de yeğenini koruyacağını ve ona zarar verenler olursa onlarla iki taraftan biri yok oluncaya kadar savaşacağını ilan etti.140 Müşriklerin Ebu Talib ile yaptıkları görüşmeler bir süreç içerisinde gerçekleşmişti. Müşrikler bir yandan Hz Peygamber’i (sav) Ebu Talib eliyle durdurmak istiyor diğer yanda da zayıf ve güçsüz müminlere işkence ederek hem onu baskı altına almaya hem iman edenleri dinlerinde döndürmeye çalışıyorlardı. İşkence ve baskıların arttığı bu dönemde Hz Peygamber (sav) kendisine dokunulamadığı için ya da başka bir ifadeyle Allah düşmanlarını amcasının eliyle ondan men ettiği için rahattı ancak Müslümanların bu halde devam etmeleri zordu. Bu yüzden onlara Habeşistan’a hicret etme izni verdi. 141 Osman b. Affan’ın zevcesi Hz Peygamber’in (sav) kızı Rukiyye ile yola çıkmasıyla ilk kafile de hareket etmiş oldu. Müslümanlar gizlice ve peyderpey Habeşistan’a doğru yola çıkmaya başladılar. Nihayet Cafer b. Ebu Talib’in de içinde bulunduğu kafilenin ayrılmasıyla muhacir sayısı kimi rivayetlerde 80’i 142 kimi rivayetlerde 100’ü143 bulmuştu. Kureyş için Habeşistan en önemli ticaret pazarlarından biriydi ve oraya kendi dinlerini terk eden hemşerilerinin gitmesi şehrin imajını zedeleyebilirdi. Bu yüzden 139 İbn Sad, Tabakat, 1/187. 140 İbn Sad, Tabakat, 1/187. 141 Taberi, Tarihi’l-Umem, 2/330. 142 Taberi, Tarihi’l-Umem, 2/331. 143 İbn Sad, Tabakat, 1/192. 48 615’te başlayıp tahminen iki senelik bir zaman diliminde gerçekleşen bu hicret hareketi doğal olarak müşriklerin de ilk andan dikkatini çekmiş ancak giden kafileleri yakalamaya müessir olamamışlardı. Hicret süreci peyderpey devam ederken Kureyş’i son derece rahatsız eden bir meydan okuma gerçekleşti. Müslümanlar Hz Ebu Bekir’in teklifiyle Kâbe’ye geldiler ve burada Hz Ebu Bekir’in insanları Allah ve Resul’üne iman etmeye çağırması üzerine büyük bir arbede çıktı ve Hz Ebu Bekir bayıltılana kadar dövüldü. Hadisenin tafsilatını yukarıda nakletmiştik. Ancak meselenin bu noktasında bu meydan okumanın sonrasını anlatmamız gerekiyor. Bu hadiseyi takip eden birkaç gün içerisinde önce Hz Hamza ardından da Hz Ömer Müslüman olmuştu.144 Hz Hamza ve Hz Ömer’in Müslüman olmalarıyla ilgili Fazlurrahman şu değerlendirmeyi yapmaktadır: Hz Hamza ve Hz Ömer’in Müslüman olmaları, İslam’ın durumunu o kadar güçlendirdi ki “Kureyş’e kuvvet bakımından karşı koyacak düzeye erişti” (azzu Qurayşen). Bu durum paniğe kapılan Kureyş’i, Beni Haşim’e boykot ilan etmeye mecbur etti. Fakat iki üç yıl sonra bu da başarısızlıkla sonuçlandı (sanki başarılı olacaklarmış gibi böyle çaresizlik içinde çırpınıp durdular). Bu yeni toplumun üyelerinin çok çetin eziyetlere maruz kalmalarına rağmen Mekkeliler, hatta Yahudilerin de yardımı ile ne Peygamber’i arada bir de olsa içine sürükledikleri tartışmalarda alt edebilmişler, ne de bu yeni dini ezebileceklerini ümit ettikleri bir duruma gelebilmişlerdir. Nitekim zamanla yavaş fakat kararlı bir şekilde Müslüman olanların sayısı arttıkça, İslam gittikçe güç kazanmıştır.145 Öncelikle belirtelim ki kaynakların Hz Ömer ve Hz Hamza’nın ihtidaları ile kazanılan gücün derecesine ilişkin buradaki kadar net ifadeler kullanmış olduklarına rastlamadık. Ancak Sad suresinin 4.ayetinin tefsirinde Bağavi’nin Ebu Talib’e gitmek üzere hazırlanan Kureyş’in Hz Ömer’in Müslüman olmasıyla sıkıntılı bir duruma düştüğü ifade edilmektedir. Ancak bu iki ihtida ile İslam’ın kazandığı gücün Fazlurrahman’ın ifade ettiği “azzu Kureyş” yani Kureyş’e kuvvet yetirecek 144 İbn Kesir, el-Bidaye, 3/229. 145 Fazlur Rahman, Ana konularıyla Kuran, s.230. 49 derecesinde olmasının o günün şartları içerisinde ne kadar mümkün olduğu tartışmaya açıktır. Ancak şurası bir hakikat ki: Hz Ömer ve Hz Hamza; Mekke toplumunun, Hz Peygamber (sav) ve Kureyş ileri gelenleri arasında yaşanan tartışmalara olan tepkisini ciddi olarak etkileyecek iki figürdü. Hz Ömer’den başlayacak olursak; cesareti ve bilgeliği ile meşhur biriydi ve Mekke’nin görece zayıf kabilelerinden Adiy oğullarının146 bir mensubu olmasına karşın Kureyş’in dış dünyadaki temsilcisi idi. Diğer kabilelere ve başka memleketlerin yöneticilerine karşı Kureyş’in onur ve şerefini ilan ederek Kureyş adına görüşmeler yapmak görevi kendisindeydi.147 Bunun yanı sıra İslam’ın en güçlü düşmanlarındandı ve genelin kabul ettiği rivayete göre Hz Peygamber’i (sav) öldürmek niyetini alacak kadar ileri gitmişti bu düşmanlığı.148 Hz Hamza ise karşısında durmak çok büyük cesaret isteyen biriydi. Tüm bunların Mekke için anlamı şuydu: İslam; sadece zayıfların; kölelerin, fakirlerin, toy-genç kimselerin veyahut zengin olmasına karşın etkinliği zayıf kimselerin değil aynı zamanda bilgeliği bizzat düzen koyucularca tescil edilmiş Ömer b. Hattab’ın ve tıpkı Hz Ömer gibi cesareti, savaşçılığı meşhur olan Hamza b. Abdulmuttalib’in de diniydi. Başka bir açıdan bakıldığında kaydedilecek nokta ise Hz Peygamber’in (sav) en kuvvetli düşmanlarından birinin ona iman etmiş olmasıydı. Bu gibi durumlar kitlelerin kanaatlerini belirleyebilecek güce sahiptirler. Nitekim Kureyş ileri gelenlerini ciddi şekilde sarstığını düşündüğümüz iki hadiseyi nakleder kaynaklar. Birincisi Hz Ömer’in Müslüman olduğu gün Hz Peygamber’e (sav) toplu olarak Kâbe’de ibadet etmeyi teklif etmesi hatta buna teşvik edip Müslümanların önünde onlarla beraber Kâbe’ye girmesidir.149 Bundan önce Hz Ebu Bekir’in teklifiyle bir kez daha Kâbe’ye girmiş olan Müslümanlar ciddi bir tepkiyle karşılaşmış ve Hz Ebu Bekir bayılana kadar dövülmüştü. Ancak bu sefer Hz Ömer’i görenler aynı tepkiyi gösterememiş ve Müslümanlar toplu olarak Kâbe’de 146 Adem Apak, “İslam Öncesi Dönemde Mekke İdare Sistemi ve Siyasetinin Oluşumu”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2004, cilt: VIII sy.1, s.193-194. 147 Yaşar Çelikkol, İslam Öncesi Mekke, s.128. 148 İbn Habban, es-Siretu’n-Nebeviyye, s.87. 149 İbn Kesir, el-Bidaye, 3/230. 50 ibadet edebilmişlerdi. Kâbe’nin özelde Mekke; genelde ise cahiliye Arap kültüründeki yerini dikkate aldığımızda göreceğiz ki Müslümanların Kâbe’de topluca ibadet etmeleri ciddi bir meydan okuma anlamı taşımaktadır. Bunda Hz Ömer’in payı büyüktür zira Abdullah İbn Mesud’dan nakledildiğine göre Müslümanların Hz Ömer’in Müslüman olmasıyla Kâbe’de namaz kılmaları mümkün olmuştu.150 İkinci hadise ise Hz Hamza ile alâkalı yukarıda naklettiğimiz Ebu Cehil’i yaraladığı ve Ebu Cehil’in özür dileyerek Hz Hamza’nın üstüne yürümek isteyen Beni Mahzum gençlerini durdurmasıdır. Muhtemeldir ki Ebu Cehil aşiretinin gençlerini durdurmakla, Hz Hamza’nın Beni Mahzum gençleri ile harp ederek daha fazla kahramanlık kazanmasını önlemek istemiştir. Ya da başka bir ihtimal, gerilimin tırmanarak bir çatışma ortamının doğmasından çekinmiştir. Bize göre Ebu Cehil’in bu tavrının sebebi Kureyş toplumunun, yukarıda ifade ettiğimiz gibi, görünürde barış halinde olan aşiretlerinin arasında derinlerde soğumaya terk edilmiş ancak her an canlanabilir fay hatları barındırıyor olmasıydı. Bu fay hatları olası bir çatışma ortamında yeniden canlanarak Hz Peygamber karşısında bir birlik oluşmasını engelleyebilir ve Kureyş, İslam davetiyle mücadele yerine birbiriyle kavga ederek zayıf düşebilirdi. Sonuç olarak Kureyş’in boykot kararı almasının sebepleri arasında sayılan Hz Ömer ve Hz Hamza’nın Müslüman olması; bu gibi sebeplerle Kureyş’i kışkırtmış olabilir ve kaynakların naklettiği manada boykota zemin hazırlamıştır diyebiliriz. Hz Ömer’in Müslüman olmasından sonra Kureyş ileri gelenleri başka bir yolu denemeye karar verdiler. Ve Necaşi’ye Amr ibn As ve Abdullah ibn Muğire vasıtasıyla yüklü miktarda hediye gönderdiler. 151 Bu heyet Necaşi’nin huzuruna çıktığında Mekke’den kaçan isyankârları; dinlerini terk eden ve kendi ilahlarına söven bu topluluğu iade etmesini istediler. Ve Necaşi Cafer b. Ebi Talib’in liderlik ettiği anlaşılan bir grubu huzuruna çağırtır ve Amr b. As, Cafer ve Necaşi arasında 150 En-Nuveyri, Nihayetu’l-İreb, 16/257. 151 Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/335. 51 geçen meşhur muhavere yaşanır. 152 Ve Necaşi inanç olarak kendilerinden çok da farklı olmadığını gördüğü Müslümanları teslim etmeyi reddeder. İbn Sad’ın tabiri ile Kureyş buna son derece öfkelenir ve boykota giden sürecin son tuğlalarından biri de konmuş olur.153 Boykota giden süreci hazırlayan bir diğer durum ise Hz Peygamber’in (sav) panayırlarda Arapları İslam’a davet etmesi ve Araplar arasında İslam’ın yayılmasıydı. 154 Cabiri; özellikle baskı, şiddet ortamının arttığı 6.yıl itibariyle Hz Peygamber’in (sav) yalnızca panayırlarda muhatap bulabildiğini ve panayırların bir anlamıyla Kur’an’ın muhatap kitlesinin Kureyş’i aşarak bütün Arap coğrafyasına şamil hale gelmesi için zemin hazırladığını ifade etmektedir.155 Bu da Habeşistan ile ilgili naklettiğimiz gibi Kureyş için dış dünyada itibarının sarsılması ve kendi içinde çatışma yaşadığı hissinin doğması anlamına geliyordu. Burada yukarıda naklettiğimiz bir bilgiyi; Kureyş’in ticaretinin zarara uğramaya başladığını nakleden Dermenghem’in, bazı Arap kabilelerinin Kureyş’i boykot ettiği noktasındaki aktarımını hatırlatmak istiyoruz.156 Boykot öncesinde gelişen hadiselerin özeti bu şekildedir. Süreci takip ettiğimizde karşımıza çıkan manzara Kureyş’in; Hz Peygamber’in (sav) aşireti tarafından korunuyor olması ve inananların büyük bir kısmının Habeşistan’a hicret etmiş olmalarından dolayı bu şiddetli muhalefetin muhataplarına ulaşamaz hale geldiklerini görüyoruz. Bu sürece İslam davetinin diğer Arap kabilelerine ulaşmaya devam ediyor olması da eklenince boykot, İslam karşıtı hareketin önderleri için kan dökmekten önce başvurabilecekleri son tedbir oluyordu. Boykotla ilgili nakledeceğimiz son birkaç not ile bu bölümü tamamlıyoruz. Çalışmamızın başından itibaren çeşitli vesilelerle İslam karşıtı muhalefetin sınırlı sayıda güçlü ailenin elinde olduğu ve onların menfaatleriyle dinamize edildiğini 152 İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 1/361. 153 İbn Sad, Tabakat, 1/193, “… ﻟﻤﺎ ﺑﻠﻎ ﻗﺮﯾﺸﺎ ﻓﻌﻞ اﻟﻨﺠﺎﺷﻰ ﻟﺠﻌﻔﺮ وأﺻﺤﺎﺑﮫ وإﻛﺮاﻣﮫ إﯾﺎھﻢ ﻛﺒﺮ ذﻟﻚ ﻋﻠﯿﮭﻢ وﻏﻀﺒﻮا ﻋﻠﻰ ”رﺳﻮل ﷲ. 154 En-Nuveyri, Nihayetu’l-İreb, 16/258. 155 Bkz. Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, “Açık Davet” ile “Çağrının Haykırılması” Arasında, 1/7-22. 156 Dermenghem, Hz Muhammed ve Risaleti, s.102. 52 vurguladık. Bu aileler Kur’an ve Hz Peygamber’e (sav) karşı yoğun bir propaganda yapmışlar ve toplum üzerinde zaten var olan baskınlıklarını da kullanarak bisetin 7.yılında Beni Haşim ve Beni Muttalib’i toplumdan izole etmeyi başarmışlardı. Boykotun bitişiyle alakalı rivayetlere baktığımız zaman Kureyş içinde bu kararı vicdanlarına yediremeyen insanların olduğunu görüyoruz. Şartların son derece ağırlaştığı 2.yılın sonlarında; Şib’i Ebi Talib’de açlıktan dolayı ağlayan çocukların seslerinin Mekke’den duyulduğu rivayet edilmektedir. 157 Bu durumu öteden beri kabullenemediği anlaşılan beş kişi Mekke’nin bu utançtan kurtulması için harekete geçmişti. İlginç olan ise bu kişilerin İslam’a düşmanlık eden ileri gelenlerin aşiretlerinden olmalarıydı.158 Bu beş kişi boykotu kaldırmak için bir plan yaptılar. Bu plana göre Kureyş eşrafı Kâbe’de otururken her biri ayrı ayrı oraya gelecek ve Kâbe’yi tavaf ettikten sonra Kureyş eşrafının karşısına çıkıp bu haksızlığı bitirmek kararlılıklarını ilan edeceklerdi. Ve bunu yaparken de hep birden konuşmayacak önce biri başlayıp ona gelen itirazlara bir diğeri cevap vererek beraber olduklarını göstermiş olacaklardı.159 Planı aynen uyguladılar ve özellikle Ebu Cehil ile aralarında geçen tartışmada boykot kararının toplum içinde nasıl algılandığını gösteren bir tespitte bulundular: eğer söz konusu Ebu Cehil’in akrabaları olsaydı böyle bir karar alınmazdı.160 Bu cümleden anlaşılan, Ebu Cehil gibi kimselerin uygulattığı ve taviz verilmemesi için baskı yaptığı bu karar, toplum içinde bir rahatsızlığa yol açmıştı. Ve konu Hz Peygamber’i (sav) aşarak Kureyş aşiretleri arasında bir fitne olarak algılanmaya başlamıştı. Nitekim İbn Hişam’ın naklettiği şiirlerinden birinde, Ebu Talib, Kureyş’i fitnecilere uymakla, akrabalıkları kesmekle ve bildikleri gerçeği inkâr etmekle suçlamaktadır.161 157 İbn Sad, Tabakat, 1/193. 158 Hişam b. Amr b. Rebia, Züheyr b. Ebi Muğire, Mutim b. Adiy, Ebu’l-Bahteri b. Hişam, Zem’a b. el-Esved (Amir, Nevfel ve Esed) İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 2/28. 159 İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 2/27-28. 160 İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 2/27-28. 161 İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 2/7. 53 Hz Peygamber’e (sav) karşı oluşturulan birlik, sonunda belirli kimselerin inadıyla süren bir zulme dönüşmüştü. Bu zulme karşı, ileride Hz Peygamber’i (sav) öldürmek için toplananların arasında göreceğimiz Ebu’l-Bahteri 162 ya da Hz Peygamber’e (sav) Taif dönüşünde himaye veren Mut’im b. Adiy gibi kimseler bir araya gelerek İslam’a dair hiçbir görüş serdetmeksizin hareket etmişlerdi. Kureyş muhalefeti bir yönüyle başarısız olmuştu çünkü Hz Peygamber’i (sav) teslim alamamıştı. Ancak boykotu kaldırmak için çabalayanların İslam’ın doğruluğu ya da Hz Peygamber’in (sav) konumu hakkında bir söylemle değil akrabaları olan insanların çektiği sıkıntıları gündeme getirerek hareket etmeleri özellikle Ebu Talib’in ölümünden sonra Hz Peygamber’i (sav) öldürme planlarının uygulanacağı bir zeminin oluştuğunu göstermektedir. 162 Kasım Abdurrahman es-Süheyli, Ravdu’l-Unuf, tahk. Abdullah el-Menşavi, Daru’l-Hadis, Kahire 2008, 2/335. 54 İKİNCİ BÖLÜM: MEKKÎ SURELERİN KRONOLOJİSİ ve BOYKOT YILLARI Çalışmamızın bu ikinci bölümünde konumuz Mekkî surelerin kronolojik takibi olacaktır. Bu takip, Kur’an metnini hem nüzul zamanı verileri, ayetlerin muhtevası ve üslübu üzerinden hem de boykot öncesi yıllara dair aktardığımız değerlendirmelerimizi karşılaştırmak yoluyla boykot yıllarının Kur’an’daki karşılığına ilişkin bir sonuca varmak için bize bir zemin sağlayacaktır. Mekki surelerin nüzul zamanlarını tespit etme konusunda araştırmacıların önünde pek çok engel bulunmaktadır. Öncelikle zor şartlar altında geçen bir süreç olan Mekke’ye ilişkin kayıtların Medine dönemi kayıtlarına nazaran sayıca az ve bilhassa zamanlamaları tespit etmek için elverişli olmaması bu engellerin ilkidir. Siret kitaplarının da bu 13 yıllık süreyi birbirine benzer rivayetlerle kısa bölümler halinde incelemiş olmaları bu engeli gösteren bir husustur. Medeni surelerde rivayetlerin çokluğu dolayısıyla sadece surelerin değil ayet pasajlarının dahi iniş zamanına ilişkin doğruluğundan emin olduğumuz çıkarımlar yapmak mümkündür. Ancak Mekkî sureler için durum bu şekilde değildir. Sebeb-i nüzul rivayetleri ve surelerin iniş zamanları ile alakalı rivayetlerin ortaya çıkardığı net bir tablodan söz etmemiz mümkün olmamaktadır. Durumu izah etmesi bakımından şöyle bir değerlendirmeyi yapmak ihtiyacını duyuyoruz. Rivayet külliyatı özellikle dönemi yaşayan kimselerin hafızasına bağlıdır. Davet sürecinin Hz Muhammed’in (sav) takipçileri açısından en zor geçen yılları, bizim konu aldığımız Kureyş baskısının giderek sertleştiği ve inananları Mekke’yi terk etmeye zorlayan, bisetin 4. ve 10.yılları arasındaki dönemdi. Dolayısıyla bu yıllarda yaşanan hadiseleri nakletmesi beklenen insanların özellikle boykot yıllarını Mekke’nin dışında geçirmiş olmaları göz önüne alındığında, 55 baskının arttığı ve şiddetlendiği 5.yıldan itibaren yaşadıkları zor şartlar içinde surelerin nüzul zamanlarını hafızalarına kaydetmeleri zordur. Zira anın sıkıntıları içinde surelerin iniş zamanının kaydedilmesine ilişkin bir soruları olması beklenemez. Tasvir ettiğimiz bu ortamın literatürdeki karşılığını görmek adına Mekkî sureler için kaydedilmiş esbab-ı nüzul rivayetlerine baktığımız zaman kronoloji çalışmalarının, önemli bir kaynaktan mahrum olduğunu ifade edebiliriz. Esbab-ı nüzul kitaplarında göze çarpan ilk husus Mekkî surelerin azımsanmayacak bir kısmı için rivayet nakledilmemiş olmasıdır. Hakkında rivayet nakledilmiş surelerde ise kaydedilen hadiselerin yine azımsanmayacak bir kısmının Medine döneminde yaşanan hadiseler olmasını da ekleyecek olursak az sayıda rivayetin dışında bize yardımı dokunabilecek bir kaynağın olmadığını görüyoruz. Benzer bir durumu tarihi zemini incelerken de fark ediyoruz. Siret kitaplarının Mekke dönemine ilişkin sınırlı anlatımları ve az sayıda rivayeti tasnif etme noktasında yetersiz kalmaları söz konusudur. Açık davetin ne zaman başladığı, hangi ayetle başladığı, Hz Peygamber’in (sav) panayırlarda neler yaptığı, hangi dönemde hangi tepkilerle karşılaştığı gibi sorular bu sınırlı tasnif içerisinde cevap bulması güç sorular olmaktadır. Bu noktada bir araştırmacıya düşen, tarihsel akışın nasıl gerçekleşmiş olabileceğine dair bir kurgu oluşturup rivayetleri bu kurgunun içerisine yerleştirmek olacaktır. Aynı durum Mekkî surelerin nüzul zamanlarını ve kronolojisini tespit ederken de geçerlidir. Tarihsel akışı göz önüne alarak bunu takip eden bir nüzul kronolojisi oluşturmak bu nevi çalışmaları tamamlayabilmenin en önemli yolu olarak gözükmektedir. Neticede tarihsel zemini dikkate alan bir çalışmanın öncelikli öngörüsü Kur’an’ın indiği zeminle canlı bir diyalog kurduğu ve metinde bu diyalogun işaretleri olan atıfların bulunacağıdır. Bu öngörü çerçevesinde şekillenen çalışmalar, tarihsel akış ile nüzul kronolojisinin birbirini karşılayacak şekilde değerlendirilmesi amacını gütmektedir. Varılan sonuçlar bu karşılaştırmayla elde edilecektir. 56 Biz araştırmamızın başlangıcından itibaren nüzul zamanlarını tespit etme noktasında hangi kıstasların kullanılabileceğinin, mesaj ve hitap ettiği zemin arasındaki ilişkinin işaretlerini Kur’an metninde nasıl yakalayabileceğimizin yollarını aradık. Bu araştırmamız boyunca dikkatimizi çeken ve kronolojik takip için sebeb-i nüzul rivayetleri ve surelerin nüzulüne ilişkin rivayetler dışında, göz önüne alınabileceğini gördüğümüz hususlar; kavramlar, kıssalar, müşriklere cevap veren ayetler, mücadelenin seyrine ve o an bulunduğu aşamaya işaret eden ifadeler ve benzeri şekilde araştırmacının kendi bakış açısına göre tespit edebileceği hususlardır. Bunlara surelerde ön plana çıkan tartışma konuları ve bu konulara verilen cevapları da ekleyebiliriz. Kronoloji çalışmalarının Kur’an’ın anlaşılması adına sonuç verebilmeleri için bu saydığımız noktalar araştırma konusu yapılabilir ancak bu noktaların incelenmesi surelerin nüzul zamanlarını ve birbirlerine göre sıralarını tespit etmek için yeterli değildir. Surelerin kronolojisini belirleyebilmek adına ele alabileceğimiz bu hususların surelerin nüzul zamanlarına ilişkin sonuç verebilmeleri için bir zemine oturmaları gerekmektedir. Bu zemin, ele alınan kıstaslar incelenirken varılan sonuçların doğru bir zamana atfedilebilmelerini sağlamak için elzemdir. Zira Kur’an metnine baktığımız zaman kullanılan ifadelerin pek çok surede tekrar tekrar geçtiğini ve tartışmaların, kıssaların vs metin içi bağlam çerçevesinde kronolojik tespitler yapmak için elverişli olmayan bir anlatımla aktarıldığını söyleyebiliriz. Kur’an’ın bazı ifadeleri kapalı bazı ifadeleri açık olarak değerlendirilir. Bunlar ulumu’l-Kur’an’da mücmel ve mübeyyen başlığı altında incelenir. Kur’an bazı yerlerde bir konuya kısa atıflarda bulunmakla yetinirken bazı yerlerde bu kapalı ifadeleri açıklamıştır.163 Başlangıçta bu durum araştırmacının elini kolaylaştıran bir konumda görünmektedir. Okuyucu Kur’an’ı sıradan bir metin olarak eline aldığı zaman kapalı ifadelerin önce, açık ifadelerin ise sonra geldiğini düşünebilir. Ya da kıssalarda kendini çok net bir şekilde gösteren bu durumdan hareketle önceki peygamberler ve ümmetleri hakkındaki haberleri benzer şekilde değerlendirerek sureler arasında bir kronoloji oluşturabileceğini düşünebilir. Ancak bizim araştırmamızda ulaştığımız sonuç şudur: Kur’an Hz Peygamber (sav) ile hem inanan 163 Suyuti, el-İtkan, 2/1197. 57 hem de inkâr eden ve hatta iman etmekle etmemek arasında tereddüt yaşayan muhataplarının surenin nüzulü esnasında içinde bulundukları halleri göz önüne alarak; bazı ifadeleri ve kıssaları tekrar etmiş, bazen daha geniş bir şekilde ele alırken bazen de kısaca hatırlatmakla yetinmiştir. Özellikle kıssalardan yola çıkacak olursak önümüze çıkan tabloyu kıssaların kronolojik olarak genişlediğini değil muhataplarının durumuna göre belli şekillerde anlatıldığını söyleyebiliriz. Kur’an’ın en çok yer verdiği Hz Musa kıssasında ya da bazı Mekki surelerde aynı sıra ile tekrar tekrar anlatılan kıssalarda bazı olaylar ön plana çıkarılırken bazı olaylara değinilmediğini görüyoruz. Hz Musa’nın doğumu ve firavunun sarayına girişi, Mısır’dan çıkışı, Medyen’e gidişi, Medyen’den dönüşü, firavunla tartışmaları gibi olaylar farklı surelerde bazısı ön plana çıkarılarak bazısı arka planda tutularak ya da bazısı anlatılıp bazısı anlatılmayarak yer bulmuştur. Bu olaylardan hangisinin anlatıldığına hangisinin anlatılmadığına surenin iç bağlamı göz önüne alınarak bakıldığında muhataplara hangi mesajın verildiği görülecektir. Dolayısıyla surenin indiği zemine ilişkin de bir kanaat hasıl olacaktır. Ancak bahsettiğimiz üzere bu gibi hususlardan hareketle varılan kanaatler belirli bir zeminde ele alınmadıkça surelerin nüzul zamanlamasını ortaya koymak mümkün değildir. Bahsettiğimiz zemin ise öncelikle nüzul ortamının tarih verileriyle şekillendirilecek bir kronolojisi ve surelerin sıralamasına ilişkin bir kurala bağlı olmaktır. Çalışmamızın ilk bölümünde tarih verileri üzerinden bir kronoloji oluşturmuş ve bahsettiğimiz meselenin ilk ayağını tamamlamıştık. Bu bölümde ise bu meselenin ikinci ayağını tamamlayacak ve surelerin kronolojisini belirlemede hangi kıstasları takip ettiğimizi ortaya koymaya çalışacağız. Bunu da surelerin kronolojisini belirlemede bize yol gösteren iki çalışmayı tetkik ederek gerçekleştireceğiz. 58 1. Surelerin Nüzul Zamanları Kur’an araştırmalarında, bahsettiğimiz şekliyle Kur’an’ın nüzul süreci üzerinde duran ve tarihsel zeminle paralellik kuran çalışmalara rastlamak zordur. Ancak bize kaynaklık etmesi bakımından iki önemli çalışma elimizin altında duruyor. Ebu’l-A’la el-Mevdudi’nin Tefhimu’l-Kur’an’ı ve Muhammed Abid elCabiri’nin Fehmu’l-Kur’ani’l-Hakîm: Tefsiru’l-Vadıh Hasebi Tertibi’n-Nüzul isimli çalışmaları; Kur’an’ın nüzul sürecini dikkate alan, surelerin arka planında yer alan hadiseleri değerlendirerek surelerin merkeze aldıkları konuların ve muhtevalarının değerlendirmelerinin yapıldığı çalışmalar olarak önemlidir. Yukarıda bahsettiğimiz, surelerin kronolojisinin belirlenmesiyle ilgili hususları dikkate alan ve surelerin nüzul zamanlarını belirleme noktasında önemli notların bulunduğu bu iki çalışmayı inceleyerek boykot döneminde inen surelerin hangileri olduğuna dair işaretler yakalamak istiyoruz. Bunun için önce Mevdudi’nin nüzul sıralamasıyla ilgili hangi kıstasları kullandığını ve bu kıstaslardan hareketle bizim incelediğimiz dönemde hangi surelerin indiğiyle alakalı tespitlerimizi aktaracağız. Ardından Cabiri’nin çalışması üzerinde aynı incelemeyi yapıp daha sonra iki müellifin görüşlerini karşılaştıracağız. 1.1. Mevdudi’nin Nüzul Sıralaması Değerlendirmeleri Mevdudi, her surenin başında o surenin iniş zamanı ile alakalı notlar kaydetmiştir. Bu notları kaydederken surenin nüzul zamanına ilişkin herhangi bir rivayet varsa önce bu rivayetleri değerlendirmeye almış ve sonrasında surenin muhtevasından hareketle Mekke yıllarında hangi dönemde nazil olabileceğine dair tespitlerini aktarmıştır. 59 1.1.1. Nüzul zamanını Tespit Yöntemi Mekke dönemi ile ilgili rivayetler çok az olduğu için Mekki surelerin iniş dönemlerini tesbit etmek adına surelerin kendilerine veya içten içe verdikleri delillere bakmak gerektiğini ifade eden Mevdudi:164 surelerin tartıştıkları konular, ele aldıkları sorunlar, taşıdıkları üslub, nüzul sebeblerine ve ilgili olaylara doğrudan veya dolaylı telmihler gibi noktalara dikkat çekmiştir.165 Bu noktalardan hareketle surelerin iniş ortamlarına dair çıkarımlar yaparak nüzul zamanını tespit etmeye çalıştığını ifade etmektedir. Tarihsel verileri kullanmak adına Mevdudi, sure muhtevalarından ve rivayetlerden hareketle Mekke yıllarını dört döneme ayırmaktadır. Bu dönemlerin özellikleri şu şekildedir: 166 1) Birinci dönem: Risalet görevinin verilmesi ile başlayıp açıktan davetin başlamasıyla biten ilk 3 yıllık süredir. Bu dönemde mesaj, gizli olarak bazı seçkin kimselere iletiliyordu.167 2) İkinci dönem: Peygamberliğin Mekke’ye ilanıyla başlayıp 2 yıl süren bu dönemde bireysel karşı çıkışlar, alay etme veya ciddiye alma gibi tepkilerle karşılaşılır. Bu dönem yoksul ve zayıf inananlara işkence edilmeye başlanmasıyla biter.168 164 Ebu’l-A’la el-Mevdudi, TEFHİMU’L-KUR’AN - Kur’an’ın Anlamı ve Tefsiri, İnsan Yayınları, İstanbul 1987, 1/462. 165 Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 1/462. 166 Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 1/461. Mevdudi’nin tespit ettiği dönemlerde hangi surelerin inmiş olabileceğine dair değerlendirmelerinden hareketle devam eden dipnotlardaki listeyi hazırladık. Burada sureler arasında belirgin bir sıra yoktur. İlaveten bazı sureler hakkında müellif kesin bir zaman dilimi belirtmemiş ve genel bazı ifadeler kullanmıştır. Hatta Müzzemmil ve Kadir surelerinin iniş zamanını müellifin aktarımlarından çıkarmak imkânsız görünmektedir. 167 Alak, Müddessir, Kalem, Tebbet, Duha, İnşirah, Tekvir, Şems, Leyl, Tin, Zilzal, Âdiyât, Karia, Tekasür, Hümeze, Fil, Kureyş, Kevser, İnfitar, İnşikak, Tarık, Â’lâ, İnsan, Ğaşiye, Mutaffifîn, Nebe, Naziat, Beled, Mürselât, Kıyamet, Nuh, Me’âric, Hakka, Mülk, Abese 168 Kâfirun, Rahman, Tur, Zariyat, Sebe, Sâd, Kâf, Fecr. 60 3) Üçüncü dönem: İşkencelerin başladığı 5.yıldan hüzün yılına kadar süren 5 yıllık bu dönemde ağır işkenceler ve bunaltıcı bir baskı havası giderek artan bir şiddetle kendini gösteriyordu. Habeşistan hicretleri ve boykot yıllarının gerçekleştiği bu süreç 10.yılda sona erdi.169 4) Dördüncü dönem: Onuncu yıldan hicrete kadar süren 3 yıllık bu dönemde panayırlarda Arap kabilelerinden destek arayışı, Taif seferi, müşriklerin sürgün, öldürme planları kurmaları gibi hususlar ön plana çıkmaktadır.170 Genelde Batılı araştırmacılarda görmeye alışkın olduğumuz Mekke’yi dönemlere ayırma fikri, 171 Mevdudi tarafından ciddi bir şekilde ele alınmış görünüyor. Buna göre sürecin tarih ayağını belirgin bir kurgunun içerisine alan Mevdudi ilk 3 yılı gizli davet, sonraki 2 yılı açık davetin başlangıcı olarak kaydetmiştir. İşkencelerin başlamasını bir dönüm noktası olarak alan Mevdudi 5.yıl ile Ebu Talib’in ölmesiyle Hz Peygamber’in (sav) Arap kabilelerden destek talebinde bulunduğu, hakkında suikast planlarının hazırlandığı son 3 yıl arasını ayrı bir dönem olarak almıştır.172 Son 3 yılı ise hicrete hazırlık ve Hz Peygamber (sav) için suikast planlarının yapıldığı bir dönem olarak ayırmıştır ve surelerin nüzul zamanları ile ilgili yaptığı değerlendirmelerde bu dönemi Mekke’nin en sıkıntılı yılları olarak nitelendirerek muhtevasında sert ifadeler olan ve ağır şartlara hitap ettiği düşüncesini oluşturan sureleri bu döneme yerleştirmiştir.173 Mevdudi surelerin nüzul zamanlarını tayin ederken bahsettiğimiz üzere surenin muhtevasından hitap etmiş olabileceği şartları ele alıp bunları kendi tasnifine göre ayırdığı dönemlere yerleştirirken rivayetlerden de yararlanmıştır. Eğer surenin inişi ile ilgili bir rivayet varsa bu rivayete öncelik vermiş ve rivayette anlatılan olayın 169 Burûc, Necm, Kamer, Fatır, Cin, Kehf, Secde, Meryem, Tâ-Hâ, Enbiya, Mü’minun, Furkan, Vakıa, Şuara, Neml, Kasas, Ankebut, Rum, Lokman, Zümer, Fussilet, Şura, Zuhruf, Duhan, Câsiye, Ahkaf, Yasin, Saffat, Felak, Nas. 170 En’am, A’raf, Yunus, Hud, Yusuf, Rad, İbrahim, Hicr, Nahl, İsra, Hac (1-24.ayetler). 