T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI OKMEYDANI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA

advertisement
T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
OKMEYDANI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
NÜKLEER TIP KLİNİĞİ
Klinik Şefi: Doç.Dr.Tevfik ÖZPAÇACI
TİROGLOBULİN SEVİYESİ YÜKSEK, IYOT-131 TÜM VÜCUT TARAMA
SİNTİGRAFİSİ NEGATİF DİFERANSİYE TİROİD KANSERLİ OLGULARDA F-18 FDG
PET/BT GÖRÜNTÜLEMENİN ROLÜ
UZMANLIK TEZİ
Dr. RABİYE USLU
İstanbul 2009
1
TEŞEKKÜR
Uzmanlık eğitimim boyunca göstermiş olduğu sevgi ve hoşgörüsüyle,sonsuz bilgi ve
tecrübesiyle eğitimime olan katkılarından dolayı klinik şefimiz değerli hocam Doç.Dr.Tevfik
ÖZPAÇACI’ya saygılarımla teşekkür ederim.
Engin bilgi ve tecrübelerini benimle paylaşarak uzmanlık eğitimim boyunca çok şey
öğrendiğim klinik şef yardımcımız Uzm.Dr.Mehmet MÜLAZIMOĞLU’na saygılarımla
teşekkür ederim.
Tezime katkılarından dolayı Uzm.Dr. Ercan UYANIK, Uzm.Dr. Sevil EROL,
Uzm.Dr. Özgür EKER, Uzm.Dr.Tamer ÖZÜLKER ve Uzm.Dr.Filiz ÖZÜLKER’e,
teşekkür ederim.
Yardımlarını esirgemeyen başasistanımız ve tüm uzman doktorlarımıza,birlikte
çalışmaktan mutluluk duyduğum tüm asistan arkadaşlarıma ve klinik personeline teşekkür
ederim.
Kliniğimizden desteklerini esirgemeyen hastanemiz başhekimi sayın Doç.Dr.Adem
AKÇAKAYA’ya ve hastanemiz idari personeline teşekkür ederim.
Tüm hayatım boyunca sonsuz sevgi ve desteklerini benden esirgemeyen,bugünlere
ulaşmamı sağlayan sevgili aileme de her zaman yanımda oldukları için teşekkür ederim.
Dr.Rabiye USLU
2
İÇİNDEKİLER:
I-GİRİŞ
1
II-GENEL BİLGİLER
3
II-GEREÇ VE YÖNTEM
29
IV-BULGULAR
33
V-TARTIŞMA VE SONUÇ
40
VI-ÖZET
45
VII-KAYNAKLAR
47
3
I.GİRİŞ VE AMAÇ
Tiroid kanserleri tüm endokrinolojik kanserlerin yaklaşık %90’ını oluşturmasına karşın,
kansere bağlı ölümlerin ancak %0.4’ünden sorumlu olduğu için, istatistiki açıdan küçük bir
sağlık problemi olarak görülebilmektedir. Göreceli benign klinik seyirlerine karşın tiroid
kanserlerine bağlı ölümler diğer endokrin tümörlerin tümüne bağlı ölümlerden daha fazla
sayıdadır. Otopsi serilerinde prevalansın %5-7 olarak bildirilmesi ve klinik seyri birbirinden
oldukça farklı histolojik tiplerin varlığı nedeniyle tiroid kanserleri önemini korumaktadır.
Dünya genelinde yapılan birçok çalışmada tiroid kanseri görülme sıklığının tanı
yöntemlerindeki gelişmeler ile açıklanamayacak bir artış gösterdiği vurgulanmaktadır.
Diferansiye tiroid karsinomu kadınlarda erkeklerden yaklaşık 3 kat daha sık
rastlanmaktadır. Her yaşta görülebilmekle birlikte medyan yaşı bayanlarda 40, erkeklerde 44
olarak bildirilmiştir.
Tiroid bezi, iyottan tiroksin ve triiyodotironin sentezleyen foliküler hücreler, kalsitonin
sekrete eden parafoliküler hücreler, bağ dokusu hücreleri ve bağışılık sistemi hücrelerinden
oluşur. Tiroid kanserlerinin büyük bir çoğunluğunu oluşturan diferansiye tiroid kansinomları
(papiller ve folliküler karsinomların ortak adı) ve anaplastik karsinoma foliküler hücrelerden
kaynaklanır.
Diferansiye tiroid karsinomu genel olarak iyi prognozlu ve tedavi edilebilir olmakla
birlikte yıllar içinde nüksler, yakın ve uzak metastazlarda gelişebilmektedir. Hastalığın
değişen prognozu üzerinde hastanın yaşı, cinsiyeti, tümörün patolojik alt tipleri ve bölgesel
yaygınlığı, lenf bezlerini durumu, metastazları durumu etkilidir.
Total tiroidektomi ve I-131 ablasyon tedavisine mükemmel yanıt alınmasına karşın I-131
tutmayan tümör tiplerinde radyoterapi ve kemoterapi gibi alternatif tedavi yöntemleri de
etkisiz kalmaktadır. Tedavi sonrası takipte kullanılan I-131 tüm vücut tarama ve serum
tiroglobulin (Tg) ölçümü ile rezidüel tümör ve metastatik odakların tümünün saptanması
mümkün olamamaktadır. Özellikle I-131 tutmayan tümör tiplerinde standart takip yöntemleri
yanı sıra boyun ultrasonografisi, Tc-99m Sestamibi, Tc-99m Tetrofosmin ve Tl-201 gibi
alternatif radyofarmasötikler ile yapılan tüm vücut taramalar önem kazanmaktadır. Son
yıllarda aynı hasta grubunun takibinde 2-[18f]-fluoro-2-deoxy-d-glucose Pozitron Emisyon
Tomografinin
(F-18
FDG
PET)
diğer
ajanlardan
üstün
olduğuna
dair
raporlar
yayımlanmaktadır.
PET, 20 yıl süresince sadece araştırma amaçlı kullanıldıktan sonra artık kıymetli bir tanı
aracı haline gelmiştir. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de PET merkezlerinin sayısı
4
günden güne artış göstermektedir. Hem kullanılan radyofarmasötikler hem de görüntüleme
cihazları
açısından PET diğer Nükleer Tıp uygulamalarından önemli farklılıklar içerir.
Yöntemin en önemli avantajı görüntülemede organik moleküllerin radyoaktif işaretli
formlarının kullanılıyor olmasıdır. Bu yanı ile PET görüntüleme metabolik bir görüntüleme
yöntemi olarak da tanımlanabilir. Tüm dünyada PET uygulamalarının büyük kısmını
onkolojik uygulamalar oluşturmaktadır.
Bu çalışma diferansiye tiroid kanserli olguların takibinde F-18 FDG PET/BT
görüntülemenin etkinliğinin araştırılması amacıyla planlanmıştır.
5
II.GENEL BİLGİLER
Diferansiye tiroid kanserleri göreceli olarak iyi prognozlarına karşın önemli oranda
hastada rekürrens ve metastaz saptandığından total tiroidektomi ve I-131 ablasyon tedavisi
sonrası olguların uzun süreli takibi gerekli görülmektedir (1). Diagnostik I-131 tüm vücut
tarama (TVT) ve tiroglobulin (Tg) ölçümleri takipte kullanılan standart yöntemler olmaya
devam etmektedir. Antitiroglobulin (Anti-Tg) antikoru negatif olan ve ablasyon yapılmış
olgularda Tg yüksekliği hemen her zaman rekürrensi düşündürür. Bu olguların çoğunda I-131
TVT ile metastatik odakların görüntülenmesi ve yüksek doz I-131 ile tedavi edilmesi
mümkün olmaktadır (2).
Ancak, iyi diferansiye kanserlerin daha az diferansiasyon gösteren bir kısmı metastatik
odakların görüntülenmesine yetecek kadar I-131 akümülasyonu göstermez ve bu nedenle de I131 ile etkin biçimde tedavi edilemezler. Sıklıkla bu tümörlerde mortalite belirgin olarak daha
yüksektir (3,4). Bu olgularda I-131 TVT ile tespit edilemeyen metastatik odakların
belirlenmesi ve daha etkin tedavi yöntemlerinin planlanabilmesi büyük önem taşır. I-131 TVT
negatif, Tg pozitif bu hasta grubunda tercih edilecek tedavi ve takip yöntemleri konusunda
görüş ayrılıkları sürmekle birlikte metastatik odakların tespiti ve tedavisi için yüksek doz I131 tedavisi öneren araştırmacılar çoğunluktadır (5). Tedavi sonrası Tg değerlerinde azalma
sağlansa bile bu tedavinin klinik olarak anlamlı bir yarar sağladığı konusunda henüz yeterli
veri yoktur (6).
Kanser hücrelerindeki artmış glikolitik hız nedeniyle son yıllarda 2-[18f]-fluoro-2-deoxyd-glucose Pozitron Emisyon Tomografi (F-18 FDG PET) tümör görüntülemede etkin bir
yöntem olarak dikkat çekmiştir. Tümörlerin çoğunda FDG akümülasyonu ile tümör grade’i
arasında yakın ilişki bulunmuştur. Bu yöntemin diferansiye tiroid kanserlerinde de duyarlı
olduğuna ilişkin çalışmaların sayısı artmıştır (7,8,9,10,11,12). Özellikle I-131 akümülasyonu
göstermeyen ve bu nedenle I-131 TVT ile gözden kaçan metastazların tespitinde FDG PET’in
daha yararlı olduğu ve aynı amaçla kullanılan diğer radyofarmasötiklerden daha yüksek
duyarlılık ve özgüllük gösterdiği ileri sürülmektedir (13).
Asıl konumuz olan diferansiye tiroid kanserlerinin takibine geçmeden önce konu
bütünlüğü
açısından
tiroid
bezi
hakkında
genel
bilgilere,
tiroid
kanserlerinin
tanısına,sınıflamasına ve tedavisine kısa kısa değinmenin faydalı olacağına inanıyoruz.
6
A.TİROİD BEZİ İLE İLGİLİ GENEL BİLGİLER
Tiroid Bezinin Embriyolojisi:
Tiroid bezinin embriyolojik gelişimi median ve lateral olmak üzere iki taslak şeklinde
incelenebilir. Median taslak fötal hayatın onyedinci günü civarında, farinks tabanında kalple
yakın komşuluk gösteren bir endodermal hücre grubu olarak belirir. Dilin foramen
çekumunda, dile bir duktus ile bağlı görünümde iki loblu veziküler bir yapı halindedir. Fötal
hayatın beşinci ve yedinci haftaları arasında, komşuluk yaptığı kalp ve büyük damarların
kaudal yönde hareketiyle birlikte tiroidin medial taslağı da bu yönde hareket ederek yedinci
haftada lateral taslakların düzeyine inmiş olur. Median taslak follikül hücrelerinin kökenini
oluşturur. Lateral taslak ise ultimobrankial cisim de denilen beşinci brankial yarıktan köken
alır. Ultimobrankial cisim önceleri farinksle bağlantılı iken sonraları bu bağını kaybederek
median taslak ile birleşir. Le Dourain ve ark. ise embriyonik yaşam sırasında tiroid C
hücrelerinin lateral taslaktan köken aldığını göstermiştir (14,15).
Tiroid Bezinin Anatomisi:
Normal erişkin tiroidi, isthmusla bağlanan iki lobdan oluşur. Yaklaşık üç insandan birinde
isthmustan yukarı doğru uzanan piramidal lob da yer alır. Trakeanın ön bölümüne gevşek bir
bağ dokusu ile tutunmuş ve her iki yönden karotis damarları ve sternokleidomastoid kasları ile
sınırlanmış durumdadır (Şekil.1). Normal tiroid bezinin ağırlığı 20-30 gram olmakla birlikte;
yaş, cinsiyet, diyetle alınan iyot miktarı ve hormonal duruma göre büyüklüğü değişir.
Paratiroid bezleri ve rekürren laringeal sinirler ise bezin arkasında uzanır (16). Tiroidin
kanlanması üst ve alt tiroid arterleriyle (Arteria thyroidea inferior ve superior) sağlanır. Venöz
kan ise üst ve orta tiroid venleri (Vena thyroidea superior ve media) yoluyla eksternal juguler
vene (Vena jugularis externa), alt tiroid veni (Vena thyroidea inferior) yoluyla da
brakiosefalik vene (Vena brachiocephalica) dökülür. Tiroidin lenfatik drenajı iki ayrı bölgeye
olmaktadır. Üst grup internal juguler lenf nodlarına, alt grup ise pre ve paratrakeal lenf
nodlarına drene olur.
Tiroidin parasempatik sinirleri Nervus Vagus’dan köken alır. Sempatik sinirleri ise boyun
ganglion cervicale media ve ganglion cervicale inferior’dan gelir. Parafolliküler C hücreleri
her iki tiroid lobunun 1/3 üst ve 2/3 alt bölüm birleşim yerinde yoğun olarak bulunurken tiroid
kitlesinin % 0.1’ den azını oluşturur (16).
7
Şekil.1 Tiroid bezinin yerleşimi ve komşulukları.
Tiroid Bezinin Histolojisi:
Tiroid bezinin parankimini, follikül adı verilen ve ortalama 10-500 mikrometre arasında
değişen boyuttaki temel birimlerden oluşturur. Follikül, santral bir lümen etrafında sıralanmış
epitel hücrelerinden meydana gelir. Follikül lümeninde kolloid denen salgı maddesi bulunur.
Bu maddenin yapısında ise bir glukoprotein olan Tg, karbonhidratlar ve bazı enzimatik
maddeler yer alır. Öte yandan, interfolliküler stromada ve follikül epitel hücreleri arasında tek
tek ya da küçük gruplar halinde, C hücreleri denen parafolliküler hücreler yer alır. Bu hücreler
epitel hücrelerinin bazal yüzüyle yakın komşuluktadırlar ve aynı bazal membrana otururlar.
Parafolliküler hücreler, folliküler epitel hücrelerine kıyasla çok iridirler. C hücrelerinin ayırıcı
özelliği stoplazmalarında yer alan membranla çevrili nörosekretuar granüllerdir.
Tiroid Bezinin Fizyolojisi:
Tiroid bezinin fonksiyonları iyodun konsantre edilmesi, tiroid hormonlarının sentezi,
depolanması ve gerektiğinde dolaşıma verilmesidir. Normal diyetle günde 100-150
mikrogram kadar iyot alınır. İyodun absorbsiyonu mide ve ince bağırsakların proksimal
kesiminden olur. Vücuttaki iyodun %95’i tiroidde depo haldedir. Tiroid bezi, tiroksin (T4) ve
triiyodotironin (T3) hormonlarını üretir. Tiroid hormonlarının yapımı ve dolaşıma verilmesi
Tirotiropin Stimüle Edici Hormon (TSH) ve Tirotropin Releasing Hormon (TRH)’un
kontrolündedir (Şekil.2).
Hormon sentezi sırasında iyodürler enerji gerektiren aktif bir mekanizma ile
dolaşımdan follikül hücresine nakledilir ve bir peroksidaz enzimiyle organik formlara okside
8
edilir. Organik iyodürler Tg molekülündeki tirozin ile bağlanarak, mono ve diiyodotirozinleri
meydana getirir. Mono ve diiyodotirozinlerin birbirleri ile bağlanmalarıyla T3 ve T4 oluşur.
Kolloidde Tg molekülüne bağlı olarak depolanan T3 ve T4 follikül hücresine endositoz
yoluyla alınır. Tg-hormon kompleksine sahip vakuollerin lizozomlarla birleşerek hidroliziyle
serbestleşen T3 ve T4 kana verilir. Bu hormonlar tiroksin bağlayıcı globulin, tiroksin
bağlayıcı prealbumin ve albumine bağlı olarak taşınır. Dolaşımdaki T3’ün ancak %20’si
doğrudan tiroid bezinden salınırken %80’lik bölüm ise T4’ün periferal enzimatik
monodeiyodinasyonu sonucu oluşan inaktif T3 (reverse T3)’dür. T3’ün aktif serbest formu
T4’den daha fazladır. Tiroid hormonlarının başlıca etkisi pek çok vücut dokusunda metabolik
aktiviteyi artırmaktır. Ayrıca nükleer reseptörlere bağlanarak büyüme faktörleri, enzimler ve
hormonların üretimini de uyarırlar (17,18).
Şekil.2 Tiroid hormonlarının salınım döngüsü.
B. TİROİD KANSERLERİ
Tiroid tümörleri benign ve malign olmak üzere 2 grupta toplanır. Benign tiroid
tümörleri genellikle adenom tabiatında olurlar. Hemen hemen tüm adenomlar folliküler
paternlidir. Tiroidin malign tümörlerini ise genellikle epitelyal karsinomlar teşkil eder. Klinik
olarak tespit edilebilen tiroid kanserleri nadir rastlanan kanserler arasındadır ve insandaki
malign neoplazilerin %1’inden daha azını oluştururlar. Kadınlarda insidansı daha yüksektir ve
bir çok ülkede erkek/kadın oranı yaklaşık 1:1.5-3 arasında değişir. Klinik olarak tespit edilen
tiroid kanserleri kadınlarda daha yüksek insidansla görülmesine karşın okkült tiroid kanseri
görülme sıklığı cinsler arasında belirgin farklılık göstermez.
9
Popülasyonda tiroid nodülü yaygın olmakla birlikte malignite oranı özellikle iyot
eksikliği olan bölgelerde daha belirgin olmak üzere düşüktür. İnsidansı 100.000 de 3-10
arasında olup, çocuklar ve yaşlılarda daha agreziv seyreder (19). Ömür boyu bir insanda tiroid
nodülü gelişme riski %5-10 kadar olup kadınlar 4 kat daha fazla risk altındadır (20). Bu
popülasyon verileri klinik olarak tespit edilebilen nodüllerin %15 kadarında malignite tespit
edilebileceğini göstermektedir (21,22). Geniş otopsi serilerinde olguların %50’sinde tek veya
birden fazla nodül tespit edilmiş olup geniş serilerde yapılan ultrasonografik çalışmalar da bu
sonuçları desteklemektedir. İnce iğne aspirasyon biyopsilerinin yaygınlaşması histopatolojik
inceleme amacıyla yapılan cerrahilerin sayısını %75 azaltırken cerrahi sırasında tespit edilen
malignite sayısı da 2-3 kat artmıştır. Soliter nonfonksiyone nodüllerde %15, multinodüler
guatrlarda %1-5 arasında malignite riski vardır.
