HİKÂYE TÜRÜ

advertisement
HİKÂYE TÜRÜ
TERİMSEL ADLANDIRMA
Hikâye türünün terimsel olarak adlandırılmasında bazı farklı görüş ve uygulamalar
var. En uygun terim “hikâye”dir. Ancak şu tür terimler de kullanılıyor:
1. Tahkiye: Arapça bir tabir olup, “hikâye anlatma sanatı” demektir.
2. Anlatı: “Tahkiye” teriminin Türkçe karşılığıdır. Fakat tahkiye ya da anlatı, sadece
hikâye için değil; aynı zamanda roman, piyes gibi diğer olay anlatma esasına bağlı türler
için de kullanılır.
3. Öykü: “Öykünmek” ten türetilen “öykü” kelimesi, 1950’li yıllarda Öztürkçecilik
akımı içinde üretilmişti. Hikâye kelimesini Arapça görüp onun yerine bunu kullanmaya
başladılar, ama öykü, hikâye demek değildir. Genellikle İngilizcedeki “short story”
karşılığı olarak kullanılıyor. Öykü, daha çok modern hikâyeyi karşılamak üzere
üretilmiş. Öyküde olay ve anlatma unsuru daha geri planda kalır; gösterme, hissettirme
unsurları ön plana çıkar. Bu yeni bir türdür. Kıssa veya hikâyenin modernleşmiş biçimi
değildir.
HİKÂYE İLE İLİŞKİLİ BAZI TERİMLER
Kıssa
İbret verici, kendisinden ders çıkarılan olay, hikâye, rivayet, vaka, macera, fıkra.
Kur’an-ı Kerim’de eski geçmiş milletlere, peygamber ve başka kişilere ait pek çok olay
anlatılır. Bunlar belli bir zamana ve zemine ait, sınırlı olaylar olmayıp her zaman ve her
yerde geçerli olan evrensel nitelikli ders ve ibret verici olaylardır. Bu yüzden bunlara da
kıssa denir.
3
4
Türk Hikâyesi Tahlilleri
Mesel
Kişinin okuduğu ya da dinlediği olaylarla kendi hayatı arasında kıyaslama yaptığı ve
sonuçlar çıkardığı anlatı metnidir.
- Asıl hedef bir hakikati algılatmak ya da öğretmektir. Ders vermek ve eğitmek asıl
amaçtır.
- Yaşanan gerçek hayatla bağlantısı çok kuvvetlidir.
- Anlatıcı, olay, olgu, durum ve nesneleri açıklayıcı konumdadır.
- Anlatıcı, olayı aktaran ve aktardığı olayla ilgili yorum yapan, öğüt veren konumdadır.
- Anlatıcı, anlattığı olayla içinde bulunduğu zaman, olaylar ve insanlar arasında
güncel bağlantılar, ilişkiler kurar.
- Başlıca örneklerini Mevlana’da ve Şeyh Sadi’de görmek mümkündür.
Masal
Arapçada ‘misal verme, örnek getirme’ demek olan masal, kişileri gerçek ve gerçek
dışı varlıklardan oluşan, yeri ve zamanı belirsiz, belli bir kişiye mâl edilemeyen halkın
ortak malı olan, sözlü gelenek ürünü halk anlatısıdır. Masallar, insanlığın umudunun ve
özlemlerinin simgesel unsurlarını barındırırlar.
Destan, üst tabakanın, seçkin kişilerin hayatına yer veren bir tür iken; masal, halk
yaşantılarının yansıdığı ve yine halkın ilgilendiği bir türdür. Masalın kaynağı ve çıkış
noktası her şeyden önce masal anlatıcısının sınırsız hayal gücüdür. Anlatıcı, hayalinin
genişliği oranında uydurur.
Masal, bir anlatı metni olarak romanla benzer bir niteliğe sahipse de hacim
bakımından küçük olması, az sayıda olay ve kişiye yer vermesi, uzun hayat hikâyelerini
kısaca, özetlenmiş ve yoğunlaştırılmış olarak sunması gibi özellikleriyle hikâye türüne
daha yakındır. Destanların tersine masal, toplumun kendi içinde değişik sosyal kesimler
arasındaki çatışmalara yer verir. Varlıklı kesimle yoksul kesim, üst tabaka ile alt tabaka
arasındaki değişik seviyelerdeki mücadeleler, hatta aile fertlerinin kendi içindeki
çekişmeler bile masalın konusu olur.
