Runciman Steven -haçlı seferleri tarihi clearscan

advertisement
ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TA
RİHYÜKSEK KURUMU
TÜRK T A R İ H KURUM
U Y AY INL ARI
X. Dizi - Sa. 92
Steven Runciman
HAÇLI SEFERLERİ TARİHİ
3· Cild
Akka Krallığı
ve
daha sonraki Hı,ıçlı Seferler
i
TÜRK TARİH KU
RUMU BASIME
Vİ- ANKARA
I
9 8 7
SONUÇ
"Çok hikmette çok keder var ve ilim
arttıran dert dahi arttırır."
Vaiz I, ı8
Haçlı seferleri doğu hristiyanlık alemini müslümanlardan kurtarmak için
canlandırılmıştı. Sona erdiklerinde doğu hristiyanlık alemi tümiyle müslü­
man hakimiyeti altında bulunmaktaydı. Papa Urbanuı;, Clermont'da büyük
vaazını verirken Türkler Boğaziçi'� tehdit etmek üzereydiler. Papa Pius
II. sonuncu haçlı seferini vaazederken Türkler Tuna'yı geçmekteydiler. Ro­
dos 1523'de düştü ve mısır ve ceneviz savaşlariyle tahrip olunup nihayet Ve­
nedik tarafindan ilhak edilmiş olan Kıbrıs 1570'de Türklerin eline geçti.
Böylelikle haçlı seferi hareketinin son meyveleri de yitip gitti. Batılı istilacıla­
ra kalan,. Venedik'in zar zor elinde tuttuğu bir avuç yunan adasından iba­
ret kaldı. Türk iledeyişi hristiyan aleminin müşterek gayretleriyle değil, doğ­
rudan doğruya tehdit altında olanların, yani V enedik ve Habsburglar devle­
tinin aldıklan tedbirlerle durdurulurken, kutsal savaşın bir zamanki bayrak­
tan Fransa ısrarla inançsıziarı destekliyordu. Osmanlı devleti, sahip olduğu
büyük topraklar üstünde işe yarar bir idareyi ayakta tutamadığı için inkıra­
za başlamış ve nihayet komşulannın ihtiraslanna karşı koyamayacak ve hris­
tiyan tebasının, bağımsızlıklarını ortadan kaldırmak için haçlıların öylesine
büyük çaba harcadıkları şu doğu kiliselerinin korumuş olduğu milliyetçilik
faaliyetlerini bastıramayacak duruma düşmüştür.
Tarihin umumi manzarası içinde bakılacak olursa haçlı seferleri hareketi
bütüniyle muazzam bir fiyasko idi. İlk haçlı seferinin mucize sınırlarına
dayanan başarısı Denizaşırı Ülke'de frank devletleri kurulmasına arnil ol­
muştu ve bir asır sonra, her şey kaybolmuş gibi görünürken, üçüncü haçlı
seferi savaşçılarının kahramanca gayretleri bunları bir yüz
yıl daha hayatta
tuttu. Ancak zavallı, küçük Kudüs krallığı ve hemşire devletçİkleri böylesine
büyük gayret ve şevk için pek mini mini ve zayıf kazançlar, idiler. Bütün
bu üç asır içinde, ateşli bir heyecana kapılarak, haçlı seferine çıkacağına an­
diçmeyen hemen hemen hiç bir hükümdar, bir kudret sahibi yoktu. Hristi­
yanlık için doğuda döğüşmek üzere savaşçı gönderınİyen hiç bir ülke yoktu.
Kudüs, her erkeğin, her kadının her an aklındaydı. Bütün bunlara rağ­
men, kutsal şehri elde tutmak veya geri almak için girişilen bütün teşebbüs­
ler, garip bir şekilde, maymun iştihalı, bölük-pürçük ve be�eriksizceydiler.
Ayrıca bu gayretler batı_ Avrupa'nın umumi tarihi üzerinde, kendilerinden
SONUÇ
397
beklenebilecek olan etkiye sahip değildiler. Haçlı seferleri devresi batı mede-.
niyeti tarihinin en önemli devrelerinden biridir. B3.§ladığı sırada batı Avru­
pa, o uzun barbar istilalan devresinden çıkmaktaydı. Haçlı seferleri devresi
sona ererkense, bizim rönesans dediğimiz tomurcuklanma hemen b3.§lamış
bulunuyordu. Ancak bu gelişmede bizzat haçlılara doğrudan doğruya bir pay
tanıyamayız. Haçlı seferlerinin, batıda tacir ve alimiere istedikleri gibi seye­
hat imkanı bagışiayan yeni eniniyetle hiç bir ilgisi yoktu. Ispanya yolu üze­
rinden, islam dünyasında birikmiş bilim İstoldanna açılan bir kapı daha ön­
ceden mevcuttu; Aurillac'lı Gerbert gibi bilgin ve araştıncılar daha önceden
Ispanya'daki yetiştinci ekolleri ziyaret etmişlerdi. Bütün bir haçlı devresi
boyunca arap, yunan ve batı kültürlerinin randevu yeri, Outremer ülkelerin­
den ziyade Sicilya olmuştu. Fikri sahada Outremer'in hemen hiç katkısı
olmadı1. Fikri bakımından Aziz Louis çapında bir adam, kültürel dünya gö­
rüşü üzerinde en ufak bir etki almadan, uzun yıllanın Outremer'de geçire­
bilmişti. Eğer imparator Friedrich IL doğu medeniyetine karşı ilgi duymuş i­
se bu, onun Sicilya'da doğmuş olmasının bir sonucuydu. Bundan başka, sa­
vaş
aletleri
inşası
sahası
ve
belki
de
sivri
kemerierin
kabulü
dışında
Outremer sanatı batı sanatının ilerlemesine de hiç bir katkıda bulunmadı.