Soliter nodül, nodül boyutunda hızlı artış, nodülün sert ve çevre dokulara yapışık
olması, eşlik eden lenfadenopati, düşük ve ileri yaşlar (<15 ve >40), boyun bölgesine
radyoterapi öyküsü, ultrasonografide nodülün hipoekoik olması, sınır düzensizliği göstermesi
ve mikrokalsifikasyonlar içermesi tiroid malignitesi yönünden uyarıcı olabilecek belirti ve
bulgular arasında sayılabilir.
Tablo.1 Dünya Sağlık Örgütü’nün tiroid kanser sınıflandırması
1.
1.1.
1.1.1.
1.1.2.
1.2.
1.2.1.
Epitelial Tümörler
Benign
Folliküler Adenom
Diğerleri
Malign
Folliküler karsinom
minimal invaziv (enkapsüle)
yaygın invaziv
oksifilik hücreli
şeffaf hücreli varyant
1.2.2. Papiller karsinom
papiller mikrokarsinom
enkapsüle varyant
folliküler varyant
diffüz sklerozan varyant
oksifilik hücreli
1.2.3.
1.2.4.
1.2.5.
2.
3.
4.
Miks medüller-folliküler karsinom
Medüller karsinom
Anaplastik karsinom
Diğerleri
Non-epitelial tümörler
Malign lenfoma
Çeşitli tümörler
10
5.
6.
7.
Sekonder tümörler
Sınıflanamayan tümörler
Tümör benzeri lezyonlar
Etyolojisi kesin olarak bilinmemekle birlikte birçok faktör sorumlu tutulmaktadır.
Genetik faktörler dışında çevresel etkenler (başlıca beslenme alışkanlığı) ve kısmen de
ülkelerde tıp standardındaki farklılıklar nedeniyle bu konudaki çalışma sonuçları arasında
farklılıklar bulunmaktadır. Radyasyona maruz kalma ve radyoterapi öyküsü, yaş, cinsiyet,
benign tiroid hastalıkları (Hashimoto tiroiditi, Graves), uzun süreli TSH yüksekliği, meme
kanseri, tonsillektomi, kalsiyum ve Vitamin D eksikliği, şişmanlık, alerji ve multiparite
etyolojide suçlanan faktörler arasında sayılabilir.
Tablo.2Tiroid kanserlerinin TNM sınıflandırması.
T
Primer Tümör
TX
Primer tümör bilinmiyor
T1
Tümör 1 cm’den küçük ve tiroide sınırlı
T2
Tümör 1-4 cm arasında ve tiroide sınırlı
T3
Tümör >4 cm ve tiroide sınırlı
T4
Tiroid kapsülü dışına yayılmış herhangi bir çapta tümör
N
Bölgesel Lenf Nodları
N0
Bölgesel lenf nodu tutulumu yok
N1
Bölgesel lenf nod tutulumu var
N1a İpsilateral tutulum
N1b Bilateral, orta hatta veya kontralateral servikal veya mediastinal lenf nodu
M
Uzak Metastaz
M0
Uzak metastaz yok
M1
Uzak metastaz var
Evre
45 Yaş Altı
Evre I
Evre II
Papiller ve Folliküler Karsinom
Herhangi bir T
Herhangi bir T
Herhangi bir N
Herhangi bir N
M0
M1
11
45 Yaş Üstü
Evre I
Evre II
Evre III
Evre IV
T1
T2/T3
T4
Herhangi bir T
Herhangi bir T
N0
N0
N0
N1
Herhangi bir N
M0
M0
M0
M0
M1
Tiroid kanserleri, prognozu tüm kanser tipleri arasında en iyi olanlardan birisidir. Bu
nedenle birkaç dekat süren kohort çalışmalar yapmaksızın tanı ve tedavi modalitelerinin
olumlu etkilerini ortaya çıkartmak mümkün değildir. ABD’de Ulusal Kanser Veritabanının
53.856 tiroid kanserli olgu üzerinde 1985-1995 yıllarını kapsayan çalışmasının sonuçlarına
göre 5 ve 10 yıllık sürvi, papiller karsinom için %91 ve %85; folliküler karsinom için %91 ve
%85; Hürthle hücreli karsinom için %91 ve %76; medüller kanser için %80 ve %75 olarak
bildirilmiştir (23). Histolojik tip ve hasta yaşı dışında diferansiye tiroid kanserleri için en
önemli prognostik faktörler tümör çapı, tümör yayılımı, tümör diferansiasyonu, metastaz
varlığı ve tedavi modalitesidir. Tiroid kanserleri için birçok prognostik skorlama sistemi öne
sürülmüş olmakla birlikte bu sistemlerden hiçbirinin AJCC’nin TNM sınıflandırmasına üstün
olduğu gösterilememiştir (Tablo.2).
1. Papiller Karsinom: En sık görülen formudur (tüm olguların %80’i). Her yaşta
görülebilirse de 30-40 yaşlarında sıklığı artar.Kadınlarda daha sıktır, toplumlara göre bu sıklık
değişkenlik gösterir.Erkek:kadın oranı 1:2 ile 1:10 arasında değişir. . Daha önce iyonize
radyasyona maruz kalan kişilerde gelişen tiroid karsinomlarının büyük çoğunluğunu
oluşturur. Nadiren ailesel geçiş gösterir. Diyette ve çevrede iyot miktarı arttıkça papiller tiroid
karsinomunun diğer tiroid karsinomu türlerine göre oranı artar.(24). Papiller tiroid
karsinomlarına Basedow hastalığı, Hashimato hastalığı, adenomlar, nodüller eşlik edebilir,
ararlındaki ilşki kesin değildir.(25) Günümüzde papiller karsinom tanısı papiller yapıların
bulunmasından çok nükleer özelliklere dayanılarak konulmaktadır. Papiller karsinom
hücrelerinin nükleusları hücreye optik olarak berrak görüntü veren ve “buzlu cam” olarak
adlandırılan çok ince dağılmış kromatin içerirler (Şekil.3). Bu tümörlerde sıklıkla psammom
cisimciği denilen konsantrik olarak kalsifiye olmuş yapılar izlenir.
12
Şekil.3 Tiroid papiller karsinomun mikroskopik görünümü.
Papiller karsinomlar infiltratif ve multisentrik olma eğilimindedir. Kan damarlarına
invazyon yapma eğilimleri azdır. Genellikle lenfatik yolla yayılır ve lenf bezlerine metastaz
yaparlar. Olguların yarıya yakınında tanı konulduğu anda komşu lenf nodu metastazı vardır.
Hastaların az bir kısmında tanı anında, en sık akciğerlerde olmak üzere hematojen metastaz
vardır. Papiller karsinomların çoğu yavaş seyirlidir. Tüm papiller karsinomların yaklaşık
%60’ını klasik tip, geri kalanını ise varyantları oluşturur. Papiller karsinomun varyantları,
prognoz olarak birbirinden farklılıklar gösterirler. Papiller karsinomun sık görülen varyantları
ve bunların klinik davranışları şöyledir:
Papiller mikrokarsinoma: Çapı 1 cm.’den küçük tümörlere denilir (26). Çocukluk çağında
nadirdir. Davranışı klasik tip gibidir.% 20 ‘si çok odaklıdır. Lenfatik metastaz yapma eğilimi
olduğu için bu tümörlerde diğer papiller karsinom tipleri gibi uygun cerrahiden sonra
radyoaktif iyot-131 ile tedavi edilmelidir. Prognoz genellikle çok iyidir.
Enkapsüle varyant: Çevresi tamamen fibroz kapsülle sarılmıştır. Papiller tiroid
karsinomlarının %10’nunu oluşturur. Rekürrens hızı düşüktür. Kansere özel mortalite hızı ise
sıfıra yakındır.(27)
Folliküler varyant: Histopatolojik olarak folliküler karsinoma benzemesine rağmen tipik
nükleus özelliklerinden dolayı papiller karsinom içerisinde sınıflandırılmıştır (28,29).
Olguların çoğu infiltratif formdadır ancak bazıları kapsüllü (Lindsay tümörü) olabilir. Akciğer
metastazları sıktır ve tedaviye iyi yanıt verirler. Prognozu ise klasik tipe benzerdir.
Diffüz sklerozan varyant: Daha sıklıkla çocuklarda ve genç erişkinlerde bulunur (30). Lenf
nodu metastazı vakaların tamamına yakınında mevcuttur ve uzak metastaz sık görülür.
Prognoz ise klasik tipe göre daha kötü olmasına rağmen tedaviye yanıt sıklıkla iyidir.
Uzun hücreli (tall cell) varyant ve kolumnar hücreli varyant: Sıklıkla yaşlı hastalarda
13
bulunurlar (31,32). Tümör hücrelerinin %30-70’inden fazlasının, boyunun eninden 2 kat fazla
olduğu papiller karsinom varyantıdır. Tümör, genellikle tiroid kapsülünün dışına yayılmıştır.
Vasküler invazyon sıklıkla izlenir. Bu olgularda prognoz kötüdür.
Warthin tümör benzeri varyant: Papiller karsinomun nadir görülen formu olup
mikroskobik görüntü tükrük bezlerinde görülen Warthin tümörüne benzer. Prognoz klasik
tiple aynıdır.
Hürthle hücreli (oksifilik) varyant: Tümör hücrelerinde mitokondri sayısı fazladır. Yapılan
çalışmalarda otoimmün tiroidit ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Ailesel olma eğilimi
vardır.İİAB ile ayırt edilemez. Daha geniş alanı kapsayan kesitler incelenerek papiller mimari
görülür ve tanı konur. Klinik seyri genellikle klasik papiller karsinomdan pek farklı olmasa da
bazı çalışmalarda daha agreziv seyrettiği bildirilmiştir (33).
Kribriform-morular varyant: Nadir görülen papiller karsinom şekli olup klinik açıdan
önemi, Familyal Adenomatöz Polipozis hastalarında görülmesidir. Sıklıkla birden fazla odak
mevcuttur.
Trabeküler varyant: Tümörün %50’den fazlasını trabeküler yapıların oluşturduğu
varyanttır. Prognoz klasik papiller karsinomdan daha kötüdür.
2. Folliküler Karsinom: İkinci sıklıkta görülen tiroid karsinomlarıdır (tüm olguların %15’i).
Genellikle papiller karsinomlardan daha ileri yaşlarda ortaya çıkarlar. Makroskobik olarak iyi
sınırlı yada infiltratif olabilirler. İyi sınırlı lezyonları adenomlardan makroskobik olarak ayırt
etmek olanaksız olabilir. Daha büyük lezyonlar tiroid kapsülünü aşıp boyundaki çevre
yumuşak dokuları infiltre edebilirler. Mikroskobik olarak folliküler karsinomların çoğu
normal tiroid yapısını anımsatacak şekilde küçük folliküler yapılar oluşturan oldukça üniform
hücrelerden oluşurlar (Şekil.4). Bazı olgularda ise folliküler ayrımlaşma daha az belirgindir.
Bazı tümörlerde bol, granüler, eozinofilik sitoplazmalı hücreler (Hürthle hücreleri) baskındır.
Çevre tiroid parankiminin yaygın invazyonu olduğunda karsinom tanısı rahatlıkla konulabilir.
Fakat, bazı olgularda invazyon kapsül ve damarlardaki mikroskobik odaklarla sınırlıdır. Bu
tür karsinomları adenomlardan ayırt etmek için çok sayıda kesit alıp histolojik olarak
incelemek gerekebilir.
14
Şekil.4 Tiroid folliküler karsinomda mikroskopik görünüm.
Folliküler karsinomlar sıklıkla hipoaktif soliter nodül olarak ortaya çıkarlar. Genellikle
yavaş büyüyen bir tiroid nodülüdür ve ilk tanı konulduğunda olguların %25’inde
ekstratiroidal invazyon, %5-10’unda lokal lenf nodlarında metastaz ve %10-20’sinde ise uzak
metastaz vardır. Peritiroidal kas dokusuna ve trakeaya invazyon karakteristik özelliğidir. Bu
tümörler
hematojen
yolla
akciğerlere,
kemiklere
ve
karaciğere
metastaz
yapma
eğilimindedirler. Papiller karsinomaya göre mortalitesi daha yüksektir. Minimal invaziv tipi
vakaların yaklaşık %50’den fazlasını oluşturur. Ekstratiroidal yayılım nadirdir. İnce iğne
aspirasyonu ile tanı koymak mümkün olmayabilir. Tanı için dokunun tamamının incelenmesi
ve kapsül veya damar invazyonunun gösterilmesi gerekir.Yaygın invaziv folliküler
karsinomda ise vasküler invazyon vardır. Hematojen olarak akciğerlere ve kemiğe metastaz
yapabilir. Bu grupta prognoz daha kötüdür.
Folliküler karsinomun bazı varyantları ve klinik özellikleri ise şu şekildedir:
Clear cell varyant: Nadir görülür (34,35,36). Histopatolojik yapı ve klinik seyir olarak klasik
folliküler karsinomaya benzer. Bu tümörler clear cell adenomdan, paratiroid adenomu veya
karsinomundan ve clear cell renal karsinomun metastazından ayırt edilmelidirler.
Onkositik veya oksifilik hücreli varyant (veya Hürthle hücreli tip): Geniş bol granüllü,
eozinofilik sitoplazmalı, iri nukleuslu ve belirgin nukleoluslu hücrelerden oluşur.
Sitoplazmanın granüler görünümü çok sayıdaki mitokondriden kaynaklanır (37,38). Onkositik
karsinomada tipik folliküler karsinomaya oranla ekstratiroidal invazyon, lenf nodu metastazı
ve uzak metastaz daha sık görülür. Bir çok seride prognoz daha kötü olarak rapor edilmiştir
(39,40).
15
İnsular karsinoma: Bazı karsinomlar morfolojik ve davranış olarak ne iyi diferansiye nede
anaplastik gruba soulabilirler. Tiroid karsinmlarından insular tiroid karsinomuda bu gruba
uyar. Kadınlarda daha sıktır. Tanı anında ortalama yaş 55’tir.
Tümör çapı tanı anında
genellikle 5 cm’nin üstündedir.Uzak organlarda ve bölgesel lenf nodlarında metastaz sıktır.
Prognoz ise yüz güldürücü değildir. İnsüler tiroid karsinomu Dünya Sağlık Örgütü tarafından
folliküler tiroid karsinomunun varyantı olarak tanınmaktadır.(25)
3. Hürthle Hücreli Karsinom (HHK): HHK dünya sağlık örgütü tarafından papiller ve
folliküler tiroid kanser varyantı kapsamında sınıflandırılmıştır. HHK, iyi diferansiye tiroid
kanserlerinin %0.4 ile %10’unu oluşturur (41,42). Hürthle hücreleri ilk olarak 1898’de
Askanazy tarafından tanımlanmıştır. HHK, folliküler tiroid kanserinin oksifilik varyantıdır.
Olguların yarısında bilateraldir. Nadiren papiller görünüm sergileyebilir. Bu tipler ise papiller
kanserin oksifilik varyantı olarak adlandırılır (43,44).
HHK en sık 50-70 yaşları arasında görülür. İlk tanı anında %25 olguda servikal
lenfadenopati mevcuttur (45,12). Uzak metastaz oranı ise %5 kadardır. HHK’ların %30’unda
tümör multifokal, %50’sinde ise bilateraldir. Buna karşılık folliküler karsinomlar genellikle
soliterdir. HHK’da sıklıkla bölgesel lenf nodları tutulurken, folliküler kanserlerde genellikle
tutulmaz. HHK daha agreziv davranışı ve radyoaktif iyot tutmaması nedeniyle, ilk girişimde
olgulara total veya totale yakın tiroidektomi ve santral boyun diseksiyonu tavsiye
edilmektedir (46,45). Kemoterapi ve eksternal radyasyon çoğu kez etkisizdir. Radyoaktif I131 tedavisinin etkinliği tartışmalıdır.
C.TİROİD KANSERLERİNDE TANI
1)Anamnez ve fizik muayene bulguları: Hastaların hikayesinde çocukluk ve genç erişkinlik
çağında boyun bölgesine radyoterapi yapılmış olması önemli bir bulgudur. Uzun zamandan
beri mevcut olan guatrın son zamanlarda hızla büyümesi anaplastik karsinom için uyarıcıdır.
Fizik muayenede tiroid kanserini düşündüren bulguların en önemlisi soliter tiroid
nodülüdür. Ancak tiroid nodüllerinin çoğu beningdir. Nodülün veya kitlenin trakeaya
fiksasyonu, sert olması, son zamanlarda hızla büyümesi, disfaji, disfoni veya ses kalınlaşması
ve büyümüş servikal lenf bezlerimalign hastalık olasılığını güçlendirir(47).
2)Laboratuar testleri:1-1,5 cm’den büyük tiroid nodüllerinde serum tirotropin (TSH)
ölçümü yapılmalıdır. Çünkü TSH değerini düşürebilecek hiperfonksiyone nodüllerin bening
olma ihtimali yüksektir. Diferansiye tiroid karsinomunun takibinde kullanılan serum
tiroglobulin (tg) ölçümü tanıda nonspesifiktir.
16
3)Ultrasonografik bulgular:Palpasyon veye başka bir görüntüleme yöntemiyle saptanan
nodülün büyüklüğünü ölçmek, bening olma ihtimali yüksek olan basit kistleri ayırtetmek,
malignite riskini artıran sınır düzensizliği, hipoekojenite, diffüz mikrokalsifikasyon varlığı
gibi özellikleri tesbit etmek için ultrasonografi yararlıdır (47).