171 Detaylı bilgi için Bkz. Esra Gözeler, “Kur’an Ayetlerinin Tarihlendirilmesinde Batılı Yaklaşım”, s.299-316. 172 Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 1/462-463. 173 Bkz. Tefhimu’l-Kur’an; Yusuf Suresi, A’raf Suresi, Yunus Suresi, Hud Suresi nüzul zamanı bilgileri. 61 hangi dönemde olabileceğini düşünerek nüzul zamanı ile ilgili tespitlerinde kullanmıştır. Bunun yanı sıra özellikle birbirlerinin ardından indikleri tefsir kaynaklarınca nakledilen surelerin sırasına riayet etmiş ve nüzul zamanı tespitlerinde bu hususu da dikkate almıştır. Bu durumu kimi zaman surelerin konuları ve üslupları itibariyle birbirlerini tamamlamaları veya birbirlerine benzemeleri yönüyle tahlil ederek yine nüzul zamanı tespitlerinde kullanmıştır. 1.1.2. Mevdudi’ye Göre Üçüncü Dönemde Nazil Olan Sureler Yukarıda naklettiğimiz tasnifinde Mevdudi, işkencelerin ve baskıların başlayıp yoğunlaştığı 5.yıl ile hüzün yılının bitişi olan 10.yıl arasını Mekke’nin üçüncü dönemi olarak almıştı. Bu yıllar arasında gerçekleşen hadiseler Habeşistan hicretleri, Hz Hamza ve Hz Ömer’in iman etmesi, Hz Peygamber’in (sav) davetini Kureyş dışına taşıması ve Beni Haşim ile Beni Muttalip aşiretlerine boykot uygulanmasıdır. Mevdudi bu dönemi ağır işkencelerin ve baskının bunaltıcı bir boyutta kendini şiddetle gösterdiği bir ortam olarak tasvir etmektedir. Haliyle dönemde nazil olan surelerin arka planında da tasvir ettiği bu ortamı okuyup, sureleri yukarıda ifade ettiğimiz diğer hususları da göz önüne alarak bu döneme yerleştirmiştir. Mevdudi orta dönem olarak isimlendirdiği bu üçüncü döneme, ikinci dönemi de kısmen katarak, 32 sureyi yerleştirmiştir. Sayacak olursak Mevdudi’ye göre orta dönemde inen sureler şu şekildedir: Kehf, Meryem, Taha, Enbiya, Müminun, Furkan, Şuara, Neml, Kasas, Ankebut, Sebe, Fatır, Saffat, Sad, Zümer, Mümin, Fussilet, Şura, Zuhruf, Duhan, Casiye, Kaf, Zariyat, Tur, Necm, Kamer, Vakıa, Buruc, Fecr, Beled. Bu sureler Osman mushafından gelen nüzul sıralaması temel alındığında birbirleri ile çok farklı zamanlarda inmiş olduğu anlaşılan surelerdir. Kabul edilegelen nüzul sıralamasına baktığımızda bu surelerin sıralaması şu şekildedir: Fecr(9.sıra), Necm(22), Buruc(26), Kaf(33), Beled(34), Kamer(36), Sad(37), Yasin(40), Furkan(41), Fatır(42), Meryem(43), Taha(44), Vakıa(45), Şuara(46), Neml(47), Kasas(48), Saffat(55), Sebe(57), Zümer(58), Mümin(59), 62 Fussilet(60), Şura(61), Zuhruf(62), Duhan(63), Casiye(64), Zariyat (66), Kehf(68), Enbiya(72), Müminun(73), Tur(75), Ankebut(84). Mevdudi’nin bu değerlendirmesine göre nüzul sıralamasında 9. sure olan Fecr suresiyle başlayıp, kaynaklara göre 87 surenin indiği Mekke’de,174 84. sırada olan Ankebut suresine uzanan bir liste söz konusudur. Burada Mevdudi’nin sureler arasında kesin bir kronoloji oluşturmaya çalışmadığını ancak yukarıda aktardığımız yöntem içerisinde surelerin inmiş olabileceği ortamı/şartları ve bu ortamın/şartların 13 yıllık Mekke döneminde nereye tekabül edebileceğini işaret ediyor olduğunu belirtelim. Fakat bizim kendi çalışmamız açısından önemli olan; surelerin hitap ettikleri ortamı/şartları yine sureler arasında bir kronolojiyi de belirleyebilecek şekilde tespit etmektir. Yöntemi itibariyle Mevdudi’nin, rivayetler ve tarihsel verilerle sure muhtevalarını karşılaştırarak sureleri tasnif ettiğini belirtmiştik. Yukarıda isimlerini verdiğimiz ve Mevdudi tarafından Mekke’de 3.döneme yani bisetin 5. ve 10.yılları arasına yerleştirilen sureleri hangi gerekçelerle bu şekilde tasnif ettiğini kısaca değerlendirmek istiyoruz. Müellifin rivayetleri temel alarak orta döneme yerleştirdiği sureler genel olarak bu sureler hakkında varid olan sebeb-i nüzul rivayetlerini Mekke döneminin şartlarına/ortamına uyarlayarak çıkarımda bulunduğunu görüyoruz. Bunlardan Fussilet suresi ile ilgili yorumu dikkat çekicidir. Bu surenin ilk 13 ayetiyle alakalı olarak nakledilen Utbe b. Rebia’nın Hz Peygamber’e (sav) meşhur teklifine cevaben Hz Peygamber’in (sav) bu ayetleri okuduğu rivayetini ele alan Mevdudi; böyle bir teklifin Hz Hamza’nın iman etmesi ile paniğe kapılan müşriklerin büyüyen tehlikeyi önlemek maksatlarını taşıyan bir girişim olabileceğini ifade etmektedir. Surenin Hz Ömer’in iman etmesinden önce indirildiğini ifade ederken de zımnen müşriklerin Hz Ömer’in ihtidasıyla uzlaşma teklifleri yerine daha ağır bir baskı uygulamayı tercih ettiklerini ifade etmiş olmaktadır. 175 174 İzzet Derveze, Kur’an’a Göre Hz Peygamber’in Hayatı, çev. Mehmet Yolcu, Yöneliş Yay, İstanbul 1989, 2/135. 175 Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 4/168. 63 Surelerin nüzul zamanlarını tespit etmek noktasında Mevdudi’nin, sadece bir takım hadiseleri içeren rivayetlerle değil aynı zamanda özellikle İbn Abbas’tan gelen surelerin ardıllığına ilişkin rivayetleri de değerlendirmeye aldığını görüyoruz. Burada Taha suresinin Hz Ömer’in iman etmesiyle alakalı meşhur rivayeti176 konu alan yazar sureyi orta döneme bu şekilde yerleştirirken İbn Abbas’tan gelen Taha-Vakıa-Şuara surelerinin ardı ardına indikleri rivayetini 177 naklederek bu sureleri bu döneme yerleştiriyor. Benzer bir şekilde yine İbn Abbas kaynaklı Şuara-Neml-Kasas surelerinin ardı ardına indikleri rivayetini178 de ekleyerek bu beş sureyi orta döneme 5.yıl ve 6.yıl içerisine yerleştiriyor. Son olarak kesin bir zaman vermese de Habeşistan’a hicret etme niyetinde olan Cafer b. Ebi Talib ve arkadaşları için Zümer suresinin 10.ayetinin indiğini nakleden Mevdudi; 179 Zümer’in ardından Mümin suresinin indiğini bildiren rivayeti180 de ekleyerek bu iki sure arasında bir ardıllık olduğunu beyan ediyor. Necm, Kamer, Sad, Furkan, Meryem ve Zümer surelerini kaynakların naklettiği rivayetler çerçevesinde yine bu döneme yerleştiren Mevdudi, ifade ettiğimiz üzere nakledilen rivayetler ile Mekke yıllarına ilişkin kendi tasnifi arasında bir karşılaştırma yaparak tespitlerini ortaya koyuyor. Yukarıda isimlerini saydığımız diğer 18 surenin ise muhtevalarından hareketle bu dönemde inmiş olabileceğini beyan eden Mevdudi; surelerin muhtevaları ve ele aldıkları konular itibariyle arka planlarında şiddet, işkence, işkencenin henüz başlamış olması, şiddetli muhalefetin olması ancak şiddetin başlamaması şeklinde işaretler arıyor. Bu surelerin hepsine dair bir değerlendirme yapmayacağız ancak Ha-Mim surelerinin özel durumlarından bahsetmek istiyoruz. Mevdudi’nin değerlendirmesine göre Mümin, Fussilet, Şura, Zuhruf, Duhan ve Casiye sureleri muhteva itibariyle birbirlerinin ardınca inmiş olduğu izlenimini vermektedirler. Bu değerlendirmeyi Mümin suresinin Zümer suresinden sonra indiği 176 İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 1/370; Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 3/217. 177 Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 4/9. 178 Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 4/73. 179 Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 5/89. 180 Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 5/123. 64 rivayeti ve Zümer suresi 10.ayetin ikinci Habeşistan hicretinden önce indiği rivayeti ile beraber düşündüğümüz zaman hemen hemen boykot yıllarına yakın bir yere baktığımızı söyleyebiliriz. Tefhimu’l-Kur’an’da konumuz çerçevesine giren kesitiyle surelerin nüzul zamanlarına ilişkin aktaracağımız notlar bu şekildedir. Mevdudi Mekke’yi dönemlere ayırırken klasik dönem tefsirlerde, araştırdığımız kadarıyla, göremediğimiz bir bakış açısını sunmaktadır. Bir süreç içerisinde Hz Muhammed (sav) ve muhalifleri arasında yaşanan mücadelenin; çeşitli kırılma noktaları olduğu ve giderek artan bir şiddetle sonuçta Müslümanların Mekke’deki varlıklarını, geçici bir süre için de olsa tamamen silecek bir boyuta taşındığını okuyoruz. Burada gizli davet süreci, açık davet ve muhalefetin başlaması, şiddetin başlaması ve yoğunlaşması, öldürme planları ve hicret hazırlığı gibi ifadeler Mevdudi’nin dört döneminin ana hatlarını belirtmektedir. Mekke yıllarını dönemlere ayırma noktasında Mevdudi’nin; gerilimin tırmanışını doğrusal olarak takip ettiğini ve son aşaması suikast planı olan bir okuma yaptığını görüyoruz. Biz çalışmamızın ilk bölümünde Mekke’de Hz Muhammed (sav) ve Kureyş ileri gelenleri arasındaki mücadelenin takriben 4.yıldan başlayarak nasıl bir gelişim seyri izlediğini değerlendirmiştik. Mevdudi’nin burada bahis konusu ettiğimiz bakış açısını kendi değerlendirmelerimiz ile karşılaştırdığımız zaman şu notu eklemek gereğini duyuyoruz: Mevdudi tasvirleri itibariyle klasik kaynakların sundukları verileri ele alarak isabetli bir tablo ortaya koymuş olsa da kendi tasnifine göre üçüncü dönem ile son dönemi birbirlerinden ayırırken bir noktayı gözden kaçırmıştır. Boykot yılları öncesinde yani 4. ve 7.yıllar arasında müşriklerin muhalefetleri; Mevdudi’nin, boykot sonrası yıllar için düşündüğü kadar sertti. Ve Hz Muhammed’e (sav) yönelik öldürme planları ilk bu yıllarda yapılmaya başlanmıştı. Nitekim Ebu Talib ile görüşmelerde aktardığımız kronolojide son halkayı; müşriklerin Hz Peygamber’i (sav) öldürmek üzere peşinen bir diyet teklifinde bulundukları görüşme oluşturmaktadır. Nüzul sıralamalarında orta sıralarda bulunan Hud, Yunus, Yusuf, Hicr, En’am, A’raf gibi sureler özellikle yoğun içerikleri ve Hz Muhammed (sav) aleyhinde planların olduğuna dair işaretlerin bulunması gerekçesiyle Mevdudi 65 tarafından Mekke’nin son yıllarına yerleştiriliyor. Bu yorumundan dolayı; Mevdudi’nin nüzul sıralamasına Taha suresiyle başlayan ve Kasas suresine kadar giden aradaki paralel duruşu Kasas suresinden sonra gelen İsra, Yunus, Hud, Yusuf surelerinde bozuluyor. Ancak Mevdudi’nin boykot sonrası şartlarla ilgili değerlendirmelerinin hemen hemen boykot öncesi için de geçerli olduğunu düşünecek olursak bu sureleri sadece son yıllarda değil orta dönemde de inmiş varsayabiliriz. Nitekim bu konuyu Cabiri’nin nüzul sıralaması ile ilgili değerlendirmelerimizi aktardıktan sonra iki müellifi karşılaştırırken tekrar ele alacağız ve Cabiri hakkındaki değerlendirmelerimizle beraber daha net bir şekilde ortaya koyma imkânı bulmuş olacağız. 1.2. Muhammed Abid el-Cabiri’nin Nüzul Sıralamasını Tespit Yöntemi Sureleri nüzul sıralamasına göre okuyup tefsir etme yönteminin son örneklerinden birini kaleme alan Muhammed Abid el-Cabiri, Fehmu’l-Kur’an: Tefsiru’l-Vadıh Hasebi Tertibi’n-Nuzul isimli tefsirinde sureleri nüzul tertibine göre sıralayarak tefsir etmiştir. Bu çalışmasında müellif; nüzul sırasına göre tefsir usulüne önemli bir katkı sunarak nüzul sürecinin Kur’an’ın muhteva, üslup ve surelerin merkeze aldıkları konular itibariyle takibini yaparak eserini yazmıştır. Nüzul sürecinin tarihsel akışı ile nüzul sıralamasını birlikte izleyerek surelerin tefsirlerini yaparken Cabiri surelerde işlenen konuların, Hz Peygamber’e (sav) verilen emir ve tavsiyelerin, müşriklere, ehl-i kitaba yönelik değerlendirmelerin vs. surelerin inmiş oldukları zaman diliminde ne gibi durumlara tekabül ettiği noktasında değerlendirmelerde bulunmuştur. Bunun yanı sıra sureleri bölümlere ayırarak her bir bölümü konularını belirtecek şekilde başlıklar altına almıştır. Tefsirlerde görmeye alışık olmadığımız bir yapıya sahip olan bu tefsir çalışmasının yapısına ilişkin son bir notu daha ekleyerek müellifin nüzul sıralaması ile ilgili tespitlerini ele alacağız. Cabiri bildiğimiz anlamda bir tefsir çalışmasından ziyade ana uğraşı, surelerin muhteva ve üslupları ile indikleri dönemin şartlarını karşılaştırmak olan ve yeri 66 geldikçe felsefi ve kelami tartışmalarla ilgili görüşlerini beyan ettiği bir eser ortaya koymuştur. 1.2.1. Nüzul Zamanını Tespit Yöntemi Cabiri de Mevdudi gibi Mekke’yi dönemlere ayırarak işe başlamaktadır. Ancak Mekke yıllarını daha derin bir şekilde tetkik ederek altı merhaleye ayırmıştır. Bu altı merhaleyi nüzul ortamının şartları ve nüzul sıralamasını temel alarak surelerin muhtevalarını karşılaştırmak suretiyle isimlendirmiştir. Her bir merhalenin ismi o merhalede inen surelerin ana teması esas alınarak koyulmuştur.181 1) İlk merhale “nübüvvet rububiyet ve uluhiyet”182 2) İkinci merhale “diriliş, hesap ve kıyamet”183 3) Üçüncü merhale “şirk eleştirisi”184 4) Dördüncü merhale “daveti haykırma ve kabilelerle iletişim”185 5) Beşinci merhale “Hz Peygamber ve ehlinin Ş’ib-i Ebi Talib’de muhasara edilmesi ve Müslümanların Habeşistan’a göçü”186 6) Altıncı merhale “muhasara sonrası: kabilelerle iletişim ve Medine’ye hicrete hazırlık”187 181 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/15; 2/105. 182 1-Alak (1-5.ayetler), 2-Müddessir (1-10.ayetler), 3-Mesed (Tebbet), 4-Tekvir, 5-A’lâ, 6-Leyl, 7- Fecr, 8-Duhâ, 9-İnşirah, 10-Asr, 11-Âdiyât, 12-Kevser, 13-Tekâsûr, 14-Maûn, 15-Kâfirûn, 16-Fil, 17Felak, 18-Nas, 19-İhlâs, 20-Fatiha, 21-Rahman, 22-Necm, 23-Abese, 24-Şems, 25-Burûc, 26-Tîn, 27Kureyş. 183 28-Karia, 29-Zilzal, 30-Kıyamet, 31-Hümeze, 32-Mürselât, 33-Kâf, 34-Beled, 34-Alak (6- 19.ayetler), 34-Müddessir (11-56.ayetler), 35-Kalem, 36-Tarık, 37-Kamer. 184 38-Sad, 39-A’raf, 40-Cin, 41-Yasin, 42-Furkan, 43-Fâtır, 44-Meryem, 45-tâhâ, 46-Vakıa, 47- Şuara, 48-Neml, 49-Kasas, 50-Yunus, 51-Hûd, 52-Yusuf. 185 53-Hicr, 54-En’am, 55-Saffat, 56-Lokman, 57-Sebe. 186 58-Zümer, 59-Mü’min, 60-Fussilet, 61-Şura, 62-Zuhruf, 63-Duhan, 64-Casiye, 65-Ahkaf. 67 Cabiri, bu altı merhaleyi ortaya koyarken Mekke yıllarında Hz Peygamber (sav) ve muhalifleri arasında yaşanan mücadelenin kronolojisini merkeze almaktadır. Özellikle üçüncü merhaleden itibaren nüzul sürecinin artan şiddet ve gerilimi karşısında Hz Peygamber (sav) ve takipçilerinin durumunu göz önüne alan ve bilhassa Allah’ın elçisine yönelik emir ve tavsiyelerini bu gidişat üzerinden okumaktadır. Cabiri, bir önceki kısımda ele aldığımız, Mevdudi’nin yönteminden çok temel bir noktada ayrılıyor. Mevdudi, ifade ettiğimiz üzere, Mekke’de kendi tasnifine göre oluşturduğu dönemlerin şartları ile surelerin gerek rivayetler gerekse de muhteva ve konuları üzerinden bir karşılaştırma yaparak Mekke’deki dört dönem içerisinden hangisinde inmiş olabileceklerine dair bir değerlendirmede bulunarak surelerin iniş şartlarına ilişkin kati olmayan sonuçlara varıyordu. Fakat sureler arasında bir kronoloji oluşturmuyordu. Mevdudi’ye göre Mekki sureler; gizli davet dönemi, sözlü muhalefet dönemi, işkence ve baskı dönemi ile hicret öncesi dönemden birinde inmiş olmalıydı. Buna karşın hangi dönemde ne kadar sure bulunduğu, surelerin birbirlerine göre sıralamasının nasıl olacağına ilişkin bir tahlilden söz edemiyoruz. Cabiri ise surelerin kronolojisine ilişkin tespitlerini tefsirinin merkezine koyarak ilerliyor ve surelere ilişkin değerlendirmelerini bu kronolojiye göre şekillendiriyor. Ve aslında tefsir kabilinden alabileceğimiz yorumlarını bu kronolojiden vardığı sonuçlar çerçevesinde ortaya koyuyor. Cabiri tefsirini nüzul sıralamasına göre yazarken bazı surelerle alakalı vardığı sonuçlardan hareketle yaptığı değişiklikler dışında bilinen nüzul sıralamasının dışına çıkmamıştır. Bu husus onun nüzul zamanını tespit yönteminde vurgulanması gereken ikinci önemli husus olmaktadır. Buna göre Cabiri surelerin nüzul zamanlarını Osman mushafından gelen nüzul sıralamasına, birkaç değişiklik dışında, sadık kalarak tespit etmektedir. 187 66-Nuh, 67-Zariyat, 68-Ğaşiye, 69-İnsan, 70-Kehf, 71-Nahl, 72-İbrahim, 73-Enbiyâ, 74- Mü’minun, 75-Secde, 76-Tûr, 77-Mülk, 78-Hakka, 79-Me’Âric, 80-Nebe, 81-Nâzi’ât, 82-İnfitâr, 83İnşikak, 84-Müzzemmil, 85-Rad, 86-İsra, 87-Rum, 88-Ankebut, 89-Mutaffifîn, 90-Hac. 68 Ancak her sure için bu sıralamayı takip etmek mümkün olmamaktadır. Nitekim Cabiri dönem şartları üzerinden surelerin muhteva ve üsluplarının nasıl olması gerektiğine dair düşüncelerini bazı surelerin sıralamadaki yerlerini değiştirirken ön plana çıkarmaktadır. Buna göre Kalem, Müzzemmil ve Fatiha surelerini nüzul sıralamasında durdukları yerden epeyce geriye atmaktadır. Cabiri’ye göre bu sureler muhtevaları itibariyle ilk yılların sureleri değildi. Fatiha suresi ancak İhlas suresinden sonra,188 Kalem suresi ise ancak ikinci merhalede inmiş olabilirdi. 189 Buna ilaveten nüzul sırasında Mekki sureler arasında ortada bir yerde duran İsra suresi ise İsra olayının zamanlamasından dolayı Cabiri tarafından son merhalede gösterilmektedir.190 Bu birkaç yer değiştirmenin hangi gerekçelerle yapıldığını eseri eline alan bir okuyucu rahatlıkla görebilir ancak biz konuyu uzatmamak adına sadece birkaç örnek aktarmakla yetiniyoruz. Cabiri’nin yöntemi ile alakalı bahse değer son konu onun rivayetlerden nasıl istifade ettiği meselesidir. Tarih kaynaklarının siret bölümlerinde aktardıkları hadiseler ve tefsir rivayetlerinden okuduğu tabloyu karşılaştırarak öncelikle yukarıda aktardığımız birkaç örnek dışında nüzul sıralamasını bozmamaya özen gösterdiğini söyleyebiliriz. Mesela Kamer suresi Şakk-ı Kamer hadisesinden dolayı kimi kaynaklarda 9.yıla 191 kadar yerleştirilmektedir. Cabiri ise sureyi Sad suresinin öncesindeki yerinde tutarak takriben 4.yılın başlarında bir yere getirmektedir.192 Bu konuda dikkate değer bir diğer örnek de Fussilet suresi ile alakalıdır. Fussilet suresi örneğini dikkate değer kılan husus Mevdudi’nin rivayet anlayışı ile Cabiri’nin rivayetlere bakışını karşılaştırma fırsatı vermesinden gelmektedir. Mevdudi ile ilgili aktarımlarımızda bahsettiğimiz üzere Fussilet suresinin ilk 13 ayetiyle alakalı rivayetten hareket eden Mevdudi, bu surenin Hz Hamza’nın Müslüman olmasından sonra ve Hz Ömer’in Müslüman olmasından önce inmiş 188 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/101. 189 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/205. 190 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/419. 191 Mustafa İslamoğlu, Kur’an Surelerinin Kimliği, Akabe Vakfı Yay., İstanbul 2011, s.368. 192 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/219. 69 olabileceğini ifade ediyordu. Hatırlayacak olursak bu rivayette Utbe b. Rebia Hz Peygamber’e (sav) servet, mevki gibi tekliflerde bulunmuş o da cevaben bu surenin ayetlerini okumuştu. Mevdudi de bu diyalogdan hareketle surenin henüz müşriklerle Hz Muhammed (sav) arasında diyalog kurulabilen bir ortamda inmiş olabileceğini beyanla 5.yıla işaret etmişti. Cabiri de surenin tefsirinde bu rivayeti gündeme getiriyor. Ancak diğer surelerde de yaptığı gibi sebeb-i nüzul rivayetlerinin önemli bir kısmında göze çarpan bir husus olarak; rivayetlerin, özellikle Mekki surelerde, çoğunlukla hafızalarda yer almış hadiselerle eşleştirildiklerini ifade ediyor. 193 Bu durum özellikle Mekki olduğu ittifakla kabul edilen surelerle ilgili neden Medeni olayların sebeb-i nüzul rivayeti olarak aktarıldığını açıklamaktadır. Hatta artık Kur’an çalışmalarında Mekki surelerin içindeki Medeni olduğu kabul edilen ayetlerin; rivayetlerin sahabeler tarafından olaylarla eşleştirilmesi yorumuyla ve ayetlerin sure içi bağlamlarından hareketle Mekki oldukları sonuçlarına da ulaşılmaktadır. Nitekim burada hususiyetle vurgulamak gerekir ki Cabiri Mekki surelerin Medine de olduğu gibi parça parça ve eş zamanlı indirilmediklerini bir surenin bitişinden sonra diğer surenin inmeye başladığını belirterek surelerin nüzul bakımından tek parça olduklarını ifade etmektedir. 194 Bu değerlendirme haliyle Mekke için kronoloji çalışmalarını dönemde inen ayetleri değil sureleri aramak şeklinde yönlendirmektedir. Cabiri nüzul sürecini belirli bazı kırılma noktalarından hareketle ele almıştır. Bu kırılma noktalarından ilki Kur’an’ın açıkça şirk eleştirisine başlamasıdır. Şirk eleştirisi ya da tarih kaynaklarının ifadesi ile vahyin ve Hz Muhammed’in (sav) müşriklerin putlarını açıktan ayıplamaya başlaması Mekke’de Kur’an’a yönelen muhalefetin bir kırılma yaşarak zaman içerisinde siyasal bir boyut kazanmasını ve müşrik ileri gelenlerin bayraklaştırdığı bir din ve kimlik meselesine dönüşmesinin yolunu açmıştı. Cabiri bu nedenle Sad suresi ile başladığını ifade ettiği bu merhaleden itibaren karşılıklı din savaşına dönüşen bir sürecin ilerlediğini 193 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/137. 194 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/20. 70 söylemektedir.195 Buna göre Kur’an mesajında; muhtevası ve üslubu itibariyle o güne kadar ahiret ve diriliş merkezli anlatımın yerini putların batıllığını ilan ve müşriklerin din konusundaki iddialarına cevap vermenin aldığını ifade etmektedir.196 Cabiri; Muhammedî davetin bu üçüncü aşamasında Kur’an’ın yoğunlaştığı tevhid meselesinin Mekke/Kureyş’e yöneltildiğini ifade etmektedir.197 Kur’an, sahip oldukları ticari ve dini konum nedeniyle bütün Arap ülkesinin liderliğini elinde bulunduran Kureyş Araplarının dilleri ile inmişti. Ve onlara hitap etmekte olduğu için, bu tevhid söylemi de Muhammedî daveti ticari çıkarları için tehlike olarak gören ve kâh alay ederek, kâh insanları ona karşı provoke ederek, kâh inananlara fiziksel baskılar yaparak bu daveti yok etmeye çalışan müşriklere idi.198 Müşriklerin bu yok etme çabası karşısında onlarla yoğun bir tartışma içine giren Kur’an; bir yandan müşriklerin sürekli gündeme getirdikleri meselelere cevap verirken diğer yandan hem Hz Muhammed’i (sav) ve inananları bu zor şartlar altında şüpheye, yılgınlığa kapılmaktan alıkoyup hem de bu mücadeleyi başarılı bir şekilde verebilmeleri için tavsiyelerde bulunuyordu. Buna ilaveten geçmişin örnekliklerinin yoğun bir şekilde anlatımıyla bilhassa Hz Muhammed (sav) teselli ve teskin ediliyordu. Cabiri’ye göre Mekke’de mücadele sürecinin bir diğer kırılma noktası Hz Muhammed’in (sav) Arap kabileleri ile iletişim kurmasıydı. Tarih kaynaklarının naklettiğine göre çok erken zamanlarda Hz Peygamber (sav) hac ve panayırlarda Arap kabileleri ile temas kuruyor ve tebliğ faaliyetini sürdürüyordu. Ancak Cabiri’ye göre Kureyş müşriklerinin davete olan tutumlarının giderek daha da katılaşması ve aşılamaz bir inatla reddediyor olmaları dolayısıyla Allah; elçisine kendisine emredileni haykırmasını ve müşriklerden yüz çevirmesini emretti (Hicr 94). Burada neden hem daveti haykırmanın hem de müşriklerden yüz çevirmenin aynı anda emredilmesinin ilk bakışta anlaşılamadığını söyleyen Cabiri; aslında bu emrin yeni 195 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/472. 196 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/241. 197 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/472. 198 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/472. 71 bir rota çizdiğini ve kendilerinde umut kalmayan Kureyş müşriklerinin yerine davetin diğer Arap kabilelerine tebliğ edilmesinin emredildiğini ifade etmektedir.199 Ayeti bu şekilde anlayacak olursak Kur’an’ın zaman zaman değişik muhatap kitlelerine odaklandığını ve Kur’an’da tekrar edilen hususların da aslında bir tekrar olmadıklarını anlayabileceğimizi söyleyebiliriz. Nitekim müellifin ifadeleri de bu yöndedir. 200 Bununla beraber Cabiri Hicr suresinden sonra gelen En’am, Saffat, Lokman, Sebe surelerinde işlenen konuların da sadece Kureyş değil hemen hemen tüm Arap kabilelerinin kültürünü kapsayan bir şekilde ele alındığını ifade ediyor.201 Nitekim bu sureler Cabiri tasnifinde boykottan hemen önce gelen dördüncü merhalenin sureleri olmaktadır. Nüzul sırası listesini takip ettiğimizde bir sonraki merhale olan boykot döneminde, Cabiri’ye göre, hangi surelerin indiğini görebiliriz. Cabiri nüzul sıralaması içerisinde Sad suresinden Ahkaf suresine kadar 27 surenin arka planında yukarıda aktardığımız durumu okumaktadır. Nitekim bu sureler Mevdudi’nin orta dönem olarak ifade ettiği zaman dilimine, hemen hemen 4.yıl ile 10.yıl arasına rastlamaktadır. Çalışmamızın ana başlığı itibariyle bizi ilgilendiren dönem ve Cabiri’nin tespitine göre bu dönemde nazil olan sureler bu 27 sure arasında görünmektedir. 1.2.2. Cabiri’ye Göre Boykot Döneminde Nazil Olan Sureler Muhammed Abid el-Cabiri; Mevdudi’nin aksine surelerin inişiyle ilgili ortaya koyduğu net tabloda sureleri indikleri yıllar itibariyle tespit ediyor ve bu yılların şartlarına göre sureler hakkında değerlendirmelerini aktarıyor. Biz çalışmamızın nihai amacı olarak boykot döneminde inen ayetleri tespit etmek ve dönemin şartları üzerinden ayetlerin tefsirlerini değerlendirmek istiyoruz. Tefsir kaynakları ve sair Kur’an çalışmaları içerisinde bu döneme hangi ayetlerin indiği ile alakalı yapılmış herhangi bir çalışmaya rastlamış değildik. Ancak Cabiri’nin tefsirini incelediğimizde 199 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/14. 200 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/104. 201 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/104. 72 kendisinin boykot yıllarını Mekke’de ayrı bir dönem/merhale olarak aldığını ve bu dönemde inmiş olan sureleri tespit ettiğini gördük. Cabiri’ye göre bu merhalenin sureleri sırasıyla Zümer, Mümin, Fussilet, Şura, Zuhruf, Duhan, Casiye ve Ahkaf sureleridir. Cabiri’nin bu tespiti, kendi yöntemi üzerinden vardığı bir sonuç olarak belirli dayanaklara sahiptir. Bu dayanaklar surelerin hem kronolojilerini hem de nüzul zamanlarını belirlemek açısından yadsınmayacak dayanaklar olarak bizce de bu gibi çalışmalarda istifade edilebilecek bir usul ile ortaya çıkmış görünmektedir. Sırasıyla belirtecek olursak Cabiri boykot döneminde nazil olan sureleri rivayetlerden, muhteva analizinden ve nüzul sıralaması üzerinde uyguladığı zamanlama ile tespit etmiştir. Zümer suresinin 10.ayetiyle ilgili rivayetten Mevdudi’nin nüzul zamanları ile ilgili tespitlerini aktarırken bahsetmiştik. Bu ayette geçen “Allah’ın arzı geniştir” ifadesi Cafer b. Ebi Talib ve arkadaşlarının Habeşistan’a hicret etme niyetleri üzerine inmiş olarak rivayet edilmektedir. Cabiri; bu rivayeti ikinci Habeşistan hicretinin boykotun başlamasından sonra olduğu şeklindeki yorumunun üzerine koyarak boykotun başlamasıyla birlikte bu ayetin geldiğini ve Hz Muhammed’in (sav) Ş’ib-i Ebi Talib’e çekilmesinin ardından Mekke’de kalan Müslümanların hicret ederek güvenli bir yere gitmelerini sağladığını ifade etmektedir.202 Esasen bu yorum Zümer suresinin zamanlamasını belirlemek ve boykot yıllarının en azından arifesinde inmiş olduğunu söyleyebilmek için yeterli görünmektedir. Diğer yedi sureyi boykot dönemine yerleştirmek için lazım olan dayanak ise surelerin ardıllığına ilişkin rivayetler ve muhtevalarına dair, müellifin, değerlendirmeleri olmaktadır. Rivayete göre Mümin suresi Zümer suresinin ardından indirilmiştir. Başka bir rivayete göre de yedi Ha-Mim suresi olarak adlandırılan Mümin, Fussilet, Şura, Zuhruf, Duhan, Casiye ve Ahkaf sureleri bir arada indirilmiştir. 