Savaş sanatı bakımından batı dünyası, kale inşası bir tarafa bırakılacak olur­
sa, haçlı seferlerinden hiç ders alınarlığını ispat etmiştir. İlk haçlı seferinden
Niğbolu seferine kadar bütün seferler ayın hatalan tekrarlamıştır. Sava§ u­
sulleri doğuda batı Avrupada'kinden öylesine ayrı bir mahiyet taşımaktaydı
ki, sadece Outremer'e yerleşmiş olan şövalyeler, geçmişin tecrübelerini akıl­
da
tutmaya
gayret
etmişlerdir.
Geri
dönen
savaşçı
ve
hacıların,
Outremer'deki hayatın rahatlık ve hoşluğunu ülkelerinde taklid etmek arzu­
larının, batıdaki umuınİ hayat şartlarıınn yükselmesinde yardımcı olmuş ol­
ması mümkündür. Ancak doğu ile batı arasındaki ticaret, her ne kadar haç­
lı seferleri sayesinde
genişlemiş
idiyse
de,
varlığını
bu
seferlere
borçlu
değildi.
Batı Avrupa'nın sadece politik gelişmesinin bazı alanlarında haçlı seferleri iz
bıraktı. Papa Urbanus haçlı seferini vaazederken en belirli hedeflerin­
den birisi, faaliyet ve cevvaliyetlerini yurtlarındaki iç savaşlarda kullanan is­
yankar ve savaş heveslisi baronlar için faydalı bir uğraş alanı bulmaktı ve
bu hırçın grupdan büyük bir kısmının doğuya gönderilmesi, hiç şüphesiz ba­
tı aleminde, sonuç itibariyle papalığın aleyhine de tezahür eden, monarşik
kudretin artmasına katkıda bulunmuştur. Fakat .bu arada bizatihi papalık
bundan yarar sağlamıştı. Papa haçlı seferini, bütün ülkeleri içine alan bir
hristiyanlık hareketi olarak kendi başkanlığı altında canlandırmıştı ve seferin
başlangıcında elde edilen başarı onun kudret ve itibarını oldukça büyük öl­
çüde yükseltmişti. Haçlılar bütüniyle onun sürüsüne dahil idiler. Onların fe1
Outremer'deki fikıi hayat için bk. ıl§ağıda Ek.
II.
398
SONUÇ
tilıleri papanın fetihleriydi. Eski Antakya, Kudüs, Istanbul patriklikleri birbi­
ri ardından papamn yüksek hakimiyeti altına girerken, onun ileri sürdüğü,
kendisinin bütün hristiyanlığın başkanı olduğu iddiası tamamİyle haklıymış
gibi görünmekteydi. Kilise bakımından papanın hakimiyet sahası muazzam
bir genişliğe kavuşmuştu. Bütün hristiyani bölgelerde yaşayan cemaader o­
nun ruhani hakimiyetini tanımışlardı. Misyonerleri Habeşistan ve Çin'e ka­
dar gidiyorlardı. Haçlı hareketi bütüniyle papalık kançilaryasım eskisinden
çok daha büyük ölçüde milleder arası bir temel üstünde geliştirmiş olup kili­
se hukukunun gelişmesinde büyük bir rol oynamıştı2• Eğer papalar sadece
bu kilise kazançlannı elde etmiş olmakla yerinmiş olsalardı, kendilerini mut­
lu saymaya haklan olurdu. Ama zaman henüz kilise ve dünya siyasederi a­
rasında açık bir ayırma yapabilecek kadar olgunlaşmaınıştı ve dünyevi poli­
tikasında papalık boyundan büyük işlere girişmişti. Bir haçlı seferi, ancak i­
nançsızlara karşı tevcih edildiğinde hürmete şayan olurdu. Dördüncü haçlı
seferi ise, hatta her ne kadar o şekilde vaaz edilmemiş idiyse de, doğu hristi­
yanlanna karşı yapılmıştı; bunu güney Fransa'daki rafızilerle, onlara sempa­
ti gösteren asılzadelere karşı yapılan bir haçlı seferi izledi. Bunu da yine Ho­
henstaufen hanedaruna karşı vaazedilen haçlı seferleri takip etti; öyle ki, ni­
hayet bir haçlı seferi ile, papalık politikasının düşmanianna karşı İcra edilen
ve kutsal makamın dünyevi ihtiraslanmn düşmanianna karşı İcra edilen ve
kutsal makamın dünyevi İlıtiraslanın desteklemek gayesiyle günahiann affı,
ilahi mükafat gibi bütün ruhani uydurmacalada donatılan her türlü sefer
anlaşılır oldu. Gerek doğunun gerekse batının imparatorlannı mahveden bu
papalık zaferi, sonunda papayı Sicilya seferlerinde uğradığı küçültücü mua­
melelere ve Avignon esaretine sürüklemiştir. Kutsal savaş artık dejenere ola­
rak trajik bir maskaralık haline gelmişti.