Masal kurgusu, başlıca üç unsurdan oluşur: Başlangıç (tekerleme), asıl masal
metni, sonuç kısmı. Başlangıç bölümünde masaldan bağımsız bir tekerleme vardır. Bu,
dinleyicinin ilgisini çekmeyi, onu masalın gerçekdışı dünyasına hazırlamayı amaçlayan,
kelime oyunlarına dayalı, kimi zaman gülünç bir fıkra tipinde, ilgisiz sözlerden oluşan
bir metindir. Örnek: “...pireye vurdum palanı, kırdı kaçtı kolanı... Dinleyin ağalar benim
koca yalanı.”
Asıl masal metni ise hayal ürünü olayların hikâyeleridir.
Masalın sonunda da masalın bittiğini belirten “onlar ermiş muradına, biz de erelim
muradımıza” gibi bir tekerleme bulunur. Masala gerçeklik havası verebilmek için gerçekçi
Prof. Dr. Nurullah Çetin 5
sözlerden kurulu bir tekerleme düzülür. Masalcı, masalın hayalî dünyasından içinde
yaşanılan gerçek dünyaya davet etmek için kendisini masalda geçen olayları yaşadığını,
olayların içinde bulunduğunu hissettirir ve masal kişilerinin yanından geldiğini
söyleyerek, gelirken başlarından geçmiş tuhaf bir macerayı anlatır.
Masalda bilinen, yerleşik kural, kanun, anlayış, gelenek ve görenekler altüst olmuştur.
Sıradan bir vatandaş padişah olabilir, bir figür başka bir figürün göbek doğrultusunda bir
anahtar bulur, karşısında bir kapı görür, o kapıyı açar, birdenbire karşısına bir pazar çıkar,
o pazara girer vs. Fizik kanunlarına, zamana, zemine, duruma bakılmadan düşünülen,
istenilen her şey olabilir ve imkânsızlık yoktur. Gerçek sınırlar ve fizik kanunları aşılmıştır.
Masal kişisi bir ejderhanın sırtında gökyüzüne çıkar, parmak adam, en küçük deliklerden
bile geçebilir, Zenci Arab’ın bir dudağı yerde bir dudağı göktedir.
Tılsımlı nesneler ve güç sağlayıcı unsur motifi: Masal kişisini olağanüstü, doğaüstü
işler yapabilen bir kişi haline getiren bazı sihirli, tılsımlı güç kaynakları vardır. Mesela
kişi, sihirli bir külâh, uçan halı ya da sihirli bir elbiseyle istediği yere gidebilir. Tılsımlı
ayna, çok çok uzak mesafelerde olup biteni gösterir. Bu güç sağlayıcı eşyalar sayesinde
kendisi herkesi gördüğü halde onu hiç kimse göremez.
Masal kişileri gerçek kişiler, hayvanlar, cansızlar ve olağanüstü, insanüstü varlıklardan
oluşur. Gerçek kişiler, padişah, şehzade, derviş, zenci Arap, oduncu, ekmekçi, kuşçu gibi
adı ve özel kimliği belirsiz olan ve genel unvanlarıyla anılan kişilerdir. Dağ, taş, ağaç gibi
cansız varlıklara konuşmak gibi insanî özellikler atfedilir. Olağanüstü, insanüstü varlıklar
ise cinler, periler, devler, şeytanlar, yedi başlı ejderhalar gibi figürlerdir.
Bunların hepsi insanlara özgü özelliklere sahiptirler. Konuşurlar, meslekleri, aileleri,
kralları, kraliçeleri vardır. Acırlar, düşman olurlar, sevinirler, gülerler, ağlarlar vs.
Pozitivist ve materyalist mantığa göre kurgulanmış bir zihin, bunları saçma, uydurma
ve gerçek dışı kabul etse de Müslümanın İslamî âlem tasarımında melek, şeytan, cin,
hurî, zebani gibi insan dışı figürler de var ve gerçektir. Bundan dolayı insan dışı figürlere
bilinçli olarak yer verir ve böylece inanışını masal ve hikâyelerine yansıtır.