203 Dolayısıyla Habeşistan hicreti ile boykot yıllarının başında indiği görülen Zümer suresinin ardından yedi Ha-Mim suresi inmiştir diyebiliriz. Ancak bu üç yıllık süre zarfında sadece bu sekiz sure mi inmiştir yoksa daha sonra gelen 202 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/108. 203 Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Feza Gazetecilik, İstanbul b.t.y., 6/508-509. 73 surelerden inen var mıdır diye soracak olursak; bu soru da Ahkaf suresinin 2932.ayetleri ile ilgili rivayetle cevap bulmaktadır. Bu ayetlerde Allah cinlerin Hz Peygamber’i (sav) Kur’an okurken dinlediklerini haber vermektedir. 204 Cinlerin Kur’an’ı dinlemeleriyle alakalı iki pasaj bulunmaktadır. Bunlardan ilki Cin suresinde diğeri de Ahkaf suresindedir. Ayetlerin anlatımlarına baktığımızda ise iki ayrı hadisenin olduğuna işaret edebiliriz. Tefsir rivayetleri de iki ayrı hadiseden bahsetmektedirler. Bunlardan ilki Hz Peygamber’in (sav) yanında ashabından birkaç kişi olduğu halde bir panayıra giderken yolda cinlerin ondan Kur’an’ı dinledikleri rivayeti 205 diğeri ise Taif dönüşü yine konakladığı bir yerde cinlerin Kur’an’ı dinlemiş oldukları rivayetidir. Mevdudi Ahkaf suresinin ilgili ayetlerine bakarak surenin Taif dönüşü indiğini bildirmektedir.206 Cabiri de bu merhaleyi Ahkaf suresi ile sonlandırarak bu görüşü teyit etmiş olmaktadır. Sonuç olarak, Cabiri yorumuna göre, boykot yıllarının başına rastlayan ikinci Habeşistan hicreti ile Taif seferi arasında birbirlerinin ardınca indikleri rivayet edilen bu sekiz surenin yerleştirilebileceğini biz de ifade edebiliriz. 2. Mevdudi ve Cabiri’nin Yöntemlerinin Karşılaştırılması Kronoloji araştırmalarına kaynaklık etmesi bakımından belirli bir usule sahip çalışmalar olarak gördüğümüz Tefhimu’l-Kur’an ve Fehmu’l-Kur’an eserlerindeki surelerin nüzul zamanlarıyla alakalı değerlendirmeleri her ne kadar farklı sonuçlar üretmiş olsalar da birbirlerine paralel bir yaklaşıma sahiptirler. Mekke’de Hz Muhammed (sav) ve müşrikler arasında yaşanan mücadeleyi takip eden Mevdudi; hayatını hasrettiği İslamî mücadelenin ona verdiği aksiyon 204 İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, Daru’l-Marifet, Beyrut 1987, 4/175; Mukatil, Tefsir, 4/27; Beydavi, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Tevil, tkd, Mahmud Abdulkadir el-Arnavut, Dar Sader, Beyrut 2001, 2/982. 205 Taberi, Camiu’l-Beyan an Tevil Ayi’l-Kur’an, Merkezu Hacer Li’l-Buhus Ve’d-Dirasati’l- Arabiyyeti ve’l-İslamiyye, Kahire 2001, 23/310. 206 Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 5/315. 74 adamı kimliği ile Kur’an metnine farklı sorular sormuştur. Kur’an’ın anlaşılabilmesi adına her bir surenin hitap ettiği ortamı; muhataplarının psikolojisini kavramak için tahlil etmeyi gerekli görmüş ve sure muhtevalarını nüzul şartları ile karşılaştırarak çeşitli sonuçlara ulaşmıştır. Cabiri ise hem felsefeci hem de Müslüman aklın oluşum ve gelişim tarihine kafa yormuş bir düşünür kimliğini tefsirine yansıtmış ve özellikle Kur’an muhaliflerinin hareket tarzlarını hangi psikoloji içerisinde oluşturduklarını görmeye çalışmıştır. İlaveten müşriklerin Kur’an’la mücadele ederken içine girdikleri tartışmaları başlıklar altında inceleyerek bu tartışmaları felsefe-kelam alanı içerisinde yeniden analiz etmektedir. Fehmu’l-Kur’an, müellifin bu özellikler ve eserin diğer boyutları ile hem kronolojik Kur’an okumalarında hem de nüzul şartları üzerinden okumalarda önemli bir mesafe kat etmiş bir çalışma olarak önümüzde durmaktadır. Surelerin nüzul zamanlarını tespit etmek için iki müellifin de Mekke dönemine ilişkin çizdikleri tablo hemen hemen aynı görüntüyü vermektedir. Öncelikli olarak her iki müellif de bu Mekke yıllarını dönemlere ayırmışlar ve giderek artan bir şiddeti okuyarak Hz Muhammed (sav) ve muhalifleri arasındaki mücadeleyi; surelerin muhtevalarını da ele alarak Kur’an’da görmeye çalışmışlardır. Ancak yukarıda aktardığımız üzere Mevdudi daha genel bir tasnif yaparken Cabiri mücadelenin kırılma anlarına daha yakından bakarak tahlilini derinleştirmiştir. Mekke’yi dört dönem olarak tasnif eden Mevdudi açık davetin başlamasıyla iki yıllık bir sözlü muhalefet dönemi olduğunu ifade etmiş ve daha sonra müşriklerin baskı ve şiddet araçlarını kullanarak mücadeleyi sertleştirdikleri yılların, 5.yıl ile başlayan ve hüzün yılına kadar uzanan, ayrı bir dönem olduğunu ifade etmiştir. Hicret öncesi 3 yılı da son dönem olarak alırken bisetin başından itibaren doğrusal olarak okuduğu sürecin bu son yıllarını; baskının, şiddetin en çok olduğu ve tartışmaların en geniş muhtevaya sahip olduğu bir dönem olarak tasvir etmiştir. Dolayısıyla En’am, A’raf, Hud, Yunus, Yusuf gibi nüzul sıralamasında ortalarda bulunan sureleri son döneme almıştır. Cabiri ise boykot yılları öncesindeki 3 yıllık süreci benzer şekilde tasnif ederek esasında bu gibi surelerin bu dönemde de indiğini söyleyebileceğimizi bize 75 göstermiştir. Mesela Mevdudi’nin Hz Yusuf kıssasından hareketle Hz Muhammed (sav) aleyhindeki ölüm planlarına atıfta bulunarak 207 Yusuf suresini son dönemde göstermesine karşılık benzer planların esasında boykot öncesi dönemde olduğunu belirterek bu surenin boykot öncesi bir zamanda da inebileceğini söyleyebiliriz. Ya da özellikle A’raf suresinin uzun oluşundan ve yoğun bir anlatıma sahip oluşundan hareket edecek olursak bu anlatımın boykot öncesi yıllarda da bir karşılığı olduğunu ifade edebiliriz. Nitekim Cabiri, A’raf suresini değerlendirirken surenin ilk ayetlerinden hareketle Hz Muhammed’in (sav) giderek sertleşen muhalefete karşı hazırlandığı sonucuna vararak surenin nüzul sıralamasında durduğu yeri farklı bir anlam boyutuna taşıyıp onaylamaktadır.208 İki müellif de nüzul zamanlarını tespit ederken rivayetleri göz ardı etmemişlerdir. Mevdudi bu rivayetleri büyük oranda olduğu gibi aktarıp kendi tespitlerini ortaya koyarken kullanmış ancak Cabiri pek çok sure ile ilgili rivayeti özellikle nüzul sıralamasına ve sıralamaya göre oluşturduğu zamanlamaya aykırı olan rivayetleri sebeb-i nüzul rivayetlerini; sonradan yapılan olay-ayet yakıştırması olduklarına dikkat çekerek aktarmakla yetinmiştir. Bu konuda Fussilet suresi örneğini yukarıda aktarmıştık. Sonuç olarak her iki müellifin de bu farklara rağmen nüzul zamanlarına ilişkin arka plan okumalarının aynı olduğunu belirtelim. Pek çok sureyi farklı zamanlara yerleştirmiş olsalar da Cabiri doğrudan kastederek Mevdudi ise zımnen Zümer suresi ile başlayan ve Ahkaf suresi ile biten listeyi boykot yıllarına yerleştirmişlerdir. 3. Boykot Öncesi Nazil Olan Sureler Müşriklerin Hz Peygamber’e (sav) yönelen muhalefetlerini değerlendirirken bu muhalefetin sebeplerini ve onu sürükleyen dinamikleri ortaya koyarken hadiseyi müşrikler cephesinden ele almıştık. Kur’an’ın bu muhalefete nasıl karşılık verdiğini 207 Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, c.II s.407 208 “Muhammedî davetin bu aşamasına yeni bir program…” Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, c.I s.255 76 surelerin muhtevaları itibariyle ele alarak konunun ikinci ayağını da tamamlamamız gerekmektedir. Cabiri ve Mevdudi’nin nüzul zamanlarına ilişkin tespitlerini yorumlarken sonuç olarak ortaya belirli surelerin çalışmamıza konu aldığımız dönem içerisinde olduklarına karar verdik. Boykot döneminde Zümer suresi ve Ahkaf suresi arasında yer alan Ha-Mim surelerinin indiği sonucuna ilaveten şayet nüzul sıralamasını takip edecek olursak boykot öncesinde özellikle Kur’an karşıtı muhalefetin kemikleşmeye başladığı günlerden alarak belirli surelerin de bu dönemde inmeye başladığını ifade ederek bu yılların Kur’an’daki karşılığını görebiliriz. Öncelikle Sad suresini ele alalım. Bu sure ile ilgili nakledilen müşriklerin Ebu Talib ile görüşmeleri hadisesi Kur’an karşıtı muhalefetin siyasi bir boyut kazanmış olduğuna işaret ediyordu. Her ne kadar muhtelif tefsirlerde nakledilen rivayetler bizim tarihsel olayların kronolojisine ilişkin tespitlerimizle çelişiyor gibi görünse de biz surenin ilgili ayetlerinin ilk görüşmeye işaret ettiğini belirtelim. Sad suresinin ardından inen A’raf suresi mücadelenin bu yeni seyrine uygun olarak müşriklerle Hz Peygamber (sav) arasında başlayan/başlayacak olan tartışmalara bir giriş niteliğindedir. Kureyş’in Allah hakkındaki zanları bu surede konu alınarak iptal edilir.209 Nüzul sıralamasına göre A’raf’dan sonra gelen surelerde zeminde cereyan eden tartışmaların mücadelenin boyutuna ilişkin izler bulmak mümkündür. Kıssa anlatımının giderek yoğunluk kazandığı bu surelerde geçmiş peygamberler ve onların karşısına dikilen inkârcıların aralarında geçen diyaloglar bilhassa Mekke’de içinde bulunulan duruma ilişkin önemli ipuçları vermektedir. Söz gelimi Neml suresinde Hz Salih ve Semud kavminin anlatıldığı kısımda Hz Salih’in Allah’ın ayetlerini okumasıyla çekişen iki zümrenin ortaya çıktığı bildirilmektedir. 210 Ya da Kasas suresinde Hz Şuayb ile kavmi arasındaki tartışmaların aktarıldığı ayetlerde dikkati çeken bir ifade okumaktayız. Kavmi, Hz Şuayb’e eğer kabilesi tarafından korunmuyor olsaydı onu öldüreceklerini 209 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/287 210 Neml Suresi 45.ayet 77 söylemektedirler. 211 Bu cümle Hz Peygamber’in (sav) içinde bulunduğu şartlara tekabül eden bir anlamı içermektedir. Bu gibi örnekleri çoğaltmamız mümkündür. Ancak üçüncü bölümde yapacağımız değerlendirmede konuyu etraflıca ele alacağız. Bu başlığın altında son olarak boykot öncesinde hangi sureleri yerleştirdiğimizi beyan edelim. Boykot surelerinin hangileri olduğuna dair Mevdudi ve Cabiri üzerinden vardığımız sonuçlar belirli bir fikir ortaya çıkardı. Biz de yöntemimiz itibariyle büyük oranda Cabiri ile uyumlu olarak nüzul sıralamasını esas alıyoruz. Burada boykot sürecinin hemen öncesinde Zümer suresinden önce indiği görülen Vakıa, Şuara, Neml, Kasas, Yunus, Hud, Yusuf, Hicr, En’am, Saffat, Lokman ve Sebe surelerinin indiği sonucuna varıyoruz. 4. Boykot Dönemi Nazil Olan Sureler Boykot döneminde inen surelerin hangileri olduğuna dair Cabiri ve Mevdudi’yi inceleyerek vardığımız sonuçlara uyarak Zümer suresi ile Ahkaf suresi arasında kalan Ha-Mim surelerini bu dönemin sureleri olarak kabul ediyoruz. Burada öncelikle iki konuda Cabiri’nin yöntemini benimsiyoruz. Birincisi nüzul zamanlarını tespit ederken nüzul sıralamasına büyük oranda uyuyor. İkincisi ise sureleri bir bütün halinde inmiş olarak kabul ediyoruz. Ancak burada özellikle tarihsel verilerden hareketle iki noktada Cabiri görüşünden ayrılacağız. Tarih kaynakları Habeşistan hicretlerinin zamanlarıyla ve hicret edenlerin sayıları ile alakalı farklı bilgiler vermektedir. Bu konudaki değerlendirmelerimiz birinci bölümde aktarmıştık ancak ilgili rivayetlerden vardığımız sonuç itibariyle ikinci Habeşistan hicretinin boykottan önce gerçekleştiğini ifade edelim Arada ne kadar süre olduğunu bilmiyoruz ancak müşriklerin Hz Ömer’in Müslüman olmasıyla birlikte Necaşi’ye gitme fikrine sahip olduklarını pek çok kaynakta ifade edildiği üzere Necaşi’nin muhacirleri onlara teslim etmemesi üzerine 211 Hud Suresi 91.ayet 78 boykot kararını aldıklarını düşünüyoruz. Dolayısıyla Zümer suresi boykotun başlangıcından ya da daha net bir ifadeyle Hz Muhammed (sav) ve aşireti ile Ş’ib-i Ebi Talib’e çekilmeden önce inmiştir diyebiliriz. Cabiri’nin görüşünden ayrıldığımız bir diğer husus ise Ahkaf suresinin nüzul zamanıyla ilgilidir. Hem Mevdudi’nin hem de Cabiri’nin kabul ettiği üzere Ahkaf suresi Taif dönüşü nazil olmuştur. Hz Muhammed (sav) boykotun bitişinin hemen ardından amcası Ebu Talib ve hanımı Hz Hatice’nin vefatıyla kendini destekleyen iki önemli insanı kaybetmişti. Ebu Talib’in ölümü Hz Muhammed (sav) için müşriklerin saldırılarına karşı himayesiz kalmak anlamına geliyordu. 212 Arap kabilelerine müracaat ederek onlardan kendisini himaye etmesini isteyen213 Hz Muhammed (sav) Taif’e de bu amaçla gitmişti. Kaynaklara göre 10.yılda gerçekleşen 214 bu hadise Ahkaf suresinin de bu yılda indiğini göstermektedir. Burada Mümin suresinin Zümer’den sonra indiği ve Ha-Mim surelerinin birlikte indiği rivayetlerini de temel alarak boykotun başlangıcından sonuna kadar Mümin, Fussilet, Şura, Zuhruf, Duhan ve Casiye surelerinin indiğini söyleyebiliriz. Bu sureleri inceleyeceğimiz üçüncü bölümde nüzul sıralamasına göre boykottan önceki bir kaç yılda inen diğer bazı surelere de göz atarak Hz Muhammed (sav) ve bütün muhatapları açısından boykot şartları içerisinde Kur’an’ın durduğu yeri görmeye çalışacağız. 212 Ebu Talib’in ölümünün ardından Beni Haşim reisi olan Ebu Leheb başlarda yeğenini korumak kararındaydı. Nitekim bir müddet bu şekilde hareket etti. Ancak Ebu Cehil’in ona gelerek yeğenine ecdadının ahiretteki durumunu sormasını istedi. Ebu Leheb bu soruyu sordu ve putperestlerin kesinlikle cehenneme gideceği cevabını aldıktan sonra Hz Peygamber’i (sav) korumaktan vazgeçti. (Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi- hayatı ve eseri-, çev. M. Said Mutlu, İrfan Matbaası, İstanbul 1972, s.113). 213 İbn Kesir, el-Fusul fi Sireti Rasul, Muesseset-u Ulumu’l-Kur’an, Şam 1983, s.107. 214 Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve HZ. PEYGAMBER, 2/615. 79 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: SURELERİN DEĞERLENDİRİLMESİ 1. Boykot Sürecinin Değerlendirilmesi Kur’an’ın putları açık ifadelerle eleştirmeye başlamasından sonra Kureyş’in Hz Muhammed (sav), vahiy ve inananlara yönelik tavrında bir kırılma yaşandı. Bu kırılma önceki dört senede daha çok bireysel karşı çıkışlar, alay etmek ya da görmemezlikten gelmek şeklinde tezahür eden Kur’an karşıtı muhalefetin; belirli bir grubun önderliğinde, giderek daha da siyasal bir boyut kazanan ve baskı/şiddet araçları kullanan bir hal almasına sebep oldu. Boykottan önceki 3 yıl içerisinde bir cephe halini alan bu muhalefet Hz Muhammed’in (sav) durdurulmasını sağlamak için hemen hemen her yolu denedi. İktidarı paylaşma teklifi, tehdit, hakaret, zayıf takipçileri öldürmeye varan işkenceler ve Hz Muhammed’i (sav) himaye eden Ebu Talib’i baskı altına almak, müşriklerin denedikleri yollardı. Bedevi Arap nizamının temel esaslarından olan kabilecilik burada Hz Muhammed’in (sav) korunmasını sağlayan önemli bir duvar oluşturmuş ve amcası Ebu Talib’in her şart altında onu korumayı sürdürmesi sayesinde müşriklerin işkenceleri Hz Muhammed’i (sav) doğrudan hedef alamamıştı. Ancak zaman ilerledikçe onu durdurmanın tek yolunun yine onu ortadan kaldırmak olduğu fikrinde karar kılan Mekke ileri gelenleri Ebu Talib’e son bir teklif ile gitmiş ve peşinen diyetini vermek üzere Hz Muhammed’i kendilerine teslim etmesini istemişlerdi. Ebu Talib’in bu teklifi de reddetmesi üzerine Kureyş hedef tahtasına Hz Muhammed’i (sav) himaye eden Beni Haşim ve Beni Muttalib aşiretlerini oturtmuş ve boykot sürecini başlatmıştı. Tarih verilerinin ışığında boykot sürecinin, zamanın Mekke’si için, ne anlama geldiği sorusu burada hayati bir önem taşımaktadır. Çalışmamızın ilk bölümünde bu soruya cevap bulabilmek adına Mekke muhalefetinin, vahyin nüzulünün 4.yılından 80 başlayarak, hangi şartlar içinde muhalefetini sürdürdüğü/tırmandırdığı üzerinde durmuş ve 7.yılda başlayan boykotun bu sürecin bir ürünü olduğunu belirtmiştik. Bununla beraber hemen hemen bütün kaynakların ortak olarak temas ettikleri boykotun sebeplerini; 4. ve 7.yıllar arasında bir din savaşına sahne olan bu mücadele ortamını boykota doğru yönlendiren hadiseler olarak aktarmıştık. Tarihsel sürecin ana hatları ile bize yansıdığı şekli böyledir. Bu noktada bir hususu belirtmek gerekiyor. Boykot yıllarına dair veriler, 3 veya 2 buçuk yıl sürmüş olmasını da dikkate alacak olursak, neredeyse böyle bir hadisenin gerçekleşip gerçekleşmediğini sorgulatacak kadar azdır. Hem süresi hem de rivayetlerin naklettiği ağır şartlar göz önüne alındığında; vahyin mübelliği ve mübeyyini olan Hz Peygamber’in (sav) Mekke’de geçirdiği 13 yıllık davet süreci içerisinde bir zaman dilimi olarak azımsanmayacak bir yer tutmaktadır. Onun muhatapları ile kurduğu ilişkiler, kendi iç dünyasında yaşadığı/yaşamış olabileceği durumlar ve davasının seyri açısından hadisenin zor koşulları da göz önünde tutularak okunacak olursa bu yılların konumunun ne derece önemli olduğu sorusu daha çok dikkat çekmektedir. Ancak verilerin azlığı dolayısıyla boykot yıllarına dair değerlendirmelerimiz de belli başlı noktaların ilerisine gidememektedir. Boykot yıllarının süresi itibariyle Mekke dönemi içindeki konumuna karşılık bir süreç olarak Hz Peygamber’in (sav) mücadelesinin seyri içindeki yerinin önemine dair sorduğumuz soruya tarih kaynakları ile Kur’an metnini karşılaştırdığımızda aldığımız ilk cevap; hemen hemen birçok tarih eserinde müstakil bir başlık altında anlatılan boykot yıllarının; anlatılan ağır şartlara rağmen belirgin bir dönem değildir. Ancak 4.yılla başlayan sürecin son evrelerinden biri; müşrik muhalefetinin Kureyş toplumu üzerindeki hâkimiyetini kullanarak uygulayabileceği en ağır baskı aracının denenmesiydi. Boykota kadar müşrikler için Kur’an karşıtlığı Hz Peygamber (sav) karşıtı olmak demekti. Hz Peygamber’le (sav) mücadelede muhatapları ise Ebu Talib idi. Boykot Ebu Talib ve reisi olan aşiret ile müttefiki olan aşiretin baskı altına alınarak Hz Peygamber’i (sav) durdurma çabasıydı. Ancak boykotun sonuçları ve özellikle Ebu Talib’in vefatının ardından müşrik muhalefet ile Hz Peygamber(sav) şahsen karşı karşıya kalacaktı. 81 Müşriklerin sosyal ve iktisadi muhasarası esnasında yaşanan ağır sıkıntıyı çalışmamızın muhtelif yerlerinde tasvir etmiştik. Hatırlayacak olursak; Hz Peygamber’i (sav) korumak için Ebu Talib’in çağrısına uyan Beni Haşim ve Beni Muttalib aşiretlerinin mensupları kâfir ya da Müslüman olsunlar fark etmeksizin boykota uğramışlardı. Ebu Talib bu iki aşirete karşı oluşturulan havanın Mekke içinde yaşamayı çok sıkıntılı hale getireceğinden dolayı Ebu Kubeys dağı eteklerinde bulunan Haşimoğullarına ait bir araziye çekilmeyi uygun görmüştü. Aslında her iki aşiretin buraya çekilip bir araya toplanmaları Hz Peygamber’i (sav) teslim etmeme konusundaki iradelerinin ilanıydı. Kureyş toplumunun kendileriyle ticari ve sosyal tüm ilişkileri kesmeleri ve onları meclislerine almamaları da zaten onları Mekke’de bunaltıcı bir atmosferin içine sokacaktı. İlaveten şu iddia da gündeme getirilebilir: Kureyş’in diğer aşiretlerini bu iki aşiret aleyhinde buluşturan sebepler bu insanlara Mekke içinde herhangi bir saldırının yapılmasına da yol açabilirdi. Zaten Ebu Talib’in Ebu Kubeys’in eteğindeki Ş’ib-i Ebi Talib’e çekilmesinin asıl sebebi de bu güvenlik endişesiydi. Bisetin 7.yılında başlayan boykot yılları kaynakların aktardığına göre 2 ila 3 yıl arasında sürmüştü. Bu süre zarfında müşrik ileri gelenler boykotun uygulanması için var güçleriyle çabalamış gibi görünmektedirler. Kaynaklar boykotun delindiğine dair bir hadiseden bahsederler. Yukarıda da aktardığımız bu olayda; Hz Hatice’nin amcazadesi olan Hâkim b. Hizam bir deveye yüklediği yiyecekleri Ş’ib’in altına getirir ve deveyi oradan salarak içeri gönderirdi. İçeridekiler de deveyi boşaltıp geri gönderirlerdi. Bir gün bu işi yaparken Hâkim’i yakalayan Ebu Cehil ona sert bir şekilde çıkışırken orada bulunan Ebu’l-Bahteri Ebu Cehil’e karşı çıkmış ve kavga etmeye başlamışlardı. O sıra yanlarından geçen Hz Hamza’yı görünce “düşmanlarına” aralarında bir kavga olduğu izlenimi vermemek için ayrılmışlardı.215 Boykotun uygulanması ile ilgili bu rivayetin dışında kaynaklar başka bir rivayet nakletmemektedir. Mekke içinde boykotun etkisinin nasıl olduğuna ilişkin bu rivayetten hareketle bir yorumda bulunmamız mümkündür. Rivayette Ebu Cehil ile Ebu’l-Bahteri arasında çıkan kavga Ebu Cehil’in boykotun delinmesine müsamaha göstermeyen tavrına karşılık Ebu’l-Bahteri’nin itirazıyla doğmuştu. Ebu’l-Bahteri 215 İbn Kesir, el-Bidaye, c.III s.311 82 Hâkim’in akrabasına yardım etmesinde hiçbir sakınca görmemiş hatta buna mani olmaya çalışan Ebu Cehil ile kavga etmeyi göze almıştı. Bu durumun Kureyş kabilesi içinde Beni Haşim ve Beni Muttalib’e uygulanan izolasyonun kabulüyle alakalı aslında çok ciddi bir uzlaşının olmadığını ancak Kur’an ve Hz Peygamber (sav) karşıtı kampanyayı yürütenlerin baskın duruşlarının bu izolasyonu mümkün kıldığını ifade edebiliriz. Boykotun başlangıcı ve boykot esnasında yaşananlara ilişkin kaynaklar bahsettiğimiz sınırlı anlatımda ittifak etmektedirler. Kimi kaynakların Kureyş’in muhasara etmesi şeklinde ifade ettikleri boykot süreci içinde Beni Haşim ve Beni Muttalib aşiretlerinin mensuplarının ağır bir açlık geçirdikleri ve en son bebeklerin ağlama seslerinin geceleri Mekke’nin Ş’ib-i Ebi Talib’e yakın bölgelerinden duyulduğu nakledilmektedir. Rivayetlerde tasvir edilen bu ağır duruma karşın boykota maruz kalan kimselerin nefes alma imkânı buldukları zaman daha önce de aktardığımız üzere hac mevsimiydi. Bu zamanda dışarı çıkabiliyorlardı ve Mekke’ye dışarıdan gelen tüccarlardan alış veriş yapabilme imkânına sahip olabiliyorlardı. Ancak müşrikler tüccarların mallarına iki katı fiyat biçiyor ve bu alış veriş ya mümkün olmuyor ya da çok maliyetli oluyordu. Haliyle tarih kaynaklarının anlatımından hareket edecek olursak tasvir edilen açlık manzaraları bu bilgilerle mümkün görünmektedir. Buna karşın aktardığımız bu bilgileri sorgulamamıza sebep olan bazı durumlardan bahsederek konuyu açmak istiyoruz. Mekke şehri Kureyş kabilesinin idaresine geçtikten sonra Kusay liderliğinde imar edilmiş ve özellikle hac merkezli bir görevler dizisi ihdas edilerek bu görevler kabile içinde paylaştırılmıştı. Çoğunluğu Kusay tarafından ihdas edilen bu görevler temelde hac işlerinin düzenlenmesi ve Kureyş’in temsiliyeti ile dışarıya karşı birliğini sağlamak amacını güdüyordu. 216 Ancak Kureyş’i merkezi bir idari teşkilata bağlamıyordu. Zaten özellikle Kusay’ın torunu Haşim’in vefatının ardından Mekke’de herkesin ortak bir 216 Hac ile alakalı görevler: Sikâye (su temini), imare (hac adabı), rifade (yemek temini), sidane ve hicabe (Kâbe hizmetleri). Sifare (sefaret: Hz Ömer’in yürüttüğü dış ilişkilerle ilgilenme görevi), ukab, nedve, meşveret gibi görevler savaşta birlik ve istişare işleri ile alakalıydı. Bunların dışında fal okları, diyet ödemeleri vs gibi hususlarla ilgili farklı görevler de ihdas edilmişti. Adem Apak, “İslam Öncesi Dönemde Mekke İdare Sistemi ve Siyasetinin Oluşumu”, s.187-188. 83 saygıyla kararlarına uyduğu bir lider figürü ortaya çıkmamıştı. 217 Her ne kadar Ebrehe’nin saldırısı karşısında gösterdiği gayretle ve zemzem kuyusunu bulmasıyla Abdulmuttalib belirgin bir saygınlığı kazanmış olsa da 218 liderlik ilaftan sonra zenginleşmeye başlayan Mahzum, Sehm ve Cumah gibi kimisi Kureyş ezZevahir’den olan aşiretlerin liderlerince de paylaşılmaya başlanmıştı. 219 Nihayet vahyin inmeye başladığı zamana geldiğimizde, çalışmamızın birinci bölümünde de naklettiğimiz üzere, kuvvet dengesi Beni Ümeyye ve Beni Mahzum’un başı çektiği güçlü ve zengin aileler lehine bozulmuştu. Bu durum içerisinde Mekke’nin son büyük liderlerinden olan Haşim’in torunları Beni Haşim aşireti elinde bulunan dedeleri Kusay’ın ihdas ettiği ve büyük hürmet gösterilen rifade –hacılara yiyecek temini- ve sikaye –hacıların su ihtiyacını karşılama- görevleri; aşiretin reisi olan Ebu Talib’in zenginliğini yitirmesine rağmen önemli bir itibar sağlıyordu. Ebu Cehil’in söylediği nakledilen; Hz Peygamber’e inanmama gerekçesi olarak Beni Haşim’in elinde bulunan bu hürmete haiz vazifenin yanında bir de peygamberliği alırlarsa onlarla başa çıkamayacakları sözü bu durumu teyit ediyor gibi görünmektedir. Ancak Ebu Talib’in bu görevi yürütüyor olması onun ve reisi olduğu aşiretin boykota maruz kalmasına engel olmamıştı. Bununla beraber tefecilik yaptığı bilinen220 Abbas’ın da, Beni Haşim’den olması dolayısıyla, benzer şekilde boykotun muhatabı olması sorgulanması gereken bir durumdur. Zira daha önce de belirttiğimiz gibi Mekke o dönemde finansal bir güç olarak diğer kabilelere karşı diplomatik bir caydırıcılığa sahipti. 221 Bu gücün temelinde Hicaz ticaretinin merkezinde bulunan Kureyş’in diğer kabilelerden aldıkları vergiler ve civar kabileleri borçlandırmaları yatıyordu.222 Abbas gibi birinin veya rifade gibi bir görevi sürdüren Ebu Talib’in ki son yıllarında serveti bu işe yetmediği için kardeşi Abbas’tan borç para alarak 217 Ahmed İbrahim el-Şerif, Mekke ve’l-Medine fi’l-cahiliyye ve ahdi Resul, Daru’l-Fikru’l-Arabiy, Kahire 1985, s.119. 218 Kister, “Mekke ile İlgili Bazı Rivayetler (Cahiliyyeden İslam’a)”, s.51. 219 Ahmed İbrahim el-Şerif, Mekke ve’l-Medine fi’l-cahiliyye ve ahdi Resul, s.121. 220 Kister, “Mekke ile İlgili Bazı Rivayetler”, s.53. 221 Hodgson, İslam’ın Serüveni, 1/93. 222 Kister, “Mekke ile İlgili Bazı Rivayetler”, s.54. 84 sürdürmeye çalıştığı hatta en sonunda görevini Abbas’a devrettiği rivayet edilmektedir,223 boykota maruz kalmış olmaları; üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur. Tarih verilerinin bu bilgilerini klasik kaynakların naklettiği dağınık/tasnif edilmemiş Mekke dönemi anlatımıyla karşılaştırdığımız zaman boş bir alan ile karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Burada ortaya çıkan tablo şudur; dönemin sosyopolitik şartlarını analiz eden modern dönemin kaynakları ile çok farklı sorularla nakledilen ve kaydedilen rivayetlerin sınırlı başlıklarla tasnif edildiği klasik kaynakların tespit ettikleri durum uzlaştırmak gerekmektedir. Çalışmanın sınırları itibariyle Meselenin bu boyutunu derinleştirme işini tarihçilere bırakmak gerektiğini düşünüyoruz. Ancak tezimizin temel boyutlarından olan dönemin şartlarını kavrama hususunda gerekli gördüğümüz birkaç değerlendirmeyi daha aktararak boykot dönemi surelerini ele almak istiyoruz. Ebu Talib ve Abbas’ın durumları üzerinden değerlendirmeye çalıştığımız ana konu; özellikle çalışmamızın tarih bölümünde vurguladığımız gibi Kureyş’in kendi toplumsal dokusunda yaşanan değişimle giderek güçlü ailelerin egemen pozisyonlarının süreci sürükleyerek boykotu ortaya çıkarmaları ve boykotun esasında cahiliye Mekke’sinin sosyal yapısında meydana gelen deformasyonun bir sonucu olmasıdır. Ebu Talib sahip olduğu manevi makama rağmen bu duruma nasıl itilir sorusu müşrik ileri gelenlerin “atalara ve ilahlara sövülüyor” diyerek yürüttükleri din çatışmasıyla açıklanabilir. Ancak yürüttükleri din çatışmasında samimi olmadıkları bizzat hemşerileri tarafından ortaya konan müşriklerin Abbas’a, bu bağlamda, aynı muameleyi yapmış olup olmadıkları meçhuldür. Yani Abbas’ın ticaretin merkezi olan bir şehirde sürdürdüğü tefecilik faaliyetine rağmen böyle bir izolasyonun muhatabı olması üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Burada iki ihtimali gündeme getirebiliriz. Ya Mekke müşrikleri yürüttükleri din savaşında her şeyi göze alarak karşılarında kim olursa olsun düşmanlıklarını esirgemediler. Yahut belirgin bazı realiteleri göz önünde bulundurdular ve aslında nakledildiği kadar ağır bir izolasyondan bahsetmemiz zordur. 