Roma kilisesinin hakimiyet alanının genişlemesi bir tıı,rafa bırakılacak olursa
batı
hristiyanlık aleminin
haçlı
seferleriyle
elde
ettiği
kazanç,
olumsuz
bir kazançtı. Haçlı seferleri başladığında medeniyerin ana merkezleri doğu­
da, Istanbul ve Kahire'deydi. Bunlar sona erdiğinde ise medeniyet, ağırlık
merkezini İtalya'ya ve batı Avrupa'nın genç ülkelerine nakletmiş bulunu­
yordu. Müslüman aleminin inkıraz etmesinin yegane sebebi haçlı seferleri ol­
mamıştır. Türklerin taarruzlan daha ·önceden· Bagdad abbasi hilafetinin te­
mellerini oymuştu ve Türkler her halde, haçlı seferleri olmasa da, Mısır'da­
ki latımi hilafetini nihayet yıkacaklardı. Fakat Franklara karşı yapılan savaş­
Iann verdiği sürekli rahatsızlık olmasaydı Türkler belki de arap dünyasına
tam bir uyum sağlarlar ve bu dünyaya, onun temeldeki birliğini mahvetme­
den, yeni bir yaşama kudreti ve güç verirlerdi. Mogol saldınlan arap mede­
niyetine daha da tahrip edici bir etki yaptı. Bunun suçu haçlılara yüklene­
mez, ama, haçlı seferleri olmasaydı Araplar mogol saldırılanna daha iyi da.. .,:
2
Bk. Ullmann, Jvfediaeval Papalism,
s.
120
vd.,
128
vd.
-
SONUÇ
399
yanmak imkanını bulabilirlerdi. Müstevli frank devleti, müslümanların hiç u­
nutamadıklan kanayan bir yaraydı. Bu yaranın bütün dikkaderini üzerine
çektiği
müddetçe
bunlar
kendilerini
başka
problemlere
tam
anlamİyle
veremezlerdi.
Ancak islamiyete haçlı seferleriyle verilen gerçek zarar çok daha sinsi bir
mahiyet taşımaktadır.
İslam devleti,
siyası gelişmeleri hiUı.fete, yani gele­
neksel hale getirilmiş tevarüse dayanarak geliştirilmiş bir ruhani krallar zin­
cirine bağlı olan bir teokrasi idi. Haçhlann saldınsı, abbasi hilafetinin siyasi
ve coğrafi bakımdan islamı saldıeganlara karşı sevkedecek durumda bulun­
madığı bir anda vuku bulmuştu ve Ia.tımi halifelerinin de, rafizi olduklan i­
çin, yeterli derecede büyük bir taraftar kitlesi yoktu. Hristiyanlan bozguna
uğratmak için ortaya çıkan Nureddin ve Salaheddin gibi reisler kahraman,
kendilerine hürmet ve itaat gösterilen şahsiyetlerdi ama, bunlar ancak mace­
raperestlerdi. Eyyubiler, bütün istidat ve kabiliyederine rağmen, halife olma­
dıklan için, hiç bir zaman islamın en yüksek hükümdan olarak tanınamadı­
lar; kaldı ki bunlar Peygamber'in neslinden bile gelmiyorlardı ve islam teok­
rasisinin sofrasında değişmez yerleri yoktu. Bagdat'ın Mogollar tarafindan
tahribi müslümanların işini bir anlamda kolaylaştırdı. Memlukler, Bagdad'
da artık hukuki anlamda meşru bir hilafet mevcut olmadığı ve fakat sadece
hilafet hanedanının silik ve geri planda kalmış bir şubesi Kahire'de hürmet­
karane bir malıbes hayatı yaşadığı cihetle, Mısır'da devamlı bir devlet kura­
bildiler. Problemi nihayet osmanlı sultanlan, kendilerini bizzat halife ilan e­
derek çözdüler. Bunların ölçüsüz kudreti, müslüman dünyasını, bunları tanı­
maya sevketti; ama bunu hiç bir zaman samiıİıi bir yürekle yapmadı. Çünkü
bunlar da ancak zorbaydılar ve Peygamber'in neslinden gelmiyorlardı. Hris­
tiyanlık,
daha
başlangıcından
itibaren,
imparatorun
hakkını
imparatora,
Tanrı'nın hakkını Tanrı'ya olmak üzere bir ayının yapılmasına müsaade et­
ı
ı
ı
l
�
ı
ı
p
mişti; bu sebe le ortaçağa ait Civitas Dei, yani Tann'nın taksim edilmemiş
siyasi şehri düşüncesi yıkılıp gittiğinde, hristiyanlığın yaşama gücü zarar gör­
medi. İslam ise ana düşünüşü ile siyasi ve dini bir birlikti. Bu birlik daha
haçlı seferlerinden önce zedelenmiş, çatlamıştı. Fakat bahis konusu yüzyıllar
bu yırtık ve çatlaklan artık bir daha yamanarnıyacak şekilde büyütmüş, ge­
nişletmişti. Büyük osmanlı sultanlan sathi bir tamirde bulundular; fakat bu
ancak bir müddet sürdü. Bu çatlak ve yırtıklar bu gün bile mevcutturlar.