Kişiler genellikle olumlu (iyi, güzel, güçlü) ve olumsuz (kötü, çirkin, zayıf) olmak
üzere iki gruba ayrılır. Masal kişileri kılıktan kılığa girebilirler. İnsanlar peri olabilir, kuşa
dönebilir, hayvanlar da insan suretine girebilir vs. Üçler, yediler, kırklar gibi gruplardan
söz edilir. Kırklar, kötü yolda olanlara, üçler ise acı çekenlere yardım ederler. Masallarda
figür, insanüstü, olağanüstü niteliklerle hatta tanrısal özelliklerle donatılmıştır.
Normal bir insanın üstesinden gelemeyeceği büyük işleri başarır. Her türlü engeli
aşar, her çeşit güçlüğü yener, her şeye gücü yeter. Masal figürüne bu özellikleri atfetmek,
rastgele bir uydurma ve hayalî üretim olarak değerlendirilemez. İslamî kültür atmosferi
içinde yoğrulan Türk toplumu, bu tür metinler üretirken kendi âlem görüşüne uygun bir
kurgulama yapıyor.
Buna göre insana yüklenen bu tanrısal özellikler, Allah’ın sıfat ve isimlerini
anlayabilmek, kavrayabilmek için bir vâhid-i kıyâsî (ölçü birimi) olarak kullanılıyor.
6
Türk Hikâyesi Tahlilleri
İnsanlar görmedikleri şeyleri ancak mukayeselerle, temsillerle, benzer nitelikli olgularla
anlayabilirler. Masallarda her şeye gücü yeten kahraman sunumuyla Allah’ın Kadir-i
Mutlak oluşu telkin edilmeye çalışılıyor.
Yine aynı şekilde sonsuz hazineleri, sarayları, malı mülkü olan padişahlar ve buna
benzer kişilerin sunumu da yine Allah’ın Ganiyy-i Mutlak oluşunu algılayabilmede bir
ölçü birimi oluyor. Bunun gibi tanrısal konumlu yüceltilmiş kahramanların özelliklerini,
Allah’ın sıfat ve isimlerini akla yaklaştırmaya çalışan birer vahid-i kıyasî olarak
değerlendireceğiz.
Olaylar, Çin, Hindistan, Arabistan, Yemen gibi gerçek ve adı belli; yer altları, denizler,
dağlar, saraylar, köşkler, köyler, şehirler, ülkeler gibi adı belirsiz ve genel; on iki kat
gökyüzü, yedi kat yerin altı gibi gerçek dışı ve belirsiz mekânlarda geçer. Zaman kavramı
hem belirsiz hem de bilinen zaman kuralları alt üst olmuştur.
‘Yıllarca’ gibi belirsiz zaman tanımları kullanılır. ‘Evvel zaman içinde’ gibi ifadelerle
olayların eskide, geçmiş belirsiz bir geçmiş zaman içinde olduğu belirtilir. ‘Bir varmış
bir yokmuş’ ifadesi de zamansal olarak da gerçek dışılığı imler. ‘az gider uz gider dere
tepe düz gider’ denir ama bu zamanlar hangi zamanlardır belirsizdir. Kişi gözünü açıp
kapayıncaya kadar çok uzun bir mesafeyi kat’edebilir. Masal kahramanı atına biner, çok
kısa bir anda yıllar sürecek bir mesafeyi geçer, Kaf Dağı’nın ardına aşıverir.
Modern anlatı metinlerinde ise olayların geçtiği, haber alındığı, aktarıldığı zaman
dilimleri bellidir ve takvime bağlı zaman anlayışı hâkimdir. Seküler dünya görüşüne
göre zaman sınırlıdır ve dilimlere ayrılmıştır. İnsanın doğduğu zaman ve öldüğü zaman
bellidir. İnsanın doğumundan önceki ve ölümünden sonraki zaman, o insan için yoktur
ve önemli değildir.
Dolayısıyla başı sonu belli zaman dilimlerine itibar eder. Fiziksel ve reel dünya
şartlarına göre zamanın gerçek karşılığı esas alınır. Modern anlatı metinlerinde kişi, bir
dakikada yıllar sürecek bir mesafeyi kat’edemez. İçinde yaşadığımız bu dünya şartları
içinde kişi, bir dakikada ne kadarlık bir mesafeyi alabilirse o kadarına yer verilir.
Pozitivizmin öngördüğü gerçeklik dışına çıkılmaz. Yazar da tahkiyesini bu zaman
anlayışına bağlı kalarak kurgular.
Masal metinlerindeki bu pozitif gerçekliğe aykırı zaman anlayışının egemen olması
yine İslamî kültürle ilgilidir. İslam’da Hz. Muhammed’in miraca çıkması olayı var.
