Cumhuriyet 19.04.2009 PORTRE / HALUK NURAY 1995 yılından bu yana, İktisadi Kalkınma Vakfı’nın (İKV) Brüksel temsilciliğinin başında bulunan Haluk Nuray, 1988-91 yılları arasında AB Daimi Temsilciliği’nde Ekonomi ve Ticaret Müşavirliği yaptı. Nuray Brüksel’deki temsilciliğini 1984’te açan İKV’nin temsilcisi olmadan önce Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı AB Genel Müdürlüğü’nde Ekonomik ve Mali İşlerden Sorumlu Daire Başkanı’ydı. Ankara SBF’den mezun olan Nuray, ekonomik kalkınma konusunda ABD Vanderbilt Üniversitesi’nde yüksek lisans yaptı. İKV Brüksel temsilcisi Nuray, ekonomik krizle birlikte AB üyesi ülkelerin kendi çıkarlarının derdine düştüğünü söyledi Kendi paçasını kurtarma dönemi ÇİMEN TURUNÇ BATURALP BRÜKSEL - İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV) Brüksel temsilcisi Haluk Nuray, Avrupa Birliği (AB) içindeki bütün mekanizmaların ulusal menfaatların korunmasını sağlayacak biçimde dizayn edildiğini söyledi. Nuray, “Yarın öbür gün AB’ye üye olacaksak bu ulusalcılığın, ulusal menfaatı gözetmenin mutlaka muhafaza edilmesi lazım. Çünkü AB tek başına sizin menfaatınızı düşünen bir mekanizma değil” dedi. 14 yıldır hem Türkiye’nin hem de AB’nin nabzını tutarak artık yılan hikâyesine dönen Türkiye’nin üyelik sürecini izleyen Nuray’la Brüksel’de son durumu, küresel krizin etkilerini, AB-Türkiye ilişkilerini konuştuk. - Küresel kriz AB’ye nasıl yansıdı? NURAY - AB, Avro’ya geçtikten sonra daha güçlü bir ekonomik birliğiz, diyordu. Ben buna şüpheyle yaklaşanlardandım. AB’nin henüz hiç test edilmediğini düşünüyordum. Gerçek bir test ancak bir kriz karşısında ortaya çıkacaktı. ‘Ortak önlem yok’ Avro’ya geçildiği dönem Avrupa ekonomisinin iyi gittiği bir dönemdi. Kriz patlayınca zannettikleri gibi birlik olamadıkları çıktı ortaya. Her ülke hızla kendi paçasını kurtarma derdine düştü. Kendine yönelik tedbirler aldı. Bir araya gelebilmeleri dahi son derece gecikti. AB düzeyinde ortak bir tedbir diyebileceğimiz bir şey görmedik henüz. Ekonomik milliyetçiliğin yavaş yavaş dirildiğini görüyoruz. Daha fazla kaynak lazım ve bu kaynakların daha önce gittiği yerlere değil başka yerlere gitmesi, başka türlü harcanması lazım. Hiçbir ülke kendi kaynağının başka bir ülkenin kurtarılması için kullanılmasını istemedi. Ekonomik birlik olsaydı bu böyle olmayacaktı. - Bu kriz AB-Türkiye ilişkilerini nasıl etkileyecek sizce? Kriz, işsizlik olarak yavaş yavaş sokaktaki adama değmeye başladı. Bu daha yeni yeni hissedilmeye başlandı. Bu artarsa psikolojik sorunlar da yaratır. AB’de zaten bir genişleme yorgunluğundan bahsediliyordu, sokaktaki adamın korkularından bahsediliyordu. Bunların daha yoğunlaşmasını bekleyebiliriz. Sokaktaki adam zaten Türkiye’nin üyeliğine çok sıcak bakmıyordu. Bunlar bu tür korkulara en çok hedef olan ülke olduğu için Türkiye’nin işi zorlaşacaktır. - Son krize AB ülkelerinin tepkileri göz önünde bulundurulduğunda ulusalcılığın AB’deki yansıması nasıl görünüyor? Ulusalcılık, yurtseverlik, ulusal menfaatların ön planda tutulmasıysa, bu hem bireyde hem de ülkeyi yönetenlerde olması gereken bir özellik. Bu anlamdaki ulusalcılık AB’deki hiçbir ülkede yok olmuş değil. Her ülke en basit teknik alanda bile, AB araştırma fonlarından yararlanmak için kendi firmalarının en çok parayı