Kutsal savaşın islamın düşüncesine etkisi daha da zararlı oldu. Yanlızca ve
yalnızca
kendi
Kitab'ına
dayanan
her
din,
zaruri
olarak,
kendisine
i­
nanmayanlara karşı bir tür istihkaar, küçümseme izhar eder. Ancak İslami­
yet başlangıç devresinde tahammülsüz değildi. Bizzat Muhammed, yahudi
ve hristiyanlann Kitab'ı kısmen muafaza ettikleri ve bu sebeple de takibata
uğratılmamaları gerektiği fikrindeydi. İlk halifeler devrinde hristiyanlar a­
rap cemiyetinde şerefli bir rol oynamaktaydılar. Arap düşünür ve yazarlan­
nın şaşılacak derecede büyük bir kısmı, faydalı fikri katkılar getiren hristi-
SONUÇ
400
yanlardı. Çünkü bir defa Kur'an ile tesbit edilmiş bulunan Allah'ın kelamına
dayanan müslümanlar, düşünce dünyalarında hareketsizliğe ve gerektiğinden
aşırı tereddüte eğilimliydiler. Hilafetin hristiyan Bizans ile rekabeti de hiç bir
suretle gayrı dostane değildi. Her iki devlet içinde bilginler ve teknik kimseler,
her iki tarafın yararına, birinden diğerine gidip gelmekteydiler. Frankların
çıkardığı bu kutsal savaş bu iyi ilişkileri bozdu. Haçlıların körü körüne, öf­
keli taassubu müslümanlar arasında da gittikçe artan tahammülsüzlük ve
taassupla cevaplandı. Salaheddin ve ailesinin açık kalpli, gıllıgışsız insancıllığı
bunların inanç kardeşleri arasında gittikçe nadir bir hal aldı. Memliikler
zamanında müslümanlar artık Franklar kadar kısır görüşlü ve müteassıptılar.
Bundan en önce bunların hristiyan teb'ası zarar gördü. Bunlar artık müs­
lüman komşulariyle ve efendileriyle bir zamanlar var olan iyi münasebetlere
bir daha kavuşamadılar. Kendi fikri hayatları ve bununla da islam üzerinde
müessir olan geniş görüşe sevkedici etkileri solup gitti. kendine özgü, tedirgin
edici rafızi gelenekiere sahip olan İran'ın istisnasİyle müslümanlar kendilerini
inançlarının perdesi arkasına sakladılar. Ama müsamahasız bir inanç te­
rakkiye müsait değildir.
Haçlı seferlerinin islama verdiği zarar, doğu hristiyanlannın bu seferler
yüzünden diiçar olduğu ıztırapla mukayese edilirse, azdır. Papa Urbanus
II. haçlıları doğu hristiyanlarına yardım etmeleri ve onları kurtarmaları için
davet etmişti. Bu garip bir kurtarış oldu; çünkü eser tamamlandığında do­
ğu hristiyanlık alemi inançsıziarın hakimiyeti altında kıvranmaktaydı ve biz­
zat haçlılar bu alemin tekrar kalkınmasını önlemek hususunda ellerinden ge­
len her şeyi yapm.ışlardı. Bunlar doğuda devletlerini kurunca hristiyan teb'a­
larına, daha önce halifelerin yaptıklanndan daha iyi muamele etmediler; e­
vet, hatta onlar hristiyanlara karşı daha da sert davrandılar; çünkü mahalli
dini itiyadlanna, geleneklerine müdahale ettiler. Haçlılar ülkelerinden sürü­
lüp atıldıklarında da yerli hristiyanlan . yardım ve himayesiz geride bıraktı­
lar ve müslüman latihlerin öfkesine göğüs germek bunlara düştü. Bir bakı­
. ma yerli hristiyanlar, Franklar yoluyla elde edemedikleri şu devamlı bağımsızlığı Mogolların kendilerine hediye edecekleri ümidine mezbiihane bir dü­
şünce ile sarıldıklan için, müslümaniann bu öfkesini olanca şiddetiyle kendi­
leri üzerlerine çekmişlerdi. Gördükleri ceza sert ve tamdı. Korkunç sınırla­
malar ve hakaretlerin baskısı altında pek kısa bir sürede önemsizlik uçuru­
muna yuvarlandılar. Oturdukları topraklar bile cezalandırıldı. O güzelim Suriye
kıyısı yağma ve talan edildi, tengütenha kaldı. Bizzat Kutsal Şehir ihma­
le uğrayarak uzun ve huzursuz bir inkıraza sürüklendi.