Hicretten bir veya bir buçuk yıl önce Hz. Muhammed, Rabbinin büyük ayetleri kendisine
gösterilmesi maksadıyla bir gece Mescid-i Haram’dan (Mekke) Mescid-i Aksa’ya (Kudüs)
götürülmüş; oradan da semanın katlarını geçerek Rabbinin dilediği yere kadar (Sidre-i
Müntehâ) varmıştır.
Peygamberimizin bir gece Mekke’den Kudüs’e götürülüşü İsra, göklere yükselmesi de
urucdur. Bu yükselme, uruc hadisesi astronomik zaman ölçü ve sınırlarını aşan, farklı bir
zaman anlayışına bağlı olan bir şeydir. Kur’an’da da bu durum zaten belirtilir: “Melekler
ve ruh Allah’a, sizin esas aldığınız ölçülerle elli bin yıllık bir zaman miktarını bir günde
aşarak uruc ederler.”(Mearic, 4; Secde, 5) Aynı şekilde tasavvufta bast-ı zaman ve tayy-ı
Prof. Dr. Nurullah Çetin 7
mekân hadisesi de bilinen zaman anlayışından farklı bir yapı arz eder. Dolayısıyla İslam
kültürünün bu zaman anlayışı, masal metinlerinde yaygın biçimde yer bulmuştur.
Kaynakça: Naki Tezel, “Türk Halk Edebiyatında Masal”, Türk Dili, Türk Halk Edebiyatı
Özel sayısı, 1 Aralık 1968, S. 207, s. 447; Pertev Naili Boratav, Folklor ve Edebiyat 1-2,
İstanbul 1983; Masal özel dosyası, “Masallar, Söylenceler ve Çağdaş Edebiyatımız”, Varlık,
Şubat 1991; Selçuk Kantarcıoğlu, Eğitimde Masalın Yeri, İstanbul 1991; Ali Fuat Bilkan,
Masal Estetiği, İstanbul 2001.
Makâme
Sözlü hikâye demektir. Cahiliye dönemi Arap toplumunda “kabile toplantısı”
manasına geliyordu. Değişik topluluklarda ve ayakta anlatılan dinî ve ahlakî hikâyeler
demektir. Seçili küçük hikâye demektir. Sonraları Emevi ve ilk dönem Abbasi halifeleri
zamanında halifelerden, din âlimlerinden dinî ve ahlakî hikâyeler dinlemek amacıyla
yapılan toplantılara da makame denmiştir. Hicrî 3. yıldan sonra halk arasında “dilenci
hitabesi” anlamında kullanıldı.
Makâmede hisse verme kaygısı ağır basar. Arap Edebiyatında ortaya çıkmış bir anlatı
türüdür. Bu türün kurgusunda hayalî bir anlatıcı ve hayalî bir kahraman yer alır. Anlatılan
olaylar, hep bu hayali kahraman etrafında olup biter. Amaç, toplumsal konularla ilgili
olarak ahlakî dersler vermektir. Hariri’nin Makameleri meşhurdur.
Rivâyet
Birileri tarafından anlatılan, başkalarından duyulan, nesiller boyu aktarılan,
nakledilen olay, durum ve haber, söylenti.
Ustûre
Uydurma hikâye, efsane, mit, mitoloji. Çoğulu: Esâtîr. Çok eski zamanlara, tarih
öncesi dönemlere ait uydurma tanrıların, olağanüstü ve insanüstü özelliklerle donatılmış
kahramanların fiziksel gerçekliğe uymayan maceralarını, hikâyelerini anlatan metin.
Semer
Gece sohbetlerinde anlatılan hikâyelere denir. Çoğulu “esmâr”. Mesela Emin Nihat’ın
gece hikâyelerinden toplanan kitabının adı Müsâmeretnâme’dir.
Mesnevi
Mensur hikâyelerin yanında ayrıca tahkiyeli metin olarak mesneviden de söz etmek
gerekir. Uzun manzum bir hikâyeden oluşan mesnevi, önce Arap edebiyatında görülmüş,
sonra İran edebiyatına, oradan Türk edebiyatına geçmiştir. 10. yüzyıldan itibaren İslamî
İran edebiyatında hamasî ve millî konulu mesneviler yazılmıştır.
8
Türk Hikâyesi Tahlilleri
11. yüzyıldan sonra ise konular daha çok İslamî ve tasavvufî niteliğe bürünmüştür.