223 İbrahim Sarıçam, Emevi-Haşimi İlişkileri, s.67. 85 Burada boykotun bitişine ilişkin rivayetleri de konuya dâhil etmekte fayda görüyoruz. Çalışmamızın tarih bölümünün sonlarında naklettiğimiz üzere boykot müşrik olan beş kişinin aralarında yaptıkları bir planla müşrik ileri gelenlerin karşılarına dikilerek ve onları ikiyüzlü davranmakla suçlayıp boykotun kaldırılması konusunda irade göstermeleri ile kaldırılmıştı. Bu beş kişi ile alakalı olarak dikkate alınması gereken temel husus; hiçbirinin Hz Peygamber’in (sav) ve Kur’an’ın hak oluşuna dair herhangi bir tartışmaya girmeden ve uygulanan boykotun hakikati reddetmekten dolayı değil boykot kararında ısrar edenlerin çifte standart uygulamalarından dolayı kaldırılmasını istemeleridir. Nihayet ortaya çıkan bu tepkiye direnemeyen müşrik ileri gelenler başlangıçtaki hedefleri olan Hz Peygamber’i (sav) teslim alamadan boykotu bitirmek mecburiyetinde kaldılar. Ya da daha doğru bir ifadeyle insanların Beni Haşim ve Beni Muttalib ile ilişki kurmalarına engel olacak irade ortadan kalkmıştı. Boykotun bitişine ilişkin aktarabileceğimiz sınırlı sayıda rivayetten bir diğeri karıncaların meşhur sahifeyi yemeleri hadisesidir. Bu rivayette aktarıldığına göre Allah, Hz Peygamber’e (sav) sahifenin karıncalar tarafından yendiğini ve yalnızca başında Allah’ın adının anıldığı cümle kaldığını haber verdi. Ki bu husus rivayetin farklı tariklerinde geriye sadece Allah lafzının olduğu yerlerin kaldığı ya da besmelenin yazılı olduğu kısmın kalması224 şeklinde aktarılmaktadır. Hz Peygamber (sav) bu durumu amcası Ebu Talib’e bildirdi ve Ebu Talib yanına aşiretin gençlerini alarak Kâbe’ye yürüdü. Orada bulunan müşrik ileri gelenlere yeğeninin kendine verdiği haberi duyurdu ve onlara bir teklifte bulundu. Ş’ib’i Ebi Talib’ten çıkmamış bulunan Hz Peygamber’in Kâbe’nin duvarına asılı bulunan sahife hakkında verdiği haber şayet yalan çıkarsa yeğenini onlara teslim edeceğini ancak doğru çıkarsa müşriklerin de boykotu bitirmelerini istediğini bildirdi. Müşrikler bu haberi alınca koşarak sahifenin yanına vardılar ve Hz Peygamber’in (sav) haber verdiği durumun gerçek olduğunu gördüler. Kimi araştırmacılar bu rivayetin farklı tariklerle aktarılması ve rivayetler arasında gördükleri tutarsız durumlar sebebiyle böyle bir hadisenin yaşanmamış 224 Mehmet Azimli, “Mekke Dönemindeki Boykot Yıllarına İlişkin Bazı Mülahazalar”, s.59. 86 olabileceğini belirtmektedirler. 225 Rivayeti detaylı bir şekilde analiz etmek burada bizim uğraşımız olmayacak ancak boykotu bitiren beş kişinin anlatıldığı rivayeti de konuya dâhil ederek konuyu toparlamak istiyoruz. Mekkî dönemin tarihiyle alakalı bugünün okumalarını beslemek bakımından bu nevi rivayetlerin tasnif edilmemiş ve birbirlerine göre durumları incelenmemiş olarak nakledildikleri klasik tarih kaynaklarının ortaya koydukları tablo Mekke’de yaşanan hadiseleri ve Kur’an’ın hitap ettiği toplumu kavrayabilmek için harici kaynaklarla beslenmelidir. Kaynaklar boykotun bitişiyle alakalı bahsettiğimiz iki rivayeti de aktarmaktadırlar ancak hangi hadisenin boykotun bitişinin sebebi olduğu konusunda bizi bir tercih beklemektedir. Çünkü bir yanda Allah’ın, elçisine gaybtan verdiği bir haber varken diğer tarafta Mekke’nin içinde yaşanan huzursuzluğun bir tezahürü olan organize bir tepkinin boykotu yürüten iradeyi kırması söz konusudur. Biz burada nakledilen iki olayın da gerçekleşmiş olma ihtimalini tartışmaktan ziyade yaşanan hadisenin toplumun dokusu içerisindeki yerini görmek açısından burada naklettiğimiz ve ekserisi son dönem çalışmalarla neşet etmiş değerlendirmeleri temel alarak bir sonuca varıyoruz. Kureyş’in Beni Haşim’i yukarıda bahsettiğimiz durumlara rağmen tüm unsurlarıyla boykot ettiği bizim için geçerli bir durumdur. Çalışmamızın birinci bölümünde vurguladığımız üzere yaşanan gerilim atmosferinde müşriklerin yürüttükleri din savaşı Kureyş’in genelini bu boykota uymaya ikna etmiş gibi görünmektedir. Tabi bunda müşrik ileri gelenlerin toplum üzerinde sahip oldukları hâkimiyetin etkisi olduğunu da hesaba katmak gerekmektedir. Zira zaman içerisinde Hz Peygamber (sav) ve takipçileri karşıtlığı üzerine oturan müşrik kimliğinden ayrılmak mevcut baskı ortamında müşrik ileri gelenlerin hâkimiyetlerini pekiştirmişti. Ancak toplumun bu hâkim tabakaya karşı taşıdığı rahatsızlık boykot taraftarlığını zorlamıştı ve bize göre boykotun bitirilişinde baskın bir role sahipti. Zira daha önce de vurguladığımız gibi ileri gelenlere yönelen itiraz Kur’an’ın hak olmasından değil kendi akrabalarını zor şartlarda yaşamaya itmekten ve bunun hâkim tabakanın ikiyüzlülüğünün sebep olduğu bir durum olması noktasından hareket etmekteydi. 225 Mehmet Azimli, “Mekke Dönemindeki Boykot Yıllarına İlişkin Bazı Mülahazalar”, s.61. 87 Boykotun Mekke yıllarının içindeki durumuna bakacak olursak; daha önce de ifade etmiş olduğumuz gibi müşrik muhalefetin siyasileşmeye başladığı ve aynı zamanda şiddet ve baskı ortamının süreklilik kazandığı dönemin bir parçası olduğu sonucuna varıyoruz. Müşriklerin Kur’an’a muhalefetleri bu dönemde Hz Peygamber’i (sav) ortadan kaldırmak için her yolu denemişti. Ancak şu detay unutulmamalıdır ki bu dönem içinde müşrikler Ebu Talib’in bulunduğu konumu gözetmiş ve koruma altındaki Hz Peygamber’i (sav) doğrudan hedef alamamıştı. Ebu Talib’in boykot sürecinin akabinde vefat etmesi ve boykotun bitişinde ortaya çıkan müşrik muhalefetin önderlerine yönelik Kureyş içindeki rahatsızlık; sonraki dönemi Kur’an’ın iniş sürecinde ayrı bir dönem olarak ele almayı gerektiriyor gibi görünmektedir. Boykot sürecinin yeri ve önemine dair bu değerlendirmelere ilaveten ele alınması gereken bir diğer durum Hz Muhammed’in (sav) muhatapları ile ilişkisi bakımından durumudur. Sayıları kaynaklarda 100 kişiyi aşar bir şekilde verilen226 Habeşistan muhacirleri Mekke’de iman etmiş olanların neredeyse tamamıdır desek hata etmiş olmayız. Mekke’de kalanlar ise Hz Ebu Bekir gibi aşiretlerince korunan az sayıda mümindi. Hz Muhammed’in (sav) ve aşiretinin hac zamanları dışında hem boykot şartları hem de güvenlik endişesi ile Ş’ib-i Ebi Talib’i terk edemediklerini de hesaba katacak olursak Hz Muhammed’in (sav) kendi aşireti dışından insanlarla diyalog kurmasının çok zor olduğunu görüyoruz. Tarih kaynaklarının sunduğu veriler ise hem kendi aşireti ile olan münasebetlerini hem de hac zamanlarında dışarı çıktığında tebliğ faaliyetini nasıl yürüttüğünü bilmemiz için yeterli değildir. Bir diğer ifadeyle Hz Peygamber’in (sav) bildiğimiz kadarıyla canlı bir diyalog kuramadığı müşriklerin vahye muhatap olup olmadıkları Kur’an’In üslub ve muhtevasını değerlendirmek açısından önemli bir husustur. Mekkeli müşriklerin inen vahye muhatap olup olmadıkları konusunda satır arası bazı bilgileri değerlendirerek birtakım sonuçlara varabiliriz. Hz Peygamber’in (sav) hac zamanlarında Ş’ib-i Ebi Talib’den çıkabildiği bilgisini sunmuştuk. Sonuçta 226 “İbn Hişam 89 erkek 19 kadın, İbn Sad 90 erkek 19 kadın” Kasım Şulul, İlk Kaynaklara Göre Hz Peygamber Devri Kronolojisi, s.311. 88 kaynakların yer yer muhasara başlığı altında inceledikleri boykot hadisesinde müşriklerin bu iki aşireti muhasara etmesi, insanların o bölgeye hapsedilmesi değil onlara yiyecek içecek gönderilmesini engellemeyi amaçlamaktadır. Nitekim bu muhasaranın denetlendiğine dair naklettiğimiz rivayette Ebu Cehil ile Ebu’l-Bahteri arasında yaşanan kavgadan da anlaşılan muhasarayı sürdürmek isteyenlere karşı rahatsızlık duyan bir kesimin olduğu ama Hz Muhammed’e (sav) karşı mücadele eden güçlü kimselerden çekinen bu gibi kimselerin muhasaraya seyirci kaldıklarıdır. Bu ortamda hac zamanları dışında Beni Haşim ve Beni Muttalib aşiretlerinin insanlarını dışarı çıkmaktan alıkoyan; Mekke sokaklarında maruz kalacakları kötü muamele ve özellikle Hz Muhammed’in (sav) öldürülmesi riskinden dolayı Ebu Talib’in aldığı güvenlik tedbirleridir. Bu atmosfer içerisinde Beni Haşim ve Beni Muttalib için ş’ibin dışına çıktıklarında hem yiyecek temin edebilecekleri hem de nefes alabilecekleri hac mevsimi aynı zamanda Hz Peygamber (sav) için de diyalog kurabileceği insanların olabileceği bir zaman olmaktadır. Hz Peygamber’in (sav) hac zamanlarında kurulan panayırlarda insanlarla nasıl diyalog kurduğuna dair birçok rivayeti okumak mümkündür. Kimi kaynaklarda Hz Peygamber’in sığınma ve himaye istemesi anlamında, Araplara nefsini arz etmesi başlığıyla ayrı bir bölüm olarak ele alınan;227 Hz Peygamber’in (sav) panayırlarda tebliğ faaliyetini aktaran rivayetler okuyabiliriz. Ancak bu rivayetlerin ekseriyetle Taif sonrasına atıfta bulunsa da Mekke döneminin erken safhalarıyla ilgili de benzer bir anlatım söz konusudur. Rivayetler Hz Peygamber’in (sav) bisetin başlangıç yıllarından itibaren panayırlara gittiğini göstermektedir. Nitekim müşriklerin onun bu faaliyeti karşısında ortak bir tavır takınmak üzere aralarında toplandıkları ve Velid b. Muğire’nin sonunda Kur’an’a büyü demekte karar kıldığı bilinmektedir. Bu rivayeti birinci bölümde aktardığımız için burada bir kez daha zikretmiyoruz. Her ne kadar Velid b. Muğire ile ilgili rivayet erken bir zamana işaret ediyor olsa da tebliğ faaliyetinin içeriğiyle ilgili aktarımlarda, Hz Peygamber’in (sav) ağzından genelde aynı sözler aktarılmaktadır. Bu durum; kimi rivayetlerin erken 227 İbn Kesir, el-Bidaye, 3/385, Beyhaki, Delailu’n-Nubuvve, 2/413. 89 zamanlara işaret ediyor gibi görünseler de sonraki dönemlere ilişkin bilgilerle tamamlanmasını da ekleyecek olursak olayların zamanlamasını tespit etmek daha da zor hale gelmektedir. İbn Kesir’in aktardığı bir rivayet bu erken zamanlara işaret etmektedir. Buna göre bir gün Hz Peygamber’in (sav) amcası Abbas ile beraber panayırda bulunan Mekke dışından tüccar bir adam; Hz Peygamber’i (sav), Hz Hatice’yi ve Hz Ali’yi tarif ettiği belli olan ifadelerle anlatarak, namaz kılarken görür ve onun kim olduğunu sorar. Abbas da o adamın yeğeni Muhammed olduğunu ve kendilerine daha önce işitmedikleri bir söz getirdiğini eğer bu sözü kabul ederlerse bütün Arapların ve acemin mülkünün onların olacağını vaat ettiğini söyler.228 Nitekim Hz Peygamber’in (sav) panayırlardaki tebliğ faaliyeti ile ilgili hemen hemen bütün rivayetlerde Allah’ın bir olduğunu ve kendisinin onun elçisi olduğunu kabul ederlerse Arapların ve acemin mülkünün onların olacağını vaat ettiğini okuyoruz. Hz Peygamber’in (sav) daha ilk yıllarda vahye tabi olmakla Araplara ve aceme hâkimiyet kurmak arasında bir bağ kurmuş olduğu tartışmalı bir bilgidir. Zira vahyin hemen hemen ilk dört yılına kadar olan çağrısı insanları Allah’ın Rab olduğunu kabul etmeye, kendisinin ondan vahiy aldığına ve ahrete inanmaya çağırması söz konusudur. Bunun dışında söz gelimi inananları yeryüzünde kâfirlere mirasçı yapmak 229 ya da Hz Peygamber’in (sav) düşmanlarına galip geleceğini bildiren ifadeleri özellikle Mekke’nin ilk yıllarında inen surelerde göremiyoruz. Rivayetlerin bu durumu dolayısıyla ve Cabiri’nin Hicr suresi 94.ayetin 230 tefsirinde artık inanmayan Kureyş’ten yüz çevirerek daveti diğer Arap kabilelerine haykır şeklindeki yorumundan da hareketle panayırlarda tebliğ faaliyetini anlatan rivayetlerin daha çok 6.yıl ve sonrasına işaret ettiğini söyleyebiliriz. Bu noktadan hareket ederek Hz Peygamber’in bu faaliyetlerini anlatan bazı rivayetleri inceleyerek (sav) onun Mekke dışından gelenlerle muhataplığının nasıl olduğunu görmeye çalışacağız. 228 İbn Kesir, el-Bidaye, 3/221. 229 Kasas 5.ayet: “Biz ise, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları (mukaddes topraklara) vâris kılmak istiyorduk.”. 230 Hicr 94.ayet: “Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir!”. 90 Hz Peygamber’in (sav) panayırlarda davet faaliyetiyle ilgili birkaç rivayette dikkati çeken bir ayrıntıyı okuyoruz. Hz Peygamber (sav) bir topluluğun karşısında konuşma yaparak insanları Allah’ın birliğini kabul etmeye ve kendisinin Allah’ın elçisi olduğunu kabul etmeye davet ettiğinde Ebu Leheb onun hitap ettiği topluluğa Hz Peygamber’i (sav) dinlememelerini söylüyor, onun bir yalancı olduğunu iddia ediyordu. 231 Aynı sahne Hz Peygamber (sav) kabilelerin büyüklerinin çadırlarına girip onlarla konuşup ayrıldıktan sonra Ebu Cehil veya Ebu Leheb çadırlara girerek yine benzer iddialarla Hz Peygamber (sav) karalamaya çalışıyorlardı. 232 Bunu yaparken de onun bir deli, bir yalancı olduğu gibi sözler söylüyorlardı. Mekke dönemini bütün olarak ele aldığımızda buradaki rivayetlerde olduğu gibi Ebu Cehil ve Ebu Leheb’in Hz Peygamber’i (sav) sürekli takip edip onun arkasından kara propaganda yapmaları durumu daha çok Mekke muhalefetinin boykotun sebeplerinde aktardığımız üzere onun diğer kabileler ile temas kurmasını engellemek istedikleri bir aşamaya işaret etmektedir. Ortaya çıkan bir diğer ihtimal; rivayetlerde Ebu Leheb’in adının geçmesi ve onun da Ebu Cehil gibi hareket ederek Hz Peygamber’in (sav) arkasından aleyhine hareket etmesi boykota yakın bir süreci hatta boykot sürecini de içine alan bir aşamayı ele aldığımız durumudur. Ebu Leheb boykotun ilanından sonra Beni Haşim’e katılmadı ve Ş’ib-i Ebi Talib’e girmedi. Bu yaptığını Ebu Süfyan’ın karısı Hind’e anlatarak “Lat ve Uzza’ya yardım ettim değil mi” dediği rivayet edilmektedir. 233 Bu rivayete baktığımız zaman Ebu Leheb’in kendi aşiretinden olan Hz Peygamber’i (sav) insanlara karşı karamaktan çekinmediği ve Ebu Cehil gibi kimselere katılıp onlardan “tebrik” bekler bir psikolojiye sahip olduğunu görüyoruz. Buradan hareketle panayırlarla ilgili bu rivayetlerde okuduğumuz manzaranın boykot arifesi ya da esnasına ait olduğunu söyleyebiliriz. Panayırlarda tebliğ faaliyetiyle ilgili rivayetlerde göze çarpan bir diğer husus Hz Ebu Bekir çeşitli kabilelerle görüşmelerde ilk teması kurduğu ve Hz Peygamber (sav) bu kabilelerin çadırlarına girmeden önce onu tanıtmasıyla ilgili bilgilerdir. Hz Ebu Bekir görüşme yapılacak kabilelerle ilgili bilgi sahibi bir kimseydi. Ve Hz 231 İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 2/72. 232 Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi, 2/616. 233 İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 2/6. 91 Peygamber’i (sav) onlara tanıtmadan önce onlarla konuşup sahip olduğu bilgileri kullanarak saygılarını kazanan Hz Ebu Bekir görüşülecek kimselerin Hz Peygamber’i (sav) dinlemelerini sağlıyordu. 234 Hz Peygamber’in (sav) burada Hz Ebu Bekir eşliğinde yaptığı görüşmelerin mahiyeti de özellikle onun muhataplarıyla kurduğu ilişkiyi görmek açısından önemlidir. Kur’an’ın boykota kadar inen kısmında bazı ayetlerde Allah’ın elçisine yardımı ile onun galip geleceğine dair işaretler vardır.235 Nitekim ilgili rivayetlerde Hz Peygamber (sav) reisleri nezdinde görüştüğü kabileleri iman etmeye davet etmektedir. 236 Taif sonrası için kaynakların aktardığı, kabilelerden sığınma talebi olan görüşmelerin yanı sıra bu gibi rivayetlerden anladığımız; artık Rasulullah’a tabi olanların zafer kazanacakları düşüncesinin yerleştiği ve davetin başka bir değer sistemine geçilerek müşriklere karşı bir mücadele anlamı taşıdığıdır. Dolayısıyla Hz Peygamber’in (sav) kimliği vahyi tebliğ eden bir elçi olmanın yanı sıra siyasi bir anlam da kazanmıştı. Biz tarihi süreci anlattığımız birinci bölümde bu hususa değinmiş ve müşrikler ile Müslümanların farklı iki toplumsal grup halini aldıklarını ifade etmiştik. Bu durumda Hz Peygamber (sav) boykot süreciyle beraber ki öncesinde artık iman etmeleri ihtimali ufukta pek görünmeyen kavmine karşı; kendisine destek veren başka bir kabilenin yanına geçmek için arayışlara başlamıştı. Nitekim İsra suresi 73-74.ayetlerle ilgili olarak Mukatil tefsirinde bir rivayet nakletmektedir. Bu rivayet Taif’ten bazı kimselerin Hz Peygamber’e (sav) Taif’te Kâbe’nin alternatifi olabilecek bir yapı oluşturacak olursa onu kabul edeceklerini ifade etmektedir. 237 Buna göre Hz Peygamber’in (sav) tebliğ faaliyeti Kureyş’in yarımadadaki rakiplerince bir siyasi güç olarak algılanmış olabilir. 234 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/17. 235 Saffat 171-174.ayetler: “Andolsun ki, peygamber kullarımıza söz vermişizdir: Onlar mutlaka zafere ulaşacaklardır. Bizim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir. Onun için sen bir süreye kadar onlara aldırma”. 236 Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi, 2/618. 237 Mukatil, Tefsir, 2/543. 92 Panayırlarda tebliğ faaliyetiyle ilgili aktardığımız bilgilerin ve değerlendirmelerin sonucunda Hz Peygamber’in (sav) özellikle boykot döneminde Kureyş dışına açıldığını ve artık sonunda inkârcılara karşı zafer kazanacak bir mesajı insanlara taşıdığını görüyoruz. İlgili rivayetlerde okuduğumuz detaylar ve diğer tarihi bilgiler bu faaliyetin bir süreç olarak boykot zamanında başladığını ve Akabe biatlarına kadar devam ettiğini göstermektedir. Böylece Kureyş’in kabile olarak iman etmeyeceği ve vahyin insanlara ulaştırılmasına destek olmayacağının kesinleştiği bu dönemde davetin konumu değişmiş oluyordu. Bu hususları kaydettikten sonra meselenin Kur’an metninden yansımalarını alarak önce boykot dönemi surelerinin genel bir muhteva değerlendirmesini yapıp ardından boykot öncesi dönemi yani boykottan önceki aşağı yukarı 3-4 yıllık bir süreci içine alan bir değerlendirme ile boykot arifesinde, anlattığımız sürecin ayetlerdeki karşılığını görmeye çalışacağız. Son olarak da meseleyi benzer hususlar üzerinden bir de boykot dönemi surelerinde görmeye çalışacağız. 2. Boykot Sureleri Hakkında Genel Bir Değerlendirme Boykot sürecinde hangi surelerin inmiş olabileceğine dair vardığımız sonuçları aktarmıştık. Burada yineleyecek olursak Zümer suresinin ardından gelen Ha-Mim sureleri Kur’an’ın boykot sürecine hitabıydı. Mümin (Ğafir), Fussilet, Şura, Duhan, Casiye sureleri sürecin içinde inmiş ancak Ahkaf suresi Taif rivayetinden dolayı boykotun bitişinin ardından inmiştir. Bu yargıyı boykot surelerini tespit ettiğimiz ilgili bölümde vurgulamıştık. Ancak dönem sureleriyle ilgili öncelikle şu hususu belirtelim: Ha-Mim sureleri ele aldıkları konular ve üslupları itibariyle bir bütünlük arz etmektedir. 238 Dolayısıyla Ahkaf suresinin yahut Casiye suresinin zamanlama itibariyle ve tam olarak sürecin içinde mi yoksa dışında mı indiklerini söylemek zor olmakla beraber çok gerekli de değildir. Ha-Mim ismiyle ayrı bir bütün gibi görülen bu yedi sure Mevdudi’nin ifadesiyle Mekke yıllarının orta döneminin son birkaç yılının Kur’an’daki karşılığı olarak birlikte ele alınabilirler. 238 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/123. 93 Bu bağlamda ilk olarak boykot surelerinin genel bir değerlendirmesi başlığı altında öncelikle Mümin, Fussilet, Şura, Duhan ve Casiye surelerinin muhtevalarını ve ön plana çıkan, özellikle boykot süreciyle ilgili bu surelerde yer alan konuları değerlendireceğiz. 2.1. Mümin Suresi Mümin suresinin en yaygın isimlerinden biri Ğafir suresidir. Surede hâkim olan kâfirlere karşı şiddetli kınama üslûbunun yanında onların alaycı ve tartışmacı tavırlarının yoğun tasvirine 239 karşın surenin hemen başında yer alan Allah’ın tevbeleri kabul eden ve günahları bağışlayan ( )ﻏﺎﻓﺮ اﻟﺬﻧﺐolduğu vurgusu dikkat çekicidir. Nitekim bu durumun Kur’an’ın müşriklerin aralarında varmış gibi görünen birliğin içine bir müdahale olarak şüphe içinde olan yahut kendi günahlarının ağırlığından dolayı Allah’ın kendilerinin iman etmesini kabul etmeyeceğini düşünen kimselere yönelen bir hitap olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Mü’min suresinin temel konusunun İslâm’a karşı direnmeyip ona samimiyetle bağlanmaya davet etmekten ibaret olduğunu söylemek mümkündür.240 Surenin arka planına yönelik değerlendirmelere baktığımızda müşriklerin hareket metodunu tartışma yoluyla İslam hakkında şüpheler uyandırma ve Hz Peygamber’in (sav) öldürülmesinin toplumda oluşturması muhtemel rahatsızlık ve çatışma ortamının doğmaması için Kur’an karşısında sert bir muhalefet havası estirerek bu planlarına zemin hazırlamak şeklinde özetleyebiliriz. 241 Nitekim sure ile ilgili nakledilen “Rabbim Allah’tır dediği için bir adamı öldürecek misiniz” (Mümin 28) ayetiyle alakalı olarak nakledilen bir hadiseden bahsetmek gerekir. Hadiseye göre Hz Peygamber (sav) bir gün Harem-i Şerif’te namaz kılarken Ukbe b. Ebi Muayt gelerek 239 İzzet Derveze, et-Tefsiru’l-Hadis- Nüzul Sırasına Göre Kur’an Tefsiri, çev. Komisyon, Ekin Yay., İstanbul 1997, 3/259 . 240 M. Kamil Yaşaroğlu, “MÜ’MÎN SURESİ”, DİA, İstanbul 2006, XXXI, s.558. 241 Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 5/125. 94 onun boynuna bir bez parçası dolayıp öldürmek kastıyla sıkmaya başladı. O esnada oradan geçen Hz Bekir koşarak Ukbe’yi durdu ve Hz Peygamber’i (sav) onun elinden kurtardı. Ukbe ile giriştiği kısa mücadelede Hz Ebu Bekir’in “Siz sadece Rabbim Allah’tır dediği için mi bir kimseyi öldürüyorsunuz?” dediği rivayet edilmektedir.242 Burada hadisenin surenin inişinden önce gerçekleştiğinden hareketle öncelikle tarihsel zemine dair verdiği ipuçlarını ortaya koyabiliriz. Boykot arifesine dair ortaya koyduğumuz değerlendirmelerde müşriklerin 3 yıldır devam ettirdikleri baskı ve işkenceye rağmen Hz Peygamber’i (sav) bir türlü durduramayışları, Ebu Talib’in koruması yüzünden ona dokunamıyor olmaları, Necaşi’nin muhacirleri teslim etmemesi gibi sebeplerle Hz Peygamber’i (sav) öldürmeye karar verdiklerini biliyoruz. Ancak önlerindeki engel Haşim oğullarıydı. Bu durum öyle anlaşılıyor ki müşriklerin canını çok sıkıyor ve büyük bir öfke taşıyorlardı. Velhasıl bu hadisede nakledildiği gibi Ukbe’nin yaptığı şekilde zaman zaman bu öfkelerini acımasızca açığa vurabiliyorlardı. Bu hadiseden Ebu Talib’in Ş’ib’e çekilerek aldığı güvenlik önlemlerinin haklılığına da bir işaret bulabiliriz. Bununla beraber Hz Ebu Bekir’in söylediği sözün Kur’an metninde yankı bulması önemlidir. Müşriklerin Hz Peygamber (sav) aleyhindeki pek çok iddiaları karşısında aslında Rabbim Allah’tır demekten başka bir şey yapmadığını bir mücadele anından haykırmış bulunan Hz Ebu Bekir hem müminlerin hem de müşriklerin içinde bulunduğu psikolojik duruma dair bizleri düşündürecek bir ifade kullanmıştır. Müşrikler dinlerini batıl ilan eden ve toplumun içinde kendilerince idare edilemez bir grup ihdas eden Kur’an mesajının mübelliğine pek çok ithamda bulunabilirlerdi. Nitekim bu konuda çalışmamızın ilk bölümünde geniş bir değerlendirme yapmıştık. Ukbe’nin bu öfkesinin ardında da bu ithamlar ve Kur’an’ın haber verdiği şekliyle zanlarına uyan müşrik zihin bulunmaktaydı. Kur’an ise ortaya çıkan bu şartlar karşısında Hz Ebu Bekir’in söylediği rivayet edilen sözü surenin bu ayetinde veciz bir şekilde muhataplarına aktarmaktadır. 242 Ebi Abdillah Muhammed b. Ahmed Ebu Bekir el-Kurtubi, Camiu’l-Ahkami’l-Kur’an, thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türki, Muessetu’r-Risale, Beyrut 2006, 18/350 95 Nüzul ortamından alıntılanan bu kısa fakat derin bir manayı ihtiva eden cümle; Firavun ailesi içinde iman etmiş bir kimsenin243 ağzından; Firavunun Musa’yı öldürme planlarına itiraz ederken bir kez daha duyulmaktadır. Burada surenin 2345.ayetleri arasında nakledilen Hz Musa’nın Firavun, Haman ve Karun’a gönderilmesi ve daha sonra Firavun’un onu öldürme planını ortaya attığı meclisin tasvirinin yapıldığı bu kıssada; mümin kişi ile Firavun arasındaki tartışma tıpkı “Rabbim Allah’tır dediği için bir adamı mı öldüreceksiniz” ifadesinde olduğu gibi nüzul ortamıyla canlı iletişimi gösteren bir anlatımla aktarılmaktadır. Bunlardan en dikkat çekeni bu mümin kimsenin kavmini –Firavun ve etrafındakileri- sahip oldukları saltanata karşın Ad ve Semud kavminin uğradıkları azap gibi bir azap gelmesinden endişe ederek uyarması ve onların Yusuf’tan sonra bir peygamber gelmeyeceği düşüncesinin Musa ile boşa çıktığını bildirmesidir. Surenin bu anlatımına ilaveten ekleyebileceğimiz önemli bir husus daha vardır. Gerek Musa-Firavun ve mümin kimse hakkındaki kıssa gerekse de müşriklerin alaycı ve tartışmacı tavırlarının anlatıldığı, geçmişte helak olmuş Nuh kavmi gibi örnekliklerin ve bütün kâfirlerin cehennemdeki akıbetlerinin aktarıldığı surede mesajın iki muhatabı vardır. Bunlardan ilki Ebu Cehil gibi kimselerin uyguladığı muhasaraya rıza göstermeyen ve Hz Peygamber (sav) ve diğer müminlere karşı merhamet duyan kimselerdir. Kur’an’ın bu kimselere çağrısı akıbetlerinin müşrik ileri gelenler gibi olmaması için geçmişin örnekliğinden ders almaları ve surenin hemen başında ilan edilen af kapısına sığınarak kurtuluşa ermeleri şeklindedir. Surenin diğer muhatabı ise özelde Hz peygamber (sav) ve müminlerdir. Muhasara altındaki Hz Peygamber’i (sav) surenin ilk muhataplarına ilişkin saydığımız hususlardan hareketle teselli etmek 243 Sureye Mümin adının verilmesine (Muhammed b. Yakub el-Firuzabadi, Besair zevi’t-Temyiz fi Letaifi’l-Kitabi’l-Aziz, thk. Muhammed Ali en-Neccar, Vizaretu’l-Evkaf, Kahire 1996, 1/409). Vesile olan bu kişinin kimliği ile alakalı tefsir kaynaklarında yoğun bir tartışma olmuş gibi görünmektedir. Bu kişinin Firavun ailesinden biri mi olduğu yoksa Beni İsrail’den olup, muhtemelen saray içinde bir mevkiye sahip, imanını gizleyen biri mi olduğu hakkındaki bu tartışmada müfessirler farklı görüşleri benimsemiş ve savunmuşlardır. (Bkz. Kurtubi, Tefsir, 8/347-348). 96 ve müşriklerin zenginliklerine aldanmayıp; her şart altında davasını sürdürmeye devam ettirmek surenin ona yönelen mesajıdır.244 2.2. Fussilet Suresi Surenin anlatımına konu olan meseleleri kısaca özetlemek gerekirse kâfirlerin küfürlerindeki ısrarları ve meydan okumaları, içinde aciz bırakılacakları cehennem azabı, el ve ayakların insanın aleyhine kıyamet günü şahitlikte bulunması, Ad ve Semud kavminin helak edilmesi, Allah’ın birliğinin delilleri ve ilminin gizli ve açık olan her şeyi kuşatması gibi başlıları ön plana çıkarabiliriz.245 Bu konu başlıklarına ilaveten surenin özellikle ilk ayetleri hakkında bir değerlendirme yapmak gerekmektedir. Surenin ilk 13 ayetiyle alakalı olarak kaynaklar meşhur bir hadiseyi nakletmektedir. Çalışmamızın önceki bölümlerinde birkaç vesile ile değindiğimiz bu hadisede Utbe b. Rebia’nın Hz Peygamber’in (sav) Kâbe’de bulunduğu bir esnada yanına gelerek ona davasından vazgeçmesi için servet, makam, kadın, hatta hastaysa onu iyileştirebilecek kimseleri bulup getirmek gibi tekliflerde bulunmuştu. Bu teklifleri dinleyen Hz Peygamber (sav) Utbe lafını bitirdikten sonra onun teklifine cevaben Fussilet suresini okumaya başlamıştı. Rivayetin bir nakline göre 38.ayete kadar okuyup secde etmiş ve “Ey Ebu’l-Velid işte cevabın demiştir”; 246 diğer bir nakle göre de surenin Ad ve Semud’un helak olmasını anlatan 13.ayetine geldiğinde Utbe “başına yıldırımlar düşeceğini sanarak” susması için ona yalvarmıştı. 247 Burada Hamidullah’ın olayın naklinde Utbe’nin ağzından naklettiği şu cümleye dikkat çekmek istiyoruz: “Artık sahip olduğumuz dinî ve toplumsal duyarlılığımıza hücum edip onları sarsma! Gerek şimdi tapındığımız gerekse atalarımızın zamanında tapmış oldukları 244 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/134. 