Suriyeli
hristiyanlann
uğradıklan
felaket,
haçlı
seferlerinin
akaamete
uğramasının bir yan ürünüydü; ama Bizans'ın imhası tasarlanmış bir kötülü­
ğün sonucu oldu. Haçlı seferlerinin gerçek şeameti, batı hristiyanlık alemi­
nin Bizans'ı anlama kaabiliyetinden yoksun oluşuydu. Bütüıı devirlerde, dün­
ya rnilletlerinin, bir araya gelecek olurlarsa,· birbirlerinı.....anlıyacaklanna ve
401
SONUÇ
seveceklerine inanan ümit dolu, iyimser politikacılar mevcut olmuştur. Bu,
trajik bir yamlmadır. Bizans ile batımn birbirleriyle alacak-vereceği az oldu­
ğu devrelerde ilişkileri de dostaneydi. Batılı hacılar ve şanslanm yurdlan dı­
şında arayan mıkeraperest şövalyeler imparatorluk şehrinde" iyi karşılamyar­
lar ve yurdlanna döndüklerinde Istanbul'un parlaklığım ve harikuladeliğini
anlatıp duruyorlardı; ancak bunlann sayısı, huzursuzluk, kavga yaratacak
kadar çok değildi. Arada sırada bizans imparatoru ile batı avrupa devlerleri
arasında ihtilaf çıkıyordu; ama ya bu anlaşmazlık konusu tam zamarnnda
bir kenara bırakılıyor veya ihtilaf konusunun paylaşılması hususunda makul
ve nazikane bir formül bulunuyordu. Özellikle Gregorius VII. papalığımn
iddialan yüzünden serdeşen, bitmez tükenmez dini münazaa konulan mev­
cuttu. Ancak bu hususta da, iki tarafin göstereceği iyi niyede tahammül edi­
lebilir bir anlaşma pekala sağlanabilirdi. Normaniann doğu Akdeniz sahası­
na yayılmak kararlanyla ise yeni bir huzursuzluk devresi başlamıştı. Bizans'
ın çıkarlan batı Avrupalı bir milletin çıkarlanyla sert bir çatışmaya girmiş­
ti. Normanlar geri atıldılar ve haçlı seferleri aradaKi banşı sağlayan bir ha­
reket olarak canlandırıldı. Ama bunda da ta başından itibaren birbirini yan­
lış anlamalar duruma hakim oldu. İmparator, kendi gözünde gerçek düş­
man olan Türklere karşı bir müdafaa kompleksi teşkil etmek üzere sırurlan­
m yeniden tesis etmeyi kendisinin hristiyanlık görevi saymakt_ aydı. HaçWarsa
yollanna devam ederek Kutsal Ülke'ye doğru ilerlemek istiyorlardı. Bunlar
her türlü ırk ve milletten inançsızıara karşı kutsal svaş yapmaya gelmişler­
di. Reisieri imparatorun siyasetini doğru olarak değerlendiremezken, savaşçı
ve hacılann binlercesi, kendilerini, dil, adet; gelenek ve din bakımından ya­
bancı ve anlaşılmaz ve bu yüzden de hatalı ve yanlış görünen bir ülkede
bulmuşlardı. Bunlar içinden geçtikleri bölgelerdeki köylü ve diğer halkın
kendilerine benzediğini sanmışlar ve onlan sevinçle karşılamalanın beklemiş­
lerdi. Böylece iki bakımdan da hayal sukutuna uğradılar. Hırsızlık ve tahribe da­
yanan adederinin kendilerine kurbanlannın sevgisini veya hürmetini sağlıyamıyaca­
ğını idrak edebilmekten tamamİyle aciz olan haçlılar kendilerini hakarete ,.
uğramış sayarak yürekleri öfke ve kıskançlıkla doldu. Eğer orta karar bir
haçlıya kalsaydı, Istanbul'a çok daha önceki bii tarihte taarruz edilir ve şe­
hir yağmalamrdı. Ancak haçlı seferleri kumandanlan, ilk zamanlarda, hristi­
yanca görevlerini henüz kuvvede müdrik olduklanndan maiyyederini dizgin­
lediler. Louis VII., asılzade ve piskoposlanmn tavsiyesine uymayı ve hristi­
yan şehre karşı silaha davranınayı reddetti; Friedrich Barbarossa da, her ne
kadar bu fikir üzerinde durduysa da, hiddetine hakim olarak yoluna de­
vam etti. Bizans devletinin geçici bir zaaf arnndan yaradarup aleyhine sui­
kast tertip ederek imhasını gerçekleştirmek ise, dördüncü haçlı seferini idare
eden mal ve mülk düşkünü ahlaksıziara kaldı.
Günahtan doğmuş olan Istanbul Latin İmparatorluğu, sağlıkkolması için batı
aleminin
aceleci
bir
sevinç
içinde
Kutsal
Ülke'deki
evladlanmn
ih­
F.26
SONUÇ
402
tiyaçlannı kurban ettiği, zavallı bir çocuktu. Bizzat papalar bile, Kudüs'ü
kurtarmaktan çok şu nefret edilesi Rumlan kendi hakimiyetleri altında tut­
mayı önemsiyorlardı. Bizanslılar başşehirlerini geriye aldıklarında, batılı pis­
kopos ve politikacılar, burada batı kontrolünü yeniden kurmak için akla ge­
len her şeyi yaptılar. Haçlı seferi artık, sanki hristiyanlığı korumak için de­
ğil de Roma kilisesinin iktidar yetkilerini pekiştirrnek için yapılan bir hare­
ket olmuştu.