Siyaset, tarih, kahramanlık, ahlak, tasavvuf gibi konularda pek çok mesnevi yazılmıştır.
Türk edebiyatında ilk mesnevi, Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig (1069-70) adlı eseridir.
Anadolu sahasında Türkçe yazılmış mesnevilere ilk defa 13. yüzyılda rastlanır. Ayrıca
seçme hikâyelerin bir araya getirilmesiyle oluşturulan birçok hikâye mecmuaları da
Klasik Türk edebiyatında hikâye türünün önemli kaynakları arasında yer alırlar.
Behram Şah (Heft Peyker), Camaspname, Ethem ve Hüma, Gül ü Bülbül, Gül ü
Hüsrev, Hayrabat, Hurşit ve Ferruhşad, Hüsn ü Aşk, Hüsrev u Şirin, İskender, Leyla ve
Mecnun, Mihr ile Mah, Mihr ile Müşteri, Mihr ile Vefa, Süheyl ile Nevbahar, Vamık u
Azra, Varka ile Gülşah, Yusuf u Züleyha gibi manzum hikâyeler, Klasik Türk edebiyatında
roman ve hikâye ihtiyacına önemli ölçüde cevap vermiş metinlerdir.
Mesneviler, Divan edebiyatı nazım kurallarına göre yazılır. Beyitler halindedir ve her
beyit, kendi içinde kafiyelidir. Aruzun kısa vezinleri kullanılır. Olaylar, masal kurgusuna
yakın bir anlatıma sahiptir. İnsan ve dış dünya, masalsı bir atmosfer içinde sunulmaya
çalışılır. Olaylar arasında akla mantığa uygunluk anlayışı yoktur. Kişiler, olağanüstü
özellik ve davranışlara sahiptirler ve genellikle simgesel değerdedirler. Gerçek dünyadan
çok hayal ve rüya âlemleri içinde yaşarlar. İnsanların yanında cin, peri, dev, cadı, ejderha
gibi insan dışı figürlere de yer verilir. Mehmet Kaplan’ın değerlendirmelerine göre kişiler
genellikle âşık, velî, gazî gibi tiplerdi. Hayata, dünyaya ve insana duyguları ve hayalleri ile
yaklaşırlar.
İslam medeniyeti etkisindeki Türk toplumunda kendini Allah’a adayan veli tipi ile
mesnevi ve halk hikâyelerinin kahramanı olan bir âşık tipi görülür. İslamlıktan önceki
şaman tipi İslam’dan sonra veli tipine evrildi. Alp ve gaziler maddî gücü, şaman ve
veliler ise manevi gücü temsil ediyorlar. Gazi tiplerinin oluşmasında Alparslan, Osman
Gazi ve Fatih gibi yaşamış gerçek kahraman şahsiyetlerin rolü büyüktür. Veli tiplerinin
oluşmasında da Ahmet Yesevî, Mevlâna ve Yunus Emre gibi yaşamış büyük velilerin
etkisi fazladır.
Mesnevilerin temel konusu aşktır. Genellikle de beşerî aşktan ilahî aşka geçiş
süreci işlenir. İslamlıktan önceki Türk edebiyatında aşk konusu ve âşık tipi yok gibidir.
İslamlıktan sonra Arap ve Fars edebiyatı etkisiyle Türk edebiyatında aşk konusu girmeye
başlar ve âşık tipi ortaya çıkar. Ayrıca eğitici, öğretici ahlakî konular, kahramanlık ve
savaş (gazavatname), güzel ve şehir tasvirleri (şehrengiz), mizah, ilim, sözlük bilgisi,
tarih gibi konulara da yer verilir. Mesnevilerin süslü bir Üslubu vardır. Duygu ve hayaller
yoğunluktadır. Aşırı mübalağalara dayalı tasvirler yapılır. Zaman ve mekân, genellikle
belirsizdir.
Kaynakça: Mustafa Nihat Özön, Türkçe’de Roman, İstanbul 1936; Âmil Çelebioğlu,
Türk Edebiyatında Mesnevi, İstanbul 1999; İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri
Sözlüğü, Ankara 1995; Alim Şerif Onaran, Binbir Gece Masalları, Afa yayınları, 16
cilt, 1993.; İsmail Ünver, “Mesnevi”, Türk Dili, Divan Şiiri Özel Sayısı, Temmuz 1986,
S.415.
Download