4)Sintigrafik bulgular: Serum TSH değeri düşük olan tiroid nodüllü hastalarda nodülün
fonksiyon durumunu saptamak için tiroid sintigrafisi yapılır. Tiroid nodülleri sintigrafide
radyoaktif
iyodu
konsantre
edebilme
yeteneklerimne
göre
dört
gruba
ayrılırlar.
Hiperonksiyone nodül iyodu normal tiroid dokusuna göre daha fazla konsantre ederken,
fonksiyone nodül normal tiroid dokusuyla aynı oranda, hipofonksiyone nodül ise daha az
oranda konsantre eder. Fonksiyonsuz nodül ise iyodu hiç konsantre etmez. Fonksiyone olan
nodüllerde malignite olasılığı fonksiyonsuz nodüllere göre çok daha düşüktür.
5)İnce iğne aspirasyon biopsisi(İİAB):Boyun ultrasonografisi eşliğinde yapılan İİAB
günümüzde tiroid nodülüne standart yaklaşım olmaya başlamıştır. İİAB yapılacak nodülün
seçiminde boyut önemli bir kriterdir. 10 mm’den küçük nodüllerde beklenen yaşam süresinin
toplumdan farklı olmaması nedeniyle takip tercih edilmektedir
İİAB ‘nin önemli bir eksiği benign folliküler nodül ile folliküler tiroid karsinomu ve
folliküler varyant papiller tiroid karsinomunu ayırt edememesidir. Bir diğer sorun bazı
biopsilerde tanı için yeterli materyal elde edilememesi ve işlem sonucunun biyopsiyi yapan
hekim ve sitopatoloğun deneyim ve yeteneği ile değişebilmesidir.
D.DİFERANSİYE TİROİD KANSERLİ HASTALARDA TEDAVİ
Diferansiye tiroid karsinomu tanısı konulan her hastaya yapılacak ilk tedavi cerrahidir.
Operasyonda primer ve metastatik tüm tümör odakları olabildiğince rezeke edilmelidir (48,4).
Ameliyat mutlaka bu konuda uzman ve deneyimli cerrahlar tarafından yapılmalıdır. Ameliyat
öncesi değerlendirme, ameliyatın tipi ve postoperatif takip çok önemlidir (49).
Ameliyat öncesi değerlendirmede hastanın, ulaşılabilen tüm tiroid nodüllerinden ince
iğne aspirasyonu yapılmalıdır. Hastalığın yaygınlığı, özellikle de lenf nodu büyümeleri,
dikkatli boyun palpasyonu ve ultrasonografi ile değerlendirilmelidir.
Tedavi seçiminde ve hastanın takibinde tümörün evrelemesi de önemli rol
oynamaktadır. Bu evrelemede operasyon öncesi bulgular, patoloji bulguları, cerrahın gözlemi,
son tanı ve yapılacak I-131 TVT önemli bilgi verir.
17
Tiroid cerrahisi: Teorik olarak düşük riskteki hastaları seçip bunlarda sınırlı cerrahi yapmak,
radyoaktif iyot vermemek ve böylece cerrahinin ve radyoaktif iyot tedavisinin
komplikasyonlarından kaçınırken; yüksek riskli hastaları seçip bunlara total veya totale yakın
tiroidektominin arkasından radyoaktif I-131 ablasyonu yapmak için çeşitli sınıflama metotları
geliştirilmiştir (50). Bu yaklaşım teorik olarak doğrudur. Ancak çoğu vakada operasyon
sırasında doğru evreleme yapılamamaktadır. Çünkü operasyon sırasında son patolojik tanı,
lenf bezlerinin durumu ve I-131 TVT sonucu henüz bilinmemektedir. Total veya totale yakın
tiroidektomi, takip esnasında rekürren hastalığın erken tanısına olanak sağlamaktadır.
Lobektomi sonrası serum Tg değeri %50 hastada saptanabilir düzeylerde seyretmektedir (51).
Ölçülebilir düzeyde serum Tg düzeyi olan hastalarda, geriye kalan lobdaki anormallikler,
ancak ultrasonografi ile değerlendirilebilir (52). Total tiroidektomi sonrası ise serum Tg
seviyesi, rekürren hastalığın tespiti açısından duyarlı bir göstergedir. Ek olarak bu hastalarda
iyot uptake’i, lobektomi yapılan hastalara oranla daha yüksektir. Yani başarılı bir I-131
ablasyonu için total veya totale yakın tiroidektomiye ihtiyaç duyulmaktadır. Ayrıca yapılan
histolojik çalışmalarda papiller karsinomalı hastaların yaklaşık %30-82’sinde diğer tiroid
lobunda da mikroskobik kanser odağı gösterilmiştir (53). Lobektomi sonrası diğer lobda
rekürrens, hastaların %5-24’ünde tespit edilmiştir. Bu nedenlerden dolayı tiroid kanserli
olgulara cerrahi olarak total veya totale yakın tiroidektomi önerilir.
Lenf nodu cerrahisi: Lenf nodu metastazı, hem tiroid tümörünün histolojik tipi hem de
tümörün yaygınlığı ile ilişkilidir. Papiller karsinomu olan hastalarda, lenf nodu metastazı
vakaların yaklaşık %35-60’ında bulunmaktadır ve çocuk hastalarda bu oran daha da
artmaktadır (54). Folliküler karsinomu olan hastalarda ise lenf nodu metastazı, daha düşük
oranlarda saptanmış olup, vakaların %20’sinden daha azında izlenmiştir (55). Diferansiye
tiroid karsinomu olan hastalara yapılacak cerrahi girişimin belirlenmesinde diğer bir yöntem
de klinik evrelemedir. Modifiye boyun diseksiyonu kararı klinik evre II-III ve IV olgular için
önerilmektedir (56).
Radyoaktif İyot (I-131) Tedavisi : Radyoaktif iyot ile ablasyon tedavisi; diferansiye tiroid
kanserlerinde total veya totale yakın tiroidektomiden sonra geri kalan normal tiroid
dokusunun radyoaktif iyot ile ortadan kaldırılması işlemine denir. Ablasyon işleminin teorik
olarak üç yararı vardır (20):
1.Varsa postoperatif geri kalan mikroskopik tümör odaklarını yok etmek
2.Operasyondan geriye kalan normal tiroid dokusunu ortadan kaldırarak Tg ve I-131 TVT
18
ile olguların takibine olanak sağlamak.
3.Ablasyon dozundan 3-7 gün sonra yapılan I-131 TVT ile varsa bölgesel ve uzak
metastazları tespit etmek.
I-131’in fiziksel yarı ömrü 8.02 gündür ve stabil bir atom olan Xenon’a (Xe) beta ve gama
ışınımı yaparak bozunur. Maksimum beta enerjisi 606 keV, gama ışınının enerjisi ise 364
keV’dir.
Radyoaktif I-131 ablasyon tedavisi, total veya totale yakın tiroidektomiden yaklaşık 4-6
hafta sonra uygulanır. Bu süre içerisinde hastaya, tiroid hormon replasmanı verilmemelidir.
Ayrıca yine bu süre içerisinde günlük iyot alımı 50 µgr/gün’ün altında olacak şekilde düşük
iyotlu diyet önerilmektedir.
Radyoaktif I-131 tedavisi öncesi serum TSH seviyesi ölçülmelidir. Verilen radyoaktif
iyodun tiroid ve tümör hücreleri tarafından yeterince tutulabilmesi için serum TSH düzeyinin
25-30 µIU/ml’nin üzerinde olması gerekmektedir. 4-6 haftalık süre sonunda yeterli TSH
düzeyine ulaşılamadığı takdirde, 1-2 hafta daha beklenilebilir veya Rekombinant Human TSH
kullanılarak ablasyon tedavisi uygulanabilir.
Radyoaktif I-131 ablasyon tedavisinde hasta dozu tümörün histopatolojik tipine, tümör
boyutuna, cerrahi esnasında tümörün invazyon ve metastaz yapıp yapmamasına göre 30-300
mCi (1110-11110 MBq) arasında değişir. Ampirik sabit doz uygulamasına göre ablasyon
tedavisinde 30-100 mCi, lenf nodu metastazlarında 175 mCi, uzak metastazlarda 200 mCi,
milier-makro nodüler akciğer metastazlarında 150 mCi verilmesi uygun bulunmuştur.(8s).
Kantitatif dozimetre yöntemine göre radyoaktif iyot tedavisinde verilecek dozun
belirlenmesinde hedefteki kitleye uygulanması gereken radyasyon göz önünde bulundurulur.
Başarılı ablasyon için bakiye dokunun 3000 santigray (cGy) ve üzerinde radyasyona maruz
kalması gerekir. Metastatik tümör kitlesinin ortadan kaldırılması için 8000 cGy ve üzerinde
radyasyona maruz kalması gerekir. 3500 cGy ve altında kalan dozlarda radyoaktif iyot
tedavisinden
fayda
sağlanmaz.
Bu
yöntem
milier-mikro
nodüler
yaygın
akciğer
metastazlarında tümör kitlesi hesaplanamayacağı için kullanılmaz (57).
Verilen bu ilk radyoaktif I-131 tedavisi, total veya totale yakın tiroidektomi geçiren
hastaların %80-90’ında, başarılı bir şekilde ablasyon sağlamaktadır (58,59). Ablasyon
tedavisinden 3-7 gün sonra hastanın tüm vücut tarama görüntüleri alınarak, olası metastaz
araştırması yapılır. Bu uygulama, hastanın ilerideki takip ve tedavisinin planlanmasında çok
büyük önem taşır.
19
TSH Supresyon Tedavisi: Diferansiye tiroid kanserli hastalarda yapılması gereken en önemli
uygulamalardan biri de TSH supresyon tedavisidir. TSH supresyon tedavisi uzun zamandır
diferansiye tiroid kanserli hastaların takibinde kullanılmaktadır. Çünkü sürekli TSH
stimülasyonunun, yavaş büyüyen ve hormon bağımlı diferansiye tiroid tümörlerinin
transformasyona uğrayarak hızlı büyüyen, otonom fonksiyonlu metastaz yapan tümörlere
dönüşmesine yol açtığına değinilmiştir (60). TSH supresyonu oluşturmak için hastalara klinik
durumu da göz önüne alınarak TSH düzeyi 0.1-0.4 µIU/ml arasında olacak şekilde tiroid
hormon preperatı verilmektedir.
E. DİFERANSİYE TİROİD KANSERLİ HASTALARDA TAKİP
Tiroid kanserli bir hastaya yaklaşım tümör histolojisi ve hastalığın yaygınlığının
değerlendirilmesi ile başlar. Tiroid kanserlerindeki prognostik göstergeler takip stratejisini
belirlemede anahtar rol oynar. Tanı anındaki yaş, primer tümör boyutu ve ekstratiroidal
yayılım varlığı rekürrens ve morbiditenin belirlenmesinde önemlidir.
Diğer birçok endokrin tümör gibi tümörün histolojisi tek başına neoplazinin malign
potansiyelini belirlemede yeterli olmayabilir. Prognoz ve tedavi planını doğrudan
ilgilendirdiğinden doğru histolojik tanımlama çok önemlidir ve bu durum özellikle miks
tümörlerde daha çok önem kazanır. Sıklıkla gerçek tümör tipi ve prognozu tayin etmek için
daha yeni histopatolojik teknikleri kullanmak gerekir. Tiroid kanserli olgularda takipte
üzerinde tam görüş birliği olmayan birçok konu vardır (Tablo.3).
Tablo.3 Tiroid kanserli olguların takibinde görüş ayrılığı olan konular.
Tiroidektomi sonrası I-131 TVT
Hasta hazırlığı ?
6 hafta T4 kesilmesi ?, 2 hafta T3 kesilmesi ?, rTSH ?
Stunningi önlemek için <5 mCi doz ?, I-123 ?
Görüntülemede I-131 dozu ?
Tiroglobulin
Ölçüm yöntemlerinin güvenilirliği ?
Tg-antikoru varlığında ölçümün doğruluğu
Tedavi edilen hastalarda ölçülebilir Tg Rezidüel tümör ?
düzeyleri ?
Tiroid remnantlarının ablasyonu
Kimde?
I-131 dozu ?
Takip aralığı
Tiroid hormon dozu
TSH düzeyi ?
Düşük/yüksek riskli hastalar
<100 mCi, >100 mCi ?
1, 2, 3, 5, 10, 15 yıl sonra I-131 TVT ?
<0.1 µIU/ml ? >0.2 µIU/ml ?
20
Rekürren/metastatik hastalık için I-131
tedavisi
Reoperasyon
Kimde ?
I-131 TVT negatif tiroid kanseri
Optimal görüntüleme modeli
Metastaz ve lenf nodlarının çıkartılması ?
Doz ? Dozimetri ? I-131 klerensi ?
Tc-99m MIBI/Tetrofosmin, Tl-201, F-18 FDG,
In-111 Pentetreotide (papiller ve medüller), AntiCEA monoklonal antikor (medüller), Tc-99m-
Artmış Tg seviyesi
(V)-DMSA (medüller)
I-131 tedavisi ? Doz ?
I-131 Tüm Vücut Tarama : Normal ve neoplastik tiroid dokusunun cerrahi sonrası
tespitinde kullanılan başlıca yöntem olma özelliğini korumaktadır. Cerrahi ne kadar geniş
yapıldı ise tiroid yatağı dışındaki odakları tespit etmek o kadar kolaylaşır (61,62,63,64). Çok
küçük olsa bile normal tiroid dokusu önemli ölçüde I-131 tutarak tiroid yatağı, çevre dokular
ve boyun bölgesinin değerlendirilmesini zorlaştırabilir. Postoperatif dönemde yapılan I-131
TVT’de hemen daima rezidüel tiroid dokusunun saptanması total tiroidektomi yapılsa bile
geriye çoğu zaman küçük miktarda doku kaldığını göstermektedir. Pozitif I-131 TVT testi I131 tedavisinin yararlı olup olmayacağını göstermesi açısından önemlidir. I-131 TVT %99100 özgül olmasına rağmen duyarlılığı %50-60 civarındadır.
Sintigrafik çalışmada kullanılan I-131’in düşük dozlarda olsa bile sonradan yapılacak I131 tedavisinin etkinliğini azaltabileceği gösterilmiştir. “Stunning etkisi” olarak adlandırılan
bu durum nedeniyle ablasyon tedavisi öncesi tanısal I-131 çalışması yapılıp yapılmaması
konusunda görüş ayrılığı vardır (65,66,67,68). Bizim de aralarında bulunduğumuz bazı
gruplar doğrudan ablasyon dozu vererek tedavi sonrası tarama yapmayı tercih etmektedirler
(69).
I-131 TVT yapılma sıklığı ve kullanılacak doz konusunda da görüş ayrılıkları olmasına
karşın son yıllarda yönelim yüksek risk grubundaki hastalara ablasyon tedavisinden sonra 6,
18, 72. ayda ve 5. yılda tarama yapılması; düşük risk grubundaki hastalarda ise (45 yaş altı,
tümörü tiroid dışına çıkmamış, tümör 1 cm’den küçük ve kapsüllü, vasküler, lenfatik ve uzak
metastaz yapmamış) bu periyotların açılması veya Tg yüksekliği olmaksızın I-131 TVT
yapılmaması yönündedir.
Tiroid Kanserlerinin Takibinde Kullanılan Diğer Ajanlar: Tc-99m MIBI/Tetrofosmin ve
21
Tl-201 diğer birçok tümör tipi yanında tiroid kanserlerinin takibinde de kullanılmıştır
(70,71,72). Bu ajanlar genel olarak I-131 tutmayan diferansiye tiroid kanserlerinde alternatif
görüntüleme ajanları olarak değerlendirilmektedir. Bunların genel avantajı görüntüleme için
replasman tedavisinin kesilmesine gerek duyulmamasıdır. Ancak I-131 ile karşılaştırıldığında
özgüllükleri belirgin düşüktür ve başka birçok tümör tipinde bu ajanların tutulumu
bildirilmiştir.
Tc-99m MIBI’nin Tl-201’e üstünlüğü makronodüler lezyonları daha iyi
görüntülemesidir. Tc-99m Tetrofosmin, Tc-99m MIBI gibi, tümör hücrelerinin sitozolüne
bağlanır. Tc-99m Tetrofosmin’in katyonik ve lipofilik yapısı, tümör hücrelerinin plazma ve
mitokondri membran potansiyelleri ve tümör hücrelerinin bol miktarda mitokondri içermesi,
bu maddenin tümör hücreleri tarafından tutulumunda önemli bir rol oynayabilir. Artmış kan
akımı ve tümörün kapiller permeabilitesinde artış da tutulumu etkileyebilir. Tc-99m
Tetrofosmin’in daha yüksek tümör/geri plan aktivite oranı göstermesi ve duyarlılığının sabit
olması, Tc-99m MIBI’ye göre daha etkili olduğu görüşünün ileri sürülmesine neden olmuştur
(73). Ancak, bu iki maddenin geniş seriler üzerinde karşılaştırmalı çalışmaları yapılmamıştır.
Tc-99m Tetrofosmin SPECT’in, yüksek Tg düzeyi gösteren ve I-131 tutmayan diferansiye
tiroid kanserlerinde değerli olduğu bildirilmiştir (73).
Çalışmalar tiroid kanserleri ve metastazlarında somatostatin reseptör ekspresyonunun
arttığını göstermiştir. Somatostatin analoğu olan In-111 Octreotide’in duyarlılığı %74-85
arasında değişmektedir. In-111 Octreotide özellikle I-131 tutmayan metastazları göstermede
başarılıdır. Metastatik odaklardaki
yüksek In-111 Octreotide tutulumu kötü prognoz
göstergesidir. Fokal enfeksiyon varlığında yanlış pozitif sonuç elde edilmesi ve 1 cm’den
küçük lezyonların tespitindeki düşük duyarlılık başlıca dezavantajlarıdır (74).