245 Firuzabadi, Besair, 1/413-414. 246 Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 5/172-173. 247 Hamidullah, İslam Peygamberi, s.98. 97 Bu hadiseden hareketle Mevdudi’nin surenin nüzul zamanını bizim öngördüğümüzden daha erken bir zaman dilimine aldığından bahsetmiştik. Buna karşın Cabiri; Ha-Mim surelerinin geneli için geçerli olan bir durum olarak esbab-ı nüzul rivayetlerin az olması ya da hiç olmaması durumunun geçerli olduğunu ifade ediyor. Ona göre Müslümanların hicret etmiş olmaları ve Hz Peygamber’in (sav) muhasara altında olması da bu durumu teyit edicidir.248 Cabiri’nin bu yorumu karşısında Mevdudi’nin kaydettiği meşhur hadisenin durumu nedir diye sorulacak olursa; öncelikle biz Cabiri yorumunu kendi tespitlerimizi yaparken tercih ettiğimizi belirtelim. Nitekim çalışmamızın ikinci bölümünde surelerin kronolojisini belirlerken bunu göstermiştik. Bununla beraber rivayetlerin kabulü ya da nasıl bir anlam taşıdığı konusunda Cabiri’nin yahut bizim bu yaptığımız gibi başka Saiklerle surenin yerine ilişkin vardığımız bir sonucun etkiliği olduğunu vurgulamak gerekmektedir. Bize göre de surenin yeri boykot zamanıdır ve tasvir ettiğimiz şartlar mucibince Kâbe’de böyle bir konuşmanın geçmesi imkânsızdır. Zira hemen önceki surede Ukbe b. Ebi Muayt’ın Hz Peygamber’i (sav) öldürme teşebbüsü ile alakalı rivayeti aktarmıştık. Devam eden bir süreçte Kâbe’nin yanı başında böyle bir diyalog geçmesi biraz zor gibi görünmektedir. Bu değerlendirmenin Mevdudi cephesine bakacak olursak o naklettiğimiz bu rivayeti esas almıştır ve ona göre de surenin durduğu yer bu rivayetle tayin edilmelidir. İkisi de bir görüştür. Biz farklı vesilelerle izah ettiğimiz sebeplerden ötürü tercihimizi burada ifade ettiğimiz şekilde yapmış bulunuyoruz. Nitekim surenin bu rivayete konu olan ayetleri her ne kadar Hz Peygamber (sav) ve müşrik ileri gelenler arasında bir diyalog olduğu havası verse de bu diyalogun rivayette nakledildiği gibi olmadığı ve mücadele ortamında gerçekleşmiş birçok karşılıklı konuşmanın özeti gibi durduğunu ifade edelim. 248 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/137. 98 2.3. Şura Suresi Allah’ın birliğinin delilleri, kıyamette kâfirlerin uğrayacağı akıbet, rızkın taksimi, peygamberlere vahyin nüzulünün keyfiyeti gibi hususların 249 yanında özellikle bu dönem surelerinde çokça yer bulan müşriklerin batıl delillerle Kur’an hakkında girdikleri tartışmaları ve geçmiş peygamberlerin daveti ile Muhammedî davetin kaynağının birliğine yönelik vurguyu250 ihtiva eden ayetleri Şura suresinin de muhtevası içinde okumamız mümkündür. Surenin muhtevasına ilişkin bu bilgilerin yanından özellikle önceki surelerde belirgin olmayan ve bu surede bilhassa ön plana çıkan birkaç başlığı aktarmak gerekmektedir. Bunlardan ilki Hz Peygamber’in (sav) surenin 23.ayetinde nakledilen ifadesiyle kavminden akrabalık sevgisinden başka bir şey istemediğini ifade etmesidir.251 Ayette geçen “ ”اﻟﻤﻮدة ﻓﻲ اﻟﻘﺮﺑﻲifadesi bize öncelikle tam olarak boykot sürecini hatırlatmaktadır. İsfahani el-Müfredat’ında bu ayette geçen “ ”اﻟﻤﻮدةkelimesinin salt sevgi anlamı taşıdığını ifade etmektedir. 252 “ ”اﻟﻘﺮﺑﻲkelimesi ise hısım, akraba anlamına gelmektedir.253 Bu terkibin özellikle surenin iniş sürecini de dikkate alacak olursak ne anlama geldiği ayrı bir önem arz etmektedir. Cabiri surenin tefsirinde Mukatil’in ifadelerinden hareketle iniş zamanının takriben 8.yıl civarı olduğunu aktarmaktadır. Bu düşünceyi doğuran ifadeler Mekke’de bir kıtlığın yaşandığına dair ifadelerdir.254 Böyle bir zaman diliminde Hz 249 Firuzabadi, Besair, 1/418. 250 İzzet Derveze, Tefsir, 3/321. 251 Şura 23: “… De ki: Ben buna (yaptığım tebliğ faaliyetine) karşılık sizden yakınlık ve dostluk bağları ( )اﻟﻤﻮدة ﻓﻲ اﻟﻘﺮﺑﻲiçinde sevgiden başka bir ücret istemiyorum… ”. 252 Rağıb el-İsfahani, Müfredat- Kuran Kavramları Sözlüğü, çev. Yusuf Türker, Pınar Yay, İstanbul 2010, s.1547. 253 İsfahanı, Müfredat, s.1193. 254 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/147. 99 Peygamber’in (sav) müşriklerle bir şekilde diyalog içerisine girmesi mümkün görünmektedir. Nitekim Duhan suresinde de göreceğimiz üzere yaşanan bu kıtlık karşısında müşriklerden bir heyet Hz Peygamber’e (sav) gelerek ondan dua etmesini istemişler ve iman edeceklerini söylemişlerdi. Zannediyoruz buna sebep olan kıtlık Şura suresinin indiği yıla denk gelmektedir. Hz Peygamber’e (sav) görevinin “Mekke ve çevresini” uyarmak olduğunu hatırlatan bu surede kendisinin insanlardan akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemediğini ifade etmesi müşriklerin yaşadıkları kıtlık dolayısıyla dirençlerinin kırıldığı bir zamanda onlarla yeniden temas kurmak gibi bir durumu ifade etmektedir. Ayette geçen “akrabalık sevgisi” ifadesi iki manada anlaşılabilir. İlki muhasara altında kendi aşireti içinde yaşayan Hz Peygamber’in (sav) onların desteğinin devam etmesini istemesidir. Dönem şartlarına ilişkin tasvirlerimizden bu mananın kuvvetle muhtemel olduğu sonucu çıkıyor gibi görünse de biz ikinci manayı daha kuvvetli buluyoruz. Kastettiğimiz ikinci mana ise yukarıda ifade ettiğimiz müşriklerin açlık sebebiyle, bize göre, dirençlerinin zayıflaması gibi bir durumdan hareketle söz gelimi hac mevsiminde dışarı çıkan Hz Peygamber’in (sav) onlarla diyalog kurabiliyor olduğundan dolayı bütün Kureyş’e olan akrabalık bağını öne sürmesidir. Nitekim Buhari’de yer alan bir rivayette şöyle ifade edilir: “Mekke’de hiçbir batın yoktur ki onun Hz Peygamber’e (sav) bir akrabalığı olmasın.”255 Şura suresinde vurgulayacağımız bir diğer konu ise müminlere yönelik insanların suçlarını, hatalarını bağışlamaları yönünde yoğun telkin ve affetmenin mümin olmanın özelliği olduğunun ifade edilmesidir. Müminlerin işlerinin aralarında Şura ile olduğu kaydedilen bu surede affetmeye yönelik bu yoğun atıfla lakalı ilerleyen kısımlarda geniş bir değerlendirme yapacağız. Ancak Hz Peygamber (sav) ve müminler açısından özellikle Habeşistan hicreti sonra Kureyş düzeninden ayrılmalarıyla tesis ettikleri yeni toplumsal grubun temellerinin atılıyor olduğu düşüncemizi aktarmakla iletelim. 255 Zeynü’d-Din Ahmed b. Ahmed b. Abdi’l-Latifi’z-Zebidi, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, çev. Kâmil Miras, DİB Yay, Ankara 1980, c.XI s.176 100 2.4. Zuhruf Suresi Zuhruf suresinde Ha-Mim surelerinin genel konuları olan yukarıda aktardığımız meselelere ilaveten Kur’an’ın kelam meselelerine dair bazı ayetleri de bu surede gelmektedir. Yaratıcının varlığının delilleri olarak başlıklandırılan 256 konular surede yer almaktadır. Yaratıcının ve Rabb’in kim olduğuna dair Kur’an’ın ortaya koyduğu hakikatlerin anlaşılabilmesi bakımından surede geçen Firavun’un halkına neden onların Rabbi olduğunu delillendirmeye çalıştığı konuşması dikkat çekicidir. Burada müşriklerin put olarak taptıkları bazı “ilahlarının” Allah’ın kızları olduğu iddialarına yer verilmektedir. Bu iddialar önceki surelerde de yankı bulmuştu. Bu surede ilaveten müşriklerin Kur’an’da Hz İsa’dan örnek verilmesine kızmış olmaları aktarılmaktadır. Onlara göre kendi ilahlarını yeren Kur’an’ın Hıristiyanların taptığı bir ilah gibi duran Hz İsa’yı sâlih bir kul olarak aktarması tutarsız bir durumdu. Tabi burada müşriklerin özellikle Yahudi ve Hıristiyan kültürüne karşı kendi inanç düzenlerini sahiplenmek şeklinde tezahür eden bir nevi “din milliyetçiliği” vardı. Bu sebeple bizim ilahlarımız ve onların ilahları vurgusunu yapmaktadırlar. Surenin son kısımlarında Hz Peygamber’in (sav) kavminin iman etmiyor olmasından şikâyet etmesi aktarılmaktadır. Bu şikâyetin bir benzerini Furkan suresinde de okuyoruz. Öyle anlaşılıyor ki bu suredeki şikâyet Furkan suresinde olduğundan farklı bir konumdadır. Hicr suresiyle alakalı yaptığımız değerlendirmeleri hatırlayacak olursak hitabın bilhassa panayırlarda toplanan diğer Arap kabilelerine döndüğü sürecin arkasından boykot yıllarında Hz peygamber’in (sav) tebliğ faaliyetine konu olan bu kabilelerden de tarihi verilerden anlaşıldığı kadarıyla kayda değer bir sonuç çıkmamıştı. Bu da Hz Peygamber’in (sav) yaşanan sıkıntılı sürecin içinde sonuç alamamaktan dolayı yılgın hissetmesine sebep olmuş olabilir. 256 Firuzabadi, Besair, c.I s.421 101 2.5. Duhan Suresi Surede genel olarak önceki surelerde yer alan anlatım devam etmektedir. Müminler ve kâfirlerin ahiretteki akıbetleri, tevhid vurgusu şeklinde olan bu anlatıma ilaveten Kur’an’ın Hz Peygamber’in (sav) dilinde indirilmesinin ona bir kolaylık olduğu belirtilmektedir. Önceki surelerde olduğu gibi bu surede de anlatımı süren Hz Musa kıssasının Mısır’dan çıkış kısmını okumaktayız.257 Kıssaların anlatılış amacının temelinde Hz Peygamber’e (sav) rahatlık, coşku vermek ve mesajı desteklemek gibi unsurlar bulunmaktadır.258 Bu unsurlar özellikle Kur’an’da anlatımı yoğun olan Musa kıssasında sadece geçmiş ümmetlerin helakı, müstekbirlerin akıbeti gibi hususlarda değildir. Bunun yanı sıra esasında her peygamber ve muhatapları arasında yaşanan mücadelelerin tıpa tıp benziyor olmalarından 259 hareket edecek olursak; genel görünümün yanında yaşanan daha spesifik hadiselerle de benzerlik kurarak peygamberin içinde bulunduğu hale ilişkin bir not içermektedir diyebiliriz. Buna göre hemen hemen boykot yıllarının sonlarına doğru gelinen süreçte Hz Musa ve İsrailoğullarının Mısır’dan çıkışı anlatılarak benzer şekilde muhasaranın sonlarına doğru gelindiği yönünde bir his ve rahatlama vermeyi amaçlamış olabilir. Surenin ilk ayetlerinde Şura suresinde de bahsettiğimiz “duhan” hadisesi geçmektedir. Bu konuyla ilgili ilerleyen bölümlerde bazı değerlendirmelerde bulunacağız. Ancak burada bir hususu belirtmekle yetinelim tarih kaynaklarında belirgin bir hadise olarak yer almayan ancak tefsir ve hadis kaynaklarında aktarılan Mekke’de yaşanan kıtlık zannediyoruz boykot yılları esnasında Hz Peygamber (sav) için tasvir edilen boykot şartlarını görece hafifleten bir durum ortaya çıkarmıştır. Konuyla ilgili aktarılan rivayetlerde; müşriklerin önce Hz Peygamber’e (sav) gelip yaşanan sıkıntıları gidermesi için Allah’a dua etmesini hem de akrabalık bağlarını 257 Firuzabadi, Besair, 1/424. 258 Muhammed Ahmed Halefullah, Kur’an’da Anlatım Sanatı, çev. Şaban Karataş, Ankara Okulu Yay, Ankara 2002, s.361. 259 Halefullah, Kur’an’da Anlatım Sanatı, s.360. 102 öne sürerek talep etmeleri ve iman edeceklerini söylemeleri ancak kıtlıktan kurtulunca yine eski hallerine döndükleri aktarılmaktadır. 260 Nitekim bu durum ilerleyen bölümlerde ele alacağımız, surenin ilk 14 ayetinde açıkça ifade edilmektedir. Nitekim Kur’an inkarcıların bu karakterini muhtelif surelerde (Yunus 22.ayet, Ankebut 65.ayet) bir gemi misaliyle açıklamaktadır. Bu misalde fırtınaya yakalanan kimselerin fırtınadan kurtulana kadar Allah’ı tek ilah olarak tanıyıp ona dua ettikleri ancak karaya sağ salim varınca hemen eski hallerine döndükleri ifade edilmektedir. Kureyş müşrikleri de bu durumu karada temsil etmiş bulunmaktadırlar. 2.6. Câsiye Suresi Sure de boykot döneminin diğer surelerinde olduğu gibi anlatımı ortak olan konular devam etmektedir. Bununla beraber kâfirlerin kalplerindeki kirlilik ve ayetler karşısındaki alaycı tavırları üslup itibariyle ön plandadır. Tabi olarak bu durum diğer Ha –Mim surelerinde olduğu gibi bu surede de bulunan konu bütünlüğü261 dolayısıyla inkârlarında inat eden ve kibir gösterenlerin akıbetinin haber verilmesiyle tamamlanır. Sure Allah’ın yerde ve göklerdeki ayetlerinin akıl sahipleri için birer ibret kaynağı ve kâinatın yaratıcısına işaret eden deliller olduğunu vurgulayarak başlamaktadır. Bu vurgunun ardından yukarıda bahsettiğimiz kâfirlerle ilgili durumlar aktarılmaktadır ve aktarmış olduklarımıza ilaveten onların ölümden sonra dirilişi inkâr eden sözlerine yer verilmektedir. Öne çıkan ve surenin muhtevasını önceki surelerden ayıran iki hususa işaret etmek gerekmektedir. Bunlardan ilki, ilerleyen bölümlerde geniş olarak izah edeceğimiz, Hz Peygamber’in (sav) şeriat sahibi kılındığının bildirilmesidir (18.ayet). Şeriat kelimesi isim olarak nüzul sırası itibariyle ilk olarak bu surede geçmektedir. Burada ayeti takiben gelen diğer ayetlerde İsrailoğullarının kitap ve hüküm sahibi olduktan sonra aralarındaki haset sebebiyle ihtilafa düştükleri 260 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/175. 261 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/188. 103 bildirilmektedir. Bize göre İsrailoğulları üzerinden verilen bu temsil önceki temsillerde olduğundan farklı bir hüviyettedir. Şeriat sahibi olmak hakkında detaylı izahatı ifade ettiğimiz üzere ilerleyen bölümlerde geniş bir şekilde ele alacağız. Ancak kısaca belirtmek gerekirse burada mesajın hangisinin önceleneceği net olmayan iki yönü vardır. Birincisi Hz Peygamber (sav) ve bütün muhataplara, müşrikleri içerir şekilde, yönelen mesaj Kur’an hakkında ihtilafa düşülmemesini salık vermektedir. Eğer mesajın bu önünü dikkate alacak olursak Kur’an ilk kez bu kadar açık bir şekilde kitap ve hükümranlık arasında ilişki kurmuş gibi görünmektedir. Bu durum özellikle Habeşistan hicretinin toplumsal karşılığına dair değerlendirmemizi bir kez daha hatırlatarak ifade edelim ki Kur’an’ın kimliğinde bir evre olarak algılanabilir. Nitekim hicret dolayısıyla Hz Peygamber’e (sav) tabi olmak siyasi bir konum arz etmiş bulunmaktaydı. Burada müşriklerin inkârcılığı bir “kimlik meselesi” haline getirdiklerine dair bir durumun ortaya çıktığını da iddia etmiş bulunuyoruz. Mesajın ikinci yönünün; Şura suresinde müminlerin işlerinin aralarında danışma ifade eden ve hem Şura hem de C’asiye surelerindeki ilgili ayetlerden anlaşıldığı üzere inkârcılara karşı affedici bir tavrı müminlere tavsiye eden Kur’an hakkında; müminlerin ihtilafa düşmemesi yolunda nispeten ileriye dönük bir şekilde ortaya çıktığını düşünebiliriz. Kur’an müminleri zaten boykot öncesi surelerden itibaren müşriklerden ayrı bir grup olarak ele alıyordu. Buna mukabil ihtilafa düşmeyin tavsiyesinin bu grubun kitap ile kuracakları ilişkiye işaret ettiğine buradan dayanak bulabiliriz. Ancak hem çoğunluğunun Habeşistan’da olması hem de Mekke’de henüz muhasara ortamının devam ediyor olması gibi sebeplerle verilen emirle bu mesajın kast edildiğini ifade etmek zordur. Boykot süreci içerisinde indiğini düşündüğümüz surelerin muhtevalarına ilişkin genel değerlendirmemiz bu şekildedir. Sureler hakkında aktardığımız bu değerlendirmeler kısa ve genel bir şekildedir. Surelerle ilgili derinlemesine ele alacağımız hususlar çalışmamızın devam eden başlıklarında ele alınacaktır. Buna göre önce boykot süreci öncesindeki surelerde daha sonra da boykot sürecindeki surelerde özellikle iki başlık altında ayetlerin tafsilatlı değerlendirmelerini ele alacağız. Bunlardan ilki müşrikler ikincisi ise Hz Peygamber başlıklarıdır. Bu iki 104 başlığı ön plana almamızın temel sebebi çalışmamızın giriş kısmında vurguladığımız hitabın şekillenmesi meselesinin özellikle bu iki başlık altında topladığımız ayetlerde belirgin bir şekilde tezahür ettiği sonucuna varmamız dolayısıyladır. 3. İki Ana Muhatap ve Boykot Öncesi Sureler Surelerin kronolojisine ilişkin değerlendirmelerimizde bilinen nüzul sıralamasında Sad suresi ile Ahkaf suresi arasındaki kısmın burada bütünüyle incelediğimiz dönemin (bisetin 4-10.yılı) sureleri olabileceğini kaydetmiştik. İsra suresi istisna olmak üzere surelerin bu sıralamadaki yerlerini çalışmamız çerçevesinde değiştirmeden alıyoruz. Kısaca değinmek gerekirse İsra suresini istisna kılan husus; hem İsra olayına ilişkin rivayetlerin açık bir şekilde boykot sonrası bir zaman dilimine işaret ediyor olması hem de surenin 76-80.ayetler arasında Medine hicreti olarak anlaşılacak ifadelerin bulunmasıdır.262 Bahsettiğimiz şekilde Sad suresi ile başlayıp Zümer suresine uzanan sıralamada İsra hariç bütün surelerin genel anlatımlarından hareketle yapacağımız değerlendirmemizde; önce müşrikler başlığı altında daveti ısrarla ve bile bile inkâr edenleri sonra Hz Peygamber başlığı altında daveti sürdüren, vahyin mübelliğinin konumunu, aldığı uyarıları ve göstermesi gerekn tavra dair Kur’an’ın emirlerini inceleyeceğiz. Bunu yaparken ilgili meselelere işaret eden ayetleri örnek olarak verip sureleri ayrı ayrı bütün olarak tahlil etmeyeceğiz. Zira bahsedeceğimiz meseleler zaten böyle bir tahlilin ürünüdür dolayısıyla örnek ayetleri kaydetmek yeterli olacaktır. 262 Bkz İsra 76-77.ayetler: “Yine onlar, seni yurdundan (Mekke) çıkarmak için nerdeyse dünyayı başına dar getirecekler. O takdirde, senin ardından kendileri de fazla kalamazlar. Senden önce gönderdiğimiz peygamberler hakkındaki kanun (da budur). Bizim kanunumuzda hiçbir değişiklik bulamazsın.”. Mustafa Öztürk, Kur’an-ı Kerim Meali, Düşün Yay, İstanbul 2013. 105 3.1. Müşrikler 3.1.1. Şirk ve Siyasi Tavır Müşrikler başlığı altında Kur’an’ın cereyan eden hadiseler karşısında öncelikle vahye ve onun tebliğine düşman olan bir gruptan bahsettiğini ifade edelim. Tezimizde birkaç vesileyle vurguladığımız ifadeyle Hz Peygamber’in (sav) vahyi tebliğ etmesine yönelen muhalefetin şekli; bir noktadan itibaren kırılma yaşayarak bireysel ve alaycı karşı çıkışları aşarak, organize ve bir manasıyla siyasi bir boyut kazanmıştı. Burada siyasi boyuttan kastımızı özetle şu şekilde ifade edelim: karşı çıktığı meseleyi kendi egemenliğine bir saldırı olarak algılayıp onun doğruluğuna kani dahi olsa muhalefet etmek. Bu açıdan müşriklerin Ebu Talib’i bir heyet halinde ziyaret etmelerini tekrar hatırlamak gerekir. Güçlü aşiretlerin ileri gelenleri Ebu Talib’i kaynakların aktardığına göre birkaç kez ziyaret etmiş ve Hz Peygamber’in (sav) hamisi olması hasebiyle kendisinden onu durdurmasını istemişlerdi. Ebu Talib’i muhatap almanın anlamı meseleyi doğrudan aşiretler arası bir mesele haline getirip Mekke’nin siyasal organizasyonu zeminine taşımaktı. Yapılan görüşmelerle ilgili bilgileri okuduğumuzda da bunu teyit eden bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Nitekim bahsi geçen aşiret liderleri önce ilahlarına ve atalarına hakaret edildiğini ve Ebu Talib’in böyle bir şeye mani olması gerektiğini ileri sürmüşlerdi. Daha sonra Ebu Talib’in yeğenini durdurmayacağını görünce uzlaşma teklif etmişler ve eğer o da kendi ilahlarını anarsa “Muhammed’in Rabbine” de ibadet edeceklerimi söylemişlerdi. Bunun yanında Hz Peygamber’e doğrudan servet ve makam teklifinde bulundukları da rivayetlerde yer bulmuştur. Son olarak Ebu Talib’i tehdit etmişler ancak eğer onu öldürürlerse Arapların kendilerini ayıplayacağını düşünerek bundan vazgeçmişlerdi. Başka hadiselerin de eklenmesi üzerine Mekke ileri gelenleri Hz Peygamber’i (sav) durdurmak adına Beni Haşim ve Beni Muttalib’e boykot kararını almışlardı. 106 Ortaya çıkan bu tabloda Hz Peygamber (sav) karşıtı kampanyayı yürütenlerin: problemi ele alışları ve çözmek için sergiledikleri tavrın siyasi boyutu belirgin bir şekilde okunabilmektedir. Ancak diğer yandan muhalefetin siyasi oluşunun tek ifadesi bu durum değildir. Kur’an, Mekke ileri gelenlerinin ya da genel olarak aktif bir şekilde muhalefet edenlerin duruşunu ifade ettiği ayetlerde onların kesinlikle iman etmeyecekleri vurgusunu özellikle incelediğimiz dönem surelerinde yoğunlaştırmaktadır. Bu hususta en net ifadelerden birini Yusuf 103.ayette görebiliriz: “ َﺑِ ُﻤ ْﺆ ِﻣ ِﻨﯿﻦ َ ْﺎس َوﻟَﻮْ َﺣ َﺮﺻ ﺖ ِ “ َو َﻣﺎ أَ ْﻛﺜَ ُﺮ اﻟﻨﱠ “Sen ne kadar şiddetle arzu etsen de insanların çoğu inanacak değildir.” Ayette geçen insanların çoğu ifadesi tefsirlerde Mekke ehli 263 , “kavminin müşrikleri” 264 şeklinde açıklanmıştır. Surenin bağlamını ele aldığımızda uzunca anlatılan Yusuf kıssasının akabinde Allah’ın doğrudan Hz Peygamber’in (sav) muhataplarına/muhaliflerine dikkat çektiğini ve bu ayetten surenin sonuna kadar müşriklerin vahye karşı duruşlarını anlattığını görüyoruz. Şurası kesin ki belirli bir dönemden sonra Mekke ileri gelenleri ifadesinin yerine rahat bir şekilde müşrik ileri gelenler ifadesinin kullanılması gerekir. Mekke’nin ticari ve siyasi egemenliğini elinde bulunduran zümrenin önemli bir kısmı ya da Ümeyye-Mahzum iktidarının varlığına işaret edersek bu zümrenin tamamı; vahye karşı duruşlarını kesin olarak değiştirmeyecek bir konumda bulunmaktadır.265 263 Celaleddin Mahalli- Suyuti, Tefsir-i Celaleyn, Salâh Bilici Kitabevi, İstanbul b.t.y., s.200. 264 Taberi, Tefsir, 8/371. 265 Çalışmamızın birinci bölümünde bu zümrenin kimlerden oluştuğuna dair bilginin tarih kaynaklarının verdiği bir takım isim listelerinden alınabileceğini belirtmiştik. Burada kesin olarak iman etmeyeceklerinin bildirildiği kimseler içerisinde Ebu Süfyan’ın da olacağı ancak onun sonunda iman edenlerden olduğu dolayısıyla burada bir çelişkinin olduğu bahsettiğimiz listelerden hareketle ileri sürülebilir. Burada okuyucunun aklında bulundurması gereken iki husus vardır: birinci husus Kur’an müşriklerin iman etmeyecekleri konusunu yoğun ve kat’î bir üslubla vurgulamaktadır. İkinci husus ise kimin Hz Peygamber’e (sav) ne derece muhalefet ettiği kaynaklarda çok sınırlı anlatılmaktadır. Ancak İbn Hişam isim isim Hz Peygamber’e (sav) eziyet edenleri yaptıkları eziyetleri 107 Müşriklerin iman etmeyeceğine dair bir diğer kesin ifade Yunus suresi 33.ayette geçmektedir: “Rabbinin yoldan çıkanlar ( )اﻟﱠ ِﺬﯾﻦَ ﻓَ َﺴﻘُﻮاhakkındaki ‘onlar artık imana gelmezler ( َ )أَﻧﱠﮭُ ْﻢ َﻻ ﯾ ُْﺆ ِﻣﻨُﻮنsözü gerçekleşmiş oldu” Ayette müşriklerin iman etmeyeceği sözü ile Cenab-ı Hak; bahsettiğimiz şekilde Hz Peygamber (sav) karşısında muhalefeti sürdüren kesimin o günün şartlarında iman etmeleri noktasında bir beklentiye girilemeyeceğine işaret etmektedir. Bu noktada Kur’an’ın müşriklerin muhalefetini ifade ettiği kavramlardan bir tanesine dikkat çekmek istiyoruz. 3.1.2. Batıl Delillerle Tartışma “”ﺟﺤﺪ Kur’an; küfür ve şirk olarak tanımladığı vahye yönelen inkâr tavrını bu kavramlara ek olarak “ ”ﺟﺤﺪfiiliyle ifade etmektedir. Bu fiilin anlamını; kaynaklara müracaat ettiğimizde en basit şekliyle bile bile inkâr etmek şeklinde ifade edebileceğimizi söyleyebiliriz.266 Kur’an’da bu kelimenin müşriklerin tavrını ifade etmek için kullanıldığı ayetlere baktığımız zaman karşımıza çıkan tablo da bu anlamı ziyadesiyle doğrulamaktadır. Buna ilaveten fiilin ifade ettiği bile bile inkâr ya da hakkında ilim sahibi olduğu halde inkâr etmenin ayetlerin bağlamlarından hareketle sadece inkâr etmekle sınırlı olmadığı bu inkârın bir tartışma ile sürdürüldüğü durumu söz konusudur. Yani ayetlerde bu fiilin aynı zamanda bir tartışma ortamına, müşriklerin/inkârcıların hak karşısında kendi batıl delillerini öne sürerek tartıştıklarını görüyoruz. anlatarak saymaktadır.(İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 2/9-15) Burada Ebu Süfyan’a ayrılmış bir başlık göremiyoruz. 266 Bkz. “ ”ﺟﺤﺪmaddesi: İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, tetk. Yusuf el-Bekai, Daru’l-Mutavvasitiyye li’n- Neşri ve’t-Tavzi, Tunus 2005; Muhammed b. Yakub el-Firuzabadi, Kamusu’l-Muhit, tahk. Mektebu Tahkiki’t-Turas fi Muesseseti’r-Risale, Daru’r-Risale, Beyrut 2005. 108 Mekki surelerde inkârcıların tavrının “ ”ﺟﺤﺪfiiliyle on iki yerde ifade edildiğini görüyoruz. Bu ayetleri nüzul sırasına göre şu şekilde sıralayabiliriz: 1) A’raf 51: “ ﻓَ ْﺎﻟﯿَﻮْ َم ﻧَ ْﻨ َﺴﺎھُ ْﻢ َﻛ َﻤﺎ ﻧَﺴُﻮا ﻟِﻘَﺎ َء ﯾَﻮْ ِﻣ ِﮭ ْﻢ ھَ َﺬا َو َﻣﺎ َﻛﺎﻧُﻮا ﺑِﺂَﯾَﺎﺗِﻨَﺎ َ”ﯾَ ْﺠ َﺤﺪُون A’raf suresinin burada özel bir yeri bulunmaktadır bu sebeple bu surede geçen ayeti diğer ayetlerde olduğundan daha geniş bir şekilde ele alacağız. Sure, genel olarak nüzul süreci içerisinde önemli bir dönüm noktasını teşkil etmektedir. Her ne kadar Mevdudi267 ve sair kaynaklar268 sureyi hem uzun olması hem de yoğun bir içeriğe sahip olmasından dolayı Mekke’nin son yıllarına atfetseler de biz yine burada Cabiri’nin yorumunu alarak sureyi nüzul sırasındaki yerinde tutuyoruz. Sure Mekke’de inen uzun surelerden biridir. Surenin hemen başında Cenab-ı Hak bir kitap indireceğini beyan edip bunda bir şüphe duymamasını Hz Peygamber’e (sav) vahyetmektedir. Burada kitap kelimesinin anlamına dair müfessirlerin genel olarak Kur’an’ın kastedildiğine ilişkin yorumları olsa da Zemahşeri kitap kelimesiyle surenin kastedildiğini ifade etmektedir. 269 Bu bilginin konumuz açısından önemi şudur: A’raf suresi nüzul sürecinin bir dönüm noktası olarak artık vahyin muhtevasının ağırlaşacağı bir dönemin başlangıç suresidir. Bunun temel işareti ise sure içersinde Allah’ın müşriklerin kendi hakkındaki zanlarını tek tek bahsederek iptal etmesinden gelmektedir. Dolayısıyla surenin başında Hz Peygamber’e (sav) bir kitap gibi başından sonuna geniş bir muhtevaya sahip bir surenin indirileceği bildirilmektedir. Bu vaziyetin sebebi ise zeminde cereyan eden hadiselerin seyrinin değişmesidir. Zira müşrikler A’raf suresinden önce inen Sad suresiyle ilgili aktarımlarımızdan hatırlayacak olursak; muhalefetlerini siyasal bir boyuta taşımışlar ve Ebu Talib ile görüşmüşlerdi. Müşriklerin bu dönemden sonraki tutumları Hz 267 Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 2/9. 268 Emin Işık, “A’RÂF SURESİ”, DİA, İstanbul 1991, III, s.259-260. 269 Zemahşeri, el-Keşşaf, tahk. Adil Ahmed Abdulmevcud, Mektebetu’l-Ubeyketi, Riyad 1998, 2/421. 109 Peygamber (sav) ve inananları baskı altında tutmak olduğu kadar kendi inanışlarında ürettikleri, batıl olan Allah inancından hareketle tartışma konuları açmak olacaktır. Nitekim boykot öncesi surelerden boykot dönemi surelerine uzanan bir süreçte bu tartışma konuları tekrar tekrar gündeme gelecektir. Söz gelimi A’raf suresinde müşriklerin yaptıkları kötülükleri Allah’ın emrettiğini iddia etmeleri gündeme getirilerek bu tartışma konularından birinin ele alındığını görebiliriz. Surenin bu genel yapısı içerisinde müşriklerin bile bile inkârları yukarıda Arapça metninin bir kısmını aktardığımız 51.ayette şu şekilde ifade edilmektedir: “O kâfirler ki, dinlerini bir eğlence ve oyun edindiler de dünya hayatı onları aldattı. Onlar, bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları ve ayetlerimizi bile bile inkâr ettikleri gibi biz de bugün onları unuturuz.” Ayetin hemen öncesinde 43-50.ayetler arasında cennet, cehennem ve araf ehlinin birbirleri ile konuşmaları aktarılmaktadır. Cennet ve araf ehli cehennemliklere dünyadaki durumlarının onlara fayda vermeyeceğini söylerken cehennem ehlinin içine düştükleri durumun felaketinden çıkış aradıkları ancak bulamayacaklarını bildiren bu konuşmaların akabinde onların bu akıbetlerinin sebebi olarak dinlerini eğlence edinmeleri aktarılır. Müfessirler burada müşriklerin oyun ve eğlence edindiği dinin İslam olduğu konusunda ittifak halindedirler. Ancak biz surenin ve indiği dönemin şartlarının genel yapısı olarak henüz teşekkül etmiş bir İslam dini olmadığını düşünüyoruz. Buna mukabil Kur’an’ın getirdiği hak delilleri bile bile inkâr edip kendi inanışlarını bu şekilde bir hafife alarak onun sonuçlarını ciddiye almamaları dinlerini oyun ve eğlence haline getirmelerinin anlamıdır diyebiliriz. ُ َو 2) Neml 14: “ﻋﻠ ُ ًّﻮا ” َو َﺟ َﺤﺪُوا ﺑِﮭَﺎ َوا ْﺳﺘَ ْﯿﻘَﻨَ ْﺘﮭَﺎ أَ ْﻧﻔُ ُﺴﮭُ ْﻢ ظُ ْﻠ ًﻤﺎ270 Neml suresi Şuara ve Kasas sureleri ile birlikte kıssa anlatımının yoğun olduğu surelerden biridir. Bu üç sure özellikle Hz Musa kıssasının değişik bölümlerinin anlatıldığı ve beraber okunduklarında kıssanın bütün bir anlatıma sahip 270 Neml 14.ayet: “Kendileri de bunlara yakînen inandıkları halde, zulüm ve kibirlerinden ötürü onları inkâr ettiler. Bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak!”