Batıdan
gelenlerin,
bizans
topraklarını
zaptederek
buralara
yerleşmek
hususundaki kararlılıklan, Outremer'in çıkarlan bakımından felaket oldu.
Bu kararlılık avrupa medeniyeri bakımından daha da meş'fımdu. Istanbul
hala, eskiden olduğu gibi şimdi de,. medeni hristiyan dünyasının merkeziydi.
Villehardouin'in sayfalarında, kendisini zaptetmek üzere Fransa ve İtalya'
dan gelen şövalyeler üzerinde bu şehrin bıraktığı tesicin akislerini müşahede
ediyoruz. Bunlar, dünya yüzünde böylesine multteşem bir şehrin mevcut o­
labileceğine inanamıyorlardı; Istanbul bütün şehirlerin kraliçesiydi3. Barbar
istilacıların çoğunluğu gibi, dördüncü haçlı seferine katılanlar da, ellerine ge­
çen her şeyi tahrip etmeyi tabii düşünmüyorlardı. Bunlar paylarını almak
ve bu şehre hakim olmak arzusundaydılar. Ancak doymak bilmez ihtiraslan
ve beceriksizce aptallıklan onları bir daha onarılamıyacak bir tahribe sev­
ketti. Sadece, daha yüksek bir kültür seviyesinde bulunan Venedikliler, nele. rin en büyük çıkar temin edecek bir surette kurtarılması gerektiğini biliyor­
lardı. Gerçekten de İtalya, Bizans'ın inkırazından ve düşüşünden bir anlam­
da kazanç sağlamıştır. Bizans topraklanna yerleşen Franklar her ne kadar
Yunanistan'ın dağlarına ve ovalanna sathi ve romantik bir hayat kudreti ge­
tirmişlerse de, bunlar eski yunan kÜltür geleneğini anlıyabilecek bir yaratılı­
şa sahip değildiler. Yunanistan ile ilişkileri hiç bir suretle uzun bir süre ke­
silmemiş olan İtalyanlar ise, koparıp aldıklannın değerini takdir etmek husu­
sunda daha kabiliyetliydiler. Bizans'ın çöküşüyle bizans alimleri her tarafa
dağılınca bunlar İtalya'da istekle kabul olundu. Hümanizmin İtalya'da ya­
yılması dördüncü haçlı seferinin doğrudan doğruya bir neticesidir.
İtalyan rönesansı insanlığın gururudur. Ama yarattıklarını doğu hristiyan­
lığını mahve sürüklerneden gerçekleştirebilmiş olsaydı daha iyi olurdu. Bi­
zans kültürü dördüncü haçlı seferinin vurduğu ağır darbeyi atlattı. 14. ve
15. yüzyıllarda bizans sanatı ve bizans fikriyatı parlak bir türlülükle bol çi­
çek açtL Fakat imparatorluğun siyasi temeli çürüktü. Gerçekte bu artık
ı
204'den beri bir imparatorluk değil, kendisi kadar ve hatta kendisinden daha
güçlü devletlerden birisiydi. Batı aleminin düşmanlığı ve Balkanlardaki kom­
şularının rekabeti muvacehesinde artık hristiyanlık alemini Türklere karşı ko3 "Or poez savoir que rnult esgarderent Costantinople cil qui onques rnais l'avoient veüe; que il ne
pooient rnie cuidier que si riche ville peüst estre en tot le monde... Nuls ne! poist cı:oiere se il ne le ve"ist a
l'oil le !one et le de la ville, qui dı:_ tates !es autres ere soveraine" (VillehardouM-; nşr. Faral, I, s. ı go).
W�Ç
�
�
ruyamıyordu. Bile bile, isteye isteye hristiyanlığın savunma rnevzıım yıkan
ve böylece inançsıziann Boğaz'ları geçerek avrupamn kalbine sokulrnasım
sağlıyanlar bizzat haçhlar olmuştu. Haçlı seferinin gerçek marryr (şehid)'leri
Hattin Boynuzları'nda veya Akka surları önündeki savaşlarda rnaktul dü­
şenler değil, takibata dilçar olan, esarete teslim edilen Suriye, Anadolu ve
Balkanların masum hristiyanlarıydılar.