Tiroglobulin : Folliküler epitelden salınan ana glikoprotein olan Tg tiroid hormonlarının
biosentezine katıldığı gibi tiroid dokusu varlığını belirlemede de faydalı bir belirteçtir (75).
Nodüllerin malign potansiyelini belirlemede Tg ölçümleri fayda sağlamaz. Normal tiroid
dokusu tarafından da salındığı için tiroid kanserlerinde Tg ölçümü ancak, cerrahi ve takiben
radyoaktif I-131 ablasyonu uygulanmış hastalarda faydalıdır.
Tg’nin dolaşımdaki yarı ömrü 3-4 gündür. Tiroidektomi sonrası Tg düzeyleri yaklaşık 68 hafta sonra stabilize olur ve o zaman rezidüel tiroid dokusu veya kanserli doku volümü
hakkında bilgi verebilir. Total tiroidektomiden 6 hafta sonra Tg düzeyinin 2 ng/ml’den az
ölçülmesi prognozun iyi olduğunu gösterir.
Tiroid kanserlerinde nüks ve metastazlarının tespitinde Tg ölçümlerinin duyarlılığı TSH
stimülasyonu ile artar. TSH stimülasyonu replasmanın 4-6 hafta kesilmesi veya r-TSH
22
injeksiyonu yoluyla yapılabilir (75,72). TSH stimülasyonu altında yapılan Tg ölçümlerinin 2
ng/ml’den düşük bulunması genellikle rezidü tümör olmadığı şeklinde yorumlanabilir.
Supresyon tedavisi altında iken Tg’nin 3 ng/ml’den yüksek bulunması ise hemen daima
rezidüel tümör varlığına işaret eder.
Tg düzeylerinin ölçümünü etkileyen diğer bir durumda anti-tiroglobulin (Anti-Tg)
antikorlarıdır. Anti-Tg antikorları Tg ölçümlerini etkileyerek yanlış negatif veya yanlış pozitif
sonuçlara neden olabilirler. Anti-Tg antikorlarının varlığı Tg ölçümünü değiştirdiğinden, Tg
ölçümü ile birlikte aynı serum örneğinden antikor düzeylerine de bakmak gerekir. Yapılan bir
çalışmada Anti-Tg antikor düzeylerinin yüksek devam etmesinin rezidü tümör varlığını veya
nüksü gösterdiği öne sürülmüştür (76). Anti-Tg antikorlar normal populasyonda %10
oranında pozitif iken diferansiye tiroid kanserli olgularda %25’e varan pozitiflikler
saptanmıştır. Anti-Tg antikor düzeyleri total tiroidektomi yapılmış remisyondaki hastalarda 3
yıl sonra ölçülemeyecek düzeye kadar düşer. Ancak kanser mevcudiyetinde Anti-Tg antikor
düzeyleri stabil kalır veya yükselir.
Yüksek Tg düzeyleri genellikle, tüm vücut tarama görüntüleri ile korelasyon gösterir (77).
Yüksek Tg düzeyleri tedavi edilebilir I-131 tutulumunu yansıtmadığından I-131 TVT’nin
yerini alamaz. Tg pozitif, I-131 negatif hastaların nasıl tedavi ve takip edileceği tartışmalı
konulardan biridir ve bizim de tez konumuzu bu gruptaki hastalar oluşturmaktadır.
Radyolojik Yöntemler: Tiroid kanserli hastaların takibinde en çok fayda sağlayan radyolojik
yöntem boyun ultrasonografisidir. Özellikle papiller karsinomlarda lokal nüks ve lenfatik
tutulumun belirlenmesinde ve gerek görülürse iğne biyopsilerinde kılavuz olarak
ultrasonografiden çok sık yararlanılmaktadır. Postoperatif dönemde rezidüel tiroid dokusunun
belirlenmesinde de ultrasonografi kullanılmaktadır.
Seçilmiş olgularda daha az sıklıkla takipte akciğer grafisi, bilgisayarlı tomografi ve
manyetik rezonans görüntülemeden de fayda sağlanabilir.
F-18 FDG PET : Son yıllarda özellikle Tg pozitif, I-131 negatif olgularda FDG PET
kullanımı gündeme gelmiştir. Yukarıda sayılan diğer görüntüleme yöntemlerine göre F-18
FDG PET’in avantajı, diğer organlardaki fizyolojik birikiminin (özellikle abdomendeki) testin
yararlılığını daha az kısıtlamasıdır. F-18 FDG PET’in I-131 negatif olan metastatik
lezyonlarda duyarlılığı %64-94 olarak rapor edilmiştir. Bunun nedeni tümör hücrelerinin
diferansiyasyonu azaldıkça Glutatyon 1 gen ekspresyonunun artması ve FDG’nin daha kolay
bir şekilde hücre içine girmesidir. I-131 TVT ve FDG PET görüntüleme nüks ve metastazların
23
tespitinde birbirlerini tamamlayıcı rol oynarlar. İyi diferansiye tiroid kanserli olgulardaki
metastazların gösterilmesinde tek başına FDG PET’in duyarlılığı sadece %50 iken, FDG PET
ve I-131’in birlikte kullanılması durumunda duyarlılığın %95’e çıktığı gözlenmiştir. Tümör
dokusunun iyot tutma yeteneği ile glukoz metabolizması, glukoz metabolizması ile de tümör
diferansiyasyon arasında ters orantı gözlenmiştir. Genel olarak, iyi diferansiye tiroid
kanserleri I-131 ile pozitif, FDG PET ile negatif olurken; az diferansiye tiroid kanserlerinde
bunun tam tersi gerçekleşir. FDG pozitif rekürrensler genellikle de-diferansiye ve daha
agreziv tümörleri işaret etmektedirler (78). FDG PET pozitif vakalarda üç yıllık sağ kalım
oranının yaklaşık %60 olduğu ifade edilmekte iken bu oranın FDG PET negatif hastalarda
%98 civarında olduğu belirtilmektedir (79). FDG PET normal boyutlardaki metastatik lenf
nodlarının %70’ini saptayabilmektedir. FDG PET ile metastatik lenf nodları henüz çok küçük
boyutlarda iken tespit edilebilmektedir (80). FDG PET görüntüleme sonuçları, hastaların
yaklaşık %50’sinde tedavi modalitesini değiştirebilmektedir (81,82). Zorunlu olmamakla
birlikte görüntüleme sırasında TSH değerinin yüksekliğinin testin duyarlılığını arttırdığı öne
sürülmüşse de bu konuda veriler çelişkilidir. Tezin konusunu oluşturması ve ülkemizde
göreceli olarak yeni bir teknoloji olması nedeniyle PET konusunda bazı genel bilgilere yer
vermenin faydalı olacağını düşünüyoruz.
E. POZİTRON EMİSYON TOMOGRAFİNİN TEMEL PRENSİPLERİ
PET, dokuların perfüzyonunu, metabolik aktivitesini ve canlılığını yansıtan tomografik
görüntüler ve kantitatif parametrelerin kullanıldığı noninvaziv bir görüntüleme yöntemidir.
PET görüntülemede kullanılan radyofarmasötik ve radyonüklidlerin en önemli özelliği
vücudun temel altyapı taşları olan C (karbon), O2 (oksijen), F (flor) ve N (azot) gibi
elementleri içermeleri ve vücutta biyolojik olarak bu moleküller gibi davranmalarıdır.
Pozitron (B+), negatron (B-) olarak da adlandırılan elektron ile aynı kütleye sahip ancak
elektrondan farklı olarak pozitif yüklü, partiküler bir radyasyondur. Pozitron salıcısı
radyoaktif maddeler, kararlı izotopların yüklü partiküller (proton, döteron, helyum çekirdeği
gibi) ile bombardımanı sonucunda elde edilirler. Bu amaçla siklotron adı verilen parçacık
hızlandırıcıları kullanılır (Şekil.5).
24
Şekil.5 Siklotron Cihazı.
Siklotronda, yüklü partiküller değişken elektromanyetik alanlar yardımıyla dairesel bir
eksen veya lineer bir hat üzerinde hızlandırılarak hedefe yerleştirilmiş kararlı izotoplara doğru
yönlendirilirler. Bu işlem sonunda hedefte bulunan kararlı izotoplar çekirdeklerinde artan
proton sayısı nedeni ile kararsız hale geçerler ve tekrar kararlı hale dönmek üzere pozitron
salmaya başlarlar. Atom çekirdeğinin indirgenmesi sürecinde salınan pozitron, bulunduğu
ortam içerisinde yaklaşık 1-3 mm kadar (bu mesafe F18 FDG için yaklaşık 2 mm’dir)
ilerleyerek ortamda mevcut serbest bir elektron ile birleşir. Bu birleşme sonrasında her iki
partikül de enerjiye dönüşür ve ortaya birbiri ile yaklaşık 180 derece açı yapan, 511 kilo
elektron volt (keV) enerjiye sahip iki adet gama fotonu ortaya çıkar. Bu olaya yok olma
(Anhilasyon) adı verilir.
Pozitronun salındıktan sonra anhilasyon oluşuncaya kadar geçen sürede kat ettiği
mesafe PET tarayıcının çözünürlüğünü belirleyen önemli bir faktördür. Bu mesafenin artması
çözünürlüğü olumsuz yönde etkilediği gibi kantitasyon (sayısallaştırma) hatalarına da neden
olur.
PET tarama sistemlerinde, aralarında 180 derece açı bulunan 511 keV’lik gama fotonu
çiftlerini tespit etmek üzere farklı sayı ve konfigürasyonlarda dedektör halkaları mevcuttur.
Birbiri ile 180 derece açı yapacak şekilde konuşlanmış detektör çiftleri, belirlenen zaman
limiti içerisinde tespit edilecek her bir gama foton çiftini sistem bilgisayarında x, y ve z eksen
koordinatları ile birlikte tek bir nokta olarak kaydederler. Bu zaman limiti dışında detektörlere
ulaşan fotonlar ise sayıma dahil edilmezler. Bu noktalar radyoaktivitenin yoğun olduğu
bölgelerden daha çok, az olduğu bölgelerden ise daha az sayıda kaydedilir. Bu ham veriler
sistem bilgisayarı tarafından işlemlenerek tomografik PET görüntüleri oluşturulur (Şekil.6).
Detektör ve Kristal Yapıları: Detektörlerde sintilasyon teknolojisi kullanılmaktadır. Farklı
kimyasal yapılardaki (NaI, BGO, LSO gibi) sintilasyon kristallerinin özelliği radyasyon ile
25
etkileştikleri zaman bir ışık parıltısı oluşturmalarıdır. Bu ışık parıltısı sintilasyon kristalinin
arkasında bulunan ve pozisyon belirleme özelliği olan foton çoğaltıcı tüpler tarafından
algılanır ve çoğaltılarak (amplifiye edilerek) sistem bilgisayarına gönderilir. İdeal bir PET
detektörünün gelen gama fotonunu tam olarak durdurabilmesi, kısa süreli ve yüksek şiddette
bir ışık parıltısı oluşturması arzu edilir. Dedike PET tarama sistemlerinde tam bir halka
boyunca binlerce detektör bulunur. Detektörlerin küçük ve çok sayıda olması sistemin uzaysal
rezolüsyonuna olumlu yönde katkıda bulunur.
PET Görüntüleme Ajanları ve Kullanım Alanları: PET görüntülemede kullanılan
radyonüklidlerin fizik yarı ömürleri 1.3 ile 110 dakika arasında değişmektedir. Fizik yarı
ömür bir radyonüklidin başlangıç aktivitesinin yarıya düşmesi için gereken süre olup her bir
radyonüklid için karakteristiktir. PET ajanlarının kısa fizik yarı ömürlere sahip olması,
görüntüleme merkezlerini kendi üretimlerini yapmaya zorlamaktadır.
PET çalışmalarında %90 oranında Flor-18 (F-18) işaretli bileşikler kullanılmaktadır.
F-18’in fizik yarı ömrünün yaklaşık 2 saat civarında olması görüntüleme ajanının üretim
yapan merkezlerden satın alınıp kullanılmasına olanak vermektedir. PET görüntülemede en
sık kullanılan radyonüklidlerin fizik yarı ömürleri ve elde ediliş yöntemleri Tablo.4’te
özetlenmiştir.
26
Şekil.6 PET Tarayıcısı
Tablo.4 PET Görüntülemede En Sık Kullanılan Pozitron Salıcısı Radyonüklidler ve Üretim
yöntemleri.
Radyonüklid
Fizik Yarı-Ömür (dk)
Üretim Yöntemi
Oksijen-15
2.07
Siklotron
Azot-13
9.96
Siklotron
Karbon-11
20.4
Siklotron
Galyum-68
68.3
Jeneratör
Flor-18
109.7
Siklotron
Rubidyum-82
1.25
Jeneratör
PET ile görüntüleme yaklaşık 25 yılı aşkın bir süredir devam etmekle birlikte gelişim
süreci halen devam etmektedir. Özellikle daha hızlı görüntüleme, daha stabil bir mekanik
oluşturma, daha yüksek çözünürlük sağlama, daha kolay anlaşılır ve kullanılabilir bir yazılım
oluşturmak ve maliyetleri daha aşağılara çekmek üzere çalışmalar sürdürülmektedir. PET
görüntüleme günümüzde sırası ile en çok onkoloji, kardiyoloji ve nöroloji alanlarında
kullanılmaktadır. Onkolojik uygulamaları tüm uygulamaların yaklaşık 3/4’ünü oluşturur.
PET’in başlıca onkolojik uygulamaları şunlardır :
•
Primeri bilinmeyen kanserlerde primer tümör ve metastazların araştırılması,
•
Radyasyon nekrozu ile rezidü ve/veya nüks tümöral kitlenin ayrılması,
•
Cerrahi sonrası nükslerin belirlenmesi,
•
Hasta hakkında prognostik değerlendirmeler yapılması,
•
Tedavi öncesi evreleme,
•
Tümörün tedaviye yanıtının değerlendirilmesi ve tedavi sonrası yeniden evreleme,
•
Soliter akciğer nodüllerinin benign/malign ayırıcı tanısı,
•
Uygun biyopsi alanının belirlenmesi,
•
Radyoterapi uygulanacak alanın belirlenmesi.
Tümör Hücrelerinde F-18 FDG Tutulumunda Genel Prensipler: Malign hücrelerin
27
normal hücrelerden farklılaşmaları sırasında metabolizmalarında önemli farklılıklar meydana
gelir. DNA sentezi, aminoasit kullanımı ve glikolizisteki artış bunlar arasında sayılabilir. Bu
değişiklikler onkolojide FDG PET kullanımının biyokimyasal temelini oluşturur.
Monosakkaritlerden enerji eldesi, glukozun laktik aside dönüşümü sırasındaki
glikolizis yoluyla gerçekleşir. Anaerobik şartlarda pek çok dokunun, enerji eldesinde
kullandığı temel metabolik yol glikolizistir. Malign hücrelerdeki artmış glikolitik hıza sebep
olarak pek çok faktör ileri sürülmüştür (73). Tümör dokusunda dominant olan beş adet glukoz
taşıyıcı protein (Glut 1-5) tanımlanmıştır. Malign hücrelerin belirgin biyokimyasal
karakteristik özellikleri arasında hücre yüzeyindeki glukoz taşıyıcı proteinlerin (özellikle Glut
1 ve Glut 3) ve glikolizisi sağlayan hücre içi enzimlerin (hekzokinaz ve fosfofruktokinaz)
artışı; buna karşın glukoz-6-fosfataz enzim aktivitesindeki azalmaya bağlı olarak gelişen
düşük defosforilasyon hızı sayılabilir (83). Tümör hücrelerindeki bu artmış glikolitik hız ve
azalmış defosforilasyon hızı, FDG kullanılarak yapılan PET görüntülemenin temelini
oluşturur.
FDG, vasküler beslenmenin yeterli olduğu dokularda glukoz ile aynı kolaylaştırılmış
transport mekanizmasını kullanarak hücre içerisine girer. Hücre içerisine giren FDG,
hekzokinaz enzimi ile FDG-6-P’a fosforile edilmesine karşın daha ileri metabolik yollara
girmeyerek hücre içerisinde akümüle olur. Normal hücreler ile karşılaştırıldığında tümör
hücrelerindeki azalmış glukoz-6-fosfataz enzim düzeyleri, buna karşın artmış hücre
proliferasyonu ve hücresel enerji ihtiyacı FDG-6-P’ın hücre içinde daha uzun süre lokalize
olmasını sağlar (84). Düşük glukoz-6-fosfataz enzim aktivitesi ile birlikte dokulardaki FDG
konsantrasyonu plato düzeyine ulaştığında, FDG görüntüleri rölatif glikolizis hızını yansıtır.
Bu denge durumuna normal beyin, kalp ve beyin tümörlerinde enjeksiyondan 45-60 dakika
sonra ulaşılır (85).
Ne yazık ki FDG kanser spesifik bir ajan olmayıp sarkoidoz, tüberküloz, fungal
enfeksiyon ve serebral abse gibi pek çok enfeksiyöz ve enflamatuar hastalıkta da artmış
tutulum göstermektedir. Bununla birlikte malign lezyonlarda, benign patolojilerin aksine
zamana bağlı olarak artış gösteren geç döneme kadar izlenen FDG retansiyonu ayırıcı tanıda
kısmen de olsa fayda sağlamaktadır (86).
FDG tutulumu plazma glukoz düzeyinden oldukça etkilenmekte olup yüksek glisemi
düzeylerinde tümör dokusundaki FDG tutulumunun azaldığı gösterilmiştir (83). FDG
tutulumunun glukoz tarafından inhibe edilmemesi için en az 4 saat açlık ve 200 mg/dl altında
28
glisemi düzeyi gereklidir. Myokardial aktivitenin minimum olması ve mediastinal
metastazların yüksek duyarlılıkla dedeksiyonu için tercihen 12 saat açlık gerekmektedir. FDG
ile yapılan onkolojik çalışmalarda 10-20 mCi (370-740 MBq) FDG’nin i.v. enjeksiyonundan
yaklaşık 60 dakika sonra PET görüntüleme yapılır. Tüm vücut görüntüleme süresi kullanılan
tarayıcıya bağlı olarak ortalama 20-60 dakikadır.