. 110 olduğu surelerdir. Firavun’un Hz Musa ile girdiği mücadele; müşriklerin Hz Peygamber’e (sav) yönelik tavırlarının tarihteki en yakın örneklerinden biri olarak özellikle bu üç surede detaylı olarak anlatılmaktadır. Tıpkı müşriklerin Hz Peygamber’in (sav) getirdiği ayetleri inkâr etmeleri gibi Firavun’un da Hz Musa’nın getirdiği mucizeleri bile bile inkâr edişi Neml suresinin bu ayetinde aktarılmaktadır. Hemen önceki ayette Allah Hz Musa’nın getirdiği mucizeleri karşısında Firavun’un “bunlar bir sihirdir” diyerek inkâr edişini aktarırken onun bu tavrını bile bile inkâr etmek anlamında “ “ ﺟﺤﺪfiiliyle tanımlamaktadır. 3) Hud 59: “ َﺼﻮْ ا ُر ُﺳﻠَﮫُ َواﺗﱠ َﺒﻌُﻮا أَ ْﻣ َﺮ ُﻛﻞﱢ َ َوﺗِ ْﻠ َ ت َرﺑﱢ ِﮭ ْﻢ َوﻋ ِ ﻚ ﻋَﺎ ٌد َﺟ َﺤﺪُوا ﺑِﺂَﯾَﺎ 271 ﱠﺎر َﻋ ِﻨﯿ ٍﺪ ٍ ” َﺟﺒ Hud suresinin bu ayetinde Neml suresinde olduğu gibi inkârın tarihinden bir kesit sunulmaktadır. Bu kez müşriklerin zorbalıkta emsalleri olan Ad kavminden örnek getirilerek onların bile bile inkârları tarihsel zemine de uygun olarak “ ”ﺟﺤﺪfiili ile ifade edilmektedir. 4) En’am 33: “ َﺤﺪُون َ ﯾَ ْﺠ ت ﱠ َ َ”ﻓَﺈِﻧﱠﮭُ ْﻢ َﻻ ﯾُ َﻜ ﱢﺬﺑُﻮﻧ272 ِﷲ ِ ﻚ َوﻟَ ِﻜ ﱠﻦ اﻟﻈﱠﺎﻟِ ِﻤﯿﻦَ ﺑِﺂَﯾَﺎ En’am suresi nüzulünün şekli itibariyle kaynaklarda hakkında tafsilatlı bilgi olan bir suredir. Rivayete göre bu sure bir gecede semadan yetmiş bin meleğin eşliğinde inmiştir. 273 Burada rivayetin verdiği bilgilerin doğruluğu ya da modern Kur’an yorumları açısından değerlendirilmesi konumuz dışıdır ancak rivayette çok korunaklı bir nüzul ile bir gecede Hz Peygamber’e (sav) inmiş olması ve vahiy kâtiplerinin özel olarak toplanıp sureyi yazmaları şeklindeki tasvir; surenin ve indiği ortamın nezaketine dair bilgiler aksettirmektedir. Cabiri’den naklettiğimiz bilgileri hatırlayacak olursak bu sure; Hicr suresiyle beraber müşriklerin yüz çevirmekteki ısrarından dolayı onlardan yüz çevirip hac ve sair zamanlarda panayırlara gelen Arap kabilelerine davetin ulaştırılması emrinin verildiği bir dönemde, Hicr suresinden 271 Hud 59.ayet: “İşte Âd (kavmi). Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler; O'nun peygamberlerine âsi oldular ve inatçı her zorbanın emrine uydular.”. 272 En’am 33.ayet: “Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar.”. 273 Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 3/374. 111 hemen sonra inmişti. Nitekim Cenab-ı Hak şeriat namına en tafsilatlı hükümleri ilk olarak bu surede bildirmektedir. Surenin üslubundan anlaşıldığı kadarıyla da haramlar hakkında açılan veya açılacak/açılması muhtemel tartışmalar için Kur’an’ın ne söylediği bu surede bildirilmektedir. Surenin 33.ayetinde geçen “ "ﺟﺤﺪfiili bu sefer doğrudan Mekke müşriklerinin fiili olarak geçmektedir. Ayette önce Hz Peygamber’i (sav) yalanlayan müşriklerin bu tavırlarının onu üzdüğünden bahsediliyor. Allah bu durumu bildiğini bildirdikten sonra müşriklerin esasında Hz Peygamber’i (sav) yalanlamadıklarını ancak onun getirdiğini yalanladıklarını beyan ediyor. Konuyla ilgili kaynaklar birkaç rivayet aktarmaktadırlar. Ebu Cehil’in isminin geçtiği bu rivayetlerde onun kendisine hakikaten Hz Peygamber’in (sav) getirdiği şeyin yalan olduğuna mı inandığı sorulduğunda aslında Hz Peygamber’in (sav) doğru söylediğini bildiğini ancak eğer bunu kabul ederlerse Abdumenaf oğullarıyla üstünlük yarışında ellerinde bir şeyin kalmayacağını söylediği rivayet edilmektedir.274 Benzer bir durum Kasas suresinin 57.ayetiyle ilgili olarak da rivayet edilmektedir. Müşriklerden birisi Hz Peygamber’i (sav) toplumun içinde yalancılıkla itham ediyordu. Yine kendisine benzer bir soruyu soran birisine yahut Hz Peygamber’e (sav) söylediklerinin doğru olduğunu bildiğini ancak eğer bunu kabul ederlerse Arapların onları yurtlarından süreceğini iddia ediyordu.275 Doğrusu “ ”ﺟﺤﺪfiilinin anlamından hareketle yaptığımız değerlendirmeyi bu rivayetlerin özetlediğini düşünüyoruz. Müşrik muhalefetin Kur’an’ın ne olduğuna dair kanaatlerinin pekiştiği bir zamandan itibaren mücadelelerini batıl delillerle onun hakkında yaygara kopararak sürdürmeleri bu rivayetlerde aşikâr olarak ortaya çıkmaktadır. Ebu Cehil’in ya da diğer rivayette bahsi geçen müşrikin tavrı bile bile inkârın örnekleri olarak karşımızda durmaktadır. 274 275 Taberi, Tefsir, 9/222. Mukatil, Tefsir, c.III s.351; Kasas 57.ayet: “ ‘Biz seninle beraber doğru yola uyarsak, yurdumuzdan atılırız’ dediler. Biz onları, kendi katımızdan bir rızık olarak her şeyin ürünlerinin toplanıp getirildiği, güvenli, dokunulmaz bir yere (Mekke-i Mükerreme'ye) yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler.”. 112 Müşriklerin bile bile inkârları yani Kur’an’ın hak olduğunu bilmelerine rağmen kendi batıl delilleri ile tartışma ortamı yaratarak inkârlarına devam etmeleri onların iman etmeye kalplerini kapatmıştı. Zira onlar En’am suresi 26.ayette 276 belirtildiği üzere hem kendileri Kur’an’dan uzak duruyor hem de başka insanları ona inanmaktan alıkoyuyorlardı. Hal böyleyken onların kalplerinin durumunu yine aynı surenin bir önceki ayetinde Cenab-ı Hak şu şekilde ifade etmektedir: Onlardan seni (okuduğun Kur'an'ı) dinleyenler de vardır. Fakat onu anlamalarına engel olmak için kalplerinin üstüne perdeler, kulaklarına da ağırlık verdik. Onlar her türlü mucizeyi görseler bile yine de ona inanmazlar. Hatta o kâfirler sana geldiklerinde: "Bu Kur'an eskilerin masallarından başka bir şey değildir" diyerek seninle tartışırlar.(En’am 25.ayet) Müşriklerin kalplerindeki bu ağırlık onların Allah’ın ayetlerini inkâr etmede sürdürdükleri inatlarının sonucuydu. Nitekim Yunus suresinde Cenab-ı Hak onların ayetlere tuzak kurduklarını beyan ederek inanma konusundaki tavırlarına işaret etmektedir.277 Burada ifade edilen tuzak ayetten anlaşılacağı üzere zor zamanlarda Allah’a sığınan insanın zorluk ve sıkıntıdan kurtulduklarında ayetleri yalanlamaya kaldıkları yerden devam etmeleridir. 3.1.3. Müşrik Muhalefetin Durumu: Çok Seslilik Müşriklerin Kur’an’a yönelen muhalefetlerini tanıma adına bir hususa daha dikkat çekmek istiyoruz. Kur’an; peygamberlerin hakikati topluma vazetmelerinin akabinde birbiri ile çekişen iki zümrenin doğuverdiği bir durumdan bahseder.278 Bu durum Mekke’de çok yoğun bir şekilde yaşanıyordu. Bununla beraber her iki zümrenin de içerisinde takip edilen davaya inanış bakımından güçlü ve zayıf 276 Enam 26.ayet: “Onlar, hem insanları Peygamber'e yaklaşmaktan vazgeçirmeye çalışırlar, hem de kendileri ondan uzaklaşırlar. Oysa onlar farkında olmadan ancak kendilerini helak ederler.”. 277 Yunus 21.ayet: “Kendilerine dokunan (kıtlık ve hastalık gibi) bir sıkıntıdan sonra insanlara bir rahmet (esenlik) tattırdığımız zaman, bir de bakarsın ki âyetlerimiz hakkında onların bir tuzağı vardır. De ki: Allah'ın tuzağı daha süratlidir. Şüphesiz elçilerimiz kurduğunuz tuzakları yazıyorlar.”. 278 Neml 45.ayet: “Andolsun ki, "Allah'a kulluk edin!" (demesi için) Semûd kavmine kardeşleri Sâlih'i gönderdik. Hemen birbiriyle çekişen iki zümre oluverdiler.”. 113 kimseler bulunurlar. Mekke’de müşrik muhalefetin güçlü takipçileri zengin ve iktidar sahibi ileri gelenler iken onların ardından çeşitli saiklerle bu yolu tutan ancak içlerinde tereddütler yaşayan ya da haklılık durumunu çeşitli yan koşullarla sağlayan kimseler bulunur. Kur’an müşrikler zümresi içerisindeki tereddüt yaşayan kimselerin durumuna Hud suresinin ilk ayetlerinde dikkat çekerken başlangıçta Kur’an’ın insanların tevbe etmesi için indirildiğini bildiriyor.279 Devamında gelen ayetlerde ise müşriklerden Kur’an’ı dinlemeye korkan kimselerin hali haber veriliyor: Bilesiniz ki, onlar Peygamber'den, (düşmanlıklarını) gizlemeleri için göğüslerini çevirirler (gönüllerinden geçeni gizlerler). İyi bilin ki, onlar elbiselerine büründükleri zaman dahi, Allah onların gizlediklerini de, açığa çıkardıklarını da bilir. Çünkü O, kalplerin özünü bilendir.(Hud 5.ayet) Müfessir Mukatil b. Süleyman burada kâfirlerin sinelerinde gizlediğinin onları Kur’an dinlemekten kaçıran korku olduğunu ifade ediyor. 280 Taberi’nin aktardığı rivayetlerde de; ayette anlatıldığı gibi davrananların şüphe içinde olduğu ve Allah’ın gücünden korkuyor oldukları ifade ediliyor. 281 Ayetten ve iki müfessirin aktarımlarından hareketle, özet olarak şu ifadeyi kullanabiliriz ki herkes inkârcıların sembol ismi Ebu Cehil kadar kesin bir reddediş içinde değildi. Yukarıda naklettiğimiz Kasas suresi 57.ayetle ilgili rivayeti bir kez daha hatırlayacak olursak müşrik muhalefet içerisindeki çok seslilik daha net olarak anlaşılacaktır. Rivayette Hz Peygamber’e (sav) inanmayan ancak onun getirdiklerinin doğru olduğunu bildiğini söyleyen müşrik adam inanmayışının ya da bile bile inkâr edişinin sebebini şayet Kureyş Hz Peygamber’in (sav) dediklerine tabi olursa Arapların onları Mekke’den sürüp çıkaracağı şeklinde açıklıyordu. Öyle tahmin ediyoruz ki buna benzer pek çok mazerete ilaveten günlük siyasi-iktisadi gerekçelerle ya da huzurun bozulmaması gibi kaygılarla hakikati reddetmek adına müşrikler içerisinden bile bile inkârı meşrulaştırmak adına bir yığın izahat çıkmıştır. 279 Hud 3.ayet: “Ve Rabbinizden mağfiret dilemeniz, sonra da ona tevbe etmeniz için (indirildi. Eğer bu emrolunanları yaparsanız), Allah sizi, tayin edilmiş bir süreye kadar güzel bir şekilde yaşatır, fazlasını yapan herkese de iyiliğinin karşılığını verir…”. 280 Mukatil, Tefsir, 2/271. 281 Taberi, Tefsir, 7/322. . 114 Bu tablo tarih boyunca; alışılageldik akışlarını değiştirmeye zorlayan bir çağrıyla karşı karşıya kalmış her toplumun gösterdiği tipik reflekslerden biri olsa gerektir. Ortaya çıkan bu garip tablonun izahı nedir? Zengin ve iktidar sahibi ileri gelenlerin tepkilerini anlamak adına hem çalışmamızın ilk bölümünde hem de diğer bölümlerin bazı yerlerinde çeşitli açıklamalarda bulunduk. Ancak orta tabaka ya da alt tabaka diyebileceğimiz, toplumun servet bakımından daha düşük konumdaki unsurlarının inkâr konusunda ileri gelenleri takip etmesini sağlayan durumun izahı nedir diye sormak gerekmektedir. Mekke’de bir şekilde hem siyasi hem de iktisadi gücü elinde bulunduranlar için Hz Peygamber’in (sav) zamanla sistemi kökten tehdit eden bir pozisyona geldiğinden daha önce bahsetmiştik. Bu durum müşrik ileri gelenler ya da diğer bir ifadeyle Kur’an karşıtı kampanyayı yürütenlerin/sürükleyenlerin muhalefet sebeplerini veya bile bile inkârlarını açıklayıcıdır. Ancak bu iktidarı paylaşmayan ya da etkisi daha sınırlı olan kimselerin hangi saiklerle bu muhalefete katıldıklarını açıklamak için meselenin başka bir boyutunu anlamak gerekir. İleri gelenlerin büyük servetleri ve güçlü iktidarları yüzünden Mekke ahalisinin geri kalanıyla aralarında, daha önce de bahsettiğimiz gibi, bir kopukluk söz konusuydu. Putperest inancın gevşek ve bütüncül olmayan yapısına bir de tefecilik vs gibi işlerle toplumda belirli zümreleri tahakküm altına almaları ve nispeten zayıf aşiretleri ticari işlerde kenara itmeleri bu kopukluğun sebepleriydi. Dolayısıyla Hz Muhammed karşısında muhalefeti sürdürmek ileri gelenler için kendi konumlarını korumak adına hayati bir öneme sahipken bütün Mekke’yi bu muhalefete katmak için bir yol bulmaları gerekiyordu. Bu yolun meseleyi bir din savaşına çevirmekten geçtiğini bir kez daha hatırlatalım. Nitekim Mekke idaresinde bütün bir Kureyş’i belirli bir yasal zeminde idare eden bir yapı ya da bir kralın gücü yoktu. Dolayısıyla herkesin kabul edeceği “atalara hakaret ediliyor”, “ilahlara sövülüyor” sloganları üretildi. Mekke’de belirgin bazı şahıslar siret kitaplarının konu aldığı hadiselerde adı sık bir şekilde geçmese de belirli oranda etkinliği olan kimselerdi ve müşrik ileri gelenlerin muhalefetini açıktan desteklemiyor ancak Hz Muhammed ve inananlara da 115 hak verip onların safına geçmiyorlardı. Bunlardan birinin ismini burada zikretmekte fayda görüyoruz. Hz Ebu Bekir konuyla ilgili bir rivayetten anladığımız kadarıyla boykot yıllarına rastlayan bir zamanda Mekke’deki oluşan havadan bunalmış ve Habeşistan’a hicret etmek üzere yola çıkmıştı. Onu Mekke dışında gören Ebu Dağne nereye gittiğini sormuş ve Hz Ebu Bekir de durumu ona anlatmıştı. Bunun üzerine Ebu Dağne Hz Ebu Bekir’i yanına alıp Mekke’ye geri götürmüş ve Kâbe’nin yanında oturan müşrik ileri gelenlere Hz Ebu Bekir’e yönelecek her saldırının ve bu saldırıyı yapanların karşısında olacağını ilan etmiştir.282 Rivayetten anlaşılan; Hz Ebu Bekir boykot döneminde Mekke’de kalan Müslümanların üzerinde devam eden baskıdan bunalmış olarak hicret etmek istemiş ancak onu gören Ebu Dağne müşriklere onu koruduğunu bildirip Hz Ebu Bekir’i rahatsız etmemelerini sağlamış olacak ki kendisi hicret etmekten vazgeçmiştir. Ebu Dağne ismi bu rivayetin dışında rastladığımız bir isim değil. Bu durumun bizce yorumu şu şekildedir: Ebu Dağne aktif muhalefete katılmayan ancak müşriklerin açtığı din savaşına iştirak etmeyip Müslüman olmasına rağmen Hz Ebu Bekir’e koruma sağlayacak kadar güçlü birisidir. Ebu Dağne’nin yanı sıra bu hususta isimleri örnek verilebilecek olan, boykotun bitirilmesi rivayetinde ön plana çıkan kimselerin isimlerini birinci bölümde zikretmiştik. Bu beş kişinin müşrik ileri gelenlere Ebu Cehil nezdinde itiraz etmeleri ve Hz Muhammed’in haklı olup olmamasına bakmaksızın yapılan zulme karşı çıkarak boykotu bitirmeleri müşrik muhalefetin çatlaklarını göstermektedir. Bu gibi durumların işaret ettiği hususlara bir de müşrik olmanın bir kimlik meselesine dönüşmesini de eklemek gerekmektedir. Oluşturulan din savaşı atmosferinde Kureyş müşriklerinin artık inanmayacak olmalarının kesinleşmesinin özellikle orta tabaka sayabileceğimiz güçlü ve önder pozisyonda olmayanlar için bir yandan da inkârcıların geneli için sebebi iman etmenin ait olunan toplumsal gruptan çıkmak anlamına gelmesidir. 282 İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 2/24-25. 116 İnananların özellikle Habeş hicreti ile toplum içinde aldıkları konumu artık Kureyş toplumu içinde alışılageldik aşiret temelli toplumsal yapının dışına çıkan yeni bir toplumsal grubun oluşumu olarak nitelendirmiştik. Benzer şekilde müşrikler için de vahiy karşısında alınan tavır kendilerini Müslümanlardan ayıran bir alamete dönüşmüş olabilir. Cabiri bu hususa dikkat çekerek 283 müşriklerin belirli bir dönemden sonra inanmak isteseler de ya da haksız olduklarını kabul etseler de zengin olanları; iman etmiş fakir/güçsüz kimselerle birlikte olmaktan,284 geri kalanlar da o gün için güçlü olan müşrik grubun dışına çıkmaktan imtina ediyorlardı. Kur’an’ın yukarıda işaret ettiğimiz ayetlerde Kur’an’ı dinlemekten korktuklarını ifade ettiği kimselerin durumu da bu husus içinde değerlendirilebilir. Müşriklerin durumuna ilişkin Kur’an’dan son olarak nakledeceğimiz mesele yine onların müşrik ileri gelenler ile onların takipçileri durumunda olan toplumun güç bakımından daha alt seviyede ya da zayıf olanları arasındaki ilişkiyle alakalıdır. Kur’an inkârcıların toplum içerisinde oluşturdukları hava ile zayıf kimseleri nasıl saptırdıklarını ve onlara uyan zayıfların da akıbetlerinin onlarla aynı olacağını kıyamet sahneleri içinde anlatmaktadır. Kur’an’da; “zayıf sayılan” müşriklerle “büyüklük taslayanlar” arasındaki konuşmaların yansıttığı tablo aslında her iki zümre de inkârcıyken zayıf sayılanlar diğerlerini kendilerini saptırmakla suçlamaları; büyüklük taslayanların ise onların sapmış olduğunu ve hidayet gelmişken zayıf olanları kendilerinin saptırmadığını söyleyerek cevap vermeleriydi. 285 Konuyla ilgili diyaloglar A’raf, Kasas, Saffat, Sebe surelerinde okunabilir. Genel olarak toplumda zayıf kimselerin daha önce bahsettiğimiz din savaşı ile güçlü kimselerce inkâr etmeye teşvik edildikleri ancak 283 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/39-40. 284 En’am 52.ayet: “Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O'na yalvaranları kovma! Onların hesabından sana bir sorumluluk; senin hesabından da onlara herhangi bir sorumluluk yoktur ki onları kovup ta zalimlerden olasın!” Rivayete göre Ebu Cehil ve arkadaşları Hz Peygamber’i (sav) yanında bulunan Ebu Zer, Ammar, İbn Mesud gibi zayıf kimselerden dolayı küçümsüyor ve alay ediyorlardı. Bunun yanı sıra bazıları Ebu Talib’e gelerek eğer Hz Peygamber (sav) yanındaki zayıfları kovarsa ona uyabileceklerini söylüyorlardı. Mukatil, Tefsir, 1/562. 285 Sebe 32.ayet: “Büyüklük taslayanlar, zayıf sayılanlara (kıyamet gününde): Size hidayet geldikten sonra sizi ondan biz mi çevirdik? Bilakis siz suç işliyordunuz, derler.”. 117 onların da aynen ileri gelenler gibi inkârcılar olduklarını bu anlatımlardan çıkarmak mümkündür. 3.2. Hz. Peygamber Çalışmamızın başından itibaren müşriklerin daha doğrusu vahye muhalefet edenlerin durumuna genişçe yer verdik. Bu durum okuyucuların zihninde olayın tek taraflı olarak ele alındığı şeklinde bir algıya yol açabilir. Bu ihtimali göz önüne alarak Hz Muhammed (sav) ve inananların durumu hakkında öncelikle bazı değerlendirmeler yapıp daha sonra Kur’an’ın incelediğimiz dönemde onların durumuna ilişkin ayetlerini ele almak istiyoruz. 3.2.1. Hz. Peygamber’in Müşrikler Karşısındaki Konumu Dönemin cereyan eden hadiselerinde bizim okumamıza göre bir fail olarak en etkin unsur müşriklerdir. Biz bu dönemde Hz Muhammed’i bir stratejist ve olayların seyrini değiştiren etkin bir figür olarak değerlendiremeyiz. Bunun temel sebebi hem Hz Muhammed’in hem de inananların toplumu yönlendirecek bir siyasi-iktisadi etkinliği gerçekleştirecek güçlerinin bulunmayışıdır. Hz Peygamber’in (sav) bu anlamdaki konumu Medine döneminde ortaya çıkmaktadır. Mekke dönemi için göz önünde bulundurulması gereken durum hem Hz Muhammed’in hem de inananların sahip oldukları imanı aktif bir sabır ile muhafaza etmeleri öncelikli vazifeleri olmasıdır. Özellikle Hz Muhammed’in ise kendisine vahyedilen ayetleri muhataplarına ulaştırma konusunda herhangi bir şekilde yılgınlığa düşmeden ve vahiyden karşı karşıya olduğu zor şartlara rağmen hiçbir şey eksiltmeden tebliğ görevini devam ettirmesi durumu söz konusudur. Burada bir topluluğu herhangi bir egemenlik kaynağına dayanarak sevk ve idare etmek pozisyonu oluşmadığını bilhassa göz önüne almak gerekmektedir. 118 Kur’an, Hz Muhammed’in ve inananların yapmaları gereken en önemli iş olarak imanlarında şüpheye düşmemeleri, namazlarına devam etmeleri gibi hususları saymaktadır. Bunun karşısında yukarıda yaptığımız bazı değerlendirmeler akla gelebilir. Bunlardan ilki Hz Peygamber’in (sav) zaman içerisinde müşrikler tarafından siyasi bir rakip daha doğrusu egemenliklerini tehlikeye sokan bir konumda anlaşıldığı değerlendirmemizdir. Diğeri ise özellikle Habeşistan hicreti ile Müslümanların ayrı bir toplumsal grup haline gelmeleri ve toplumun yapısını farklı bir yönde değiştirmiş olmaları hakkındaki değerlendirmelerimizdir. Şunu ifade ederek burada bir çelişki olmadığını belirtmek istiyoruz. Bahsettiğimiz şekliyle cereyan eden hadiseler içerisinde müşrikler; inananlar ve hatta inanmamaları için toplumun geri kalanı üzerinde baskı kurmak, boykot uygulamak gibi araçlarla bir muhalefet inşa edebiliyorken Hz Muhammed ve inananların benzer şekilde insanların yönelimini etkileyecek araçlara sahip olması söz konusu değildi. Yapabilecekleri tek şey sabırla imanlarını korumak, anlatmaya devam etmek ve Allah’ın vaadini beklemekti. İşte bu durumlardan dolayı biz tezimizin tarih bölümünde ve Kur’an’ın tarihsel olaylar karşısında aldığı tavrı değerlendirirken müşriklerin durumlarına ağırlık verdik ancak bu aşamada Hz Muhammed ve inananların durumlarını değerlendirerek meselenin ikinci ayağını tamamlamak istiyoruz. 3.2.2. Hz. Peygamber’in Vahiy Karşısındaki Konumu Hz Muhammed’in muhalifleri karşısındaki durumunu yukarıda izah ettik buna ilaveten onun bir de vahiy karşısındaki durumunu ele almamız gerekmektedir. Bu konu araştırmamızın en hassas konularından birini teşkil etmektedir. Zira son derece yaygın olan; Hz Muhammed’in (sav) aslında Hz Adem yaratılmışken peygamber olduğu ya da benzer şekilde daha doğarken peygamberliğinin alametleri 286 ortaya çıkıp nübüvvet öncesi hayatında buna hazırlandığı 287 gibi 286 Irving Washington, Hz Muhammed, çev. Ruhiye Erulaş, Mitra Yay, İstanbul 2012, s.27. 287 Washington, Hz Muhammed, s.29. 119 inanışlar karşısında biz farklı bir portre çizeceğiz. Yani aslında ezelden peygamberlik görevine hazır insanüstü bir figürden değil; beşer olan ve nübüvvetinin 5.-6.yılında dahi kendisine gelen vahiyden şüpheye düşmemesi için uyarılan bir peygamberden bahsedeceğiz. Bilindiği üzere Hz Muhammed’in (sav) vahyi ilk alışıyla alakalı birçok rivayet söz konusudur. Özellikle meleğin ona ilk kez gelmesinin akabinde yaşadığı psikoloji konusunda Hz Hatice ile yaşadığı diyalog ve onun Varaka b. Nevfel’e gitmeyi tavsiye etmesi son derece önemli ipuçları vermektedir. Bu meşhur rivayetin içinden Hz Muhammed’in başına gelen şeyi anlamlandırmakta zorluk çektiği ve cinlerin-şeytanların kendisine musallat olduğundan korktuğu bilgisini çıkarmak mümkündür.288 Burada Hz Hatice’nin melek geldiği zaman onun melek mi şeytan mı olduğunu anlamak için yaptığı deneme de bunu göstermektedir.289 Biz bu halin Hz Muhammed’in vahiyle karşılaştığı ilk zamanla sınırlı olmadığını düşünüyoruz. Şöyle bir farkla ki ilk zamanlarda olduğu gibi bir şüphe içerisinde değil ancak geçen yılların giderek artan baskısı altında zaman zaman başına geleni yeniden sorguladığını ve böyle anlarda Kur’an’ın ona kendisinin tertemiz bir vahiy aldığını hatırlattığını okuyarak bu düşünceyi taşıyoruz. Bu manada ilk olarak Kur’an’ın nüzulüne hiçbir şeytan ve cinin karışmadığı ve tebliğ edilen mesajın Hz Muhammed’in heves ve hevasının ürünü olmadığı istikametindeki uyarılarını değerlendirmek istiyoruz. İncelediğimiz dönemin sureleri arasında olmayan ancak bu uyarıların muhataplara yönelik olarak yoğun bir şekilde yapıldığı Necm suresinin ilk ayetleri şu şekildedir: Battığı zaman yıldıza andolsun ki arkadaşınız sapmadı ve azmadı. O nefis arzusu ile konuşmaz. Kur’an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.(Necm 1-4) Rivayetlerin naklettiğine göre bu sure Hz Peygamber’in (sav) Mekke’li muhataplarının karşısında Kâbe’de okuduğu ilk suredir. 288 İbn Kesir, el-Fusul, s.98-99. 289 Hamidullah, İslam Peygamberi, s.82. 290 Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 8/285. 120 290 Görüldüğü üzere muhataplara, Hz Peygamber’in (sav) sapkın bir sözü değil ancak kendisine bildirilen vahyi tebliğ ettiği bildirilmektedir. Hz Peygamber’in (sav) ilk dönemlerde yaşadığı; ayıpladığı şair ve kâhinler gibi cinlerin kendisine musallat olduğu endişesi benzer şekilde muhataplarının da o aynı durumdan şüphelenmelerine paraleldi. Kur’an’da hem müşriklerin şüphesini hem de Hz Peygamber’in (sav) endişesini gidermeye yönelik olarak bu ayetler ve devam eden surelerde benzer ayetler indiriliyordu. Boykot öncesi dönemde inen surelere baktığımız zaman da bu vurgunun devam ettiğini görüyoruz. Burada ilk olarak Vakıa suresinin ilgili ayetlerini anmakta fayda vardır. Surenin 77-79.ayetlerinde Cenab-ı Hak Kur’an’ın; nüzulüne şeytanların ve cinlerin karışmasından korunduğunu bildiriyor. 291 Burada 79.ayette geçen “ إِ ﱠﻻ َ ” ْاﻟ ُﻤﻄَﮭﱠﺮُونifadesi ile Taberi tefsirinde pek çok tarik üzerinden meleklerin kastedildiği rivayet ediliyor. 292 Bu rivayetleri temel alırsak bu ifadenin Hz peygamber’in (sav) endişelerini ve muhataplarının bu konudaki şüphelerini gidermesi için gönderilen bir ayet olarak karşımızda durduğunu söyleyebiliriz. Bu hususla alakalı olarak değerlendireceğimiz bir diğer ayet/pasaj Şuara suresinin sonunda şairler hakkında gelen ayetler olacaktır. Vakıa suresinde sonra indiği rivayet edilen bu surede geçmiş peygamberlerin örnekliklerini ortaya koyan bir anlatımın sonunda önce Hz Peygamber’e (sav) yakın akrabasını uyarması, müşriklerden yüz çevirmesi ve inananlara müşfik kanatlarını indirmesi emrediliyor. 293 Bu emrilerin akabinde son ayetlerde ise şairlerin durumundan bahsediliyor. “Şeytanların kime ineceğini size bildireyim mi?” (Şuara 221) ifadesiyle başlayan bu son pasajda Cenab-ı Hak; müşriklerin nübüvvetin başından beri sürdürdükleri mecnun, büyülenmiş ithamlarının devam ettiği anlaşılan bir zemine hitap etmektedir. Söylenen söz net bir şekilde şeytanların Hz Muhammed’e değil onun aleyhine şiirler yazarak alay eden şairlere indiğini ifade etmektedir. 291 Vakıa 77-79.ayetler: “Şüphesiz bu, değerli bir Kur'an'dır, Korunmuş bir kitaptır. Ona ancak temizlenenler dokunabilir.”. 292 Taberi, Tefsir, 22/364. 293 Şuara 214-216.ayet: “(Önce) en yakın akrabanı uyar. Sana uyan müminlere (merhamet) kanadını indir. Şayet sana karşı gelirlerse de ki: Ben sizin yaptıklarınızdan muhakkak ki uzağım.”. 121 3.2.3. Hz. Peygamber’e Yönelen Temel Uyarı: Şüpheye DüşmeUzlaşma Hem Vakıa suresinden hem de Şuara suresinden bahsettiğimiz hususa ilişkin aktardığımız bu ayetlerde hitap genele yönelik bir üsluba sahiptir. Bu surelerin indikleri dönem Hz Peygamber (sav) üzerindeki baskının sertleştiği ve bunaltıcı bir hal almaya başladığı dönemlerdi. Bu genel üslubun belirgin bir şekilde bu surelerden sonra Hz Peygamber’in (sav) şahsına yöneldiğini söyleyebiliriz. Vakıa ve Şuara surelerinden sonra Kur’an’ın nüzulünün sahih olması ile ilgili mesele ikinci plana çekilmekte şiddeti artan baskı karşısında müşriklere tebliğ etme noktasında herhangi bir uzlaşma fikrine yanaşılmaması noktasında uyarılar gelmeye başlamıştır. İnkârcıların inanmamaktaki ısrarının tescillendiği bu dönemde inen Hud suresinde benzer bir uyarı yapılırken artık mesele başka bir boyutta ele alınıyor: “Şunların taptıkları şeylerin batıl olduğu konusunda şüpheye düşme”.294 Artan baskının paralelinde müşrik ileri gelenlerin bir müddet uzlaşma yollarını denediklerini biliyoruz. Ebu Talib’le yaptıkları görüşmelerin bir tanesinde müşrikler Hz Muhammed’in Rabbine o da kendilerinin ilahlarına ibadet ederse ibadet edecekleri teklifini getirmişlerdi. Bu gibi teklifler Hz Muhammed’in diyalog kurduğu kimselerce sair zamanlarda tekrar edilmiş olabilir. Dönemin surelerine baktığımızda bu yargıya varırken meselenin boyutuna ilişkin şöyle bir değerlendirme yapabiliriz; toplumda gerilimin yükselmesinden dolayı bir kısım insanlar Hz Muhammed’e bazı meseleleri konuşmamasını, mesajın bir kısmını geride bırakmasını tavsiye etmiş olabilirler. Ya da kimi müşrikler eğer bazı iddialarından vazgeçerse onunla anlaşabileceklerini ve Kureyş içinde yaşanan gerilimin bitirilmesi gerektiğinden bahisle Hz Muhammed’i (sav) bu yola tevessül etmeye ikna etmeye çalışmış olabilirler. 294 Hud 109.ayet: “O halde onların tapmakta oldukları şeylerden (bu şeylerin onları azaba götürdüğünden) şüphen olmasın. Çünkü onlar ancak daha önce babalarının taptığı gibi tapıyorlar. Biz onların (azaptan) nasiplerini mutlaka eksiksiz olarak vereceğiz.”