alması için çalışıyor. Bütün mekanizmalar ulusal menfaatlara göre AB’ye girdiğiniz zaman çok akıllı bir ulusalcılığın güçlenerek var olması lazım. Türkiye’yi milliyetçi olduğu için eleştiren AB’linin aklında aslında İkinci Dünya Savaşı sırasında burada milyonlarca insanın ölümüne neden olarak gördüğü ırkçılığa dayalı bir milliyetçilik var. Yoksa, ulusalcılığı ulusal çıkarı korumak olarak tanımlıyorsanız, tam aksine bütün canlılığı ile yaşıyor şu anda. Krizle de bunu bir kez daha gördük. Kriz gösterdi ama mekanizmaları biliyorsanız bunun hep var olduğunu zaten görüyorsunuz. Bütün mekanizmalar ulusal menfaatların korunmasını sağlayacak biçimde dizayn edilmiştir. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yarın öbür gün AB’ye üye olacaksak bu ulusalcılığın, ulusal menfaatı gözetmenin mutlaka muhafaza edilmesi lazım. Çünkü AB tek başına sizin menfaatınızı düşünen bir mekanizma değil. AB herkesin uzlaşabileceği ortak bir nokta yaratmaya çalışıyor. Siz buradaki mekanizmanın içinde elinizden geldiğince ulusal menfaatınızı savunmak durumundasınız. AB’ye girildiği zaman da yurtseverlik, milliyetçilik önemli olacak ve yok olmayacak. Hiçbirinde de yok olmuyor. ‘Türkiye de AB de değişecek’ © “Türkiye 2 yıldır durma noktasında olan reformları yaparak, siyasi kriterleri yerine getirmelidir. Bu olmazsa işimiz zor. Türkiye siyasi kriterleri tam olarak yerine getirmiştir denilemediği sürece hep sorun olacak.” - Aralıktaki AB zirvesinde ek protokolle bağlantılı olarak Türkiye’nin müzakere süreci masaya yatırılacak. Müzakerelerin askıya alınması ihtimalini bile dile getirenler çıkıyor. Bu kriz zirve kararını etkiler mi? NURAY- Ben ekonomik krizin o değerlendirmeyi doğrudan doğruya etkileyeceğini düşünmüyorum. Çoktan kafalarında bir şeyler oluştu. O madde, ek protokolün uygulanması ile ilgili konuldu ama “her şeyin gözden geçirilmesi” diyor. Her şey dediğiniz an bunun içine her şey girer; Türkiye’nin stratejik konumu, bugüne kadar göstermiş olduğu çabalar, ilişkilerin şu ana kadar, hem hukuki olarak, hem de teknik olarak gelmiş olduğu nokta… Hem elit, hem sokaktaki adam karşı Dolayısıyla Türkiye ile ilişkiler açısından ya tamam ya devam noktası olarak görmüyorum. O zamana kadar Kıbrıs’ta ilerleme kaydedilemezse, ek protokol uygulanamazsa, ama en önemlisi reformlar da yapılmamışsa tabii ki Türkiye’yi çok zorlayacak, yeniden enerji kaybettirecek bir süreç yaşanır. Türkiye iki yıldır durma noktasında olan reformları yaparak, siyasi kriterleri tam olarak yerine getirmelidir. Bu olmazsa işimiz zor. Türkiye siyasi kriterleri tam olarak yerine getirmiştir, denilemediği sürece ortada hep sorun olacak. Türkiye ile ilgili kararı etkileyecek bir siyasi elit var, bir de sokaktaki adam. Bunların her ikisi de bugün itibarıyla Türkiye’ye “evet” demiyor. Tam üyeliğin gerçekleşeceği noktada bunların kritik bir çoğunluğunun Türkiye’ye “evet” demesi lazım. Türkiye’nin bunu sağlaması gerekiyor. Bunun sağlanması için de bir, Türkiye değişecek, çünkü bu haliyle Türkiye’yi kabul etmiyor bu kesim. Çeşitli ülkelerde farklı kesimlerin farklı karşı çıkma nedenleri var. Almanya, Avusturya, Akdeniz ülkelerinde hepsi farklı nedenlerle Türkiye karşıtlığı var. Burada “hayır” diyenler “evet” diyenlerden daha fazla. Türkiye değişecek diyoruz ama AB de değişecek. Kilit kelime siyasi irade’ Türkiye’de “AB’ye katılmak benim birincil hedefimdir. Daha özgür bir toplum yaratacak şekilde bütün mevzuatımı değiştirdim” diyen bir siyasi irade çıkarsa, işler değişir. - Müzakere süreci nasıl gidiyor sizce? NURAY- Teknik ve siyasi kulvarlar ayrı yürüyor. Birbirine son derece bağlı bir şekilde ama ayrı yürüyor. Teknik alana baktığımızda müzakerelerde bir sıkıntı olduğunu görüyoruz. 