Haçlılara ise uğradıkları bozgunlar açıklanamaz şeyler olarak görünrnektey­
di. Ulu Tanrı için savaşıyorlardı; eğer inanç ve mantık doğru idiyse, uğ­
runda uğraştıkları gaye zafer kazanrnalıydı. Başanmn verdiği ilk sarhoşluk i­
çinde vakayinarnelerine Gesta Dei per Francos, yani Frankların eliyle ger­
çekleştirilen Tanrı'mn arzusu, ünvamm vermişlerdi. Fakat birinci haçlı seferi­
ni bir felaketler zinciri izledi. Üçüncü haçlı seferinin başarılan bile tam ol­
maktan uzak ve sallantılıydı. Tanrı'mn isteğini baltalayan kötü güçler işe
karışmıştı. Önceleri suçu, haçlıların tannsal görevlerini anlamayı reddeden
;ismatik irnparator ile onun tanrısız milletine yüklernek mümkündü. Ancak
dördüncü haçlı seferinden sonra bu bahane artık ayakta tutularnazdı ve her
şey yine de kötüye doğru gidiyordu. Ahlak vftizleri istedikleri kadar Tanrı'
mn, işledikleri günahlar yüzünden, savaşçılarına öfekelendiğini iddia edebilir­
lerdi. Bu bir bakıma doğruydu ama, Aziz Louis, ordusunu haçlıların başına
gelen felaketierin en büyüklerinden birisi içine sevkedince bu iddiaların ge­
çerliği de uçup gitti. Çünkü Aziz Louis, ortaçağ dünyasımn her türlü gü­
nahtan rnünezzeh sandığı bir kirnseydi. Gerçekte ve aslında kutsal savaşlan
rezil eden husus, günahkarlıktan çok daha_ ziyade, aptallıktı. Ancak insanlar
kendilerinin aptal olduklanm kabul edeceklerine günahkar olduklarım itiraf
etmeyi yeğliyecek bir tabiat yapısına sahiptirler. Haçlılar içinde hiç bir kim­
se, esas suçlarımn bilinçli ve dar görüşlü bilgisizliğe ve sorurnsuzca bir uzak­
görürlük yoksunluğuna dayandığım itiraf edemiyordu.
Hristiyan ordulanın doğuya girmeye sevkeden ana etken inançtı. Ancak
inançların samirniyeti ve yalınlığı onların bir sürü tuzaklara sürüklernişti.
inançlı iyimserlikleri onları birinci haçlı seferinde inamlrnaz güçlükler ve
mahrumiyeder içinden zafere ulaştırmıştı ve bu haçlı seferinin başarısı muci­
ze sırurlarım zorlamıştı. Bu sebeple haçlılar rnucizelerin, başka güçlükler or­
taya çıktığında da kendilerini kurtarmasım beklediler. Bu ümit onları delice­
sine cür'ete götürdü; bunlar hatta sonunda, Antakya ve Niğbolu'da bile tan­
nsa! desteğe kavuşacaklarına ernindiler. Diğer taraftan bu inanca dayalı ern­
niyetin yalınlığı onları sabırsız kılmıştı. Tanrı'ları kıskanç bir Tanrı idi; hiç
bir zaman akıllarına islamın Allah'ının da aym kudrete sahip olabileceği ge­
lerniyordu. Outrerner'de yerleşmiş olan rnuhacirler belki daha geniş bir ufka
malik olmuşlardı; ama batıdan hristiyan Tanrı'sı için savaşmaya gelenler
böyle değildi. Bunların gözünde inançsıziara karşı rnüsarnaha gösteren her­
kes haindi. Hatta hristiyan Tanrı'sına ibadetlerini ayrı usullerle yerine geti­
renler de bunlara şüpheli ve bozuk inançlı görünüyorlardı.
•·
SONUÇ
Gerçek inanç çoğu zaman utanmak bilmeyen bir mülk edinme hırsiyle el ele
yürüyordu.
Sadece
pek
az
sayıda
hristiyan,
Tann'nın
işini
maddi
çı­
kar sağlamakla birlC§tirmeyi inancına aykırı veya yakı§ıksız bulmuştur. Tan­
rı'nın sava§çılannın, inançsıziann toprağım ve servetini ellerinden almalan
haklı ve helfıldi. Rafizileri ve kilise aynlıkçılannı soyup sağana çevirmek ta­
bii haklı bir i§lemdi. Dünyevi ihtiras, hareketin ilk ba§anlannın büyük payı­
nı medyun olduğu şu yürekli macera ruhunu yaratmak hususundaki borcu­
nu ödemişti. Ama mal ve kudret hırsı tehlikeli efendi ve hakimlerdir. Bun­
lar sabırsızlık doğururlar; çünkü insanın ömrü kısadır ve meyvelerin çabuk
olgunlaşması gerektir. Bunlar kıskançlık ve sadakatsizlik doğururlar; çünkü
makamların ve mülkierin sayısı sınırlıdır ve her hak iddia edeni tatmin .et­
mek mümkün değildir. Doğuda daha önce yerleşmiş olan Franklarla, inanç­
sıziara karşı savaşmak ve köşeyi dönmek üzere çıkıp gelen diğerleri arasında
sürekli bir mücadele mevcuttu. Herkes sava§ı başka bir açıdan görmektey­
di. Bütün bu kaset, güvensizlik ve entrika karışımı içinde ancak pek az sefe­
rin başarı ümidi varolabilirdi. Münazaa ve beceriksizlikler cehalet yüzünden
daha da artıyordu. Doğuya yerleşmiş olanlar yavaş yavaş doğunun iklimi­
ne uyum sağlamaktaydılar. Bunlar düşmanlarının nasıl sava§tıklannı ve on­
larla nasıl dost olunabileceğim öğrenmeye başlamışlardı. Fakat yeni gelen
bir haçlı kendisini hiç alışık olmadığı bir dünyada buluyordu ve genellikle
kendi sınırlılığını itiraf ederniyecek kadar gururluydu. Outremer'deki karde­
şinden hoşlanmıyor ve onun sözlerini dinlemek istemiyordu. Böylece haçlı se­
ferleri birbiri arkasına aynı hatalara ve aynı acınacak akıbete düşüyordu.