. 122 Bu hususla ilgili Şuara suresinin yine son kısımlarında Hz Peygamber’e (sav) “Allah ile beraber başka ilahlar edinme” emri gelmektedir.295 Bu emir onun şahsında bütün inananlara kendileri için bazen bir çıkış yolu gibi görünüp masumca gelebilecek olan diğer ilahları da ilah olarak olmasa bile karşı tarafın kutsalı olarak kabul etmek fikrine yanaşmama konusunda bir uyarı gibi durmaktadır. Diğer yandan tevhidin temelini hiçbir şekilde sarsmamak yolunda genel bir uyarı olarak da anlaşılabilir. Kasas suresine baktığımızda ise üslup olarak sert ve doğrudan Hz Peygamber’e (sav) yönelen bir emir görüyoruz: “kâfirlere arka çıkma”. 296 Ayette arka çıkma manasını veren “ ”ظَ ِﮭﯿﺮًاkelimesi Taberi tefsirinde “ ”ﻋﻮﻧﺎCelaleyn tefsirinde ise “ ”ﻣﻌﯿﻨﺎkelimeleri ile tefsir edilmiştir. Bu kelimeler aynı kökten olup yardım eden, yardımcı gibi anlamlara gelmektedir. Konuyla ilgili değerlendirmeye alacağımız bir diğer ayet ise Yunus suresinin 15.ayetidir. Burada müşriklerin Hz Peygamber’den bundan başka bir Kur’an getirmesi ya da bunu değiştirmesi taleplerine karşı onu değiştirmeye yetkisinin olmadığını bildirmesi kendisine emrediliyor. 297 Yunus suresinden sonra inen Hud suresinin 12.ayetinde ise Hz Peygamber’in (sav) neredeyse bu talebi yerine getirecek gibi olduğu belirtilerek kendinin sadece bir uyarıcı olduğu hatırlatılmaktadır. Surenin bu ayetinde dönemin şartlarını yansıtan bir ifade olarak müşriklerin ısrarlı bir şekilde bir mucize olarak Hz Peygamber’e (sav) bir hazine ya da kendilerinin de göreceği bir melek indirilmesi gerektiği iddialarının Hz Peygamber’in (sav) canını sıktığı ve bu hal içerisinde bu taleple karşılaştığı ifade edilmektedir. 298 Bizi bu ayet ile Yunus 295 Şuara 213.ayet: “O halde sakın Allah ile beraber başka tanrıya kulluk edip yalvarma, sonra azap edilenlerden olursun!”. 296 Kasas 86.ayet: “ َ”ﻓَ َﻼ ﺗَ ُﻜﻮﻧ ﱠَﻦ ظَ ِﮭﯿﺮًا ﻟِ ْﻠﻜَﺎﻓِ ِﺮﯾﻦ. 297 Yunus 15.ayet: “… Ya bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir! dediler. De ki: Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam.”. 298 Hud 12.ayet: “Belki de sen (müşriklerin:) "Ona (gökten) bir hazine indirilseydi veya onunla beraber bir melek gelseydi!" demelerinden ötürü sana vahyolunan âyetlerin bir kısmını (duyurmayı) terk edeceksin ve bu yüzden ruhun daralacaktır. (İyi bil ki) sen ancak bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekîldir.”. 123 15.ayet arasında bir bağlantı olduğuna ikna eden hem anlamca yakınlıkları hem de Mukatil b. Süleyman’ın Hud suresi 12.ayetin tefsirinde Yunus 15.ayete atıfta bulunmasıdır.299 3.2.4. Hz. Peygamber’in Müminlere ve İnkârcılara Karşı Tavrı Konu Hicr ve En’am surelerinde de farklı bir boyutuyla devam etmektedir. Burada Hz Peygamber’in (sav) müşriklerin servet bakımından güçlü olmasına aldanmaması, baskı ve tehditler karşısında müminlere olan tavrının değişmemesi emredilmektedir. Hicr suresinin 88.ayetinde Cenab-ı Hak elçisine bazılarına verilen dünya malına göz dikmemesini ve onların kendisi ve inananlar servet ve güç bakımından zayıf durumdayken müşriklerin güçlü ve safahat içinde yaşıyor olmalarından dolayı üzülmemesini söylüyor. Burada “müminlere karşı alçak gönüllü ol” emri, yaşanan sıkıntılı atmosfer içerisinde müminlere yönelik bir olumsuzluktan sakınılması da ayetle gelen diğer emirdir.300 Surede verilen bu emrin işaret ettiği durum bir sonraki sure olan En’am suresinin 52.ayetinde gelen başka bir emirle daha da netlik kazanmaktadır. Allah, elçisine sabah akşam Allah’a yalvaran zayıf kimseleri yanından kovmamasını emretmektedir. Anlaşılan belirli bir dönemden sonra müşriklerden bazıları davete icabet etmeye meyletmiş olsalar da Hz peygamber (sav) ile beraber olan zayıf kimselerin yanında bulunmaktan imtina ettikleri için böyle bir talepte bulunmuşlardır. Nitekim bu ayetle ilgili Mukatil’in naklettiği rivayet de aynı hususa 299 Mukatil, Tefsir, 2/274. 300 Hicr 88.ayet: “Sakın onlardan bazı sınıflara verdiğimiz dünya malına göz dikme, onlardan dolayı üzülme ve müminlere alçak gönüllü ol.”. 124 işaret etmektedir. Bu tavır tarihte de benzeri görülen bir tavırdır. Nitekim Hz Nuh’a da inkârcılar benzer bir taleple gelmişlerdi.301 Mekke’nin ağır şartları içinde savaşmak gibi bir imkânı olmayan ve henüz toptan bir hicret ile rahat ve güvenli bir yere gitmek durumu olmayan Hz Peygamber’in (sav) içinde bulunduğu durum naklettiğimiz ayetlerde bu şekilde bir tablo olarak karşımızda durmaktadır. Böyle bir durumda insanların Hz Peygamber’e (sav), muhtemelen, durumunu rahatlatacağı veya ancak o şekilde iman edecekleri gibi gerekçelerle yapmasını tavsiye ettikleri hususlar karşısında Kur’an; hiçbir tavizde bulunmaması konusunda yeri geldiğinde ağır uyarılarda bulunmaktadır. Bu bunalmışlık halinde Hz Peygamber (sav) hem vahyi eksiksiz tebliğ etmesi hem de müminlere karşı koruyucu ve alçak gönüllü olması aktardığımız şekilde emredilmektedir. Kur’an’ın; içinde bulunulan sıkıntılı şartlar karşısında ne yapılması gerektiğine ilişkin emirleri vahye uymak, hanif olmak,302 emrolunduğu gibi dosdoğru olmaktır.303 Böyle bir dönemde Hz Peygamber (sav) düşmanlarının kendine yönelik baskısı, zayıf takipçilerini öldürmeye varan işkencelerden dolayı olduğu kadar kendisinin onları davet ettiği hakikat ve kurtuluşu kabul etmeyişlerinden dolayı da üzülmekte, canı sıkılmaktadır. Kur’an bu noktada onun konumunu net bir şekilde ifade eder. Öncelikle kendisi ne kadar arzu ederse etsin insanları iman ettirecek değildir. 304 Ve kesinlikle muhataplarının iman etmesi için gönderilmiş bir bekçi 301 Hud 29.ayet: “Ey kavmim! Allah'ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah'a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim; çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizi, bilgisizce davranan bir topluluk olarak görüyorum.”. 302 Yunus 104-105.ayetler: “De ki: "Ey insanlar! Benim dinimden şüphede iseniz, (bilin ki) ben Allah'ı bırakıp da sizin taptıklarınıza tapmam, fakat ancak sizi öldürecek olan Allah'a kulluk ederim. Bana müminlerden olmam emrolundu." "Ve (bana) hanîf (Allah'ın birliğini tanıyıcı) olarak yüzünü dine çevir; sakın müşriklerden olma, diye (emredildi).". 303 Hud 112.ayet: “O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.”. 304 Kasas 56.ayet: “(Resûlüm!) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.”. 125 değildir. 305 Burada En’am suresi 68.ayetle ilgili bir hususu aktarmakta fayda görüyoruz. Ayette Cenab-ı Hak Kur’an hakkında ileri geri konuşanları gördükleri zaman; onlar konuyu değiştirene kadar yanlarından ayrılmayı hem elçisine hem de inananlara emretmektedir. Kur’an; onların bu konuşmalarını değiştirmek, onlara orada cevaplar vermek için dahi olsa yanlarında bulunmamayı zira onların bu durumlarından kendilerinin mesul olmadıklarının altını özellikle çizmektedir.306 Bir diğer mühim noktada da müşriklerin onlara yönelik tavrı ne olursa olsun, iddiaları ne kadar batıl olursa olsun onların ilahlarına sövmenin yasaklanmış olmasıdır.307 4. Muhatapları İtibariyle Boykot Dönemi Sureleri Boykot dönemi surelerine ilişkin yaptığımız genel değerlendirmede bazı meselelerin tahlilini ertelemiştik. Bununla beraber surelerin muhtevalarını değerlendirirken gündeme almadığımız ancak burada açacağımız başlıklar altında kıymet arz eden hususları çalışmamızın bu son kısmında değerlendirerek tezimizi noktalayacağız. 305 En’am 107.ayet: “Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. Biz seni onların üzerine bir bekçi kılmadık. Sen onların vekili de değilsin.”. 306 307 Mukatil, Tefsir, 1/567. En’am 108.ayet: “Allah'tan başkasına tapanlara (ve putlarına) sövmeyin; sonra onlar da bilmeyerek Allah'a söverler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini câzip gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir. Artık O ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir.”. 126 4.1. Müşrikler 4.1.1. Tartışmacı Tavır ve Allah Hakkındaki Zanları Müşriklerin Kur’an karşısındaki tavırlarını ifade etmek için Kur’an’ın kendisinin kullandığı “ ”ﺟﺤﺪfiili boykot dönemi surelerinde de karşımıza çıkmaktadır. Hem Mekke müşriklerinin(Mümin 63.ayet, Fussilet 28.ayet) tavrını hem de onların küfürdeki inatlarının ataları olan Ad kavminin (Fussilet 15.ayet, Ahkaf 26.ayet) tavrını ifade etmek için Kur’an bu fiili boykot öncesi surelerde olduğu gibi kullanmaya devam etmektedir. Hatırlayacak olursak “ ”ﺟﺤﺪfiili en temel anlamıyla hak olanı bilmesine rağmen kişinin batıl olanı savunması demekti. Ve Kur’an’ın kullandığı şekliyle hakkı bilerek inkâr edenlerin onun hakkında girdikleri tartışmaları ifade ediyordu. Fiilin geçtiği ayetler tarihsel zeminleri itibariyle müşrikler ile Hz Peygamber (sav) arasındaki mücadelenin; müşrik muhalefetin siyasal bir boyuta geçtiği döneme hitap etmektedir. Bu atmosferde müşrikler Hz Peygamber’i (sav) aşiretinin korumasından dolayı doğrudan hedef alamadıkları için kendilerine getirdiği mesajın tutarsız olduğunu ya da başka yollarla geçersiz olduğunu ortaya koymak yahut en azından kendilerine uyanların düşüncelerini yönlendirmek için bu nevi tartışmalara giriyorlar ve Kur’an’ın hakikatine batıl savlarla direnmeye çalışıyorlardı. Bu yönüyle boykot öncesinde inen surelerdeki süreç boykot surelerinde de üslup olarak devam etmektedir. Müşriklerin, Kur’an’ın ifadesiyle, batıl savlarla yürüttükleri tartışmalar boykot arifesinde ve boykot sürecinde nazil olan surelerde de Kur’an metninde yerini bulmuştur. Bu tartışmaların temelinde daha önce de ifade ettiğimiz gibi müşrik zihin dünyasının kendi çarpıklıklarına dayanak bulmak adına ürettiği ve muhtemelen zaman içerisinde kanıksayarak inanç dünyasının merkezine yerleştirdiği Allah hakkındaki zanları vardır. Nitekim Kur’an; Allah’ın ayetleri hakkında tartışanlar ancak inkârcılardır derken (Mümin 4.ayet) müşrikleri helake götürenin “Rableri hakkındaki zanları” (Fussilet 23.ayet) olduğunu ifade etmektedir. 127 Müşrikleri ziyana uğratan bu zanlarının başında putların Allah indinde kendileri için şefaatçi olacakları iddiası gelmektedir. Bu iddiaları Kur’an’da; “onu bırakıp başka dostlar mı edindiler” (Zümer 3.ayet), “Allah’tan başkasını şefaatçi mi edindiler” (Zümer 43.ayet), “onun dışında veliler mi edindiler” (Şura 9.ayet) ifadeleri ile yer bulmaktadır. Müşriklerin putlarla ilgili tasavvurları onların nihai anlamda ilahlar değil ancak Allah’ın yerine yeryüzünde bazı işleri düzenleyen ve dolayısıyla Allah’ın yanında kulluk ettikleri varlıklardı. Aslında güçlerinin sınırları ve kapsamı hakkında net bir tablo koymadıkları ve Lat, Menat, Uzza ve Hubel’in tepede bulunduğu bir hiyerarşide kendisine ruh atfedilen her cismin ilahlaştırılabildiği bu inanç biçiminde; anlaşıldığı kadarıyla çöl insanının derin kozmoloji algısı içinde tabii varlıkların her birinin cisimlerinin ardında saklı bulunan metafizik bir güç tasavvuru vardı. Her kabilenin kendi putlarına sahip olduğu müşrik Arap inanışında insanların herhangi bir putun gücünü diğerine kıyaslaması ya da kendine yeni bir put ihdas etmesi yadırganan bir şey değildi. Nitekim Filibeli Ahmed Hilmi’nin de ifade ettiği gibi Kureyş başlangıçta Hz Peygamber’in (sav) getirdiği dini; putlarını batıl ilan edene kadar adeta yeni bir mezhep olarak algılamış 308 ve “Rabbinden öğrendiği sihirli kelimeleri” ile alay etmekle yetinmişlerdi. Müşrik inancın bu yapısı çok derin ve serbest görünümü altında çölden şehre gelindiğinde ilahları hiyerarşiye koyacak ve insanları bunlara tapınma ve adak adama noktasında belirli bir düzenin içine sokacak daha biçimsel bir hal kazanıyordu. Mekke 360 kadar puta ev sahipliği yapıyordu ve Kâbe bu putların bir panteonu halini almıştı. Kureyş için ilahların durumu kendileri için siyasi ve iktisadi boyutuyla çok önemli bir konum arz ederken; Kur’an’ın müşriklerin halet-i ruhiyesine ilişkin anlatımlarına bakacak olursak, vahiyle muhatap olan nesil ve öncesinde ilahların inanılan varlıklardan ziyade bahsettiğimiz siyasi ve iktisadi konumlarından ötürü kıymet arz ediyor olduklarını söyleyebiliriz. Hz İbrahim’in kendinden sonra geleceklere miras bıraktığı “beni yaratandan başkasına tapmam” sözü (Zuhruf 27-28.ayet) yerini bambaşka bir söze bırakmıştı. 308 Filibeli Ahmed Hilmi, İslam Tarihi, 1/151-152. 128 Bu sözün hakikatini çevreleyip örten bir karanlık gibi; yaratan ile tapınmak arasındaki ilişkinin değişmeye başladığını ve yaratana gelinceye kadar araya giren pek çok ilah edinilmiş varlığın insanların inanç dünyalarını işgal ettiklerini görüyoruz. Kur’an müşriklerin bu halini onların kafalarındaki Allah tasavvuruna dikkat çekerek ortaya koymaktadır. Gökleri ve yerleri kim yarattı sorusuna Allah’tır (Zümer 38.ayet) cevabını veren müşrikler; bu soruya ikinci kez daha kuvvetli bir mukabelede bulunarak “onları şüphesiz güçlü olan ve her şeyi bilen Allah yarattı” (Zuhruf 9.ayet) cevabını vermektedirler. Hakeza yerleri ve gökleri kimin yarattığı konusunda olduğu gibi kendilerini kimin yarattığı konusunda da müşriklerin kafaları nettir. Bu soruya da “elbette Allah’tır” (Zuhruf 87.ayet) cevabını vermektedirler. Ancak Hz İbrahim gibi kendilerini ve yer ile gökleri yaratan Allah’ın varlığını kabul ederken onun yaptığı gibi yaratan Allah’a kulluk etmek yerine Kur’an’ın ifadesiyle O’nun dışında dostlar, veliler ve şefaatçiler edinmişlerdi. 4.1.2. Nübüvvet Makamı Hakkındaki İddiaları Müşrikler bu tutarsız inanışları ile Kur’an’ın ifadesine göre kendilerine hak ve onu açıklayan peygamber gelinceye kadar geçindirildiler (Zuhruf 29.ayet). Ancak peygamber kendilerine geldiğinde sebepleri çok geniş bir şekilde izah edilebilecek olan katı bir düşmanlık sergilediler. Boykot sürecinde inen surelerin de atıfta bulunduğu bu düşmanlık hem müşriklerin ağzından nakledilen sözlerle hem de Kur’an’ın onların durumunu tarif ettiği ifadelerle ortaya konmaktadır. Öncelikle peygamberin kimliğine ilişkin sıkıntıları olan müşrik ileri gelenlerden bahsetmek gerekmektedir. Kur’an’ın neden Hz Peygamber (sav) ile gönderilen ilahi mesaj olmayacağına ilginç bir delil bulan müşrik ileri gelenler şayet Allah kullarına vahiy indirecekse bunun için seçeceği elçinin ancak “iki şehrin büyüklerinden biri” (Zuhruf 31) olması gerektiğini ileri sürmüşlerdi. Mukatil bu iki şehrin Mekke ve Taif olduğunu, şehrin büyüklerinin ise Mekke’de Velid b. Muğire 129 Taif’de ise Eba Mes’ud olduğunu belirtmektedir. 309 Kureyş ileri gelenleri kendilerince şeref bakımından en üstün olan bu iki kişiden birinin ancak peygamberlik görevini yüklenebileceğini söyleyerek delillerini öne sürmektedirler. Müşriklerin Hz Peygamber’in (sav) kimliği ile alakalı tek derdi onun, kendilerince servet ve gücü az olması itibariyle şeref bakımında aşağıda olması değildir. Onlara göre Allah şayet insanlara bir vahiy indirecek olsaydı bunun için bir melek göndermeliydi (Fussilet 14.ayet). Bunun yanında Kur’an’da ara ara yer bulan ve müşriklerin aslında Kur’an’la ilgili en büyük dertleri olan kendilerinin, atalarının ve ilahlarının ahirette karşılaşacağı azap tehdidi karşısında; yaşanılan âlemin yalnızca bu dünya olduğu ve sonrasının olmayacağına (Casiye 24.ayet) dair iddialarını da anmak gerekmektedir. Müşrikler diriltilmeyeceklerini (Zuhruf 15.ayet) iddia ederken bir de karşı taraftan ispat beklemektedirler. Hz Peygamber’den (sav) eğer sözünde doğruysa atalarını getirmesini istemektedirler (Casiye 25.ayet). 4.1.3. Vahiy Karşısındaki Durumları Şüphesiz bu tartışmaların ve iddiaların ardında kalpleri kapalı (Fussilet 5, 41.ayet), ayetleri işittiği zaman kibirle küfründeki direnişine devam eden ve ayetlerle alay eden (Câsiye 8-9.ayetler) bir zihniyet durmaktadır. Nihayet Kur’an’ı işittikleri zaman onu dinlememek ve duyurmamak için gürültü yapılmasını da ancak böyle bir zihniyet emredebilir (Fussilet 26.ayet). Son olarak müşrikler başlığı altında boykot surelerinde dikkati çeken bir husus olarak sürecin içerisinde Allah’ın kullarına tevbe etmeleri halinde kabul edeceğini bildirmesinden bahsetmek gerekmektedir. Özellikle Hud suresinin ilk ayetleri ile alakalı olarak bu minvalde bir takım değerlendirmeler yapmıştık. Müşrik muhalefetin çok sesli yapısından bahsederken Kureyşlilerden şüphe içinde olanların durumlarına işaret etmiştik. Kur’an’ın hakikat olduğuna dair tereddütlerinin onları 309 Mukatil, Tefsir, 3/794 130 Kur’an’dan kaçmalarına sebep olacak kadar tedirgin ettiği bu kimseler ve Kureyş’in ileri gelenlerinin sürüklediği bu muhalefete katılma noktasında gönülsüz olanlara yönelen bu tevbe çağrısı; sürecin arifesinde Zümer suresinde “O (Allah), kullarının küfrüne razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizden bunu kabul eder” (Zümer 7.ayet) ve “De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin” (Zümer 53.ayet) ifadeleri ile devam etmektedir. Boykot süreci içinde ise “O, günahı bağışlayan, tevbeyi kabul edendir” (Mümin 3.ayet) ve “O, kullarının tevbesini kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir” (Şura 25.ayet) ayetleri ile Allah Kur’an’ın bütün muhataplarına hangi durumda olurlarsa olsunlar Allah’a yönelmeleri halinde bağışlanacaklarını bildirmektedir. Ayetlerin müşriklere yönelen bu canlı hitabına bakacak olursak Hz Peygamber (sav) ile aralarında bir şekilde devam eden bir iletişimin olduğunu söylemek mümkündür. Bu durum toplumdan tecrit edilen Hz Peygamber’in (sav) hem Ş’ib’de birlikte yaşadığı ve iman etmeyen akrabaları hem de panayırlarda; diğer Arap kabilelerinden kimselerle sürdürdüğü diyalogların benzer şekilde Kureyş ile de bir şekilde devam ettiğini göstermektedir. 4.2. Hz. Peygamber ve İnananlar 4.2.1. Temel Tavır: Dini Allah’a Has Kılmak ve “Şeriata Uy” Emri Hz Peygamber (sav) ve müminlerin boykotun hemen arifesinde ve başlangıcında müşriklere karşı gösterecekleri tavrın boykot sürecinin öncesinde de vurgulanan; dinde herhangi bir taviz vermemek olduğunu görüyoruz. Kur’an bilhassa dini Allah’a has kılmak (Zümer 2, 11) ve ihlâslı olarak Allah’a dua etmek (Mümin 14, 65) şeklinde tabir ettiği bu tavrı şüphesiz ağırlaşan şartlar karşısında öncelikle vurgulamaktadır. Nitekim Hz Peygamber’e (sav) yönelen sabretmesi yönündeki telkin (Mümin 55, 77) beraberinde müşriklerden yüz çevirip onlara “size selam olsun” demesi (Zuhruf 89) emriyle geliyor. 131 Toplumdan tecrit edilen aşiretiyle birlikte yaşayan Hz Peygamber (sav) hem kendi aşireti arasında hem de hac mevsimlerinde muhatap olduğu diğer kabilelerle görüşürken müşrikler karşısında göstereceği tavrı devam ettirebilmesi adına Kur’an’dan dayanacağı gücün kaynağını gösteren emirler almaktadır. Bu bağlamda önce davetini devam ettirmesi ve emrolunduğu istikameti tutturması (Şura 15), sonra vahye sımsıkı sarılması (Zuhruf 43) ve kendisine vazedilen şeriata uyması emrini almaktadır (Câsiye 18). Burada dikkati çeken bir husus olarak Câsiye suresinde geçen “şeriata uy” ifadesini ele almak gerekmektedir. Nüzul sırasına göre gerçekleştirdiğimiz okumamıza dayanarak; Câsiye suresine kadar inen surelerde bugünkü anlamını tam olarak karşılayan bir şeriatın vazedildiğini görmüyoruz. Bu hususta yalnızca En’am suresinde geçen yenimesi haram olan hayvanlar bahsini örnek olarak zikredebiliriz. Ayetin tefsiri ile alakalı kaynaklarda bulunan bilgiler; “ ”ﺷﺮﯾﻌﺔkelimesine getirdikleri izahatlarla hitap edilen ortama ilişkin ipuçları veriyorlar. Mukatil b. Süleyman (h. 150), Kureyşlilerin Hz Peygamber’e (sav) gelerek onu kendi dinlerine çağırdıklarını ve “babası Abdullah’ın ve dedesi Abdulmuttalib’in milletine ( )ﻣﻠﺔ dönmesini, böylece kavmini sevindirmesini” rica ettiklerini aktarmaktadır. Mukatil; şeriat kelimesinin ayette kastedilen manasını “( ”اﻟﺒﯿ ّﻨﺔaçık delil) kelimesiyle izah etmektedir. Kurtubi (h. 7.yy.) ise Mukatil’den bu ayetle ilgili yaptığı nakilde onun açıklamasına; hakka ulaştıran yol şeklinde bir ekleme yapmaktadır. Kurtubi’nin ayetin tefsiri ile alakalı yaptığı nakillerde ortaya çıkan ağırlıklı görüş de insanları hakka ulaştıran yol anlamındaki tefsirlerdir. Yalnız Katade’nin (h.117) burada terim anlamıyla şeriatı karşılayan bir izahat olarak emirler, yasaklar ve feraiz şeklinde bir sıralamayı zikretmesi ilginçtir. 310 Esasında şeriat kelimesinin bu şekilde bir isim olarak Kur’an’da zikredildiği tek ayet Câsiye suresinin bu 18.ayetidir.311 Ayetin bu durumu zannediyoruz tefsir ulemasının şeriat kelimesinin karşılığı olarak Katade’de olduğu gibi emirler ve yasakları içeren bir manada 310 Kurtubi, Tefsir, 19/154. 311 Fevzi b. Yusuf el-Habit, Mea’cim Mea’ni Elfazi’l-Kur’ani’l-Kerim, Mücme’ el-Melik Fahd Li- Taba’ati’l-Kur’an’il-Kerim, Medine 2001, “”ﺷﺮﯾﻌﺔ. 132 kastedildiğini düşünmelerine yol açmış olabilir. İfade ettiğimiz üzere hakka ulaştıran yol anlamındaki tefsirlere ilave olarak gelen bu Katade yorumu; tarihsel zemini dikkatten kaçırmış gibi görünmektedir. Nüzul sıralamasına baktığımızda şeriatın konusu olan emirler, yasaklar ve feraiz anlamında daha önce de belirttiğimiz üzere belirgin bir birkaç mesele dışında Hz Peygamber’in (sav) bu açıklama ile karşılanacak bir bilgiye o gün için sahip olmadığını ifade edebiliriz. Katade’nin bu nakli üzerinde duruşumuzun temel sebebi nüzul sıralamasına göre okumaların ayetlerin kastını anlamak için katkılarından birinin nasıl olduğunu göstermek adınadır. Nüzul sıralamasından hareketle tekraren ifade edebiliriz ki; burada şeriat kelimesi ayetin indiği güne kadar elde olan Kur’an’da; tefsirlerin ağırlıklı görüşü olarak naklettiğimiz hakka ulaştıran yol karşılığını bulmaktadır. Her ne kadar Elmalılı tefsirinde aktarıldığı gibi bu “büyük ve geniş yol”312 ile şeriatın bu ayette kastedildiğini düşünmediğimiz manasına atıfta bulunuluyor olsa da biz sade anlamıyla naklettiğimiz tefsirin tarihsel duruma uygun olan şekliyle anlaşılmasından yanayız. Şeriatın anlamıyla alakalı olarak ulaştığımız sonuç her ne kadar kelimenin kastına ilişkin olarak, bize göre, yerini bulmuş olsa da Allah’ın; Hz Peygamber’e (sav) o dönemin şartları içinde “şeriata uy” emrini göndermesinde kastının ne olduğuna dair mülahazaları da ele almak gerekmektedir. Şeriat kelimesinin münferiden uhdesinde bulundurduğu; kastı aşan bir durum olarak “şeriata uy” emri daha geniş bir değerlendirme ile ele alınmalıdır. “Şeriata uy” emrinin değerlendirilmesine katkıda bulunması bakımından Mukatil’in, ayetin tefsirinde şeriatın karşılığı olarak millet “ ”ﻣﻠﺔkelimesini de kullanması dikkat çekicidir. Bu kelimenin sözlük anlamı: şeriat, din, diyet ve tâife olarak açıklanmaktadır. 313 Bu kelimeyi dikkat çekici kılan husus ise Cenab-ı Hakk’ın; elçisine Câsiye suresinin bu ayetinde şeriat olarak ifade ettiği; tabi olmasını emrettiği yolu, Nahl suresi 123.ayette “ً ﺣﻨِﯿﻔﺎ َ ” ِﻣﻠﱠﺔَ إِﺑ َْﺮا ِھﯿ َﻢşeklinde ifade etmesidir. Nahl suresi nüzul sıralaması itibariyle boykot surelerinden sonraki dönemde inmiştir. 312 Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 7/88. 313 Mevlüt Sarı, el-Mevarid, “”اﻟ ِﻤﻠّﺔ و ِﻣﻠَﻞ. 133 İbrahim milleti ve haniflik vurgusu bize göre özellikle panayırlarda davet sonrası giderek daha yoğun bir şekilde muhatap olunduğunu düşündüğümüz Yahudilerin; Kur’an ve Hz Peygamber (sav) karşısındaki tavırlarına cevaben inmiş olmalıdır. Müşriklerin bu süreçte Yahudilerden destek aldıkları ve nazil olan ayetler karşısında Yahudilerin kitap bilgisine müracaat etmiş olmaları hem kendilerinin hem de Yahudilerin Kur’an karşısında sergiledikleri genel tavrı düşünecek olursak gayet tabii bir durumdur. Câsiye suresinin ilgili ayetine dönecek olursak; İbn Arabi’nin (h.638) ayetin tefsiri ile alakalı görüşleri dikkati çekmektedir. İbn Arabi bu ayetin tefsiri içinde geçmiş ümmetlerin şeriatının durumunu tartışmaktadır. Ona göre kimi âlimlerin bu ayetten hareketle Hz Peygamber (sav) ve ümmetinin şeriatta tek merci kılındığı düşüncesi oluşmuştur. İbn Arabi bu görüşü inkâr etmediğini bildirmekle beraber; Hz Peygamber’in (sav) geçmiş ümmetlerin şeriatlarına uymanın durumunu haber verip vermediği ile alakalı bir ihtilaf söz konusu olduğunu belirtiyor. Kurtubi İbn Arabi’den yaptığı nakli burada kesmektedir.314 İbn Arabi’den nakledilen bu görüşün ardında bizden öncekilerin şeriatıyla ilgili tartışmalar olduğu kesindir. Bizim için önceki ümmetlerin şeriatının neshi meselesinden ziyade burada önemli olan husus “şeriata uy” emrinin Hz Peygamber’in (sav) muhatapları ve karşılaştığı meseleleri kavrayabilmek adına verdiği bir ipucu olarak Yahudiler’in Kur’an ve Hz Peygamber (sav) ile canlı bir diyalog içine girdikleri düşüncesi içindeki yeridir. Nitekim, yine Kurtubi’den nakille, İbn Arabi’nin yahut ayetteki şeriat kelimesi ile önceki nebilerin sünnetinin kastedildiğini ifade eden Kelbi’nin görüşleri; ayet ve genel olarak surenin tefsirini değerlendirirken ehl-i kitap muhatapları da dikkate almak gerektiğinin göstergesi olarak karşımızda durmaktadır. Burada konu aldığımız Câsiye suresinin 18.ayeti de bağlamı itibariyle İsrailoğullarına yapılan bir atfın akabinde gelerek bu görüşü teyit ediyor. Surenin 16 ve 17.ayetlerinde Allah İsrailoğullarına peygamberlik, kitap ve hüküm verilmesinin ardından onların dinde nasıl ayrılığa düştüklerine işaret etmektedir. Onların bu 314 Kurtubi, Tefsir, 19/154. 134 durumu sahip oldukları şeriata rağmen ayrılığa düşmüş olmaları örnekliğini yansıtan bu ayetlerin sonunda hitabın Mekke’nin kendi ortamına dönüşüyle asıl mesajı okumuş oluyoruz: bilmeyenlerin heva ve heveslerine uyma (Câsiye 18.ayet). Bilmeyenlerden kastın müşrikler olduğu konusunda klasik tefsirler hem fikir gibi görünmektedir. Zaten “şeriata uy” emri; yukarıda naklettiğimiz ifadelerden “vahye sımsıkı sarıl”, “emrolunduğun dosdoğru yolda istikamet tuttur” gibi emir ve uyarıların gönderilmesinin ardında yatan müşriklerin baskısı altında taviz vermeksizin iman etmeye ve davet etmeye devam etme meselesinin bir parçasıdır. Yahudilerin kendilerine gelen şeriat ile kurdukları çarpık ilişkinin sonuçları hakkında Hz Peygamber (sav) ve inananları uyaran Cenab-ı Hak; Yahudilerin kendilerine gelen hüküm, kitap ve peygamberliğini kaybetmelerine sebep olan temel hususlardan biri olan ‘şeriata uymayıp bilmeyenlerin heva ve heveslerine uymak’tan sakındırmaktadır. Nitekim ayetle ilgili nakledilen rivayette müşriklerin Hz Peygamber’i (sav) babası Abdullah ve dedesi Abdulmuttalib’in dinine dönmeye davet etmeleri aktarılırken dikkatimizi çekmesi gereken husus dinin ayakta tutulması için geçmişte İsrailoğullarının düştüğü batağa müşriklerin bu teklifine kanıp düşülmemesi konusunda bir uyarının olduğudur. Burada akla gelebilecek önemli bir soru Hz Peygamber (sav) ile müşrikler arasında boykotun şartları çerçevesinde ele alacak olursak; bu teklifi iletebilecekleri bir diyalog söz konusu olabilir mi? Daha önce de bahsettiğimiz gibi boykot şartlarının ağır oluşuyla ilgili sorgulama yapmamıza sebep olan çeşitli durumlar mevcuttu. Zannediyoruz bu rivayet Câsiye suresinin sıralamadaki yeri itibariyle boykot sürecinin sonlarına doğru nazil olduğunu da düşünecek olursak Mekke’de oluştuğunu söylediğimiz rahatsızlığın da muhtemel etkisiyle çeşitli diyalog ortamlarının doğduğuna işaret edebilir. Duhan suresinin 9-14 ayetlerine baktığımız zaman Mekke üzerinde sıkıntılı bir havanın olduğunu ve müşriklerin Câsiye suresi 18.ayetin tefsirinde aktardığımız bir teklifle Hz Peygamber’den (sav) yaptığı işten vazgeçmesini istemelerini anlamlı kılacak bir sürecin yaşandığını görebiliriz. Ayetlerde öncelikle müşriklerin şüphe içinde oyalandıkları ifade edilmektedir. Bu durum belirtildikten sonra Hz 135 Peygamber’e (sav) göğün açıkça bir duman getireceği günü beklemesi söylenmektedir. Sureye ismini veren bu duman (duhan) hakkında iki rivayet söz konusudur. Bunlardan biri bu dumanın kıyamet günü gelecek olan duman olduğunu nakletmektedir. Ancak ayetleri okuduğumuzda bu rivayetin değil; Hz Peygamber’in (sav) Allah’tan Kureyş’e Hz Yusuf döneminde Mısır’da yaşanan kıtlık gibi bir azap vermesini istemesinin ardından yaşanan açlığa işaret eden diğer rivayetin dönemin şartlarına daha uygun olduğunu ifade edebiliriz. Tarih kaynaklarında tafsilatına rastlamadığımız bu olayda yaşanan sıkıntıdan dolayı içinde Ebu Süfyan’ın olduğu bir müşrik heyetinin Hz Peygamber’e (sav) gelerek bu açlığın kalkması için dua etmesini istediği ve iman edeceklerini söyledikleri aktarılmaktadır. 