FDG’nin Normal Biyodağılımı: Dolaşımdan glukoz taşıyıcı proteinler aracılığı ile hücre
içerisine transport edilen FDG vücutta glukoz ile oldukça benzer biyodağılım gösterir.
Normalde glukozu absorbe eden böbrekler FDG’yi glukoz gibi algılamazlar. Bunun
sonucunda FDG proksimal tübüllerde bir miktar reabsorbsiyona uğramasına karşın büyük
oranda filtrasyon ile vücuttan atılır. Diğer organların da büyük bir çoğunluğu hücre içerisine
girene kadar FDG’yi glukozdan ayırt edemezler. Enjekte edilen FDG’nin %16’sı ilk bir saat
içerisinde, %50’si ise yaklaşık 2 saat içerisinde üriner ekskresyon ile atılır (87).
Serebral korteks glukoz kullanımı nedeni ile genellikle çok yoğun FDG uptake’ine
sahiptir (88). Bu nedenle rütin tüm vücut görüntülemede kranyum görüntü alanına
alınmamaktadır. Waldeyer halkasındaki lenfatik doku ile tonsiller ve dil kökünde düşükten
orta düzeye kadar, glukoz sekresyonu nedeni ile de tükürük bezlerinde düşük düzeyde FDG
tutulumu izlenebilir.
Myokardial FDG aktivitesi kişinin açlık durumuna ve glisemi düzeyine göre oldukça
belirgin değişiklik göstermektedir. Toklukta belirgin, açlık durumunda ise genellikle hafif
düzeyde FDG’ye ait myokard aktivitesi izlenir.
FDG’nin fizyolojik renal ekskresyonu nedeni ile böbrek ve mesanede yoğun aktivite
izlenir. Erkek gonadal organlarında ve menstrüasyon sırasında uterusta da değişik düzeyde
aktivite tutulumu saptanabilir (88).
Hafif düzeyde heterojen artmış karaciğer aktivitesi FDG PET görüntülemede sıklıkla
izlenilen bir bulgudur. Dalakta normalde hafif düzeyde FDG uptake’i izlenirken granülosit
stimülasyon faktörleri kullanılarak yapılan tedaviye bağlı olarak dalakta FDG tutulumu diffüz
olarak artabilir.
Normalde düşük düzeyde kas uptake’i izlenirken test öncesi yoğun egzersize bağlı
olarak artmış kas uptake’i izlenebilir.
Benign kemik lezyonları, Paget hastalığı ve iyileşmekte olan kırıklar da artmış FDG
tutulumu gösterebilir. FDG PET’te kemik iliğinde genellikle hafif düzeyde homojen aktivite
tutulumu izlenir (89). Kemoterapi sonrası yenilenen kemik iliğine bağlı olarak ilk bir ay
29
içerisinde artmış kemik iliği aktivitesi gözlenirken (83), granülosit stimülasyon faktörleri ile
yapılan tedaviye bağlı olarak da kemik iliğinde diffüz artmış FDG akümülasyonu izlenebilir.
Bununla birlikte karaciğerden yoğun kemik iliği aktivitesi hemen her zaman anormal kabul
edilmelidir.
Düz kaslardaki peristaltizme bağlı olarak gastrointestinal sistemde ve özellikle
kolonda fokal, segmental veya diffüz olmak üzere değişik düzey ve paternde FDG uptake’i
izlenebilir (88).
Çocuklarda timus dokusunda ters “V” şeklinde (bilobar) izlenen fizyolojik FDG
uptake’i, adelosan dönemde bezin involüsyonu ile birlikte gerilemektedir.
Premenapozal olgular ile hormon replasman tedavisi alanlar veya emziren bayanlarda
meme dokusunda da değişik düzeyde FDG tutulumu gözlenebilmektedir.
Sayısallaştırma: PET’in en önemli özelliklerinden birisi sonuçların sayısallaştırılabilmesidir.
Bu amaçla klinik çalışmalarda yarı sayısal bir değer kullanılır. Birçok değişik şekilde
adlandırılmasına karşın kullanılan en popüler terim standardize edilmiş uptake oranı (SUR) ya
da bilinen diğer bir adı ile standardize edilmiş uptake değeri (SUV)’dir. Bir lezyonun artmış
FDG aktivitesine sahip olup olmadığını gösteren ve malign/benign dokuların ayırımını
değerlendirmede kullanılan yarı kantitatif bir kriterdir. SUV değerinin belirlenmesinde ilgi
alanı (ROI) içerisindeki FDG akümülasyonu, hastaya enjekte edilen total FDG dozu ve hasta
ağırlığı veya vücut yüzey alanına göre normalize edilir. Bu düzeltme sayesinde farklı
hastalardaki FDG tutulumunu karşılaştırmak mümkün olmaktadır (90). SUV değeri seçilmiş
bir ROI içerisindeki ortalama aktivitenin (mCi/ml) enjekte edilen doza (mCi/kg) bölünmesi ile
elde edilir.
Eğer FDG tüm vücutta aynı konsantrasyonu gösterir ise SUV değeri olarak “1” elde
edilecektir. SUV’un 1’den büyük olması artmış aktivite tutulumunu, 1’den küçük olması ise
azalmış uptake fonksiyonunu yansıtır. Kan havuzundan daha yüksek uptake oranına sahip
lezyonlar genellikle maligniteyi düşündürmektedir.
FDG PET görüntülmenin yukarda sayılan özellikleri sayesinde diferansiye tiroid
karsinomlarında rekürrens ya da metastazların saptanmasında rolü büyüktür. Ancak yapılan
çalışmalar tek başına FDG PET görüntülemenin bazı sınırlamaları olduğunu göstermiştir. Bu
sınırlamalar içinde ; çalışmalara dahil edilen hasta sayılarının göreceli olarak az olması, FDG
PET görüntülemede anatomik rezolüsyonun sınırlı olmasından dolayı tümör lokalizasyonunun
tam olarak yapılmasındaki sınırlamalar ve FDG PET görüntülemede fizyolojik tutulumlardan
30
dolayı meydana gelen yanlış pozitif sonuçlar sayılabilir. FDG PET ile BT tekniklerinin
kombine edilerek kullanılması sonucu hem metabolik ve hem anatomik bilgi elde edilmiş
olmaktadır. BT görüntülemeyle, FDG PET ‘te artmış FDG tutulum odaklarının normal
dokulardan ayrımı yapılarak yanlış pozitif sonuçların minimale inmesi sağlanır. Bu da FDG
PET/BT
görüntülemenin
spesifitesinin
önemli
derecede
artmasını
sağlar
(92,93).
Kliniğimizde de FDG PET ve BT görüntüleme kombine olarak kullanılmakta olup
çalışmamıza dahil tüm hastalarımızda görüntüleme PET/BT şekilde uygulanmıştır.
III.GEREÇ VE YÖNTEM
Bu çalışma Tg düzeyi yüksek, I-131 TVT negatif diferansiye tiroid kanserli olguların
takibinde F-18 FDG PET/BT görüntülemenin değerinin araştırılması amacıyla planlanmıştır.
Hasta Seçimi:
Bu çalışmada Ağustos 2007 – Mart 2009 tarihleri arasında Sağlık Bakanlığı Okmeydanı
Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nükleer Tıp AD’nda takip edilmekte olan iyi diferansiye tiroid
kanserli toplam 30 olguya (11 erkek, 19 kadın)
FDG PET/BT görüntüleme uygulandı.
Olguların 26’ı tiroid papiller karsinom, 4’ü ise tiroid folliküler karsinom tanıları ile takip
edilmekteydi. Hastaların yaş ortalaması 45.3 (19-84) idi.
F-18 FDG PET/BT görüntüleme için hasta seçim kriterleri olarak serum Tg düzeyi
31
yüksek ve I-131 TVT negatif diferansiye tiroid kanserli olgular seçilmiştir.
Tüm hastalara çalışmanın amacı ve uygulanacak teste ilişkin bilgiler verilerek yazılı
izinleri alındı. Hastaların başlangıç tedavisi, demografik ve histopatolojik özellikleri
Tablo.5’de sunulmuştur.
Tüm olgular patoloji raporlarından elde edilen bilgiler ışığnda tümör tipi ve alt tipine göre
sınıflandırılmıştır. Klinik ve patolojik evreleme American Joint Committee on Cancer (AJCC)
sistemine göre gerçekleştirildi.
F-18 FDG PET/BT görüntüleme yapılmadan önce tüm hastalara en az bir kere radyoaktif
I-131 tedavisi uygulandı. Hastaların FDG PET öncesinde aldığı ortalama I-131 dozu 140 mCi
(5180 MBq) olarak belirlendi.
Tedavi ve Takip Protokolü:
Cerrahi Tedavi: I-131 ablasyon tedavisi öncesinde hastaların 19’una total tiroidektomi
operasyonu uygulandı. Olguların 11’inde ise lenfatik tutulum nedeniyle ilk cerrahi esnasında
veya hastalığın seyri sırasında lenf nodu diseksiyonu uygulandı. Hastaların 24’ü lokal nüks
veya lenf nodu metastazı nedeniyle iki veya daha fazla sayıda operasyon geçirdiler. İğne
biyopsisi ile tanı alan hastalar cerrahi öncesi boyun ultrasonografisi ile değerlendirilerek
şüpheli görünümde tüm lenf nodlarına ultrason eşliğinde iğne biyopsisi gerçekleştirildi ve
gereken olgularda total tiroidektomi ile birlikte lenf nodu diseksiyonu uygulandı. Tüm
metastatik odaklar mümkün olan her durumda yeniden opere edildi.
Tablo.5 Hastaların başlangıç tedavisi, demografik ve histopatolojik özellikleri
KRİTER
HASTA
SAYISI
Tanı anında yaş
< 45
14
≥ 45
16
İlk cerrahi şekli
Total tiroidektomi
Total tiroidektomi
diseksiyonu
19
+
lenf
nodu 11
Histolojik tip
32
Papiller karsinom
Klasik tip
12
Folliküler varyant
5
Hurtle hücreli tip
1
Tall cell varyant
8
Folliküler karsinom
Minimal invaziv tip
4
Evre
Evre I
5
Evre II
10
Evre III
9
Evre IV
6
I-131 Tedavisi :
Tüm hastalara ilk operasyondan 4-6 hafta sonra I-131 ablasyonu uygulandı. İlk I-131 tedavisi
öncesi TSH supresyon tedavisi başlanmadı ve daha önce rapor edildiği gibi diagnostik I-131
TVT yapılmadı (69). Bir seferde uygulanan tedavi dozu 100-200 mCi (3700-7400 MBq)
arasında idi. Tedavi doz seçimi ampirik yöntem ile yapıldı. İntratiroidal tümörü olanlara 100
mCi (3700 MBq), lenf nodu metastazı olanlara 150 mCi (5550 MBq), uzak metastaz bulgusu
olanlara 200 mCi (7400 MBq) tedavi dozu uygulandı. Fonksiyone metastaz varlığında I-131
tutulumu kalmayana dek 6-12 ay ara ile tedavi dozu tekrarlandı ve supresyon tedavisine
yeniden başlandı. Her tedavi sonrası 7. günde I-131 TVT gerçekleştirildi.
Tedavi Sonrası Takip:
Diagnostik I-131 TVT: Evre III ve IV olgular ile klinik ve patolojik risk faktörlerinden birine
sahip olanlara 6. ayda; düşük risk grubundaki olgulara ise 1 yıl sonra ilk diagnostik I-131
TVT yapıldı. Supresyon tedavisine 4-6 hafta ara verildikten ve 15 gün süre ile düşük iyotlu
diyet uygulandıktan sonra 5 mCi (185 MBq) I-131 oral yol ile verildi. Bu uygulamadan 24 ve
48 saat sonra geniş görüş alanlı, yüksek enerji kolimatörü takılı gama kamera (Philips, ADAC
Laboratories) ile tüm vücut tarama ve gerekli statik görüntüler alındı.
Boyun Ultrasonografisi: Tüm hastalar her I-131 tedavi ve TVT sırasında boyun
ultrasonografisi ile değerlendirildi. Ultrasonografik incelemelerin tümü Nükleer Tıp AD’nda
mevcut EUB-405 PLUS (ultrason scanner) Hitachi marka ultrasonografi cihazı ile 7.5 MHz
lineer prop kullanılarak ve boyun ekstansiyonda iken yapıldı. Rekürrens veya lenf nodu
33
tutulumu yönünden şüpheli tüm odaklara ultrasonografi eşliğinde iğne biyopsisi uygulandı.
Hormon Analizleri: Her I-131 tedavisi ve TVT sırasında serum TSH, ve Tg ölçümleri yapıldı.
Her Tg ölçümü sırasında aynı serum örneğinden Anti-Tg ölçümleri gerçekleştirildi. Tüm
vakalar içerisinde Anti-Tg antikor seviyesinde yükseklik saptanmadı. Tüm in-vitro analizler
immünoenzimatik (Beckman Coulter, Unicel DxI 800 Acces İmmunoassay System) teknik
ile otoanalizör kullanılarak gerçekleştirildi.
FDG PET Protokolü:
Hastaların FDG PET görüntüleri, S.B Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Nükleer Tıp AD’de mevcut SİEMENS marka PET tarayıcısı (Siemens Biograph 6) ile elde
edildi. Tüm olgularda işlem öncesi açlık kan şekeri ölçüldü. Sekiz saatlik açlık sonrası 10 mCi
(370 MBq) F-18 FDG’nin İV enjeksiyonundan 45 dakika sonra supine pozisyonda kollar
yanda iken kafa tabanından femur proksimaline kadar olan bölge görüntü alanına girecek
şekilde ardışık transmisyon ve emisyon görüntüleri elde edildi. Transmisyon ölçümleri için
Ge-68/Ga-68 çubuk kaynak kullanıldı. Üriner sistemde aktiviteyi azaltmak için intravenöz
lasiks enjeksiyonu uygulandı. Görüntüler iteratif algoritma kullanılarak işlemlendi ve ölçülen
atenüasyona göre emisyon görüntüleri düzeltildi. Görüntüler tüm vücut projeksiyonu ve üç
ortogonal planda kesitler halinde değerlendirildi.
Tüm hastalara FDG PET görüntüleme hastalar ötiroid iken yapıldı.
Tüm F-18 FDG PET/BT görüntüleri hastaların klinik bilgilerine sahip üç Nükleer Tıp
uzmanı tarafından lezyon bazında değerlendirildi. Tespit edilen patolojik metabolik odakların
SUV’u hesaplandı.
F-18 FDG PET/BT Sonuçlarının Değerlendirilmesi: F-18 FDG PET/BT görüntülemede
elde edilen şüpheli bulgular histoloji, sitoloji, I-131 tutulumu, Tg düzeyi, diğer radyolojik
yöntemler ve klinik takip ile korele edildi. Görüntüleri sonuşları şu şekilde sınıflandırıldı:
•
Gerçek pozitif: Patolojik FDG akümülasyonu histoloji, sitoloji, diğer görüntüleme
yöntemleri veya klinik takip ile korelasyon gösteriyorsa.
•
Yanlış pozitif: FDG akümülasyonu başka bir yöntemle korele edilemiyorsa.
•
Gerçek negatif: Patolojik FDG akümülasyonu tespit edilmiyor, bulgular normal
sınırlarda ve klinik olarak metastaz beklenmiyor ise.
•
Yanlış negatif: Yüksek Tg veya diğer yöntemlerle tespit edilen patolojik bulgu FDG
PET/BT ile saptanamadı ise.
34
İstatistiksel Değerlendirme: Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken,
istatistiksel analizler için NCSS (Number Cruncher Statistical System) 2007&PASS 2008
Statistical Software (Utah, USA) programı kullanıldı. Çalışma verileri değerlendirilirken
niceliksel verilerin karşılaştırılmasında iki grup arası karşılaştırmalarında Mann Whitney U
test kullanıldı. Niteliksel verilerin karşılaştırılmasında Fisher’s Exact Ki-Kare testi ve Mc
Nemar testi kullanıldı. Duyarlılık, özgüllük hesaplamalarında tanı tarama testlerinden
yararlanıldı. Sonuçlar %95’lik güven aralığında, anlamlılık p<0.05 düzeyinde değerlendirildi.
IV.BULGULAR
Çalışmaya dahil edilen toplam 30 hastadan 23’ünde F-18 FDG PET/BT ile yaygın ve/
veya lokal hastalık ile uyumlu olabilecek patolojik metabolik aktivite tutulumu saptanmıştır
(Tablo.6). Tüm hastalarda F-18 FDG PET/BT görüntüleme öncesinde yapılan I-131 TVT
negatif olarak değerlendirilmiştir. Toplu sonuçlar Tablo.7’de sunulmuştur.
Tablo.6 F-18 FDG PET/BT sonuçları.
Gerçek Pozitif
21
Gerçek Negatif
5
35
Yalancı Pozitif
2
Yalancı Negatif
2
Toplam
30
Hastalar:
•
Olguların 2’ünde diğer görüntüleme yöntemleriyle tespit edilen metastatik odaklar F-18
FDG
PET7BT
ile
izlenememiş
ve
görüntü
sonucu
yalancı
negatif
olarak
değerlendirilmiştir.
•
2 olguda F-18 FDG PET7BT ile metastatik odaklar izlenmiş olmasına rağmen diğer
görüntüleme yöntemleri, Tg düzeyi ve klinik takip sonucuna göre F-18 FDG PET7BT
yalancı pozitif olarak değerlendirilmiştir.
•
F-18 FDG PET/BT normal olarak değerlendirilen 5 olguda diğer görüntüleme yöntemleri,
Tg düzeyi ve klinik takip sonucuna göre de metastaz olmadığına karar verilmiş ve bu
olgular gerçek negatif olarak değerlendirilmiştir.
