18/05/2004 tarihli Dünya Gazetesinde yayınlanmıştır. 1838 Ticaret ve 1995 Gümrük Birliği Anlaşmaları Hüseyin Perviz Pur / Yeminli Mali Müşavir Web : www.purymm.com. veya www.purymm.com.tr Mail : [email protected] veya : [email protected] AAvrupa'nın sömürgeci devletleri yayılmacılığını tamamladıktan sonra sömürdüğü ülkelerden topladıkları altın, gümüş ve diğer varsıl kaynaklarını kendi ülkelerine getirerek kapitalist gelişmenin altyapısını oluşturmuşlardı. Yoksul ülke halklarının canları pahasına zorla elde edilen kaynaklar ile oluşan kapitalist gelişme Avrupa'da “Sanayi Devrimi”ni başlatmıştı. Sanayi üretimi; devletlerin ürettiklerini dış ülkelere satımını zorladığı gibi ucuz hammaddelerin elde edilmesi gereksinimi yaratmıştır. Önce dostça yaklaşımlarla iyi ilişkiler içinde başlayan ticari alışverişler, o ülkelerin ekonomilerinde etkin olmalarına yol açıyordu. Ülkelerle kurulan dostlukların sonucunda onları diğer komşu ülkeleri ile savaştırarak, savaş harcamaları ile ekonomik ve sosyal açıdan çökerterek ekonomik bağımsızlığına el koymak, o devletin toprak dahil her türlü varlıklarını kendi ülkelerine aktarmak hedefleri idi. Böyle sıcak bir yaklaşmanın ilişkisi içinde Osmanlıİngiliz 1838 Baltalimanı Ticari Anlaşması imzalandı. Reformist II. Mahmut ile sadrazam “Büyük Reşit Paşa” Rusya'nın yarattığı saldırganlığa karşı yanlarına bir kuvvetli devleti almak zorunda idiler. Fransızlar'a güvenemiyorlardı. Yakın geçmişte III. Selim'i Kabakçı Mustafa eşkiyanın isyanında elinden kurtaramamışlardı. Hatta Fransa'nın en kuvvetli askeri bir güç olduğu dönemde ve devletin başında Napolyon gibi bir imparator var iken... 18-19 ve 20. yüzyıllarda Osmanlı ile ikili ilişkiler için Avrupa'da sömürgeci devletler arasında bir çıkar çatışması yaşanmıştı. İngiltere, Fransa ve sonra Almanya kendi çıkarları için aralarındaki savaşı, Osmanlı ile Rusya'yı karşı karşıya getirerek onları savaştırmaya oyun oynarcasına yapmışlardı. Burada bir taşla iki kuş vurmuşlardı. Her iki devletin 20. yüzyılda savaşta yitirdiği varlıkları yüzünden imparatorlukları sona erdi. 1854 yılında “Kırım Harbi”ni çıkarttırarak önce Osmanlı'yı elde etme, içine girme ve sonra geri çekilerek yıkma ve yıktıktan sonrada tamamen elde etme politikası bir İngiliz yayılmacılık yöntemi olarak uygulanmıştır. Bilindiği üzere Mondros, Sevr, Mudanya ve Lozan antlaşmalarında masada Osmanlı'nın karşısında daima İngiltere oturmuştu. Bu koşullarda imzalanan “1838 Ticaret Anlaşması” günümüzdeki bizi içten sömüren “1995 yılı Avrupa Gümrük Birliği Anlaşması'ndan farklı değildir. Amaç aynı Her iki anlaşmanın şartları aynıdır. Detaylar değişik olabilir. Bu detaylar anlaşma oyalaması için yapılan, dikkatleri başka yöne çeken süslemelerdir. Böyle anlaşmalarda detaylarla uğraşırken yazılı olmayan genel amaç daima gözden kaçırılmıştır. Anlaşmaların ortak amaçları gümrük duvarlarını kaldırarak ülkenin hammaddelerini ucuza almak, ülkelerinin gelişmiş sanayi mamullerini gümrüksüz satmak, o ülkenin sanayi gelişimini önlemek veya gelişmiş sanayiini çökertmektir. İki anlaşma arasında geçen süreç yüz elli yıldır. Ama model değişmemiştir. Model değişmediğine göre bir tek tanımı vardır. O da “sömürü”dür. Sömürünün geniş tanımını irdelersek, ülkenin ekonomik özgürlüğüne el atarak tüm ülkenin hükümranlığını elde etmektir.Sömürü ile başlayan politika yayılmacılıkla sonuçlanmaktadır. 1838 Ticaret Anlaşması halen hükümet ile üniversite arasında tartışma konusu olan Baltalimanı'ndaki İstanbul Üniversitesi sosyal tesislerinde imzalanmıştır. Mustafa Reşit Paşa'nın konağı olan bu görkemli binada İngiltere Büyükelçisi Ponsenby ile Sadrazam Mustafa Reşit Paşa anlaşmayı imzalamışlardı. Bu atılan imza ile günümüz deyimiyle tanımlarsak Osmanlı'yı yok etmenin yol haritası” çizilmiş oldu. Osmanlı, topraklarını devamlı kaybediyordu. Bundan dolayı seri vergileri –ki bütçenin 2/3'üazalmış, azınlıklar toprak kaybı ile beraber kendilerinin yeni kurulan kendi devletlerine vergi ödediklerinden Osmanlı'ya ödenen cizye vergisi hemen hemen kalkmıştı. Geriye gümrük vergileri kalmıştı. 