Güçlü ve açık görüşlü bir sevk ve idare, hareketi belki kurtarabilirdi. Fakat
haçlıların
mensup
oldukian
feodalizm
dünyası,
sadece
bir
reise
herke­
sin itaatini sağlamayı güçleştirmekteydi. Haçlı seferleri papalığın eseriydi; a­
ma papalık legat'lanndan sadece pek azı iyi kumandandı. Kudüs kralları a­
rasında bir çok kabiliyetli kimse vardı; ama bunların hükmü sadece teb'ala­
nna geçiyordu ve geçici bir süre için ülkeye gelen müttefiklere hakim olamı­
yorlardı.. En iyi ve en şeci asker çıkaran şövalye tarikatleri bağımsız ve bir­
birlerine karşı kıskançtılar. Başında bir kralın bulunduğu milli ordular belir­
li bir zaman içinde daha iyi bir silalımış gibi görünüyorlardı; ama dahi bir
savaşçı olan ingiliz kralı Richard'ın, haçlılar arasında başarılı olan az sayı­
daki kumandanlardan birisi olmasına mukabil, krallar tarafindan icra edilen
diğer seferlerin hepsi, hiç istisnasız, felaketle son bulmuştu. Kendi ülkesin­
den bu kadar uzakta bulunan bir ülkeye uzun süreli bir sefere çıkmak her
hükümdar için güç bir keyfiyetti. Arslan Yürekli Richard ile Aziz Lou­
is'nin doğudaki ikaametleri İngiltere ve Fransa'nın aleyhine ve refahına
malolmuştu. Mal1 harcamalar tüyleri dim dik edecek kadar yüksekti. İtal­
yan şehirleri haçlı seferlerini kazanç sağlayan bir teşebbüs haline getirebil­
�ri
mişlerdi ve Outremer'de büyük çiftlikler kurmayı veya zen
variselerle ev­
lenmeyi ümit eden bağımsız asılzadeler bazı durumlarda isteklerini gerçekleş-
SONUÇ
tirebilmişlerdi. Fakat bir krallık ordusunun deniz aşın bir ülkeye gönderilmesi,
maddi telafısi için pek az umut bulunan, çok masraflı bir teşebbüstü. Bü­
tün krallık içinde özel vergiler ihdası gerekiyordu. Fransa kralı Philippe
IV. gibi pratik bir zekaya sahip kralların, bu vergileri topladıktan sonra
memleketlerinde kalmayı yeğlemiş olmalan hiç de şaşılacak bir şey değildi.
İdeal bir başkan, yani zamanını ve parasını doğuya harcayabilecek ve aynı
zamanda doğu adet ve geleneklerine iyice vakıf büyük bir asker ve siyaset a­
damı hiç bir zaman bulunamadı. Gerçekten de, haçlı seferi hareketinin hata­
lar ve beceriksizlikler içinde sönüp gitmiş olmasından ziyade, onun bir tane­
cik de olsa bir başarı elde etmiş ve Outremer'in, heyecan verici kuruluşundan
sonra, hemen hemen bu tek zafer sayesinde ikiyüz yıl varlığını koruya­
bilmiş olması çok daha dikkate şayandır.
Haçlı hareketinin zaferleri inancın zaferleriydiler. Ama hoşgörülü, anlayışlı bir
akıl ile beraber olmayan inanç tehlikeli bir şeydir. Tarihin acımasız
kanuniarına göre, her ferdinin suç ve deliliklerinin faturasını bütün dünya
öder. Doğu ve batının birlikte ve birbirinin içinde eriyerek medeniyerimizi
doğuran müşterek gayretinin uzun süresi içinde haçlı seferleri trajik ve tah­
ripkar bir devreydi. Bu seferlerde gösterilen kahramanca cür'et ve cesaretin
tarihini asırların ötesinden seyreden tarihçi, duyduğu hayranlığın, baütün bu
kahramanlıkların insan yaratılışının sınırlılığına şehadet eden bir hüzünle göl­
gelendiğini görür. O kadar cesaret ve o kadar az şeref; o kadar kendini veriş
ve o kadar az anlayış! Yüksek idealler, zalimli� ve mal-mülk hırsı; teşebbüs
ruhu, tahammül ve acılı katianmalar kör ve· müteassıp bir bencillikle leke­
lenmiştir. Ve.. Bizatihi kutsal savaş da, ·Tanrı adına oynanan uzun bir
tahammülsüzlük sahnesinden başka bir şey değildi ki, bu da Kutsal Ruh'a
karşı işlenilen bir günahtır.
Download