•
Kalan diğer 21 olguda ise F-18 FDG PET/BT ile bölgesel veya uzak metastaz odakları
tespit edilmiş olup bu bulgular gerçek pozitif olarak değerlenirilmiştir.
Tablo.7 Çalışma grubuna dahil tüm olguların toplu sonuçları.
1
2
3
E
K
E
83
67
70
Tg (ng/ TSH
PET/BT sonucu
ml)
(mikroIU/ml)
FK
>300
0.265
Boyun,kemik
FK
111
0.91
boyun, akciğer
PK-TCV 40
0.12
boyun
4
K
64
PK-KT
0.41
boyun
5
6
K
K
57
69
PK-KT 76.5
PK-TCV >464
0.151
0.22
7
K
72
PK-TCV >300
0.246
8
K
57
PK-FV
300
0.91
9
E
84
FK
>300
0.94
boyun
mediasten, akciğer
boyun,mediasten,
aksilla,spinal kanal
mediasten,akciğer,kemik,
karaciğer
boyun,mediasten,akciğer,
Sıra Cins Yaş Histoloji
>464
SUV
Tanı Doğrulama
Değeri
16.3
GP histopatoloji
3.1
GP klinik takip
16.9
GP histopatoloji
4.2
GP I-131
12
5.3
20
11.4
10
GP
GP
histopatoloji
klinik takip
GP
klinik takip
GP
klinik takip
GP
klinik takip
36
10
K
58
PK-TCV 117
0.08
11
E
48
PK-TCV 60
0.06
kemik,karaciğer
kemik,akciğer,mediasten,
aksilla,yumuşak doku
boyun
12
E
81
PK-KT
>464
0.459
boyun
13
K
44
PK-HHT >464
0.074
Kemik, akciğek
14
15
16
17
K
E
K
E
48
81
30
45
PK-KT
PK-TCV
PK-KT
PK-FV
0.061
0.32
0.052
0.75
akciğer
boyun
boyun
-
18
K
50
PK-TCV 3.82
0.06
-
GN
19
K
26
PK-FV
17.3
0.25
-
GN
20
K
34
PK-KT
29.2
0.12
-
GN
21
22
E
K
70
41
PK-TCV >470
PK-FV
11.36
0.75
0.09
-
YN
GN
23
E
47
PK-KT
71.6
0.99
-
YN
24
E
19
PK-KT
15.87
0.08
boyun,
25
K
67
PK-KT
300
0.44
boyun,akciğer,mediasten
26
27
28
29
30
K
K
K
K
E
41
76
64
62
52
FK
PK-KT
PK-KT
PK-FV
PK-KT
333
181
22
36.4
505
0.019
0.56
13.8
0.01
0.03
kemik
boyun
akciğer
boyun
boyun
58.9
>483
110
65
32.5
13.3
9.8
19.4
4.7
18.2
5.6
1.8
20.4
2.5
25.7
1.7
1.2
boyun
GP
klinik takip
GP
histopatoloji
GP
I-131
GP
GP
GP
GP
GN
GP
GP
GP
GP
YP
GP
YP
BT,klinik
takip
I-131
klinik takip
histopatoloji
klinik takip
BT,klinik
takip
I-131,klinik
takip
I-131,klinik
takip
BT, I-131
klinik takip
I-131,klinik
takip
histopatoloji
I-131, klinik
takip
histopatoloji
histopatoloji
klinik takip
I-131
histopatoloji
* PK-KT papiller karsinom klasik tip, PK-FV papiller karsinom folliküler varyant, PK-TCV papiller karsinom
tall cell varyant, PK-HHT papiller karsinom hurtle hücreli tip, FK folliküler karsinom
Hasta Seçim Kriteri:Serum Tg düzeyi yüksek ve diagnostik I-131 tüm vücut tarama sintigrafisi negatif olgular
Suv Standart uptake değeri, GP gerçek pozitif, GN gerçek negatif, YP yalancı pozitif, YN yalancı negatif.
Tüm grupta FDG PET/BT ’nin duyarlılığı % 91.3, özgüllüğü % 71.4 pozitif öngörü
değeri % 91.3 ve negatif öngörü değeri % 71.4 olarak hesaplanmıştır.
Tümörlerin histolojik tipleri ile FDG PET/BT sonuçları arasındaki karşılaştırmada
sadece sayıca karşılaştırma için yeterli düzeyde olan tiroid papiller karsinom klasik tip (12
olgu) ve tall cell varyantlar (8 olgu) kullanılmıştır. Histolojik tiplere göre olguların FDG PET/
BT sonuçları Tablo.8’de sunulmuştur. Papiller karsinom klasik tipte FDG PET/BT duyarlılığı
%88.8 özgüllüğü ise %33.3 olarak bulunurken; tall cell varyantlı olgularda duyarlılık %85.7
ve özgüllük %100 olarak hesaplanmıştır. Bu iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı
farklılık (p<0.005) bulunmuştur.
37
Tablo.8 Tümörlerin histolojik tiplerine göre FDG PET/BT sonuçları.
Papiller Karsinom
Klasik tip
Tall cell
varyant
Gerçek Pozitif
8
6
Gerçek Negatif
1
1
Yalancı Pozitif
2
-
Yalancı Negatif
1
1
Toplam
12
8
FDG PET/BT gerçek pozitif 21 olgunun 17 ‘si papiller karsinom, 4’ü ise folliküler
karsinomdu. 16 papiler karsinom olgusunun8 tanesi klasik tip, 6 tanesi tall cell varyant, 2
tanesi folliküler varyant ve 1 taneside hurtle hücreli varyanttı. Papiller karsinom klasik tipli
olan8 olguda maksimum SUV değerlerinin ortalaması 7.62±6.22 iken papiller karsinom tall
cell varyantlı 6 olguda maksimum SUV değerlerinin ortalaması 17.70±8.92 olarak
bulunmuştur. Bu iki grup arasında da istatistiksel olarak anlamlı farklılık (p<0.05) tespit
edilmiştir.
VAKA ÖRNEKLERİ:
38
Şekil 7 :48 yaşında bayan hasta(no:14).Papiller karsinom (klasik tip) nedeniyle Haziran 2007
tarihinde total tiroidektomi ve sağ radikal boyun diseksiyonu uygulanmış. Ardından Temmuz
2007 ve Ocak 2009’de toplam 300 mCi (10100 MBq) olmak üzere iki kez I-131 ablasyon
tedavisi uygulanan hastaya ötiroid durumda sebat eden Tg yüksekliği (54.8 ng/ml) sebebiyle
yapılan FDG PET/BT görüntülemede her iki akciğer parankiminde (kırmızı oklar) metastaz
ile
uyumlu artmış metabolik aktivite tutulumları gösteren pulmoner nodüller izlendi.
Supresyon kesilerek tekrarlanan 200 mCi (7400 MBq) I-131 tedavisinden 1 hafta sonra
yapılan I-131 TVT’de tanımlanan lezyonların I-131 akümülasyonu gösterdiği tespit edildi .
39
Ş
e
ki
l
8
:
4
1
yaşında bayan hasta(no:26).Folliküler karsinom nedeniyle Mayıs 2004 tarihinde bilateral
subtotal tiroidektomi ve Ekim 2004’te tamamlayıcı tiroidektomisi uygulanmış. Ardından
Aralık 2004 ve Mayıs 2007’de toplam 300 mCi (10100 MBq) olmak üzere iki kez I-131
ablasyon tedavisi uygulanan hastaya ötiroid durumda sebat eden Tg yüksekliği (333 ng/ml)
sebebiyle yapılan FDG PET görüntülemede (A) L4 vertebra corpusunda (kırmızı ok) metastaz
ile uyumlu artmış metabolik aktivite tutulumu izlendi.Mart 2008’de L4 vertebradan kitle
eksizyonu yapılan hastanın patolojisi metastaz olarak geldi. Supresyon kesilerek tekrarlanan
200 mCi (7400 MBq) I-131 tedavisinden 1 hafta sonra yapılan I-131 TVT’de tanımlanan
lezyonun I-131 akümülasyonu gösterdiği tespit edildi (B).
40
Şekil 8 :81 yaşında erkek
hasta(no:15).Papiller karsinom
(tall cell varyant) nedeniyle
Aralık 2006 tarihinde total
tiroidektomi
+sol
modifiye
radikal boyun diseksiyonu+sağ
santral lenf nodu diseksiyonu
uygulanmış. Ardından Şubat
2007
ve Ağustos 2007’de
toplam 350 mCi (11950 MBq)
olmak üzere iki kez I-131
ablasyon tedavisi uygulanan
hastaya ötiroid durumda sebat
eden Tg yüksekliği (>483 ng/ml)
sebebiyle yapılan FDG PET /BT
görüntülemede servikal zincirde
invaze LAP düşündüren metastaz
ile uyumlu artmış metabolik
aktivite
tutulumları
izlendi.Hastanın 81 yaşında
olmasından dolayı reoperasyonu
konsey
tarafından
uygun
görülmedi ve Tg takibine karar
verildi.Hastanın Ağustos 2008’de
yapılanboyun ultrasonografisinde
servikal zincirde LAP’lar izlenmiştir ve Tg seviyesindeki yükseklik sebat etmektedir.
Şekil
10:
:19
yaşında
hasta(no:24).Papiller
erkek
karsinom(klasik
tip) nedeniyle Haziran 2006 tarihinde
tiroidektomi ve Temmuz 2007’de sol
boyun
diseksiyonu
uygulanmış.
Ardından Ağustos 2006
ve Şubat
2007’de toplam 300 mCi (10100 MBq)
olmak üzere iki kez I-131 ablasyon
tedavisi
uygulanan
hastaya
ötiroid
durumda sebat eden Tg yüksekliği
(15.87 ng/ml) sebebiyle yapılan FDG
PET/BT görüntülemede boyunda sağ
paratrakeal alanda tiroid bezi lojunda
minimal
artmış
metabolik
aktivite
41
tutulumu izlendi.PET/BT görüntüleme sonrası Ağustos 2008’de sağ tiroidektomi lojundan
yapılan eksizyonun patoloji sonucu papiller karsinom metastazı olarak geldi.
Şekil 11: :30 yaşında bayan hasta(no:16).Papiller karsinom (klasik tip) nedeniyle Temmuz
2006 tarihinde totatal tiroidektomi uygulanmış. Ardından Ağustos 2006 ve Mayıs 2007’de
toplam 250 mCi (9250 MBq) olmak üzere iki kez I-131 ablasyon tedavisi uygulanan hastaya
ötiroid durumda sebat eden Tg yüksekliği (110 ng/ml) sebebiyle yapılan FDG PET/BT
görüntülemede boyunda level 6 seviyesinde anterior servikal alanda ve trakea sağ
posterolataralinde , tiroid bezi lojuna uyan alanda pirimer hastalığın nüksüyle uyumlu
olabilecek artmış metabolik aktivite tutulumları izlendi.PET/BT görüntüleme sonrası yapılan
servikal biopsi sonucu papiller karsinom metastazı olarak geldi ve hastaya sonrasında boyun
diseksiyonu uygulandı.
42
V.TARTIŞMA VE SONUÇ
Diferansiye tiroid kanserli hastaların çoğu cerrahi tedavi ve I-131 ablasyonu
sonrasında mükemmel prognoz gösterirler. Amerikan Ulusal Kanser Veri Tabanının 50.000
hastadaki sonuçlarına göre 10 yıllık sürvi %76-93 arasındadır (23). Diferansiye tiroid kanserli
olgularda rutin takipte I-131 TVT ve Tg ölçümleri kullanılmaktadır. Bununla birlikte dediferansiye olan ve I-131 akümülasyon kapasitelerini kaybeden tiroid kanserleri önemli bir
tanısal sorun oluştururlar. Diferansiye tiroid kanserli olguların yaklaşık %20’sinde hastalığın
seyri sırasında yalancı negatif I-131 TVT sonuçlarına rastlanmaktadır. Genel olarak iyi
prognoz beklentisine karşın bu alt grupta tümör relapsının geç tespit edilmesi ve gereken
cerrahi tedavinin gecikmesi sürviyi de kısaltmaktadır. Yine I-131 akümülasyonu göstermeyen
tümörler daha agreziv biyolojik davranış göstermektedir.
Son yıllarda yapılan çalışmaların tümünde F-18 FDG PET/BT’in iyi diferansiye tiroid
kanserlerinin takibinde faydalı olduğu konusunda görüş birliği vardır. Tiroid kanserli
olguların takibinde total/subtotal tiroidektomi ve I-131 ablasyon tedavisinden sonra I-131
TVT ve Tg ölçümü kullanılan standart yoldur. Fakat;
-Görüntüleme sırasında TSH değerinin iyot uptake’i oluşturamayacak kadar düşük
olması(<30 mlU/L)
-İyot kontaminasyonu (kullanılan radyografik kontrast maddeler yada ilaçlar nedeniyle)
-Metastazların I-131 TVT da görüntülenemeyecek kadar küçük olması
-Tg ölçümü sırasında heterofil antikorlaın varlığı
-I-131 dozunun yetersiz olması
-Tümör dediferansiasyonu ile birlikte Na-I symporter fonksiyonunda azalma gibi
nedenlerden dolayı I-131 TVT sintigrafisi negatif sonuçlanabilir (91). Tg antikorları olmayan,
Tg yüksekliği nedeniyle metastaz yönünden araştırılan olgularda I-131 TVT negatif olursa
ultrasonografi, BT ve MRG gibi
konvansiyonel görüntüleme yöntemleri gündeme
gelmektedir. Ultrasonografi lokal nüks ve lenf nodu metastazlarının araştırılmasında oldukça
pratik ve etkin bir yöntemdir. Ancak cerrahi sonrası boyun bölgesinin değerlendirilmesi
deneyim ister. Ayrıca boyun bölgesi dışındaki tümör odaklarının araştırılmasına
ultrasonografi etkisiz kalmaktadır. BT ve MRG ile cerrahi sonrası boyun bölgesinin
araştırılması da güçtür. Bu durumda oluşan oluşan yanlış negatif sonuçların engellenmesi
açısından PET/CT görüntüleme oldukça yararlıdır. 2002 yılından itibaren CMS (Centers for
43
Medicare and Medicaid Services) tarafından Tg pozitif-I-131 TVT negatif folliküler orjinli
tiroid kanserli olgularda F-18 FDG PET/BT kullanımı, PET/BT endikasyonları arasında
kabul edilmiştir (92,93). Bizim çalışmamızda da olduğu gibi çalışmaların çoğunda FDG
PET’in en çok Tg pozitif, I-131 TVT negatif Diferansiye Tiroid Kanserli olguların takibine
katkı sağladığı sonuç olarak bildirilmektedir (13,81,82,94,95,96,97). Ancak F-18 FDG PET’in
kullanımının bununla sınırlı kalması zayıf bir olasılıktır.
Bizim çalışmamızda tüm grupta F-18 FDG PET/BT ’nin duyarlılığı % 91.3, özgüllüğü %
71.4 pozitif öngörü değeri % 91.3 ve negatif öngörü değeri % 71.4 olarak hesaplanmıştır.
Bu değerler genel olarak literatürde bildirilen değerler ile paralellik göstermektedir. Yine
literatür ile uyumlu bir diğer sonuç klasik tipe oranla daha kötü klinik seyir gösterdiği bilinen
tall cell varyantta FDG PET pozitifliğinin klasik tipe oranla daha yüksek oluşudur
Birçok tümör tipinde etkinliği ortaya konmuş olan F-18 FDG PET/BT görüntüleme
yüksek glikolitik hızları nedeniyle tiroid kanserlerinin görüntülenmesinde de giderek artan
sıklıkla kullanılmaya başlanmıştır. FDG PET ile tiroid kanserlerini ilk kez görüntüleyen
araştırmacılar Joensuu ile Ahonen (1987) ve Sisson (1993) olmuştur (12,98). Prospektif
çalışmalarda FDG PET ile I-131 TVT birlikte yapıldığında duyarlılığın %95’lere kadar
ulaştığı bildirilmektedir (99). Çoğu olguda metastazların I-131 akümülasyonu ile FDG
akümülasyonu arasında ters bir ilişki gözlenmiştir. Fonksiyone yani diferansiye tümör
metastazlarında I-131 akümülasyonun korunduğu ve bu metastazların düşük FDG
akümülasyonu gösterdikleri; buna karşın de-diferansiye olan ve I-131 akümülasyon
özelliklerini yitiren metastazların daha yüksek metabolik aktivite göstererek FDG ile
görüntülenebildiği öne sürülmüştür (13). “Flip-flop fenomeni” olarak adlandırılan bu ilişki
başka bazı araştırmacılar tarafından da gözlenmiştir. Yine FDG PET/BT etkinliğinin servikal
lenf nodu metastazlarının tespitinde en yüksek öte yandan küçük akciğer metastazlarının
tespitinde ise en düşük olduğu öne sürülmüştür (7).
Tl-201 ve Tc-99m MIBI gibi nonspesifik radyofarmasötikler ile yapılan çalışmalar da
pek ümit verici değildir ve ortalama duyarlılık %60’lar civarında bildirilmektedir (13).
Almanya’da yapılan çok merkezli bir çalışmada 220 hastalık bir grupta FDG PET duyarlılık,
özgüllük, pozitif ve negatif belirleyici değer ve doğruluk açısından Tl-201/Tc-99m MIBI ile
karşılaştırılmıştır (13). Tüm grupta FDG PET duyarlılığı %75 olarak bulunurken sadece I-131
TVT negatif olanlar dikkate alındığında bu oran %85 olarak belirlenmiştir. FDG PET I-131
TVT negatif, Tg pozitif grupta diğer görüntüleme yöntemlerinden daha üstün bulunmuş.
İlginç olan diğer bir noktada FDG PET’in Tg yüksekliği olan ve replasman tedavisi
44
kesilmeyen olgularda daha faydalı olmasıdır.