1838 anlaşması bunu da kalktı denebilir düzeye getirmişti. “Yol haritası” ile vergi gelirleri yok olan bir ülkenin tek başvuracağı kaynak olağanüstü vergilerdi. Asırlardır savaşan halk bir yandan toprak, diğer yandan erkek nüfusunu yani işgücünü kaybediyordu, ödenecek vergi ile mükelleflerden vergi nevi kalmamıştı. Tek çözüm dış borç almaktı. Borç normal koşullarda verildiğinde yatırım olarak kullanılırsa ve üretim artarsa yayılmacının hedefine varmasını geciktirirdi. Devletleri yıkan borçlar için hızlı bir şok harcamasını gerçekleştirecek yöntem o ülkeyi savaşa sokmaktı. Ve savaş sonrası borçların ödenememe durumu ile karşılaşacağı bir olduğuna yapacağı tek yöntem, borçlunun varlığına el koymak ve onları nakde dönüştürerek alacağını tahsil etmektir. Böylece “Düyunu Umumiye”nin kapısı açılmış oluyordu. Duyunu Umumiye denilen icra teşkilatı ekonomik düzene el koyduktan sonra; asker ülkenin topraklarına, politikada devlete el koyardı. Israrla yazılarımızda ve sempozyumlarda savunduğumuz Maliye Bakanlığı'nın “denetim birimlerini” kapatmanın bir reorganizasyon olmayıp, “II. Duyunu Umumiye”ye yol açmanın gereği olduğudur. İngiliz yayılmacılığı Bu yayılmacılık İngiltere tarafından Çin, Afrika ülkeleri, Mısır, Avustralya, Hindistan, Kuzey Amerika'da uygulanmıştır. Güneş batmayan imparatorluk, Osmanlı İmparatorluğu'nu Tarihten silmenin “yol haritasını” İngiltere dostu altı kez sadrazamlık, üç kez Dışişleri Bakanı, dört kez büyükelçilik (Londra-Paris) yapmış tarihte “Büyük Reşit Paşa” olarak anılan bir Türk'e imzalatıyordu. Daha önce açıkladığımız gibi anlaşmanın görünen maddeleri çok dikkati çekici değildi. Osmanlı'nın gümrük vergilerini azaltıyor, gümrük duvarı kalkıyor, İngiltere, ikili ticari ilişkileri kendi çıkarına çeviriyordu. Kaldırılan devletin dış ticaret yetkileri: Öncelikle Osmanlı'nın “Yed-i Vahit” olarak adlandırdığı tekelcilik düzeninde Osmanlı bir malın herhangi bir bölgede ihracatını bir özel kişiye bırakabiliyordu. Bu devlet yetkisi kaldırılıyordu. Ekonomik konjonktüre göre bazı malların ithalatını veya ihracatını kısıtlayabiliyordu. Bu devlet yetkisi kaldırılıyordu. Olağanüstü hallerde, örneğin savaş zamanında gümrük vergileri artırılarak sağlanan ek gelir elde etme yetkisi kaldırılıyordu. Bu üç madde bir devletin hükümranlık haklarına el koymaktaydı. Dış ticaret vergilerinde indirim: Anlaşma öncesi Osmanlı'da ithalat ve ihracattan tek oran olan yüzde 3 gümrük vergisi alınıyordu.Yapılan değişikliklerle ithalattan alınan vergi yüzde 3'ten yüzde 5'e, ihracatta ise yüzde 3'ten yüzde 12'ye artırıldı. Böylece Osmanlı tüccarı yüzde 3 vergi öderken, yüzde 12 vergi ödemek suretiyle ihracat satış fiyatını aleyhine yükseltmiş oluyordu. Hammadde ithalatında gene aleyhine yüzde 3'ten yüzde 5'e yükseltmiş vergi ödeyerek imalatın maliyetini yükseltiyordu. Yabancı ve yerli tüccarlar Osmanlı toprakları içinde bölgeler arası yapılan ticarette yüzde 8 iç gümrük vergisi ödemekteydiler. Bölgeler arası iç gümrük vergisindeki değişiklik “yol haritasını” daha da belirginleştirmektedir. Tüccarlar iç ticaret gümrük vergisi olan yüzde 8'i ödemeye devam ederlerken, yabancı devletlerin tüccarları bu vergiden muaf tutulmuştu. Anlaşma hükümlerinin tamamını kapütülasyon kullanım hakkını fazlasıyla aşmıştı. Osmanlı Devleti'nin vergilendirme ve ekonomik düzenini korumak yetkileri yabancılara tamamen devrediliyordu. Anlaşma