35 başlık var. İkisi sona bırakılıyor, 33 kalıyor... Sekizi Kıbrıs yüzünden, beşi Fransa tarafından bloke edilmiş durumda. Bunların biri örtüşüyor ve geriye 21 başlık kalıyor. 10 tanesi açıldı. Kaldı 11. Bu on birin içinde açılış kriteri olanlar var. Bunlar yerine getirmekte zorlanacağımız alanlar. Dolayısıyla her dönem başkanlığında iki tane mi açılacak diye şikâyet ettiğimiz durumu arar hale gelebiliriz. Yakında teknik olarak açılabilecek müzakere başlığı tükenecek. Zaten hiçbirini kapayamamak da müzakere dediğimiz şeyi anlamsız kılıyor. Birincisi bitiremeyeceğiniz bir şeyin pazarlığını ha bire yapmanın bir anlamı yok. İkincisi ne kadar sürecek? Sonsuza kadar müzakere mi edilecek? Diğer ülkeler dört yıl içinde bitirdiler. Teknik olarak manasız. AB mevzuatı daha pahalı bir mevzuat. Siz kendi mevzuatınızı bırakıyorsunuz, başka bir siyasi irade tarafından oluşturulmuş bir mevzuatı kabul ediyorsunuz. Bu masraflar ülkede birilerine yansıyor. Bu bir risktir siyasetçi için. Yeni üyelerin siyasetçileri bu riski üstlendiler, çünkü biliyorlardı ki tam üyelik hemen gelecek. Şimdi Türk siyasetçisine “yap bu işi daha pahalı mevzuata geç ama tam üye olup olmayacağın belli değil” deniliyor. Bu da süreci yavaşlatıyor. - Yeterince kararlı ve güçlü bir siyasi irade olsa işin seyri değişir mi? NURAY - Evet. Çok doğru bir şey söylediniz, buradaki kilit kelime “siyasi irade.” Türkiye’de bugün şöyle bir siyasi irade olsa: “AB’ye katılmak benim birincil hedefimdir. AB mi bana tarih versin? Hayır ben şu tarihe kadar gereken her şeyi yapacağım. Daha özgür, daha birey odaklı bir toplum yaratacak şekilde bütün mevzuatımı değiştirdim, şimdi değerlendirin beni” derse işlerin çok farklı bir biçimde gelişeceğini düşünüyorum. Böyle bir siyasi irade Avrupa’yı çaresiz bırakacaktır... AB’nin de bu dar siyasi kalıplardan çıkarak Türkiye’ye bu garantiyi vermesi lazım. Hangi AB? Ama tabii AB deyince AB’de kimle konuşacaksınız? Mr. AB kim? Parlamento’da koşuşturuyoruz. Komisyon’da koşuşturuyoruz. Konsey’de koşuşturuyoruz. Ama hiçbiri tam yetkili değil. Ayrı ayrı dinamikleri olan karmaşık bir mekanizma. Türkiye’nin bunu öğrenip doğru düğmeye basması lazım. Bu yüzden de siyasi partilerimizin burada temsilcilik açıp var olmaları çok önemli. Sivil toplum gelsin öğrensin. - AB’ye birey özgürleşemeden uyum sağlamak mümkün mü? AB’ye uyumun tanımı bu zaten. Birey odaklı, daha liberal, daha demokratik bir toplum olabilmek… - Muhafazakâr bir partinin yönettiği bir hükümetin bunu başarmasını bekleyebilir miyiz? Zor. Kâğıt üzerinde zor gözüküyor. Liberal demokratım diyen bir parti olsaydı daha kolay olurdu ama doğrudan muhafazakâr demokratım diyen bir parti için daha zor olmalı. Ama yapılması gereken bu. Bunu yapmadığınız sürece mekanizma çalışmayacak, ne müzakereler yürüyecek, ne siyaseten bu işin sonu gelecek ne de toplumlar bunu kabul edecek.