Tiroid kanserlerinde FDG PET kullanımı ile ilgili üzerinde görüş birliği olmayan
noktalardan birisi de TSH düzeyi ile FDG tutulumu arasındaki ilişkidir. Normal tiroid
hücrelerinde TSH hücresel metabolizmayı uyarır ve glukoz transporter ekspresyonunu
değiştirerek glukoz tüketim hızını arttırır (100). Hipotiroid durumda metastazlarda FDG
akümülasyonunun arttığı bildirilmiştir (12). Ancak hipotiroid durumda metabolizmanın
yavaşlayacağını ve dolayısı ile FDG akümülasyonunun azalacağını öne sürenler de vardır.
Çok merkezli bir çalışmada TSH düzeyi düşük olan grupta F-18 FDG PET duyarlılığı daha
yüksek bulunmuştur (13). Bizim çalışmamızda da F-18 FDG PET/BT görüntüleme tüm
hastalara TSH seviyesi < 2 µIU/ml iken yapılmıştır.
Tümörlerin çoğunda FDG akümülasyonu ile tümör grade’i arasında yakın ilişki
bulunmuştur. Daha yüksek düzeyde F-18 FDG akümülasyonu gösteren tümörlerin daha
indiferansiye olduğu ve bu hastalarda genel olarak prognozun daha kötü olduğu iyi bilinen
konulardandır (9,101). Tiroid kanserleri için de benzer bir durum olup olmadığı merak
konusudur. Tiroid kanserlerinde histolojik tip ile sürvi arasındaki ilişki iyi bilinmektedir.
Klinik çalışmalar tiroid kanserlerinde hızlı büyüyen histolojik tümör tiplerinin metabolik
hızının da daha yüksek olduğu tespit edilmiştir. Tiroid kanserlerinde FDG PET’in prognostik
önemini araştıran bir çalışmada sürviyi en iyi yansıtan tek parametrenin FDG tutulumu
gösteren tümör volümü olduğu tespit edilmiştir (102). FDG tutulumu gösteren tümör volümü
125 ml’den yüksek olgularda sürvinin belirgin şekilde kısaldığı tespit edilmiştir. Diğer bazı
tümörlerde olduğu gibi diferansiye tiroid kanserlerinde de prognoz tayini FDG PET
endikasyonlarından birisi olmaya adaydır.
Bazı çalışmalarda bildirildiği gibi FDG PET ile I-131 pozitif olan olgularda da ilave
metastatik odakların saptanması mümkündür. Yani aynı hastada diferansiasyon dereceleri
birbirinden farklı olan ve dolayısı ile bazıları I-131 tutarken bazıları tutmayan metastaz
odaklarının birlikte olması mümkündür. I-131 TVT sonucuna göre metastatik olduğu bilinen
olgularda FDG PET ile I-131 tutmayan ilave odakların tespit edilmesi tedavi yaklaşımını
kökten değiştirecek önemli bir katkı sağlamaktadır. I-131 tutan metastatik odaklar yüksek doz
I-131 tedavisine iyi yanıt verirken, I-131 tutmayan odakların öncelikle cerrahi tedavi
yönünden değerlendirilmesi gerekecektir. Dolayısı ile I-131 negatif odakların belirlenmesi
tedavi yaklaşımını ve sonuçta sürviyi değiştirebilecek bir öneme sahiptir.
I-131 TVT negatif ve Tg düzeyi düşük olsa bile histolojik tip, tümör boyutu, çevre
45
yumuşak doku tutulumu gibi risk faktörü olanlarda FDG PET ile başka hiçbir yöntemle
bulunamayan metastaz odakları saptanabilir.
I-131 negatif olgular gibi Anti-Tg antikor pozitifliği de diferansiye tiroid kanserlerinin
takibinde önemli açmazlardan birisidir. Antikorlar Tg ölçümlerini değiştirdiği için bu
olgularda takipte Tg düzeylerinin ölçümü katkı sağlamamaktadır. Birçoklarınca rezidü tümör
varlığına işaret ettiği varsayılan antikor pozitifliğinde rezidü tümör araştırmasında sadece I131 TVT’nin kullanılması mümkün olabilmektedir. Özellikle diagnostik amaçla ve düşük
dozla yapılan I-131 TVT’nin rölatif olarak düşük duyarlılığı nedeniyle bu olgularda rutin
takip algoritmasında FDG PET kullanımının son derece faydalı olacağı beklenebilir.
Son olarak önemli sayılabilecek ancak üzerinde pek durulmayan potansiyel FDG PET
endikasyonlardan birisi de diğer görüntüleme yöntemleri ile tespit edilen metastaz yönünden
şüpheli lezyonların değerlendirilmesidir. Diferansiye tiroid kanserlerinin takibine en önemli
katkıyı sağlayan konvansiyonel görüntüleme yönteminin ultrasonografi olduğu söylenebilir.
Özellikle papiller kanserlerin lokal nüks ve bölgesel lenf nodu metastazlarının
değerlendirilmesinde ultrasonografi süratli ve değerli bir testtir. Tespit edilen lezyonlardan
iğne biyopsisi yapılmasına da rehberlik yapması ilave katkı oluşturmaktadır. Görüntüleme
yöntemleri ile tespit edilen lezyonlardan özellikle iğne biyopsisine uygun olmayanların
değerlendirilmesinde I-131 TVT ile birlikte FDG PET kullanımı takipte katkı sağlayabilir.
Sonuç olarak; FDG PET diferansiye tiroid kanserli olgularda rutin takip algoritması
içine alınması gereken değerli bir testtir. FDG PET özellikle de-diferansiye olan ve bu
nedenle I-131 akümülasyonu yapma kabiliyetini yitiren olgularda rezidüel tümör odaklarının
araştırılmasına büyük katkı sağlamaktadır. Diferansiye tiroid kanserlerinde FDG PET’in en
önemli endikasyonu Tg pozitif, I-131 negatif olguların değerlendirilmesi olmakla birlikte
diğer önemli ve potansiyel endikasyonlar arasında şunlarda sayılabilir :
•
I-131 pozitif metastatik olgularda, I-131 tutmayan ilave odakların araştırılmasında
•
Tg ve I-131 pozitifliğine bakmaksızın histopatolojik ve klinik olarak risk grubunda
değerlendirilenlerde
•
Anti-Tg antikor pozitifliğinde
•
Diğer görüntüleme yöntemleri ile tespit edilen şüpheli lezyonların araştırılmasında
•
Prognoz tayininde.
46
Bu potansiyel endikasyonlarda da FDG PET’in sağlayacağı katkının ve TSH düzeyleri
ile FDG akümülasyonu arasındaki ilişkinin ortaya konabilmesi için daha geniş serilerde
yapılacak çok merkezli çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
47
VI.ÖZET
Diferansiye tiroid kanserlerinin total tiroidektomi ve I-131 ablasyon tedavisi sonrası
takiplerinde I-131 tüm vücut tarama (TVT) ve tiroglobulin (Tg) ölçümleri standart yöntemler
olmaya devam etmektedir. Bununla birlikte de-diferansiye olan ve I-131 akümülasyon
kapasitelerini kaybeden tiroid kanserlerinin takibinde klasik yöntemler yetersiz kalmaktadır.
Bu durumlarda oluşan oluşan yanlış negatif sonuçların engellenmesi açısından PETB/T
görüntüleme oldukça yararlıdır ve son yıllarda [18f]-2-fluoro-2-deoxy-d-glucose Pozitron
Emisyon Tomografi(F-18 FDG PET)/BT görüntülemenin diferansiye tiroid kanserlerinde de
duyarlı bir yöntem olduğuna ilişkin çalışmaların sayısı artmıştır. . 2002 yılından itibaren de
CMS (Centers for Medicare and Medicaid Services) tarafından Tg pozitif-I-131 TVT negatif
folliküler orjinli tiroid kanserli olgularda F-18 FDG PET kullanımı, PET endikasyonları
arasında kabul edilmiştir.
Bu çalışma Tg düzeyi yüksek ve I-131 TVT negatif olan Diferansiye Tiroid Kanserli
olguların takibinde F-18 FDG PET’/BT görüntülemenin değerinin araştırılması amacıyla
planlanmıştır. Bu amaçla I-131 TVT negatif olan ve Tg düzeyi yüksek tespit edilen 30
diferansiye tiroid kanserli olguya (11 erkek, 19 kadın) F-18 FDG PET/BT görüntüleme
uygulandı. Olguların 26’sı Papiller Tiroid Karsinomu, 4’ü ise Folliküler Tiroid Karsinomu
tanıları ile takip edilmekteydi. Olguların tamamında görüntüleme sırasında TSH değeri
suprese (< 2 µIU/ml) idi.
Tüm grupta F-18 FDG PET/BT’in duyarlılığı duyarlılığı % 91.3, özgüllüğü % 71.4
pozitif öngörü değeri % 91.3 ve negatif öngörü değeri % 71.4 olarak hesaplanmıştır. Papiller
karsinom klasik tipte FDG PET/BT duyarlılığı %88.8 özgüllüğü ise %33.3 olarak bulunurken;
tall cell varyantlı olgularda duyarlılık %85.7 ve özgüllük %100 olarak hesaplanmıştır. Bu iki
grup arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık (p<0.005) bulunmuştur.
Sonuç olarak diferansiye tiroid kanserlerinde F-18 FDG PET/BT’nin en önemli
endikasyonu Tg pozitif, I-131 negatif olguların değerlendirilmesi olmakla birlikte diğer
önemli ve potansiyel endikasyonlar arasında I-131 pozitif metastatik olgularda I-131
tutmayan ilave odakların araştırılması, Tg ve I-131 pozitifliğine bakmaksızın histopatolojik ve
klinik olarak risk grubundaki olguların değerlendirilmesi, Anti-Tg antikor pozitifliği, diğer
görüntüleme yöntemleri ile tespit edilen şüpheli lezyonların araştırılması ve prognoz tayini
sayılabilir.
48
VI. CONCLUSION
Whole-body I-131 scintigraphy (WBS) and serial thyrogobulin measurement (Tg) are
standard methods
for detecting
differentiated thyroid cancer (DTC) recurrence after
total/near total thyroidectomy and I-13 ablation .However, these methods have limitations for
detecting locoregional recurrences or distant metastases when dedifferentiation of tumour
cells, which leads to loss of the ability to concentrate the I-131. PET/BT is useful in these
situations for detecting thyroid cancer recurrences or metastasis and recently [18f]-2-fluoro-2deoxy-d-glucose Pozitron Emisyon Tomografi(F-18 FDG PET)/CT has been increasingly
used as an imaging modality for patients with thyroid cancer. In 2002,CMS (Center for
Medicare and Medicaid Services) added the detection of recurrent disease in Tg –positive /
WBS-negative patients with follicular-cell-origin thyroid cancer to the list of nationally
covered indications for FDG PET.
The aim of this study was to evaluate the role of F-18 FDG PET/CT (18f
flourodeoxyglucose-pozitron emission tomography / computer tomography) in I-131 WBSnegative,thyroglobulin–positive patients with suspected differentiated thyroid cancer
recurrences and metastasis.30 patients were selected using these criteria. There were 11 males
and 19 females. The pathological types of the cancer were as follows: papillary (26) and
follicular (4) . TSH (thyroid –stimulating hormon) level at the time of FDG PET/BT was
suppressed (< 2 µIU/ml) in all patients.
FDG PET/CT demonstrated a patient-based sensitivity % 91.3, specificity , % 71.4
positive predictive value of %91.3 and negative predictive value of %71.4. Sensitivity and
specificity
of
FDG
PET/BT
in
papillary
carsinom
classic
type
were
%88.8,
%33.3,respectively. However sensitivity and specificity of FDG PET/BT in papillary
carcinom tall cell variant were %85.7, %100,respectively.
FDG PET/CT is useful especialy in the detection of differentiated thyroid cancer residual,
recurrent or metastatic disease in patients with elevated Tg and negative I-131 WBS.
Additionally exploration of other foci which don’t accumulate I-131 in patients with I-131
positive metastases, evaluation of cases which are histopatholocically and clinically in the risk
group regardless of the Tg and I-131 positivity, Anti-Tg antibody positivity, investigation of
suspicious lesions which are detected with other imagine modalities and assesment of
prognosis are among the other important and potential indications.
49
VII.KAYNAKLAR
1.
Loh KC, Greenspan FS, Gee L, et al. Pathological tumor node metastases
(pTNM) staging of papillary and follicular thyroid carcinomas. A retrospective
analysis of 700 patients. J Clin Endocrinol Metab. 82: 3553-3562, 1997.
2.
Fatourechi V, Hay ID. Treating the patient with differentited thyroid cancer with
thyroglobulin-positive iodine-131 diagnostic scan-negative metastases: including
comments on the role of serum thyroglobulin monitoring in tumor surveillance.
Semin Nucl Med; 30: 107-114, 2000.
3.
Hoie J, Stenwig AE, Kullmann G, Lindegaard M. Distant metastases in papillary
thyroid cancer. A review of 91 patients. Cancer; 61:1-6, 1988.
4.
Mazzaferri E. Long term impact of initial surgical and medical therapy on
papillary and follicular thyroid cancer. Am. Med. J; 97:418-428, 1994 .
5.
Pacini F, Lippi F, Formica N, et al. Therapeutic doses of iodine-131 reveal
undiagnosed metastases in thyroid cancer patients with detectable serum
thyroglobulin levels. J Nucl Med; 28:1888-1891, 1987.
6.
McDougall IR. I-131 treatment of I-131 negative whole body scan, and positive
thyroglobulin in differentiated thyroid carcinoma: what is being treated? Thyroid;
7:669-672, 1997.
7.
Dietlein M, Scheidhauer K, Voth E, Theissen P, Schicha H. Fluorine-18
fluorodeoxyglucose positron emission tomography and iodine-131 whole-body
scintigraphy in the follow-up of differentiated thyroid cancer. Eur J Nucl;
24:1342-1348, 1997.
8.
Easton E, Coates D, McKusick A, Borchert R, Zuger J. Concurrent FDG F-18
thyroid PET imaging in I-131 theraphy patients (abstract). J Nucl Med; 36: 197,
1995.
9.
Feine U, Lietzenmayer R, Hanke JP, Held J, Wöhrle H, Müller-Schauenburg W.
Fluorine-18-FDG and iodine-131-iodide uptake in thyroid cancer. J Nucl Med;
37:1468-1472, 1996.
10.
Grünwald F, Menzel C, Bender H, Palmedo H, Willkomm P, Ruhlmann J,
Franckson T, Biersack HJ. Comparison of FDG-PET with I-131 and Tc-99m
Sestamibi scintigraphy in differentiated thyroid cancer. Thyroid; 7:327-335,
1997.
11.
Grünwald F, Schomburg A, Bender H, Klemm E, Menzel C, Bultmann T,
Palmedo H, Ruhlmann J, Kozak B, Biersack HJ. Fluorine-18 fluorodeoxyglucose
positron emission tomography in the follow-up of differentiated thyroid cancer.
Eur J Nucl Med; 23:312-319, 1996.
12.
Sisson JK, Ackermann RJ, Meyer MA. Uptake of 18-fluoro-2-deoxy-D-glucose
by thyroid cancer: implications for diagnosis and therapy. J Clin Endocrin
Metabol; 77: 1090-1094, 1993.
13.
Grünwald F, Kalicke T, Feine U, Lietzenmayer R, Scheidhauner K, et al.
Fluorine-18 fluorodeoxyglucose positron emission tomography in thyroid cancer:
results of a multicentre study. Eur J Nucl Med; 26: 1547-1552, 1999.
50
14.
Braverman LE, Utiger RD. Werner and Ignbar’s. The Thyroid : a fundemental
and clinical textbook. eight edition. Lippincott Williams and Wilkins
Philadelphia; 936-44, 2000.
15.
Üzüm FN. Medüller tiroid karsinomu vakalarının değerlendirilmesinde
radyonüklid yöntemlerin yeri. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
uzmanlık tezi İstanbul; 3-54, 1991.
16.
Braverman LE, Utiger RD. Werner and Ignbar’s The Thyroid : a fundemental
and clinical textbook eight edition. Lippincott Williams and Wilkins
Philadelphia; 3-52, 2000.
17.
Guyton AC. Textbook of medical physiology 7. edition; 1293-1311, 1989.
18.
Wilson MA. Textbook of Nuclear Medicine Lippincott-Raven Philadelphia; 1538, 1998.
19.
Braverman LE, Utiger RD. Werner and Ignbar’s The Thyroid a fundemental and
clinical textbook eight edition. Lippincott Williams and Wilkins Philadelphia;
875-930, 2000.
20.
Wartofsky L, Sherman SI, Gopal J, Schlumberger M, Hay ID. The use of
radioactive iodine in patients with papillary and follicular thyroid cancer. J Clin
Endokrinol Metab; 83 (12): 4195-203, 1998.
21.
Mellemgaard A, From G, Jorgensen T, Johansen C, Olsen JH, Perrild H. Cancer
risk in individuals with benign thyroid disorders. Thyroid; 8: 751-754, 1998.
22.
Klein M, Aubert V, Weryha G, Leclere J. Classification and epidemiology of
thyroid tumors. Rev Prat; 46: 2288-2295, 1996.
23.
Hundahl SA, Fleming ID, Fremgen AM, Menck HR. A national cancer database
report on 53.856 cases of thyroid carcinoma treated in the U.S., 19851995.Cancer 83: 2638-2648, 1998.
24.
Wartofsky L:Papillary carsinoma:clinical aspect In: Wartofsky L ,eds.:Thyroid
Cancer:A Comprehensive Guide to Clinical Management,Totowa New
Jersey:Humana Press,2000.ch 16,pp185-192
25.
Muro-Cacho CA, Ku NN. Tumors of the thyroid gland :histolojic and cytolojic
features part 1. Cancer Control.2000 May-Jun; 7(3) :276-87.
26.
Hedinger C., Williams ED., Sobin LH. Histological typing of thyroid tumours.
International histological classification of tumors. World Health Organization,
vol. 11, Second Edition, Springer-Verlag, Berlin, 1988.
27.