ticaret anlaşması değil, Osmanlı'nın hükümranlık haklarının ihanet edilerek devredilmesidir. Şartlar ne olursa olsun, böyle bir anlaşmanın kabul edilebilirliğinin arkası çok karanlıktır. Evet hem de çok karanlıktır. Kırım harbi bu anlaşma imzalandıktan on altı yıl sonra çıktı. Osmanlı'nın vergi gelirleri tamamen yok olmuştu.1838 anlaşmasının ilk belirtisi ortaya çıkmış oldu. Osmanlı ilk defa önemli bir borcu İngiltere'den aldı. Aynı İngiltere II. Mahmut ölmeden önce yapmakta olduğu reformların gerçekleşmesi için talep ettiği cüzi bir borç talebini geri çevirmiş vermemişti. Baltalimanı Anlaşması'nın ekonomiye yansımaları derhal görülmeye başlamıştı. Yabancı sanayi malları şehirlere, kasabalara ve hatta köylere yaygın bir pazarlama ile dağıldı. Bunun sonucunda yerli dokuma üreten el tezgahları kapatıldı, işsizlik arttı. Osmanlı toprakları, Avrupalı sanayileşmiş ülkelerin açık pazarı oldu. Dış ticaret dengesi kapatılamaz açıklar vermeye başlamıştı. Şimdi gelelim “1995 Gümrük Birliği Anlaşması'na”. Türkiye, Avrupa Birliği'ne tam üyelik için 1950 yılında başvurmuştur. 12.09.1963 tarihinde imzalanmıştır. Ankara Anlaşması Protokol 23.11.1970 tarihinde imzalanarak ortaklık süreci başlamıştır. Avrupa Birliği'ne dahil üyelerle Türkiye arasında gümrük duvarları kalktığı gibi, Türkiye'nin Avrupa Birliği dışında ülkelerle yaptığı ticaret de kısıtlanmıştır. Türkiye'nin, AB dışındaki dünya ülkeleri ile serbest ticaret anlaşma yapması yasaklanmıştır. Gümrük Birliği'nin sonuçlarının ekonomimize yansımalarının ne olduğunu merak ediyorsanız, bunun cevabı 1838 Ticaret Anlaşması'ndan sonra Osmanlı'nın yeşermekte olan ekonomisinin yok olması ile aynıdır. 1963 ile 2004 yılları arasında geçen kırk bir yıldır AB kapısında sessiz sakin, tepkisiz beklemekteyiz. Avrupa Birliği'nin bizimle müzakere etmeden bir nevi dikte ettirdikleri ve gelecekte ülkemizi ekonomik, politik ve sosyal olarak yıpratacak bütün şartları itirazsız kabul ediyoruz. Buna en açık örnek Gümrük anlaşmasıdır. Gümrük anlaşmasını, AB kurulduğu günden bu yana girmeden önce belirsiz bir süre için kabul eden tek ülke biziz. 1996-2003 döneminde, AB ile Türkiye arasındaki dış ticaret açığı 65.8 milyar dolardır. Bu miktar kamu kesiminin dış borcuna eşittir. Gümrük Birliği'nin dış ticaret açığına, sanayiinin “genel Türkiye ekonomisinin” zararları dahil edilmemiştir. Türkiye'nin iç dinamiklerinin beklemeye tahammülleri yoktur. Büyük bir potansiyel oluşmuş ve oluşmaktadır. Sanayileşme hızla gelişmektedir. Eğitimli genç kadrolar yerlerini almaya başlamıştır. Bu gelişmenin önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır. Nitekim DİE, 2003 yılının son üç ayına ait sanayi üretim rakamlarını açıkladı. Kamu sektöründe üretim yüzde 4.1 azalırken, özel sektörde ise artış yüzde 15,6'dır. Bu çok büyük bir aşamadır. Bizi takip edenler bu verilere gözlerini dikmişlerdir. Verilerin hoşlarına gitmeyeceği bellidir. Şu anda, Kıbrıs'ta çok dikkatli olmalıyız. Ve 1838 Ticaret Anlaşması arkasından gelen “Kırım” savaşı gibi yaratılacak şok bir harcama kaynağına karşı tedbirlerimizi almalıyız. Ülkemiz gümrük birliğinden ayrılarak tüm dünya ülkeleri ile serbest ticaret yapabilmelidir. Gümrük Birliğinin bu serbestliği önlediğini ve Türkiye'nin hızlı sanayi gelişimini durdurmak için Batı'nın bir oyunu olduğunu artık anlamalıyız. Ekonomik bağımsızlığımızı yeniden kazanmalıyız. “Bizim bizden başka dostumuz yoktur.” Bunu anlamakta galiba çok geç kaldık. Ama ne acıdır ki, hâlâ bunu anlamayanlar vardır. Anlamayanlar değil, Büyük Reşit Paşa gibi anlamak istemeyenler vardır. PÜR DENETİM YEMİNLİ MALİ MÜŞAVİRLİK AŞ. Bahariye Caddesi Site 64 No: 25/9 B-Blok Kadıköy - ISTANBUL Tel : +90 216 449 37 00 (pbx) Fax : +90 216 449 37 71