315 Burada ayetlere döndüğümüzde müşriklerin bu talebi ve verdikleri sözü görebiliriz (Duhan 12.ayet). Ayetlerde işaret edilen dumanın kıyamet günü yükselecek bir duman yerine Mekke’nin yaşadığı açlık felaketine işaret ettiği görüşünü benimsememizde önemli bir etken de surenin 15-16.ayetlerinde bu azabın kısa bir süre için kaldırılacağı ancak kıyamet gününde kâfirleri yakalayacak asıl azaba işaret edilmektedir. Nitekim surenin devamında (17-33.ayetler arasında) müşriklerin yaptığı gibi başlarına gelen felaketlerin kaldırılması için Hz Musa’dan ricada bulunan ancak tıpkı müşrikler gibi her şeye rağmen küfürlerinden dönmeyen firavun ve çevresindekilerin Kızıldeniz’de helak olmakla sonuçlanan örneklikleri aktarılmaktadır. Müşrikler de 14.ayette vurgulandığı gibi azabın kaldırılması için iman edeceklerini söylemişler ancak azap kaldırıldığında Hz Peygamber’e (sav) “bu öğretilmiş bir delidir” demişlerdi. Nihayet küfürlerindeki bu inatları ortaya çıkan sıkıntılardan kurtulmanın yolu olarak Hz Peygamber’i (sav) babası ve dedesinin dinine dönmeye davet etmek gibi bir teklifte bulunmayı onlara uygun göstermiş olabilir. Tabi olarak bu duruma Kureyş içinde boykot ile gelen ayrışmanın diğer Arap kabilelerinde Kureyş’in birliğinin bozulduğu gibi bir algı oluşturmasından çekinilmesi gibi bir durum da olabilir. Ancak ne var ki hangi sebeple olursa olsun müşrik ileri gelenler durumu düzeltmek için dahi olsa inatlarından vazgeçmemekte ve kendilerinde olanı değiştirmek yerine Hz Peygamber’i (sav) durdurma yolunu aramaktadırlar. 315 Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 7/72 136 Binaenaleyh Kur’an boykot sürecinde inen surelerde de müşriklerin bu inadına işaret eden bir üslupla Hz Peygamber’e (sav) müşriklerden yüz çevirmesini emretmekte ve onun müşrikler üzerinde bir bekçi olmadığını (Şura 48.ayet), bu sağır kimselere işittiremeyeceğini (Zuhruf 40.ayet) bildirmektedir. Ve boykot öncesi surelerle ilgili olarak vurguladığımız gibi müşriklerin hevalarına uymaması (Şura 15.ayet) uyarısını tekrar etmektedir. Burada içinde bulunduğu sıkıntılı durum karşısında müşriklerin şehirlerde rahat bir şekilde dolaşmasına aldanmaması (Mümin 4.ayet) uyarısı da önemlidir. Zira bu uyarıda kendinin ve akrabalarının yaşadığı tecrit karşısında Hz Peygamber’in (sav) müşriklerin rahat hallerinin davasına olan bakışını etkilememesi gerektiği vurgulanmaktadır. 4.2.2. Müminlerin Durumu Hz Peygamber’in (sav) boykot süreci öncesinde kendisine yöneltilen uyarıların boykot sürecinde karşı karşıya olduğu tecrit şartlarını da anımsatan bir şekilde devam ettiğini aktardığımız bu ayetlerin akabinde müminlerin bu süreçteki durumlarına ilişkin bir değerlendirmeyi daha eklemek gerektiğini düşünüyoruz. Daha önce de aktardığımız üzere Habeşistan’a hicret eden muhacirlerin sayısı o döneme kadar iman etmiş olanların önemli bir kısmının hicret ettiğine işaret ediyordu. Mekke’de kaç kişinin kaldığı, panayırlarda yapılan davet sonucunda diğer Arap kabileleri içinde iman etmiş kimselerin olup olmadığı hususları hakkında net bir tablo sunmak zordur. Ancak Kur’an’ın bu süreçte inen surelerinde müminler hakkındaki ayetlerde özel bir durum ile karşı karşıyayız. Sürecin arifesinde inen Zümer suresinde müminler müşriklerden kesin olarak ayrılarak “geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden, ahiretten çekinen ve Rabbinin rahmetini dileyen” kimseler olarak ifade edilmişlerdir (Zümer 9.ayet). Aynı ayetin devamında bu kimselerin inkârcılarla bir olmadıkları “hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu” ifadesiyle ortaya konmaktadır. Burada “bilmek” ifadesi 137 Taberi tefsirinde Rabbine taatte bulunmanın ne demek olduğunu bilmek anlamıyla aktarılmaktadır.316 Müşriklerle müminler arasında yapılan bu ayrımda yine aynı surede aktarılan müminlerin tağuta kulluktan kaçındıkları (Zümer 17.ayet) ifadesi önemlidir. Nüzul sırasına göre ele aldığımızda tağut kelimesi ilk kez bu surede isim olarak geçmektedir. Nüzul sıralamasında Zümer suresi öncesinde gelen surelerde ise hem Kureyş müşriklerinin hem de onların tarihteki örneklerinin elçilerin getirdiği mesaj karşısında gösterdikleri büyüklük taslayan, kibir yüklü tavırlarını işaret eder fiil ve sıfat olarak geçmektedir. 317 Zümer suresinin bu ayetinde tağut kelimesinin putlara işaret ettiği Celaleyn tefsirinde karşımıza çıkan bir bilgidir. 318Taberi tefsirinde ise tağut kelimesi Allah dışında ibadet edilen her şey olarak açıklanmıştır.319 Bizim görüşümüze göre tağut kelimesiyle, ayetin naklettiğimiz tefsirlerinden hareketle ifade edebiliriz ki, Habeşistan hicretleri ile Mekke siyasal organizasyonu dışına çıkan 320 ve aidiyetlerini akrabalık bağlarından Kur’an’a olan imanlarına taşıyan müminlerin karşısında duran müşrik düzen tarif edilmiştir. Böylelikle Allah’ın huzurunda secde eden müminler ve Kur’an’a karşı büyüklük taslayan müşrikler şeklinde bir ayrım söz konusudur diyebiliriz. Ayetler hakkında batıl delillerle tartışan, Kur’an’a ve ona iman edenlere büyüklük taslayıp kibirle muamele eden müşrikler grubu karşısında müminler grubu bu süreçte hem kendi iç düzenleri hem de karşılarında bulunanlara göstermeleri tavsiye edilen tavırla Kur’an metninde karşılığını bulmaktadır. Kur’an öncelikle müminlerin sözü dinleyen ve en güzeline uyanlar olduğunu/olması gerektiğini vurgulamaktadır (Zümer 18.ayet). Daha sonra inen Şura suresinde ise bu anlamdaki ifadeler yoğun bir anlatımla aktarılmakta ve mümin grubunun haksızlık karşısında yardımlaşan kimseler oldukları (Şura 39.ayet) ile aralarında işlerinin danışma ile 316 Taberi, Tefsir, 20/177. 317 Fevzi b. Yusuf el-Habit, Mea’cim Mea’ni Elfaz’il-Kur’an’il-Kerim, “”طﻐﻰ. 318 Suyuti, Celaleyn, s.413. 319 Taberi, Tefsir, 20/183. 320 Nasr Hamid Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı, s.104. 138 olduğu (Şura 38.ayet) vurgulanarak kendi içlerindeki bütünleşmelerine işaret edilmektedir. Kendi iç bütünlüğünü yakalayan bir topluluk olarak müminlerin; hem kendi aralarındaki hem de kendilerinden olmayanlara karşı hukuklarını düzenleyici hususlar olarak gördüğümüz bazı ayetlerde: sabreder ve affederlerse bunun değerli bir iş olacağı (Şura 43.ayet), kızdıkları zaman kusurları bağışlayanlardan oldukları/olmaları gerektiği (Şura 37.ayet) ifade edilmektedir. Bu ifadelere ek olarak bir kötülüğün cezasının ona denk bir kötülük olduğu ifade edilirken bağışlayan ve barışı sağlayanların Rableri katında mükâfatlandırılacağı vurgulanmaktadır (Şura 40.ayet). Tesis edilen bu hukukun bu ayetlerde kime karşı olduğu konusunda belirsiz olan anlatımını tarihi durumla özdeşleştirirsek; müminlerin dışarıya karşı olduğu gibi kendi aralarındaki ilişkilerini de düzenleyici bir yapısı olduğunu düşünüyoruz. Mamafih Câsiye suresinde geçen “ceza günlerinin geleceğini ummayanları bağışlasınlar” ifadesi (Câsiye 14.ayet) bu hukukun dışarıya karşı olan yönünü net bir şekilde ortaya koymaktadır. Burada akla gelebilecek soru Hz Peygamber’in (sav) tecrit edildiği bir ortamda müminlere ilişin bu nevi bir anlatımın karşılığının ne olduğudur? Yukarıda gündeme getirdiğimiz bir husus olarak Hz Peygamber’in (sav) boykot süresince muhatapları ile ilişkisinin nasıl olduğu sorununa bu ayetlerden hareketle bir yönden cevaplar bulmak mümkün gibi görünmektedir. Nazil olan ayetlerin bu süreç içinde Habeşistan’a ulaşıp ulaşmadığı meçhuldür. Ayetlerin muhacirlere ulaşmasını sağlayacak vasıtaların neler olduğunu gözden geçirecek olursak; ticaret kervanları yahut bu amaçla gönderilen hususi bir elçi dışında yol göremiyoruz. Mekke’de kalıp Habeşistan ile ticaret yapabilen bir Müslüman yahut Müslümanların bu nevi bir işine destek olan birinin olup olmadığını, konuyu bu yönleriyle ele almadıklarından olsa gerek, belirten bir kaynak yoktur. Bunun yanında muhacirlere ayetleri ulaştırmakla görevli birinin varlığı da bilinmemektedir. Ancak biz kaydettiğimiz bu ayetlerin anlatımından hareketle özellikle yabancı bir toplum içinde bir arada ve kendi kendilerini idare etmek durumunda olan muhacirlere bu ayetlerin bir şekilde ulaştırılmış olabileceğini, daha açık bir ifadeyle Hz Peygamber (sav) ile muhacirler arasında iletişimin devam ettiğini düşünüyoruz. Mekke’deki 139 durum göz önüne alındığında bu hitabın ana muhataplarının muhacirler olabileceğini kaydetmek gerekmektedir. Bunun yanı sıra müminlerin durumuna ilişkin olarak aktardığımız bu son ayetlerde o dönemden itibaren müşrik toplumla ciddi bir ayrışma yaşadıklarını göz önüne alacak olursak geleceğe ilişkin bir hazırlık durumunun olduğunu da söyleyebiliriz. 140 SONUÇ Çalışmamızda özetle; tefsir ve hadis kaynaklarından topladığımız bilgileri son dönem, yoğunluklu olarak batılı, tarih çalışmaları ile tahlil ettik ve tarih zemininde bir kronoloji belirleyip bu kronolojiden hareketle olayların seyrini yorumladık. Vardığımız sonuçlar arasından ilk olarak boykot döneminde nazil olduğunu tespit ettiğimiz surelerin niçin bu dönemde nazil olmuş olabileceğini düşündüğümüzü hatırlatmak gerekmektedir. Zümer suresinin 10.ayetinden hareketle bu surenin ikinci Habeşistan hicretinden hemen önce indiğini kaydetmiştik. Boykotun temel sebeplerinden olan Necaşi’nin muhacileri teslim etmemesi de bu hicretle gerçekleşmişti. Mü’min suresi ve diğer Ha-Mim surelerinin mushaf tertibindeki sıralamayla art arda indikleri rivayetlerle aktarılmıştır. Buna Mü’min suresinin Zümer suresinden hemen sonra indiği ve Ahkaf suresinin de Taif dönüşü indiği rivayetlerini eklersek sonuç olarak ikinci Habeşistan hicreti ile Taif seferi arasında yer alan Boykot yıllarında bu surelerin nazil olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Burada Zümer suresini ve Ahkaf suresini sürecin hemen arifesinde ve akabinde inmiş olarak kabul ettiğimizi de hatırlatalım. Tarih alanına ilişkin ortaya koyduğumuz sonuçlar ise şu şekildeydi: boykot her ne kadar bazı kaynaklarda Müslümanlara yönelik olarak yapılmış gibi aktarılsa da kaynakların genelinde ortaya çıkan tablo; meselenin tamamıyla Kureyş’in kendi iç dinamikleri içinde olduğu ve Müslüman ya da kâfir olması fark etmeksizin Beni Haşim ve Beni Muttalib mensuplarının toplumdan tecrit edilmeleri şeklindeydi. Müşrik ileri gelenlerin hedefinde Müslümanlardan oluşan tehlikeli bir gruptan ziyade kendi iktidarlarını tehdit eden bir Beni Haşim mensubu ve onu koruyan aşireti vardı. Kureyş’i kendi içinde bu derece önemli bir karara sürükleyen atmosferi şüphesiz “atalara ve ilahlara sövülüyor” propagandası sağlamıştı. Ancak neticede geçmişin “hilf”leri bir kenara bırakılarak bütün Kureyş Hz Peygamber’i (sav) korumakta ısrar eden Haşim ve Muttalib oğullarını onu kendilerine teslim etmeleri için tecrit etmek kararını vermişlerdi. 141 Boykot bitişiyle ilgili değerlendirmelerimizi hatırlayacak olduğumuzda ise şu sonuca varıyoruz: Kureyş müşrikleri içinden sadece akrabalarının açlık çekmesinden dolayı boykot kararından rahatsız olan bir grup Kureyş ileri gelenlerinin şayet kendi akrabaları söz konusu olsaydı böyle bir tecrit uygulamayacaklarından emin olarak ve adaletsiz bir durum olduğunu düşünerek boykotu kaldırma iradesini göstermişlerdi. Buna karşın daha önce de ifade etmiş olduğumuz gibi Kur’an’ın hakikat olması onları harekete geçiren bir durum değildi. Daha açık bir ifadeyle Kureyş ileri gelenlerini hakikati örtmekle değil insanlara tecrit uygulamadaki haksız tavırları ile itham etmişlerdi. Tarih alanına ilişkin bu tespitlerimiz karşısında Kur’an metninin kronolojisine ilişkin vardığımız sonuçlardan hareketle de zeminle paralel bir seyri okuduk. Müşriklerin her geçen gün iman etmekten uzak bir noktaya doğru kendilerini sürüklemeleri Kur’an’da onların artık iman etmeyeceği vurgusu ve Hz Peygamber’e (sav) verilen onlardan yüze çevirmesi emriyle bir karşılık bulmaktaydı. Süreci boykot yıllarına getirdiğimizde ise bu ahvalin devam ettiğini gördük. Bu durum çalışmamızın temel arayışlarından biri olan hitabın şekillenmesinde nüzul süreci evrelerinin etkisi ve nasıllığı meselesine önemli bir sonuç olarak yansıdı. Boykotun kaldırılması için girişimde bulunan kimselerin durumları ile ilgili yaptığımız değerlendirmede vurguladığımız üzere boykot sürecini Kur’an’ın hak oluşunu referans alan değil müşriklerin kendi içlerindeki bir takım rahatsızlıkların etkisiyle bitirdiklerini ifade etmiştik. Bize göre Mekke döneminde hitabın şekillenmesiyle ilgili tarih zemininde karşılığı görülebilecek en net kırılma noktası Kureyş müşriklerinin özellikle Ebu Talib’e müracaat ettikleri günlerde hak karşısında batılı tercih etmeleriyle ortaya çıkmıştı. Bu noktada Kur’an’ın inkârcı muhatapları geçmiş ümmetlerin örnekliğinde olduğu gibi kendilerine belirgin bir hat çekerek Kur’an karşısındaki yerlerini almışlardı. Bu aşamadan sonra hem Hz Peygamber’in (sav) konumu hem de inananların konumu değişmişti. Sonuç olarak boykot yıllarında inen surelerin bu kırılmanın ardından gelen sürecin bir devamı olduğu havasını veren bir üsluba sahip olduğunu düşünüyoruz. Boykot dönemi aslında belirgin bir kırılma noktası değil kendinden önceki sürecin devamı olarak Kur’an’da karşılık bulmuştur. 142 İlânihaye Kur’an’ın tarihle ilişkisinin nasıl olduğunu bu değerlendirmelerden hareketle tam manasıyla olmasa da bir yönüyle özetlemek mümkündür. Zeminde yaşanan hadiseler ve muhatap kitlenin sosyo-kültürel ve siyasal yapısı bütün boyutları ile değil ancak vahyin ana meselesi olan tevhit mesajının konusuna dâhil olduğu ve vahyin elçisi-takipçileri ile karşıtlarının arasında yaşanan mücadelenin içine girdiği kadarıyla en azından Mekke dönemi için, karşılık bulmuştur. Özellikle boykot öncesi ve boykot dönemi surelerinin ayetlerini değerlendirdiğimiz bölüme bakıldığında alıntılanan ayetlerin sayıca az olduğu görülecektir. İlgili bölümde de ifade ettiğimiz üzere ayetler örnek olarak alıntılanmaktaydı ancak bununla beraber surelerin hemen hemen hepsinde sürekli olarak devam eden konuların yanında nüzul sürecinin ilgili dönemiyle doğrudan ilişkilendirilebilecek sınırlı bir anlatım söz konusuydu. Netice itibariyle bu çalışma bir yüksek lisans tezi düzeyinde sınırlı bir dönem üzerinden bu sonuçlara varmıştır. Çalışmamızda ifade ettiğimiz üzere Kur’an’ın tarih ile ilişkisine ilişkin varsayımların metin-tarih karşılaştırmaları ile sınanması ve bu sınamaların Kur’an’ın ve nüzul sürecinin bütününü kapsayacak bir boyuta ulaşması gerekmektedir. Biz çalışmamızda burada ifade ettiğimiz sonuçları bu şekilde özetliyoruz. 143 KAYNAKÇA AHBARİ, İbn Vadıh, Tarihu’l-Yakubi, Matbaatu’l-İzzi, Necef 1358 AKDEMİR, Salih, “Kur’an’ı Anlamada Tarihsellik ve Bütünsellik Sorunu”, Kur’an’ı Nasıl Anlamalıyız [Sempozyum Tebliğ ve Müzakereleri], KURAV Yay., Bursa 2005 AKTAY, Yasin, “Kur’an Tarih ve Hermenötik”, Kur’an ve İslamî İlimlerin Anlaşılmasında Tarihin Önemi, ed. Mahfuz Söylemez, Ankara Okulu Yay, Ankara 2013 ALBAYRAK, Halis, Tarihin İçinden Kur’an’ı Algılamak, Şule Yay., İstanbul 2011 APAK, Adem, “İslam Öncesi Dönemde Mekke İdare Sistemi ve Siyasetinin Oluşumu”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2004, cilt: VIII sy.1 AVCI, Casim, KUREYŞ (Benî Kureyş), DİA, XXVI, İstanbul 2002 AYDIN, Mustafa, İslam’ın Tarih Sosyolojisi: İlk Dönem İslam Toplumunun Şekillenişi, Pınar Yay, İstanbul 2001 AZİMLİ, Mehmet, “Mekke Dönemindeki Boykot Yıllarına İlişkin Bazı Mülahazalar”, İstem, 2006, sy. 7 el-BELAZURİ Ahmed b. Yahya b. Cabir, Ensabu’l Eşraf, thk. Süheyl Zekkar, Daru’l-Fikr, Beyrut 1996 144 BEYDAVİ, Kadı, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Tevil, tkd, Mahmud Abdulkadir el-Arnavut, Dar Sader, Beyrut 2001 BEYHAKİ, Ebu Bekr Ahmed b. Hüseyin; Delail’ün-Nübüvve, Thk. Dr. El-Mu’ta el-Kal’abî, Daru’l-Kutub’ul-İlmiyye, Beyrut, 1988 BÖWERİNG, Gerhard, “Chronology of the Quran”, Encyclopaedia of the Quran, ed.Jane Dammen McAuliffe, Lieden: Brill, 2001-2005 el-CABİRİ, Muhammed Âbid, Fehmu’l-Kur’an-Siyer Eşliğinde Kur’an’ı Anlamak, çev. Muhammed Coşkun, Mana Yayınları, İstanbul 2013 __________ Kur’an’a Giriş, çev. Muhammed Coşkun, Mana Yay, İstanbul 2011 DERMENGHEM, Emile, Hz Muhammed ve Risaleti, çev. Ahmet Ağırakça, İnsan Yay., İstanbul 1997 DERVEZE, İzzet, Kur’an’a Göre Hz Peygamber’in Hayatı, çev. Mehmet Yolcu, Yöneliş Yay, İstanbul 1989 __________ et-Tefsiru’l-Hadis- Nüzul Sırasına Göre Kur’an Tefsiri, çev. Komisyon, Ekin Yay., İstanbul 1997 EBU ZEYD, Nasr Hamid, İlahi Hitabın Tabiatı: Metim Anlayışımız ve Kur’an İlimleri, Kitabiyat, Ankara 2001 FAZLUR RAHMAN, İslam ve Çağdaşlık, çev. Hayri Kırbaşoğlu-Alparslan Açıkgenç, Ankara Okulu Yay., Ankara 1999 145 ___________ Ana Konularıyla Kur’an, çev. Alpaslan Açıkgenç, Ankara Okulu Yay, Ankara 2007 el-FİRUZABADİ, Muhammed b. Yakub, Besair zevi’t-Temyiz fi Letaifi’lKitabi’L-Aziz, thk. Muhammed Ali en-Neccar, Vizaretu’l-Evkaf, Kahire 1996 _______________, Muhammed b. Yakub, Kamusu’l-Muhit, tahk. Mektebu Tahkiki’t-Turas fi Muesseseti’r-Risale, Daru’r-Risale, Beyrut 2005 GÖZELER Esra, “Kur’ân Ayetlerinin Tarihlendirilmesine Batılı Yaklaşımlar”, AÜİF Dergisi, 2010, cilt: LI sy.2 İBN HİŞAM, Ebu Muhammed Abulmelik, es-Siretu’n-Nebeviyye, Daru’lKitabu’l-Arabiy, thk. Ömer Abdusselam et-Tedmuri, Beyrut, 1990 İBN HABBAN, es-Siretu’n-Nebeviyye, Muesseset’ul-Kutub’il-Sekafiyyeti, Beyrut 1987 el-HABİT, Fevzi b. Yusuf, Mea’cim Mea’ni Elfazi’l-Kur’an’il-Kerim, Mücme’ el-Melik Fahd Li-Taba’at’il-Kur’an’il-Kerim, Medine 2001 HALEFULLAH, Muhammed Ahmed, Kur’an’da Anlatım Sanatı, çev. Şaban Karataş, Ankara Okulu Yay, Ankara 2002 İBN HALDUN, veliyuddin Abdurrahman b. Muhammed, Kitabu’l-İber ve Divanu’l-Mubtede-i ve’l-Haber, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 2006 HAMİDULLAH, Muhammed, İslam Peygamberi- hayatı ve eseri-, çev. M. Said Mutlu, İrfan Matbaası, İstanbul 1972 146 __________, “el-Îlâf veya İslam’dan Önce Mekke’nin İktisadî-Diplomatik Münasebetleri”, çev. İsmail Cerrahoğlu, A.Ü.İ.F.D, 1961, c.IX ___________, “HİLFU’L-FUDUL”, DİA, XVIII, İstanbul 1998 HASAN, Hasan İbrahim, Tarihu’l-İslam: Es-Siyasi ve’d-Dinî ve’s-Sekafî ve’lİctima’î, Mektebetu’l-Hafdati’l-Mısriyye, 1953 Kahire HİLMİ, Şehbenderzade Filibeli Ahmed, İslam Tarihi, sad. M. Rahmi, Sağlam Kitabevi, İstanbul 1979 HODGSON, M.G.S., İSLAM’IN SERÜVENİ-Bir Dünya Medeniyetinde Bilinç ve Tarih, çev: Edisyon, İz Yayıncılık 1993, İstanbul IŞIK, Emin, “A’RÂF SURESİ”, DİA, İstanbul 1991, c.III el-İSFAHANİ, Rağıb, Müfredat- Kuran Kavramları Sözlüğü, çev. Yusuf Türker, Pınar Yay, İstanbul 2010 İSLAMOĞLU, Mustafa, Kur’an Surelerinin Kimliği, Akabe Vakfı Yay., İstanbul 2011 İZUTSU Toshihiko, Kur’anda Dini ve Ahlaki Kavramlar, çev. Selahattin Ayaz, Pınar yay., İstanbul 2010 İBN KESİR, Ebu’l-Fida İsmail ibn Ömer, El-Bidaye ve’n-Nihaye, Dar-u İbn Kesir, Beyrut-Dımaşk 2007 _________ el-Fusul fi Siret-i Rasul, Muessesetu Ulumu’l-Kur’an, Şam 1983 _________, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, Daru’l-Marifet, Beyrut 1987 147 KILIÇ, Ünal, “Dini İçerikli Ekonomik Bir Kavram: Hums (İslam Öncesi Mekke’nin Ticari İlişkileri Yönüyle)”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2004, cilt VIII, sy.1 KİSTER, M. J., “Mekke ile ilgili Bazı Rivayetler”, çev. Ali Aksu, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2002, cilt.VI, sy.II KOÇ, M. Akif, “Tefsirde Bir Yöntem Esası Olarak Kur’an Kronolojisi Meselesi İsimli Tebliğin Müzakeresi”, Kur’ân Nüzûlünün Mekke Dönemi Sempozyumu, Çorum Belediyesi Kültür Yay., Çorum 2013 KÖKSAL, M. Asım, Hz Muhammed ve İslamiyet, İrfan Yay., İstanbul 1981 el-KURTUBİ, Ebi Abdillah Muhammed b. Ahmed Ebu Bekir, Camiu’lAhkami’l-Kur’an, thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türki, Müessetu’r-Risale, Beyrut 2006 LAPİDUS, Ira, İslam Toplumları Tarihi, çev. Yasin Aktay, İletişim Yay, İstanbul 2003 el-MEVDUDİ, Ebu’l-A’la, TEFHİMU’L-KUR’AN - Kur’an’ın Anlamı ve Tefsiri, İnsan Yayınları, İstanbul 1987 ___________ Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz Peygamber, çev. Ahmed Asrar, Pınar Yay, İstanbul 1983 MAHALLİ, Celaleddin; es- SUYUTİ, Celaleddin, Tefsir-i Celaleyn, Salâh Bilici Kitabevi, İstanbul b.t.y. 148 İBN MANZUR, Ebu’l-Fadl Celaleddin Muhammed, Lisanu’l-Arab, tetk. Yusuf el-Bekai, Daru’l-Mutavvasitiyye li’n-Neşri ve’t-Tavzi, Tunus 2005 MUKATİL BİN SÜLEYMAN, Tefsir’i Mukatil b. Süleyman, thk. Abdullah Mahmut Şehate, Muessesetu’t-Tarihi’l-Arabi, Beyrut 2002 en-NUVEYRİ, Şihabuddin Ahmed b. Abdulvehhab, Nihayetu’l-İreb fi fununi’ledeb, Matbaat-u Dari’l-Kutubi’l-Mısriyye, Kahire 1997 OKUMUŞ, Mesut, Kur’an’ın Kronolojik Okunuşu-Muhammed İzzet Derveze Örneği, Araştırma Yay., Ankara 2009 ÖZKUYUMCU, Nadir, “HİLF”, DİA, XVIII, İstanbul 1998 ÖZSOY Ömer, Kur’an ve Tarihsellik Yazıları, Kitabiyat Yay, Ankara 2004 ÖZTÜRK, Mustafa, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak- tefsirde Anakronizme Ret Yazıları-, Ankara Okulu Yay, Ankara 2013 __________, Kur’an-ı Kerim Meali, Düşün Yay, İstanbul 2013 İBN SAD, Muhammed, et-Tabakatu’l-Kubra, Matbaatu’l-Lecne Neşri’sSekafeti’l-İslamiyye, Kahire 1358 (m.1939), SHADİD, İrfan, “İslam Öncesi Arabistan”, çev.İlhan Kutluer, İslam Tarihi Kültür ve Medeniyet, Holt-Lambton-Lewis, çev.edisyon, Kitabevi, 1989 İstanbul SARI, Mevlüt, El-Mevarid, Bahar Yay, İstanbul 1982 SARIÇAM, İbrahim, Emevi-Haşimi İlişkileri: İslam Öncesinden Abbasilere Kadar, TDV Yay, Ankara 1997 149 _________, İlk Dönem İslam Tarihi, Anadolu Üni. Açık Öğr. Fakültesi, Eskişehir 1998 SAVAŞ, Rıza; DUMLU, Ömer; “Nüzul Sırasına Göre Ayet Ayet Kur’an Yorumu”, Tarihten Günümüze Kur’an’a Yaklaşımlar, İlim Yayma Vakfı Kur’an ve Tefsir Akademisi, İstanbul 2009 SERİNSU, Ahmet Nedim, Kur’an ve Bağlam, Şule Yay., İstanbul 2008 es-SUYUTİ, Celaleddin, el-İtkan fi Ulum’il-Kur’an, Dar-u İbn Kesir, Beyrut 1987 es-SÜHEYLİ, Kasım Abdurrahman, Ravdu’l-Unuf, tah. Abdullah el-Menşavi, Daru’l-Hadis, Kahire 2008 ŞATIBÎ, Ebu İshak, el-Muvafakat: İslami ilimler Metodolojisi, çev. Mehmet Erdoğan, İz Yayıncılık İstanbul 1993 el-ŞERİF, Ahmed İbrahim, Mekke ve’l-Medine fi’l-cahiliyye ve ahdi Resul, Daru’l-Fikru’l-Arabiy, Kahire 1985 ŞULUL, Kasım, İlk Kaynaklara Göre Hz Peygamber Devri Kronolojisi, İnsan Yay., İstanbul 2011 et-TABERİ, Ebu Cafer Muhammed İbn Cerir, Tarih’il-Umem ve’l-Muluk, thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, Dar-u Seveydan, Beyrut b.t.y _________, Camiu’l-Beyan an Tevil Ayi’l-Kur’an, Merkezu Hacer Li’l-Buhus Ve’d-Dirasati’l-Arabiyyeti ve’l-İslamiyye, Kahire 2001 150 _______ Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, çev. Zakir Kadiri Ugan- Ahmet Temir, MEB, Ankara 1991 WATT, Montgomery, Hz. Muhammed Mekke’de, çev. Rami Ayas, Azmi Yüksel; A.Ü.İ.F Yay, Ankara 1986 WOLF, Eric R., “Mekke’nin Sosyal Organizasyonu ve İslam”, çev. Nuri Tuğlu, Arayışlar –İnsan Bilimleri Araştırmaları-, 2000, cilt II, sy. 3-4 WASHİNGTON, Irving, Hz Muhammed, çev. Ruhiye Erulaş, Mitra Yay, İstanbul 2012 YAŞAROĞLU, M. Kamil, “MÜ’MÎN SURESİ”, DİA, XXXI, İstanbul 2006 YAZIR, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Feza Gazetecilik, İstanbul b.t.y. YİĞİT, İsmail, “OSMAN”, DİA, XXXVI, İstanbul 2007 YILDIRIM, Suat, Kur’an’a Bakışlar, Işık Yay, İstanbul 2011 ZEBİDİ, Zeynü’d-Din Ahmed b. Ahmed bin Abdi’l-Latifi’z-, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, çev. Kâmil Miras, DİB Yay, Ankara 1980 ZEMAHŞERİ, Ebu’l-Kasım Muhammed b. Ömer, el-Keşşaf, tahk. Adil Ahmed Abdulmevcud, Mektebetu’l-Ubeyketi, Riyad 1998 151 Sipahioğlu, Abdülvahid Yakub, Boykot Döneminde Nazil Olan Surelerin Tespiti ve Değerlendirilmesi, Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. Halis Albayrak, 153s. ÖZET Tez; giriş ve üç ana bölüm ve sonuçtan oluşmaktadır. Girişte araştırmanın konusu ve önemi ile yöntemi ve kaynakları açıklanmıştır. Birinci bölümde Mekke dönemi ve boykot yıllarının tarihsel analizi yapılarak; cereyan eden hadiselerin kronolojisi oluşturulmuş, sosyal boyutları ile analizleri yapılmış; boykot sürecinin sebepleri üzerinden Kur’an’ın hitap ettiği ortam tasvir edilmeye çalışılmıştır. İkinci bölümde Kur’an metninin kronolojisinin tespitiyle ilgili nasıl bir yöntem uygulanacağı tartışılmıştır. Nüzul sırasını takip ederek sure muhtevaları ile dönemin şartları karşılaştırılmış ve boykot sürecinde inen surelerin tespitine ilişkin bir sonuca varılmıştır. Üçüncü bölümde boykot sürecinin tarihsel boyutları üzerine bir değerlendirme yapılmıştır. Buna ek olarak boykot sürecinde inen cümlelerin genel bir muhteva değerlendirmesi yapılmıştır. Son olarak belirli bazı başlıklar üzerinden hem boykot öncesi dönem hem de boykot dönemi inen ayetler tarih ve metin karşılaştırması yapılarak değerlendirilmiştir. Sonuç kısmında ise genel bir değerlendirme yapılmıştır. 152 Sipahioğlu, Abdülvahid Yakub, Detection and Evaluation of the Suras in the Boycott Period, Master Thesis, Advisor: Prof. Dr. Halis Albayrak, 153s. ABSTRACT This study consists of introduction, three main chapters and conclusion. The introductory chapter explains the topic and significance of the study, as well as methodology and the sources of the dissertation. In the first chapter, the chronology of events (which occured) is formed through making historical analysis of Mecca period and boycott years. These events are analyzed through social dimensions. The atmosphere Qur’an addressed is described through the boycott process. In the second chapter, the method concerning how to determine the chronology of the text of the Qur'an is dicussed. By following the order of revelation, contents of suras were compared with conditions of the period and reached to a conclusion regarding the determination of the suras in the process of boycott. In the third chapter, an evaluation is made on the historical dimensions of the boycott process. In addition to this, a comprehensive assessment of the contents of suras that revealed during the process of boycott. Consequently, verses revealed in the period before and during the boycott was evaluated by comparing the date and text on the certain titles. In the conclusion the general evaluation is made. 153