Mazafferi EL: Thyroid Cancer. In: Becker KL eds: Principles and Practice of
Endocrinology and Metabolism, Philadelphia: Lippincott Williams & Wilkins,
2001. ch 40, pp 382-396
28.
Chan JKC, Rosai J. Follicular variant of thyroid papillary carcinoma: a
clinicopathologic study of six cases. Am J Surg Pathol; 1: 123-130, 1987.
29.
Tielens ET, Sherman SI, Hruban RH, Ladenson PW. Follicular variant of
papillary thyroid carcinoma. A clinicopathologic study. Cancer 1994.
30.
Carcangiu ML, Bianchi S. Diffuse sclerosing variant of papillary thyroid
carcinoma: clinicopathologic study of 15 cases. Am J Surg Pathol; 13: 10411049, 1989.
51
31.
Evans HL. Columnar cell carcinoma of the thyroid: a report of two cases of an
aggressive variant of tyhroid carcinoma.Am J Clin Pathol; 85: 77-80, 1986.
32.
Johnson TL, Lloyd RV, Thompson NW, Beierwaltes WH, Sisson JC. Prognostic
implications of the tall cell variant of papillary thyroid carcinoma. Am J Surg
Pathol; 12: 22-27, 1988.
33.
Berho M, Suster S. The oncocytic variant of papillary carcinoma of the thyroid: a
clinicopathologic study of 15 cases. Hum Pathol; 28: 47-53, 1997.
34.
Fisher ER, Kim WS. Primary clear cell thyroid carcinoma with squamous
features. Cancer; 39: 2497-2502, 1977.
35.
Schroder S, Bocker W. Clear cell carcinomas of the thyroid gland: a
clinicopathological study of 13 cases. Histopathology; 10: 75-89, 1986.
36.
Sherman SI, Tielens ET, Sostre S, et al. Clinical utility of post-treatment
radioiodine scans in the management of patients with thyroid carcinoma. J Clin
Endocrinol Metab. 78: 629-634, 1994.
37.
Feldman PS, Horvath E, Kovacs K. Ultrastructure of three Hurthle cell tumors of
the tyhroid. Cancer; 30: 1279-1285, 1972.
38.
Nesland JM, Sobrinho-Simoes MA, Holm R, Sambade MC, Johanessen JV.
Hurthle cell lesions of the thyroid: a combined study using transmission electron
microscopy, scanning electron microscopy and immunocytochemistry.
Ultrastruct Pathol; 8: 269-280, 1985.
39.
Bronner MP, Livolsi VA. Oxyphilic (Askanazy/Hurthle cell) tumors of the
thyroid: microscopic features predict biologic behavior. Surg Pathol; 1: 137-150
1998.
40.
Herrera M.F., Hay I.D., Wu P.S.C. Hurthle cell (oxyphilic) papillary thyroid
carcinoma: a variant with more aggressive biologic behavior. World J Surg; 16:
669-675, 1992.
41.
Gosain AK, Clark OH. Hurthle Cell neoplasms. Malignant potential. Arch Surg;
119:515, 1984.
42.
Watson RG, Brennan MD, Goellner JR, van Heerden JA, McConahey WM,
Taylor WF. Invasive Hurthle Cell Carcinoma of the Thyroid: natural History and
Management. Mayo Clin Proc; 59:851, 1984.
43.
Harness JK, McLeod MK, Thompson NW, Noble WC, Burney RE. Deaths due
to differanteated thyroid cancer. A 46-year perspective. World J Surg; 12:1623,
1998.
44.
McDonald MP, Sanders LE, Silverman ML, Chan HS, Buyske J. Hurthle cell
carcinoma of the thyroid gland: Prognostic factors and results of surgical
treatment. Surg; 120-6: 1000, 1996.
45.
Lopez-penabad L.et al.: Prognostic factors in patients with hurthle cell neoplasms
of the thyroid. Cancer; 97: 1186, 2003.
46.
Kebebew E, Clark O. Hurthle hücreli tiroid karsinomu. Tiroid hastalıkları ve
cerrahisi. Editör: A. İşgör. Avrupa Tıp Kitapçılık. 397, 2000.
47.
Kaplan MM. Clinical evaluation and management of solitary thyroid nodules. In:
Braverman LE, Utiger RD (eds) . The Thyroid , Philadelphia : Lippincott
52
Williams & Wilkins, 2005 . ch 73, pp 996-1010
48.
Gagel RF, Goepfert H, Callender DL. Changing concepts in the pathogenesis and
management of thyroid carcinoma. CA-Cancer J Clin; 46: 261-283, 1996.
49.
Siperstein AE, Clark OH. Carcinoma of the folliculer epithelium: Surgical
therapy. In: The Thyroid: a fundamental and clinical text.7th edition. Braverman
L.E., Utiger RD (Eds). Philadelphia. Lippincott-Raven; 916-922, 1996.
50.
Mazzaferri E, Klos RT. Current approaches to primary therapy for papillary and
follicular thyroid cancer. J Clin Endokrinol Metab 86: 1447-1463, 2001.
51.
Schlumberger M, Baudin E. Serum thyroglobulin determination in the follow-up
of patients with differantiated thyroid carcinoma. Eur J Endocrinol; 138: 249252, 1988.
52.
Schlumberger M. Can iodine-131 whole body scan be replaced by thyroglobulin
measurement in the post surgical follow-up of differentiated thyroid carcinoma. J
Nucl Med; 33:172-173, 1992.
53.
Grebe SKG, Hay ID. Follicular cell-derived thyroid carcinomas. In Endocrine
neoplasms, Arnold A (Ed.). Kluwer Academic Publishers; Boston; 91-140, 1997.
54.
Grebe SKG, Hay ID. Thyroid cancer nodal metastases: biologic significance and
therapeutic considerations. Surg Oncol Clin North Am; 5: 43-63, 1996.
55.
Brennan MD, Bergstralh EJ, Van Heerden JA, Mc Conahey WM. Follicular
thyroid cancer treated at the Mayo Clinic, 1946 through 1970: initial
manifestations, pathologic findings, therapy and outcome. Mayo Clin Proc; 66:
11-22, 1991.
56.
Shaha AR, Shah JP, Loree TR. Patterns of nodal and distant metastasis based of
histological varietes in differantiated carcinoma of thyroid. Am J Surg; 172: 692,
1996.
57.
2005 National Comprehensive Cancer Network, Practice Guidlines in Onkology,
Thyroid Carsinoma v.1.2005 Available from:
http://www.nccn.org/professionals/physician_gls/PDF/thyroid.pdf
58.
Johansen K, Woodhouse N.J., Odugbesan O.: Comparison of 1073 MBq and
3700 MBq iodine 131 in post-operative ablation of residual thyroid tissue in
patient with diferentiated thyroid cancer. J Nucl Med; 32: 252-254, 1991.
59.
Kuni CC, Klingensmith WC. Failure of low doses of I-131 to ablate residual
thyroid tissue following surgery for thyroid cancer. Radiology; 137: 773-774,
1980.
60.
Crile G Jr. The endocrine dependency of certain thyroid cancers and the danger
that hypothyroidism may stimulate their growth. Cancer; 10:1119, 1957.
61.
Clark OH, Elmhed J. Thyroid surgery-past, present and future. Thyroid Today;
38: 1-9, 1995.
62.
Freitas JE, Gross MD, Ripley SD, Shapiro B. Radionuclide diagnosis and therapy
of thyroid cancer: current status report. In: Freeman LM (ed) Freeman and
Johnson’s clinical radionuclide imaging. Grune and Stratton, Orlando, Fl., pp;
1994-2027, 1986.
63.
Harness JK, Fung L, Thompson NW, Burney RE, McLeod MK. Total
53
thyroidectomy: complications and technique. World J Surg; 10: 781-786, 1986
64.
Massin JP, Savoie JC, Garnier H, Guiaraudon G, Leger FA, Bacourt P.
Pulmonary metastases differentiated thyroid carcinoma. Study of 58 cases with
implications for the primary tumor treatment. Cancer; 53: 982-992, 1984.
65.
Jeevanram RK, Shah DH, Sharma SM, Ganatra RD. Influence of initial large
dose on subsequent uptake of therapeutic radioiodine in thyroid cancer patients.
Nucl Med Biol; 13: 277-279, 1986.
66.
Park H. Stunned thyroid after high-dose I-131 imaging. Clin Nuc Med; 17: 501502, 1992.
67.
Riccobona G. Differentiated thyroid carcinoma. In: Murray IPC, Ell PJ (eds)
Nuclear medicine in clinical diagnosis and therapy. Churchill and Livingstone,
Edinburgh, pp; 941-957, 1991.
68.
Sweeney D, Johnston G. Radioiodine treatment of thyroid cancer. II. Maximizing
therapeutic and diagnostic I-131 uptake. In: Wartofsky L (ed) Thyroid cancer. A
comprehensive guide to clinical management. Human Press, Totowa, N.J., pp;
239-250, 2000.
69.
N.Arslan, Ilgan S, Serdengeçti M, Özgüven MA, Bayhan H, Okuyucu K, Güleç
SA. Post-surgical Ablation of Thyroid Remnants With High Dose I-131 in
Patients With Differentiated Thyroid Carcinoma. Nucl Med Commun, 22:10211027, 2001.
70.
Brendel AJ, Guyot M, Jeandot R, Lefolt G, Manicet G. Thallium-201 imaging in
the follow-up of differentiated thyroid carcinoma. J Nucl Med; 29: 1515-1520,
1998.
71.
Dadparvars S, Chevres A, Tulchinsky M, Krishna-Badrinath L, Khan AS,
Slizofski WJ. Clinical utility of technetium-99m methoxyisobutylisonitrile
imaging in differentiated thyroid carcinoma: comparison with thallium-201 and
iodine-131 Na scintigraphy and thyroglobulin quantitation. Eur J Nuc Med; 22:
1330-1338, 1995.
72.
Kosuda S, Yokoyama H, Katayama M, Yokokawa T, Kusano S, Yamamoto O.
Technetium-99m tetrofosmin and technetium-99m sestamibi imaging of multiple
metastases from differentiated thyroid carcinoma. Eur J Nucl Med; 22: 12181220, 1995.
73.
Wu H-S, Liu F-Y, Huang W-S, et al. Technetium-99m Tetrofosmin Single
Photon Emission Computed Tomography to Detect Metastatic Papillary Thyroid
Carcinoma in Patients with Elevated Human Serum Thyroglobulin Levels but
Negative I-131 Whole Body Scan. Clinical Radiology; 58: 787-790, 2003.
74.
Marcel PM Stokkel, Robert B Verkooijen, Jan WA Smit. Indium-111 octreotide
scintigraphy for the detection of non-functioning metastases from differentiated
thyroid cancer: diagnostic and prognostic value Eur J Nuc Med Mol Imaging; 31;
7; 950-957, 2004
75.
Burch HB. Papillary thyroid cancer. Follow up. In: Wartofsky L (ed) Thyroid
cancer. A comprehensive guide to clinical management. Humana Press, Totowa,
N.J., pp; 229-237, 2000.
76.
Spencer CA, Takeuchi M, Kazarosyan M, et al. Serum thyroglobulin
autoantibodies: prevalance, influence on serum thyroglobulin measurement and
54
prognostic significance in patients with differentiated thyroid carcinoma. J Clin
Endocrinol Metab, 83: 1121-1127, 1998.
77.
Aschcraft MW, van Herle AJ. The comparative value of serum thyroglobulin
measurements and iodine 131 total body scans in the follow-up study of patients
with treated differentiated thyroid cancer. Am J Med 71:806-814, 1981.
78.
Iwata M, Kasagi K, Misaki T, et al. Comparison of whole-body 18F-FDG PET,
99m Tc-MIBI SPECT, and post-therapeutic 131I-Na scintigraphy in the detection
of metastatic thyroid cancer Eur J Nucl Med Mol Imaging; 31: 491-498, 2004.
79.
Haugen BR, Lin EC. Isotope imaging for metastatic thyroid cancer. Endocrine
and Metabolism Clinics of North America; 30: 469-492, 2001.
80.
Yeo JS, Chung JK, So Y, Kim S, Lee E, et al. F-18-fluorodeoxyglucose positron
emission tomography as a presurgical evaluation modality for i-131 scannegative thryoid carcinoma patients with local recurrence in cervical lymph
nodes. Head Neck; 23: 94-103, 2001.
81.
Helal BO, Merlet P, Toubert ME, Franc B, et.al.. Clinical impact of 18F-FDG
PET in thyroid carcinoma patients with elevated thyroglobulin levels and
negative 131I scanning results after therapy. J Nucl Med; 42: 1464-1469, 2001.
82.
Schluter B, Schluter B, Bohuslavizki KH, Beyer W, Plotkin M, et al. Impact of
FDG PET on patients with differentiated thyroid cancer who present with
elevated thyroglobulin and negative 131-I scan. J Nucl Med; 42: 71-76, 2001.
83.
Delbeke D. Oncological applications of FDG PET imaging: Brain tumors,
colorectal cancer, lymphoma and melanoma. J Nucl Med; 40: 591-603, 1999.
84.
Higashi K, Ueda Y, Sakuma T, Seki H, Oguchi M, et al. Comparison of (18F)
FDG PET and 201Tl SPECT in the evaluation of pulmonary nodules. J Nucl
Med; 42:1489-1496, 2001.
85.
Som P, Atkins HL, Bandoypadhyay D, et al. A fluorinated glucose analog, 2fluoro-2-deoxy-D-glucose (F-18). Non toxic tracer for rapid tumor detection. J
Nucl Med; 21: 670-675, 1980.
86.
Higashi T, Saga T, Nakamoto Y, Ishimori T, Mamede MH, et al. Relationship
between retention index in dual-phase 18F-FDG PET, and hexokinase-II and
glucose transporter-1 expression in pancreatic cancer. J Nucl Med; 43: 173-180,
2002.
87.
Gallagher BM, Anasri A, Atkins M, et al. Radiopharmaceuticals XXVII. 18Flabeled 2-deoxy-2fluoro-D-glucose metabolism in vivo. Tissue distribution and
imaging studies in animals. J Nucl Med; 18: 990-996, 1977.
88.
Ilknur A, Blokland JA, Pauwels EK, Stokkel MP. Positron emission tomography
with 2-(18F) fluoro-2-deoxy-D-glucose in oncology: Part II: The clinical value in
detecting and staging primary tumours. J Cancer Res Clin Oncol; 126: 560-574,
2000.
89.
Jerusalem G, Beguin Y, Fassotte MF, Najjar F, Paulus P et al. Whole-body
positron emission tomography using 18-F-Fluorodeoxyglucose for post-treatment
evaluation in Hodgkin’s disease and non-Hodgkin’s lymphoma has higher
diagnostic and prognostic value than classical conventional tomography scan
imaging. Blood; 94 (2): 429-433, 1999.
55
90.
Lowe VJ, Naunheim KS. Current role of positron emission tomography in
thoracic oncology. Thorax; 53: 703-712, 1998.
91.
Mazafferi, EL 1995. Threating high thyroglobulins with radioiodine. A magic
bullet or a shot in the dark. J Clin Endocrinol Metab 86:1447-1463
92.
Leboulleux S. Schroeder PR, Schlumberger M. Ladenson PW. The role of PET in
follow-up of patients treated for differentiated epithelial thyroid cancer. Nat Clin
Pract Endocrinol Metab 2007;3:112-21
93.
Giammarile F. Hafdi Z. Bournaud C. Et al. Is [18f]-2-fluoro-2-deoxy-d-glucose
(FDG) scintigraphy with non-dedicated PET useful in the diagnostic management
of suspected metastatic thyroid carsinoma in patients with no detectable
radioiodine uptake?. Eur J Endocrinol 2003; 149: 293-300
94.
Altenvoerde G, Lerch H, Kuwert T, Matheja P, et al. Positron emission
tomography with F18-deoxyglucose in patients with differentiated thyroid
carcinoma, elevated thyroglobulin levels, and negative iodine scans.
Langenbeck’s Arch Surg; 383: 160-163, 1998.
95.
Frilling A, Tecklenborg K, Görges R, et al. Preoperative diagnostic value of 18F
fluorodeoxyglucose positron emission tomography in patients with radioiodinenegative recurrent well-differentiated thyroid carcinoma. Annals of Surgery; 234:
804-811, 2001.
96.
Muros MA, Llamas-Elvira JM, Ramirez-Ramarro A, et al. Utility of fluorine 18fluorodeoxyglucose positron emission tomography in differentiated thyroid
carcinoma with negative radioiodine scans and elevated serum thyroglobulin
levels. Am J Surg; 179: 457-461, 2000.
97.
Wang W, Macapinlac H, Larson SM, et al. 18F-2-fluoro-2-deoxyglucose positron
emission tomography localized residual thyroid cancer in patients with negative
diagnostic I-131 whole body scans and elevated serum thyroglobulin levels. J
Clin Endocrinol Metab; 84: 2291-2302, 1999.
98.
Joensuu H, Ahonen A. Imaging of metastases of thyroid carcinoma with fluorine18-fluorodeoxyglucose. J Nucl Med; 28: 910-914, 1987.
99.
Feine U. Fluor-18-deoxyglucose positron emission tomography in differentiated
thyroid cancer. Eur J Endocrinol; 138: 492-496, 1998.
100. Hosaka Y, Tawata M, Kurihara A, Ohtaka M, Endo T, Onaya T. The regulation
of two distinct glucose transporter (GLUT1 and GLUT4) gene expressions in
cultured rat thyroid cells by thyrotropin. Endocrinology; 131: 159-165, 1992.
101. Wang W, Macapinlac H, Finn R, et al. PET scanning with 18F- fluoro-2deoxyglucose can localize residual differentiated thyroid cancer in patients with
negative I-131 WB. J Clin Endocrinol Metab; 84: 2291- 2302, 1999.
102. Wang W, Larson SM, Fazzari M, Tickoo SK, et al. Prognostic value of 18F
fluorodeoxyglucose positron emission tomographic scanning in patients with
thyroid cancer. J Clin Endocrinol Metab 85: 1107-1113, 2000.
56
Download